Picassonun Kadinlari

Page 1

Derya Önder Picasso’nun kadınları “Aslında bir ressam için en korkuncu beyaz tuvaldir.”

Belki de hiç kolay değildi on dört yaşında bir çocuğa, ressam babasının bütün resim malzemelerini getirip teslim etmesi ve “Sen artık beni geçeceksin belli. Benim bundan sonra resim yapmama gerek yok” demesi. Picasso aldığı bu ağır yükü doksan iki yaşında ölene dek sırtından hiç indirmedi. Yirmi sekiz yaşına kadar geçimini bir şekilde ailesi temin etti ama bu yaştan itibaren tabloları alıcı bulmaya başladı ve bundan sonra yaşamı boyunca hiç ekonomik sıkıntı çekmedi. O kadar ki öldüğünde neredeyse trilyonerdi. Don Jose Ruiz Blasco ve Dona Maria Picasso y Lopez’in ilk çocukları olan Picasso 25 Ekim 1881’de Malagai’da doğdu. İspanyollara has asıl uzun ismi; Pablo Diego Jose Francisco de Paula Juan Nepomuceno Crispin Crispiniano de la Sentissima Trinidad Ruiz Blasco Picasso y Lopez' dir. Fakat eserleri de dahil olmak üzere, annesinin soyadı olan Picasso'yu kullanmayı tercih etmiştir. Babası yaşadıkları kasabanın müze müdürüydü. Aynı zamanda resim öğretmeniydi. Picasso yaşamının ilk on yılını bu kasabada geçirdi. Daha sonra babasının işi nedeniyle Atlantik kıyılarında bir eyalete taşındılar. Picasso okulda defterlerine durmadan çizim yapıyordu. Babası ondaki yeteneğin farkında olduğu için tüm resim yaşamını ona teslim etti. On dört yaşında olmasına rağmen Barselona’da bir sanat okulunun sınavlarına girdi ve olağanüstü bir başarı göstererek okula kabul edildi. Çıraklık döneminin ardından tanınmış ressamlar arasına girdi. O güne dek Barselona’da gerçekleştirilen en büyük resim sergisine bir yağlıboya tabloyla katıldı. Bu onun daha da çok tanınmasına neden oldu. 1897 yılında Madrid’e taşındı, bir atölye tuttu ve önemli sanat okullarından birisine girdi. İlk zamanlar usta ressamların resimlerini kopya ederek onları daha iyi tanımaya çalıştı. Bu çalışmalar onun kendi özgün resimlerini oluşturmasında önemli bir yer tuttu. 1900 yılında ilk kişisel sergisini açtı. Bu serginin ardından yeni anlaşmalar imzaladı ve ilk kez resimden para kazanmaya başladı. Kısa süreliğine ailesinin yanına gittiğinde oradaki hayatı ve onların bakış açılarını gördüğünde burada yaşayamayacağını düşündü ve 1904 yılında Paris’e yerleşmeye karar verdi. Picasso, aynı yıl taşındığı “Ahşap Baraka”da daha önce oturmuş olan Fernande Olivier ile tanıştı. Fernande burjuva bir ailede yetişmiş, bir kere evlenip ayrılmış ve izlenimci ressamlara ilgi duyan bir kadındı. Arkadaş çevresinde genellikle “Güzel Fernande” olarak anılıyordu. Picasso’yla ilişkisi 1912 yılına kadar sürdü. Picasso’nun karşı çıkışlarına rağmen sonraları yayımlayacağı “Picasso ile Yaşamak” adlı anılar kitabında onunla ilk karşılaşmasını şöyle anlatıyor: “Onu tanımayanlar için baştan çıkarıcı hiçbir özelliği yoktu. Bununla beraber o garip etkili bakışı dikkat çekiciydi. İçindeki ateş, ki bu ateşi duyumsamamak olası değil, benim karşı koyamayacağım bir çekicilik kazandırıyordu ona. Benimle tanışmak istediğinde, ben de onu tanımak için yanıp tutuşuyordum.” Fernande’nin Picasso’dan ayrılma nedeni ise kıskançlık ve kendi deyimiyle Picasso’nun çoğu kez dışarı çıkarken onu odasına kilitleyip de gitmesi idi. 1


