Ziya Gökalp - Türk Uygarlığı Tarihi

Page 1



ZİYA GÖKALP

TÖRK OYGARLIÖI TARiHi •

Hazırlayan:

Yusuf Çotuksöken

�,, 'i_'' INKILAP KiTABEVi

YAYIN SANAYİ VE TİCARET AŞ. Anlı.ıra Cad. 95-34410 İSTANBUL


İNKILAP KİTABEVİ Yayın Sanayi ve Tic. A.Ş. Ankara Cad. No: 95 - İSTANBUL Tul: 522 28 Si 526 86 41 -

Bu kitabın her türlü yayın hakları Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince inkılap Kitabevi Yayın Sanayi ve Tic. A.Ş.'ye aittir.

ISBN 975 · 10 · 0403 · 9 91 • 34. y. 0051 • 0320

Dizgi - Baskı

OFSET A.Ş. Cemalnadir Sokak, 24 Cağaloğlu Tel: 527 41 65

ANKA

İSTANBUL - 1991


iÇiNDEKİ LER ÖNSÖZ

................................ .................. . . . . ....................

TÜRK UYGARLIGI TARİHi

XIII

BAŞIANGIÇ

. .. . . 3 Uygarlık ve Uygar Olma . . .. ... . . . . . .. 3 Terimler . . . . .. .3 Uygarlık Bir Değildir ...................................................... 3 Ünlü Uygarlıklar . . .. . . .. .. . 3 Türk Uygarlığı Tarihinin Dönemleri . . . . .. .4

1. UYGARLIK NELER DEÖİLDIR. .. ..

.

........

...

....

....

...

......

.

.

. . . . . .... . .......... ...

.....

.......

. .

...

................

..

... ....

il.

... .. .. . .

....... ............... .. ........................

.

. . .....

. ...

......

....

..

. .....

.....

.........

........

TÜRK KÜLTÜRÜ VE TÜRK UYGARLIGI . .. 4 Uygarlık ve Kültür .. ....... . . . . .. .. 4 Uygarlıkla Kültürün Ayrımları . . . . ... . ... . 5 Uygarlığı incelemedeki Göreli Kolaylık . . . .. . . .5 .......... . . .......

........

.

...

... ...... ................. ..

.

.

...............

.

.

..

.. ...

...

... .

.

.

....

.

.

........

III. GÖÇEBELiK VE TÜRK TÖRESi . ...... . . . . ... .. 6 Toplumsal Yapılar . . .... . . . . ........... . 6 Toplumsal Yaşamdaki Değişimler ... ... . .. .. ... . 7 Kazaklık Ne Demektir? ... .... .. . . . . 7 Leon Cahun'un Bir Başka Yanılgısı .. . . . ...... .. . . .. 9 Stelrunetz'ln Sınıflandırması . ... . ... ... .. . . .... 10 Coğrafi Çevrenin Toplumsal Tiplere Etkisi.................... 12 Irmaklar ve Dağlar.. . ... . .. .. ........ ... ... .... .. . 12 Vahalar .. .. . .. . . ... ..... . .. ...... .. ..... ... 12 Çitlerden Hakanlıklar Nasıl Doğardı? . . . 14 llhanlıklar Nasıl Doğardı? . . .. . . . ... . 14 Türk Devletinin Birdenbire Parlaması ve Sônmesı......... 15 ...

....

............

.

..

.. ..

.

.

.

.

.

.

..

.

.

.

.

......

.

. . ........

...

........

.......

.

.

.

.

.....

.

.

.

.

.

.

.

. . ..

...

....

.

.

..

.......

.... ......

........ ........

.....

.

.

. ..

..

.

..... ....

..

..

............ .

.

...

.....

.

.

.

.

.

.

... .

.

.

...

.

..

.

.

.... . . ..... ........... ..

...

VI.

.....

.

.....

.....

.

..... ....

. . ..

UYGARLIK VE SOY . . . . . . . .. . . .. .. . . .. . Uygarlık Topluluğu ve Soy (Irk) . . .. .. . .. . . Türkler'in Kökeni......................................................... Terimler . .. .. . . . ... . . .. . . ... ..

. .

...

.....

.

...

.

..

.

. . . ..... . . . . . . . ........

.

....

.

..

.

.. ..

....

.

.. ........ ......

...

. . . . ....... ....

BiRiNCi KİTAP

lSIAMLIKTAN ÖNCEKİ TÜRK DiNi llI

. .. ..

..

... .

.

16 16 17 18


ı.

İslamlıktan Önceki Türk Dini.. Eski Türkçede Din Tertmleri . . Tanrıların ve Ruhların Niteliği ve Kapsamı. Tilrk Dininin Niteliği ve Kapsamı

...... . ..... ....... . .................

....

.

..... ... ..... . ... ...... ...

.

.

...

. . ...... . . .... .......

.

...... . ..

. . . ..

.. .....

.. . ... .

.....

..... ....

.... .. ....... . .

...

...... ........

.. .. ......... . ........ ..

2. TORK lNGARLIGINDAKİ TOPLUMSAL SINIFLANDIRMALAR . . . TQrk Uygarlığının Esaslan . .

.

....

.

21 21 23 23

... .... . ...

..

.

....

...

24 24

3. TORK D11'41NİN GELİŞİMİ . . . 25 TQrkler'de Dinsel Gelişimin Evreleri ............................. 25 Tslnler'in Dinsel Dizgesi . . . . . 26 Küçük Doğacılık ve Tsinler'deki Gön'.lntüsü 26 Edouard Chavannes'ın Türkler Hakkında Kuraını .. . . . . 26 ..... ..... .....

.....

. ..

....

.... ............

..... ...

....... . ...

. . ...........

. .. ... . . .

... ...... ....... ..

.... ...................... . .... . .....

... . .

..

.. .

...............

. ...

4. DÔRTI..Ü SİMGELERİN TORK DİNİNDEKİ ROLÜ 27 Dört Yönün Totemizmle İllşkJst.. ................................... 27 Dört Yönün Dört Mevsimle Karşılanması 27 Dört Rengin Dört Yönle Karşılanması . 28 Dört Hakanın Adlan . . .. . . . . . . . . . . 28 Dört ögenin Yönlerle Karşılığı . .. . . . . . . 28 Simgeler Oymaklara İlişkindir . . . 28 ... ... . . . ..

... . ... . ..............

.. ...................

.

......

..

....

...

...

. ..

....

....

..

.

..... ...

.. . .............

...

. . .. . ....

..

.. .

......

......

.. . .... . .

.

.............

... .

. . ........... ..

6. YER - SUI.AR NEDİR? Yer - suların Rolleri .

..

..

... .. .. .

..

.

......

. ..

.

. .

.... ..

.

...

.

...

.. .

..

..

.. ...

........

.

. .......

.. . 28 28 29 29 .. 29 ..

........

.... . .. . . . .......

......................... . . .........

......

............ .. ....... ...

.

..

............ . . .

7. İLiN NITELlGI - KAPSAMI VE ROLÜ . "11" Sözcüğünün Anlaınlan .. "Küçük 11"de Banş Tanrısı Hangisidir? "11" Sözcüğünün Sonraki Anlamlan ... .

... .

.

.... .

. . ......

.

........ ... . ...

....

........

...

. .. ......... .......

....

...

..

.........

5. 1ÜRKÇEDE "MANA"NIN KARŞILIGI . Mana Nedir? .. .. . .. . . . . . Dört Renk "Mana"nın Dört TQn1nO Gösterir "11"in Simgeleri . . . . . "11"1n Mevsimi . . . . . .. . .. .

..

.

.

......

.

.

....... .... .. ...

.

..

30 . .. 30 30 30

......

...... .. ............ . ... . . . ..... ....

. . 29 29

.......

..

.....................

... ... .........................

8. 1ÜRK TOTEMİZMİ . . .. . . . 30 Yer - Sulara Nasıl Tapılır? . . . . 30 Totemizmde Sopların Adları Totemlerin Adları Olmak Gerek 31 . . ..... ....... .. .

....

. . ..

.. .

. .... .. .

.... . ... . ..... ........ .

... ... . ..

. .. . .... . .

.....

. ..

..

............................................................ ...............

iV


Bu Sınıflandırmanın Çinliler'deki Blçlml ....... . . . . . . . .. . . . . . . 32 Bu Sınıflan dınnanın Çinliler'deki Roh1 .... . . . . . . . ........... . .. 32 Bu Sınıflandınnalar Türk.tar ............. ........... . . . . ...... . . . . .. 32 TO.rk. Sın ıtlandınnas ının ôzetl . .. . ... . . . . . . . .. 33 TO.rk Sın ıflandırmasının Esaslan ve Rolleri Yalnız TOrk ôrgntlertnde Vardır ... ..... . ....... . . . ....... ...... .... . . . ... ... ........ 33 .... ...

.

.

...

... .

.

...

..

9. 'rÜRK TAKVİMİ .. . . . . .. . . . .. .. . .. 34 On lkl Hayvan . . . . . . . . . . . 34 Ayların Adlan . .... , ....... .... ...... .................. .................... . 35 ......

. .

. .. .

... . . .

...

. ....

..

.

. ...

.....

......

...

........

.... .................

.

.

..

.. .........

.

1O. HİUNG - NULAR'IN VE OOUZLAR'IN DİNSEL DİZGELERİ . . .... .......... . . . . . . . . . ... ......... .... . . ............. ........ 35 BuD lzgenln Kurucusu Kimdir? . . . . . . .. 35 "Orta ll" ve Yapısı ........... ....... . . . . .................................. 36 ...........

.

.. ....

.

...

.....

11. oGUZ ÖRGOTONON ÇİN'DEKİ BİÇİMİ... . . . . .. . . . . . . ........ 37 İkili, Dörtlü, Sekizli Sınıflan dırmaların Ç in'dekl Niteliği ve Kapsamı .................. .......... . . ............. ......... .. 37 Çtnlller'de ''Yang'' ile ''Yen"ln Eşit Olmaması. . . 38 Türkler'de İkili Sınıflandırma ....................................... 38 ...

.........

..

12. OÔUZ D İNİNDEKİ TOPLUMSAL SİMGELER............... Oğuz Din inin Yapısı. . . .. .. . . .. .. . . Ongunlar........................... ...... .................................... snnngler ................ ................................. . ................... ...

.

...

.

..... ...

.......

...

.... ......

..

39

39

40 40

13. YAKt..m.AR' IN DİNSEL DİZGESİ.. ... . ........................ . . . 41 Dokuz Ağa Uza ........ . . . .. . . . ............. ......... . ..................... 41 Yakutlar' da Tannlar ...................... ........... . . . ............ . . .. 43 Sekiz Ağa Uza . .. . . , ................................... 44 .......

......

......

..

14. ALTAY TÜRKLERl'N1N D iNSEL D iZGESi ... .......... . ...... Sağ - kol . . .. .. . .. . . . . . .. . . . ... Gökteki Tan nlar .......................................................... Yeraltı Dünyası.. . . ............. . ...... . .. ............. . .. . ..... ............ ......

..

......

.

. ....

...

....

.....

..

............

.

.

45

45 45

47

15. YUKARIKI VE AŞAGIKI KATMANLAR . . . . . . ... 47 Toplunısal Katmanlar . . . ... . . . . .. . . . .. 47 Potlaç 47 Potlaç ve Sözleşme . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . 48 BugankO Kllrtler'de Potlaç ...... .............. . . . . . ... ..... . . . ... ... 49 .......

.. .

...........

..

....

...

.

...

...

.....

....

...

....... ............................ ..................... ... ... ............ . .

.

..

..

v

.

.

.

..

.

.

.

.

..

..

..

.....

..


Eski Türkler' de Potlaç . ... . .. . 50 İkili Sınıflandırma . . . .. . . 52 Potlaçtan Sonra Toplumsal Sınıflar . .. . . 53 Toplumsal Katmanların Tanrılara Etkisi. ...................... 54 Eski Türkler' de ''Tanrı alemi" . . . . ... . 54 .......... .. .

. ......

.............

............. .. .. ............... . . .......

. .

...

.

....

... ...........

.... ........ ..... ........ .

16. AŞAGIKİ GÖK . . . . . . . Oğuzlar'da ve Göktürkler'de Aşağıki Gök .. . . Yakut Türkleri'nde Aşağıki Gök . Altay Türklert'nde Yeraltı Göğü .. . .

.. ......... ..... .. ....... ......... .

...

. . . .

........

.....

........

17. RUHLAR EVRENi . . Aniınizm: "Kut" ve "Altın Işık" .. Çurlar Putlar. . . . . .. Koruk .. . .. . .. Altay Türkleri 'nde . .. . .......... . . . . .

.

.. .................. ......

.

.....

.....

. ..

.

...

........

..... . .. . . . .

. .

.

......

..... ........ ...........

........

.....

. . ......... . .

.....

.

..... .....

. .

....

........................

54 54 54 56

57 57 57 . 57 .. 58 58 .....

........ . . . . . . . . . . . . . . . . .................................................. ....

.

.

........

.

........

.

........ .. .

.......

.....................................

.

.................. . ............. .....

....................

......

.

.......

.

..

....

......... .................

18. DESTANSI ÖYKÜLER (MENKIBELER) . . 60 Dokuz Oğuz Destansı öyküsü 60 Oğuz Han Destansı öyküsü . 64 Şane Destansı öyküsü . . 71 Huei-hular'da "Kurt" Destansı öyküsü . 72 Ergenekon Destansı öyküsü . . 72 Tukyular'ın Destansı öyküsü . . 73 Öbür Destansı öyküler . . . 74 Alan Kova . . . . .. . 75 Kırk Kız . . .. . . . .. . 75 Hia Prensesi . . : ........................................................ 76 ......

. . . . . . . .......

..

......................................

......... .........

.............. . . . . . . . . .

...................................... ....

....

......

.....

... . .

.

......

. ..

.

...

............

........ . . .. . .

.....

.....

..........

.......................

...........

............

..........

........

..........

................

.

.........

.. ......

..........

............

..

..

.

......

..

19. TANRISAL AŞK ÖYKÜLERİ (ÜSTURELER1) Güneş Hanım .. . . . Çolbu Hanım .. . . . Öksüz Kız . . .. . .. .

.

............................

...... ...................

. . ...............

........

.... ................

.................... .......

.. .............. .......

...........

........ . . . . . . . .

.

.

. 76 76 77 77

..... .

...........

.

............. ..........

..............

.

........... .....

20. TSİNLER'DE DİNSEL TAPINMALAR VE BÜYÜSEL TôRENLER .. . . . . .. .. 78 . . . . . 78 Tsinler . . .. . . . . . . 79 Cenaze Töreni Demir Bayramı............................................................. 79 Kımız 1le Kurban . . . . .. . . 80 Ayzıt'ın Yaz Töreni . . . . . . 80 ..

........

........ ...

..... . . . . . ......

..................... ...... ....... .......... .....

.

...

...

..... ....

.. ..

....

. . . . . ......

......

.

...... ............ .. . ............

..... .......... ....... . . . . . . . .

..................

VI

.

...... ..... .............

..... .

..

. .. . ........

.......... .

...........


Altay TO.rkleri'nde Bay Olgen'e Kurban KesHm esi. Bilyüsel Tören . .. .. . . .. . . ... ...

. . ................... ....... .................. ...................... .

. . ....

.

. . .. .

. . ..... ...

21.

.

.

80

. 80

.. .. .

.......

.. . . . .

TOYONİZM VE ŞAMANIZM . . ..... . ... .... .. ... . . .. 80 Şaınanlann ôzelllkler1 . . .... . .. ... .. . . . . . 84 Amagatlar... ... .. . .. . . . . .. . . . . .. . . . . . . . .. . 84 Ak ve Kara Büyüler . .. . ... . .... .. .. ... .. . . ....... ... 85 Şaınanlık ôrgoto . : ...................................................... 86 Toyonlann Dinsel Görevleri ..... . ... .. ... . .. .. .. ........ 87 Bağlillsız tudunlar .. . . .. .... .. .. . . ..... .. ... . . ... . 87 Bağımlı tudunlar . ... . . .... .. .. . . . . . . . .. . . 87 Hakanların Din Adanılığı . . . . .. .... .. ... . ..... 88 tlhanlann Din Adamı Olarak Görevleri .. . .. . ..... ...... . 89 ..

.

.

.

. . ..

..

...

..

..

.... ..

...

... .

. ....

..... .

...

..

..

.

. ... .

. ..

.

.

.

.

.

. ... .

.

...

. .

.

. .

..

.

.

.

. . . . ...

.

.

..

.

.

.

...

.

.

.

.

.. .

.

..

.

.

..

..

...

...

.

.

.....

...

. .

..

.

..

...

.

..

. ..

....

. .

.

.

.

.

..

.

.

.

.

....

...

.

.

.. ...

..

.

.

.

....

...

.

..

.

. .

.

.

...

.

!KiNCİ KiTAP TÜRK KURAMCILIGI

l. ESKi TÜRKLER'DE MANTIK .. .... ............. .... . ... .. .. .

..

.

BugOnkQ Mantığlillız Pek Yenidir ...... . . . .

1.

.

. .

.

.

....

.

.

....

.

..

...

93 93

DÔRILÜ VE BEŞLİ SINIFLANDIRMA . . . . ...... . .. 93 Dört Yönün Renkleri . . . . .. ... . .. ...... . 93 Dört ôgenin Renkleri... .. . ... . .... .. . ... .. .... ..... . . 95 Dört Mevsimin Renkleri .. ...... . ....... ............... ...... . . 95 Dört Tanrının Renklen . ... ... .. . . . ..... . .. . . .. . .. 96 Beş Totemin Renkleri .. ... . .. . .... . . .. ... .... .... . . 96 Genel Sınıflandırma..... . ... . .. ....... ... ......... .... ... ... 97 Çinlller'in Sınıflandırması . .. . .. . . .. . . . ....... 97 Mitolojik Ataların Bu Kategorilere Göre Sınıflandırması .. .. .... .. .. .. . .... . ... ........ . ..... ... . 98 Bu Sınıflandırmanın Tllrleri Arasında Eşitlik . . . 100 Dört Renk Adının Maddi Eşanlamlılan . .. . .... .. ..... 100 Bu Sınıflandırmanın Kökeni .. . ..... .. . .. . .. ... ......... 100 Türk Takvimi............................................................. l 00 ...

.. . .

.... .. .

.

.

.

.

..

.

.

...

.

.

...

.

.

.

.

.

.

...

.

. ..

.

.

.

.

..

..

.

.

.

..

.

..

.

.

.

.

.

.

.

.

.

..

.

.

.

. . ........

...

.

.

.

.. ..

.

..

..

.

.

..

. ..

.

. .

. .

...

..

.

...

.

. .

...

..

.

.

..

..... . . .

.

...

..

..

...

..

.

.

. ...

.

..

.

. ...

.

..

........

..

.

....

2.

..

.. .

...

.

.

.... . .. .

.

.

.

iKİLİ SINIFLANDIRMA . . .. .. . .. .. . .. ... . .... .. ... .. Eşit İkilik . . ........ . .... ..... .......... . .. ...... , ........ Kadın ile Erkeğin Ayrılığı .. . .. .. .... . .. .. .... Bu Ayrılık Eşitliği Bozan Bir Ayrılık Değildir .. ......... ...

. . . .. .

.. .

.

.

.

.

..

..

.....

.

..

.

.

.

..

...

..

.

.

.

...

.

......

.

.

..

..

.

.

...

VII

101

101 102

102


İki Kolun Eşitliği . . . .. . . l 02 Nikahta Eşitlik . . .. . . . . . .. ... l 03 Kadının Toplumsal Etkinlikleri Katılması ................... 104 ......

.

.

...

......

......

......... . . . . . . . . . . ...............

.............. . . . . . . . . . . . . . . .

.

.

. .

.. . .

3. SEKİZLİ VE ALTILI SINIFLANDIRMA . . . . . . 104 Çinliler'de Sekizli Sınıflandırma..................................105 Sekizli Sınıflandırmanın Kökeni.................................. 107 Altılı Sınıflandırma ..................................................... 1 07 Çinliler'de Altılı Sınıflandırma.....................................107 7 Sayısının Kutsallığı ................................................. 108 24Boy 109 Ylrmldörtlü Sınıflandırm a Nerelerde Var? . . . . . .... 109 .

........

...

.....

..

.

...................................... . . . .... . . . . .. . . . . . ............... .

.

.

.

..

.. . .

4. DOKUZLU VE SEKİZLİ SINIFLANDIRMA .. . . . l 10 Bu Sınıflandırmanın Kökeni . . . . .. . . . 1 1O Dokuzlu Sınıflandırmanın BaşkaBiçimi ..................... 1 10 9 Sayısının K utsallığı ................................................. 110 .....

.

.....

.....

.

..

.....

....

..

.......

.

..

.....

5. ONYEDİLİ SINIFl.ANDIRMA........................................ 111

6. EŞİT OLMAYAN İKİLi SINIFLANDIRMA ....................... 111 Ak ve Kara Sınıflandırması ................................ , ........111 Ak-Kara Sınıflandırmasının Türkler" de Kullanılışı ..................................................................1 12 Gök Tark, KaraBudun............................................... 112 Tannlar örgütü .......................................................... 113

7. ÜÇLÜ SINIFLANDIRMA .............................................. 113 Bu iki Sınıflandırmanın Birleşmesi.. ........................... 113 Dünyalar .................................................................... 114 Çadırlar da Üç Türlüydü ............................................ 114 11. ESKi TÜRKLERDEBİLiM ........................................... 114

III. ESKİ TÜRKLERDE FELSEFE .................................... 117 Simge Dili .................................................................. 117 Simgelerin Asılları ...................................................... 117 Doğal Aşk Zamanı ...................................................... 117 Kara Han ve Su .......................................................... 118 Bay Ülgen ve Erlik Han .............................................. 118 Ayzıt'ın Niteliği ........................................................... 118 Yaz Tôrenl .................................................................. 118 Ongunlar . . . . . . . ... . . . . . . l 19 ..

....

.

....

....

.

...

.

VIII

. .. . . . . . . . . . . . . .

... . .

...

......

.


Renkler . . Sünügler . . Çorlar Kısrak Memeli Put lnek Memeli Put Od Ata, Od Ana

119 119 119 . .. . . . . . .. . . . . . 119 .. . . . . . . . 119 . .. . . . . . 119 Eş 119 Yer - sular . . . .. 119 Ugan ......................................................................... 119 Tanrılar . . ..... ... . .. .. . ....... .. . ............... ... . .. ........ . . ... ... .... .. 119 Gök Tanrı . . ....... .......... ...... . ..... .... .. ...... .... ... .. .... ....... .. 120 Erlik Han .. .... .... ...... ...... ..... ..... .............. . .... ............. .. 120 Dokuz Dallı Çam ......... ......... ...... ... .... . ..... ..... .......... .. . 120 . . ........... . .....

.

..

.... .

..

. . . . . . . . . ...........

...... .........

.

...... ...

.

.......

. . ...

.

.

....... ..... .......... .

.....

..

.

............

. ...... .................. ...•......... .................................. .... . .

.......

.

..

..........

. . . .......

.

.... . ..

. . .. ..... .. . . .

............ ...........

......

.

....

...

.....

. . ....

.. ............ .........

...

..

. . . . . ....... . . ..... ........... ............................. . . . . . ... .......... ...

..

.

. . . . ...... ............................

. . . .............

.

Yerin Merkezinde ki Çamın Bay Ülgen'e Değin Yakselıniş Ohnası . .. . .. .. ... . . 120 Uın Kara Sıfatını Alması . . .. . 120 Kür Han ve Kara Han . . . . . 120 Kurt. Arslan Totemleri ......... .. ....... ................... ......... 120 Gök ile Yer . . . . 120 Ay ile Güneş . . .. . . . 120 Tann Kutu. idi Kut . . . . . . 121 ............ .

.

.........

............

.....

.

.

....

..........

..

...... . . . . . .......

..

...........

..........

.. .

......

................

.

.

..

. ........ ...................................

.

.

.................................... ........

..................

...

.

..............

.

...........

.........

......

..

.....

ÜÇÜNCÜ KiTAP ISLAMLIKTAN ôNCEKI 1ÜRK DEVLETi 1. iL .. . . . .

.....

..

....

.

. . ......

. . . .. ..

.

. . . . . . . . . . .......

...

.. . . ..

........

.

.......

125

il Nedir? . . .. . . . ... . . . .. .. ....... ......... . ... .. ... ........ .. ...... ... . .. ..... 125 2. İL iÇi NDEKi BÖLÜMLENDİRME . . 126 3. OYMAK (ÔZ -AŞIRE11 . . . . . . 128 4. İLLERİN ÇÖKÜŞÜNDEN DOÖAN OYMAKLAR . 129 5. OYMAK HUKUKU VE AHLAKI . . .. . . . 132 6. YER - SULAR VE ÇIWILAR . . . . 134 7. BARIŞA ÇAGRI ........................................................ 137 8. KÜÇÜK iL . . . . . 141 9. ORrA iL . . . . . .. . . .. . . . . 144 10. BÜYÜK İL . . . . . . . .. . .. . 150 1 ı. E N BÜYÜK İL . . .. .. . . . . . . . 153 12. İLLERİN ÖZELLİKLERİ . .. . . . . . . 153 13. DEMOKRASİDEN ARİSTOKRASİYE . . . 154 14. ŞÖLEN VE P01LAÇ . . .. . 155 .

. . . . ....

.....

. . . ............

. . . . . . . . . . ........

....

..

........... .. . .

.........

.....

.

........... .

. . . . . . . . . . . ..............

... . . . . .. ..

............

........

.....

..

.

. ..

.

. .

..

..

.......... . . . .

.....

.... . .

...

.

.........

.........

....... ....

....

........... ......

.

. . . . . . . . . . . . . . ..

. . . . ............

IX

..

...

... .

..... ..... . ... .....

.............

.....

....... ... . . .

...

...............

............ ...... . . . . . ..........

.......

. . . .............

....

..

....

..

...... . . . . . . . . . .....


15. YAGMA ŞÖLENi VE POTI.AÇ . . . .. . 156 16. YAGMASIZ ŞÖLENLER VE YAŞ AYIŞ . . .. . .. . 158 17. TUDUNLUK .. .. .. . . . ;..................................... 159 18. YABGULUK .. . . . .... .. . . .. .. . . . . .. . . 161 19. liAKANUK . . . . .. . . . . ... . . . 162 20. HAKANLIK ÖRGÜTÜ . .. . . . . .. . . 165 21. HAZAR (HUZAR) HAKANLIGININ DEVLETÇE ÖZELLİKLERi . . . . .. 167 22. İLHANLIK . . . . . . . . . 169 23. İLHANLIK ÖRGÜTÜ .. . . .. . .. . 173 24. EN ESKİ TÜRK DEVLE'rt .. . ; .................... 174 25. KUNLAR .. . .. . 1 78 26. TÜRKLER'İN İLK YİGİDİ . . . . 181 27. İLK. İLHANLIK . . . . 191 28. TOPLUMSAL TOTEMLER VE CİNSEL TOTEMLER . . . . .. . 198 Cinsel toteni. . . 199 Tabu ve Tekin . . . .. 199 29. KUT VE ALTIN IŞIK .................................................. 201 30. TOTEM VE P01LAÇ . . .. 202 31. TOY VE YAGMA TOYU.............................................. 204 32. TOTEMLERİN AHlAKLARA ETKİSİ. . ......................... 208 33. ESKİ TÜRKLER'DE AD NASIL ALINIRDI?.................. 209 Boğaç Nasıl Ad Aldı? ................................................ 209 Bamsı Beyrek Nasıl Ad Aldı? .................................... 210 34. KİMi TERlMLER ... .. . ... . . .. . .. 214 ....... . .....

.........

......

. ......

.

.

.

. . ...

..

...

.

.

.

...

..

.

.

.

.

..

. .... . ... . .

...

...

.

..

.. ..

.

. . . . . . .....

.... . . ...

... .

. ......

..

........

..

.

.......... .. .

....... . .. . ..

.

......

..

...

....

.....

. .. .

..... ..

..

.. . ................. .

..

..........

......

...

..

...

..

...

...

.

....

...... . . . .

...

.

..

... . .

.. .

....

...

.

...... .......................... ...

........ . ..

....................

...............

.

....

..........

..... . .....

. . .............

....... .. ..............

..................................

.. .

..

..

.......

. . .. ..

...............

. ... .

.

..

...... .

.....

. ..........

............ . .......... . .........

.. .

.

..

.. . ......... .. . ..

...

. . . ...........

...........

.....

.. .

..................

.. . .... . ....

............

..

.....

.......... . ... ... ...............

..

..

.

. ......

..

.

........

..

...

..........

.......

.. . .

..

..

DÖRDÜNCÜ KİTAP TÜRK AİLESİ . . 219 I- İSIAMLIKTAN ÖNCE TÜRK AİLESi l. BOY 219 1. Siyasal Dayanışma ................................................. 220 2. Ahlaksal Dayanışma.. .. .. . . . 220 3. Dinsel Dayanışma . . . . . . . 221 4. Ekonomik Dayanışma ............................................ 221 2. SOP . . . . . . ... . . . . 222 3. BÜYÜK AİLELER . . .. ... . . . 227 1. Ana-yanlı Büyük Aile ya da Kardeş . .. . .. 227 2. Asaba......................................................................... 227 a. Bölünmez Asaba.. . .. . . . . 227 .......................

..

..

........... ...................................... ..........................

.. .

.

..........

...........

.....

......

.

. ..

. . ....... . .

..

..

..............

........ . . .

... ......

..........

.

.

..

.......

.

...

.

...

........

.....

.. . .

.......................

x

...... .... .......

............ . .. ......

.

..

..

..

.....

........

..

.... .......

..

.. . ..

.....

.....

.........


b. Zadruga .

. . . . . .. . . 228 Ataerkil Aile ........................................................... 228 ..

c.

.. ..........

. .. .. . .. .. ... . . ...

.. ......... ..

. ...

..

....

3. Soy 228 4. BABA YANLI AİLE (PEDERİ AİLE) 229 .5. EVLİLİK AİLESİ .. . .. . , ................................ 231 TOrk Ailesinin İslam DOnemJnde Devanu . . 233 6. TÜRK AİLESİNİN YAPISI . . . . . .. 237 Aile Ateşi . ...... . . . . . . . . 238 Yas TOrenlert . . 239 7. DÜGÜN GELENEKLERİ .. . .. . . . ... 240 TOrkler'de DO.ğün Gelenekleri .. . 243 8. İLKEL TOPLUMLARDA ÔRI'ÜNME . ..... 245 9. ATAERKiL AİLLERDE ÔRTÜNME. .. . . 250 10. TÜRK AİLESiNiN EVRİMi... 255 11. ESKİ TÜRKLER'DE NiKAH . .. . ... . . 256 ........................................................... ............. •

.................•..........

...

.

.. .

..... ......

... ..........

...

........... .

..........

. ...

. ... ..

.. .......... . .. ..

........

.. . .

...

..

.... .

.. .. ..... ............. . .

....

... . . ................................... . ... ............. .

.... ......

.

.... .

.

...... ................... . ..

...... . . . .

.

.....

... .. . .. . . ..... ...

.. .....

. ....

..

.....

..... .

...

....•.................................

... .

.. . ..........

.

.

.. .

........

BEŞİNCi KiTAP ISLAMLIKTAN ÔNCE TÜRK EKONOMiSi İSLAMLIKTAN ÔNCE TÜRK EKONOMİSİ .. ... 261 ESKİ TÜRKLER'DE ORETtM YOLLARI . . . 261 1. ESKİ TÜRKLER'DE AVCILIK . . . . ... . 262 Avcı Türkler . . . .. . ... . ... 262 Dinsel Avlar . . . . 264 Avcı Kuşlar . .. . 264 Ulusal Destanlardaki Geleneksel Buluşlar ve Bulgular. .. . . . . . .. . .. 265 2. SÜRÜ SAHİBİ TÜRKLER .. . . . . . . 265 3. ÇİFTÇİLİK . . 267 4. SANAYİ .................................................................. 267 TOrk Elsanatları .................................................... 267 Ergenekon'dan Nasıl Çıkıldı? . 269 Demir Töreni ve Kurt Simgesi ................................ 269 Sıınrda Demir Töreni . .. . . 269 .... .

1-

...

. .. . ..

.......... .

. . . .. .............

. ..

. .

.......................

...

..... . .......

......

.. . .......

..

......... . ............... . .. . . .

...

..

.

.... ...

..............

.......

......

.

..

.

..... ...

...

.....

......... . .................

.

. ............... .............

.............. . . .

ll-

..

... .

.

.

......... . ..

. .....

..

...........

......

..............

. . . ....

. . .... .

.

........ . ....

... . ........

.....

............. . . . .....................

.

.....

..

......

. . .. . . . . .......

ORETtMİN DÔRf DERECESİ . .. . . . 270 Üretimin Dört Aşaması .............................................. 270 1. Boy Aşaması . .. . . . .. 270 Bağımsız Boy DOnem1nde Avcılık ........................... 271 Bağımsız Boyda Egemenlik. . . 271 2. İl A.şaması . . 272 ...

.......... .... ....

..

........

.. .. . . .. . .........

..............

.......... ..

...

...

...... .. ...

...

.

.. .

.... .. ....

..... . ... . ....... . .

.. . .. . ............ ............. . ............

XI


Potlaçtan Dola)ll Dış Oğuz'un iç Oğuz'a Karşı Başkaldırnıası . . . , ........................................ 273 Şölen ... . . .. . . .... . . . . . ... . . .. .... . . 276 Tarhanlık ............................................................... 277 Şôlenll Senato . . . . ....... .. . . ... . . 279 Şölenin Kutsal Etkisi . . ... . .. ... .... . . .. . 279 Ava Başlamak Yetkisi Başkanlara Aitti . . . . 280 3. il Döneminde Akıncılık . .. ... . . 280 Adsızlann Ad Alması .. . . .. . . . .. 282 4. 11 DOnemlnde ve Banş Zamanında Akıncılık . .. .. .284 Hırsız ve Uğru Sözcl'.lklerl . . . .. . 285 1. AVCILIK . . . . . . . .. . . . .. . . . . 286 Avcı Türkler . . . . . . ... . .. . .. . . .. 286 SOrgün Avı . .. .. .. . . . .. . . . . . . 287 Av Kuşları . ... . . . . . .. . . .: 287 2. SÜRÜ SAH:IPLIGI . . . .. . . . .. 287 3. ÇIFI'ÇILIK . . . . . . ... . . . . . ... . . .. .288 4. SANAYİ 288 Türkler'de Sanayt . . . � . .. . . ... .. 288 Hammaddeler . ... . .. . ... . . . 289 5. AİLE. SiYASET, KARDEŞLiK VE MESLEK ôRGÜTLERl'NIN IKT1SADI ROLÜ . . . .. .. . . 290 Ailenin Ekonomik Yaşam Üzerindeki Etkisi . .. 290 Türk Ailesinde Ekonomik Yaşam ... . 294 6. ARKADAŞLIK ôRGOTO . ... .. . . .. . ... .. . .. . .. . 294 Serdarlık ôrgoto .. ..... . . . . 294 Kazaklık . .. . .. . . .. . . 294 7. DEVLE11 N EKONOMİDEKi ROLÜ . . . .. . 295 ...

