Back on Stage - No:11

Page 1

Müzik yazarının anatomisi

H T N SY OP P R

E G

N U GR

S E

D

BA G G

Y

POST ROCK

WAVE DARK

O U C L S B I

MODERN CLASSICAL

T I R P B O P

U HO

K N

U P

N ’ K

C O LL R O R

P O MICROHOUSE

P

SE

FUNK

T O RO AE G G E

O R AF T A E B

R G

E I D

R

Y AV HE AL T ME

N I

#herseyealternatif

P A

E M I

JAZZ

O N H C TE

B B IG E A T

EKİM 2019 NO:11

CH I OU LL T

TR

A K L FO R&B P

BABA ZULA-BALTHAZAR-DEMİR DEMİRKAN-EVANESCENCE-KHONTKAR


.

İÇİNDEKİLER

58

18 İYİ Kİ DOĞDUN ÜMİT BESEN

16

WISHLIST

22

KIRAÇ RÖPORTAJI

46 MÜZİK YAZARLIĞI

KARSU ALBÜMLERİNİ ANLATTI BABYLON'LA 20 YILLIK MACERA

Genel yayın yönetmeni Ece Ulusum Yazı işleri müdürü Arda Aşık

Ekim 2019 Sayı: 11

Aylık süreli dijital dergi

Görsel yönetmen Deniz Kuyumcu Kapak Ege Kaplan Fotoğraf editörü Emre Kırdar, Emre Namoğlu

Yayın ve yönetim merkezi Nisbetiye Mah. Gazi Güçnar Sk. Uygur İş Merkezi No:4 Beşiktaş/İstanbul İletişim 0 (212) 337 57 70 iletisim@yellowbos.com @yellow.bos

Konular editörü Çağatay Yılmaz

yellowbos

Editör Gökhan Kaya, Zeynep Beşerler

yellow_bos

Muhabir Ahmet Yatğın, Arif Hür, Batuhan K. Ocakçı, Hakan Varol

yellowbos www.yellowbos.com

54


PANO

. EKIM 2019

YILDIZLARARASI FİLM THE IRISHMAN

3

10

Borusan Müzik Evi, 10'uncu yaşını kutladığı yeni sezonuna 8 Kasım’da Noise İstanbul Festivali’nin ilk günüyle giriş yapacak. Sezonun kalanına ait detaylar henüz açıklanmadı, takipteyiz!

Şehrin ses limanları Küresel sesleri ve yaratıcı düşünceyi bir festival olarak kutlayan Sound Ports İstanbul, 8-10 Kasım’da 4'üncü yılında Kadıköy’de. Festival, Kendine Has’ın desteğiyle Kadıköy’de çeşitli mekanlara yayılacak. Kozmik Birliktelik teması ile gerçekleşecek etkinlikte müzikal deneyimlerin yanı sıra panel, A/V performans ve workshop’lar da olacak.

‘Dünya müziği’ deyip geçmesek? İstanbul Caz Festivali Direktörü Harun İzer’in sosyal medyasında gördük. İngiltere'de bir plak şirketi dünya müziği kategorisini kullanmadığını söylüyor. Müziği türlere göre ayırmak her geçen gün zorlaşıyor, farkındayız ama bu kadar genelleyici tanımlardan da kaçmak gerek.

DeMarco Gezgin'le geliyor! Indie rock yıldızı Mac DeMarco, 30 Kasım’da Birlikte Güzel desteğiyle dördüncü Gezgin Salon’un konuğu olacak. Gezgin Salon ne derseniz, 2017’de Salon’un ‘şehri gezmeye çıkması’yla başladı. İlk üç etkinlikte Agar Agar, King Gizzard & The Lizard Wizard, Wolf Alice, Amyl and the Sniffers, Kiasmos, Pantha du Prince ve Pional gibi isimleri ağırladı. Volkswagen Arena’da DeMarco’yla gerçekleşecek konser müzisyenin dev Avrupa turnesinin son konseri olma özelliği de taşıyor.

Usta oyuncular Robert De Niro, Al Pacino ve Joe Pesci'yi bir araya getiren, Martin Scorsese imzalı The Irishman’in yayın tarihi duyruldu. 20 Kasım’da Netflix’te yayınlanacak film, ünlü tetikçi ve İkinci Dünya Savaşı gazisi Frank Sheeran’ın gözünden, savaş sonrası Amerika'da organize suç dünyasını anlatıyor. Film, Amerikan tarihinin en büyük gizemlerinden birini, efsanevi sendika lideri Jimmy Hoffa'nın kayboluşunu konu alıyor.

İBB’nin İstanbulluları cazla buluşturan Yolculuk Arası Bi’ Caz Molası konserleri, 11 Eylül’de Karaköy İskelesi İstanbul Kitapçısı’nda başladı. Farklı caz sanatçılarının her çarşamba sahne alacağı etkinlikler ücretsiz olarak sunuluyor.

Duyduk duymadık demeyin! Zorlu PSM Genel Müdürü Murat Abbas’ın sosyal medyada duyurduğu habere göre, Sonar’dan Neue!Step’e gibi birçok festivale ev sahipliği yapan PSM, bünyesine yakında iki ya da üç festival daha ekleyecek. Merakla bekliyoruz!

Sony, Android ve Wi-Fi destekli yeni Walkman’i NW-ZX507’nin çıkışını duyurdu. Yüksek teknolojili bir dinleme deneyimini şık bir tasarımla buluşturmayı amaçlayan cihaz, teknik özellikleri kadar 3.6 inçlik ekranı ve kullanım kolaylığıyla da göz dolduruyor.

50 yıllık müzik kariyerine birçok başarı sığdıran, dimağımıza şarkılarını, hafızamıza da mikrofonlu ikonik duruşunu kazıyan müzisyen Iggy Pop... Geçen ay GQ Men Of The Year, 72 yaşındaki müzisyene yaşam boyu başarı ödülünü verdi. Ah bir izleyebilsek İstanbul'da kendisini. Şimdilik sosyal medyasında papağanıyla paylaştığı dans videolarıyla idare edelim.


4

PANO

. EKIM 2019

SUPER BOWL’UN KURTULUŞU JLO <3 SHAKIRA

20

Klasik ve dünya müziğinden yıldız isimlerin yanı sıra yerli projelerle her yaştan izleyiciye hitap eden İş Sanat, 20'nci sezonunun programını 2 Ekim’de açıklayacak. Merakla bekliyoruz!

GICIR GICIR M83, 20 Eylül’de çıkan DSVII albümünün öncesinde bir de klip yayınladı. Temple of Sorrow isimli şarkının klibi, Extazus isimli bir film üçlemesinin de ilk gösterimini oluşturuyor. Deneysel yönetmen Bertrand Mandico’nun imzasıyla yayınlanan üçlemenin ikinci parçası da Lune De Fiel olacak.

Yüzünüz yüzümüz olsun! Çinli Zao uygulaması sayesinde istediğiniz dizi ve filme kendinizi ekleyebiliyorsunuz. İleride kliplere de ekleyebileceksiniz. Kendinizi deneyin, Titanic batarken siz Jack olsaydınız donduğunuzu nasıl gösterirdiniz? Eğlenceli gözüküyor ama en büyük sorunu, gerçek bir gizlilik probleminin olması. Oyun geliştiricisi Allan Xia’nın uygulamayla oluşturduğu reklamı yüzün sahibinden hiçbir izin alınmadan reklamda kullanmış…

4'üncüsü düzenlenen MilyonFest Eskişehir, başlamasına saatler kala Tepebaşı Kaymakamlığı'nın olumsuz görüşü üzerine iptal edilmişti. Ancak iptal kararına 1. İdare Mahkemesi'nden yürütmeyi durdurma kararı çıktı. Karar üzerine büyük sevinç yaşayan gençler festival alanına giriş yaptı. Festivalin organizatörü Umut Kuzey; "Milyonfest olarak, Türk gençliğinin özgür alanlarını korumaya devam ediyoruz. Devletin koyduğu kurallara uyarak her zaman dikkat ettik. Sonuna kadar mücadelemizi verdik. Yürütmenin durdurulmasına karar verildi. Festivali yapabileceğiz. Yüce Türk adaletine inancımızı bir kat daha artıran bu karardan sonra müjdeyi verdik" dedi.

Super Bowl devre arası şovu tüm dünya için büyük olay. Sonuncusu, tişörtsüz bir Adam Levine’a rağmen eleştiri yağmuruna tutulmuştu. Şimdi 2020 için hedef büyüttüler. Jennifer Lopez ve Shakira, Twitter’dan sonraki şovda bir düet yapacaklarını duyurdular. Milyar dolarlık etkinliğin izleyicisi çok seçici bakalım ikili neler yapacak.

Konuşmalar ve müzikle Elektronik Köprüler Pera Müzesi'nin müzik kolektifi ÆVOM iş birliğiyle hayata geçirdiği yeni konuşma ve performans serisi Elektronik Köprüler, elektronik müziği, tarzın etkileşime geçtiği alanlar üzerinden tartışmaya açıyor. Etkinliğin ilk buluşması geçen ay başladı. Bu ay devam ediyor. 25 Ekim'de Selçuk Artut ve Alp Tuğan ile Bir İfade Biçimi Olarak Canlı Kodlama konuşması olacak. Ardından ikili performans sergileyecek. Nisan ayına kadar devam edecek etkinliğe katılım ücretsiz. Ancak talep yoğun olduğundan dolayı erkenden mekanda olmakta fayda var.

İkonikleşen aksiyon filmi Face Off’un yeni versiyonu yapım aşamasındaymış. 1997 yapımı filmde John Travolta’nın canlandırdığı Archer karakteri, peşinde olduğu teröristi yakalamak için estetik ameliyatla yüzünü değiştirmek gibi yöntemleri kullanmaktan çekinmiyordu. Fazlasını anlatmayalım, sinemada buluşalım!

1967 yılında, Mickey Martin genç bir gitariste bütün gece içki taşıdı. Bir teşekkür hediyesi olarak pantolon hediye geldi. Kırmızı süet pantolonu beğenen Martin de paçalarını yaptırdı, yıllarca giydi. Bilmediği şey, pantolonun Jimi Hendrix'e ait olduğu ve imzalı pantolonu uygun biçimde saklasa edeğerinin 25,000£ olacağıydı. Şimdiyse, eskici ne verirse o kadar ediyor. Ünlülerin dişlerini ya da röntgen filmlerini bile ciddi rakamlara satanlar varken, imzalı bir pantolonu yaptırıp giymek kaçan bir fırsat olarak da görülebilir çok havalı bir tavır olarak da. Seçim sizin!


ALTERNATİF

. EKIM 2019

MOLLY BURCH VE ESKİ ZAMAN AŞKLARI

Esra GÜNDOĞDU esragundogdu

S

onbaharda son hızla ilerliyoruz. Ben bu yazıyı yazmaya başladığımda havada serin bir esinti vardı, şimdi siz okurken muhtemelen iyice soğumuştur. Amy Winehouse’tan October Song’u bol bol dinleyeceğim bir ekime daha merhaba... Benim taşındığım ve yeni evime alışmaya çalıştığım bu serin günlerde, size bu ay October Song’u en az benim kadar çok dinleyeceğinizden emin olduğum birini anlatmak istiyorum. Karşınızda bir eski ruh, bir dumanlı ses, iflah olmaz bir romantik: Molly Burch. Molly, yönetmen babası ve cast yönetmeni annesiyle birlikte Hollywood’un meşhur film aleminin ortasında büyümüş. Haliyle büyürken çevresi müzikallerle çevriliymiş. 11 yaşında şarkı söyleyebildiğini fark eden minik Burch, o kadar utangaçmış ki sadece odasında kendi kendine şarkı söylüyor, kendini kaydediyor ve dinleyip not veriyormuş. Tüm ailesi film sektörü içinde olan yetenekli kızımız, onlara müzik sektöründe şarkıcı olmak istediğini açıklamadan önce uzun uzun pratik yapmış. Hem bunu dünyadaki her şeyden çok istediğine hem de gerçekten şarkı söyleyebildiğine ikna olmuş. Aslında o da hepimiz gibi başarısız olmaktan korkmuş. Üniversitede caz vokal eğitimi için North Carolina’ya taşınan 'LA Girl' Molly, mezun olduktan sonra Amerika’nın müzik membası Austin’e taşınmış. Bir sanatçının yeşermesi için harika lokasyon diye anlattığı Austin’de müzisyen arkadaşlarıyla evlerde, odalarda sürekli müzik çalışıp kaydetmeye başlamışlar. Fakat Molly’miz bu sırada bir yandan da hayatını sürdürebilmek için garsonluk yapıyormuş. Derken bir demo çıkmış ortaya, onu bir sürü plak şirketine göndermiş, cevap alamamış. "Bu beklediğim bir şeydi" diyor ama ben inanmıyorum. Kız umudunu yitirmemiş ve bir de Captured Track’e göndermiş. Bir gün sonra plak şirketinin yöneticisi Mike Spiner’dan kendisine albüm yapmak üzere bir teklif gelmiş. Molly’miz ne yapmış peki? Belindeki önlüğü çözmüş, elindeki tabakları havaya fırlatmış ve stüdyoya koşmuş! İlk albümü Please Be Mine’dan bir şarkıyı Spotify’dan dinlerken albüm kapağını ilk gördüğümde Molly’nin 60'lardan bir vokal olduğunu düşünmüştüm. Albümün tamamını dinlediğimde 60'lardan bir vokal olduğu düşüncesi bana yine hiç garip gelmemişti. Onun şarkıları sonsuz bir sonbahar gibi.

Dinlerken odanızda hüzünlü rüzgarlar estiriyor. Şarkılarının yalnızlık, ayrılık ve iç burkan kayıplar hakkında yazıldığı bilgisi Amerika’da eyalet eyalet yayılan Burch’un uzmanlık alanı, kırık kalplere yara bandı yapıştırmak anlayacağınız. Bunu Downhearted’ta, Lonliest Heart’ta acıta acıta yapsa da, merhemini yumuşak sesinde taşıyan bir sızı bu. Üstelik bu albüm şarkılar yazıldıktan sonra canlı olarak 1tek seferde ve 1 günde kaydedilmiş. İkinci albümü First Flower’ı hemen 1 yıl sonra çıkaran Burch’un bu albümdeki büyük sürprizi, hepimizin kalbine taht kuran To The Boys. Molly yumuşak ve düşük tonlu sesi yüzünden, özellikle garsonluk yaptığı zamanlarda, erkeklerin "Biraz sesli konuş ne dediğin duyulsun" gibi laflarına fazlaca maruz kalmış. Zaten ezelden beridir çekingen bir tarafı olan Burch’umuz tabii ki hemen kendini suçlamış ama sonra durmuş ve demiş ki "Bir dakika! Ben böyleyim ve bu halimde bir sakınca yok." Bir feminist manifesto yazmaya koyulan şarkıcı sonuçta ‘Duyulmak için bağırmama gerek yok/ Bu benim kararım/ Bu da

benim sesim/ Biri gitsin bunu o adamlara söylesin’ diye o smokey vokaliyle patriyarkaya çıtır çıtır ayar verdiği müthiş bir manifesto yazmış. Adı sık sık Angel Olsen’la birlikte anılan Molly Burch, henüz Angel kadar popüler değil. Sesi Angel kadar yüksek ve güçlü de değil. Ama nostaljik tınısı onu çok özel kılıyor ve kendisinin de çok sevdiğini sık sık dile getirdiği aşk baladlarını söylemek ona çok yakışıyor. Aşk demişken, Molly 4-5 yıldır grubunda gitar çalan Doiley Toliver’le birlikte ve Instagram’daki fotoğraflarına bakarsak çok mutlular. Molly’nin paylaştığı fotoğrafların arka planına baktığımda, IKEA’dan almak istediğim şeylerin yaklaşık yüzde 95’ine sahip olduğunu görmek beni ürkütüyor. Sevgilisi, sarı şişko kedisi ve güzel eşyaları, bence bu kızın tatlı bi hayatı olduğunu söyleyebilmemiz için yeterli. Üstelik şimdi Depop’tan giymediği eşyaları satmaya başlamış Molly. Mac Demarco’nun sevgilisi Keira bu Depop’dan yıllardır alıp satarak parayı kırdı, biraz da Mollycim kazansın. Her şeyin ötesinde, Molly bize vazgeçmezsek kendimizi gerçekleştirebileceğimizin bir kanıtı olsun. Gerekirse garsonluk yapılarak o demoların kaydedilebileceğini hatırlatsın. Yumuşak ve sisli pusu sesiyle "Sesimi yükseltmiyorum, bu benim kararım" diyebilme cesareti versin. Bu ayın keşfi ve ilhamı, göz yaşartan şarkılarıyla Molly Burch olsun.

271 BİN

Geçen ayki Spotify dinleyici sayısı

SELECTIVE FORGETFULLNESS

Yeni dalga

5

PLAYLIST

Unutalım, unutturalım şarkıları To the Boys – Molly Burch We Fell in Love in October – Girl in Red Forget About – Sibylle Baier Symbol – Adrianne Lenker Tearz – El Michels Affair Soul and Cigarette – Parquet Courts Hopefulessness – Courtney Barnett You May Be Blue – Vetiver Forget Her – Jeff Buckley What if? – The Murlocs


6 ‘Hangi yorumu ciddiye alıp okuyayım?’

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

Ece ULUSUM

R

üya Raporları albümüyle 2013 yılında müzik piyasasına giren Kıvılcım Ural, müziğiyle ya da özel hayatıyla bir şekilde kulağınıza çalınmıştır. Müziğe devam etmeyeceği konuşuluyordu, Ural tarafı sessizdi. Anlaşılan sessizliğini de bir parçayla bozmaya karar vermiş. Geçen ay yayınladığı Yıllar Sonra teklisi ve klibiyle karşımıza çıktı. Sound’u ve tarzı değişmiş, elektro-pop ve indie sound’ları söylüyor sözü müziği kendine ait olan aşk şarkısını: “Her gün aynı gemileri yakıp / Uzağa giden var mı çok…” Yakında yeni albümü için stüdyoya girecek Ural’ı farklı sound’larda göreceğiz özellikle rock tınıları da olacak söylediğine göre. Müzisyenle röportaj yapmadan önce araştırırken, dinleyici yorumlarını da okuduk. Ne yazık ki dinleyicilerin dönüp dolaşıp aynı noktaya takılı kaldığını, müziğini göz ardı ettiğini gördük. Ama su akar yolunu bulur, üretmeye devam ettikçe müzisyen kimliğiyle kendinden daha çok söz ettireceğini göreceğiz, hele bir sahneler de başlasın. Sevgili Kıvılcım Ural ile yeni albümünü, değişen müzik tarzını ve hakkında yapılan yorumları konuştuk. ❏ 5 yıl müzik piyasası için uzun bir süre. Niçin bu kadar sürdü teklinin çıkışı? İlk albümümü çıkardığım müzik şirketiyle yaptığım anlaşma süresinin bitmesini beklemem gerekiyordu. Sonrasında her şeyi kendim mi yapacağım, yoksa tekrar bir yapım şirketiyle mi çalışacağım onun kararını vermem gerekiyordu. Nitekim her şeyi kendim yapıp dağıtım için DMC ile anlaştım. ❏ Bu tekli bir albümün habercisi mi? Evet. Yakın zamanda yeni albüm için ekibimle stüdyoda olacağız. O kadar heyecanlıyım ki içim içime sığmıyor. Yeni albümde minimum 10 şarkı olacak. Tüm şarkıların ruh halleri birbirinden farklılık gösterse de çoğunluk his ne olacak onu ben de stüdyo sürecinde fark edeceğim gibi görünüyor. ❏ Yıllar Sonra nasıl bir ruh halinde yazıldı? Evimde 120 BPM davul ritmi üzerine gitarımla denemeler yapıyordum. Önce, şu tüm şarkı boyunca devam eden bas ritmini yakaladım. Sonra sözler üzerine çalışmaya başladım. Düzenleme için Nurettin Çolak ile görüştüm. O da şarkıyı çok sevdi ve stüdyo çalışmalarına başladık. ❏ Sizi daha pop sound'lara iten ne oldu? Aslında müziğimi belirli bir tarzda sınırlamak istemiyorum. 2013 Rüya Raporları İlk albümüm akustikti ama o şarkılarımda müzik grubumla birlikte çoksesli çaldığımız şarkılardı. Fakat o zamanlar o projeyi akustik halde tutmak başlangıç için iyi bir 2019 fikir olarak düşünmüştüm. Yıllar Sonra Mesela Yıllar Sonra’yı da

akustik kaydedebilirdik ama şarkı ne istiyor, hangi sound’da parlıyor ben daha çok onunla ilgilendim. ❏ Yorumlara bakılırsa, rock müzik çevrenizden dolayı sizden de rock tınılarında şarkılar bekleniyor. Böyle bir projeniz olacak mı? Elbette, rock ruhumda var. Yıllar Sonra aslında tam anlamıyla pop bir şarkı değil içinde indie ve elektronik tınılar var. Yeni albümde rock tınılarını da bol bol duyacaksınız. ❏ Özel hayatınızdan dolayı magazinel bir dünyaya çekildiniz. Bu durum müziğinizi ve üretiminizi nasıl etkiledi? İçime kapandığım ve sadece kendi dünyama odaklandığım için oldukça bereketli bir üretim dönemi oldu. ❏ Klibinizdeki gazete ve televizyon imgeleri magazine gönderme mi? Klip tamamen Can Özen’in sanatı. Şarkıyı dinledi, beğendi ve birlikte klip çekmek için çalışmalara başladık. Can şarkıyı dinlediğinde kafasında neler uyandıysa o biçimde bir klip oldu. Benim için de oldukça eğlenceli bir çekimdi. ❏ Müziği bilen biriyle klip çekmenin bir avantajı var mı sizce? Kesinlikle var. Bir kere sizi anlayan, sizin dünyanızdan biriyle çalıştığınızın bilincindesiniz. Konfor sağlıyor. Can'ı daha çok duymaya başlayacaksınız. ❏ YouTube'da klibinizin altına yazılan yorumlar sizi etkiliyor mu? Sizce ben ‘Video klibimin altına acaba insanlar ne yazdı?’ diye merak edip yorumları okuyacak kadar deli miyim? Birincisi, hayatım boyunca 'Şunlar benimle ilgili ne düşünüyor' diye düşünen bir insan olmadım. İkincisi profilcilik ve yorumculuk kavramlarının gerçekliği benim için yok. Bir kişi 8 dakikada sahte hesaplar açıp, yeni kimlikler oluşturabilirken hangi yorumu ciddiye alıp güvenip okuyayım? İstiklâl Caddesi gibi düşünün, yürüyorsunuz bunca gürültüde herkesi tek tek duyuyor musunuz? Sesler sadece uğultu oluyor. Müziğimin altına özel hayatımla ilgili yorum yapanlara hayatla ilgili konferans vermek isterdim. Ben okuyup takip etmiyorum ama şunu söyleyebilirim ki benim hakkımda iyi ya da kötü insanların bir şeyler konuşuyor olması benim için çok faydalı bir durum. ❏ Anne olduktan sonra şarkı sözü yazarlığınız etkilendi mi? Elbette, anne olmak mucize bir durum. Düşünceleriniz duygularınız, hayatınız hatta en başta kendiniz değişiyorsunuz. Üretici olarak bu durumdan yararlanmamak mümkün değil. ❏ Neler yapacaksınız şimdi? Yakın zamanda ikinci tekli için video çekimlerine başlayacağız. Sonra albüm için stüdyoda olacağız.

3.900

Ural hakkında sadece Ekşi Sözlük’te yapılmış yorum sayısı

Kıvılcım Ural


RÖPORTAJ

. EKIM 2019

7

'Tavernacı sadece işini yapar, Tornacılar da öyle' Çağatay YILMAZ

B

1.4

ir gece mail kutuma acayip bir e-posta Beatmucit Ceyhuni'nin geldi. Başlığı da şöyle: "1983 Altın şarkılarını Tornavida Birincisi Beatmucit Ceyhuni yayınladığı geri döndü!" Böylesi bir başlığı görünce YouTube kanalının görüntülenme metnin tamamını okumadan edemedim. sayısı Şakalı ama gerçek bir tanıtım bülteniydi. Hip-hop müziğe yaptığı müziğini seviyorum. Bu esintiler bundan beat'lerle giren Ceyhuni, sonra da olacak. Hollanda'da doğup büyüyen Türk ❏ Albüm kapak fotoğraflarınızın bir müzisyen. Asimile olmamış, hikayesi nedir? Kimin eseri? kültüründen kopmamış. Bunu Kapakları kendi mizah anlayışımıza göre taverna, 80'ler arabesk sound'larıyla seçiyoruz. Ama özel bir hikayesi yok. O ruh rahatça anlayabiliyorsunuz. Bir haline uygun, şarkılara gönderme yapan bir albümünün adı şöyle: Taverna şeyler çıkıyor ortaya muhakkak. Böylesini Etnik Hiphop Teknik. Albüm çok seviyorum. kapakları da Ümit Besen ve ❏ Çok kültürlü hayattan gelmenin Müslüm Baba'dan devşirme, etkileri müziğinizi nasıl etkiliyor? niyetini en başından belli ediyor. Benimsediğim dünya tınılarını Son parçası Bir Gülüşü Var, rap, kendi şarkılarıma daha kolay arabesk ve caz tınılarını içeriyor. yansıtabiliyorumdur. Yani, bu anlamda Arabesk rap'in karanlık tarafına etkiliyordur. müziğiyle farklı bir aroma katıyor. ❏ Göçmenlerin birbirini kolladığı ve Sözlerine gelecek olursanız, şarkı burada kurulan dostluklardan ortaya esasen aşk şarkısı ancak aralarda müzik adına sıkı işler çıktığını biliyoruz. "Ama gençler mal gibi bakmayın her Sizde de bu tür etkileşimler ve üretimler çerçeve gözlükle" diye sözleriyle de oluyor mu? ayar vermeli. Güzel soru. Elbette bir kenetlenme Pek konuşkan biri değil, kısa ve net yanıtlar vermeyi seviyor. Umarız yakın durumu var. Ama şu an çevremde müzikle ilgilenen yok. Müzik sadece araç, amaç zamanda canlı sahnesini de izleme değil. Bu benim aracım. Farklı ırklardan imkanı buluruz. İşte Altın Tornavidalı birbirini her konuda destekleyen bir çevre Beatmucit'le röportajımız. ❏ Basına gelen "Altın Tornavida belki buradaki en büyük artımız. ❏ Sabah röportajınızda "Tavernanın Birincisi Beatmucit Ceyhuni" gerçekliğine, naifliğine selam çaktım" başlıklı bültenin hikayesi nedir? diyorsunuz. Kimi için taverna alay Herkes birilerinden ödül alıyor. konusu olan bir alt kültür. Sizin için Danışıklı motive ediliş şekline hiç tavernanın naif ve gerçek tarafı nedir? inanmam. Biz de kapağa son anda Alay konusu derken, biz mizahımızı öyle bir not düştük. Altın tornavi da esirgemiyoruz ki zaten. Tekrar söylüyorum; oradan geliyor. ben taverna demeseydim, kimsecikler de ❏ Bir Gülüşü Var parçası ne demezdi. Tavernacı sadece işini yapar. kadar sürede ve nasıl bir ruh Tornacılar da öyle... haliyle yazıldı? Bu parça bir ❏ Sahne performanslarınız olacak mı albümün habercisi mi? Türkiye'de? Bir konser takviminiz varsa Yine öncekilerde olduğu gibi bizimle paylaşır mısınız? altyapıyı yaptım. O süreçte Konserlerle alakalı olarak hep ilgi bana bir şeyler hissettiren şeyleri oldu. İlerleyen zamanlarda Türkiye’de mırıldandım ve not aldım. Altyapı konserlerim olacak, teklifler var, bitince de yazdıklarımı üzerine konuşuyoruz ama henüz tarih konusunda okudum. net bir durum yok. ❏ Bir klip çekilecek mi? Ya da ❏ Bir Gülüşü Var parçası kısa kolajlardan bir klip... sürede en çok dinlenen ve sevilen Evet bir klip gelebilir. parçalarınızdan oldu. Diğer şarkılarınızla ❏ Müzik üretimi yaparken farkı nedir? Bu şarkıyı popüler yapan ne hangi enstrüman ve bilgisayar oldu sizce? programlarınızı kullanıyorsunuz? Bir Gülüşü Var uzun zaman sonra Cubase ve canlı enstrümanlar paylaştığım ilk şarkıydı, belki insanlarda kullanıyorum. Bunların yanı sıra bir özlem vardı o nedenle sahiplendiler. synthesizer ve org da kullanıyorum. Hepsine çok teşekkür ederim. Bundan ❏ Şarkıda caz tınıları da var. sonra yeni şarkılarla daha sık görüşeceğiz. Acayip sevdik. Bu tür sound'ları ❏ Eklemek istedikleriniz... sizden daha sık duyacak mıyız? Telafisi mümkün olan şeylere Sadece son single’da değil albümlerimde de caz tınıları var. Caz toleransımız olsun.

milyon


8

KONSER

. EKIM 2019

Bob Geldof konseri dolmuşa binmeye değmez mi? Ş

arkıları ve sözleriyle bir efsaneye dönüşen Bob Geldof 14 Eylül'de Festtogether ile ilk kez İstanbul'a geldi. Röportaj yaparız diye heveslenmiştik ancak kimseye röportaj vermedi. Konuşkan değil diye düşündük ancak sahnede seyirciyle ara ara konuştu. Hatta kendini tutamayıp istek parça yapan dinleyiciye inceden ayar da verdi. Epey havalıydı... Konser Ataşehir DasDas'ta gerçekleşti. Ön sahne Büyük Ev Abluka'nındı. Grubun, One Love vakasından sonra headliner'dan rol çalmayı alışkanlık ettiği açıkça söylenebilir. Bartu sahneye buz gibi şakasıyla çıktı; "Bob'dan önce biz Geldof..." Akustik performanslarında bile çıldırmayı, çıldırtmayı başaran grup, DasDas'ı neredeyse tamamen doldurdu. Bob Geldof'ta daha çok dolacağını düşünüyorduk lakin bırakın artmayı aksine Bob'un 3 şarkısını dinleyen çıktı gitti! Çıkanlardan birini yakaladık, neden gittiklerini sorduk. Yanıt, "Evimiz karşıda, çok uzak..." Etkinliğin basın tarafıyla ilgilenenlerden öğrendiğimiz kadarıyla müzik basınının katılımı iki-üç kişiyi geçmemişti... Genel olarak sebep benzer, Ataşehir uzak gelmişti. Festival uğruna toz toprak çekmeyi göze almış, dizlerine kadar çamurla Avrupa'da konser izlemiş olanlar bir dolmuşa binmeye ya üşendi ya da gerçekten şehre ilk defa gelen Bob'u izlemek istemedi. Tamam, konser birçok etkinliğe denk geldi ancak telafisi mümkün etkinliklerdi. Gelemeyenlerin adına üzgünüz keza konser gerçekten iyiydi! Sahneye çıkar çıkmaz gözümüz Bob'un ağzına takıldı. Enstrüman çalarken hızlanıyor sakız çiğneyişi, mikrofona doğru yönelirken dilinin altına koyduğunu görebiliyorduk. Klavye ve akordeon çalan müzisyenin pandomimci kostümü, arada çaktırmadan içkisinden ve sigarasından bir fırt alışı görülmeye değerdi. Bob Geldof kadar

gözlerimizi alamadığımız kemancı ve back vokal müzisyen,-kusura bakmayın ama- abimiz bir ara üzerindeki ceketi bir kenara fırlatıp atletiyle şova devam etti. Kemanı bıraktığı zamanlardaysa dans ediyor, bazen sanki sahnede olduğunu unutup arkasını dönerek çalıyordu. İrlanda ezgileri çaldığında adeta kendinden geçti, onu izlerken kendinizi kaptırmamanız güçtü. Aktivist tarafını hepimizin bildiği Geldof onu izlemeye gelenler için kısa Türkçe bir metin de hazırlamış. İlk şarkıdan sonra yüksek sesle "Demokratik Türkiye'de olmak onurdur" dedi. Alkış kıyamet... Konser sırasında şarkılarından da esinlenerek politik mesajlar verdi, hükümetin aldığı kararlara yönelik sözler söyledi. Geldof'un sesi kadar mızıka çalışı da efsaneydi. Keşke mızıka sololarını daha uzun tutsaydı. Katılımın az olmasından dolayı canı sıkılır diye çekindik ancak Geldof performansını aksatmadan, süresini kısaltmadan sergiledi. Bis yapmaz diye düşünüyorduk, 3 parça daha söyledi... DasDas'tan yükselerek çıktık, açıkçası 'uzak' evimize de kolayca vardık...

Bu yıl da geyiği öptük, müzik dinledik 3 yıldır Bursa Nilüfer Müzik Festivali takibini yapıyor ve bir festivalin günbegün nasıl büyüğüne, sadık bir kitle edindiğine şahit oluyoruz. Her yıl Bursa'ya yerli ve yabancı müzisyenlerden oluşturulan konser programının en önemli özelliği yılın etkili ve mutlaka canlı izlenmesi gereken isimlerinden bir seçki ortaya çıkarması. Hem de her müzik türünden... Birlikte Güzel sloganıyla 6-8 Eylül tarihlerinde gerçekleştirilen festivalin bu yılki programı gerçekten inanılmazdı. Agar Agar'dan Athena'ya Modeselektor'dan Gaye Su Akyol'a, Roosevelt'ten Altın Gün'e varan bir seçki. 3 gün boyunca mutlaka izlenecek bir sahne vardı. Ancak söylemeden edemeyeceğiz, festivalin kemik kitlesi ana akım isimlerle daha çok ilgili olduğuna şahit olduk.

Modeselektor ya da Roosevelt'in İstanbul'da gördüğü ilgiyle kıyaslamak belki pek doğru olmayacak ancak daha yoğun bir katılım beklerdik. Alanı hınca hınç dolduran isimler; Ceza, Athena, mor ve ötesi, Ceyl'an Ertem ve Ben Fero oldu. Adım atacak yer yoktu. Aynı konser programı, aynı isimler diye sızlanıp duruyoruz kimi zaman ancak dinleyicinin ilgisini görünce organizatörlerin eğilimini de anlayabiliyoruz... 50 bin kişinin katıldığı etkinlikte Festival alanı, yemek alanı ve etkinlik alanı gerçekten çok güzeldi. Mutlaka müzisyeni beklerken yapacak bir aktivite ya da dinleyecek bir köşe bulabiliyorsunuz. Bira uygundu ve saatlerce sıra beklemek de yoktu. Ancak festivalde çay-kahve tayfa da vardı, onlar için seçenek az, kuyruk uzundu. Yine de festival keyfimizden pek bir şey almadı. Seneye gerçekleşecek festivali merakla bekliyoruz.


FESTİVAL

. EKIM 2019

9

130 müzisyen, 35 konserle 29. AKBANK CAZ FESTİVALİ F

estivallerle çok heyecanlanan bir ekip olarak, yaklaşan her festival bizi çok mutlu ediyor. İşin içinde caz varsa hele... Yıllardır merakla takip ettiğimiz bir festivalin zamanı geldi. Bu yıl 29'uncusu 17-27 Ekim tarihlerinde gerçekleşecek Akbank Caz Festivali'nden söz ediyoruz. Bu yıl etkinlik 36 ayrı mekanda 130’dan fazla müzisyenle 35 konser, 3 söyleşi, 25 atölye etkinliği gerçekleştirilecek. Müziksever okurumuz, işte senin için kısa bir derleme. Festivalde yer alan tüm isimleri yazmak mümkün değil ancak bir kısmını sayalım ki işin ciddiyetini anlayın... Art Ensemble of Chicago, Charles Lloyd Sky Trio feat Gerald Clayton ve Marvin Sewell, The James Carter Organ Trio, Jakob Bro Trio, Louis Sclavis Quartet, Sarah McCoy, Alfa Mist, Bugge Wesseltoft & Erkan Oğur & Friends, Yonathan Avishai Trio, KOKOROKO, yerel sahneden Kerem Görsev Trio, İmer Demirer, Ali Perret, Bora Uzer Group... Hay maşallah!

CAZA ÖZEL 2 YENİ KONSEPT Bu yıl festival klasikleşmiş etkinliklerinin yanı sıra yeni proje ve konseptlerle de karşımıza çıkıyor. Onlardan biri Caz Odada. Etkinlik müzikseverleri samimi bir ortamda caz müziğin keyfini çıkarmaya davet ediyor. Konsept kapsamında 19 Ekim’de Lukas Schiemer’ın önderliğindeki Avusturyalı grup Barry Good Zuhal Konsept Akasya’da, 20 Ekim’de Standards & Selen Beytekin Avusturya Kültür Ofisi’nde sahne alacak. 26 Ekim’de ise Tamirane Akasya sahnesinde açık mikrofon etkinliği var. Elif Çağlar’ın sunumu ve Çağrı Sertel, Volkan Hürsever, Ediz Hafızoğlu’ndan oluşan orkestrayla sahnede buluşma şansını kaçırmayın. Bir diğer yeni etkinlikse karnınızı cazla doyuracak. Adı da niyetini açıkça belli ediyor: Caz Mutfakta. Sıra dışı bir suşi atolyesi olmayı vadeden etkinlik 17 Ekim’de The Badau’da gerçekleşecek. Müzisyen Serhan Erkol ile sushi tezgahının başına geçebilir ve sonrasında müziğin keyfini çıkarabilirsiniz. OKULLARDA CAZ Festivalin önemli bir misyonu da var; liselere, üniversitelere ve Anadolu’ya caz ritmini taşıyor. Bu yıl sekizincisi düzenlenen Liselerde Caz Atölyeleri’yle 10 lisede gençler, Türkçe pop ve rock parçalarının caz uyarlamalarıyla büyük beğeni toplayan Yavuz Akyazıcı Project ile bir araya gelecek. Kampüste Caz da festivalin önemli etkinliklerinden. Etkinlik kapsamında Ankara Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Kayseri Erciyes Üniversitesi, Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Adana Çukurova Üniversitesi ve Gaziantep Üniversitesi’nde yerel caz sahnesinin kıymetli davulcularından Ediz Hafızoğlu’nu Nazdrave projesi ile üniversiteli gençlerle buluşturacak.

BİR KENARA NOT ALIN Mehmet Uluğ Gecesi Türk müzik endüstrisi ve daha da önemlisi müzikseverleri için kıymetli işlere imza atan sevgili Mehmet Uluğ da unutulmamış. Birçok müzik etkinliğinin öncüsü olan caz tutkunu Uluğ, 1991 yılından 2013’e kadar festivalin direktörlüğünü yapmıştı. Onun anısına bu yıl 6'ncısı düzenlenecek Mehmet Uluğ Gecesi 19 Ekim’de 'evi' Babylon’da gerçekleşecek. Halihazırda Babylon'un 20'nci yılı da gelmişken bu anma ve kutlamayı es geçmeyin.

Art Ensemble of Chicago Cazın avangart topluluklarından Art Ensemble of Chicago, farklı stilleri bir araya getirerek eşsiz bir müzik evreni yaratırken, orijinal seslere ve küçük enstrümanlara da başvuruyor. Grup, 18 Ekim’de CRR Konser Salonu’nda.

Charles Lloyd Sky Trio feat. Gerald Clayton ve Marvin Sewell Cazın efsane müzisyenlerinden, saksafon ve flüt virtüözü, besteci Charles Lloyd’un eşsiz yeteneği, onu uluslararası bir hazineye dönüştürdü. 81 yaşındaki müzisyen son albümü Vanished Gardens’ı geçtiğimiz yıl yayınladı. Efsane, Gerald Clayton ve Marvin Sewell ile 23 Ekim’de CRR Konser Salonu’nda olacak.

The James Carter Organ Trio Çağdaş cazın en sofistike emprovizatörlerinden biri James Carter. Efsanevi Ben Webster’ınkileri andıran hızlı ve tutkulu sololarıyla tanınmasının yanı sıra, duygu yüklü melodilerin de hakkını veren bir yıldız. 2011 tarihli Caribbean Rhapsody albümüyle, saksafon virtüözitesini, Porto Rikolu besteci Roberto Sierra’nın konçertosuna da yansıttı. Aynı yıl içinde, James Carter’s Organ Trio’nun son albümü At the Crossroads’u yayınlayarak köklerine döndü. Carter’a Detroit’in yükselen isimlerinden Gerard Gibbs ve Alex White’tan oluşan James Carter Organ Trio 21 Ekim’de Zorlu PSM’de performans sergileyecek.

Bugge Wesseltoft & Erkan Oğur Artık İstanbullu sayılan Wesseltoft, Kuzey Caz tarzının doğuşuna ve şekillenmesine de ciddi katkılarda bulundu. Her seferinde izlemesi güzel. Bugge & Friends’e duayen isim Erkan Oğur eşlik edecek. 24 Ekim’de Moda Sahnesi’nde olacaklar.

Yonathan Avishai Trio Fransa caz sahnesinin yıldızlarından Yonathan Avishai, kontrbasçı Yoni Zelnik ve davulcu Guilhem Flouzat ile şehre geliyor. Avishai’nin melankolik olduğu kadar neşeli unsurlar da barındıran poetik müziğini 18 Ekim’de Akbank Sanat’ta dinleyebilirsiniz.

KOKOROKO Afrobeat sevgisi ile Londra ilhamının buluştuğu grup, üflemeli enstrümanlarla güçlenen çarpıcı bir sound’a sahip. Trompetçi Sheila Maurice-Grey’in liderliğindeki sekiz kişilik yıldızlar topluluğu; trompet, alto saksafon, trombon, gitar, klavye, kontrbas ve perküsyonun yarattığı uyum sayesinde sahnede olacak. Mart ayında yayınlanan ve grupla aynı adı taşıyan albümleri ise şimdiden yılın en başarılı albümleri arasında.KOKOROKO, 26 Ekim’de Babylon’da olacak.


10

ALBÜM AJANDA

. EKIM 2019

Akın Sevgör Formation Elektronik Tantana Records 5 parça, 43'

Melike Şahin Kara Orman Pop Sony Music Türkiye 1 Parça, 3’ 55’’

Editors Black Gold Syth-pop Play It Again Sam 3 Parça, 13’

Mallrat Driving Music Indietronica Dew Process 6 Parça, 16’

Porçay Zenginim T-rap Porçay Record 1 Parça, 2’ 40’’

Şanışer Susamam Rap Dijitaldagit.im 1 parça, 14’

Ezhel Olay T-rap KOAL 1 Parça, 4’ 17’’ Van Weezer The End of the Game Power pop Crush Music 1 Parça, 3’ 2’’

Pinhani & TAD Konserdeyim Pop rock Begeni 8 Parça, 37’

Epica Kingdom of Heaven (A New Age Dawns), Pt.5 Senfonik metal Nuclear Blast 1 Parça, 13’ 46’’ Korn The Nothing Nu metal Elektra Records 13 Parça, 44’

Guaxe Guaxe Saykedelik rock OAR 7 Parça, 27’

Bag Raiders Horizons Elektropop Modular Recordings 12 Parça, 50’ Jax Jones Snacks (Supersize) House Universal Music 15 Parça, 48’


11

ALBÜM AJANDA

. EKIM 2019

JPEGMAFIA All my Heroes are Cornballs Rap EQT Recordings 18 Parça, 45’

Miss June Bad Luck Party Punk Frenchkiss Records 11 Parça, 31’

Pom Pom Squad Ow Alternatif rock Pom Pom Squad Music 7 Parça, 21’

Fever Ray This Country Makes It Harder To Fuck (Björk Remix) Power noise Rabid Records 1 Parça, 3’ 3’’ Rachel Harrington Hush the Wild Horses Country Rachel Harrington 11 Parça, 40’

Chelsea Wolfe Birth of Violence Dark folk Sargent House 12 Parça, 43’

Rojin Sharafi Urns Waiting to Be Fed Post-endüstriyel Zabte Sote 8 Parça, 56’

Tennis System Lovesick Shoegaze Graveface 12 Parça, 41’ Evdeki Saat Ekin Indie Evdeki Saat 2 Parça, 6’

Bat for Lashes Lost Girls Synthwave AWAL Recordings 10 Parça, 38’

Night Sins Portrait in Silver Darkwave Funeral Party 8 Parça, 34’ Iggy Pop Free Art rock Thousand Mile, Inc 10 Parça, 33’

Grayscale Nella Vita Rock Fearless Records 12 Parça, 39’ Blushing Blushing Dream pop Blushing 10 Parça, 38’


12

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

‘Rock yelpazesinin protest tarafında durmuyorum’

Ece ULUSUM

Z

aferlerim, Kahpe, Gitti Gider, Yalanlar, Tomorrow Is Another Day… Büyük ihtimalle hangi albümden söz ettiğimizi anladınız; 2004 İstanbul. Rock müziğin çok aktif olduğu ve dinleyicinin şarkılar arasında kaybolduğu bir dönemdi. Ancak Demir Demirkan şarkı sözleri ve besteleriyle hızla diğerlerinden sıyrılarak rock müzik tarihine iz bırakarak önemli bir başarı elde etmişti. Bu albüm çıkaralı tam 15 yıl olmuş. Az zaman değil ama bugün hâlâ konserlerde haykırarak eşlik ediliyor, sanki dün çıkmış gibi. Demirkan bir konserinden sonra menajeriyle sohbet ederken harika bir proje yapmaya karar veriyor. 2004 İstanbul’un 15’inci yılı kutlama turnesi! Konserli kutlama, en iyisi… Bu ay başlayan turne önümüzdeki yılda da devam edecek. Turnenin detaylarını Demir Demirkan anlattı. ❏ Albüm yıldönümü turneleri Türkiye’de pek yapılmıyor, çok sevindik! Bu projenin ortaya çıkma hikayesi nasıl oldu? Biz de çok sevindik! Proje çok hızlı ve biraz da geç gelişti. Yaz başında Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası'yla yaptığımız bir konserden sonra menajerimle 2004 İstanbul’un 15’inci yılı olduğunu konuştuk ve bunu kutlamak istedik. O zaman turne yapmaya karar verdik. ❏ 2004 İstanbul ilk albümünüz değil. Elbette Türk rock dünyasında önemli bir yeri var ancak bu albümü seçme nedeninizden söz eder misiniz? Bu albüm, ilk defa bir plak şirketi ve dayatmaları olmadan yaptığım albüm. Başarısı da ortada… Bu bir zaferdir ve hep kutlamak gerek. ❏ Turne takvimindeki şehirleri neye göre belirlediniz? Kasım ayında devam edecek mi? Turne fikri çok hızlı geliştiğinden mekan ve tarihleri belirlemek için az zaman vardı. Açık tarih ve lojistiği uygun yerleri seçtik. Eskişehir, Ankara, Çorlu, Tekirdağ, Edirne, Kocaeli ve

TURNE TAKVİMİ › 16 Ekim If Performance Hall Eskişehir › 17 Ekim 6:45 KK Ankara › 18 Ekim Pikap Sahne Çorlu › 19 Ekim Pikap Sahne Tekirdağ › 23 Ekim Pena Edirne › 24 Ekim Hayal Kahvesi Kocaeli › 25 Ekim Moda Kayıkhane İstanbul

İstanbul olmak üzere 7 konser var bu etapta. Bir sonraki etap Şubat ayında olacak. Kalan şehirlerin hepsine gitmek istiyoruz. İzmir, Bursa, Adana, Antalya kesinlikle gitmek istediğim yerler. Şubat ayında albümün 16’ncı yılı olacak ama biz yine de 15’inci yılını kutlayacağız! ❏ Bu turneye özel bir sahne tasarımı olacak mı? Ya da şarkılarınızı farklı versiyonlarla çalacak, doğaçlamalar yapacak mısınız? Sahne dekoruyla ilgili özel bir tasarım yok. 2004-2007 yıllarında benim konserlerin herhangi birine geldiniz mi bilmiyorum. Ama bütün fikir neresi olursa olsun, büyük küçük, yakın uzak her yerde ter ve kanımızın son damlasına kadar çaldık. Yine öyle yapacağız! Önemli olan dekor, ışık, makyaj, kostüm değil. Önemli olan çalmak... Ama öyle böyle değil, son defaymış gibi çalmak, duyguyu paylaşmak, izleyicimin gözünün içine bakıp şarkıları söylemek. Şarkılar bizi nereye götürürse oraya gidip, doğaçlamaya da izin verip neyimiz varsa sahnede bırakıp ayrılacağız bu şehirlerden tekrar dönene kadar. ❏ 2004 İstanbul’da değiştirmek istediğiniz altyapılar, eklemek istediğiniz kısımlar var mı? Bir daha mikslemek isterdim ama kanal kayıtları ve bütün dosyalar kayıp... ❏ Playlist’iniz nasıl olacak? 2004 İstanbul’un tamamını çalacağız en başta. Ardından da Rüzgar’dan Aşktan Öte’ye kadar çoğu şarkıyı çalacağız. Son albüm Elysium In Ashes’den de çalma ihtimalimiz var. ❏ Eskiden müzisyenler turnelere tur otobüsle giderdi. Gazeteciler eşlik eder, otobüs yolculuklarından şarkılar ortaya çıkardı. Siz turu nasıl yapacaksınız? Eminim bir ya da iki aracımız olacak. Gittiğimiz şehirlerdeki otellerde kalacağız. Zaman olduğu kadar şehirleri gezmeyi de düşünüyorum. Daha anlatırken heyecanlandım!

❏ Instagram’da 20 günlük turne macerası öncesi oğlunuzla bir fotoğraf paylaştınız. Onu bir tura götürdünüz mü ya da götürecek misiniz? Henüz bir tura katılmak için çok küçük. Ona sorsanız dünden razı. Biraz büyüsün roadie yapacağım onu. Temelden başlasın! (Gülüyor.) ❏ Yurt dışında rock müzisyenlerin enstrümanları sergilenir, çeşitli açık arttırmalar yapılır. Sizin böyle bir projeniz olur mu ya da size teklif edilse katılır mısınız? Böyle bir fikrim vardı ama kaldı. Bağış yapmak için açık arttırma yapmak istiyorum. ❏ Son zamanlarda rap müziğin muhalifliği konuşuluyor. Kimileri de “Rock müzisyenler bugüne kadar ne yaptı” gibi yorumlarda bulunuyor. Sizce müziğin illa muhalif olmak gibi bir misyonu olmalı mı? Bu tarz yorumlar hakkındaki düşünceleriniz neler? Ben bu tartışmayı bilmiyorum ama eminim bir amacı vardır ya da umarım bir amacı vardır. Ben rock yelpazesinin ‘protest’ tarafında durmuyorum, bunu orada olanlar daha iyi açıklar sanırım. Şimdi düşününce, tam da bilmiyorum ama rap müzik tarzının tamamı mı protest? Yani müziğinde başka konuları işleyenler yok mu... ❏ Dünyada rock müziğin altında birçok alt tür var; glam, endüstriyel, art, surf gibi. Sizce böyle kategorilerin müzisyenler açısından bir değeri var mı? Bu kategoriler piyasa için işliyor sanırım. “Bir müzisyen yola çıkarken kendine bir tarz seçmeli mi yoksa içinden geldiğini yapıp bunun hangi kategoriye düştüğüne piyasa mı karar versin” diye temel bir soru sorabiliriz. ❏ Turnenin yanı sıra dinleyicilerinize yeni sürprizleriniz var mı? Kasımda yeni single geliyor! Daha sonra da Şubat ayında bir tane daha. Yine Şubat 2020’de bir turne daha olacak.

Demir Demirkan


13

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

'Sahnedeki tek kadın bendim' Çağatay YILMAZ

2

Amy Lee

Konser günü Amy Lee ile yüzyüze de görüşecektik ancak organizatör ve plak şirketinin iletişim kopukluklarından dolayı mümkün olamadı...

000’li yılların en büyük rock olaylarından biri Evanescence. 2003'te çıkan Fallen albümünden bu yana Amy Lee’nin güçlü sesi ve imza sound'larıyla rock müziğin öncü gruplarından oldular. Ara ara kaybolsalar da yeni projelerle seslerini yeniden yükselttiler. 2017'de Synthesis'le geri döndüler. Hem de ne dönüş! Dünya turnelerine İstanbul'u eklediğinden beri hayranları heyecanlıydı. Konser alanına gittiğimde kimisi tozlu Evanescence tişörtünü, bilekliklerini ve kolyelerini üzerine geçiren her yaştan hayranla karşılaştım. 13 Eylül'de Volkswagen Arena'da gerçekleşen konseri tam 6 bin 200 kişi izledi. Benim için yıllarca dinlediğim grubu izlemek güzeldi ancak izlemeden önce grubun efsanesi Amy Lee'nin sorularımı yanıtlaması bambaşka bir deneyimdi. İşte röportajımız... ❏ Evanescence’ı düşündüğümde aklıma ilk gelen şey lisedeki grubumla yaptığım -ve çok başarısız olduğumuz- Weight of the World cover'ı. Muhtemelen tüm dünyada bizden yüz binlerce vardı. Sizin açınızdan, rock müzik seven gençlere ilham olmak nasıl bir his? Size ilham olan isimler kimlerdi? Haha! O kadar kötü değildir eminim. Kendimize çok sert davranıyoruz, özellikle sahnedeyken. İnsanların keyfi için yargılamalarına kendimizi açıyoruz. Sahneye çıkacak kadar cesur olmak bile gurur duyulacak bir şey. Birilerinin müzik yapması için ilham kaynağı olmak onurlandırıcı, çünkü hayran olmak ne demek biliyorum. Nirvana, Bjork, Nine Inch Nails, Tool, Soundgarden, The Smashing Pumpkins, Portishead, Pearl Jam… Gençlik yıllarımda yeni şeyler üreten gruplar beni çok heyecanlandırıyordu. Bunlar bir de koro ve dramatik klasik müzik sevgisiyle birleşince duygusal bir enkaz oldum! ❏ Şarkıların orkestral versiyonlarını yapmak fikri nasıl oluştu? Her anına bayıldım. David Campbell’le kapsamlı biçimde çalışmak benim için bir hayalin gerçeğe dönmesiydi. Çok yaratıcı, yaptıkları bir şekilde hem beklenmedik hem de çok doğal hissettiriyor. Eski şarkıları canlandırmak, daha büyük ve zamansız bir hale getirmek kalbimi iyileştirdi. O şarkılar için tekrar heyecanlı hissettim. Her akşam arkamda tam bir orkestrayla çalmak çok gerçek dışıydı. Etrafınızda gelişen güzel bir filmin içinde olmak gibi, kendinizi o müziğin içinde kaybedebilirsiniz. ❏ Synthesis Live konserleri genellikle seyircilerin oturduğu salonlarda yapılıyor. Rock gruplarının bunu bazen yadırgadığını biliyoruz. Sizin için nasıl bir

deneyim? Başta çok rahatsızdı. Sadece seyircilerin oturması değil, sahnenin tüm hissi çok farklıydı. Alışmak kesinlikle biraz zaman aldı! Birkaç hafta geçtikten sonra iyice alıştık. Sessizliği ve herkesin nefesini tutmasını da görünmez bir enerji gibi kullanmaya başladım. Çılgın bir beklenti, büyük bir notayı tavandan fırlatabilecek cinsten. ❏ Yolda olmak sahne performansınızı etkiliyor mu? Bu sefer çok uzun değil, bir aylığına turnedeyiz. Bir kısmında ailem de benimle birlikte. Daha önceden çok uzun turneler oldu, bu kesinlikle ne kendim ne grubum ne de sahne performansım için istemediğim bir şey. Sürekli yapmaktansa doğru yapmayı isterim. Şu an çok mutluyuz, grubum ve ekibim büyük bir aile ve birlikte olmayı seviyoruz. ❏ Evanescence'in çıkış yıllarında, kadın bir lead'in olması sıra dışıydı. CoS röportajında da Bring Me to Life'ın kayıt sürecinde yaşanan zorluklardan bahsetmiştiniz. Müzik dünyasında kadın olmak sizce hala zor mu, benzer zorluklar yaşayan sanatçılara ne tavsiye edersiniz? Kariyerimin başından beri çok şey değişti. Çoğu rock konserinde sahnedeki tek kadın bendim, sahne arkasında da çok az kadın vardı. Artık böyle değil, kadınlar 2000’lerin başından beri müzik dünyasında çok büyük adımlar attı. Normal sayılandan farklı olanlara karşı çok daha saygılı davranılıyor, tüm bu insanlar da daha çok kabul görüyor. Rock müziğin bunu savunması gerekmez mi zaten? Kimseden özür dilemeden, utanmadan kendin gibi olmak? Kimsenin seni üzmesine izin vermemek? Buradayız işte! Ait olduğumuz yerdeyiz. ❏ Geri dönüp Fallen gibi albümlere bakmak nasıl hissettiriyor? Değiştirmek istediğiniz ya da keşke yapmasaydık dediğiniz bir şey var mı? Gurur duyorum. Biraz daha yaşayınca, artık bağ kurmadığım şarkılar ve söylemeyeceğim şeyler de var ama genel olarak hepsi benim geçmişim. Fallen albümü hayatımı değiştirdi ve çok minnettarım. ❏ Mayıs ayında SiriusXM'e 2020'de yeni bir albüm olabileceğini söylemiştiniz. Ne bekleyebiliriz? Orkestralı konserlerden sonra grubun 'kendi haline' dönmesi nasıl hissettirdi? Bir süredir yapmadığımız şeylere dönmek iyi hissettiriyor. Parlak Synthesis deneyimiyle grubun kendi, çiğ haline dönmesi arasındaki farkı seviyoruz. Şarkıları yazmaya başladık. Bu süreçle aradaki konserleri karıştırıp eğleniyoruz, şimdi kimiz yeniden keşfediyoruz ve hepsiyle yeni müziğimizi üretiyoruz.