Bu aynı zamanda Picasso’nun yaşamında “Mavi Dönem” ya da sanat eleştirmeni Uhde’nin deyimiyle “Mavi İmparatorluk” dönemidir. Mavi, çocukluğundan beri Picasso’nun en sevdiği renktir. Bu dönemde yaptığı resimlerin hemen hemen tamamında mavi renk hakimdir. Hatta çalışırken bile mavi renkli bir tulum giydiği söylenir. Bunun yanı sıra mavi gökyüzünün rengi olarak hristiyanlıkta da önemli yer tutar. Picasso’nun bu dönem yaptığı resimlerde dini motifler de vardır. “İki Kızkardeş”, “Anne ve Çocuk” İsa’ya ve Meryem’e göndermelerde bulunur. Bu dönemin figürleri daha çok yoksullar, dilenciler, körler ve yaşlılardan oluşur. Dönemin iki başyapıtı ise “Yaşam” ve “Kucaklaşma”dır. Bu resimde yatağın önünde sarılmış duran çıplak bir çift vardır. Kadın hamiledir. Ama bu kucaklaşma bir şehvet anının başlangıcından daha çok dünyadan kaçıp birbirine sığınan, başlarını birbirlerinin omzuna yaslayan iki insanın görüntüsüdür. “Yaşam” resmi ise, Picasso’nun umutsuzca aşık olduğu için intihar eden yakın arkadaşı Casagemas’a göndermeleri içerir. Aşık bir çiftin karşısına kucağında çocuk olan kederli bir kadın çizilmiştir. Bu dönemde Fernande’yle yaşadığı aşk, resimlerinin satılmasıyla gelen küçük ekonomik zaferler, resimlerdeki maviliğin yerini pembenin almaya başlamasına neden olur. Resimlerdeki ana figürler esas olarak mavi dönemle aynıdır. Ama yoksulluğun ve acının yanı sıra yine de yaşama tutunmaya çalışan, savaşçı yüzler de görmeye başlarız. Birlikte yaptıkları Barselona yolculuğu sırasında, Fernande ile Picasso arasında duygusal sıkıntılar ortaya çıkar. 1909 sonbaharında Bateu-Lavoir’den ayrılırlar ve 11.Bulvar Clichy’de daha rahat bir stüdyoya taşınırlar. Bu dönemde cumaları Matisse’i ziyarete giderler, cumartesileri ise Gertrude Stein’in Fleurus sokağındaki yerine. Bu yaşam şekli Picasso’nun içsel değişikliklerinin yansımasıdır. Ama Picasso bir süre sonra bundan yorulur. 1911 yılında Picasso, Fernande, Max Jacob ve Braque birlikte Pirenelerde kurulu küçük bir kasaba olan Ceret’de yaşayan dostları Manolo Hugue’nin yanına giderler. Bu dönemin eserleri Picasso’nun kübik döneminin en bilinen eserleridir. Sonbaharda tekrar Paris’e döndüklerinde Picasso, Gertrude Stein’in evinde Eva Gouel ile tanışır. Fernande, bundan hiç hoşlanmaz ve bu dönemde başkasına ilgi duymaya başlar. Picasso’nun Eva ile sevgili olmasının ardından Fernande ile Picasso bir daha bir araya gelemeyecek hale gelirler ve Fernande, Picasso’yu terk eder. Picasso onu genellike “Eva” diye çağırsa da gerçek adı Marcella Humbert’tir. Onu düşünerek yaptığı “J’aime Eva”, “Jolie Eva”, Ma Jolies” adlı tablolarda da görülebileceği gibi Picasso’nun aşkları her zaman resimlerinde kayıtlıdır. Eva, uzun bir hastalık sürecinin ardından 1915’te ölene dek Picasso’nun sevgilisi –muhteşem aşığı- olarak kalacaktır. Hatta Max Jacob’un, Eva’nın cenazesindeki olumsuz davranışları Picasso’yu o kadar derinden etkiler ki arkadaşlıkları bozulmaya başlar. Eva’nın ortaya çıkmasıyla Picasso’yla ilişkisini bitiren Fernande, 1936’da anılarını yayımlayıncaya kadar Picasso ile bir daha görüşmez. Ancak o dönem ortak arkadaşlarının arabuluculuğu ile Picasso, Fernande’ye ekonomik yardımda bulunur. Elbette, Fernande’nin yokluğunda Eva da Picasso için tek kadın olamamıştır. Eva’nın bakımevinde kaldığı süre boyunca ve bunu takip eden birkaç yıl içinde yaşamına Gabrielle (Gaby) Depeyre de girer. Tanıştıklarında Gaby yirmi yedi yaşındadır. Ve Picasso’nun içine şablonlarla cümlecikler de yazılan birkaç çalışmasıyla bir karakalem çalışmasına da modellik