.

... .

.. .

.. . .

.

. .

...

.

..

.

..

... .

...

.

.. .

..

.

....

............ .. .

.

..

..

.

...

. ...

... .

... ...

....

...

. .. .

....... . ...

.. ....

.

......... .

... . .....

... . . ..

.

.. .. ..

........

..... ...

.

....

.. . . .

..

...

......

... ..

.

.

...

.

.

.

.

.

. ..

...

... . .......

.

.... . ...... . ..

. ....

.........

.

...

.

.

....

...

.

. .

.

.

....

.......

.. . .. .. .

...

... .

....

.. . . ...

....

. ..... .

....

. ...

. ..

....

............

.

............

..

..

.

..

. ...

.

....

...

.

...

....

...

.

.....

..

...

.

...

..... .

..

..

.

.

.

.

.. .

. .. .

...

.

.

..

. . ..

. .. . .

.

..

.

... ..... .. .........

........

..

.

. . .... ..

..

. ..... .. ....

.. . ..

.......

.....

.

.

. .....

..

...

······························ ............... ························· ...

........

.. ..

..

.... .. . ...

......

....

..

......

. ....

.

..... ... . . .

....... .

. ...

.

.

.. . ..

..

.

...

..

..... .

.

....

..

.....

.

.....

.

... . .

...

.....

..

.

.....

.... .. ....

.......

.....

........... ..............

.

.

.

.

.

.

.

.....

...... . . . . . ... .. ..... .. ....

........................ ..

.........

..

.

......... . ......

..

..... .

. .

.... . ....

..

.. .

.

Tudunluk................................................................... 295 Yabguluk .. . . . . .. . . . . .. .... . . 295 Hakanlık . ... . . . . ... . 296 ilhanlık 296 Türk Denizi . . . . .. . . . . . .. .. .. 297 8. DEVLE11 N EKONOMİK YETKESi.. .............................. 297 Sürgün Avı Kamusal Yetkeye İlişkindir . 298 9. ULUSAL EKONOMİ .. ..... . .. .. . . . . . . . . .... ... . 298 Türkler'de T , Ticaret, Sanat . . ... . . . 298 Bir Çinli Vezirin ÔğOdO . . . . .. ... . 299 İmalathaneler, Kentler ve Çarşılar . . . . . 300 Ailenin Etkisi . . .. . .. ... .... . . . .. . 301 Türk Ailesi ile Çln Ailesinin Farkı ... . .. . . . . 302 ÖNEMLi ADIARIA iLGiLi AÇIKLAMALAR . . . . .. .. 305 ..

..

.

..

. .

.....

..

. ... ...... .

..

.

..... . ..

........ . .. . .. ..

..

......

......

.

.. . .....

.

..

. ..

.................

...

...................................................................... . ....

...

...

...

..

.

...

..

.

.

..

.

.........

.

......

....

.. ..............

..

.

.

arını

.

....

..

.

...

.

.

. .. . .... .

.......... ....

..

.

...

........ . .

......

.

...

..

. .

....

..

...... .... . . ..

..

.

.

. .

..

.. .

....

.. .

...

..

.

..

.

........... . . ..........

XII

..

. . ..

.

.... .

.

. .......

.

.

..

. . .. ... ....

.....

..

.......

..

..

.

..

...

.... . .... .

.

...

.

.

. . ..

......

....

TÜRK MEDENiYET TARIHl'NIN YENi BASKISININ

ELEŞTiRiSİ .. . .

..

.. . ..

......

. .. . ..

..

.....

314


ÔNSÔZ Ziya Gökalp, Türk kılltür ve uygarlığına ilişkin bilimsel ça­ lışmalarını Türk Töresi ve Türk Medeniyeti Tarihi adlı kitapların­ da toplamıştır. Bu iki kitapta Ziya Gökalp, İslamlık öncesi Türle budunlarında toplumsal kurumların dinle tllşklsl üzerinde dur­ muş, dinin yanı sıra Türk'ün dllşünce dizgesini, töresini, devlet örgütllnü, a1le yapısını, ekonomisini Durkhelrn'ın toplumblllm yöntemiyle incelemiştir. 1Urk Töresi 1923 (1339) yılında, 1Urk Medeniyeti Tarihi de 1925(Maartf Vekaleti Neşriyatından, tstanbul-1341) yılında eski hartlerle, 1970'ten sonra da birkaç kez yeni hartlerle ve yalın­ laştırılarak yayımlanmıştır. Ziya Gökalp, 1Urk Töresfnde tslarnlık'tan önceki TOrkler'ln dinsel ve hukuksal törelerini inceler, aynca Uzakdoğu uygarlığı içinde yer alan öbür ulusların töreleriyle zaman zaman karşılaş­ tırmalar yapar. Ona göre 'Türk kılltı1nlnün tarihini yapabil­ mek için önce onun bu üç uygarlıkla (Uzakdoğu, Doğu ve Batı uygarlıkları) ayn ayn kurduğu karşılıklı uyumları incelemek ge­ rekir." 1Urk Töresi, yanın kalmış bir kitaptır. Sanıyorum Ziya Gö­ kalp, bu ad altında birkaç kitaptan oluşan bir dizi hazırlam�yı tasarlamıştı. Bu nedenle "Başlangıç" bolümünden sonra "Birinci Kitap" diye özellikle belirtmiş. Sonra bundan vazgeçmiş, Türk Medeniyeti Tarihi başlığı altında bir başka dizi düşünmüştür. Ziya Gökalp'a göre bir ulusun kültür tarihi kolay kolay yazı­ lamaz, ama uygarlık tarihi yazılabilir. "Kültürü oluşturan duy­ gular içten ve özden oldukları için görülmeleri ve incelenmeleri çok güçtür. Uygarlıksa, dışta, belirginleşmiş kavramlardan, ku­ rallardan. özetle bir sür11 kavramlardan oluştuğu ve bu kurum­ lar dıştan bir gözle nesnel olarak lncelenebildiklert için, kültüre oranla daha kolay incelenebilirler. XllI


Bundan dolayıdır ki bir ulusun kültürüne ilişkin bir tarih kolayca yazılamaz. Fakat bir uygarlık hak.kında tarih yazılabilir. Bir ulusun geçirmiş olduğu uygarlıklar incelenirken, bu ulusla­ rarası yaşamlar içinde her ulusta, ulusal kültürün nasıl gelişti­ ği ve nasıl yönler aldığı sezilebilir." (s. 5-6) Ziya Gökalp, Türk kültürünün üç evreden geçtiğini söylüyor: 1) Uzakdoğu uygarlığındaki Türk kültürü, 2) İslam uygarlığındaki Türk kültürü, 3) Batı uygarlığındaki Türk kültürü. Ziya Gökalp'ın amacı bu üç evreli Türk kültür tarihini yaz­ maktı. "Bu kitap, iki bölüme aynldı. Uzakdoğu uygarlığı, önemi dolayısıyıla birinci bölümü kapsadı. Doğu ve Batı uygarlıkları­ nın her ikisini bir tek bölüm saymak yeterli oldu. İçeriği geniş olduğundan, bu yapıt, büyük bir kitap halini aldı. Öğrencimiz için büyük olduğundan, bu yapıtın bir de küçüğünü yapmak gereği çıktı. "(s. 6) Ziya Gökalp, beş kitaptan oluşan 1Urk Medeniyeti Tar!hlnde yalnızca Uzak.doğu uygarlığındaki Türk kültürünü inceleyebil­ mlştlr. Elimizdeki 1Urk Medeniyeti Tarihi, yazarının da belirttiği gibi "Liselerin İkinci Devresine Mahsus" olarak hazırlanmış bir özetten başka bir şey değildir. Ziya Gökalp'ın hazırladığını söylediği büyük n·ırk Medeniyeti Tarihi ne olmuştur? Bu konuda yıllar önce Sayın Şevket Beysa­ noğlu'na ve Sayın Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil'e başvurmuş, bu konuda bilgi vermelerini rica etmiştim. Sayın Şevket Beysanoğlu, 27/9/1977 tarihli mektubunda şunları yazıyordu: "Feyyaz Tevfik beyin TÜRK YURDU dergisinin Aralık 1340 (1924) tarihll 3. sayısında yayımlanan bir yazısında Ziya Bey'ln hazırlayıp Telif ve Tercüme heyetine verdiği eserlerden bahsedi­ lirken 'Mualllmler için Büyük Türk Medeniyeti Tarihi. cilt l ve 2' kitabından bahsedilmektedir. Ancak bütün araştırma ve soruş­ turmalanmıza rağmen bahsi geçen bu kitabın basılan kitap mı, yoksa Köprülü'ye incelenmek üzere verilip ne olduğu, kimde kaldığı bilinmeyen ayn bir eser mi hususu açıklığa kavuşturula­ madı. Şahsi kanaatım. Ziya Beyin Liseler için hazırladığı ve 1926'da basılan 1ürk Medeniyeti Tarihi dışında bunun bir de XIV


mufassalının bulunduğu ve maalesef Gökalp'ın ölümünden son­ ra bu eserin birisi tarafından aşınldığıdır. ÇOnkü ölümO üzeri­ ne yayımlanan Gökalp'a ait hatıraların bazılarında, baskıya ve­ rilen Türk Medeniyeti Taıihlnl hasta y atağında tashih ettiği ya­ zılıdır. Atatürk'e verdiği cevapta Türk MedenlyeU Tarihi kitabı­ nın bastırılmasına delaletini rtca etmesi de bu kanaatımızı perk­ leştlrmektedir. A ncak buna dair elimizde kesin bir delil yok.

Ai­

lesi efradında kalmış buna dair bir belge de, kitap mOsveddesl de mevcut değil. Kardeşi Nihat Gökalp ve damadı

Ali Nüzhet

Beylerden bu hususu soruşturmuş ve mosbet bir cevap alama­ mıştım. Eserin mufassal kısmının Köprülü 'de kaldığını sö yle­ yenler de oldu."

Sayın Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil de 28/7/1977 tarihli

mektubunda şu bilgileri veriyordu: "Uygarlık Tarihl'nln serüveni konusunda Sertel'ln söyledik­ leri benim bir yazımda (Gökalp'a İlişkin Yeni Notlar) görülebile­ ceği gibi. Sertel'ln

Cumhwiyefteki

ziran 1976, s. 2.

yazısına da bakılabilir: 6 ha­

öyle sanıyorum ki yayımlanmış olan ders kitabı niteliğinde­ ki hazırladığıdır. Geniş çalışmanın nerede olduğu bilinmiyor." •

7Urk Medeniyeti Tarihi. daha önce ü ç kez yeni harflerle ya­ yımlanmıştır: al Fikret Şahoğlu (İstanbul, 1974),

b) İsmail Aka ve .. Kazım

Yaşar Kopraman (Kültür Bakanlığı. Ziya Gökalp Yayınları: 8, İs­ tanbul 1976). c) Yalçın Toker ffoker Yayınlan, İstanbul 1989) Fikret Şahoğlu'nun hazırladığı 7Urk

Medeniyeti Tarihi.

o denli

büyOk yanlışlar ve eksiklerle aoludur ki bu yayın üzerine bir eleştiri yazmak zaman kaybından başka bir işe yaramaz. İsmail

Aka ve Kazım Yaşar Kopraman'ın yayını ise oldukça başanlıdır.

Yayına hazırlayanlar metindeki dizgi, bilgi yanlışlarını ellerin­ den geldiğince düzeltmeye çalışmışlar, blok olarak kayan bö­ lümleri ilgi ve anlam benzerliklerine göre çeşltıı bölümlere ak­ 'tarmışlar, aynca okuma kolaylığı sağlamak Qzere de kitabın

so­

nuna bir sözlük eklemişlerdir. (Biz bu yayını tanıtan ve kimi bö­

lümlerini eleştiren bir yazı yayımladık: 7Urk Dili, eylül 1978, s. 429-432). Yalçın Toker'ln hazırladığı Türk Medeniyeti TarihCnde xv


de, okunamayan bölümler atlannuş. özel adlar yanlış okunmuş, aynca biraz önce sözünü ettiğimiz yazunız da görülmemiş. Biz, 1ürk Medeniyeti Ta rihi'ni Günümüz 1ürkçesiyle yayıma hazırladık. Metni eski yazılı nüshasından satır satır denetledik, İsmail Aka ve Kazım Yaşar Kopraman'ın yayınından da yararla­ narak oldukça sağlam bir metin oluşturma yoluna gittik. Genç kuşakların daha kolay okuyabilmeleri için de bugünkü Türkçe­ ye aktardık. Metni yer yer dipnotlarla zenginleştirdik. Kitabın sonuna da özel adlarla ilgili kısa bilgiler ekledik . •

Ziya Gökalp, bir kültür tarihçisiydi. Aşağı yukarı 70 yıl ön­ cesinin verilerine. belgelerine dayanarak hazırlamaya çalıştığı Türk Töresi, 1ürk Medeniyeti TarihL ne yazık ki yanın kalmış ça­ lışmalardır. Erken ölümü İslam uygarlığındaki Türk kültürü He Batı uygarlığındaki Türk kültürü evrelerini yazmasına fırsat ver­ memiştir. Bununla birlikte Kültür Bakanlığı tarafından kitapla­ nnın. dergi ve gazetelerde kalan yazılarının bir dizi halinde ya­ yımlanması onun İslam uygarlığı ve Batı uygarlığı dönemlerin­ deki Türk kültürüne ilişkin değerlendirmelerini az da olsa öğ­ renmemize olanak sağlamaktadır. Ziya Gökalp'ın Malta Konfe­ rans/an (1977, hazırlayan Doç. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu), İslam uygarlığındaki Türk kültürüne, Türkçülügı:in Esaslan (1923) ise Batı uygarlığı içindeki Türk kültürüne ilişkin sezgi, yorum ve önerilerini içermektedir. Ziya Gökalp, Türkiye'nin yetiştirdiği sayılı düşünür ve kül­ tür adamlarından biridir. Kimi görüşleri, yargı ve yorumları çe­ şitli çevrelerde tartışma konusu yapılmasına karşın, o bugün bile kültür tarihi yazıcılığı ve kültür kuramcılığı alanında önde gelen adlardan biridir. Ziya Gökalp dizisinin sürdürülmesi konusunda beni yürek­ lendiren ve destekleyen Sayın Nazar Fikri'ye, bu dizinin her ki­ tabının dizgi ve baskısına özel emeği geçen Sayın Yüksel Ba­ kay'a teşekkürü borç bilirim. Yusuf ÇOTUKSÖKEN Kızıltoprak 1990 XVI


TÜRK UYGARLIGI TARİHİ



BAŞ LAN G 1 Ç 1. UYGARLIK NELER DEC!WIR?

Uygarlık ve Uygar Olma:

KJmilerine göre

uygarlık

(medeni­

yet), uygar olma (medenilik) ve uygarlaşmışltk (mütemeddinlik) demektir. Etnografya araştırmaları, bedevilerde, dahası vahşi­ lerde, kendilerine göre bir uygarlık olduğunu 9rtaya koydu. Uy­ garlaşmışlık ve uygar olma ise gelişmiş uluslara özgüdür. öyley­ se bu sözcüklerin anlamlarını birbirinden ayırmak gerekir.

Terimler:

1) Uygarlık (medeniyet) 2) Uygar olma (medenilik)

-

La civilisation

3) Uygarlaşmış (mütemeddin) 4) Uygar (medeni)

-

CMlise

-

CMl

Uygarlık Bir Değildir:

-

La cMlite

Bütün insanlar, aynı uygarlığa bağlı

değillerdir: Uygarlık, bir değil, çoktur. Hangi zamanda ve yerde yaşarlarsa yaşasınlar, birbirine komşu oldukları için aynı kurumlara sahip olan toplumların toplamına

uygarlık toplulugu

(medeniyet zümresi) denilir.

(Uy­

garlık, bu

toplumlar arasındaki ortak kurumların toplamıdır.) Uygarlık toplulukları da. siyasal ve dinsel toplumlar gibi,

bellrlenmesi bilim yoluyle olanaklı sınırlarla birbırtnden ayrıl­ mışlardır. Uygarlık topluluklanrun da uluslar gibi, özel tarihleri vardır. Blr uygarlık topluluğu, belirli bir yer ve zaman içinde do­

ğar, yaşar ve Olür.

Ünlü Uygarlıklar: Avustralya adalan Totemizm dinine daya­ lı bir uygarlık çevresidir. Kuzey Arnertka'mn doğu yöpündeki 3


Hintliler (•) de, daha gelişmiş bir Totemlzm'e dayanan, başka bir uygarlık çevresidir. Kuzey Ariıerika'nm batı yönünde oturan Tilngitler. HaJdalar ve Kwaklutl'lar da kendilerine bağlı olanlarla birlikte totemlerin potlaç kurumu aracılığıyle bireyselleşmesine dayanan ayn bir uygarlık çevresi oluşturmuştur. llkçağda bir Mısır uygarlı.gı çeurest, bir Mezopotamya uygarlı­ gı çeuresi ve bunlardan Fenikeliler aracılığıyle birçok kunımlar almış olan bir Akdeniz uygarfını çevresi vardı. Ortaçağda da Avrupa'da bir Hı.rl.sttyan uygarlı.gı çevresi. As­ ya'da ve Kuzey Afrtka'da bir lslam uygarlıgı çeuresi oluştu. Rö­ nesans ve Reformdan sonra da laik bir uygarlık doğdu. İşte bü­ tün bu toplumsal çevreler. birer uygarlık bölüğünün (zümre), · birer uygarlık topluluğunun (camla) çevreleridir. Bunların tü­ müne uygarlık bölütJU. adı verilir. Bir toplum, uygarlık çevresini değiştirebilir. örneğin, Türk budunu iki kez uygarlık çevresini değiştirdi: İslamlığı kabulden önce, Uzakdogu uygar!J!1ı çeuresi ' ndendl. İslam olduktan sonra Dogu u.ygarlıgı çevresCne girdi. Geçen yüzyıldan bert de üçüncü bir çevreye. Batı uygarlı.gı'na, yani laik bir uygarlık çevresine gir­ meye çalıŞıyoruz.

Türk Uygarlığı Tarihinin Dönemleri: TOrk ulusu, bu üç uygarlığın her blrtnde ayn bir yaşam s,ürmO.ştür. Bu nedenle, 1Lırk uygarlı.gı tarihi üç döneme ayrılır: 1) Eskl dönem: Türk budununun ortaya çıkışından başla­ yarak, TOrk.ler'ln İslam dinine girmesine değin. 2) Orta dönem: İslam dinine girmesinden Batı uygarlığını kabulü zamanına değin. 3) Yeni dönem: Batı uygarlığını kabulden bugüne değin. II.

TÜRK KÜLTÜRÜ VE TÜRK UYGARLICI

Uygarlık ve Kültür: Bir uygarlık, birçok ulusların ortak malıdır. Çünkü her uygarlığı. sahipleri olan birçok uluslar, or(•) Hintliler (lng. lndtan) Amertka'nın yerli halkı, Kızıldertlller. (Y.Ç.) 4


tak bir yaşam sürerek oluşturmuşlardır. Bu nedenle, her uygar­ lık kesinkes uluslararasıdır. Fakat bir uygarlığın her ulusta al­ dığı özel biçimlen vardır ki, bunlara

kUltür (hars) adı vertllr.

Uygarlıkla Kültürün Ay nmları:

1) Uygarlık uluslararası olduğu halde, kültür ulusaldır.

2) Uygarlık bir ulustan başka bir ulusa geçebilir, fakat kül­ tür geçemez.

3)

Bir ulus, uygarlığını değiştlrebllir: fakat kültürünü değiş­

tiremez.

4) Uygarlık. yöntem ve akıl aracılıklanyle yapılır. Kültür, esin ve sezgi aracılıklanyle yapılır.

5) Uygarlık ekonomik, dinsel, hukuksal, ahlaksal vb. dü­ şüncelerin toplamıdır.

6) Kültür dinsel, ahlaksal, estetik duyguların toplamıdır. 7) Türkler'de bir toplumun toplumsal yapısı birdenbire yük­ selebilir. Bir budunun toplumsal yapısı,

az

zamanda oymak

(aşiret) yapısından il yapısına, küçük ilden orta ile, orta ilden büyük He, büyük ilden en büyük He değin çıkablllr.

8) Bir budunun siyasal yapısı da, tudunluktan yabguluğa. yabguluktan hakanlığa, hakanlıktan Uhanlığa yükselebillrdi.

9) Uygarlığını değiştiren bir ulusta, kültür de değişirdi. Fa­

kat bu değişme yapay bir biçimde olmazdı. Doğal bir oluşumla kendi kendini bir anda en yukarıya değin aşarak çıkardı, kendi kendine oluşurdu.

1 O)" Ekonomik sıradüzeni de birer birer geçerdi. a) Avcılar, b) Sürü sahip leri, c) Tarançılar (ekincller, çiftçiler) d) Sartlar (tüccarlar), e) Sanatkarlar

Göktürkler'le Oğuzlar'ın ataları demlrclydiler. Demirciye Mo­ ğollar

darhan derlerdi. Dokuz atası demirci olan adam şaman tarhan adı verilirdi. Bundan

olurdu. Şamanlann büyüklarlne

anlaşılır ki demlrcllik eski Türkler'ce sanatların en saygınıydı.

Uygarlığı İncelemedeki Göreli Kolaylık:

Kültürü oluştu-

5


ran duygular içten ve özden olduklan için görOlmelert ve ince­ lerunelert çok güçtür. Uygarlıksa, dışta, belirginleşmiş kavram­ lardan, kurallardan, özetle bir sOrü kurumlardan oluştuğu ve bu kurumlar dıştan bir gözle ,nesnel olarak incelenebildiklerl için. kültüre oranla daha kolay incelenebilirler. Bundan dolayıdır ki, bir ulusun kültürüne ilişkin bir tarih kolayca yazılamaz. Fakat bir uygarlık hakkında tarih yazılabillr. Bir ulusun geçirmiş olduğu uygarlıklar incelenirken, bu ulusla­ rarası yaşamlar içinde her ulusta, ulusal kültürün nasıl gelişti­ ği ve nasıl yönler aldığı sezilebilir; örneğin İslamlıktan önceki Türk kültürü: 1) Uzakdaju uygarl@ında yaşayan bir Türk kültürü'ydü. 2) İslamlıkla birlikte süren TÜrk kültürüne Jslam uygarlı!]ın.·

daki Türk külttiril dendi. 3) Tanzimat'la başlayan Türk kültürüne de Batı uygarl@ın­ daki Türk külttiril dentllyor. Bundan dolayı, Türk uygarlıgı tarihinin eskiçağında bunlar­ dan blrtnclslnl, ortaçağında ikincisini, yeniçağında üçüncüsünü göreceğiz.. Bu kitap, iki bölüme aynldı. Uzakdoğu uygarlığı, önemi do­ layısıyle birinci bölümü kapsadı. Doğu ve Batı uygarlıklannın her ikisini bir tek bölüm saymak yeterli oldu. İçeriği geniş oldu­ ğundan, bu yapıt, büyük bir kitap halini aldı. Öğrencimiz için büyük olduğundan, bu yapıtın bir de küçüğünü yapmak gereği ortaya çıktı.

Ill.

GÖÇEBEilK VE TÜRK TÖRESl

ToplW118al Yapılar: Toplumsal yapılar, Oyle bir bilimdir ki bize coğrafi çevrenin, toplumlar üzerindeki etkisini öğretir. Türkler'in coğrafi alanı o denli geniştir ki Türkler için yalnız 6


bir türlü coğrafi çevre gösterilemez. Türkler'den henüz Siblr­ ya'nın buzlu çöllerinde yaşayan Yakutlar bulunduğu gibi. he­ nüz Altaylar'da yaşayan Barabalar vardır. Bunların astünde Ka­ ra-kırgızlar, Kırgız-kazaklar, Başkurtlar, Kara-kalpaklar ve Türkmenler gelir. Bunlann üstünde Tarançılar, Sartlar, Kaşgar Türkleri, Kuzey T ürkleri, Özbekler ve Türkiye Türkleri gelir. Bugün. Çin Türklstanı olan Kaşgar ülkesinde üç renkte ça­ dırlar goralar:

1) Kara çadırlar frı.ıtsak olan kara-kemiklertndir). 2) Ak otağlar (Egemen olan ak-kemiklerindir). 3) Kızıl otağlar (altın-kemiklerin, yani altın-kemik olan tigin­ lertndir. Eskiden bütün egemenlik bu altm-kemiklere aittir).

Toplumsal Yaşamdaki DeğiŞimler: Leon Cahun, Kırgız söz­ cüğüne yanlış anlam vermiştir. Ona göre, Kırgız sözcüğünün anlamı "serseri" ve "de�der"dir. Oysa, Kırgızlar. lllertnin ve adlarının kökenini •kırk kız•da görüyorlar. Bir hakan kızının yakın arkadaşları olan bu kırk kız, bir gece, sabaha doğru, sultanları ile birlikte kalkmışlar, ge­ zinti için kıra çıkmışlar, parmaklarını altın ışığın parıltısıyle parlayan bir ırmağın suyuna daldırmışlar ve bundan dolayt k ır­ kı da gebe kalmışlar. Sarayda bunların gebe kaldıkları duyulun­ ca, kırkı da birlikte bir dağa sürülmüşler. Onların doğurdukları erkek ve kız çocuklardan Kırgız ili kurulmuş, Monage'ın yaytm­ ladığı yeni bir coğrafya kitabının belirttiğine göre Kazak sözcü­ ğü•kaz• toteminden türemiştir: Kazak "kazlı" demekmiş. Böyle­ ce, Kırgız sözcüğü "kırk kız" sözcüğünün bozulmuşu olabilir. Kırgızlar bütün toplumlarda görülen bir tip değildir. Bağımsızlı­ ğını çok seven ve bundan dolayt ilhanlıklardan uzak, dağlarda yaşayan bir ilin adıdır. Kazaklık Ne Demektir?: Hükümdarlarla, ya da iktidarda bulunan beylerle geçinemeyerek çöle çıkan kaçaklara kazak derlerdi. Mete, Attila, Selçuk. Cengiz, Timur, özgürlükleri için il­ kin kendi buyruklanna (metbu) karşı kazak olmuşlardı. 7


Kazaklar, Kırgızlar gibi Ozel bir il değildi. Her ilin kaçakları­ na kazak denllebiltrdl. Kırgız-kazaklar Ejderhan'dak.I Ak-Ordu devletinin kazaklanydı. Sonra bunlar, Kırgız-kazak adıyla yen i bir il kurdular. Leon Cahun'un bir yanılgısı da eski Türkler'ln ziyafet gonle­ rlnden başka günlerde hiç koyun, öküz ve at kesmemelertydl. Bunun nedeni de sürünün azalmarnasıymış. Oysa, esk.I Tarler'de her gon toy'lar (ziyafetler) ve şölen'ler (zlyafetll ulusal toplanmalar) olduğu gibi, bunun dışında da her ev kendi kendine ziyafet çekerdi. Esk.I Türkler bütün zamanları­ nı güzel yemek, güzel giymek, güzel yaşamakla geçirirlerdi. Eski Türkler dünyanın en tehlike arayan bir budunu olduğu gibi, en çok zevkler, eğlenceler içinde yaşayan bir budunuydu. SürOsO­ nün azalacağını hiç dOşünmezdl. Dahası, sürüsünün yağma olunmasından da o denli üzülmezdi: Şu atasözü bize Türkmen göçüdür vara vara dCızeltr diyerek, sünlsO yağma edilmiş bir ll1n nasıl eski durumunu bulduğunu anlatır. Leon Cahun, bir noktada daha aldandı: Ona göre eski Türk­ ler'ln İslamlığı pek yüzeyde kalmıştır. Eski Türkler, Musevilik, Hırlstıyanlık (Nesturilik), Manilik, Ateşetapıcılık, Mecusilik gibi birçok dinlerden geçtiler. En sonunda İslamlıkta karar kıldılar. Fakat onların doğuştan gelen eğilimleri bunlardan hiçbirtne yö­ nelik değildi. Türk, yaratılışça Bud.istti. Coşu (vecd) ile benimse­ diği din, ancak Bud.istlik'U. Leon Cahun, Şamanizmin ancak eski Türkler'ln büyüsel dizgesi olduğunu, eski 1ürkler'ln dinsel d lzgesl(nln) ise Toyo­ nlzm adını verebileceğimiz özel bir dinden oluştuğunu bllm1yor­ du. Eski Türkler'ln Budlzme karşı değil. işte bu Toyonlzme kar­ şı doğuştan eğilimleri vardı. Bu gerçeğin bir kanıtı da Bilge Han'a kayıribabasının söyle­ diği sözlerden anlaşılır: Bilge Han, kayınbabası olan bir tarhana Buda dinine girmek istediğini söyledi. Kayınbabası dedi k.I: "Bu tasarınız iki yönden geçerli değildir:

1) Buda dini hayvan eti yemeği yasaklar. Biz ise daima toy8


lanmızda ve şOlenlertmJzde, av ziyafetlertmizde hayvan eti yerlz.

2) Buda dini. savaşı kabul etmez, kan dökmenin şiddetle karşısındadır. Bizim ise avcılıkla savaşçılık, iki ekonomik ılre­ tlm kaynağımızdır. Biz yalnız ulusal ı1lkı1ler için değil, biraz da güzel yaşamak ve karnımızı doyurmak için savaşırız."

Lcon Cahun'un Bir Bafka Yanılgısı:

Leon Cahun'un bir.

başka yanılgısı daha vardır. Diyor ki: "Göçebeler, coğrafi çevre­ nin zorlarnasıyle zorunlu olarak goçebedlrler. Bunlara oturmak olanağı doğduğu anda derhal göçebeliği bırakıp oturak durumu­ na gellrler. " Fakat Leon Cahun bilmiyor ki, göçebeler gözünde göçebelik durumu, onların özgürlük ve bağımsızlığını sağlayan toplumsal bir durumdur. Bu konuda da Bilge Han'a kayıababasının verdi­ ği yanıt, göçebelerin ne düşündüğünü gösterir. Bilge Han, kayınbabasına bir kent kurarak, ulusuyle btrllk­ te orada yaşayacağını bildirdi. Kayınbabası dedi ki: "Kentte ve köyde. yaşamak, bizim işimize gelmez. Şimdiye değin özgür ve bağımsız kalmamız göçebelik sayesindedir. Göçebe olduğumuz için, istediğimiz dakikada Çin'e akın ve yağma (çapul) yaparız. Çinliler, bunu duyup savaş ilan edinceye değin, biz aile çadırla­ rımızla birlikte Çlnliler'ln yetişemeyeceği uzak ülkelere çekilmiş bulunuruz. Böylece Çinlller isterlerse, beşyü.z binlik. dahası bir milyonluk askerle Qzerlmize gelsin, bize hiç bir şey yapamaz. " Bu sözler, Bilge Han'ı kent yapmaktan caydırdı. Selçukname yazan da bu kitabında yazıyor ki: "Dayım dai­ ma bize öğüt verirdi, derdi ki: Sakın olmaya ki kentlerde otura­ sınız, yerleşeslnlz. Çünkü kentlerde oturanların ili ve boyu belli olmaz, soyluluğu ve şerefllllğt kalmaz; beylik ve soyluluk, ancak göçebelikte ve Türkmenliktedlr. " Görülüyor ki. göçebe kendi durumunu oturakların durumu­ na yeğlediği içindir ki

yerleşik duruma geçmemekteydi. Göçebe­

lik, bir oymağın ya da bir ırın sürekli savaş ilan etmesi demekti. Bu savaş ya saldın ya da savunma biçiminde olurdu. Bu savaş savunma biçiminde olursa, kurala uygun (meşru) olurdu; saldı-

9


n biçiminde olursa bugünkü kanımıza göre kurala uygun ol­

mazdı. Fakat uygarlaşmamış budunlar için bu da bir ekonomik gelir kaynağıydı. Eskiden beri birçok budunlar, iller ve oymak­ lar akın ve yağmalarla varlıklı olmuşlardı. Eski Türkler'ln geçin­ me yollanndan blrt de, üzülerek belirtelim ki. bunlardı. Charles Gide hırsızlığı blle ekonomik bir üretim kurumu sayıyor. ôyley­ se akın ve yağma da bir tür ekonomik üretim kaynaklan sayıla­ billr. Bunlar eski uygarlıklarda olağan kurumlardı: fakat bu­ günkü uygarlıkta olağan değil, olağandışıdır {marazi). Gerçi bu­ günkü günde de en uygar uluslar savaş sırasında, akın ve yağ­ manın en iğrencini yapmıyorlar mı?

Stelnmetz'ln Sınıflandırması:

İnsanların ekonomik etkin­

liklerine göre: avcı. sürü besleyen, çiftçi adlarıyle Oçe ayrılması kaba bir sınıflandırmadır. Stelnmetz adlı bilgin, insanları bu açıdan yedi tipe ayırmıştır:

1) Sıradan (adi) toplayıcılar: Bunlar hiçbir gereç, avadanlık ya da silah kullanmaksızın. yollarında rastgeldlklert bitkisel ürünlerle küçük hayvanları toplayarak geçinirler.

2) Avcılar, karmaşık bir tqpluluk oluştururlar: Bunların bir bölümü av avlarken, aynı zamanda doğal ürünleri toplarlar. Öbürleri öz avcıdırlar. Kimileri de avcılık ve balıkçılık arasında dönüp dururlar. En sonkiler, avcılığa ilkel bir tarım ya da ilkel bir sün1 besleyicilik eklerler.

3) Balıkçılar, doğal olarak avcıların kapsamına girer. 4) Göçebe çiftçiler ya da çiftçi avcılar. 5) Oturak çiftçiler; fakat henüz aşağı bir yerdedirler. ikinci olarak avla, taşımacılıkla, sürü beslemekle uğraşırlar.

6) Yüksek çiftçiler, bunlar gübre vermek, toprağı sulamak, gelişmiş araçlar kullanmak yollarını da uygulamaktadırlar.