14

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

‘Tercihimizi kaybolmaktan yana kullanıyoruz’ B

aşta şarkıya mesafeli yaklaşıyorsunuz sonra kayıtsız kalmak zorlaşıyor. Her dinlediğinizde farklı duygulara pencere açıyor. Deneysel müzik grubu sıfatını hem şarkılarıyla hem de klipleriyle tam anlamıyla taşıyan Noisual’ın teklisi Tidal Waves’ten söz ediyoruz. Davul ve bas iskeletini dijital ve analog seslerle zenginleştiren Noisual, müziğinin ayrılmaz parçası olan görsel dünyayı da incelikle tasarlıyor. Grup yeni değil, Tunga Alp Şen ve Berkhan Ay tarafından 2016 yılında kuruldu. Keşfe açık dinleyicilerin uzun zamandır da radarındaydı. Ve nihayetinde Audioban’la yolları kesişti. Grup, imajlarını tazeleyerek ilk teklileri Tidal Waves’i Audioban etiketiyle geçen ay dijital platformlarda yayınladı. Ardından okumalara doyulmaz imgeler yüklü bir de klip… İkilinin Audioban tarafından yayımlanacak ilk EP’si Delusional’ın da eli kulağında. Grup ilk teklileri hakkınd sorularımızı yanıtladı. ❏ Audioban iş birliği nasıl ortaya çıktı? Bu ekiple müzikal kariyerinize devam etmenin size nasıl bir katkısı olacağını düşünüyorsunuz? EP hazırlıklarımıza başladığımızda kendimizi özgürce ifade edebileceğimiz, bir parçası olmak istediğimiz bir label ile ilerleme isteğimiz vardı. Yaptığımız müziği, isteklerimizi ve Audioban’ın farkını göz önünde bulundurduğumuzda zaman kaybetmeden kendileriyle iletişim haline geçtik. Zaman içerisinde yaptığımız görüşmelerle birbirimize çok ısındık ve birlikteliğimiz

oluştu. Aynı sektörün içinde ortak dertleri paylaşmaktayız. Bireysel bir düşünce anlayışını benimsemekten ziyade güçlerimizi birleştirerek birlikte neler yapabileceğimizin heyecanı içerisindeyiz. ❏ Albüm kapağı tercihiniz oldukça dikkat çekici. Hikayesi nedir? Müziğimizi, süreç içerisinde ortaya çıkardığımız farklı eserlerle paralel yapıda tutmaya özen gösteriyoruz. Tidal Waves 'in kapağı da net bir zeminden yola çıkarak zamana yayılan, deneme yanılmalarla gelişen bir süreçten geçti. Ardışık ilerleyen ve hareket halini veren durağan görüntüler hep dikkatimizi çekmiştir. Ona dokunmak ve onunla oynama isteğimiz hikayenin başlangıcını oluşturdu ve son haline ulaştı. ❏ Ses ve görselliği temel alan grup olarak tanıtıyorsunuz kendinizi. Bunu sahnede nasıl yansıtacaksınız? Planlarınız neler? EP’mizin hazırlık sürecinden önce verdiğimiz konserlerde her şarkının temasını yansıtan hazırladığımız görselleri sahnemize taşıdık.

Bu sürecin değişikliğe uğradığını yayına giren klibimizle birlikte göstermiş olduk. Nos Visuals, performans alanına yerleştirdiğimiz 21 adet panelin içinde sergilediğimiz performansa eşzamanlı olarak görsel bir performans sergiledi. Farklı görsel deneyimlerle müziğimizi birleştirmeye açığız ve bunu da sahnede, teknolojinin sınırsız dünyasında imkanlar el verdiği sürece göstermeye çalışacağız. Mesela pek yakında gerçekleşecek lansman konserimizde farklı bir sanatçı arkadaşımızın görsel performansının müziğimizle birleşmesini hep birlikte deneyimleyeceğiz. ❏ Müziğinizde dijital ve analog sesler kullanıyorsunuz. Bu süreçte sound keşfiniz nasıl oluyor? Süreç aslında stüdyoda şarkıların bas ve davul partisyonlarını oluşturmakla başlıyor. Bu aşamada şarkıyı çalarken kafamızda altyapıların hangi bölümlere gelebileceği, hangi tip sesleri kullanabileceğimiz gibi detaylar oluşmaya başlıyor. Daha sonra şarkının demo kaydını alıp kullandığımız VST programlarına aktarıyoruz. Artık şarkı dijitalin sonsuzluğunda yerini buluyor, biz de keşif için çalışmalara başlıyoruz. Belli bir yöntem izlemek yerine deneme yanılma yolunu seçiyoruz. Tercihimizi rota belirlemektense kaybolmaktan yana kullanıyoruz.

2019

Tidal Waves Kayıtları Pür Kayıt Stüdyosu’nda tamamlanan EP’nin prodüktörlüğünü Taner Yücel ve Noisual, mastering’ini ise Görkem Karabudak üstlendi.

Noisual


15

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

'İyi ve farklı sahnelerde yer almak istiyoruz' ❏ Klibiniz epey ilginç. Nasıl ortaya çıktı? Yönetmenimiz Behsat Veyseloğlu ile arkadaşlığımız grubun kurulduğu 2016 yılına dayanıyor. İlk tanışma anımızda konu müzikten açılınca “Mutlaka beraber bir şeyler yapalım” cümlesiyle aslında bu klibin tohumlarını atmış olduk. Telefon, demo, profesyonel kayıtların hepsinden haberdar olan yönetmenimizle sıklıkla yapılan bira buluşmalarında karşılıklı isteklerimizi dile getirdik ve ardından klibin kurgusu ortaya çıkarak ekip kuruldu. Klibimizin çekimleri, geçtiğimiz yılın en fazla kar yağışı alan iki gününe denk geldi. Birinci günü enstalasyonların hazırlanışı ve teknik düzenlemelere ayırıp ikinci günü ise çekim yaparak geçirdik. Bu da toplamda 30 saati aşan çalışma süresine denk geliyor. Klibimizin açıklama kısmında bulunan manifestomuz izleyicilerin kendine göre anlam çıkarmasına yardımcı olabilecek kıvamda. ❏ Klibinizdeki bazı figürler, Silent Hill oyunundaki yaratıkları hatırlattı. Ondan mı esinlendiniz? Çok hoş bir benzetme! Fakat kostüm tasarımında böyle bir esinlenmemiz olmadı. ❏ Klibinizin altındaki uyarı dikkatimizi çekti... Çekim sırasında hızlı bir şekilde yanıp sönen florasanlı objenin ve görsel enstalasyonların içinde performans sergilerken olağandışı bir şeylerin farkına varmıştık. Post prodüksiyon sürecinde video oluşmaya başladığı zaman hem bizim hem de izlettiğimiz yakınlarımızın epilepsiyi tetikleyebileceğinden korkmasıyla böyle bir uyarı koymaya karar verdik. ❏ Müziğinizin karşılık bulacağına dair beklentiniz var

mı? Sosyal medyada “Türkiye için fazla” gibi yorumlar var. “Karşılık bulması” çok göreceli bir kavram. Müziğimizi herhangi bir beklenti içine girerek yapmadık. Emin olduğumuz tek şey çok fazla emek vererek yapmış olmamız. İyi, kötü değerlendirmelerden ziyade yaptığımızın işe saygı duyulacak olması bizi daha çok mutlu eder. Türkiye’den çok fazla sayıda başarılı işler çıkmakta. “Türkiye için fazla” yorumuna katılmamız büyük haksızlık olur. ❏ Yurt dışı etkinliklerinde yer bulabileceğinizi düşünüyoruz. Bu gibi projeleriniz var mı? Çok teşekkür ederiz. En büyük hayallerimizden biri müziğimizi yurt dışına taşımak. Bu hayale ulaşmak için son 2 yılda hayatımızda başka hiçbir şeye emek vermediğimiz kadar çalışıyoruz. ❏ Bir albüm geliyor mu? Pek yakında 4 şarkıdan oluşan ilk EP’miz çıkacak. EP’ye dahil ettiğimiz şarkıların seçimini genel sound’un bütünlüğünü düşünerekten yaptık. Teklideki his nasıl geldiyse, EP de öyle hissettirecektir. ❏ Gelecekteki planlarınız neler? Stüdyoda çalarken çok büyük keyif aldığımız yeni şarkılarımız var. Bu şarkılarla birlikte yeni yapacaklarımızı ileride kaydetme fikri şimdiden çok heyecanlı geliyor. İyi ve farklı sahnelerde yer almak istiyoruz. Gece kulübünde, sergi alanında, boş bir binada, doğanın içinde çalma fikirleri cezbediyor. Çaldığımız her yerde müziğimizi farklı bir görsel dünyaya entegre etmek istiyoruz. Sevdiğimiz müzisyenlerle Türkiye’de ve yurt dışında aynı sahneyi paylaşmak da mutlaka deneyimlemek istediklerimizin arasında.

Ekim ajandanıza girecek etkinlikler

S

alon İKSV geçen ay kapılarını midye dolma, kokoreç ve biralı samimi bir partiyle onuncu sezonunu açtı. Müzik basını, müzisyenler, mekan sahipleri, Salon dostu herkes alandaydı. Mekanın sezon açılış partileri müzik sektöründen her kesimi bir araya getiren, o yüzden de yaz bitince beklenen bir dost buluşmasına dönüştü, bilenleriniz vardır. Partide herkes aynı şeyi söylüyordu; "Özledik!" Partiden sonraki gün, sezonun ilk konserini de Jakuzi verdi. Yine delirmeli, çıldırmalı ve sold out bir konserdi. Eylül ayının sonlarında izlediğimiz konserler aslında ısınma turları diyebiliriz. Zira bu ay da canlı sahnesi çok yüksek, farklı müzik türlerinden sıkı isimleri sahnesinde ağırlayacak. Biraz onlardan söz edelim. Bu ayın ilk konuğu elektronika ve caz harmanlayan Londralı Laura Misch. (İlerleyen sayfalarda röportajı var!) Sanatçının saksafonu ve ruha işleyen sesiyle 3 Ekim’de vereceği konserin ardından Salon, punk’ın renk paletini aynı anda agresif ve romantik bakış açısıyla genişleten Danimarkalı grup Iceage’i, Birlikte Güzel desteğiyle 4 Ekim akşamı konuk edecek. 70’lerden günümüze, kozmik cazın öncülerinden biri olan ABD’li multi-enstrümantalist saksafoncu/ besteci Idris Ackamoor ve kült projesi The Pyramids, 10 Ekim akşamı sahnede olacak. Türkiye’deki ilk ziyaretinde Salon sahnesine konuk olan ve kısa bir aradan sonra bir kez daha hayranlarıyla buluşacak olan, akordeonun deneysel, alışılmadık ve kesinlikle büyüleyici yüzünü yansıtan üretimleriyle, İsviçreli akordeon sanatçısı Mario Batkovic’in de bulunduğu konuklarıyla farklı tınılara kulak vermek isteyenleri 11 ve 12 Ekim akşamı Beyoğlu’ndaki mekanında ağırlayacak. Bitmedi, devam! Şilili krautrock, saykedelik pop ekibi Föllakzoid ile 18 Ekim akşamı dinleyicilerini bekliyor olacak. 80’lerin synth-pop standartlarını, elektro-pop algısıyla modernize eden Yunan şarkıcı ve şarkı yazarı Stella, 25 Ekim akşamı konser verecek. İlk, Gezgin Salon’da sahne alan Kiasmos ikilisinden Janus Ramussen, 26 Ekim akşamı Salon’a konuk olacak. Pop'tan caza geniş bir yelpazede özgün üretimler yapan Londra doğumlu Sudan asıllı ABD’li şarkıcı, şarkı sözü yazarı ve müzisyen Sinkane Birlikte Güzel desteğiyle 31 Ekim akşamı Salon’da olacak.


16

BÜLTEN

. EKIM 2019

W

I

S

H L

I

S

T

NATIVE INSTRUMENTS MASCHINE MK3 kontrol cihazı - 3.812 TL

ION Audio Allstar guitar controler - 250 TL

Güneş Deniz Yuri Gagarin broş 385 TL

Moccamaster filtre kahve makinesi cam potlu - 1.890 TL

Erol Oya tasarımlı Perili Köşk pasta tabağı - 34 TL

Happy Socks çorap 25 TL

Serkan Akyol, Uyuyamıyor Uyanamıyorum Poster - 110 TL

Zeytin ağacından üretilmiş geri dönüşüm defter - 50 TL

TASCAM DR-40X profesyonel el kayıt cihazı - 1.878 TL

NECA Ultimate Pennywise aksiyon figürü 350 TL

SENNHEISER Momentum wireless Ivory Kulaklık - 2.199 TL

Patti Furry Handmade Crochet oyuncak kurbağa - 69 TL

Leica Q2 fotoğraf makinesi 34.469 TL


17

LİSTE

. EKIM 2019

TOP 10

Damla KAAN

1

Limp BizkitBehind Blue Eyes

Limp Bizkit, efsanevi grup The Who’nun Behind Blue Eyes parçasını yeniden düzenleyip, seslendirmişti. Bu versiyon Limp Bizkit’in yüksek standartlarının altında ezildi. Milyonlarca kez dinlense de, dinleyici kitlesini ikiye böldü. Şarkıya uğursuz diyenler de var. Hatta Halle Berry parçanın klibinde oynamış ve hemen akabinde Cat Woman’daki rolü kabul etmişti. Bakın sonrasında Halle Berry’in kariyerine neler oldu neler?

7

NE YAZIK Kİ UNUTULMAZ COVER'LAR

2

Avril LavigneImagine

Eminiz ki Avril Lavigne efsanevi John Lennon’ın ünlü parçası Imagine’nı cover'larken son derece iyi niyetliydi. Fakat sonuç öyle olmadı. 2007 yılında geliri Darfur’a gidecek olan bir toplama albümde yer alan bu parça, dinleyicilerden de eleştirmenlerden de düşük notlar aldı. Klibi de çok eleştirilmişti.

Alien Ant Farm Smooth Criminal

Eğer 2001 yılında piyasaya yeni çıkan bir punk-rock grubu iseniz alabileceğiniz en büyük risk 1980’lerin ünlü parçalarından birinin cover versiyonu ile isminizi duyurmaya çalışmak olmalı. Çünkü bu versiyon ile ya batar ya da çıkarsınız... Ne yazık ki Alien Ant Farm battı. Michael Jackson’a ait bu parçanın cover'ına gelen eleştirilerden sonra bir daha kendilerine gelemediler...

8

İbrahim Tatlıses- Fark Var

"Ladies gentlemen! Van tu tiri foro..." Kendi remikslerini ve cover'larını yapmakta sınırsız özgür ancak rap işine girmeyeydi iyiydi. İbo Show’a konuk ettiği rap müzisyen Ceza'nın Fark Var parçasına eşlik ederken 'bilinçsiz' cover yapmıştı. Sözleri de başka bir dile çevirdi; "Seninle benim aramda fark var, cagatide cugoti..."

6

3

MadonnaAmerican Pie

Efsane de olsan hata yapabilirsin! Madonna’nın 2000 yılında The Next Best Thing film için cover versiyonunu seslendirdiği American Pie parçası da bir örnek. Şarkının cover versiyonunda yarısı seslendirilmemişti ve şarkının ruhunun tamamen kaybolduğu eleştirileri geldi. Neyse ki Madonna hemen o sene Music isimli albümünü yayınlamış ve dinleyiciyle barışmıştı.

Sherly CrowSweet Child of Mine

Adam Sandler’ın Big Daddy filminin soundtrack albümü için seslendirilen bu cover da dinleyici kitlesini ikiye bölenlerden. Kimi çok sevdi, kimisi düpedüz nefret kustu. Klibi için de aynı şeyler geçerli... Parçanın asıl sahibi GnR grubu ise cover ile ilgili yorum yapmamıştı.

5

Britney Spears- I love Rock’n Roll

Britney Spears rol aldığı Crossroads filmi için ünlü klasik I Love Rock & Roll isimli parçayı seslendirmiş ve büyük bir hata yapmıştı. İngiliz-Amerikan menşeili ünlü grup The Arrows’a ait olan bu parçanın sanatçı tarafından seslendirilen cover versiyonu o kadar kötüydü ki ünlü dergi Rolling Stone’un okuyucuları arasında yaptığı oylamada en kötü cover parçalar arasında yer almıştı.

Kibariye-

4

I Will Always Love You

Yine bir “En iyi ben söylerim!” vakası! Sesiyle ülkemizde birçok kişiyi hayran bırakan Kibariye, jürisi olduğu Fox TV’deki yarışmada bu parçayı seslendirdi. O dönem büyük gündem olan şarkıcı sonraki sahnelerinde de bu parçayı seslendirmeye devam etmişti. Zenci gırtlağı olduğu söylenen şarkıcının bu yorumu kamuoyunu ikiye bölmüştü.

9

Miley Cyrus- Smells Like Teen Spirit

Ünlü şarkıcı Miley Cyrus kendisine ilham veren parçaları seslendirmeyi sevdiğini söylemiş ve turnesinde Smells Like Teen Spirit’i setlist'ine eklemişti. Ancak cover'dan sonra şarkıcının Amerika’daki popüleritesi bir anda düşmüş ve turnede çekilen videolar YouTube’a yüklenir yüklenmez eleştiri bombardımanına tutulmuştu.

10

Serdar OrtaçAnother Brick in the Wall

Canlı performansı sırasında söylediği Pink Floyd parçasıyla önce magazin gündemine zorunlu olarak da müzik gündemine düştü. Eleştirilere maruz kalan şarkıcı o günlerde epey bir gündem olmuştu. Bunlara rağmen bir televizyon programında yine söyledi ama bu sefer kötünün iyisiydi. Pop müziğin prensi, rock müziğin karanlık tarafına aman ola geçme!


18

NOSTALJİ

. EKIM 2019

226 bİN

Geçen ayki Spotify dinleyici sayısı

-

-

-

-

IYI KI DOGDUN --

-

UMIT BESEN Arif HÜR

S

evgili Ümit Besen... 1956'da Osmaniye'de dünyaya gelen arabesk-fantezi müziğin usta yorumcusu Besen'in 1960-1980 arasında doğan ve aşk konusunda yüzü gülmeyenlerin hayatında şüphesiz önemli yeri var. Tahta masa ya da ıslak mendilden yürek sızlatabilen şarkılar yazmak öyle kolay değil... 1978'de sahne aldığı Zonguldak Orduevi'nde futbolcu Metin Oktay tarafından keşfedildi ve İstanbul'a geldi. Kısa sürede başarı başamaklarını azim ve kararlılıkla çıktı. 80'li yıllarda piyasa sunduğu Nikah Masası, Bayramın Olsun, Yalnız Kaldım, Yıkılan Gurur, Vazgeçtim Senden ve İkimizin Yerine gibi şarkılarla toplumun efkarlanma oranını yükseltti, hatta ortak oldu. İnsanları hüzünlere gark eden Besen, hem müzik hem de kişilik olarak duruşundan hiçbir taviz vermedi, bu yüzden seviliyor. Kişiliği değişmedi ancak müzikal ve kıyafet tarzı değişti. En azından artık kanat takmıyor... Ümit Besen'in hayatındaki en büyük kırılma 2016 yılında yaşandı. Başka adlı albümde Seni Unutmaya Ömrüm Yeter Mi? adlı unutulmaz şarkısını günümüze uyarlayarak rock müzik sanatçısı Pamela ile düet yapan Ümit Besen, yaklaşık 36 yıl sonra müzik kariyerinde bir çıkış daha yapmış oldu. Bu düet sonrası genç nesil tarafından da yakından tanınan Besen, şu sıralar ikinci baharını yaşıyor. Şarkı YouTube üzerinde 190 milyondan fazla görüntülenme almış durumda... 80'li yıllarda Ümit Besen ile birlikte müzik yapan pek çok sanatçı inzivaya çekilmişken Besen'in özellikle son 3 yıldır İstanbul'dan Hatay'a kadar şehir şehir dolaşıp hayranlarıyla kucaklaşmaşı oldukça dikkat çekiyor. Bir dönem eşofman giyerek ve aşk kanatları takarak albüm kapaklarına pozlar verse de, çağa ayak uydurarak deri ceket ve siyah tişörte keskin bir geçiş yaptı. Gençlerin Spotify listesine girdiği gibi konser radarına da girdi. İşin içinde aşk olur da film çekilmez mi? 80'li yılların başında gerek ürettiği eserler gerekse TRT ekranlarına çıkması sonrası bir anda popüler olan Ümit Besen'in şarkıları beyazperdeye uyarlandı; Dostlar Sağolsun, Yıkılan Gurur, Sevmek Yeniden Doğmak, Bir Akşam Üstü, Unutursun Diye, Vazgeçtim Senden... Ancak bizim favorimiz gelinlik seçerken Ümit abimizi terk eden Banu Alkanlı Nikah Masası. Hiç yüzün gülmedi be abim! Biz bu kadar anlatıyoruz ancak Besen, meşhur şarkı hakkında şöyle şaşırtıcı bir açıklama yapmıştı: “Nereden yaptım şu şarkıyı dediğim çok oldu. Programa çıkıyorum hemen bir peçete geliyor, üstünde Nikah Masası. Yahu bir bekle. Başka şarkı yok mu? Zaten programın sonunda çalıyorum. İnanın ki bazen bıkkınlık geliyor ama yapacak bir şey yok, insanlar seviyor” ifadelerini kullanmıştı. Müzikal kariyerinde ne kadar hüzünlü de dursa Emel Özçelik ile mutlu bir evliliği olan Ümit Besen'in Melis ve Selen adında iki kızı var. Eşi de, iyi bir aile babası olan Besen için "Gözü hiç başka kadınlarda olmadı" diyerek aşk adamı olduğunu bir kere daha vurguluyor... Nitekim Besen'in, "Ben utancımdan sahnede oynayan kadına bile bakamam. Kafamı orgtan kaldırmam o kadar yani!" sözleri hafızalardaki yerini halen koruyor. Seni ve şarkılarını iyi ki tanıdık, nice yılların olsun.

190 MİLYON Seni Unutmaya Ömrüm Yeter Mi? şarkısının YouTube'daki görüntülenme sayısı

30 Bu zamana kadar çıkardığı albüm sayısı

14 Rol aldığı film sayısı

500 Besen'in bugüne kadar 500'den fazla şarkısı var.

Ümit Besen'in doğum tarihi 14 Ekim 1956


19

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

'Kendimi akordeon sanatçısı olarak görmüyorum' Bosna'daydım, İsviçre'ye gittim, Almanya'da okudum, sonra tekrar İsviçre... Gençlik yıllarında bu kadar yer değiştirince ne iyi, ne kötü biraz karıştırılabiliyor. Müzik benim için tüm bunlara bir direnme biçimiydi. Bir hayatta kalma biçimiydi hatta, kendimi etrafımdaki tüm kaosun karşısına yerleştirmiştim çünkü. Enstrümanımla böyle bir ilişkim var yani! ❏ Enstrümanınızın nasıl bir hikayesi var? Sahne dışında ne kadar vakit geçirirsiniz? Sahnede değilsem enstrümanımla çok fazla zaman geçirmiyorum. Her gün pratik yapmıyorum. Bu yüzden kendimi akordeon sanatçısı olarak görmüyorum! Çünkü akordeon sanatçısı arkadaşlarım günde 7 saatini akordeon çalarak geçiriyor. Ben oturup geleneksel şekilde pratik yapmıyorum. Stüdyomda bir sürü enstrüman var, kendimi daha çok besteci olarak görüyorum. Enstrümanımla ilişkim çok garip çünkü çoğunlukla sesini gerçekten çok seviyorum. Akordeon aynı zamanda benim seçtiğim bir şey değil. Sadece çevremde başka bir enstrüman yoktu ve bu enstrüman ile profesyonel müzisyen oldum! Ama hep profesyonel bir gitar sanatçısı olmak istedim. Akordeonu da gitar sanatçısı gibi çalmaya çalıştım. Sonuçta enstrümanımla bir odada baş başa kaldığımda ona karşı sevgi doluyum. Dışarı çıktığımda ve sokaklardaki müziği duyduğumda enstrümanımdan nefret ediyorum. Çünkü hiç kolay değil! Akordeon çalmaya kolay diyorsanız o zaman MTV’ye gidin, kapıyı çalın ve akordeon ile müzik yapıyorum deyin. Bunca senedir yaptıklarımdan sonra işler daha kolay ama uzun süre kapalı kapılarla uğraştım. Ben de kapıları yıkmayı seçtim. ❏ Spotify'da en çok dinlenen ilk iki parçanız

RDR'dekiler. Bundan sonra sizi daha sık oyun soundtrack'lerinde görecek miyiz? Tabii ki yeni soundtrack’lerimi yakında dinlemenizi isterim. Şu anda üç ay içinde bitirmem gereken iki farklı soundtrack üzerine çalışıyorum. İsviçre’de başka bir projem var. Bu hafta stüdyodayım. Elektronik çalışmalarım üzerine çalışıyorum. EP çıkacak. Birçok müzisyenle iş birliklerim var. Hiç durmuyorum ve çok mutluyum. Bu ünlü oyunun soundrack’ını yaptığımı biliyorum ve benim bir parçam. Bana tabii ki ilham veriyor. Tek yönlü olmam ama. Klasik müzik yapabilirim, elektronik müzik yapabilirim, yeni enstrümanlar yapabilirim, dark, metal ve rock yapabilirim. Soundtrack’ler güzel bir oyun alanı. ❏ Konserde bizi nasıl bir setlist bekliyor? Hiçbir zaman setlist’im olmuyor! (Gülüyor) O yüzden benim için komik bir soru. Genelde solo albümümden geleneksel şarkıları çalıyorum. Yalnız olduğum için istediğim değişikliği yapma özgürlüğüm var. İnsanların ne beklemesi gerektiğini soruyorsanız, tabii ki solo albümüm. Ama aynı zamanda birçok yeni şarkı var. Konserlerime 3-4 senedir hep aynı şarkı ile başlarım. Ondan sonra her şey olabilir. Seyirciye ve benim o anki duygularıma bağlı. ❏ Bundan sonraki projeleriniz neler? Bugün 15 saatimi çalışarak ve değişik şeyler deneyerek stüdyoda geçirdim. Yeni bir şeyler yapıyor muyum, bilmiyorum! Yeni solo albüm gibi bir çalışma değil. Belki olabilir, göreceğiz. Gelecek 10 gün stüdyodayım. Stüdyoda gerçeklikten kopuyorsunuz, dünyayı unutuyorsunuz. Çok değişik! Gelecekte bu var. Bir de, daha önce söylediğim gibi EP çıkıyor.

Mario Batkovic

M

ario Batkovic, kendine has bir müzisyen. Akordeonuna kavuşmadan önce biraz bocalamış, gençliğini kendi kalan enstrümanının hangisi olduğunu bulmakla geçirmiş. Ciddi bir eğitimi var, Hannover’da lisans, Basel’de oda müziği doğaçlaması için yüksek lisans eğitimleri aldı. Klasik eğitimine rağmen birçok grupla sahne aldı, prodüktörlük yaptı, filmler için besteler hazırladı, turneler yaptı... İstanbul'da Kasım 2018’de tadı damağımızda bir konser vermişti. 11-12 Ekim’de iki gece üst üste Salon’da sahne alacak sanatçı sorularımızı da yanıtladı.. ❏ Besteci olarak çok popülersiniz ancak solo entrümanist olarak albümünüz 2017'de çıkmış. Bu kadar geç fark edilmenizin altında ne var? Solo albümden önce birçok grupla farklı projelerim oldu ama hiç kendi adıma bir iş olmamıştı. Enstrümanımı uzun süredir çalıyorum, çalma biçimimi keşfetmem de zaman aldı. Diğer konu, ortam hazır değildi! Şimdi birine gidip "Ben akordeon çalıyorum, rock yapıyorum" dediğinizde bayılıyorlar. Zamanı ancak geldi yani, her şeyin hazır olması ve bu albümü yapabilmem için on yıl beklemem gerekti. ❏ Film müzikleriyle tanınıyorsunuz ama oyun dünyasında da varsınız. RDR 2'deki parçanızla da dikkat çekiyorsunuz. Orada gerilimli bir sound, filmlerde romantik. Oyun ve film müziği yapmaktaki en belirgin fark ne? Oyun ve film soundtrack'i arasında çok da fark yok aslında. Film bestelerimin romantik duyulmasının sebebi, henüz bir korku filmi işi almamış olmam! (Gülüyor.) Soundtrack yaparken hikayeler için müzikler oluşturuyorsunuz. Bunu seviyorum çünkü bağımsız hissettiriyor. Sahnede seyirci çok tutucu olabiliyor. Filmde işler daha rahat. Film hip-hop, elektronik ya da tatlı bir piyano melodisi gerektirebilir, ben de yaparım. Farklı türleri denemeyi seviyorum. Yani oyun ve film soundtrack'i arasındaki tek fark, filmin yaklaşık bir buçuk saat uzunlukta olması. Gidip bin müzisyenle çalamıyorsunuz yani. Oyunda saatlerce vakit geçiriliyor, insanlar bazen aynı yerlere gidiyorlar. Bitmeyen bir hikaye gibi yani... ❏ Bosna kültüründe yeri önemli olan bir enstrüman çalıyorsunuz. İsviçre'deki deneyiminizi de düşünürsek, enstrümanınızla nasıl bir ilişkiniz var? Her zaman sistemin tam karşısındaydım, hayatımdaki sistemi de çok değiştirmem gerekti.


20

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

‘Kafama silah dayasanız tercihim Bach olur’

Batuhan K. OCAKÇI

D

ünyanın en çok tanınan klasik müzisyeni Bach’ın eserlerini yeniden seslendiren İzlandalı piyanist Víkingur Ólafsson, bugün neredeyse Bach kadar meşhur. Bach ve Philip Glass’ın eserlerini kendi tarzıyla çalan piyanist, dünyanın en büyük salonlarını dolduruyor. Reyjkavik Midsummer Music’in kurucusu ve ödüllü artistik direktörü de olan Ólafsson, BBC Music Magazine Awards 2019’da yılın albümü ödülünün de sahibi oldu. Zorlu PSM’nin ilhamlara ve insanın kendi iç dünyasına kapı aralamaya vesile olan festivali Neue! Step kapsamında 27 Eylül’de sahne alan Víkingur Ólafsson ile konseri öncesi telefonda konuştuk. Kendisiyle sohbet etmek, ondan müzik dinlemek kadar etkileyici ve özeldi. ❏ Çok heyecanlıyız sizi izleyeceğimiz için. İstanbul dinleyicisine özel bir şey olacak mı? Öncelikle İstanbul’da olacağım için inanılmaz heyecanlıyım! Bu şehre bayılıyorum. Konserde sizler için iki set çalacağım. Bir bölümde solo albümlerimden ve son albümüm Johann Sebastian Bach’tan parçalar olacak. Diğeri de Philip Glass olacak. Bach müziğin babası gibi, müziğinde her şeyi bulabiliyorsunuz. Çok uzun zaman önce yazılmış ama hâlâ yeni gibi hissettiriyor. Philip Glass ise hâlâ hayatta ve dünyadaki en önemli müzisyenlerden. Çok farklı müzikal dünyaları birbirine bağlıyor. Onun tam olarak ne olduğunu asla söyleyemezsiniz, kendi müzikal

dünyasını yazan biri. İstanbul’a daha önce de geldim, özel bir şehir ve biraz Philip Glass’ın müziğine benzeyen yönler gördüm. Çünkü çok farklı dünyaları birbirine bağlıyor. Tıpkı Glass gibi... Klasik müziği alıyor ve belki pop ya da minimalizm gibi farklı elementleri birbirine katıyor ve sonunda ortaya oldukça benzersiz bir iş çıkıyor. ❏ Kayıt sürecinde gergin olur musunuz? Deli işi. Hem tam anlamıyla mükemmel bir şey ortaya koymak istiyorsunuz hem de biraz daha canlı ve spontane. Aynı zamanda bir makine gibi sound üretmek istemiyorsunuz. Psikolojik olarak, arka arkaya birkaç deneme aldıktan sonra düşüşe geçebiliyorsunuz ya da bir döngüye girebiliyorsunuz. Bunun için mental olarak güçlü olmalısınız. Kayıt alıyorsanız ve en ideal olanı yakalamaya çalışıyorsanız bu çok zor. Bunu asla başaramazsınız. Kimse başaramaz. Yaşayan hiçbir müzisyen ideali yakalayamaz. Güçlü olmalısınız ve kendinizi ne kadar zorlayabildiğinizi görmelisiniz. Bu çok özel bir süreç ve sahnede canlı çalmaktan çok farklı. ❏ Bach, Chopin ve Glass... Mutlaka birini seçmek durumunda kalsanız hangisini seçerdiniz? Zor soru. Bach, çünkü o tüm zamanların bestecisi bence. Ama yine de bunu söylemek zor. Çünkü çok farklı müzikleri seviyorum ve bu çeşitliliğe ihtiyaç duyuyorum. Fakat yine

de söylüyorum, kafama silah dayasanız ve seçmemi söyleseniz, tercihim Bach olur. ❏ Philip Glass’ı tanıyor olmanız, onun bestelerini çalarken sizi nasıl etki ediyor? Philip Glass'ı ondan farklı çalıyorum. Çünkü o da bir piyanist ve benden farklı çalıyor. Onunla konuştuğumuzda en sevdiğim şey, müziğin farklı duyulması gerektiği fikrime karşı gösterdiği mutluluk ve açık fikirlilik. Çok özgür ve cömert. Onu iyi tanıyorum ve mükemmel biri. Bu durum onun müziğini çaldığımdaki hislerime farklı bir boyut ekliyor çünkü onu önemsiyorum. ❏ Arkadaşınız Glass ile sohbetlerinizin konusu genelde ne oluyor? Tempodan şarkılardaki nüansların dinamiğine kadar herhangi bir şey olabilir. Philip Glass ile her şeyi konuşabilirsiniz. Siyaset, mimari, sanat, modern sanat, tiyatro, opera… Tek bir şey konuşmuyoruz yani. Tabii ki ağırlıkla müzik konuşuyoruz ama müzik yapmanın tek bir yolu olmadığını anlıyor ve benim gibi insanlar ondan farklı işler yapıyor. Müzik böyle ayakta duruyor. ❏ Bir röportajınızda Debussy ve Jean Philippe Rameau çalacağınızı söylemişsiniz. Niçin bu iki ismi tercih ettiniz? Çok zor bir karardı. Bach ile tanındıktan sonra özellikle. Ben iki müzisyenin de yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Rameau’yu daha fütüristik bir ışıkla yansıtmak istedim.


21

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

895bin

Víkingur Ólafsson

Debussy’i ise Fransız barok müziğindeki derin kökleriyle göstermek istedim. Çünkü Rameau barok bir besteci ve Debussy ise empresyonist bir besteci. Aralarında 150 yıl da olsa kardeş gibiler. Bunları bir diyalog Geçen ayki Spotify gibi arka arkaya koyduğunuzda güzel bir dinleyici sayısı cevap alıyorsunuz. Zamandaki mesafeler yok oluyor. Rameau, ediyor. özellikle piyano için çok nadiren ❏ Uzun bir süre boyunca bir güzel kayıtlar da olsa, çünkü öğretmenin söylediklerini yaparak neredeyse hepsi harpsikort ya da eğitim almanın yaratıcılığı körelttiğini çembalo için, Bach’tan sonra en düşünüyor musunuz? büyük barok piyano bestecisi. Bence bu öğretmenden öğretmene Ama insanlar pek Rameau değişebilir. Öğretmenin öğrenci çalmıyor ve ben de denemek üzerinde kötü etkileri olabilir ama iyi bir istedim. Belki dünyada piyanoda öğretmenseniz öğrenciniz sizden mezun Rameau çalan insan sayısı artar. olduğunda kendinin eğiticisi olabilir. ❏ Piyanistlerin kendi seslerini Maalesef birçoğu bu yolu izleyemiyor. ve tarzlarını bulmasının hep Genel olarak “Şunları yap, sonrasında her zor olduğunu okudum. Sizin şey güzel olacak” diyorlar ve ne yazık ki kendi sesinizi bulmanız ne kadar bazı insanlar aynı şeylere bağlı kalıyor ve sürdü? ömürleri boyunca benzeri şeyleri çalıyorlar. Kendi sesini bulmak sürekli ❏ Yayınlanmış bir araştırma, Mozart devam eden bir süreç. Çünkü ve Bach’ın bestelediği enstrümanın sesiniz zaman içerisinde teknolojisini inceleyerek, tınının bugün değişiyor ve ona bir şekilde bağlı dinlediğimizden daha farklı ve sert kalmalısınız. Zaman zaman olduğunu öne sürüyor. Siz ne dersiniz? farklı düşünceler ve görüşleriniz Kesinlikle. Mozart piyano konçertolarını oluyor. Çok güçlü olmalısınız. yazdığında dünya prömiyerleri kapalı gişe Dünya çok iyi müzisyen ve 250 kişiye yapılıyordu. Bu çok küçük bir piyanistlerle dolu ve iyi işler kitle ve eserler böylesi küçük salonlar için yapıyorlar. Farklı olduğunuzu yazılıyordu. Dönemin enstrümanlarını söyleyebilmeniz gerek. Şu an çalmak da fiziksel olarak daha kolaydı. otuzlu yaşlarımdayım. Eğitimim Şimdilerde çok daha farklı, 3 bin ve bazen bittiğinde 24 yaşındaydım ve daha büyük bir kitleye çalıyorsunuz. sanırım kendi sesimi bulmam Enstrümanlar da çok farklı artık. Sesinizin üç yılımı aldı. New York’taki daha yüksek olması gerekiyor. Özetle, işler eğimimden sonra İngiltere’deydim çok değişti, biz değiştik, dünya değişti. ve kendi kendimin öğretmeni Ama yine de şu an eskisi kadar zor ve farklı olmaya çalışıyordum. Çünkü engeller var. klasik müzikte, enstrümanınız ❏ Sizin enstrümanınızla nasıl bir neyse onun eğitimini uzun yıllar bağınız var? boyunca bir öğretmenle birlikte Piyanoyu daha doğru düzgün söylediklerini yapmaya alışarak konuşamadığım dönemden beri alıyorsunuz. Sonunda kendi çalıyorum. Gerçek bir arkadaş benim kendinizin öğretmeni olmaya ve için, doğumumdan itibaren ruh ikizim. kendinizi eleştirmeye başlamak Piyano gerçek bir ayna. Piyanoda kendinizi zorundasınız. Benim için kilit görüyorsunuz, nasıl düşündüğünüzü ve nokta buydu ve sürekli devam piyanoyla birlikte nasıl geliştiğinizi.

ARCHIVIST

Hüseyin NECİPOĞLU huseyin_nc

Hayatımdaki şarkılar - Terk edilenler asla unutmaz derler. - Ama doğru değil. - En güzel, en üzgün şarkılar onların. - Hep onlara acırlar. - Kimse terk edenlerden yana değil. - Şarkıları yok. Yakın zamanda izlediğim, günümüz Alman sinemasının yaratıcı yönetmenlerinden Christian Petzold’un Transit filminden bir diyalog. Sahi, şarkılar kimler için var? Hüzünlü ya da kederli olduğumuz zamanlarda neden kendimizi onlarla teselli etmeye çalışırız? Sevdiğimiz bir şarkının dokunaklı sözleri bize umut olabilir mi, bizi hayata bağlayabilir mi? Hayata tutunmamıza sebep olabilir mi, sevdiğimiz şarkılar? Şarkılar ve müzik olmasa zevk alabilir miydik hayattan? Hayal kurabilir miydik? Neden hep hüzünlü ya da üzgün şarkıların peşinden koşuyorum? Kendime son zamanlarda sık sık sorduğum sorular bunlar. Şarkıların zamanla ve mekanlarla ilişkisi olduğuna inanırım. Özdemir Asaf ’ın ölümsüz şiiri Lavinia’yı notalara döken, bir şarkı formunda dinlememizi sağlayan Feridun Düzağaç’ın bestesini ne zaman dinlesem lise yıllarıma ışınlanırım. Bu şarkıyı ilk defa dinlediğimde hissettiğim duyguları bir daha hatırlarım. Eski analog zamanları, cep telefonsuz daha saf yaşadığımız zamanları özlerim ve anarım. Askerliğimi 2004 yılında Muğla’da yapmıştım. Çarşıda dolaşırken bir kasetçiden Murathan Mungan’ın şarkı sözlerinden yapılan ve Ada Müzik etiketiyle yayınlanan Söz Vermiş Şarkılar'ı almıştım. Hayatımın başucu albümlerinden biri olmuştur. Ara ara dinlerken bulurum kendimi. Bu kayıt üzerinden onca zaman geçmesine rağmen hiç eskimiyor, eskiyemiyor. Ne zaman dinlesem askerlik günlerim gelir aklıma; onca sıkıntı, onca hasret ve arka planda çalan şarkılar yine avutur beni. Albümde Murathan Mungan’ın öyle güçlü lirikleri var ki, hangisini anlatsam? Athena’nın seslendirdiği Maskeli Balo'yu mu, Rashit’in içimde fırtınalar kopmasına sebep olan Fırtına'sını mı, Aylin Aslım’ın Kimdi Giden Kimdi Kalan yorumunu mu? Candan Erçetin’in Çember'i yaşıyormuşçasına söyleyişi… Teoman’ın Ağır Kapı'yı kalpten hissederek okuması mı? Ki bu şarkı beni albümde en çok etkileyen şarklılardan biridir. “Ne insanlar ne mekânlar / Özlemlere yetmiyor / Başka sözler başka yüzler / Ödeşmeler bitmiyor / Aşk uyudu ranzalarda / Düşler eskidi gitti / Islığıma gömüyorum kalbimdeki sözleri...” diye devam eder şarkı sözleri ve ben yine hüzünlere düşerim. Peki ya albümdeki bir sonraki şarkı hangisiydi diye hatırlamaya çalışırken Gülden Karaböcek’in seslendirdiği, insanın ruhuna dokunan Otel Odaları'nı dinlerken gözyaşlarımı tutamayışıma ne demeli? Ve ondan sonra gelen Göç Yolları'nı eşsiz yorumuyla seslendiren Cem Karaca’nın belki de son albüm kaydıydı ve ben askerdeyken hayatını kaybetmişti. Hayat tesadüfler müydü? Sahi neydi hayat? Ve sonra yine düşünürüm müzik ve şarkılar olmasaydı biz insanların hâli ne olurdu? Nasıl avuturduk içimizdeki sızıları? Şarkılar da bir nevi haykırış biçimi değil mi? Düşünüyorum da Türk sanat müziğinin güneşi, ses sanatçısı Zeki Müren’in sesiyle hayat verdiği Avni Anıl bestesi Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun ne kadar da hayatın içinden, zamansız, dertlerimize derman olan bir şarkı. Aslında tüm bunları yazmama sebep olan, geçenlerde gittiğim Contemporary Istanbul sanat fuarınnda gördüğüm, sanatçı Andrea Leria’nin Song of Myself isimli tablolarının esinleri. Ben bu tabloya bakarken hayatımdan geçen, bana dokunan-, beni ben yapan şarkıları ve izdüşümlerini bir daha zihnimden geçirdim. Sanatın gücü bu olsa gerek. Burada yazılı olanlar hayatımda sadece belli bir zaman aralığında yaşananlardır. Jimi Hendrix’in yazdığı son şarkı sözlerinden biri olarak bilinen The Story of Life'ta dediği gibi: “Hayatın hikayesi hızlı göz açıp kapayıncaya kadar, aşkın hikâyesi merhaba ve hoşça kal, tekrar buluşana kadar.” Hayatınızdaki anları müzikle değerli kılmanız ve müziksiz kalmamanız dileğiyle. Not: Bu yazı yazılırken Chelsea Wolfe’nin yeni albümü Birth of Violence'i dinledim. Meraklısına...


22 'Beni bile şaşırtan şeyler yapmışım' . EKIM 2019

ZAMAN TÜNELİ çok heyecanlıydım, umarım güzel bir albüm olmuştur. Kendime yetenekli demek istemem ama orada 19 yaşımdaydım ve sonradan dinlediğimde beni bile şaşırtan şeyler yapmışım. Küçük bir sayıda basmıştık, şu an da bitmek üzere ve artık basmıyoruz. Kimde varsa, güzel bir koleksiyon öğesi onlar için!"

2012 - CONFESSION

"İlk stüdyo albümüm... Yazdığım tüm şarkıları toplayıp bir albüm haline getirdik. Çok heyecanlıydı çünkü ilk kez stüdyoya giriyorduk. Yaylılar, farklı müzisyenler… Benim için çok farklı bir deneyim oldu. Stüdyoda nasıl çalışılır, neler yapılır bilmiyordum. Albüm Hollanda’da baya baya ilgi gördü. Türkiye’ye de geldik bu albümle."

2014 - RAISE OUR HANDS

Ece ULUSUM

U

zun zamandır takip ediyoruz Karsu'yu. Vokal yetenekleri, piyano çalışı, müzikal kariyerindeki kendinden emin adımları, tarzı... Hep daha neler yapacak diye meraklandırdı bizi. Geçen ay 2 tekli çıkaran Karsu, bu ay yeni albümünü yayımlayacak. Karsu yeni şarkılarını Çin sokaklarından, Endonezya’nın Bali adasından, Los Angeles tepelerinden ve Türkiye'nin güzel doğasından ilham alarak yazmış. Yeni nesil iletişim çağında zamana uyum sağlamaya çalışırken, öbür yandan sosyal çevrenin taleplerine cevap vermeye çalışıyor. Albümdeki İngilizce ve Türkçe yazılmış şarkılarında, yaşamın inişli çıkışlı deneyimlerini ateşli bir tavırla kaydetti. Karsu yeni albümü ve yeni repertuvarıyla ilk konserini Zorlu PSM ve Atlantis Yapım iş birliğiyle Vestel Gururla Yerli Konserleri kapsamında 22 Ekim’de Zorlu PSM’de verecek. Konserlerinde seyirciyi coşturtabilen, aynı zamanda da sakin ve duygusal şarkılarıyla izleyiciyi melankolik atmosferlere çıkaran Karsu ile diskografisini inceledik. Daha doğrusu ona yayınladığı albüm ve teklileri yorumlamasını, kendisine neler hatırlattığını sorduk. Sonuçta, ortaya bizi çok mutlu eden bir zaman tüneli çıktı...

2010 - LIVE AAN 'T IJ

"Müziğe bir restoranda konser vererek başladım. İnsanlar yemek ve beni dinlemek için geliyorlardı. Sonra dedim ki ‘Bir tane büyük konser yapalım, bu restoranın müşterileri de gelip beni dinlerler, sonra müziği bırakıp okumaya devam ederim.’ Psikolog olmak istiyordum. Restoran bir nehrin kıyısındaydı, güzel bir anı olur diye kayda alalım ve isteyenler de albüm olarak satın alabilsinler dedik. Konser sonrasında herkes 'Nereden albüm alabiliriz?' diye sordu. Albüm de adını restoranın yanındaki nehirden aldı. Canlı bir kayıt olduğu için

"Masterpiece’in bir elçisiydim. Savaşa karşı müzik ve diyaloğu savunan bir organizasyon, belki araştırmak istersiniz. ‘Masterpiece için bir şarkı yazmak ister misin?’ dediler, kabul ettim ama çok zorlanmıştım. Savaş nasıl anlatılır, nereden başlanır, müzikle bunu nasıl yapabilirim diye düşünüyordum. Bana fotoğraf gönderdiler, sadece kameraya bakan iki çocuk vardı. ‘Bu çocukların gözlerine bak, yaz’ dediler. Sonra yarım saat içinde Raise Our Hands’i yazdım. Klibi de karanlık bir odanın içinde, ışıkları tamamen kapalı bir stüdyoda yaptık."

2015 - COLORS

"Güzel şarkılar var ama artık sevmediklerim de var. Monday’i artık hiç söylemiyorum mesela, çünkü artık duygularım o şarkıdan kaçtı biraz. Ama Bırak Beni Böyle gibi parçaları halen çalıyoruz. Bu albümle Türk müziği yapmam için bir kapı açıldı yavaş yavaş. Bekledim ve Bırak Beni Böyle’yi yazdım. Özellikle Türklerden böyle güzel dönüşler beklemiyordum! Bir de, konservatuar bitirmediğim için müziğim iyi mi diye hep şüphe ederdim. Bu albümle Hollanda’nın Grammy’i diyebileceğimiz, en prestijli ödüllerinden Edison’ı kazandım. Hollanda’daki seyirci bunu yılın en iyi caz albümü seçti, çok mutluydum. Şimdi albümü tekrar yapsam değiştireceğim şeyler olurdu ama, şarkılar birbirinden çok ayrı çünkü. Biraz daha birbirlerine benzetebilirdim."

2018 - JEST OLDU

"Prodüktör Jacob Lucas’la bir şaka olarak yapmıştık aslında. Colors’tan sonra stüdyoda biraz sıkılmıştık, evde hep söylediğim bir şarkıydı bu da, kaydedelim dedim. Yaptık, Mustafa Sandal’dan da izin alıp sosyal medyadan yayınladık. 2-3 yıl geçtikten sonra patladı şarkı ve Spotify’da en çok dinlenen parçam oldu, hiç beklemiyordum! Ağustos ayında da Mustafa Sandal beni Harbiye Açıkhava’ya bu şarkıyı birlikte söylemek için davet edince çok mutlu oldum."


23

ZAMAN TÜNELİ

. EKIM 2019

"Ahmet Ertegün’ün hikayesini anlattık, uzun da bir hikayedir. 50 konser yaptık, bu konserlerde de Atlantic Records’un şarkılarını Ertegün’ün hikayesine bağlamak istedik. Teatral, büyük bir şov oldu, çok çalıştık! Atlantic Records’un büyük isimleri var, Rolling Stones, Led Zeppelin, Ray Charles... Ben de Rolling Stones’un Paint It Black’ini cover'ladım. Şarkıları aynen çalmak istemedik, bu yüzden şarkıyı biraz reggae’ye çektik.!"

2018 - A CHANGE IS GONNA COME

"Bu da Paint it Black gibi bir şarkıdır, o konser turunda ırkçılık gibi önemli konulara değindiğimizde bu şarkıyı da söyledik. Sadece bir gitarla yaptık. Konser içinde çok duygusal anları oldu."

2018 - ESMERİM BİÇİM BİÇİM

"Küçüklüğümden beri çok dinlediğim ve masaya vurup ritim tutarak söylediğim bir şarkıydı. Elidor bir reklam için bu şarıyı kullanmak isteyince çok sevindim çünkü reklam ve film müziği yapmayı çok seviyorum. Üzerinde bir ay çalıştım. Notaları, sözleri, her şeyi en başından inceledim. Müziği nasıl olmalı diye çok düşündüm, sonucunda da sadece bir şarkı için iki tam gün stüdyodaydık! Üfleme aranjmanları, es’ler, her şey adım adım tasarlandı.Reklamda da ben oynadım, tam bir rejisör gibi yaptık o yüzden."

2019 - İTİRAF

"10 Ekim’de çıkacak albümün ilk single’ı bu. Dedik ki ‘Albüm söz olarak çok ağır gibi, hafif şarkılardan birini bir sunalım bakalım tepkiler nasıl olacak?’ Çok güzel tepkiler aldık. Spotify’da bizim rekorumuzu kırdı bu şarkı. Ekipçe Marmaris Gökova taraflarına gidip albümün yarısını orada yazdık. Çok güzel geçmişti. Bizim için de bir meydan okuma oldu, minörden majöre geçtiğimiz akorlar gibi farklı şeyler yaptık. Kulağa çok basit geliyor ama! Söylemeyi çok sevdiğim bir şarkı oldu."

2019 - SANA NE

"Sana Ne de albümün ikinci single’ı. Bu albüm mesaj dolu, ‘Güçlü ol, kendi yolunu çiz, seni desteklemeyenleri yanında tutma’ gibi şeyler söylüyoruz. Yaşadığımız dönemin elalem ne der baskısını sosyal medyada da görüyoruz. ‘Süper olmam lazım, şunu giymem lazım, daha güzel olmalıyım’ diye kendimizi baskılıyoruz sürekli. Anlatırken bile yoruluyorum. Bazen ben de yapıyorum, gençler de her şeyi mükemmel göstermeye çalışıyor. Her an hayatımıza da birileri karışıyor, ‘Şunu yap, evlen, böyle şarkı söyle...’ Yahu sen ne karışıyorsun! Ben de yaşıyorum böyle şeyleri. Buna karşı bir şarkı yazmak istedim, ortaya bu çıktı. Klibi de anlamı yansıtmak için metaforlu oldu. Umarım güzel olmuştur!"