2


etmiştir: “Reviens Mon Amour Mon Angle/Geri Dön Aşkım Meleğim” ve “Je’t aime Gaby” (Seni Seviyorum Gaby). Ancak Picasso’nun bir kadına duyduğu aşk bir başka kadına aşk duymasına da engel teşkil etmiyordu. Picasso, Eva ve Max, Figueras ve Girona’ya boğa güreşlerini izlemeye giderler. Boğa güreşleri Picasso’nun yaşamında önemli bir sembol ve güçlü bir imgedir. Bazı eleştirmenler Picasso’nun ölüm duygusunu bununla anlattığını ileri sürerler. Minotaur’dan kendisini bir matador gibi resmettiği tablolarına kadar bu böyledir. Her iki dönemin de en önemli motifi “soytarı” motifidir. Picasso yaşamı boyunca soytarı, palyaço ve sirk motiflerinden vazgeçmeyecektir. 1917 yılında Jean Cocteau ile birlikte Roma’ya gitti. Rus Balesi’nin yöneticisi Serge Diaghilev’le tanıştı. Ve onun Piazza Colona’daki evinde oturdu. Aynı dönemde daha sonra portresini de yapacağı Igor Stravinski ve arkadaşlarıyla tanıştı. Floransa’ya, Pompei’ye ve Napoli’ye yapılan bazı turnelere katıldı. Bu arada grupta dansçı olan Koklova ile tanıştı. Diaghilev, bu tanışmanın ardından “Dikkatli ol, bu evlenilecek bir Rus kızı” diyerek Picasso’yu uyardı. Picasso Diaghilev’in sözlerini “Şaka yapıyorsun” diyerek başlangıçta ciddiye almadıysa da kısa bir süre sonra Olga’yla nişanlandı ve 1918’de Paris’te evlendi. Bu evliliğin ardından yeni bir eve taşındı ve bir kez daha adres değiştirdi. Françoise Gilot anılarında Olga’dan “Grubun en iyi balerinlerinden değildi ama çok hoş bir görünümü ve Picasso’nun çok çekici bulduğu bir üstünlüğü vardı. Olga aşağı Rus soyluları sınıfından geliyordu. Diaghilev’in, balerinlerini arayıp bulmakta kullandığı ilginç bir tarzı vardı, bu balerinlerden yarısı çok iyi dansçılar, diğer yarısı da iyi bir toplum sınıfından gelen güzel kızlar olmalıydılar.” diye söz eder. Picasso’yla Olga’nın evlilik töreni Rus, ortodoks adetlerine göre yapılır ve çift tören sırasında alışılagelmiş taçlar takarlar. Bu evlilik Picasso için uzun zaman kendisine kapandıktan sonra yeniden bazı çevrelere giriş anlamına geliyordu ve içinde bulunduğu bohem çevreden kopuşuna ciddi katkılarda bulundu. Bu dönemde Olga’nın da etkisiyle üzerinde çok konuşulan “Parade” balesini ortaya koydu. Picasso’yla birlikte Jean Cocteau ve Eric Satie de çalışmalarda yer almışlardı. Picasso’nun Andre Breton’la tanışması 1923 yazına denk düşer. Bu tanışmanın ardından aynı yıl gerçeküstücü bir dergide bir yapıtı yayımlanır. Breton “gerçeküstücülüğün bildirisi”ni hazırlarken Picasso’nun fikirlerinden de faydalanır. Bu çevreden bazı yazar ve şairler Picasso’nun eserlerini satın alırlar ve 1925 yılında açılan bir gerçeküstücü sergiye Picasso da katılır. Gerçeküstücülükten birçok noktada faydalansa da Picasso yavaş yavaş bu çevreden uzaklaşır. Yaşamının ileriki yıllarında bu etkileri tamamen yadsıyacaktır. Aynı dönemde Galeries Lafayette’nin önünde karşılaştığı on yedi yaşındaki Marie-Therese Walter de Picasso’nun hayatına dahil olur. 1932 yılına gelindiğinde Picasso yeni sevgilisi Marie-Therese Walter’in birkaç portresini yapmış ve bu portreler aynı zamanda klasik güzelliğin sergilenişini gerçeküstücülüğün bilinçli uyumsuz anatomisi ile birleştirerek yeni bir senteze ulaşmıştı. Marie-Therese hakkında çok az şey bilmemize rağmen, John Berger, Picasso’nun Başarısı ya da Başarısızlığı adlı kitabında, Marie-Therese’i Picasso’nun yaşamına giren tüm kadınlardan başka bir yere koyar. Berger, Marie-Therese’in Picasso’nun sanat yaşamını bire bir etkilediğinden, Picasso’nun resimlerine, heykellerine ve eskizlerine bakıldığında bu aşkın cinsel açıdan Picasso’nun en önemli ilişkisi olduğundan söz eder. Picasso yaşamındaki başka hiçbir kadını bu şekilde resmetmemiştir. Bu kadar çok sayıda resmini yapmamıştır. Berger’e