7) Kendi sürülert ile birlikte dolaşan göçebe sürü sahipleri. Türkler, bu yedi tipten hangisine karşılıktır? Kuşkusuz ye­ dincisine!

10


Eski Tiırkler goçebeydtler; fakat, aynı zamanda toplumsal

yaşam bakımından ytlksek bir tipe bağlıdırlar. TOrk lllertnl Arap, Kürt. Berber oymaklanna benzetmek doğru değildir: On­

lar, daha oymak dönemini geçememişlerdir. Eski Türkler ise kaç kez siyasal yaşamın tudunluk, yabguluk, hakanlık Upleıin­

den geçerek, ilhanlık tipine değin yükselmişlerdir. Türkler'ln e n aşağı derecesi irdlr. İl ise, b i r oymak değil, küçük bir ulustur.

Türk yaşamı nın en doğal biçimi ve en gerçek tipi, tlhanlık'tı.

Eski Türkler'ln siyasal ereği dalma bu tipe ulaşmaktı. Gerçi il­

hanlık Türkler'ln elinden çıktığı zamanlarda da onlann amcao­

ğulları olan Tatarlar'ın eline geçerdi. Yalnız bir kez, Moğollar'ın eline geçti. Fakat bu zamanlarda da bütan Turan'da resmi dil

ancak

Türkçe olurdu. Resmi yasa da Türk töresi olurdu.

Cengiz hükümetınln töreclsl de Dokuz-Oğuzlar'dan Ye- lu Ta·şi adlı bir t1gtndl. Bir gün bu prens Cengiz Han'a dedi ki: "Bir saltanat, at üzerinde kurulabilir. fakat at üzerinde yönetilemez."

Cengiz Han 'ın hükümetı, bir ilhanlık değil, bir saltanatlı.

Çünkü bu devle t Moğollar'ın Türkler'e sataşmasından kurul­

muştu. Türk ilhanlıkları, demokrat ve özgürlüksever oldukları halde, bu hükümet soylu illere

kara-ulus diyordu. Cengiz Han Çagatay dil ve edebiya· tı'nı: Kuzey Türkleri Altın - Ordu dil ue ebediyatı'nı, yani Özbekçe ile Kıpçakça'yı oluşturdular. llhanlılar'a bağlı olan lran'da da Cami·üt- teuarih. Cihan-küşa-yı Cüueyni, Rauzat-us-safa, Habib­ üs-siyer gibi tarihler yazdırdılar. Bu tarihlerde Cengiz Han'ın Türk Han ve �uz Han'ın torunlanndan olduğunu gösteren soy kütükleri düzdüler ve Türk hanları arasına Mo{Jol Han adlı bir soyundan gelenler Doğu Türkistan'da

Moğol'u koyarak Oğuzlar'ı, yani Türkmcnler'l ondan ürettiler.

Cengiz yasası' nın Timur tüzük'lerlnln, dahası lslam döne­

mindeki Hak.aniye, Selçuklu, Osmanlı, Akkoyunlu, Ramazano­

ğullan, lran'daki Afşar ve Kaçar devletlerinin vb. kanunnameleri genellikle Göktürk töresinden ve Oğuz töresinden alınmışlardı.

Eski T'O.rkler'ln göçebelikleri lle töreleri arasında bir ilişki

vardı. Göçebelikleri törelerinden ve töreleri de göçebellklerinden feyz alıyorlardı.

11


Coğrafi Çevrenin To;>lllmı"al Tiplere Etkisi:

Tarkler'deki

çeşttlı toplumsal yapılan olw;ıtunn, coğrafi çevredir. Eski Türk­ ler'tn toplumsal çevrelertndekJ b<ışlıca etmenleri şunlardı:

1) 2) 3) 4)

Innaklar ı..ıe daglar: Tudunluklan kurdu. Vahalar. Yabguluklan kurdu. Çitler ve sınırlar. Hakanlıkları kurdu. Çöl denizt tlhanlıklan kurdu.

Irmaklar ve Dağlar:

Irmak boylan, Oğuz boylarının ve öbür

Türk oguşlannın ve oymaklarının kışlaklanydılar. Dağlar da bunların yaylaklanydılar. Boyları. oguşları, oymakları oluşturan bu yaylaklarla kışlaklardı. Görüyoruz ki, bir tür toplumsal tip, belirli bir coğrafi çevre­ nin ürünüdür. Kışın kendileri ve sürüleri, kendi ırmaklarından su içerler, ırmakları kıyısında sürülerini otlatırlar, avcılık ve ba­ lıkçılık ederlerdi. Yakınlarında yabancılar ve düşmanlar varsa, onlara akın ve yağma yaparlardı. Yaz gelince, kendi yaylaları olan dağa giderek ormanlarda kuş ve başka hayvanlar avlayarak beslenirlerdi.

Vahalar:

Her vahada, bu ırmaklardan ve dağlardan çokça

vardı. Her il, kendi vahasında kendi boylan. oguşları, oymakları sayısınca ırmak ve dağ bulmak zorundaydılar. Vahalar, kum çölleri aracılığıyle birbirinden ayrılmışlardı. Bir vahadan öbür vahaya geçebilmek için gerek kendllerlnln, ge­ rek hayvanlarının üç dört günlük ylylp içeceklerin i yanlarına al­ dıkları yük hayvanlarına yükleyip, birlikte götürmek zorunday­ dılar. Çünkü bir vahadan öbür vahaya gidebilmek için en az üç­ dört günlük yol vardı. Bu yolda ise n e bir damla su, ne bir yap­ rak ot, ne avlanacak en küçük bir hayvan bulunmazdı. Demek ki, vahalar birbirinden kum çölü lle ayrılmış yeşil ot­ laklardı. Buralarda sudan başka her türlü ağaçlar, bostanlar, sebzeler ve yemişler bulunurdu. Bundan başka, sayısız av hayvanları \'e lezzetli balıklar bulunurdu.

12

'


Bir vahaya giren; çiçekli, ağaçlı ve ırmaklı yeşilliğe girdiğini anlardı. Burası. çöllerin içinde bayındır bir yer, cehennemlerin ortasında bir cennet gibiydi. işte illerdeki toplumsal bilincin birliğini. toplurnwı dayanış­ masını oluşturan bu vahalardı. Vaha. dışa karşı kapalı bir top­ lumdu. İçe karşı da daima toplanma durumunda bulunan bü­ yllk bir alle değerindeydi. Evlenme, ilin içinde olmak gerektiği için ne yabancı bir er­ kek, ne yabancı bir kız, trin içine giremezdi. Vaha içinde binicilikte birinci bulunan Türkler'in bir iki sa­ at içinde birleşmeleri oldukça kolay olduğu için her gün, hanlar hanı, ya da beyler beyi, bir toy ya da bir şölen yaparak bütan ili çağırırdı. Bunlar ylylp içtikten, yeni giysiler giyinip, borçlan da verildikten sonra, çağıranın önerisiyle evinde her ne var ise bü­ tün çağnlılarca yağma edilirdi. Bu durum da gösteriyor ki her il, sürekli bir komünJst (•)yaşamı süren, dışa k�şı kapalı bir aile tipinin örglltllnü koruyan, ka­ palı bir toplumdu. Toy ve şölen ziyafetlerini yapan, kimi kez de, öbtlr beylerdi. Bir oğlu olmak isteyen, bir toy yaparak koyundan koç, attan ay­ gır, deveden buğra kırdırır, tepe kadar et yığar, göl gibi kımız sağdınr. bütün lç-Oğuz'u, Dış-Oğuz'u çağırır. aç olanı doyurur. çıplak olanı giydirir, borçluların borcunu verirdi. Eski Türkler'de ti örgüttl kutsaldı. il beyleri ermiş özelliğine sahiptiler. Bunlar ne zaman hep birden yüz göğe tutsalar, el kaldırıp dua etseler, duaları kabul olurdu. Çünkıl o zamanda bey­ lerin duası dua, ilenci ilenç idi. (Dede Korkut Hikayeleri, s. 49/ s.38)(••)

(•) Burada komünist sözcüğü "ortaklaşa" anlamında kullarulrnıştır. (..) Ziya Gökalp, bu kitabında Kltab·ı Dede Korkud'un Kilisli Mual­ lım Rifat B ilge tarafından yapılan yayımını kullanmışbr: Kitab-ı Dede Korkut. İstanbul 1332. Biz Orhan Şaik Gökyay'ın Dede Korkut Hikdyele­ ri, lstanbul- 1 976 adıyla hazırladığı metni yeğledik . Çünkü bu yayın bu konuda hem en yeni kitap , hem de günümüz Türkçesine aktanlmış bir metindir. Sayfa numaralamasında önce O.Ş. Gökyay'ın metnini, sonra K. M. Rifat Bilge'nfn metnini gösterdik.) [Y.Ç.)

13


Göralayor ki batan Ulert yapan vahalardır. Vaha bOy11k olur­ içindeki il de bayük olurdu. Vaha küçük olursa içindeki il de koçak olurdu. 11, vahanın aynasıydı. Bir Tı1rk lllni gördağümOz zaman onun nasıl bir vahadan çıktığını anlayabilirsiniz. sa

Çlt'lerden Bakanlıklar Nasıl Doğardı? : Hakanlıklar da çe­ te'lerden ya da çlt'lerden doğardı. Çin, Hint, lr.ın, Rus, Fin­ Ugor, Macar, Ulah, Bulgar gibi Türk sınırında bulunup da TOrk egemenliği altına girmeye yetenekli uluslara Çft uluslan ya da Çete ulu.slan adlan verilirdi. lşte, hak.anlıklar, Türk sı­ nırlarındaki bu gibi sômQrge ulusl.ardan doğardı. TOrk hakanlı­ ğı. kesinkes yakınında sômarebileceği, ekonomik bakımdan güçlü, askerlikçe gaçsaz bir lkl ulusa gereksinim d uyardı. Türk hakanlığını doğuran ve besleyen işte bu güçsOz uluslardı. GörQ­ lüyor ki Türk hakanlıkları da coğrafi bir durumdan doğuyordu.

İlhanlıklar Nasıl Doğardı?: Turan ya da Büyük 1Urkfstan dediğimiz geniş kıta bay11 k bir kum denizinden oluşuyordu. Va­ halar, bu kum denizinin adalandır. Arabalar, develer, atlar, ökOZler de bu denizin gemllertdir. Bu kocaman denizin adalan arasında gldişgellşe (seyrQse­ fer) hiç bir engel yoktur. Yolun azığını (erzak) yanına alan bir kervan bu denizin bir ucundan öbür ucuna değin gidebilir. Tu­ ran kıtasının ülkelert arasında gidip gelmek için hiç bir engel yok­ tur: Ne aşılmaz dağlar, ne geçllmez ırmaklar, ne geçilmez göller, ne geçilmez denizler yoktur. Macaristan'dan Mançurya'ya değin, oldukça geniş bir kıta vardır ki Türk, atına binerek bu kıtanın bir ucundan öbür ucuna değin hiç bir engele rastgelmeksizln gi­ deblllr. Türk Uhanlığının yaratıcısı işte bu denizdir. Bu kwn denizi olmasaydı, hiç bir vakit Türk ilhanlığı oluşmayacaktı. Gerçi. bu llhanlığın kuruluşu ne denli kolaysa çöküşü de o denli kolaydı; çünka, ilhanlık doğrudan doğruya bireylerden oluşmayıp bakanlıklardan oluşmuştu. Hakanlık da, bireylerden oluşmayıp, yabguluklardan oluşmuştu. Yabguluk da doğrudan doğruya bireylerden oluşmayıp tudunluklardan oluşmuştu. Türk hakanlığı ve ilhanlığı bir frden çıkar. B u il, en bılyılk il ise, iki kat büyük illerden oluşmuştur; büyük Ulerdense, iki kat orta illerden oluşmuştur; orta lllerdense, iki kat kOçük Ulertrı

14


birleşmesinden oluşmuştur. GOıülüyor ki Türk toplumu, illerin çoğalmasıyle evrtmleş­ mlştlr. Bu toplumun çökOşıl de, ikiye bölünmesiyle olur. Türk toplumunda ikincil

topluluklar iyice erimemiş, toplum

bOlllklü biçiminden çıkamanuştır. ikincil topluluklar iyi erirse,

ugraş topluluklan oluşmaya başlar. Toplumsal tşbolümü yetkin­ leşir. Toplumun ikincil toplulukları bu uğraş toplulukları olmuş olur. O zaman topluma da örgütlü toplum adı verilir. örgütlü toplumlar kolayca çökmezler. Çünkü bunların top­ luluklan

birbirleriyle

kaynaşarak birleşmişlerdir.

Kimyadaki

kaynaşma da bunun gibidir.

Türk Devletinin Birdenbire Parlaması ve Sönmesi:

Tu­

dunluk durumunda bir Türk devleti kurulursa, onun az zaman­ da ilhanhğa değin çıkması olanaklıydı. Türk devleti, bir merdi­ ven gibiydi. Onun bir basamağına ayağını basan, orada sürekli olarak kalamazdı. Kesinkes ya inecek ya da son basamağa, yanı ilhanlığa değin çıkacaktı. Türk ulusu, başka uluslara benzemezdi. Başına bir yiğit ge­ llrse. siyasette ve uygarlıkta birdenbire parlar, siyasal ve uygar düzeyi birdenbire yükselirdi. Başında bir yiğit bulunmazsa bö­ lünmeye ve çökmeye başlardı. Gücünü yitirmeye başlayınca da bir an içinde sönüp giderdi. Bu durumun nedenini arayalım: Türk devletinin çöküşünü çabuklaştıran etmen. hükümda­ rın ölümünden sonra eyaletlerin şehzadeler arasında bölünme­ siydi. İslamlıktan gördüğılmOz örnekler. lslamlıktan önceki du' rumunu da açık olarak gösterir. Kaşgar'da Hakanlye devletinde her eyaletin başında

tigfn'ln

egemen olduğunu görüyoruz. Selçuklular'da da her vilayeti yö­ neten bir şelızade'ydl. Harzemşahlar'da, Cengiz Han soyundan gelenlerde. Timurlular'da da aynı durum görülür. Yalnız Osmanlılar, bir şehzadenin fazlasını öldürmekle dev-

15


letln merkezliğini sağlamışlardı. Fakat bu davranış da son dere­ ce lnsanlıkdışıydı. Devletlerin birdenbire parlaması da, birleşmeleri de oldukça kolay OrgOtleıin yanyana bulunmasındandı.

N. UYGARLIK VE SOY

Uygarlık Topluluğu ve Soy (Irk):

Kimi yazarlar, Türkler'!

kimi kurumlarının ya da sözcüklerinin ortak olması dolayısıyla

Altay soyu'ndan veya Ural-Altay soyu'ndan sayıyorlar. Kimi ku­ rumların ortak olması ya da adlarında �rtaklık bulunması, böy­ le bir soyun varlığını sağlayamaz. Soylar, birtakım anatomik (teşrthi) tiplerdir ki, kafatasının uzun ya da yassı olmasıyle , saç ve sakal ve bıyıklarının da siyah ya da kumral olmasıyle ortaya çıkar. Uygarlık topluluğuna gelince, bu anatomik niteliklerle gozö­ nünde canlanmaz. Toplumsal kurumların ortak olmasıyle orta­ ya çıkar. Türkler'ln akrabalığı aranırken uygarlık topluluklarının ki� mi ortak kurumlarına dayanarak. onlar aracılığıyle akrabalık aranmamalıdır. Türkler, çeşitli zamanlarda Ç inliler'le, Tibetll­ ler'le, Moğollar'la, Tı.mguzlar'la, Fin-Ugorlar'la, Macarlar'la aynı ilhanlığın ortak siyasal bayrağı altında, ortak bir siyasal yaşam sOrdOklerinden ve bazen ortak bir uygarlık topluluğu içinde , or­ tak bir uygarlık yaşamı sürdüklerinden birçok kurumları ortak olmuştur. Siyaset ve uygarlıkla ilgili ortak yönlerden doğan ortaklıkları soyla ilgili bir birliğin görOntülert gibi görmemelidir. Tı.1rkler'ln öteden bert kaç kez ve ne kadar süre ilhanlık kur-

16


duldan bilinmektedir. Dahası, Tatarlar'ın ve Moğollar'ın yaptık­ ları Uhanlıklar da yüzyıllarca TOrkler'in -aynı bayrak altında­ birleşmesini sağladı. çankü bu Uhanlıkların genel ve resmi, da­ hası edebiyat dili, 1ürkçe'ydl. Genel kOltürQ, 1Urk kültüni'ydü. Türkler, Altay soyu ve Ural-Altay soyunqan değillerdi. Tı1rk­ ler, bunlarla uzun sure siyasetçe ve uygarlıkça birlikte yaşamış­ lardı. 1ürkler'ln bunlarla görülen az çok görünüşte kalan ben­ zerlikleri, bu ortak yaşamın sonuçlandır. Tı1rk soyuna lltşkin incelemelerde bulunan Eugene Ptttard Soylar ve Tarih adlı kitabında diyor ki: "Tı1rkler, kendi başlanna bir soydurlar. Başka soylann birisinden ayrılmış değildirler. Türklerle Moğollar ve Tunguzlar'la Tatarlar aynı llhanlıklann yüzyıllarca süren ortak eğtumini almışlar ve karşılıklı olarak birblrtnl temsil etmişlerdir." tlhanlıklar bulunmadığı zamanlarda da ortak bir uygarlığın ortak bir uygar yaşanu bulunurdu. İşte Türk dünyasında soy (ırk) adı verilen, ortak niteliklerin kökeni bu iki toplu yaşayıştır. Türklertn Moğol. Tunguz, Samoyet, Fin-Ugor, Macar gibi bu­ dunlarla olan kimi ortaklıkları da şu siyaset ve uygarlıkla llgllt ortaklıklann sonuçlandır. Türkler'ln Kökeni: Eski Türklei: ayn bir soy olduklan için, asıl ve kökenleri olamaz. Tı1rkler tarthöncestnden bert bağımsız bir soydurlar. Bağımsız bir soy oluşturacak denli de çokturlar. Eugene Plttard diyor ki: 'Türklerin kesin kökentrıt bize kim Söy­ leyecek?"' Biz burada bütün Türkler'den söz edeceğiz: Batı Türk­ leri, genellikle Oğuz ve Karluk egemenlJğl altında yaşayan Türk­ manlardır. Biz Türkman He 'Iürkmen'i ayırıyoruz. Türkmanlar, Salur Kara Han ve Çanak Han, Satuk Bugra ve !Uk Han adlannı da taşıyan bir Hakaniye devleti hükamdannın zamanında İs­ lamlığı kabul eden ve henüz İslamlığı kabul etmemiş olan Doğu Türkleri ile savaşan bir iller ve budunlar topluluğudur. Tii.rkman sözcüğü, '1'0rk'e benzeyen" demekti. Aralannda din ayrımı olduğu için, doğrudan doğruya 'Türk'Qzl" diyemiyor­ lardı. r.

U. T•rihi · l'. 2

17


Tıırkmenler'e gelince, bunlar, Tt1rkmanlar arasında henüz ll yaşamı süren ve hala göçebeliği bırakmamış olan bir Oğuz llldlr. Bunlan Yörükler'le kanştırrnamalı. 1) Çıtaklar: Bunlar Selçuklar'la birlikte gelmişlerdi. 2) Yörükler: Celaleddin Harizmşah ile gelmiş olan Türkmen­ ler'dir. ômek: Çavdurlar, Tekeler, Karamanlar, Sanlar, Karake­ çililer, Kanglılar, Karapapaklar, Yomutlar (Haınldoğulları) , llbeğlller, Göklenler, Salurlar vd. 3) Azert 'rorkmenler: Bunlar Akkoyunlular ve Karakoyunlu­ lar ile birlikte gelmJşlerdl. 4) Çıglar. Bugünkü Türkmenler'dlr. Bunlara özel olarak 1Urkmen demeli. Türkmah tümünün ortak adıdır. Bu Türkrnen­ ler'den Maraşta Dulkadtrlar, Adana'da RamazanoguUan devletle­ ri kuruldu. ·

Terlmler: Toplum (cemiyet) sözcüğü iki ayn anlamda kulla­ nılmaktadır. La sodete ue l'assoeiation anlamlarına. Bunlardan birincisi doğal ve sürekli olan siyasal topluluğun adıdır. İkincisi yapay ve süreksiz olan öbôr toplulukların adıdır. Topluluk (camla) sözcüOü: Bu sözcüğün Fransızcası yoktur. Topluluk birçok toplumları içeren toplumlar toplumudur. ôme­ ğln Uzakdogu uygarlıgı toplulugu. 1Urk toplulugu deriz. tnuslar Tuplumu (Milletler Cemiyeti) yerine de tnuslar Toplulugu (Millet­ ler Camiası) demek daha doğrudur. Özetle, toplum, içinde yaşadığımız siyasal ve ekonomik top­ luluktur. Tupluluk (camla) ise toplumlar toplumu demektir. Top­ lumun uygar, dinsel, budunsal vd. topluluklarının toplum üze­ rinde etkileri vardır; toplumun da kendi toplulukları üzerinde etkileri olduğu gibi.

18


BİRİNCİ KİTAP İSLAMLIKTAN ÖNCEKİ TÜRK DİNİ



Bi R iN c i K İ T A P 1.

lSLAMLIKTAN ÔNCEKl TÜRK DiNi

Eski Türkçede Din Terimleri: Esk1 1\1rkler dine nomr·ı adı­ nı verirlerdi . (Diuanül.ilgat-c. III s. l 37l'""l Din kitabına da nom derı·ı

Bu iki konuda Abdülkadir lnan, Eski Türk Dini ( 1976) adlı kita-

bında şöyle düzeltici açıklamada bulunuyor. "O (Ziya Gökalp), eski Türklerde bir "toyunlzm" adını taşıyan bir din tasavvur etmlştlr. Halbu­ ki izahını yaptığı bu din budtzmden başka bir din değildir. Toyın, ya­ bancı (galiba Çince) bir kelime olup budlzm rahibi

manasını

ifade eder.

Toyın kelimesini izah ederken Kıişgari'nln verdiği mlsalden de bu keli­ menin budlst rahiplerini ifade ettiği açıkça anlaşılmaktadır. Bu misalde "toyunun burhana-secde ettiği anlatılıyor (DLT, 111, 60. tere. 84). Pekars­

kly'nin izahına göre "toyın-toyun kelimesi yakutçada efendi, bey, devlet memuru" demektir. Bu manası ile "toyun" kelimesi bütün kuzey ulusla­ nnda (çukçı, kamçadallar,

Alevut adalan yerlileri) kullanılmaktadır (Ya­

kut Sözlüğü, Ill, 2706-2708). Gökalp, "eski Türkler dine 'nom' adını ve­ rirlerdi. Din kitabına da 'nom' derlerdi" diyor. (s25) . Kaynak o larak DLT

ve Clhanguşayı zikrediyor. Bu iki müellifin bahsettıkleıi Türklerin bu­

dist olduklan malumdur. 'nom' terimi de Yunanca bir kelime olup ma­ nthaJstler tarafından getırtldlğl lsbat edilmiş bir gerçektir. Bu kayıtlar­ dan anlaşıldığı üzere Z. Gôkalp'ın eski Türk dini olarak tasavvur ettiği din, yani "toyunlzm", budlzmden, 'nom' dediği din kitabı da budist ve manlhalstlertn dini kitaplanna yerdikleri isimden ibarettir." (s. 1 72)

[Y.Ç.)

M Dlvanü LügaHt·Türk'On Besim Atalay•ca yayımlanan baskısını (4

cilt 1940- 1943) kullandık. Z. Gökalp genellikle sayfa mumarası koyma­ mış: biz ise B. Atalay baskısımnsayfa mumaralannı vermeyi uygun gördük.

21


lerdl.

(C!han-küşa- c.I. s. 1 0; Lelden 1 9 1 l)l'l Tür k dininin din

başkanlarına toyon adın ı verirlerdi . Kahin ve büyQ.cülere de

kam derlerdi. Şaman sözcüğü bu kam sözcüğünden d oğmuştur. Şamanizm eski Türklerde kahinllğln ve dinle llglll tıbbın adıydı. Gerçi Şamaniz m daha önce ana-yanh (madert) totemizm döne ­ minde bir d!n'd l. Toyonlzmden sonra büyü niteliğ ine g irdi. Bu nedenle sonralan Şamanizm es ki TOrkler'in d insel değil b ayüsel b ir dizges i oldu. Avrupalılar, TO.r kler'ln bütün dinsel d izgelerine Şamanizm demekle

yanılgıya düşmüşlerdir. Tarih sahnesine

Toyonizm ya da nom demek Cihan-küşa'da Türk dininde olanlara nomi, nomiyan de­

çı ktıktan sonra es ki Türk dinine gerekir.

nlliyor. Bu kitabın ded iğine göre hakanın katında nomiler .ve kamlar sınav olmuşlar. Nom ller kamları yenmiş. Nom ile rtn e l ln ­ de

nom adlı bir kitapları varmış. Eski Tür kçede yalwı ''bü­ Yalavaç (yalawaç) sözcüğü bu kökten tü rer.

yü "anlamındaydı.

Yat sözcüğü de "büyQ." demekti. ( Kaşgarlı Mahmut -Divan, c. Ill, 3, 1 59) Yeş im taşına yat taşı , yada taşı denlllrdl.

s.

Eski Türkler 'de uluslar din açısınd an dört bölü ğe ayrılırdı:

1ürk, Tat, Tatar, Tawgaç. 1ürk hem Türkçe konuşan, hem de Toyon lzm dininde ol an uluslardı.

Tat, Farslar'a ve Türk olsun ya da olm asın bütün kafirlere denirdi.

Tatar, Türk dinine ve uygarlığına henoz gi rmemiş olan göçe ­

be

oy maklara dentllrd l . Ola ki bunlar dilce de Tür k değild iler.

Moğol , Tunguz ya da baş ka b ir soydandılar. Şimdiki Kuzey TO.rklerl'ne

Tatar denilmesi yanlış tır . Tarihçe yalnız, Avarlar 'la

Suvarlar 'ın ve Cücenlerin (Juan -juanlar) T;;ltar olduğu blllnlr .

Tatar sözcüğü Tat Eri deyim inden doğmuş tur. Tür kler Tatarl arı Tew sözcüğünden gel ir. Tew sözcüğü Kaşgarlı Mahmu t 'a göre "hile ve dolan " anla-

ulusal düşman tanırlardı. Tawgaç sözcüğü

(•) Cüveyni, Tarih·! Ciharı·kılşa (yayımlayan

GMS, Lelden 19 1 1 ) .

22

Muhammed Kazv1ni,


mındadır. ı·ı Bundan dolayı Tawgaç "hileci"' demektir. Türkler Çlnlller'e Tat demezlerdi. Demek k1 din bakımından Çlnliler'l kendilerinden ayırmazlardı. Eski Türkler. TOrkçe konuşmayan uluslara swnlım derlerdi. Hem dilce hem de dince Türk'e benzemeyenlere sumlım tat der­ lerdi. Bundan anlaşılıyor k1 Tiirk sözcüğü Türkler'!, öbür bu­ dunlardan yalnız dilce ve siyasetçe ayıran bir deyim değildi; on­ ları din bakımından da yabancılardan ayırıyordu. Görünüşteki türemesine bak.ılırsa Tiirk sözcüğü "törell" demektir. Töre "alışkı (teamül) ve gelenek (la coutume)" anlamınadır.

Tanrılann ve Ruhlann Niteliği ve Kapsamı: Eski Türk­ ler'in dini bir tür toplumsuzluktu. Eski Türk dini toplumsal ya­ pının değlşlmlertne bağlı olarak değişirdi. Eski Türk dininde her toplumsal bölüğün toplumsal bll1nci ya bir tanrı ya da bir ruh olarak algılanırdı. Bundan dolayı toplumsal bölükler ve toplum değiştikçe tanrılar da değişirdi. Eski Türkler'de Tann Alemi (La.­ hut) bütünüyle insanlarla ilgll1 şeylertn (nasut) bir aynasıydı. Türk tarthine ilişkin herhangi bir dönemin tannlannı b1llrsek, o dönemde toplumun kaç oymaktan oluştuğunu, bundan kolayca çıkarabiliriz. Eski Türk dini totemizm dini gibi toplumseuerlik idi. Bireyler bağlı bulunduk.lan topluma ve onun çeşitli bölükle· rlne taparlardı. Bunların toplumsal bilinçlert bireysel billnçlertn üstünde gerçekten birer tanrı gibiydi. Dinlerin niteliğini ve kap­ samını anlamak için totemtzm'e lllşkin incelemeler kadar Türk dininin incelemeleri de yararlı olabilir. Fakat, ne yazık ki, Avru­ palılar Türk dinini gerekli önem ölçüsünde incelemiyorlar. Biz burada tanrıların ve ruhların siyaset ve aile topluluklarıyla na­ sıl katşılaştığını ve her tanrının bir bölüğe illşkin toplumsal bi­ lince nasıl simge olduğunu göstereceğiz. Bu incelemeler, siyasal toplum ve aile değiştikçe, tanrıların ve ruhların da aynı yasalara bağlı olarak değiştiğini gösterecektir. Türk Dlninin Nltellğl ve Kapsamı: Eski Türk dini görü­ nüşte bir naturlzm yanı d�acılık'tı (tabiatperestllk). Gerçekte ise bir sembolizm. yani simgectltk'U (Umsalc1llk). Türkler, doğal yaratıklara ve olaylara taparken, bunların toplumsal bôlüklertn

(•) DCvan,

c.

1,

s.

332.

23


simgeleri olduklarını bilmezlerdi. Fakat bugünkü toplumbillm gösteriyor ki bütan eski uluslar, topluma ve onun bôh'.iklerln� simge olarak aldıkları eşyaya tapmışlardır. Totemizm dönemin­ de bu simgeler hayvanlarla bitkilerdir. Naturizm döneminde do­ ğal yaratıklar ve olaylardır. Çoktanncılı.k (Poli teizm) döneminde kişileştirilmiş tanrılardır. Fakat bunların hlmü toplumsal bi­ linçlerin görünüşteki simgelerinden başka şeyler değildir. Bü­ tan eski uluslar. haberleri olmadan topl umsever ve ulusse­ ver'dller. Yurtseverlik ve aıleseverlik, o uluslarda ulusun bilinci­ ne ve onun içinde bulunan aile bölüklerinin bilinçlerine tapmak olarak görünmaştO. Onun için biz burada dinsel evrimin çeşitli evrelerini topluma ve aileye illşkin evrimlerle karşılaştırarak in­ celeyeceğiz. Bundan dolayı, önce Türk devleti bölümünde gös­ terdiğimiz irin çeşitli gelişim evreleriyle dinin gelişim evrelerini karşılaştıracağız.

2. TÜRK UYGARUôINDAKl TOPLUMSAL SINIFI.ANDIRMALAR

Türk Uygarlığının Esaslan:Geçen bölümdeki sözlerden an­ laşıldı ki. İslamlıktan önce Toyonlst Türkler, Farslar'a " kafir• gö­ züyle baktıklarından, lran uygarlığına değer vermiyorlardı. Çin­ liler'e karşı ise bir tor çekingen saygıları vardı. Türkler'ln Çinll­ Ier'e gösterdiği bu eğilim Çin kültürü ile Türk kültürü arasında kimi ortak kurumların bulunduğunu ima eder. Uluslar arasın­ da ortak olan kurumların toplamının, uluslararası bir uygarlık oluşturduğunu yukarıda gördük. Acaba gerçekten Çlnliler'Ie Türkler arasında ortak kurumlar ve başka deyimle ortak bir uy­ garlık var mıydı? Böyle bir uygarlık varsa. başka uluslar da bu­ na dahil olmamışlar mıydı? Durheim Ue Ma us s'un L'Annee Sociologique'ln VI. cildinde yayımladıkları "SınUZandırmanın nkel Biçimleri" adlı makale bize Çinliler. Moğollar, Tibetliler, Ka.mboçlular, Slyamlılar, Tunguzlar arasında ortak olan birtakım ilkel sınıflandırmalar bulunduğu­ nu göstermektedir. Eskiden Milli Tetebbular Mecmuası'nın III. sayısında yayımladığım bir incelemede Türkler'de de bu sınıf­ landırmanın bulunduğunu ve dahası Sibtıya'nın Koryaklar ve Şukşalar gibi ilkel budunlanyla Fln-Ugorlar, Hintliler ve İranlılar arasında da bunun kimi izlerine rastgellndlğlni göstermiştim.

24


Bu ilkel sınıflandırmalar ilk. bakışta Onemstz gön1mir. · Bir uygarlığın temelini böyle mitolojiye bağlı sınıflandınnalann oluşturamayacağını itiraz olarak ileri sürenler bulunabilir. Fa­ kat DW'kheim ile Mauss, bu sınıflandınncilann yalnız varlığını haber vermekle kalmadılar: bunların bir yandan o zamanki top­ lumsal mantığa esas olduklannı. öbür yandan içinde oluştukta­ n zamanki toplumsal örgütlerin doğru bir yansıınalan bulun­ duklarını ortaya koydular. Sonradan Durkheim, i lkel Toplumlar­ da Df.nsel Yaşamm n.Jcel Biçimlert adlı kitabında Mauss da Hu­ bert ile blrllkte Din Tarihine htşkin incelemeler adlı ortak eserle­ rinde bu sorunu derinlemesine incelediler. Levy Bruhl da Jlke(

Toplumlarda Ruhsal işlevler adlı kitabında bu sınıflandırmaların ortaya koyduğu ilkel mantığı çözümlemeye ve bundan bilimsel ve soyut mantığa nasıl geçildiğini göstermeye çalıştı. Bu ilkel sınıflandırmalar, Çtrı'de halk TaoizmJ'nin temelini ve Yi-King adlı kutsal bir kitabın da konusunu oluşturur. Çinli­ ler eski zamandan beri tekntk'ler, yani fenntye'ler bakımından çok ilerlemJş bir ulus olduğu halde bilgi açısından bugün ilkel düzeydedir. Çünkü, Çin bilgisi ha.la bu ilk.el sınıflandırmaların çerçevelerinden kurtulamamıştır. ileride görüleceği gibi bir btrıa yapılacağı, bir mezar kazılacağı, bir yolculuğa çıkılacağı zaman, hangi davranışın uğurlu ya da uğursuz olduğunu ancak bu sı­ nıflandırmalar gösterir. Tılrk.ler'in nom adlı kltabıyle Oguzname adındaki kitabı yitip gittikleri içtrı bunlarda da bir falnamenin var olup olmadığını bilmiyoruz. Fakat. Törkler'de toplumsal ör­ gütün bütünüyle bu sınıflandırmaya uygun olduğunu Tilrk Dev­ leti ve Türk Ailesi bölümlerinde gördük.