Çağatay YILMAZ

‘Sanırım hiç korkutmadı’

S

ophie Zelmani 1995’te kendi adıyla çıkış albümünü yayınladığında adını duyan yoktu. Yeteneğinin, berrak sesi ve dinlendirici yorumunun önünde durabilen de yoktu. Albüm, dinleyicinin beğenisine sunulmasının ardından önce İsveç’te sonra Avrupa ve Asya’da listeleri alt üst etti. 500 binden fazla kopya sattı, İsveç ve Japonya’da altın sertifika aldı. Zelmani de sonra hiç durmadı, sonuncusu Mart ayında olmak üzere 15 albüm ve pek çok kısaçalara imza attı. İsveç’in dünyaya armağanı Zelmani, 4 Ekim'de Zorlu PSM %100 Studio’da sahnede olacak. Öncesinde sohbet etme fırsatımız oldu… ❏ 15 albüm yayınladınız, çok üretken ve disiplinli bir müzisyensiniz! Bu kadar üretken olmak için motivasyon sağlayan ne? Şarkı yazmak, hayatla birlikte ilerleyen bir şey. Bir süre sonra müzik yapmak ihtiyacı ve özlemi hep belirmeye başlıyor. Ara vermek için de bir neden bulamıyoruz. Müzik benim için çok eğlenceli ve anlamlı bir şey. ❏ Bir röportajınızda sözlerinizin hayattaki zorluklarla başa çıkma şeklinizi yansıttığınızı söylemişsiniz. Utangaç biri olduğunuzu da okudum. Hislerinizi tüm dünyaya açmak, nasıl hissettiğinizi herkesin bilmesi sizi korkuttu mu? Sonuçta sözlerin ne hakkında olduğunu gerçekten bilen sadece benim. Dinleyiciler de hayat tecrübelerine göre kendi hislerini anlıyorlar bence. Sanırım hiç korkutmadı. ❏ Şarkılarınızda sözler veya müziğinizle doğayı vurguluyorsunuz. Doğanın müziğinizdeki yeri ne? Genellikle denize yer veriyorum, neyi temsil ettiğinden tam emin değilim. Biri ‘doğa sessiz şiirdir’ demişti, kesinlikle katılıyorum. ❏ Anladığım kadarıyla albümlerinizde ve sahnede aynı müzisyenlerle çalışmayı tercih ediyorsunuz. Yarattığı konforu anlayabiliyorum ama başka isimlerle çalışmayı düşündünüz mü? Farklı isimler farklı sound’lar demek… Bize bir aile olarak bakıyorum. Uzun ilişkiler kısa, yeni ilişkilere göre daha derin oluyor, belki onunla kıyaslayabiliriz. Bunu hissetmek istiyorum. ‘Evliliğimde hâlâ mutluyum’ gibi

2019

Sunrise

bir şey… ❏ Lars Halapi’yle nasıl bir bağınız var? 1994’te Sony Music the Office için birkaç şarkı çalmamı istedi. Lars’la uyumlu olacağımızı düşündüler. Çalmaya başladık ve o andan beri birlikte çalışıyoruz. Hâlâ benim prodüktörüm, gitaristim ve tabi ki hayatımdaki önemli bir parça. Ayrıca önemli bir insan. ❏ Hakkınızda şu yorumu çok okudum: ‘Sonbahar ve kış şarkılarının vazgeçilmezi.’ Ne dersiniz? Mayıs ve eylül derim! ❏ Sosyal medyada çok aktif değilsiniz. Sizi kötü etkileyeceğini mi düşünüyorsunuz? Daha çok kullanmam gerektiğini biliyorum ama içimden gelmiyor işte. ❏ Şapka, bir süredir sizinle çok ilişkilendirilen bir obje. Sizin için ne ifade ediyor? Bir koleksiyonunuz var mı? Saç problemini ortadan kaldırıyor! Koleksiyonum yok ama şapkaları çok seviyorum ve her zaman yeni bir tane bakıyorum… ❏ İstanbul’da nasıl bir konser bekleyebiliriz? Seyirciyle güzel bir buluşma gibi hissedeceğiz umarım. İstanbul’a ilk kez geliyoruz. Müziğimizi çalacağız, umarım seversiniz. Sabırsızlanıyoruz!

Sophie Zelmani

2018 - PAINT IT BLACK


24

SEYAHAT

. EKIM 2019

Senay Akkurt’la , Hayat Bana GUzel senayakkurt

MAVİ YOLCULUK CENNET Mİ YOKSA CEHENNEM Mİ? B

u yazıyı yazarken evde çalışma odamdayım. Dışarıda serin, gri ve yağmurlu bir İstanbul havası var. Fonda Chet Baker'ın Sings albümü çalıyor. Masamda odaya yasemin kokusu yayan bir mum yanıyor. Kitaplığımda yeni döndüğüm mavi yolculuktan getirdiğim bir avuç çakıl taşı ve deniz kabuğu var. Üzerlerinde denizin kokusu kalmış... Çok romantik bir başlangıç gibi mi geldi? Korkmayın birazdan gerçeklerle devam edeceğim. Bakın bakalım mavi yolculuk bir cennet mi yoksa cehennem mi vadediyor? Eylül ayı bitmek üzereyken ve tatilciler şehir hayatına geri çekilmişken, ben bu yılın ikinci mavi yolculuğuna çıktım. İlki Temmuz ayında Hisarönü Körfezi’ndeydi, bu kez Bodrum’dan çıkıp Gökova'da kaldık. Dört günümüz olduğu için çok da açılmadık. Hayat Bana Güzel gezi videolarımın bu kez hedefi mavi yolculuk deneyimini anlatmak, göstermekti. Pek çok kişinin hayal ettiği ve istediği ama kiminle, nerede, nasıl yapacağı sorularının cevabını kolayca veremediği bu konuda size yardımcı

olmayı amaçlayarak aktaracaklarımı başlıklar altında maddelemeye çalıştım. Umarım sorularınıza yanıt olur. Daha fazlası için YouTube Hayat Bana Güzel Mavi Yolculuk videolarında buluşuruz!

MAVİ YOLCULUK NEDİR?

Sakinlemektir. Daha az beklentili, daha saygılı olmayı test ettiğiniz zamanlardır. Kendinizi ve yakınlarınızı tanımak için ideal ortamdır. Kurallar dizisi içinde özgür olmaktır. Muhteşem gün doğumlarına uyanmak ve harika gün batımlarında yaşadığın ayrıcalıklı anları hafızana kazımaktır. Yıldızların altında uyumaktır. Bedeninin ve ruhunun dinlenmesidir. Ege ve Akdeniz’in bakir koylarında yüzmek, mavinin her tonunu görmektir. Karadan ulaşılamayan yerleri keşfetmek, huzurlu ve keyifli vakit geçirmek ve tüm bunları bir tekne üzerinde yapmaktır. Bedeniniz ve ruhunuz dinlenirken ve enerji dolarken çoğu koyda internetsiz olmak teknoloji detoksu yaptırır. Genellikle Bodrum’dan Antalya’ya uzanan sahil rotalarında yapılır. Zaman zaman Yunan Adaları'na gitmek de seçenekler arasında tabii. Bodrum, Marmaris, Fethiye, Göcek, Kaş, Kalkan, Antalya ayrıcalıklı rotalar sunar.

YANINA ALMAYI UNUTMA

Birkaç şort ve tişört, güneşten korunmak için ince açık renk uzun kollu bir şeyler, şapka, güneş koruyucu, güneş gözlüğü, havlu, mayo yedekli olsun, kitap okumak için ideal ortam (Azra Erhat Mavi Yolculuk ya da Halikarnas Balıkçısı’ndan bir şeyler okumak iyi gelir), okuma lambası, şarj kablonuz, şampuan, güneş sonrası krem, denizde gerekecek palet, şnorkel, yüzme gözlüğü, deniz ayakkabısı, suda vakit geçireceğiniz oyunlar. Kendi müziğinizi dinlemek ve köşenize çekilmek için kulaklık ve elbette internet olmadan dinlenebilecek müzik listelerinizi indirmiş olun. Yine izlemek istediğimiz film veya dizi varsa önceden indirip yanınızda getirin. Gerekli ilaçlarınız yanınızda olsun: Arı, böcek sineğe karşı, ya da mideniz bulanırsa, başınız ağrırsa... Bol bol fotoğraf çekme garantisi olan bir yolculuk bu. Makineleri yanınıza alın, epey fotoğraf albümü yapacaksınız.


25

SEYAHAT

. EKIM 2019

Tekne modelleri ve koşulları İlk seçenek charter guletler. Kabin satarlar, otel odası gibi çift kişilik kamara kiralarsınız. Yeni insanlarla tanışır, birlikte bir yolculuğu ve tekneyi paylaşırsınız. Burada canının ne yemek istediğinden çok günün menüsü devreye girer. İçecekler hariç yemek konaklama bu hizmeti alanlar, içkileri için ekstra ücret öderler. Evcil hayvan getirilemez. ikinci seçenek, kendi grubunuzla tekne kiralamak ki bence bu çok şahane bir seçenek. İstediğin rotayı belirler, istediğin yemekleri yer, teknede geçirilecek zamanın tatsız olması ihtimalini tanıdığınız insanlarla en aza indirirsiniz. Sıfırlarsınız diyemeyeceğim çünkü denizde olmak ve teknede yaşamak başta kendi sınırlarını ve yakınlarını tanımak için süper bir fırsat. Son seçeneke yelkenli tekne. Burada daha dar alanda motor gücünden çok rüzgarın gücü ve yelkenlerle seyir hali devreye giriyor. Bunun için yanaşırken

ve ayrılırken, teknede yaşam alanlarının kullanımında hatta deniz ve rüzgara göre kaptanın yardımına koşacak ve takım olarak çalışacaksınız. Bu nedenle yelken eğitimi alanlar ya da bunu öğrenmek isteyen daha sportif kişiler için uygun olacaktır. Ücretleri merak edenler için net bir şey söylemek zor. Otellerdeki gibi yüksek sezonda fiyat artar. Kabinde tek ya da çift kişi olmanıza, grup olarak kiraladığınızda ücreti kaç kişinin paylaştığına, teknenin lükslüğüne, yolculuğunuzun kaç gün olduğuna kadar pek çok değişken var. Ama değişmeyen tek şey; son ana bırakılan planlarda tekne ve kabin bulmak zor. Planlar ve rezervasyonlar kışın yapılmış olmalı. Seçimlerinizde kaptan ve mürettebatın deneyimli, tavsiye edilen isimlerden olmasına dikkat edin derim. Sonuçta, ortalama 5 yıldızlı otelde her şey dahil tatil ücretlerin altında para harcayacağınızı söyleyebilirim.

TEKNEDE YAŞAMANIN KURALLARI ❏ Azla yetinip anı yaşamak ve doğanın tadını çıkarmak için teknedesiniz. 5 yıldızlı otel konforu aramak yanlış olmaz mı? Ütüsüz ya da fönsüz yapamıyorsanız burası sizin yeriniz değil. Koca bavullar ve havalı kıyafetlerle gelmeyin. ❏ Saygılı olun, tekne o sırada üzerindeki herkesin evi. Senin dinlemek istediğin müziği dinlemek istemeyen olabilir, ıslak mayolarla üzerine yayıldığın minderlerde güvertede akşam oturmak ya da yatmak isteyenlere kötü sürprizler yapmak istemezsin. su yetmezse susuz kalacak ve su ❏ Sigara hassas almak için limana gitmek zorunda konu. Sigara kalacaksınız. içenlerin dumanı ❏ Seyir halindeyken özellikle de içmeyeni rahatsız rüzgarlı havalarda eşyalarınız denize edeceğinden uçabilir. Bunları bir yere bağlamalı kaptandan uygun ya da güvenli bir yere koymalısınız. yeri öğrenin, Tabii kendinize de dikkat edin, rüzgardan teknede rüzgar ve dalga durumuna göre siz de uçacak ateşiniz yaralanabilirsiniz. Tuvalet kağıtlarını yangına da sebep asla klozete atmayın, büyük rezillik olabilir. olur benden söylemesi. ❏ Su kullanımına ❏ Teknenin aküsünün bitmemesi dikkat! Denizden için ihtiyacınız dışında kamaranın çıkınca durulanın, ışıklarını kapatın. Tekne seyir her gün şakır şakır halindeyken eşyalarınız ıslanmaması yıkanmayın, diş için pencerelerinizi kapalı tutun. fırçalarken suyu ❏ Kamaralarda yeme-içme yasak. açık bırakmayın. ❏ Özetle, kaptan ne diyorsa ona Çünkü teknedeki dikkat kesilin hepsi bu...

su u ik s @hTaaylm AZ LM YI an

TEKNEDE NELER YAPILIR? En çok sorulan ve merak edilen konu, teknede sıkılmıyor musunuz? Gözünüzü açtığınız andan yatana kadar yüzmek... Fotoğraf çekmek ki ister su altında, ister teknede bol bol albüm yapabilirsiniz. Kitap okumak ve hatta yazmak için ideal ortam. Mavi yolculuk eşsiz bir sohbet imkanı sunar. Aklınıza gelebilecek her türlü masa oyununu oynayabilirsiniz: Tavla, okey... Demir attığınız koylarda muz, parasailing gibi aksiyonlar yapabilirsiniz ya da sakince balık tutmak mümkün. Geceleri tekneyi müzikli eğlenceli bir ortama sokup dans edebilirsiniz. (Tabii saate dikkat ederek ve başka tekneleri rahatsız etmeden!) Doğa yürüyüşleri ve keşifler mümkün. Karadan ulaşımı olmayan koylarda yüzerek kıyıya çıkıp yürüyüş yapmak da çok keyifli. Kayan yıldızları izlemek ve sonrasında da yıldızların altında uyumak... Yaratıcılığınıza ve kimlerle olduğunuza göre kendi listenizi uzatabilirsiniz.

Sevgili okuyucular, bu ayki fotoğrafımı İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan kalkıştan yaklaşık 3 dakika sonra ve 3 bin feet yükseklikten çektim. Biliyorsunuz, artık İstanbul Atatürk Havalimanı sadece özel jetler, kargo uçakları ve devlet uçaklarına hizmet ediyor. Bize de bu koşulda değişen rotalarla İstanbul’un güzelliklerini seyretme fırsatı veriyor... Hepinize mutlu ve huzurlu yeni bir ay diliyorum.

3000 FEET


26

. EKIM 2019

RÖPORTAJ

'Müziği bir iş olarak benimsemek aptalca'

2010

Applause

2012 Rats

2015

Thins Walls

2019

Fever

Batuhan K. OCAKÇI

B

eş yıl öncesi buz gibi bir mart ayı. Evde oturmaktan sıkıldığım bir gün Roxy'de konser olduğunu gördüm. Hiç dinlemeden metroya atlayıp gittim. İçeride bir avuç insan, başka yere gitseydim diye düşünürken grup sahneye çıktı. Hatırlıyorum, onlar çaldıkça farkında olmadan sahnenin en önüne kadar gelmiştim. Yanımda dans eden kıza sordum, grubun adı neydi. Üçüncü söyleyişince anladım: "Balthazar!" Bu müzik dahisi Belçikalı grubu gerçekten bu kadar insan mı keşfetmişti? Google'a baktığımda çok sıkı festivallerde çaldığını görmüş, şaşırmıştım. Zamanla tanındı, grup büyüdü. Hatta İstanbul'a büyük bir festivalde sahne alacaktı ancak iptaliyle hepimizi üzdü. O yetmedi grup ara verme kararı aldı. Şükür, Maarten Devoldere ve Jinte Deprez solo işlerle yoluna devam etti, İstanbul'da da izledik. Öylesi güzel ancak grup olarak bir başka güzeller. Artık bir araya geleceklerinden emin değildim hatta dağıldı diye atıp tutuyordum. Grup beni yalancı çıkardı, hiç de üzgün değilim sevgili okur. Zira yayınladıkları Fever albümü sound açısından, söz açısından yepyeni ama enerjisinden ve yeteneklerinden hiçbir şey kaybetmemiş bir albümdü. Tüm şarkılar anında çalma listeme girdi. Fever'dan sonra turnelerini açıklayan grubun sitesinde İstanbul'u görünce içim pır pır etti. Grup, Garanti BBVA Konserleri kapsamında 27 Eylül’de yeni ve en sevilen şarkılarıyla Zorlu PSM sahnesindeydi. Onların şarkılarına eşlik edip delirmeden bir hafta önce de telefonun ucunda Jinte vardı. Öğle uykusundan yeni kalkmış, mırıldanır ses tonuyla bana cevap veriyordu. Roxy'den buralara uzanan

maceramızdan geriye kalan uzun sohbetimizi size aktarıyorum. ❏ Sizi uzun zamandır bekliyoruz. 2016'da gelecektiniz ancak festival iptal olunca gelmediniz. Bir an korkmuştuk hiç gelmeyeceksiniz diye. Fakat birkaç yıl sonra grup olarak değil, solo projelerle İstanbul'daydınız. Özledik sizi... Elbette Balthazar olarak bizim için de çok uzun bir bekleyiş oldu. Fakat Salon’da solo projelerle güzel konserler verdik. Dolayısıyla Balthazar’ın seyirci tarafında bilinirliğini oldukça merak ediyoruz. Ama çok iyi bir tempodayız ve albüm çıktığından beri durmadan konserlere devam ediyoruz. Konserler çok enerjik geçiyor. ❏ Yine İstanbul'da Roxy'de konser vermiştiniz, o zaman küçük bir mekandı. Şimdi devasa bir konserle karşımızda olacaksınız. Sizden uzak şehirlerdeki kitlenizin büyüdüğünü görmek neler hissettiriyor? Roxy mi? (Gülüyor). O konseri hatırlıyorum, çok uzun zaman oldu ve sanırım 100 kişi vardı. Bence birçok insan bizi daha yeni keşfetti. Konserde o zamanlardan bizi tanıyan insanlar olacak mı merak ediyorum, bu çok güzel olurdu. Fakat yine de dinleyici kitlesinin büyüdüğünü görmek müthiş. Balthazar olarak Türkiye’de çok çalmadık, dolayısıyla daha sık sahne almak isterim. Her zaman hoş karşılanmak ve unutulmadığınızı görmek güzel bir his. Kişisel olarak da İstanbul'daki konseri uzunca zamandır heyecanla bekliyorum. ❏ Grup olarak daha büyük bir kitleye hitap ediyorsunuz. Solo projelerinizde daha küçük bir kitleniz var denebilir. Bu

müzisyen egosu açısından sizi nasıl etkiliyor? Bu çok normal. Solo projelere kendimize ara verdiğimiz dönemde başlamıştık. Balthazar ilk albümünü 2010’da yayınladı. Dolayısıyla daha çok albüme sahip bir grup daha çok insana hitap ediyor ve biliniyor. Solo projeler yapmamızın sebebi de büyük sahnelerden, baskılardan ve hep aynı şeyleri yapmaktan sıkılmamızdı. Örnekse solo proje için Salon müthiş bir yer fakat Balthazar olarak büyük mekanlarda çalmaktan da hoşlanıyoruz. Bu ikisi arasındaki çeşitlilik oldukça havalı. Sürekli benzeri sahnelerde yer almak istemezdim. Solo projemin daha küçük bir kitleye hitap etmesini çok umursamıyorum çünkü çok büyük hırslarım yoktu ve sadece farklı bir şey yapmak istiyordum. Dolayısıyla egom gayet iyi seviyede. (Gülüyor) Solo projeler daha çok bir kişinin etrafında hayat buluyor ve farklı türlere yönelebiliyorsunuz fakat Balthazar kolektif bir iş ve ikisi arasındaki çeşitliliği seviyorum. ❏ Spotify'da en çok dinlenen parçanız Bunker. Bu parçanın üzerine çıkacak parça olacak mı? Bir tane hit parçası olan ve insanların dinledikten sonra salonu terk ettiği gruplar

z a a r h t l a B


27

RÖPORTAJ sayabilirsiniz ama bence Balthazar bu tarz bir grup değil. Elbette bir tane de olsa hit parçaya sahip olmak güzeldir ama konserlere gelen birçok seyirci albümün çoğuna hakim ve sadece Bunker’i duymak için gelmiyorlar. 4 albümden sonra her konserde farklı bir setlist yapabilmek çok güzel. Elbette birçok şarkıyı da çalmadan geçiyoruz ama şarkılardan sıkılmadan da çeşitlilik yaratabilmek güzel bir deneyim. Bunker, bundan önceki melankolik albümlerin içerisinde hareketliliğiyle öne çıkıyordu fakat son albümle birlikte artık biraz yavaş kalıyor. Bu tabii ki de Bunker geride kaldı ve bu İstanbul’da çalmayacağız demek değil. ❏ Albüm kapaklarınız her zaman çok ilginç oluyor. Fever'ın görseli de ilginç. Albüm kapaklarınızdaki seçimlerde sizi neler etkiliyor? Açıkçası bunun üzerine çok düşünmüyoruz. Seçim işi daha çok hislerle alakalı. Yüzlerimizi kapağa koymuyoruz çünkü bunu zaten solo projelerde yapıyoruz. Albüm kapağını seçmek albümden bir hava yakalamakla alakalı. Rats kapağını çok seviyorum, albümü çok iyi yansıtıyor. Son albümün kapağını gördüyseniz daha renkli, Afrikanvari ve köpekler hırçın duruyor fakat sevimli. Kolektif duruyorlar. Geri dönüşümüzü bu şekilde belirtmek istedik. Aynı zamanda albümü hazırlarken de gördüğümüz ilk görsel yine buydu ve üzerimize yapıştı. Albüm kapağı seçim sürecinde birçok sanatsal resim arasında tercih yapmak zorunda kalıyorsunuz fakat bu kapaktaki resim herhangi bir dergidendi ve sanatsal olmanın çok zıttı bir konumdaydı. Çok beğendik ve doğru havayı yansıttığını düşündük. Masum ve tehlikeli görünüyorlar! (Gülüyor) ❏ Fever'a kadar gruba ara verdiniz. Geri dönüşünüzle şarkılar daha pozitif gibi görünüyor. Neler oldu o süreçte? Sanırım eskiden çok depresif ergenlerdik. (Gülüyor) O süreçte normalde dinlemediğimiz birçok müzik keşfettik. Belki de gençken eğlenceli şarkıların yüzeysel olduğunu düşünüyorduk. Solo projelerle birlikte daha kişisel ve karanlık olabildiğimizi gördük. Tekrar kolektif bir işe dönerken bunu yapmamamız gerektiğini çünkü halihazırda yaptığımızı düşündük. Grup olarak bir araya geldiğimizde farklı kişiliklerin güzel bir enerji yaratabileceğini görmek istedik. Albümün biraz daha dışadönük ve bir kutlama havası var. Birbirimizi yeniden gördüğümüze sevindik ve gerçekten de doğal bir akış sonucu albüm son halini aldı. Yine de bazı lirikler bunu yansıtmıyor. Hepsinin bir kombinasyonu var. ❏ Phone Number parçasında "You said I could go fuck myself and that's when I knew I wanted you too" diyorsunuz. Şaşırtıcı ve eğlenceli... Nedir bu sözlerin arkasındakiler? Açık bir şekilde kabalığı anlatıyor ama insanların bu sözlerin arkasındaki mizahı görebildiğini düşünüyorum. Müzikte daha uçarı olabiliyorsunuz. Elbette günlük hayatta birisine bunu söylersiniz tokat yiyebilirsiniz. Şarkıda söylediğinizde komik oluyor. Bu albümdeki birçok sözle birlikte biraz limitleri zorlamak istedik. Karikatürize bir hale bürünebilirsiniz, daha kaba ya da daha tatlı olabilirsiniz. Herkesin hayatında olan şeyleri köpürtüyoruz aslında. ❏ Grubun müzik konusunda çıkmazda kaldığı konular oluyor mu? Şimdiden mi? Umarım olmaz! (Gülüyor) Biraz ara vermemiş olmamız müthiş sağlıklı bir durum. Aksi halde devam etmek çok tehlikeli olabilirdi çünkü tahmin

. EKIM 2019

edilebilir olabilirdiniz ya da kendinizi tekrar ediyor olabilirdiniz. Sonuçta müzik endüstrisindeyiz. Albüm satmalısınız yoksa bununla ilgili baskı hissedebilirsiniz. Bence solo projelerle müzik yapmanın eğlenceli yönünü keşfettik. Eğlenceyi hiçbir plan yapmamak ve sadece dinleyici kitlenizle birlikte olmak şeklinde düşünebilirsiniz. Bu yönü keşfettik ve hazır olduğumuzu hissettik. Grup olarak tam tersi bir halde de olabilirdik ama şu an iyi bir hava yakaladık ve yeni albüm üzerinde çalışıyoruz. Şimdilik solo işlere geri dönmek istemiyoruz. ❏ Müzikte başarı kriterleri playlist'lere girmek, YouTube'da çok dinlenmek olarak nitelendiriliyor. Siz ne dersiniz? Zor bir soru. Bence müzik yaparak geçinmek, bunu bir iş olarak benimsemek aptalca bir şey ve bizim bunu başarmış olmamız müzikte başarı kriteri olabilir. Sevdiğimiz şeyi yapıyoruz, birçok yer geziyoruz ve müziğimizle bağlantı kurmuş insanlarla birlikte oluyoruz. Bence bundan daha fazlasını isteyemezsiniz. Oldukça özgürüz. ❏ Bağımsız müzikte 'do it yourself' (DIY) müzisyenler artışta. Plak şirketlerinin payı her geçen gün azalıyor. Bu trendi nasıl yorumlarsınız? Büyük markaların o kadar da düşüşte olduğunu sanmıyorum. Elbette değişen yayıncılık anlayışı bize dünyada çok tanınmadığınız yerlerde keşfedilme alanı tanıyor. İstanbul’da buna bir örnek. 20 sene önce size ulaşmamız çok daha zor olurdu. Fakat yine de indie grup olarak işiniz herhangi bir reklama ya da sosyal medyaya yüklü miktarlar harcayabilecek bir isme göre oldukça zor. Her şeye rağmen piyasanın o kadar da değiştiğini düşünmüyorum. Günümüzde bile indie müzik dinlemek istiyorsanız sizin onu keşfetmeniz gerekiyor, indie müziğin size ulaşması zor. ❏ Sırada neler var? Beş dakika içinde bir kahve alıp stüdyoda müzik yapmaya devam edeceğim. Yeni bir albüm yayınladık. Turnesindeyiz. Fakat bulduğumuz her fırsatta yeni şeyler üzerine çalışıyoruz. ❏ Son olarak, masa tenisini seviyorsunuz. Sosyal medyada görüyoruz ancak kim kazanıyor bilmiyoruz. Masa tenisinde kim iyi? Lütfen dürüst olun! Bu korkunç! Eskiden en iyisi bendim. Bundan nefret ediyorum ama yeni üyemiz Tijs her defasında kazanıyor. Bu egonuz için çok zor! (Gülüyor.)

595bin Geçen ayki Spotify aylık dinleyici sayısı

2014'te İstanbul'a gelen Balthazar, Yerebatan Sarnıcı'nda çektirdiği bu fotoğrafı Facebook'ta paylaşmıştı.

Grubun esas ikilisi Jinte ve Maarten hem sahnede hem de kuliste çok eğleniyorlar.


28

ARAŞTIRMA

. EKIM 2019

Kendin pişir kendin ye müzisyenlik Çağatay YILMAZ

Y

eni çıkan albümleri ve özellikle ‘alternatif ’ sanatçıları incelerken fark ettiğimiz bir şey var, bağımsız müzisyenlerin yükselişi. Göz devirmeler gelmeden söyleyelim, bu tespiti ilk olarak biz yapmıyoruz elbette. Bağımsız, tüm dünyada bilinen adıyla ‘DIY’ müzisyenlerin sayıları da, ekonomideki payları da sürekli artıyor. Peki ‘DIY’ müzik ne demek? Kelime İngilizce kökenli, ‘Do-it-yourself ’ kalıbının kısaltması. Kendin yap olarak çevirmek mümkün. Aslen mimari alanında kullanılsa da, özellikle son yıllarda bir şirkete bağlı olmadan, büyük stüdyolarda çalışmadan kendi müziğini kendi başına üretip yayınlayan müzisyenleri tanımlamak için kullanılıyor. Her geçen yıl, hem bağımsız plak şirketlerinin hem de hiç bir şirkete bağlı olmadan çalışan müzisyenlerin müzik piyasasındaki payları artıyor. Bu yükselişi dijital müzik çağına borçluyuz. Spotify, YouTube, Apple Music, Pandora gibi uygulamaların ‘aracı’ları neredeyse ortadan kaldırarak müzik yayınlamaya imkan vermesi, müzikten para kazanmanın da zorlaşmasıyla doğal olarak müzisyenleri her şeyi kendilerinin yapmasına itiyor. Tim Ingham’ın Rolling Stone’da yayınlanan haberine göre, Birleşik Krallık’tan Midia Research şirketi herkesin dilindeki bu değişimin boyutlarını belirlemiş. CD Baby ve TuneCore gibi şirketlerin verilerinin

kullanıldığı araştırmaya göre, bağımsız müzisyenlerin ekonomisi geçen yıl 643 milyon dolara ulaşmış. Aynı araştırmaya göre, bu da tüm müzik endüstrisinin yüzde 3.4’ü demek. Bu rakamın 2019’daysa 1 milyar dolar civarına ulaşması bekleniyor. Film müzikleri, TV programları ve reklamlarda bağımsız müzisyenlerin kendilerine yer bulmaya başlamaları, YouTube gibi platformlardan gelen telif ödemeleri, daha bant tipi üretim yapanların ekmek kapısı AudioJungle gibi platformlar… Bağımsız müzisyenlerin yolu açık gibi görünüyor. Ingham da 2019’da bağımsız müzisyenlerin rahatça binlerce dolara varan gelir elde edebileceği görüşünü savunuyor.

UNKAPANI SENDROMU

Yılllardır, müzisyenlerin en çok sıkıntı çektiği konu müziklerini yayınlamaktı. Türkiye’de de 70’li yıllara damgasını vuran ‘şöhret olmak için Unkapanı’na koşan şarkıcı’ furyasını unutmak ne mümkün! Tüm dünyada müzisyenlerin dağıtım için plak şirketlerine bağımlı olduğu yıllar, bu şirketlerin de en zengin olduğu yıllardı. TuneCore ve CD Baby gibi platformlar bu nedenle müzisyenlere çok çekici geliyor, çok basit ücretler karşılığında dijital platformlardan gelen tüm geliri müzisyene bırakmayı vadediyorlar keza. Yerel bağımsız sahnesinden Hazar Aytan da plak şirketlerinden dertli, "Sonra grubuyla albüm çıkarmamızdan bu yana 4 yıl geçti. Bir label üzerinden çıkan o albümdeki 10 parçadan

7'sinin söz ve müziği bana aitti. Bir kuruş dahi para geçmedi elime" diyor. Aytan’a göre albüm Spotify'da 100’den fazla listeye girmiş vaziyette ve az da olsa bir para getirebilecek kadar dinlenmiş. DIY müzik piyasasının büyümesini sanatçı özgürlüğü açısından da önemli görüyor: "Modern dönemin otorite işlevini gören bir label yapısının uzun süre ayakta kalması zor. Filtreleme/otorite işlevi de değişimi yakalayamıyor. Label'in ürünü satmak gibi bir gayesi var, benimse yok, daha doğrusu yayınlamak için böyle bir zorunluluğum yok." 27 Eylül’de konserini izlediğimiz Balthazar’ın vokallerinden Jinte Deprez de DIY konusunda şüpheli, "Büyük markaların o kadar da düşüşte olduğunu sanmıyorum. Elbette değişen yayıncılık anlayışı bize dünyada çok tanınmadığınız yerlerde keşfedilme alanı tanıyor. İstanbul da buna bir örnek. 20 sene önce size ulaşmamız çok daha zor olurdu. Fakat yine de indie bir grup olarak işiniz herhangi bir reklama ya da sosyal medyaya yüklü miktarlar harcayabilecek bir isme göre oldukça zor. Günümüzde bile indie müzik dinlemek istiyorsanız sizin onu keşfetmeniz gerekiyor, indie müziğin size ulaşması zor." Ana akımın problemlerine ve bağımsız müziğin büyüyen rakamlarına rağmen Aytan ümitli


29

ARAŞTIRMA görünmüyor, "Türkiye'de telif sistemlerinden dolayı bağımsız müziğin büyümesi oldukça zor. New York'ta canlı müzik dinlemek için bir yerlere gittiğinizde insanların kendi müziklerini çaldıklarını, Türkiye'de ise popüler şarkıları bir kuruş telife ya da izine tabi olmadan paldır küldür çaldıklarını göreceksiniz. Böyle bir sistemde dinleyici iyiyi aramak zorunda kalmaz. Önüne sunulana ilgi gösterir ve gücü elinde tutan da önünüze konulacak şeyi belirler. Dolayısıyla bu şartlarda Türkiye'de bağımsız müziğin ciddi bir ivme yakalayacağını sanmıyorum. Bağımsız çıkıp biraz ses getiren herkesle anlaşma imzalıyorlar ve o noktadan sonra başka bir isim görmez oluyorsunuz. Ta ki sistem onları da çiğneyip tükürene kadar" diyor.

BİTMEYEN TACİZ VAKALARI

Biraz daha araştırınca, tek sorunun şarkı telifleri olmadığı da ortaya çıkıyor. Bir de, tüm dünyada özellikle kadın müzisyenlerin ya da şirket çalışanlarının karşılaştığı taciz vakaları var. Üstte atıf yaptığımız 70’li yıllarda ‘yatağından geçmeden ünlü olunamayan’ plak şirketi sahipleri Türkiye’de de vardı. Maalesef bu tip olaylardan geçmişte kalmış tatsız olaylar olarak da bahsedemiyoruz, birçok taciz vakası en büyük plak şirketlerinde bile halen yaşanıyor. Ancak nedendir bilinmez, tacize karşı #metoo gibi hareketler yükselirken ülkemizde bunları haber yapmak istediğimizde derin sessizliklerle karşılaşıyoruz.

IKEA MÜZİSYENLİĞİ

Tüm bu sorunlar üst üste bindikçe, müzisyenlerin Ikea tipi, evde kendilerinin birleştirdiği bir üretim anlayışına yönelmeleri mantıklı gözüküyor. Müzik endüstrisinin de adım adım dönüşümüne şahit oluyoruz. Son yıllarda bağımsız müzisyenlerin yanı sıra ‘yeni nesil’ plak şirketleri ortaya çıkıyor, Tantana, Domuz Records gibi yerel örneklerini de görüyoruz. EMPIRE, AWAL, Create Music Group gibi firmalar da müzisyenlerin kendi tarzıyla dağıtım ve reklam yapmalarını kolaylaştırıyor. Daha da önemlisi, sanatçıların telif haklarının en azından büyük kısmının kendilerinde kalmasını ve bağımsız olmalarını kolaylaştırıyorlar. Ana akım plak şirketleriyse buna bağlantılarının gücüyle karşılık veriyor, müzisyenlere yalnızca yayınlanma değil daha fazla konser imkanı, basında daha çok yer bulabilme gibi fırsatlar sunuyorlar. Ancak dediğimiz üzere, bağımsız müzik ekonomisi her koldan büyümeye devam ediyor. Müzik yayınlarının internete kaymasıyla ortaya çıkan ‘müzisyen ancak konserlerden kazanabilir’ görüşü de geçerliliğini yitiriyor.

2 MİLYAR DİNLENME

Vérité ve Lauv gibi başarılı Indie müzisyenlerle çalışan AWAL, yakın zamanda 2 milyar dinlenmeyi aşmasıyla övünüyor. Şirket, Kobalt’ın Birleşik Krallık Companies House raporuna göre de geçtiğimiz 12 ayda 59.9 milyon dolarlık bir ekonomi üretmiş. Bağımsız piyasanın öncülerinden TuneCore da geçtiğimiz haftalarda Mart 2019 itibarıyla 18 aylık bir sürede müzisyenlerine toplamda 500 milyon dolardan fazla para kazandırdığını açıkladı. Yine aynı rapora göre TuneCore sanatçıları 2019’un ilk üç ayında 86 milyon

. EKIM 2019

40.000 Spotify’ın kurucusu Daniel Ek’e göre Nisan ayında günlük olarak platforma yüklenen parça sayısı.

643 milyon $ Midia Research’e göre geçen yıl dünya çapında bağımsız müzisyenlerin elde ettiği gelir.

dolar kazandı, bu da neredeyse günlük 1 milyon dolar demek. Yazarken yutkunduran rakamlar! Spotify da telif ücretlerinin yetersizliği tartışmalarına rağmen bağımsız piyasaya yatırım yapıyor gözüküyor. Geçen yıl ayında Distrokid’le detayları gizli tutulan bir anlaşma imzaladılar ve resmi olarak ortak oldular. Bağımsız müzisyenlerin kalelerinden Bandcamp de aylık 8 milyon dolardan fazla gelir elde etmeye başladı.

HER SANİYE ŞARKI

Bağımsız piyasada yalnızca ekonomi değil, müzisyen sayısı da büyüyor. Yalnızca TuneCore, CD Baby ve Distrokid 1.1 milyon dolardan fazla sanatçıyı bünyelerinde barındırıyor. Dolayısıyla müzik üretimi de devasa boyutlara ulaşıyor, Spotify’ın kurucusu Daniel Ek’e göre Nisan ayında platformda günlük 40 bin parça yayınlanmış. Bu da neredeyse her saniye yeni şarkı demek. İnanılmaz ivmelerle büyüyen sayıların büyük plak şirketlerini çekmesi kaçınılmazdı. Universal Music, Sony Music ve Warner Music gibi şirketler de ‘yeni nesil’ piyasaya dahil oldular elbette. 2013’te Universal Music, TuneCore’a rakip olarak Spinnup’ı başlattı ancak başarısı tartışmaya açık seviyelerde kaldı. Caroline ve Şubat ayında bünyelerine kattıkları InGrooves Music Group ile de büyümeyi sürdürüyor. Sony, bünyesindeki Orchard ile BTS ve Jorja Smith gibi isimlerle çalışıyor. Geçen yıl da Tim Pithouse ile bağımsız sanatçılarla ilgilenen ayrı bir bölüm oluşturdular. Warner daha agresif ilerliyor, geçen yıl duyurdukları Level Music ile iki parçaya kadar ücretsiz yayınlama fırsatı bile sunuyorlar. Her şeyi sıralayıp bir bakınca, bağımsız DIY müzik piyasasının daha da büyümesi kaçınılmaz görünüyor. Bağımsız müzik ekonomisinin büyümesi ve ana akım plak şirketlerinin de bu ekonomiden pay almak istemesi, en azından kısa vadede bağımsız müzisyenlere güzel fırsatlar yaratıyor. Tüm müzik ortamlarında pop müzisyenlerden çok her türden deneysel müzik yapan isimleri görmeye başlamamız da bunun en büyük kanıtlarından. Dünyanın her yerinde müzikte yaratıcılığın tartışıldığı ve dinleyicilerin yeniliğe açlığı her fırsatta gösterdiği günümüzde, belki de müzik endüstrisinin ihtiyacı olan tam da budur.

Tunecore DIY piyasasının öncü şirketlerinden biri olan TuneCore, bağımsız müzisyenlere kapsamlı bir hizmet sağlamasıyla da ilgi çekiyor. İsteyen müzisyenlere miks ve mastering gibi konularda destek bulma imkanı da sağlıyor keza. Güncel fiyatları single için 9.99, albüm için 29,99 dolardan başlıyor.

CD Baby CD Baby de bağımsız piyasanın en büyük şirketlerinden. Show.co ve hearnow iş birlikleriyle müzisyenlere daha fazla kitleye ulaşma imkanı da sağlıyor. Güncel fiyatlar single için 9.95, albüm için 29 dolardan başlıyor.

Distrokid Spotify’la yaptıkları anlaşmayla dikkat çeken Distrokid, fiyatlarını şarkı sınırlandırması olmadan yapıyor. TuneCore ve CD Baby’in kurucularından aldığı övgüleri de gururla öne çıkarıyorlar. Güncel fiyatları bir sanatçı için yıllık 19.99 dolardan başlıyor.

AWAL Telif düzenlemelerinin yanı sıra, seçtikleri müzisyen ve gruplara finansal destek de sağlayan bir şirket AWAL. Ancak şirketle çalışmak için önce seçilmeniz gerekiyor. Detayları web sitelerinde görmek mümkün.


30

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

'Söz yazarı dünyam çalkantılı ve derbeder'

Hazar Aytan 2019

Kumlara Bas

Zeynep BEŞERLER

H

azar Aytan'ı uzun zamandır davulda eşlik ettiği müzisyen ve gruplardan tanıyoruz. Onu aynı zamanda Nardis Jazz Club'da da görüyoruz keza orada ses mühendisliği yapıyor. Ancak şimdilerde solo çalışmalarıyla karşımızda... Geçen yıl Bi Sorun Var teklisini dijital platformlarda yayınladı. Sonra yeni şarkılar gelmeye devam etti. En son geçen ay Kumlara Bası'ı çıkardı. Hazar Aytan ile sayfalara sığmayan bir sohbet gerçekleştirdik. Uzun halini sitemizden okuyabilirsiniz. ❏ Birçok gruba davul çaldınız. Şimdi 'frontman'siniz. Sahnede solo olmakla kıyasladığınızda nasıl bir fark var? Albüm sürecinin bitmesiyle sahne yapmaya başlayacağım. Ama yine de kıyaslayabildiğim kadar kıyaslayayım. Grup müziğinin içinden geldiğim için en öndeki insanın, grubun geri kalanının enerjisinden bağımsız olduğuna inanmıyorum. Hatta dinleyici ve sahne bir bütün halinde sinerjiyi yaratıyor. Yani arkada davul çalıyorsunuz diye o gün düşük olmak ya da işinizi savsaklamak gibi bir şansınız yok. Görünür değilsiniz ya da ilgi odağı siz değilsiniz diye ‘fazla öne çıkmamaya gayret etmeniz gerekiyor’ diye bir durum da yok. Hepsi şovun bütününü oluşturduğu için herkesin üstüne düştüğü kadar kendini 'frontman' görmesinde fayda oluyor. Benim açımdan çok fark olacağını düşünmüyorum. ❏ Grup müziği yapmak size neler kattı? Zamanla, düşünerek değil refleks halinden gelen bir iletişim biçimi geliştiriyorsunuz. Grupla ya da tek başlarına şarkı söylemiş müzisyenlerle çalma imkanı buldum. En bariz fark, o anda müziğin ne istediğini bilip ona göre bir çalma refleksi geliştirmemiş olmaları. Dinamikler, ritmik yapı, stil gibi unsurları ezbere kullanıyorlar ve tabii ki sonuç facia. ❏ Söz yazarı Hazar ile enstrümantalist Hazar arasındaki duygusal-ruhsal fark neler? Birbirinden birçok anlamda farklılar. Söz benim için öncelikli unsur. Sadece hikaye ve anlatım bağlamında değil, kullanılan hecelerin/kelimelerin ritmik yapısı ve prozodisi açısından da. Diğerleri bunlara hizmet ediyor. Bir de enstrümanı çalarken ne çalacağımı biliyorum. Oysa sözü ya da müziği

yazarken ortada olmayan bir şeyi yaratıyorsunuz. Çok daha sancılı bir süreç. Enstrümantalist dünyam daha huzurlu ve istikrarlıyken söz yazarı dünyam çalkantılı ve derbeder. ❏ Tekli yayınlayarak ilerliyorusunuz. Neden? Süreci daha rahat yönetebilmek için. Bir albüm girişimim olmuştu ama tek başıma bu işe soyunup, organize olmakta zorlanınca süreç uzadı. Uzadıkça fikirlerim değişti ve yaptığım işi beğenmez hale geldim. Tekliler halinde gidersem bu sorunun çözüleceğini fark ettim. Tekliler yayınlamaya başladığım süreçte parçalar için albüm olarak tasarlanmıştı. Bu sefer hem vakit, hem tecrübe açısından altından kalkabilecek durumdaydım. Fakat Redd grubunun Spotify ile görüşmesi ve sektörle alakalı konular dolayısıyla vazgeçtim. ❏ Rolling Stone dergisi 5 ay önce bir araştırma yayımladı. DIY müzisyenlerin 1 milyar dolar'dan fazla kazanacağı, artık büyük plak şirketlerinin yeni çözümler aramaya başladığını yazıyordu. Türkiye'de bu yöntem ne kadar ilerleyebilir? Bağımsız işlerde para kesinti olmadan dogrudan hesaba geliyor. İşin adil ve şeffaf yürüyor olmasının yanı sıra DIY'in neden pazar olarak hızla büyüdüğünün açıklaması bence başka bir yerde daha yatıyor. Her şeyin postmodern yöntemlerle, dogrudan demokratik yollarla tanımlandığı ve takdir edildiği bir dönemde, modern dönemin filtre/otorite işlevini gören bir label yapısının uzun süre ayakta kalması zor. Bunun bir sebebi, DIY üretimin -pozitif anlamda- kontrolsüz büyümesi. Bir label üretimde kontrollüyken, DIY; bugünün üretim koşullarının ucuzluğu, kolaylığı ve kısıtlamanın olmaması sayesinde ürün popülasyonu açısından hızlı büyüme sağlayabiliyor. Label'in ürünü satmak gibi bir gayesi var, benim yok. Ama Türkiye'de bağımsız müziğin ticari başarı anlamında ciddi bir ivme yakalayacağını sanmıyorum. Bağımsız bir kanaldan, büyük bir organizasyona dahil olmanız çok zor. Bağımsız çıkıp ses getiren herkesle anlaşma imzalıyorlar ve o noktadan sonra başka bir isim görmez oluyorsunuz. Ta ki sistem onları da çiğneyip tükürene kadar. ❏ Bağımsız sanatçıların Türkiye'de festivallere dahil olması güç. Buna karşı bir planınız var mı?

Aytan'ın sosyal medyada yayınladığı stüdyo sürecinden bir kare.

Elden geldiğince vur-kaç usulü ufak tefek organizasyonlar yapılabilir. Türkiye'de ortak bir zeminde bir araya gelip hareket etmek çok zor. Herkes bir üst lige atlamanın derdinde, halbuki alternatif bir lig olabilir diye düşünüyorum, hatta bir lig olmak zorunda mı onu da sorguluyorum. Şimdi festivallerde neden hep aynı isimler çalıyor diye sorular soruluyor. Bir şey yapılmazsa yeni headliner'lar gelecek ve aynı soruyu bu sefer 10 sene sonra başkaları üzerinden soracağız. Planım biraz kolektif bir plan. "Bağımsız müzisyenler birleşin" falan demek de gerçekçi gelmiyor ama çok büyük bir harekete gerek yok, kendiliğinden ve lokal olarak gelişse çok güzel olabilir. ❏ Şarkılarınızda Teoman tınıları var gibi hissettik. Etkilendiğiniz bir isim mi? Yazın sonlarına doğru Cunda'nın içindeki mahalleden geçerek arka denizdeki sahile yürüyordum. Biraz nostalji olsun diye Teoman'ın 17 albümünü açtım fark ettim ki aranjelerdeki gitar kullanımlarımda bariz bir benzerlik var. Ben düzenleme yaparken kafamda pilot gitar-vokal üzerinden bir tını dünyası hayal ederim. Sonra da kafamda duyduğum şeyi demoda hayata geçirmeye çalışırım. Anladım ki çocukluktan gençlik yıllarıma kadar dinlediğim şeyler, duymak istediğim dünyaya bilinçaltı düzeyinde ciddi biçimde etki ediyor. Yeni dinlediğim şeylerde bu zehirlenmeyi fark edebiliyorum. Bir de İstanbul'da ilk defa bir albüme çalmak için stüdyosuna girdiğim isim Rıza Erekli'ydi. Rıza Abi, Teoman'ın da ilk albümlerinde rol almış etkili isim. Albüm sürecinde Rıza Abi'nin yanında geçirdiğim zamanın ve onda gördüğüm düzenleme mantalitesinin de etkisi olabilir. ❏ Bu yıl yeni parçalar olacak mı? Evet, 3 haftalık aralarla 3 tekli yayınlayacağım.


31

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

‘TANSİYON MÜZİĞİN ELİNDE’ Gökhan KAYA

Ahmet Tiryakioglu

M

üzisyen bir aileden gelen Ahmet Tiryakioğlu, görsel iletişim ve tasarım uzmanı. Çalışırken müzik merakından uzak kalmadı, bu süreçte 300’den fazla beste yazdı, kendine hayali albümler hazırladı. Ve Bodrum’a göç edince nihayet 15 yıllık hayalini gerçekleştirdi, 1 adındaki albümünü yayınladı. Kayıtları ve miksleri Bodrum’daki köy evinde gerçekleştiren Tiryakioğlu; eski analog synthesizer’lar, büyük ve yoğun davullar, sinematografik bir anlatım ve aranjman yapısıyla dinleyici baş başa bırakıyor. Tiryakioğlu sorularımızı yanıtladı. ❏ Şarkı isimlerine nasıl karar veriyorsunuz? İlk ritme karar verirken ya da ilk kelimeleri yazmadan hemen önce belli olmuş oluyor. Hatta zaman zaman melodi bile yokken, tek bir kelimeden yola çıkıyorum. O kelime de şarkının başlığı oluyor. Baldırlarım, Galiba ve Kaybettin’in üretimi tam olarak böyle oldu. ❏ Sözlerden çok besteler ön planda gibi. ‘Ön planda olmak’ tabiriyle hiç düşünmemiştim. Zaten kelime sayısına bakacak olursak teknik olarak öyle. Müzik ön planda... Daha doğrusu tansiyon, çoğunlukla müziğin elinde, vokalin değil. Dinleyiciyi somut bir hikaye değil de bir konuyla yalnız bırakmak istiyorum. Konuyu ve konsepti aldıktan sonra dinlerken kendi içinize dönüp, kelimelerden arta kalan geniş ses bulutlarının içinde, benim değil kendi yaşamınızla yüzleşmeniz galiba içten içe amacım. ❏ Siz görsel iletişimci ve tasarımcısınız. Bu müziğinizi nasıl etkiliyor? Tasarımın müziğimi etkilemesi değil, müziğin tasarımımı etkilemesi söz konusu. Çok küçük yaşlarımdan beri zihnimde ses kurgularım. Bu seçimleri yapacağım yıllarda hayatımı 2019 müzikten kazanmayı tercih etmediğim Bir için, sinema ve sonrasında da tasarımla

uğraştım. Aslında üretimi sürecinde otonom olarak kullandığım kurgulama teknikleri, görselle ilgili yaptığım işlerde hızlı yol almamı sağladı. ❏ Şu sıra Bodrum'da müzik yapanların sayısı epey artıyor. Bodrum'da neler oluyor? Bodrum’da müzik yapanların sayısının artmasına; estetik kaygısı olan tüm sanatçıların, üretim yapabileceği daha sağlıklı bir yer arayışının neden olduğunu düşünüyorum. Çok oksijen, az anksiyete… Ayrıca müzisyenlerin Bodrum’a çekilmesinin nedeni; bir hayat rutini oturtmuş, dağlarda yaşamaya hazır olmayan, bunalmış şehir insanının kendini tamamen izole etmiş gibi hissetmeyeceği bir yer olması. ❏ İnternet siteniz epey ilginç. Yüzünüzü göstermemenizin altında ne var? Birçok yerde yüzüm görünüyor aslında, yani özel bir estetik endişe değil. En uçuk, avangart sanatçıların ya da grupların bile streaming dünyasında, biyometrik pasaport fotoğrafı gibi promo shot’larla yer alması, biraz bu tarafa itti beni. Şimdiki tüm kapak ve fotoğraf çalışmalarına şöyle bir bakarsanız; 80’lerdeki kendinin vitrini olma konsepti ve olmazsa olmaz portreler geri döndü. Görünmediğimde, müziğimi dinlemeye daha fazla yoğunlaşılacağı gibi bir hissiyat var içimde. ❏ Müziğiniz sizce nasıl bir kitleye hitap ediyor? Kitleyi analiz edebilmek için yeterli zaman geçmedi. İlk aşamada görebildiğim kadarıyla, her duyduğuna kanmayan, seçici, müziği içinde daha hassas bir noktada barındıran bir kitle dinliyor. ❏ Sıradaki projeleriniz neler? Öncelikli planım, başka bir meslekle hayatımı devam ettirirken çevremde bulunan, dostlarımla üretim yapmak. Emprovize müzik anlayışıyla yetişmiş bir müzisyen olduğum için tek başıma bir kariyer planlamıyorum. Ayrıca kısa aralıklarla, albümdeki bir kaç şarkının daha klipleri yayınlanacak.

‘SERBEST OLMAYI SEVİYORUZ’

Gökhan KAYA

K

arşınızda ilginç isimli bir indie grup, Kalk Yerine Yat. İstanbullu grup Emre Akar (lead gitar), Eray Aydın (davul), Deniz Durer (bas gitar) ve Sinan Çetinkaya’dan (vokal) oluşuyor. Başıboş adında bir EP de yayımladırlar. Sinan Çetinkaya, genç grubun hikayesini ve planlarını anlattı. ❏ Grubun isminin hikayesi nedir? Grubun ismi birkaç kez değişti aslında. Bu ismi de üniversite yıllarındayken bulduk. İsmin anlamı farklı bir şekilde yalnızlığı tanımlıyor diye düşünüyoruz. Bir de insan sadece değer verdiği kişiye “Kalk yerine yat” der. Biz de dinleyicilerimize “kalk yerine yat” demek istedik. İsmimizin kesinlikle mizacımıza uygun bir isim olduğunu düşünüyoruz. ❏ Hayaliniz nedir? Dünya çapında müzik yapmak ve bizim gibi hisseden, hislerimize ortak olabilecek dinleyici kitlesine daha geniş alanlarda ulaşabilmek. ❏ OnAir Sahne ile yollarınız nasıl kesişti? Size nasıl bir katkısı oldu? OnAir Sahne bizi YouTube aracılığıyla buldu ve iletişime geçti. OnAir Sahne

şarkılarımızı sosyal müzik platformlarında paylaşabilmemizi sağladı. Ayrıca proje içerisinde yer alan tecrübeli müzisyenlerle tanışabilmemize olanak sağladı. Tek tek ulaşılması ve bizim de haberimizin olmasının zor olacağı birtakım sektörel projelere bağımsız müzisyenler olarak ulaşmamızı da sağlıyorlar. ❏ İstanbul'da bağımsız müzik grupları kendilerine sahne bulmakta çok güçlük çekiyor. Siz de şahit oluyor musunuz? Öyle düşünmüyorum. İyi müzik yapan grup sahne alabilir. Bu biraz girişimci olmak ve kendini kanıtlamakla alakalı. Diğer taraftan gruplar, bizim de içinde olduğumuz fikir gibi canlı müzik adı altında sahne almak istemiyor olabilirler. Buna saygı duyuyoruz. ❏ Bundan sonra neler olacak? Şu an, yakında çıkacak bir tekli projesi üzerinde çalışıyoruz. Tekliyi alışılmamış bir video klip ile paylaşacağız. Önümüzdeki yılın ilk ayları gibi de ikinci albümümüzü yayınlamayı düşünüyoruz. Öncelikli hedefimiz, önümüzdeki yaz sezonunda festivallerde daha çok yer alabilmek. Bunun dışında serbest olmayı seviyoruz. Ufak tefek cover videoları da gelir.

Kalk Yerine Yat

2019

Başıboş


32 'Müziğimizin esanslarını bir imza gibi taşıyoruz'

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

Batuhan K. OCAKÇI

P

aul Armand-Delille ve Alexandre Grynszpan, sahne adlarıyla Polo & Pan, Fransa’nın ünlü kulübü Le Baron’dan doğdu. Debut albümlerini 2017’de yayınladılar, dünyanın pek çok yerinde çok sevildiler. Türkiye de buna dahil, 2018 Mayıs'ında Zorlu PSM Caz Festivali, 2019 Kasım'da MIX Festival için İstanbul’a gelmiş ve çok beğenilmişlerdi. Müzik dünyasının en heyecan verici gruplarından kabul edilen ikili Polo & Pan 4 Ekim İzmir Arena’da, 5 Ekim’de İstanbul Volkswagen Arena’da sahne alacak. Öncesinde grubun Polo’su Paul ArmandDelille’le müzik hayatlarından parfümlere uzanan bir sohbetimiz oldu.

