M
arksist Bak s B ü t ü n
Yýl: 3- Sayý: 15
D ü n y a n ý n
Ý þ ç i l e r i
B i r l e þ i n ! Fiyatý: 2 YTL
Ne Ulusalcýlar Ne Liberaller...
Geleceðini Ellerine Almak için Devrimci Mücadeleye Omuz Ver! * Ergenekon’u Nasýl Okumalý? * Küba’da “Reformlar”... *Kapitalist Kriz, Sonuçlar ve Olasýlýklar * Nepal Gerçeði ve Türkiye Solunun Ýflasý * 40. Yýlýnda 1968: Türkiye Devrimci Geleneði-I
www.bolsevik.org
TEMEL ÝLKELERÝMÝZ Ya Barbarlýk Ya Sosyalizm: Tüm toplumsal ve ekonomik hayatýn bir avuç kapitalistin çýkarlarý doðrultusunda þekillendiði kapitalist sistem varlýðýný, ancak savaþlarla sürdürmektedir. Ýþsizlik, açlýk, yoksulluk, savaþlar ve doðanýn tahribatýnýn sorumlusu kapitalizm ve onun içkin özellikleri olan kar hýrsý ve rekabettir. Kapitalizmde bütün zenginliði iþçiler yaratýr. Bu zenginliðin çoðunluðun ihtiyaçlarý için kullanýlabilmesi ancak iþçi sýnýfýnýn kolektif olarak bütün zenginliðe, üretim araçlarýna el koymasýyla, üretimi ve daðýtýmý kontrol etmesiyle yani proletarya dikatarölüðü ile mümkündür. Aþaðýdan Sosyalizm: Sosyalizm, ancak tüm ezilenlerin ve yoksullarýn desteðini alarak onlara öncülük eden iþçi sýnýfýnýn kitlesel, doðrudan, militan mücadelesiyle; iþçi sýnýfýnýn kendi eylemleriyle mümkündür. Sosyalizm, küçük bir azýnlýðýn kendini kitleler yerine ikame etmesiyle kurulamaz. Sosyalizm ancak iþçi konseyleri aracýlýðýyla aþaðýdan yukarýya örgütlenen bir iþçi iktidarý ile gerçekleþtirebilir. Bunun dýþýndaki kestirmeci, maceracý, tepeden inmeci her yol kaçýnýlmaz olarak bir azýnlýk iktidarýyla, kapitalizmle sonuçlanýr. Marks’ýn dediði gibi iþçi sýnýfýnýn kurtuluþu kendi eseri olacaktýr. Sosyal Devrim: Bu düzenin kurumlarý iþçi sýnýfýna karþý kapitalistleri korumak için vardýr. Bu kurumlar iþçi sýnýfý tarafýndan ele geçirilip kullanýlmaz. Mevcut sistem iyileþtirmeler yapýlarak, yani reformlarla düzeltilemez. Sosyalizm parlamento aracýlýðýyla gerçekleþemez. Bir sosyal devrim zorunludur. Yurtseverlik deðil Enternasyonalizm: Bütün dünya iþçileri kardeþtir. Ýþçilerin vataný yoktur. Küresel bir sistem olan kapitalizmin tarihin çöp tenekesine atýlabilmesi için iþçi sýnýfýnýn uluslararasý birliði zorunludur. Marks bu yüzden bütün dünyanýn iþçileri birleþin çaðrýsý yapmýþtýr. Ulus içindeki bütün sýnýfsal ayrýmlarý perdeleyen yurtsever ideoloji ise iþçi sýnýfýný uluslararasý düzeyde böler, bize kapitalizmin çizdiði ulusal sýnýrlarý benimsememizi öðütler. Özünde iþçi sýnýfýný mevcut sisteme eklemleyen bu ideoloji yönetici sýnýflarýn en büyük silahýdýr.
Tek Ülkede Sosyalizm Mümkün Deðildir: Kapitalizm dünya ölçeðinde bir sistemdir. Bunun alternatifi olan sosyalizm de ancak dünya ölçeðinde gerçekleþebilir. Tek ülkede sosyalizmin olamayacaðýýn görmek için Marksist olmaya bile gerek yoktur. Dolayýsýyla herhangi bir ülkede gerçekleþebilecek baþarýlý bir devrimin kaderi (dolayýsýyla tüm insanlýðýn kaderi), devrimin diðer ülkelere sýçramasýna baðlýdýr. Bu mümkündür, çünkü kapitalizmin krizleri küresel, devrimler seridir. Ulusal Sorun: Devrimci Marksistler ezilen halklarýn kendi kaderini tayin hakkýný savunur, ezilen halkýn politik temsilcisine ulusal sorunla ilgili konularda devlet karþýsýnda koþulsuz eleþtirel destek verir. Devrimci Marksistler her türlü etnik ve dini azýnlýðýn üzerindeki baskýlara karþý çýkar, onlarýn örgütlenme hakkýný savunur. Cinsiyetçilik: Yaþadýðýmýz sistem kadýnlarý ezmektedir. Kapitalizm, kadýnlarý iþyerinde ucuz iþ gücü olarak, aile içinde ise yeni kuþak iþçi sýnýfýnýn bedavaya yetiþtirilmesinde ve ev iþlerinin bedava halledilmesinde kullanmaktadýr. Bu durum kadýnlarýn hayatýn her alanýnda geri planda kalýp ezilmesine yol açmaktadýr. Devrimci Marksistler her yerde cinsiyetçiliðe karþý mücadele edip, kadýnlarýn her alandaki eþitliðini savunurlar. Devrimci Marksistler insanlarýn cinsel tercihleri nedenleriyle ezilmelerine, eþcinsellerin aþaðýlanmasýna karþý mücadele ederler. Devrimci Parti: Ýþçi sýnýfýnýn kendiliðinden mücadelelerinin bir iþçi devletiyle sonuçlanabilmesi için devrimci parti zorunludur. Bu parti iþçi sýnýfýnýn en ileri devrimci unsurlarýný bünyesinde toplar, onlarýn sýnýf içerisindeki daðýnýk etkisini merkezileþtirir, onlarý koordine eder ve aktif siyasi hayata ve sýnýf mücadelesine müdahale eder. Bu parti tüm iþçi sýnýfýna öðretir ve ondan öðrenir. Ýþçi sýnýfý içinde kök salmýþ, kitlesel bir devrimci iþçi partisinin sýnýf mücadelesinin kritik anlarýnda ve özellikle devrimci durumlarda var olmasý devrimin baþarýya ulaþmasý için çok hayatidir, bu yüzden böyle bir partiyi inþa etmek ertelenemeyecek bir görevdir. Devrimci Görev: Bu ilkelere katýlan herkesi Marksist Bakýþ Dergisi faaliyetlerini büyütmeye çaðýrýyoruz..
Ýçindekiler Ergenekon’u Nasýl Okumalý? Küba'da "Reformlar" Özel Mülkiyeti ve Toplumsal Eþitsizliði Teþvik Ediyor Kapitalist Kriz, Sonuçlar ve Olasýlýklar Nepal Gerçeði ve Türkiye Solunun Ýflasý 40. Yýlýnda 68: Türkiye Devrimci Geleneði-I Tuncay Özkan ve Ulusalcý Projenin Týkanýþý Sosyal Demokrasi ve Türkiye'deki Ulusal Mücadeleler(Rosa Luksemburg) MARKSIST BAKIS Üç Aylýk Politik Dergi Yýl: 3 Sayý: 15 Aðustos 2008
Sahibi ve Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü: Ayþe Þensöz Yayýn Ýdare Adresi: Kocatepe Mah. Selanik Cad. No: 23/17 Kýzýlay/ANKARA Tel: 0 312 480 95 60 Baský: Yön Matbaacýlýk - Davutpaþa Cad. Güven Sanayi Sitesi B Blok 1.Kat No: 366 Topkapý, Ýstanbul Tel: 0-212-544 66 34 Yayýn Türü: Yaygýn süreli, üç aylýk
Ýletiþim Ýçin: E-mail: marksistbakis@yahoo.com Büro-Adres: Kocatepe Mah. Selanik Cad. No: 23/17 Kýzýlay/ANKARA
.................2 .................6 .................9 ...............15 ...............21 ...............26 ...............28
MARKSiST BAKIs
ERGENEKON'U NASIL OKUMALI?
Ergenekon süreci, ABD çýkarlarýyla ters düþen, ordu hiyerarþisini bozmaya yeltenen, büyük sermaye ile zaten arasý açýk olan yani kontrol dýþýna çýkan bir kesim derin devlet unsurunun egemen sýnýflarýn mutabakatý temelinde ortadan kaldýrýlmasýdýr.
2
Ergenekon operasyonu temelinde Haziran 2007'de Ümraniye'de bir gecekonduda bulunan bombalarla baþlayan süreç emekli Jandarma Genel Komutaný Þener Eruygur ve 1.Ordu Komutaný Hurþit Tolon'un tutuklanmasý ile zirvesine ulaþtý. Öte yandan bundan öteye gidilemeyeceði de anlaþýlmýþtý. Savcý Zekeriya Öz'ün hazýrladýðý iddianame de bunu doðrulayacak biçimde TSK ve MÝT'in bu iþlerle ilgisi olmadýðýný belirtmekle kalmýyor, ne darbe giriþimlerine, ne bunlara atýfta bulunulan emekli Deniz Kuvvetleri Komutaný Özden Örnek'in günlüklerine, ne de Hrant Dink cinayetine yer veriyor. Burjuva liberallerini hayal kýrýklýðýna uðratan Ergenekon iddianamesi mevcut sýnýf iliþkilerinin tecellisinden baþka bir þey deðil. Ergenekon iddianamesi oldukça güdük kalsa da liberal burjuvazi ve borazanlarý yine de kendilerini teselli etmektedirler. Ne de olsa Türkiye tarihinde ilk defa en üst düzey komutanlar emekli de olsalar siyasi gerekçelerle tutuklanmýþ oldu. Ordunun geleneksel olarak baþat siyasi figür konumunda olduðu Türkiye'de Ergenekon operasyonlarý bunlara "devrim" gibi geldi. Bu kesimler meseleyi iþlerine geldikleri gibi lanse etmeye devam ediyorlar. Ulusalcý kamp ise tüm gücüyle savunmaya çekilmiþ durumda. Diðer taraftan, geniþ halk kesimlerinin kafasý hala karýþýk. Bu operasyonlarýn nasýl mümkün olduðu, ordunun buna nasýl izin verdiði, liberal burjuvazinin nasýl olup da bu kadar cesaret ve atýlganlýk gösterebildiði, yaþananýn bir "temiz eller" operasyonu ve derin devletin tasfiyesi anlamýna mý geldiði, egemen sýnýfýn iç çatýþmasýnda Ergenekon'un nereye oturduðu, AKP'nin laikçi kesimlere karþý bir operasyona mý imza attýðý gibi sorular kafa karýþýklýðýnýn merkezi durumunda. Bütün bu sorular cevaplanmayý beklerken emekçi sýnýflar bir kez daha kendilerinin olmayan bu kavgada taraf olmak durumuna sürükleniyorlar. Toplumun büyük kesimleri, egemen sýnýfýn çatýþan kesimlerinin çizgisinin o ya da bu kanadýnýn savunuculuðunu üstlenmiþ durumda. Diðer taraftan kimi sol kesimler emekçi sýnýflarýn manüple edilmesi deðirmenine su taþýmaya devam ediyor. Egemen sýnýf siyasetine eklemlenmeyi düstur edinmiþ bu kesimler kafa karýþýklýðý bir yana, tam bir netlikle tavýr koymaktalar. Bunlarýn bir kýsmý Ergenekon karþýsýnda derin kederlere gark olurken kendi devletçiliði ve milliyetçiliklerini ortaya koyuyorlar; liberalliðiyle malul karþý kamp ise Ergenekon'a özgürleþtirici manalar yükleyip AKP savunucularýyla ortak kampanyalar yapýp AKP yörüngesine girmekte çekince görmüyor. Kýsacasý, sol kanat açýsýndan Ergenekon meselesi turnusol iþlevi görüyor. Kafa karýþýklýðýný gidermek ve emekçileri yanlýþ yönlere sürükleyen puslu havayý daðýtmak için Ergenekon sürecinin arka planýndaki sýnýf iliþkilerini, emperyalist iliþkiler ve özelde Ortadoðu ve Kürt sorunu temelinde açýklamak gerekiyor.
Derin Devletin Deðiþen Özü Marksist Bakýþ'ýn önceki yazýlarýnda da ortaya konulmuþtu; her burjuva devlet ayný zamanda derin devlettir. Baþka bir þekilde söylersek derin devlet, burjuva devletin bir parçasýndan öte bir þey deðildir. Egemen sýnýflar sömürülen sýnýfýn, ezilenlerin uyanýþý karþýsýnda devlet bünyesinde özel oluþumlar oluþturup bizzat kendi burjuva hukuk kurallarýný çiðneyerek burjuva düzeni korumak isterler. Diðer taraftan bu oluþumlar egemen sýnýflarýn kendi iç hesaplaþmalarýnda da devreye sokulabilir. Yasal unsurlar, bu oluþumlarýn kurucusu, yönlendiricisi ve koruyucusudur. Derin operasyonlarda kullanýlan mafya ve faþist hareketlerin sýrtý daima sývazlanmýþtýr. Derin devlet, burjuva devletin alanýnda uzmanlaþmýþ bir uzvundan öte birþey deðildir. Diðer taraftan yaþamdaki bütün her þey gibi derin devleti de duraðan ve deðiþmeyen bir þey olarak görmemek gerekir. Koþullar ve dönemler deðiþtiðinde kapitalist bir dünyada uluslararasý bir içeriði de olan derin devlet kaçýnýlmaz olarak deðiþecektir. Türk devlet geleneðinin Osmanlý'dan Ýttihatçýlara ve oradan da Kemalist yönetime uzanan bir derin devlet tecrübesine sahip olduðunu biliyoruz. Devletin ve derin devletin bu evrimi, Ýkinci Dünya Savaþý'ný müteakip NATO'ya girilmesi ve Soðuk Savaþ pratiði çerçevesinde devam etmiþtir. Devletin sahiplerinin ABD gemisine binmesine paralel olarak, Özel Harp Dairesi, MÝT ve CIA ile þekillenen derin devletin temel çalýþma alanýnýn,
MARKSiST BAKIs komünizmle savaþ baðlamýnda, kontrgerilla faaliyetleri ve faþist çetelerin devreye sokulmasý olarak tariflendiði bir süreç yaþandý. 60'lý ve 70'li yýllarda bu oluþumlar iþçi hareketine ve gençliðin devrimci atýlýmýna karþý etkili bir savaþ yürütmüþlerdi. Küresel bir emperyalist kavga olan Soðuk Savaþ döneminde ABD safýnda yer alan tüm ülkelerde benzer oluþumlar gladyo olarak adlandýrýldýlar. Doðu Bloku'nun çözülmesinin ardýndan Soðuk Savaþ süreci ABD'nin zaferiyle sona erdi ve eski denklemler yerini yenilerine býraktý. Buna paralel olarak derin devlet yapýlanmalarý da yeni süreç çerçevesinde revize edilmek durumundaydý. Örneðin, bugün Ergenekon operasyonunun alkýþçýlarýnýn benzetmeye çalýþtýklarý Ýtalya'daki "Temiz Eller Operasyonu" Soðuk Savaþ dönemi kalýntýlarýnýn tasfiyesi ve yeni biçimlere sokulmasýndan baþka bir þey deðildi. Ne var ki Ýtalya, "Temiz Eller"in ardýndan hiç de temiz olmadý. 2001 yýlýnda Cenova'daki G-8 toplantýsýný protesto eden göstericilerin arasýna Ýtalyan polisi genellikle anarþist görünümlü yüzlerce provokatör karýþtýrmýþtý ve Ýtalyan devletinin bu çalýþmalarý sonucunda bir genç polis tarafýndan öldürülmüþtü. Mafyanýn Ýtalya'daki gücü, Mussollini hayraný neo-faþistlerin hükümette bakan olmasý, çýkarýlan Çingene karþýtý ýrkçý yasalar ve hakkýnda sayýsýz yolsuzluk dosyasý olan Ýtalya'nýn en zengini Berlusconi'nin üçüncü kez baþbakan seçilmesi, burjuva düzende temizliðin hiç olamayacaðýný birçok kez kanýtladý. Geçtiðimiz yýllarda ABD ve Avrupa'da çýkarýlan anti-terör yasalarý; uçaklarda, gemilerde insan- Doðu Bloku'nun lara yapýlan iþkenceler; ABD'nin Guantanamo'da yaptýklarý; Venezuela'da düzenlenmeye çözülmesinin ardýndan çalýþýlan CIA merkezli darbe giriþimi ve daha saymadýðýmýz birçok örnek derin devlet oluþum- Soðuk Savaþ süreci larýnýn burjuva düzende asla yok olmayacaðýný bir kez daha gösterdi. ABD'nin zaferiyle sona
Yeni Bir Döneme Girilirken Ortadoðu ve ABD-Türkiye Ýliþkileri erdi ve eski denklemler 1990 sonrasý tüm parametrelerin yeniden þekillendiði bir döneme girildi. Burjuva dünyanýn yay- yerini yenilerine býraktý. dýðý tüm iyimserlikler kýsa sürede tersine döndü. ABD'nin, býrakýn tek süper güç olmayý, hýzla Buna paralel olarak derin ivme kaybettiði ve rakip emperyalist güçlerin hýzla týrmandýðý bir ortamda krizler ve savaþlarla devlet yapýlanmalarý da örülü yeni bir iklime girildi. Bu yeni süreç kendisini deðiþen "derin" iliþkilerde de gösteriyor. Bir yeni süreç çerçevesinde zamanlar ABD derin devletinin bir uzvu olan Afganistan ve Pakistan'daki Taliban vb. aþýrý dinci revize edilmek durumununsurlar, bugün ABD ile kýyasýya çarpýþýyorlar. daydý. Örneðin, bugün ABD, kaybetmeye baþladýðý aðýrlýðýný yeniden tesis etmek için giderek hayati bir önem kazanan Ergenekon operasenerji zengini bölgelerin kontrolünü ele geçirmek istiyor. ABD, bu nedenle ilk elde Ortadoðu'ya yonunun alkýþçýlarýnýn yüklenmiþ durumda. ABD, BOP projesi çerçevesinde geliþecek deðiþimlerle Ortadoðu'yu kendi benzetmeye çalýþtýklarý kontrol sahasý olarak planlamaktadýr. Afganistan ve Irak'ýn iþgali, Lübnan'ýn vurulmasýnýn ardýnÝtalya'daki "Temiz Eller dan sýra Ýran'a gelmiþ gibi görünüyor. Süreç halen derinleþerek ilerlemeye devam etmekte. Operasyonu" Soðuk Tüm bu deðiþen dengeler içerisinde bir etmen var ki Türkiye'nin siyasi yaþamýnýn en önemli Savaþ dönemi kalýnbelirleyenlerinden biri haline gelmiþ durumda. Bu etmen "Kürt halký"dýr. Kürt sorununun yarattýlarýnýn tasfiyesi ve yeni týðý politik iklim anlaþýlmadan Ortadoðu'daki geliþmelerin mahiyeti kavranamaz, bu Ergenekon biçimlere sokulmasýndan için de tamamýyla geçerlidir. Emperyalist paylaþým masalarýnda çizilen Ortadoðu haritalarýnda kendilerine bir devlet ve- baþka bir þey deðildi... rilmeyen, yaþadýklarý alanlar Araplar, Ýran ve Türkiye arasýnda paylaþýlan ve birçok kez kýyýma Burjuva düzende derin tabi tutulan Kürtler, ABD'nin Birinci Körfez savaþýndan sonra iþlemeye baþlayan planlarý devlet oluþumlarý asla çerçevesinde adým adým kendi devletlerine doðru yürüyorlar, en azýndan bu yolda büyük mesafe yok olmaz. kat etmiþ durumdalar. Proleter devrimi düstur edinmiþ, sürekli devrim ve birleþik enternasyonal bir mücadele anlayýþýna sahip komünist çizginin yokluðunda Kürt halký (maalesef ama kaçýnýlmaz biçimde) kaderini Barzanilerin öncülüðüne býrakmýþtýr. Bu öncülük, Kürt gerçekliðini ABD'nin müttefiki yapmaktadýr. Güney Kürtleri, bugün Irak'ta ABD'nin güvendiði tek unsurken Ýran'a karþý savaþan PJAK, ABD'nin Ýran'daki rejime karþý en önemli kozlarýndan biri durumundadýr. Kürt burjuvalarýnýn bu olaðanüstü güçleniþi, Kerkük üstünde hak iddia etmeleri, ABD'nin stratejik müttefikleri olmasý (sözde deðil özde) ve devlet kurma koþullarýnýn hýzla oluþmasý Türkiye egemenlerini, özellikle de tarihsel korkusu bölünme olan askeri-sivil bürokrasiyi müthiþ derecede tedirgin etmektedir. Dahasý, Soðuk Savaþ döneminin uzun yýllarý boyunca ABD'nin ileri jandarmalarý olan bu kesimler, artýk ABD ile iliþkilerin bozulduðunu fark etmektedirler. Þoven saldýrganlýk edebiyatýna göre ebedi düþmanlarýn arasýna, Yunan ve Ermeniler'in yanýna, Kürtler de eklenmektedir. Anti-Amerikancýlýk ve Anti-AKPcilik Egemen Sýnýfýn Bir Kanadýnýn da Çizgisidir Askeri-sivil bürokrasi Kürt realitesinin geliþmesinden büyük ölçüde rahatsýz olduðu gibi AKP'den de kurtulmak istemektedir. Çünkü onlara göre, AKP "bölücülüðe" hizmet etmekte, ABD ile iþbirliði ve BOP'u temelinde ýlýmlý Ýslam cumhuriyetini hayata sokmaya çalýþmakta ve genel olarak Cumhuriyetin kazanýmlarýný yok etmeye çalýþmaktadýr. Ve belki de iþin özü olarak AKP, egemen sýnýfýn iç çatýþmasýnda büyük sermaye safýnda yer almakta ve bununla iliþkili olarak AB ile birlikte askeri-sivil bürokrasinin iktidar odaklarýndan tasfiyesine çalýþmaktadýr. Bu nedenlerden ötürü askeri-sivil bürokrasi AKP'yi destekleyen ABD'yi stratejik müttefik olarak görmemektedir; bu da emperyalist iliþkilerde büyük gerilimlere yol açmaktadýr. Buna kanýt olarak, çuval vakasýný ve 1 Mart tezkeresinin reddedilmesini ve akabinde ABD-Türkiye iliþkilerinde yaþanan sýkýntýlarý gösterebiliriz. Bunlar, basit, rastlantýsal olaylar deðil, bir dönemin gerçek içeriðini yansýtan oldukça manidar geliþmelerdir. Diðer taraftan sivil-askeri bürokrasi homojen bir karakterde deðildir. Sonuçta ordu, NATO ordusudur. Üst düzey askerlerin tamamý NATO bünyesinde ABD'de eðitim alýrlar. Bu kesimin ABD ile iliþkisi ise uzun yýllar süren bir iþbirliði ile adlandýrýlabilir. Soðuk Savaþ dönemi boyunca bu kesimlerin elinde Türkiye ABD'nin ileri karakolu vazifesi görmüþtür. Öte yandan son süreçte iliþkiler, ABD'ye güvensizlik üzerinden yürümektedir. Birincisi ABD,
3
MARKSiST BAKIs AKP'yi tutarak büyük burjuvazinin asker-sivil bürokrasiyi iktidar mekanizmalarýndan tasfiye etme planýna uygun hareket etmiþ olmaktadýr. Daha þimdiden Cumhurbaþkanlýðý ve YÖK düþmüþtür, bunu üniversite rektörleri ve yüksek yargý organlarý izliyor. Diðer taraftan Kürt devleti ABD'nin hegemonyasýnda þekillenmeye devam ediyor. Kürt devletinin oluþmasýnýn ardýndan Güney Kürtleriyle birleþme taleplerinin yükseleceðine kesin gözüyle bakýlmaktadýr. Ayrýca ABD'nin BOP projesiyle Türkiye'ye çizilen ve AKP ile uygulanmaya çalýþýlan ýlýmlý Ýslam anlayýþý, Kemalist ideolojiye sahip asker-sivil bürokrasiyi tepkisel davranmaya iten baþka bir faktördür. Bütün bu nedenlerden ötürü asker-sivil bürokrasi içinde bu süreci tersine çevirmek arzusu hemen hemen genel bir nitelik arz etmektedir. Bunun en önemli ayaðý da AKP'nin iktidardan indirilmesi ve Kürtlerin sindirilmesidir. Bugüne kadar komuta kademesinin bu hedef doðrultusundaki hâkim stratejisi AKP'ye karþý sivil unsurlarý devreye sokmak olmuþtur. Derin hamleler olmakla beraber esas çizgi budur. ADD, Kanal Türk, Cumhuriyet gazetesi gibi "sivil" unsurlar bu planýn unsurlarý olmuþlardýr. Yüz binlerce kiþinin seferber edildiði Cumhuriyet mitingleri bu doðrultuda örgütlenmiþtir. CHP ve sivil bürokrasinin temel dinamikleri Cumhurbaþkaný, YÖK, rektörler ve diðer üst düzey mahkemeler bu çizginin baþat oyuncularý olmuþlardýr. Kürt sorununda asker-sivil bürokraside hakim olan tavýr ise düþük yoðunluklu savaþ, psikolojik savaþýn yoðunlaþtýrýlmasý, linç giriþimlerinin örgütlenmesi, Þemdinli'de olduðu gibi Kürt bölgelerinde sindirme amaçlý provokasyonlara gidilmesi vb. olmuþtur. Esasen Kürt sorununun düþük yoðunluklu bir çatýþma düzeyinde kalmasý bu kesimin uzun erimli stratejisidir, zira çatýþma ortamý bu kesimin prestijini artýrmak, meþruluðunu saðlamak ve iktidar odaklarýnda hak iddia etmesinde temel dayanak vazifesi görmektedir. Bu kesimin dýþ politikadaki temel tavrý ise Kýbrýs sorununu kilitlemek, AB ile Sol liberallerin kabesi en az iliþkileri yokuþa sürmek ve ABD ile denge siyaseti güderek gerektiðinde diþ Ergenekon kadar iþkenceci ve göstermek biçimindedir. darbeci olan ABD'dir. Diðer Bu kesimin genel tavrýný reel politikanýn gerçekliðine uydurmaya çalýþtýðý taraftan Ergenekoncularý söylenebilir. Askeri darbe seçeneði belki sorunun kökten halledilmesi gibi yetiþtiren ABD'nin ta kendisi görünebilir. Darbeyle birlikte AKP iktidardan indirilir, iktidar mekanizmalarý uzun deðil midir? Temiz toplum di- yýllar garanti altýna alýnacak þekilde ele geçirilir, Kürtlere karþý topyekün saldýrýya yerek AB'nin þiddetli savunucusu geçilebilir. Basit gibi görünen bu plan hiç de öyle gözüktüðü kadar kolay deðildir. olanlar AB'nin 12 Eylül darbesini Zira bu kesimler, darbe vb. sert hamlelerin faturasýnýn çok aðýr olacaðýný hesap desteklediðini gözlerden saklaya- etmekteler. Ekonomik çöküþe paralel olarak içeride de tüm meþruluðun kaybý, dýþ bilirler mi? Peki 12 Eylül darbe- dünyadan tecrit (Kýbrýs'tan Ermeni meselesine zincirleme reaksiyonun baþlangýcý) siyle þu Ergenekon meselesini bir ve Kürt sorununun BM gibi kurumlarýn açýktan arabuluculuða soyunacaðý çok daha ileri bir noktaya evrilmesine yol açacak boyutta þiddetlenmesi, içeriden yüktutma yüzsüzlüðüne ne demeli? selecek mukavemetler… Türkiye büyük sermayesinin yaný sýra AB ve ABD'yi karþýsýna alacak bu darbe uzun ömürlü olmayabilir. Bunu hesap eden askeri-sivil bürokrasi hamlelerinde dikkatli davranmaya mecburdur.
Asker-Sivil Bürokraside Merkezkaç Unsurlar Diðer taraftan bu kesimler içerisinde komuta kademesinin tepesinde olmayan daha þahin unsurlar bulunmaktadýr. Bunlar sürece bir an evvel doðrudan müdahale edilmesi taraftarýdýr. Bunlar darbe karþýsýnda geliþecek tehditleri Avrasyacýlýkla göðüsleyebilecekleri tezinden hareket etmektedirler. Bunlara göre düþman AB ve hatta ABD'dir. (Faþist unsurlarýn anti-Amerikancý kesilmesi boþuna deðildir) Kýzýl Elmacý koalisyon ABD - AB ekseninden kopuþu ve Rus, Çin ve Ýran eksenine kayýþý tahayyül etmektedir. Bunun teorisyenliðini ÝP ve Doðu Perinçek yapmaktadýr. Bunlar emekli paþalar, faþistler, mafya ve diðer gözü dönmüþ küçük burjuva ýrkçýlarýnýn oluþturduðu heterojen bir görünüm arz etmektedir. Devlet geleneði çerçevesinde geleneksel olarak korunan, sýrtý sývazlanan bu kesimlerin resmi unsurlar içerisinde de baðlantýlarý, taraftarlarý ve destekçileri bulunmaktadýr. Bilindiði üzere bu kesimler AKP'ye karþý süreci hýzlandýrmak için harekete geçtiler. Amaç darbe koþullarýný yaratmaktý. Danýþtay baskýný, Hrant Dink'in katledilmesi, Cumhuriyet'in bombalanmasý, rahip cinayetleri ve Malatya'daki Hýristiyan katliamý… Sonuçta bu kesimlerin stratejileri askeri sivil bürokrasinin izlediði "reel politikanýn gerçeklerine uygun bir temkinlilik" ile çeliþiyordu. Bu kesimler, asker sivil bürokrasinin komutasýný pasiflikle eleþtiriyordu. Ve en önemlisi, bu kesimler, komuta hiyerarþisini bozmaya ve süreci zorlamaya baþlamýþlardý. Hilmi Özkök'ün suikast korkusuyla orduevinden yemek yemediði iddialarý durumun ciddiyetinin kavranmasýný saðlamalýdýr. Öte yandan, 2003-2004 yýllarýnýn Deniz Kuvvetleri Komutaný Oramiral Özden Örnek'in Nokta dergisinde yayýnlanmýþ ve gerçekliði mahkemece doðrulanmýþ bulunan günlükleri okunduðunda Yaþar Büyükanýt ve Ýlker Baþbuð'un da bu kesimlerce kýyasýya eleþtirildikleri görülecektir. Ýþte, bu nedenlerden dolayý asker-sivil bürokraside hakim olan güçler bu kesimlere karþý ciddi bir güvensizlik ve tepkisellik durumu geliþtirmiþlerdir. Komuta kademesi için hiyerarþiyi bozmaya çalýþan, kontrol dýþý ve maceracý eðilimler devre dýþý býrakýlmalýdýr. Bu oluþumlarýn planlarý, son derece hassas bir dönemde arzulananlarýn tam tersi sonuçlara da hizmet edebilir. Sonuçta stratejileri boþa çýkartacak gereksiz bir macera olarak Ergenekon'un defteri dürülmelidir. Ergenekon operasyonu bu denge ve hesaplarýn ürünü olarak gerçekleþebilmiþtir.