3.

TÜRK DlNlNlN GELJŞlMt

Türkler'de Dlneel Gelltlmln Evreleri: Türk oymakları git­ tikçe birleşerek kiıçük il orta t(, büyük il ve en büyük il evrelerin­

den geçtiği gibi Türk dini de bütünüyle bunlara paralel olmak üzere küçük dogacılık. orta dogacılık, büyük d�acılık ve en bü­ yük de>!Jactlık evrelerinden geçmiştir. Türk dinirıin bu gelişimi yataydır. Bir de dikey gelişimi vardır

ki ödüllendirme tannlan

25


olan yukanki göğün tannlanyle, cezalandırma tannlan olan ye­ raltı göğanan tannlannın karşı karşıya gelmesiyle gellşmiştir.

Talnler'ln Dinsel Dizgesi Küçük Doğacılık ve Tainler'deld Görüntüsü.:Koçak doğa­ cılık ilkin Tsln budununda gôn'ilrnüştar. Tsln budunu Çin'e adı­ nı vere n ve Çln'de ilk kez olarak çeşitli hükürnetleri birleştirerek genel bir imparatorluk kuran hanedanı oluşturmuştur. Edou­ ard Chavannes'a göre Tsinler Türk'tür. Bu sözcük Türkçede "to­ sun" anlamına yaklaşıyor. Türk budunları içindeki Tsin adına benzer bir ad taşıyan Tuhsinler'dir. Ola kJ bu Tuhsinler eski Tsinler'in kalıntısıdır. Edouard Chavannes'm Türkler Hakkında Kuranu: Edou­ ard Chavannes Türk Takvimi adlı yapıtında şöyle yazıyor: "Beş öge kuramı. Çin'de doğmamıştır. Milattan önce 370-335 tarihin­ de Wei ülkesinin hükümdarı olan Houei zamanında ve 3 l l 2 7 9 da Yen ülkesinin hükümdarı Tchou zamanında yaşayan Tseou-Yen'dir ki Çin ülkesinde ilk kez olarak bundan söz etmiş­ tir. Fakat bunun telkinleri de yankısız kaldı, Çin'li ruhuna de­ ri nlemesine işleyemedi. '

ögelerin inanı (akidesi) Çin tarihinde ancak Che-Houang­ tfden sonra önemli bir yer al abildi. Gerçekten suyun bereketiyle hüküm sürdüğünü ilan etti ve bütün ölçüleri ve yasaları bu ögelerin özelliklerine göre belirledi ve bildirdi. Bununla birlikte bu hükümdarın atalarının örneğini izlemekten başka bir şey yapmadı. Çünkü ögeler kuramının esası Tsin hükümdarlarının çok eski bir zamandan beri yukarıdaki dört hakan'a kestikleri kurbanlarda yer alır. Yeşil Han. San Han. Kızıl Han, Ak Han.

öyleyse ögeler kuramının pek eski bir zam andan beri yuka­ rıdaki Tsin ülkesinde var oldu ğu gön'inür gibi olu yor. Fakat Tsin .ülkesi yabancı bir devlet olduğu ndan Tseou-yen tarafından kendilerine Oğretıllnceye kadar Çinliler bu k onuda bilgisiz kaldı­ lar ve ancak Tsln prenslerinin bütün Çin'e egemen olarak dışa­ ndan getirdikleri düşünceleri Çinliler'e zorla kabul ettirdikten sonradır ki Çinliler bunlan kesin olarak benimsediler. Ge rçi. Tseou- yen daha baş langıçta beş ögeden sôz etti ve ondan sonra 26


ögeler daima beş sayıldı. Fakat pek eski zamanların inanışlarını değiştirmeden koruyan din, Tsln Olkesinde yalnız dort hana ta­ pıldığını bildiriyor. ôyleyse o zaman yalnız dört öge bulunduğu anlaşılıyor. Ne zaman kJ Han sıilalesfnin kurucusu olan Çinli Ueou­ pang, Tsin Olkesini ele geçirdi; Tsin beylerinin yukardaki dört hana tapındıklarını gördıl (milattan Once 205) ve şaşkınlığını böyle söyledi: "Ben gökte beş sultanın olduğunu öğrenmiştim. Oysaki burada dört taneye inanılıyor. Bunun hikmeti nedir?" Kimse bu sorunu açıklayamadığı için kendisi şu yolda yarut ver­ di: "Anladım, bunların beşe çıkması için ben bekleniyordum." Edouard Chavannes, bu sözleri söyledikten sonra yukarda­ ki hanlar. ögeler dizgesinin özel bir durumu olduğunu ve ögeler Tsinler'de dört iken Çinlll�r'in onl't. bir beşinci ekledlklerini ve Tsinler'in ise Türk olduklarını, Türk dört yöne merkezi karıştır­ mazken, Çinliler'in bu geleneği Tılrklerden alarak dört yöne merkezi de eklediklerini açıklıyor

4. Dört

(Le Cycle Tiırc) .

DÖirrLÜ SlMGEI.ERlN TÜRK DlNlNDEKl ROLÜ

Yönün Totemizmle İlifldsl:

Dört yönıln ilkin totemle­

ri olduğu anlaşılıyor. Edouard Chavannes'ın yapıtlarındaki bir kısa fıkra bize, dört yönün ve merkezin totemlerini bildiriyqr: U­ Ki'nln Yne-Ling sayfasındaki aylık buyrukları diyor ki: "Göğün oğlu ilkbaharın üç ayında

koywı., yazın aç ayında lwroz, yılın köpek, kışın Qç ayında

ortasında öküz, sonbaharın üç ayında domuz eti yer. "

Dört Yönün Dört Mevsimle Karşılanması:

Gerçi. yukan­

dak1 sözlerde totemler mevsimlere ilişkin gönlnQr. Fakat, dört . mevsimin de dört yönün simgelerinden başka bir şey olmadığı gözönüne alınınca, totemlerin esasen yönlere illşkln olduğu an­

ilkbahar, güneyinki yaz, batınınki sonbahar, kuzeytnki kış'tır. Böylece saydığımız

laşılır; Tsln dinine göre doğunun mevsimi

totemler, mevsimlerden çok yönlerin totemleri olmak gerekıi-.

27


Dört Rengin Dört Yönle Kartılanmaaı: Dört yönün slınge­ lertnden birt de dört renktir. Doğunun rengi gök, güneyinki kı­ zıl batınınki ak, kuzeyink.1 kara'dır. Dört Hakanın Adları: Göğ\ln dört manevi hak.anı bu renk­ lerle anlaWır: Doğuda Güneyde Batıda Kuzeyde

: Gök Han : Kızıl Han : Ak Han : Kara Han

Dört ögenin Yönlerle Kaqılığı: Dört yönün bir tür simge­

Jert de ögelerdir. Doğunun ögesi agaç, goneyinki ateş, batınınki demir, kuzeyinki su'dur.

Simgeler Oymaklara İlltklndlr: Gerçi. bu simgelertn doğ­ rudan doğruya dört yöne 111şkJn olmaları doğru değildir. Türk 1l1nin ilk evresi olan küçük il, dört ôz'den yani oymak'tan (aşiret) oluşuyordu. Türk ili bir yerde konakladığı zaman, bu dört oy­ maktan her biri dört yönden yalnız bir yerde oturab1llrdi ya da töre uyarınca o yön kendisine alttı.

5.

TÜRKÇEDE "MANA"NIN KARŞIUCI

"Mana" Nedir?: İlkel toplumlarda mana denilen yaygın bır goç vardır ki hangi cisme değse ona kutsallık verir. İnsanlar. kutsallık kazandıran bu şeyi-ister bir ağaç ya da bitki olsun, is­ terse başka doğal yaratıklardan ya da olaylardan bulunsun­ tanrı sayarak ona taparlar. Eski Türkler'de mana anlamını ver­ mek Ozere kut sözcüğü vardı. Kutlu demek, "kutsal" ya da "ma­ nalı" demekti. Kutlu olan varlıklara tapılırdı. Demek ki bunlar tann niteliğini taşıyordular. Eski Türkler kut'un bir ışık sütunu biçiminde gökten indiğini görürlermiş. Tarafımdan Altın Işık di­ ye adlandınlan bir ışık sütunu her neye değse onu kutlu kılar­ dı. TOrkler'in bir doğal aşk gecelert de vardı. Bu gece sırasında 28


ışık st1tunu neye dokunsa onu gebe bırakırdı. Ak-kemik ve altın­ kemik olan illerin tılm'll böyle t1remtşlerdt. Dört Renk "Mana"nın Dört Türiinil Gö•terir:Tılrk ili dOrt oymaktan oluştuğu için kut'un da dört h1n1 olmak gerekir.Her renk kutun bir tılrüm1 anlatır.

"İl"in Simgeleri: Oymakların birer totemi, ogesi, mevsimi, yönt1 ve rengi olduğu gibi: dört öymaktan oluşan ilin de bu tür­ den simgeleri vardı: örneğin il'in totemi öküz'dıl. (Tibet öküzü denilen bir ta r yak'tır. Türkçe'de adı kutas'tır.) ll'in rengi san ya da altın'dır.) "İl"in Mev•lmi:Yılın ortasıdır. Bu nedenlerdir ki kurban olan ökılz yılın ortasında kes111r. ögesi toprak'tır. Küçük il döne­ mindeki Türkler, 1Hn genel simgesi olan tanrıya da Ugan adını verirlerdi. Altaylılar'a göre Ugan'ın oğullan Su Han ile Demir Han'dır. Su Han'ın Kara Han'a ve Demir Han'ın Ak Han'a karşı­ lık olduğu bellidir. (Bunlar arasında Od Han ile Agaç Han da ol­ malıdır ki, dizge tamam olsun, fakat her nedense iki tanesi unutulmuştur.) 6.

YER-SULAR NEDiR ?

Küçük doğacılık dönemindeki tanrılara yer-su adı vertlir. Bunlar yerin ve suyun koruyucuları değerindedir. Küçük ilde yer-suların beş adet olduğunu görd'llk . Bunlardan Ugan adlı olan bütün il'ln simgesidir ve öbür yer-suların babasıdır. Kt1çük yer-suların dört han olduğunu gördük: Gök Han : Doğudaki oymağın, Kızıl Han : Güneydeki oymağın, Ak Han : Batıdaki oymağın, Kara Han : Kuzeydeki oymağın yer-sulandır.

Yer-suların Rolleri: Her yer-su kendi oymağını, kan davası­ na. akıncılığa. savaşa sürı1kler. Kaşgarlı Mahmut bunlara çıwı adı­ nı vertr. ı·ı Ona göre iki topluluk kavga edecekleri günden önceki ı·ı Divan, c.! Ii,

s.

225.

29


gecede, bunların çıwı'lan dOello ederlermiş. Hangi çıwı ı1stan gelirse ertesi gün onun askeri yenermtş. Ugan'ın görevi kan da­ vasına, akınlara engel olmaktır: Blr llln lçlndekl oymaklar ara­ sında akın ve kan davası olamaz. Akın 11 dışında olur. Ugan bu kuralların bekçisidir. Rolü, ıre ilişkin dayanışmayı korumaktır.

7.

"lL"lN Nl'IEllCl- KAPSAMI VE ROLÜ

"İl" Sözcüğünün Anlamlan: 1l sözc0ğünı1n en eski anlamı "banş"tır. (Kaşgarlı Mahmut- c.I, s. 49) 1lçt sözcüğü, bu anlam­ dan gelir; llçt başlangıçta "barışçı" anlarnınaydı. Toyonizm. bir barış dtnldlr. Bir cinsten olan oymaklar arasında kan davasını, akını ve savaşı bu din yasaklamıştır. (Blr cinsten olan oymakla­ rın toplamına Doğu Türkleri budun adını verirlerdi.) il dlnl, oy­ mak kavgalanna son verince her budun ayn bir hükümet duru­ munu alırdı. Böylece U sözc0ğünı1n lkincl anlamı da "devlet" ol­ du. Orhon Yazıtlan'nda ll sözcı1ğü bu ikinci anlamda kullanıl. mıştır. Türkler'ln oymak dönemi tarihten önce geçmiştir. Tarih. Türkler'l 11 durumunda yani göçebe devletler blçlmlrıde görmüş­ tür.

"Küçük U"de Bant Tannsı Hanglaldir?: Kı1ç0k ilde barış tanrısı Ugan'dır, öbür yer-sular oymaklannı savaşa özendirdik­ leri halde Ugan bunlan savaştan ve kan davasından alıkoyar. ''İl" Sözcüğünün Sonraki Anlamlan: Sonradan U sözcı1ğü, Türk'ün her siyasal topluluğuna ad olarak verilmeye başlandı. Bundan "halk" anlaıru doğdu: ll ile. kara gün bayramdır. Sonra bu halkın oturduğu ülke anlaıruna gelmeye başladı: lç-U. Taş-U, Rwn-lli gibi. Daha sonralan "yabancı" anlamına gelmeye başla­ dı: Kiittp bentm, ben katibin ti ne kanşır. 8.

TÜRK TO'IEMlzMl

''Yer-sulara Naaıl Tapılır?: Yukarıda gördük ki tanrı llkba­ harda koyun yer. Demek ki bu mevsimde Gök Han a kendi tote'

30


mi olan koyun kurban edilir. Ôbürlertnc kendi mevsimlerinde

kendi totemleri kurban edilir. Totemler Totemizm tapınmasımn dışında kesilemeyeceğinden bu kurban günleri, Avustralyalı­ lar'ın Jntt Şlywna'sına eşittir.

Totemizmde Soplann Adlan Totemlerin Adlan Olmak Gerek: ôz Totemizm döneminde bu kural kesin olarak yO.rür­ lüktedlr. Fakat Totemizmin yalnız kimi izlerini koruyan dinler­ de, totem adlannı soplarda (semiye) aramak, gerekir. Bununla birlikte en eski Türk aleminde bu totemlerin adlarını taşıyan beş budun görmekteyiz. 1) Tuhsln genel il "tosun" anlamınadır. Çinliler Tsin biçimine sokmuşlardır. Bunlar bağımsız Türk devleti yerine ilk kez ola­ rak Çln'de büyük bir imparatorluk kurmuşlardır. 2) Hfung-nular. Hunlar, Kwılar gibi çeşitli adlarla anılan Ko­ yunlular'dır. Kaşgarlı Mahmut'a göre Kun sôzcOğQ Argu=Orhon lehçesfnde "koyun" anlamınadır. Koyunlular'dan Mete iki kez Çin imparatorluğu eline geçmişken istemedi ve ilk kez olarak bir ulusal Türk ilhanlığı kurdu. 3) Kuzeyde, Tunguzlar'a kendi adını vermJş olan Türk kolu­

dur. 4) Babda Jt Baraklar ki Oğuz Han bunlarla savaşmışbr. Ve Çıçaklar'ı• üzerine göndermiştir. Bugan Bireclk'te Barak adında bir Türk ili vardır.

5) Güneyde YOeçller ki sonradan Kuşan adını aldılar. Bun­ lann da Kuşlar olması olanaklıdır. Böylece dört yöne ilişkin to­ temler, dört yöndeki Türk budununun adlarını taşıdıkları gibi merkezi totem de "genel il'ln adını yani Tuhsin. 1Uzün. Tuswı adını taşımaktaydı.

Şu varsayıma göre tarihOncesi bir zamanda, Türkler böyle bir örgüt dururnundaymışlar: (•) Çı.çaJclar. Bahaeddin ôgel'e göre Krpçak'lar. (Bk Türle MltoU?/fsl l, 1 97 1 , sayfa: 1 86)

31


Tunguzlar Koyunlular

Tuh sinler

lt Baraklar

Kuşlar

Bu Sımfiandırmanın Çlnlller'dekl Biçimi: Bu sınıflandır­ manın ayrıntılarını Çlnliler'in Taoı'.zm adlı dinsel dizgelerinde gö­ rürüz. Tao Çince "doğa" ya da "yol" demektir. Taolzm bir tür do­ ğacılık (tabiatçilik-natürtzm)'tır. Bu, birbiri içine girmiş birtakım dizgelerden oluşmuştur. Dayandığı en esaslı ilkelerden birisi uzayın dört asal yönüne göre sınıflandınlmasıdır. Bu yönlerden her birine onun yönetimiyle görevli olan bir hayvanın adı verilir. Doğuda Güneyde Batıda Kuzeyde

: Gök Ejderha : Kızıl Kuş : Ak. Kaplan : Kara Kaplumbağa.

Bu Sınıflandınnanın Çlnlilerdekl Rolü: Her yön, kendi hayvanının adını alır ve çeşitli durumlara göre uğurlu ya da uğursuz sayılır. Uzayı yönetmekle görevli olan simgesel hayvan­ lar gök gibi yeri de yönetirler. Bir tepe ya da coğrafi bir oluşum kaplana benzedi mi? Taoizme göre bu kaplandır. Bundan dolayı batıdadır. Bir ejderhaya benziyor mu? öyleyse ejderhadır ve do­ ğudadır. Bir yerden göç edileceği zaman çevredeki eşyaya bakı­ lır. Eğer bunların yönlerine uygun biçimleri varsa, örneğin batı­ da bulunanlar kaplana, doğuda bulunanlar ejderhaya benziyor­ larsa, bu gezi uğurludur. (L'Annee Soctologique, c. VI. s. 56) Türkler'ln Tandırname Ahkamı ve Keçe Kitap adlarını ver­ dikleri kurallar, Çinliler'in Taoizm kurallarına benzer. İkisi de aynı uygarlığın kalıntılarıdır.

Bu Sınıflandınnalar Türk'tür: Chavannes diyor ki: "Bu dörtlü sınıflandırma, Türkler'de ve Çinliler'de başka başkadır. 32


Çünkü ilkin Çinliler'de ögelerin sayısı beş olduğu halde, Tiirk­ ler'de dörtlar. İkinci olarak ÇlnlUer'de batının ögesi maden ol­ duğu halde, Türkler'de nizgcir'dır. TOrkler'ln dört ögesi Hlntll­ ler'in ögeler sınıflandırmasına da benzemez. Çünkıl Hintlller'de agaç ögesi yerine toprak ögesi vardır. öyleyse bu ögeler öz Türk dizgesidir. Bu sınıflandırmada Tii rkler'ln dört hayvan ı da Çinll­ ler'inkllerden başkadır: Türklerce Koyun Horoz Köpek Domuz

Yl'ml�!. Doğu Ganey Batı Kuzey

Cinl1lerce Ejderha Kuş Kaplan . Kaplumbağa

Türk Sınıftandınnasının Özeti: Türkler'ln dörtlü sımflan­

dırması şöyle özetleneb1llr: Yönler Doğu Güney Batı Kuzey

Mevsimler İlkbahar Yaz

Sonbahar Kış

Yer-sular Gök Han Kızıl Han Ak Han Kara Han

ôğeler Ağaç Ateş Demir Su

I21s:mls:r

Koyun Horoz(Tavuk) 1t Domuz

Bu Sınıfiandımıalann Esaslan ve Rolleri Yalnız Türk Örgütlerinde Vardır: Türkler'de Tann alemine illşkin (Lahuti) sınıflandırma, toplumsal sınıOandırmanın aynıdır. Demek ki bl­ rtnci ikinciden doğmuştur. Bu sınıflandırmanın en önemli rolü toplumsal dayanışmalan güçlendirmeye yardımcı olmasıdır. Çünka toplumsal dayanışma, tanrılara (mabut) yapılan tapın­ malarla güçlenir. İnanışlar da bu dayanışmaların güçlerini artı­ rır. Çinliler'de ise bu sınıflandırmaların toplumsal örgütlerle hiç bir 1llşkısl yoktur. Demek kJ bu sınıflandırmalar, Türk toplu­ mundan doğarak sonradan Çlnliler'e geçmiş. Edouard Chavan­ nes, bu sınıflandırmaların Tslnler tarafından Çin'e sokulduğu­ nu ileri sürüyor. Bizim incelemelerimiz de, bu sonuca varıyor.

T. U. Tarihi - I'. 3

33


9.

1ÜRK TAKVlMl

On İki Hayvan: TOrk takvimi de Tsin dininden doğmuş go­ runüyor. Tsin TOrkleri bu on iki yıla çag (cycle) adını vertrlerdi. Bu on iki yılı on iki hayvanın adlanyle belirtirlerdi. Bu hayvan­ ların adlan: Tavuk, At, Tavşan, Ôküz, lt, Domuz, Maymwı, Yılan. Sıçan, Pars, Koyun, Thnsah:tır.ı·ı

Bir adam hangi hayvanın yılında doğmuşsa, kendisine o yı­ lın kutsallığı verilir. Örneğin: "Falan adam koyun yılında doğ­ muş" denildiği zaman sanki totemi koyun bıliş gibi sayılır. Bu takvim Çin'e, Tibet'e, Çinhindi'ne, Mançuıyalılar'a ve Moğollar'a da girmiştir. Bunu da Çin'e sokanlar -Edouard Chavannes'a go­ re- Tsin TOrkler'idir. Çinhindi'nde bir hayvanın yılında doğan erkek ile kadın başka başka çcıg'lardan olsalar bile birbiriyle ev­ lenemezler. Yani erkek birinci on iki yılın öküz yılında, kadınsa ikinci on iki yılın yine öküz yılında doğmuş olsalar da yine bir­ birleriyle evlenemezler. Çünkü ikisi de öküz dogumlu'durlar. MOsyO Doollttle'in sözlerine gore aynı hayvanın yılında doğan­ lar, birbirinin cenaze töreninde bulunamazlar. (L'Annee Sociolo­ gfque, c.VI s , 62) . Bu durumlar gösteriyor ki bu hayvanlar eski totemlerin kalıntılarıdırlar. Zaten incelenirse görülür ki dört yo­ nOn totemleri de bu on iki hayvan arasındadır. Öbür adlar da bu dört yönün totemleri de bu on iki hayvan arasındadır. Öbür adlar da bu dört hayvanın-Çinliler'e göre- eşanlamlılandır. Ör­ neğin pars, köpek'in eşanlamlısıdır. Sıçan. domuz un eşanlamlı­ sıdır. Böylece on iki hayvanı dört yönün Oç takım hayvanlarına indirgemek olanaklıdır. Türk takvimindeki hayvanların adlan şöyledir. Kitaba tim-in- Naft'de DtyanO Lü�at'ta1.., Kesko (Sıçan) Sıçgan Ud Ut (ökOz) Pars (Kaplan) Bars Tavışgan Tavışkan rravşan) Nek (Timsah) Luy (Ejderha) Yılan Yılan Yund (At) Yund '

(• ··ı Prof. Osman Turan'ın On /kt Hayvanlı Türk Takvimi ( 1 94 1 ) adlı •

kitabında Dtvanü Lügata göre yıl adlan sıralanmıştır: sıçgan. ud, bars, tavışgan, lu, yılan, yund, koy, piçin, dakuk, it. tonguz. (s. 25ve l 04- 1 06)

34


Koy (Koyun)

Koy

Piçin (Maymun) Dakuk. Davuk (Tavuk) it Tonguz (Domuz)

Biçin

Takagu

it Tonguz

Aylann Adlan: TOrkler yılı, dört yönün totemleri ile anlat­ tıkları gibi yılın aylarını da yine dört yönün totem adlanyle be­ lirtirlerdi: Ka.şgarlı Mahmut'a göre T ürkler ilkbahar aylarım og­ lak'la açıklarlardı. (Bilinmektedir ki koyun, kuzu, keçi, oğlak sözcükleri kutsal mantıkça birblrtnin eşanlamlılanydılar.) llkbaharın birinci ayına oglak ay, ikinci ayına ulu oglak ay, üçüncü ayına ulu ay denilirmiş. Öbür aylar da bu yolla yani mev­ slmleıin totemleriyle adlanırmış. (Diuanü Lügat - c.I, s. 347-348)

1 O.

HlUNG-NUU.R'IN VE OCUZLl\R'IN DlNSEL DlZGELERl

Bu Dizgenin Kurucusu Kimdir?: Çin'in Ordos ilinde Milat­ tan iki yüz dokuz yıl önce Mete adlı bir hükümdar vardı. Bu kişi Hiung-nular'ın, yani Koyunlular'ın hükümdarıydı. Bu kişi yirmi

dört tümen (on bin askerden oluşan kıtaya eski Tll rkler tümen derlerdi.) süvari askeri oluşturdu. Bunları iki kola ayırdı. Her kolu bir beylerbeyinin kumandasına verdi. Ve bunlardan başka ordud a altı büyük başkanlık kurdu. (De Gutgnes) Yani yirmi dört boyu, altı büyük bölüme ayırdı. Geleneğe göre Tllrkler'in destansı bir hükümdarı vardır ki, o da aynı örgt1tü kurmuştur. Bu geleneksel hükümdar CJguz Han'dır. O!)uz Han da yirmi dört boy oluşturmuştur. Sanki Oğuz Han'ın altı oğlunun yani Gün. Ay, Yıldız ve Gök. Dag. Deniz Han' lann dörder oğlu olmuş ve Oğuz Han'ın yirmi dört torunundan yirmi dört boy oluşmuştur.

Gün, Ay, Yıldız Hanlar büyük oğullan olup, bunlardan sağ­ kol olan Boz-Oklar üremiştir. Küçük oğullan olan Gök, Dag, De­ niz Hanlardan da sol-kolu oluşturan Üç-Oklar üremiştir.

35


Görulüyor ki

oguz Han ile Mete birbirine benziyor. Oysa

benzerlik sadece bu değildir. Mete ordusunu güçlendirmek için ıslık çalan oldukça müthiş bir ok yapmış ve ordusunu bu ok ile

oguz sözcü­ ok ve öz sözlertnden oluşmuştur. Bundan dolayı bu deyimin

silahlandırmış. Oğuz Han'a gelince bunun adı olan ğü

anlamı "ok eri" ya da "ok oymağı" dır. Mete'nln "ok ert" alınası, ünlü ıslık çalan oku bulmasından dolayıdır. Oğuzlar'ın da bu adı almaları Mete'nin kurduğu yirmi dört tümenin torunları ol­

Ok Erle­ Okçular adını koymuştur. Oğuzlar'ın yirmi dört boyu . bu or­

malarındandır. Ola ki Mete daha o zamanda ordusuna ri.

dunun yirmi dört tümeninin devamı olduğu için bu adı koru­ muşlardır.

Ok sözü özellikle Oğuz ilinin iki koluna ilişkin adlar­ Boz-Ok, Oç-Ok.

da görülüyor:

Oğuz Han ile Mete'nln aynı kişi olduğuna başka bir kanıt daha vardır: Oğuz Han babası ile savaşmış ve babası bu savaş­ ta öldürulmüş. Mete de Çin tarihlerine göre babası ile savaşmış ve babasını öldürmüştür. İki olayda da çocuk ile babanın arasını açan bir anne ya da üvey annedir. Bundan başka Mete ile Oğuz Han'ın aynı uluslar­ la savaşmaları ve bütün Türk illerini bir egemenlik altında top­ layarak bir

Turan llhanltgı kurmalarıdır. En sonra ikisinin de ye­

ni bir din ve yeni bir yasa oluşturarak. ortaya çıkmalarıdır. Bun­ dan başka geleneğe göre Oğuz Han örgOtOnü tamamlamayı ba­ şaran. veziri ve oğulları üzertnde vasisi, ünlo

Irlal Ata'dır. Oğuz

ilini yirmi dört boya ayırarak her birine bir ad, bir tanrı (ma­ but), bir ongun. bir sünüg, bir damga veren Irkı! Ata'dır.

"Orta İl" ve Yapısı:

Oğuz Han'ın kurduğu yeni il, iki küçük

Boz-Oklar bir küçük Üç-Oklar da öbür bir küçük ildir. Bunların birleşmesinden yeni bir il oluştu. Bu ile orta tl adını vereceğiz ki, küçük il dört yönden oluştuğuna göre, orta !l'in sekiz yönden oluşması gere­ ll'ln birleşmesinden oluşmuştur. Örneğin

ildir.

kir. Bu sekiz yönden ikisi hakan ile hatuna, altısı altı oğlyna aittir.

36


HAKAN

Gök Han Oymağı Dağ Han Oymağı Deniz Han Oymağı

Gün Han Oymağı Ay Han Oymağı Yıldız Han Oymağı HATUN

1 1 . OCUZ ÖRGÜTÜNÜN ÇlN'DEKl BIÇ!MI

İkili, Dörtlü ve Sekizli Sını.0.andırmalann Çln'dekl Niteli­ ği ve Kapsamı: Dörtlü ve sekizli sınıflandırmalar Çln'de skolas­ tik felsefenin, dinsel falnamenln ve geleneksel mantığın esasını oluşturur. Bu felsefeye göre yang adını alan (-) işareti, erkek, ışık, hayır belirtisidir. Yen adını alan (- -) işareti dişi. karanlık ve kötülük belirtisidir. Çlnliler'de bu ikili sınıflandırma öbür sınıflandırmaların esa­ sıdır. Dahası dörtlü sınıflandırma bile Çlnlller'de bu iki işaretin ikişer ikişer birleşmesinden oluşur:

1

2

3

4

Bu kadroların içeriklert şunlardır: ı·ı

1) Güneş, ısı, zeka, gözler vd.

2) Ay, soğukluk, tutkular, kulaklar vd. 3) Yıldızlar, tan (fecir) , biçim, burun, vd.

4) Gezegenler, gece, insan, avutma (teselll) , ağız vd. Bu iki işaretin üçer üçer birleşmesinden de sekizli sınıflan­ dırma o:uşur:

ı·ı Karşılaştmnız: Z. Gökalp, Türk Töresi ( 1 977). s.

54 37


1

2

3

4

6

5

7

8

lçertklerl:

1) Gök. gerçek (halls) erkek, 2) Buğu, gazlar (tesaudat) , küller,

3) Ateş, ısı, ışık,

4) Yıldınrn,

5) Rüzgar, 6) Su, 7) Dağlar, 8) Yer, gerçek (halis) dişi.

Bu iki işaret dörder dörder de birleşir. Böylece de

64 biçim

oluşur. Çinliler'in beş kitabından biri olan Yi-King adlı kitap bu

64 biçimin değişmesinden oluşmuştur.

Çlnlller'de ''Yang" lle ''Yen"in Etlt Olmaması:

Çinliler'de

yang ile yen değerce bir­ yang olan şeyler "ôz, yahşi,

ikili sınıflandırmanın iki derecesi olan birine eşit değildirler. Bu nedenle

uğurlu" oldukları için yüksektirler.

Yen olan şeyler de "yavuz,

yaman. uğursuz" oldukları için aşağıdırlar. Kadının Çin'de hu­ kukça "aşağı" olmasına bu sını flandırmadaki durumu da etki e tmlştlr.

Türkler'de ikm SınıO.andırma:

Türk sınıflandırması Türk

ilinin demokrat olduğunu gösterir. ikili sınıflandırmadan tutu­ nuz da on yedtll sınıflandırmaya değin gördüğümüz sınıflandır­ malardaki kadrolar birbirine eşittirler. Örneğin dörtlü sınıflan­ dırmada

Gök, Kızıl, Ak, Kara

bölükleıi birbirine eşittiler. Sekizli

sınıflandırma da böyledir. Bölüklerin bu eşitliğinden dolayıdır ki

Türk ili esasen demokrattı. Türk ilinin feodal, aristokratik ve emperyallst olması, sonradan ortaya çıkan hastalıklı (marazi) bir yeniliktir.

38


ikili sınıflandı rmanın iki tınlü olduğunu söylemiştik. Btrtsl Çlnlller'ln yang ve yen sOzcaklertne denk olan ak ve kara sınıf­ landınnasıdır. Ak, lcara'dan yüksek, ve icara, aka oranla aşağı olduklan lçln bu iki sınıf birbirine eşit değildiler. Sınıflandırmalann ikincisini de tç ve dış sözleriyle anlatabili­ iç-ti. Dtş-!l glbl. Her ilin kut'u kendisine Ozgü olduğu lçln yal­ nız kendi bireyleri ona mahremdirler. Başkalan bunu kutsal yapmakla birlikte ona namahremdlrler. işte bu iç ve dış sOzcük­ lert "mahrem" ve "namahrem" anlamlannı vermektedir. Kadınla erkek bu sınıflandırmaya glrmJşlerdir. Bu nedenledir ki, Ttlrk hukukunda kadınla erkek, birbirine eşit sayılmışlardır. riz:

1 2. OCUZ DiNiNDEKi TOPUJMSAL SlMGELER

Oğuz Dininin Yapısı: Oğuzlar'ın Orgütü çözümlenince görQ­ lür ki Boz-Ole ve Üç-Ole adlı iki küçük !11n birbirinin eşiti ve ta­ mamlayıcısı olmak üzere birleşmesinden Qguz ti! oluşmuştur. Bu birlikte Boz-Olclar sağ-kolu, Üç-Oklar sol-kolu oluşturdu. Bu birlik şöyle oluyor: Sol-kolu oluşturan küçük ilin beş yer-suyu olduğunu b!l1yoruz. Bunlardan yalnız Ugan ile Su Han ve Demir Han kalıyorlar. Ôbür ikisi ortadan çekiliyorlar_ Fakat şurası da var ki Oğuzlar'da Ugan'a Gök Han. Su Han'a Deniz Han. Demir Han'a Dag Han adları verilmiştir. Sağ-kolu oluşturan Boz-Ok adlı küçük ilin simgeleri gökte aranıyor ve Gün. Ay, Yıldız birer tanrı olarak 'llç ozan (aşiretin) simgeleri oluyor. Görüyoruz ki iki küçük il, birleşirken üçlü oluyorlar. ikisi­ nin toplamı altı ediyor. Ve altı sayısının arkasında bir sekiz sa­ yısı vardır. Hakanla hatun orta ili simgelemek 'llzere bu altıya ekleniyorlar. Hakanla hatunun göksel simgeleri Göle Tann ile Yer-Su'dur.

39


Ongunlar'1 : Eski Oğuzca'da ongun "totem" demektir. Altı özün ongunlan şunlardır: Bölük Gün Han ÔZıl Ay Han ôzü Yıldız Han Ôzü Gök Han Ôzıl Deniz Han Ôzıl Dağ Han Özü

Ongun

Şahin Kartal

Tavşancıl Sungur Çakır (Çağn) Uç Kuş

Oğuzlar'da her öz, kendi ongununu kutsal tanır: ona ok atamaz, (onu)öldüremezdi. Totemler de böyledir. Yalnız altı öz totemlerden oluşan adlarını bırakmışlar ya da unutmuşlardır. Çılnkü boy örgütü güçlenerek öz örgütünü gölgede bırakmıştır. Bu nedenledir ki ongunlar boylara dayanıyor; fakat, her dört boyların aynı onguna ve aynı tanrılarla yer-sulara sahip olması boyların güçlenmesiyle Ozletin ikinci evreye çekildiğini gösterir.