❏ Kariyerinizde Le Baron kulubünün büyük etkisi oldu. Kulüpler yeni müzikleri keşfetmek için eskisi kadar etkili mi sizce? Bir bakıma bunu söyleyebiliriz. Mesele daha çok jenerasyon ile alakalı. Müzikle ilgilenen 1625 yaş arasında bir gençseniz, evet, kulüplerde çok şey keşfediyorsunuz. Fakat kulüpler artık benim için çok söz konusu değil! Kırklı yaşlarıma yaklaşıyorum ve kulüp günlerini geride bırakıyorum. Çok sık turnelerim var ve kulüplere gidip çok bir şey keşfedemiyorum. Yine de kulüpler bu işin bir parçası. Orada müziği farklı duyuyor ve hissediyorsunuz. Evde oturup internetten dinlemekten oldukça farklı. ❏ Müziğiniz uyuşturucuyla çok bağdaştırılıyor, ne dersiniz? Evet, müziklerimizde masalsı bir sahne oluyor. Disney ve Oz Büyücüsü göndermeleri var. Bunları uyuşturucuyla bağdaştırabilirsiniz. Yoruma açık. Kitlemizin çoğunluğu uyuşturucu kullanmıyor. Elbette bazıları “İnanılmaz! Dorothy şarkısını LSD ile dinlemelisin” ya da “Bakara şarkısını hapla denemelisin!” diyebiliyor. DJ olarak bazı tecrübeler edindik ve biliyorsunuz, müzik bunun için yapılmıyor. Kişisel tüketimlerimizi çok

Polo & Pan

detaylandırmayacağım ama konuyla ilgili tecrübelerimiz var ve ürettiğimiz müzik üzerine etkileri oluyor. Müziğimizin insanlara uyuşturucu kullanmadan da benzeri etkileri yaşatmasını isteriz. Özellikle meth ama sakın kullanmayın! ❏ ‘Yazlık’ bir grup olarak görülüyorsunuz. Güneş, gökkuşağı, deniz... Kullandığınız motifler yaz mevsimini ve iç ısıtan anları hatırlatıyor. Ancak malum, kış geliyor. Bu mevsim değişimiyle grubun da karanlık bir yönünü görecek miyiz acaba? Gelecekte daha karanlık bir sound belki? Polo & Pan’in çok sevdiğimiz ve öne çıkardığımız iyimser bir yönü var. En başından beri karanlık yönler de oldu, Twilight şarkısı gibi. Dorothy de mesela, majör başlayıp minör biten bir şarkı ve sonlara doğru daha da derinleşiyor. Popüler şarkılarımızda ağırlıkla Brezilya etkisi var. Ne üretebileceğimizi düşünüyoruz ve elbette karanlık şarkılar da olacaktır. ❏ Dünya çapında bir DJ’lik modası başladı. Basketbolcular, mankenler, internet fenomenleri... Bazıları bunun türü çok basitleştirdiği yorumunda bulunuyor. Ne dersiniz? Bugünlerde herkes DJ olabilir. Herkes sevdiği şarkıları derleyebilir ve aynı BPM’de geçişler yapabilir. Fakat tüm bunlar sizi iyi bir DJ yapmaz. 6 aydır DJ’lik yapan ünlü birisiyle müziği seven ve 20 yıldır DJ’lik yapan birisinin tecrübesi aynı olamaz. Bu kötü bir şey değil. Durumu geçmiş yıllardaki rock gruplarına benzetebilirsiniz. Artık her yerde, her partide bir DJ var. Ne yapabilirsiniz ki, yorumlamak zor. (Gülüyor.) ❏ Sahne tasarımı sizin için önemli mi? Işık ve görsel düzenlemeler performansınızı nasıl etkiliyor? Elbette, çoğunlukla filmlerden ve sinematografiden etkileniyoruz. Sahne performanslarını da genellikle filmsel bir anlayışla kurguluyoruz. Bir başlangıcı, sonu ve orta kısımda birtakım maceralar var. Sahne ışıkları müziğin hikayeyi ve hikaye anlatısını destekleyecek biçimde olmalı. ❏ Kendi bestelerinizin yanı sıra remiksler de yapıyorsunuz. Şarkıları nasıl belirliyorsunuz? Sevdiğimiz birçok şeyin edit'ini yapıyoruz, eski müzikler genelde. Remiksleri biraz görünürlük kazanmak için yeni başladığımız zamanlarda yapıyorduk. Son zamanlarda çok yapmadık ama yapmak isteriz. Öncelikle şarkıyı çok sevmemiz gerekiyor. İçinde ilgi çekici bir şeyler bulmamız gerek. Bunları gözeterek remiks yapıyoruz. Elbette


33

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

'Tüm s'leri kullanıyorum'

Çağatay YILMAZ

L

1.5 milyon

302 bin Geçen ayki Spotify aylık dinleyici sayısı

Laura Misch

çok teklif alıyoruz fakat yaptığımız işin grubun geçmişine uygun olmasını ve single gibi ses getirmesini istiyoruz. ❏ Dünya çapında turlar yapıyorsunuz. Biriktirdiğiniz şeyler var mı? Kartpostal gibi hatıralıklar belki... Geçen ayki İstanbul’dan mı? İstanbul’da hayatımın aşkıyla Spotify aylık tanıştım. Şu an beraberiz, tüm olay bu. dinleyici sayısı ❏ Hangi enstrümanları değişkene göre şekil alıyor. Eğer tecrübeli ve ekipmanları bir DJ iseniz mekana ve seyirciye göre kullanıyorsunuz? setlist hazırlayabiliyorsunuz. Sahnede birtakım ❏ Müzik dışında neler yapıyorsunuz? ‘DJ işi’ anlar Resim yapıyorum, tenis oynuyorum. yaratmak için midi Koşmayı seviyorum, yarı maraton kontrolör ve turntable koşmuşluğum var. Bir de iyi düzeyde gibi ekipmanları satranç oynuyorum. bulunduruyoruz. ❏ Afişinizde çiçek öğelerini bolca Stüdyoda ise çok çeşitli kullanıyorsunuz. Çiçeklerle aranızda enstrümanlar bulunuyor. nasıl bir bağ var, Fransız-parfüm Nadir enstrümanlar ilişkisine benzetebilir miyiz? bulmak için uğraşıyoruz Sanırım. Parfüm yapımıyla ilgili ve onları çalabilecek profesyonel olmasa da bir fikrim var, insanlarla iletişim evet. Müziğin de tıpkı parfüm yapımı kurmaya çalışıyoruz. gibi benzeri temelleri ve esansları var. Gerçek enstrümanları Yaptığımız müzikte sevdiğimiz ve kaydedip sonrasında tutunduğumuz bazı altyapıları, davulları midi kontrolörle devam ve basları korumaya çalışıyoruz. Bunları ediyoruz. Hatta cam, su sürekli değiştirmektense müziğimizin ve metal sesi gibi şeyleri esanslarını bir imza gibi taşıyoruz. kaydedip kullandığımız ❏ Büyük bir festival mi, küçük bir da oluyor. kulüp mü? İkisinde de çalmış bir ekip ❏ Setlist’i nasıl olarak auralarını nasıl kıyaslarsınız, belirliyorsunuz? hangisini tercih edersiniz? Daha önce bahsettiğim İkisini de eğlenceli buluyorum. film benzetmesi gibi... Modunuz çaldığınız güne göre de değişiyor Bir hikaye anlatmalısın tabii. DJ’lik biraz da doğaçlamayla ilgili. ve başladığın ve Canlı performanslarda bütün unsurları varacağın noktayı göz önünde bulundurmalısınız. Eğer seçmelisin. Yap-boz belli bir şekilde doğaçlama yaptıysanız parçaları gibi. Mantıklı bir daha aynı şekilde yapamazsınız. bir bütün oluşturmalı. Bu ilk turnemizde performanslarımız Çaldığımız yerlere doğaçlamalara pek açık değil. Bu durumu göre canlı setlerimiz ikinci turnede elbette değiştirmeye zaman içerisinde evrildi çalışacağız ama ilkinde her şeyi doğru diyebiliriz. Uzun ya da düzgün yapmanız lazım. kısa bir setlist tercihi ❏ Seyirciyi ne bekliyor? yapıyoruz. Geç bir saatte Seyirci eksiksiz bir performans çalacaksak kulüp tarzına izleyecek. Amerika’da bir çok yenilik yöneliyoruz ya da tam yaptık. Sahnemizi çok geliştirdiğimize tersine erken bir saatte inanıyorum. Müthiş kıyafetlerimiz var. çalacaksak pop tarzı Bütün detayları vermeyeceğim, gelip tercih ediyoruz. Birçok görmeniz lazım!

aura, maaile sanatçı Misch'lerin bir ferdi, genç yetenek Tom Misch’in kız kardeşi... Sesini ilk olarak 2016’da Shaped by Who We Knew’la duyduk. Londra’nın çağdaş deneysel caz sahnesine bu şarkıyla giriş yaptıktan sonra hem eleştirmenlerin hem de dinleyicilerin dikkatini çekti. Sadece Londra dinleyicilerinin de değil. Keza Spotify’a baktığımızda Londra’dan sonra en çok dinlendiği yerin İstanbul olduğunu gördüm. Daha önce hiç karşısına çıkmadığı Türk seyircisiyle bağının nedenini sorduğumda “Gizemli bir durum. Gerçi okurken 3 ay İstanbul’da yaşadım, o zaman bir tohum ekilmiştir belki?” diyor. Burada kaldığı sürede sokak müzisyenlerini dinlemeyi de çok sevmiş. Kendi deyişiyle lagün mavisi müziğinin sevilmesiyle, BBC ve Jazz FM gibi yerlerde kendisine bolca yer buldu. Ardından ilk albümü Playground, 2017’de Mayıs ayında geldi. Sonra 2018’de yayınlanan Lagoon teklisiyle kitlesini daha da büyüttü. Mart ayında röportaj yaptığımız Khruangbin’le tüm Avrupa’yı turladı. Turneyi “Grup çok havalıydı, çok eğlenceli bir turne oldu” diye anlatıyor. End of the Road, Visions, All Points East, Meadows in the Mountains, Oslo Caz Festivali… bir sürü önemli festivalde de boy

gösterdi, yetmedi bu yıl ikinci albümü Lonely City geldi. Kardeşi Tom’la kaydettiği Follow da büyük beğeni topladı. Kullandığı enstrümanları sorduğumda ”Saksofon, sözler, synth’ler, soundscape’ler, tüm s’ler yani” diyor. Britanya müziğinin ve dinleyicinin karamsarlaşması iddialarının karşısında iyimser, "Bir karamsarlık olduğuna katılıyorum ama dans müziği yapanlar da var. Bir tür neşeli aktivizm ya da direniş de var yani" diyor. Her Britanyalı müzisyenin mecburen gündeminde olan Brexit konusundaysa, "Bence gerçek şu ki Brexit’in müzik dünyasını tam olarak nasıl etkileyeceğini kimse bilmiyor. Genellikle popüler kültür sanat hareketlerini etkilese de, sanat da genellikle belirsiz zamanlardan beslenir ve böyle zamanlarda insanların yaratıcılığı ortaya çıkar." Kendine has bir karakter Laura, resim yapmayı da seviyor, bütün sanat formlarının bir şekilde bağlı olduğunu söylüyor. Sahne öncesi rutinini "Nefes alıyorum, saksafonumdan bir sürü uzun notalar çalıyorum ve ağaç pozunda duruyorum" diye anlatıyor. "Bir saksofon bulutuna çekilmeyi" vadettiği sahnesiyle Laura Misch, Türkiye’deki ilk konseri için 3 Ekim akşamı Salon İKSV’de olacak. Caz ve elektronika tarzlarda yeniliklerden hoşlanıyorsanız, kaçırmayın derim.


34

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

Khontkar

Çağatay YILMAZ

K

'GÜNAH KEÇİLİĞİ YAPIYORUZ BİZ'

hontkar şarkılarıyla olduğu kadar konuşmaları, açıklamaları ve maalesef adli olayları dolayısıyla gündemde. Bilmeyenler için, kendisi trap müziğin İzmir ayağının temsilcilerinden. Şarkılarının yanı sıra, RedKeys ve Berry Allen adıyla yaptığı prodüktörlük işleri de ilgi topluyor. Epeydir yoluna Türkçe şarkılarla devam ederken şimdi Nothing Can Do Bout It teklisiyle karşımıza çıktı. Khontkar’la tanışmak ve daha çok yeni teklisini konuşmak istemiştim ancak geçen yıldan kalma davasının kararı da açıklandı. Konunun buna kaymaması mümkün olmadı tabii ki. Rap müzisyen geçen yıl farklı isimlerle yakın zamanlarda benzer suçlamalarla tutuklanmıştı. Merak edenler için, güncel kararla ilgili sorularıma verdiği cevapları başta yazacağım. Müzisyenlere yönelik hapis ya da sansür kararları bazen büyük tepkiler topluyor, bazen gündemde kaynayıp gidiyor. Kıymeti olur mu bilemiyorum ama belirtmek isterim, sansür ve baskı bence 'ama'sız bir konu, katiyen hafife alınmamalı. Onun müziğini sevmek ya da sevmemek herkesin kendi bileceği bir iş elbette. Asla anlayamadığım kesimse, kararın ardından özellikle sosyal medyada sevinç çığlıkları atanlar. Söylediğine göre, bu sayıyı yayınlarken yargı süreci devam ediyor. Diğer müzisyenler gibi onun davasını da yakından takip edeceğiz. Yeni teklisini canlı dinlemek isteyenler kaçırmasın, Khontkar 5 Ekim’de DasDas’da sahne alacak. Khontkar'la 2019 Nothing Can sohbetimiz gündem nedeniyle Do Bout It biraz uzadı. O da elbette yine

iddialı konuştu, hayranları da onu bu yüzden sevmiyor mu zaten? ❏ Verilen karardan sonra nasıl bir yol izleyeceksin? Daha önce bu başıma geldiğinde hemen içeriye alındım. Şu an mücadelemi dışardan sürdürüyorum. Bu benim için ekstra bir avantaj oluyor tabi olayları yönetmek açısından. Basınla görüşmeye de başladık işte, önümüzdeki günlerde onunla ilgili yankılar gelmeye başlar. Bir yandan da, bu cezayla birlikte kaldırılan yurt dışına çıkma yasağı da verildi. İlk olarak en azından bu yasağı kaldırmayı deneyeceğiz çünkü yurt dışı konserlerimiz olacak önümüzdeki günlerde. Anlaşılmış işler var, mahkeme bunları göz ardı ediyor. Başkalarına yapmıyor belki ama bize böyle denk geliyor. Neyse... Hukuki süreç sürüyor, istinaf mahkemesine de gidecek karar. 4-5 avukat oldu şu anda, hepsi birden bu kararı nasıl döndürürüz, en başından neden böyle bir şey var zaten diye uğraşıyorlar. Başka yerlerde daha önce söylemişimdir, günah keçiliği yapıyoruz biz. Daha önce ABD'de küfürlü şarkı sözleri yüzünden insanlar tutuklanıyordu ama sonra 'Parental Advisory' etiketi geldi, çocuğuna dinletmek istemeyen dinletmiyor. Biz zaten 18 yaşından küçüklere de dinletmiyoruz, her şey Kültür Bakanlığı'ndan onaylı. Bu tip olaylarla yolumuzu kesmeye çalışıyorlar açıkçası. Güçlüyüz, devam! (Gülüyor) ❏ Bu karar seni bir müzisyen olarak nasıl hissettiriyor? Hırslanıyor musun ya da hayal kırıklığı mı hissediyorsun? Birçok şey yaşadım ben. İnsanların gördükleri de var, görmedikleri çok fazlası da. Son 2-3 senedir görülen kısmı bile

kimi insanlara "Ya bu adam neler yaşıyor" dedirtti. Her zaman tüm bunlar beni daha çok hırslandırdı ki buradayım, anladın mı? Tutuklandığımda da çıktığımın ertesi günü şarkı yayınladım. Bunlar sokakta dönen şeyler. Bunları zaten biz yapmıyorsak da televizyonda insanlar başka şeyler yapıyorlar. Hepsine birden aynı muamele gösterilsin. Onların da dokunduğu yerler olduğu için işler değişebilir. Şimdi ' birbirinden ayrı hepi topu 3-4 adam bunlar, bayıltalım' diye peşimize düşülüyor ama radyocusuna kadar tüm camiayı yönlendiren şeyler. Herkesin özgürlüğüyle alakalı yani! ❏ Geçen yıl da sansür ve hapisle karşılaştın. Bunları 80'lerde metalcilerin başına gelenlerle kıyaslayanlar var. Onlar da benzer şeylerle karşılaşmışlardı ama yaptıkları parçalar şu an yeni klasikler olarak gösteriliyor. Rap için de böyle mi olacak sence, ya da daha ılımlı şarkılar mı göreceğiz? Şarkıların ılımını herkes adına bilemem. Benim bir çizgim var ve henüz bunu bozduğumu düşünmüyorum. İçerikle alakalı ise dönem dönem farklı konular ele alıp farklı genre’ları cross’lamışlığımız oldu. Hâlâ böyle devam ediyor.

‘İNSANLAR HÂLÂ ARABESK RAP DİNLİYOR’

❏ Müziğe dönelim. Rap müzik, özellikle trap son zamanlarda Türkiye'de çok revaçta görülüyor. Bu ani yükselişin sebebi ne sence? Zamanında Soulja Boy’un patlamasına benzetiyorum. İnternet o dönem ABD’de ilk fenomenlerini yaratırken burada yeni yeni


35

RÖPORTAJ oturuyor. Bu söylediğim değişik gelebilir, evet bizler sanatçıyız, fenomen değiliz fakat sosyal medyada aktif olmak artık bu işin bir parçası. Bu arada trap revaçta muhabbetini ne zaman görsem trap müzikle ilişkili bir söylem olarak görülmemeli. Sporcu nasıl spor yapıyorsa söylerim. Revaçta değil. Öyle bu o. Sözlerimin kolay, flow’larımın basit olsaydı RedKeys daha popüler bir topluluk olurdu. İnsanların olduğunu düşünen her kimse başka şeyler dinlesin. Bahsettiğiniz şeyleri bu müziği dinlediği şeyler arabesk rap yapmaya çalışanlar da yapıyor. Ama benim hâlâ bence. Beat tarzından söz kalıplarımı kullanıp benim flow’larımı bahsediyorsanız, kendini örnek alıyor. Ben bu müziği Türkçe geliştirmeyen bir prodüktör yapmadan önce Türkçe örneği yoktu. Nasıl takımı var. Daha zengin Ceza zamanında ‘hızlı söyleme’ tekniğine bazı içerikler bekliyorum. Hype’ın kelimeleri bahşettiyse, ben de trap müzikte peşinde koşmayı bırakıp bunu yaptım. Şu an İzmirli olmayan biri birazcık stüdyoda ineklemek bile İzmirli gibi ‘yapıyom’ şeklinde dizilimler gerekiyor. kullanıyor. Bu sadece bir örnek. ‘KENDİNİ ❏ İngilizce şarkılarla epeydir GELİŞTİRMEYEN piyasadasın. Rahat mısın bu dilde? PRODÜKTÖRLER İngilizce söz yazarken nasıl bir yol VAR’ izliyorsun? ❏ Nothing Can Do Bout It Açıkçası ultra rahat olduğumu parçasının hikayesi nedir? Bir söyleyemem. Bazıları İngilizce bildiğim için de RedKeys’le ilgileniyorsun. kolej okuduğumu falan zannediyor. İngilizce Müziğin hem üretici hem de şarkı yapmak hoşuma gidiyor. Söz yazarken perde arkasındaki tarafında genelde nasıl bir yol izliyorsam öyle devam yer almak nasıl? ediyorum. Bazen direkt bir ilhamla girişmek 2016’da yeni bir eve de olabilir, bazen öncesinde bir kaç freestyle taşınmıştım. Henüz kendi kayıt alıp flow’lar üzerine çalışmak da olabilir. çalışma ortamımı yaratmadan, Yaptığım ekstra bir şey yok sanırım. basitçe kurulup birkaç beat ❏ Özellikle rapçilerde gördüğümüz yüze yaptım. Bu da onlardan bir dövme yaptırma modası var. Sende de var. tanesiydi. Aynı günlerde Bir anlamı var mı senin için, tarzın bir sözlerini de yazıp kaydı tamamlayıcısı mı? tamamladım. Bulunduğum Dövme çocukluğumdan beri sevdiğim pozisyonda olmak istediğim bir şeydir. O yüzden bunu şimdi moda için varım. O yüzden genel oldu diye nitelendiremem. Her dövmemin anlamda keyifli geçiyor. Bu bi anlamı var. Benim için anlamlı şeyleri o işin de kendine göre sorunlu anda yaptırıyorum. Yüzümdekileri de aklıma tarafları var. Bazı konularda geldiği anda yaptırdım. menajerim benim adıma ❏ Khontkar ne izler, ne dinler? Çok görüşürken şirketim adına etkilendiğin bir şarkı ya da film oldu mu? kendim iletişim kuruyorum. Genellikle komik şeyler izlemeyi severim. O kısmı biraz enteresan geliyor Animenin de hayatımda baya yeri var. bana hep. Sevdiğim çoğu şarkıdan etkilenmişimdir. ❏ Rap müzisyenler O anlamda biraz duygusalım. Film açıkçası arasındaki tartışmalar aklıma gelmedi şu an, bu soruya alelacele da alevlendi. Senin dahil bir cevap vermek istemiyorum haha! Bir şey oldukların da var. Bu rap izlerken başka hiçbir şeyle ilgilenmem onu müziğin doğasında var ancak söyleyeyim şimdilik. olayları kişiselleştirip tuhaf ❏ Albüm kapak tasarımların çok dikkat kavgalara girişmek Türkiye'ye çekici, nasıl karar veriliyor? özgü mü? Diss'ler rap müziği Teşekkür ederim. Genelde müzik üzerinde besliyor mu? çalışırken aklımda belirmeye başlıyor. İş Türkiye’ye özgü değil tabii o aşamaya geldiği zaman birkaç beyin ki. Bu müzik dobra olduğu fırtınasıyla daha iyi bir noktaya getirip için böyle oluyor. Müziği tamamlıyoruz. Uzun yıllar tasarımları besliyor mu, beslemiyor mu kendim yaptım. Kime Ne teklisi benim bilmiyorum. Diss olayları pek kapak tasarımını yapmadığım ilk sevdiğim şeyler değil. Birinin çalışmamdı. Başarılı çalışması için ‘flex’ini halihazırda ürettiği Selin Çınar’a da buradan ayrıca şarkılarda duyabiliriz bana göre. teşekkürler. Biriyle dalaşa girmesine çok ❏ Sırada neler var? gerek yok. Bütün yaz neredeyse her hafta ❏ Ocak ayındaki gerek RedKeys Music gerek solo Cumhuriyet röportajında olarak çalışmalar verdik. Sırada Trap "Günde 10 şarkı üretiyorum" Kont 2.5 adlı EP’im var. Benim için demişsin. Trap'e diğer önemli bir proje. Hırçınlık değil müzisyenlerin en sık yaptığı olgunluk EP’si. Konserler başlıyor eleştiri de fazla kolay ve basit tekrar. RedKeyGang La Familia 2 olduğu yönünde, ne dersin? yolda. Daha bir çok yeni proje... Öncelikle, bu söylemim

. EKIM 2019

840 bin

Geçen ayki Spotify aylık dinleyici sayısı


36 'Daha kalabalık olacaktık ama kimse gelmedi'

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

Ece ULUSUM

E

peydir Da Poet ve Kamufle’yi sosyal medyada halı saha maçları yaparken görüyorduk. Maç sevgilerinin bir şarkıya dönüştüğünü, hip-hop’un basketboldan farklı bir spor dalıyla bir araya geldiğini ve üzerine bir de kadroda Barış Demirel’i görünce acayip sevindik. Şarkının adı hikayeye uygun; Ofsayt. Bir de halı sahalı, oraletli, tavlalı klipleri var ki maç biraz tek kale olmuş. Barış Demirel, Da Poet ve Kamufle hem şarkının hem de klibin hikayesini anlattı. ❏ Bu üçlünün bir araya gelişinin hikayesi nedir? Kamufle: Üçümüz de müzik sayesinde tanışmış insanlarız. Birlikte hem mutfakta hem de sahnede birlikte müzik icra ediyoruz. Da Poet ile hip-hop ortamından bir arkadaşlığımız var, yaklaşık 7-8 yıl olabilir. Barış ile sevgili Harun İzer sayesinde tanıştım, iyi ki de tanıştım, benim için çok değerli insanlar. Barış D.: Zaten Kamufle’nin grubunda çalıyorum. Da Poet’in evindeki stüdyosunda Kamufle’nin yeni albüm kayıtları için toplanmıştık. Da Poet malzeme biriktirmeyi, sürekli fikir kaydetmeyi seven biri. O gün kaydettiklerimiz arasında bir fikir çok hoşuma gitti. Üzerine yeni partisyonlar buldum. “Gelin bunu parçaya dönüştürelim” dedim. Sağ olsunlar Da Poet de Kamuf da kabul etti. Sonra Da Poet’le müziği kurgulama, düzenleme sürecine girdik. Gitarları ise senelerdir aynı grupta müzik yaptığım Tibet Akarca çaldı. Da Poet: Müzikal ihtiyaç ve iş birlikleri dostluğa, dostluklar da şarkılara dönüşebiliyor, güzel de oluyor. ❏ Arada sizleri sosyal medyadan halı saha maçlarında görüyordum. İşlerin halı saha maçlarından bir parçaya evrilmesi süreci nasıl gelişti? Kamufle: Evde takılırken tamamen denk gelme sonucu çıkan bir fikir. Evde eski futbol maçlarının videolarını izleriz. Bilinçaltına yerleşmiş de olabilir. Barış D.: Müzik büyük oranda hazır ve henüz daha sözler yazılmamışken gidip telefonla halı sahada klip mi çeksek diye düşünüyorduk. Futbolun hayatımızda güzel bir yeri var. Bunun üzerinden hayattaki çeşitli ahvalleri konu ederek, futbola göz kırparak bir tema oluşturalım dedik. Da Poet: Kamuf ’la bizim 90bpm ekibiyle yaptığımız halı saha maçlarında oynadık ama Barış'la hiç oynamamıştık, kliple ilk oldu. Ben futbol izlemeyi seven bir adamım. YouTube'da sonradan en sevdiğim kanallardan biri olan Amatör Futbol kanalını keşfetmemi Barış sağladı mesela. Sonra orada dış dünyadan izole, bana çocukluğumu hatırlatan bir dünya buldum, ben de 15-16 yaşına kadar amatör kulüplerde oynamıştım. Müzik yaparken birden bu serbest bilinç akışı gerçekleşti, konu da böyle ortaya çıktı. ❏ Klipteki imajlar çok güzel. Maç, tavla,

oralet... Ediz Hafızoğlu'nu da görüyoruz klipte. Klibin hikayesi nasıl oluştu? Kamufle: Aslında daha kalabalık olacaktık ama kimse gelmedi. (Gülüyor.) Sevgili İpek Kent ve ekibi o anda doğaçlayarak çok güzel kareler yakaladı. Herkesin emeklerine sağlık. Biraz ödem atmış olduk. Da Poet: Ediz abi ve İpek'in çok emeği geçti gerçekten. Parçayı tamamen sponsorsuz ve bütçesiz yaptık. Her şey bize destek olan dostlarımızın imkanlarıyla gerçekleşti. Barış D.: Klibin bir şekilde halı sahada komik ve eğlenceli olacağını düşünüyorduk. Ediz abi de hem teklinin Lin Records’tan yayınlanması konusunda hem de gelip klipte yanımızda olmasıyla bize yardımcı oldu. Klibi çeken Mevzu ekibine ve İpek’e çok sevgiler! ❏ Rap ve caz müzik genleri dolayısıyla aslında iç içe. Türkiye'de rap ve caz birbirinden bağımsız ilerledi. Şimdi daha yakınlaşıyor. Siz ne diyorsunuz, caz&rap projeleri görür müyüz daha? Kamufle: Şahsen benim bir hayalim gerçekleşti bu dirsek teması sayesinde. Öncesinde zaten Nazdrave x Rap projesini Ediz Hafızoğlu önderliğinde başlattık. Ben şahsen JHM ekibi ile dirsek temasında oluyorum. Caz festivallerinde ekibimle sahne

alıyoruz yıllardır ve olması gereken de bu. Caz, blues, funk, soul olmasa hip-hop altyapıları biraz zor oluşurdu. Da Poet: Caz ve rap başta Amerika'da olmak üzere tüm dünyada anne ve oğul gibiler. Müziğin bu enginliğinden ve doğurganlığından her zaman büyük zevk almış biri olarak, harika müzisyenlerle çalmak, yeni tınılar, sesler keşfetmek benim için hep heyecanlı olacak. Nazdrave x Rap direkt olarak bir cazrap projesi değildi aslında. Sadece birkaç kez sahneleyebildik, albümünü tamamlayabilirsek sanırım Türkiye'de ilk kez böyle bir proje yapılmış olacak. ❏ Şarkıda futbol dünyasından isimler ve imgeler var. Rap ve basketbol özdeşleşmişken futbolu entegre etmek epey sıkı iş olmuş. Bunu bir halı saha konseriyle taçlandırma planınız var mı? Kamufle: Gerekli imkanlar sağlanırsa neden olmasın? Ben basketbol oynadım yıllarca ama hep bir futbol maceram vardı. Bu, aileden gelen bir akım. Barış D.: Halı sahada konser verme fikri çok iyiymiş. (Gülüyor.) Da Poet: Üst direk challenge'ta iddialı MC'leri bekliyorum. (Gülüyor.) ❏ Parçanın adı en başından beri Ofsayt


37

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

Aradığınız konser Güney Kore'de

K

mıydı? Niçin bu ismi tercih ettiniz? Kamufle: Hayatı futbol temalarıyla pekiştirdik ve buna en çok yakışan şey de ofsayt. Hayatın bizi genel olarak ofsayta düşürmesinden mütevellit adı yakıştı diye düşünüyorum. Sadri Baba’ya selamlar! Da Poet: Parça uzun süre isimsiz yaşadı, bana kalsa ben parçalara isim koymam ama maalesef insanlara sunarken bir 'tag' bulmanız gerekiyor. Herhalde parçanın günümüz ana akım modalarıyla uyumsuz oluşu, bir nakaratının Geçen ay yayınladıkları olmayışı, hibrit bir tarzının olması, hele bir de klibin YouTube üzerinden futboldan dem vuruyor olmasıyla verilebilecek izlenme sayısı en tutarlı isim bu olur diye düşündük. ❏ Barış Demirel'in solosunun daha uzun çok fazla düet yaparken görüyoruz sizi. olmasını dinleyici Her iş birliği yaptığınız isim farklı müzik olarak isterdim. Sahnede türlerinde ve farklı tarzlarda üretim doğaçlamayla Demirel'in yapıyor. Gelecek albümünde iş birliğindeki bölümlerini daha uzun deneyimlerine dayanarak farklı bir sound ve duyma olasılığımız var tarzla görecek miyiz sizi? mı? Kamufle: Albüm çok güzel bir yolda Da Poet: Sahnede her şey ilerliyor. az kaldı ve çok keyifli düetler var. olur, olmalıdır da. Çıktığı zaman yorumlarınızı merak ediyorum. Barış D.: Parçadaki Farklı müzik sound’larına dokunmaktan trompetler bence tam ve farklı sesler keşfetmekten büyük keyif kararında oldu. Hem süre alıyorum. hem de fikir olarak… ❏ Susamam parçasıyla ilginç tartışmalar Sahnede tabii ki doğaçlama ve hedef gösterme çabaları başladı. olarak daha uzun Toplumdaki sorunlara parmak basan çalınabilir. Henüz hiçbir Türkiye'de emsali olmayan bir proje. Bu gibi konserde ya da etkinlikte saldırgan tutumlar şarkı üretiminizi ve sizi canlı olarak çalmadık ama nasıl etkiliyor? çalacağız. Kamufle: Yaptığımız projeden ötürü Kamufle: Kesin vardır. hepimiz çok mutluyuz. Müzik çalmaya devam ❏ Barış Demirel, sizin etsin. Gerisi teferruat. vokal olarak parçalarda ❏ Sıradaki projeleriniz neler? yer alma planınız yok mu? Da Poet: Kendi adıma artık solo albümümü MC tarafınızı görecek tamamlamak istiyorum. Ortak projeler ve miyiz? prodüksiyonlar da devam edecek. Barış'la yeni Barış D.: MC’lik çok şarkılar üzerine çalışıyoruz. eğlenceli ama bir o kadar Barış D.: Halihazırda yayımlanmış, da çok zor. Konserlerde elektronik müzikten hip-hop’a, indie’den caz yaptığım oluyor ama bu müziğe çalan müziklere eşlik ettiğim projeler, işin amatörüyüm. Da Poet düetler var. Barış Demirel - Barıştık Mı projesi ile çalışacağım, bir nevi koçluk gibi. Zaten hip-hop şu sıralar konserleriyle devam ediyor. Aynı zamanda grup olarak yeni single demoları müzisyenleriyle birlikte kaydediyoruz. Yakın zamanda yurt içi ve yurt daha çok mesai yaptıkça dışında konserlerimiz olacak. Da Poet ile olan öğrendiğim bir sürü yeni şey oluyor. Trompetimle ortaklığımız devam edecek, hazırladığımız sahada olmak daha çok yeni bir parça var. Ofsayt’ta Kamuf ’u konuk tercih ettiğim ve güven etmiştik, yeni teklide farklı bir konuk olacak. duyduğum bir durum. Kamufle: Konser ve albümlerde görüşmek ❏ Kamufle, şu sıra üzere!

13.401

-Pop, BTS’in öncülüğünde bayrağını dünyanın her yerinde arena ve stadyumlara dikerken bir de müjde verdi aslında. Kore’nin dünya müzik endüstrisindeki yeri sağlamlaşmıştı, hatta artık vazgeçilemez denilebilir. Bu hem ülkeden çıkan müzisyenler hem de turnedeki yabancılar için geçerli. 90’lara kadar, turnelerine Asya’yı ekleyen isimler bile 60’lı yıllardan beri Japonya’ya gitmelerine rağmen Kore’ye pek uğramamış. 90’larda Blur gibi gruplarla açılan perde, 2000’li yıllarla iyice büyümüş. Pollstar’ın haberine göre, bu büyümenin kanıtlarından biri de Maroon 5. 2011 yılından bu yana Kore’yi her album turnesine dahil eden grup en son 27 Şubat’ta Seoul’da sahne almış. Habere göre de, 3.5 milyon dolarlık bir hasılat toplanmış. Elbette Kore’yi ziyaret eden başkaları da var, Muse 2010 ve 2015’te oradaydı örneğin. Ed Sheeran geçen Nisan ayında 25 binden fazla Planlarda geleneksel müziğe ayrılmış seyirciyle, yine alanlar da var. Pollstar’ın haberine Bu geleneksellik yanlış anlaşılmasın, göre 2.7 milyon müzikte farklı türlere kapılar açık dolarlık hasılat gözüküyor. EDM sahnesinde, Ultra toplanan bir konser Korea Festivali 2011’den beri sürüyor. yaptı, öncesinde Spectrum Festival’in dördüncüsü 2015’te de bir konseri de yakın zamanda gerçekleşti. Seoul olmuştu ama buna World DJ Festival de tüm dünyadan göre daha küçük DJ’lerin katılımıyla yapıldı. Icheon ebatlarda kalmıştı. Pentaport Rock Festivali Weezer ve Coldplay de Steelheart gibi dünya çapında rock 2017’de ülkenin en müzisyenlerini buluşturdu. Seoul çok hasılat toplanan Caz Festivali de 10. yılını Kore’ye konserini yaptı, Rudimental ve Fitz and The Tantrums Jamsil Olimpiyat gibi isimleri getirmenin gururuyla Stadı’nda yaklaşık kutladı. Bir de her yerde yükselen yüz bin seyirciyle K-pop var elbette. Dream Concert, gerçekleşen konserde 1995 yılından beri devasa bir K-pop 10 milyon dolardan etkinliği olarak her yıl Seoul’de fazla hasılat toplandı. gerçekleşiyor. Tüm bu etkinlikler, Dünya çapında başta bahsettiğimiz BTS gibi Kore müzisyenlerin çıkışlı grupların dünya çapında Kore’ye geliyor başarısıyla birleşince endüstri tam gaz olması, yerel büyüyor gözüküyor. Büyük şirketler müzisyenlerin de Kore’ye gitmemecesine yerleşiyor işlerini kötü dolayısıyla. Live Nation’ın Seoul’da etkilemiyor gibi bir ofisi var, AEG Asia CEO’su Adam gözüküyor ama, Wilkes de Forbes’a şirketin Kore son verilere göre yatırımlarının artacağını söylemiş. konserlerin yüzde Müziğin iki Kore arasındaki bağları 80’i yerli. tamir etmekte de bir etkisi olabilir. Kore’nin müzik 2018’deki barış görüşmelerinin başkenti de Seoul. öncesinde 160 Güney Koreli Müziğe yatırımlar müzisyenin katılımıyla gerginliği da sürüyor, yakın düşürmek için yapılan etkinlik, zamanda 400 milyon diplomasinin açıkça bir parçasıydı. dolardan fazla 2 yıldır gerçekleşen DMZ Barış maliyetle yapılacak Treni Müzik Festivali de ara bölgede yeni müzik arenası gerçekleşiyor. Belki Kore’nin ihtiyacı planları açıklanmıştı. olan şey biraz müziktir, kim bilir?


38

TEKNOLOJİ

. EKIM 2019

SONBAHARDA TEKNOLOJİ E

ylül ayının başında Berlin’de düzenlenen IFA'ya gittim. CES’den sonra dünyanın en büyük tüketici elektroniği fuarı. BSH Türkiye davetlisi olarak katıldığım fuarda, ev için geliştirilen son teknoloji ürünleri deneyimleme şansım oldu. Mobil dünya, en hızlı tüketiciyle buluşan yüksek teknoloji. Ancak ev elektroniği de akıllı teknolojilerle ciddi bir atak yapmış görünüyor. Mobil dünyayla ilgili önemli gelişmeler oldu, ondan da bahsedeceğim. Önce ceplerimiz ardından otomobillerimiz ve son olarak evlerimiz akıllandı. Son bir adım kaldı ki bu mihenk taşı olacak bir dönemin başlangıcı. 5G teknolojisiyle tüm ekosistem aktive olacak. Birbiriyle kısıtlı oranda haberleşen dünya tam etkileşime geçecek. 2020’den sonra bunu daha çok hissedeceğiz. Evlerin akıllanmasını lambaların açılıp kapanması olarak artık düşünmeyin. Mutfağınızdaki sıradan görünümlü davlumbazın bile artık farklı görevleri var. Evinizdeki havanın kalitesini yükseltebiliyor. Alerjik etkileri olan partikülleri hissettiğinde devreye girerek daha konforlu bir solunum için kendi kararıyla çalışıyor. Hava normal değerlere indiğinde kapanıyor. Bu şimdilik daha çok açık mutfaklı alanlarda iş yapar ya da sadece mutfağınızın havasını temizleyebilir ama tüm evin havasını temizlediği günler de bence fazla uzak değil. Klima kardeşiyle haberleşip buna kendileri karar vereceklerdir. Yemek yapmayı bilmeyenler için de işler iyi gidiyor. Akıllı tencere ve fırın neredeyse yemeğinizi önünüze servis edecek. O seviyede geliştiler! Üstelik bu gelişmeler öyle standart formlar üzerinden değil. Eğer yemek yapmayı iyi bilen ve kendi tarzı olan biriyseniz de işinize çok yarayacak. Nasıl mı? Yemek pişirme tarzınızı öğrenen yapay zekayla kendini size göre geliştiriyorlar. Annem sağ olsaydı ve bu teknolojiye sahip olsaydım ilk işim annemin tarzını bu akıllı yemek yapıcılara öğretmek olurdu. Böylece hâlâ anne yemekleri yiyebiliyor olurduk. Bu arada haksızlık etmeyeyim, eşim Şenay ve kayınvalidem Nihal annem de harika yemekler yapıyor. Bu konuda çok şanslıyım. Bunlar mutfak gelişmeleriydi. Bir de evde bitki yetiştirme cihazları gördüm ki onlara bayıldım. Bosch’un geliştirdiği bu makineler harika. Geçen yıl çok prototip hallerini görmüştüm. Bu yıl piyasaya çıkacak seviyeye gelişmişler. Özellikle yoğun çalışan ve seyahat edenler için inanılmaz makineler. Bu cihazlar sadece süs bitkileri yetiştirmiyor. Maydanoz, roka, domates gibi yenilebilir mahsul alabileceğiniz bitkileri de yetiştiriyor. Kahve kapsüllerine benzeyen kapsülleri var. Sağlığa zararlı değil. Tabii kaçak yollardan üretilenleri bilemem. Orijinal kapsül tercih edilmesi önemli. Yani artık çocuğunuzu, "Komşunuzdan fazla roka kapsülünüz varsa annem rica ediyor" dediği günleri pek uzak değil. Buzdolapları ilk akıllanan beyaz eşyalarımızdandı. Onlar da epey yol almış. İçlerine yerleştirilen kameralara uzaktan bağlanıp eve alışveriş yaparken neyin eksik olduğunu görebilirsiniz ya da "Ne uğraşacağım, eksikleri o sipariş etsin" diyebilirsiniz. Evet,

Tekno Safari Timur AKKURT timurakkurt

gördüğünüz gibi evlerimiz teknolojik olarak pek hareketlenecek gibi görünüyor. Gelelim Apple’a. Apple’ı sevenler ve sevmeyenler olarak iki grup var. Ben seven taraftayım. Bu yazımı bile iPad Pro ile yazıyorum. Kurduğu ekosistem cihazlar arası stabilite ve performans benim gibi mobil yaşayan biri için çok değerli. Bu arada yanlış anlaşılmak istemem, Android cihazlar da kullanıyorum. Zaten mesleğim gereği tüm teknolojileri kullanmak, deneyimlenmek ve size gerçek düşüncelerimi söylemek görevim. Apple lansmanı olduğunda meslektaşlarım ikiye bölündü. “Çok vasat bir lansmandı bu mu” gibi düşünenlere karşı “Apple en güçlü telefonunu duyurdu” diyenler... Lansmanın starı yeni iPhone 11 serisiydi, ancak asıl savaşın döndüğü eğlence dünyası kısmı çok önemli. Pek konuşan olmadı bu konuyu ama çok daha konuşulacak bir savaş başladı. Dünyanın en ucuz eğlence dünyası duyurusunu yapan Apple, asıl yol haritasının duyurusunu yapmıştı. Netflix, Disney, Amazon Prime gibi devlerin yanına öyle rekabetçi bir fiyatla selam verdi ki! Üstelik diğerlerinin sahip olmadığı donanım gücüyle bunları çok hızlı bir şekilde müşterilerinin elinin altına getirdi. Çok acımasız ve geleceği olan bir alanda para konuşacaktır. Dünyanın likit parası en büyük şirketlerinden biri olan Apple herkesle rekabet edecek bir güce ve akılcı içerik üretimiyle piyasayı ele geçirecek pek çok araca sahip. Ancak kendi hata yaparsa bu yolda kan kaybedebilir. Günün sonunda kârlı çıkansa biz tüketiciler. Rekabet ucuz ve kaliteli hizmeti getirecek hiç kuşkusuz. Burada kalite düşüren cezalandırılacak. Kim tarafından tabii ki bizler, tüketiciler... Bu arada bir diğer önemli savaş oyun dünyasında çıkacak. Apple, Arcade’i duyurdu. Şimdilik çok gelişmiş bir içeriğe sahip değil ama bir yıl içerisinde büyük yol katledebilirler. Ekosistemi çok güçlü olduğu için kitlelere ulaşma sorunları yok. Çok iyi oyunlar çıkarırlarsa orada da işler kesin kızışır. Son bölümü en lezzetli kısma ayırdım. Tabii ki iPhone 11. iOS 13 ile birlikte güçlendirilmiş bir cihaz olmuş. Özellikle kamera sistemi hem donanımsal hem de yazılımsal olarak yıllardır beklenen özelliklerle donatılmış. Apple’ın en büyük özelliği bir şey gerçekten istediği performansa ulaşmıyorsa ürünlerine eklemiyor. Gece modu mesela Huawei ve Samsung’dan epey sonra iPhone cihazlara geldi. Kamera sistemi geliştirilmiş. Özellikle zoom yaptığınızda lensler arası geçişi minimuma indirmeleri çok şık olmuş. Daha anlatılacak pek çok özelliği var ancak ürünü henüz kullanmaya başlamadığım için şimdilik yazımı toparlayayım. Gelecek ay deneyimlemiş olacağım için size çok daha geniş özelliklerini anlatabilirim. Bu arada fiyat konusu henüz belli değil. Yüksek fiyatlar şahane vergilerimizden kaynaklı biliyorsunuz. Gerek Samsung gerek Huawei telefonlarda fiyatlarını aşağı çekmeye çalışıyor. Bu arada Apple’da geçen yıl çıkardığı iPhone’lardan daha uygun fiyatlara bu yıl yeni seriyi piyasaya sürdü. Pahalılık her yerde sıkıntı anlayacağınız. Gelecek ay pek çok farklı teknolojik deneyimle karşınızda olacağım, güzel bir sonbahar geçirmenizi dilerim.


DANS

39 'Pole sizi sınırlamaz' . EKIM 2019

Ahmet YATĞIN

FOTOĞRAFLAR: Selin SANLI

B

embeyaz Supernova Stüdyoları'na girdiğimizde eğitmen Zeynep Renda bizi çok iyi karşıladı. İlk defa bir direk dansı stüdyosuna girdim. Direklerin sağlamlığını kontrol ettim diye güldüler gerçi... Sevgili Zeynep'le sohbet ettik, uzun halini sitemizde ve videomuzu bu ay YouTube kanalımızda bulabilirsiniz. ❏ Bu dans nedir? Striptizle ilgisi var mı? Pole dance aslında hem kalori yakmanı hem de kaslarını geliştirmeyi sağlayan bir spordur. Striptiz konusunda pole topluluğu farklı görüşlere sahip. Gelişimine baktığınızda strip club gerçeği var. Şu anda olimpiyatları bile var ama yine de striptizle bağlantısı var yani. ❏ Filmlerindeki kulüplerde gördüğümüz bu dansın spor olarak anılması nasıl gelişti? Türkiye zaten bu strip club dediğimiz kültüre aşina değil. Amerika'da bunu tartışmaları çok normal çünkü bu kültürleri var. Türkiye’de striptizin ne olduğunu hiç kimse bilmiyordu. O yüzden bana çok samimi gelmiyor. Sen de bahsettin, bir spor olarak anılıyor bu dans. Ben de jimnastik ya da akrobasi tabirleriyle anıldığını gördüm araştırmalarımda. Direkle spor yapabilirsiniz. Dans edebilirsiniz. Sadece akrobatik şeyler yapabilirsiniz. Pole sizi sınırlamaz. Ne isterseniz onu yaparsın. ❏ İlk andan beri merak ediyorum, topuklu ayakkabılarla zor olmuyor mu? Zor oluyor. Zaten zor olması için... Çok kas ısıtmanız, daha kontrollü olmanız lazım ki topuklu ayakkabı ile estetiği bozmadan yapabilin. Ama balede de mesela öyledir. Bir balerine kimse ayakkabıların çok çirkinmiş demiyor. Ama ben giyince diyorlar! ❏ Pole dance ile uğraşmadan önce ne yapıyordun? Sanat tarihi mezunuyum ben. Bir süre iletişim tasarımıyla da ilgilendim. Genelde organizasyonlar yapıyordum. ❏ Tanıştığın insanlara ne zaman söylüyorsun Pole dance eğitmeni olduğunu? Direkt söylüyorum. Çok iyi tepkiler de alıyorum, beklediğim kadar iyi olmayan tepkiler de. Genelde çok havalı karşılanıyor. Kadınların tepkisi genelde çok istedikleri ama cesaret edemedikleri yönünde oluyor. Çevremdeki erkekler çok soru sormuyor bu konuda. Bu çok iyi. Kadınlar da işte ben hiç spor yapmadım, ben şu kadar kiloyum yapabilir miyim gibi soruyorlar. ❏ Belli bir kilonun üzerindeysen yapamazsın gibi bir şey var mı? Hayır. Gündelik yaşamınızı etkileyen ya da hayati tehlike içeren bir sorununuz yoksa pole dance yapabilirsiniz. Bence bir insan yolda yürüyorsa pole da yapabilir. ❏ Belirli bir müzik türü var mı Pole için? Tamamen sınırsız bir şey. Ben sert kick'leri olan müziklerde dans etmeyi seviyorum ama daha bu sene klasik müzikle beraber pole yapan birini izledim. Çok güzeldi! ❏ Koreografi oluşturma süreci… Nasıl esinleniyorsun? Her zaman önce müziğe karar veriyorum.

Bir süre free-style yapıyorum. Videoya çekiyorum genelde. Beğendiğim yerleri alıp, geçişleri ekleyip küçük detaylara çalışıyorum. ❏ Seni çok etkileyen bir olay sonrasında “Bunu bir dansa dönüştürmeliyim” dediğin oldu mu? Hiç müziksiz koreografi yaptın mı? Bu benim için çok sık olan bir şey değil ama evet oluyor. O koreografilerim benim için çok özel. Ama az. Müziksiz koreografi de hiç yapamadım çünkü hayatımın her yeri müzik. ❏ Bu tür danslar kadınlar tarafından yapıldığında daha çok ilgi görüyor. Bu toplumdaki cinsiyetçiliği besliyor mu, özellikle Tango gibi danslara nazaran? Tango gibi eşli danslarla pole’u aynı kefeye koyamayız. Onlarda iki kişi var ve rollere sahip. Cinsiyetçiliği besliyor mu sorusuna da… Ne beslemiyor ki? Bu insanlar body gösterisi izleyip “Bunların da taytları...” diyen insanlar, pole dance’a mı cinsiyetçi yaklaşmayacaklar? Bu insanlar zaten her şeye böyle yaklaşıyorlar. ❏ Kadını nesneleştiriyor da deniyor... Gülüp geçiyorum. Kadın ne isterse o olur. Herkesin hayatına kimse karışamaz. (Gülüşmeler) Hiçbir şey kadını nesneleştiremez! Kadın kendini göstermek istiyor da olabilir. Mesela ben dans etmeyi seviyorum. İnsanların beni izlemesini seviyorum. Kendimi o şekilde izlemeyi de seviyorum. Ben kendimi o zaman nesneleştiriyorum. E tamam? Bu benim. ❏ Diyelim ki ben pole dance öğrenmek istiyorum. Neler yaşayacağım? Erkek olduğun için seni erkeklerin sınıfına alacağız. Bir kadın gelirse herhangi bir sınıfa girebilir. Önce görüşme oluyor. En çok da "Ne zaman baş aşağı dönerim" diye soruluyor! İlk derse kısa bir şort üstüne spor sütyenimizi giyip geliyoruz. İki gün önceden krem sürmemiş olman gerekiyor. Ellerin kaymasını istemiyoruz. Sorun olan şey, canının acıması. Teninle tutunduğun için derin acıyor. Kısa sürede ileri hareketler yapmak da isteyebiliyorlar. O zaman da gücün ya da esnekliğin yetmiyor. Çalışman, uğraşman gerekiyor. İnsanlara zor gelen de bu. ❏ Türkiye’de nasıl bu dans? Anadolu'dan ilgi oluyor mu? Aslında çok rafine bir çevre ilgileniyor. Anadolu'da da örneğin Diyarbakır’da bir takipçim var. Orada da bir kurs olsun istiyor. Ben de isterdim ama ticari kaygı var işin içinde. ❏ Instagram’dan nasıl tepkiler geliyor? Çok acayip! Çok iyi tepkiler aldığım oluyor. Şu beni sinirlendiriyor ama, “Sen de çok ilerledin tebrik ederim.” (Gülüşmeler) Bir piyaniste ya da bir sporcuya bunu yazıyor mu? Bir grup da “İlla bunları mı giymek zorundasın?” diyor. Evet! Varsayalım ki zorunda değilim, canım böyle istiyor. Yine yapacak bir şey yok. Hevesli ama başlayamayan bir grup da var. 3 yıldır konuştuğum insan var! “Ben de yapmak istiyorum, Pazartesi geliyorum!” 6 ay sonra yine aynı kişi arıyor. (Gülüşmeler) ❏Bu işi evlerinde yapabilirler mi? Hayır. Evde denememelerini tavsiye edebilirim. Çünkü sakatlanmaya çok müsait bir spor. Gerçekten kontrollü ve bedeninizi tanıyan biri olmalısınız. Hareket etmeyen biri birden pole yapmamalı. Dikkatli olmanız gerek!


40

FOTOROMAN

30 bin katılımla Zeytinli Rock Fesitvali

. EKIM 2019

FestİVALİN kamp KATILIMCILARI DA EPEY ÇOKTU. ELBETTE MÜDAVİMLER VARDI AMA BU YIL İLK KEZ GELENLER DE KARŞIMIZA ÇIKTI.

Milyon Yapım Organizasyon tarafından 6’ncısı düzenlenen Zeytinli Rock Festivali müzik ve eğlence dolu geçti. 28 Ağustos – 1 Eylül tarihleri arasında Edremit Akçay Sahili'nde gerçekleşen etkinliğe katılım yüksekti. 5 gün süren ve yaklaşık 30 bin kişinin katıldığı açıklanan festival renkli görüntülerle son buldu. Bu yıl festivalin 3 ayrı sahnesi vardı ve farklı müzik tarzlarının başarılı temsilcileri dinleyiciyle buluştu. İşte geriye kalan kareler...

FATMA TURGUT

YÜZYÜZEYKEN KONUŞURUZ

PAmela

ÇELİK

OGÜN SANLISOY CEZA


FOTOROMAN

gökhan özoğuz

41

. EKIM 2019

BLACK TOOTH'TAN SEYİRCİ SÖRFÜ!

sertab erener

duman

cem adrİAN


42

FOTOROMAN

İSTANBUL TERASLARINDA DANS

. EKIM 2019

Bu yıl dördüncüsü düzenlenen İstanbul Rooftop Festival, 7 Eylül günü It's Chiller Time desteğiyle 5 bin katılımcının deneyimine ortak oldu. İstanbul'un popüler teraslarında eşzamanlı olarak gerçekleşen festivalde, katılımcılar müzik zevklerine göre 50’den fazla müzisyeni dinleme imkanı buldu. Performansların yanı sıra birbirinden farklı aktivitelerle eğlenen katılımcılar, yaza muhteşem teras manzarasında hep beraber veda etti.


MEGA EĞLENCELİ STAR: TARKAN

FOTOROMAN

Tarkan, ilk günden itibaren izleyicilerin yoğun ilgi gösterdiği ve kısa süre içinde biletleri tükenen konser serisinin hafızalardan uzun süre silinmeyecek bir geceye daha imza attı. Akşam saatlerinde başlayan yağmura rağmen kıpır kıpır şarkıları, kendine özgü dansları ve bitmeyen enerjisi ile gece boyunca kendisini izlemeye gelenlerin ayaklarını yerden kesen Tarkan, pop müzik dünyasının klasikleşmiş ve en sevilen şarkılarını arka arkaya seslendirdi.

43

. EKIM 2019

Tarkan'ı İZLEYENLER ARASINDA İBB BAŞKANI EKREM İMAMOĞLU DA VARDI.

TARKAN'IN DEĞİŞMEZ EKİBİ CAN ŞENGÜN VE ALP ERSÖNMEZ.


44

FOTOROMAN

Esasında MFÖ'yle ömür boyu

. EKIM 2019

Yılların grubu MFÖ. Sahnelerden uzaklaşmadılar ve üretmeye devam ettiler. Sahnesini tekrar tekrar izlesek de her seferinde eğlendirdiler. Onların sırrını bilim insanları çözebilir mi, bilinmez. Bu sorunun yanıtını şimdilik boş verin. İşte Vadi Açıkhava'da 21 Eylül'de sahne alan MFÖ üçlüsünün bize yaşattığı anlardan küçücük bir kesit. Dikkat, fotoğraflara bakarken eski bir şarkılarını açmak garanti...

MFÖ "hadİ şu soğuk havayı ısıtalım" dİyerek sahnede yerİnİ aldı ve Ele Güne Karşı İle eğlence dolu konser akşamı başladı.

Yazı: Selin SANLI Fotoğraflar: Emre KIRDAR & Selin SANLI

Mazhar Alanson’un doğallığı, şarkıları arasına sıkıştırdığı makara muhabbetlerİyle İzleyenelerİ güldürdü. Özkan Uğur yİne tüm çılgınlıklarıyla sahnedeki yerİnİ çok güzel doldurdu.