3


göre birlikte oldukları sekiz yıl boyunca Marie-Therese, Picasso için giderek kendi varlığından bile soyutlanarak bir tür simgeye dönüşmüş ve Picasso’nun ruhunu ele geçirmiştir. Picasso’nun kendisinde bulunan beş yüz resimlik koleksiyonunun hemen hemen elliye yakını Marie-Therese’in resimlerinden oluşur. Picasso onu resimlerinde Venüs gibi resmeder. Bu resimlerin diğerlerinden farkı içerdiği doğrudan cinselliktir. Sevişme ya da sevişme sonrası, hiçbir belirsizlik taşımadan yansır bu resimlere. Berger, cinselliğin sözcüklerle anlatılmasının ne kadar başarılı ifade edilse de yetersiz kalacağını belki bunun ancak seslerle daha iyi ifade edilebileceğini ama resimde bunun çok daha iyi ifade edildiğini çünkü cinselliğin biçime daha yakın olduğunu söyler. 1935’te, Picasso ve Marie-Therese’in kızları Maya doğar. 1936 yılında Fransa’da yaşanan siyasal sıkıntılar ve dünyayı saran ekonomik buhrandan Picasso’nun ne kadar etkilendiğini tam olarak bilemiyoruz ama edinilen bilgiler onun bu dönemde daha çok evliliğin bunaltılarından ve gerçeküstücülerle yaptığı tartışmalardan söz ettiğini belirtiyor. Picasso’nun siyasal anlamda koyduğu ilk tavır,18 Temmuz 1936’da General Franco’nun İspanyol Fas’ında İspanyol Cumhuriyeti’nin yasal hükümetine karşı bir askeri darbe başlattığında oluşmaya başlamıştır. Bu tavrın somut bir yansımasını “Franco’nun Rüyası ve Yalanı” adlı eserinde görebiliriz. Picasso 18 parçadan oluşan bu resime 1937 yılında başladı. Bu dönemde en yakın dostu Paul Eluard oldu. Eluard Guernica’nın faşistler tarafından bombalanması ve Picasso’nun bu olayı resmettiği dönemde de yanındaydı. Eluard’la Picasso’nun dostlukları Picasso komünist partiye katılıncaya ve “Koyunlu Adam” ve ünlü beyaz barış güvercinini yapacağa döneme kadar da sürecekti. Bu arada Eluard, Picasso’yu yoldaşı olan ve Guernica’nın yapım evrelerinin fotoğraflarını da çekecek olan Dora Maar ile tanıştırdı. Dora Maar, fotoğrafçı ve ressamdır. 1909 yılında doğar ve Arjantin’de büyür. Resim çalışmalarını Pairs’te farklı atölyelerde sürdürür ve Andre Lhote ile çalışır. Picasso Dora’dan çok etkilenir. Guernica’nın yapılışı sırasında Dora’nın ciddi katkıları olur. Bu ilişki hemen hemen yedi sekiz yıl sürer. Picasso’nun İspanya iç savaşını anlattığı “Ağlayan Kadınlar” dizisinin modelliğini de yapmıştır. Picasso onun için “Onu hiçbir zaman ağlamazken görmedim” demiştir. Ancak, Picasso bir başka kadına ilgi duymaya başladığında bu ilişki biter. Dora bu ayrılığı kolay atlatamaz ve bir süre tedavi görür. Daha sonraki dönemlerde “Benim için Tanrı’dan sonra Picasso gelir” diyecektir. Dora Maar’ın Picasso’yla hayatına dair karaladığı daha sonra yeniden yazılan şiirleri Picasso’nun onu terk etmesinden sonra yazılmıştır. 26 Nisan 1937 yılında Guernica’ya yapılan saldırı bütün dikkatleri üzerine çekmişti. Küçük bir kent olan Guernica “Kutsal Meşe” denilen bir ağacın burada olması nedeniyle Basklar için kutsal bir yerdi. Saldırının şiddeti ve konuyla ilgili haberlerin etkisiyle Picasso 1 Mayıs’ta “Guernica” adlı resmin çalışmalarına başladı. Bu tablo yaklaşık üç buçuk metre yüksekliğinde ve neredeyse sekiz metre genişliğinde olacak şekilde düşünülmüştür. Paris Dünya Sergisi’nde İspanyol Pavyonunun düzenlenme işi Picasso’ya verilmiştir ve Picasso da Guernica’yı bu nedenle devasa denilebilecek boyutlarda düşünmüş ve taslaklarını buna göre çizmiştir. 1939 yılında Rue des Grands Augustins’deki eve taşındı ve Paris’in 1940 yılında işgalinden 1944’te işgalden kurtuluşuna kadar da burada yaşadı. Bu dönemde Picasso’nun arkadaş çevresi daraldı. Annesini, arkadaşı Wollard’ı, 1942’de Gonzales’i kaybetti. Ve Max Jacob’un da aynı yıl toplama kampında yaşamını yitirmesiyle uzun süre evden dışarı çıkmadı.