Sünügler: Devlet bölümünde görüleceği gibi, altı özden her bitinin bir sünüğü (sögüşü) de vardır. Boy beyleri şölende (ulu­ sal ziyafet) kesilen kurbanların her etini yiyemezdi. Her öze bağ­ lı boy beyleti etlerin yalnız belirli bir parçasını yiyebtlirlerdi. Sıl­ " nügler şunlardır: 1 1 1) Hakan 2) Gün Han Özü 3) Ay Han Özü 4) Yıldız Han ôzü 5) Gök Han ôzü 6) Deniz Han Ôzü 7) Dağ Han ÖzQ 8) Hatun

- Baş -- Sağ kan yağrın ve ucayla - Sağ aşıglu - Oyegü (üyece) - Sol kan yağnn - Sol aşıglu - Ucayla - Ka nn

Sa{j kan ya{jnn "sağ but" demektir. Aşıglu herkesçe bilini­ yor. Uca Divanü Ltıgat'a göre "sırt eti" dir. ı···ı Üyegü "kaburga" tarafıdır. (") Ongun sözcüğünü A. inan on on biçiminde okuyor ve Moğolca ol­ g duğunu söylüyor. (Makaleler ve incelemeler, 1 968; s. 268-273) . ("")Türk Töresi ( 1 977) ile karşılaştırınız: s. 60-6 1 .

(•••) Divan, c.

40

],

s.

87.


Bu sınıflandırma, Çlnliler'ln 8'11 Taoizm sınıflandınnasıyle karşılaştırılırsa, lk.Jsi arasında ilişki ve belki de aynılık olduğu görülür. Çinli sınıflandırmasının birinci bölüğünde "gök" tann­ sıyle birlikte baş sünüğünü görüyoruz. Sekizinci bölümde "yer" tanrıçasıyla kann süm1ğO.nü görüyoruz. lk.inci bölO.mde de "gü­ neş" tanrısıyla uyluk sO.nOğünü görüyoruz. Uyluk burada "but" anlamınadır. Çinliler Taolzm sınıflandırmasından üç bölümüne örnek:

1) Gök= KJen; güneyde, ışık ilkesi, erkek, hareketsizlik, güç, baş, gökkubbesi, baba, hükümdar, yuvarlaklık, cada taşı, ma­ den, ayna, kızıl, iyi at, yaşlı at. büyük at, bir eğri Julıç, ağaçların yemişi vd. 2) Yer= Kwun; kuzeyde karanlık ilkesi, dişi, yer ilkesi, itaat, davar (mevaşl). kadın, ana yer, giysi, kazan, çokluk, kara, bü­ yük yük arabası.

3) Güneş; sözgeçerllğl, nızgar, orman, uzunluk, yükseklik, kümes hayvanı, uyluklar, büyük kız. ileri ve geri hareketler, yüzde üç kazanç, vd. 1 3 . YAKrJI'LAR'IN DlNSEL

DlZGESl

Eski Türk dini, Yakut Türkleri'nde hala yaşamaktadır. Sero­ şevskiy'nln Fransızca Dinlertn Tari.hl DerytsCnde Yakutlar'a ilişkin yayımladığı incelemede bu din üzertne oldukça bilgi vermektedir. Yakutlar'a göre il iki koldan oluştuğu gibi tannlar da lk.J ko­ la ayrılır: Dokuz Aga Uza. Sekiz Aga Uza. Dokuz Ağa Uza: Tanrıların dokuz baba oyma\[lan göktedir. Bu nedenle onlara tangerl'l yani "tanrılar" denilir. Her tann sağ­ kolun yani Dokuz Aga Uza'nın bir oymağının simgesidir. Yakutlar'da tanrılar ulusal birliğin simgesi, barışın koruyu­ cusu, mutluluğun kaynağı, eşit olarak adaletli ve kamu için haı•ı A. lnan'ın çeşitli kitap

ve

yazılarında bu

sözcük tarıara, ta.ngara,

tengere biç!mlertnde geçmektedir.

41


yırlı olan bir birliğin meclisi niteliğindedir. Dikkate değer ki bu koldan olan tannlann tamQ goğon yılksek katlarında otururlar. insanların işlerine asla karışmazlar. Yaşamın akışı o.zerinde bunların etkisi aşağıdaki koldan olanlarınkine oranla daha az­ dır. Aşağıdaki kolun tannlan sert yaratılışlı. Oç-güdücQ (lntl­ kaın-cu), yere çok yakın, kan bağlanyle insanlara akraba ve çok goçla bir oymak örgatone sahiptirler. Ruslar'ın Yakut t1lkeslnl ele geçirmelerinden Once Yakut ulusunun başkanı ve birlik meclisi. Yakut yaşamında yukankl koldan olan tanrıların etkisi­ ne benzer bir etki yapıyorlardı. O zaman blrllk meclisinin başında ttgfn sanıyle salt ad ola­ rak var olan bir başkan vardı. Bunun gibi gökteki tanrıların ba­ şında da Art Toyon Aga adlı btlyılk bir tanrı vardır ki göğün do­ kuzuncu katında oturur (Yakutlar'ın bir söylentisine göre gOğQn katlan on iki, öbür söylentilere göre on yedi ya da beştir.). Art Toyon güçlü olmakla birlikte etkili değlldlr. Simgesi olan "gü­ neş" gibi ışık saçar ve yıldırım sesiyle konuşursa da insanların işine pek az karışır. Günlük gerekslnmeleı- için ona başvurma boşunadır. Ancak olağanüstü zamanlarda onun katına çıkılabi­ lir; gerçi bu anlarda bile insanların işine karışmak lutfunu pek • az gösterir. Bu tanrının adına ilkbahar fzfyahfleriı ı yani şenlik­ leri yapılır ki bunlar ulusal birliğin bayramlarıdır. Gençler bu tanrının şerefine kımızla dolu olan dokuz kaseyi, dokuzar kere içmekle ve ulusal birliğin "Ayhal Uruy. Ayhall" naralarını at­ makla ona tapınış olurlar. Çünkü bu tanrı kan dökülmesini sevmediği için adına asla kurban kesilmez. Bu tann topluluk içinde öç tanrısı değll, ancak barış ve barışıklık tanrısıdır. Bun­ dan dolayı da ona yapılacak tapınma da kansız, coşulu (vecdll) . neşeli olab111r. Gerçi kan dökülmesini istemeyen yalnız bu tanrı değlldlr. Göksel tanrıların hiç birine kurban sunulmaz. Bunlara gösterişsiz armağanlar sunulmasıyle yetinilir. Yalnız avcılık tan­ rısı olan Bayanay bunun dışındadır. Bununla birlikte bu göksel tanrılar arasında Yakutlar'ın yaşamında önemli rol oynayanlar da vardır. Dokuz Ağa Uza'ya giren göksel tanrılar dokuz oymağa ayrılır. Birinci olan Aar Toyon'u anlattık. Öbürleri şunlardır: ı·ı A.. inan tziycıhi sözcılğünıl ısıah olarak düzeltir. "lsıah (harfiyen saçı=libatlon demektir. . )" (Eski Türk Din� l 976: s. 1 70): Pekarskly'nln Yakut Sözlügü (I, Ill, 1 907) adlı eserinde de ısıah biçiminde yer almışttır (III, 3834-3835). .

42


Yakutlar'da Tanrılar: Yakutlar'ın dokuz kat gökteki tannlan şunlarqır: 1) Aar Toyon Ağa, 2) Yaradan Ak Han (Yakutçası: Orüng Ayıı Toyon), 3) Tatlı Yaradan Anne (Nelbey Ayıı KQbey Hotun İye ya da Nelben Ayıısıt) , 4) Tatlı Doğurma Hanımı (Nalıgır Ayıısıt Hatun) , 5) Yer Hanımı (Tarlaların, derelertn hanımı) , 6) Cesegey Ayıı. Yedi kardeşi vardır. a) Korkunç Balta Han, yıldırım tanrısı (Sürdeeh SOge Toyon), b) Işık ve Şlm�ek tanrısı (Haan Caasın ya da An Caasın), c) Kader Tanrısı rranghasıt Cılga Haan) ç) Savaş Tanrısı (İlbis Han) d) Ruhların Öfkesinin MOJdecisi (Uordaah Casabıl ya da Orduk Casabıl) e) Lutuflar Müjdecisi (Han İeyehsıt Ecen Ayıı ya da Han leyehsıt Erden Ayıı) O Kuşlar Tanrısı (Sang Haan, SOngken Ertllk ya da Ere­ li, Homporuun Hotoy Hatun). 7) Davar Tanrısı (Mogol Toyon). Kansı Usun Kuobah Hotun. Beşinci gök doğuda otururlar. Güçlü.. zengin, hayırseverdirler. Alacalı ve siyah hayvanı severler. Bu renkteki davarları besle­ yenler, bu iki karı-koca tanrı katında yakın llgiye erişirler. 8) Avcılık Tanrısı (Baay Bayanay). Bir Tunguz gibi uzun saç­ ları vardı. Bu evinden çok, ormanlarda ve tarlalarda bulunan serseri bir tanrıdır. Avcılar avda başarılı olamadıkları ya da içle­ rinden birisi hastalandığı zaman bir siyah manda kurban eder­ ler. Şaman bu mandanın eUertni, bağırsaklarım, ayaklarını ya­ kar. Tören sırasında Bayanay'm bir tavşan pöstekisine sarılmış tahtadan bir tasviıi, kesllen hayvanın kanı içinde yıkanır. Don­ ların erimesi, sulan serbest bıraktığı zaman, suyun kıyısına saçtan bir iple bağlanmış kazıklar çakılır. Bu ipe alacalı bezlerle saçlar asılır. Bundan başka suya tereyağı. çörekler, şekerler, paralar atılır. Bayanay bu armağanları arkadaşı olan Balıkçılar Tanrısı Vondık ile paylaşır. Bu yoksul olmakla birlikte dalma şen, geveze, soylarıdır. Bundan başka Bayanarjın daha yedi arka­ daşı vardır k1 bunlardan üçü avcılara dost, öbürlert dılşmandır. 9) Göğün yolunu bekleyen tanrılar: 43


a) Kapıcı (Bosol Toyon) ve Buornça Hotun b) Er Tanrısı (Bran Batır), domuzlar ahırının ve avlunun tanrısı (Alas Batır) . c) Çeşitli ateşlerin yedi kardeşi: Al ot lççtte, Bırca Bıtık, KJris Tôlözer, Kündül Çagaan, Küre Çagaan, Hun Ça­ gaan, Hatan Sütoya, llgız Arpaya. Bunlardan başka Mogol Tuyon ailesinden yoksullar tanrısı Muçera var­ dır ki bütün serveti şu türküde gostertlmlştir. Üç balık tuzağı, üç ağ, Üç beyaz inek, Üç küçük kumral öküz. Böyle yoksul atlelerin tanrısı, yarım balıkçıların, yanın ço­ banların estrgeytclstdtr. Yoksulların. kumral ve beyaz tüylü da­ varının koruyucusudur.

Sekiz Ağa Uza: Yakutlar'da aşağı koldan olan tanrılar, yani yer-sular sekizdir. 1) Sonsuzun Ulu Hanı Ulu Teye, Ulu Toyon, 2) Tunç Başlı Han Altan Sabaray Toyorı. 3) Talıırdaah Taan Taralıı Toyon, Tasırdaah Taan Tartıı Toyon, 4)Günah Han Arah Toyorı. Arah,"günah" demektir. 5) Balçık Yürekli Han Bour Malaahay Toyon, 6) Yakutlar Hastalığı Terad 7) Çinli Baksay Han Kıtay Bahsı Toyon B) Namık Hanım Namık Hotun. Aşağı koldaki tanrıların başkanı Ulu Toyon du r Aar Toyon Aga yukanki kolun dokuz oymak tanrılarına baş­ kanlık eder. Evrene kurbansız, üziintüsüz olarak yalnız tatlı bir mutluluk yayar. Simgesi olduğu btrltğin başkanı ttgtn gibi gaç­ süzdiir. Oymakların kan davası gibi tutkuların simgesi olan Ulu Toyon tersine yeıyüzündekl umutlar, tutkular, kederler, sevinç­ ler, arzular, savaşımlarla dolu olan etkin yaşamı simgeler. Ulu Toyon "yaşam ve sonsuzun" genlşllğldlr. Ulu Toyon aslında kötü değildir. Fakat insanlara yakın olduğu için insanlığın işleriyle son derece llgllıdtr. Onu batıda üçüncü gökte aramak gerekir. Fakat nedeni yokken adını ağza almak uygun değildir. O ayağı­ nı yere basınca yer sarsılır. Yeryüzüne inen yalnız budur. O ayağını yere basarsa depremler olmaya başlar. Ölümlü insan onun yüzüne bakacak olsa ödü kopar. '

44

.


1 4. ALTAY 'IÜRKl.ER'lNlN DiNSEL DlzGESl

sağ-kol: Ônce Altay Tılrklert'ndeki sağ-kolu inceleyelim. Radloffa göre Altay TOrklert dünyanın birçok katlardan oluştu­ ğuna inanırlar. Yukarıdaki on yedi gök katı "cennet" yanı "ışık ülkesl"nl oluşturur, aşağıdaki yedi veya dokuz kat da "cehen­ nem" yani "karanlık ülkesl"nl oluşturur. Cennet ve cehennem katları arasında insanların yerleşme yert olan "yeryüzü." bulu­ nur ki bütün oturanları ile birlikte her iki ülkenin yani "cennet ve cehennemin" etkisi altındadır. Bütün iyi ruhlar. melekler. tanrılar ışık hükümetınin en O.st katlarında yaşarlar. Bunlar güçsüz insanları yaratır, korur ve göğe alırlar. Çünkü. ışık b9,­ tün insanların dostu, doğanın bütün canlı belirtllertnin bekçisi­ dir. Karanlığın alt katlarında uğursuz ruhlarla insanlara ver­ mek isteyen onları mahva çalışan ve sonunda birçok savaşımlara karşın onlan, aşağıya, sonsuz karanlığa çeken tanrılar bulunur. Gökteki Tannlar: Gökteki on yedi katın en yükseğinde yani on yedinci katta bütün tannlann babası olan tanrı Kara Han1"l oturur. Oradan cihanın alınyazısını kararlaştırır. Kara Han'dan •tecelll• (emanatıon) yoluyle O.ç büyük tann doğar: 1) Bay Ülgen ki göğün on altıncı katında oturur ve "Altun Dağ'da yaşar'' ve "Altun Taht" üzertnde oturur. 2) Kızagan Tann ki göğün dokuzuncu katında oturur. 3)"Her Şeyi Bllen"ı··ı Mergen Tann ki göğün yedinci katında oturur. Yedinci katta göğü. ve yert aydınlatan Gıin Ana adlı gü­ neş tanrıçası oturur. Bwıa Ay Ata derler. Beşinci katta en bü­ yük yaradanlar yaradanı olan Kuday Yayuçı oturur. Yayuçı ')'a­ radan" anlamınadır. Üçüncü katta Bay Olgen'ln iki oğlu oturur M Kara Han Radlotrun Slbtrya'do.n (3 c; 1954- 1957; çev. Ahmet Te­ mir) adlı yapıtında Kayra biçiminde geçiyor (c. II, kısun I . s. 6-8) {Y.Ç.)

,..,Ziya Gökalp burada "her şeyi bflen" diye çevrtlen tann adı yerine Almanca Al!wissende sözcüğünü kullannuş.

45


ki blı1nclslnln Türkçe adı Yayık'tır. Budistler buna May Ene derler. İkincisinin Tı1rkçe adı bilinmiyor. Budistlerce adı May Tere'dlr.1'1 Yine bu katta Süt gölü varclır ki, sılt gibi beyaz olan bu gol bıltıln yaşantlann kaynağıdır. Onun yakınında Yedi Ku­ day, yani "Yedi Tann"nın yurdu olan Süroe Da{)t vardır- Yedi Ku­ day boyun eğenleri olan Yayuçı'larla birlikte bu dağda yaşarlar. İnsanların cenneti olan Ak (yani Beyaz) Ülke de buradadır.

Yer-sular on yedi handır. Bunlarclan her biri büyük dağlar­ dan blı1nin karlı tepesinde ya da bir ülkeyi sulanyla yeşillendi­ ren bir ırmağın kaynağında oturur_ B unların en gılçlılsıl Ugan'dırl"1• O, yerin göbeğinde yeryılzılndekl ağaçların en yılk­ seklerl biten, tepesi Bay Ülgen ln yurduna değin erişen bir çam ağacının bulunduğu merkezi bir noktada oturur. Bu ağaç Ugan'ı gökteki en bılyük tanrılara denk kılmak için bir simgedir. '

2 ve 3 Ugan'ın lkJ oğlu vardır ki birinin adı Su Han. ôbılrQ­ nıln Demir Han'dır. Bunlar insanların armağanlarını kıvançla alırlar. .

4. Talay Han ki deniz prensi ve ölenlerin koruyucusu olan bu tanrıya Yayık Han. yani coşarak bayılmış su prensi derler. Talay Han'ın yurdu on yedi denizin dökıllılp kavuştukları yerde olup yeryüzılndekl bıltıln suların baş hükılmdandır.

5_ Adam Han'dır. 6. Mordo Han ya da Abakan Han ki Abakan ırmağının kay­ nağında olup orada yağmur veren prens olarak kutlulanır.

7. Altay budununun eslrgeylclsl olan Altay Han'dır ki }'\lr­ du Katunya ve göklere yaklaşan Beluha kaynaklarındadır. ('I May Ene ve May Tere adlı tannlar A- lnan'ın Altaylılar panteo­ nunda sözünü ettiği iki tannçaya benzemektedir: Ana Maygıl ve Akene (Ak ana)- Eski 1ürk Dini Tarihi (s. 27). B. ôgel'in kitabında da May 1ere, (Mai Tere) de Altay yaratılış destanlannda adı geçen bir tann olarak gös­ tertlıp.ektedir. (1ürk Mitolojisi, s. 425, vd.) "I Vgan adlı tann Radloffta Yö kan olarak geçmektedir. (Sıblrya­ dan, c. il, !asım 1, s. 9)

46


8. Kemçik'ln Yenisey kaynaklarının zengin sahibi olan Han'dır.

Kugız

9. Yabaş Han'dır. 10. Eder Han'dır. ôbor yedi yer-su çeşitli illerde çeşitli blçtrnlerde adlanırlar.

Yabır Han. Kara Han. Puysan Han, Pr!rbt Han. Mansar Hart. Pırçu Han. Oktu Han'dır. Kuzey Altay'daki adlan şöyledir:

Yeraltı Dünyası: Oğuzlar

Göktürkler, yeraltmdaki tanrıya

Yagtz Yer,

Kara Yer derler.

1 5. YVKARIKl VE AŞACIKI KA1MANLAR

Toplumaal Katmanlar:

Şimdiye değin gördüğümüz totemler

bölaklertn simgelerin oldukları gibi, sağ ve sol kollara ilişkin tanrılarla yer-sular da toplumun sağ ve solundaki bölüklerin simgelerinden başka bir şey değildir. Aynı zamanda bu sağ ve sol totemlerle sağ ve sol tanrılar birbirine eşittiler. Demek ki tanrılar aleminde demokratlık yani eşitlik kuralı yürürlüktedir. Fakat, ne vakJt ki toplum içinde birbirine eşit olmayan bö­ lükler ve bireyler ortaya çıkmaya başladı, o zaman totemler ve tanrılar da bölüklerin simgeleri olmaktan çıkWar; bireylerin ve salalelertn simgeleri oldular. Böylece totemlerle tanrılar da top­ lumsal niteliklerini yitirerek blreyselleştıler ve sülaleyle

ilgili

bir

durum aldılar. öyleyse ilkin toplumda ortaya çıkan eşitsizliğin, artstokratlığın, emperyalizmin ve feodalizmin kökenini arayalım:

Potlaç1"1: Potlaç

ilkel budunlara özgü, oldukça önemli bir ge­

lenektir. Bu kural özellikle Kuzey Arnertka'nın batı tarafında ya­ şayan Tiingit, Halda, KwakJutl budunlarında bütünüyle geçerli­ dir. Bu kuralın esası oldukça israflıca görkemli bir şölendir. Bu l"l A. lnan'a göre "potlaç töreni geleneğinin Türkçesi, X-XI. yı1zyıllar­ dır 'kençltyü', Farsçası da 'han-ı yağma' tdt." (Makaleler ue lruıelerneler; s.

645-648)

47


şölende konukların ytyecek.lertnden çok fazla gıdalar, glyebile­ ceklerinden çok fazla giysiler ve özellikle tepeler oluşturacak denli bakır kaplarla yorganlık pöstekiler vb. yığılır. Çağn sahibi batan bu şeylerin çağnlılarca kaldırılıp götarOlrnesini önerir. Götürürler. Çağrılılar götaremediklert takdirde bu yığılan eşya llk bakışta görüldoğa gibi karşılıksız (hasbi) değlldir. Bu şölen çağrılılara yapılan bir tür meydan okumadır. Çünkü gelenek ge­ reğince çağrılılar bu şölene çok üstl1n bir şölenle karşılık ver­ mek zorundadırlar. Eğer çağrılılar daha israflı ve görkemll bir şölenle karşılık verip önceki şölene üstünlük sağlayamazlarsa bütün saygınlık ve onurlarını ytllrtrler. O zaman ilk şölen sahibi onlara llişkin ortak totemi kendi adına ya da sülalesi adına ele geçirir. Böylece çağrı sahibi çağrısına karşılık veremeyen bölüğü kendi egemenllğl altına alır. Totem, toplumsal bilincin simgesi olduğu gibi, onun taşıdığı kamu yetkesinin (velayet-1 amme) de simgesidir. Bir bölüğe iliş­ kin totemin bir bireyce ele geçirilmesi, o bölağe ilişkin kamu yetkesinin kendi adına ele geçirilmesi demektir. llkel toplumlar­ da egemenlik toteme sahip olanındı. Bu sahip eğer bizzat top­ lumsa, hükamet, cumhuriyetçi ve demokrattı; eğer bir bölük (zümre) ise hükümet feodal ve aristokrattı; eğer bir bireyse ha­ kümet otokrat ve emperyalistti. . Genellikle totemizmin ilk döneminde saplar demokrat ve cumhuriyetçiydller; egemenlik bireysel değil, toplumsaldı. Demek ki bütün toplumlarda kamunun yetkesi bireyin yetkesinden da­ ha önce oluşmuştur. Çankü bütün budunlar ilk totemizm dö­ neminden geçmişlerdir. Bunlar cumhuriyetçi ve demokrat duru­ munu totemizmin ikinci döneminde yttirdller. Çünkü bu dö­ nemde Potlaç adlı yeni bir kurum ortaya çıkarak totemlerin bi­ reylerce, bölüklerden, kendi adlarına ya da sülaleri adına ele ge­ çirilmeleriyle sonuçlandı. Böylece toplumlar cumhuriyetçi ve de­ mokrat durumundan feodal ve aristokrat d urumuna geçtller. llertde göreceğiz ki bu toplumsal devrim, tanrılar ve ruhlar alemlerinde de yukarıki ve aşağıki katmanları oluşturdu.

Potlaç ve Sözletme (Mukavele): Potlaç, sözleşmenin de kaynağıdır. Totemizmin ilk dönemlerinde sözleşme kurumu da yoktu. Bölükler kendllerine gerekli olan eşyaya ya başkasından 48


çalmakla ya da bağış yoluyle sahip olabilirlerdi. Potlaçta bir ya­ nın kendi mallarından bağışladığı eşyaya karşılık., öbllr yan da kendisinin yaptığı ve Qrettlğl maddelerle karşılık vermek zorun­

daydı. Bu karşılığı veremeyen derhal toplumsal prestijini, top­ lumsal yetkesini, halk arasındaki saygınlığını ve onurunu yiti­ rirdi. Bundan dolayı derhal karşılık vermek zorundaydı. Sözün· de dwmak, ahde vefa gibi şeyler böylece toplumsal bir yaptırıma sahip olmuşlardı.

·

Bugiinkti KürUer'de Potlaç: Potlaç'ın bir izine bugOnkO Kürt oymaklarında rastlanır. Bu iz, kfroeUk kun.unu'dır. Bir ba­ ba oğullannı sünnet ettireceği zaman ilkin her çocuğuna bir ve bulur.

kir­

Kirvenin iki görevi vardır: Birincisi çocuk sünnet olurken onu bir yastık üzerine oturt­ tuktan sonra çocuğu onun dizleri arasına verirler. Klıve, çocuk çırpınmasın diye kollannı elleriyle ve bacaklarını da bacaklarıy­ le sıkıca tutar. Böylece sünnetçi işini büyük bir güvenlik ile yapmak olanağını bulur. Kirvenin ikinci görevi. sünnet düğünün bütün giderlerini kesesinden harcaması ve sünnet yapan ailenin bireyleriyle bü­ tün çağrıhlara, dahası bütün köylülere, oba halkına ayn ayrı ar, mağanlar ve özel giysiler (hllat} vermesidir. Fakat kirve bu giderleri büsbütün karşılıksız olarak yap­ maz. Çocuğun babası, kirveye bu giderlerden daha değerli ol­ mak üzere büyük armağanlar sunmak zorundadır. Eğer çocuğun babası kirveye onun giderlertne üstO.n hediye­ lerle karşılık vermezse, halk arasında bütan onur ve saygınlığı­

nı y1tlrlr. Bundan dolayı kirvenin büyük giderlert bir tür borç sözleşmesidir (ikraz mukavelesi) ki. kamuoyunun kınaması gibi yaygın. fakat çok güçlü bir yaptırıma sahiptir. Bu yaptınm saye­ sindedir ki manen ödünç verdiği tutarlan btrtkmiş olduğu fai­ ziyle birlikte almış olur. Bundan başka kiroeltk iki alle ara.sında akrabalıktan daha güçlü bir dayanışma ve yardımlaşma yaratır: dahası kadınlarla erkekler arasında kaç-göçQ kaldınr.

T.

U Tarihi -

f. 4

49


Bu kural, GOney TOrkmenler'de de varclı.r. Bunun K'O.rtler'e, GQney Tılrkmenler'den geçmJş olması ve s�dıç'lığın da bunun bir şekli olduğu k1mi belirtilerden anlaşılmaktadır.

Eakl Türkler'de Potlaç: Eski TO.rkler'de potlaça benzer ol­ dukça israflı, görkemli bir şölen vardı ki adı toy'du. "Dlrse Han hatununun sôzQyle ulu toy eyledi, hacet dlledl. Attan aygır. deveden buğra, koyundan koç kırdırdı. iç-Oğuz, Dış-Oğuz beylertni QstOne yığınak etti; aç görse doyurdu; çıplak görse donattı; borçluyu borcundan kurtardı ; tepe gibi et yığdı. Göl gibi kımız sağdırdı. (Dede Korkut Hikayeleri, s.6 / s.9) Eski Oğuzlar'ın hanlar hanı ve beylerbeyi ile birlikte yinnl­ dört Oğuz beyini kapsayan resmi toylarına şölen(•) adı verilirdi. Şölen ziyafetlerinde de aynı giderler ve israflar yapılırdı. Eski Oğuzlar'da keslnkes her gon obaların birinde şölen vardı. BQtQn beyler bu şölende toplanarak görllşmeye ve şölene katılırlardı. Bu yerlerin halkları da resmi divanlara katılmamak­ la blrllkte, ziyafete katılırlardı. Yerler, içerler, giyinir. kuşanırlar borçlan ver1llrdl. Gerçi bu şölenlerden hiç biri potlaç niteliğinde değildi. Eski Oğuzlar'da potlaç kurumunu, tam olarak yalnız Salur Kazan'ın evini yağmalatmasında görürÜZ. Salur Kazan, Korkut Ata zamanında Oğuzlar'ın beylerbeyi idi. Egemenlik görQnOşte Bayındır Han'da olmakla birlikte ger­ çekte Salur Kazan'daydı. " Kazan Qç yılda bir İç-Oğuz. Dış-Oğuz beylerini toplardı. Üç-

l"I A lnan'a göre "Eski lürklerde 'şölen' keltrneslntn bulunduğu şılp­ helldir. Eski lürkçede ön sesi (Anlaut) 'ş' olan kellmelere ancak VIII. yüz yıldan sonra rastlanır. Bunlann çoğu da yansıma (onomatop e) !ardır. Her halde 'şölen' kelimesi Farsçanın 'şllan' kellmestnın Türkçeye geçmiş şekli olsa gerek. " (Makaleler ve incelemeler, s. 265-268)

50


Ok. Boz-Ok yığınak olsa Kazan evini yağmalatırdı. Kazan Beyin adeti bu idi ki kaçan(•) evini yağmalatsa helaltnin elini alır, ev­ den dışan çıkardı. Bundan sonra evinde nesi var, nesi yok yağ­ ma ederlerdi. Yine Kazan evini yağmalatır oldu, ama Dış-Oğuz beyleri gel­ mediler, birlikte bulunmadılar, yalınızca iç-Oğuz beyleri yağma­ ladı.'"(Dede Korkut Hikayeleri, s.237/s. 1 65) Kazan böylece evini yağmalatmakladır ki hem İç-Oğuz, hem de Dış-oğuz azertnde bir prestij ve yetke (otorite) sahibi olmuş­ tu. Bu nedenledir ki bu kez Dış-Oğuz'u yağma toyunda bulun­ durmamakla onun üzerindeki yet.kesini derhal yitirdi, Dış-Oğuz beyleri bu haberi işitir işitmez derhal Kazan'a gelmeyi bıraktılar:

"Dış-Oğuz beylerinden Aruz, Emen ve geri kalan beyler bu­ nu lşltttler: -Bak baki Şimdiye değin Kazan'ın evi yağmalandı­ ğında hep birlikte olurduk, şimdi suçumuz nedir ki birlikte bu­ lunmadık, dedller. Ağız bir edip bütün Dış-Oğuz beyleri Kazan Beyi sel3.rnlama­ ğa gelmediler, kin başladılar. "(Dede Korkut. . . s.237 /s. 1 65) Dış-Oğuz beyleri, bununla da kalmayarak başkaldırma ha­ zırlıkları görmeye başladılar: "Anız Koca, pek kızdı. Dış-Oğuz beylerine adam saldı, çağır­ dı. Emen gelsin, Alp Rüstem gelsin, Dônebllmez Dölek Evren gelsin , geri kalan beyler hep gelsin dedi. Dış-Oğuz beyleri hep geldller. yığınak oldular. "(Dede Korkut . . s.239/s. 1 66) .

Aruz da Dış-Oğuz üzerindeki yet.kesini güçlendirmek için potlaça benzer bazı şeyler yaptı:

"Anız Koca ala, büyük otaklannı düze diktirdi. Attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kırdırdı. Aruz Dış-Oğuz beylerini ağırlayıp toyladı." (s.239/s . 1 66) ı•ı Kaçan:

ne zaman. 51


"Aruz batan beylere hllat giydirdi." (s.240/s. 1 67) Fakat Aruz evini yağmalatmadığı için tam bir potlaç yapmış olmadı.

işte görülüyor ki eski Oğuzlar'da gerçek bir potlaç vardı. Ka­ zan ilkin boyuna evini yağmalatarak onları, yani Sa!LU boyunu egemenliği altına aldı. Ondan sonra kendi kolu olan Oç-Oklar'a yani lç-Gğuz'a evini yağmalatarak onların tümünü egemenliği altına aldı. Daha sonra Boz-Oklar'ı yani Dış-Oğuz'u da yağma toyuna sokarak onları da egemenliği altına aldı. Eski Oğuzlar'ın ilkin cumhuriyetçi ;ve demokrat iken sonradan aristokratik ve feodal olması bu potlaçlann bir sonucudur. Oğuzlar'ın genel totemi ok'tur: �UZ=qk+Ôz çözümlemesi de gösteriyor ki �uz. "Ok Oymağı" demekti. Boz-Ok ve Üç-Ok kol­ larının totemleri de kendi (boy) adlarıyle anılır. Boyların totem­ leri de ongunları, sünüglert ve damgalanydı. Kazan toplulukla­ rın egemenliğini zorla ele geçirmek için sırasıyle bu totemleri ele ' geçirmişti.

İkili Sınıflandınna: Çtnliler'de yalnız bir tür ikili sınıflan­ dırma vardır. Bütün eşya yang ve yen sınıflarına sokulmuştur. Çinlilere göre yarıg uğurlu, yen uğursuzdur: erkek lle kadın bu sınıflandırmaya sokulmuş, erkek yarıg, kadın yen sayılmıştır. Bunun sonucu olarak Çinlller'de erkek uğurlu, kadın uğursuz sayılmıştır. Sa!) ve sol kavramları da bu sınıflandıımaya sokul­ muş: sağ yang sınıfına, sol yen sınıfına eş tutulmuştur. Böylece sağ uğurlu, sol uğursuz olmuştur. Sonradan bu anlayışların birçok toplumsal sonuçları doğ­ muştur. Kadının hukukça aşağı olması, erkekten kaçması gibi durumlar yen sınıfından olmasındandır. Sol-kolun sağ-kola eşit olmamasından da feodalizm ve emperyalizm doğmuştur. Eski TUrkler'de ise iki tı1rlü ikili sınıflandırma vardı: Birisi bı1tı1nı1yle Çin sınıflandırmasının aynıydı. Eski Tılrkler'de ak sözcüğü yang'ın karşılığıdır. Kara sözcüğü de yen'ln karşılığıdır. Çtnlller'de olduğu gibi ak uğurlu, kara uğursuzdur. ikinci ikili sınıflandırma da sağ ve sol sınıflandınnasıdır. Bu sınıflandırmanın iki yanı da uğurludur, yani aktır.

52


Birinci sınıflandırmada, iki yan birbirine tabu'dur, yani bir­ birine karşı tekfn değildir, çarpar. ikinci sınıflandırmada ise her iki yan birbirinin gereklisi ve tamamlayıcısıdır ve iki yan birblrtne eşittir. Eski TOrkler erkeği sa{) sınıfına, kadını sol sınıfına sokmakla, kadın Ue erkek birbi­ rine karşı tabu olmak şöyle dursun birbirinin gereklisi ve ta­ mamlayıcısı olmuştur. Bundan dolayı gerek siyasal. gerek eko­ nomik ve gQzel sanatlara ilişkin işlerde dalına birlikte çalışma­ ları gerekirdi.