Fuat Güner’İn güleryüzü de kameralarımıza yansıdı.


Çevreci şehir festivali: Festtogether

FOTOROMAN

14 Eylül’de Ataşehir’deki DasDas’ta Bob Geldof ve Büyük Ev Ablukada’nın sahne alması ile başlayan Festtogether’ın ikinci ayağı 28 Eylül’de KüçükÇiftlik Park’ta gerçekleşti. Geldof'a oranla katılımın yüksek olduğu festivalde Unkle, Athena, Yüzyüzeyken Konuşuruz ve Kimbra sahne aldı. İşte o günün akşamından kesitler... Fotoğraflar: İpek YILMAZ

45

. EKIM 2019


46

KAPAK

. EKIM 2019

Şu konuyu artık kapatalım

MÜZİK YAZARI KİMDİR? Ece ULUSUM - Ahmet YATĞIN

Y

ayın hayatına başladığımızda ekipçe aldığımız karar şuydu; biz müzik haberciliği yapacağız. İş kritik yapmaya geldiğinde kulağımızın, konser deneyimlerimizin ve okumalarımızın yeterli olmadığını düşünüyoruz çünkü. Daha fenası, müziğe dair yazılmış kaynak kitap ve oluşturulmuş arşivin neredeyse olmadığını gördük. Dijital bir yayın da olsak kendimize ufak çaplı bir kütüphane denebilecek aylık/günlük yayın, kitap ve fotoğraf arşivi oluşturmaya başladık. Bunu yapabilmek için müziğe dair yazılan yerli yabancı metinler okuyor, mezatlarda yayın 'kovalıyoruz'. Ancak iş güncel metinlere geldiğinde afallıyoruz. Ana akım yayınlarda bir hevesle başlatılan kısa ömürlü müzik köşeleri, aynı yayında aynı konuları yazan müzik habercileri, internet sitesinde kafası karışık ve genellikle kamuoyu tepkilerine göre yol alan müzik haberi siteleri karşımıza çıkıyor. Kulislerde, etkinliklerde müzik endüstrisinden isimler ara sıra müzik yazarlığı müessesini tartışmaya açıyor. Bir etkisi var mı ya da objektifler mi diye konuşulurken ortaya biri "Müzik yazarı müzik bilmeli, enstrüman çalmalı" diye kafadan giriyor, o sohbet de bitmiyor. Biz bunları konuşurken yurt dışında müzik basınının bittiği, müziğin ucuz ve kolay ulaşılabilir olduğu sistemde okurun kritik okumak yerine doğrudan şarkıyı dinleyerek karar verdiği, müzik kritiğinin güncel iletişim kanallarına uyarlanması gerektiği konuşuluyor. Rolling Stone ya da NME her yıl okur kaybederken Guardian gazetesinin müzik eki verdiği günler tirajı artıyor. Dijital tarafta da gelişmeler var. Müzisyen ve müzik eleştirmeni Anthony Fantano'nun müzik eleştirileri yaptığı YouTube kanalı The Needle Drop'un 2 milyona yakın abonesi var. Müzik üzerine uzman kişiler podcast yapmaya başladı. Evet, nesle göre şerbet burada da hakim. Ancak tarihe not düşmeye ve güvenilir bir kaynak okumaya gelince, iş müzik yazarları/eleştirmenleri ve müzik habercilerine düşüyor. İlhan Mimaroğlu, Müzik Tarihi kitabında şöyle diyor: "Müzik eleştirmeni çoğunlukla basında çalıştığına göre önce bir gazetecidir. Ödevi, beğeni açıklamak yanında, hem de haber vermek, olay bildirmektir... Sözünü ettiğimiz olay bir müzik olayı olduğuna göre müzik eleştirmeninin en geniş anlamında müzik bilmesi gerekir. Bu bakımdan müzik eleştirmenliği hem müzik biliminin hem de gazeteciliğin bir kolu olur." Biz de Mimaroğlu'nun bu sözleri ışığında aktif olarak bir mecrada müzik yazan isimlere ulaştık. Görüş vermeyi kabul eden herkese aynı soruları ilettik. Baştan uyaralım, bu haber bir nebze uzun. Zira aldığımız görüşleri kısaltmadan olduğu gibi aktardık. Görüş veren her isim farklı bir noktaya değiniyor, olaya bambaşka bir perspektif kazandırıyor. Elbette müzik yazarı ekonomisi, adaleti, eğitimi gibi konulara da değiniliyor ancak tüm bunlar bir kitap konusu olur. Bu yazının tamamını okuduktan sonra müzik yazarı mı eleştirmeni mi denmeli, müzik yazarını müzik habercisi diye genellemeli mi, tüm bu ayrımlar önemli mi ve müzik yazarlığının sorunları olup olmadığına dair görüşleri okuduktan sonra kararı da size bırakıyoruz.

'BEN MERKEZLİ YAZILAR KALEME ALIYORLAR' "Şubat ayında Amerika’da bir plak dükkanında bugüne kadar müzik eleştirilerini ve kitaplarını hayranlıkla okuduğum Rob Sheffield ile tanışıp sohbet etme şansını yakaladım. Rob’un en güzel yanı kendini müzik gazetecisi olarak tanımlaması. Pop kültürüne dair yazılar kaleme almasına rağmen onu bir elektronik müzik konserinde de görme şansınız vardır. Bu türlülüğü ben de çok beceremem çünkü spesifik türde yazılar yazdığımdan. Rob ile müzik yazarlığı ya da gazeteciliğine dair konuşmamızdaki altını çizdiği anekdotlardan biri rock star’ın sanatçılar olduğuna dairdi ve çoğu müzik eleştirmeninin bu yanılgıya düşmesini eleştirmişti. Kendimize değil, yazıda müziğe hizmet etmek gerektiğini vurgulamıştı. Bence Türk eleştirmenlerinin en büyük zaafı da burada ortaya çıkıyor, ‘ben’ merkezli yazılar kaleme alıyorlar. Bir albümü ya da şarkıyı ele Eda Solmaz alırken fazlasıyla lokal düşünülüyor. Eleştirilerin ise sanatçı tarafından Milliyet Sanat önemsenmek için yazılmadığını belirtmek lazım, bilgi vermek ve albümü dinleyiciye tanıtmak için yazılır. O yüzden sanatçının ne kadar önemsediği öznemiz asla değil. Aslında bu meslek alanın en büyük sorunu sandığınızdan çok erkek egemen bir organizmaya sahip olması. Son dönemde kadınlar olarak bunu kırdığımız için de çok mutluyum. Ana konuya dönersek eğer müzik eleştirmenliğinin çeşitliliği de bir dinleyicinin ne kadar umarında hiçbir fikrim yok!"

Not: Görüşler isimlerin alfabetik sıralanmasıyla verilmiştir. Görüş veren kişiler bugüne kadar birçok yayında yer aldığından son zamanlarda aktif yazdığı mecra adı verildi.


47

KAPAK

. EKIM 2019

'UNVANLARA TAKILMAYALIM ARTIK' ❏ Sizce müzik yazarlığı nedir? Daha doğrusu kimdir... Bu konuda çok fazla yorum ve bakış açısı var. Müzik yazılabilen bir şey midir ya da müzik hakkında yazmak, 'yazar' sıfatını kullanabilmek için yeterli midir? 2011'den beri Ersin Babaoğlu listenbeforeyoulove. listenbeforeyoulove.com com'da müzikle ilgili yazılar yazıyorum ama 'yazar' kelimesi bana çok büyük yükler taşıyor gibi gelmiştir hep. Belki de bu kavramlara takılmadan, daha basit düşünmek lazım konuyu. Müzik yazarı denildiğinde aklımda, müzik ve bu koca endüstrinin dokunduğu herhangi bir alanda düzenli olarak yazıp çizen, haber veren, bilgilendiren veya yorumlarını paylaşan insanlar canlanıyor. Bu işi yapan herkesin sorumluluğu adil, samimi ve herhangi bir çıkar ilişkisine girmeden bu işi yapması. Burada bahsetmek istediğim objektiflik değil. Zira özellikle yorumlarını paylaşarak yazanlar, çoğu zaman bu subjektif yorumları ya da 'müzikal damak tatları' nedeniyle okunuyorlar. Bu da iyi bir şey zira müzik hakkında yazmak tamamen öznel bir eylemdir. Tatsız olanı, sadece lokal müzik sahnesi ile ilgili yazıyorsanız, bazı müzisyenlerle yakın ilişkiler içerisine girerek, hissetmediğiniz şeyleri yazmak zorunda kalmanız. İşte bu noktada, yukarda bahsettiğim samimiyeti kaybediyorsunuz. Tabii ki okur bunu çok geçmeden fark ediyor ve sonrasında yazdıklarınızın da bir kıymeti kalmıyor. ❏ Ülkemizde müzik yazarı ve müzik habercisi/muhabiri arasındaki fark karıştırılıyor mu? İkisini keskin çizgilerle ayırmak çok kolay ve hatta doğru olmayabilir. Zira müzik hakkında yazan birçok insan bu işin muhabirliğini de üstleniyor. Konser ve festivallere gidiyor, kuliste müzisyenlerle röportajlar yapıyor ve hatta dijital medyanın çeşitli mecraları için içerikler hazırlıyor. Aslında bu açıdan bakarsanız, müzik hakkında yazanların daha zengin ve doyurucu bir içeriğe sahip olmaları için, muhabirlik yapmaları kaçınılmaz. ❏ Dijital platformların sunduğu imkanlarla herkes kendi deneyim ve düşüncelerini yazabiliyor. Profilinde kendisine istediği unvanı koyabiliyor. Bunun müzik yazarlığı mesleğine etkisi nedir? Müzikle, sporla veya sanatın herhangi bir alanı ile ilgilenen ve gördüğü/dinlediği şeylerle ilgili örneğin Twitter'da bir yorum paylaşan herkes o işin 'yazan'ı. İşi değersizleştirmek hiç istemem ama unvanlara da takılmayalım artık. Herhangi bir mesleği yüceltme taraftarı olmadım hiç, müzik yazmak da böyledir. Müziği seviyorsan, ilgileniyorsan, okuyorsan, araştırıyorsan, dinliyorsan, gidiyor ve görüyorsan, aklına olmadık şeyler geliyorsa, e yazmaya da yetenek ve merakın varsa buyursunlar efendim... Tabii müzik alanında ülkemizde yazı yazanlar yine de, her nedense, çok çok az. ❏ Sizce müzik yazarları müzisyenler tarafından ciddiye alınıyor mu? Bu ülkede herkes ve her şey ne kadar ciddiye alınıyorsa, müzik yazanlar da o kadar ciddiye alınıyor. Dünyanın geri kalanında, özellikle bazı dijital ve geleneksel yayınlar tabii ki oldukça ciddiye alınıyor. Sanatçılar için de bu mecralara mülakat vermek, albümlerinin değerlendirilme konusu olması çok önemli. Türkiye'de sayısı az da olsa önceden basılı müzik yayınları vardı. Roll'lar, Blue Jean'ler... Konu dijitale kaydığında da maalesef bu 'kısır' çeşitlilik artmadı. Şu anda sadece müzikle ilgili kaç tane platform, blog var deseniz, iki elin 10 parmağını geçmez. Tabii burada sıra "Türkiye'de müzik okunmuyor mu?" gibi sorulara gelir ki başkaca uzun bir tartışmaya kapı açılır.

❏ Türkiye’de müzisyenlerle yazar/ gazetecilerin yakınlığı da dikkat çekiyor. Türkiye’de müziğe dair yazarken objektif olmak mümkün mü? Kesinlikle. Daha önce de bahsettiğim gibi özellikle yerel müzik sahnesiyle ilgili yazanlar, bir süre sonra ya müzisyenlerle ya da menajerlerle olan samimiyeti artırıyorlar. Bunun bir noktada olması, yaşam alanının getirdiği doğal bir durum. Ortak alanlarda eğleniyor, aynı davetlerde karşılaşıyorsunuz. Konunun normalliği, yarın öbür gün artık arkadaşınız olan müzisyenin yeni albümü hakkında yazı yazmak üzere olduğunuzda, 'arkadaşımı üzmeyeyim' diye düşünürseniz ortaya çıkıyor. Müzik yazan kişi her zaman hislerinin tarafını tutmak zorunda. Eğer varsa, onu takip edenler, okuyanlar tam da bu nedenle okuyorlar. Aman onu kırmayayım, aman diğerini üzmeyeyim diye yazmaya başlarsan geçmiş olsun. Sentetik yazılarla dolu plastik bir yazan oldun, artık kimse seni ciddiye almaz. ❏ Sizce müzik haberciliğinin popüler akımı takip etmesi, yeni isimlere daha az yer verilmesi müzik endüstrisini nasıl etkiliyor? Tam tersine, artık sadece popüler olanı yazanların çok ilgi görebileceğini sanmıyorum. Zaten popüler olan şeyle ilgili yüzlerce yazı bulabilirsin. Seni farklı kılan şey ne olacak? Gerçekten çok benzersiz bir şey üretmiyorsan, popüler olanla ilgili yazmak bana anlamlı gelmiyor. Tam tersine, yeni müzisyenlerle ilgili yazmak, aramak araştırmak ve keşifler yapmak hem daha heyecanlı hem de daha ilgi çekici. Bence bu tür içerikler daha çok takip ediliyor artık. Çok klişe bir kelime olduğu için artık pek kullanılmıyor ama alternatif her zaman iyidir. 9 yıldır blog'da ağırlıklı ve göreceli olarak daha az bilinen müzisyenler hakkında yazıyorum. Orada uçsuz bucaksız bir derya var. Yeni sesler veya tarzlar duymak beni heyecanlandırıyor, aynı heyecanı paylaşanlar da okumaya geliyor zaten. ❏ Müzik yazarlarının yazılarından dolayı müzisyen, organizatör, mekânlar tarafından sözel zorbalığa uğradığı konuşulur. Ambargo konulması, röportaj vermemek gibi... Böyle bir şey söz konusu mu? Pek zorluk sayılmaz ama bazı yazılarınız nedeniyle arkadaşlıklarınız yara alabilir. Tabii dürüst bir yazansanız... Ülkemizde işletmeler de bazen duygusal davranabiliyor, benim başıma gelmedi ama bildiğim bir iki olay var. Bazı mekanlara alınmayan yazanlar var mesela. Zaten bu işi yapan oldukça az kişi varken, insanları iyice köreltmek, aynı şeyleri yazmaya zorlamak biraz haksızlık gibi geliyor bana. Müzik yazanın karşılaştığı en büyük zorluk tabii ki para kazanmak. Geçimini sadece bu şekilde sürdürebilmek imkansıza yakın. Burada da konu, şu aralar gittikçe artan, sponsorluklu veya başka bir deyişle 'advertorial' içerikler hazırlamaya geliyor. Sponsor müzikle ilişkili herhangi bir marka, mekan ya da PR ajansı olabiliyor. Sponsorluklu içeriklerin samimiyeti belki bambaşka bir sorunun konusu ama yazanı belirli sınırlar içerisine hapsetmeyen iş birliklerine soğuk bakmıyorum. Hatta artık bazı markaların doğrudan sahiplendiği veya kendilerinin yarattığı müzik mecraları var ve buralarda gayet kaliteli içerikler üretiliyor. Markaların bu projeler için bütçeler ayırması gayet güzel. Artarak devam etmesi dileğiyle.

'MÜZİK MEDYASINDAN SADECE PR YAPMASI BEKLENİYOR' ❏ Sizce müzik yazarlığı nedir? Daha doğrusu kimdir... Müziği anlatmanın tek bir yolu olmadığı için müzik yazarı da şu tip bir insandır demek bence zor. İstikrarlı bir şekilde müzik üzerine düşünen, yazı yazan herkese müzik yazarı denilebilir. Müjde Yazıcı Ergin diken.com ❏ Ülkemizde müzik yazarı ve müzik habercisi/muhabiri arasındaki fark karıştırılıyor mu? Müzik yazarı, gazetecisi, habercisi, muhabiri gibi kavramlar hakkında bu mesleği yapan insanlar dışında pek fazla kimsenin kafa yorduğunu düşünmüyorum. Türkiye’de müzik medyasından sadece PR yapması beklendiği için bu gibi titrler bu işi yapanlar dışında kimseyi ilgilendiriyor gibi gelmiyor bana. ❏ Sizce müzik yazarları müzisyenler tarafından ciddiye alınıyor mu? Kesinlikle herkes için söylemiyorum; müzik yazarlığının, eleştirinin değerli olduğunu bilen bir sürü insan/müzisyen var. Fakat genele bakarsak (kendim için söylemiyorum) iyi şeyler duyacaklarsa evet çok ciddiye alıyorlar. Gerçek bir eleştiriyle karşı karşıya geldiklerinde ise ‘saldırgan’ olabiliyorlar. İki yönden de ciddiye alıyorlar anlamına gelir. Bir de nerede yazdığınız da önemli tabii. ❏ Türkiye’de müzisyenlerle yazar/ gazetecilerin yakınlığı da dikkat çekiyor. Türkiye’de müziğe dair yazarken objektif olmak mümkün mü? Çok sayıda müzisyen arkadaşım var fakat baktığımda hepsi, haklarında olumsuz bir şey yazdığımda ne dediğimi anlayabilmiş veya anlayabilecek insanlar. Bu durumu mesleki bir prensip gibi hayatıma yerleştirmiş durumdayım. Çeşitli yakınlıklardan dolayı pek çok şeyin hakkıyla yorumlanmadığını hepimiz biliyoruz. Fuat’a ekstra fayda sağlıyor gibi görünmemek için başka birçok insana daha fazla desteğim olmuştur kesinlikle. Ben kendi terazimi iyi kurduğumu düşünüyorum. Herkes bunu yapamıyor olabilir. ❏ Sizce müzik haberciliğinin popüler akımı takip etmesi, yeni isimlere daha az yer verilmesi müzik endüstrisini nasıl etkiliyor? Vaktiyle yayınlanan birkaç gazete ve dergi haricinde bu hep böyle olmuştur. Türk medyası bir şeyi önden görmez; sadece popüler olanı sahiplenir. Bu hep böyleydi. Şimdi ise sosyal medya gücünü arkasına almayan kimsenin müzik endüstrisini tek başına etkileyebileceğini sanmıyorum. ❏ Müzik yazarlarının yazılarından dolayı müzisyen, organizatör, mekanlar tarafından sözel zorbalığa uğradığı konuşulur. Ambargo konulması, röportaj vermemek gibi... Böyle bir şey söz konusu mu? Kimseyle yazılarımla ilgili aşırı ciddi bir sorun yaşamadım, ambargo da konulmadı. Konulduysa da benim hiç haberim olmadı böyle bir şeyden.


48

KAPAK

. EKIM 2019

'UNVANI KENDİNE YAKIŞTIRMAN DEĞİL ONUN KABUL GÖRMESİ MESELE' ❏ Sizce müzik yazarlığı nedir? Daha doğrusu kimdir... Şu an müzik yazarlığı daha ziyade müzik gazeteciliği. Eleştiren çok isim olabilir ancak devir internet hızında yeni müzikleri yakalama devri. İş yeni, iyi, güzel, Sinem Vural ilerde gelişmeye Hürriyet müsait müzik ve sanatçıları bulmakta. Bir yandan da her dönemin müzikleri kayıt altına alındığı gibi bu dönemin de bir şekilde kayıtlara geçmesi gerekiyor. Ama internette, gazetede ama televizyonda dönemin müziklerini dinleyen, paylaşan, notlarını sunan kişi şu an müzik yazarı. İdeal hayatta müzik yazarı müzik bilir, nota anlar, enstrüman çalmışlığı vardır. Bu minvalden bakarsan bana da müzik gazetecisi diyebilirsin. Hatta müzik yazan köşe yazarı tabiri daha doğru olacaktır. ❏ Ülkemizde müzik yazarı ve müzik habercisi/muhabiri arasındaki fark karıştırılıyor mu? Sadece müzik konusunda değil her alanda yazar ve muhabir arasındaki çizgi grileşti. Yazar daha önce dediklerime ek olarak kişisel bir bakış açısı ortaya koyar. Kendi zevkleri esastır. Müzik eleştirmenine yakındır ama esas amaç bilgilendirmektir. Tabii benle aynı fikirde olmayanlar da çıkacaktır. Halihazırda muhabirliğini de yaptığım için onu da açıklayayım. Müzik muhabiri görüşünü paylaşmaz. Olduğu gibi aktarmakla görevlidir. Duygu ve düşüncelerini empoze edemez ya da haberi verirken duygularını paylaşamaz. Durduğu yer sabit ve tarafsız olmalıdır. Çok didaktik bir anlatım ama gerçek. ❏ Dijital platformların sunduğu imkânlarla herkes kendi deneyim ve düşüncelerini yazabiliyor. Profilinde kendisine istediği unvanı koyabiliyor. Bunun müzik yazarlığı mesleğine etkisi nedir? Nasıl ki okullu oyuncu-okulsuz oyuncu tartışması vardı, bu da öyle bir şey. İyi olan iyidir, takılmamak lazım. Sadece iyi yazının her zaman öne çıkacağını düşünenlerdenim. Kötü kaleme alınmış, kişisel husumet barındıran yazılar zaten kabul görmez, hatta iyiyi parlatır. O yüzden ehil ya da değil, kendine bu ismi takmışsa bu var olduğumuz minicik bir alanı daraltmaz, beni seni onu karalamaz. Unvanı kendine yakıştırman değil onun kabul görmesi mesele. ❏ Sizce müzik yazarları müzisyenler tarafından ciddiye alınıyor mu? Alınıyor. Hatta yazan kişi sadece müzik habercisi olsa bile. Her meslekte olduğu gibi burada da egolar zaman zaman devreye girer. Seni ehil görüyorlarsa sözüne kulak asar, görmüyorsa asmaz, hatta senle tartışır. Kişilerin mantıklı gördüğü eleştirileri (iyi/kötü) dikkate almasını önerenlerdenim. ❏ Türkiye’de müzisyenlerle yazar/ gazetecilerin yakınlığı da dikkat çekiyor. Türkiye’de müziğe dair yazarken objektif olmak mümkün mü? Kendi açımdan bakarsam olabildiğince mümkün kılmaya çalışıyorum. Ama bazen çok sevdiğin insanlara karşı gözün kapanıyor. Bunu da anlıyorsun. Yani yazının tonunu üç kez elden geçirmek rutinin oluyor. Hele kendi yazdığım alanda müzik haberciliği ya da eleştirmenliği yapıyorsam, tanışık olduğum insanlara empati kurmaktan bitiyorum. Aman kalp kırılmasın, kim bilir ne şartlar altında kaydetti, eli yüzü düzgün bir iş şu da olsaydı derken attığım taklanın haddi hesabı yok. En temizi takip mesafesini korumaya

çalışmak. Zaten bir noktadan sonra herkes herkesi tanıyor ama kendine ve yaptığın işe dair bir çizgide durmak durumunda kalıyorsun. ❏ Sizce müzik haberciliğinin popüler akımı takip etmesi, yeni isimlere daha az yer verilmesi müzik endüstrisini nasıl etkiliyor? Bu soru bana gelmemiş olsun, çünkü popüler akımı ikinci plana atıp alternatif yazan nadir kişilerden biriyim. Ama tam da bu nedenle daha az okunuyorum. Etkisini ancak böyle açıklayabilirim. Popüler isimler sana okunurluğu ve şöhreti sunuyor. Bu da bir yöntem ama tercihim değil. Ben işin dokümantasyon kısmındayım. İleride bu dönemin müzik arşivcilerinden biri olarak çıkan ürünleri anlatabilecek yetkinlikte olursam o zaman yazdığım etkin olur. ❏ Müzik yazarlarının yazılarından dolayı müzisyen, organizatör, mekânlar tarafından sözel zorbalığa uğradığı konuşulur. Ambargo konulması, röportaj vermemek gibi... Böyle bir şey söz konusu mu? Şüphesiz oluyordur. Kötü bir röportaj sonrası, kötü bir eleştiri sonrası kesin gönül koymalar, "bu gelmesin"ler yaşanıyordur. Önemli olan bu tavırların aradaki kişiler tarafından- ki bu basın danışmanı olabilir, kurumsal iletişim olabilirtatlıya bağlanabilir olması. Açıkçası bunları sorun etmiyorum. Bu huzursuzlanan kişinin kendi sorunu. İşim konserlere gidip izlemek, yazmaksa gider yaparım. Sanatçı ya da grupla ilgilenirim. Organizasyon durumunu da dilim döndüğünce anlatırım. Herkes işini yaptığında kişisel tavır koymalar da azalır kanaatindeyim.

'LİNÇ KÜLTÜRÜNDEN BESLENEN KARALAMA YAZILARI FAYDASIZ' ❏ Sizce müzik yazarlığı nedir? Daha doğrusu kimdir... Müzik yazarlığı olgusal düzlemde değil, kişisel açıdan yaratılan değerler çerçevesinde oluşturulmalı. Zira sanatı eleştirmek, pek çok açıdan yapısına ters. Müzik Taner Turna yazarlığı, yazarın var BirGün olan kültürel ve sosyal birikimini, üretilen eser ve/veya sanatçı profili ile buluşturarak yorumlamasıdır. Bu açıdan baktığımızda müzik yazarlığı, var olan kalıpların dışına çıkarak çok daha geniş bir kavrama sahip oluyor. ❏ Ülkemizde müzik yazarı ve müzik habercisi arasındaki fark karıştırılıyor mu? Müzik habercisi diye ayrı bir başlık açmak gerekir mi emin değilim. Halihazırda üretilen işi, bülten bilgileriyle paylaşmaktan öteye geçemeyen bir durum var. Müzik habercisinin görevi herhangi bir editör tarafından da gerçekleştirilebiliyor. Bu yüzden yazar ve müzik habercisini farklı yerlere koymak gerekiyor. ❏ Dijital platformların sunduğu imkanlarla herkes kendi deneyim ve düşüncelerini yazabiliyor. Profilinde kendisine istediği unvanı koyabiliyor. Bunun müzik yazarlığı mesleğine etkisi nedir? Buradaki sıkıntı isteyen herkesin istediği etiketi kullanması değil. Bu etiketten bağımsız ne ürettiği önemli olan. Halihazırda üretilen içerik sayısından çok okuyucuya ne sunduğuna bakmalı. Tıpkı tüm meslekler gibi müzik yazarlığının da çağın ayak izlerini takip etmesi ve alternatif yollara sapması gerekiyor. ❏ Sizce müzik yazarları müzisyenler tarafından ciddiye alınıyor mu? Bu konuda net bir gözlemim yok ama ayakları yere basan ve kişisel hasetler barındırmayan her yazı değerlidir diye düşünüyorum. Gruplar, bağımsız olduğuna inandığı geri bildirimleri dikkate alıyordur. ❏ Türkiye’de müzisyenlerle yazar/ gazetecilerin yakınlığı da dikkat çekiyor. Türkiye’de müziğe dair yazarken objektif olmak mümkün mü? Baktığımızda modern hayatta benzer tutkular ve yakın ilgi alanlarına sahip arkadaş bulmak pek de kolay değil. Dolayısıyla müzisyen ve yazarlar arasındaki yakınlık pek çok açıdan olağan. Olağandışı olan her iki tarafından da iş ve ilişkilerini ayrı ayrı değerlendirememesi. ❏ Sizce müzik haberciliğinin popüler akımı takip etmesi, yeni isimlere daha az yer verilmesi müzik endüstrisini nasıl etkiliyor? Pastanın en geniş dilimine yoğunlaşmak elbette pek çok açıdan daha tahmin edicidir. Fakat burada tek tipleşmek yerine her zaman alternatifinin olduğunu belirtmek gerek. Zira her alanda kolaya kaçmak, kademe kademe sanatın tüm aşamalarına nüfus ediyor. Bu da benzer işlerin sayısını çoğaltıyor. ❏ Müzik yazarlarının yazılarından dolayı müzisyen, organizatör, mekanlar tarafından sözel zorbalığa uğradığı konuşulur. Ambargo konulması, röportaj vermemek gibi... Böyle bir şey söz konusu mu? Böyle bir tecrübem olmadı. Burada eleştirme hakkını, yazı içinde doğru konumlandırmalı. Bazı durumlarda insanların yazarlık zırhını ve tahmin edilebilir kamuoyu beklentisini arkasına alarak kanıtlanmamış iddialar ve agresif bir dille eleştiri yazıları yazdıklarını görüyorum. Nasıl mekanların ambargo uygulaması gereksiz bir tutum ise yazarların da linç kültüründen beslenen karalama yazıları da bir o kadar faydasız.


49

KAPAK

. EKIM 2019

'BİRİNİN MÜZİK YAZARI OLUP OLMADIĞINI MECRA BELİRLEMEZ' ❏ Sizce müzik yazarlığı nedir? Daha doğrusu kimdir... Dijital çağda müzik endüstrisinin geçirdiği değişim tüm tanımları da değiştiriyor elbette... Tolga Akyıldız Ancak 25 yıllık Hürriyet müzik yazarı olarak kendini nasıl konumladığımı açıklamak isterim. Her zaman müzik eleştirmeninden ziyade sektör yazarı olarak farklılaşmaya çalıştım. Diğer bir deyişle yazdığım albümler, yaptığım röportajlar, hazırladığım dosyalarda konu aldığım kişi ya da olayları sektörel gözle değerlendirdim. Bu anlamda Aleyna Tilki ya da Bülent Ortaçgil albümü; Beyoncé ya da PJ Harvey albümünü değerlendirip puan verirken hem kendi müzikal evrenlerini; hem sektör içindeki konumlarını dikkate aldım. Bir albümün ya da teklinin müzikal kıymetine dair 'iyi' ya da 'kötü' derken de gerekçelendirmeye; eksiği varsa ne olduğunu söylemeye ve yapıcı olmaya çalıştım; tutarlı olmaya özen gösterdim. ❏ Ülkemizde müzik yazarı ve müzik habercisi/muhabiri arasındaki fark karıştırılıyor mu? Ben hepsine müzik gazetecileri diyorum. Mesela ben yıllardır Pop Virüs köşesini yazıyorum ama röportaj da yapıyorum, konu da hazırlıyorum gazetemde. Yıllarca birçok müzik dergisi çıkardım. Birçok dergide müzik üzerine yazdım. Hatta mesleğim psikologlukla müziğin kesişim kümesini temel alan bir köşem bile oldu bir dönem Psychologies Dergisi'nde. Şimdi böyle baktığınızda öyle bir ayrım yapmak yerine müzik gazetecisi demek daha doğru geliyor bana. Müzik yazarlığı/ haberciliği/muhabirliği bir uzmanlık alanı. Meslekse en geniş çerçevede gazetecilik. ❏ Dijital platformların sunduğu imkanlarla herkes kendi deneyim ve düşüncelerini yazabiliyor. Profilinde kendisine istediği unvanı koyabiliyor. Bunun müzik yazarlığı mesleğine etkisi nedir? Şu gerçek müzik yazarıdır, öbürü değildir demek benim haddime düşmez. Biri profilinde kendine müzik yazarı unvanı verdiyse, müzik yazıyorsa ve yazdıkları okunuyorsa bence müzik yazarıdır. Zaten birinin müzik yazarı olup olmadığını esasen mecra belirlemez. Ayrıca yazması de gerekmez; bir YouTuber da olabilir, podcast de yapabilir, IG TV'yi de kullanabilir... Önemli olan yazdığının ya da söylediğinin içeriği; bir ufuk açıp açmadığı, müzisyene, tüketiciye ya da sektöre bir fayda sağlayıp sağlamadığı... ❏ Sizce müzik yazarları müzisyenler tarafından ciddiye alınıyor mu? 32 yıllık meslek yaşantım boyunca dergilerde, gazetelerde çalıştım. Sadece müzik üzerine de yazıp çizmedim. Tek amacım saygın, ilkeli ve güvenilir bir gazeteci olmaktı. Bunu başardığıma inanıyorum. Bütün müzik yazarları ciddiye alınıyor mu diye soracak olursanız; herkesi ciddiye alan da vardır almayan da derim. Önemli olan bence kişilerden ziyade müzik yazarlığı işlevinin ciddiye alınıp alınmadığı ki mecra ve yöntemler değişse de ben müzik var oldukça müzik gazeteciliğinin de varlığını sürdüreceğine inanıyorum. Özellikle de

uzmanlaşmanın daha da kıymetli olacağı gelecekte... ❏ Türkiye’de müzisyenlerle yazar/ gazetecilerin yakınlığı da dikkat çekiyor. Türkiye’de müziğe dair yazarken objektif olmak mümkün mü? Benim meslekteki kıdemim düşünülünce eskiler, yeniler tanımadığım insan yok sanki. Eğer bu sebeple nesnelliğimi kaybetseydim sanırım bu işi yapmaya devam edemezdim. Arkadaşını kayıran oluyor mudur? Belki kayırdığını fark etmeden kayıranlar ya da yazarlığını şahsi zevkleri üzerine kurmayı tercih edenler arasında böyle müzik gazetecileri de vardır. ❏ Sizce müzik haberciliğinin popüler akımı takip etmesi, yeni isimlere daha az yer verilmesi müzik endüstrisini nasıl etkiliyor? Söz ettiğiniz türde müzik haberciliği konvansiyonel büyük medya için geçerli. İnternet medyası ve bağlantılı olarak sosyal medya mecraları açısından böyle bir durumdan söz edemeyiz bence. Kaldı ki konvansiyonel medyanın müzik endüstrisi üzerindeki etkisi fiziksel satış dönemiyle kıyaslandığında bugün epeyce azaldı... ❏ Müzik yazarlarının yazılarından dolayı müzisyen, organizatör, mekanlar tarafından sözel zorbalığa uğradığı konuşulur. Ambargo konulması, röportaj vermemek gibi... Böyle bir şey söz konusu mu? Benim başıma gelmedi ama kulağıma geldiği oldu. Daha önceki yanıtlarımda da açıkladığım üzere ben herkese eşit mesafede, kriter sahibi, gerekçeli yazmaya özen gösteren bir müzik gazetecisi olmaya çalıştım hep. En önemlisi olumsuz bir eleştiri yapacaksam dahi yapıcı olmaya çalıştım. Ne kimseye yaranmaya ne de kimseyi kişisel sebeplerle yaralamaya uğraştım... Bu açıdan bakınca bana ambargodur, zorbalıktır uygulamak için somut bir sebep oluşmamıştır. Tutun ki bunu yapmaya çalıştılar; en nezaketli ama en etkili yanıtı alacaklarını gayet iyi bilirler hepsi...

'KENDİLERİ HAKKINDA YAZILMASI İÇİN ISRAR ETMELERİ CAN SIKICI' ❏ Sizce müzik yazarlığı nedir? Daha doğrusu kimdir... Müziği sıradan bir dinleyiciden daha fazla dinleyen, dinledikleri hakkında önce bilgi sonra fikir sahibi olan, gündemi takip eden, hem sektörün hem de dinleyicinin nabzını tutabilen, bunu yaparken de üzerinde kaleme oynattığı konuya analitik ve diyalektik bir bakış açısıyla dışarıdan Yavuz Hakan Tok da bakabilen, gözlemci ve Milliyet Sanat / araştırmacı kimselere müzik yavuzhakantok.com yazarı deriz ya da demeliyiz. ❏ Ülkemizde müzik yazarı ve müzik habercisi/ muhabiri arasındaki fark karıştırılıyor mu? Kesinlikle karıştırılıyor. Muhabir yorumsuz haber verir, müzik yazarı ise verdiği haberde bile kendi bakış açısını ve yorumunu yazıya dahil eder. ❏ Dijital platformların sunduğu imkanlarla herkes kendi deneyim ve düşüncelerini yazabiliyor. Profilinde kendisine istediği unvanı koyabiliyor. Bunun müzik yazarlığı mesleğine etkisi nedir? Sosyal medya çağında kimseye ‘sen bu konuda yeterince donanımlı değilsin, o yüzden yorum yapma, fikir beyan etme’, deme şansımız yok. Ancak bu durumun her uzmanlık alanını gibi müzik yazarlığını da ucuzlattığı, herkesin yapabileceği bir şey sanılmasına sebep olduğu bir gerçek. ❏ Sizce müzik yazarları müzisyenler tarafından ciddiye alınıyor mu? Kendi adıma ciddiye alınmamak gibi bir şüphe ya da endişe yaşadığımı söyleyemem. Müzik yazarları, ciddi, tarafsız ve güvenilir bir üslup ve tavır içerisinde yazdıkları sürece etki alanları her zaman sosyal medya yorumcularından çok daha fazla olacaktır. Müzik yazarlarının hedef kitlesi öncelikle okuyucu olmalıdır. Ancak şu an müzik yazarlarına dinleyiciden çok müzisyenlerin önem verdiği söylenebilir. ❏ Türkiye’de müzisyenlerle yazar/gazetecilerin yakınlığı da dikkat çekiyor. Türkiye’de müziğe dair yazarken objektif olmak mümkün mü? Doğru ve mesafeli bir yakınlık her iki taraf için de faydalı olabilir. Ancak bir müzik yazarı ‘bunu yazarsam arkadaşlığımız bozulur’ endişesine kapılmaya başlamışsa orada doğru ve mesafeli bir yakınlıktan söz edemeyiz. ❏ Müzik yazarlarının ilgisi sadece popüler olanın mı üzerinde? Eğer öyleyse bu durum yeni sanatçıların ortaya çıkması adına nasıl değerlendirilmeli? Popüler olanla yeni olanı ve bilinmeyeni dengelemek gerektiğini düşünüyorum. Ancak yazılı ve görsel basının reyting, tıklanma, satma kaygısı müzik yazarlarının özgür bir biçimde yazı yazmalarını zaman zaman engelleyebiliyor. Gustosuna kıymet verilen bir müzik yazarının yeni bir isme işaret etmesi kadar popüler bir ismin yaptığı işe getireceği yorum da bence önemlidir. ❏ Müzik yazarlarının yazılarından dolayı müzisyen, organizatör, mekanlar tarafından sözel zorbalığa uğradığı konuşulur. Ambargo konulması, röportaj vermemek gibi... Böyle bir şey söz konusu mu? Müzisyenlerin kendi PR stratejileri doğrultusunda röportaj tekliflerine zaman zaman ilk röportajı bir başkasına söz verme, yüz yüze röportaj yapmama ya da hiç röportaj yapmama gibi birtakım prensiplerle karşılık verdikleri oluyor. Bir müzisyen için popüler bir röportajcıya röportaj vermek bir müzik yazarına röportaj vermekten daha önemli olabilir. Bu da derdinin müziğini anlatmak olmadığını gösterir zaten. Hiç röportaj vermemek anlaşılabilir bir prensip olabilir ama ben kendi adıma e-posta yoluyla röportaj yapma isteklerini kesin bir dille geri çeviriyorum. Bunun dışında PR temsilcilerinin ya da bizzat müzisyenlerin kendileri hakkında yazılması için birden fazla kez rica, hatta ısrar etmelerini can sıkıcı buluyorum.


50

KAPAK

. EKIM 2019

'BİRBİRİMİZİ CİDDİYE ALMAK ZORUNDAYIZ' ❏ Sizce müzik yazarlığı nedir? Daha doğrusu kimdir... Müzik yazarı; müzik ile ilgili akademik seviyede olmasa bile belirli bir bilgi birikimi olan, gündemi takip eden, kendi beğenilerinden Zeynep Okyay ziyade anlattığı zokyaypalace.com konuyu/sanatçıyı/ albümü/konseri eleştiri sınırları içerisinde objektif bir gözle okuyucuya aktaran kişidir bence. Müzik yazarı dediğimiz zaman alanında ciddi bir bilgi birikimi olan, ele aldığı konuyla ilgili araştırma yapan, karşılaştırmaları, sunduğu yorumlarla okuyucunun bilgisine genel geçer bilgiler haricinde ekstra bilgi katabilen ve dinlediği/ izlediği müziği karşı tarafa doğru şekilde aktarmaya çalışan kişi olarak da tanımlayabiliriz. ❏ Ülkemizde müzik yazarı ve müzik habercisi/muhabiri arasındaki fark karıştırılıyor mu? Müzik yazarı ve müzik muhabiri arasında aslında oldukça bariz bir ayrım olmasına rağmen maalesef ülkemizde kendisine gönderilen bülteni imla hatalarına, anlatım bozukluklarına bakmaksızın kopyala–yapıştır yöntemiyle kendisine ayrılan köşeye, blog'a taşıyan kişilere de müzik yazarı tanımı yapıldığı oluyor. Ancak müzik habercisi, kendisine sunulan bilgiyi bir yorum eklemeksizin aktarırken müzik yazarının ise elindeki bilgileri ayrı ayrı referans noktaları göstererek, farklı örneklerle şekillendirerek okuyucusuna sunduğunu unutmamak gerekiyor. ❏ Dijital platformların sunduğu imkanlarla herkes kendi deneyim ve düşüncelerini yazabiliyor. Profilinde kendisine istediği unvanı koyabiliyor. Bunun müzik yazarlığı mesleğine etkisi nedir? Dijital dünyanın gelişmesiyle özellikle yazınsal alandaki diğer mesleklerde olduğu gibi müzik yazarlığı/eleştirmenliğine de etkileri oldu. Şahsen daha önce hiç adını duymadığım, herhangi bir yerde yazılarını okumadığım; ancak müzik bilgisini ve yorumlama şeklini beğendim insanları da bu sayede keşfetmiş oldum. Tabii ki olumlu olduğu kadar olumsuz tarafları da her durumda olduğu gibi burada da mevcut. Ancak işin bu konuda biraz daha iyi tarafından bakmaya çalışıyorum; zira belirli birkaç isim çevresinde dönen mainstream müzik yazarlığı mevzusuna yeni ve yetenekli isimlerin katılmasını canı gönülden istiyorum. ❏ Sizce müzik yazarları müzisyenler tarafından ciddiye alınıyor mu? 10 yıl müzik gazeteciliği yapan ve üzerine son 10 yıldır da plak şirketi tarafında çalışan biri olarak söyleyebilirim ki birbirimizi ciddiye almak zorundayız. Diğer türlü sektör bulunduğumuz noktada saymaya devam eder, hatta daha da geriye gidebiliriz. Sorunun yanıtına gelirsem; gözlemlediğim kadarıyla yeni gelen nesil, müzik yazarlarının görüşlerine abi ve ablalarından daha çok değer veriyor. Yeri gelince medeni boyutlarda kendi fikirlerini de tartışmaktan kaçınmıyorlar. Burada önemli olan da bu aslında; karşılıklı saygı sınırı aşılmadan karşılıklı konuşmayı, yeri geldiğinde tartışmayı bilmek. ❏ Türkiye’de müzisyenlerle yazar/ gazetecilerin yakınlığı da dikkat çekiyor. Türkiye’de müziğe dair yazarken objektif olmak mümkün mü? Bu tamamen kişisel bir durum. Şahsen iş ile arkadaşlığın birbirine karıştırmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Konu ne olursa olursun dost

yeri geldiğinde acıyı söylemeyi bilmeli. Diğer türlü hem arkadaşınıza, hem dinleyicilerini kötülüğü en başta siz yapmış olursunuz. ❏ Sizce müzik haberciliğinin popüler akımı takip etmesi, yeni isimlere daha az yer verilmesi müzik endüstrisini nasıl etkiliyor? Yeni isimlerin dijital dünya haricindeki kitlelerle de buluşması açısından tabii ki de hayli etkili oluyor bu durum. Ancak bu durum biraz da yazarın ve mecranın tercihi de. Olay, daha çok tıklanmak mı yoksa haberciliğin ana kurallarından biri olan bilgiyi okuyucuya aktarmak mı? ❏ Müzik yazarlarının yazılarından dolayı müzisyen, organizatör, mekanlar tarafından sözel zorbalığa uğradığı konuşulur. Ambargo konulması, röportaj vermemek gibi... Böyle bir şey söz konusu mu? Açıkçası ne müzik gazeteciliği yaptığım dönemde başıma böyle bir şey geldi, ne de hali hazırda kendi blog'umu hazırladığım son yıllarda. Bu tarz iddialara da tanık olmadığım ya da çok ciddi bir kanıt önüme sürülmediği sürece yanıt vermekten de hoşlanmıyorum.

'MÜZIK ELEŞTİRMENLİĞİ NE YAZIK Kİ KURUMSALLAŞAMADI' ❏ Sizce müzik yazarlığı nedir? Daha doğrusu kimdir... 'Müzik yazarlığı' ifadesi aslında doğru bir kullanım değil; doğru olan müzik eleştirmeni demek. Music writer, İngilizce'de şarkı yazarlığı için kullanılır. Zaman zaman Zülal Kalkandelen ben de müzik veganlogic.net / yazarı ifadesini Cumhuriyet yaygınlığından dolayı kullansam da bu röportajda müzik eleştirmenini kullanarak devem edeceğim. Müzik eleştirmenliği, müzik tarihini ve müzikteki akımları iyi bilen, müziği anlamlandırma ve yorumlama kapasite/yetisine sahip olan eleştirmenlerin yaptığı iştir. Bir albümü, konseri, müzisyenlerin ya da grubun ortaya koyduğu eseri ve performansı izleyerek ve dinleyerek okuyucularına aktarmak görevidir. Sadece müzik tarihini bilmekle yetinmemeli, günümüzde sürekli gelişen yeni akımları ve müzik teknolojilerini de izleyerek okuyucularına/dinleyicilerine doğru bir bakış açısıyla aktarmalı. ❏ Ülkemizde müzik yazarı ve müzik habercisi/muhabiri arasındaki fark karıştırılıyor mu? Evet karıştırılıyor ve ikisi aynı şey olarak algılanabiliyor ülkemizde. Müzik eleştirmeni, bir müzik eserini ya da konseri, tarihi perspektif içinde ve sanatçıların gelişimini de göz önünde bulundurarak yorumlama kapasitesine sahiptir. Oysa müzik alanındaki haberleri takip eden bir muhabir, 5N1K kuralına uygun olarak, varsa belirtilecek dikkat çekici unsurlara da yer vererek haberini oluşturur. Ayrıca müziği ve performansı yorumlaması, geçmişe göre kıyaslaması ve geniş bir değerlendirme yapması beklenmez. Oysa müzik eleştirmeninin konuyu en iyi bilen ve yakından izleyen kişi olarak çok daha kapsamlı bir değerlendirme yapması, fark edilmeyenleri fark etmesi beklenir. ❏ Dijital platformların sunduğu imkanlarla herkes kendi deneyim ve düşüncelerini yazabiliyor. Profilinde kendisine istediği unvanı koyabiliyor. Bunun müzik yazarlığı mesleğine etkisi nedir? Gerçekten de herkesin her konuda hemen uzman gibi görüldüğü, herkesin her konuda herkesten iyi bilgi sahibi olduğunu iddia ettiği bir çağdayız. Elbette düşünceleri rahatlıkla paylaşmak güzel ama bir grubun bir albümünü dinleyip sevdiği için kendisini o grup hakkında otorite gibi gören ya da müzik tarihindeki pek çok gelişmeyi bilmeyen birisi kendisine "müzik yazarı" deyince yapılan iş önemsizleştirilmiş oluyor. Yani bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma durumu çok yaygın. Dijital platformlarda bu nedenle çok fazla yanlış bilgi yayılıyor. Herkes "müzik yazarı" o mecralarda. Bunun müzik eleştirmenliğine etkisi ise, yapılan işin toplumda hak ettiği değeri bulmaması oluyor. ❏ Sizce müzik yazarları müzisyenler tarafından ciddiye alınıyor mu? Türkiye'de pek ciddiye alındıklarını düşünmüyorum. Mesela popüler kültürün önde gelenlerinden bir gazeteci, bir albüm hakkında bir görüş beyan ettiğinde çoğu insan daha çok ona prim verme eğiliminde. "Bu konuda müzik eleştirmenleri ne diyor?" diye soran fazla olmuyor. Müzik eleştirmenliği ne yazık ki sinema eleştirmenliği gibi kurumsallaşamadı Türkiye'de ve onun gibi bir meslek olarak da


51

KAPAK algılanmıyor. Çoğu müzisyenin eleştirmenlerden beklediği, sadece albümü ya da konserinden söz etmesini beklemekle sınırlı. Gerçekten önemli bir kesiminin yorumlarımızı takip ettiğini ve üzerinde düşündüğünü sanmıyorum. ❏ Türkiye’de müzisyenlerle yazar/ gazetecilerin yakınlığı da dikkat çekiyor. Türkiye’de müziğe dair yazarken objektif olmak mümkün mü? Ben bu yakınlıktan özellikle uzak durdum. Zaman zaman buluşup kahve içtiğim sadece bir isim var. Objektifliği etkileme riski var elbette. Yakınlık kurulmuşsa, müzisyen kötü bir albüm yayınladığında müzik eleştirmeni kötü deyip kırmaktan çekinebilir ve hiç yazmamayı tercih edebilir. Düşünceler sansürsüz yazıldığında arkadaşlıkların bozulduğuna tanık olmuştum. O nedenle uzaktan tanışıklık iyidir. ❏ Sizce müzik haberciliğinin popüler akımı takip etmesi, yeni isimlere daha az yer verilmesi müzik endüstrisini nasıl etkiliyor? Bu benim en üzüldüğüm konu. Ne yazık ki büyük bir çoğunluğu öyle. Çünkü popüler bir isim hakkında yazdığınızda ya da yorum yaptığınızda sizi okuyan ve dinleyen de çok oluyor. Kimsenin tanımadığı bir müzisyen hakkında yazdığınızda sadece keşif yapmak isteyen, iyi ve farklı müziğe meraklı olan çok çok az sayıda müziksever ilgileniyor. Yeni sanatçıların sesini duyurması bu yüzden inanılmaz derecede zor. Ben radyoda program yaparken deneysel, avangart müziklere odaklanıyordum. Bir gün bir dinleyici, "Kimsenin bilmediği ama Zülal'in dinlediği müzikler diye bir kategori olmalı" diye yakındı. Oysa günümüzde radyo programcısının işlevi, zaten herkesin elindeki telefonla bile anında ulaşabildiği popüler şarkıları çalmak değil, gerçekten araştırıp kimsenin bilmediği iyi sesleri duyurmak olmalı. Çok beğeni alma, çok takipçili olma isteği, modern çağın sorunlarından biri. Bunun sonucu da ortalamaya doğru kayma oluyor. Beklentilerden kurtulursak sadece iyi müzik için kanalları açabiliriz. ❏ Müzik yazarlarının yazılarından dolayı müzisyen, organizatör, mekanlar tarafından sözel zorbalığa uğradığı konuşulur. Ambargo konulması, röportaj vermemek gibi... Böyle bir şey söz konusu mu? Bu da sektörün ciddi sorunlarından biri. Organizasyon firmaları, PR şirketleri ve plak şirketleri işin içinde. Müzisyenlere ulaşmak için onlarla yakın ilişkiler kurmanız gerekiyor. Ünlü bir sanatçı Türkiye'ye geldiğinde, zaten daima çok satışlı/tirajlı medya tercih ediliyor ve söz konusu sanatçı ile o kurum için röportajı yapacak olanın müzik üzerine konuşma kapasitesinin sınırlı olduğu bilinse de, yine de öncelik o çok satışlı medyanın oluyor... Yani röportajın niteliğinin iyi olması değil, çok kişiye ulaşması hedefleniyor. Bunun örneklerini çok gördük. Bir zamanlar "medyanın amiral gemisi" denilen gazetede röportaj yaptığı ünlü müzisyenin adını bile yanlış yazanlar oldu. Ancak bunu yapan müzik eleştirmeni değil, popüler bir yazardı. Ambargo açıktan dile getirilmese de, daha önce bir organizasyon firmasının konseri ya da plak şirketinin sanatçısı hakkında pek iyi bir eleştiri yazmamışsanız ilişki soğuyor ve siz görmezden gelinebiliyorsunuz. Sizden bekledikleri olumlu yönleri yazmanız, beğenmedikleriniz olursa da fazla öne çıkarmamanız. Övgü ve kankalık üzerinden ilerleyen bir alana dönüştü ne yazık ki... Bu konularda iyi değilseniz pek şansınız yok. Bir keresinde adını yeni duyduğum bir müzisyenin albümünü dinledikten sonra beğenmediğimi sosyal medyada belirttiğimde epey tepki çekmiştim. Meğer o kişi müzik sektöründe hemen herkesin yakın arkadaşıymış. İstiyorlar ki ya beğenin ya da susun.

. EKIM 2019

Albüm kritiği öldü mü?

S

evgili okur, halihazırda müzik yazarlığı dosya konusu yapmışken Vice'ın 2016 yılında yayınladığı yazının özetini sizlere geçmek istedik. Uzunca kaleme alınan yazıdan notlar... 1970 yılının Şubat ayında, Birmingham'dan küçük bir grup isim albümlerini yayınladı. ABD'ye kadar ulaştıktan sonra Lester Bangs adındaki müstesna müzik yazarı, Rolling Stone dergisinde yayınlanmak üzere albümün beş paragraflık değerlendirmesini yazdı. 575 kelimenin içinde bir tane bile pozitif kelime yoktu. Bahsi geçen albüm ve grup da, dünyayı sallayacak olan Black Sabbath'tı... Metal müziği doğuran, sonradan Rolling Stone'ın Gelmiş Geçmiş En İyi 500 Albüm listesine 238'inci sıradan alacağı albüm yani. Albümü eleştiren tek kişi Bangs değildi gerçi. Pek çok eleştirmen albüme sert davranmış, olaylar grubun gitaristi Tommy Iommi'nin bir otelde eleştirmenlerden biriyle yumruk yumruğa kavga etmesine kadar yükselmişti. Neden peki? Olayın 1970 yılında olduğunu unutmamak gerek. İnternet öncesi, MTV ve radyonun döneminde albüm kritikleri hayranlar için kıymetliydi. Toplumun görüşünü belirler ve albüm satışını doğrudan etkilerlerdi. Sanatçıların müzik yazarlarına takması normal karşılanabilirdi. Black Sabbath'ın ilk solisti Ozzy Osbourne da yıllarca Bangs'i unutmamış, otobiyografisinde bile uzunca bir yer ayrılmış... Bangs de son röportajında bir eleştirmen olarak rolünün az olduğunu iddia etmiş. "Bir kaydı radyoda duymanız, okuyacağınız herhangi bir şeye göre satın almanızı çok etkiler. Çoğu insan hiçbir şey okumuyor bile" demiş. Vice'ın haberine göre, Black Sabbath albümü hakkındaki yorumları talihsiz olsa da Bangs'in haklı tarafları olabilir. Dijital

stream uygulamalarının güç kazanmasıyla, milyonlarca parça parmak uçlarımızda. Eğer dinleyici kendi kulaklarıyla karar vermeyi de yeğliyorsa, hâlâ bir albüm kritiğine ihtiyacımız var mı? 2000'ler medya dönüşümüne de sahne oldu. İnternette yazmanın havalı bir şey olmasını izledik, Bir sitede yazmak ya da bir blog sahibi olmak çok etkileyici bulunuyordu. Buralardan çevrelerini etkileyen 'kanaat önderleri' çıkıyordu. İşleri büyütenler de oldu, Pitchfork yıllarca kıymet verilen eleştirilerin yapıldığı bir yer oldu mesela, 2015'te de ciddi rakamlara satıldı. Döngü sürüyor, Pitchfork gibi platformların kritikleri saygın kabul ediliyor ve bir albumün ömrü üzerinde cidden etkileri olabiliyor. 'Yeni en iyi' gibi bir listede adınızın görülmesi size inanılmaz tanınırlık gelirebilir ,di... Ancak okunma ve okuyucu sayıları, onlar için bile tartışmalı. 2007'den beri Pitchfork'a albüm kritği yazan Ian Cohen de endüstrideki değişimin kritikleri etkileyeceği fikrine katılıyor. "Bir listede görünürdünüz ve bir anda kariyeriniz coşardı. Bu artık bitti" diyor. Twitter gibi platformlardan sürekli ses çıkıyor, kritiklerin 'midas dokunuşu' da kayboluyor anlaşılan. Ancak başka bir sorun, tüm bu ses kalabalığı içinde 'dinlemeye değer' müziği bulmanın çok zor olması. Topladığımız tüm bilgi kırıntılarına bir çekilip geniş açıdan bakınca, 'eşikbekçi'lerine ihtiyaç tamamen kaybolmamış görünüyor. Bir şeylerin değiştiği kesin ama her halükarda, bizim bu tip yorumları yapmaya yönelik çekincemiz sürüyor. Belki de en iyisi budur, yoksa insan kendini dünyaca ünlü müzisyenleri küsüratlı puanlarla sıralarken bulabilir.