Ergenekon Operasyonu Egemen Sýnýflarýn Uluslararasý Mutabakatýnýn Eseridir Ergenekon süreci, kontrol dýþýna çýkan bir kesim derin devlet unsurunun egemen sýnýflarýn mutabakatý temelinde ortadan kaldýrýlmasýný hedeflemektedir. Soruþturma kapsamýnda emekli orgeneraller orduevlerinden askeri lojmanlardan apar topar gözaltýna alýndý. Türkiye'yi biraz tanýyanlar orduya raðmen böyle bir þeyin mümkün olamayacaðýný bilir. Hatýrlayýnýz, Þemdinli'de Genelkurmayý suçlayan savcýnýn baþýna gelmeyen kalmamýþtý, sonunda
4
MARKSiST BAKIs meslekten ihraç edilmiþti. Þimdiyse Veli Küçük hapse kondu, oysa Susurluk dosyasýnda tüm toplumsal baskýya raðmen Küçük'ü mahkemeye çýkarmak dahi mümkün olmamýþtý. Bütün bunlar egemen sýnýflar katýnda belirli bir uzlaþmanýn varlýðýný ortaya koyuyor. Yani, Ergenekon ne AKP'nin bir operasyonudur ne de ordu buna karþýdýr. Tayyip Erdoðan ile Yaþar Büyükanýt'ýn geçen yýl Dolmabahçe'de yaptýðý ve hakkýnda kamuoyuna hiçbir bilginin verilmediði özel görüþmenin (daha sonra Dolmabahçe mutabakatý olarak anýldý) ardýndan Ümraniye'de bir gecekonduda bulunan bombalarla baþlamýþtý süreç. Ve bu süreç boyunca ABD çýkarlarýyla ters düþen, ordu hiyerarþisini bozmaya yeltenen, büyük sermaye ile zaten arasý açýk olan yani kontrol dýþýna çýkmýþ derin devlet unsurlarý temizlenmektedir. Avrasyacýlýk ütopyasý da böylelikle daha cenin halindeyken yok edilmiþ oldu.
Hiçbir Tutarlý Solcu Ergenekonculara Üzülemez Hiçbir tutarlý solcu Ergenekonculara üzülemez, zira sanýklarýn kimlikleri ve sicilleri ortadadýr: Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz, Ali Yasak(Drej Ali), Þener Eruygur vb.; Hrant Dink'in katledilmesi, Malatya'daki misyoner katliamý, rahip cinayeti, Danýþtay Baskýný. Aþýrý ýrkçý bu kesimin en önemli çabasý da Kürtler üzerinde toptan bir linç kampanyasý örgütlemekti. 90'lý yýllarda bu unsurlar Kürt hareketine karþý kullanýldýlar. Amerikan tezgahýnda yetiþen bu 12 Eylül çocuklarý, ýrkçý ve ayrýmcý zehirlerini ulusalcýlýk, vatanseverlik vb. adý altýnda tüm topluma enjekte etmeye çalýþtýlar. Veli Küçük'ler Sedat Peker'ler ulusalcý þamataya prim vermekte olan emekçiler için bir uyaran olmalýdýr. Buradan bir çift söz de Ergenekoncularýn Kýzýl Elmacý ortaklarý ve yurtseverlik vb. adla bunlarý açýk ya da örtülü biçimde destekleyenler için edilmelidir. Samimi unsurlar devrimci katillerine vurulan darbelerden sonra üzüntülere ve kýzgýnlýklara gark olmazlar. Örneðin TKP'liler emekli orgenerallerin orduevlerinden Emekçi sýnýflarýn egemen alýnmasýna izin verdiði gerekçesiyle askere sitem etmektedir. TKP'nin sýnýfýn farklý kesimlerinin "Cumhuriyetin kazanýmlarýna sahip çýkmak" üzerinden yürüttüðü siyasi çizgi hegemonyasýna girmemesi ayný zamanda askeri-sivil bürokrasinin ve de derin devletin siyasetinin merkezindedir. Neticede TKP'nin yüklendiði tek kesimin AKP olmasý boþuna için alternatif baðýmsýz sýnýf deðildir, çünkü askeri-sivil bürokrasi açýsýndan mesele AKP'de düðümlenmekte- siyasetinin örülmesi zorundir. Anti-Amerikancýlýk da bahsettiðimiz gibi Kürt sorunu eksenli olarak egemen ludur. Sýnýf siyasetinin temel kesimlerin bir kanadýnýn fikirleriyle örtüþmektedir. Bu nedenle AKP ve ABD'ye taþý ise sol liberalizme ve karþý çýkarken milliyetçi hatlarla aramýzdaki sýnýrý iyi çizmeli, antikapitalist enter- ulusal solculuða karþý yükolan devrimci nasyonalist devrimci içeriðimizi öne çýkarmalýyýz. Diðer türlü sosyal þoven bir seltilecek çizginin esiri olmak kaçýnýlmazdýr. Devrimciler, bu tarz þoven unsurlarýn sol enternasyonalizmdir. Derin devletin gerçekten tasfiyesi, içerisinde zemin kazanmasýna müsaade etmemelidir. sermayenin toptan tarihin Burjuva Liberalleri Ergenekon Operasyonunu çöplüðüne gönderilmesi, yani Demokrasi Diye Yutturmaya Çalýþýyor Þoven unsurlar gibi burjuva liberaller de bizimi sýnýf düþmanýmýzdýr. Bu kesimler proleter devriminin baþarýsý Ergenekon operasyonu çerçevesinde özgürlük savaþçýsý kesilmiþlerdir. Ama biz bu bayraðýn yükseltilmesine biliyoruz ki Ergenekon operasyonu egemen sýnýflarýn iþine geldiði için baðlýdýr. yapýlmýþtýr. MÝT'in ve emniyetin ateþli Ergenekon taarruzcusu Taraf Gazetesi'ne servis yapmasý boþuna deðildir. Þimdi buradan kalkýp temiz toplum edebiyatý yapanlar halký kandýrmaya çalýþmaktadýr. Bunu yapanlarýn baþýnda Irak'ýn iþgalini savunan Taraf Gazetesi sol liberal aydýncýklarý geliyor. Örneðin Murat Belge: Irak'ýn iþgalini savunmuþ bir kiþi temiz toplumu nasýl savunabilir? Ya da Amerikan perverliðin tasavvur ettiði bir temiz toplum gerçekte ne kadar temiz olabilir? ABD'nin, TÜSÝAD'ýn, MGK'nýn mutabakatý çerçevesinde hayata geçirilen bir operasyonla derin devlet geriletilecekmiþ! Ýnsanýn gülesi gelir. Mesele þudur; sol liberallerin kabesi en az Ergenekon kadar iþkenceci ve darbeci olan ABD'dir. Diðer taraftan Ergenekoncularý yetiþtiren ABD'nin ta kendisi deðil midir? Temiz toplum diyerek AB'nin þiddetli savunucusu olanlar AB'nin 12 Eylül darbesini desteklediðini gözlerden saklayabilirler mi? Peki 12 Eylül darbesiyle þu Ergenekon meselesini bir tutma yüzsüzlüðüne ne demeli? Marks bize hayata sýnýf mücadelesi temelinde bakmayý öðretmiþtir. Emekçi sýnýflara vurulacak bir darbe karþýsýnda en baþta biz devrimci Marksistleri bulur, ama egemen sýnýfýn kendi arasýnda mutabakata varýp yaramaz çocuðunu pýstýrmasýný özgürlük savaþý olarak lanse edenlerin maskesi indirilmelidir. Taraf yazarý Halil Berktay, Ýranlý devrimci öðrencileri "demokrasiyi" istememekle suçluyor. Berktay, demokrasi derken ABD'yi daha da açýk söylersek ABD'nin Ýran'a saldýrmasýný kastediyor. Ýþte, sol liberallerin gerçek yüzü! Diyecek fazla bir þey yok.(Bu arada Ýranlý devrimci öðrencilere selamlarýmýzý iletiriz.)
Emekçiler Özgürlüðü ve Geleceði için Savaþmadýkça Derin Devlet Tasfiye Edilemez Emekçiler özgürlüðü ve geleceði için savaþtýkça egemen sýnýflarla uzlaþmaz noktalara gidilecektir. Derin devlet, burjuva devletin ta kendisidir. Geniþ kitleler geleceklerini ellerine almak için mücadeleye giriþtiklerinde karþýlarýnda bir bütün olarak egemen sýnýflarý ve tabi ki onlarýn derin devletini bulacaktýr. Ýþte bu noktada derin devletin tasfiyesinin devrim sorunu olduðu karþýmýza çýkar. Gerçekten de derin devlet burjuva mekanizmalarýn en derinlerine kadar öyle bir nüfuz etmiþtir ki derin devlet tasfiye edildiðinde geriye bir þey kalmayacaktýr. Emekçi sýnýflarýn egemen sýnýfýn farklý kesimlerinin hegemonyasýna girmemesi için alternatif baðýmsýz sýnýf siyasetinin örülmesi zorunludur. Sýnýf siyasetinin temel taþý ise sol liberalizme ve ulusal solculuða karþý yükseltilecek olan devrimci enternasyonalizmdir. Derin devletin gerçekten tasfiyesi, sermayenin toptan tarihin çöplüðüne gönderilmesi, yani proleter devriminin baþarýsý bu bayraðýn yükseltilmesine baðlýdýr.
Veli U. Arslan
5
MARKSiST BAKIs
Küba'da "Reformlar" Özel Mülkiyeti ve Toplumsal Eþitsizliði Teþvik Ediyor Küba hükümeti, Çarþamba günü, Devlet Baþkaný Raul Castro'nun, saðlýk durumu bozulan aðabeyi Fidel'den iktidarýn dizginlerini devralmasýndan bu yana geçen iki aya yakýn bir süre içinde ilan etmiþ olduðu bir dizi reformun, "sosyalizm"i terk etmenin iþareti olduðunu reddeden bir açýklama yayýmlamak zorunda kaldý. Geçtiðimiz haftalar içinde Küba hükümeti cep telefonlarý, bilgisayarlar ve ev aletleri gibi tüketim mallarýnýn satýþý üzerindeki sýnýrlamalarý kaldýrdý ve Kübalýlarýn daha önce yalnýzca yabancý turistlere tahsis edilmiþ olan Devlet Baþkaný Raul Castro'nun, saðlýk durumu bozulan aðabeyi otellerde kalabilmelerine izin veren bir yasayý geçirdi. Daha Fidel'den iktidarýn dizginlerini devralmasýndan bu yana geçen da önemlisi, hükümet tarým iki aya yakýn bir süre içinde ilan sektöründe ve ücret sistemetmiþ olduðu bir dizi reformun, lerinde özel üretimi güçlendire"sosyalizm"i terk etmenin iþareti cek ve toplumsal eþitsizliði olduðunu reddeden bir açýklama artýracak politika deðiþikliklerini hayata geçirdi. yayýmlamak zorunda kaldý. Ýktidardaki Küba Komünist Partisi'nin günlük gazetesi Granma, "Hiç kuþkusuz, Fidel ve Raul'un rehberliðinde ve Parti'nin önderliði altýnda birleþmiþ bir halk tarafýndan desteklenen ve savunulan, daha mükemmelleþtirilebilir bir sosyalizm söz konusu olacaðýndan, emperyalist felâket tellâllarýnýn uzun zamandýr özlemini çektikleri türden 'stratejik' deðiþiklikler meydana gelmeyecektir." iddiasýnda bulundu. Bu açýklama, geçen hafta Miami'de toplanan ve ABD Ticaret Bakaný Carlos Gutierrez'in, Küba'da benzer bir 'dönüþüm'ün saðlanabilmesi için Sovyet bloðunun çöküþünden çýkan dersleri tartýþmak üzere, sürgünde bulunan Kübalý gruplarla, Demokrat Parti'den ve Cumhuriyetçi Parti'den politikacýlarla ve çeþitli Doðu Avrupa hükümetlerinin temsilcileriyle biraraya geldiði bir konferansa karþýlýk olarak yapýldý.
6
Bu konferansýn konusu ve maksadý, Washington'un adaya yönelik yaklaþýk elli yýldýr devam eden ekonomik ambargoyu sürdürmesi ve Raul Castro'yu aðabeyiyle ayný dýþlanmýþ konumda býrakmasý talebine destek saðlamaktý. Granma'da yer alan açýklama, Miami'de yapýlan bu konferansý, ayný zamanda, Kastrocu yönetime karþý giriþilen her türlü iç muhalefeti "Küba'yý yýkmaya" çalýþan "paralý askerlerin iþi" olarak damgalamak için de kullanýldý. 76 yaþýndaki Raul Castro, 24 Þubat'ta, 81 yaþýndaki aðabeyinin yerine geçerek, 49 yýl içinde Küba'nýn ilk yeni devlet baþkaný oldu. Raul Castro, o zaman, hükümet tarafýndan konulmuþ olan modasý geçmiþ yasaklamalarý kaldýrmaya ve Küba devletini ve ekonomiyi daha etkin hale getirmeye ant içti. Hükümet bu önerileri, geçtiðimiz aydan bu yana, birbirini izleyen yeni kararnameler aracýlýðýyla hayata geçirmeye baþladý. Ýlk grup kararnameler iç tüketimle ilgiliydi. Bilgisayarlarýn, cep telefonlarýnýn, DVD çalarlarýn ve diðer ev aletlerinin satýþý üzerinde daha önce var olan yasaklamalar kaldýrýldý. Kübalýlarýn, yabancý turistlere ayrýlmýþ olan otellerden -ve ülkenin en iyi plajlarýndanyararlanmalarýný engelleyen, apartheid* tarzý yasa da, Kübalýlarýn "ten rengi, cinsiyeti, dini inançlarý ya da ulusal kökenine bakýlmaksýzýn," "herhangi bir otelde" kalma hakkýný güvence altýna alacak biçimde deðiþtirildi. Elbette, buradaki bir önemli aldatmaca, satýþýna yeni izin verilen tüketim mallarýndan ve þimdi artýk kapýlarýný Kübalýlara açan otellerden yalnýzca bunlara maddi olarak gücü yetecek olanlarýn yararlanabilecek olmasýdýr. Ortalama aylýk ücretlerin 18 dolar civarýnda olduðu -yaþam standartlarýnýn gerek ücretsiz saðlýk ve eðitim gerekse yiyecek maddelerinin karneye baðlanarak sübvanse edildiði- bir ülkede, yasak olmaktan çýkarýlan þeylerin çoðu, adanýn 11 milyonluk halkýnýn büyük çoðunluðu için hâlâ eriþilmez olmaya devam ediyor. Küba'da bir cep telefonu hattýnýn görüþmeye açýlmasý -þu ana kadar yasal olarak yalnýzca yabancýlara, yabancý þirketlerin çalýþanlarýna
MARKSiST BAKIs ve yetkili devlet görevlilerinin kullanýmýna açýktý- 120 dolara ya da altý aylýk ortalama maaþa mal oluyor. Bir turistik otelde, tek bir gece geçirmek, bunun üzerine bir altý aylýk ücretin daha ödenmesini gerektirecek. Üstelik, Küba devleti için çalýþanlarýn büyük çoðunluðuna ücretleri Küba pesosu olarak ödenirken, satýþýna yeni izin verilen tüketim mallarý yalnýzca, CUC olarak bilinen ve ulusal pesodan 25 kat daha deðerli olan, ülkenin konvertibl pesosu ile satýn alýnabiliyor. Bu ikili para sistemi, turizm sektöründe ya da yabancý þirketlerde istihdam edilenlerin, üst düzey hükümet yetkililerinin, yurtdýþýndan iþçi dövizi gönderilen ailelerin ve karaborsada para kazananlarýn, emekçi kitlelerden giderek daha çok farklýlaþtýklarý, gitgide katmanlaþan bir toplumu yansýtýyor. Hükümetin yayýmladýðý, mülkiyet ve üretime iliþkin kararnameler daha da büyük önem taþýyor. Hükümet tarýmda, çok büyük miktardaki devlet topraðýnýn, ekilmek üzere özel çiftçilere ve çiftçi kooperatiflerine devredilmesini öngören bir plan açýkladý. Þu anda 250.000 özel çiftlik ve 1.100 özel kooperatif topraðýn üçte birinden azýný kontrol ederlerken, ülkenin gýda üretiminin yüzde 60'ýna yakýnýný gerçekleþtiriyorlar. Ayný zamanda Küba, gýda mallarý gereksiniminin yüzde 80'ini ithal ederken, ekilebilir devlet topraklarýnýn yarýsýndan fazlasýnýn kullaným dýþý olduðu bildiriliyor. Açýklanan deðiþiklikler, ayný zamanda, hükümet tarafýndan tarým ürünlerine ödenen fiyatlarý artýrýrken, bu ürünlerin özel üreticiler tarafýndan düzenleme dýþý, piyasa fiyatlarýyla satýlabilecek miktarý üzerindeki kotalarý da belirgin bir biçimde yükseltiyor. Kimi durumlarda bu, söz konusu mallarýn üretiminin yüzde 70'ine kadar çýkýyor. Hükümet ayný zamanda üreticilerin tarýmsal araç ve girdileri doðrudan satýn almalarýna izin vererek, bu alanda da bir pazar oluþturuyor. Buna ek olarak, resmi günlük gazete Granma, açýklanan tarýmsal reformlarýn "diðer deðiþiklikler" için bir "sýçrama tahtasý" iþlevi görebileceðini þimdiden belirtiyor. Görünüþe bakýlýrsa bu deðiþiklikler arasýnda topraklarý yabancý sermayenin sömürüsüne açmayý öngören bir plan da yer alýyor. Yabancý Yatýrýmlar Bakaný Marta Lomas, geçen hafta düzenlediði bir basýn toplantýsýnda, "Bugünlerde tarým sektörüne iliþkin kimi yatýrým önerileri üzerinde çalýþýyoruz," dedi ve yabancý yatýrýmlar konusunda "hiçbir þeyin dýþarýda býrakýlmadýðýný" ekledi. Lomas, gerek "pirinç üretiminde" gerekse "hayvancýlýk gibi diðer sektörlerde" ortak giriþimlerin ya da yabancý kapitalist yatýrýmlarýn düþünüldüðünü belirtti. Gelen kimi haberlere göre, turizm sektörüne, bugün için büyük ölçüde ithal edilen meyve ve taze çiftlik ürünleri saðlayan tarým alanlarý da yabancý yatýrýma açýlabilecek. Buradaki bir önemli aldatTüketim mallarý üzerindeki yasaklarýn kaldýrýlmasýyla birlikte, bu tür politikalarýn, maca, satýþýna yeni izin veKüba'nýn, Çin'in izlediði kapitalist üretime doðru giden yolu taklit edip etmediði sorurilen tüketim mallarýndan ve lunca, Lomas þu cevabý verdi: "Küba Küba'dýr ve modeller üzerinde çalýþýlmaktadýr, þimdi artýk kapýlarýný ancak her ülkenin koþullarý farklýdýr ve Küba'nýn koþullarý da farklýdýr." Kübalýlara açan otellerden Kýsa süre önce yayýmlanan resmi bir rapora göre, Küba'da yabancý yatýrýmlar 2006'da yalnýzca bunlara maddi rekor düzeye ulaþarak 981 milyon dolarý buldu. Bu tutar, bir önceki yýla kýyasla yüzde olarak gücü yetecek olan22'lik bir artýþa karþýlýk geliyor. Küba'da yabancý yatýrýma ilk kez 1990'lý yýllarda, daha larýn yararlanabilecek önce Küba ekonomisine önemli sübvansiyonlar saðlayan Sovyetler Birliði'nin ortadan olmasýdýr. Ortalama aylýk kalkmasýnýn ardýndan izin verildi. Yabancý yatýrýmlarýn çoðu, ülkenin bir zamanlar ücretlerin 18 dolar civarýnda baþlýca gelir kaynaðý olan þeker kamýþýný geride býrakan turizm sektörüne aktý. olduðu bir ülkede, yasak Hükümet ayný zamanda geçen hafta, iþçilerin kazançlarý üzerindeki her türlü tavan kýsýtolmaktan çýkarýlan þeylerin lamasýný kaldýrýrken, onlarý daha doðrudan bir biçimde üretkenliðe baðlayan yeni bir çoðu, adanýn 11 milyonluk çalýþma yasasý çýkardý. halkýnýn büyük çoðunluðu Devlet medyasýnýn önde gelen ekonomi yorumcularýndan Airel Terrero, "Ýlk kez bir için hâlâ eriþilmez olmaya maaþýn bir sýnýrýnýn olmadýðý, yani bir maaþýn üretkenliðe baðlý olduðu açýkça ve kesin devam ediyor. olarak belirtildi." dedi. Ücretlerin, þimdi tam olarak nasýl belirleneceði konusu, henüz açýklýða kavuþmuþ deðil. Bununla birlikte Terrero, daha eþitlikçi bir ücret sisteminden uzaklaþmayý ifade eden bu deðiþimin amacýnýn, Kübalý iþçilerden daha fazla miktarda emek gücü saðlamak olduðunu belirtiyor. Terrero, "Düþük üretkenliðin bir nedeni, ücret teþvikinin yetersiz olmasýdýr ve bu üretkenliði azaltmakta ve daha yüksek ücretlerin önünü kesmektedir." dedi. Terrero sözlerini, yeni sistemin "herkese çalýþtýðý kadar, herkesten yeteneðine göre" biçimindeki "sosyalist" ilkenin gerçekleþmesini temsil edeceðini belirterek sona erdirdi. Elbette bunun gerçekle hiçbir iliþkisi yok. Karl Marks'ýn 1875 tarihli Gotha Programý'nýn Eleþtirisi'nde yer alan ünlü formülasyonu, "herkesten yeteneðine, herkese ihtiyacýna göre"dir. Küba'da gündeme getirilen ücret sistemi yalnýzca kapitalist sömürünün en vahþi biçimi olan parça baþý ödeme sistemidir. Yeni önerinin ayný türden savunusu, ülkenin ekonomik krizinden iþçileri sorumlu tutan Kübalý devlet
7
MARKSiST BAKIs sendikalar konfederasyonu Central Trabajadores de Cuba'nýn (CTC) önderi Raymundo Navarro tarafýndan daha açýk bir biçimde dile getirildi. Navarro, "Küba'da insanlarýn çalýþmadan yaþadýklarýný söylüyorlar. Ýnsanlarýn kendilerini çalýþmak zorunda hissettikleri anýn gelmesi gerekiyor." dedi. Bu yeni deðiþikliklerin, "sonuç almayý teþvik eden bir çalýþma ve maaþ düzeni getirmek üzere" tasarlandýðýný söyledi. Bu "gerekliliði" uygulamaya koymanýn bir parçasý olarak, Küba hükümetinin, halka asgari gýda güvencesi saðlayan yiyecek karnesi sistemini kaldýrmaya hazýrlanýyor olabileceðine dair giderek artan spekülasyonlar yapýlmakta. Bu, Raul Castro tarafýndan geçtiðimiz Þubat ayýnda, devlet baþkanlýðý görevini üstlenirken yaptýðý ve yiyecek karnesine ve sübvansiyonlara dayalý sistemin "ekonomimizin hâlihazýrda içinde bulunduðu koþullarda akýldýþý ve sürdürülemez" olduðunu söylediði konuþmada, üstü kapalý olarak belirtildi. Castro ayný zamanda hükümetin "stratejik hedefinin" ücretlerin iþlevini yeniden kazandýðý ve bireyin yaþam standardýnýn onun topluma verdiði emeðin önemi ve miktarýyla baðlantýlý olduðu," bir sistemi getirmek olduðunu ilan etti. Hükümet, son olarak Cuma günü, konut politikasýnda bir reform, devlete ait konutlarda kiracý olarak oturan kamu görevlileri için, bu mülklerin yasal sahipliðini kazanmalarýna ve bu durumda onlarý hem varislerine miras olarak býrakabilmelerine hem de kiraya verebilmelerine olanak tanýyan bir düzenleme yaptýðýný duyurdu. Ýskan iþleri yetkilileri bunun Küba hükümetinin bir özel gayrimenkul piyasasý için gerekli koþullarý yaratmasý olasýlýðýný artýran, daha kapsamlý bir deðiþim süreci içinde atýlmýþ sadece bir ilk adým olduðunu belirttiler. Bu düzenlemeler, birarada ele alýndýklarýnda, Küba'da toplumsal eþitsizliði artýrmaya ve özel mülkiyetin ve yabancý sermayenin etkisini güçlendirmeye yönelik önemli bir yön deðiþikliðini temsil ediyor. Bu, Küba'da hiçbir zaman için var olmamýþ olan sosyalizmden bir uzaklaþma deðildir. Castro rejimi, 1959 yýlýnda iþçi sýnýfýnýn gerçekleþtirdiði bir devrim sonucunda deðil, Washington'un en küçük reformlara bile amansýzca muhalefet etmesi karþýsýnda, Stalinist Sovyet bürokrasisi ile bir ittifak kurmuþ olan, radikal milliyetçi bir gerilla hareketinin iktidara gelmesiyle kuruldu. Yapýlan düzenlemeler, Raul Castro'nun yönetimi altýnda uygulamaya konan sözde reformlar, ABD yönetibirarada ele alýndýk- ci seçkini içinde, elli yýlý aþkýn bir süredir izlenmekte olan ve bir ekonomik ambarlarýnda, Küba'da goyla birlikte, suikast giriþimlerinden, baþarýsýzlýkla sonuçlanan 1961 Domuzlar toplumsal eþitsizliði Körfezi istilasýna ve sürgündeki Castro karþýtý teröristlerin desteklenmesine uzanan artýrmaya ve özel CIA operasyonlarýndan oluþan Küba politikasý konusundaki ayrýlýklarýn güçlenmemülkiyetin ve yabancý sine hizmet etti. sermayenin etkisini Yönetici seçkinin içinde yer alan önemli bir katman, her iki büyük partinin de güçlendirmeye yönelik önderlikleri tarafýndan izlenmekte olan ve orantýsýz siyasi etkiye sahip olan bir önemli bir yön deðiþik- saðcý Kübalý sürgün mafya tarafýndan dayatýlan bu politikadan bezmiþ durumda. liðini temsil ediyor. Bu, Havana'da ilan edilen deðiþikliklere gösterilen dikkatin bir belirtisi, adaya karþý Küba'da hiçbir zaman savaþ planlarýndan sorumlu olan askeri komutanlýk olan ABD Güney için var olmamýþ olan Komutanlýðý'nýn baþýnýn Salý günü bir kongre jüri heyetine verdiði ifadede ortaya sosyalizmden bir uzak- çýktý. SouthCom'un baþkaný Amiral James Stavridis, yasa koyuculara, Küba'da yapýlan laþma deðildir. deðiþikliklerin "ilginç" olduðunu söyledi. Stavridis, kongre komitesine, "Bence þimdiden bir þey söylemek için henüz vakit çok erken, ancak Raul'un cep telefonlarý, turistik otellerde kalabilme, mülkiyet haklarý gibi kimi ekonomik özgürlükleri tanýyor olmasý ilginç bir geliþme," dedi ve þunlarý ekledi: "Bunun samimi bir deðiþim mi yoksa yalnýzca bir makyaj mý olup olmadýðýný görmek için durumu izlemeye devam etmemiz gerekiyor." Bu arada, kýsa bir süre önce Dýþiþleri Bakaný Condoleezza Rice'a gönderilen ve 24 ABD'li senatör ve 104 Temsilciler Meclisi üyesi tarafýndan imzalanmýþ olan mektuplarda, izlenmekte olan politikada bir deðiþikliðe gidilmesi çaðrýsý yapýlýyordu. 17 Demokrat ve 7 Cumhuriyetçi senatör tarafýndan imzalanan mektupta, "Halihazýrda uygulamada olan yalýtma ve uzaklaþtýrma politikamýz baþarýsýzlýða uðramýþtýr. Amerika'nýn adada baský yoluyla deðiþimi saðlamaya yönelik çabalarýnýn üzerinden elli yýl geçtikten sonra, Küba'nýn siyasi sistemi istikrarýný korumaktadýr." deniliyordu. Temsilciler Meclisi üyelerinden gelen mektup þunlarý ekliyordu: "Ýzlediðimiz politika bizi bu kritik anda etkisiz býrakmaktadýr." Mektup, uygulanmakta olan ticaret sýnýrlamalarýnýn diðer ülkelere "adaya ekonomik yatýrýmlar yaparak milyarlarca dolar kazanmalarýna" olanak saðlarken, Amerikan þirketlerinin ve tarým iþletmelerinin elini kolunu baðladýðýný belirtiyordu. Yaþanmakta olan görüþ ayrýlýðýnýn özü burada yatýyor. Avrupalý, Kanadalý -ve giderek artan bir biçimde Çinlisermayenin büyüyen yatýrýmlarý, Amerikalý kapitalist çevrelerde, ABD sahillerinden sadece 90 mil uzakta bulunan, ucuz emek gücünden ve kaynaklardan kâr saðlama konusunda giderek büyüyen fýrsatlarý kaçýrma korkusunu artýrýyor. Bill Van Auken (17 Nisan 2008) wsws.org'dan alýnmýþtýr *Apartheid, Güney Afrika'da uygulanan ýrk ayrýmcýlýðýna dayanan rejimdir.
8
MARKSiST BAKIs Kapitalist Kriz, Sonuçlar ve Olasýlýklar
Gýda fiyatlarýndaki artýþ ve hayat pahalýlýðý karþýsýnda kitlelerdeki öfke giderek büyüyor. Mýsýr ve Haiti'de en olgun formlarýna bürünen ayaklanmalar kapitalist sýnýflarda tedirginlik yaratýyor. Kitle eylemlerini çoðunlukla kanla bastýrýyorlar.