Potlaçtan Sonra Toplumsal Smıflar: Eski Tılrkler başlan­ ·gıçta cumhuriyetçi ve demokrattılar. O zaman, doğal olarak ak ve kara sınıflandırmasına gerek yoktu. Fakat potlaç kurumu uygulandıktan sonra Türk ili içinde de egemen (hakim) ve ezilen (mahküm) sınıflar oluştu. özellikle alınan tutsaklar ezilen sınıfi­ nı oluşturuyorlardı. Bu iki sınıf oluşunca egemenlere ak·süyek=ak-kemlk. ezilen­ lere da kara-süyek=kara:kemlk adlan verildi. Bu iki sınıf, toplumsal katmanların birinci derecesiydi: Ka­ ra-kemik (demokratlar), ak-kemtk (aristokratlar), ilhanlık sülaleleri oluşunca bu iki katmanın üstünde üçün­ cü bir katman daha oluştu: Bu da sülaleden olan altın­ süyekler-:altın-kemikler'dlr. Tılrklstan ve Tıbet'te toplumbiltrnsel bir gezi yapan Grenard diyor kJ: "Kaşgar dağlarında üç çeşit renge sahip çadırlar görü­ lür: Kara Kırgızlar kara çadırlarda, (egemen olanlar) ak çadırlar­ da, Cengiz sülalesinden olan Moğollar kızıl çadırlarda oturur­ lar." Kızıl çadır, altın-ot�lann yerine geçmiştir. Çadırların bu üç rengine başka yerde de rastlanır: "Hanlarhanı Han Bayırdır, yılda bir kez, toy edip Oğuz bey­ lerini konukladı. Gine toy edip attan aygır, deveden bı..ıgra, 1"1 k0ı·ı bu�ra: de;ve

aygın.

53


yundan koç kırdırmıştı. Bir yere ak otak,('l bir yere lcrzd otak, bir yere icara otak kurdurmuştu: Kimin ki oğlu, kızı yok, kara otağa kondurun, kara keçeyi altına döşeyin, kara koyun yahnisinden önüne getirin, yerse yesin, yemezse kalksın, gitsin, demişti Oğ­ lu olanı ak otağa, kızı olanı kızıl otağa kondurun: oğlu, kızı ol­ mayanı Ulu Tanrı hor görmüştür, biz de hor görürüz, belli bil­ sin, demişti. "(Dede Korkut Hikayeleri, s. l /s.6-7) .

Bu sözler coğrafya terimi olarak da kullanılır: Ak-kwn, Kara­

kurum. Kızıl-kum

Toplumsal Katmanların Tanrılara Etkisi: Potlaçtan önce Eski Tllrkler'de tanrılar arasında katmanlar yoktu. Tanrılarla yer-sular birbirine eşittiler. Fakat potlaç sonucu olarak toplum içinde eşit olmayan katmanlar oluşunca tanrılar arasında da eşit olmayan katmanlar ortaya çıktı: Yeraltındakl Siyah gök'te yaşayan tanrılar kara katmanını oluşturdular. Yer-sular kısmen ak, kısmen kara sınıflarına bağlandılar. Yukankt gök'e bağlı olan tanrılar da altın sınıfına bağlandılar. Eski Tiirkler'de "Tanrı ilemi" (Lahut): Eski Türkler'de "Tann alemi" üç alemden oluşurdu: Yukankl gök, Orta dünya, Aşagıkı gök. Yukarıkl gökte tanrılar, Orta dünyada yer:sular, Aşağıkl gökte cehennem ve karanlık tanrıları yaşarlar. Şimdiye değin yalnız Yukarıkl gök ile Orta dünyadan söz ettik. Şimdi de Aşağıkl gökten olan tanrılar ve cinlerden söz edeceğiz. 1 6. AŞACIK1 GÔK

Oğuzlar'da ve Göktürkler'de Aşağıld Gök: Oğuzlar'da A!ja­ ğıki göğe ve orada egemen olan tanrıya Kara Yer, Gôktürkler'de ise Yagız Yer derlerdi. Yakut Tiirkler'inde Aı,ağıkl Gök: Radloffa göre Altay Türk­ leri'nde yukarıdaki on yedi kat. cennet ve lŞılc ülkesfni oluştu­ rur. l'l

54

otak: çadır bezinden yapılnuş büyük çadır.


AltayWar'a göre aşağıdaki yedi ya da dokuz kat da cehen­ yani karanlık ülkest'ni oluştururlar. Cennet ve cehennem katlan arasında Orta dünya bulunur ki yeryQzüdOr. Yakutlar'ın yeraltı hakkındaki düşünceleri belirsizdir. Onlara göre yeral­ tı.bizim dünyamızın aynıdır. Burada karanlık bizden ziyadedir. Hava boz renktedir. Burada yaşayan kötü ruhların sayısı ve ad­ lan belll değildir. Çünkü gerek şamanlar gerek cismaniler bun­ ların adlarını söylemekten korkarlar. Bununla birlıkte Seroşevs­ ki bazılannın adlarını öğrenebilmiştir. nem.

l)Kazir Kagatan (Kadir Kağan) Buray Tolon. Güçlü lılr ruh­ tur. Yalnız Ulu Toyon'a gücü yetmez. Göğün güney bölümünde bulunur: Bu yönde ona beyaz alınlı boz bir at kurl;>an edilir. 2) Çaday Buluh ki insanların gözüne zarar verir. Bun:'ı kan kırmızısı bir kul� inek sunulur. Bu inek kesilmez. Serbest ola­ rak kıra bırakılır. 3) Batıdaki ulusların kadını Meleşin Ayıt ile Simlgen Udagan ki bir çıngırakla tahtadan bir kap taşır. Udagan "kadın şaman" demektir. Bunların her ikisine arkadan dizlerinin iç yanı beyaz bir kula kısrak sunulur. 4) En güçlü kadın ruh Dılşün Dubah. Buna da beyaz başlı bir altın kısrak adanır. 5) Kıvata Kız Hatın. Buna da mavi ve beyaz benekli bir boz kısrak sunulur. 6) Keleti Uyuluı. Gtyün Kır. Keletı şamanlarca çok hırpalanan ruhlardan biri. Genç kızlara acı çektirir. Kanlarını bozar. onlara delilik getlrtr. Bunu yatıştırmak için şaman yere bir davul koya­ rak, kaymak üzerine erimiş tereyağı döker. Dahası para slkkele­ ıi bile saçar. Bu ruhların tümü Yeneml Yaya adlı dev kadının hemşlrele­ rtdir. Bunlardan çok uzak olmayan bir yerde. gökte. kış güneşi­ nin doğduğu yerde Daltyer Cunuk adlı kadın ruh oturur. Göğün güneyinde oturan bütün ruhlar çok güçlüdürler. Çoğunlukla in­ sanlara zarar verirler. Onları en çok hoşlandıran kurban, ağzı­ nın yansı beyaz. bumu kül renginde gözleıi beyaz olan açık ku­ la atlardır. Göğün balı yanında Şamanlar Prensi oturur. Bu. Ulu Toyon ailesinden bir şamandır. Buna kurban olarak çelik ren­ ginde beyaz lekeli gözleıiyle bumu arasında başı beyaz bir av 55


köpeği sunulur. Bu eskiden Nam ulusundan bir şamandı. in­ sanlara büyük felaketler gönderebilen korkunç bir ruhtur. Kuzeye doğru ve yera.ltında Yeraltindakt Yaşlt (Allara Uguy­ nur) oturur. Şimdi buna Satana adı veriliyor. Yakutlar, Hırtstl­ yanbğı benlinsedikten sonra Art-Toyon Tangara'yı Hırtstlyan inanışına gore 'Tanrı" saydıkları gibi, Yeraltındaki Yaşll'yı da "şeytan" saydılar. Buna beyaz alınlı ve beyaz gözlü ve kırmızı çizgili. altı yaşında bir dana sunulur. "Yaşlı"yla birlikte Siyah Karga Çang oturur. Bu Karga. zenginlerin evlerini ziyaret ede­ rek "tabl"(davul) çalar ve böylece hizmetçileri hasta eder. Doğuya doğru Beyaz Tatlı Hanım (Dopolo Baglaç Hotun) oturur. Baygantay ulusundan olan bu kadın baş ağrılan, mide hastalıkları, kemik içinde sancılar yaratır. Buna da beyaz bir tay sunulur.

Altay Türklerl'nde Yen!tı Göğü: Altayhlar'da yera.ltındaki "karanlık" ülkesi dokuz kattır. Bu katların to.mande cehenneme özgo. ganeşin korkunç ışıklan yayılır. Batan kota. ruhlar, yani insanların ardına takılıp daima otılara kötalak etmeye çalışan ruhlar bulunur. Altaylılar bu dOşman gaçlerlni Tiin Seritüs yani "cehennem" adıyle anarlar ki bu sözcük Tı1rkçede "cehen­ nem"anlamına olan tamu sözcüğılyle ilgilidir. Bu ruhların çeşitli türleri vardır. Cinler. Aynalar, KOmıösler, ôtkerler, Yaman Ozatler. Cehennemin bütün bu yerleşenleri üzerinde ho.kOm­ dar, göğün de egemeni bulunan Kara Han'dır. Kara Han'dan sonra cehennemin egemeni Erltk Han'dır ki, yeraltının beşinci yada dokuzuncu katında kara bir taht üzerinde oturur. ErlOc, Yerlik sözcO.ğOnıln bozulmuşu olabilir. Yerlik "yerli" demektir. öyleyse Erlik Han ile Yagız Yer=Kara Yer aynı kişidir. Erlik Han gök altında kendine bağlı olanlar ve yukarıda adlan geçen za­ rarlı ruhlarla doludur. Erlik Handan daha derinde Kazırgan var­ dır ki orada dünyada günah işleyenler suçlarının eşit olarak ce­ zalarını görürler. Erlik Han tümOmüzOn ona ait olmak.lığımız ve en sonra onun tarafından yok edileceğimiz için Erlik Baba adını almasına rağmen insanların en korkunç dOşmanıdır. insanlar korkmakla birlikte ona saygı duyarlar ve tapınırlar.

56


1 7. RUHLAR EVREN!

Animizm: "Kut" ve "Altın Itık":Budunbilimcilertn ve top­ lumbilirnctlerin mana dedlkler1 şeye Eski Türkler kut derlerdi. Kut, yaygın bir kutsall ıktır kl hangi şeyin ılzer1ne konarsa, onu kutsal kılar: Kutlu-dag, Kutlu-maral. Kutlu-kent (Hokand) gibi. Eski Tılrkler, kut'u gökten inen bir ışık(nur) sıltunu', bir al­ tın ışık olarak tasarlarlardı. Bu altın ışık hanı;ı:ı insana, hangi

hayvana hangi eşyaya değse onu gebe bırakırdı:l"ı

Başlangıçta yalnız toplumsal ruh vardı ki Jcut'tan başka bir şey değildi. Bireysel ruh. bireysel toteme yani bireysel yetkeye (velayet) sahip olduktan sonra oluşurdu. Bireysel ruha, eski Türkler eş adım verirlerdi. Eş, insanın öbür varlıkların dışında olan ruhlarıdır. İçteki ruha, gerçekte "nefs" anlamına olan tın adı verilir. Eski Tılrkler'de eş'in kuftan ayrılarak oluşması bi­ reysel ruhun toplumsal ruhtan ayrılarak oluşmasının bir örne­ ğidir.

Çurlar: Çarlar .da bu anlamadır. Mana dışında birtakım ruhlara da geçerek onları tzuk, yani mılbarek kılar. Eski Türkler iy1 ruhlara ak-çur ve ak-çar. kötO ruhlara da kara-çur ve kara­ çar derlerdi. Zaten, yer-sular ve tanrılar da ruhlar halinde başlamışlardı. Putlar (Fetlfler): "Kutlu cisimler" demektir. Mana birtakım cansız cisimlere konmakla onlara kutsallık verirdi. Kutsallaşan bu cisimlere put (fetiş) adı verilir. Eski Tarkler'de çok putlar var­ dır. Bunlar arasında, özellikle Yeşim taşı=Yad taşı belirtilmeye değerdir. Sanki yeşim taşının, yağmur yağdırmak, yangını sön­ dürmek, havayı gılzelleştlnnek gibi özellikleri varmış. Yeşim taşı bu kutsallığı "altın ışık"tan almış. Sanki bir gece gökten inen bir ışık sütunu bir "kayın ağacı" ile bir "fıstık çamı" O.Zerine inerek orada yeşimden bir kaya oluşturmuş. Eski Türkler Kutlu-d.aB diyerek tavaf ederlermiş. TOrkler'tn ululuğuna ve atılganlığına neden de bu tavafmış. Bir Çin elçisi, bir Türk hakanını aldatarak bu kaya üzerine sirke döküp etrafındaki odunları ateş vermiş. (") Bundan sonra gelen i ki satır, Totem ve Potlaç bölümüne aktarıldı 57


Kaya böylece yanınca parça parça dağılııuş. Elçi bu parçalan araba ile Çin'e taşımış. BOyll gücüne sahip olan bütün yeşimler Kutlu-dag'ın dünyanın her yanma dağılmış olan parçalanndan başka bir şey değildir. Ve ondan dolayı büyü gücünü ve kutlu­ luk özelliğini taşırlar.

Koruk: Koruk "tabu" demektir. Mana ile totemin doğurduk­ lan bir özelik de, bazı eşyanın koruk olmasıdır. Bir şey koruk olduğu zaman ona "tekin değil çarpar" deriz. Eski Türkler'de ak sanını alan şeyler tekin idi, hiç kimseyi çarpmazdı. Yalnız kara sanını taşıyan tekin değildi, değdiği insanlan ve hayvanlan çar­ pardı. Böyle olan şeylere "tabu" anlamına olarak koruk derlerdi. örneğin hakan ölünce adı koruk olurdu. Bundan dolayı yıllarca hiç kimse onun adını ağzına alamazdı . Aynı adı taşıyanlar adla­ nnı değiştirmek zorundaydılar. Hakanı anlatmak için de ona bir ölüm adı verirlerdi. Eski Türkler'de su da koruk idi. Bu nedenle­ dir ki kaplar ve giysiler su ile temizlenemezdi. Kimi hayvanlan, hizmetlerini ödüllendirerek serbest bırakırlardı. Bunlara da tzuk derlerdi. Anlaşilıyor ki tzuk sözcüğü de hem "mübarek" anlamı­ na hem de "tabu" anlamınadır. Eski Oğuzlar'da "totem" karşılığı olan ongun sözcüğü de "mübarek" anlamına olan onuk, oynuk sözcüğünden gelmiştir. (Cami-üt-tevarih) Yaku tlar'da şamanla­ ' nn totemine kllal l denildiğini yukanda gördük.

Altay Türklerl'nde: Türk evrendoğumunu (kozmogonlslnl) Altay Türklerl'nde görüyoruz. Bunlara göre hiçbir şey yokken yalnız iki varlık vardı: Kara Han ile Su Kara Han'dan başka gö­ ren, Su'dan başka görünen yoktu . Su, ezelden beri dalgalanan bir kaos değerindeydi, bir umman, bir karaltıydı. Kara Han bir "tlm-i ezelr' (evrenin yaratılmasına özgü bilgi) bir "kenz-1 mahfi" (gizli hazine) değerindeydi. Kara Han sonunda yalnızlıktan usandı. Kendisi gibi gören, bilen, yapabilen bir varlığın da var olmasını istedi. KişCyl yarattı. İkisi iki kara kaz gibi Su'yun üze· rinde uçmaya başladılar. Kişi, ruhça kanatsızdı: Kara Han'dan daha yükseğe fırlamak, daha yüksek yerlerde uçmak istiyordu. Kara Han, Ktşi'nln kalbinden geçen bu gururlu düşünceleri göı·ı Bk. A. inan, Yakut Şamanizminde lje Kııl (Makaleler

ler 1968, 58

s.

458·46 1)

ve

ln.celeme·


nlyordu. Buna ceza vermek gerektiğine karar verdi. Kişi' nJ n bil­ mek gücünü de, uçmak gQcüm1 de elinden aldı. Zavallı Kişi bir

taş parçası gibi gQçsı1z, hareketsiz suyun derinliklerine batma­

ya başladı. Kişi, işinin kötüleştiğini anladı. Tövbe etmeye, güna­

hının bağışlanmasını dilemeye başladı. Kara Han, ona acıdı. Bil­ mek, toprak üstünde yaşamak güçlerini kendisine yeniden ver­ di. Fakat "uçmak" güc11nü ona yeniden vermedi. Kişl'nin yaşa­ ması için şimdi bir toprak parçası gerekti. Kara Han denizin al­ tından bir yıldız yükseltti. Kişi'ye bu yıldızdan bir avuç toprak alarak suyun yüzüne çıkmasıru buyurdu. Kişi, bu bir avuç top­ rağı alırken, kendisi için gizli bir dtinya yaratmayı düşünerek bir parça toprağı ağzında gizledi. Yukan gelince Kara Han "elin­ deki toprağı suyun yüzüne at!"dedl. Kişi elindeki toprağı attı. Ka­ ra Han toprağa "Büyül" diye buyurdu. Toprak büyümeye , büyük bir ada halini almaya başladı. Fakat ayru zamanda Kişl'nin ağ­ zındaki toprak da büyüyordu. Eğer Kara Han işin farkında ola­ rak "Tükür!" diye buyurmasaydı, Kişi tı1küremeyecek, ağzı par­ ça parça olacaktı. Kişl'nin tükürdüğü toprak yerin üzerine saçı­ lınca bundan dağlar, dereler oluştu. Kara Han, bu büyük adayı boş bırakmamak için adanın or­ tasında bir çam ağacı yükseltti. Bunun dokuz dalı vardı. Her dalın altında bir yeni adam yarattı. Bu dokuz adamdan insanla­ rın dokuz soyu (ırk) üredi. Kara Han, insanlara kılavuzluk et­ mek üzere Yayık adlı bir melek gönderdi. Yayık insanları doğru yola götürmeye çalışırken, Kişi onları baştan çıkannaya. türlü türlü eğlencelere alıştırmaya uğraşıyordu. Kara Han, bu ahmak insanlara kızdı. Yayık'a "yeryüztinıl yerle bir eti" diye buyurdu. Yayık, yeıyüzünü mızrağı ile altüst etti. Yeryüzündeki birçok delik deşlkler de böylece oluştu. Kara Han, Kişl'yi de yer altın­ daki göğe kovdu ve adını Eri:k Han olarak değişlirdl. Kara Han. yeryüzünü kendi durumuna bırakınca yukarıda on yedi kat göğü yarattı. Kendisi onyedincl katı konut edindi. Oğlu

Bay Ülgen'!

oturttu. Bu büyük

on altıncı kat gökte, altın bir taht üzerine

tanrı,

hem barışın hem de adaletin en büyük

tanrısıdır. Yayık, Bay Olgen'ln oğludur. Göğün her katında. bir tanrı yerleştirdi. Yedinci katta oturur. Türkler'ce

güneş

Gün Ana.

altıncı katta Ay Ata

"kadın''dır. ay "erkek"Ur. Çocukların

59


hala,

Ay Dede

demesi

Ay Ata

deyiminden kalmadır. Üçı1ncQ

katta da cenneti, Sıirve dagı'nı, Süt bunların başkanı olan

�ölıl'nO. yarattı.

Yaytk'ı, Ayzıfı'"

Yayucılan,

hep burada yerleştirdi.

Kara Han. yukankl gökte bu yaratmaları yaparken, ErUk Han da aşağı.ki gökte kara bir ganeş yarattı. Orasını bu kara go.neşln siyah ışıklan ile ışıklandırdı. Kendisi kara bir taht O.ze­

rinde oturdu. Körmöslerl, kara azıitlerl, ötkerlerl yarattı. Bunlar da kendisinin melekleri, cinleri, şeytanlandır. Böylece

gen' ln Odill

Bay Ül·

tanrısı olmasına karşılık, Erlik Han da ceza tanrısı oldu. Danyanın öncesinde yukankl gök ile aşağıkl gök arasında bu savaşımlar olduğu gibi. danyanın sonunda da Erlik Han He Yayık arasında korkunç savaşlar olacak. Yeıyüza bu savaşlarla alt-ast olarak yıkılacak. İşte eski Türkler'ce kıyamet böyle kopa­ cak. Bu evrendoğum ak ve kara öğeslnln, nasıl ortaya çıktığını göstertr.

Bay Ülgen

ile

Erlik

Han'ın

tlhanlık dini bir tltn öbQr illeri ve budunları zorla kendisine bağlaması ile başlar. Çünkü bu siyasal değişimden, toplumlar içinde egemen ve ezilen. özgür ve tutsak olmak üzere lkl öge olu­ şur. Egemen olan 11 ak'tın bireyleri ak-kemJkler topluluğunu

oluşturur. Ezilen budunlar kara'dır. Bunlara kara ulus, gıln. oy­ mak da denlllr: hini ulusunu aldı glttl, ile gılne karşı. a oymak gi­

bi. Bir llln başka illere egemenliği Uhanlı.ktır. llhanlıkta yalnız egemen olan ilin bireyleri özgardar. l"l Yurttaş hukukuna sahip­

tir. işte ak ve kara kavram ları bu örgatten sonradır ki Türk ör­ gatonde bir uygulama alanı bulabildi.

1 8. DESTANSI

ÖYKÜLER (MENKIBELER)

Dokuz Oğuz Destansı Öyktts�: Bu destansı öykü bize hem Çin kaynaklan, hem de lran kaynaklarınca aktarılıyor. Bu duM

Ayzıt, Ayısıt olarak dQzelt!lmeli. (Y.Ç.) olarak geçen bu sözcüğün hürdür (özgürdür) ol­

t•ı Metinde sudur

ması gerekirdt. (Y.Ç)

60


rum gösteriyor ki, bu destansı öykü eski Türkler'ce oldukça önemliydi. ÇO.nkO. Tarkler'ce bQyO.k bir önem taşımayan bir şey, Çin ve İran gibi ulusların ilgisini çekemezdi. Bundan başka bu destansı öyküyü, gerek Çinlller'in ve gerek lranlılar'ın doğrudan doğruya Türkler'den aldıkları �paçık ortadadır. Birbirinden bu denli uzak bulunan bu iki ulus, bu destansı öyküyü birbirinden alamazlardı. (Bu lk1 kaynağın söylentileri, Köpn110zade Fuad Bey'in Türk Edebiyatı Tarihi adındaki yapıtının birinci kitabının 7 1 ve _72. sayfalarında yazılıdır.) Bu destansı öyküye göre Dokuz-Oğuzlar önceleri Kamlançu adı verilen bir o.Ikede otururlarmış. Burada TI.ıgla ve Selerıga adlı iki ırmak akarmış. Bir gece oradaki iki ağacın üstüne, gök­ ten bir ışık sütunu indi. Bu ağaçlardan blrt sılmil yani huş ya. da kayın ağacı (bouleau), öbün1 kasuk, yani Cihankiişa'.Ya göre "çarnfıstığı", Kaşgarlı Mahmut'a göre "fındık ağacı" olarak adlan­ dırılır. (Bu ağaçların ileride göro.Iecek olan dinsel ve büyüsel güçleri bu ışıktan gelmiştir.) Bu ağaçlardan birinin karnı şişti. Dokuz ay on gün sonra ağacın karnında bir kapı açıldı. İçeride ağızlarında gümüş emzikler bulunan beş erkek çocuk göründü. Daha çocuklar doğmadan, bu ağaçların çevresinde otuz ayak yarıçapında gümüşten bir daire oluşmuştu. Ağaçlardan müzik sesleri lşltlllrdl. (Müziğin dinsel büyüsel bir güce sahip ol­ ması da bundan lleri geliyor.) Gökten inen ışık sütunu, orada yeşim'den bir kaya oluşturmuştu. (Yeşimin dinsel büyüsel gaco de buradan gelir) O yakınlardaki Türkler, bu çocukları büyüttü­ ler. Adlarını Swıgur Tigln. Kotur Tigin, 1ükel Tigtn, Or Tigin, Bö­ gil Tigin koydular. Bunlar on beş yaşına gelince, baba ve anala­ rını sordular. Türkler onları, iki ağacın yanına götürdüler. "İşte bunlardan biri babanız, biri ananızdır" dediler. (Huş ağacının baba, çamfıstığının ana olması gerektiğini ileride göreceğiz.) Ço­ cuklar bu ağaçlara büyük bir saygı gösterdller. "Sevglll anamız, babamız" diye içten sevgilerini sundular. O zaman ağaçlar da dile gelerek çocukları için hayır duada bulundular. Sonunda, bir gün halk toplanarak Bögil Ttgin'i, han olarak seçtiler. Çünkü Böı]ıi, her boyun dilini ve obalarının sayısının biliyordu . Bögü'nün üç kargası vardı ki her yerde olup biten şeyleri kendisine haber verirlerdi (Çocukların hala kargalardan

61


haber sorması, bundan Uert gelir.) Bôgo Tigin bir gece dO.şOnde beyazlar giyinmiş ve elinde be­

yaz bir değnek (asa) tutan ak sakallı bir adam gördü . Bu yaşlı insan, fıstık biçtm1nde bir yeşim taşı göstererek (göksel ışıktan oluşan kaya olmalı) "TO.rkler, bu Kut-dağını ellerinde tuttukça, dört bucağa egemen olacaklardır." dedi.

Bôgü Han bir gece, otağında uyumak için yatağına glrmlştl. Birdenbire pencerenin açıldığını, lçertye göksel bir kızın girdiği­ ni gördO.. Bu kız meleklerden daha güzel. perilerden daha çekici idi. Bôgü Han, neye uğradığını anlayamadığından, gözlerini ka­ payarak kendisini uyuyormuş gibi gösterdi. Kız sağa döndü, so­ la döndO.. Genç hakanı uyandırmak için çok çalıştı. Fakat bir türlQ uyandıramadı. Sonunda umudunu keserek pencereden çıktı gitti. Ertesi gece kız yine geldi. Genç hakan kendisini derin bir uykuya dalmış gibi gösterdi. Kız, yine bu uykucu hükO.mda­ n uyandıramayarak çekildi gitti. Sabah olunca Bôgü Han. kızın yine geleceğini düşünerek, buna bir çare bulmak O.zere işi vezi­ rine açtı. Vezir dedi ki: "Hakanım, bunda korkacak bir şey yok. Belki tümümüzün sevineceği uğurlu bir durum var. Bu kız bir tanrıça olmalı. Gellşi size kutlu bilgileri öğretmek içindir. Yann gece yine gellrse, artık kendinizi uykuda göstermeyiniz. O za­ man Bôgü Han onu saygıyla karşıladı ve ona bir tanrıçaya gös­ terilmesi gereken saygıyı gösterdi. Bu kız, vezirin btldiğl gibi, gerçekten bir tanrıça idi. Bögü Ha n a yeni bir din öğretmek için gelmişti. '

Gök kızı, Bögü Han a "Arkamdan gel!" dedi. Genç hükümdar tanrıçayı izledi. Az uz gittiler, dere tepe daz gittiler. Sonunda Ak dağa ulaştılar. Orada Bögü Han'a yeni dinin gizli gerçeklerini anlatmaya başladı. Bundan sonra her gec� gök kızı otağa gelir, Bögü Han'ı Ak dağ'a götürürdü. Bu durum yüzlerce geceler sür­ dü. Bögü Han, yeni dinin bütan gtzlertni öğrendi ve bütün din­ sel ve büyüsel güçlere eıiştl. Bir gece artık bu esrarlı görüşmele­ rin son gecesiydi. Gök kızı veda ederken dedi ki: 'Yerde, gökte ne varsa tümünü öğrendiniz. Ben artık gelmeyeceğim. Yarından sonra dünyanın dört bucağını almaya başlayınız ve gösterdlğlrn yolda adalet yapınız. Size öğrettiğim gerçekleıi her yana yayınız!" '

62


Sabah olunca BOgıl Han kardeşlerini çağırdı. Her birini

bir

orduya atayarak. bunlan dört bucağın fethine gönderdi. Kendisi de bOyQk bir ordu ile Çln'ln Ozerlne

yQrOdO. (Dört bucağın din­

sel gocııno de ileride goreceğtz) TOmO akınlannda başarılı oldu­ lar. BOgQ Han. kardeşlerine demişti ki: "Doğal insanlar ve gOzel hayvanlar ve bitkiler gördükçe dalma ileri gidlnlz. Fakat başı in­

san, vücudu hayvan ya da başı hayvan, vücudu insan olan çir­ kin yaratıklar görmeye başladığınız anda, artık llerlemeyinlzl Çirkin yaratıklı Olkeler bize yaramaz. (BôgO Han, çirldn

olan

yaratıkları egemenliği altına almak istemiyordu. TOrkler'de este­ tik beğeninin eskiliği bununla da anlaşılır.) Sonunda belirlen­ miş olan zamanda Balasagun sahrasında bütün ordular toplan­ dı. Bögü Han tutsak edilmiş olan bOtOn ht1kümdarları birer bi­ rer katma aldı. Bunlar hep gazel yOzlO, düşOnceU, becerikli in­ sanlardı. Tümünü (yine) yerli yerine kendisine bağlı birer hldlv olmak üzere geri gönderdi. Yalnız Hint hükümdarı, çirkin bir adam olduğu için katına almadı. Onu hıdiv olarak 01keslne de göndermedi. (BögO Han dini, estetık bir din olduğu için, Bögt1 Han çirkinleri hükümdar olabllecek değerde görmüyordu.) Bögü Han'dan otuz göbek sonra, torunlarından Yulun Tigin tahta çıktı. O zaman Çin'de Tang sülalesi egemendi. Çinliler Türkler'den korktukları için fağfur, Kte-Ll.en adlı kızını hakanın oğlu Galt Tigin'e göndermeye karar verdi. Bir elçi eşltğlnde pren­ sesi gönderdi. Elçi :yolda Türkler'in goçlülük ve ululuğunun Kut daf)t adlı bir yeşim kayadan ileri geldiğini Oğrendt. Yulun Tigin'e dedi ki: "Hükümdarım size en değerli mücevherini gonderdt. Siz de karşılık olarak ona bir hediye göndermek isterseniz, bizce be­ ğenilecek

Kut dagı kaya parçasıdır. Bu kayanın sizce hiç bir de­

ğeri yoktur. Bunu hükümd anrna hediye ederseniz çok beğenJr. "

Yulun Tigin, Çin uygarlığına, kendi ulusal kültüründen daha çok değer veren uluşçu olmayan bir hükümdardı. Kut dağının otuz göbekten bert Türkler' in kutsal bir tavaf yeri olduğunu bile bilmiyordu. Türkler'ln ulusal o.Ik.asa sanki bu yalçın kayada bi­ çimlenmişti. Yulun Tigln bu ulusal simgeyi bir kızın bedell ola­ rak Çin hükümdarına vermekte hiç bir sakınca görmedi. Yalnız bunu nasıl götürebileceklertnJ sordu. Çin elçisi kayanın çevresi­ ne odunlar yığdı. Üzerine fıçılarla sirke döktü. Odunlara ateş verince kaya parça parça dağıldı. Elçi bu parçalan dikkatle top-

63


latarak, arabalarla Çin'e götürdü. Orada bılyücüler, bunu yağ­ ma ettiler. Her parçası, dünyanın blr köşesine gitti. Bunun bir parçası nereye gittiyse orada vertm, bolluk, mutluluk oldu. Türk yurdu ise tersine bıltün verimini. bolluğunu birden yitirdi. Kut dağı gidince Kamlançu'da bütün yeşillikler sarardı. lnnaklann,

derelerin suyu çekildi. Göğün rengi değişti. Bir sıkıntı başladı. · Bütün kuşlar yaban hayvanlar, evcil hayvanlar, dahası meme­

deki çocuklar "Göç, göç, göç!" diye bağnşmaya başladılar. Bir yandan salgın hastalıklar lnsanlan kırıyordu. Yedi gün sonra

Yulun Tigin öldü. "Göçl" sesleri sürüyordu. Türkler anladılar ki, bu ülkenin yer-sulan artık kendilerinden arda kalmasını istemi­ yor. Çadırlannı yıktılar. Eşyalanru çoluk çocuklannı hayvanlara yüklediler. Göç etmeye başladılar. Akşam olunca "Göç!" sesleri duruyordu. Sabahla birlikte yeniden başlıyordu. Turfan ülkesi­ ne gelinceye dek "Göç!" sesleri sürdü. Orada artık bu sesler ke­ sildi. Demek ki buranın yer-sulan kendilerini kabul ediyordu. Tuıian'da yerleştiler. Beş ordunun torunları, galiba beşli örgütü koruyorlardı. Bundan dolayı olacak ki oturduklan yere Beş­ baltk yani "Beş kent" adını verdiler. (.Kaşgar'da eskiden altılı ör­ güte sahip bir ulus oturmuş olacak ki o ülkeye Altı-kent adı ve­ rilirdi.) Bu destansı öykü. kut'un - ortaya çıkışını bildirdiği gibi, Türkler'ln ilk göçünün de kuta değer vermemelerinden dolayı . yapıldığını açıklıyor. Bizans tarihçilerinin söylentilerine göre Av­ rupa'dan gelen Hunlar'ın önünde köpeğe benzer bir hayvan kı­ lavuzluk edermiş ve "Göç, göç, göç!" diye bağırırmış. Türkler ne zaman ulusal kültüre değer vermeyerek yabancı kültüre değer vermişlerse ve kendi uluslannı beğenmeyip başka ulusların öy­ künücüsü (taklitçisi) ve tutkunu olmuşlarsa, böyle bir göç fela­ ketine uğramışlardır. Kut dağ, ulusal bilincin bir simgesinden başka bir şey değildi. Onu Çinltler'e vermek, oldukça büyük bir günahtı. Göç bu günahın cezası idi.