52 'Mirastan yiyerek yaşamak istemem'

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

Ece ULUSUM

S

evdiğiniz bir grubun albüm çıkarmasını beklemek tatlı bir heyecan ancak süreç uzadıkça ister istemez biraz canınız sıkılıyor... Ancak albüm olmasa bile sıklıkla konser veriyorsa, müziğiyle sarılıp kaynaşıyorsanız, merakınız yeniden harlanıyor. BaBa ZuLa'nın albümünü beklemek bizim için böyle bir süreçti. Az değil, 5 yıl... BaBa ZuLa, Murat Ertel yapımcılığındaki Derin Derin adlı onuncu albümü yayınlandı. Yine şarkı sözlerinden kapak tasarımına her detayı düşünülmüş. Hayat döngüsüne vurgular yapan albümde 4 yaşındaki çocuğun salıncak mutluluğundan 92 yaşındaki bir ustanın tecrübesine varan dokunuşlar var. Tam anlamıyla koleksiyonluk. Döne döne dinleyeceğimiz, ilk fırsatta da sahnelerde izleyeceğimiz bir albüm. Albümü duyar duymaz röportaj istedik. Murat Ertel yurt dışında olduğundan tüm sorularımızı ses kaydı atarak samimiyetle yanıtladı. E-postasındaki imzasında yer alan nazar boncuğu emojisiyle de gülümsetti. Kültürümüzü müziği, duruşu ve kostümlerinin yanı sıra dijital dünyada da temsil ettiği açık. Çok uzatmayalım, Ertel'le denizaşırı röporajımız... ❏ 10'uncu albümünüzü heyecanla bekliyorduk. 5 yıldan sonra kimi dinleyicileriniz bir albüm gelmeyeceğini düşünüyordu. Niçin albüm sürecini bu kadar uzun tuttunuz? 5 senedir yeni albüm yapmadık, doğru ama 2017’de XX adında derleme bir albüm yaptık. Çok zamanımızı aldı. Bütün arşive daldım, çeşitli formatlardaki analog ve dijital

BaBa

ZuLa

kayıtları inceledim. Daha önce yayınlanmamış 30 kadar parça seçtim. Görsel karşılıklarını da aradım. 20 yılın müzikal bir muhasebesini tuttuk. Bu 5 yılda da dünyanın her tarafında yaklaşık yüz konser oldu. Bunların dışında farklı proje ve sanatçıyla çaldığımı da düşünürsek, albüm için konsantrasyon bulmaya zaman yoktu. Menajerimiz Ahmetcan Taşdemir’le aldığımız bir kararla albüm yapmak için 5 ay turne yapmadık. Tabii ki daha önce hazırlanmış parçalar vardı ama böyle bir süreçten geçtik. Bir daha albüm yapmamak bizim için acı olur, hatta grubun sonu olur. Yıllarca yeni beste ve albüm yapmadan yaşayan gruplar var ama ben mirastan yiyerek yaşamak istemem. Yeni albüm yeni kan demek, bu yüzden çok heyecanlıyım şu anda. ❏ Tekli olarak şarkılar yayınlayarak dinleyici nabzını yokladınız. Yorumlar nasıldı? Önce remiks yayınladık. Normalde tam tersini yapmanız bekleniyor. Tekliler çok güzel eleştiriler aldı. Sınırlı sayıda plak basmıştık, tamamen tükendi. Biz turnelerde plak da satıyoruz, ilk partinin çıkmasından sonra iki hafta geçmeden ikinci partiyi istememiz gerekti. Plak şirketi tükendiğini söyleyince çok şaşırdık, elimizde kalanları satmayıp aramızda bölüştük. Uzunçalar büyüklüğünde ama 45’lik olan bu EP’leri plak koleksiyonlarında görüyordum ama bizimde yoktu. ❏ Albüme şarkıları seçim süreci nasıldı? XX’i bitirdikten sonra, elimizde birçok şarkı vardı. Son albümden beri 6-7 filme, birtakım belgesel ve tiyatro oyunlarına müzik yaptık. Bu belgesellerden yırtıcı kuşlardan bahsedene yaptığımız müzikler çok güçlü ve ayrık

duruyordu. Bunları albüm için kullanmaya karar verdik ve enstrümantal parçaların tamamı oluştu. BaBa ZuLa olarak doğaya çok meraklı ve canlılar arası ilişkiye özen gösterilmesi gerektiğini düşünen bir grubuz. Bu yüzden bu belgeselin önemi bizim için büyük. Sözlü parçaların ikisini grupla besteledik, sözlerini ben yazdım. Canlı kaydedildi. Diğer parçalar da tamamen farklı, benim ve ailemin parçaları diyebilirim. Biri eşim Esma Ertel’le yaptığımız bir şarkı, Haller Yollar. Biri 4 yaşındaki oğlum Arel Ertel’le yaptığımız Salıncaksın parçası. Arel’i salıncakta sallarken bana söylediği bir şarkıdan esinle çalışarak bu besteyi yaptım. Diğeri, yine eşime yazdığım Kızıl Gözlüm isimli aşk şarkısı. Planlamadım, doğdular ve albümde yerlerini buldular. ❏ Sound olarak nasıl bir yol izlediniz? BaBa ZuLa'nın oturmuş, dinleyiciye tanıdık gelen bir tınısı var. 23 yılda belli bir sound oturttuğumuzu söyleyebilirim. Ama her albüm biraz daha değişik. BaBa ZuLa’da elektronik ve akustik ögelerin dengesi var. Birçok insan yalnızca elektronik ya da akustik yapıyor. Oysa dünyamızda elektroniğin, makinelerin, insanların ve canlıların bir dengesi var. Diğer parçalarımızdan teknik olarak en büyük ayrışma özellikle Salıncaksın ve Kızıl Gözlüm parçalarında. Armonik yapı diğerlerinden farklı. Daha karmaşık bir yapıyı ilk defa gruba soktum. Öncekilerde rock’n roll mantığında birkaç akoru aşmayan bir armoni peşindeydik. Şimdi daha fazla akor kullandık, kendi içimizde ufak bir devrim gibi. Yine kendimize ait ve coğrafi alarak mirasını aldığımız makamlar devam ediyor.


53

RÖPORTAJ Tını olarak da, özellikle elektro saz ve elektro baritone udun birleşmesi bence çok ilginç. Şu anki dörtlü form, BaBa ZuLa’nın en sevdiğim formasyonunu getirdi. Şu anki BaBa ZuLa’nın canlı hali 23 yıllık hayatımızın en güzel tınısına sahip. ❏ Albüm için şöyle bir açıklama var: "Ötelenen kültürlerin, hayata kattığı anlamları ve bu anlamların oluşturduğu döngüyü anlatıyor." Bu döngü içinde olduğunuzu siz nasıl kanaat getirdiniz ve müziğinize taşıdınız? BaBa ZuLa her zaman ötelenenlerin, itilenlerin yanında ve güç sarhoşluğuyla kendini kaybedenlerin karşısında olmuştur. Biz her zaman kadınların, farklı cinsel tercihleri olan insanların, farklı dinsel tercihlerini olan insanların, fikir özgürlüğünün, çocuk haklarının savunucuları oldu. Gerek müziğimizde, gerek hayatımızda... Ötelenen kültür ve duruşlar var, bu da egemen anlayışa ters düşen her şey demek aslında. Dilsel, dinsel, ırksal baskılar kesinlikle var. Ama bu toplumun ve kültürün içinden çok kıymetli şeyler de çıkıyor. Bu hazinelerden biri de aşık kültürü. Popüler kültürü geçin, kendi kültürümüz içinde bile ne yazık ki yok sayılıyor. Çünkü aşıklar gerçeği söyleyen insanlar ve toplum tarafından da benimseniyor. Bence bundan korkuluyor. Bu kültürün içinde olduğumuz halde o insanları hatırlamıyoruz. BaBa ZuLa bunları bize ve size, hepimize hatırlatan bir grup. Giydikleri kıyafetlerden söyledikleri sözlere ve çaldıkları enstrümanlara kadar. ❏ Albüm kapağının hikayesi nedir? BaBa ZuLa her zaman estetiğe çok önem vermiş bir gruptur. Kostümlerimizden albüm kapaklarına kadar... Albüm görseli çok güçlü. Babam Mengü Ertel uluslararası bir grafik sanatçısıydı ve ondan çok etkilendim. Albümde en belirli olan şey buydu. 23 senede babamdan hiçbir şey kullanmadığımı acıyla fark ettim. Bunun üzerine büyük bir hevesle ondan bir şeyi albümde kullanmak istedim. Eşim Esma Ertel’le pek çok albümün sanat yönetmenliğini yaptık, bu da onlardandı. Babamın iki işini aldık ve birleştirdik. Sonra Esma renkli yaprakları ekledi. Dünyanın yaşayan en önemli kaligraflarından Ethem Çalışkan, babamın çok iyi bir dostuydu. Pek çok işi beraber yaptılar. Eşim, tasarladığım BaBa ZuLa logosunu onun yorumlamasını ve albüm adını yazmasını önerdi. Ethem Çalışkan’a gittik, bu yazıları kendi tarzıyla yorumladı. Böylece Mengü Ertel ve Ethem Çalışkan bir kez daha birleşmiş oldu. Kapakta kullanılan fotoğraflar da çok ilginç. Fotoğraflar 1851 Stüdio’da 150 yıllık bir objektif ve 200 yıllık bir teknikle çekildi. ❏ Evet, bir de fotoğraf var. Bu fikir nereden çıktı? Mengü Ertel’in oğlu olarak, doğduğum andan itibaren kendimi sanat dünyasının içinde buldum ve farklı sanat disiplinleriyle uğraşan pek çok dostum var. Bir üstadtan bahsetmek istiyorum, Süleyman Saim Tekcan. Türkiye’nin tek grafik müzesi İmoga’nın başında olan, önemli bir sanatçı. Kendisi babamı yitirdikten sonra da 2019 bize olan desteğini esirgemedi. Derin Derin

. EKIM 2019

Yıl 2006, yer Babylon. Dansözler, kostümler... Ortam yıkılıyor. Murat Ertel'e bakın...

Grubu bu yıl Zorlu PSM, MIX Festival'de seyretmiştik. Efsaneydi!

Onun rehberliğinde ve yardımlarıyla pek çok üretimde bulunduk, pek çok insanla tanıştık. Bir gün “Benim bir fotoğrafımı çektiler, mutlaka senin de çekilmeni istiyorum” dedi ve bizi 1851 Studio’yla tanıştırdı. Orada Kerim Süner’le tanıştık. Benim ve ailemin fotoğraflarını çekti. Bu, körüklü bir fotoğraf makinesi ve 150 yıllık bir objektifle yapılan bir çalışmaydı. Film, camın üzerine gümüş ve yumurta akı gibi çeşitli maddelerden oluşan bir karışımın üzerine çekiliyor ve tek bir fotoğraf için saatlerce uğraşmak gerek. Çok hoşuma gitti, BaBa ZuLa için de yapmak istedim. Diğer fotoğraflara benzemeyen, çok özgün bir çalışma oldu. ❏ Bir klip olacak mı? Olacak, hatta birden fazla yapmak istiyoruz. Birçok görsel karşılık var bu albümde, bu çağırıyor aslında kendine. Bir klibimiz var, o da Kervan Yolda için yapıldı. Hatta hem albüm hali hem de remiksi için klip var. Yönetmeni, arkadaşımız Cenk Kaptan. Kendisi sanatımızı yakından takip eden ve uzun zamandır çalıştığımız bir sanatçı. 2009'da Kökler albümü için yaptığımız Abbasağa Parkı için çok güzel bir klip yapmıştı bize. Bu albüm için de Kervan Yolda için iki klip yaptı, üstelik kendi icadı olan Mixart diye bir oluşumda yer aldık. O da çok ilginç bir durum, sanatçılarla beraber çalışarak kanal kanal sample’lar alınıyor. Sonra bu loop’larla Mixart kanalında izleyicilerin sevdikleri müzisyenlerin parçalarını çok kolay, çocukların yapabileceği bir şekilde yeniden yorumlaması sağlanıyor. Yani siz şimdi Mixart’a gidip BaBa ZuLa’nın Kervan Yolda parçasını istediğiniz gibi yorumlayabilirsiniz. ❏ Plak şirketiniz Glitterbeat Records. Yurt dışından bir plak şirketiyle çalışıyorsunuz. Glitterbeat ile çalışmanın avantajları arasında yurt dışı müzik basınına şarkılarınızı doğru şekilde servis etmeleri var. Başka konforları neler? Glitterbeat çok iyi, hızlı yükselen ve yıldız bir şirket. Küçük olmalarına rağmen 5 senedir Womex Fuarı'nda en iyi plak şirketi

ödülünü alıyor. İleriyi çok gören bir şirket. Bu yüzden tüm dünyanın gözü üstünde. Hangi sanatçılarla çalışacaklar, sanatçılar ne yapacak diye herkes bir bakıyor. Önemli ve gurur veren bir durum. Orada çalıştığınız zaman, önde gelen eleştirmenler sizi mutlaka dinliyor yani. Çok fazla düşündüğüm bir konu değil aslında, müziğe daha fazla konsantre oluyorum. ❏ Siz hep sahnelerdeydiniz. Yeni albümünüzle birlikte bir turne başlayacak mı? Biz hep sahnelerdeydik, evet. Dediğim gibi, bu albüm için 5 ay ara verdik. Bu sürede de tamamen durmadı konserler, ayda ortalama 2-3 konser yaptık. Bizim için ara buydu! (Gülüyor.) Şimdi sıkı turneler geliyor. Genelde Avrupa ağırlıklı ama dünyanın pek çok yerinde sahnede olacağız. ❏ Turne söz konusuyken, Avrupa'da birçok grubun turne yolculuklarından belgeseller yapılıyor. Sizin böyle bir projeniz olacak mı ya da düşünür müsünüz? Turne belgeseli bir yol ve yapım masrafı demek! Bunu karşılayacak durumda değiliz şu anda. Bir minibüsümüz var, ancak sığıyoruz. Eşyalarımızı kendimiz taşıyoruz. Belgesel için en az iki kişinin olacağını düşünürsek, bu kişilerin yol, yemek, konaklama gibi masrafları bizim için zor. Ama Brezilyalı yönetmen Adriana Cordelio ile bir BaBa ZuLa belgeseli üzerinde çalışıyoruz.


54

. EKIM 2019

Ece ULUSUM

Sokak arasından dünya müziğin sınırsızlığına

İ

lk kez, yanımda bir yetişkin olmadan izlediğim konser Babylon'daydı. Tek başına İstiklal'de gezmek başlı başına bir olayken üzerine bir de konsere gitmek... Tuğlalı loş konser alanı, merdivenlerde flört edenler, bardaki şişe ve bardak şıngırtıları, kapı önü sigara sohbetleri... Heyecanımı bugün hatırladığımda, niçin müzikle ilişkin bir iş yapmak istediğimi anlıyorum. Babylon kim bilir, başka ne ilhamlara ve hatıralara vesile olmuştur. Tam 20 yıl olmuş kurulalı, geçen ay yeni sezon kutlamalarla başladı. Hikayeyi bir kere daha başa saralım istedik... 1989’da Pozitif ’i, 1998’de Doublemoon’u ve 1999’da Babylon’u kuran Ahmet ve Mehmet Uluğ kardeşler, Amerika'dan döndükten sonra Baro Han'da babalarının ofisinde çalışmaya başladı. Akıllarında bir şey yapmak vardı ancak konser mekanına dair fikir yoktu. "İlk konserimizden itibaren sanatçılarımız Pera Palas'ta kaldı. Yemeğe gittiğimiz yer Yakup'tu. Yani biz bu mahalleyle başladık her şeye zaten 20 yıl önce. Babylon'u önce ofis olarak kiralamayı düşünüyorduk. Kulüp yapma fikri sonradan çıktı ve çok düşündük burada açılır mı, açarsak da insanlar gelir mi diye" diyor Ahmet Uluğ. Düşünmeleri normal, 90'ların sonları, Asmalımescit henüz renklenmemiş, ıssız ve biraz da tehlikeli. Hatta bu nedenle Alman Hastanesi'nin bahçesine bakan bir bina alacaklardı. Ama fiyatlar uçuktu. Tehlikeli olması mekanın fiyatını da uygun kılıyordu. Mehmet Uluğ "Çok yanlış karar aldık ama bir şekilde hepsi doğruya dönmüştür sonradan" diye harika bir şekilde özetliyor durumu. Babylon'un açılmasıyla birlikte karanlık Asmalımescit sokakları aydınlandı, sessizliğin yerini de müzik aldı. Babylon'da takılan kitleyi gören mekan açtı... 'BURAYA İNSAN GELİR Mİ?' 23 Nisan 1999'da John Lurie & The Lounge Lizards konseriyle açıldı mekan. Başta caz müzikle bütünleşti ama sonra tüm müzik türlerine kucak açtı. Zamanla alternatif müziğin yuvası oldu. 2009'da Mehmet Tez'e verdikleri röportajda Mehmet Uluğ, "Bu kadar ilgiyi hiç beklemiyorduk. Biz sadece kendi sevdiğimiz cazcıların konserlerini yapmak istiyorduk" diyor. Nasıl ilgi olmasın, öyle isimler sahne alıyordu ki! Patti Smith, Omara Portundo, The National... Ahmet Uluğ 2018'deki ayrılık mektubunda "Babylon da bir ihtiyaçtan doğdu. O zamanlar konserlerden sonra müzisyenler bir kulübe gidip jam-session yapmak, çalmaya devam etmek isterdi. Baktık ki İstanbul’da bu tarz bir mekan yok ve biz kendi mekanımız olsun hep istedik, kolları sıvadık. 1999 Babylon’u Asmalımescit’de açarken buraya insan gelir mi diye çok düşündük. Dünyayı İstanbul’a taşıdık, İstanbul’dan dünyaya açılacakların mutfağı olduk. Ahalimizle güçlendik, tüm dünyanın gözlerinin kentin üzerinde olduğu yıllarda, İstanbul’un sesini açtık." Bu mekanla müzik piyasası da hareketlendi. Müzisyenler, müzik basını ve organizatörler de

heyecanlandı. Gazeteci, yazar, çevirmen ve radyo programcısı ve her şeyden evvel müzik tutkunu Sevin Okyay mekanın 10'uncu yılında şöyle demişti: "Babylon'un kendisi, benim için müziğin aynı zamanda heyecan verici olabileceğini, paylaşım getirebileceğini kanıtlatan girişim olmuştur. Babylon, bu alemde çok değerli bir ilk adım attı..." Bu o kadar da kolay olmadı. Müzik işi Türkiye'de kolay değil. İptallerin, müzisyen sözleşmelerinin ve sigortaların mekanları ne kadar zor durumda bıraktığı üzerine hep konuşuldu. Babylon 20 yılda yaşanan zorlukları iyi manevralar alarak atlattı. Ama bağımsız bir şirket olark kalmaları imkansızlaştı, 2013'te Pozitif'in yüzde 80'i Doğuş Grubu'na dahil oldu. Dertli bir coğrafyada zor bir iş yaptıklarını ara ara dile getiren Ahmet Uluğ, "İlk çıktığımızda bir tutkunun peşindeydik. Ve tek amacımız inandığımız kaliteli müziği sunmaktı. 20'nci yılda bu dengeyi tuttururken dört tane şirket, garsonlarıyla birlikte 100'e yakın çalışanla, devamlı bir kriz döneminde ayakta kalmak gibi endişelerimiz var. Bütün bunları yaparken müzikte belli bir çizgiyi devam ettirmek, diğer yandan da vahşi bir dünyada etik değerlerden ödün vermeden durabilmek zorundasınız" diye anlatıyor çabalarını. Doğuş Grubu'nun bünyesine girme nedenlerini daha doğrusu... Başta değişiklik hissedilmedi ancak etkileri zamanla ortaya çıktı. 'BEYOĞLU'NDAN VAZGEÇMEDİK' 2014'te fısıltılar başladı, "Babylon Asmalımescit'ten gidecek" diye. Pek gönlümüz elvermedi, inanmadık fısıltılara. Lakin yıl 2016 olduğunda olan oldu, bomontiada'ya taşındı Babylon. Bir mahalle mekanı olarak yerini aldı. Kapasitesi büyüdü, etkinlik sayısı arttı, ücretsiz konserler eklendi, yeme-içme mekanlarıyla konser dışında da vakit geçirilebilecek bir alana dönüştü. Asmalımescit'i sorarsanız, eskisi gibi tehlikeli değil ama ıssız, sessiz ve karanlık. Eski sokakları Babylon sokağı olarak anılmaya devam ediyor. Aslında bir ışık vardı. Ahmet Uluğ, Vatan'a verdiği röportajda "Beyoğlu’nun zayıfladığını ve kendini tükettiğini görmedik, yaşadık. Onun içindeydik. 15 yıldır orada olduğumuz için Babylon’un artık yenilenmesi gerekiyordu. Yeni mekan ile yüzde 50 kapasite arttı. Backstage ve fuaye alanı artık daha düzgün. Şu an memnunuz, sıkıntımız yok. Beyoğlu’nu özlüyoruz, dönmenin yollarına bakıyoruz. Beyoğlu’ndan vazgeçmedik" demişti. Ama ekipten ayrılınca söz ettiği planlar da çekmecede tozlanmaya devam etti, ediyor. Bu işin buralara gelmesindeyse, belki klişe gelecek ama tutku var. Müzik ve çalışma tutkusu. 2009'da poster asmaktan zarfları postalamaya kadar tüm işleri yaptıklarını söyleyen Mehmet Uluğ "Şimdiye kadar her şeyi biz bizzat üçümüz yaptık. Ama artık biz yapmayalım istiyoruz. Cem bugün booking'lerle uğraşıyor. Ahmet hâlâ broşür metinlerini okuyor, kontrol ediyor. Artık bu olmasın" demişti. Onlar olmadığından mıdır bilinmez, bir rengi eksik...

HABER

15 Nisan 1990, Beyoğlu

"Benim "Benim için için Sun Sun Ra Ra konseri konseri çok çok özel. özel. Zaten Zaten bizim bizim başlangıç başlangıç noktamız noktamız oldu oldu o. o. Onu Onu İstanbul'a İstanbul'a getirebilmek getirebilmek için için de de şirketimizi şirketimizi kurduk. kurduk. Çok Çok beğendiğimiz beğendiğimiz bir bir sanatçı sanatçı uğruna uğruna şirketimizi şirketimizi kurmak kurmak tabii tabii ki ki duygusal duygusal bir bir bağ bağ yaratıyor. yaratıyor. Konser Konser Beyoğlu'nun Beyoğlu'nun trafiğe trafiğe kapatıldığı kapatıldığı gün gün yapıldı. yapıldı. OO zamanlar zamanlar belediyede belediyede Hilmi Hilmi Yavuz Yavuz vardı. vardı. Kendisine Kendisine Sun Sun Ra'yı Ra'yı getireceğimizi getireceğimizi söyledik söyledik ve ve Beyoğlu'nun Beyoğlu'nun trafiğe trafiğe kapatıldığı kapatıldığı günü günü bir bir kutlamaya kutlamaya çevirmeyi çevirmeyi teklif teklif ettik. ettik. Sun Sun Ra Ra 20 20 kişilik kişilik bir bir grup grup ile ile geliyordu. geliyordu. Bütün Bütün grubu grubu bir bir kamyona kamyona koyduk. koyduk ve Galatasaray'dan Galatasaray'dan Taksim'e Taksim'e kadar kadar çıkardık çıkardık ve ve geri geri indirdik." indirdik." Mehmet Uluğ

"Dünyayı İstanbul’a İstanbul’a taşıdık, taşıdık, "Dünyayı İstanbul’dan dünyaya açılacakların İstanbul’dan dünyaya açılacakların mutfağı olduk. olduk. Ahalimizle Ahalimizle mutfağı güçlendik, tüm tüm dünyanın dünyanın gözlerinin gözlerinin güçlendik, kentin üzerinde olduğu yıllarda, kentin üzerinde olduğu yıllarda, İstanbul’un sesini sesini açtık." açtık." İstanbul’un Ahmet Uluğ


55

HABER

. EKIM 2019 2003 yılbaşı partisinden bir kare.

Cem Karaca

Mekan inanılmaz yüksek konserlere ev sahipliği yaptı. İşte onlardan biri: Nouvelle Vague

OLDIES BUT GOLDIES 2000'den beri düzenlenen Oldies But Goldies partilerinin ebeveynleri Murat Beşer ve Murat Abbas hâlâ performans sergilemeye devam ediyor. Biz de izlemeye devam ediyoruz. Bu konseptler hakkında bize şöyle sormuşlardı: “Aynı mekanda, iki aynı DJ ve bir görselci ile sürdürülen, bu kadar uzun soluklu ve kesintisiz bir parti Umarım var mı acaba dünyada?" Umarız parti hiç bitmez. "Babylon "Babylon gibi gibi tıklım tıklım tıklım tıklım dolu dolu ve ve coşkulu coşkulu bir bir kulüpte kulüpte çalmanın, çalmanın, müzik müzik hayatımın hayatımın en en iyi iyi deneyimleri deneyimleri olduğunu olduğunu söyleyebilirim. söyleyebilirim. İçerideki İçerideki kalabalık kalabalık biraz biraz gürültücü gürültücü olsa olsa da da tıpkı tıpkı bu bu büyüleyici büyüleyici şehir şehir gibi gibi çok çok tepkili tepkili ve ve katılımcı." katılımcı." Erik Truffaz

'Asmalımescit'in 'Asmalımescit'in walk walk in in müşterisi müşterisi çoktu' çoktu' "Babylon’un "Babylon’un bir bir aşk aşk markası markası olmasına… olmasına… Peşindekileri Peşindekileri gittiği gittiği yere yere sürüklüyor. sürüklüyor. Bomonti, mahalle kültürünün Bomonti, mahalle kültürünün yüzlerce yüzlerce senedir senedir var var olduğu, olduğu, hareketli hareketli bir bir yer. yer. Ancak bomontiada ve Babylon’un oraya Ancak bomontiada ve Babylon’un oraya gitmesiyle gitmesiyle insanların insanların eğlence eğlence ve ve sosyal sosyal aktiviteler aktiviteler için için uğradığı uğradığı bir bir yere yere dönüştü. dönüştü. Asmalımescit Asmalımescit eğlencenin eğlencenin kalbinde kalbinde olduğu olduğu için için ‘walk ‘walk in’ in’ müşterisi müşterisi de de çoktu. çoktu. Ancak Ancak bomontiada’nın bomontiada’nın da da hızlıca hızlıca kendi kendi kitlesini yaratması, rağbet görmesi kitlesini yaratması, rağbet görmesi zincirleri zincirleri kırdı." kırdı." Pozitif Senior Booker Elif Cemal

"Ne zaman zaman bir bir "Ne arkadaşımız arkadaşımız İstanbul'a İstanbul'a gidiyor olsa, olsa, gidiyor şayet iyi iyi bir bir şayet gece geçirmek geçirmek gece istiyorsa, ona ona istiyorsa, mutlaka Babylon'a mutlaka Babylon'a uğramasını uğramasını söylüyoruz." söylüyoruz."

Erik Truffaz ile İlhan Erşahin

Shantel ile Fatih Akın

Tortured Soul

Sokak arasından müziğe açılan kulübe yurt dışı da kayıtsız kalamadı. Dünyanın sayılı caz yayınlarından Downbeat'in 2004 Nisan sayısında Dünyanın en iyi 100 caz kulübü listesinde Babylon da yer aldı. Newsweek Ağustos 2005'te meşhur bir kapak yayınladı; Cool Istanbul. Haberde Babylon güzellemesi ve mekanın Taksim'i nasıl beslediğine dair bilgiler yer alıyordu. 2006'da Times Babylon'u Yılın Parti Mekanları arasında gösterdi. Yıllarca konserleri takip ettiğimiz Babylon, dergimizin açılış partisine de ev sahipliği yaptı. Bizim için yeri ayrı...


56 'Bütün ülkenin büyüleneceğini beklemiyordum'

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

Ahmet YATĞIN

K

arşımızda pespembe, çiçekli, kelebekli bir Ayla Çelik… Sony Music etiketiyle 2 ay önce son albümü Daha Bi’ Aşık ile tam 14 parça yayımladı. Elbette maddi kaygılar ve üretim sorunlarının olduğu dönemde 14 şarkı gerçekten iddialı. Ayla Çelik’in de amacı döne döne dinlenen, koleksiyonluk bir albüm üretmek. Albümün prodüktörlüğünü de üstlenen Çelik’e bestelerde; Gökhan Tepe, Serdar Aslan, Jean Marie Riachi; sözlerde ise Hakkı Yalçın, Şebnem Sungur gibi popüler isimler eşlik ediyor. Bir de cover var; Erkin Koray’dan Çok Derinlerde. Pop müziğin farklı türlerle iyiden iyiye kaynaştığı dönemde, 2019’un önemli pop işlerinden… Sevgili Ayla Çelik’le albümü, klibi ve müziğe dair birçok konuyu konuştuk. ❏ Geçen ay Daha Bi’ Aşık albümünü yayımladınız. 14 şarkılık bir albüm, single döneminde iddialı… Bu albüm nasıl gelişti, şarkıların hikayesinden biraz bahseder misiniz? Memnuniyetle ama çok uzun sürer 14 şarkı var bu albümde! (Gülüşmeler.) Aslında insanlara biraz uzun geldi. Bağdat’tan sonra aşağı yukarı 3 yıl oldu. Ama benim bir kararsızlık yaşadığım bir dönem oldu. Onu mu yapayım bunu mu yapayım, hangisini severler gibi… Bağdat’ın çok büyük bir enerjisi oldu çünkü. Bunu üzerimden atmam biraz zaman aldı. Sonra komple iyi bir albüm yapayım dedim. Raf ömrü olan güzel bir albümüm olsun istiyordum. Başta elimde sadece Hükümdar ve Hayat vardı. Gökhan (Tepe) çok yardımcı oldu. Özellikle başlama konusunda. Bir taslak oluşturduk beraber. Onun üzerine çalışmaya başladım. Bu arada yeni şarkılar da çıkmaya başladı. Şarkı çıktıkça yer değiştirdi bir şeyler elendi. Yerine yeni şarkılardan geldi. Başlangıçta aslında 9 şarkıydı. Niyetim de 9 şarkı yapmaktı. Sonra 10 oldu, 11 oldu, 12 oldu, 13 oldu, son dakika mastering’deyken bir şarkı daha girdi ve nihayetinde 14 parça oldu. ❏ Peki albümde sizin için bambaşka bir yeri olan parça var mı? Her şarkının bir kıymeti ve hikayesi var ama açıkçası Yıldırım benim kendime hediyemdir. O şarkı uzun zamandır yarım kaldı. Üç kere aranjeden döndü. Şarkıdan

mutlu olmadım aranjeden değil. Bu şarkı olmuyor, eksik, eksik, eksik… Nakaratı değiştirdim ve tekrar kaydedildi. ❏ Daha Bi’ Aşık klibinize guguk kuşlarıyla giriş yapıyorsunuz. (Gülüşmeler) Benim için özel bir yeri vardır guguk kuşlarının. Klipte görünce sevindim. Başka hangi şarkılara klip çekmeyi düşünüyorsunuz? Bol klipli bir albüm olacağını söyleyebilirim. Fazla klip çekilecek. Çünkü 14 şarkı var ve açıkçası ne kadar çekebilirsek çekmek istiyorum. Nihat Odabaşı malum kuşlar kelebekler… Ben ondan şunu istedim: ‘Bu mutlu bir şarkı, ben insanları mutlu etmek ve gülümsetmek istiyorum. Rengarenk, cıvıl cıvıl, böyle içimizi açan bir klip düşün gerisi sende’ dedim ona. Çok emek verdi. Ona burdan teşekkür etmek istiyorum. ❏ Geçtiğimiz günlerde kadınlar hakkında bir açıklamanız oldu. Bu da tartışmaları doğurdu. Sizce yanlış mı anlaşıldınız bu konuda? Kesinlikle öyle, yanlış anlaşıldım. Çok da üzüldüm. Gerçekten çok

üzüldüm. Hiç yansıtıldığı gibi bir şey söz konusu değil. Asla. Tam tersine, çok güçlü olduğumuzdan, her şeyi yapabileceğimizden, hiç kimseye ihtiyacımızın olmadığından bahsettim. Asla benim amacım, bir kadın bunu yapar, köleleşir, mecburdur demek değil. Böyle bir şey söz konusu bile değil. Zaten baskıdan nefret ederim. Hiç kimse hiçbir şey için mecbur olmamalı. Allah kimseyi mecbur etmesin. Asla söz konusu bile değil böyle bir şey. ❏ İstanbul Delikanlısı şarkınızda “Gönülden biliyorum Allah hiç kimseyi sensiz bırakmasın” diyorsunuz. Buradan hareketle şu soruyu sormak istiyorum, yalnızlık sizce nasıl bir duygu? Yani yalnızlık… Şöyle söyleyeyim çok güzel bir duygu ama aynı zamanda çok zayıf da bir duygu. Yani beraberinde hem zayıflığı hem de güzelliği getiren bir duygu. Eğer sizin tercihiniz ise böyle bir lüksünüz, şansınız varsa ve istediğiniz zaman buna kavuşabiliyorsanız iyi bir

Ayla Çelik 2019 Daha Bi' Aşık


57

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

şey. Ama gerçekten yalnızsanız bu çok acı bir şey. Allah kimseyi yalnız bırakmasın. ❏ Peki yalnız kalabiliyor musunuz bu süreç içinde? Kalabiliyorum. Hiçbir şey yapmıyorum bazen. Sadece tek başıma oturuyorum Bazen oyun oynuyorum. Bazen bir filme dalıyorum, kahve içiyorum. Hiç düşünmemeye çalışıyorum. Yoruluyoruz. Üzülüyoruz. Hırpalanıyoruz. Sevinçlerimiz oluyor ama bir sürü üzücü şey de oluyor. Herkesin bu anlara ihtiyacı var, benim de var tabii ki. ❏ Müzik üretimi elektronikleşmeye başladı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ben bu anlamda klasikçiyim, daha çok hoşlanıyorum. Arz talep meselesi ama artık. Bunların da tanınabiliyor olması lazım. Tanınıp sevilmesi için böyle bir teknolojinin faydası olacaksa kullanılmasından yanayım. Yeniden yapılmış, cover’lanmış parçaları da, daha önce duymadığım şeyleri de dinliyorum. Sonra geriye gidiyorum ve orijinallerine bakıyorum merak ettiğim için. Benim gibi bir sürü insan var. Parçaları tanıtabilmek için buna ihtiyacımız varsa ve insanların aklına böyle geliyorsa kullanmakta bir sakınca görmüyorum şahsen. ❏ Peki duygu aktarımında herhangi bir erozyona uğrayabilir mi? Uğrayabilir. Tamamen kişisel tercih meselesi. O bir yorum. Bu tamamen zevk meselesi, bir şey diyemiyorum o anlamda. Ben biraz akustikçiyim. Ama insanların da böyle bir arzusu var ve bu arzu doğrultusunda yapılıyor zaten. ‘RAP ÖNEMLİ BİR EKSİKTİ ÇOK ŞÜKÜR TAMAMLANDI’ ❏ Pop yerini rap müziğe mi bırakıyor? Hayır öyle bir şey olamaz. (Gülüşmeler.) Yeni yeni popülerleşiyor rap müzik. Böyle bir açığımız vardı. Artık dinleyicisi olduğu için o da yerini buluyor. Yerini alıyor. Çok da renkli bir şekilde. Daha da iyi örneklerini göreceğiz. Aslında 90’larda denendi ama böyle bir kitlesi ya da dinleyicisi olmadığı için olmadı bu iş. Şimdi öyle bir nesil geliyor ki çok sıkılmış, tamamen yeniliğe aç ve bağırmak isteyen… Bu durumda rap müzik onlar için çok iyi bir platform hazırladı. Çok önemli bir renkti ve eksikti. Çok şükür tamamlandı. ❏ Yeni nesilden bahsettiniz. Onları nasıl buluyorsunuz? Bizden daha iyi buluyorum. Daha araştırmacılar. Daha cesurlar. Daha farkındalar. Daha korkusuzlar. ❏ Dijital platformlar sayesinde sanatçıların kendilerini doğrudan ifade edebildiğini görüyoruz. Sanatçıya faydaları var mı, zararları mı var, yeni üretim şekillerini ve yeni üreticileri destekleyen bir şey mi? Artık herkes yaptığı bir şeyi milyonlarca insana ulaştırabilme şansına sahip. İyi ya da kötü. Olumlu ya da olumsuz. Zaten ortaya çıkıyorsunuz ve her türlü riski alıyorsunuz. Beğeniliyor ya da beğenilmiyor. Ama bunu anında görüyorsunuz. Ve tamamen özgürsünüz burada. Yaptığınızı

paylaşıyorsunuz, oluyor ya da olmuyor. Ölçebiliyorsunuz. Suçlu yok. Hatalı yok. Ne yaparsanız yapın her şey ortada. İyi bir şey çünkü alan açıldı insanlara. İnsanlar kendini ifade edebilmek için yer arıyordu. Şarkılarını dinletebilmek için, sesini dinletebilmek için. Şimdi bir tuşa basıyoruz ve şarkılar hepimizin önünde. Bunun nesi kötü olabilir ki? Birçok insan var parlayan. Çok güzel bir şey. ❏ Bağdat şarkınızdan bahsedeceğim. Bekliyor muydunuz böyle bir şeyi? Her yerdeydi! Ben şarkıyı bekliyordum. Çok güzel olacağını biliyordum. Ama benim beklediğimin çok üstünde oldu. Hani bütün ülkenin büyüleneceğini beklemiyordum. Herkes büyülendi, bu tarz müzik dinlemeyen insan da büyülendi. Çocuklar sevdi. Büyükler sevdi. Anneler sevdi. Babalar sevdi. Yani bu kadar geneli alan ender şarkılardan biri oldu ve buna da ben sahip oldum. İnanılmaz mutlu etti beni. Çok mutlu günler geçirdim ve geçiriyorum onun sayesinde. Hâlâ...

337.289

Geçen ayki Spotify dinleyici sayısı

‘BİR ARA MARANGOZLUĞA TAKMIŞTIM’ ❏ Varsayalım dünyaya yeniden geldiniz. Hayatınızı ne yaparak geçirmek isterdiniz, müzik dışında? Neden? Bunu düşünüyorum ben. (Gülüşmeler.) Bilmiyorum başka bir şey. Acaba ne yapsam diye düşünüyorum.. Bir ara marangozluğa takmıştım. (Gülüşmeler) Gerçekten söylüyorum, şaka yapmıyorum. Bayılıyorum o mobilyalar, bir şey yapmalar… Genelde ilgilendiğim şeyler yaratıcılık, üretme hep bunlar ile alakalı. Seviyorum bir şeylerle uğraşmayı. Çocukluğumdan beri hep müzik oldu benim hayatımda. Ama ilerde ben şunu yapacağım, bunu yapacağım gibi hayallerim de olmadı. Ben ünlü olacağım, ben şarkıcı olacağım gibi şeyler de düşünmedim. Ben konservatuara gidecektim, benim hayalim hep buydu. Sonra kısmet oldu gittim. O oldu bu oldu, falan filan. Ama zaman zaman sorduğun şeyi düşündüğüm oluyor. ❏ Duygusallığın üretkenliğinize faydası olduğunu düşünüyor musunuz? Oluyor ama bu kadar da üzgün olmamayı dilerdim. Çünkü beni çok hırpalıyor. Bir de belli etmemeye de çalışıyorum. Güçlü görünmek istiyorsun çünkü. Zayıf yönlerini göstermek istemiyorsun insanlara. O yüzden bir de bunun için ekstra çaba sarf ediyor olmak daha da çok yoruyor. Daha da çok üzüyor. ❏ Sırada bizi neler bekliyor? Hiçbir şey beklemiyor! (Gülüşmeler.) Daha çok yeni, dur! Şaka… Gerçekten şu anda iki şarkım hazır yani albüm için. Ama bilmiyorum tabi, şimdi kenara ayırdım. Henüz çok erken. Uzun bir yol var önümde. 14 şarkılık bir albüm yaptım ve henüz biri kliplendi. Önümüzdeki günlerde ikinci şarkım için tekrar kamera karşısına geçeceğim. Bir müddet tamamen bu albümle ilgili çalışmalarım olacak. Ama ufak ufak yine yazmaya, bestelemeye bu süreçte devam edip, yeni bir proje hazırlığı içinde de olacağım.


58

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

'Anadolu, müzisyenlerin kafasında yeni canlanıyor' Ahmet YATĞIN

T

Kıraç

ürk rock müziğinde büyük çalışmalara imza atan Kıraç’tan son olarak geçen Mart ayında Beni Ben Yapan Şarkılar albümü geldi. Albümde Cem Karaca, Barış Manço gibi isimlerden şarkılar görüyoruz. Ayrıca albüme koyamadığı şarkıları da bu röportajımızda öğrenmiş olduk. Stüdyosunda bizleri en iyi şekilde ağırlayan Kıraç, samimi tavrı ile günümüze dair önemli açıklamarda bulundu. Çok şey konuştuk. Öyleyse başlayalım! ❏ 5 yılın ardından arşivlik bir albüm çıkardınız. Albümün arkasındaki motivasyondan bahseder misiniz? Bu şarkılar Kıraç olmamda büyük etkisi olan şarkılardan bazıları. Bu şarkılarla büyüdüm, bu şarkılar ile hayatı yaşadım. Bütün bu şarkıları bir albümde toplamanın güzel olacağını, tarihe de güzel bir şey bırakacağımı düşündüm. ❏ Cem Karaca ile olan yakınlığınızdan ve sizdeki yerinden bahsedelim istiyorum... Hakikaten tanışıyor musunuz diye sorarlar. Evet, çok güzel zamanlarımız oldu Cem Karaca ile. Gördüğüm en özgür insandı. Bir kişi daha tanıdım onun gibi, o da Nihat Genç! Gittikçe Cem Karaca’ya benziyor. Yüzü de benzemeye başladı. Karaca nazik bir adamdı ama bir o kadar da sözünü sakınmazdı. Onunlayken alışık değilseniz biraz tedirgin olabilirdiniz. ❏ Beyaz Ev klibini izledik beraber, Tamirci Çırağı'nı izlemiştim. Başka klipler gelecek mi? Gelecek. Artık bu klipleri deniyorum. Günümüz deneme çağı zaten. Yani eski tür klipler de çekebiliriz, Beyaz Ev gibi prodüksiyonlu klipler de çekebiliriz, animasyon da yapabiliriz. Bundan keyif alıyorum. Aslında denemek de değil, daha önce cesaret edemediğimiz şeylere şimdi edebiliyoruz. ❏ Albüme girmeyen şarkı oldu mu? Bu albümün ilk çıkış noktası biraz daha Cem Karaca ve Barış Manço ağırlıklı olmasıydı. Aralarında da bir denge gözetmeyi istiyordum. Barış Manço’yu da anmadan olmaz. Ben ikisini kardeş gibi görürüm. Zaten ikisi de birbirini çok severdi bilinenin aksine. Ondan daha fazla parça olsun isterdim, özellikle Dönence’yi bu albümde söylemek istiyordum. Yapım şirketinin başka projeleri varmış olmadı. Yine de Gül Pembe’yi verdiler teşekkür ederiz. Tabii ki başka şarkılar var. Ersen ve Dadaşlar var. Erkin Koray şarkısı da koymadık. ❏ Geçtiğimiz günlerde bir İngilizce açıklamanız oldu. Yanlış mı anlaşıldınız? Yanlış anlayan illa olmuştur. Şöyle bir şey var Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyoruz. Harf devrimini yaptı, dil devrimini yaptı, Türk kültürüne sahip çıktı, Türk Tarih Tezi'ni araştırdı

ve yazdı, Bu temel üzerine kurulan bir cumhuriyetten bahsediyoruz. Bu cumhuriyetin çok değerli bilim insanları ve şairleri oldu. Atatürk’ün okullarının yetiştirdiği Oktay Sinanoğlu gibi bir adam, bir bilim insanı, dünyanın en genç profesörü oldu. Onun açıklamaları ortadayken, benim açıklamalarım ve benim gibi insanlar çok istisna kaldık Türkiye’de. Bu çok acı verici. Türkçe’yi savunuyorum ben. Yabancı dil düşmanı değilim, yabancı kültür düşmanı değilim. Her şey ortadayken gerçeği söylediğimde kıyamet kopuyor. ❏ Bu konuda epey dertlisiniz. Bazıları diyor ki, Kıraç yabancı dil ile eğitime karşı. Hayır değil. Çocukların ergenlik dönemi bitene kadar neye maruz kaldığı çok önemli. Şu an devlet okullarında derslerin yarısı yabancı dil öğrenmekle geçiyor. Dünyayı sömüren, dünyanın ortak dili olduğu söylenen İngilizce’yi öğretmekle meşgulüz. Tezinizi İngilizce yazmazsanız okumuyorlar bile. Bunu sorgulamak zorundasınız. Antipatik geliyor olabilir, herkes İngilizce öğrenmekten dolayı çok mutlu da olabilir ama gerçekler tekrar tekrar konuşulmak zorunda. Devletin devlet olmasının, milletin millet olmasının damarları vardır. Dil birliği bunlardan biridir. Türkçe giderse, ki gidiyor, dikkat ederseniz Türkiye de gidiyor zaten. En azından şunu bilelim diyorum yahu, bütün dünyayı bu Amerika ve İngiliz İmparatorluğu baskıyla, döverek, söverek, öldürerek bizi buna mahkum ettiği için yapıyoruz deyin bari. Tecavüz kaçınılmazsa zevk almayın kardeşim. Daha ne söyleyeyim yani... Türkçe öğrenmiyorsunuz kardeşim! Konuşamayan insanlar var şu an Türkiye’de. İngilizce’yi de öğrenmiyorlar bu arada. (Gülüşmeler.) ❏ Şimdi sizi daha yakından tanımak için, en çok hangi duyguyu seviyorsunuz? Özgürlük duygusu. Ferahlık… Ne bileyim. Çok fazla engellendiğimi düşünüyorum, herhalde. Çok fazla kalabalık, keşmekeş hissediyorum herhalde. Özgürlük duygusu, ferahlık duygusu, en çok onu seviyorum. ❏ Peki özlediğiniz bir şey var mı? İçtenlik, samimiyet. Pazarlıksız sohbetler. İçten pazarlıksız yani. ❏ Bize ait müziğin, Anadolu ezgilerinin son zamanlarda popülerleştiğini görüyoruz ama siz bu işi yıllardır yapıyorsunuz. Anadolu Rock diyeceğim buna, Kıraç Anadolu Rock yapmayı bırakır mı? Yok. Böyle bir şeyi bırakmam. Ben o tanımlamaları oturmamış olarak görüyorum ama kabul de ediyorum. Türk rock müziği aslında bu. Ben ilk günden beri öyle söyledim. Anadolu rock da denilebilir. Dünyada da duyulmaya başlandı. Sanırım Avustralyalı bir grubun Kara Toprak diye bir albümü bile var. Türkiye’de insanlar Aşık Veysel’in çok farkında olmayabilirler,


RÖPORTAJ

59

. EKIM 2019

FOTOĞRAFLAR: Emre Kırdar

özellikle yeni nesil ama başkaları meraklı ve Kara Toprak diye albümleri, şarkıları var. Bakın bir Selda Bağcan çılgınlığı da var. Bunların hepsini önceden çok söyledim çok konuştum ben. Beni tanıyanlar çok iyi bilir. Arayışlar için Anadolu çok iyi. Bütün dünya için. Hani hep söylenir, Anadolu medeniyetin beşiği. Bu lafı çok duyduğumuz için bize manasız geliyor. Bütün dünyada yeni arayışlara ihtiyaç duyulduğunda bizim gibi yerlerden beslenirler. Mesela Amerikanlar Latin Amerika’dan çok beslenirler. Çünkü Anglo-Saksonların çok mistik tarafları yoktur. Kültürel olarak da zengin değillerdir. Dünyada da biraz Hint ve doğu yakınlığı oluşuyor. Nedense Anadolu müzisyenlerin kafasında yeni canlanıyor. Benim de şahsi sohbetlerim oldu mesela, Malmsteen diye bir adam vardır çok önemli bir gitarcıdır, geldi burada sohbetler ettik. Adama bir iki tane Anadolu ezgisi dinlettik, yani gerçekten çok etkilendi adam. Biz bunun içine doğduğumuz için algılayamıyoruz ama insanlar çok beğeniyorlar. 'BAŞARISIZLARI KİMSE

KONUŞMUYOR'

❏ Aliye’den Zerda’ya harika işler başardınız. Geçtiğimiz günlerde aynı soruyu sorduk ve araştırdık ama sizin de görüşlerinizi almak istiyorum, dizi ve film müziklerinde özellikle son zamanlarda popüler şarkıları görüyoruz. Diziye özel müzikler ise daha az yapılmaya başlandı. Bu neden? 2000’li yıllarda özellikle televizyonların en önemli saatlerini diziler almaya başladı. Reytingler çok yüksekti. Paralar kazanılıyordu, sektör büyüyordu gerçekten. İşte ben tam oraya veriyor, söz yazma programı bile var. Bir şekilde denk geliyorum, 2002-2003 yılı Zerda yaptım. müziği yapıp dijital denen okyanusa atarsanız Müziğin dizilerde çok etkili olduğu farkedildi. milyonda bir şansınız var; iyi ya da kötü fark Daha önce yapılmıyor muydu bu ülkede, etmeksizin o şans sizi ünlü yapıyor. Burada şunu garika filmler, harika müzikler yapılıyordu. söylemek durumundayım. Bu internet ve dijital Fakat orda bir 'kapital' belirdi. Dünyaya diziler müthiş bir özgürlük hissi veriyor. Ben kişiselim satıyorduk bu arada. Ben de pek bilinmeyen düşüncesi, özgürüm… Bir an önce bunun yalan fakat o dizinin o nokasına uygun olan şarkılar olduğunun farkına varırsak belki bu konularda koyuyordum. İşte Ayten Alpman’dan Aliye’de daha farklı yaklaşımlar getirebiliriz. Özgür değiliz. çok kullanmıştım mesela. Ama "Diziler de çok Burada da kontrol başladı. 2010’lu yıllara kadar reyting alıyor, bunu kullanalım o bağlantılarla" internet ortamı bir özgürdü. Ama şimdi o sosyal deyip her zamanki bilindik insanların şarkıları medya ile yönlendiriliyorsunuz. Bunun farkına kullanılmaya başlandı. Fakat samimiyet gitti, varılırsa tekrar özgür bir ortam haline gelebilir. kalite de düşmeye başladı. Şimdi de stok müzik ❏ Peki bu iş birazcık 'eğlence' sektörüne kullanılıyor dizilerde. Dünyada müzik bankaları mi döndü? Bir şey eğlenceli, sıra dışı ve absürt var. Duyduğunuz müzik eğer diziye özel değilse ise mi izlenmeye ya da dinlenilmeye başlıyor? stok müziktir o. Müzisyene para vermemekle Artık sanat değeri önemsenmiyor mu? yapımcılar çok övünüyorlar. Diziler şarkılardan Sanat diye bir şey zaten yoktu ki! geçilmiyor ama akılda kalabilecek müzikleri yok. Doksanlardaki şarkılara falan bakarsanız o Orada müthiş bir noktaya giderken arabeske yıllarda da sanat çok gözetilmiyordu. Abone çevirdik. Hep böyle oluyor ülkemizde. kalitesinde çok az şarkı var yani şu an. O zaman ❏ Barda sahne alarak dalga dalga büyüyen onları beğenmiyordu insanlar. Evet... Bir şekilde sanatçılardan; birden bire tek tıkla ünlü olan ilginç olmanız gerekiyor. Uçurumdan aşağı sanatçılara... O günlere bakıp bugünleri atlarken şarkı söyleyebilir, oradan bir ilginçlik değerlendirir misiniz? yakalayabilirsiniz. Ya da herkesin yaptığı gibi Vallahi ben buna gülüyorum. Eskiyi gözümüz kadın haklarını 'çok' savunabilirsiniz. Çünkü arıyor ama çok farklı değildi. İnsanlar bir kadınlar dizi izliyor, kadınlar sosyal medya albümle ünlü oluyordu. Yine abudik gubidik kullanıyor, oralara bir göz kırparak sözler yazılıyordu fakat çok iyileri falan… Bana göre alçakça şeyler. de vardı. Buraya doğru evriliyordu Bunlardan birini yaparsanız milyonda ama, ben söyledim bu tür tehlikeleri. bir ünlü oluyorsunuz. Ama başarısızları Bu kadar olmamalı diye... Şu anda kimse konuşmuyor. Orada bir çöp hiç eleştirmiyorum. İnsanlar artık dağ ıoluşuyor. Başımıza bela olmaya istediğini yapıyor. Vatandaşın hiç başlayacak. Ne denir ben de bilmiyorum. müzik okumasına da gerek yok, 2019 "İlginç olun, bir şekilde yeni çıkan bir Beni Ben Yapan hiçbir müzik bilgisine de gerek yok. Şarkılar şeyi iyi kullanın, takip edin ve şansınızı Teknoloji hizmet ediyor, altyapıyı

Kıraç bizi Beykoz'daki evinde ağırladı.

290 bin

Geçen ayki Spotify dinleyici sayısı

deneyin" dünyası. Çok karamsar bir tablo oldu, Ama şunu da söyleyeyim ben yeni arkadaşlara başka şeyler öneriyorum. Gerçekten iyi şarkı söyleyen ve donanımlı insanlar o milyonların içinde olmazlar. Onlar her zaman başarılı olurlar. Tanrı istiyorsa başarırsınız. Bütün dünya sizi tanımaz ama. Bu ihtirastan kurtulması lazım. Bütün çocuklara bu işleniyor. Tanının, tanının. Takipçiler, takipçiler... Hastalık bu! ❏ Son olarak, sizi ne rahatsız ediyor bu dönemde? Ya benim rahatsızlığım çoktur, ben rahatsız adamım. (Gülüyor) Gerçeği söylememek, gerçeği aramamak diyebilirim. Bilmiyorum ya... Her şey anasını satıyım ya! Gerçek olsun. İçtiğimiz çay da gerçek olsun, poşetten çıkmasın. Şehirse gerçek, cazsa gerçek olsun. Gerçeği istiyorum ben ya. Bir de profesyonel sözcüğü. Her şeyde bir profesyonellik, her şeyde bir profesyonellik. Özellikle futboldaki profesyonellik. Bir de amatörlükten… Bu iki sözcük, amatör ve profesyonellik, ikisinden de rahatsızım. Getirdiklerinden de rahatsızım.


60

TAKİP

. EKIM 2019

bu ay da EĞLENCELİ VE DOPDOLU Şenay Akkurt ile Hayat Bana Güzel’de Ekim ayındaki rotamız Milano! Tarihi dokunun ve modern yaşamın birleştiği bu şehirde ulaşım nasıl sağlanıyor, nerelerde konaklanıyor, en keyifli molalar nerede verilir merak ediyorsanız Şenay Akkurt’un harika anlatımıyla bu geziyi sakın kaçırmayın!

