Bodrum Bülten Ağustos 2008

Page 42

Her gün bir başka gündü ve her başka gün bir gündü.

Y

sevişir gibi bıraktım kendimi. Gerçek bir Bodrum sıcağı, güneşi, aydınlığı vardı ertesi sabah. Rüzgar durulmuş, yok olmuştu...

ağmurun göz gözü görmez ettiği, sileceklerin umutlarımızı bir o yana bir bu yana savurduğu o yağmurlu gün ilk gündü. Biz neredeyse böyle bir havada Bodrum'a geldiğimize pişmandık. İkinci güne gözlerimizi açtığımızda inanılmazdı. Güneş nereden, nasıl çıkmışsa çıkmış, girmiş penceremizden yüzümüze vurmuştu. Taaa uzaklarda yeşillikler arasında bize göz kırpmakta olan kovanlardan uçup gelen arılar bahçemizdeki çiçeklerde vızıldaşıyorlardı. Köpeğimiz Nike’nin tikinden habersizdiler. Nike de henüz onların varlığından. Yere serili, arada bir titriyor ve 'Hart hart' kaşınıyordu. Önü sıra koştum. Yaklaştım. Ensesinden tuttum. Kulaklarının kadife kayganlığında gezindirdim elimi.

İNCİ GÜRBÜZATİK

incigurbuzatik@hotmail.com Rüzgarlıbayır evimiz okaliptusların, çevremizdeki yoğun zeytin ve dev meşelerin uğultusuyla çınlıyordu. Bütün gün süre rüzgarın sesini dinlerken bu sesi özlediğimi fark ettim. Onu dinlemenin doğru olacağını biliyordum. Diyordu ki; “Filmlerde, radyofonik oyunlarda benim sesim hep bir garip çıkıyor. O benim gerçek sesim değil. Ben işte şimdi eser savururken Bodrum'da  eserken gerçeğim.”

Başının üstünde turfanda arı sesini duyduğunda önce kuyruğunu bir o yana bir bu yana salladı, sonra da asla dik duramayan düşük kulaklarını şöyle bir kaldırdı, ses yönüne doğru bir radar tarayıcısı gibi döndürdü. Sinirini bozan o ses tepesinde vızıldıyordu. Nike bu sesten hiç mi hiç hoşlanmazdı. Arıyı ağzıyla yakalama çabasının çenesini hızla açıp kapatma sesi "Tak tak" "Çat çat" ları arıyı yakalamak için sıçrayışları boşa harcanan bir çaba değildi elbet. O böyle yaptı mı arının dilini dudağını, burnunu, yüzünü sokabileceği korkusu da beni inceden inceye tedirgin ediyordu. Hava iliklerimizi ısıtmaktaydı. O günkü "İşte güzel günler geldi Bodrum'a", gibilerden yorumlarımızın ne denli boşa çıktığını ertesi gün anladık. Gözümüzü karanlık bulutlu soğuk bir güne açtık İçeride kahvaltı yapmak zorunda kaldık. Ağır aksak zaman geçirmekteydik. Nebile'nin getirdiği taze köy yumurtalarını, Aysel Hanım’ın biraz önce kapıdan veriverdiği taze çalkanmış ılık tereyağının içinde cozurdattık. Bahçemizin karabiberiyle lezzetlendirip soframıza kondurduk, ziyafetimizi çektik. Dördüncü günümüzde tam Bodrum havası vardı. Rüzgarlı bayır evimiz okaliptusların, çevremizdeki yoğun zeytin ve dev meşelerin uğultusuyla çınlıyordu. Bütün gün süren rüzgarın sesini dinlerken bu sesi özlediğimi fark ettim. Onu dinlemenin doğru olacağını biliyordum. Diyordu ki; “Filmlerde, radyofonik oyunlarda benim sesim hep bir garip çıkıyor. O benim gerçek sesim değil. Ben işte şimdi eser savururken Bodrum'da eserken gerçeğim." Öyleydi vınlamıyor, çınlamıyor, hışırdamıyor homurdanıyordu. Bütün ağaçları tek tek, öpüp, sevip, okşayıp, taze çıkmış körpe yaprakları yalarken sürtünüyor, aşktan, sevgiden fısıltılar taşıyordu. Körpe yeşil esip, yüzümü, yanaklarımı, enseme dolanıp beni okşayıp sarıyordu. Saçlarımı açtım, dolansın, yeşil yele karışsın ve hareketlenip ona karşılık versin diye. Deli değil divaneydi rüzgar şimdi. Bedenimi yakarken, tenimdeki fısıltısından anladım. Gerçek bir rüzgarla

42

BODRUM

Bülten

Gamze'yle Bitez'e giderken çalan cep telefonunun derininden gelen ses "Mayonu da getir" diyordu. Yolda olduğumuzu ve geri dönemiyeceğimizi söyledim. Belli ki kızlar havuza ya da denize girme çılgınlığı yaşıyorlardı. Akşam Bodrum'a indiğimizde bu çılgınlığın ne boyutta olduğunu 'Cılk' hale gelmiş yüzleri, omuzları ve şortlu bacaklarının kızıllığından anlarken içimde çift kat fanila ve ayaklarımda botlarla ne kadar akıllı uslu bir kadın olduğuma karar verdim. Gamze ertesi günün daha da sıcak olacağını ve güneşte yanarak Ankara'da hava atacağını hayal edip, akşamdan, denizde giyeceği mayolarını hazırlıyordu. İşte bir hayal kırıklığı daha sana. Mayo ne? Deniz mi? Güneş Nerede? Ha haaa haaaa. Al sana sevgili aşkım rüzgar dolanıyor yine evimizin çevresinde. Yamaçlardaki ağaçlar bir o yana bir bu yana yatarken yağmur geldi gelecek. Vadiyi deşip, yaralayan, ağaçları yok eden yeşili traşlanmış beş villalık inşaatın köşesi, yağmurdan şifa bekleyen sivrilmiş cılk bir yara.

Bodrum'da Zeytin ağaçlarının öyküsü ondan sorulur. Hele siz bir "Zeytin Ağaçları"deyin... Sözünüzü bitirmeden gözünüzün içine bakacak. yarasına basmış gibi olacaksınız. Sonra da zeytin ağaçlarına dair bilmediğiniz neler neler öğreneceksiniz.

Bu güne kadar 1000’den fazla zeytin ağacının resmini yaptığını onları belgelediğini söyleyen Ressam Müfit Karzek önce zeytin ağaçlarının tarihini araştırıyor. Nerede yaşlı, korunması gereken yaşı gövdesinden, dallarından okunan güzel bir zeytin ağacı var gezip, araştırıyor, bulup inceliyor. Köklerini, gövdesini, dallarıyapraklarını inceliyor. Çiçeklerinin Bodrum'un amansız rüzgarlarıyla dökülüşlerini gözlemliyor. Uzaktan bakıyor, yakınından da. "Doğanın mucizesi" diyor rüzgarda dökülen minik zeytin çiçeklerine. "Ağaç bildiğinden döküyor onları. Hepsinin meyveye dönüştüğünde dallarının o meyve yükünü taşıyamıyacağını bildiğinden döküyor". Öyle diyor. Bile isteye döküyor çiçeklerini... Sonra sonbaharda pazarda satılmaya başlayan uzun zeytin çırpma çubuklarından söz ediyor... İnsanoğlunun kendisine meyvelerini böylesine mucizeyle sunan zeytin ağaçlarını nasıl en uzak dallarına kadar dövdüğüne, acımasızlığına hayıflanıyor. Ağacın çektiği acıyı düşünürken şimdiye kadar resmini yaptığı


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.