Dünya kapitalist sisteminin derinleþen krizinin etkisiyle, 2008 yýlý, tarih sayfalarýndaki yerini garantileyen geliþmelere sahne oluyor. Burjuva iktisatçýlar 2007 yýlý boyunca "iyimserler" ve "kötümserler" olarak küresel sistemin bir resesyona (ekonomik durgunluk) girip girmeyeceðini tartýþtýlar, oysa 2008 itibariyle bu krizin son yarým asýrda karþýlaþýlan en büyük kriz olduðu konusunda hemen hemen bir fikir birliðine varýlmýþ durumda. Birleþmiþ Milletler'in yayýmladýðý "Dünyada Ekonomik Durum ve 2008 Geliþmeleri" baþlýklý rapor, 2007'de yüzde 3.8 olarak gerçekleþen küresel ekonomik büyümenin, bu yýl yüzde 1.8'e gerileyeceðini ifade ederken aslýnda krizin derinleþmekte olduðunu ortaya koyuyor. Emperyalizmin bu önemli oyuncusunun itirafý krizin etkilerinin de derinleþmeye devam edeceði anlamýna gelmekte. Marksizm bize öðretmiþtir ki iktisadýn siyaset üzerinde belirleyiciliði vardýr. O yüzdendir ki ekonomik krize paralel olarak Türkiye ve dünyada sistemin siyasi krizi de giderek derinleþmektedir. Emekçi sýnýflar dünya ölçeðinde çarpýcý bir yoksullaþma ile karþý karþýyalar ve sýnýflar mücadelesi gittikçe elektrikleniyor. Ortada dünya emperyalist-kapitalist sisteminin efendilerinin uykusunu kaçýran bir tablo bulunmaktadýr. Krizde yüz milyarlarca dolar zarar ederlerken yoksulluða, açlýða, iþsizliðe sürükledikleri yüz milyonlarca emekçinin öfkesi onlarý ürkütmektedir. Bu arada egemenlerin kendi aralarýndaki ulus içi (örneðin Türkiye) ve uluslararasý siyasi anlaþmazlýklar had safhaya ulaþýyor. Hakim sýnýflarýn bu krizi karþýsýnda emekçi sýnýflar ve devrimciler gereken sonuçlarý çýkarmalý, bu sürecin tetikleyeceði politik ve ekonomik istikrarsýzlýklar sürecine donanýmlý girerek ortaya çýkacak fýrsatlardan devrimin çýkarlarý lehine mümkün mertebe yararlanabilmeyi bilmelidirler. Bunun için de kapitalist iktisadýn ve sýnýflar mücadelesinin nesnel süreçlerinin Marksist analizi yapýlmalý ve sýnýf uzlaþmazlýðý çerçevesinde daha büyük kavgalara hazýrlanýlmalýdýr. Sýnýf mücadelesi keskinleþtikçe iþçi hareketi içerisindeki reformist unsurlar sahnedeki yerlerini almaktadýr. Düzenden kopamayan her "emek" örgütü, sol parti ya da grup sonuçta sistemin hastabakýcýsýdýr, devrimci-ler ise hastanýn bir an evvel öbür dünyaya göçmesi için çalýþýrlar. Kapitalizmin içine girdiði son kriz, Nepal'den (Maocu NKP-M) Ýtalya'ya (Refondazione), Latin Amerika'dan (Chavez, Morales gibi reformist liderler) Almanya'ya (önümüzdeki süreçte iþçi mücadelelerini patronlara satmaya hazýrlanan Links Partei) sistemin hastabakýcýlarýnýn sahne almasýný beraberinde getirmiþtir. Ýnsanlýðýn kaderi, kapitalist emperyalist barbarlýktan kurtuluþun kaldýracý olacak devrimci öncünün varlýðýna baðlýdýr. Diðer taraftan devrimci kanadýn güçlenebilmesi için en baþta kapitalizmin krizi, devrimler, emperyalist çekiþme ve savaþlar arasýndaki diyalektik iliþki net olarak kavranmalýdýr. Unutulmamalýdýr ki tarihsel olasýlýklar, dünya kapitalist ekonomisinin eðilimi ile belirlenir. Bu olasýlýklara müdahil olmak içinse her þeyden evvel kapitalist dünya ekonomisinin eðilimlerini doðru analiz etmek gerekir.
Krizin Doðrudan Sonuçlarý 2007 ortalarýnda ABD konut kredisi sektöründe baþlayan sýkýntýlar bu yýl içerisinde malum krize dönüþmüþ durumda. Trilyonlarca dolarlýk konut kredisi sektörü, ABD finans sisteminde büyük tahribatlara neden olurken krizin etkisi hýzla diðer sektörlere sýçrýyor. Kapitalist kriz sadece sektörden sektöre deðil ülkelerden ülkelere de sýçrayarak yayýlmaya devam ediyor. Kapitalist iliþkiler en baþýndan itibaren iç içe geçen bir karþýlýklý baðýmlýlýk ve uluslararasý iþ bölümüne dayanýr, bu nedenle ekonomik geliþmeler asla belirli sektör ya da ulusal sýnýrlar çerçevesine hapsedilemez. Bu yüzden dünyanýn en büyük ekonomisi ABD'deki kriz kaçýnýlmaz þekilde tüm dünyada etkisini göstermeye baþladý. ABD'de yerleþik olan mortgage sistemi sigortacýlýktan bankacýlýða dev bir kredi köpüðü yarattý. Bu kredi köpüðü ABD ekonomisinin büyümeye devam etmesini saðlýyordu, ne var ki bu hayali bir büyüme idi. Sonunda balonlar sönmeye ve iþin aslý ortaya çýkmaya baþladý.
9
MARKSiST BAKIs
Uzun bir süredir ABD ekonomisinin motoru inþaat sektörü ve onun çevresinde geliþen emlak, finans ve sigorta piyasasýydý. Bu birleþimin katalizörü ise mortgage sektörü idi. Ýþte kriz bu piyasada açýða çýkan skandal ile tetiklendi. Ekonomik açýdan gücü yetmeyecek milyonlarca aile mortgage kredisi kullanmaya teþvik edildi. Öyle bir hava yaratýlmýþtý ki sanki ev fiyatlarý sonsuza dek yükselecekti. Bu havanýn yarattýðý yüksek taleple gerçekten de ev fiyatlarý uzun süre yükselmeye devam etti. Böylelikle sisteme geç dahil olan çoðu dar gelirli çok yüksek bedeller karþýlýðýnda ev sahibi oluyordu. Çoðu dar gelirli, fiyatý þiþen evleri satýn almaya düþük taksitle baþlasa da artan oranlý taksitler karþýsýnda sonunda iflas bayraðýný çekmeye baþladý. Sistem öyle bir noktaya geldi ki talebi yüksekte tutmak adýna ödeme güçlüðü çekmesi çok muhtemel kiþileri sistem içine çekmek için olmadýk birçok kampanya yapýldý. Üstelik mortgage sektörü, ev sahiplerine evlerinin deðeri kadar kredi kullanma imkaný veriyordu. Böylelikle ev taksitleri yüzünden giderek sýkýntýya giren aileler, kredi kullandýkça daha da borçlandýlar ve sonunda içlerinden yüz binlercesi evlerinin deðerinin üzerinde bir kredi bataðýna sahip olarak, negatife düþmüþ oldular. Yalnýz, bu noktaya gelene kadar sürekli þiþen emlak fiyatlarý, hane halkýnda sanal bir zenginleþme hissi yaratarak harcamalarý tetiklemiþ, bu da piyasada kapitalistlerin mallarýna olan talepte daralma yerine geniþleme yaþanmasýna neden olmuþtu. ABD halký söz konusu sanal refah etkisi ile büyük harcamalar yaparak dünya ekonomisinin büyümesine (baþta Çin ekonomisi olmak üzere) çok büyük bir role sahip oluyordu, ama bu sanal refahýn sonu yaklaþmakta idi. Mortgage piyasasýndaki varlýklar emlak piyasasýndaki diðer finansal varlýklarla beraber deðerli kâðýt cinsinden tüm dünyada satýlýyor ve sayýsýz kez el deðiþtiriyordu. Böylelikle tüm dünyada aslýnda var olmayan sanal deðerler el deðiþtirmiþ oluyordu, üstelik bu sanal deðerin "ABD'de artýk bir bankacýlýk fiyatý her el deðiþiminde þiþtikçe þiþiyordu. Böylelikle dev bir "köpük" ortaya çýkmýþ krizi ve mali kriz olduðunoldu. Gerçekteyse mortgage sahipleri kredileri ödeyememeye ve oturduklarý evlerinden dan eminiz. Bu iþ burada tahliye edilmeye baþlamýþlardý bile. Kredi kuruluþlarý batýklar nedeniyle iflasýn eþiðine bitmez. Kolay kolay geldiler ya da iflas ettiler. Böylelikle skandal ortaya çýktý ve süreç iþlemeye baþladý. toparlayamazlar. Bazý Ev fiyatlarýnda hýzlý gerilemeler yaþandý. Ýnþaat sektöründe yaþanan þokla beraber tam baþlar kesilecektir. Bu 300 bin inþaat iþçisi iþini kaybetti. Burjuva iktisatçýlarýn önde gelenlerinden Nouriel baþlardan bir kýsmý banka Roubini konut fiyatlarýnýn %20-30 arasýnda gerileyeceðini söylüyor ki bu da 4 ila 6 ve mali kuruluþlar hissedartrilyon dolarlýk bir temizlik anlamýna gelecek. Finans sektörü, mortgage batýklarý larýnýn, bir kýsmý banka yüzünden hýzla iflasýn eþiðine gelirken, finans devlerinden birçoðu batma noktasýna yöneticilerinin, diðer bir geldi. Öncelikle dünyanýn en büyük yatýrým bankalarýndan biri olan Bear Stearns filli kýsmý da bankalara tasarolarak iflas etti ve batmamasý için ölü fiyatýna JP Morgan Chase'e satýldý. Batan banka ruflarýný yatýran kiþilerin haberlerine son olarak Fannie Mae ve Freddie Mac eklendiler. Bu iki dev kuruluþ mort- olacaktýr." (Ertuð Yaþar, gage piyasasýnýn bel kemiðini oluþturuyorlardý ve sistemin yarýsýný kontrol ediyorlardý, Kriz Fýrtýnasý Geliyor, Hazýr zararýn 2 trilyon dolar olduðu belirtiliyor. Bu iki kurumun tamamen devletleþtirilmesi Olun, Referans Gazetesi, 18 gündemde. Serbest piyasanýn peygamberi olan ABD 1929 buhranýnda olduðu gibi Temmuz 2008) devlet müdahalesiyle durumu kurtarmaya çalýþýyor. "ABD'de artýk bir bankacýlýk krizi ve mali kriz olduðundan eminiz. Bu iþ burada bitmez. Kolay kolay toparlayamazlar. Bazý baþlar kesilecektir. Bu baþlardan bir kýsmý banka ve mali kuruluþlar hissedarlarýnýn, bir kýsmý banka yöneticilerinin, diðer bir kýsmý da bankalara tasarruflarýný yatýran kiþilerin olacaktýr." (Ertuð Yaþar, Kriz Fýrtýnasý Geliyor, Hazýr Olun, Referans Gazetesi, 18 Temmuz 2008) Kriz bu duraktan sonra þimdilerde tüketici kredilerine sýçrýyor. Bu da ekonomik daralmanýn geniþlemesine ve uzun süreli olmasýna yol açacak. Kapitalizm, uluslararasý iþ bölümüne dayanan iç içe geçmiþ bir meta döngüsü düzenidir, bu yüzdendir ki uluslar iktisaden karþýlýklý baðýmlýlýk iliþkileri içinde bulunurlar. Bu eþitsiz sürecin sosyal ve siyasal yansýmalarý olacaktýr. Ýþte, ABD'de baþlayan son kriz etkisini dünya çapýnda göstermekte gecikmedi, hem iktisadi, hem politik hem de sýnýf mücadelesi baðlamýnda. ABD'den sonra ilk durak Ýngiltere oldu. Ýngiltere'de mortgage kredilerini yakýn zamanda alan ve evlerinin ederinin yüzde 100'ü kadar kredi kullanan on binlerce kiþi, ev fiyatlarýnýn düþmesiyle birlikte eksi varlýða düþtü, yani borçlarý, evlerinin deðerini geçti. Northern Rock adlý Ýngiliz bankasý krizin etkisiyle battý; bu, 1860'lardan sonra batan ilk Ýngiliz bankasýydý. Ýngiltere'de enflasyon hýzla týrmanýrken emekçiler da ayný hýzla yoksullaþýyorlar. Dünyanýn hala en büyük ekonomisi olan ABD ekonomisindeki krizinin tüm dünyayý etkilemesinin kaçýnýlmaz olduðu bilinmelidir. Dünyanýn en hýzlý büyüyen ekonomisi olan Çin ekonomisi de bu süreçten nasibini alacaktýr, çünkü Çin'in büyüme motoru ucuz iþ gücü avantajý sayesinde elde ettiði ihracatýdýr. Bu ihracatýn en birinci alýcýsý da ABD'dir. ABD'deki týkanma ve ithalatýndaki azalma Çin'i de yavaþlatmakta gecikmeyecektir. Dolayýsýyla dünya ekonomisinin krizine Çin'in çare olmasý mümkün deðildir. Bu durum daha küçük Asya ekonomileri için de fazlasýyla geçerlidir. Geç kapitalizmin krize yol açan bu dinamiðinin arkasýnda þöyle bir dinamik bulunmaktadýr: Kapitalist sistemin döngüsü kar etrafýnda gerçekleþir. Kar için kapitalistler arasýnda (serbest piyasanýn ötesine geçen tekelleþmenin yaný sýra mafya iliþkilerinin de kullanýldýðý) sýnýrsýz bir rekabet yaþanýr. Kapitalist sisteme has plansýzlýk ve açgözlülük piyasa anarþisi anlamýna gelir. Piyasa anarþisinin doðrudan sonucu aþýrý üre-
10
MARKSiST BAKIs tim, yani kapasite fazlasýdýr. Aþýrý üretim eritilmelidir, aksi takdirde mallar elde kalýr, bu da para akýþýnýn durmasý ve patron için iflas yollarýnýn açýlmasý anlamýna gelir. Üretim fazlasý sorununun yapýsal olarak çözümü, sadece yeni kýtalarýn üretim alaný haline gelmesi ve pazara açýlýp yaygýn meta döngüsünün içine girmesi ile mümkündür. Doðu Bloku'nun çözülüp pazara entegre olmasý, Çin'in serbest piyasaya geçmesi ve Hindistan'ýn pazara girmesi 1990'lardaki kapitalist geliþmenin esas dayanaðý olmuþtu. Ne var ki bu süreçlerin bir doyum noktasý bulunmaktadýr ve bunlara tarih boyunca fazla sýk rastlanmaz. Dolayýsýyla mevcut pazar içerisinde piyasanýn üretim fazlasýný eritmesi için kapitalistlere tüketimi kýþkýrtmaya çalýþmaktan baþka çare kalmaz. Bunun yolu da kredi araçlarý vb.'ni devreye sokmaktan geçer. Bu ise krizi daha derinleþtirmek üzere ötelemekten baþka bir anlam ifade etmez. Kaçýnýlmaz kriz kapýya dayandýðýnda patronlar adýna her þey daha zor olacaktýr. Kapitalist sistemdeki son krizin arkasýndaki yapýsal süreçlerden biri de üretici olan ve olmayan sektörler arasýndaki dengenin deðiþmiþ olmasýdýr. Kapitalist sistemde karýn kaynaðý imalat, madencilik, ulaþtýrma ve haberleþme gibi üretici sektörlerdir. Bu sektörler finansman için bankacýlýða ve finans kuruluþlarýna ihtiyaç duyarlar. Bundan baþka aracýlar, reklam sektörü, hukuki iþler, komisyoncular, bayilikler vb. sistemin çarklarýnýn dönmesini saðlarlar. Ama bunlar üretici sektörler deðillerdir. Deðer-kar döngüsünü yaratan üretici sektörlerdir. Üretici olmayan sektörler ile saðlýk, eðitim, yargý, polis ve ordu gibi hükümet iþleri, üretici sektörlerin yarattýðý deðer-kar döngüsünden beslenirler. Ýþte son çeyrek asýrdýr geliþmiþ Batý ülkelerinde üretici olmayan sermayenin üretici sektörler aleyhine büyüme eðilimi yaþanýyor. Bunun sonucu olarak bu ülkelerde ekonominin büyümesi çok sýnýrlý düzeyde kalýyor (en iyi durumda %3'ü geçemeyen bir oran). Öte yandan üretici sektörler üretim maliyetlerinin düþüklüðü sayesinde giderek Asya'ya kayarken bu ülkeler Çin örneðinde olduðu gibi çeyrek asýr zarfýnda hýzlý büyüme kaydedebildiler. Daha büyük miktarlarda sermaye, üretici olmayan sektörlere yatýrýldýkça sorun giderek büyümekte ve özellikle üretici sektörün kar oranlarýndaki düþme eðilimine paralel olarak kriz derinleþmektedir. Üretici olmayan sektörlerdeki meblaðlar þiþtikçe dünya ekonomisi giderek daha fazla biçimde sanallaþýyor ve kriz kaçýnýlmaz hale geliyor.
Artan Enerji ve Emtia Fiyatlarý Krizin bir baþka göstergesi de enerji ve emtia fiyatlarýndaki büyük artýþ. The Goldman Sachs meta fiyat endeksi 2007 baþlarýndan itibaren ikiye katlanmýþ durumda. Ýtibari(nominal) petrol fiyatý bu süre içerisinde % 150 yükselmiþ. Petrolün varili 140 dolarý bulmuþken artýk 200-250 dolarlar
kimse için uçuk rakamlar deðil. Elektrik, doðalgaz gibi enerji unsurlarý kapitalist ekonominin can damarýyken enerji fiyatlarýndaki artýþlarýn ekonomik daralmayý daha da yoðunlaþtýrmasý kaçýnýlmaz. Ayrýca enflasyonun daha da týrmanmasý ve halkýn daha da yoksullaþmasý süreci artan enerji ve emtia fiyatlarýyla hýzlanýyor. Bild gazetesi bu durumu þöyle özetliyor: "Enerji piyasasýndaki fiyat patlamasý, milyonlarca insaný þoka uðrattý. Ayrýca bu insanlarýn çoðu korku içinde: Bunun üstesinden nasýl gelebiliriz, diye. Zira yükselen fiyatlar, enflasyonu da týrmandýrýyor. Endiþe içindeki Federal Merkez Bankasý, bu yýl için yüzde 3'lük artýþ bekliyordu. Ancak bu kadarý, 15 yýldan beri hiç yaþanmamýþtý. Bunun anlamý ise þimdi; maaþlar enflasyon tarafýndan yok edilecek, insanlarýn cüzdanlarý tekrar dolmayacak..." Petrol vb. emtia fiyatlarýndaki artýþlar spekülasyondan ziyade yapýsal sorunlardan kaynaklanmaktadýr. Irak'ýn iþgalinden önce petrolün fiyatý 20 dolarý bulmazken kimse artýk eski fiyatlara dönüleceðini hayal dahi edemiyor. Çünkü petrole arzý düzenli olarak telep edilenden daha az kalýyor. Bu da fiyatlar üzerinde baský yapýyor. Emperyalistler arasýnda bu kýt enerji kaynaklarýnýn paylaþýmý konusunda önümüzdeki süreçte çatýþmalarýn çýkmasý kaçýnýlmaz gözüküyor. Enerji ve emtia fiyatlarýndaki artýþlar bu mallarý ithal eden Türkiye gibi ülke ekonomilerinin cari açýðýný kapanmaz duruma getirerek bu ülke ekonomilerini çöküþ durumuna getirmektedir. Bu ülkelerdeki egemen sýnýf bu açýðý yabancý yatýrýmla esasen de yüksek faizle borçlanarak kapamaya çalýþýrlar. (Bu faizler emekçilerin cebinden ödenmektedir.) Sýcak para diye anýlan bu paranýn baþka bir yere yönelmesiyle bu ulusal ekonomilerin çökmesi kaçýnýlmaz olacaktýr.
Gýda Krizi Krizin emekçi sýnýflarý doðrudan etkilediði alanlarýn baþýnda gýda fiyatlarýndaki büyük artýþ geliyor. Yoksulluðun ve açlýðýn sorumlusu olan emperyalist sistemin araçlarýndan biri olan Dünya Bankasý'nýn baþkaný Zoellick hiç utanmadan "müdahale edilmezse 100 milyon yeni yoksulun ortaya çýkacaðýný" söylüyor, biz ekleyelim halen yavaþ yavaþ eriyerek ölüme yaklaþan açlar ordusuna yüz milyonlarca aç daha katýlacak. Geçen yýl dünya fiyatlarý buðdayda yüzde 130, soyada yüzde 83, pirinçte yüzde 74, mýsýrda yüzde 31 arttý. Gýda fiyatlarý üç yýlda yüzde 83 yükseldi. Bütün bu fiyat artýþlarýna karþýn yoksulluðun
Yoksulluðun ve açlýðýn sorumlusu olan emperyalist sistemin araçlarýndan biri olan Dünya Bankasý'nýn baþkaný Zoellick hiç utanmadan "müdahale edilmezse 100 milyon yeni yoksulun ortaya çýkacaðýný" söylüyor, biz ekleyelim halen yavaþ yavaþ eriyerek ölüme yaklaþan açlar ordusuna yüz milyonlarca aç daha katýlacak.
11
MARKSiST BAKIs Ayaklanma, genel grev, grev, kitle gösterileri ve çatýþmalarý emekçi sýnýflarýn kapitalist krize cevabý olarak algýlamak mümkün. Mýsýr, Ürdün ve Yemen'den Arap iþçiler; Afrika'dan Tunus, Kamerun, Mozambik, Burkino Faso, Moritanya, Fildiþi Sahilleri, Senegal ve Etiyopya; Asya'da Bangladeþ, Pakistan, Özbekistan, Endenozya ve Filipinler'de; Latin Amerika'da Haiti ve Bolivya'da emekçiler gýda fiyatlarý ve yoksullaþmayý protesto için eylemliliðe geçtiler. Gösteriler de 100'e yakýn kiþi ölürken, Haiti'de baþbakan istifa etmek zorunda kaldý. Mýsýr'daki grev ve eylemler sadece Mýsýr egemen sýnýfýný deðil tüm dünya kapitalistlerini korkutur cinstendi. Tunus'taki eylem ve grevlerin kanla bastýrýlmasýný da Arap iþçi sýnýfýnýn uyanýþýnýn iþaretleri olarak ele alabiliriz. Burada dikkat çekilmesi gereken ilk durum 1970'lerden sonra ilk defa emekçiler eþzamanlý eylemliklere imza atarak alanlarý kapladýlar ve kanlarýný akýttýlar.
12
yaygýnlýðýný Birleþmiþ Milletler itiraf ediyor. BM rakamlarý, her gün 850 milyon insanýn yataða aç girdiðini, 1 milyar insanýn günlük kazancýnýn bir dolarýn, 2 milyar insanýn günlük kazancýnýn ise 2 dolarýn altýnda olduðunu açýklýyor. Türkiye'de halkýn temel gýdalarýna iliþkin bazý veriler þöyle: Pirinç fiyatý %100 artmýþken, Tayyip Erdoðan'ýn pirinç bulamýyorsanýz bulgur yiyin diyerek halka tavsiye ettiði bulgurun fiyatlarý 8,5-9 ykrþ'tan 2 YTL'ye çoktan geçmiþ durumda. Fasulye, barbunya, mercimek gibi bakliyat ürünleri 2007 Eylülü'nden bu yana %100-150 oranlarýnda zamlandý. Ayný þekilde 5 kiloluk ayçiçeði yaðý 2007 Kasým ayýnda 9 YTL'den satýlýyorken çoktandýr 20 YTL'den satýlmaktadýr. Durum geliþmiþ Batý ülkelerinde de ayný. Bunlardan Ýngiltere'ye iliþkin olanýný Guardian gazetesinden aktaralým: "Ülkedeki gýda fiyatlarýndaki artýþýn son 18 yýlýn zirvesinde". Ülkede geçen bir yýl içinde yumurtanýn yüzde 16.6, etin yüzde 8.8, ekmeðin yüzde 9.1, sývý yaðlarýn ise yüzde 20.1 oranýnda zamlandýðýný duyuran gazete, her geçen gün daha çok sayýdaki Ýngiliz tüketicinin, daha düþük kaliteli mallar satan ucuz marketlere yöneldiklerini bildirdi. Bu durum, aslýnda, bir tarihsel eðilimin ifadesi: Refah toplumu olarak adlandýrýlan ülkelerdeki emekçilerin yaþam standardý gün geçtikçe bozulmaktadýr. Bu coðrafyalardaki sýnýflar arasýndaki makasýn gittikçe açýlmasý sýnýf çatýþmalarýnýn þiddetlenmesini ve yakýcýlaþmasýný beraberinde getirecektir.
Ayaklanmalar, Sýnýf Mücadelesi Keskinleþiyor Kapitalist krizle birlikte emekçi kitlelerin sabýrlarý da taþmýþ durumda. Gýda fiyatlarýndaki artýþ ve hayat pahalýlýðý karþýsýnda kitlelerdeki öfke giderek büyüyor. Mýsýr ve Haiti'de en olgun formlarýna bürünen ayaklanmalar kapitalist sýnýflarda tedirginlik yaratýyor. Time dergisi, "Yavaþ yavaþ hissedilmeye baþlanan gýda maddelerindeki fiyat artýþlarýnýn, dünya barýþýný tehdit eden konular listesine dahil edilmesi gerekir" diye yazarken. Birleþmiþ Milletler Ýnsani Yardým Koordinatörü John Holmes, "Gýda krizinin güvenliðe etkileri azýmsanmamalý, dünya çapýnda bir gýda isyanlarý dalgasý ile karþý karþýya kalabiliriz" diyerek kendileri açýsýndan durumun vahimliðini ifade ediyor. Ayaklanma, genel grev, grev, kitle gösterileri ve çatýþmalarý emekçi sýnýflarýn kapitalist krize cevabý olarak algýlamak mümkün. Mýsýr, Ürdün ve Yemen'den Arap iþçiler; Afrika'dan Tunus, Kamerun, Mozambik, Burkino Faso, Moritanya, Fildiþi Sahilleri, Senegal ve Etiyopya; Asya'da Bangladeþ, Pakistan, Özbekistan, Endenozya ve Filipinler'de; Latin Amerika'da Haiti ve Bolivya'da emekçiler gýda fiyatlarý ve yoksullaþmayý protesto için eylemliliðe geçtiler. Gösteriler de 100'e yakýn kiþi ölürken, Haiti'de baþbakan istifa etmek zorunda kaldý. Mýsýr'daki grev ve eylemler sadece Mýsýr egemen sýnýfýný deðil tüm dünya kapitalistlerini korkutur cinstendi. Tunus'taki eylem ve grevlerin kanla bastýrýlmasýný da Arap iþçi sýnýfýnýn uyanýþýnýn iþaretleri olarak ele alabiliriz. Burada dikkat çekilmesi gereken ilk durum 1970'lerden sonra ilk defa emekçiler eþzamanlý eylemliklere imza atarak alanlarý kapladýlar ve kanlarýný akýttýlar. Derken petrol fiyatlarýndaki artýþlar kitlelerin sokaklarý doldurmasýna ve grevlere vesile oldu. Petrol fiyatlarýndaki artýþýn doðrudan karþýlýðý pahalýlýktaki büyüme ve yoksulluktaki büyüme olduðu için protestolarýn yükselmesi kaçýnýlmaz oluyor. Balýkçýlar ve nakliyecilerin Ýspanya ve Portekiz'de düzenledikleri grev ve gösterilerde 2 kiþinin ölmesi Avrupa'nýn uzunca bir süredir yaþamadýðý bir olaydý ve sýnýf çatýþmasýnýn sertleþtiðinin bir kanýtý oldu. Avrupa'da Fransa, Belçika ve Ýngiltere'de taþýmacýlar yollarý trafiðe kapattýlar. Malezya, Filipinler, Nepal, Yemen, Mýsýr, Güney Kore ve daha birçok ülkede petrol fiyatlarýndaki artýþlar protesto edildi. Üstelik enerji kullanýmýnýn belirleyici olduðu tarým, balýkçýlýk gibi sektörlerdeki küçük burjuva kesimler iflasla karþý karþýyalar bu da küçük burjuvazinin kriz karþýsýnda yok olmakla karþý karþýya olduðunu gösteriyor. Bu da akýllara 2001 krizinde Türkiye'de yaþanan radikal esnaf eylemlerini akýllara getiriyor.
Emperyalist Çeliþkiler ABD'den kaynaklanan bu kriz, ABD'nin dünyanýn tek süper gücü olma iddiasýndan tamamen uzaklaþmasýnýn hem sonucu hem de bu süreci hýzlandýran bir faktör durumunda. Son 25 yýldýr yýllýk ortalama %10 büyüyen Çin ekonomisi, Çin'i bir süper güç haline getirdi. Satýn alma paritesine göre Çin dünyanýn ikinci büyük gücü durumuna gelmiþ durumda. ABD'nin 14.1 trilyon dolar ile birinci olduðu listede, Çin 7.7 ile ikinci, Japonya 4.4 ile üçüncü durumda. Çin 2008 yýlýnda dünyanýn en büyük ihracatçýsý durumunda. Ekonomik gücün genel olarak Asya'ya kayma eðiliminde olduðu gözleniyor. Çin pazarýnda yaklaþýk 650 bin yabancý iþletme ve 1 trilyon dolarlýk bir yabancý sermaye bulunmakta. Goldman Sachs'a göre Çin ekonomisi büyüklük açýsýndan 30 yýl sonra ABD ekonomisini yakalayacak. Hindistan da üçüncülüðe yerleþecek. Bu iktisadi eðilimin elbette siyasal yansýmalarý olmaktadýr. Çin'in durumunu 20.yy'ýn baþýndaki ABD'ye benzetebiliriz. ABD'yi de 20.yy'ýn baþýndaki Britanya Krallýðý'na. Dünyadaki her beþ kiþiden birinin yaþadýðý Çin, nüfusu, yüzölçümü, ekonomik canlýlýðý ve devlet geleneði ve imparatorluk geçmiþiyle ABD'nin en büyük rakibi durumundadýr. Daha þimdiden dünya emperyalist siyasetinin en
MARKSiST BAKIs önemli aktörlerinden biri durumunda olan Çin, ABD ve müttefikleriyle yarý örtük bir çatýþma içerisindedir. Çin; Ýran, Sudan ve Kuzey Kore'ye ABD merkezli müdahalenin en büyük caydýrýcýsý konumundadýr. Myanmar'daki askeri cunta Batý destekli müdahalelere Çin sayesinde direnebilmiþtir. Yine, Sudan'ýn Darfur bölgesinde Müslüman olmayan yerli halka karþý acýmasýz bir yok etme kampanyasý düzenleyen Sudan rejiminin en büyük destekçisi o ülkede milyarlarca dolar yatýrýmý olan Çin'dir. ABD de buna karþýn Tibet'i mümkün mertebe kaþýyýp çatýþmayý Çin'in içine taþýyarak Çin'e gözdaðý vermiþtir. Birinci Dünya Savaþýndan sonra baþlayan ve 1945'te sonlanabilen sürekli savaþ sürecini Almanya, Japonya ve ABD'nin uluslararasý dengeleri sarsan hýzlý kalkýnmasý tetiklemiþti. Þimdi de Rusya ve Çin hýzlý kalkýnarak dengeleri sarsýyor (Hindistan da sayýlabilir). Çin hýzla büyüyen ekonomisi için acil olarak enerjiye gereksinim duymaktadýr. ABD de Çin'in enerji sevkiyatýný kendisine baðlayarak Çin'in geliþimini frenlemek ve kendisine baðýmlý kýlmak istemektedir. Irak'ýn ve Afganistan'ýn iþgalini bu çerçevede algýlamak gereklidir. Yükselen bir diðer emperyalist güç de Rusya'dýr. Enerji zengini olan Rusya, hýzla artan petrol ve doðalgaz fiyatlarýndan en çok faydalanan emperyalist odak durumundadýr. Bu sayede hem büyük ekonomik kazanç elde ederken hem de enerjiyi bir dýþ politika aracý olarak çok etkili bir þekilde kullanmaktadýr. Kafkasya, Doðu Avrupa, Orta Asya ve yer yer Ortadoðu'da ABD ile kýran kýrana bir çatýþma içindedir. Lübnan Savaþý'nda Hizbullah'ýn kullandýðý silahlarýn Rus menþeli olmasý boþuna deðildir. Rus egemen sýnýfýnýn dünyanýn süper gücü olma hayaliyle SSCB dönemine özlem duyduðu kimse için sýr deðildir. Kýzýl Meydan'da SSCB'nin yýkýlýþýndan sonra ilk kez nükleer baþlýklý füzeler, son teknoloji uçaklar vb. ile geçit törenin yapýlmasý anlamlýdýr. Dünya hýzlý bir silahlanma yarýþý içerisindedir. ABD yýllýk 550 milyar dolarlýk bir ordu beslemektedir. Rusya enerjiden elde ettiði paranýn önemli bir kýsmýný silaha yatýrmaktadýr. Çin ve Hindistan hýzla silahlanmaktadýr. Dünyada halen 250 tane nükleer reaktörün yapýmýna halen devam edilmektedir. Çin sadece 2007 yýlýnda ordudaki modernizasyon için 139 milyar dolar harcamýþtýr. Enerji rezervlerindeki kýtlýk ve fiyatlardaki artýþ çatýþma potansiyellerini daha da körüklemektedir. Hindistan ve Çin'in enerji talebinin hýzlý bir þekilde artmaya devam edeceði göz önüne alýnýrsa emperyalist çekiþmenin savaþlara gebe olduðunu görürüz. Küresel ýsýnmaya ve artan tüketime baðlý olarak su kaynaklarý üzerindeki emperyalist çekiþmenin de þiddetleneceðini düþünebiliriz.