Geçen ay neler izledik?

Şenay Akkurt ile Hayat Bana Güzel Yıllar Yılan

Zeynep Toker ile Bi’ Bakıp Çıkıcam

YEkta Kopan'la Noktalı Virgül

Zeynep Toker, Bi’ Bakıp Çıkıcam’da bu ay Radyo Boğaziçi’nin düzenlediği Battle of the Band Müzik Yarışması ve RedBull Festival İstanbul’un nabzını tutuyor! Bununla da kalmayıp Murder King konserine gidiyor ve grup üyeleriyle sizin için röportaj gerçekleştiriyor! Yarışmadaki genç yetenekleri, RedBull Festival İstanbul’un “Kan Kardeşler” gecesinde Ceza, Kabus Kerim, Khontkar gibi sevilen rap müzisyenlerin performanslarını ve röportajlarını izlemek için hemen kanala gelin, hemen!

Yekta Kopan ile Noktalı Virgül’ün Ekim ayı konukları Gevende grubundan da tanıdığımız müzisyen ve besteci Ahmet Kenan Bilgiç, festivallerin aranan ismi Nova Norda, genç müzisyen Can Oflaz, Teoman’ın ekibinden tanıdığımız Melisa Uzunarslan ve Aşk Geçmişim tiyatro oyunu ile Şebnem Bozoklu ve Rıza Kocaoğlu. Birbirinden harika bu sohbetleri kaçırmayın!

Ece Ulusum Back On Stage’de Ekim ayının öne çıkan konularını ve önemli müzik haberlerini yine eğlenceli anlatımıyla Allianz Motto Müzik takipçileriyle paylaştı.

Ece ULUSUM'LA BACK ON STAGE

Gaye Su Akyol ve Melikşah Altuntaş Yıllar Yılan’ın Eylül bölümünde bu sefer biraz daha geçmişe, 1800 yılına ışınlandılar. 1800 yılında sinemadan, müziğe, birçok farklı konuda neler olup bittiğini öğrenmek isterseniz, hadi hemen kanala ışınlanın!

MURAT MERİÇ'LE PLAK DOLABI Murat Meriç, Eylül ayında Plak Dolabı'nda Türkiye’nin sevilen gruplarından MFÖ’nün plakları ile karşımızdaydı. Murat Meriç’in tatlı anlatımı ile MFÖ plak koleksiyonunu ve hikayelerini hala dinlemeyen kaldıysa hemen kanaldaki videoya gelsin!

CAN ŞENGÜN'LE The Producer Can Şengün ile The Producer’ın Eylül ayı konukları başarılı prodüktör Erhan Bayrak ve müzisyen Gökhan Tepe’ydi. Erhan Bayrak’ın klavye koleksiyonunun yanı sıra Gökhan Tepe ile birlikte çıkmış oldukları müzikal yolculuğu da öğrendiğimiz bu videoyu hala izlemediyseniz, sizi hemen kanala bekliyoruz!

Nurkan Renda ile Gitar Vlogları Eylül ayında hem evde kendi kendimize nasıl kulak alıştırması yapabileceğimizi öğrendik hem de yerli tel üreticisi Pitbull Strings ile bir araya gelip uygun tel nasıl seçilir, tel seçerken nelere dikkat etmeliyiz gibi soruların cevabını aldık. Nurkan Renda’nın engin teknik bilgilerinden yararlanarak pratiğinizi geliştirmek istiyorsanız, Gitar Vlogları’nı sakın kaçırmayın!


61

HABER

. EKIM 2019

KURGULANMIŞ BOŞLUKLARIN MÜZİKAL HİKAYESİ

Ahmet YATĞIN

B

üyük yapıların arasında gezerken, penceredeki vitray cama ya da en üst kattan merdiven oval bir boşluğuna bakarak bir melodi mırıldandığınız ya da ıslık çaldığınız oldu mu? Bu, boşluklu yapıların size yankıyla karşılık vermesinden dolayı cazibeli ve eğlenceli bir şey. Ancak iş akademik elbette ve çok daha detaylı boyutta araştırılması yapıldığında karşımıza Musicographics çıkıyor. Mimari ve müziği birleştiren bir proje. Özetle, yapıların tasarımı, kullanımı, tarihi gibi bağlamlardan esinlenerek grafik notasyonlar çıkarılıyor. Bu notasyonları mekanın ruhuna uygun enstrümanlar çalan müzisyenler performansa dönüştürüyor. İş benim bu kadar anlattığım kadar kolay değil elbette… Önce projenin sahibini takdim edeyim; Murat Ali Cengiz. Mimar bir aileye doğan ve mimarlık eğitimi alan Cengiz, çok kısa süre mesleğini yaptı. Kendi deyişiyle Türkiye’deki vahşi inşaat sektörünün mimarlığın sanat kısmıyla alakası olmadığını düşünüp küçük yaştan beri çaldığı piyanoya profesyonel anlamda yöneldi. Hollanda’ya gidip konservatuar okudu ki bu uzun süre eğitim almış biri için zor bir süreç. “Başlangıçta zordu, ama aldığım mimarlık eğitiminin faydasını gördüm. Zaten bu mimarlık altyapısının müzikle doğal bir şekilde örtüşebiliyor olması beni Musicographics projesine başlamak için motive eden şeydi” diyor mimar müzisyen. Bugün hâlâ çalışmalarına Hollanda’da devam ediyor.

MÜZİK GÖSTERİM BİÇİMLERİ DENEYİ

Musicographics projesinin doğuşu, dijital notasyon programında bir düzenleme üstüne çalışırken Murat Bey’in notaların uzaktan nasıl göründüğünü kontrol edip “Bu grafik olarak kötü duruyor, kötü tınlayacak” demesiyle oldu. Bu bir ‘evreka’ anı… “Mimarlık eğitimimden gelen nizam, oran, örüntü ve ritim bilgisini müzikte aktif olarak kullandığımı o an fark etmiştim…” Sonraki süreçte müzik ve mimarlık

disiplinlerinin örtüştüğü noktaları takip etti ve Groningen’deki Prins Claus Konservatuarı’nda müzisyenlere temel tasarım dersi uyarladı. Musicography, kelime karşılığı olarak müzik yazımı ve müzik notasyonu anlamına geldiğini belirten Cengiz, projenin amacınıysa şöyle açıklıyor, “Müzisyenler olarak dogma gibi kabul ettiğimiz, batı müziği notasyon sistemini yeniden düşünmek ve ihtiyaca göre yeni sistemler kurgulamak” diyor ve devam ediyor; “Konu müzik olunca kurgulanan ses dünyasının en doğru gösterim biçiminin ne olacağının da tasarlanmasının, icra edilecek müziğe hizmet edeceğine inanıyorum. Musicographics tam da bu ihtiyacı karşılamak, yeni müzik gösterim biçimleri kurgulamak üzere başlamış bir deney.”

ZAMAN ÇİZGİSİNDEN NOTASYONA

Mimari ve müziği birbiriyle ilişkisini çözmek kolay değil. Ancak Murat Bey’in dediğine göre yapıların müzikle olan temelde çok daha yakın bir ilişkisi var. “Mimari ve müzik özünde boşluk tasarlamak üzerine uzmanlaşmış disiplinler. Kurgulanmış bu boşlukların hiyerarşisi, dönüştürülebilir ve mesleklerarası kullanılabilir. Böyle yaklaşınca dolaştığınız her mimari form, müzikal bir form olma potansiyeli de taşıyor. Bunun ilginç bir örneği Steven Holl’un farklı müzikal kompozisyonlardaki kurgulardan esinlenerek yaptığı yapılar” diye anlatıyor. Elbette işin uzmanı olarak bağlantıları kurmakta zorlanmıyor olsa da kendi içinde çeşitli problemleri de var. Öncelikli ilk problemin zamansallık olduğunu söylüyor Murat Bey. Müziğin var olmak için en temelde zamana ihtiyaç duyarken mimarinin zamanla olan ilişkisiyse çok daha uzun soluklu olduğunu düşünüyor. Bu sorunu da formüle dönüştürmüş durumda, “Yapının tarihsel niteliği ve hikayesi o yapıdan çıkacak müziğin formu için en zengin kaynak. Yapının tüm tarihini bir zaman çizgisi olarak çıkarabiliriz, en son Rotterdam’da eski bir postane binasında bu yolu kullandık. Ancak yapının zamansallığını yalnızca objektif

bir hikaye olarak düşünmemeli. Sizin yapıda geçirdiğiniz bir günün izlenimi, o yapının günlük, saatlik yıllık kullanımı ya da o yapının geçmişinden ilginizi çeken ufak bir detay bile yeterli olabilir.”

‘TÜRKİYE’DE FONLAYACAK ORGANİZASYON YOK’

Önümüzdeki yıl yeni bir deney olarak sürekli bir ensemble ile çalışmayı planlayan Murat Ali Cengiz, ileri de işin içine bestenin yanı sıra sözleri de eklemek istiyor. Zira HKU Utrecht Konservatuarı’nda yüksek lisans tezi de “Türkçe’nin ritim yapısından müzikal kompozisyonlar üretmek” konusu olmuş. Bunun yanı sıra farklı disiplinleri de işin içine katmayı planlıyor. Yakın zamanda Signac ve Kandinsky’nin tablolarını notasyona yani musicografiye çevirmekle de uğraştı. “Kandinsky’nin işleri benim için özel bir yer taşıyor, kendisi müzikle çok ilgiliydi. Ünlü Bauhaus Dessau’daki tasarım okulunda öğrencilerine de grafik notasyon öğretiyordu.” Bu kadar güzel ve nitelikli bir proje olunca insanın milli duygularının kabarmaması güç. Fırsat bulunca Türkiye için bir notasyon çalışması yapıp yapmayacağını sordum. “Deneysel çalışmalar konusunda İstanbul zengin bir şehir. Ancak bu projeleri fonlayacak ve sürekliliğini sağlayacak bir bürokratik organizasyon yok. Avrupa’da deneysel işlerin ilerlemesinde en büyük fark, sanatsal projeleri fonlayacak bir sistem ağı olması.” Ancak kendisinin Özellikle arkeolojik alanlarda çalışmak ve Çatalhöyük, Göbeklitepe gibi yerlere gidip buralardan esinlenmek arzusu var. Hatta şu ara İstanbul’daki dönüşmüş fabrika yapılarıyla ilgili de bir proje planlaması yapıyor. Yazıyı sevgili Murat Ali Cengiz’in açık çağrısıyla sonlandıralım, kim bilir yaratıcı bir işe vesile olmuş oluruz. “Her zaman yeni insanlarla çalışmak için de can atıyoruz. Özellikle görsel sanatlarla uğraşan bir sanatçıysanız, internet sitemizden bana ulaşabilirsiniz, birlikte çalışmak ve yeni deneyler üretmek isteriz.” Murat Ali Cengiz’in projesi kısa sürede ilgi çekti, 2 yılda. İstanbul Tasarım Bienali, Rotterdam Mimarlık Ayı gibi pek çok etkinlikte gösterildi. Hatta geçen ay Nieuwe Instituut’ün Neuhaus Programı kapsamında yine Musicographics altında bir performans hazırladı.

Notasyon çalışması


62

RÖPORTAJ

. EKIM 2019

‘Gösterimiz müzikal bir zaman makinesi’ Postmodern Jukebox

Çağatay YILMAZ

A

merikalı prodüktör Scott Bradlee’nin kurucusu olduğu Postmodern Jukebox, çağımızın popüler şarkılarını 1920’ler caz müziğiyle buluşturan dev bir müzik topluluğu. Ozzy Osbourne’dan Michael Jackson’a pek çok ismin parçalarını cover'layarak dünya çapında üne kavuştular. Devam eden Welcome to the Twenties 2.0 turneleriyle de Yapı Kredi 75. Yıl Konserleri kapsamında 27 Ekim’de İzmir’deki Ooze Venue, 28 Ekim’de Ankara’daki Milyon Performance Hall ve son olarak 29 Ekim’de İstanbul’daki Volkswagen Arena’da olacaklar. Konserler için gelmelerinden önce, ekibin vokallerinden Sara Niemetz sorularımızı cevapladı. ❏ Sahnede kalabalık olmak nasıl? Bir avantaj hissediyor musunuz? Postmodern Jukebox’un büyük gücü, herkesin sahnede parlamasına fırsat vermesi. Sanatçı olarak çok farklıyız ama bu bizi çeşitli ve güçlü bir gösteri haline getiriyor! Grup bir aile de oldu ve birbirimizi desteklemeye bayılıyoruz. Hepimizin sesini duyurma fırsatı oluyor, sonra bir araya geliyoruz ve sahnede müzikal bir parti yapıyoruz. Her gece arkadaşlarımla bir şey yapmak çok güzel. ❏ Cover’lanacak şarkıları neye göre seçiyorsunuz? Sonra setlist nasıl belirleniyor? Şarkı seçme süreci hepimize göre değişiyor. Benim için, Scott’la birlikte piyanonun başına oturuyoruz. Sevdiğimiz ve PMJ’ye yakışacak

şarkıları konuşuyoruz. Bolca kahkaha ve doğaçlamadan sonra ortaya yeni bir düzenleme çıkmış oluyor! Scott’un fikirlerinin gelişmesini izlemeyi çok seviyorum. ❏ Başka müzisyenlere de soruyoruz, bizce tüm dünyada yeni hit şarkıların çıkmaması gibi bir sorun var. Sizce bu bir kriz mi? Müzikte yaratıcılık azalıyor diyebilir miyiz? Müzik yaşar ve nefes alır, nerede olursa olsun. Gelişmek ve zamanını yansıtmak müziği bu kadar eşsiz yapan şey! Yüzümüze bir ayna tutabilir ya da bambaşka yerlere götürebilir. Bence, müzik hayatta ve iyi durumda, her zaman da öyle olacak! Müzik endüstrisinde ve tüketilmesinde ben de bir değişim görüyorum. Bazı türlerde organik olmayan seslere ve farklı yazım biçimlerine yöneliniyor ama bence herkes için müzik var. Biraz daha ‘kazmak’ gerekebilir ama! Bir vokal ve söz yazarı olarak, yeni medyadan müziğimi paylaşabiliyor ve dinleyicilerle etkileşim kurabiliyorum. Yıllar önce mümkün değildi. Müziğe gelince, biraz ‘eski ruh’ sahibiyim. Genellikle benden çok daha yaşlı kayıtları dinliyorum. Sonuçta iyimserim ve halen çok güzel işler görüyorum. ❏ Welcome to the Twenties 2.0 turnesi dünya çapında, uzun bir turne. Yolda olmak nasıl? Performansınızı etkiliyor mu? Devasa bir tur! Yirmi farklı ülkede olacağız, neredeyse her gün yoldayız. Bu kadar büyük bir turda olunca, her şey dengeyle alakalı oluyor. Bolca su içmeye, dinlenmeye ve

sağlıklı biçimde şarkı söylemeye hazır olmaya çalışıyorum. Gördüğüm yeni yerler ve kültürler bana çok ilham veriyor! Konserlerden sonra da geziyorum, yerli insanlarla tanışıyorum ve lezzetli yemekler yiyorum. Hayallerim gerçek oluyor. ❏ Yerel bir sürpriz olur mu? Mesela Türkçe bir şarkı duyma ihtimalimiz olacak mı? Bir şey söyleyemem ama bazen bir ülkeye saygımızı göstermek için yerel bir şarkı çalıyoruz! ❏ Türkiye'de 3 şehirde sahne alacaksınız. Neler yapmayı planlıyorsunuz? Seyirciyi neler bekliyor? Türkiye’ye gelmeyi uzun zamandır istiyordum! Gösteriden önce kesinlikle manzaralı yerlere gideceğiz. Çoğumuz ilk defa Türkiye’de olacağız, birlikte keşfedeceğiz yani. Özgün kültür, mimari, kalıntılar, derin tarih, YEMEK! Birkaç günde yapmak için çok şey var gibi ama mümkün olduğunca öğrenmek ve deneyimlemek istiyorum. Seyirciler de başka bir zaman ve mekana dalmayı bekleyebilir! Gösterimiz müzikal bir zaman makinesi ve herkesi bizimle götürmeyi planlıyoruz. 20’ler Amerikan müziğinden sesler duyacaksınız, 60’lara kadar uzanacak. Yüksek enerjili bir akşam ve bizi izleyen herkesin dahil olmasını istiyoruz. Dans etmeyi teşvik ediyoruz, retro kıyafetleri de! Ekipteki vokaller ve müzisyenleri dinlemeye bayılıyorum – söylemem gerek, yakın arkadaşlarım- ve müzik harika olacak!


RÖPORTAJ

Zeynep BEŞERLER

S

‘Siyahın içindeki ışığı arayanlardanım’

öz yazarlığı ve vokal yetenekleriyle yerli caz müziğinde önemli üretimler yapan Şenay Lambaoğlu, bu sefer bir türkü cover’ıyla karşımızda. Azeri türküsü Aman Avcı parçasını caz tınılarıyla birleştiren müzisyen, parçayı kliplendirdi. Klipte Türk destanları içinde ve Türk kültüründe sıkça kullanılan elma ve ağaç imgesi kullanılmış. Elma, Azerbaycan kültüründe sevgiyi, doğuşu ve söz vermeyi simgeliyor. Bu jest Azeri dinleyiciler tarafından fark edilmiş, klibin altında bir sürü yorum yapmış, ne hoş. Sevgili Şenay Lambaoğlu ile yeni teklisi hakkında konuştuk. ❏ Aman Avcı türküsünü seçme süreci nasıldı? Türküleri çok severim, Azerbaycan türkülerini ayrı severim. Beni Aman Avcı türküsünün yorumu çok etkiledi. Yaptığım müziğe ve tarzıma bu halinin çok yakışacağını düşündüm. Tolga Görsev bana bu versiyonunu ilk dinlettiğinden itibaren dilime dolandı. Sonrasındaysa stüdyo süreci başladı. Hem vokal hem de düzenleme açısından şarkıyı naif ve duru bir noktada tutmak istedik. Biz bu yeni halini çok sevdik. ❏ Seslendirmeyi düşündüğünüz başka parça var mıydı? Seslendirmeyi düşündüğüm pek çok parça var. Umarım hayat hepsini söylememe izin verir. ❏ Tolga Görsev'le çalışmanız nasıl geçti? Stüdyo nasıl geçit? Tolga son derece titiz 2019 ve işini severek yapan bir Aman Avcı müzisyen. Stüdyo süreci de

63

. EKIM 2019

o yüzden bu eksende geçti. Sesimin en iyi tınladığı ton için bile birçok kayıt yaptık ve içinden en yakışanını seçtik. ❏ Azeri hayranlarınız Aman Avcı parçasıyla epey arttı sanıyorum. Nasıl yorumlar aldınız? YouTube videomuza Azerbaycan’dan çok güzel yorumlar alıyoruz. Bunun dışında şarkının ülkemizde anonim kabul edilmesi konusunda bir yanlış anlaşılma söz konusu. Bu bir Azerbaycan halk türküsü. Anonimden kastımız söz yazarı ve bestecisinin bilinmemesi. ❏ Sizi her zaman çok pozitif görüyoruz. Klipleriniz, sahnedeki duruşunuz, tarzınız. Şenay Lambaoğlu'nun karanlık bir tarafı yok mu? Aslında pozitif olmaya çalıştığımı söylesek daha doğru olur. Karanlık ve depresif yanımı göstermeyi çok sevmiyorum. Ve bu yönümle beslenmekten de hoşlanmıyorum. Karanlığın dibi yok çünkü. Daldığınızda boğulabilirsiniz. (Gülüyor.) Bense olumsuz ve kusurlu yanlarımla yüzleşip siyahın içindeki ışığı arayanlardanım. Boğulmaktansa yüzmek, yüzerek dalmak derinlere... ❏ Şarkı söylemek sizin için içsel bir yolculuk. Bu yolculukta ozanların eserlerini ve anonim türküler seslendiriyorsunuz. Daha çok kendi parçalarınıza yoğunlaşmayı düşünüyor musunuz? Geçtiğimiz yıl yayımlanan Rüyalarıma Gir kendi söz ve müziklerimden oluşan bir albümdü. Kendi dünyamı anlatmak, şarkılarımı söylemek elbette çok değerli benim için. Yakın zamanda benden yeni şeyler geliyor.

❏ Dünyada rap müzik altın günlerini yaşıyor. Caz ve rap türlerini de sıklıkla birlikte görüyoruz. Sizin bu türde işlere yorumunuz nedir? Böyle türler arası bir proje düşünür müsünüz? Her türlü yenilik ve farklı ses beni heyecanlandırıyor. Keşke bu tarz projeler ve türler arası buluşmalarda biz öncü olsaydık. Rap yeni değil, Cartel günlerini unutmayalım. Böyle bir buluşma neden olmasın. ❏ Sizinle kadın caz ozanlar haberi için bir araya gelmiştik. O zamanlar hemfikir olduğumuz bir konu vardı. Türkiye'de caz vokaller kadın ama enstrümantalistler arasında kadın pek yoktu. 3 yıl geçti, sizce değişen bir şey var mı? Evet o günleri hatırlıyorum, fakat böyle bir değişikliğin gerçekleşebilmesi için 3 yıl çok kısa. Volvox ne güzel bir gruptu mesela ya da klasik müzikten pek çok örneğe rastlamak mümkün. Kadın enstrümantalistler tarafından kurulan caz gruplarına da rastlıyorum umarım uzun ömürlü olur. ❏ En son kimin konserine gittiniz? Dikkatinizi çeken neler olmuştu? Bodrum’da Sattas, Birsen Tezer ve Okay Temiz konserine denk geldim. Farklı türlerden müzikleri takip etmeyi seviyorum. Kendi tarzını yaratmış müzisyenleri ayrı seviyorum. ❏ Bir albüm projeniz var mı? 4 albüm üzerine hayatında ilk kez bir single yayımladım. Biri de yolda. 2020’ye yetiştirmeyi düşündüğüm bir albüm evet var. ❏ Konser takviminiz nasıl? En yakın konser 18 Ekim'de Akasya Tamirane’de.

Senay Lambaoglu ,


64 'Aldatmak ucuza yapılan bir bungee jumping'

TİYATRO

. EKIM 2019

Ahmet YATĞIN

S

ahnelerinden önce, Gerçek oyunu ekibiyle kısacık zamana, özellikle ilişkilere dair koca koca şeyler sığdırdık. Bir yandan aksilikler, bir yandan da kamera arkasındaki ekibin vaktimiz kalmadı hatırlatmaları arasından şakalarla sıyrıldık ve ortaya tatlı bir sohbet çıkardık. Ekibin uyumu ve dostluğu dikkat çekiciydi. Bizi de çok sıcak karşıladılar ve uğurladılar. Sohbetimizin video halini ilerleyen günlerde Back On Stage YouTube kanalından izleyebileceksiniz. O zaman hem iyi okumalar hem de iyi seyirler dileyelim! ❏ Oyunu çok beğendim. Seyirci sizi ayakta alkışladı. Henüz oyuna gelmemiş tiyatroseverleri onları neler bekliyor olacak? Bu oyunun iddiası nedir? Özge Özder: Levent Üzümcü! (Gülüşmeler...) Neslihan Yeldan: Ters köşeleri olan, eğlenceli bir Fransız komedisi oynuyoruz. Seyirciyi şaşırtan ve eğlendiren bir oyun. Seyirciden genelde şöyle bir nida duyuyoruz. “Aaaaaa?” Alışılagelmiş komedi tarzlarından farklı. Çok da bir şey söylemek istemiyorum çünkü insanların şaşırması kaçmasın. Florian Zeller’ın sofistike bir Fransız komedisi, biz keyifle oynuyoruz ve seyircinin de çok keyif aldığını görüyoruz. Seyirciyi eğlenceli, keyifli, sürprizli bir buçuk saat bekliyor. L.Ü.: Seyircilerimizin kafasında bir soru işareti oluşturmasın diye söylüyorum. Her milletin kendi yaşam alışkanlıkları o milletin kültürünü de oluşturuyor ya, o yüzden Fransız komedisi, İngiliz komedisi veya Türk komedisi birbirinden çok farklı şeyler. Biri durum üzerine, biri söz üzerine, biri her ikisi üzerine. Esprilerin kaba saba olması, beden dilinin kullanılması gibi birçok ayrımı var bunların. Neslihan’ın Fransız komedisi demesinin altında yatan da Fransızların o söze ve duruma dayalı çok ince yapılan o komedisinin bu oyunda çok öne çıkmasıdır. Bunu da bir bilgi olarak paylaşmak istedim. ❏ Oyun yalanlarla örülü diyebiliriz. Peki yalan söylemek mi, yalana göz yummak mı? Kubilay Tunçer: En iyi yalan, söylediğin yalana inanacaksın. L.Ü.: Ooo mitomani.

K.T.: Onlar en tehlikeli yalancılardır, söyledikleri yalana inanırlar. Hem yalan söyleyen hem de söylediği yalana inanan kişi olmak istemezdik. N.Y. : Evet ama oyunda hepsini yapıyoruz. (Gülüşmeler) Zaten oyunculuk da böyle bir şey. Gerçek hayatta yapamadığınızı sahnede ya da sette yapmayı başarmak. ❏ Levent Bey sizinle devam etmek istiyorum. Oynadığınız karakterin yerinde olsanız ne yapardınız? L. Ü. : Bunu oyunun çalışmaları sırasında çok konuştuk. Michel karakteri, benim karakterimle olabilecek bütün zıtlıkları içinde barındırıyor. Neslihan’ın da söylediği gibi oyunculuğun keyfi de buradan kaynaklanıyor. Kendi hayatında yapmadığın, aklının ucuna dahi gelmeyecek şeyleri birileri yaşıyor ve sen anlatıyorsun. Bazen çok zorlandım. Elbette sen Michel karakteri oluyorsun ama içindeki o makinayı çalıştıran Levent Üzümcü, yok artık bu kadar da olmaz diyor. Bu lafı nasıl bu kadar rahat edebilirim ya, diyorum. Çok zorlandım o anlamda. Hepimizin hayatına çok ters karakterler. K.T.: Benim değil valla. (Gülüşmeler) Tam tersi. Ben Paul diye bir adamı oynuyorum aynı ben yani. ❏ İsterseniz hemen size sormak istediğim soruyu sorayım Kubilay Bey, Paul karakterine ne kadar benziyorsunuz? K.T.: İşte bence tam o'yum yani! (Gülüşmeler) Ya öyle bir şey yok. Zaten bir karaktere bana ne kadar benziyor ne kadar benzemiyor diye bakmazsın. Tam tersine, kendimde onda kullanabileceğim ne özellikler var, kullanayım mı kullanmayayım mı… O teknik bir karardır. Hiç benzemeyen bir şey de oynayabilirsin ama bu adamda benim hoşuma giden taraflar var. Son gülen iyi güler, o tür şeyler. L.Ü.: Spoiler vermeyelim dedikçe sen... N.Y.: Bunun röportajını yapmasak mı? Ekonomiden falan mı konuşsak? (Gülüşmeler) L.Ü.: Onu hiç yayınlayamazsın! (Gülüşmeler) ❏ Aldatılmaya verilen tepkiler hakkında, özellikle hanımefendilere sormak istiyorum, ne düşünüyorsunuz? Ö.Ö.: Böyle bir şey çok şükür yaşamadım.


65

TİYATRO Yaşadıysam da bilmiyorum. Kendini ifade edememekten mi, eğitim açığımız olmasından mı dolayıdır, iş eninde sonunda şiddete bağlanıyor. Psikolojik ya da fiziksel. Erkek tarafından da, kadın tarafından da işler çığırından çıkıyor. Benim vereceğim tepki ise, o alanı sahiplerine bırakıp terk etmek olur. Genelde yaşam tarzım da öyledir. Ben kavgada da faal olamam. Birilerinin domine ettiği bir yerde ben bulunamam. Çok da havalı görünüyor, herkese tavsiye ederim! L.Ü.: İnsanların yaşamlarında büyük yıkımlara yol açan bir durum. Aldatan insanları anlamaya çalışıyorum. Süren bir ilişkide, başka birine âşık olup da ilişkiyi bitirmesinden bahsetmiyorum. Süren ilişkide düzenli aldatmadan bahsediyorum. Aldatmak galiba daha ucuza yapılan, daha az meşakkatli bir bungee jumping gibi yapan için. Adrenalin hikayesi... Anlamaya çalıştığımda bütün kapılar buna çıktı. Tarihte bunun yansımalarına baktım çalışırken. Piç Edmund karakteri vardır, Kreal Lear’da. Onun çok güzel bir tiradı vardır, “Ey doğa, tanrıçam sensin benim! Ben senin kurallarının kulu, kölesiyim. Piçmişim… Sefilin alçağın biriymişim...” diye başlayan o tiradda şunu anlatıyor. Biz şehvet dolu dakikaların birer ürünüyüz diyor. Bizim yapıldığımız saat belli değil. K.T.: Bir de, babası belli olmayan ya da yazılmayan insanlara jenerik olarak nüfus kağıdında Kaya ismini koyarlar. Nereden geldik biz bu konuya ya? (Gülüşmeler) Ö.Ö.: Aldatıldığını bilen ama kocasının yüzüne vurmayıp hayatına bir şekilde devam eden kadın profilinin, maddi olarak eşe bağımlılığını sürdürmekle bir ilişkisi var. Çok iyi eğitimli, çok da iyi durumda olan kadınlar bile sadece başka bir sınıfta olmak isteyip, adeta bir erkek ile anlaşır gibi bir evlilik yapabiliyorlar. Ben ayağının üstüne basan bir kadın olarak “Güle güle” diyebilirim ama bunu diyemeyen kadınlarımız var. Evlenmek yerine önce kendilerini birey olmaya odaklasalar keşke. Benim, toplumumuzdaki kadınlar için en büyük isteğim her zaman bu oldu. ❏ Benim kafamı özellikle kurcalayan bu soruyu, kişisel bir merakla da soracağım. İletişimin bu kadar yoğun olduğu bir çağda hem tek eşli hem de gerçek kalabilmek sizce mümkün mü? N. Y.: İletişim artık sosyal medyada çok yoğun. Beş dakika sessiz kalsak herkes telefonlarına bakıyor. Sorunun devamını kaçırdım. (Gülüşmeler.) Buna cevap verecek en son insan benim aslında. Tek eşli kalmak 2010'ların normlarına çok uygun değil. Çok fazla uyaran, çok fazla alternatif ve çok fazla tüketim var. Tek eşli arkadaşlarıma saygı ve gıpta ile bakıyorum ama anne babalarımızın dönemindeki yirmi otuz yıllık evlilikler çok az kaldı. Aşka çok saygı duyuyorum. Sosyal medyanın önümüze sundukları, her şeyin çok hızlı olması aşkı da etkiledi. Aşk çok azaldı, tek eşli ilişkiler çok azaldı. Aldatma bile değil, ilişkiler silsilesi var. Bir ilişkinin içine girmiyor ki aldatma olsun. K.T.: Ben de kısa bir cevap verebilirim bu soruya. Çağımızda hem tek eşli ilişki yaşayacaksın hem de gerçek bir ilişki, olur mu? Olur. Yapan yapıyordur. Evlilik kurumu baya yara aldı ama, o bir gerçek. Boşanmalar da artıyor. Ben de istatistiklere katkıda bulunmak için görevini yerine getirmiş bir arkadaşınız olarak söylüyorum. (Gülüşmeler) Galiba insanlar kendilerine daha kolay yalan söyleyebilir hale geldikleri için başkalarına da daha kolay söylüyorlar. Bir daha söylüyorum bunu, bu iletişim devrimi bizim

. EKIM 2019

kendimize yalan söylemimizi kolaylaştırdı. Ö.Ö.: Nasıl yaşamak istediğini bilen ve savrulmayan biriysen başka uyaranların bir önemi yok ama. Bu telefona bahsettiğimiz bütün uygulamaları yükleyen biziz. Eş bulma programını yükleyen de benim. Kimse bunu zorla yaptırmıyor. Merak ettim, bir bakayım dediğim andan itibaren artık oradan gelen hiçbir uyaranla ilgili kimseyi suçlayamam. Benim telefonum, hayat da benim hayatım. N.Y.: Farklı bir şey söylemek isterim. Yeni tanıştığım bir arkadaşımla aramızda geçen diyaloğu hatırladım şimdi. Güzel bir iş yapan erkek arkadaşımız, yeni evlenmiş. Havadan, sudan, ilişkilerden konuşuyoruz. Bana dedi ki, “Aldatma nedir ki? Karım gidip istediği ile yatabilir ama adamın birine duygusal bir mektup yazdığı anda yatmasa bile benim için bitmiştir.” Sadece bunu eklemek istedim. ❏ En son ne zaman yalan söylediniz? Ö.Ö.: Ay mutlaka bugün söylemişizdir, bence. Çünkü pembe yalanlar denen şeyler de var. “Beş dakikaya geliyorum” Ama aslında gelemiyorsun ya yani. N. Y. : Ben empati yapmasını biliyorum, insan psikolojisinden anlıyorum, hem karakter olarak hem de oyuncu olarak buna çok yatkınım. O yüzden küçük yalanlarım olabiliyor.. Ö.Ö. : Bence herkesin oluyor. L.Ü. : Sorunun cevabı bu mu? Peki şey yalan mı, bir şeyi söylememek? Ö. Ö. : Susmak, göz yummak… Tabii ya. L.Ü.: Yani söylememeyi tercih etmek. Bu yalan mı mesela? Ö.Ö.: Bizim oyunda da var o. N.Y.: Söylemesenize ne var oyunda diye! ❏ Peki gerçek sizce nedir? L.Ü.: Aman ne bileyim gerçek nedir! Yüzyıllardır filozoflar bile bu soruya cevap bulamamışlar. K.T.: Ben öyle bir anlamda yalan, belki de hiç söylememişimdir. L.Ü.: Hangi anlamda yani? Ö.Ö.: Aaa ne safsın ya! L.Ü.: İlişkiler anlamında mı diyorsun? K.T.: Yok abi genel anlamda. Normal insanlar böyle, çok yalan söylemezler ya. Zaten hayatında kaç kere yalan söyleyebilirsin ki?

L.Ü.: Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi! Bunu rahatlıkla söyleyebilirim sana. Şimdi çocuk soruyor sana “Baba nerdesin?” Adliyeye ifade vermeye gitmişsin. “Oğlum yoldayım, geliyorum.” diyorsun. Bu yalan mı? Bugün söyledim ben bunu. Ne deseydim, adliyeye ifade vermeye gittim mi? K.T.: Ama yüz kızartıcı bir yerde değilmişsin yani. Ö.Ö.: N'aptın ki sen? L.Ü.: İşte halkı kin, nefret… (Gülüşmeler) Ö.Ö.: İşte az önce benim söylemeye çalıştığım şey tam olarak bu. Yalan hayatımızda bir refleks haline geldi. İnsanları biraz daha konforlu tutmak. Bunu farkında olmadan yüzlerce kez yapıyoruz. L.Ü.: Bugün neden adliyeye gittim? “Bunlar bize yalan söylüyorlar” dediğim için. Yani yalancıların yalanını ortaya çıkardığım için adliyeye ifade vermeye gidiyorum. Bilmiyorum anlatabiliyor muyum sana? Son söylediğim yalan, vallahi bugün oğluma söylediğim. Pembe midir, lacivert midir bilemiyorum. Bir başkasının yatağından kalkıp geliyor da canım sevgilim diyorsa ve buna gerçekten inanıyorsa bu yalan mıdır? K. T.: Size nasıl geliyorsa öyledir. “As you like it” şekerim. Adam yazmış zamanında. (Gülüşmeler.) ❏ Biliyorsunuz Back on Stage bir müzik dergisi. Aynı zamanda oyunun çok güzel müzikleri vardı, müzikleri kim seçti? Ö. Ö.: Yönetmenimiz müziğiniz de bu dedi ve verdi. K.T.: Yalnız onu ben sana anlatayım. Mehmet Ergen… Ö.Ö.: Biraz hızlanırsak yalnız…. K.T.: Ulan siz iki buçuk saattir konuşuyorsunuz ben şurda bir şey söyleyince bana saat gösteriyorlar! (Gülüşmeler) Mehmet Ergen, eskiden Londra’da müzik mağazasında tezgahtar olarak çalışırdı. Bu gerçek bilgi. Onun için çok güzel bilir bu şeyleri. Abisi de zaten DJ’dir. Ergen familyası bu işlerden anlayan çocuklardır. Müzikleri o seçti. Teşekkür ederim. ❏ Sıradaki oyunlar nerede, ne zaman? L.Ü.: Sıradaki oyunlar burada. Zorlu PSM’de. Oyun sadece istanbul’da ve burada oynuyor. Bir yere de gitmiyor, gidemiyor. Çünkü seyircilerimizin fark edeceği üzere ağır bir dekorumuz var.


66

DENEME

. EKIM 2019

Ekin TÜRKANTOS ekinturkantos

AÇIK YEŞİL

Çiçeklerinize bahar bakımı Ç

Ayşegül Kumova

Arabanın SAFE SPACE yan koltuğu aysegulkumova

E

skiler söylemiş bir kere; aza tamah etmeyen, çoğu bulamazmış diye... Gerçekten güzel mi söylemişler? Yoksa, bu yüzden istemeyi mi öğrenemedik? Meğer istemek ayıp değilmiş. Bunun için bir formül bile var. Bilinç ile bilinçaltı zihnimizin hemfikir olması şart. Ve hayır, bu ay anlatacağım konu bu değil. Hâlâ 'istemek' üzerine kafa yoruyorum. Sistemi tam anlayamadım. Ben anlayayım; size anlatacağım. Bu konuda tam bir uzman olarak demeyeceğim, çünkü hiç uzman olmayarak buraya yazacağım yazıyı biraz daha bekleyeceğiz. Yerine bir his notu koyayım... Yollara düşesim; yol kenarından sarı kavun alasım, Adım adım yol alıp, bir yerlere yetişmeyesim var. Arabanın şoför mahalinde değil de, yan koltuğunda oturasım, Biraz özgürleşip, sevgimi ayçiçeklerine veresim var. İzi çıkacak diye düşünmeden, tek parça bir mayo giyip dolaşasım, Yaz hiç bitmeyecekmiş gibi sofra kurup kaldırasım var. Boş duvarlarımın hepsine tablo asasım, Elimi uzatıp tutasım, fazla düşünmeyesim var. Ansızın bir koy bulup, kumsalına çıplak ayakla koşasım, Turkuaz bir denizin içinde buruşasım var. Durduk yere şiirler yazıp; açık camdan yollara şarkılar söyleyesim var. Senin de canın isterse, bunların hepsini seninle yapasım var.

ok severek aldığınız bitkinin gelişimini sağlıklı sürdürebilmesi için kışa girmeden aylarında ne gibi bakımlar bakımlarını gerektiğini öğrenmelisiniz. yapmalısınız. Küçük Her bitki, yeterli mineralleri püf noktalarıyla aldığında kalsiyum ve potasyum çiçeğinizin takviyeleri ile kök kısımları yemyeşil kalmasını güçlendirildiğinde büyümesi sağlayabilirsiniz. de sağlıklı olacaktır. Bahçenizi, Eve, bahçeye ya da balkonunuzdaki çiçekleri bahara o hevesle aldığınız ve kışa hazırlamak için önce çiçeğinizin zamanla küçük saksılarını genişleterek işe yaprakları sararmaya başlayabilirsiniz. Özellikle toprak başladığında ve değişiminde saksınızı deterjan ile eski görünümünü temizlemektense kabartma tozu ya yitirdiğinde sizin da sirke ile temizlemeniz öneriliyor. de hevesiniz Aşırı sulama nasıl bitkiye zarar kırılır. Birkaç kötü veriyorsa soğuk ortamlarda da deneyimden sonra gelişimini sürdüremiyor. Bu "Ben hiç çiçek nedenle kışın bitkinizi minimum bakamam" diyenleri 12 derecede tutmalısınız. Bitki duyabilirsiniz. Oysa kökü aşırı sıcaklarda da, soğukta da çiçek bakmak, onun strese giriyor. Bitki kalsiyum eksiği dilini anlamak yaşadığında yaprağın uçlarında için kendinize de sararma ve kahverengiye dönme zaman tanımalısınız. görülüyor. Magnezyum eksikliği Öncelikle alacağınız bütün yaprağın çerçevesinde bitkinin bakacağınız görülen sarılık olarak, azot yere uygun eksikliğinde yaprağın tek tarafında olup olmadığını sararma, potasyum eksikliğinde sormalı ve bahar ise uçlarda kahverengiye dönük kuruma görülüyor. Bu tip bir sorunla karşılaştığınızda ona uygun sıvı halde bulunan ilaçları bitkinize fısfıslayarak koruma sağlayabilirsiniz. Bazı ağaçların budanarak ve gövdeleri kireçlenerek bakımı sağlanabilir. Kireci ağacın köklerinden başlayarak ilk dala kadar olan bölgeye sürebilirsiniz.


67

KİTAP AJANDA

. EKIM 2019

Kız Çocuğu Onur ünlü Roman Doğan Kitap 264 sayfa

Rafine Yıllar Ahmet M. Yılmaz Anı Epsilon 400 sayfa

İstanbul'da Yaşama Sanatı Haluk Dursun Gezi Kapı Yayınları 325 sayfa

İstanbul Emre Kongar Anı Remzi Kitabevi 224 Sayfa

Cumhuriyet’te Beyoğlu Turan Akıncı Araştırma Remzi Kitabevi 456 Sayfa

Kıl Payı Stella Rimington Çeviren: Mehmet Gürsel Polisiye Yapı Kredi Yayınları 304 sayfa

Peter Pan James Matthew Barrie Çeviri: Utku Özmakas Edebiyat İletişim Yayınları 264 sayfa

Kumsalda Nevil Shute Çeviren: Gizem Dinç Bilim kurgu İthaki Yayınları 296 sayfa

101 Anekdotta Felsefe Tarihinde Yolculuk Nicholas Rescher Çeviren: Abdullah Yılmaz Felsefe Vakıf Bank Kültür Yayınları 368 sayfa

Türkiye’de Postanın Mikrotarihi 1920-2015 Cilt I: 1920-1950 Mehmet Akan & Timur Kuran Araştırma Türkiye İş Bankası Yayınları 816 sayfa

Nota Yazım Kuralları ve Türk Müziğinde Nota Yazımı Adnan Atalay Müzik Müzik Eğitimi Yayınları 240 sayfa

Yazarlar: Yaşamları ve Eserleri Kolektif yazar Çevirmen: Bora Kamcez Popüler kültür Alfa Yayınları 360 sayfa


68

LEZZET

M

Adım Adım Gurme

Süray CİNGÖZ ATIŞ

adimadimgurme

adimadimgurme.com

. EKIM 2019

erhaba sevgili okur, bu ayki yazımda sana içerisinde şarap geçen ve benim sevdiğim şarkıları sıralayacağım. Bazı şarkılarda “şarap” yalnızca öylesine bir öge iken bazılarında başrolde yer alıyor. Bu nedenle şarabın her bir parçaya üflediği ruh ayrı ve özgün. Bu arada, yazıyı yazmadan önce şarapla ilgili bu kadar parça olduğunun farkında değildim; şaşırdım.

Kadeh kaldıran şarkılar

Kreş - Yarım Kalan Şarap

Mert Şenel - Şaraplar ve Kadınlar

Erkin Koray - Şaşkın

5. Element - Şarap Tadında

(Albüm: Zaman Yok, 2007) Belki de o son gece konuşmalıydım seninle Şimdi düşününce aptallık etmişim Kalıp senin yanında uzanıp koynuna Yarım kalan o şarabı içmeliydim

(Albüm: Çukulatam Benim, 1987) Aşk şarabı içmesi hoştur şaşkın Şarap peşinden koşmak boştur şaşkın Bir o yana bir bu yana yatma şaşkın Tenhalarda menhalarda bitmiş aşkın

Mehmet Güreli - Kimse Bilmez

(Albüm: Zamboni Sokağı, 2017) Bulut geçti, gözyaşları kaldı çimende Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde Seher yeli, eser yırtar eteğini gülün Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye Kimse bilmez, kimse bilmez

Eflatun - Şarap

(Albüm: Cennette Bir Akşamüstü, 2010) Biz seninle bir salkımın iki aşık üzümüyken Başka şişelerden şarap olmuşuz Başka hayatlarda harap olmuşuz

Özlem Tekin - Kime Ne

(Albüm: Öz, 1998) Kime ne yavuklumdan sevdalımdan Ben mutluysam Bir kadeh şarap Bir nefes duman Bir sıcak gülüş bana yeter

(Albüm: Şaraplar ve Kadınlar, 2019) Şaraplar ve kadınlar Nereye gittiğini bilmeyen adımlar Yine kendimi dağıtcam Gelip kurtar hadi beni gün batımında

(Albüm: Melike, 2007) Bir anıdan başka ne kaldı ki senden bana Bir şarap tadında hala damağımda

Güney Marlen - Şarapçı Remzi

(Albüm: Şişelere Mektuplar, 2016) Ne komşuluk kalmış bu mahallede ne dayanışma Bana sorarsan en iyisidir Şarapçı Remzi Amca Pek sevilmez ama hep düşene koşar yardıma Yüreği temiz, elleri biraz pistir anca

Zeki Müren - Şarap Mahzende Yıllanır (Albüm: Hatıralarım 2, 1994) Şarap mahzende yıllanır Aşkın kalbimde yıllanıyor İkisini birden içtim İnan içim yanıyor

Dario Moreno - Sarhoş

(Albüm: Hatıralar Hayal Oldu, 1967) Her akşam votka, rakı ve şarap İçtikçe delirir insan, olur harap Kurtar beni bundan, ne olursun yarab Bitsin artık bu korkunç serap serap

Mazlum Çimen - Ekmek, Şarap, Sen ve Ben

(Albüm: Öyle Yalnız Kaldım Ki, 1987) Gönlüne düşmeden bir damla ateş Kahredip kendini üzme arkadaş Aşk acı şaraptır kadehi dudaktır İçersen ızdıraptır

(Albüm: Çimen Türküleri, 1995) Ekmek, şarap, sen ve ben Bir de sabahın dördü Dışarda kar Odamız ılık Gözlerin ılık ılık damlarken boş kadehe Anlattın bana ağzı sarımsak kokan bir çocukla yattığını Aşkı tattığını, karım dediğini ve aldattığını

Pera - Şarap-ı Izdırap

Timur Selçuk - İspanyol Meyhanesi

Ethnique Punch - Şarap Yok Mu

Teoman - Paramparça

Gülden Karaböcek - Aşk Acı Şaraptır

(Albüm: Bir Başka Dünya, 2012) Şimdi yana yakıla ağlıyor bu gözler Boşa arar seni boşuna bekler Dönmeyeceğini bile bile neden Seni ister yine hep seni bekler Bir tat aldım dudağından şarabın ızdıraptandır

(Albüm: Sarhoş Baykuş, 2012) Eğer şarap varsa, muharebeye mısra bu rubaiye mızrak Vahalar kurusun, kum tepeleri sanki serap Rakkase durma haydee, şarap ver bana, şarap

(Albüm: İspanyol Meyhanesi, 1988) Kararmış, Tahta masamızda bir şişe şarap. Gecelerden bir gece, bezginiz. Üstelik adamakıllı sarhoşuz, Ellerin ellerimde.

(Albüm: Onyedi, 2000) Saatim yok tam olarak bilemem. Biraz bira, biraz şarap önceydi. Nasıl oluyor; vakit bir türlü geçmezken, Yıllar, hayatlar geçiyor?


DENEYİM

Yakından daha parlak bir yıldız Hakan VAROL

K

onser sonrası Instagram hesabıma şöyle not düştüm; "Kalbimin bir parçası onda kaldı. İyi baksın Sibel Can o parçama. Gömleğimi tutuşundan elimi omzuma atışına kadar tutun da bizi ağırlaması, nezaketi, sohbeti ve misafirperverliği inanılmazdı. Yanına yaklaştıkça ışığı daha da parladı gözümde. Kendi adıma ölmeden yapılacaklar listeme bir çizik daha atıldı... Fotoğrafı paylaşır paylaşmaz yorum yağmuruna tutuldum. Birçok kişi samimimi duygularımı böylesine aktardığım için çok keyif almış. Bunları yazarken aklıma bile gelmedi. Öyle olur ya hep çok özendiğiniz bir paylaşım bazen hiç karşılığını bulmaz, kimi zamane hesap kitap yapmadan yazınca bir bakarsınız ortalık toz bulutu! Şimdi gelelim Sibel Can’a olan beğenimin altında yatan sebeplere ve onu defalarca izlemiş biri olarak konserlerinden çıkardığım notlara...

KULİSİNDE NASIL DAVRANDI?

10 yıldan fazla yaptığım kültür-sanat programları ve yazdığım mecralar çerçevesince çok fazla yabancı ve yerli müzisyeni takip edip röportaj yaptım. Kimileriyle tanışma fırsatım da oldu. Bunlar tamam, bir cebimde dursun ancak diğer cebimde bir boşluk var. Uzun yıllardır sahnesini, albümlerini, danslarını ve şovlarını takip ettiğim ve bir yıldız olarak gördüğüm Sibel Can ile hiç tanışmamıştım. Bunu bilerek istememiştim. Zira onu sahneden izlemek güzeldi. Bir şey olur da o tılsım bozulsun istememiştim. Ancak 7 Eylül'deki Vadi Açıkhava Sahnesi’nde ne olduysa birden tanışma isteğim nüksetti ve talep ettim. Talebim geri çevrilmedi. Konser sonrasında kulisinde biri girip biri çıkıyordu. Gazeteciler, yönetmenler ve müzisyenler derken biz de girdik. Evine misafirliğe gitmişçesine ağırladı bizi. Fotoğraflar çekildik, sohbet ettik. En ilginç tarafı Sibel Can'ın samimiyetle sorduğu soru: “Konserimi nasıl buldunuz?” Çok beğendiğimi dile getirdiğimde heyecanınını ve mutluluğunu paylaşması gerçekten güzeldi. Sanki ilk kez konser vermiş de beğenmemiz onu rahatlatmış gibiydi. Bu soruya gerek bile yoktu zira zaten çok sık konser veriyor, tüm biletleri de tükeniyor. Çok iyi biliyorum çünkü sadece bu yıl 6 konserini izledim. Seyircilerin yorumlarına kulak kabarttım ve beğenilerine şahit oldum. Tabşi ki çok kalabalık olduğu için içimde kalanları söyleyemedim. Buradan söylemekte fayda var. Nedir bunlar?

EKSİK KALAN ŞARKILAR

Kendisinin artık sayısını hatırlamadığım kadar albümü, klibi ve hit şarkısı var. Peki bunlar konserlerinde ne kadar seslendiriliyor? Maalesef çok çok az. Bir Sezen Aksu, Ajda

69

. EKIM 2019

Sibel Can Pekkan, Erol Evgin, Tarkan nasıl kendi konserlerinde kendi şarkılarını hiç olmadı medley modelinde söylemiyor Sibel Can? Farklı şehirlerde ve mekanlarındaki konserlerindeki gördüğüm kadarıyla sahnesine, görsel tasarımına, ses sistemine ve özellikle kıyafetlerine çok özen gösteriyor. Her zaman çok yüksek olan enerjisini hiçbir konserde düşük görmedim ancak repertuvarını kendisiyle birlikte hazırlamayı çok isterdim. Sonbahar, Benim Adım Aşk, Emret Öleyim gibi bir sürü klasik sıralayabilirim. Kendisi maalesef bu ve daha fazlasını hiçe sayarak Orhan Gencebay, Ajda Pekkan gibi sanatçıların şarkılarını bir söylemeye başlıyor. Konser artık farklı bir boyut alıyor. Söylediği kendi klasiklerinden hep aynı eserler. Yeni sezonda bambaşka hitlerinin yer aldığı apayrı bir repertuvar dinlemek ne kadar keyifli olur. Mesela Meşk albümü vardı küçük bir servet harcayıp tamamladığı. O özel seçkiden bir şarkı bile dinlemek hayal gibi.

KALP HER ZAMAN ÇARPMAZ!

Bir daha ki sayıda kendisiyle röportaj yaparak bu soruların cevabını aramak daha doğru olacağı kanısındayım. Son olarak danslarını da bir hayli azalttığı dikkatlerimizden kaçmıyor ancak sevenleri onu sahne de gördüğünde dünya duruyor. Kendim dahil olmak üzere her yaştan dinleyiciye hitap eden Sibel Can’ın konserlerinde bu gözlemlemek mümkün. Kendisi mutlaka Türk sanat müziğinin en sevilen eserlerini seslendiriyor ki bu çok özel ve ayrıcalıklı bir durum. Sibel Can “En mutlu olduğum yer sahne” diyor ve biliyorum ki öyle... Kendisi kadar çok sahne alan solist var mı bilmiyorum Türkiye’de. Buradan ona hitap edeyim; Her sahnenizde bize görsel bir şölen yarattığın ve nasıl oluyor da kadın-erkek, her yaştan bu kadar seveni aynı potada eritiyorsunuz bilmiyorum ama şüphesiz ki bu mesleği icra etmek için yaratılmışsınız! Sibel Can’ı hiç sahnede izlemediyseniz bir kere bunu deneyimlemelisiniz. Bu arada son not; kulis sonrası, nefesim biraz kesildi ve buz gibi oldum. Bakışları ve enerjisi artık sirayet etmişti. Yıllardır beni kimse bu kadar heyecanlandırmadı. Bunları yaşamak çok güzeldi. Kalp bu her zaman hızlı çarpmıyor.

Sevgili Sibel Can ile kuliste çektirdiğimiz fotoğraf. Sohbetimizden geriye hatıralar ve bu samimi kare kaldı. Umarım yeniden yollarımız kesişir...


70

SİNEMA

. EKIM 2019

KAOSUN ELÇİSİ JOKER Ve olaylar gelişir... Ercan Meral ercanmeral

“PIanı oIan bir adam gibi mi duruyorum? Ben arabaIarı kovaIayan köpek gibiyim. YakaIasam biIe ne yapacağımı biImem. Ben sadece yaparım.”