4


Resimlerinin temasını daha çok naturmordlar ve kadın portreleri oluşturuyordu. Picasso kadın portreleri yapmaktan yaşamı boyunca vazgeçmemiştir. Bu portrelerin pek çoğunda kadınlar çıplaktır ve olağan ölçülerden daha büyük çizilmişlerdir. Picasso’ya, savaşın onun sanatına direkt etkisi olup olmadığı sorulduğunda “Ben savaşı resmetmedim. Çünkü ben bir şeyler çekebilmek için dolaşan fotoğrafçılara benzer ressamlardan değilim. Ama yapmış olduğum resimlerde savaşın bulunduğundan kuşkum yok. Belki de ileride tarihçiler, benim üslubumu savaşın etkisi ile değiştirmiş olduğumu kanıtlayacaklar. Ama böyle olup olmadığını kendim bilmiyorum” şeklinde cevaplamıştır. O, resimlerinde varsayılan göndermeleri kendi bilinçaltının yansımaları olarak görmüştür. Ki savaş günlerinde yaptığı Dora Maar’ın portresi için “birkaç gün sonra portreye tekrar baktığımda resimdeki başın bir Alman çelik miğferine benzediğini gördüm” demiştir. Alman işgalinin ardından Picasso için yeni bir yaşam başlar. Mülke ve dünya işlerine karşı daha ilgilidir. Çoğunlukla Güney Fransa’da yaşar… 1943 yılında genç bir ressam olan Françoise Gilot’la tanışır. O zaman Françoise yirmi bir, Picasso ise altmış iki yaşındadır. 1953’e kadar birlikte yaşarlar ve iki çocukları olur. 1947’de oğlu Claude, 1949 yılında ise kızı Paloma doğar. İlya Ehrenburg, bu doğum haberinin, Paris Barış Kongresi’nin açılış gününde geldiğini ve bu nedenle Picasso’nun kızına “Güvercin” anlamına gelen “Paloma” adını verdiğini yazar… Bir süre sonra bu ilişki her iki taraf için de gittikçe çekilmez olmaya başlamıştır. Françoise Gilot bu durumdan anılarında söz etmiştir. (ki bu anılar 1965 yılında yayımlanmıştır ve Picasso buna engel olmaya çalıştıysa da başarılı olamamıştır) Picasso ise 1953-1954 yıllarında yaptığı tablolara yansıtmıştır bu durumu. Françoise kendisini terk ettikten sonra, onu çevresine korku salan bir dişinin sembolü olarak göstermiştir. Bir kadın bir köpeğe acı çektirirken, bir kedi bir kuşu yerken… Ancak bu ilişkiden kaynaklanan bunalım, Picasso’nun resimlerine yansıyan son bunalımı olur. Bunların yanı sıra Picasso’nun 1949 yılında başladığı litografi çalışmaları kapsamında yaptığı kadın başları serisi için modellik yapan da yine Françoise Gilot olmuştur. Picasso ne kadar karşı çıkmış olursa olsun Françoise’in anıları Picasso’nun bugüne kadar çok fazla ele alınmamış olan kişisel dünyasına bir yolculuktur aynı zamanda. Örneğin Picasso’nun çalışma düşkünlüğü konusunda