AB'nin emperyalist denklemlere doðrudan katýlýmý için Türkiye'yi içine almak isteyeceðini kesindir. Ne var ki böyle büyük bir hamleyi finanse edecek ekonomik geliþkinlik AB'de bulunmamaktadýr. Bu nedenlerden ötürü AB'nin baðýmsýz bir rolden ziyade ABD öncülüðünde hareket etmek zorundadýr. Öte yandan ABD'nin içine sürüklendiði kriz AB ülkelerini vurmakta gecikmeyecektir. Bu durumda özellikle doðu Avrupa ekonomilerinde ciddi kýrýlmalarýn yaþanmasý kaçýnýlmazdýr. Çatýþma alanlarýndan birisi de Latin Amerika'dýr. Arka bahçesinde solun yükselmesinden ve ulusalcý- reformist iktidarlarýn yönetime gelmesinden ve özellikle Chavez bir miktar da Morales'in ABD'nin alternatifi emperyalist projelere imza Dünya Savaþýndan atmasýndan büyük Birinci h u z u r s u z l u k sonra baþlayan ve 1945'te sonduyan ABD, lanabilen sürekli savaþ süreciK o l o m b i y a ' y ý ni Almanya, Japonya ve kullanarak bir ABD'nin uluslararasý dengeleri gerilim siyaseti sarsan hýzlý kalkýnmasý tetikizlemekte ve lemiþti. Þimdi de Rusya ve Çin savaþ projesini hýzlý kalkýnarak dengeleri yedekte tutmaksarsýyor (Hindistan da sayýlatadýr. Nitekim, bilir). Çin hýzla büyüyen bunu gören Chavez (kendi dar ekonomisi için acil olarak ulusal bakýþýna enerjiye gereksinim duymakuygun olarak) tadýr. ABD de Çin'in enerji K o l o m b i y a ' d a sevkiyatýný kendisine baðlamücadele eden yarak Çin'in geliþimini frenlesolcu gerilla mek ve kendisine baðýmlý kýlgrubu FARC'a mak istemektedir. Irak'ýn ve silah býrakma Afganistan'ýn iþgalini bu çaðrýsý yapmýþtýr. çerçevede algýlamak gerekAfrika'da kapita- lidir. list emperyalist sistemin yarattýðý vahþet Raunda, Kongo, Angola ve Darfur'un ardýndan Güney Afrika'da o iðrenç yüzünü göstermiþtir.
Kapitalist Kriz, Emperyalist Savaþ, Devrim Diyalektiði Ýktisadi krizler, kapitalist akýl dýþýlýðýn sonuçlarýnýn uçlaþmýþ halde ortaya çýkmasýdýr. Bu akýl dýþýlýk karaya vurduðunda pandoranýn kutusu açýlmýþ olur. Kapitalist sistemde her zaman var olan açlýk, krizle birlikte kemikli ellerini geniþ yýðýnlarýn gýrtlaklarýna götürür. Kapitalist sistem vahþetin, insanýn insana zulmünün ta kendisidir, ama krizle bu, emperyalist katliamlara dönüþür. Kapitalist sistem sömürü üzerine kuruludur ama kriz dönemlerinde sömürü düzeni emekçi sýnýflar için her zamankinden çok daha aðýr ve katlanýlmazdýr. Ýçinden geçmekte olduðumuz kriz konjonktürel bir kriz deðil, sistemin sallanmasýna yol açan derin yapýsal bir aþýrý üretim bunalýmýnýn ifadesidir. Dolayýsýyla kriz koþullarý ve sonuçlarý et-
13
MARKSiST BAKIs
kisini uzun bir süre sürdürecektir. Önümüzdeki süreç ve yýllar büyük sarsýntýlar dönemidir Ekonomik çöküþün derinliðini ve süresini belirlemek güçtür. Fakat her ihtimalde bu çöküþ 1974'ten ve belki de Ýkinci Dünya Savaþýndan bu yana yaþananlarýn en ciddisi olacaktýr. Bunun 1929'u takiben yaþanan depresyona dönüþme olasýlýðý göz ardý edilemez. Madolyonun diðer yüzünde ise kapitalist krizlerle ele ele giden emperyalist savaþlar bulunuyor. Bu anlamda Ýran'ýn ABD ve Ýsrail tarafýndan vurulmasý söz konusudur. Ýran'ýn Irak olmadýðý düþünülse de savaþýn esas belirleyeni Ýran'ýn savaþ kapasitesi deðil kapitalist krizin derinliði olacaktýr. Kapitalist ekonominin temel girdisi olan enerjinin elde edilme biçimi olan petrol türevlerindeki kýtlýk enerji savaþlarýný zorlamaktadýr. Biraz da Türkiye'ye yakýndan bakalým: Türkiye ekonomisi 2003-2007 arasýnda sanal bir büyüme dönemi geçirmiþtir. Bu süreç de dünyada olduðu gibi týkanmaktadýr. Ekonominin verdiði açýklar yüksek faizle elde edilen borç paralarla çevrilmektedir. Bu yükü çevirmek için dünyadaki en yüksek faizi Türkiye vermektedir. Bu bedel tabi ki emekçi sýnýflarýn cebinden çýkmaktadýr. Burjuva medyanýn sýcak para dediði rantçý yerli ve yabancý kapitalistlere Türkiye emekçi sýnýflarýnýn alýnterinin hortumlatýlmasýna dayanan bu döngü dünyadaki krizle birlikte sarsýlmaktadýr. Dünya ekonomisindeki krizin aþama kaydettiði þu sýralar Türkiye'ye gelen sýcak parada düþüþ gözlemlenmektedir. Yüksek faiz - düþük kur denklemi yavaþ yavaþ göçmektedir. Bu durumda halen devam etmekte olan kriz süreci fýrtýnaya dönecektir ve emekçi sýnýflarýn içinde bulunduðu dar boðaz tam bir yýkýma dönüþecektir. Her kriz otomatik olarak sýnýf mücadelesinin keskinleþmesini beraberinde getirmeyecektir. 2001 krizi örneðinde olduðu gibi iþçi sýnýfý atomize olup tümden etkisizleþebilir. Ama her þeyin bir sýnýrý vardýr. Yaþam standartlarýndaki hýzlý düþüþ ve uzun süreli yoksulluklar toplumsal dokuyu sarstýðýnda kitleler er veya geç radikalleþeceklerdir. 2001 krizinde küçük burjuvazinin mahvoluþu karþýsýnda ortaya koyduðu keskin eylemler bunun bir 2001 krizinden farklý olarak Türkiye'de yöneti- göstergesidir. ci sýnýf içerisinde kökü çok derinlerde olan Öte yandan 2001 krizinden farklý olarak Türkiye'de yönetici sýnýf amansýz bir kavga yürütülmektedir. Egemen içerisinde kökü çok derinlerde olan amansýz bir kavga sýnýfýn bölünmüþ olmasý sýnýf hareketinin yürütülmektedir. Egemen sýnýflarýn kavgalý taraflarýnýn savaþtan geliþimi adýna bir fýrsattýr. Her þeyden önce galip çýkmalarý için halkýn desteðini kazanmalarý belirleyici kendi arasýndaki kavgalarý kýzýþtýkça kýzýþan olduðu için halký kendi projelerine inandýrmaya çalýþýyorlar. hâkim sýnýflarýn eþgüdümü ve bütünlüðü Bunun neticesinde iþçi sýnýfý politikleþiyor. Troçki Rus bozulmaktadýr. Bu durumda emekçi sýnýflar Devriminin Tarihi adlý eserinde, bir devrimin ilk göstergesinin lehine avantajlý bir durumdur. Ama bu potan- kitlelerin politik yaþama katýlmasý olduðunu açýklýyordu. Bu artýk siyelin gerçeðe dönüþebilmesi egemen sýnýf ABD'de ve bütün diðer ülkelerde yaþanmaktadýr. Þimdilik siyasetinden baðýmsýzlaþmýþ devrimcilerin sosyalistlerden uzaktalar ama bireyler politik kiþiler haline emekçi sýnýflar içerisinde güç kazanmasý ile geldiler. Yaþamýn radikalleþtiði ölçüde fikirleri de radikalleþtiremümkündür. ceðini unutmamak gerekiyor. Egemen sýnýfýn bölünmüþ olmasý sýnýf hareketinin geliþimi adýna bir fýrsattýr. Her þeyden önce kendi arasýndaki kavgalarý kýzýþtýkça kýzýþan hâkim sýnýflarýn eþgüdümü ve bütünlüðü bozulmaktadýr. Bu durumda emekçi sýnýflar lehine avantajlý bir durumdur. Ama bu potansiyelin gerçeðe dönüþebilmesi egemen sýnýf siyasetinden baðým-sýzlaþmýþ devrimcilerin emekçi sýnýflar içerisinde güç kazanmasý ile mümkündür.
14
MARKSiST BAKIs
Nepal Gerçeði ve Türkiye Solunun Ýflasý
Nepal küçük olsa da Nepal'de yaþananlar dünya tarihinde büyük izler býrakacak potansiyeli barýndýrmaktadýr. ABD ve diðer tüm burjuva güçler de bunu engellemek için halen Nepal'de yoðun mesai yapýyorlar. Tarihin sonu geldi, komünizm öldü çýðýrtkanlýklarý yapanlara karþý Nepal'deki proleter devrim, 21. yüzyýlýn Ekim devrimi, ibrelerin tekrar proletarya, ezilenler ve sosyalist mücadele yönünde dönmesini saðlayacaktýr. Ne yazýk ki Nepal'de devrimin Menþevikleri sahne alýrken Bolþevik aktörler ortada yoktur, meselenin özü de burada yatmaktadýr.
Eylemlerde Türkiyeli Maoistlerin kortejlerinden yükselen Nepal'de iktidara yürüyoruz sloganlarýna eklenen "Nepal'de seçimler… Maoist partinin büyük baþarýsý!" (http://www.kizilbayrak.net/rss/arsiv/2008/04/13/artikel/169/nepalde-maoist-1.html), "Dünyanýn çatýsýnda emekçi rüzgarý" (http://www.alinteri.org/?p=7549), "Halk için bir zafer!" (http://www.atilim.org/haberler/2008/06/10/Halk_icin_bir_zafer.html) þeklindeki zafer kutlamalarý karþýsýnda Nepal'de yaþanan gerçekleri bir kez daha masaya yatýrmak gerekiyor. Küçük burjuvaya has iktidar korkusunu, burjuva parlamenterizmine duyulan saygýyý, dar ulusal bakýþ açýlarýný, Stalinci aþamalar teorisini ve bütün bunlarýn ifade ettiði Menþevizmi Nepal üzerinden aklayan Türkiye solunun büyük kýsmýna cevap vererek devrimci Marksizmin ilkelerini ortaya koymak üzerinden atlanýlamayacak bir görevdir. Ýncelemememize baþlamadan önce "Nepal küçük, dünya siyasetinde etkisiz bir ülke; onu bu kadar gündeme almanýn ne gereði var" diye düþünebileceklere karþý bu konuya bir açýklýk getirmek gerekir. Sadece Maoizmin son tahlilde oynayacaðý rolü görmek açýsýndan bile bu inceleme gereklidir. Kaldý ki Türk solunun önemli bir kesminin Nepal'deki geliþmelere alkýþ tuttuðu düþünüldüðünde meselenin küçük burjuva programla proleter devrimci program arasýndaki fark olduðunu, bunun da evrensel bir karakter taþýdýðýný bu inceleme ortaya koyacaktýr. Ancak Nepal'in kendisini önemsiz bir ülke olarak görmemek gerek. Nepal stratejik olarak Hindistan'la Çin arasýnda ve enerji zengini Orta Asya'ya bitiþik olarak konumlanmýþ bir ülke. ABD'nin Nepal'le yoðun olarak ilgilenmesi, eski ABD baþkaný Jimmy Carter'ýn ziyaretleri boþuna deðil. ABD, Çin'i çevreleme stratejisi çerçevesinde Nepal'deki etkisini önemsiyor. Ayrýca, Nepal'deki devrimci bir atýlým ile elde edilecek baþarýnýn etkisinin önce Asya'ya, sonrada dalga dalga dünyaya yayýlacaðýný düþünerek geliþmeleri incelemek gerekir. Yani Nepal küçük olsa da Nepal'de yaþananlar dünya tarihinde büyük izler býrakacak potansiyeli barýndýrmaktadýr. ABD ve diðer tüm burjuva güçler de bunu engellemek için halen Nepal'de yoðun mesai yapýyorlar. Tarihin sonu geldi, komünizm öldü çýðýrtkanlýklarý yapanlara karþý Nepal'deki proleter devrim, 21. yüzyýlýn Ekim devrimi, ibrelerin tekrar proletarya, ezilenler ve sosyalist mücadele yönünde dönmesini saðlayacaktýr. Ne yazýk ki Nepal'de devrimin Menþevikleri sahne alýrken Bolþevik aktörler ortada yoktur, meselenin özü de burada yatmaktadýr.
Nepal'in Mücadele Tarihi Dünyanýn çatýsý olarak bilinen Himayalar üzerine yerleþmiþ Nepal, köklü ve güçlü bir mücadele tarihine ve halen devam eden yüksek bir örgütlülük düzeyine sahip. 1950'lerden beri komünist parti geleneði (NKP) ve bu gelenekten kopan unsurlarla sol (Stalinist çizgide) Nepal'de etkili bir unsur oldu. Bu unsurlar, ülkede parlamenter yollarla iktidara ulaþabilecek kadar güçlendikleri her durumda mevcut rejime eklenme yoluna girdiler. Bu da birçok bölünmeyi beraberinde getirdi. (Nepal'de 20'ye yakýn komünist parti var.) 1990 yýlýnda meþruti monarþinin ilaný ve çok partili hayata geçiþle birlikte komünist partilerin birleþmesiyle oluþan NKP-BML(Birleþik Marksist Leninist) burjuva partilerle birkaç kez iktidar ortaðý oldu, azýnlýk hükümeti kurdu; yozlaþmanýn dibine vurdu. Halkýn artan hoþnutsuzluðu ve buna karþýn varolan komünist partilerin yozlaþmýþlýðý 1995 yýlýnda kurulan Nepal Komünist Partisi-Maoist(NKP-M)'in hýzla güçlenmesini saðladý. NKP-M yürüttüðü silahlý mücadele ile baþlangýçta ciddiye alýnmasa da hýzla kitle içinde etki buldu ve büyük destek kazandý. Binlerce kiþinin öldüðü 5 yýllýk iç savaþ sonunda kýrsal alanýn büyük çoðunluðunda kontrol sahibi oldular. Ama daha o saatte NKP-M'nin stratejisindeki týkanma ortaya çýkmaya baþlamýþtý. NKP-M rejime öldürücü darbeyi vurabilecek güçteyken ateþkes ve karþýlýklý çatýþmalarla olaylarýn geliþimini birkaç yýllýðýna yavaþlattý. Örneðin, NKP-M 2004 yýlýnda, BM iki taraf arasýnda arabulucu olsun bu çerçevede silahlarý teslim edelim çaðrýsý yapmaktaydý(http://www.barikat-lar.de/barikat/20/nepal1.htm). Ne var ki Nepal'in yoksul halkýnýn mücadele azmi 2006 Nisan ayaklanmasý krallýðý mezara gön-
15
MARKSiST BAKIs
derirken NKP-M'nin de týkanýþýnýn ve çeliþkilerinin ortaya çýkmasýný saðlayacaktý.
Nisan 2006 Ayaklanmasý Nepal'de sýnýf mücadelesi Þubat 2005'te kralýn parlamentoyu feshedip olaðanüstü hal ilan etmesiyle yeni bir döneme girdi. Kasým 2005 ise burjuva partilerini ulusalcý-ilerici güç olarak tanýmlayan NKP-M'nin, "Yedi Partili Ýttifak" diye bilinen cýlýz Nepal burjuvazisi ve üst-orta sýnýflarýný temsil eden burjuva koalisyonla iþbirliði içinde çalýþacaðýný duyurmasý yeni bir dönemece tekabül ediyordu. NKP-M, kendi güçleriyle krallýðý ortadan kaldýrmayý rahatlýkla baþarabilecekken küçük burjuva çizgisine has bir iktidarsýzlýk örneði göstererek çökmekte olan ve çökmesi gerektiði konusunda neredeyse bir konsensus olan krallýk karþýsýnda bile burjuvalarýn ve emperyalist sistemin desteðini aradý. 22 Kasým 2005'te NKP-M, "otokratik monarþiyi ortadan kaldýrarak gerçek demokrasiyi kurmak" için demokratik güçlerle ittifaka girdiðini açýkladý. (www.nepalnews.com, 22 Kasým) 2006'nýn ilk aylarýndan baþlayarak kitlelerin yaþadýklarý sefalet düzenine karþý öfkeleri patlama noktasýna geldi. Kraldan umudunu kesen Nepal burjuvazisinin de içinde yer aldýðý büyük bir muhalefet dalgasý tüm ülkeyi sardý. Krallýðý son verilmesi talebiyle 100 bin kiþinin katýldýðý gösteriler düzenlendi. Genel grevle hayat tamamen durdu, blokajlarla düzen tamamen devre dýþý býrakýldý. Sokaða çýkan kitlelere ateþ açýlmasýyla iki haftada yirmiye yakýn gösterici öldürüldü. Sokaða çýkma yasaðý ve vur emrine raðmen kitleler sokaklarda direniþin parçasý olmaya devam ettiler. Kitlelerin kararlý mücadelesi, þubat ayýnda parlamentoyu feshederek mutlak hakimiyetini ilan eden Kral Gyanendra'yý geri adým atmaya ve Nisan 2006'da parlamentoyu açmaya zorladý. Krallýða son darbeyi vuran rejimin kalbi büyük þehirlerdeki yaþamý durduran iþçi Nisan ayaklanmasý iþçi sýnýfý sýnýfý ve kent yoksullarýnýn eylemleri oldu. Yoksul köylülerin direniþiyle sarsýlan öncülüðündeki iþçi-köylü krallýðý iþçi sýnýfýnýn 10 günlük genel grevi köklerinden salladý ve eski ve yeni Nepal ittifakýnýn proleter devrimle arasýnda büyük bir uçurumu açan yeni dönemi araladý. burjuvazi ve diðer gerici Nisan ayaklanmasý iþçi sýnýfý öncülüðündeki iþçi-köylü ittifakýnýn proleter devrimle sýnýflarý mülksüzleþtirip feoburjuvazi ve diðer gerici sýnýflarý mülksüzleþtirip feodal kalýntýlarýn tasfiyesi için en dal kalýntýlarýn tasfiyesi için uygun dönemdi NKP-M'nin çaðrýsýyla iktidar kolaylýkla iþçi sýnýfý ve yoksul köylüen uygun dönemdi NKPlerin eline geçebilirdi. M'nin çaðrýsýyla iktidar Alt sýnýflarýn politik liderliðini NKP-M yapmaktaydý. NKP-M, ise týpký diðer kolaylýkla iþçi sýnýfý ve yokkomünist partiler gibi uzlaþmacý bir tutum takýnýyordu. NKP-BML, NKP-M ya da sul köylülerin eline geçediðerlerinin ayný noktaya gelmesi tesadüf deðil. NKP-M ve diðerleri için Menþevik bilirdi. NKP-M ve diðer aþamalar teorisi, burjuvaziye ilerici anlamlar yüklenmesi bunlarý dökülmekte olan komünist partiler için rejimin mezar kazýcýsý deðil hastabakýcýsý yaptý. Menþevik aþamalar teorisi, NKP-M, Nepal burjuvazisi ile uzlaþma yoluna gitti. Doðu Asya'daki hýzlý kalkýnan burjuvaziye ilerici anlamlar Çin, Güney Kore, Singapur, Hong Kong örneklerine öykünen Nepal burjuvazisi, bu yüklenmesi bunlarý yolda gerekli olan uluslararasý sermaye ile tam en-tegrasyonun önünde bir engel olan dökülmekte olan rejimin monarþiyi kaldýrmak istiyordu. Ama Nepal Kongre Partisi önderliðindeki burjumezar kazýcýsý deðil vazinin en çok önemsediði þey monarþi kaldýrýlýrken sömürülen sýnýflarýn hastabakýcýsý yaptý. radikalizminin soðurulabilmesiydi. Bu ise ancak NKP-M'nin yapabileceði bir þeydi. (Nepal burjuvazisi monarþinin sembolik bir kurum olarak kalmasýný da isteyebilirdi) Ve gerçekten de monarþinin tasfiyesi tam da hayal ettiði þekilde, NKP-M'nin kitle dinamizmini frenleme güvencesi altýnda oldu. NKP-M kapitalist iliþkilere karþý çýkmayacaðýný belirtti. Programýný Kurucu Meclis'in oluþturulmasý ve burjuva demokrasisine geçilmesiyle sýnýrladý. Böylelikle alt sýnýflarýn devrimci mücadele boyunca kanlarýyla ödedikleri aðýr bedeller büyük sermayenin önünü açmaya yaramýþ oldu. Burjuvazinin krallýðýn yýkýlmasý ve parlamenter burjuva düzene geçiþi kabul etmesi bundandýr. Yani NKP-M burjuva programý hayata geçirmektedir.
Olaðan Burjuva Döneme Geçiþ Süreci 16 Haziran 2006'da NKP-M ve Yedi Parti Ýttifaký masaya oturarak Kurucu Meclis seçimlerini gerçekleþtirmek üzere anlaþtýlar. Anlaþma gereði Yedi Parti Ýttifaký liderliðindeki hükümet, parlamentoyu ve Maoistlerin kýrsaldaki hükümetini feshedecek. Maoistler ve Yedi Parti Ýttifaký, Kurucu Meclis seçimlerine kadar geçici bir hükümet oluþturacak. Kurucu Meclis seçimlerinin yapýlmasýyla birlikte Maoistler silahlarýný Birleþmiþ Milletler denetimine teslim edeceklerdi. Maoistler Kurucu Meclis seçimlerini yaþanmadan silahlarýný BM'ye teslim ettiler. (Þimdilerde yaklaþýk 30 bin NKP-M gerillasý kamplarda olaðanüstü kötü koþullarda barýnmaya çalýþýyor, bunlarýn düzenli burjuva ordusuna katýlmasý için pazarlýklar devam ediyor, ordu komutaný bunu kabul etmek istemiyor.) NKP-M, geçici parlamento ve burjuva ortaklý hükümetin içinde yer aldýlar. Kurucu Meclis seçimlerinin yapýlmasý için üzerinde anlaþýlan tarih Haziran 2007 olmasýna karþýn Nepal burjuvazisi seçimleri erteleye erteleye Nisan 2008'e kadar süreci uzattý. NKP-M, ne kadar ýlýmlý ve uzlaþmacý davranýrsa davransýn, Maoistlerin tanýmladýðý gibi süreç burjuva cumhuriyeti kurma süreci olunca burjuvazi sazý eline almak için elinden geleni yaptý. Nepal burjuvazisi kitlelerin devrimci enerjisinin boþalmasý, olaylarýn yatýþmasý ve kitle enerjisinin boþlamasýyla birlikte ibrenin NKP-M'den kendisine dönmesi için sabýrla bekledi. Boþa uðraþmadýðýný da tarih kanýtladý. NKP-M, sonunda 10 Nisan 2008'de yapýlmasý için anlaþtýðý Kurucu Meclis seçimlerinden 601 üyeden 220'sini alarak çýktý. Ýlk Kurucu Meclisi toplantýsý 28 Mayýs 2008'de düzenlendi ve 240 yýllýk Shah monarþisinin sona erdiðini ilan etti. Kraliyet yanlýlarýnýn hezimeti ve NKP-M'nin aldýðý oylar kitlelerin kökten bir deðiþim için ne kadar büyük bir arzu içinde olduðunu göstermekte. Seçim zafer ve arkadaki kitle desteði ne kadar büyük olursa olsun NKP-M'nin küçük
16
MARKSiST BAKIs burjuva iktidarsýzlýðý aðýr basýyordu. Çünkü NKP-M, süreci burjuva sýnýrlar içinde tutmak, burjuvalara ve onlarýn emperyalist ortaklarýna ne kadar ýlýmlý, uzlaþmacý olduðunu kanýtlamakla meþgul.
MAOÝSTLERÝN PROGRAMI Burjuva Demokratik Devrim NKP-M, Stalinist aþamalý devrim teorisiyle belirlenmiþ bir programa sahip. Aslen Ekim Devriminde Bolþeviklerin gömdüðü daha sonraysa Stalinizmin yeniden dirilttiði 2.Enternasyonalci Menþevik çizgide olan bu tez uyarýnca NKP-M, Nepal'de devrimin burjuva karakterde olmasý gerektiðini ve burjuvazinin de ilerici bir sýnýf olduðunu savunmaktadýr. Burjuvazinin örgütü olan Nepal Kongre Partisi'nin arkasýnda ise Hindistan ve ABD bulunmaktadýr. Ýþte, bu durum NKP-M'yi emperyalizmle uzlaþmaya kadar götürmüþtür. "Burjuvazinin ilerici kanadý"ný keþfetmek, Stalinizm ve onun bir versiyonu olan Maoizme has uzlaþmacý pratiðe teorik kýlýflar bulma yönteminin iyi bir örneðidir. Ki 1927 Çin devrimi'nde Stalin, burjuva milliyetçisi Komintang'ý ilerici kanadý ilan etmiþ, daha sonraysa bu ilerici kanat Çin Komünist Partisi militanlarýnýn binlercesini katletmiþtir. 1979 Ýran devrimine gelindiðinde bu ilerici kanat yine devrimcileri katleden Mollalar olmuþtur! Bu konuda Stalinizmin sayýsýz icraatý örnek gösterilebilir. Bu yaklaþým, tarihin temel dinamiðini sýnýf savaþýmlarý gören Marksizmin reddinden baþka bir þey de deðildir. Monarþinin kaldýrýlmasý, eðer bazý unvan ve ayrýcalýklarýn kaldýrýlmasýyla sýnýrlý kalacaksa anlamsýzdýr (ki devrim burjuva sýnýrlar içine hapsedildiði sürece baþka türlüsü olamaz). Aklý baþýnda hiç kimse yadsýyamaz ki demokratik görevlerin ye-rine getirilmesi gerekmektedir. Ancak burada sorun, bu devrimin hangi sýnýfýn önderliði altýnda, hangi sýnýfýn hegemonyasýnda gerçekleþeceði ve bu görevlerin ne tür bir siyasal iktidar aracýlýðýyla çözülebileceðindedir. Stalinci anlayýþ bunu burjuva demokratik bir aþamaya havale eder. Öte yandan sadece demokratik görevlerin yerine getirilmesine dayanan bir program dahi burjuvaziyi aþmaktadýr. Mülkiyet iliþkilerine dokunan herhangi bir adým, karþýsýnda burjuvaziyi ve onun uluslararasý ortaklarýný bulacaktýr. Ki buluyor da! Toprak sorununun çözüme kavuþturulmasý gibi demokratik görevlerin baþýnda gelen bir konu bile þu an Nepal'de çözüme kavuþturulmamýþtýr. Býrakýn topraksýz köylüye toprak daðýtýlmasýný, ayaklanma sürecinde el konulan topraklar bile NKP-M'nin yardýmlarýyla(!) geri alýnmýþtýr: "Karan Thapar: Ýnsanlar, Prachanda, el konmuþ topraklarý geri verme konusunda emir verse bile Maoist liderlerin ona aldýrmayacaklarýný söylüyorlar. Yerel kadrolarýnýz emirlerinize itibar etmiyor mu? Prachanda: Hayýr, durum böyle deðil. Topraklarýn geri verilmesi meselesi, çok hassas bir meseledir. Nepal'in batý bölgelerinde süreci baþlattýk. Fakat mevcut durumda köylülerin iskâný meselesini halletmek zorundayýz." [Kaynak: CNN - IBN News] (http://solundogusu.wordpress.com/2007/06/28/roportaj-maoist-lider-prachanda-ilenepalin-bugunu-ve-yarini-hakkinda/) Dünya üzerinde Latin Amerika'nýn balta girmemiþ yaðmur ormanlarýndan, Güney Kutbunda yaþayan Eskimolarýn yaþamýna, Afrika'nýn savanlarýndan Asya'nýn en uzak köþelerine kadar kapitalist üretim iliþkilerinin etki etmediði, yaþamýn akýþýnýn belirleyeni olmadýðý yer kalmamýþtýr. En ücra noktalar bile kapitalizmin tanýmlayýcýsý olan meta ekonomisinin yasalarýyla belirlenmiþtir. 48 saatlik haftalýk en uzun çalýþma saatlerinin ve 0,16 dolarla en düþük saat ücretinin olduðu Nepal'de bunlardan ayrý düþünülemez. Egemen bir sistem olarak "feodalizm" tanýmlamasý yanlýþtýr. Olsa olsa feodal unsurlarla kapitalist unsurlarýn birarada bulunmasýndan bahsedilebilir, bu durumda bile feodalizm geçmiþe ait olandýr, gerilemektedir, en geri ülkelerin kaderi bile þehirlerde kapitalist iliþkilerin etrafýnda þekillenir. Bulunduklarý coðrafyalarda kapitalist üretim iliþkileri ile iç içe geçmiþ (eski toprak aðalarýnýn kapitalistleþmesi gibi) bu kalýntýlarý temizlemenin yolu kapitalist sistemi bertaraf etmekten ayrýlamaz. Bu akýldan çýkarýlmamasý gereken ilk noktadýr. Ýkinci unutulmamasý gereken nokta da burjuva demokrasileri en geliþkin olduðu ülkelerde ve genel olarak dünyada kitlelere ne sunmaktadýr ki Nepal halkýna da sunsun! Savaþlar, iþgaller, sefalet, nükleer tehdit, katliamlar birer kazanýmsa burjuva cumhuriyette bir kazanýmdýr! Burjuva demokratik devrim savunusu tarihin tekerleðini geri çevirmek istemekten; burjuva sistemin her yanýndan kokuþtuðu bu çaðda bu çaðrýyý yükseltmek gericilikten baþka bir anlam taþýmaz. Maoistler, burjuva demokrasinin politik enerjiden yoksun, feodal rejimlere geçerli bir alternatif sunmaktan uzak olduðunu kavrayamamakta ve kendilerini burjuva demokrasisini kurmaya sýnýrlamakta, devrimi burjuva demokratik aþamaya hapsetmektedirler. Nepal'de demokratik görevleri de gerçekleþtirme sorumluluðu devrimci iþçi ve yoksul köylülerin omuzlarýndadýr. Ancak proletarya diktatörlüðü bu görevleri yerine getirebilme kapasitesindedir. Devrimci atýlýmlarýn önüne sonu gelemeyen aþamalar koyarak egemenler için devrim tehlikesini bertaraf eden Menþevik, Stalinist ve Maoist programlarýn aksine devrimci Marksistler savaþ bayraklarýný süsleyen "sürekli devrim" þiarýyla devrimi sonuna, proletarya diktatörlüðüne götürmek için ileri atýlýrlar. Nepal üzerine yazdýðýmýz "Ýhanete Uðrayan Nepal Devrimi" yazýmýzda bunu þöyle ortaya koymuþtuk: "Oysa ki kulaklarýný týkamayan, gözlerini kapamayanlar açýsýndan sürekli devrim çaðrýlarý Marks'tan,
Prachanda: "Sosyalizm için mücadele etmiyoruz. Biz sadece feodalizme karþý savaþýyoruz. Kapitalist üretim biçimi için savaþýyoruz. Kapitalistlere ve sanayicilere daha fazla kar saðlamak için uðraþýyoruz." (Thomas Bell, "Nepal's 'fierce one' spurns Chairman Mao and claims centre ground in peace talks," The Telegraph, 1 Kasým 2006.)