Oğuz Han Destansı Öyküsü: üguz dini,

Oğuz Han adlı bir

yiğitle başlar. Türk geleneği, Oğuz Han'ın soykütüğünQ şöyle saptamıştır: TOrkler'in ilk atası Türk Han ya da Ebülce Han dır Çadır yapmasını tikin düşünüp bulan bu kişidir. Bunun Tutuk, Am'

64

.


lak, Barsacar, ÇfbU adında dört oğlu oldu. ı·ı Türk. Han'dan sonra yertne Tutuk Han geçti. Bu, bir gıın ge­ yik avlamıştı. Geyiği kebap ederken , bir parçası yere dı1ştı1. Me­ ğer orası tuzla imiş. Kebap tuzun verdiği tat ile oldukça lezzetli oldu. Tutuk, bu lezzetin topraktan geldiğini anladı. Böylece tuz bulundu. Tutuk'tan sonra Köyük Han ve Elçi Han başkan oldular. Bun­ lardan sonra Dib-yabgu Han1""1 tahta çıkb. Bunun BOgü Han oldu­ ğu ve ilk Türk dininin bunun tarafından kurulduğunu gördük. D!b -Yabg u'dan sonra birtakım hükOrndarlar gelip geçiyor. Sonunda Alınca Han tahta çıkıyor. Bunun zamanında inanışlar bozuluyor, tapınmalar bırakılıyor, kutsal kavramlara uyma kal­ mıyor. Alınca Han'ın iki oğlu vardır. Mogol Han, Tatar Harı. Mo­ ğol Bögr1 hi, Tatar Tat Eri olarak açıklanabilir. Tat "inansız (cahi­ li)" demektir. Demek ki bu dönemde Türkler inanlı ve inansız adlarıyla iki bölüme ayrılmışlar. Bu iki şehzadenin adlan, bu !ki bölümün unvanları olsa gerek. Moğol Han'ı, şimdiki Moğollar'ın atası saymak yanlıştır. Çünkü göreceğimiz gibi Oğuz Han ve bütün TCırkler, bunun to­ runları sayılıyor. Tatarlar'ın ise o zaman Mançuıya'da oturan Avar, Suvar ve Cücen budunlarının atalan olduğunu göreceğiz.

Mogol Han'ın torunlarıyla Tatar Han'ın torunları arasında uzun zamanlarca savaşlar olduğunu da göreceğiz. Moıfol Hanın dört oğlu vardır: Kr1r Han, Küz Han. Or Han. Kara Han'!""l

Gguz Han, işte bu Kara Han'ın oğludur. Oğuz dünyaya ge­ lince, üç gün Oç gece anasının düşüne geldi. "Hak dini kabul etl'l Prof. Dr. Z. V. Togan, Ebülgazi'nin her ild yapıbndakı bu dört adı lüng, llak, Ban>gan ve Çiğa olarak saptanuştır (Um.ı.İmt Türk Tarihine Giriş, 1 970; l. 27,42 1 , Not: 16 1). Bahaeddin ôgel'lri kitabında ıse Tutuk, Halrol (?), Barsacar ve Amlak olarak gösterilmiştir. (Türle MUDlç/tsl 1, s. 377) Mu­ harrem Ergtn'ln hazırladığı 1Urlderin Soy Kutıiğıl'nde (tarihsiz) 1ütelc, ÇigU (ÇekeO . Barsçak (Berseç�. Amlak (Eml� olarak okurunuş. (s. 24) ı••ı Dlb-Yabgu Han'ın adı Bakuy Dip Han olarak da okunuyor. (M. Ergin, 1ürklertn Soy kCıtügü: tarihsiz, s. 24) ı-ı Moğol Han'ın dört oğlunun adı Muharrem Ergln'ln kitabında Kara Han, Kür Han, Kır Han � Or Han olarak geçiyor. (lüriclerln Sa,/ Kütüğü., s. 25). T. U. Tarihi - F.

5

65


rnezsen açlıktan ölOrüm de sOtOnO ernmernl" dedi. Anası hak dini benlnısedl. Oğuz ondan sonra sütQnO emdl.

Gguz,

bir yaşına gelince, babası gelenek olduğu için bir şö­

len }"dptı. Budunun buton büyüklerini çağırdı. Bunlara: "Oğlu­ muz bir yaşına geldi. Buna bir ad koyunuz." dedi. Bunlar söz söylemeye fırsat bulmadan Oğuz derhal söze başladı. "Benim adım üguz'dur" dedl. Bunun Ozerine ona bu adı verdiler. 'oğuz evlenecek yaşa gelince, babası ona kardeşi Kür

Han ın '

kızını al­

dı. Oguz kızı kendi dinine çağırdı. Kız babasının, anasının di­ ninden ayrılmayacağını söyledi. Oğuz bu kızdan ayrıldı. Babası

ona ikinci amcasının, yani Küz Han' ı n kızını aldı . Onunla da ay­ nı sonuç ortaya çıktı.

Oğuz bir gon avdan dönerken, bir çeşme başında kızlann çamaşır yıkamakta olduklarını gördo. Bunlann arasında QçQn­ cO amcası Or

Han'ın

kızını tanıdı. Kızı yanına çağırarak konuş­

tu. Öbür amcalarının kızlarından kendi dinine girmedikleri için ayrıldığını, eğer bu dini benimserse, kendisiyle evlenmek istedi­ ğini söyledi . Kız dedi ki: "Ben hangi dinin hak olduğunu bil­ mem. Fakat sana govenlm vardır. Sen hangi dinde olursan ben de onu seçerim." Bunun Ozerine babasına başvurarak bu Oçün­ cO kızla evlendi. Bir gün Oğuz uzak yerlere ava gitmişti. Kara Han ailesine şölen verdi. Sôz arasında Oğuz'iın niçin önceki eşlerini isteme­ diğini sordu. Gelinler Oğuz'un önerisini anlattılar. Sorun tehli­ keliydi. Kara Han, budunun ululannı çağırarak danıştı. Oğuz'u avda yakalayıp öldürmeye karar verdiler. Kara Han haber gön­ dererek budununu ava çağırdı. Bu sorundan haber alan küçı1k gelin, Oğuz'a hemen işi bildirdi. Oğuz da kendi yandaşlanna ha­ ber gönderdi. Fakat bunlar azlıktılar. Kara Hanın kardeşlerinin birçok oğullan vardı. bu aralık onlar da hep Oğuz'un yanına geçtiler. Oğuz. onlara

Uygw- sanını verdi. Sonunda savaşta Kara

Han kimin attığı bilinmeyen bir okla vuruldu. Oğuz babasının tahtına çıktı. Oğuz, hükümdar olduktan sonra din savaşlanna başladı. Birer birer bütan Türk budunlannı kendi dinine soktu . Bu sa­ vaşlann aynn tılan Oğuz Han'ın

66

Carni-üt-teoarih'te

yazılıdır.

Gün Han. Ay Han, Yıldız Han.

Gök Han, Dag


Han. Deniz Han adlannda altı oğlu oldu. Bunlardan Oğuz ilinin altı oguşu oluştu. tik üç şehzadeden doğan oguşlara Boz-Ok, son O.ç şehzadeden doğan oguşlara Üç-Ok denildi. Birinciler Oğuz ill'nln sağ-kolunu, ikinciler sol-kolunu oluşturdu. Destan­ sı öykü, bu bOlOmlendlnnenln nedenini şöyle anlatıyor: Bir gon Oğuz Han bı1yük oğulları Gün, Ay, Yıldız Hanları gı1ndoğusu yönüne, kı1çı1k oğullan Gök, Dağ, Deniz Hanları gı1nbatısı yönüne ava gönderdi. Bunlar birçok avlarla birlikte, buldukları şeyleri de getirdiler. Bayt'.ik kardeşler bir küçük kardeşler ise aç

altln yay, altln ok bulmuşlardı. Oğuz Han altın ya­

yı üçe bölerek her birini büyük şehzadelerden birine verdi. "Size

Boz-Ok, denilecek. Oğuz ilinin sağ-kolunu oluştun;ıcaksınızl Ok yaya bağlı olduğu için hılkümdarlık sizin soyunuzda kalacak, kılçük kardeşlerinizin soylan, vezir ve emir olarak, onlara bağli olacaklar." dedi. Üç altın oku da küçük şehzadelere vererek ve : "Siz de Oğuz ilinin sol-kolunu oluşturacaksınız! Ve büyük kar­

deşlerlntze bağlı olacaksınız!� dedi. Sonra her şehzadenin dör­ der oğlu dünyaya gelmekle, her oguş dörder bOya ayrılmış ve Oğuz 111, yirmi dört boyu kapsamıştır. Bu örgütün niteliğini de Hende göreceğtz. Oğuz Han, Oğuz ilini düzenledikten sonra bunlara altı birle­ şik budun da ekledi. Bunlar Uygur, Karluk. Kankll. Kıpçak, Ka­ laç, Agaç-Eri budunlanydı. Demek ki, Oğuz ilinin altı oguşu ile altı da ulusu vardı. Oğuz destansı öyküsı1, Uygurca bir metinde başka bir bi­ çimde anlatılıyor. Bey'tn mıştır:

Radlotrtan aktarılarak. Köpn1lüzade Fuad

1Urk Edebiyatl Tarthi'nde (kitap 1, s. 58-61) şöyle toplan­

"Oğuz doğduğu zaman yüzü mavi, ağzı ateş gibi kırmızı gö­

zü, saçı ve kaşları siyah bir dünya güzeli idi. Annesinin meme­ sinden ilk sütü emdikten sonra bir daha emmedi. Yiyecek iste­ di, söz söylemeye başladı. Kırk günde büyüdü; dolaşıp oynuyor­ du. Oğuz'un ayaklan öküze, vücudu kurda. göğsü ayıya benzer­ di. Böğürleri kıllı idi. At san'.isü güder. beygire binerek izinsiz avlanırdı. Günler geceler geçti, delikanlı oldu. O sırada bu ülke­ de büyük bir orman vardı. içinden dereler. ırmaklar akardı,

G7


hayvanlar, kuşlar çoktu. Bu ormanda. bOyfilc blr canavar da vardı: beygtrler1 parçalayıp yer, lnsanlan yutardı. Yiğit Oğuz bu­ nu öldürmeye karar verdi. Bir gan mızrak, ok, yay, kılıç, kalk.an ile ata atlayarak ava gitti. Bir geyik yakaladı. Bu geyiği bir av kırbaçı ile bağlayarak çekildi gıttl. Sabah oldu, gün doğarken oraya geldi. ne var ki canavar onu almıştı. Bunun üzerine bir ayı yakaladı, altın işlemeli kemeriyle bir ağaca bağlayarak çekil­ di gitti. Sabah oldu: Gün doğarken oraya geldi. ne var ki cana­ var ona da almıştı. Artık Oğuz ağacın altına yerleşti. Canavar yeniden gelince başıyle Oğuz'un kalkanına çarptı. Oğuz mızrağı ile onun kafasına vurarak öldürdü. Kılıcıyla da kafasını kesti. çekildi gitti. Yeniden geldiğinde bir akbabanın onun barsaklan­ nı yemek için geldiğini gördü: Onu da öldürdü. Oğuz, bir gün tanrıya tapınıyordu. Birdenbire ortalık karar­ dı: Gökten mavi bir ışık düştü, güneşten ve aydan parlaktı. Oğuz ona karşı gitti: Bu ışığın ortasında tek başına bir kız otu­ ruyordu. Çok güzeldi. başında Kutupyıldızı gibi yanan parlak bir işaret vardı. O denli güzeldi ki gülünce mavi gök de galayor, ağlayınca mavi gök de ağlıyordu. Oğuz onu görünce, aklı başın­ dan gitti, sevdi aldı. Günler, geceler geçti. Oğuz'un bu kızdan aç oğlu oldu: Gün. Ay, Yıldız adlarını verdiler. Oğuz bir gün ava git­ mişti. Uzaktan bir gölün ortasında bir ağaç ve ağacın kovuğun­ da yalnız bir kız gördü. O denli güzeldi ki görenler bayılır, süt ya da kımız olup akardı. Oğuz onu görünce, aklı başından gitti, sevdi aldı. Günler, geceler geçti. Qğuz'un bu kızdan üç oğlu ol­ du: Gök, Dag, Deniz adını verdiler. Oğuz Han bir şölen (yani ge­ nel bir ziyafet) yaptı. Şölenden sonra tıginlere ve halka buyurdu ve dedi ki: "Ben artık sizin bakanınızım. siz bana hizmet ede­ ceksiniz!" Sonra dört yana buyruklar vererek. hakanlardan bo­ yun eğmelerini diledi. "Bana bağlı olanlara armağanlar verip dost bileceğim. Olmayanları düşman bileceğim. " dedi. O vakitler sağ yanda Altun Kaan vardı. Oğuz'a annağanlar, altınlar gümOşler, akik ve zomratler gönderdi. Solda Urum Ka­ an vardı. Birçok ordulara, kentlere sahipti. Bu kaan Oğuz'un fermanını dinlemedi. O vakit Oğuz ordusunu hazırladı. Sancağı­ nı çekti, atına bindi. Kırk gan sonra Buz d.ag eteklerine geldi. " Bir sabah Oğuz'un yurduna1 1 gon ışığına benzer bir ışık l"l Yurt burada "otağ, büyük çadır" anlamında kullanılmıştır.

68


girdi: içinde boz tüyhl. boz yeleli erkek bir kurt gorandü ve Oğuz'a yol gOstennek istediğini söyledi. Ondan sonra kurdun arkası sıra gittiler. Sonunda kurt

ldtl Müren

kıyısında durdu.

Oğuz'un askeıi de durdu. Orada siyah bir adada savaşa girişti­ ler. Irmağın suyu kan daman gibi kıpkırmızı oldu. Sonunda

Unun Kaan kaçtı. Ülkesi. hazinesi. halkı Oğuz'a kaldı. Onun Urus Beg adlı bir kardeşi vardı. Urus Beg, oğluna dağ tepesinde Tering Müren arasında sağlam bir kent ısmarlamıştı. Oğuz o kente doğru yürOdü. Urus Beg oğlu haber gönderdi: "Bizim mutluluğumuz senin de mutluluğundur. Tann bu toprağı sana bağışlamış. ben sana başımı veıir, mutluluğumdan geçertm." dedi. Oğuz "Sen bana çok altın verdin ve kenti iyi korudun, sakla" çledl. Bundan onun adı da Saklab oldu. Yeniden ordusu Ue idil'! geçti. Orada büyük bir hakan yaşıyordu. Oğuz onun da ardına düştü: "İdil suyundan akacağım" dedi. Orduda Ulug Or­

du Eşpüteng

adında bir tlgln vardı. Burası çok ağaçlık bir ülke

olduğundan, onlardan kesti, ağaçlann Qzerine binerek ırmağı geçti. Oğuz yülerek dedi ki: "Sen de benim gibi bir hakan ol, sa­ na Kıpçak densin." Yeniden yoluna gitti. Bu aralık boz tQylü. boz yeleli kurt yeniden göründü: "Ordu ile yür\lyerek tiginlert, halkı buraya getir, ben önden size yol göstereceğim." dedi. Yü­ . n:ıdüler. Oğuz Han vadide bir (alaca) 1 , aygıra bindi, onu pek se­ viyordu. Fakat at çölde gözden yttıverdl. Burda yüksek bir dağ vardı. Tepesi her zaman

karlı

olduğundan

Buz dag

derlerdi.

Oğuz atının kaçmasına çok üzüldü. Orduda büyük yiğit bir ti­ gın vardı. Yüksek dağa tırmandı. Dokuz gün sonra Oğuz'a atını getlıip verdi. Her yanı

karla

birçok hediyelerle birlikte

bembeyaz olduğundan Oğuz ona

Karluk adını verdi. Ve birçok tıglnlerln

üzeıine han yaptı. Yeniden yola dOzaldıller. Yolda büyük bir ev gördü. Damı altından. pencereleri katışıksız gılmüşten ve de­ mirdendi. Kapısının anahtan yoktu . Orduda

Tômürdü Kagul ad­

lı akıllı bir adam vardı. Oğuz ona: "Burada kal, aç, sonra ordu­ ya ger dedi ve

Kalaç adıru verdi. Yeniden yola düzüldüler. Yine

bir gıln boz saçlı. boz yeleli kurt. birdenbire durdu. Ordu da ona uydu. Burası e kilir bir ova idi.

Çürçet derlerdi.

B urada bü­

yük bir budun yaşardı. ı•ı Uygurca metinde "alaca" anlamında çokur sôzcQğQ geçiyor. (Bk. M. Ergin, Oğuz Ka!jan Destanı, 1970)

69


Birçok beygirleri, sığırları inekleri vardı; birçok altın ve gamaş­ lere, elmaslara sahiptiler. Bunlar Oğuz'a karşı çıktılar. Ok ve kı­ lıçla şiddetli bir savaş oldu. Oğuz üston geldi. Çürçet Han'ın ba­ şını kesti, halkını kendisine bağladı. Burada birçok mallar ele geçti. Fakat yük hayvanları, katır, öküz pek azdı. Oğuz'un ordu­ sunda Barmakluk Çosun Blltg adlı akıllı bir adam vardı. Hemen bir kağnı yaptı, mallan oraya doldurdu. Hayvanları da koştu. Herkes onun gibi arabalar yapıp eşyasını yükletmeye başladı. Oğuz Han bunu görüp güldü. Ve ona Karıldı (Kağnılı) adını ver­ di. Yeniden yürüdüler. Boz saçlı, boz yeleli kurt önde idi. Tan­ gut ve Şagam ülkesine gittiler. Birçok savaşlardan sonra Oğuz aralan da ele aldı. Oldukça gizil bir köşede çok zengin, çok sı­ cak bir ülke vardı. Adına BaçaJ<l•ı derlerdi. Burada birçok yaba­ nıl hayvanlar, av kuşları yaşardı. Halkın yüzü siyahtı. Hakanı Masar adlı birisiydi. Oğuz onu da yendi, kaçırdı, ülkesini .eline geçirdi. Oradan atına binerek Qlkesine yurduna döndü. Oğuz Han yanında beyaz sakallı, koyu saçlı. pek akıllı bir yaşlı vardı. Pek anlayışlı, pek iyi düşünür bir adamdı. Bir bakıcı olan bu adamın adı Ulug Türk idi. Bir gün düşünde, bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Bu altın yay, doğudan batıya dek uzanıyor ve bu üç ok, gece yönüne uçuyordu. Uyanınca bunları Oğuz'a bildirdi. Ve bir öğüt verdi. Oğuz onun öğüdünü tutarak ertesi sabah, büyük kardeşleri, küçükleri çağırdı. Dedi ki: "Artık yaşlandım. Benim için artık hükümdarlık kalmadı. Gıln, Ay. Yıl­ dız siz güneşin doğduğu yöne; Gök. Dag. Deniz siz de gece yö­ nüne gidiniz!" Çocuklar bu buyruğu yaptılar. Gün, Ay, Yıldız birçok hayvanlar, ve kuşlar öldürdükten sonra altın bir yay bul­ dular ve babalarına getirdiler. Oğuz yayı üçe ayırdı: "Ey büyük kardeşler, yay sizin olsun. Yay gibi oku göğe fırlatınızl" dedi. Ôbür üçü birçok hayvanlar ve kuşlar öldürdükten sonra çölde üç gümüş ok buldular ve babalarına getirdiler. Oğuz oku üçe ayırdı: "Ey küçük kardeşler, ok sizin olsun. Yay oku atar. siz de ok gibisiniz." dedi. Bunun üzerine büyük bir kurultay topladı. H�rkesl çağırdı. Obasının sağına. kırk kulaç uzunluğunda ı·ı Baçak, 1ürk Mitolq/isi' fde

70

Barkan biçiminde okunmuş (s. 1 25)


bir sırık dikti. Tepesine blr altın tavuk ve tavuğun ayağına be­ yaz bir koyun bağlattı. Sol yanına kırk kulaç uzunluğunda blr sınk dikti, tepesine bir gümüş tavuk ve tavuğun ayağına bir si­ yah koyun bağlattı. Sağ yanda Boz-Oklar oturuyordu. Sol yanda Üç-Oklar oturuyordu. Böylece kırk gün, kırk gece geçirerek, eğ­ lendller. Bundan sonra Oğuz yurdunu, oğullan arasında bôlüş­ türd ü: 9Ey oğullarım. çok yaşadım, mızrakla çok savaştım. çok ok attım, çok aygırlara bindim. Düşmanlan ağlattım. dostlan güldürdüm. Gôk tannya her şeyi feda ettim, size de yurdumu veriyorum" dedi. Dede Korkut Kttabl'nın Blrtncl Oğuzname'slnln konusunu oluşturan Bogaç Han'ın da Oğuz Han olduğu düşünülebllir. Bo­ gaç "boğa" sözcüğünden tQremedir. Boğaç on beş yaşına gelin­ ceye değin adsızdı, bu yaşta döğOş lçln hazırlanmış bir boğayı yenerek öldürdükten sonra Bogaç adını aldı. Babasının kırk yi­ ğidi Boğaç'ı kıskandık.lan için, izinsiz ava çıkıyor diye kendisine iftirada bulundular. Babası, onu öldOrınek lçln blr sürgün avı düzenledi. Avda oğlunu okla yaraladı. Halk kitapları arasında Şah lsmall adında blr kitap vardır ki bunun başkişisi de Oğuz Han'dan başka blr şey değildir. Şah lsmatl de on beş yaşına de­ ğin adsız kalıyor. Ona da babası düşman oluyor. o da Oğuz Han glbl üç kızla evleniyor. Bu dört örnek karşılaştırmasından Oğuz Han destansı öyküsünün ortak bir biçlmi çıkanlabllir.

Şane Destansı Öyküsü.: Şane, TOrkler'l Cücen Tatarlan'nın egemenliğinden kurtaran yiğittir. Şane, Moğolcada "güç" anla­ mınadır. Börte Çtn0=Şane, "bozkurt" demektir. Türkler'! Ergene­ kon'dan, yani ulusal yıkımdan kurtaran bu Şane adlı yiğittir. Hakanlye devletinin kurucusu olan Karluk bakanlan, lslarnlık döneminde bile Şane'nln çocukları olmakla övünüyorlardı (MLl­ ruc-Llz-zeheb) Kendilerinin Şane'den geldiğini söyleyen yalnız Göktürkler değildi. Oğuzlar ve Cengiz zamanında Moğollar, kendtlertni Şa­ ne'nln çocuklan sayıyorlardı. Zaten Moğollar katışıksız Oğuz ol­ duklannı tlert sürüyorlardı. Ergenekon destansı öyküsü yanlış olarak Göktürkler'e bağlanmıştır. Camt-iıt-teuarth ve öbür kay­ naklar Ergenekon'u, Oğuzlar'a dayandırıyor. Gerçi Ergenekon Oğuzlar'da, Dokuzoğuzlar'da, Göktürkler'de, Karluklar'da ortak-

71


tır. Çünkü tOrnünün gelenek ve destansı Oykasande kurt kurta­ ncılığı varclır. Bundan başka CQcenler'e karşı ilk başkaldıranlar

Huei-Hular ya da Talaslar yani Oğuzlar'la, Dokuz-Oğuzlar'dır

(De Guignes). Tı1rk bağunsızlığı bunlann başkaldınsıyle başlar. GöktQrkler sonradan CQcen boyunduruğundan kurtulmuşlar­ dır.

Huel-Hular'da "Kurt" Deatanm. Öyküaii: Hiung-nu hükOrn­

darlanndan birinin oldukça gazel iki kızı vardı. Bir gOn kendi kendine bu denll gazel kızlan ademoğullanna vermek uygun

olup olmayacağını düşündü ve sonunda onlan doğrudan doğru­ ya tanrıya sunmaya karar verdi. Bu amaçla kendi imparatorlu­

ğunun sının üzerinde boş bir yer seçerek çok yüksek bir kule · yaptırdı. Ve tanrıdan, kızlarını kendisine eş olarak almasını ya­ kararak ve dileyerek. onlan götQrQp kuleye bıraktı. Sonunda kulenin önünde yaşlı bir kurt gözüktQ. Kulenin dibine yapışa­ rak gece ve gündüz ulumaya başladı, dahası orada kendisine bir in yaparak üç ay hiç kımıldamadan orada kaldı. Kızlardan biri, kardeşine dedi kl: "Babamız bizi tanrıya sunmak için bura­ da bıraktı. Sakın bu kurt tann tarafından gelmiş ohnasın?" Ve hemen kuleden inerek kurdun yanına gıttı; onun eşi oldu. Ço­ cuklar doğurdu. Ve Huei-Hular onun soyundan türedi( ı J

Huei-Hular'ın bu destansı öykQsQ, bu budunun kendisine

kurt soyundan saydığını gösterir. Sancaklannın başında "kurt başı" bulunması da bunu doğrular. 121 Gerek bunlar ve gerek Talaslar, Kanklılar, Oğuzlar ve Göktürkler, seslerinin kurt sesi­ •

ni andırdığını ileri sürerler. Kurt sesi çıkarmaya çalışırlardı.

Ergenekon Deatanaı Öyküaii: Moğollar'a yani oguz soyuna füınn padişah olmuştu. Tatarlar'ın hanı da Sevinç Han dı. Mo­ '

ğollar o yandaki bütün budunlardan daha kalabalık oldukları için tümünü ayn ayn ezerlerdi. Moğollar'dan çok darbe yiyen Se­

vinç Han. Kırgız Han'ı ve öbür harılan kandırdı, hep birden Moğol­

lar'a karşı ayaklandırdılar. Sonunda hile ile onlara üstün geldiler.

( I J KöprülQzade Mehmet Fuad,

(2) A. g. y.

72

Türk Edebiyatı Tarihi, c.I,

s.

69. (Z.G.)


Moğollar hep bir arada yaşadıklan için, dQşmanlan onlan orta­ dan kaldırdılar. Yalnız llhan'ın Ktyan adında bir oğlu vardı ki o yıl evlenmiştl. Bir de Nukuz adlı bir yeğeni vardı. Bunlar eşleriy­ le birlikte düşmanların ellerinden kaçıp bir ülkeye geldiler. Ora­ da at, davar, deve çoktu. Bunlar bu malları sQrerek. bir sarp dağ içinde kar yığılı bir yola uğradılar. Bu yol çok tehlikeliydi. Fakat oradan geçtiler. Yalnız bir tek yolu olan bu dağın içertsi geniş ve güzeldi. Akarsular ve çeşmeler, türlü sebzeler, yemiş­ ler, av hayvanları vardı. Hayvanlannın kışın etini, yazın sOtüml ylylp içtiler. Derisini giydiler. Dağların kan ertdl. Oraya Ergene­ kon dediler. Bu iki adamdan çok soy Oredl. Dört yüz yıl burada kalıp çoğaldılar. Sonunda buraya sığmayacaklarını anlayarak. çıkmaya karar verdiler. Fakat yol bulunmuyordu. Bir demirci dedi ki: "Burada demirden bir dağ var, onu erttellm." Hemen da­ ğın geniş yerine bir kat odun, bir kat komar koydular. Yetmiş dertden kôrOk yapıp, yetmiş yere de koydular. Birikip körükle­ diler. Derhal yüklü deve çıkabilecek denli yol oldu. Çıktılar ve Tatarlar'dan intikam aldılar. Bu sırada hükümdarlan Börte Çi­ no (Bozkurt) idi. ı·ı

Tukyular'ın Destansı Öyküsü: Tukyular'ın destansı Oyka­ sü iki biçimde Çin tarthlerine geçmiştir. 1 - Hlung-nular"la aynı clnstan olan Tukyular, Hlung-nu ill­ keslnln kuzeyindeki Su krallığından çıkmışlardır. BaŞkanlan Ka-Pan-pu'nun on altı kardeşi vardı ki, bunlardan birtslnin ana­ sı bir kurttu. Kurttan doğmuş olan Y-Uhs-Nii-Chouocttıms, rüz­ garlara ve yağmurlara hükmediyordu. Düşmanlan öbür kardeş­ lertnl yok ettikleri zaman bu, doğal olarak o yıkımdan kurtuldu. Bunun iki eşi vardı: btrt Yaz tanrısının, öbünl Kış tanrısının kı­ zıydı. Bunlardan da ikişer oğlu olmuştu. Kendi budunu bu ço­ cuklann en büyüğü olan Na-Tu-Lu-Şfyl hükümdar yaptılar; o za­ man Tukyu adını aldı. Bunun on eşi olduğu için çocuklarından her biri annelerinin adını almışlardı. Kurt (A. -see-na) bu adlar­ dan blrtydl; ve bu adı ilk taşıyan hükümdar A-Hlen-Chi idl. 2- Tukyular ilkin Batı denizinin (Sl-Hai) -veya Hazar denlzlnln ı·ı A. g. y. s . 67

73


batı kıyılarında oturuyorlardı. Komşu bir budun bunları bO.tö­ nüyle yok e ttL Yalnız bir delikanlı kaldı ki, onu öldürmeye cesa­

ret edemeyerek ellerini ayaklarını kesip büyü.k bir bataklığa bı­ raktılar. Burada bir dişi kurt ona baktı , yiyecek getirdi, hayatını kurtardı. Bu sırada kurt bundan gebe kaldı. Komşu budunun hükümdarı bunu gidip öldürmek için bir asker atadı. Asker git­

tiği zaman, kurdu delikanlının yanında gördü . Kurt bu aralık bir tannnın yard ımına erişmiş gibi delikanlıyı oradan alarak de­ nizin doğu yanına geçirdi ve bir dağın üstüne indi. Bu dağ, Kao­

Çang ülkesinin kuzeybatısmdaydı. Dağın eteğinde bir mağara vardı. Kurt oraya girdi. Orada yeşilliklerle dopdolu ve lklyüz ztı genişliğinde bir alan buldu. Orada on oğlan doğurdu ki bunlar­

dan biri aile adı olarak A-see-na (Şane) adını aldı. Öbür kardeş­ lerinin en zekisi olduğu için, biraz sonra hükümdar oldu. Ve so­

yunu unutmadığını göstermek için çadırın kapısı önüne üzerin­ de bir kurt kafası bulunan bir bayrak dikti. Sonunda birçok soylardan sonra A-Hien-Chi bunlara hükümdar oldu ve budu­ nunu oradan çıkararak C ücenler'ln uyruğuna girdi.

Öbür Destansı Öyküler: Tanrısal öyküler (O.stureler) , tanrı­

lara Uişkln maceralardır. Destansı öyküler (menkıbeler) de yiğit­ lere yani yan tannlara ilişkin olarak gösterilen maceralardır. Gerek tanrısal öykülerin, gerek destansı öykülerin iki toplumsal rolü vardır:

Birincisi törensel roldür. Yani bu tanrısal öyküler ve destan­ sı öyküler bir toplanma sırasında şiir ya da düzyazı olarak mO­ ı.ik ve dansla bir arada ve ayn olarak okunursa, dahası bazen dinsel bir trajedi halinde oynanırsa büyü ile ilgili dinsel bir etki yapar, ya da büyük bir sevap kazanılmış olur. lklncl rolü inanç­ la ilgllldlr. Bu rolde değer, destansı öykünün konusunda ve an­ lamındadır. Destansı öykünün aktardığı olay, herhangi bir ör­ gütün ya da kurumun nasıl oluştuğunu açıklamak ister. Des­ tansı öykülerin birinci rolünü, Dede Korkut Kitabı'nın (on iki) Oğuzname'sinde görüyoruz. Ozanı, bunları , yirmi dört boy beyi şölende hazır iken, hanlar hanına hitap ederek okur. aynı za­ manda kopuzunu da çalar. Müslümanlarda "mevlid-i şerif' okuma

(•) Li: Çinliler'e özgü bir uzunluk ölçüsü. Çağlara ve sülalere göre değişmesine rağmen 1 km'dcn uzundur. 74


nasıl törensel nitelik taşıyorsa, bu Oğuznameler de eski Oğuz TO.rkleıi için öyleydi. Destansı öyktllerin açıklayıcı rolüne gelince, bunu özellik.le llhanlık dininde egemen olan U'in egemenliğinin açıklanmasında görüyoruz. llhanlıkia bir 11. ak·kemik tanınıyor, öbürleri kara­ kemik sayılarak, bu lltn uyruğu altına giriyorlar. Egemen olan il'ln ak-kemlkliğlnl açıklayan. işte bu destansı öykülerdir. Yuka­ rıda Dokuz Oğuzlar'ın Oğuzlar'ın ve Göktürkler'in nasıl tannsal ve kutsal bir nitelik taşıyan bir güçten ürediklerine inanıldığını gördük. Egemen olan 11. kanm yetkesini taşımak için kutsal ol­ mak gerekir. Kutsal olmak için de ya bir totemin, ya bir tanrı­ nın sülalesinden gelmesi koşuldur. Tann kadınlara ya bir ışık sütunu, ya da bir hayvan ve bazen de bir insan biçiminde görü­ nür. Bunlardan birisinden gebe kalan bir kadın tanrısal çocuk­ lar doğurur. Bunlardan türeyen bir ilin egemenliği, kamu yetke­ sini taşıyor sayılır.

Bögü Han ve Oguz Han destansı öykülerinde ışık sütunu­ nun, totemlerin. göksel kızların varlığı gösteriyor ki , bütün Türk destansı öyküleri, ilhanlık dininin izlerini taşıyor. Her budunun, her ilin kendini kutsal tanıması, ve öbür topluluklardan üstün görmesi doğaldır. Zaten budun ve 11 dönemlerinde de evlenme toplumun içindedir. Bir birey kendisine yalnız kendi budunu­ nun ya da ilinin kızlarını eş olarak görebilir. Bütün bu olgular. toplumun' tanrısal bir kökenden gelmesi inancı ile açıklanabilir.

Alan-Kova- '"1 Alan-Kova adlı bir melikenin çadınna gökten yeşil gözlü bir tarın iner. Alan-Kova bundan gebe kalır. Kayı sü­ lalesi bunun iki oğlundan ürer (Şecere·i Türki.ye) Kırk Kız-Sagın Han adlı bir Kazak hükümdarının kızı. bir sabah erken kırk cariyesiyle birlikte gezmeye çıkarlar. Daha gü­ neş doğmamıştı. Bir ırmağın kıyısına gelirler. Irmağın üzerine göğün ışık sütunu indiği için, sulan gümüş gibi parlaktı. Kızlar suyun güzelliğine hayran olarak parmaklarını suya daldınrlar. Bu değme sonucu tümü gebe kalır. Hükümdar, bunların tü­ münü bir dağa sürer. Orada bunların soyu çoğalarak Kırgız bu­ dununu oluştururlar. ı·ı A. lnan'ın Makaleler ue lncelemeler adlı kitabında Alan-Kova des­ tanı öyküsünün Alan-hoa, Alangova, Alankuva, Alan Hoca, Alan-Kua, Alan-gua adlarıyla anıldığı görülür. ( s. 70-n2; 72, 72-n, v.d.) 75


Hia Prensesi- Bu inanış. Çlnliler'de de vardır. Hla sOlalesl­ nln ilk anası olan prenses. bir gece dolaşırken bir yıldızın ışığın­ dan gebe kalmıştır. (De Gulgne s, c.I, kısım: 1. s. 8) Geleneğe göre Japon sOlalesl, goneş kızıyle bir kuşaktan; Tibetlller bir prensesle bir maymundan; Kırgızlar'dan bir boy. bir prensesle bir kızıl köpekten yaratılmışlardır. Eski Türkler'de, bu destansı öykOlert açıklamak için, yılda bir kez doğal cinsel isteğin coşkusuyla oluşan bir aşk gecesCne inanırlardı. Bu aşk gecesinde kadın her neye dokunsa gebe ka­ lırdı. ÇOnkO, bu gece ışık sOtunu-kl buna Altın Işık da diyeb111rtz- her şeyde görOnOrdO. Altın Işık bazen gazel bir erkek biçi­ minde bir kadının yaruna gelirdi (Alan-Koua) , bazen bir yıldızın ışığı ya da bir ırmağın suyu aracılığıyla değdiği bir ağacı ya da 1 bir kızı gebe bırakırdı, Bu aşk gecesi, her tl'ln, kendisine tanrısal bir kutsallık. gök­ sel bir doğruluk (isabet) vermesine yardımcı oluyordu. Altın lşık'tao doğan insanlar ak-kemik olurlardı, öbür budunlar ise kara-kemik kalırlardı. Aşk gecesinde tanrılar, tanrıçalar ve insarılar arasında se­ vişmeler geçtiğinden birtakım mitolojik öykOler (Ostureler) doğ­ muştur ki birkaçını aşağıda belirteceğiz.