Françoise şunları yazmıştır: “Picasso’nun en severek anlattığı öykü kritik bir anda yanan fırını soğutmak için tüm mobilyalarını yakan tanınmış bir seramikçinin öyküsüydü. Ve sonra Picasso bu öykünün üzerine şunları ekliyordu.” Ben olsaydım eğer gerekirse karımı ve çocuklarımı da atardım fırına”… Sanatı için her şeyi hatta kendi duygularını ve kendisini de feda edebilecek bir yapısı vardır onun da. Bu nedenle kadınları da asla vazgeçilmez olarak düşünmemiş ve sanat için çektiği acıdan daha fazlasını çekmemiştir aşk için. 1954 yılından itibaren eserlerinde otobiyografik izler daha fazla görülmeye başlar. Picasso ise bu konuda “Diğerleri kendi özyaşamlarını nasıl yazıyorlarsa, ben de öyle resmediyorum”, “Tüm dünya beni eleştiriyor. Çünkü benim, yaşamımı açıkça yaşama cesaretim var. Belki başkalarında olduğundan daha fazla yıkımla dolu bir yaşam bu, ama kuşkusuz temizliği ve dürüstlüğü de çok daha fazladır.” demiştir. Bu yüzden de yaşamının her parçası bir belgedir. Zaten aynı nedenlerle daha hayattayken yaşadığı, bulunduğu pek çok yer müzeleştirilmiştir. 1955 yılında karısı Olga ölür. Uzun yıllardan beri ayrı yaşamalarına rağmen Olga’nın sağlığında boşanmamışlardır. Olga’nın ölümünden üç yıl sonra 1954 yılından beri sevgilisi

5


olan Jacqueline Roque ile evlenir. Picasso yetmiş üç yaşına gelmiştir artık. 1954 yılında Jacqueline Roque’yi gösteren “Madem Z.’nin Portresi” adlı bir resim yapmıştır. Hemen hemen bütün kadın portrelerinde klasik güzelliği kendine has çizgilerle kırmaya çalışmıştır. Aslında Picasso’nun yaşamına giren, ilk önce ona modellik yapan ve genellikle bunun ardından sevgilisi olan kadınlardan söz ederken belki de tek bir aşktan söz ediyoruz. Hiçbirisi de Picasso’nun Resim’e olan aşkının yerini tek başına alamayan ama varlıkları ile onu resimden uzaklaştırmak bir yana daha çok resime iten kadınlar. Ki sonraları Picasso’nun yaşamından yola çıkarak hazırlanan “Picasso’nun Kadınları” başlıklı bir oyunun da sergilendiğini görüyoruz. Picasso’nun ünlü “Aramıyorum, buluyorum” sözü hem yaşamı boyunca yaptığı resimler ve diğer uğraşları, hem de yaşamını paylaşan kadınlarla yakından ilintilidir.

Kaynaklar 1-Picasso,Wilfried Wiegand, 1985, Alan Yayıncılık 2-Pablo Picasso, Mary Ann Caws, 2006, Güncel Yayıncılık 3-Obsidiyen Kafa, Andre Malraux, 2006,Everest Yayıncılık 4-Picasso’nun Başarısı ya da Başarısızlığı, John Berger, Metis Yayıncılık

6


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.