17
MARKSiST BAKIs
Lenin'den, Troçki'den bu yana devrimci Marksistlerin ana çaðrýsýdýr. Bunu Ekim Devrimi'nin 4. yýldönümünde yaptýðý konuþmasýnda Lenin'in, burjuvazinin dünyanýn hiçbir yerinde çözememiþ olduðu burjuva demokratik görevleri Ekim Devriminin çok kýsa bir sürede çözdüðünü belirtmesinden de anlayabiliriz: ‘...Burjuva demokratik devrimin sorunlarýný; ilerlerken, geçerken, bizim esas ve gerçek, bizim proleter-devrimci, sosyalist çalýþmamýzýn "yan ürünü" olarak çözdük. Reformlar ... devrimci sýnýf mücadelesinin yan ürünüdür. Burjuva demokratik dönüþümler ... proleter, yani sosyalist devrimin yan ürünüdür.... Birincisi ikincisine doðru büyür. Ýkincisi geçerken birincisinin sorunlarýný çözer.’"
Ilýmlýlýðýný Ýspat ve Neoliberalizm Savunusu Kurucu Meclis'in üyelerinin üçte birinden fazlasýný kazanan NKP-M, burjuvaziyi, iþ çevrelerini ve yabancý yatýrýmcýlarý çýkarlarýnýn korunacaðýna ikna etmekle meþgul. Bunu yaparken de neoliberal bir söylemde bulunmaktan kaçýnmýyor. NKP-M'ye göre kapitalist geliþim neoliberal politikalar temelinde gerçekleþecek. Emekçi sýnýflar, acýmasýz sömürü þartlarýnda yerli ve yabancý sermayeyi zenginleþtirecekler. Proje bu, pes doðrusu. Maoist liderlerin ne sosyalizmle bir iþleri var ne de iþçi ve yoksul köylülerin çýkarlarýný temsil ediyorlar. Aksine NKP-M liderliði feodalizme son vermek adý altýnda Nepal kapitalizmini kurtarmak için hareket etmektedir. Nepal Times için yapýlan bir röportajda, Bhattarai(NKP-M Baþkan Yardýmcýsý) þöyle söylemiþti: "Feodalizme son vermek istiyoruz dediðimiz vakit, özel mülkiyeti ortadan kaldýracaðýz anlamýna gelmiyor. Þu anki ekonomik geliþmemiz, bizim dilimizde burjuva demokratik devrimdir, diðer bir deyiþle, kolektifleþtirme, toplumsallaþtýrma ve ulusallaþtýrma mevcut gündemimiz deðildir. Bizim gibi zayýf ve geri kalmýþ bir ülke için devlet düzenleyici ve kolaylaþtýrýcý bir rol oynamalý diyoruz. Mali politikalar ve Lenin, Rusya’da burjuvazinin vergi politikalarý olmadan, yabancý yatýrýmlar daha baskýn hale gelebilir bu nedenle çözememiþ olduðu burjuva devlet yerli özel sektörü ve serbest piyasayý korumalýdýr." (http://www.atilim.org/haber- demokratik görevleri Ekim ler/2008/04/22/Bhattarai__Oyu_ve_mermileri_devrimde_birlikte_kullandik.html) Devriminin çözdüðünü anlatýrken sürekli devrim Bhattarai, bu sözleriyle ulus-devletin neoliberal tanýmýný da yapmýþ oluyor. Prachanda ve Bhattarai, Nepal Ticaret ve Sanayi Odalarý Federasyonu ile görüþmesinde de programýný ortaya koyar: ayný mesajý veri-yordu: “10 yýl içinde, bize ekonomik devrim için büyülü bir çalýþma yap- “...Burjuva demokratik devrimamýza ve dünyayý büyülememize izin verin.”, "Özel yatýrýmlara izin vereceðiz ve de min sorunlarýný; ilerlerken, yabancý yatýrýmý destekleyeceðiz. Güveninizi kaybetmeyin, sanayiyi zapt etmeyeceðiz. geçerken, bizim esas ve gerçek, bizim proleter-devrimEkonomik baþarý kazanmak için sizin iþbirliðinize ihtiyacýmýz var." ci, sosyalist çalýþmamýzýn "yan Bhattari'nin açýklamalarýna göre kendi yönetimleri altýnda ekonominin iþleyiþinde "Devlet ürünü" olarak çözdük. iþ yaþamýna karýþmayacak. Yatýrýmcýlarý üretkenliði artýrmak ve iþ olanaklarý yaratmak Reformlar ... devrimci sýnýf için teþvik edeceðiz." (http://blog.com.np/united-we-blog/2008/04/16/its-economy-stupid- mücadelesinin yan ürünüdür. maoist-comrades-try-to-assure-the-business-community/) Burjuva demokratik dönüþümPrachanda, Ýngiltere kökenli Telegraph ile yaptýðý röportajda uluslararasý yatýrýmcýlara ser- ler ... proleter, yani sosyalist mayelerinin Nepal'de güvende olduðu garantisi verip ekliyordu: "Sosyalizm için mücadele devrimin yan ürünüdür.... etmiyoruz. Biz sadece feodalizme karþý savaþýyoruz. Kapitalist üretim biçimi için savaþý- Birincisi ikincisine doðru yoruz. Kapitalistlere ve sanayicilere daha fazla kar saðlamak için uðraþýyoruz." (Thomas büyür. Ýkincisi geçerken birinBell, "Nepal's 'fierce one' spurns Chairman Mao and claims centre ground in peace talks," cisinin sorunlarýný çözer.” The Telegraph, 1 Kasým 2006.) Prachanda, yatýrýmcýlarý korumak için eski Maoist gerillalardan oluþan özel sanayi iþletmelerini koruyacak 'sanayi güvenlik güçleri' kuracaklarýna bile söz verdi. Prachanda and Bhattarai, yoðun iþgücü sömürüsüne dayalý Malezya, Güney Kore'yi yabancý yatýrýmý teþvik etmek için örnek alýyorlar. Nepal'de kutsanan "demokratik cumhuriyet" projesi halklarýn hayatýnda en ufak bir iyileþmeye tekabül etmeyecektir. Nepal'deki emekçi sýnýflar týpký Çin, Vietnam vb ülkelerde görüldüðü üzere yoðun bir sömürüye tabi tutulacaklardýr. Prachanda, bir açýklamasýndaki "güçlü bir ulus inþa etmek için güçlü bir el lazým" sözü insana "demir lady" Margareth Thatcher'ý hatýrlatýyor. Maoist liderler, Dünya Bankasý þefleriyle Nepal'de gelecek geliþimin planlarý için birlikte tartýþmakta ve kendi yönetimlerinde burjuvazinin çýkarlarýnýn korunacaðý konusunda onlara söz vermektedir. Bu konuda diðer bir ibret verici olay da Prachanda'nýn Nepal'i "Asya'nýn Ýsviçresi"ne dönüþtürmekten bahsetmesi ve küreselleþmenin kaçýnýlmaz olduðundan dem vurmasýdýr. (http://www.independent.co.uk/news/world/asia/from-lotus-flower-to-the-fierce-one-the-story-of-the-maoist-whotook-power-in-nepal-808982.html
NKP-M Uluslararasý Proletaryaya Deðil Emperyalistlere Güvenmeyi Tercih Ediyor! Stalinizmin, Maoizmin temel özelliklerinden biri proletaryanýn uluslararasý atýlýmlarýna güvensizlik, dünya devrimine inançsýzlýk, bu çerçevede sosyalist dünya devrimine düþmanlýktýr. Hindistan, ABD müdahalesi ile ezilme fenomeni (ki Nepal burjuvazisi, Jimmy Carter gibi katillerle ittifaklara girmektense devrim mücadelesinde ezilmek büyük bir onur olacaktýr) Maoistlerin Nepal burjuvazisi ve emperyalistlerle uzlaþma peþinde koþan kendi çizgilerinin bir meþrulaþtýrma aracýdýr. NKP-M, devrimci bir atýlýmla kaderini uluslararasý proletaryayla ortaklaþtýrmaktansa uluslararasý kapitalist sisteme bel baðlamayý tercih etmektedir. NKP-M, monarþiye son verip burjuva demokrasisini inþa etme sürecinde sadece cýlýz Nepal burjuvazisinin deðil Hindistan, ABD, BM gibi emperyalistlerden de icazet alma derdindedir. Prachanda, ilk ziyaretinde, "Hindistan'a deðiþen bir mesajla gidiyoruz.", "Sadece meþruti monarþiye arka çýktýðý
18
MARKSiST BAKIs için Hindistan'ý karþý devrimci bir güç olarak adlandýrýyorduk. Hindistan bundan böyle bu þekilde davranmadýðýndan Hindistan'ý karþý devrimci olarak nitelendirmenin gereði yok." diyordu. (Himalayan News Service Kathmandu, 17 Kasým 2006). Prachanda, bir açýklamasýnda ABD müttefiki Hindistan hakkýnda bakýn neler döktürüyor: "Hindistan ile Nepal arasýnda yeni bir iliþkinin oluþmaya baþladýðý söylenebilir ve özellikle bizimle Hint hükümeti arasýndaki iliþkiler bakýmýndan da bir geliþmeye iþaret eder. Geçmiþten bugüne Hint hükümetinin yardýmlarý herkes tarafýndan biliniyor." Sözlerine bu geliþmeden duyduðu sevinci anlatarak devam ediyor: "Bu konuda çok mutluyum, çünkü biz Hindistan ile tarihsel, kültürel ve coðrafi olarak iliþkilere sahibiz ayný zamanda Hindistan hýzla büyümekte olan bir ekonomiye sahip. Hindistan ile iþbirliði yapmadan Nepal'e istikrar ve refah getirmek mümkün deðil ve hatta aþaðý yukarý imkansýz… Hindistan ile iþbirliði geliþtirilmeden Nepal için hiçbir þey yapamayýz." (http://www.atilim.org/haberler/2008/05/04/Halk_konustu__fermani_cok_net.html) ABD ile iliþkilere gelince sýcak mesajlar orada da hissediliyor! "ABD ile yakýn iliþkiler kurmak için çalýþýyoruz" diye açýklamada bulunuyordu NKP-M merkez komite üyesi C. P. Gajurel. Diðer Nepal politikacýlarý gibi Prachanda, eski ABD Baþkaný Jimmy Carter'ý Kurucu Meclis seçimlerini izlemesi için davet etti: "Yardýmcý bir ortamda Kurucu Meclis seçimlerinin yürütülmesinde sorumluluk üstlenmenize deðer veriyorum." Açýk ki bu çaðrý sadece Carter'a yönelik olmanýn ötesinde. Bu Amerikan yönetici sýnýfý ile yakýn iliþkiler kurmayý amaçlayan bir adým. Prachanda, 2007'deki ziyareti sýrasýnda Jimmy Carter'la biraraya gelerek, yayýnlanan "terörist" listesinin deðiþtirilmesini istemiþti. Prachanda, Carter'ýn Nepal ziyareti sonrasýnda, ABD baþkaný ile görüþüp bu konuyu gündeme getireceðine iliþkin taahhüt verdiðini açýklamýþtý. Toplantý boyunca NKP-M liderleri, Carter'a Genç Komünistler Ligi'nin çalýþmalarý, barýþ süreci, seçim sonuçlarý ve Nepal ile ilgili güncel politikalar konusunda bilgilendirmelerde bulunmuþlar. Hatta Jimmy Carter'a Genç Komünist Ligi'nin "hatalarýný" düzelteceði sözü veriliyor. Ýþte ABD'lilerden icazet alma çabasý! Gerçekten de Carter NKP-M'nin ABD'nin terörist örgüt listesinden çýkarýlmasý gerektiðini söyledi. Müttefiklerini emperyalistler arasýnda arayanlarýn aksine devrimci Marksistler devrimci atýlýmlarýnda bulunduklarý ülkenin iþçi sýnýfý, ezilenler ve uluslararasý proletaryadan baþkasýna bel baðlamazlar. Bolþevik çizgi bulunduðu ülkedeki devrimi proletaryanýn uluslararasý kalkýþmasýnýn bir baþlangýcý olarak görür, kaderini dünya proletaryasý ile ortaklaþtýrýr. Kaldý ki sosyalist dünya perspektifi yüksek bir ideal deðildir. Tarihsel materyalist dünya görüþünün bir sonucudur. Tarihin birçok döneminde olduðu gibi Nepal sürecinde de haklýlýðýný ispatlamýþtýr. NKP-M, sürekli devrim programýna göre hareket etmiþ olsaydý, proleter devrimin zilleri tüm Asya'da çýnlayacak, kýzýl bayrak sömürülen Asyalý emekçiler tarafýndan yükseltilecekti. Üstelik dünya kapitalizminin kriz içinde bulunduðu düþünüldüðünde bunun yaratacaðý potansiyellerin ne kadar büyük olduðu ortadadýr. Zaferi garanti edemezsiniz ama zafer için izlenecek yol sürekli devrim yoludur. NKP-M ise devrimi durdurarak son kertede ABD-Hindistan bloðunun iþini görmüþtür. Kitlelere ise neoliberal sömürüden baþka bir þey vaat edememektedir. Yaptýðýnýn bir anlamý da çürümekte olan, krizler içinde sallanan kapitalizme Nepal'de alanlar açmaktýr. Ki bu durumun uluslararasý kapitalist sistemin borazanlarý da farkýndadýr. Reuters, "Nepal Maoistlerinin kazanmasý yurtdýþýnda yanlýþ alarm zillerini çaldýrdý" diye yazýyordu. Maoistler, uluslararasý burjuva basýnca, "her þeyin ötesinde ulusalcýlar, solcu deðil" diyerek tanýmlanýyor ve ekonomik politikalarý "oldukça liberal" olarak açýklanýyordu. Ýþ çevrelerinin takip ettiði bir websitesi "Uzlaþmacý isyancýlarýn NKP-M lideri Prachanda, eski ABD sanayi taraftarý, kapitalist ekonomiyi teþvik edeceði sözü üzerine Nepal menkul Baþkaný Jimmy Carter’la birlikte... kýymetler borsasý kendine geldi" demesi manidardýr. NKP-M, devrimci bir atýlýmla kaderiSilahlý Reformizm ni uluslararasý proletaryayla ortakTarih, defalarca radikal söylemine, silahlý mücadele yürütmesine, büyük bedeller laþtýrmaktansa uluslararasý kapitaödeyen mücadelesine karþýn nihai hedefe bir adým kaldýðýnda, mesele iktidarý almak list sisteme bel baðlamayý tercih olduðunda küçük burjuva iktidarsýzlýk krizlerine girip iktidarý eline almaktansa onu etmektedir. NKP-M, monarþiye son burjuvaziye armaðan eden, burjuvaziden destek almak için her türlü uzlaþmaya razý verip burjuva demokrasisini inþa olan örneklere tanýklýk etmiþtir. Bunun dýþýnda silahlý güçlerini esas olarak iktidarla etme sürecinde sadece cýlýz Nepal uzlaþmak, iktidar nimetlerinden yararlanmak ya da genel olarak muhatap alýnmak burjuvazisinin deðil Hindistan, üzere pazarlýk aracý olarak kullanan örgütlere Latin Amerika'da, Afrika'da oldukça ABD, BM gibi emperyalistlerden de sýk rastlanmýþtýr. icazet alma derdindedir. Aslolan söylemler deðil programla belirlenen eylemdir. Bir siyasi çizginin devrimciliðini de belirleyen onun bütün eylemlerini çizen programýdýr. Aslolan programdýr! Bu baðlamda Maoist programýn sahip olduðu demokratik devrim açýlýmýyla ihanetten öteye gidemeyeceði, devrim için öne atýlan kitleler ýsrarcý davranýrsa onlarýn karþýsýnda olacaðý aþikardýr. Ortada olan silahlý reformizmdir. Burada kastedilen silahlý mücadele yürütülse de bu hareketler programlarý dolayýsýyla düzeniçilikle belirlenmiþtir. Silahlý reformizmin dayandýðý sosyal süreçler nelerdir? Tarihsel geliþimin belirli bir aþamasýnda sýnýflar arasýndaki denge en temel taleplerin bile legal alana çýkmasýný engeller. Diðer taraftan uzlaþmaz çeliþkilerin derinliði mücadelede son derece radikal yöntemlerin kullanýlmasýna yol açar. Ne var ki belirli bir kýrýlmadan itibaren harekete yön veren unsurlar hakim güçlerle uzlaþma yoluna giderek elde edilen aþýrý kýsmi sonuçlarý devrim diye gösterebilirler. Kellesini ortaya koyan alt sýnýflarýn payýnaysa ihanet düþmüþ olur.
19
MARKSiST BAKIs
Ýþte silahlý reformizm çizgisinin Prachanda aðzýndan ortaya konuluþu: "Soru: Teklif ettiðiniz þey parlamenter partilerin bir devrim yapmasý mý? Prachanda: Evet, hem de üstlenecekleri bu rolle tarihe damga vuracaklar. Ama buna hazýr deðiller. Ýkinci yol da bir süredir tartýþmakta olduðumuz bir yol, Birleþmiþ Milletler ya da baþka bir güvenilir kurumun denetlemesi." (Hindu dergisi ile yapýlan röportajdan, http://www.barikat-lar.de/barikat/47/prahanda.htm)
Nepal'de Son Süreç ve NKP-M Kurucu Meclis Nisan ayýndan sonra çalýþmalarýna baþladý. Kurulacak hükümet için baþbakan seçiminin yapýlmasý ise haziran aylarýna kaldý. Baþkan seçimi ise temmuz aylarýnda yapýlabildi. Bu seçimlerden büyük beklentileri olan NKP-M hüsrana uðradý. Meclisteki 25 partinin 23'ü, hükümet ortaklarý olacaklarýna kesin gözle baktýklarý Nepal Kongre Partisi ve NKP(BML)'de dahil olmak üzere, NKP-M'nin adayýnýn seçilmemesi için ittifak kurdular. Baþkanlýk seçimi öncesinde hükümeti kurunca neler yapacaklarý konusunda sayfalarca röportaj veren, Prachanda'nýn baþbakan olacaðýna kesin gözle bakan NKP-M Baþkanlýðý Nepal Kongre Partisinin adayýnýn kazanmasýyla birlikte hükümeti kurmaktan çekildiðini, muhalefet olarak kalacaðýný açýkladý. Geliþmeler, daha önceki Nepal incelemelerimizde ortaya koyduðumuz þekilde, NKP-M tarafýndan burjuva cumhuriyet olarak tanýmlanan süreç gerçek sahipleri Nepal burjuvazisi ve onun uluslararasý ortaklarý tarafýndan þekillenmeye baþlanmýþtýr. Tarih onu göreve çaðýrdýðýnda herekete Nepal'de yaþananlar sadece NKP-M'nin geçmeyen NKP-M'nin sonu ise sisteme soldan payanda olmaktan öteye deðil, bu süreci eleþtirisiz sahiplenen gidemeyecektir. NKP-M her þeyi berbat ettikten sonra vaziyeti kurtarmaya Türkiye solunun çok büyük kýsmýnýn da yarayacak bir göstermelik sol çýkýþ bile yapamayacak kadar batmýþtýr. devrim laboratuarýdýr. Türkiye Solu ve Nepal Nepal'de kapitalist bir ulus-devlet Nepal'de yaþananlar sadece NKP-M'nin deðil, bu süreci eleþtirisiz sahiple- inþasýndan baþka bir görevi olmadýðýný nen Türkiye solunun çok büyük kýsmýnýn da devrim laboratuarýdýr. söyleyen NKP-M'nin alkýþlanmasý, ulusal Nepal'de kapitalist bir ulus-devlet inþasýndan baþka bir görevi olmadýðýný kalkýnmacý bir çizgi izleyen Chavez övgüsöyleyen NKP-M'nin alkýþlanmasý, ulusal kalkýnmacý bir çizgi izleyen leri Türkiye solunun büyük kýsmýnýn Chavez övgüleri Türkiye solunun büyük kýsmýnýn programatik darlýðý ve programatik darlýðý ve ölmüþlüðünü ölmüþlüðünü ortaya koymaktadýr. Türkiye solunun çoðunluðunun NKP-M ortaya koymaktadýr. Türkiye solunun ve Chavez'e yönelik desteklerinin altýnda yatan onlarda kendi programlarýný çoðunluðunun NKP-M ve Chavez'e yönelik ve onun uygulanýþýný görüyor olmalarýdýr. desteklerinin altýnda yatan onlarda kendi Öyleyse uzlaþmacý, ulusal kalkýnmacýlýk dýþýnda bir programa sahip programlarýný ve onun uygulanýþýný olmayan bu tür hareketlere verilen destek Türkiye'de devrim günü gelip çat- görüyor olmalarýdýr. Öyleyse uzlaþmacý, týðýnda bu hareketlerin gidebileceði son noktayý bize göstermektedir. ulusal kalkýnmacýlýk dýþýnda bir prograÖrneðin, Atýlým gazetesinin NKP-M'nin resmi yayýn organý ma sahip olmayan bu tür hareketlere veKutupYýldýzý'ndan düzenli olarak yaptýðý çevirilerde NKP-M liderliðinin rilen destek Türkiye'de devrim günü devrim programý olarak ulus-devletin neoliberal yorumunun savunuculuðu gelip çattýðýnda bu hareketlerin gidebileyapmasý karþýsýnda sessiz kalmasý nasýl deðerlendirilmeli: ceði son noktayý bize göstermektedir. "Mali politikalar ve vergi politikalarý olmadan, yabancý yatýrýmlar daha baskýn hale gelebilir bu nedenle devlet yerli özel sektörü ve serbest piyasayý korumalýdýr." (http://www.atilim.org/haberler/2008/04/22/Bhattarai__Oyu_ve_mermileri_devrimde_birlikte_kullandik.html) Ya da Kýzýlbayrak'ýn Prachanda'nýn þu sözlerinin yer aldýðý röportajý yayýnlamasýna ne demeli: "Ve yeni bazý imkânlar yaratabilecek endüstriyel sektörde yatýrým yapmasý ve istihdam yaratmasý için ulusal kapitalistlerimizi ve ulusal burjuvazimizi cesaretlendirmek istiyoruz. Onlar vasýtasý ile yabancý sermayeyi çekmek istiyoruz, fakat bizim kararlarýmýza ve bizim önceliklerimize göre." (http://www.kizilbayrak.net/duenya/haber/arsiv/2008/07/16/artikel/170/nepalde-devrim.html) Türkiye solunun büyük kýsmý neden bu durumdadýr? Doðru dürüst bir programla Nepal'de yaþananlarýn eleþtirilmemesine ne denilebilir? Þunu ortaya koymak gerekmektedir ki 12 Eylül darbesiyle alýnan yenilgiyle hesaplaþmayan, geriye dönüp hatalarýný tespit ederek kendini yeniden yapýlandýrmayan, 1990'larda kabelerinin çöküþüyle birlikte ideolojik olarak da çözülmüþ durumdaki Türkiye solunun önünde duran aþýlamayan, ölü programlarýyla da aþýlamayacak olan bir týkanmadýr. Nepal gerçekliðinde ortaya çýkan Türkiye solunun iflasýndan baþka birþey deðildir. Burjuva düzenin tüm dünya insanlarý gözünde çürüdüðü günümüzde burjuva cumhuriyet savunuculuðunun gericilikten baþka bir yere tekabül etmediði ortadadýr. Öyleyse programlarý burjuva cumhuriyet savunuculuðunun, burjuva demokrasisi hayallerinin ötesine geçemeyen siyasal hareketlerin varacaklarý nokta Nepal'den, Venezuella'dan daha öte olmayacaktýr ve kitlelere nihai kurtuluþun yolunu açmakla uzaktan yakýndan alakasý yoktur. Öyleyse görev devrimci Marksist bir programla donanmýþ bizlere düþmektedir. Ýþçi sýnýfý, yoksul köylülük ve ezilenlerin kurtuluþunun adý olan sosyalist devrimlerin ancak ve ancak sürekli devrim þiarýyla ilerleyen bir Bolþevik partinin varlýðý koþullarýnda mümkün olabileceðinin bilinciyle bu görev için ileri!
Aynur Akman
20
MARKSiST BAKIs
40. YILINDA 1968 Türkiye Devrimci Geleneði-I 40. yýlýný geride býrakan 68 dönemine dünyada ve Türkiye'de damgasýný vuran sosyal hareketliliklerin niteliði tartýþma konusu yapýlmaya devam ediliyor. Burjuva yazar-çizer takýmýnýnýn da ilgisiz kalamadýðý bu tartýþmalar genelde bir yerleri budanarak, 68 gençliðini bu kadar öne taþýyan sýnýf mücadelesinden ve tüm dünyada geliþen devrimci uyanýþtan kopartýlarak kýsýr bir þekilde ele alýnýyor. Bu tartýþmalar ya Deniz Gezmiþ'lerin Kemalizminde ya da 68 gençliðinin maceracý-romantik eðiliminde kilitlenip kalýyor. Halbuki 68 hareketinin ve Denizleri, Mahirleri bu denli efsaneleþtiren uyanýþýn altýnda burjuvazinin duymaktan, hatýrlamaktan bile korktuðu radikal sýnýf mücadelesi yatýyor. Bu mücadelenin Saraçhane Mitingi'yle baþlayýp, 15-16 Haziran'la zirve noktasýna ulaþan geliþimi içerisinde toplumun alt sýnýflarý sosyalist düþüncelerden etkilenmiþ ve geniþ halk kitleleri sosyalist örgütlenmeler etrafýnda mücadeleye atýlmýþlardýr. Fakat 60'lý yýllarý bu yönde bütünsel bir bakýþ açýsýyla ele almayan yaklaþýmlar, tüm dünyayý sarsan 68'in içini boþaltmaktadýr. Bunun önüne geçmek adýna Türkiye devrimci hareketinin en baþýndan itibaren geçirdiði ideolojik dönüþüme, örgütlenme anlayýþýna ve sýnýf hareketiyle olan iliþkisine bir yorum getirmek bu yazýnýn temel iþlevi olacaktýr.
TKP VE MÝRASI
68 hareketinin ve Denizleri, Mahirleri bu denli efsaneleþtiren uyanýþýn altýnda burjuvazinin duymaktan, hatýrlamaktan bile korktuðu radikal sýnýf mücadelesi yatýyor. Bu mücadelenin Saraçhane Mitingi'yle baþlayýp, 15-16 Haziran'la zirve noktasýna ulaþan geliþimi içerisinde toplumun alt sýnýflarý sosyalist düþüncelerden etkilenmiþ ve geniþ halk kitleleri sosyalist örgütlenmeler etrafýnda mücadeleye atýlmýþlardýr.
Türkiye'de devrimci Marksizm'in örgütlü anlamda ilk temsilcisi Mustafa Suphiler öncülüðündeki TKP olmuþtu; fakat daha yolun baþýndayken Mustafa Suphi'nin baþýný çektiði parti önderliði Kemalist iktidar tarafýndan katledilmiþti. Bu katliamla birlikte TKP'nin bizzat Ekim Devrimi, iç savaþ ve Komünist Enternasyonal deneyimlerine sahip önder kadrolarýnýn býraktýðý boþluk doldurulamadý. Sonraki süreçte SSCB'de iþçi iktidarýnýn Stalinist bürokrasi tarafýndan boðulmasýna ve Ekim Devrimi'nin hafýzasýný taþýyan Bolþevik kadrolarýn temizlenmesine paralel olarak tüm dünya komünist partilerinde benzer temizlikler yaþandý. Türkiye'de bu kuþaklarý temizleyen Stalinistlerden önce Kemalistler oldu ve TKP Komintern'in bir uydusu konumuna getirildi. 1930'larda tüm dünyada "ýlýmlý" burjuva iktidarlarla girilen ittifaklarýn bir benzeri Türkiye'de yaþandý ve TKP Kemalist iktidarýn çýkarlarý doðrultusunda þekillendirildi. Ýdeolojik alanda Mustafa Suphilerin miras býraktýðý devrimci Marksist gelenek, Kemalizm-Stalinizm bulamacý bir ideolojiyle yer deðiþtirdi, pratik alanda da Kemalist iktidarýn çýkarlarý doðrultusunda tavýrlar geliþtirildi. Örneðin, defalarca katliama uðrayan Kürtler üzerine tek bir kelime edilmedi, ezen ulus þovenizminin suyuna gidildi. Kurtuluþ Savaþý için destan yazan Nazým Hikmet'in, yaþanan katliamlarda en ufak bir dize yazmamasý bile bunun en basit örneðidir. Yani, bu dönemin önder kadrolarý Þefik Hüsnü, Nazým Hikmet, Hikmet Kývýlcýmlý ve Mihri Belliler bir yandan Kemalist iktidarýn zindanlarýnda yatarken, siyasi faaliyetlerinde bu iktidarýn savunucularý oldular. TKP'de yaþanan bu köklü dönüþüm sonucu oluþan politik çizgi, 1960'lý yýllarda oluþacak örgütlenmelerin ideolojik yapýlarýnýn oluþmasýnda önemli rol oynadý.