O

bir kaos elçisi, hiçbir şey elde etmeye çalışmadan kötülük yapan bir amaçsız, saf kötülük, sinirleri alınmış gibi görünen ama agresif... DC efsanesi Batman'i tamamlayan kJoker’i dünden bugüne ele alıyoruz bu yazıda. Joker karakteri 25 Nisan 1940’ta Bill Finger, Bob Kane ve Jerry Robinson tarafından yaratıldı. 1950’lere kadar çizgi roman dünyasının suç makinesi olarak hayatına devam etti. Bu yıllarda çizgi roman endüstrisi önemli bir kriz yaşadı, çocuklara şiddet içerikli görüntülerin yayımlanmaması ile ilgili bir yasa çıktı. Bu dönemde Joker gerçek bir palyaçoya dönüştü. Kötülük yerini eşek şakalarına bırakmıştı. Bu, 1970’lere kadar devam etti. Çizgi roman dünyası 1970’lerde orijinal haline döndü. Karakterlerini karartmaya ilk başlayan DC oldu. 1973'te Dennis O’Neill ve Neal Adams, Batman’i özüne döndürdü. Joker'i de eski sadist ve korkunç haline... Sebepsiz kötü Joker’i günümüze kadar getiren de bu akım oldu. 1978 Mart sayısındaki (Joker’in Gülen Balıkları) hikayede Joker, şehirdeki tüm balıklara gülme ifadesi veren bir kimyasalla ve tüm balıkları öldürdü. Sadece kötülük yapmak, bunu komik bir biçimde hayata geçirmek Joker karakterinin özünü oluşturuyordu. Joker’in nasıl Joker olduğu ile ilgili birçok farklı hikayeler ortaya koyuldu. Çizgi romanlar, animasyonlar, filmler bize başka başka şeyler anlattı. Aslında işin özü şuydu: Net bir geçmişi olmamalıydı. Çünkü sadece kötülük için yaratılmış, öc alma, para kazanma, bir ideolojiyi hayata geçirmek gibi amaçları olmayan bir kötünün geçmişi de net olmamalıydı. Duygusal bağ kuracağımız, ona geçmişinden dolayı hak vereceğimiz, haksız bulup nefret edeceğimiz bir geçmiş bizi Joker’in kaos yaratma amacı güden gerçek kötülüğünden uzaklaştıracaktı. Ama illa da bir geçmiş bulmak istersek hepimiz en romantik geçmişi tercih ederiz. Hikayeye göre Joker mühendisliği bırakıp komedyenlik yapan bir adamdır. Karısı hamiledir. Bir süre sonra ailesine bakamamaya başlar. O sırada iki hırsızla tanışır. Hırsızlar ona bir teklifle gelir. Bir iskambil fabrikası soyulacaktır. Ona

bir maske verirler. Tam soygunun yapılacağı zaman hamile karısının öldüğünü öğrenir ama hırsızlar onun gitmesine izin vermezler. Soygun sırasında bir çatışma çıkar ve iki güvenlik öldürülür. O sırada olay yerine Batman gelir ve orada Joker’i görür. Joker maskesiyle kaçmaya çalışırken kimyasal dolu bir havuza girer. Olay yerinden kaçar ama kimyasaldan çıktıktan sonra suyun yansımasında maskeyi çıkardığı yüzüne bakar. Saçları yeşil, yüzü beyazdır. Maskedeki palyaço silüeti yüzüne kalıcı bir şekilde geçmiştir. Yaşadığı ağır travmayı çok komik bulur ve kahkahalar atmaya başlar. Ondan geriye artık hiçbir şey kalmamıştır. Anarşist bir kişiliğe bürünen Joker’in tek anlatmak istediği, insan doğasının deliliğe olan ihtiyacıdır. Ama Joker’in temsilcisi olduğu akımda sevgi, bağlılık, trajedi, romantizm, çıkar yoktur. Sebepsizlik ve sonuçsuzluk vardır. “KuruIu düzeni aIt üst ettiğinde, her şey bir anda kaosa sürükIenir. Ben kaosun eIçisiyim. Kaos, adiIdir.” Animasyon halinde de birçok kez izledik onu ana en etkileyici hallerini beyazperdede gördük. Joker, 1966 yapımı Batman filminde ve 1966-68 yılları arasında Batman dizisinde karşımıza çıktı. İkisinde de Cesar Romero, Joker rolündeydi. Bu dönemdeki Batman

dizi ve film fazlasıyla teatral ve karikatüristikti. Çizgi romanın birebir yansıması gibi. Romero da, sahnelerin tamamında kötülük yaparken gülerek bize Joker karakterini yansıtmaya çalışıyor. Kötülük kavramını bir şeyler çalıp çırpmaktan kurtaran ise, kıymetli oyuncu Jack Nicholson oldu. 1989 yapımı Batman filminde Joker rolündeki Nicholson ana karakterin önüne geçerek Joker’e hak ettiği değeri kazandırdı. Yan karakterin ana karakterin önüne geçmesi yönetmenin tercihi değil, oyuncunun ekstrasıdır. Filmin yönetmeni Tim Burton acaba 1980 yapımı The Shining filminde Nicholson’un aşırı psikopat oyunculuğu ve etkileyici performansından dolayı mı onu seçti bilemeyiz ama, öyle bir Joker gördük ki 19 sene kimse Joker karakteri yaratmaya çalışmadı. Ta ki 2008'de Christopher Nolan’ın The Dark Knight filmine kadar. Joker’i Heath Ledger’in canladırdığı filmde, kaos ve kötülük öyle bir işlendi ki bu bir Batman filmi değil Joker filmi olarak hafızalara kazındı. Ladger’ın filmden sonra trajik bir şekilde ölmesi ve Oscar kazanması performansı daha çarpıcı hale getirdi. Filmde milyonlarca doları çalıp sadece yakması ise sadece sorun yaratmak için kötülük yapmak amacını güttüğünü karakterin dimağlara kazımaya yetti. “Ben kötü biri değiIim, sen iyi biri oImamı haketmemişsindir.” 2016'da Suicide Squad filminde Oscarlı oyuncu Jared Leto, Joker olarak karşımıza çıktı. Yönetmen David Ayer mi deli değildi ya da Leto’nun deliliği mi yetmedi bilmiyoruz ama beklentiyi karşılamadı. Belki de Joker aşk-meşk konuları içinde yerini tam bulamadı. (bkz. Harley Quinn) Ne olursa olsun eğer bir süper kahraman filmi çekiyorsanız Supermen’i Batman’i, Hulk’u, Spiderman’i istediğiniz kişi olarak seçebilirsiniz ama eğer bir Joker oynatmak istiyorsanız iki kere düşünmeniz lazım. Bu yıl Hangover serisinden tanıdığımız yönetmen Todd Phillips, topa tekrar girerek Joker’i bu sefer ana karakter olarak beyazperdeye çıkarıyor. Ekim ayında vizyona girecek olan filmde Joker’i Joaquin Phoenix canlandıracak. Çıta tavana çıkacak gibi duruyor zira Joker’in hayatı ilk defa özel bir şekilde işleniyor. Fragmandan gördüğümüz kadarıyla karakter ilk kez bu kadar derinlemesine işleniyor. Romantik son isteyenlerin aksine kaosu bol, trajedisi dozunda kadar, kötülüğü olması gerektiği kadar bir Joker için beklemedeyiz.


GEEK

Fatih GÜÇLÜ

71

. EKIM 2019

Uzaktan stream etmek oyunun en güzeli

nternet hızının gelişmesiyle tüketim alışkanlıklarımız değişiklikler göstermeye başladı. 10 yıl öncesine kadar internet üzerinden kredi kartlarımızla alışveriş yaptığımızda kapımıza bazı adamların gelip ailemizi rehin alıp bizden fidye isteyeceği korkusuyla yaşıyorduk. Günümüzdeyse kredi kartlarla milyonlarca alışveriş işlemi yapıyoruz. İnternete olan bu güvenimizle stream servisleri de hayatımızda büyük bir yer kapladı. Peki nedir stream servisi? Bugün birçoğumuzun müzik dinlemek için kullandığı Spotify ya da film ve dizileri takip etmek için kullandığı Netflix birer stream servisi. Kullanıcılar para ödeyerek fiziksel bir ürün almak yerine, internet bağlantısı üzerinden bu ürünleri kiralıyor. Spotify’a verdiğimiz aylık üyelik ücreti sayesinde milyonlarca farklı müziğe ve sanatçıya ulaşabiliyoruz ama bunlara sahip değiliz. Sadece kullanım haklarını kiralıyoruz. Bu tür hizmetler ortaya çıktığında pek çok ticari işletmenin saçma bulmuştu. Fakat bugün Netflix, Spotify ya da blutv gibi oluşumlar hepimizin cebinde. İşte tam da burada Google daha fazla ne stream edebiliriz diye düşünürken olay Google Stadia’ya geldi. Stadia bize yeni bir alan sunuyor; oyun streami.

İ

KONSOLLARI UNUTUN

Google, Stadia üzerinden internet bağlantısı olan her ekrana artık oyun stream etmeye başlayacak. Bunun için kullanacağınız ekipmanın herhangi bir özelliği olmasına gerek yok. İster cep telefonu ekranı olsun ister televizyon ekranı. İnternete bağlantı sağlaması tek aranan özellik. Hatta eski tüplü televizyonunuza bir şekilde internet bağlantısı sağlarsanız, orada bile bütün oyunları oynamanız mümkün! Bu sistemde oyunları kendi donanımız üzerinden oynamıyorsunuz. Google sunucuları üzerinde yüklü olan oyunları ekranınızda stream ederek oynuyorsunuz. Bu oyun konsollarının ve uçuk fiyatlara varan oyun bilgisayarlarının sonu mu? Şimdilik bunun demek için çok erken ama teoride görünen durum bu. İsterseniz tek ekipman olarak Stadia Controller alabilirsiniz. Ülkemizde daha çok joystick ya da 'kol' olarak bilinen bu ekipmanla ekranın karşısına geçip dilediğiniz oyuna giriş yapabilirsiniz. Stadia ile oyun oynarken bir yandan da YouTube üzerinden yayın yapabilmektesiniz. Bunun yanında oyuncuların en fazla heyecanlandığı durum belki de her oyuna dilediğimiz yerden katılabilmemiz. Diyelim ki ben bir oyun oynuyorum ve bir yandan da yayın yapıyorum. Oynadığım oyunda takıldığım, geçemediğim bir yerde yayınımı izleyenlerden yardım isteyebilirim. “Kanka şurayı geçsene” demenin modern yolu özetle. Bunun yanında online modu destekleyen oyunlarda ise server kurmadan ağ bağlantılarıyla uğraşmadan istediğim yayıncının istediğimiz oyununa dahil olmak da mümkün. Bu elbette oyuncuların izin verdiği sürece gerçekleşebilecek. Siz oyun oynarken kimse sizin oyununuza dalıp zerg rush yapmaz korkacak bir şey yok. Bunun yanında bir başka özellik de insanların oyunları bıraktığı yerden oyunu alıp kendiniz devam ettirebilmeniz. Oyuncuların çoğu zaman başına

gelen bir durumdur. Oyuna başlarsınız her şey güzeldir. Grafikler, hikaye, müzikler hepsi şahanedir ama bazen olmaz… bir şekilde oyuna devam edemezsiniz ve o oyun bilgisayarınızda sürünür durur ve bir türlü tekrar başlayıp bitiremezsiniz. Bir yandan da konunun nereye gittiği, hikayenin nereye bağlandığı için içinizi yemektedir. İşte bu tarz durumlarda normalde YouTube üzerinden gameplay videolarına izler ya da doğrudan oyunın sonuna göz atabilmekteyiz. Artık bunların yerine oyunun sadece istediğimiz kritik yerlerini oynayabilir ve sinematiklerin gireceği alanları kendimiz geçerek yarıda bıraktığımız maceramızı tamamlayabiliriz.

TAMAM GÜZEL DE NASIL OLACAK BU İŞ?

Şimdi yazının bu noktasına kadar ağzının suyu akan, yataklarda takla atan oyuncular olduğunu tahmin edebiliyorum. Sonuçta sistem toplamanın çok pahalı bir hobi olduğu zamanlardayız. Artık böyle bir dert olmadığı için herkes, her istediği oyuna bodoslama dalabilecek de biz ülke olarak dalabilecek miyiz? Öncelikle Stadia, 15 Kasım'da 15 ülkede faaliyet göstererek yayın hayatına başlayacak. Sonra diğer ülkelere yayılarak ilerlemeyi planlıyor. Türkiye bu yayılım dalgasında ne yazık ki son ülkeler planlamasında yer alıyor. Sorun internet altyapımız ve de hızımız. Stadia’dan 720p görüntü kalitesinde yararlanmak isteyen bir oyuncu için stabil 10MB bir internet hızı yeterli. 1080p görüntü kalitesi 60 FPS oyun deneyimi ve 5.1 Surround ses isterseniz -ki oyun da böyle oynanır zaten- bu durumda 20MB internet hızınız olması gerekmekte. “4K oyun oynayayım, karakterim zıplarken benden koltuktan koltuğa atlayayım” derseniz 35MB internet hızına da sahip olmanız lazım. İşte bu internet hızları ne yazık ki ülkemizde çok bulup da ulaşabildiğimiz güzellikler değil. Bunun yanında artık her ne kadar adil kullanım kotası kalktı dense de firmaların başka isimler altında

aynı sistemi devam ettirmesi de cabası. Sonuçta bu oyunlar sizin sisteminizde yüklü olmadığı için YouTube videosu izler gibi durmadan yüklemeniz gerekmekte. Bu nedenlerle şu an için bize gelmesi 2021 tarihini bulacak gibi duruyor. Fiyatıysa aylık 9,99$ olarak açıklanan hizmet ülkemiz için ne kadar olacak pek kestirilemiyor. Netflix, Spotify ve Steam gibi hizmetler ülkemizdeki döviz kurlarından kaynaklı bize özel kur kullanmakta. Mesela Steam Türkiye pazarında yıllardır kur olarak 2,1 TL olarak almakta. Bu sayede 50$ olan bir oyuna çok uçuk paralar vermek yerine 100 TL civarına ulaşabilmekteyiz. Büyük ihtimalle Stadia da ülkemize özel bir fiyatla faaliyete geçecektir. Bu sistem hayatımıza girdiğinde “bir de buna mı para vereceğiz saçmalık bu” diyenler her zaman ki gibi ortaya çıkacaktır. Bu kadro sabit değişmez bir kadro, her şeye aynı tepki veriyor. O yüzden çok umursamamak lazım diyebiliriz. Bunlar Netflix için de “Diziye para mı veriyorsunuz siz” diyorlardı, şimdi “Stranger Things çok tatlı aynı benim küçüklüğüm” diye sevgi kelebeği olarak geziyorlar. Bir oyuna 100 TL vermek yerine ayda 20-30 TL civarı vererek piyasadaki bütün oyunlara ulaşabilmek uzun vadede çok daha mantıklı ve hesaplı. Zaten birçok konsol firması da bu aylık ödemeyle kütüphanelerine ulaşabileceğiniz hizmetleri bir süredir sunmakta. Google Stadia ile birlikte hayatımıza bir başka stream servisi alanı girmesiyle birlikte aylık ödeme yapacağımız bir kalem daha çıktığını söyleyebiliriz. Görünen o ki önümüzdeki yıllarda internetin de gelişmesiyle birlikte bir şeyleri satın almak yerine aylık üyelik ücretleri vererek kullanım haklarını firmalardan kiralamaya devam edeceğiz. Film-dizi ve müzik alanında alıştığımız bu süreç baksalım daha hangi farklı alanlarda karşımıza çıkacak? Bunun cevabını birlikte yaşayıp göreceğiz.


72

MODA

. EKIM 2019

Bugün köpek kıyafetleri ünlü moda markalarının koleksiyonlarında yer alırken çeşitli aksesuarlar da piyasaya sunuluyor. Onlardan biri, orta ırklar için ideal olan Dior'un düz kanvas çantası. Toplu taşımalar için ideal.

SATIR SATIR MODA KOLEKSİYONLARI Tam modaya uygun bir kitap, el yapımı ve ketenden kapak. Sınırlı sayda basılan koleksiyonluk kitap The Impossible Collection of Fashion, Poiret'ten Pucci'ye, Doucet'den Dior'a, Vionnet'ten Valentino'ya modaya yön vveren isimleri ve tasarımlarını ele alıyor. İçerik subjektif ancak modaya dair aydınlatıcı. Assouline etiketli kitabının fiyatı 895 dolar. Bu fiyata kitapla gelen özel eldiven ve kanvas kumaş çanta dahil.

Karşınızda hayvan derisine muazzam alternatif sunan Mylo Driver Bag. Mantarların yeraltı kök yapısından elde edilen miselyumla hazırlanan vegan çanta, unisex. Geleceğin aksesuarı olarak nitelendirilen çanta oldukça dayanıklı ve şık.

DIOR VE JOHNNY'DEN TUHAF REKLAM Dior'un başı, reklam yüzlerinden Johnny Depp’in başrolünde olduğu yeni reklamıyla belaya girdi. Markanın parfümü Sauvage için “Amerika yerlileri kültüründen ilhamla” hazırlanan ve Depp’e Kızılderili bir dansçının eşlik ettiği bir dakikalık reklam filmi kültürel değerlere saygısızlık gerekçesiyle eleştirildi. Marka reklamı yayından kaldırmak zorunda kaldı.

ŞIKIR ŞIKIR YENİ SEZON Guess Sonbahar Kış 2019 koleksiyonunu piyasaya çıkardık. Lüks ve detaylı kumaşlar, askeriye esintili dokunuşlar ve tekrar eden retro şekillerle yine gösterişli. Marka ikonik leopar ve kareli desenlere parlak dokunuşlar eklemiş. Bu tarzlar kimine göre seksi kimine göre cringe... Gucci, geçmişle geleceği buluşturan saat tasarımıyla gönlümüzü aldı! Grip adı verilen serinin modeli hem sıra dışı görünüşü hem de 80'lerden kalma aşinalık var. Unisex saatin fiyatı 200 dolar. Ayrıca bolca kayış çeşidi de var.

Rose in Good Faith Rap müzisyen Ghostemane ile iş birliği yaparak Blackmage albümünden esinle bir kapsül seri çıkardı. Her biri el yapımı 7 parçalık seri yeraltı rap kültüründen etkileniyor ve hepsi çoktan tükendi. Ceket ve taylı şort favorimiz.

ALPLER'İN SOĞUĞU ŞEHRE İNDİ Japon moda markası White Mountaineering’in arkasındaki isim Yosuke Aizawa ve Eastpak bir kez daha yan yana geldi. Bu koleksiyon Alpler'in soğuğunu şehre getiriyor. Tasarımcı Eastpak’in en ikonik iki modeline kendi yorumunu kattı. Epey iddialı ama rap müzikle yeraltı kültürü popüler kültüre dahil olmuşken böyle tarzları sık göreceğiz.

BROŞTAN PARFÜM Lüks koku markası Diptyque işleri bir adım öteye taşıdı. Rönesans mücevherlerinden ilhamla, mekanik tasarlanan kuş borşunu piyasaya sundu. Bu sadece bir broş değil, içinde parfümlü bir bölme var. 120 dolar...


73

YENİ

. EKIM 2019

AUDIO-TECHNICA’NIN YENİ KABLOSUZLARI Sıkı eleştirilere maruz kalan CKR7TW ve SPORT7TW modellerinden yaklaşık bir yıl sonra, Audio-Technica ATH-CKS5TW ve ATH-CKS3TW ile kablosuz kulaklık dünyasına yeni bir giriş yaptı. Önceki modellerin aksine pil ömrü oldukça iyileştirilmiş, fiyatları da görece uygun duruma getirilmiş. İki model de AptX ve SBC codeclerini destekliyor ancak AAC dinlemek için daha pahalı olan ATHCK5TW’yi almanız gerek. İlginç olan başka bir durum ise, Siri ve Google asistan desteğinin yalnızca daha ucuz olan modeled sunulması. USB-C kabloyla şarj edilebilen cihazların fiyatları 99 ve 149 dolar. Korg’un NTS-1 synthesizer’ı, müziğin yeni bakış açısının bir temsilcisi. Markanın Nu:Tekt isimli serisinin ilk ürünü olan cihaz, serinin DIY müzisyenlere yönelik üretimini yanstıyor. Anlamı şu, Korg cihazın çalışması için gereken her şeyi sağlasa da, sizin birleştirmeniz gerek. Moduler yapısıyla kişiselleştirmeye yatkın gözüken cihaz multimode filtresi ve 3 efekt prosesörüyle de beğeniliyor. Üstelik rakiplerine göre çok uygun fiyatlı, kasım ayında 100 dolar’a satışa sunulması bekleniyor.

KARŞINIZDA SANAL DAVUL Geçen Ağustos ayında, IK Multimedia’nın duyurduğu Modo Drum markanın fiziksel olarak modellenmiş sanal davul alanındaki ilk ürünü. Önceki ürünlerinden Modo Bass’a benzer biçimde, enstrumanın gerçeğe çok yakın biçimde bilgisayardan çalınabilmesini amaçlıyor. 10 adet tamamen özelleştirilebilir davul taslağı sunan yazılımda modellenen davul parçalarının neredeyse tüm özelliklerini değiştirmek mümkün. 300 dolarlık lansman fiyatı bitmeden almakta fayda var.

İÇİ DIŞI BİR HOPARLÖR Ürünleri adıyla müsemma Transparent Sound, saydam tasarımlı hoparlörünü duyurdu. İsmi de yaratıcı biçimde, Small Transparent Speaker olarak belirlenmiş. Minimal, ev kullanımına uygun ve çok yer kaplamayan bir ürün olması amaçlanan cihaz Bluetooth ve Wi-Fi üzerinden kontrol edilebiliyor. True Wireless özelliği de var, dilerseniz farklı bir hoparlör ile eşleştirip ikisini de aynı anda kullanabiliyorsunuz. İki farklı boyda üretilen hoparlörün küçük versiyonu 550, büyük versiyonu 1100 dolardan satılıyor.

PARÇALANABİLEN GİTAR Jammy, gitarını gittiği her yere götürmek isterken sığılamayan çantalar ve hasar görmüş gitar manzaralarıyla karşılaşanların imdadına yetişiyor. Dijital gitar konseptine henüz alışamamışken bir de modüler, kolayca parçalanabilen yapısıyla dikkat çeken gitar, hafifliğiyle de göz dolduruyor. Kötü yanları ise slide ve bend için pek uygun bir klavyesinin olmaması. Notasyon problemleri de söylenenler arasında. Problemleri olsa da, yepyeni bir konseptin öncüsü gibi görünüyor. Fiyatlar 399 dolardan başlıyor.

TASCAM, Model 16 isimli yeni dijital mikserini duyurdu. Modelin dikkat çekici özelliği, analog mikser hissini modern, dijital kayıt kalitesiyle birleştirebilmesi oldu. Bu 16 kanallı kayıt imkanı sunan cihazda USB ses arayüzü de var. Üst panelindeki 14 girişiyle de mikrofon ve enstrümanları kolayca bağlamak da mümkün. Fiyatının 759 Euro olması bekleniyor.

ANALOG HİSLİ DİJİTAL MİKSER


74

00102019

KONSER AJANDA

00102019

KONSER AJANDA

. EKIM 2019

Stanley Clarke

ART POP

SAMA

➡ Jeff Buckley’nin veliahtı olarak gösterilen dünyaca ünlü Tamino sürükleyici vokal yeteneği ve hayran bırakan melankolisiyle 18 Ekim, 20.30’da Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde olacak.

CAZ

Tamino

Trio Hexis

Sıla

➡ ABD’li prodüktör Jason Chung’ın Boards of Canada’dan DJ Shadow’a, Danny Elfman’dan Erik Satie’ye geniş bir ilham yelpazesi içeren; elektronik müzik ve hip hop’ı katmanlı sound’unda buluşturan projesi Nosaj Thing, 18 Ekim, 23.00'te Zorlu PSM %100 Studio’da.

FESTİVAL

➡ Caz üstadı Kerem Görsev, kontrbasta Kağan Yıldız ve davulda Ferit Odman'dan oluşan Kerem Görsev Trio, 3 ve 4 Ekim’de Zorlu PSM Touché sahnesinde olacak. ➡ Günümüz cazının en önde gelen bariton saksofoncularından Gary Smulyan öncülüğündeki Gary Smulyan & Ralph Moore Quintet, Garanti BBVA Müzik kapsamında 7 ve 8 Ekim’de Nardis Jazz Club’ta. ➡ Trompette Şenova Ülker, tenor saksofonda Engin Recepoğulları, gitarda Önder Focan, basta Ozan Musluoğlu ve davulda Ayhan Öztoplu’dan müteşekkil Bebop Project, 29. Akbank Caz Festivali kapsamında 25 Ekim, 21.30’da Nardis Jazz Club’da.

➡ Konya’nın en büyük müzik festivali olma iddiasındaki MilyonFest Konya, 4-6 Ekim tarihlerinde Konya Grand Hotel’de gerçekleşecek. Festivalin line-up’ı henüz açıklanmadı, takipteyiz! ➡ Ankara şenleniyor! Vişnelik Müzik Festivali, 11, 12, 13 Ekim tarihlerinde ODTÜ Vişnelik Çim Amfi olarak bilinen ODTÜ MD Vişnelik’te gerçekleşecek. Festivalde Athena, BaBa ZuLa, Ceza, MFÖ, mor ve ötesi, Yeni Türkü, Cem Adrian gibi farklı müzik türlerinin yıldız isimleri üç gün boyunca Ankara izleyicisiyle buluşacak. After party’deyse Kozmonotosman, Elektro Hafız ve Ekin Beril sahnede.

ELEKTRONİK

FÜZYON CAZ

➡ Filistin’in asi sesleri olarak anılan, müziği ve gece hayatını bir direniş haline getirmiş techno DJ’ler, MC’ler ve hiphop prodüktörlerinden oluşan Palestine Underground, bünyesindeki Muqata’a, Jazar Crew, Oddz ve BLTNM ile 12 Ekim, 22.00’de Babylon’da.

➡ Bas gitarın yaşayan efsanesi 4 Grammy ödüllü Stanley Clarke, ekibiyle 16 Ekim saat 20.00'de Cemal Reşit Rey sahnesinde. Bu yaşayan efsaneyi bir kere çıplak gözle izlemeniz gerek!

KLASİK ➡ Piyanoda Gökhan Aybulus, kemanda Erkin Onay ve viyolonselde Çağ Erçağ üçlüsünden oluşan Trio Hexis, Beethoven, İlhan Baran ve Brahms eserlerinden oluşan repertuvarlarıyla ilk konserleri için 31. Yıl Enka Kültür Sanat Buluşmaları kapsamında 1 Ekim, 20.30’da ENKA Oditoryumu’nda olacaklar. ➡ Dünyanın önde gelen lavta ve teorbo sanatçılarından olan Elizabeth Kenny, aynı zamanda Oxford Üniversitesi Müzik Fakültesi Performans Bölümü Direktörü olan sanatçı aynı zamanda Royal Academy of Music’te lavta profesörü. Eskiden ve Günümüzden Müzikler başlıklı solo resitaliyle müzikseverleri geç Rönesans’tan günümüze uzanan bir müzik yolculuğuna çıkaracak konser 5 Ekim, 17.30’da Şerefiye Sarnıcı’nda. ➡ Moskova'nın yakınında Zhukovsky adlı küçük bir kasabadan çıkan ve Valse, Winter Sunshine gibi parçalarıyla tüm dünyada gönüllerde taht kuran genç piyanist Evgeny Grinko 14 Ekim, 21.00’de Kayseri Kadir Has Gösteri ve Sanat Merkezi’nde. ➡ BİFO, sezon açılış konseri için klasik müziğin çağdaş yıldızlarından Ray Chen ile 17 Ekim, 20.00’de Lütfü Kırdar Anadolu Auditorium’da olacak. Sascha Goetzel’in şefliğinde gerçekleşecek konserde Beethoven Prometheus Uvertürü Op.


75

KONSER AJANDA 43, Mendelssohn Keman Konçertosu Mi minör, Op. 64 gibi eserler icra edilecek.

METAL ➡ Türk heavy metal camiasının kült gruplarından Murder King 9 Ekim, 22.00’de IF Performance Hall Beşiktaş’ı sallayacak ➡ Metal sahnemizin gururu Pentagram, Ogün Sanlısoy, Murat İlkan ve Demir Demirkan’lı kadrosuyla 12 Ekim, 22.30’da Dorock XL Kadıköy'de olacak. Konserde Pentagram’dan önce yakın zamanda yeni albümü Ait ve Dair’i çıkaran Kül sahne alacak.

POP ➡ Sıla, 4 Ekim 21.15’te İBB Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda sevenleriyle buluşacak. ➡ Göksel, 4 Ekim 20.30’da Hayal Kahvesi Giresun sahnesinde olacak. ➡ Mirkelam özel bir performans ile Dada Salon Kabarett'te olacak. Tarih 5 Ekim, 21.00. ➡ Yeni nesil pop yıldızımız Edis 10 Ekim, 19.00’da Tokat Hüseyin Akbaş Kapalı Spor Salonu’nda. ➡ Son zamanlarda Akşam Güneşi, Aramızda teklileriyle büyük beğeni toplayan Gökcan Sanlıman 12 Ekim, 22.00’de Hayal Kahvesi Emaar’da olacak.

PUNK ➡ Pop, gotik, romantik... Punk’la yan yana görmeye alışık olmadığımız özellikleri harmanlayan Iceage, Birlikte Güzel konserleri kapsamında 4 Ekim, 22.00’de Salon İKSV’de olacak.

RAP ➡ Contra & Şanışer & Sokrat St. üçlüsü 2 Ekim, 20.00’de IF Performance Hall Beşiktaş sahnesinde. ➡ Geçen ay Benden Bu

. EKIM 2019

Kadar teklisini sevenlerinin beğenisine sunan Patron 2 Ekim, 22.30’da IF Performance Hall Eskişehir’de. ➡ Sagopa Kajmer, 4 Ekim, 19.00’da Tunceli Kültür Merkezi sahnesinde sevenleriyle buluşacak. ➡ Yener Çevik 10 Ekim, 22.30’da Dorock XL Kadıköy sahnesinde.

REGGAE ➡ Türk reggae müziğinin öncü gruplarından Sattas, 4 Ekim, 22.00’de The Wall Saloon & Performance’ta.

ROCK ➡ Rock müzik sahnesine birbirinden özel şarkılar, albümler ve performanslar kazandıran, Türk rock müziğinin en başarılı şarkıcı ve söz yazarlarından Teoman 1 Ekim, 21.00’de Konya Selçuklu Kongre Merkezi Anadolu Oditoryum’da. ➡ Rock sahnemizin üretken gruplarından Vera 5 Ekim, 22.30’da The Wall Saloon & Performance’ta olacak. ➡ Pop rock tarzının en sevilen isimlerinden Emre Aydın 5 Ekim, 22.30'da Moda Kayıkhane sahnesinde. ➡ Yılların eskitemediği ‘ahbap’ımız Haluk Levent 15 Ekim, 21.00’de Gaziantep GAÜN Mâvera KSM Açıkhava Sahnesi’nde sevenleriyle buluşacak.

SAYKEDELİK POP ➡ Gitarist ve şarkı yazarı Louisa Roach önderliğindeki Liverpool çıkışlı grup She Drew The Gun, Garanti BBVA konserleri kapsamında 4 Ekim, 22.30’da Babylon’da olacak.

SENFONİK ROCK ➡ Geçen sonbahar ilk defa seyirci ile buluşturdukları senfonik projesi ile mor ve ötesi 7 Ekim, 21.15’te İBB Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda sahne alacak. Konserde gruba Şef Orçun Orçunsel

yönetimindeki Avrasya Filarmoni Orkestrası ve Şef Masis Aram Gözbek yönetimindeki Magma Filarmoni Korosu eşlik edecek. ➡ Metallica’nın efsane şarkılarını besteci ve orkestra şefi Musa Göçmen’in senfonik düzenlemeleriyle tekrar yorumlayan Senforock Orkestrası 16 Ekim, 20.00’de Grand Pera Emek Sahnesi’nde olacak. Konserde Master of Puppets, For Whom The Bell Tolls, Whereever I May Roam gibi Metallica’nın en efsane şarkıları yorumlanacak. ➡ Apocalyptica, devam eden Plays Metallica By Four Cellos turnesi kapsamında 26 Ekim, 21.30'da Volkswagen Arena'da sevenlerine unutulmaz bir gece yaşatacak.

SYNTH POP

Evgeny Grinko

Elizabeth Kenny

➡ Büyük Ev Ablukada, 12 Ekim, 22.00’de Jolly Joker Ankara’da dinleyicileriyle buluşacak.

TEKNO ➡ Filistin’in öncü DJ’lerinden SAMA, Halloween Party ile bu yıl 26 Ekim, 23.00'te Zorlu PSM %100 Studio’da.

Nosaj Thing

TÜRK HALK MÜZİĞİ ➡ Halk müziğine getirdikleri yeni yorum ve anlayışla büyük beğeni toplayan Grup Abdal, 2 Ekim, 22.30’da Sanat Performance Açıkhava Sahnesi'nde sevenleriyle buluşacak. ➡ Türk halk müziğinin duayen ismi Selda Bağcan 3 Ekim, 21.00’de Konya Selçuklu Kongre Merkezi Anadolu Oditoryum sahnesinde olacak.

Göksel

TÜRK SANAT MÜZİĞİ ➡ İkonik isimler Bülent Ersoy ve Fatih Ürek 5 Ekim, 22.30’da Günay Restorant’ta sahne alacak. Bilet aldıktan sonra restoranı arayıp masa ayırtmayı unutmayın.

Iceage


76

SAHNE AJANDA

. EKIM 2019

❏ Tiyatro Pangar’ın yeni oyunu Hedda Gabler, 10 Ekim 20.30'da Zorlu PSM Turkcell Platinum sahnesinde. 19'uncu yüzyılda kadının yaşam amacı, erkek egemen toplum tarafından belirlenmektedir. Kadın ya kendine ait olmayan bu amacı kabul edip derin bir nevroza sürüklenecek ya da kendine dayatılan tüm amaçları ret ederek yavaş yavaş parçalanacaktır. Peki bu travmayı aşabildik mi? Demet Evgar ve Tuğrul Tülek'in başrolde. ❏ Bergüzar Korel'in oynadığı ve epey rağbet gören oyun Kızlar ve Oğlanlar, 11 Ekim 20.30'da UNIQ Hall'de seyircisiyle buluşuyor. Kızlar ve Oğlanlar güzelliğin, aşkın, çocuğun, evin, paranın ve en önemlisi başarının değerini anlatan bir oyun. ❏ Güldürmeyi kendine bir borç bilen etkinlik İstanbul Komedi Festivali, bu yıl 13 Ekim -3 Kasım'da gerçekleşecek. Türkiye’nin ilk uluslararası komedi festivali 2016 yılından itibaren gerçekleştirdiği mizahın ulusal ve uluslararası düzeyde en iyi ve en yeni isimlerini ağırlıyor. Türkiye ve dünyadan birçok ünlü ve genç komedyenin katılımıyla gerçekleşen festival, mizah temalı sergilerden keyifli komedi şovlara, panellerden komedi film gösterimlerine kadar geniş bir etkinlik yelpazesi sunuyor. ❏ Çocukların çok sevdiği oyun Sevimli Dostlar, izleyicisiyle buluşmaya devam ediyor. Eğitici, öğretici şarkıları ve eğlenceli maceralarıyla her zaman iyiyi ve doğruyu öğretme hedefinde bir oyun. Kahramanlarımızdan Kerem (5) uyumak üzere yatağında Sevimli Dostlar oyuncakları ile oynarken kendini dev bir ekranın içinde bulur. Sevimli dostlar; Nil, Mert, Unutkan Balık ve Şaşkın Ördek de oradadır. Kerem Sevimli Dostlar’dan öğrendikleriyle kendine çok daha güvenen ve yetebilen bir çocuk olur. Oyun, 13 Ekim 13:00'te Mall of İstanbul MOİ Sahne'de. ❏ Müzikli sahne gösterisi Yarına Davet... Nâzım Hikmet, 15 Ekim, 20.30'da Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi'nde

sahnelenecek. Müzisyen ve besteci Fazıl Say’ın prodüktörlüğünü yaptığı İlk Atlas albümüyle çıkış yapan İklim Tamkan ve Senem Demircioğlu, Mavi Gözlü Dev filminde Nâzım Hikmet’i canlandıran Yetkin Dikinciler ile müzikli sahne gösterisi ile sanatseverlerle buluşuyor. ❏ Aşk Geçmişim oyunu yeni sezonda izleyici ile buluşmaya hazırlanıyor. Kurumsal bir şirkette yeni işe giren Tom’un aşk hayatı tam bir fiyaskodur. Aynı şirkette çalışan Amy’nin de ondan kalır yanı yoktur. İş çıkışı bir şeyler içmeye çıkarlar ve o gece yaşadıkları tek gecelik ilişki sonucunda ikisi de kendini istemediği fırtınalı bir ilişkinin içinde bulur. Oyunda Şebnem Bozoklu, Rıza Kocaoğlu ve Melisa Doğu rol alırken, yönetmen koltuğunda Tuğrul Tülek oturuyor. Aşk Geçmişim, 15 Ekim saat 20:30'da UNIQ Hall sahnesinde. ❏ Eduard ve Charlotte şehirden uzakta lüks bir mahalledeki yeni evlerinde yıllar sonra yeniden buluştukları eski bir arkadaşlarını ve komşularını ağırlarken, Pandora’nın kutusu açılmaya başlar, konuşulmaya cesaret edilemeyen konular, sınırlarda dolaşan konuklar, saatler geçtikçe beklenmeyen dönüşümleriyle ön yargılarımızı alt üst ederler. Hakan Savaş Mican'ın yönettiği Westend oyununda Mert Fırat, Tülin Özen, Naz Çağla Irmak, Evren Bingöl, Pervin Bağdat, Gün Koper sahnede. 16 Ekim, 20.30'da DasDas'ta izleyebilirsiniz.

❏ Okan Bayülgen yazıp yönettiği üzerine bir de oynadığı Harem Kabare uzun bir turneye çıkıyor. Bu eğlenceli kabarede Özge Borak, Ezgi Çelik, Beste Tok, Ödül Turan, Gizem Dinç, Aybüke Albere çok farklı ve eğlenceli kadınlara can verdiler. Bu kadınlar komik, dramatik ve kimi zaman da korkunç. Üstelik oyunun gidişatı da siz izleyicilere bağlı! İzmirliler oyunu, 18 Ekim, 20.30'da İzmir AKM Yunus Emre Salonu'nda izleyebilir. ❏ Atılgan Gümüş'ün yönettiği müzikal düello Two Tenors, izleyicisiyle yeniden buluşmaya hazırlanıyor. Konservatuvardan iki sınıf arkadaşının 20 yıl sonra sahne üzerindeki müzikal düellosuna tanıklık edeceğimiz şovun Atılgan Gümüş'e opera sanatçısı Cenk Bıyık eşlik ediyor. Başta yetenek sergileme mücadelesiyken işler çığırından çıkar ve olay öğrencilik yıllarına ve özel hayatlarına dek uzanan sataşmalarla müzikal bir hesaplaşmaya döner. Bu eğlenceli şov 23 Ekim, 20.30'da Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi'nde sizlerle. ❏ Bir otelin süit odası, yeni bir hayata adım atmak üzere evlilik törenine hazırlanan genç bir çift, hazırlıkları takip eden yakın dostları ve hayatlarına bir anda giren beklenmedik misafirler ile olaylar… Evlenmek için seçtiğiniz kişi doğru insan değilse ne olur? Peki ya doğru insan düğünden önce karşınıza çıkarsa? Cevapları Suit-Düğün Dündü, Bugün Bugün oyununda. Tarih 31 Ekim 20.15 yer, Ankara MEB Şura Salonu.


77

SERGİ AJANDA ❏ Azerbaycan’ın yaşayan mirası ve İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’in onurlandırdığı dünyaca ünlü ressam Sakit Mammadov’un eserleri SOCAR Türkiye desteğiyle sanatseverlerle buluşuyor. Opalizm adlı sergi opalizm tarzının yaratıcısı olan ünlü ressamın eserleri 5 Ekim'e dek Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde. ❏ Mixer, Ali Şentürk’ün Biz Bu Değiliz, Bu Bizden Geriye Kala isimli dördüncü kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Platon’un mağara alegorisine göre nesneler ve değişmeyen özlerden oluşan iki ayrı dünya vardır. Beden, nesneler dünyasına ait iken ruh özler dünyasından izler taşımaktadır. Sergide beden ve nesnenin parça/ bütün meselesine odaklanan Şentürk parçalanmış, özgünlüklerini kaybetmiş unsurları tekrar bir araya getirerek yeni bir bütün oluşturmayı amaçlıyor. Son gün 12 Ekim.

. EKIM 2019

çalışması "Pişmanlık" ve fayanslardan oluşan bir diğer enstalasyonuna ev sahipliği yapıyor. Sanatçının bu işleri Pilenveli Dolapdere'de 2 Kasım'a kadar Bazen Hiç Olmadığından Daha İyi Olur isimli sergisinin yanı sıra izlenebilecek. ❏ Atonal 9 Solo, tarihsel bir an içinde toplumsal akışın bütünü dışında yer tutmuş olasılıklar, küçük otonom varoluşlar, kaçış çizgileri ve bireysel oluş denemelerini kendine dert edinen 9 sanatçının 9 solo sergisini tek bir başlık ve mekan bütününde bir araya getiren konsept bir sergi. Alışılmış karma sunumların ötesinde, her bir sanatçının düşünsel, üretimsel özerkliğini ve sergi mekanı üzerinden öznelliğini öne çıkaran ve estetik tekillikler aracılığı ile kolektif imge yaratan bir deneydir. 17 Kasım'a kadar Çemberlitaş Barın Han’da ziyaret edilebilir. ❏ Eskişehir Eldem Sanat Alanı’nda Michel Foucault'un Disiplin Toplumu kavramı

üzerinden şekillenen Standart adlı sergi Melike Bayık küratörlüğünde açıldı. Sergi bireysel ve sosyo-politik durumların insan üzerindeki baskı, dış kontrol ve evrilen iç kontrol meseleleri, tektipleştirilmiş insan ve toplum durumlarına dair farklı katmanlardaki konuları ele alıyor. 30 Kasım'a kadar görebilirsiniz.

❏ Adını tarihi kervansaray kültüründen alan .han’da Türkiye’nin en önemli 23 tasarımcısının bir araya gelmesiyle oluşan tasarım sergisi açıldı: Türkiye'nin Tasarımcıları .Han'da Buluştu. Bir seri halinde devam edecek sergiye alan açan ve serginin kürasyonunu üstlenen Yüksek Mimar Serhan Gürkan, projenin başlangıç noktasında tasarımcılardan tasarım olgusunun tanımını sorgulamalarını istiyor. Sergi 1 Aralık'a kadar izlenebilir. Serginin ilk edisyonu, sanatçı ve tasarımcı konuşmaları, sergi turları ve paralel etkinliklerle beslenecek.

❏ Labirent Sanat, küratörlüğünü Gülben Çapan’ın üstlendiği Sefa Çakır’ın Bütünleşme – Çözülme isimli ilk kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Çakır bu ilk kişisel sergisinde kağıt üzerine marker tekniğiyle ürettiği bebek ve çocuk portreleriyle izleyicinin karşısına çıkıyor. 19 Ekim'e kadar ziyaret edebilirsiniz. ❏ Pg Art Gallery 25 Ekim tarihlerine kadar Hasan Pehlevan’ın Anı(t)sal Tahribat başlıklı sergisine ev sahipliği yapıyor. ıkımlar, sadece değişen dönüşen binaları değil; ekoloji, sosyoloji, ve antropoloji gibi alanları da etkilemektedir. Son dönemlerde tarihi mekanların tahribatı üzerine inceleme yapan sanatçı; inşa ve yıkımların çok hızlı bir şekilde ilerlediğini, yapıların koruma altına alınmayarak ya da yıkılarak yok edildiğini ve hafızasının boşaltıldığını görüyor, tanık oluyor. Bu deneyimlerine dayanarak eserler oluşturuyor. ❏ Art On İstanbul, küratöryal sergi programı çerçevesinde Parça Bütün sergisinin ikinci ayağına ev sahipliği yapıyor. Sergi, merkez nokta olarak parça-bütün ilişkisini seçip sınırlı örnekler üzerinden hem zihinsel hem de plastik olarak yapıtın katmanlarını gözlemlemeyi ve karşılaştırmayı öneriyor. Guido Casaretto, Canan Dağdelen, Şakir Gökçebağ, Nuri Kuzucan ve Seçkin Pirim’in eserleriyle yer aldığı sergi, 26 Ekim'e kadar görülebilir. ❏ Pilenveli Mecidiyeköy, 27 Ekim'e dek Tobias Rehberger'in izleyiciyi bir gölge oyununa davet eden

❏ Fotogerçekçilik akımının Türkiye’deki ilk temsilcilerinden Nur Koçak’ın 1960’lar ile 2010’lar arasındaki desenleri ve resim serilerinden oluşan sergisi Mutluluk Resimlerimiz açıldı. SALT Beyoğlu ve SALT Galata’ya yayılan sergi, öğrencilik desenlerinden son dönem serilerine Nur Koçak'ın sanat pratiğine dair ayrıntılı bir bakış sağlıyor. 29 Aralık'a kadar görebilirsiniz.


78

VİZYON

. EKIM 2019

Tür: Suç

JOKER

Tarih: 4 Ekim Dağıtım: Warner Bros. bert De Niro, Zazie Beetz Ro , nix oe Ph uin aq Jo : lar / Oyuncu oenix ile hayat Yönetmen: Todd Phillips ker, bu sefer Joaquin Ph Jo ü tüs kö en vil se en n ş tekinsiz nyasını ikolojik olarak yavaş yava ps in Çizgi roman ve sinema dü nin zih , 'in ck Fle r medyen Arthu buluyor. Film, başarısız ko nu ediniyor. Joker'e dönüşümünü ko sulara yelken açmasıyla

KARA KOMİK FİLMLER

Tarih: 18 Ekim Tür: Komedi Dağıtım: UIP Yönetmen: Cem Yılmaz / Oyuncular: Cem Yılmaz, Zafer Algöz, Özkan Uğur, Uzun yıllardır gerçekleştir Cem Davran, Can Yılmaz diği projelerle kendi kemi k izleyici kitlesine ulaşan serilik ve dört hikayelik ye Cem Yılmaz, bu kez iki ni bir filmle seyircisinin ka rşısına çıkacak. İşin içind detayları belirsiz. e yine uzaylılar var ancak

MALEFIZ: KÖTÜLÜĞÜN GÜCÜ

Tür: Macera

Tarih: 18 Ekim Pfeiffer Dağıtım: UIP lie, Elle Fanning, Michelle Jo a lin ge An : lar cu un ad Oy ing / ini sağlayacağı için Ulste liğ bir Yönetmen: Joachim Rønn nin lge bö iki ği, lili ev racaktır. Büyük gerçekleşecek olan ma ise yeni ittifakları doğu laş Aurora'nın Prens Phillip ile rşı ka bir ik ed nm kle tlanacaktır. Be ve Moors Krallığı'nda ku ceklerdir. nt ve Aurora ise ayrı düşe Savaş içerisinde Malefice

CEP HERKÜLÜ: NAİM SÜLEYMANOĞLU

Tarih: 25 Ekim Tür: Biyografi Dağıtım: CGV Mars Dağıt ım Yönetmen: Özer Feyzioğ lu / Oyuncular: Hayat Van Eck, Yetkin Dikinciler, Se Film, halter sporunda ba len Öztürk, Gürkan Uygu şarılara imza atan Naim n Süleymanoğlu’nun hayatın 47 dünya rekoru, 3 Olimpiy ı konu alıyor. Spor kariyer at Altın Madalyası, 6 Avru ine pa Şampiyonluğu ile 7 tan sığdıran Süleymanoğlu, ke e Dünya Şampiyonluğu ndi ağırlığının üç katı ağırlı k kaldırabilen sporcu ola rak tarihe geçti.

TERMİNATÖR: KARA KADER

Tür: Aksiyon

Tarih: 31 Ekim ckenzie Davis Dağıtım: TME gger, Linda Hamilton, Ma ne ze ar hw Sc ld no Ar : lar uncu dır. Ancak Dani, bu robot kta Yönetmen: Tim Miller / Oy ma lan va ko an nd afı tar karşı gelen bir katil robot tir. Sarah Conor, Dani'ye hip Dani Ramos gelecekten sa ma şa ya bir an ad sır son derece ştır hayatına girmeden önce için yeniden ortaya çıkmı k me lle ge en stı ika su n düzenlene


79

SEYİRLİK

. EKIM 2019

BELGESEL

Yıl: 2019 Tür: Müzik Süre: 01:24:00 Yönetmen: White Trash Tyler Platform: Netflix

Yıl: 2019 Tür: Komedi Sezon: 1 Bölüm: 8 Yönetmen: Ryan Murphy Oyuncu: Ben Platt, Bob Balaban, Benjamin Barrett Platform: Netflix

DİZİ

FİLM

Travis Scott: Look Mom I Can Fly Müziğin en dinamik süperstarlarından birine birinci elden özel bir bakış sunan belgesel, Grammy adayı albümü Astaroworld'ün piyasaya sürülmesinin öncesi ve sonrasında Scott'ın hayatına yakından bakma fırsatı sunuyor. Scott'ın konser görüntülerini ve çocukluğundan nostaljik ev videolarını da içeren bu belgesel, Travis'in hayatını değiştiren anları aktarıyor. Bu önemli anlar arasında baba olması, Super Bowl'daki performansı ve doğup büyüdüğü kasabası ve Astroworld tema parkını yeniden yaratması da yer alıyor.

The Politician

Between Two Ferns: The Movie Zach Galifianakis bir yıldız olmayı düşlüyordu. Genel televizyon için hazırladığı programı keşfedilip Funny or Die'a yüklenmesinin ardından Zach, internette herkesin alay konusu haline geldi. Şimdi Zach ve ekibi, yüksek profilli ünlülerle bir dizi röportaj yapmak ve itibarlarını geri kazanmak için bir yolculuğa çıkıyor. Scott Aukerman tarafından yönetilen film, Zach Galifianakis'in yıllar içinde yarattığı bu cimri ve dışlanmış karaktere yeni bir bakış sunuyor.

KEŞİF I S A T K O N

Santa Barbara, Kaliforniya'da yaşayan zengin bir öğrenci olan Payton Hobart, yedi yaşından beri bir gün Amerika başkanı olacağından emindir. Ama ilk önce, en tehlikeli siyasi ortam olan Saint Sebastian Lisesi'nde yolunu bulmalıdır. Öğrenci birliği başkanlığına seçilmek, Harvard'a girmeyi garantilemek ve başarıya giden yoldan ayrılmamak için Payton, acımasız sınıf arkadaşlarını kurnazlıkla alt etmek zorundadır. Ancak bu süreçte ahlaki duruşunu ve imajını feda etmemenin de bir yolunu bulmalıdır. Komedi ve keskin taşlamalarla dolu yapım Ryan Murphy imzalı.

Bill Burr: Paper Tiger

Stand-up komedyeni, aktör ve podcast yayıncısı Bill Burr, yeni Netflix stand-up komedisi Bill Burr: Paper Tiger'da dünyanın durumunu iğneleyici bir tarzla değerlendiriyor. Londra Royal Albert Hall'da, tıklım tıklım bir salonda çekilen gösteride Burr; Michelle Obama'nın kitap turunu, erkek feministlerle ilişkili sorunu, banyo yapmaya dair takıntılarını ve kişiliğinin evliliğini neden etkilediğini ele alıyor.

Yıl: 2019 Tür: Komedi Süre: 01:22:00 Yönetmen: Scott Aukerman Oyuncu: Lauren Lapkus, Zach Galifianakis, Ginger Gonzaga Platform: Netflix

Yıl: 2019 Süre: 01:07:00 Yönetmen: Mike Binder Platform: Netflix

STAND-UP


80

YURT DIŞI

op Art p

p Trip ho

pop Synth

. EKIM 2019

AMERİKA

FRANSA

ROMANYA Hooverphonic

New Order

Müziğin drama queen'i Lana Del Rey, yeni albümü Norman Fucking Rockwell'in albüm konserlerine başladı bile. Rey, 6 Ekim'de Berkeley Greek Theatre'da sahne alacak.

90'ların ortasında trip-hop’a kattıkları neşeli ve değişken tınılarla adını duyuran Hooverphonic, sevilen şarkılardan oluşan repertuvarını 10 Ekim akşamı Bükreş Hard Rock Cafe'de söyleyecek.

Joy Division'un küllerinden doğup yükselen efsane grup New Order, 11 Ekim'de renkli şovlarıyla Paris Grand Rex'de performans sergileyecek.

ARJANTİN

k Art roc

ck Pop ro

metal y v a e H

Lana Del Rey

İNGİLTERE

NORVEÇ

John Mayer

Archive

Heavy metal’i herkes tarafından bilinen bir forma sokarak dünya çapında tanınan Iron Maiden, bol alevli sahneleriyle 12 Ekim'de Buenos Aires Estadio José Amalfitani'de olacak.

Akustik tarzıyla tanınan söz yazarı ve vokal John Mayer aslında blues'dan rock müziğe uzanan türde şarkılar yazıyor. Mayer, 13 Ekim'de Londra'nın meşhur sahnesi The O2'da.

20 yıllık müzik kariyerlerine 10 stüdyo albümü sığdıran İngiliz grup Archive, 17 Ekim'de Oslo Rockefeller sahnesinde olacak.

RUSYA

Rap

p Britpo

tif R&B a n r e t l A

Iron Maiden

İSPANYA

ARAP EMİRLİKLERİ

Eminem

Henüz bir albüm yayınlamadan İngiltere'de müzik listelerine giren efsane grup Suede, 19 Ekim'de Moskova Club Green Concert'te performans sergileyecek.

Renkli sahneleriyle tanınan Amerikalı bir şarkıcı, söz yazarı ve plak yapımcısı Blackbear 20 Ekim'de Barselona Razzmataz'da coşturacak.

Rap aleminin ikon karakterlerinden Eminem'i izlemek için fırsat. Rap müzisyen 25 Ekim akşamı Abu Dhabi Du Arena'da olacak.

ck Hard ro

rock e i d In

Blackbear

maren Tishou

Suede

BELÇİKA

AVUSTURYA

HOLLANDA

Tinariwen

Bruce Dickinson

The Heavy

Mali’nin Kuzey bölgesinde bulunan Sahra çöllerindeki Tuareg göçebelerinin bir araya gelmesiyle oluşan Grammyli Tinariwen, 26 Ekim'de Antwerp TRIX sahnesinde.

Iron Maiden'ın vokalisti, pilot ve yazar Bruce Dickinson solo projeleriyle daha yumuşak tınılarla yoluna devam ediyor. İzlemek isteyenler, 27 Ekim'de Wiener Stadthalle'de.

Cesur tınılarla tanınan İngiltere kökenli ingiliz rock müzik grubu The Heavy 30 Ekim'de Amsterdam Melkweg OZ'da müzikseverleri coşturacak.


81

TB

. EKIM 2019

#2008 #KURUCESME #LENNYKRAVITZ #KONSER Fotoğraf: Mustafa KIZGINYÜREK

Yıldız isim Lenny Kravitz’in 30 Ağustos 2008’de İstanbul Turkcell Kuruçeşme Arena’da verdiği konserden bir kare... 2008 yazı müzikseverler için bereketli geçmiş. Metallica konserinin birkaç gün sonrasında İstanbul sahnesi başka bir dev ismi ağırlamıştı. Konsere katılanlar, seyircilerin büyük kısmının şarkılara katılmaması hatta zaman zaman ilgisiz görünmesinden şikayet etse de, Kravitz’in performansı büyük övgü almış. Sanatçı seyirciyle kaynaşmak için büyük çaba göstermiş, önce havlusunu sonra da kendisini atmış seyircisinin arasına! 13 bin kişinin izlediği konseri ünlü müzisyenler de izlemişti. Anlatılanlara göre konser sonrası Kravitz ve ekibi Türk yemeklerine yani "sish kebab"a dalmış... 2012’de konser etkinliklerine kapanışına kadar büyük etkinliklere sahiplik yapan Kuruçeşme Arena ise artık özlenen mekanlar arasında yerini aldı.


kibar yarim esmerim oyy!

.

ölmek için güzel bi gün...

olm ağzını hayra aç o nası laf...

instagram.com/efrovski beni takip etmezseniz kırılırım :(

bu hikaye aynen yaşanmıştır. yemin ederim. daha geçen hafta yahu, otobüste... ...eee, sen ne tür enstrümanlardan hoşlanırsın?

ben daha çok sipsi seviyorum!

bunlar güzel günlerimiz... daha beter olacak her şey... ya niye öyle diyon ki şimdi?..

? çok mu ayıp, hala mutluluk istemek...

ya ne sayko bi adamsın, gel şuraya...

kanki yeni ceket aldım bit pazarından, nasıl görünüyo?

cansız. efro ile at yalanı - 2

orta 2. sınıfta müzik dersinde bir türlü blok flüt çalmayı beceremediğim için müzik öğretmenimiz tüm sınıfın önünde benimle dalga geçmişti... şimdi ise türkiye’nin en büyük müzik dergilerinden birinde çalışıyorum. yaa, yaaa... bu hikayeyi önümüzdeki aylarda gerçekleştireceğim tedx konferansımda daha detaylı açıklayacağım... öptüm bye!


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.