BÝR DÖNÜM NOKTASI: 27 MAYIS DARBESÝ Türkiye tarihinde tek parti diktatörlüðü ve DP iktidarý altýnda geçen dönem sosyalist örgütlenme açýsýndan karanlýk bir zaman dilimini ifade etmektedir. Bu dönemde Türkiye'nin ABD ile yakýnlaþmasý sonrasý tekrar faaliyete baþlayan dar TKP örgütlenmeleri, tutuklamalarýn ardýndan tamamen daðýtýldýlar. 1960'larýn baþlarýnda Türkiye'de kapitalizmin geliþimine paralel olarak iþçi sýnýfý kendini hissettiren bir uyanýþ içerisine girdi. Ayrýca 27 Mayýs'ýn bir ürünü olan 1961 anayasasý iþçi sýnýfýna eylem ve örgütlenme konusunda kýsmi özgürlükler getiriyordu. 1961 anayasasý bu yönüyle darbecilerin o dönem için ihtiyacýný duyduklarý toplumsal meþruiyetin kazanýlmasý amacýna hizmet ediyordu. Fakat bu durum burjuvazinin iþçi sýnýfýna ve toplumsal muhalefetin diðer kesimlerine dikensiz gül bahçesi yarattýðý anlamýna gelmiyordu. En basitinden anayasada siyasal amaçlarla grev yapýlmasý yasaklanýyor, bir yandan toprak reformu dillendirilirken, toprak reformu yasalarla imkansýz hale getiriliyor ve Türkiye'de devrimci mücadelenin en hareketli olduðu dönemlerde katliamlarýn, kirli savaþýn sorumlusu Milli Güvenlik Kurulu bu anayasayla siyaset sahnesine çýkýyordu. Bu gerçekliðe raðmen, Türkiye'de sol 27 Mayýs darbesini deðerlendirirken büyük illüzyonlarýn etkisi altýndaydý. Türkiye solunun 27 Mayýs'a yaklaþýmý incelendiðinde, sýnýf iþbirlikçiliðinin, iþçi sýnýfýnýn baðýmsýz siyasetini egemen sýnýflara terketmenin tipik örnekleri görülmektedir. Darbeden sonra boy gösteren küçük burjuva-reformist kaygýlar, toplumsal devrimin önderliðini orduya býrakma eðilimi, sol içerisinde ciddi bir zaafiyetin belirtileri olmuþtur. Gerek eski TKP'liler olsun gerekse Mehmet Ali Aybar gibi siyasal
21
MARKSiST BAKIs
alanda yeni yeni boygösteren liderler olsun, Milli Birlik Komitesi'ne yakýnlaþma kaygýsý taþýmýþlardýr. Özellikle TKP'li kadrolarýn bu tutumunu meselenin uluslararasý boyutundan ayrý ele almak yanlýþtýr. 1930'larda Kemalist iktidara þirin gözükmek adýna kendini tasfiye eden TKP, DP'nin iktidara gelip Batý emperyalizminin politikalarýna sadýk kalacaðýný göstermesinin ardýndan SSCB'den gelen direktifle yeniden faaliyete yönelmiþti. Bu nedenle, meseleyi SSCB'nin çýkarlarý açýsýndan deðerlendiren eski kuþak, 27 Mayýs'ý gerçekleþtirenlere NATO ve CENTO'dan çekilmek gerektiðini sýk sýk belirtir. Bu kadrolar, o dönem Türkiye'sinde uyanýþa geçen iþçi sýnýfýný görmezden gelerek, mücadelelerini orduyla iþbirliði konusunda cisimleþen, sýnýf iþbirlikçisi politikalara býrakmýþlardýr. Öte yandan 27 Mayýs darbesi, sol üzerinde aþamalý devrim anlayýþýna baðlý hastalýklarý yeniden canlandýrmýþtýr. Öyle ki gelecek on yýl boyunca ordu müdahaleleriyle gerçekleþen 1960'larýn baþlarýnda yukardan devrim hayali Türkiye'de kapitalizmin politik hayatýn ana güngeliþimine paralel olarak iþçi demini teþkil etmiþtir. sýnýfý kendini hissettiren bir Bu anlayýþa göre uyanýþ içerisine girdi. Ayrýca Türkiye'de öncelikli 27 Mayýs'ýn bir ürünü olan sorun emperyalizme 1961 anayasasý iþçi sýnýfýna (emperyalizmden kasýteylem ve örgütlenme larý da sadece ABD'nin konusunda kýsmi özgürlükler tahakkümüdür) baðýmgetiriyordu. 1961 anayasasý lýlýk iliþkisinin bir þebu yönüyle darbecilerin o kilde kýrýlmasýdýr. Bunu dönem için ihtiyacýný duydukgerçekleþtirme konusunlarý toplumsal meþruiyetin kazanýlmasý amacýna hizmet da sol kadrolarýn en ediyordu. Fakat bu durum güvendiði özne ise 27 burjuvazinin iþçi sýnýfýna ve Mayýs'ýn etkisiyle ordu toplumsal muhalefetin diðer olmuþtur. Ancak kesimlerine dikensiz gül emperyalizme olan bahçesi yarattýðý anlamýna baðlýlýðýn kýrýlmasýndan gelmiyordu. sonradýr ki sosyalist devrim gündeme gelecektir. O dönem dünya geneline bakýldýðýnda bu yaklaþýma örnek teþkil edebilecek pek çok uluslararasý deneyim mevcuttur: Mýsýr'da 1954 yýlýnda Genç Subaylarýn ve Nasýr'ýn, 1958'de Irak'ta Albay Kasým'ýn iktidara yükseliþi, Endonezya'da Suharno örneði vs... Rusya'daki Stalinist iktidar ABD ile çeliþkili duruma düþen milliyetçi burjuva güçleri "devrimci" ya da "ilerici" ilan ederek kendi yörüngesine sokmak istemiþtir. Bu ülkelerdeki komünist partilere verilen direktif de bu durumda ülkedeki hakim rejimle iyi anlaþmalarý olmuþtur. Tarihin en ikiyüzlü politikalarýn biri olan bu stratejinin sonucunda hep komünist partiler yok edilmiþ, on binlerce üyesi bu milliyetçi burjuvalar elinde can vermiþtir. Örneðin 1960'lý yýllarda dünyanýn en büyük üçüncü komünist partisi olan Endonezya Komünist Partisi'nin yüz binlerce üyesi katledilmiþtir. ABD ile dönemsel çeliþkileri olan bu milliyetçi cunta ve burjuvalar yeri geldiðinde SSCB hamiliðinden de sýyrýlmakta beis görmeyecek kadar kývraktýr. Bu senaryo, 1960'larýn baþlarýnda Nasýr vb. örnekleriyle çok revaçtaydý, sonuçlar ne dünyada ne de Türkiye'de henüz ortada yoktu. Ayný senaryo Türkiye'de de ordu eliyle hayata geçirilmek istendi.
ÝLK KÝTLESEL ÝÞÇÝ EYLEMLERÝ VE TÝP'ÝN ORTAYA ÇIKIÞI Sol hareketin geliþimi için Türkiye'de koþullar son derece
22
uygun hale gelmiþti, dünyanýn dört bir yanýnda esen devrimci rüzgarlar Türkiye'de de kendisini adým adým hissettirecekti. Bu koþullar altýnda iþçi sýnýfýnýn politikleþmesi ve hareketlenmeye baþlayan siyasal ortam Türkiye solunda yeni atýlýmlarý beraberinde getirdi. 1960'larýn siyasal atmosferine damgasýna vuracak olan TÝP, 13 Þubat 1961'de 12 sendikacý tarafýndan kurulur. Partinin ortaya çýkýþ amacý sendikalar tarafýndan iþçi sýnýfýnýn ekonomik talepler etrafýndaki mücadelesini siyasal alana taþýmak ve bu haklar çerçevesinde parlamentoda mücadele etmek olarak belirlenir. Milli Birlik Komitesi'nin anayasal reformlarý geciktirmesi ve önemsememesi iþçi sýnýfýnýn hoþnutsuzluðunu ateþleyen bir durum haline geldi. Ýþçiler arasýndaki ilk hareketlilikler genelde fabrika düzeyinde boy gösterdi. Eylemlerde genel olarak 1961 anayasasýna koyulan grev ve toplu sözleþme hakkýnýn tam olarak uygulanmasý talepleri ön plandaydý. Bu anlamda en önemli eylem, Türkiye tarihinde ilk kitlesel iþçi eylemi olan Saraçhane mitingi oldu. Ýstanbul Ýþçi Sendikalarý Birliði ve Türk-Ýþ tarafýndan örgütlenen mitinge yaklaþýk 150 bin iþçi katýldý. Bu mitingde iþçilerin sendika ve grev hakkýnýn tanýnmasý isteniyor; aksi halde kitlesel grevlere gidileceði mesajý veriliyordu. 1962 yýlýnda iþçiler, mücadelelerine sakal býrakma, oturma grevi, kýsa süreli iþ býrakma, yemek boykotu gibi yöntemlerle devam ettiler. Bu yýlda gerçekleþen bir baþka önemli olayda ise, Yapý-Ýþ üyesi iþçiler önderliðinde 5000 kiþi polisle çýkan çatýþmalar ardýndan meclise yürüdüler. Bu olay tarihe "açlarýn yürüyüþü" olarak geçti. 1963 yýlýnda, TBMM'de sendikalar ve grev kanununun görüþüldüðü bir sýrada, 173 Kavel iþçisi greve gitti. Grev sýrasýnda iþçiler polisle çatýþtýlar. Aralarýnda bazý iþçilere 3-5 yýl hapis istemiyle davalar açýldý, fakat Kavel maddesi diye bilinen özel bir kanunla iþçiler affedildi. Kavel eyleminde, iþçiler ilk kez bir fabrikayý iþgal ettiler. Bu eylemlerin basýncýyla demokratik haklarýný geniþleten iþçi sýnýfý, kendi örgütlülüðünün ve eylem gücünün farkýna varmakta gecikmedi. Kendini siyaset dýþý sendikacýlýk anlayýþýna uyarlayan Türk-Ýþ, iþçi sýnýfý önünde bir engel haline gelmeye baþlýyordu. Sýnýf hareketinin yükseliþi, TÝP'in sola kayýþýný hýzlandýrdý ve parti kurucularý partinin kapýlarýný sosyalist unsurlara açarak toplumda genel olarak yükselen sol atmosfere bir cevap vermeye yöneldiler. Bu yönelim amacýna ulaþmakta gecikmedi ve TÝP sola yönelmiþ aydýnlarýn, iþçilerin, gençliðin ve Kürtlerin akýnýna uðradý. Parti baþkanlýðýna Mehmet Ali Aybar'ýn getirilmesinin ardýndan da sýra parti programý oluþturulmasýna geldi. Partinin 1964 yýlýnda yapýlacak olan birinci kongresinde kabul edilen program içerik itibariyle mevcut düzenin sistem dýþýna pek çýkmayan eleþtirisinden ibaretti. Bu yaklaþým en çok "kapitalist olmayan kalkýnma yolu" formülasyonunda belirgindir. Bununla ifade edilen aslýnda devlet eliyle planlanmýþ ve özel sektörün devlet eliyle yönlendirileceði bir ekonomi anlayýþýndan baþka bir þey deðildi. Baðýmsýzlýk, çaðdaþ uygarlýk seviyesi, ulusal kalkýnma gibi Kemalizm'den alýnma açýlýmlar parti programýnýn eklektik yapýsýnýn birer göstergesiydi. Fakat kýsa zamanda TÝP'in "kapitalist olmayan kalkýnma yolu" sloganýnýn mümkün olmadýðý ortaya çýktý. Kapitalist sistemin iþleyiþini ve kurumlarýný tasviye etmeyen, sosyal devrimi gerçekleþtiremeyen bütün yollar yine kapitalist sistemin kucaðýnda son bulacaktýr.
MARKSiST BAKIs Program içerisinde iþçilerin emekçilerin baðýmsýz siyasetinden ne kadar bahsedilse de bu retorikten öteye gidilemez. Deðil TÝP, Türkiye solunun hiçbir unsurunda böyle bir açýlýmý gerçekleþtirebilecek devrimci Marksist bir eðilim bulunmamaktaydý. Muðlak ve eklektik ideolojik tutumuyla TÝP, geleceðin sosyalist örgütlenmelerinin nüvelerini de içerisinde barýndýran bir çatý durumuna gelecekti.
YÖN DERGÝSÝ VE "SOL" CUNTACILIK TÝP'le birlikte 1960'larýn ilk yarýsýnda ortaya çýkan bir diðer önemli siyasal hareket de 20 Aralýk 1961'de yayýn hayatýna baþlayan YÖN dergisiydi. 1930'lu yýllarýn Kadro dergisinin Kemalist-milliyetçi çizgisini kýsmi farklýlýklar dýþýnda sahiplenen Doðan Avcýoðlu önderliðindeki YÖN dergisi, 27 Mayýs darbesinin hedeflediði reformlarýn tutarlý bir þekilde yapýlmasýnýn ve ordu içerisinde 27 Mayýs darbesini daha ileriye taþýyacak yeni bir radikal ordu hareketinin ideolojik arka planýný hazýrlayan bir aydýn hareketiydi. TÝP ile YÖN hareketi arasýnda söylemsel bazda ciddi farklýlýklardan söz edilemez. Hýzlý kalkýnma, devletçilik, baðýmsýzlýk, batýlýlaþma, aydýnlanma vb. Bu kavramlar ve bunlarýn ifade ediliþ biçimleri her ikisi için de Kemalizm'in sol bir retorikle sunulmasýndan ibarettir. Ne var ki, programlarýnýn ve söylemlerin bu kadar benzer oluþu; iktidara ulaþmada izlenecek strateji ve buna uygun düþen örgütsel formlarýnýn da benzer olduðu anlamýna gelmez. YÖN için asýl konu, dergilerinde ideolojik zeminini hazýrladýklarý sol cuntanýn ne þekilde geleceðidir. Zira tüm çabalarýný, gelecek tahayyüllerini buna baðlamýþlardýr. 27 Mayýs onlara göre yarým kalmýþtýr ve ancak sivil-askeri bürokrasi içerisinden yeni bir müdahale 27 Mayýs'ýn görevlerini tamamlayarak, hedeflenen sosyal dönüþümleri tamamlayacaktýr. Bunu, 22 Þubat'ta Talat Aydemir'in darbe giriþimi öncesi Doðan Avcýoðlu'nun ifadelerinden görebiliyoruz: "Türkiye, orduya dayanarak ve ordunun desteðiyle, gericiliði ve geriliði yenmesini bilecektir."(1) Fakat darbenin yenilmesi sonrasýnda Avcýoðlu küçük burjuva hareketlerin üzerinde yükseldiði kaygan zemine nazire yaparcasýna, darbeyi geri püskürten Ýsmet Ýnönü'den yana tavýr aldýðýný þu þekilde ifade etmiþtir: "Toplumun zinde kuvvetleri yeni bir ilerleme devriminin öncülüðünü yapacak olan liderin(yani Ýsmet Ýnönü'nün) iþaretini sabýrsýzlýkla beklemektedir."(2) YÖN dergisinin meþrulaþtýrmaya çalýþtýðý olgularýn baþýnda toplumda iktidarýn elitist bir zümre tarafýndan alýnmasý gelmektedir. YÖN'e göre Türkiye'de toplumun sýnýfsal yapýsý ele alýndýðýnda bu iktidarý alabilecek tek güç ordu ve sivil bürokrasiydi. O dönem sýnýf mücadelesini yükselten, gelecekte yaþanacak patlamalarýn haberini adým adým vermeye baþlayan iþçi sýnýfý YÖN'ün stratejisi içerisinde ancak bir süs olabilirdi. Programýnda sýnýf savaþýmýnýn reddini Kemalizm'in "halkçýlýk" ilkesinin bir ürünü "kaynaþmýþ, sýnýfsýz, imtiyazsýz bir kitleyiz" sloganlarýyla somutlayan YÖN hareketi, bu kaynaþmýþ kitle içerisinde iþçilere ancak bir subayýn arkasýnda yer veriyordu. Bu anlamda YÖN'ün çizdiði ideolojik perspektife göre sosyalizmden, iþçi sýnýfýnýn haklarýndan bakmak, o aþamada "devrimci" yegane güç olarak görülen seçkinci asker-sivil tabakadan oluþan milli cepheyi daðýtmak anlamýna geliyordu. Ancak þunu da belirtmek gerekir. 1960'larýn baþýnda yükselen sýnýf hareketi ve özellikle Saraçhane Mitingi sonrasý YÖN'de iþçi sýnýfýnýn politik bir özne olarak toplumdaki yerini alacaðýnýn farkýna varmýþlardý. TÝP'in sosyalist aydýnlara kapýsýný açmasýyla birlikte güçlenmesi ve oluþan hareketliliðin örgütlenme sorununa verimli bir çözüm sunmasý YÖN çevresini bir parti kurma çabalarýna sürükler. Özellikle Türk-Ýþ'le birlikte yapýlan iþbirliðiyle örgütlenmeye çalýþýlan Çalýþanlar Partisi'ne TÝP'e alternatif oluþturmasý açýsýndan da özel bir önem atfedilmekteydi. Fakat bu çabalarýn iþçi sýnýfýný politikanýn asýl öznesi haline getirmek niyetiyle harcandýðýný sanmak safdillik olacaktýr. Asýl amaç YÖN'ün cuntacý perspektifine toplumsal bir taban oluþturmaktan ve oluþan hareketlilikten nasýl pay kaparým uyanýklýðýndan baþka bir þey deðildir. Ayrýca yazýnýn ilk kýsýmlarýnda da deðindiðimiz gibi YÖN'ün tasarladýðý iktidar anlayýþý Ortadoðu'da ve geliþmemiþ ülkelerde SSCB tarafýndan bol keseden "sosyalizm" payesi daðýtýlmýþ Baasçý rejimlerin Türkiye versiyonuydu. Fakat, gelecek, YÖN'cülerin istediði gibi þekillenmedi ve yayýna devam ettiði ilk beþ yýllýk süreçte giriþilen iki askeri darbenin bertaraf edilmesi, TÝP'in 1965 seçimlerindeki baþarýsý ve sol üzerinde kazandýðý otorite ve yine ayný seçimlerde 1960 yýlýnda süngüyle gidenlerin AP bünyesinde tekrar iktidara yerleþmesi YÖN'ün stratejisinin hayatta pek de karþýlýk bulamayacaðýnýn anlaþýlmasýna neden oldu.
1965 SEÇÝMLERÝ VE TÝP'ÝN PARLAMENTARÝZME SAPLANMASI Türkiye'de örgütlülüðün geliþimi 60'lý yýllarda devrimci bir ideolojiyle birleþtirilememiþtir. Lenin, devrimci teori olmadan devrimci bir pratiðin hayata geçirilemeyeceðini ifade ediyordu. Bu sözü kanýtlarcasýna, 60'larýn siyasal atmosferinde yaratýlan ve proleter devrimci bir ideolojik çizgiye sahip olmayan örgütlerin, reformizmden küçük burjuva radikalizmine kadar pek çok alana doðru savrulmalarýna neden olmuþtur. YÖN gibi yukardan devrim hayalleriyle süslenen küçük burjuva anlayýþtan tutun da TÝP'in parlamentarizmi ve bunun neden olduðu yasalcý pasifizmine kadar pek çok hastalýk devrimci yükseliþin önünde bir set oluþturmuþtur. Durum TÝP açýsýndan ele alýndýðýnda, karþýmýza partinin 1960'larýn sonlarýna doðru yükselen kitle radikalizmi karþýsýnda gözden düþüþünün ayrýntýlarý çýkmaktadýr. 1965 yýlýnda seçimlere hazýrlanýrken TÝP içerisinde "baðýmsýzlýk, demokrasi ve sosyal adalet" temelinde CHP ile bir koalisyon oluþturulmasý hedefleyenler bulunuyordu. Yapýlan seçimlerde alýnan %3'lük oy meclise 16 milletvekilinin girmesini saðladý. Bu TC'nin 40 yýllýk tarihi ele alýndýðýnda iþçi sýnýfý açýsýndan da önemli bir aþama oldu. Ayrýca TÝP Kürt aydýnlarý tarafýndan ulusal özlemlerinin dile getirileceði bir platform olarak görülüyordu. Türkiye'de ilk defa kendisine sosyalist diyen bir parti meclis kürsüsünden seslenme olanaðýný yakalýyordu. Fakat herkes açýsýndan durumun bu kadar toz pembe olduðu söylenemez. Seçimlerden çok önce parlamenter yollarla iktidar hedefleyen parti liderlerinde bir hayalkýrýklýðý sözkonusudur. 1965 seçimleri TÝP için parlamentarizm bataklýðýna sürükleniþin hýzlandýrýcýsý oldu. Parti kadrolarýnda gelecek seçimler konusunda hala ümit bulunmaktaydý ve Mehmet Ali Aybar tarafýndan ortaya atýlan 1969 genel seçimlerinde baþa güreþecekleri iddiasý parti politikasýnýn nasýl
TÝP’in 1964 yýlýnda yapýlacak olan birinci kongresinde kabul edilen program içerik itibariyle mevcut düzenin sistem dýþýna pek çýkmayan eleþtirisinden ibaretti. Bu yaklaþým en çok "kapitalist olmayan kalkýnma yolu" formülasyonunda belirgindir. Bununla ifade edilen aslýnda devlet eliyle planlanmýþ ve özel sektörün devlet eliyle yönlendirileceði bir ekonomi anlayýþýndan baþka bir þey deðildi. Baðýmsýzlýk, çaðdaþ uygarlýk seviyesi, ulusal kalkýnma gibi Kemalizm'den alýnma açýlýmlar parti programýnýn eklektik yapýsýnýn birer göstergesiydi. Fakat kýsa zamanda TÝP'in "kapitalist olmayan kalkýnma yolu" sloganýnýn mümkün olmadýðý ortaya çýktý. Kapitalist sistemin iþleyiþini ve kurumlarýný tasviye etmeyen, sosyal devrimi gerçekleþtiremeyen bütün yollar yine kapitalist sistemin kucaðýnda son bulacaktýr.
23
MARKSiST BAKIs þekillendirileceðinin ipuçlarýný veriyordu. TÝP bu dönemden itibaren siyasal perspektifini ve faaliyetlerini dört yýllýk seçimlere göre belirleyen bir parti konumuna geldi. Meclise girdikten itibaren her ne kadar sosyalist devrim gibi kavramlar seslendirilse de parti parlamenter stratejiyi tek mücadele alaný olarak belirleyerek radikal hareketliliklerden köþe bucak kaçýnmaya baþladý. TÝP'in parlamentarist tutumu ve geleceði bunun üzerine kurmasý, parti politikalarýnýn toplumsal alanda pragmatik bir þekilde kurulmasýna neden oldu. Oy kaygýsý, 1965 seçimlerinde elde ettikleri konumu koruma güdüsü ve en önemlisi partinin gençlikten iþçilere kadar tüm kadrolarýnýn bu politika etrafýnda yönlendirilmeleri; partinin kuruluþunda temel aldýðý sosyal sýnýflardan iyice uzaklaþmasýna neden oldu. Bu yönde atýlan adýmlardan birisi de o dönem Türkiye'sinde oy deposu olarak görülen köylülüðe ulaþma gayretidir. Özellikle yýðýnlar halinde mücadeleye katýlan genç kuþak köy çalýþmalarýnda aktif bir þekilde kullanýldý. Kendisine sosyalist payesi yapýþtýran bir partinin iktidarý parlamenter yollarla fethedebileceðini bir hedef olarak önüne koymasý Soðuk Savaþ atmosferinde oldukça kaygan bir zemini de beraberinde getirmektedir. Türkiye gibi devlet geleneðinin ceberrutluðunun tarihsel olarakta kanýtlandýðý bir ülkede ve özellikle Soðuk Savaþ'ta reformistparlamenterist çizgiyle iktidarý alma amacý güden hareketlerin kýlýçtan geçirildiði bir dönemde TÝP'in hayalleri gerçekçi olmaktan bir hayli uzaklaþmaktadýr. Parti kadrolarý 1965 seçimlerinde %3 oy alan, sonraki senato seçimlerinde bunun gerisine düþen bir sonuç karþýsýnda parlamenterizm çýkmazýyla baþbaþa kaldý. Bu durum ülke içi ve uluslarasý koþullara baðlý olarak mücadele dalgasýný yükselten ve radikalliði 1968'le birlikte tavana vuracak olan toplumsal muhalefetten etkilenen parti tabanýnýn TÝP'in geleceði konusunda þüphelerini artýrdý. Ayrýca parti yönetiminin, o dönem yoðunlaþan baskýlara ve olasý bir kapatýlma ihtimaline karþý oluþan radikalliði soðurmaya çalýþmasý ve katý bir yasallýðý dayatmasý parti saflarýnda kitlesel çözülmeleri hýzlandýrýcý bir etki yaratacaktý.
SOSYALÝST HAREKETTE ÇATIÞMA DÖNEMÝ
TÝP'le birlikte 1960'larýn ilk yarýsýnda ortaya çýkan önemli diðer bir siyasal hareket de 20 Aralýk 1961'de yayýn hayatýna baþlayan YÖN dergisiydi.
24
TÝP'in 1966 yýlýnda yapýlacak genel kuruluna giden süreç, partide savaþ çanlarýnýn daha yüksek sesle çalmasýný ve parti içi muhalefetin parti çizgisiyle aralarýna daha keskin sýnýrlar koymasýný beraberinde getirdi. Özellikle, Doðan Avcýoðlu TÝP'e yönelik eleþtirilerinin dozunu giderek artýrýyordu. Parti içerisinde de Avcýoðlu'nu Mihri Belli gibi eski TKP'liler takip ediyordu. Bu noktada Mihri Belli'ye ayrý bir parantez açmak gerekmektedir. Mihri Belli bu dönemde parti içerisindeki taraftar kitlesini artýrarak yeni bir siyasal çizginin öncülüðünü yapmaya baþladý. TÝP'in parlamentarist tutumunun karþýsýna Milli Demokratik Devrim tezini çýkararak bir anlamda gelecekte oluþmasý muhtemel yeni bir ordu darbesinin ideolojisini üretiyordu. Ýçerik açýsýndan bakýldýðýnda YÖN'ün siyasal çizgisini aþmayan MDD tezi, sonraki yýllarda TÝP'in pasifizminden kopan genç kuþak için bir alternatif haline gelecekti. 1960'lý yýllarýn baþlarýnda örgütsel ayrýmlarýn çok farkedilmemesinin yarattýðý toz pembe hava daðýldýkça tartýþmalarda içerik ve üslupta sertleþmeye baþladý. Tartýþmalarýn esas sorununu iktidar perspektifi, sýnýflarýn konumlandýrýlmasý ve mücadele yöntemi oluþturuyordu. Kaderini sol darbeye baðlayan Doðan Avcýoðlu ve Mihri Belli önderliðindeki kesim için TÝP, ordu eliyle yapýlacak milli bir "devrim"in siyasal organý hüviyetine büründüðü sürece faydalýydý, toplumun alt katmanlarýnýn haklarýný ele alan, "sosyalizm" mücadelesiyle "antiemperyalist" mücadeleyi bir tutan söylemleri kullandýðý zaman deðil. Doðan Avcýoðlu ve takipçilerinin aþamalý devrim anlayýþýna göre öncelikli sorun Türkiye'nin emperyalizme olan baðýnýn kýrýlmasýydý ve bunun asýl öznesi iþçi sýnýfýnýn iktidarý alma gücünün bulunmadýðý bir ortamda zinde güçler (ordu, aydýnlar ve sivil bürokrasi) olacaktý. Baþlatýlan bu saldýrýya karþý TÝP yönetiminin cevabý uzun bir sessizlik oldu. Teori konusuna kurulduðundan beri kýsýr bir parti programý dýþýnda sistemli katký sunmayan, sosyalizmle yeni yeni tanýþan ve kendi bünyesinde mücadeleye atýlan kitleleri bu konuda aç býrakan önderler, aslýnda kendi teorik yetersizlikleriyle ve özgüvensizlikleriyle baþbaþa kalmýþlardý. Bu durum partiye yönelen sistemli eleþtirilerden etkilenen taban içerisindeki huzursuzluklarý artýrýyordu. TÝP'in önder kadrolarý yaþanan tartýþmalarýn sonucu oluþan teoriye yönelimi ucuz demogojilerle kýrmaya çalýþýrlar. Aybar, parti içerisinde teori tartýþmalarýnýn körüklenmesini, o dönem sol yayýncýlýðýn geliþimini TÝP'i parçalamak için Amerika'nýn kurduðu bir tezgah olarak lanse etti. Bu türden demogojik söylemler, tartýþmalarýn alevlendirildiði ortamda lider kadro tarafýndan sýk sýk dillendirildi. Fakat bürokratik engellemeler, partinin alt kadrolarýnýn teori konusunda açlýðýný gidermek için birikime yönelmesine engel olamadý ve bu birikim sonucunda parti içerisindeki farklý perspektiflerin ortaya çýkýþý hýzlandý. TÝP yönetimi ise bu süreçte oluþan parti içi muhalefeti sýký disiplin tedbirleriyle bastýrmaya yöneldi. Böylece parti içerisinde hiyerarþi mutlak bir hale sokularak, parti iþleyiþinde hantal bir bürokrasinin oluþumunun önü açýldý. Burada yükselen gençlik hareketine ayrý bir paragraf açmak gerekmektedir. Çünkü polemiklerin þiddetlenerek artmasý ve yükselen gençlik hareketini örgütleme kaygýsý gelecekteki yaþanacak ayrýmlarda gençliðin önemini artýracaktýr. 68 döneminde iþçi sýnýfýnýn yaný sýra öðrenci gençliðin yükselen eylemliliði toplumsal mücadeleleri zirve noktasýna taþýmýþtýr. 1968 yýlýna gelirken üniversite kökenli öðrenci gençlik hareketi toplumsal mücadelelere büyük bir ivme kazandýrmýþtýr. Uluslararasý arenada süregiden emperyalist savaþlar ve antiemperyalist mücadelenin yükseliþi, 60'lý yýllara damgasýný vuran Che Guevara ve Latin Amerika kökenli gerilla hareketleri gençlik üzerinde muazzam etkiler yaratmýþtýr. Bu potansiyeli deðerlendirme kaygýsý gençlik üzerinde örgütlenme çabalarýný artýrmýþtýr. Bu yönde ciddi atýlýmlardan biri TÝP'ten geldi ve Fikir Kulüpleri Federasyonu kuruldu. FKF'nin ilk büyük eylemi bu dönemde gerçekleþti ve 1967 yýlýnda 6. Filo'nun Ýstanbul'a geliþine yönelik on bin kiþilik bir eylem ör-
MARKSiST BAKIs gütledi. Öðrenciler, gençlik eylemlerinin yanýsýra TÝP'in parlamentarist stratejisinin temel dayanaðý olarak gösterilen köylülere yönelik çalýþmalarý da örgütlediler. FKF bünyesinde örgütlenen öðrenciler, 1967-1968 yýllarý arasýnda her ne kadar aktif bir çalýþma içerisine girmiþlerse de, bu aktiflik TÝP yönetiminin çizdiði sýnýrlarýn içerisine sýkýþýp kalacak ve FKF, TÝP'in doðal bir müttefiði haline gelecekti. Öte yandan TÝP'e yöneltilen eleþtirilerden birisi var ki, bu da partinin 60'larýn sonlarýnda gençlik hareketi içerisinde neden hýzla sönümlendiðinin yanýtý gibidir. Doðan Avcýoðlu ve Mihri Belli TÝP'e ve sol harekete burjuvazi cephesinden baþlatýlan saldýrýlar karþýsýnda parti yönetimini pasifizmle suçlar. Gerçekte de bu doðru bir yaklaþýmdýr. Özellikle militan gençlik hareketinin tavan yaptýðý 60'larýn son döneminde TÝP yönetimi gençlik hareketinin önüne set çekmeye çalýþmaktadýr. Bunu da ülkede radikal hareketlenmelerin faþizme yolaçabileceði senaryolarýný üreterek meþrulaþtýrmaya çalýþtýlar. Ayrýca TÝP'in gençliðe önerebildiði tek faaliyet alaný dört yýlda bir genel seçimlere hazýrlýk çalýþmalarýyla sýnýrlandýrýldý. Ne var ki gençlik hareketinin artan radikalliði TÝP'in bu bürokratik kabuðunu parçalayýp attý. Bir süre sonra yöneltilen eleþtirilere cevap vermek kaçýnýlmaz hale geldiðinde ise TÝP yönetimi, yarým aðýz bir karþýlýk verdi. Bu cevaplarda bir yanda yasal olmayan, parlamento dýþý yollardan iktidara gelme biçimi þiddetle reddedilirken, TÝP'in çizdiði parlamentarist stratejinin, sosyalist ve antiemperyalist mücadelelerin gerekliliklerini ayný anda karþýlayacaðý söylenmekteydi. Asýl TÝP'in parçalanýþýný hýzlandýransa TÝP içinde faaliyet yürüten, Mihri Belli gibi eski TKP'lilerin TÝP'e muhalefet ederek geleceðin Milli Demokratik Devrim Çizgisi'ni þekillendiren tartýþmalarý oldu. 1967 yýlýnda YÖN dergisinin faaliyetini durdurmasýnýn ardýndan Mihri Belli, Ýlhan Selçuk önderliðindeki grup Türk Solu dergisini çýkarmaya ve MDD stratejisini geniþ bir gençlik kesimini arkalarýna alarak uygulamaya baþladýlar.
DÝSK'ÝN KURULUÞU VE SINIF HAREKETÝ 1966 yýlýnda Paþabahçe grevi sýnýf mücadelesi açýsýndan önemli sonuçlar doðurdu. 1964 yýlýndan itibaren AP eðilimli sendikacýlarýn etkin konuma gelmesi sonucunda Türk-Ýþ, grev hareketlerini desteklemeyen hatta engelleyen tutumlar sergilemeye baþladý. Bu tutuma karþý muhalefet bayraðýný açan sendikalar, Paþabahçe Grevi'ne karþý Türk-Ýþ'in tutumu üzerine ipleri koparma noktasýna geldi. Grev desteklenmeyince, zaten uzun süredir TÝP eðilimli sendikacýlarýn üzerinde yoðunlaþtýklarý bir proje olan sol bir sendika kurma fikri, Türk-Ýþ'ten kopan Maden-Ýþ, Gýda-Ýþ ve Lastik öncülüðünde 13 Þubat 1967'de Devrimci Ýþçi Sendikalarý Konfederasyonu ile yaþama geçti. DÝSK, 1960'larda radikalleþen iþçi hareketinin bir meyvesi olarak dünyaya geldi ve DÝSK'le birlikte sýnýf mücadelesi yeni bir evreye girdi. Militan iþçiler DÝSK çatýsý altýnda patronlarýn korkulu rüyasý olurken düzenin ve patronlarýn payandasý olan Türk-Ýþ bürokrasisi de bu durumdan oldukça rahatsýz olan unsurlarýn baþýnda geli-yordu. Bürokratik zorluklar ve engellemeler nedeniyle DÝSK'e üye olamayan iþçiler de DÝSK'e karþý büyük bir sempati besliyorlardý. Bütün bunlar DÝSK'i ve militan iþçi sýnýfý mücadelesini düzenin hedefi haline getirecekti. Ýþçi sýnýfýnýn radikalizmi salt ekonomik eylemlerle belirlenen niceliksel bir sýçramaya tekabül etmiyordu. Ýþçi sýnýfýnýn politik anlamda ne kadar radikalleþtiðinin en önemli göstergesi 60'larýn finali anlamýna gelen 15-16 Haziran eylemleridir. 15-16 Haziran direniþi açýk bir ayaklanmaya evrilme aþamasýndayken politik perspektif yoksunluðu, proleter devrimci unsurlarýn eksikliði ve DÝSK bürokrasisinin engellemeleri sonucunda sona erdi. Yine de 15-16 Haziran direniþinin somut kazanýmý DÝSK'in kapatýlmasýný engellemek oldu ki bu da 1970'lere býrakýlan önemli bir mirastý. 15-16 Haziran direniþi bir kendiliðinden iþçi kalkýþmasý olarak 60'larda (ve daha sonra da 70'lerde) Ýþçi sýnýfýnýn radikalizmi salt ekonomik eylemlerle belirlenen niceliksel bir Türkiye solunun temel týkanýklýðýný ortaya koymasý bakýmýndan önemlidir. TÝP'in genel parlamentarist eðilimleri zaten gençlik tarafýndan aþýlmýþtý. Diðer sýçramaya tekabül etmiyordu. Ýþçi taraftan gençlik eylemleri sýnýf perspektifinden çok uzakta, MDD çizgisinin sýnýfýnýn politik anlamda ne kadar yönlendiriciliðinde ilk önce Kemalizm ve sol cunta tezlerinin daha sonraysa radikalleþtiðinin en önemli göstergesi maceracýlýðýn etkisi altýnda geliþecekti. Stalinizmin genel çizgisini kabullen- 60'larýn finali anlamýna gelen 15-16 miþ olan gençlik mücadelesinin yaratacaðý örgütler bir yandan kendi içinde Haziran eylemleridir. düzenli olarak bölünürken diðer yandan da 15-16 Haziran'dan gerekli sonuçlarý çýkarmayarak 70'lerin sýnýf mücadelesinin týkanýklýðýný da belirleyeceklerdi.
Fikret Seyhan ----1- Avcýoðlu, Doðan,"Rejim Buhraný", YÖN, sayý 10, 21 Þubat 1962 2- Avcýoðlu, Doðan, a.g.e.
25
MARKSiST BAKIs
Tuncay Özkan ve Ulusalcý Projenin Týkanýþý
Hatýrý sayýlýr bir kitleyi etkilemeyi baþaran Tuncay Özkan, özellikle Cumhuriyet mitinglerinde kilit unsurlardan biri olarak görev almýþtý. Ne var ki Cumhuriyet mitinglerinin arkasýnda pek bir iz býrakamadan geçip gitmesi ve AKP'nin %47 ile tek baþýna iktidar olarak CHP'yi hezimete uðratmasý, Kanal Türk'ün finansal sýkýntýlarýyla birleþince seçimlerden daha bir yýl geçmeden Kanal Türk iflas bayraðýný çekti ve AKP'ye yakýnlýðý ile bilinen kimselere satýldý. Kanal Türk'ün iflasý Tuncay Özkan'ýn da iflasý anlamýna geldi. Asýl iflas edense sosyal demokrat emekçilerce de desteklenen bir siyasal anlayýþtý.
26
Türkiye'de egemen sýnýf içerisindeki kavga dünya çapýnda devam eden krizin etkileriyle sertleþtikçe sertleþti. Provakasyonlar, darbe giriþimleri, davalar, satýn almalar ve medya savaþlarý ile örülü binbir dolabýn çevrildiði bir süreç yaþadýðýmýz. Burada taraflar açýsýndan en önemli husus toplumsal destek kazanmak ve karþý tarafý gayrý meþru bir duruma düþürmek. Bunun yolu da karþý tarafý sýkýþtýracak bir söylem geliþirerek ideolojik üstünlüðü elde etmekten geçiyor. Bu konuda askeri-sivil bürokrasinin önemli bir dezavantajý bulunmakta: Bu da yaygýn meþruluk anlayýþýna göre asker-sivil bürokrasinin politikadan uzak durmasý gereken atanmýþlardan oluþtuðu buna karþýn mücadele ettiði unsurun halk tarafýndan seçilmiþlerden oluþmasý. Ýþte bu nedenle asker-sivil bürokrasi 1990'lardan beri kendisi lehine kamuoyu oluþturacak "sivil" bir ayak oluþturmak çabasý içerisinde. ADD, ÇYDD, Cumhuriyet Gazetesi esas olarak bu iþlevi gördüler. Zamanla Baykal CHP'si de tamamen bu projenin bir parçasý haline geldi. Bu "sivil" unsurlar asker-sivil bürokrasinin temel tezlerinin yayýcýsý olacaklardý. Yani þeriatýn geldiði, laikliðin elden gittiði, ülkenin bölündüðü vb. Ýþte, sivil ayak oluþturma buradan da halk desteðini kazanma yolunda son dönemde en çok öne çýkan unsurlardan biri, Kanal Türk etrafýnda geliþen "Biz Kaç Kiþiyiz" hareketi ve buna liderlik eden Tuncay Özkan oldu. Hatýrý sayýlýr bir kitleyi etkilemeyi baþaran Tuncay Özkan, özellikle Cumhuriyet mitinglerinde kilit unsurlardan biri olarak görev almýþtý. Ne var ki Cumhuriyet mitinglerinin arkasýnda pek bir iz býrakamadan geçip gitmesi ve AKP'nin %47 ile tek baþýna iktidar olarak CHP'yi hezimete uðratmasý, Kanal Türk'ün finansal sýkýntýlarýyla birleþince seçimlerden daha bir yýl geçmeden Kanal Türk iflas bayraðýný çekti ve AKP'ye yakýnlýðý ile bilinen kimselere satýldý. Kanal Türk'ün iflasý Tuncay Özkan'ýn da iflasý anlamýna geldi. Asýl iflas edense sosyal demokrat emekçilerce de desteklenen bir siyasal anlayýþtý. Bu yazý ile Tuncay Özkan þahsýnda ulusalcý yansýlsamalarý daðýtmak he-deflenmektedir.
Tuncay Özkan'ýn Kariyeri Tuncay Özkan 1966'da Ankara'da doðdu. Gazi Üniversitesi Ýletiþim Fakültesi'nden mezun olduktan sonra 1981 yýlýnda gazeteciliðe baþladý. 1984 yýlýnda Hürriyet Grubu'nun Cumhuriyet Gazetesi'ne rakip olarak çýkarttýðý Hürgün Gazetesi'nde çalýþtý. Daha sonra Cumhuriyet Gazetesi'nde görev aldý. 1996'dan Temmuz 2002'ye Kanal D genel yayýn yönetmeni olarak, Haziran 1998-Þubat 2001 tarihleri arasýnda Radikal Gazetesi'nde, Þubat 2001-Temmuz 2002 tarihleri arasýnda Milliyet Gazetesi'nde, 2002 Temmuz'undan 2003 Aralýk ayýna kadar da Akþam Gazetesi'nde çalýþtý. 2002 Temmuz'unda Karamehmetler'in Çukurova Medya Grup Baþkaný olarak göreve baþladý ve bu görevine Aralýk 2003'e kadar devam etti. 2004 yýlýnda Kanal Türk'ü kurdu. Mesut Yýlmaz'la olan dostluðunun bu hýzlý yükseliþinde katkýsý büyüktü. Mesut Yýlmaz ve partisi ANAP, siyasi arenadan silinince Tuncay Özkan da yeni yollar aramaya baþladý. Doðan Grubu'nda çalýþtýðý yýllar boyunca aralarýnda baba-oðul iliþkisi olduðunu söylediði, elini öptüðü Aydýn Doðan'a, Mehmet Emin Karamehmet'in sahibi olduðu Çukurova Grubu'na transfer olduðu andan itibaren, saldýrmaya baþlamasý burjuva medyada iliþkileri belirleyen ana gücün aslýnda ayný anlama gelen para, çýkar ve kariyer olduðunu gösterir. Kanal D yayýn yönetmeni iken Fethullah Gülen'le yaptýðý röportaj sýrasýndaki Tuncay Özkan'la bugünkü Tuncay Özkan arasýnda daðlar kadar fark vardýr. Daha da yakýna, 2003 yýlýna bakýlacak olursa; Akþam Gazetesi'ndeki yazýlarýnda Özkan, Recep Tayyip Erdoðan ve AKP'den "Türkiye için bir umut…" olarak bahsetmektedir. (Bariz bir örnek olarak 25 Mart 2003 tarihli Akþam Gazetesi'nde yayýnlanmýþ "Recep Tayyip Erdoðan ve Düþündürdükleri" isimli köþe yazýsý) Fakat çok deðil bir yýl sonra Tuncay Özkan Kanaltürk'ü ve "Biz Kaç Kiþiyiz" platformunu kurar ve "bir umut" olarak gördüðü AKP'ye ateþ püskürmeye baþlar…
Tuncay Özkan Ulusalcý Laikçi Kampýn Liderliðine Soyunuyor Tuncay Özkan'ýn AKP'nin yükseliþi karþýsýnda öfke duyan, kendini umutsuz, çaresiz hisseden sosyal demokrat kitleler ve elbette ulusalcýlar tarafýndan bir "kahraman", bir "kurtarýcý" olarak görülmesinde izlediði popülist siyasetin etkileri büyüktür: Baþlý baþýna Kanal Türk, Cumhuriyet mitingleri, her konuþmasýnýn olmazsa olmazý "elinden düþürmediði Atatürk'ün ve Cumhuriyetin Sancaðý", aðzýna pelesenk ettiði þeriat ve bölücülük karþýtý sözler, "saðcýlar MHP'ye solcular CHP'ye oy versin" formülünde de gözüken ucuz pragmatizm... Kanaltürk'ün kurulmasýnýn hemen öncesinden baþlayarak Genelkurmay'la dayanýþma halinde hareket eden, darbe þakþakçýlýðý yapan Tuncay Özkan'ýn Kürt sorununda izlediði þovenist ve aþýrý milliyetçi çizgi onu ve temsil ettiði siyasi akýmý anlamak açýsýndan önemlidir: Ölen askerlerin cenazeleri ile ilgili haberler, Kanal Türk'ün haber veya tartýþma programlarýna davet edilen emekli askerlerin Kürt sorununa "dâhiyane" çözümleri olarak gösterilen askeri operasyonlar, Musul ve Kerkük'ü de içine alacak þekilde yeniden çizilen sýnýrlar… Tuncay Özkan'ýn milliyetçi tutumu sadece Kürt sorununda kendini göstermez. Konu Kýbrýs, Ermeni soykýrýmý,
MARKSiST BAKIs Yunanistan'la olan iliþkiler vb. olunca da Tuncay Özkan'ýn þovenist, milliyetçi hatta ýrkçý yüzünü görebiliriz. Buna örnek olarak "Yunanistan'ýn tek amacýnýn Türkiye'yi yok etmek olduðu, eðer böyle amacý olmasa Yunanistan diye ayrý bir devletin olmayacaðý ve Türkiye'ye baðlý olacaðý" sözlerini gösterebiliriz. 22 Temmuz Genel Seçimi öncesine baktýðýmýzda "Saðcýlar MHP'ye; solcular ise CHP'ye oy versin" diyerek MHP'ye oy çaðrýsý yapan Tuncay Özkan ve ulusalcýlar için seçimler tam anlamýyla bir fiyasko olmuþtu. MHP ve AKP arasýndaki yakýnlaþma ise izlenen ulusalcý politikanýn yenilgisini daha da derinleþtirmiþti. Kanal Türk, hepimizin bildiði gibi, Tuncay Özkan'ýn sahibi olduðu AKP karþýtý yayýn politikasýyla ulusalcýlarýn kalelerinden biriydi. Kurulduðu 2004 yýlýndan Fethullah Gülen'e yakýnlýðýyla bilinen Ýpek-Koza Grubu'na trajikomik bir þekilde satýlana kadar ulusalcý çizgisinden ödün vermeyen Kanal Türk'ün kuruluþ süreci de soru iþaretleriyle dolu. Kanalýn kuruluþu için gereken 17 milyon dolarýn kaynaðý hala tam olarak bilinmiyor. Tuncay Özkan bu paranýn kaynaðý sorulduðunda verdiði çeliþkili ve gayriciddî yanýtlar da bu iþin içinde bir iþ olduðunu düþündürmüyor deðil. Gerçi bir süre sonra Tuncay Özkan'ýn OYAK Bank'tan bir kredi alarak paranýn bir kýsmýný saðladýðýnýn yanýnda geri kalan paranýn da CHP tarafýndan saðlandýðý ortaya çýktý.
Tuncay Özkan'ýn Ulusalcý Çizgisi Neden Ýflas Etti? Kanal Türk'ün yayýn politikasýna baktýðýmýzda kanalýn ulusalcý politika kadar Tuncay Özkan'ýn þahsýný da yapay þekilde öne fýrlattýðý da görülmektedir. Burada Baykal ve CHP eleþtirilerinden ve sürekli kendisini ön plana çýkarmasýdan Tuncay Özkan'ýn bu süreci kariyer basamaklarýnda bir sýçrama fýrsatý olarak gördüðü ortaya çýkacaktýr. Tuncay Özkan'ýn geçmiþi hýzla yükselmesini saðlayan zikzaklarý ve sýrtýný kimlere yasladýðý düþünüldüðünde bu tespit kimseye abartýlý gelmemelidir. Kanal Türk'ün SSGSS'ye karþý düzenlenen eylemlerle Tuzla tersane direniþi haberleri sola kayýþ olarak deðil can çekiþmekte olan ulusalcý politikaya taze kan taþýma çabasý olarak yorumlanmalýdýr. Yükselen bu sýnýf hareketinden yaralanma çabasý ayný zamanda sýnýf hareketini ulusalcý kanallara çekerek onu yozlaþtýrma gayretini de barýndýrmakta idi. Tuncay Özkan'ýn kiþisel kumarý tutmadý. Ulusalcý davanýn parlayan yýldýzý olarak ülkenin baþýna geçmeyi en azýndan baþat siyasi figürlerden biri olmayý hayallemekteydi, ama ikbal avcýlarý için hayat her zaman bu kadar cömert olmayabiliyor. Tuncay Özkan'ýn iflasý ulusalcýlýðýn da iflasýdýr. Bizi asýl ilgilendiren de budur. Bu iflas 22 Temmuz seçimlerinde AKP'nin elde ettiði ezici çoðunlukla belgelendi. Bu, yüz binlerce kiþinin seferber edildiði Cumhuriyet mitinglerinin de boþluða atýlan salvolar gibi etkisiz olduðunu gösterdi. Peki, neden? Tersten söyleyelim. Eðer yüz binlerce kiþi örneðin Sosyal Güven(siz)lik Yasasýna, Tuzla'daki iþçi ölümlerine, asgari ücretlerin bu kadar düþük olmasýna, üst üste gelen zamlara karþý seferber olsaydý durum bambaþka olurdu. Hatta diyebiliriz ki böyle bir süreç sadece AKP'nin sonunu getirmekle kalmaz, Türkiye'nin içerisinde bulunduðu siyasal iklimi deðiþtirirdi. Bu siyasal iklim iþçi sýnýfýnýn, kent yoksullarýnýn, gençliðin sola kaymasýný saðlayacaðý gibi siyasal Ýslamý da geriletecek bir gücü ortaya çýkaracaktýr. Ýþin ilginç yaný emekçilerin ve gençliðin sazý ele almasý karþýsýnda egemen sýnýfýn çatýþan kesimlerinin aralarýndaki kavgalarý bir yana býrakýp ortak düþmana karþý harekete geçecek olmalarýdýr. Tuncay Özkan'ýn tariflediði ulusalcý çizgi ve Cumhuriyet mitingleri sorunu sadece statükonun devamý olarak ortaya koydu. Sermaye düzenine halkýn yoksulluðuna karþý ciddi bir söylemsellikten özenle uzak durdu. Mesele yaþam tarzlarýna indirgendi. Ne var ki Türkiye'de Cumhuriyet mitinglerinin bileþenleri olan sosyal demokrat ve Alevi emekçiler ile tuzu kuru eðitimli orta sýnýflarýn dýþýnda böyle bir hassasiyet temelinde kimseyi harekete geçiremezsiniz. Sisteme saldýrmadan, bu bozuk düzen deðiþecek demeden, sömürüye savaþ açmadan AKP'ye yüzünü dönmüþ emekçiler, kent yoksullarý ve yoksul köylüler, iþsizler ve gençler kazanýlamaz. Laiklik üzerinden aþýrý hassaslaþtýrýlýp milliyetçilikle beraber otoriter tonlar eþliðinde meydanlarda doluþup meseleyi türban vb. indirgerseniz bu kesimleri AKP'nin kollarýna daha çok itersiniz. Yani çýrpýndýkça batarsýnýz. Gerçekten de öyle olmadý mý? RP kapatýldý, AKP geldi. Siyasal Ýslam'a karþý mücadelede ulusalcý siyasi çizginin tek yaptýðý siyasal Ýslam'ý güçlendirmek ve ayný koþulda sömürülen, ayný þekilde ezilen kitleleri suni bir þekilde yaþam tarzý üzerinden ikiye bölmektir.
Sonuç Olarak, Ne Yapmak Gerek? Son geliþmeler, ideolojik anlamda çökmüþ olan ulusalcý cephenin fiziksel olarak da çöküþünün sinyallerini vermektedir. Askeri-sivil bürokrasiye yedeklenen "sivil" oluþumlar epey bir mevzi kaydetmiþtir. Askeri-sivil bürokrasinin son kozu olan AKP'yi kapatma davasý da istediklerinden aksi yönde sonuçlanmýþtýr. Bu da AKP'nin süreçten daha da güçlenerek çýkmasý anlamýna gelmektedir. Eleþtirmekten daha önemli olan siyasal Ýslam'a veya ulusalcýlýða eklemlenmeden ortaya yeni bir alternatif, yeni bir yol çýkartabilmektir. Bu üçüncü yol ise sýnýf mücadelesinden geçer. Sadece sýnýf merkezli devrimci bir hareket hem AKP'yi ve siyasal Ýslam'ý; hem de ulusalcýlýðý çözebilir. Siyasal Ýslam'ý durdurabilecek tek güç devrimci mücadeledir. Kapitalizmin yoðun sömürü þartlarýnda geleceksizliðe ve çarezilik içerisinde yalnýzlaþmaya ittiði geniþ emekçi yýðýnlar kaçýnýlmaz biçimde yüzlerini Ýslamcý belediyelerin ve tarikatlarýn yardýmýna ve sosyal dayanýþma aðýna dönmektedir. Ýslamcýlýðýn arakasýnda böyle bir sýnýf gerçekliði yatmaktadýr. Yoksa mesele emekçilerin yüzünün Ýslamcýlara dönen büyük kimsenin cahil, bedevacý ya da dinci olmasý deðildir. Elitist, halktan uzak orta ve üst sýnýf ulusalcý klikler emekçilerin sorunlarýný umursamayacaklar ve meseleyi bu sýnýfsal içeriði ile anlamayý reddeceklerdir. Diðer taraftan emekçilerin birliði ve omuz omuza eylemi, kitleler geleceðini ellerine almak için ayaða kalkmasý tarikatlarýn da ulusalcýlarýn da bütün cerahatlarýnýn dökülmesini saðlayacaktýr. Bu unsurlar bütün ikiyüzlülükleriyle mücadeleye atýlan iþçi sýnýfý ve yoksullarýn karþýsýnda birleþeceklerdir. Ýþte kitleler böylece dostu düþmaný göreceklerdir.
Eleþtirmekten daha önemli olan siyasal Ýslam'a veya ulusalcýlýða eklemlenmeden ortaya yeni bir alternatif, yeni bir yol çýkartabilmektir. Bu üçüncü yol ise sýnýf mücadelesinden geçer. Sadece sýnýf merkezli devrimci bir hareket hem AKP'yi ve siyasal Ýslam'ý; hem de ulusalcýlýðý çözebilir. Emekçilerin birliði ve omuz omuza eylemi, kitleler geleceðini ellerine almak için ayaða kalkmasý tarikatlarýn da ulusalcýlarýn da bütün cerahatlarýnýn dökülmesini saðlayacaktýr. Bu unsurlar bütün ikiyüzlülükleriyle mücadeleye atýlan iþçi sýnýfý ve yoksullarýn karþýsýnda birleþeceklerdir. Ýþte kitleler böylece dostu düþmaný göreceklerdir.
Kemal Ekrem
27
MARKSiST BAKIs Sosyal Demokrasi* ve Türkiye'deki Ulusal Mücadeleler I: Türkiye'deki Durum
Türkiye'deki ayaklanma ve ulusal mücadelelerin Rus devletinin ajanlarý tarafýndan yapay olarak üretildiði iddialarý, burjuvazinin tüm modern emek hareketinin az sayýda Sosyal Demokrat ajitatörün iþi olduðu iddiasýndan daha ciddi deðildir. Herkesin kabul ettiði gibi Türkiye'nin çöküþü sadece kendi devingenliðinde geliþmiyor. Herkesin kabul ettiði gibi Rus Kazaklarýnýn þefkatli elleri Yunanistan, Sýrbistan ve Bulgaristan'ýn doðumlarýnda ebelik hizmetini yerine getirdi ve Rus rublesi Karadeniz'in tarihsel dramýnda sürekli baþ aktördür. Ancak burada diplomasi yüzyýllardýr süren adaletsizlik ve sömürüyle yüklü yanýcý bir maddeye yanan bir tahta atmaktan fazlasý deðildi.
28
Parti basýnýnda, özellikle de Rus kesiminde hepimiz Türkiye'deki olaylarý diplomatik entrikanýn saf bir ürünü olarak yansýtma çabasýna çok sýk rastlýyoruz(A). Zaman zaman, basýnda Türk zulmünün temelde düzmece, Baþýbozuklarýn mükemmel Hýristiyanlar ve Ermeni isyanlarýnýn da Rus rubleleriyle çalýþan ajanlarýn iþi olduðunu savunan seslerle bile karþýlaþabilirsiniz. Bu pozisyona dair her þeyden önce dikkati çeken ise bunun burjuva bakýþ açýsýndan hiçbir þekilde farklý olmadýðýdýr. Ýki durumda da gördüðümüz þey büyük sosyal fenomenlerin çeþitli 'ajanlara', yani diplomatik makamlarýn kasýtlý eylemlerine indirgenmesidir. Burjuva politikacýlarýnýn durduðu yerden bakýldýðýnda, bu görüþler tabii ki þaþýrtýcý deðildir: bu insanlar tarihi bu çerçevede yapmaktadýrlar ve bunlarýn kýsa vadeli çýkarlarýna göre aldýklarý pozisyon için diplomatik entrikanýn en ince ayrýntýsý büyük pratik öneme sahiptir. Fakat olaylarý sadece uluslararasý çerçevede açýklayan ve her þeyden önce toplumsal yaþamýn fenomenlerinin daha derinde yatan maddi nedenlerine inen Sosyal Demokrasi için ayný politika tamamen boþ görünür. Aksine, iç politikada olduðu gibi dýþ politikada da Sosyal Demokrasi her iki durumda da ayný bakýþ açýlarý, yani söz konusu olgunun iç toplumsal koþullarý ve genel ilkelerimiz tarafýndan belirlenmesi gereken kendi pozisyonunu geliþtirebilir. Öyleyse, bu koþullar, burada ilgilendiðimiz Türkiye'deki ulusal mücadelelere göre nasýl duruyor? Son zamanlara kadar basýnýn bir kýsmýnda Türkiye 'farklý milliyetlerin yüzyýllardan beri barýþ içinde birarada bulunduðu', 'en kapsamlý otonomiye sahip olduðu' ve sadece Avrupa diplomasisinin Türkiye'nin mutlu halklarýný ezildiklerine inandýrarak ve masum Sultan'ýn 'defalarca bahþettiði reformlarýný' uygulamasýný engelleyerek yapay bir þekilde hoþnutsuzluk yarattýðý bir cennet olarak gösteriliyordu(1). Bu iddialar koþullarýn büyük oranda göz ardý edilmesine dayanýyor. Bu yüzyýlýn baþlarýna kadar, Türkiye her milletin, her vilayetin ve her cemaatin kendi ayrý yaþam biçimlerine sahip olduðu, alýþkýn olduðu acýlara sabýrla katlandýðý, takas ekonomisine dayalý ve tam bir doðu despotizmi örneðini sunan bir ülkeydi. Bu koþullar belki baskýcý olabilirler, ancak bununla birlikte büyük bir deðiþmezlikle ayýrt ediliyorlardý ve bu yüzden uzun bir zaman boyunca hükmedilen halklarý isyana sevk etmeden varlýklarýný sürdürebildiler. Bu yüzyýlýn baþýndan beri tüm bunlar hatýrý sayýlýr ölçüde deðiþti. Avrupa'nýn güçlü ve merkezi devletleriyle olan anlaþmazlýk yüzünden sarsýlmýþ, özellikle de Rusya tarafýndan tehdit edilen Türkiye kendini iç reformlar yapmak konusunda zorlanmýþ olarak buldu ve bu gereklilik kendini ilk olarak II. Mahmut'ta(18081839) ifade etti. Reformlar feodal yönetimi ortadan kaldýrdý, onun yerine merkezi bir bürokrasi, kalýcý bir ordu ve yeni bir finansal sistem getirdi. Modern reformlarýn her zaman olduðu gibi muazzam bedelleri oldu ve halkýn maddi çýkarlarýnýn diline çevrildiði zaman bu reformlar vergilerde devasa bir artýþ demekti. Her baþ hayvanla her saman parçasý için toplanan yüksek dolaylý vergiler; gümrük vergileri; damga vergileri ve kelle vergileri; yýlda dört defa artýrýlan öþür vergisi ve bir de doðrudan gelir vergisi, ki þehirlerde yüzde 30'a, kýrsalda yüzde 40'a denk geliyordu; bunlarýn yanýnda Hýristiyanlar için askerlik hizmeti vergisi ve son olarak artan mecburi hizmetler; iþte bunlar reforme edilmiþ devletin harcamalarýný halkýn nasýl ödediðini gösteriyordu. Fakat bu sadece Türkiye'de varolan kendine özgü bir yönetim sistemiydi ki bu katlanýlan sýkýntýlar hakkýnda bir fikir vermektedir. Modern ve ortaçaða özgü ilkelerin farklý bir karýþýmý olarak, bu sistem idari bakýmdan aþýrý merkezi bir þekilde baþkente baðlý olan büyük sayýda yönetsel otoriteden, mahkemelerden ve meclislerden oluþmaktadýr. Ancak ayný zamanda bütün kamusal pozisyonlarýn fiilen rüþvete dayalý olduðu, merkezi yönetimin ödeme yapmadýðý, geliri yerli nüfustan saðlanan bir tür bürokratik imtiyaz sistemidir bu. Bu yüzden paþa mümkün olduðu kadar çok parayý Ýstanbul'a gönderdiði sürece vilayetini dilediði gibi soyabilir. Bu yüzden baðlý bulunduðu makamýn yetkisiyle kadý cebirle finanse edilir, çünkü makamý için Ýstanbul'a bizzat haraç ödemek zorundadýr. Ancak en önemlisi merhametli bir insana benzeyen Fransýz devrim öncesi rejiminin genel valisiyle karþýlaþtýrýldýðýnda mültezimlerin elinde bulunan vergi sisteminin, düzen ve kural yokluðuyla ve sýnýrsýz keyfilikle sonuçlanmasýdýr. Ve sonunda bürokrasinin ellerinde zorunlu hizmetler dizginsiz gasp ve halkýn sömürülmesine dönüþtü.
MARKSiST BAKIs Açýkça böyle oluþturulan bir yönetim Avrupa modelinden kökten farklýdýr. Bir yanda merkezi yönetim insanlarý soyarken ve böylece kendi bürokratik yapýsýný sürdürürken, diðer yandan bürokrasi insanlarý bizzat soyar ve böylece merkezi yönetimi finanse eder. Sonuç olarak Türkiye'de bürokrasi, varlýðý halkýn profesyonelce yaðmalanmasýyla finanse edilen, üyelerinin doðrudan bir ekonomik öðeyi temsil ettiði, toplumun özel ve kalabalýk bir sýnýfý olarak belirir. Ayný zamanda ve reformlara baðlý olarak Hýristiyan köylülerin toprak mülkiyeti koþullarýnda, Türk toprak sahipleriyle karþýlaþtýrýldýðýnda yine aleyhlerine büyük bir deðiþim yaþandý. Ýkincisi, yani genel olarak eski feodal bey, tam Hýristiyan modelindeki gibi iþini miras yoluyla devam ettirme olanaðýna sahipti. Týmar sistemi reformla ortadan kaldýrýldýðýnda ve o ana kadar kendileri tarafýndan sipahilere ödenmiþ olan aþar vergisi hazineye aktarýldýðýnda feodal bey toprak üzerinde hak iddia etmeye çabaladý; sonuç olarak köylüler için yeni bir vergi -toprak kirasý- eski öþür vergisinin yanýnda ortaya çýktý. Bu vergi öþür çýkarýldýktan sonra kalan kazancýn üçte biri miktarýndaydý. Hýristiyan köylü için genellikle tüm bu olaðanüstü þeylerin ortasýnda Müslüman camisine þartlý olarak az miktarda toprak hediye etmekten ve sonra da kiranýn zorunlu vergi olduðu ancak en azýndan öþürden muaf olan bu topraðý kiralýk olarak geri almaktan baþka bir kurtuluþ yolu yoktu. 1870'lerin sonunda Türkiye'deki meþruta mülkiyeti tarým yapýlabilen toprak mülkiyetinin yarýsýndan fazlasýna ulaþmýþtý. Bu yüzden reformlara, halkýn maddi koþullarýnýn korkunç bir kötüleþmesi eþlik etmiþti. Ancak onlarý özel olarak katlanýlmaz yapan bu durumun içinde yer alan tamamen modern bir nitelikti, yani istikrarsýzlýk: Düzensiz vergi sistemi, düzensiz deðiþen toprak mülkiyeti iliþkileri, ancak hepsinden öte, ayni olarak ödenen vergiden para olarak ödenen vergiye dönüþümün ve dýþ ticaretin geliþmesi sonucu olan para ekonomisi. Sultanýn 'durmadan Eski koþullar kötüleþmiþ ve deðiþmezlikleri sonsuza kadar yok olmuþtu.
II. Daðýlma
bahþettiði
reformlar'
zorluklarýn Türkiye tarihinde önceki makalemizde uðraþtýðýmýz dönem bir anlamda Rusya'yý açýkça gelemedi; anýmsatýyor. Fakat Kýrým Savaþý'ndan(B) sonraki reformlar Rusya'da bir ve ayný anda üstesinden kapitalizmin hýzlý geliþimini, yönetsel ve finansal geliþimin maddi temellerini ve mi- çünkü bunlar toplumsal litarizmin ileriki geliþimini yaratýrken, Türkiye'de modern reformlara denk gelen ve ekonomik yaþama ekonomik dönüþüm ortalarda yoktu. Türkiye'de yerli bir endüstri kurmaya yönelik dokunmayan ve tüm çabalar baþarýsýz oldu. Yönetim tarafýndan kurulan az sayýda fabrika kalitesiz ve bürokrasinin hâkim pahalý ürünler üretiyordu. Burjuva düzeninin en temel ön koþullarýnýn - kiþi ve çýkarlarýna aykýrý olduðu mülkiyetin güvenliði, en azýndan kanun önünde resmi eþitlik, dini yasadan ayrý için genellikle kâðýt medeni yasa, modern iletiþim yollarý, vb. - yokluðu kapitalist üretim biçimlerinin üstünde kalan yasal oluþmasýný tamamen imkânsýz hale getiriyordu. Avrupalý devletlerin Türkiye'ye yönefazlasý lik ticaret politikasý da ayný yönde iþliyor, Türkiye'nin siyasi güçsüzlüðünü kendi yeniliklerden endüstrilerine korumasýz bir pazar saðlamak için sömürüyorlardý. Þimdiye kadar deðillerdi. ticaretin yanýnda, tefecilik yerli sermayenin tek tezahürüydü. Ýktisadi olarak, bu nedenle, Türkiye çoðu durumda mülkiyet iliþkilerinin yarý-feodal karakterlerinden bile kurtulamadýklarý en ilkel köylü tarýmýný aþamadý. Para ekonomisi için gerekli maddi temel, yönetim ve finansal vergi biçimlerine paralel olarak geliþmedi. Bu geliþmeyi yaþayamadýðýndan bir daðýlma aþamasýna doðru gidiyordu. Türkiye'nin daðýlmasý iki uçta ayný anda açýkça görülür hale geldi. Bir yanda köylü ekonomisi sürekli zarar etmeye baþladý. Bu durum somut ifadesini çoktan köy topluluðunun organik bir parçasý haline gelmiþ ve bir çýban gibi koþullarýn kötüleþmesine iþaret eden tefecilerde bulur. Aylýk yüzde 3'lük faiz oranlarý Türk köylerinde süreklilik gösteren bir olguydu, köyün sessiz dramýnýn hep ayný olan sonuysa köylünün ülkede onu modern iþçi sýnýfýnýn parçasý haline getirecek üretim biçimlerinin yokluðunda proleterleþmesiydi. Bunun sonucu olarak sýklýkla lümpen-proletarya tabakasýna doðru batýyordu. Bu olgunun daha ileri sonuçlarý tarýmýn çöküþü, yýkýcý açlýk ve þap salgýnlarý oldu. Diðer yanda devlet hazinesi açýk veriyordu. Türkiye 1854'ten beri bitmez tükenmez dýþ borçlanma yoluna girmiþti. Paris ve Londra'nýn tefecileri Ermeni ve Rum tefecilerin köylerde yaptýðýný baþkentte yapýyordu. Yönetmek bundan böyle daha zordu ve yönetilenler bundan böyle daha hoþnutsuzdu. Baþkentteki ve köydeki iflas; Ýstanbul'daki saray devrimleri ve vilayetlerdeki halk ayaklanmalarý; tüm bunlar içteki çöküþün nihai sonuçlarýydý. Bu durumdan bir çýkýþ yolu bulmak imkânsýzdý. Ancak ekonomik ve toplumsal yaþamýn toptan dönüþümü, kapitalist üretim biçimlerine geçiþ bir çare olabilirdi. Fakat böyle bir dönüþümün kaynaðý ya da onu temsilcisi olarak öne çýkacak bir sýnýf daha önce olmadýðý gibi þimdi de yok. Sultanýn 'durmadan bahþettiði reformlar' açýkça zorluklarýn üstesinden gelemedi; çünkü bunlar toplumsal ve ekonomik yaþama dokunmayan ve bürokrasinin hâkim çýkarlarýna aykýrý olduðu için genellikle kâðýt üstünde kalan yasal yeniliklerden fazlasý deðillerdi. Türkiye kendini bütün olarak tekrar yenileyemez. Baþlangýçtan itibaren birçok farklý ülkelerden meydana geldi. Yaþam tarzýnýn deðiþmezliði, farklý milletlerin ve vilayetlerin kendine yeterliliði ortadan kalkmýþtý. Buna karþýn onlarý içeriden birleþtirecek hiçbir maddi çýkar, hiçbir ortak geliþme yaratýlmamýþtý. Tersine, Türk devletine ait olan sefalet ve baský tüm milletler için daha da arttý. Sonuç olarak çeþitli ulusal gruplarýn bütünden ayrýlmaya ve içgüdüsel olarak özerk bir mevcudiyet içinde daha yüksek toplumsal geliþim yollarý aramaya doðal eðilimleri vardý. Bu yüzden Türkiye üzerine þu tarihsel söz söyleniyordu: Tam bir yýkým yaþýyor.
29
MARKSiST BAKIs
Osmanlý yönetimine baðlý tüm unsurlar zayýflayan devlet organizmasýnýn sefaletini yaþamýþ ve deðiþik Müslüman halklar -Nasýralýlar, Araplar, KürtlerTürk boyunduruðuna karþý ayaklanmýþ olsalar da ayrýlýkçý eðilimler hepsinden önce Hýristiyan topraklarýna yayýldý.
30
Osmanlý yönetimine baðlý tüm unsurlar zayýflayan devlet organizmasýnýn sefaletini yaþamýþ ve deðiþik Müslüman halklar - Nasýralýlar, Araplar, Kürtler - Türk boyunduruðuna karþý ayaklanmýþ olsalar da ayrýlýkçý eðilimler hepsinden önce Hýristiyan topraklarýna yayýldý. Burada maddi çýkarlardaki çatýþmalar sýklýkla ulusal sýnýrlara denk düþtü. Hýristiyan'ýn haklarý tanýnmaz, yemini bir Müslüman'a karþý deðersizdir, silah taþýyamaz ve bir kural olarak hiçbir devlet dairesinde çalýþamaz. Fakat daha da önemlisi bir köylü olarak çoðunlukla Müslüman toprak sahibinin topraðýnda oturur ve Müslüman memurlar tarafýndan soyulup soðana çevrilir. Bu yüzden, halk içinde küçük köylüler ve toprak kiracýlarý ile memur ve toprak sahipleri arasýnda, örneðin koþullarýn Ýrlanda'yý hatýrlattýðý Bosna-Hersek'te, sýk sýk sýnýf mücadeleleri yaþanýyor. Ekonomik ve yasal baskýnýn yarattýðý muhalefet, ulusal ve dini çeliþkilerin ortasýnda kullanýma hazýr bir ideoloji buldu. Dini unsurlarýn eklenmesi bunlara özellikle kaba ve vahþi bir karakter kazandýrdý. Bu nedenle Hýristiyan uluslarýn, Yunanlýlar, Bosna-Hersekliler, Sýrplar ve Bulgarlarýn, Türkiye'ye karþý ölümüne mücadelesini yaratacak olan tüm öðeleri vardý. Þimdi de sýra Ermenilerdeydi. Burada kabataslak çizdiðimiz koþullar karþýsýnda, Türkiye'deki ayaklanma ve ulusal mücadelelerin Rus devletinin ajanlarý tarafýndan yapay olarak üretildiði iddialarý, burjuvazinin tüm modern emek hareketinin az sayýda Sosyal Demokrat ajitatörün iþi olduðu iddiasýndan daha ciddi deðildir. Herkesin kabul ettiði gibi Türkiye'nin çöküþü sadece kendi devingenliðinde geliþmiyor. Herkesin kabul ettiði gibi Rus Kazaklarýnýn þefkatli elleri Yunanistan, Sýrbistan ve Bulgaristan'ýn doðumlarýnda ebelik hizmetini yerine getirdi ve Rus rublesi Karadeniz'in tarihsel dramýnda sürekli baþ aktördür. Ancak burada diplomasi yüzyýllardýr süren adaletsizlik ve sömürüyle yüklü yanýcý bir maddeye yanan bir tahta atmaktan fazlasý deðildi. Burada ilgilenmek zorunda olduðumuz þey doða yasalarýnýn kaçýnýlmazlýðýnda geliþen tarihsel bir süreç. Türkiye'deki arkaik(eski) ekonomik biçimlerin mali sistem ve para ekonomisine raðmen sürdürülmesinin imkânsýzlýðý ve para ekonomisinin kapitalizme evrilmesinin mümkün olmamasý, Balkan yarýmadasýndaki olaylarý anlamak için anahtar konumunda. Türk despotizminin varlýðýnýn temeli göz ardý ediliyor. Fakat onun modern bir devlete doðru geliþiminin temeli yaratýlmýyor. Sonuç olarak bir yönetim biçimi deðil bir devlet olarak, sýnýf mücadelesiyle deðil farklý milletlerin mücadeleleriyle yýkýlmalý. Ve burada yaratýlan yenilenmiþ bir Türkiye deðil, onun enkazýndan oluþmuþ bir dizi yeni devlet. Durum budur. Þimdi tartýþmamýz gereken Sosyal Demokrasinin Türkiye'de yaþanan geliþmeler konusunda nasýl tutum almasý gerektiðidir.
III: Sosyal Demokrasinin Bakýþ Açýsý Sosyal Demokrasinin Türkiye'deki geliþmeler karþýsýndaki pozisyonu ne olabilir? Ýlkesel olarak Sosyal Demokrasi her zaman özgürlük talebinden yana durur. Hýristiyan milletler, buradaki durumda Ermeniler, kendilerini Türk yönetiminin boyunduruðundan kurtarmak istiyorlar ve Sosyal Demokrasi koþulsuz þekilde onlarýn davasýný desteklediðini ilan etmelidir. Þüphesiz, iç sorunlarda olduðu gibi dýþ politikada da hiçbir þeye þematik bakmamalýyýz. Ulusal mücadele özgürlük için mücadelenin her zaman en uygun yolu deðildir. Örneðin ulusal sorun Polonya, Alsas-Loren ve Bohemya'da farklý bir biçim alýr. Bütün bu durumlarda, karþýlaþtýðýmýz þey tamamen karþýt bir þekilde ilhak edilen topraklarýn egemen olunan topraklara kapitalist asimilasyonu sürecidir ki bu ayrýlýkçý çabalarý zayýf kalmaya mahkum eder. Burada güçlerin ulusal mücadeleler içinde parçalanmasýný deðil birliðini savunmak iþçi sýnýfý hareketinin çýkarýnadýr. Fakat Türkiye'deki ayaklanmalar sorunu baðlamýnda ele alýndýðýnda, durum farklýdýr: Hýristiyan topraklarý Türkiye'ye sadece zor yoluyla baðlýdýr, buralarda bir iþçi sýnýfý hareketi yoktur, bunlarýn durumlarý doðal toplumsal geliþim, hatta çözülme sonucu giderek kötüleþiyor ve bu yüzden özgürlük talepleri burada kendilerini ancak ulusal mücadele biçiminde hissettirebilir. Bu nedenle bizim bu yöndeki bir çözüm taraftarlýðýmýz hiçbir þüpheye yer býrakmaz, býrakamaz. Bizim iþimiz Ermeniler için pratik talepler sýralamak ya da burada istenen politik biçimi belirlemek olamaz. Bunun için içsel ve uluslararasý koþullar kadar Ermenistan'ýn kendi talepleri göz önüne alýnmalýdýr. Bizim için bu durumda sorun her þeyden önce genel bakýþ açýsýdýr ve bu ayaklanmacýlara karþý çýkmamýzý deðil onlarýn yanýnda olmamýzý gerektirir. Fakat Sosyal Demokrasinin pratik çýkarlarýný ilgilendiren durum nedir? Sözü geçen ilkeli tutumu benimsemekle bunlar çeliþmiyor mu? Bunun tam olarak zýddýný üç nokta üzerinden kanýtlayabileceðimizi düþünüyoruz. Öncelikle Hýristiyan topraklarýnýn Türkiye'den baðýmsýzlýðý uluslararasý politik yaþamda ileri bir adým anlamýna geliyor. Kapitalist dünyadaki farklý çýkarlarýn bir noktaya yöneldiði bugünün Türkiye'sininki gibi bir suni pozisyonun varlýðý genel politik geliþim karþýsýnda baskýlayýcý ve frenleyici bir etkiye sahiptir. Doðu Sorunu, Alsas-Loren'le birlikte, Avrupalý güçleri bir taktik ve hile politikasý izlemeyi tercihe, gerçek çýkarlarýný hileli isimlerin arkasýna gizlemeye ve bunlarý hile ile elde etmeye çalýþmaya zorluyor. Hýristiyan
MARKSiST BAKIs uluslarýn Türkiye'den baðýmsýzlýklarýný kazanmasýyla burjuva politikalarý son idealist paçavralarýnýn birinden - 'Hýristiyanlarýn korunmasý' - sýyrýlmýþ olacak ve gerçek içeriðine, çýplak yaðmalama arzusuna indirgenmiþ olacak. Bu, bizim davamýza burjuva partilerinin her türden liberal ve aydýnlanmacý programlarýný safça ve basitçe para sorununa indirdiði için faydalýdýr. Ýkinci olarak, Hýristiyan topraklarýnýn Türkiye'den ayrýlmasýnýn ilerici bir olgu, bir sosyal geliþme hareketi olduðu önceki yazýlardan ortaya çýkmaktadýr ve bunun için bölünme Türk topraklarýnýn daha yüksek toplumsal yaþam biçimlerine ulaþmasý için tek yoldur. Herhangi bir toprak parçasý Türk yönetimi altýnda olduðu sürece hiçbir modern kapitalist geliþme gündemi olamaz. Türkiye'den ayrý olarak, bu Avrupa tarzý devlet biçimi ve kapitalist kurumlarý gerektirir ve yavaþ yavaþ kapitalist geliþimin genel akýmýna girilir. Bu nedenle Yunanistan ve Romanya Türkiye'den ayrýlýþlarýndan beri dikkat çekici bir geliþme gösterdiler. Tüm bu yeni oluþan devletlerin küçük devletler olduðu doðrudur, ancak yine de bunlarýn kurulmasýný bir politik parçalanma süreci olarak görmek yanlýþ olurdu. Türkiye kelimenin modern anlamýnda bir büyük güç deðildir. Fakat burjuva geliþimin yaþandýðý ülkelerde modern iþçi sýnýfý hareketi için, Sosyal Demokrasi için, örneðin Romanya'da hali hazýrda ve Bulgaristan'da bir yere kadar olduðu gibi, gerekli zemin hazýrlanmaktadýr(2). Böylece bizim en yüksek uluslararasý çýkarýmýz, yani sosyalist hareketin tüm ülkelerde saðlam bir zemin bulmasý gereði saðlanmýþ oluyor. Üçüncü ve son olarak, Türkiye'nin çözülmesi sorunu Rusya'nýn Avrupa'daki iktidarý sorunuyla yakýndan ilgilidir ve sorunun merkezi de budur. Basýnýmýz zaman zaman Türkiye'nin tarafýný tuttuðunda bile bu doðuþtan gelen bir gaddarlýkla ya da çokeþlilik taraftarlarýnýn tercihiyle olmadý. Açýkça, bunun temeli Türkiye'nin cesedi üzerinden dünya hâkimiyetinin yolunu arayan ve kendi Hýristiyan uluslarýný Ýstanbul'a ilerlemek için bir araç olarak kullanmak isteyen Rus mutlakýyetçiliðinin arzularýnýn gerekli bir muhalefetiydi. Ancak bize göre bu menfaat tamamen yanlýþ þekilde uygulandý ve Rusya'ya karþý tedbirler olduklarýndan farklý yerlerde arandý. Önceki deneyimler göstermiþtir ki, Rusya Balkan yarýmadasýna yönelik politikasýnda genellikle istediklerinin tam tersini elde etti. Türk yönetiminden kurtulan halklar Rusya'nýn iyilikseverliðini 'nankörlükle' ödediler, yani açýk bir þekilde Türk boyunduruðunun yerine Rusya'nýnkinin geçmesini reddettiler. Ancak bu sadece Rus diplomatlar için beklenmedikti, Balkan devletlerinin bu hareketleri þaþýrtýcý olmaktan çok uzaktý. Rusya ile onlar arasýnda doðal bir çýkar karþýtlýðý vardý, ayný kuzu ile kurt, av ile avcý arasýndaki gibi. Türkiye'ye baðýmlýlýk bu çýkar karþýtlýðýný gizleyen bir örtüdür, hatta bunun görünüþte ve geçici bir þekilde ortak çýkar olarak ortaya çýkmasýna izin verir. Kitleler karmaþýk ve uzak fikirlerle uðraþmazlar. Türkiye'deki ulusal baþkaldýrýlar açýkça kitlesel hareketler olduklarýndan, o anki çýkarlarýna denk düþen ilk ve en iyi yöntemleri benimserler, bu Rusya'nýn iðrenç diplomasisi olsa bile. Fakat Hýristiyan topraklarýyla Türkiye arasýndaki baðlar kopar kopmaz, Rus diplomasisi gerçek yüzünü, saf bir iðrençlik þeklinde gösterir ve kurtulmuþ toprak anýnda içgüdüsel olarak Rusya'ya karþý döner. Eðer Türkiye'nin hükmettiði uluslar Rusya'nýn müttefikleriyse, Türkiye'den baðýmsýzlaþan uluslar bir o kadar Rusya'nýn doðal düþmanlarý olurlar. Bulgaristan'ýn Rusya'ya yönelik bugünkü politikasý büyük oranda yarýbaðýmsýzlýðýnýn, onu Türkiye'ye hala baðlayan zincirin sonucudur. Ancak, daha da önemlisi bu süreçte ortaya çýkan baþka bir sonuçtur. Hýristiyan topraklarýnýn Türkiye'den kurtuluþu ayný þekilde Türkiye'nin kendi Hýristiyan unsurlarýndan kurtuluþu olarak ele alýnýyor. Bunlar kesinlikle Avrupa diplomasisinin Türkiye'deki faaliyeti için itici güç olarak hizmet ediyorlar ve bu koþulsuz olarak onlarý Rusya'nýn tarafýna sevk ediyor. Dahasý, Türkiye'yi savaþ sýrasýnda direnemez hale getiren de bunlar. Hýristiyanlar Türk silahlý kuvvetlerinde hizmet vermiyor, ancak ona karþý ayaklanmaya hazýrlar. Bu yüzden dýþarýdaki bir savaþ Türkiye için her zaman içeride ikinci bir savaþ demektir, bu yüzden askeri güçlerinin daðýtýlmasý ve hareketinin felç edilmesi demektir. Bu Hýristiyan ýstýrabýndan kurtulmuþ olarak, Türkiye þüphesiz uluslararasý politikada daha serbest bir pozisyonu benimseyebilirdi ve topraklarý savunma gücüyle daha orantýlý bir hale gelebilirdi, ama hepsinden ötesi her dýþ saldýrgan için doðal bir müttefik olan içerideki düþmandan kurtulmuþ olurdu. Kýsacasý Hýristiyanlar üzerindeki iktidarýndan feragat etmesi Osmanlý yönetimini daha dirençli hale getiriyor, hepsinden önce Rusya'ya karþý. Bu durum Rusya'nýn bugün neden Türkiye'nin bütünlüðünden yana olduðunu açýklýyor. Türkiye'nin iç karýþýklýk yaratan mikropla - Hýristiyan uluslar - baþ baþa kalmasý ve bu yüzden onlarý Ýstanbul ile ilgili planlarýný gerçekleþtirebileceði uygun an gelene kadar Türkiye'nin boyunduruðunda ve Rusya'ya baðýmlý halde býrakmak þimdi Rusya'nýn çýkarýnadýr. Bu bizim niçin Türkiye'deki Hýristiyanlarýn özgürleþmesini savunmamýz gerektiðini ve niçin bu ülkenin bütünlüðünü savunmamamýz gerektiðini de açýklýyor. Bizce, Türkiye'nin parçalanmasý sürecinin sözü edilen sonuçlarýna yönelik - Bay 'Salisbury'nin (C) bu iþ için uygun adam' ya da Ruslara 'Türkiye içine' kapýyý gösterecek adam olup olmadýðýyla ilgili deðil - Rusya'nýn tepkisinin ilerleyiþine karþý bir çýkar yol aramalýyýz. Ve sorunun bu yönü istisnai derecede önemlidir. Rus gericiliði bizim için kurþuni aðýrlýðýný kâðýttan oklarla savuþturma ve onunla savaþabilmek için koþullarýn bize verdiði ciddi bir silahý göz ardý etme lüksüne izin
Hýristiyan topraklarýnýn Türkiye'den baðýmsýzlýðý uluslararasý politik yaþamda ileri bir adým anlamýna geliyor. Doðu Sorunu, AlsasLoren'le birlikte, Avrupalý güçleri bir taktik ve hile politikasý izlemeyi tercihe, gerçek çýkarlarýný hileli isimlerin arkasýna gizlemeye ve bunlarý hile ile elde etmeye çalýþmaya zorluyor. Hýristiyan uluslarýn Türkiye'den baðýmsýzlýklarýný kazanmasýyla burjuva politikalarý son idealist paçavralarýnýn birinden - Hýristiyanlarýn korunmasý' sýyrýlmýþ olacak ve gerçek içeriðine, çýplak yaðmalama arzusuna indirgenmiþ olacak. Bu, bizim davamýza burjuva partilerinin her türden liberal ve aydýnlanmacý programlarýný safça ve basitçe para sorununa indirdiði için faydalýdýr.
31
MARKSiST BAKIs
vermeyecek kadar tehlikeli ve ciddi bir düþmandýr. Bugün Türkiye'nin birliðini savunmak aslýnda Rus diplomasisinin ellerinde oynamak demektir. Uzak politik varsayýmlarý detaylý þekilde hayal etmek bir fantezidir. Ancak baðýmsýz Türkiye'nin ve baðýmsýz Balkan topraklarýnýn direniþinin Rus mutlakýyetçiliðini Ýstanbul sorununun nihai çözümünü göremeden ve bu sorunun uluslararasý baðlamda çözümlenmesinde yer alamadan, halklarýn yararýna olacak þekilde yok olmasýna kadar uzun bir süre Rusya'nýn ilerlemesini engelleyebilmesi imkânsýzýn da ötesindedir. Bu nedenle politik çýkarlarýmýz ilkesel duruþumuzla kesiþiyor ve bu nedenle Sosyal Demokrasinin Doðu Sorununa iliþkin þimdiki tutumu için aþaðýdaki önerilerin benimsenmesini öneriyoruz. Türkiye'nin çözülmesi sürecini kalýcý bir gerçeklik olarak kabul etmeliyiz ve bu sürecin durdurulabileceðini veya durdurulmasý gerektiðini düþünmemeliyiz. Hýristiyan uluslarýn otonomi taleplerine mümkün olan en büyük duygudaþlýðý göstermeliyiz. Bu talepleri her þeyden öte Çarlýk Rusyasý'na karþý bir mücadele aracý olarak karþýlamalýyýz, onlarýn Türkiye'den olduðu gibi Rusya'dan da baðýmsýzlýðýný kesin olarak savunmalýyýz. Burada deðinilen sorunlar konusunda pratik deðerlendirmelerimizin genel ilkelerimizle ayný sonuçlara varmasý bir rastlantý deðildir. Sosyal Demokrasinin amaç ve ilkeleri gerçek toplumsal geliþmeden kaynaklanýr ve yine onun içinde temellenir. Bu nedenle tarihsel süreç içinde olaylar büyük oranda Sosyal Demokrasinin deðirmenine su taþýr. Biz o anki çýkarlarýmýzý en iyi biçimde ilkesel duruþumuzu koruyarak kollayabiliriz. Bu yüzden olaylara daha derin bir bakýþ, her zaman büyük halk hareketlerinin nedenlerini bazý diplomatlara indirgemeyi ve baþka diplomatlar biçiminde bu diplomatlarla kavga etmenin yollarýný aramayý gereksiz kýlar. Bu tam bir kahvehane politikasýdýr.
Türkiye'nin çözülmesi sürecini kalýcý bir gerçeklik olarak kabul etmeliyiz ve bu sürecin durdurulabileceðini veya durdurulmasý gerektiðini düþünmemeliyiz. Hýristiyan uluslarýn otonomi taleplerine mümkün olan en büyük duygudaþlýðý göstermeliyiz. Bu talepleri her þeyden öte Çarlýk Rusyasý'na karþý bir mücadele aracý olarak karþýlamalýyýz, onlarýn Türkiye'den olduðu gibi Rusya'dan da baðýmsýzlýðýný kesin olarak savunmalýyýz.
Kaynak: Rosa Luksemburg, Sächsische Arbeiter-Zeitung (Alman Sosyal Demokrat gazetesi), 8-9-10 Ekim 1896 Çeviri: Marksist Bakýþ, Haziran 2008 ---------1. Þimdilerde, aksine Sultan'ýn her þeyin suçlusu olduðu söyleniyor. Bu yüzden kurban günah keçisi oluyor. Okuyucu aþaðýdaki iddialardan bunun kiþilerle hiçbir ilgisinin olmadýðý, tamamen koþullarla ilgili olduðuna ikna olacaktýr. [Sächsische Arbeiter-Zeitung'a editörün notu] 2. Bu yüzden Ermeni sosyalistleri bize göre ayrýlýkçý taleplerini Ermenistan'da görünüþten ibaret bir kapitalist geliþmeye dayandýrmak zorunda olduklarýný düþündükleri için yanlýþ yoldalar. Tersine Türkiye'den ayrýlma burada sadece kapitalizmin filizlenmesinin önkoþuludur. Ve tabii ki kapitalizmin kendisi sosyalist hareket için bir ön koþuldur. Bu nedenle, bize göre Ermeni yoldaþlar, Lasalle'dan özetlersek, sosyalizmin önkoþullarýnýn önkoþullarýyla ilgilenmeliler, bir tür karesi alýnmýþ önkoþul. [Rosa
Luksemburg'un notu] A. 1890'larda, özelikle Ermenistan, Girit ve Makedonya'da Türkiye'nin dýþarýdan yönetimine karþý vahþice bastýrýlan ayaklanmalar patlak verdi. B. Rusya'nýn Kýrým Savaþý'nda (1853-1856) aldýðý yenilgi iç politik durumu öyle kötüleþtirmiþti ki yönetici sýnýf 1861 ve 1870 yýlarý arasýnda yarým yamalak ve feodal kalýntýlarca kirletilmiþ ancak Rusya'daki kapitalist geliþmeyi teþvik etmiþ olan bir dizi siyasi reformu devreye sokmak zorunda kaldý. En önemli reformlar 1861'de serfliðin kaldýrýlmasý, 1864'te özerkliðin kentsel ve kýrsal organlarýnýn oluþturulmasý,1863'te halk eðitiminin yönetimindeki deðiþiklikler ve hem 1865'te sansür konusunda hem de 1864'te adalet konusundaki deðiþikliklerdi. C. Robert Cecil, Salisbury Üçüncü Markisi (1830-1903), 1878 ile 1902 arasýnda üç defa Ýngiliz Baþbakanlýðý ve dört defa Dýþ Sekreterlik yaptý. ---------*1914'te Birinci Dünya Savaþý'nda Batý Avrupa sosyal demokrat partileri kendi ülkelerinin savaþ bütçelerine ve dolayýsýyla farklý ülkelerin proleterlerinin birbiriyle savaþmalarýna oy verene kadar Marksistler kendilerini sosyal demokrat olarak nitelendiriyordu. Bu yazýdaki 'sosyal demokrat' sözcüðü 'devrimci Marksistler' olarak okunmalý. (Marksist Bakýþ)
32