1 9.

TANRISAL AŞK ÖYKÜLER! (ÜSTURELERlJ

Günet Hanım: Yakutlar'a göre, ınu Toyon. Ay Toyon'un kızı Güneş Hanım'a aşık olmuş. ınu Toyon. Altaylılar'da Ugan. Oğuz­ lar'da Gök Han'dır. Ay Toyon Altaylılar'da Bay Ülgen. Gök­ türkler'de Gök Tann, Hakaniye Türklert'nde Bayat'tır. ınu To­ yorı. babası Seçen'e der ki: "Ay Toyon'un göğOne çık; bana, onun kızı GOneş Hanım'ı iste! Ne denli çok ağırlık isterse , hiç esirgeme, kabul et." Seçen. hemen göğe çıktı, Ay Toyon un otağına gitti. "Oğlum kızınızı sevmiş. Onu oğluma verir misiniz?" dedi. Ay Toyon, "Pe'

76


ki veı:trtm. fakat iki nişan isterim. Biri dalga; göl incisi, biri se­

rap: çöl incisi.•

Seçen, bu haberi oğluna getirdi. Ulu Toyon istenilen iki ni­ şanın elde edilmesini kolay gordü. Yerüstünde ve yeraltında ne kadar cinler. periler. ruhlar varsa tümünü çağırdı. 1'11rn ü geldi­ ler. Ulu Toyon dedi: "Ey yiğitleri İçinizde benim istediğim iki ar­ mağanı bana getirmeyi kim üzerine alacak? Bu iki armağını bulmak. getirmek çok kolaydır. Bir dalga: göl incisi. biri serap: çol incisi." Topluluktan bu öneriyi üstlenecek hiç bir yiğit çık­ madı. Ulu Toyon önerisini yineledi. Yine yanıt veren olmadı. Üçüncü önerisinde, bir kurt ile bir karga ortaya geldiler. Bu iki armağanı getirmeyi üzerlerine alıyorlardı. Fakat. kurt dalgayı tutabilmek için uzun bacaklar istiyordu. Karga ise serabı göre­ bilmek için keskin gözler istiyordu. Ulu Toyon istedikleri şeyleri onlara verdi. "Haydi yiğitlerim! Gidin bana dalga ile serabı geti­ rin" dedi. Bu iki yiğit yola düştüler. Aradılar. taradılar, çalıştılar, uğ­ raştılar. Ne kurt dalgayı tutabildi. ne de karga serabı ele geçire­ bildi. Yüzyıllar geçti. Bir türlü iki armağan gelmedi. Ulu Toyon istenilen nişanları veremedi ve Gt1neş Hanım'ı alamadı.

Çolbu Hanım: Yakutlar'ca Zühre'nln adı, Çolbu Hanım'dır. Bu genç kız. Ülker yıldızını seviyor. Ülker de Çolbu Hanım için yanıp tutuşuyor. Ne zaman ki Çolbu ile Ülker bir hizada birleşir­ ler, kalpleri atmaya. göğüsleri kabarmaya soluklan gürleşmeye başlar. Bu soluklar, birer dalga olur. Derhal kasırga çıkar, orta­ lığı birbirine katar. Bundan dolayıdır ki Yakut Türkleri Zühre ile Olker bir hizaya geldiği zaman ürkerler. Öksüz Kız: Bir kış günü. öksüz bir kız su almaya gidiyordu. Vücudu yan çıplaktı. Çıplak ayaklan kardan şişmişti. Kamı aç­ tı. kulakları soğuktan donmuştu. Gözleri yaşlıydı. Elinde demir bir bakraç vardı. Çeşmeye gidiyordu. Birdenbire bir kasırga koptu. Ay, yukandakl köşkünden b u zavallı kıza bakıyordu. De­ di ki: "Kesinkes üvey anası bu kıza eziyet ediyor. " Kıza acıdı. Kız o sırada bir çalının içinde yürüyordu. Ay. çalıya buyurdu: "Kızı al, gell" dedi. Derhal çalı, bir at oldu. bir yandan gök alçaldı, bir yandan çalı yükseldi. Kız. bakracıyla birlikte göğe geldi. Şimdi, ayın durumdan duruma geçmesi, hep Ôksüz Kız'ın 77


geçirdiği olaylara bağlıdır. tık gece Ay, bir yay gibidir. Kız bOyü­ d O kçe Ay da bayar. Fakat bazen başlar. O

zaman

kız otağa girer, halı dokwnaya

Ay, sevg111sini göremediğinden özlemle yüzü ye­

n i aya (hilale) döner. Bazen kızın keyfi coşarak bakrac ıyle b irlik­ te gôle koşar, O zaman Ayın yaza, dolunay olur. Bundan başka gökte bir Beyaz Ayı vardır ki

Öksüz Kız'ı sev­

diği için Ay'ı tutup boğmak ister. Fakat ona gücü yetmez. Yirmi beş gan. Ay üstün gelir. Yalnız aç gün (Beyaz)Ayı astan gelir. İşte bu zamandadır ki Ay görünmez.

20. 1SlNLER'DE DiNSEL TAPINMALAR VE BÜYÜSEL TÖRENLER

Talnler:

Tsin Türklert'nde yılda beş tapınma yapılırdı: İlkba­

harda Gök Han'a

koyun kesll1rd1. Yazın Kızıl Han'a kuş. sonba­ kışın Kara Han'a domuz kurban ed111rd1. Yılın ortasında da Ugan'a öküz kurban ed111rd1. harda

Ak Han'a köpek,

Hlung-nular'da yılda aç büyük tapınma yapılırdı:

1) Yılın ilk ayında hakan ve hatunun başkanlığı altında bü­ tün ugınler, şadlar, yabgular. tudunlar, tarhanlar, iç ve dış buy­ ruklar, özetle batan beyler, ak budun ve kara budun, hakanın ordugahına toplanarak bayram yaparlardı. Bu bayramda kur­ ban kesilerek zengin, yoksul herkese ziyafet çekilirdi .

2)

Yılın beşinci ayında Lung-Cheng'de ikinci bayram yapılır­

dı. Burada bayak bir kurultay biçiminde bütün beyler ve halk toplanırdı. Kurbanlar kesilip yenildikten sonra koşular ve oyun­ lar yapılırdı.

3)

Oçünca bayram, sonbaharda yapılırdı . Atların besili oldu­

ğu bu zamanda Tai-l{ng'de büyük bir toplantı yapılırdı. Tan­ ju'nun otağı şamanlarca kutsal tanılan solda kurulurdu. Otağın kapısı da batıya bakardı. Bu toplantıda her Utn boylan her bo­ yun bireyleri, atlan sürüleri sayılırdı. O yıl içinde ortaya gelen artma veya e ksilme, Tanj u'ya ve kurultaya sunulurdu. Kurultay süresince Tanj u her sabah GQneş'e ve her akşam Ay'a tapın­ mak üzere otağından çıkar ve herkes kendisine uyardı. 78


Cenaze Töreni: Eski 1'l1rkler'ln dininde atalara tapmak, ya­ ni Manlzm yoktu. Cenaze törenini çok görkemli yapmak, yalnız Mantzme özg\l. değildir. ôlamden sonra Olülerln ruhları akraba­ lan için çok tehlikeli olur. Bu tehlikeyi engellemek içindir ki ol­ dukça tantanalı cenaze töreni yapılırdı. Cenaze için toplanıp ağ­ lamağa yug adı verilirdi. Y�'a bütün bildiklerden yuğcular ve sıgıtçılar (nevvahe: ağıtçı) gelirdi. Bunlar kendi kendilerini yara­ layarak yüzlerini yırtarak her yanlannı kan içinde bırakırlardı. Bilge Han'ın yuğuna Çin, Kırgız. Otuz Tatar, Dokuz Tatar, Tür­ keş vd. uluslardan yuğcular gelmişti. Bunlar dost hakanlardan birini balbal (yas bayramının başkanı) seçerek yuğ töreninin yö­ netimini ona verirlerdi. ı·ı Cenazelerin gömülmesinde de birtakım törenler yapılırdı: Tabut, cenazenin toplumsal yerine ve serveti­ ne göre altın, gümüş, mücevherat, vd. değerli şeylerle süslenir­ di. Cenaze mezara götürülürken, hlzmetçllert, cartyelert birlikte gider, efendilerinin hizmetine eskisi gibi hazır bulunurlardı. Ce­ naze götürülürken birçok yiğit gençler de birlikte bulunurlardı. Ay görünür görünmez, cılasunlar savaş manevrasına başlarlar. Ay batıncaya değin bu manevra.lan sürdürürlerdi. Kunlar'da mezar yükseltmek geleneği yoktu. Kül Ttgin ln ölümü üzerine, doğuda Göktürkler'ln uyruğu sayılan Çin imparatoru bütün bir sütun Ozerlne ölünün başın­ dan geçen olayların yazılmasını ve Türkler'de gelenek olduğu gi­ bi heykelinin dikilmesini ve adına bark yapılmasını buyurarak, sarayına bağlı altı sanatçıyı bu işle görevlendtnnlştl. Bilge Han'ın ölümünden sonra başsağlığı için memur gönderdiği gibi bark yapılmasını ve dikilecek mengütaşın (bengütaş) yazılması­ nı da buyurmuştu. '

Demir Bayramı: Ergenekon'dan çıkan Oğuz Türklerl'nde her yıl belirli günde Demir Bayramı yapılırdı. Bir demir parçası ateşte ısıtıldıktan sonra hakana özgü altın örs üzerine konulur­ du. l'I Z. Gökalp. burada balbal sözcüğünü yanlış anlamda kullanmış­ tır. Bu aslında RadloH'un bir yanlışıydı. Doğrusu şudur: balbal "ölünün öldürülen düşmanı adına dikilen heykeli" (H.N. Orkun, Eski 1ürk \'"azıt­ lan, 194 1 , c. IV, s. 16): "Öldürülen dı1şmanın heykel!" (M. Ergtn, Orhun

Abideleri. 1 970. s. 89; T. Tekin, Orhon Y=tlan. 1 988, s. 1 22)

79


Halfan elindeki altın çekiçle demire vuratak demirci taklidi yapardı. Bundan sonra sevlçli oyunlar ve koşular yapılırdı.

Kımız ile Kurban: Yakutlar'ın en büyük tannsı olan Art To­ yon Aga kendisine tapma yerinde kurban kesilmesini istemezdi.

Gençlerin kendi şerefine dokuz bardak kımızr dokuzar kez içme­ sini isterdi. Gençler Ayhal Uruy Ayhal bağınşıyle bu kımızlan içtikten sonra sevinçli oyunlar ve yarışlar başlardı. Kımız içilme­ si de bir tür kurban törenidir.

Ayzıt'ın Yaz Töreni:

Bölamünde anlatılmıştır.

Altay Türlderl'nde Bay filgen'e Kurban Kesilmesi: Bu tö­ ren, bir huş ağacı ormancığında yapılır. Türkler huş ağacına sıl­ mü derler. Bir huş ağacının etrafında bir yurt yapılır. Ağaca do­ kuz kertik açılır. bu kertlkler göğün dokuz katını bellrler. Şa­ man elindeki çalgı aletini çala çala dans eder ve her aşamada bir kertlğe erişerek, oranın durumunu şarkı aracılığıyla anlatır. Sonunda dokuzuncu basamakta Bay Ülgen ln sarayına çı­ karak, ondan bağışlanmasını diler ve kurbanını sunar. Altay TOrkleri'nde bu törene kadınlar katılmaz. Çünkü. bu erkeklere özgo bir bayüsel törendir. '

Büyüsel Tören: Altay TOrklerl'nde kadınlara özgü büyüsel törenler evde yapılır. Evde bir ölüm olmuşsa ölQnün ruhunu ev­ den çıkanp uzaklaştırmak için bu büyüsel tören yapılır. Bunda da törenin esası bir kurbandır. Huş ağacı ormancığında Bay Ül­ gen e kurban sunulduğu zaman açık renkli bir hayvan seçiUr. Ôhlnün ruhunu uzaklaştırmak için evde yapılan törende ise. kesilecek hayvan koyu renkli olmak gerekir. Çünkıl Erlik Han'a sunulacaktır. Bu törende kadınlar bulunabilir. '

21.

TOYONlzM VE ŞAMANlzM

Avrupa bilginleri, eski Türk dinini Şamanizm'dan ibaret sa­ nırlar. Oysa Şamanizm, eski TOrkler'ln dinsel dizgeleri değil. bü­ yüsel dlzgeleridlr. Şaman "kahin" ve "sihirbaz" demektir.

80


Eski TO.rkler'in din başkanlanna toyon derlerdi. Sihirbazlara da kam derlerdi. TlbetlJler bu sOzcOğıl kaman biçimine soktular. Avrupalılar da buna şaman kılığım verdller. Şamanizmin din olmayıp bir boya. olduğunu aşağıdaki ka­ nıtlar gösterir: 1) Baya. dinin karşıtına değer verir: Eski Tark dini, sag'ı kutlu tanırdı. Şamanizm ise sol'u kutlu tanırdı. 2) Din, sağ'da oturan erkeğe değer verirdi. Şamanizm ise sol'a bağlı bulunan kadına değer verirdi. 3) ilkel toplumlarda din ulustur (millet), büyQ. ise kozmopo­ llt'tlr. Bir adam dini ayn, ulusu ayn, soyu ayn şamanlara baş­ vurabilir: fakat kendi dininden ve toplumundan olmayan din başkanlarına başvuramaz. Büyü, tıp gibi kozmopolittir. Fakat, din öyle değlldlr. 4) Şamanizmin bir din olmadığı, bir şamanın başarılı olmak için kadın gibi saçını kesmesinden, bıyığını, sakalını tıraş ettir­ mesinden, kadın giysisi giyip kadın tavırları takınmasından, cins lllşkllerlnde kadın rolü oynamasından, dahası gebe kalıp birtakım (balık, fare, kertenkele, vd.) hayvanları doğurmasından anlaşılır. Bu gibi karşıt eylemler büyüyü, dinden ayırır. 5) Bir de bir şamanın bir doktor gibi yalnız müşterileri var­

dır. Din başkanının ise müşterileri değfl lnandaşları (müminleri) vardır. 6) Eski TQrkler'in dinine Toyontzm. din başkanlarına da to­ yon denilirdi. Eski TQrkler din kitaplarını ve genellikle dinleri

nom adıyle adlandırırlardı. Toyon dininde olanlara da nomiler derlerdi. 7) İslamlıktan sonra Oğuz ilinin karnını ozan adı altında gö­ rüyoruz. Yakutlar şamana oyun derler ki ozan'dan türediği bel­ lldlr. Yakutlar dişi şamana od.tgan derler.

8) Toyonlar, din başkanları oldukları gibi, aynı zamanda si­

yasal başkalardı. Örneğin Oğuz'un ylrmldört beyi lle llbeyt. to­ yonlardandır. Eski Yunan sitelerinde de din başkanları siyasal başkanlar­ dır. Din tôfenlerlnl bunlar yönetirlerdi. 9) Şamanlar hem sihirbaz ve kahin, hem de sınır hastalıkla· rını iyileştiren bir tür dinsel doktorlardı. Uzvi hastalı.klan iyileş· tinnek için eski TO.rkler'ln otacılar'ı ve atasagwılar'ı vardı. Uzuv· T. U. Tarihi · F.

6

81


lar dışındaki ruh ve sinir hastalıklannı iyileştirenler de şa· man'lardı. Bugün psikolqjtk tyileşttmıeler denilen iyileştirmeler de o zamanlarda şamanlann uzmanlığı içindeydi. 1 0) Toyonlzm, bir yandan dtlzenlJ siyasal örgüte bağlı oldu- . ğu gibi, öbür yandan da tann alemindeki (lahut) tannlar örgü­ tüne bağlıydı. 1 1) Şamanlann bireysel totemleri ve koruyuculan hep ka­ dındır. Toyonlann tanrılaşmış ataları ile potlaç aracılığıyle bi­ reyselleşmiş olan totemleri ve koruyucu ruhları hep erkektir. 12) Şaman dans, mtlzik ve şUr sanatlarının büyüsel güçle­ riyle manevi sözgeçerllklerini sağlarlardı. Şamanın şamanlığa özgü kadın giysisini andıran şamanlık giysisi vardı. Buna birta­ kım çıngıraklar vb. takılırdı. Ellerinde şamana özgü bir tef ya da davul vardı. Tören ya­ parken küçük bir kamçı ile ona vururdu. Bu sözcüğü çözürnle­ yellm: Kamçı: Kam + çı. Gön1lüyor ki bu sözcüğün içinde şaman anlamına olan kam sözü vardır. Bu birleşmeye göre kamçı sözcüğünün anlamı "şa­ mana özgü" dür. 1 3) Şamanlara özgü büyüsel törenler, iki türlüdür: Biri yaz törenleridir kJ ak şaman aracılığıyle yapılırdı. Öbürü kış törenle­ ridir kJ kara şaman aracılığıyle yapılırdı. Birincisi beyaz gıysi, ikincisi siyah giysi giyerdi. 14) Şaman törenlerinde birincisi huş ağacı ormancığında ye­ niden kurulan bir yurt içinde yapılırdı. Kadınlar bu törene katı­ lamazdı. İkinci bölümü evde yapılırdı: Buna kadınlar katılabilir­ lerdi. Birincisi Bay Ülgen e karşı yapıldığı için beyaz. yani açık renkli bir hayvan kurban edlllrdl. İkincisi bir ölüm olduğunda, ölünün kötüleşmiş ruhunu evden uzaklaştırmak için Erlik Han ııı-dına yapılırdı. Erlik Han'a da siyah renkli ya da koyu renkli bir hayvan kurban edilirdi. "

/

Blrtnclsl ak şaman'ca, ikincisi kara şaman'ca yapılırdı. Bu örneklerden anlaşılıyor ki büyü de ak ve kara olmak üzere iki bölümdü. 1 5) Toyonlar, yalnız atalan olan yer-suya ya da tanrıya, sa­ hip olduk.lan toteme ya da ruha başvurabilirlerdi. Şamanlar ise bireysel totemleri ve koruyucu ruhları aracılığıyle bütün ruhlara

82


toternl�re ve tanrılara başvurabilirlerdi. 16) Şamanların tanrılarla vb. dinsel simgelerle lllşklsl oğul ile baba arasındaki sevgi, saygı ve şetkat duygularına dayanıyordu. Şarnanlann totemler, ruhlar ve tannlar OZertndekl etkisi ise büyüsel zorlama ve baskı sonucuydu. Tannsal alemden olanlar toyonlara isteyerek, şamanlara ise ister istemez, baya gücünün zorlama ve baskı altında baş eğerlerdl. 17) Toyonizm sag'a ve şamanlzm sol'a bağlıdır. Bunlann simgeleri olan erkek ile kadın da bu nedenle eşittirler. Erkek ile kadının eşitliğinden kadının erkeğe karşı hukukça eşltllğl. kadı­ nın erkeğe karşı bir tabu değil. bir tamamlayıcı, kadınınl"l her işte erkeğe katılması zorunlu olması, örtünme ve haram, kaç-goç gibi kadını erkekten ayıran geleneklertn olmaması ve tersine ka­ dını erkeğe her işte ortak ve tamamlayıcı yapan geleneklertn varlığı gibi kurallar doğmuştur. 18) Toyonluk kalıtsaldı. Çünkü tannlar ve öbür simgeler toyon­ lann atalanydı. Toyonluğun kalıtsal olmasından başka yol yoktur. Şamanlık, bazen kalıtsaldı. bazen çalışmayla kazanılırdı, bazen de tann vergisiydi. Nevrozlular, yani uzuvla ilgili olmayan sinir hastaları1""l, tann vergisi şamanlığa çok yetenekliydiler. Tann vergisi şamanlar bizim Üveysi şeyhlere benzerlerdi. 19) Eski Türkler'de din, büyüyü haram kılmamıştı. Büyü de din gll:>i helaldi. Zaten eski Türk dini büyüsel dindi. Büyüsü de dinsel büyüydü. Din büyüyü yasaklamazdı. Büyü de dine düş­ man değildi. Dahası değerce din ile büyü birbirtne eşittiler-. İkisi aynı dinin iki dizgesine benzerlerdi. Birtncisi olan din, toplumsal ve siyasal örgatlertn düzenli mantığına bağlıydı. örgütlenmiş toplumu temsil ederdi. İkincisi olan büyü, şllrln, müziğin, dansın kanatlanyle uçan hareketll, uçucu bir yaşamdı. Şamanizm toplumsal yaşamın örgütlenmiş biçimlerini değil, yaygın biçimlerini temsil ederdi. Ortak bllincin henüz belirgin­ leşmemiş sanılarla ilglll (hadsi) esinlerini yaşardı. ı•ı Z. Gökalp'in metninde kannın biçiminde geçiyor. Sanıyorum dizgi yanlışıdır. (Y.Ç.) ı-ı Z. Oökalp'ln metninde hastalıklan biçiminde geçiyor. Tümcenin öznesinin nevrozlular olması nedeniyle hastalan diye düzeltilmesi gere­

kir. (Y.Ç.)

83


20) Eski dinlerde baya saygın olduğu için, o zamanın Toyo­ nlzmt akılcılık felsefesfnt (akltyye felsefesi), şamanlzmi de şeriat felsefesCni (şer'iyye felsefesi) oluşturmuştu. Eski TO.rkler'de iki felsefe dizgesi vardı ve bunların biri dinden, öbQrQ bü}'llden doğmuştu. İslamlıktan sonra akılcılıktan, yani dinin örgütlenmiş dılze­ nine dayanan örneğinden söylevci ve bilge 'Türkler tipi doğdu. BO.yQnün yaygın örgatane ve gaçlertne dayanan tipinden de dervişler, Horasan erleri. Hayd.ariler, Hasan AbdaUılar ortaya çıktılar.

Şamanların Özellikleri:

Bir şamanın önce bireysel totemle­

ri vardı. Şaman totemlerini en gizli. kapalı yerlerde, örneğin kar­ lar altında saklardı. ÇQnka totemi ölürse, şaman kendinin de öleceği yargısına vanrdı. Şaman totemtnln ahlakına bağhydı. Totemi tauşan olan şaman, oldukça hareketli olurdu. Totemt til­ ki olan çok hileci olurdu. Totemt arslan olan çok ytğit olurdu. Bundan başka. totemin hastalığı, zayıflığı. üzQntasa. talih­ sizliği gibi şeyler de sahibine geçerdi. Özetle şaman kendi tote­ minin bir aynası, bir simgesiydi. Nasıl ki totem de ana-yanh sop çöktükten sonra onun bir temsilcisi olarak kalmıştı. Ana-yanlı totemizm (maderl totemizm) döneminde ana­ yanh soplar vardı. Bu sopların totemleri vardı. Houbert'ln sözı1ne göre ana-yanlı soplar çözo.Idaler. Şamanların her birisi bağh bulupduğu sopun totemini bireyselleştlrerek benimsedi ve böyle­ ce, eski soplar yalnız şamanların bireyselliklerinde goranar kal­ dılar. Görolayor ki Şamanizm tarihsel dönemde büyüsel bir dizge olma:kla birlikte tarlhöncesı bir dönemde, o da ana-yanlı tote­ mizmden doğmuş dinsel bir dlzgeydi. Sonralan daima, Şama­ nizmin bir yandan ana-yanh totemizmden gaç alması. obar yandan ana-yanh sopların yerine geçerek kadınların gerek din­ ce, gerek devletçe, ailece, iktisatça, sanatça yaksek olmaları hep, bu eski ana-yanh OrgO.tlerln ve totemlerin sonuçlanyclı.

Amagatlar: Şamanların ikinci olarak Amagatlan vardı. Or­ hon Yazıtlarında Umay sözcO.ğana Thomsen, "tanrıça" anlamına olarak kabul etmtş, Amagat sôzcağa de yapı bakımından Umay sôzcağanden tarediği gibi anlam bakımından da tannça kavra­ mını gösterdiği anlaşılıyor. 84


Amagat bir tQr müz'dQr.ı·ı Şaman, sanatının olgunluğunu ona borçludur. Umay ve Amagat sôzc0klerin1n ikisi de dişildir. Yakutlar'da şamana oyun dedikleri halde dişi şamana odıgan demeleri gösteriyor ki gan. gat gibi ekler dişilleştirme ekidir. Ki­ mi sözcOklerde bu gibi eklerin bulunması Tılrkçe'de dişllleştlnne ve erilleştirme (tenis ve tezkir) olmaması, kuralını bozmaz. Özel­ likle bu ekler Moğolca'dan, Tunguzca'dan, Eski Tatarca'dan dili­ mize girmiş gibi gor0noyor. Şamanlar, bOyOsel güçlerini ana-yanlı totemleriyle, her biri bir tannça olan Amagat'larından, yani müz'lertnden alırlardı. Bir de kadın giysisi giyip. her konuda kadına benzemeye ça­ lışmalarından alırdı. Bir şaman ne denli kadınlaşabillr, kadın dônemenln totemlerine, müzlerine, tanrılarına, giysilerine, gele­ neklerine, yaşayış biçimlerine ne denli sahip bulunursa, o denli çok bQyO gocOne sahip olurdu. "Ak'' ve "Kara" BQyüler: Bunlar Avrupalılar'ın ak ve kara bOyOsOne benzemez. Avrupalılar, bQyOye kara büyü derler. Bü­ yü bir adamı hasta etmek. felakete uğratmak, ôldOnnek için ya­ pılan kôtOce, dOşmanca, yıkarcasına işlemlerdir. Hakkında bO­ yO yapılan adam, bu işi öğrenirse bOyOcOnOn istediği hastalığa ya da felakete hedef olur, öğrenmezse, büyüden hiç etkilenmez.

Bundan anlaşılıyor ki büyü demek, telkin demektir. Kara bUyıl telkinin bir gorOnQşO olduğu gibi, ak büyCı. de telkin1n bir gorOnQmOdQr. Ak büyü. hasta biliyorsa. hastayı iyi­ leştirir. BQyOlenmlş bir adamı bOyOnOn etkisinden kurtarır. Fa­ kat bOyOlenmlş adam önce kara büyü ile bQyOlendlğlnden, son­ radan bu bOyOnQn kota etkilerinden kurtarılmak için kendi üzerinde ak bCı.yCı.'nQn işlemleri yapıldığından bilgisi olmalıdır. BılyQ.10 adam, bu iki işlemden bilgisi olursa, önce bunun etkisi altında kalır, ikinci olarak bu etkiden kurtulur. GörOlOyor ki kara büyCı. ile ak büyCı.'nOn her ikisi de telldn­ den başka bir şey değildir. l"I

müz (fr. muse): sanat tanrıçası, esin (ilham) perisi. 85


Telkin bir inanışın, bir duygunun, bir istemin (irade) bir adamca başka bir bireyin ruhuna aşılanmasıdır. Habersiz yaratıklara büyü yapılamadığı gibi kara ya da ak büyü'ye inanmayanlara da bılyü yapılamaz. Nasıl ki kendi Qze­ rtnde telkin yapılacak bir birey de bu telkinden bilgisi yoksa, ondan etkilenemez. Şamanlık Örgütü: Şamanlar, kozmopolit ve uluslararası olduklan için ulusal örgütler arasında yert yoktur. Fakat şamanlar siyasal toplumlara bağlı olarak değil, büyük soylar arasında ortak olmak üzere var olan büyük kıtalara bağlı kozmopolit örgütler olarak vardı. Örneğin Türkler'ln, Moğollar'ın, Tunguzlar'ın, Tatarların Tangut Tibetliler'lnln vd.nln şamanları ortaktırlar. Tümü, bu or­ tak şamanlara başvururlardı. ·

Yakutlar da, ayn ayn siyasal toplumlardan oluşmuştular. Fakat tümü-ne denli geniş olursa olsun- aynı kıtada otururlar. Bu alanda, büyük şamanlar yalnız dört tane olabillnnJş. Ve her birisi bir yönün slm esl, temsilcisi ve koruyucusuymuş. " Kül Tigin Yazıt(nda' da blrt Kal İrkin olmak Qzere dört tar­ han vardı. Cengizliler de batıda toyonlzm, İslamlık, Hınstiyanlık ve Yahudilik dinlerinden her bırtnln başına bir tarhan atamış­ lardı. Böylece tarhanlann yani büyük şamanların dört kalması biçimindeki geleneği korumuşlardı.

*

Yakutlar'da bu örgütten başka ylrmldört şaman örgütü var­ dır. Güya Büyük Petro "Kutsal Kaz"ı göstermek üzere Yakut­ lar'dan [Petersburg'a) yirmi dört şaman götürmüş. Bu yirmi dört temsilci hem siyasal hem de. dinsel başkanlığı kendinde toplamış olan toyonlar olabilir. Ya da şarnarılann da esası kozmopollt olmak ve bütün bir kıtaya yayılmış bulunmak üzere siyasal örgütlere öykünerek büyüsel örgütler yapmaları uygun olabillr.

ı·ı Kül irkin ve öbür tarhanlar Bilge Kağan Yazıtında (Güney yüzü) arulmaktadır (Bk. M. Ergin, Orhun Abideleri, 1970. s. 30; Talat Tekin, A Grammı:ır af Orlchon Turkic, 1968, s. 246)

86


Toyonlann Dinsel Görevleri:

kan. tuıan adlanyle dört derecedir.

Toyonlar tudun.

yabgu, ha·

1) Bağımsız tudunlar: Tudwtlar, oymakların totemlerini yıl­ da bir kez kurban edip, blr parçasını herkesten önce yemek, oy­ mak tanrısına tören yapmak, bir dileği olana dua etmek gibi dinsel görevleri yerine getirirler.

2) Bağımlı tudunlar: Oğuz ilinde yirmi dört boy beyi ile yab­ gu yani tlbeyi, şöleni yapan hem siyasal hem de dinsel başkan­ lardır. Oğuz ilinin asıl din başkanları bunlardır. Beylerden ki·

mln bir dileği varsa yapılmış şölenlerden blrl sırasında dileğini belirtir ya da kendisi bir şölen yaparak bütün boy beyleri ile il­ beyini çağınr, dileğini söyler: Beyler hep birlikte yüzlerini göğe dikerler, o adamın dileği olur. Çünka. tanrılar genellikle bu bey· lerln atalarıdır. rlrler.

Atalar torunlarının dileklerini derhal yerine gcu­

Dede Korkut

ilenci ilenç idi." ı·ı

diyor ki: "O zamanda beylerin duası dua,

Oğuzlar'ca, bu beylerin toplulukça yaptıkları dualar etkili olurdu, çünkü şölendeki toplantılardan ortak

btltnç oluşurdu;

ortak bilinç, manevi dilekleıi doğrudan doğruya yerine getirirdi. Maddi dileklere gelince bunlar oluşmasa da, ortaya çıkan mane­ vi dilekler arasında yitip giderdi. Manevi duaların yerine gelmesi karşısında, maddi dlleklerin yerine gelip gelmediğinin farkında bile olmazlardı. Maddi dllekler zaten kesinkes kendlllğlnden ye­ rine gelecek doğal yasalardı: ômeğln, totem olan hayvanlar ve bitkiler zaten yavru doğu­ racaklardı. Bunu dileyenler totemlerinin üremeyle çoğaldıklarını gonınce bu olayı, kendi toplulukça yaptıkları tapınmanın dinsel etkıslne verirlerdi. Genç bir baba ile ana, çocuk isterlerse, elbet­ te duaları kabul olurdu. ÇOnkQ onların çocuğu zaten yoldaydı. Ortak blUncl gaçlendlren bu bir dinsel tören, bu işte bir uyarıcı (münebbih) görevini yaparak. erkek ve kadına ilişkin cinsel et­ kinlikleri tahrik ederdi. Bundan dolayı toplulukça yapılan dua­ lar, dilekler, törenler. tapınmalar, manevi dileklerin tamande uzvi dileklerin kimisinde etkili olurdu. ı·ı Dede Korkut HUcdyeleri,

s.

49 (Y.Ç.)

87


Maddi dileklere gelince, bunlar da zaten kendlllklertnden oluşan olaylardı: Örneğin yeniden ganeşln doğmasına, sabah olmasına, kıştan sonra ilkbaharın gelmesine, sonbahardan son­ ra kışın gelmesine, mevsimlerin ve sabah, gOndOz, akşam ve ge­ ceki gOn kısımlarının dOzenli olarak geçmesine, yağmurların, karların mevsimlerinde yağmasına, ekinlerin mevslmlerinde sa­ rarıp başaklanmasma ilişkin dilekler, zaten doğal yasalann so­ nucu olarak kendiliklerinden oluşmaktadır.

Bundan dolayı, şölenin toplulukça yaptığı duaların çoğunun yerine gelmesi zorunludur. Bazılarının gerçekleşmemesi, ObOrle­ ri arasında ytter. Bu nedenle "O zaman beylerin duası dua idi, ilenci ilenç idi" denilmesi doğru olabilir.

Hakanlann Din Adamlığı: Hakanlık divanı. şölenin bıly0ğı1dı1r. Şölene yalnız bir tre Ozga beyler gelirlerdi. Divanın ayele­ ri de bir hakanlığın batıın din (asker ve mı1lk) ve deniz başkan­ larıydı. HW!l!lr (Hazar)larda hakan, dOnya işlerini Utk'e bırakmış­

tı. Bu ikincisi, maddi işlerle llglll bir başkandı. Hakan ise, din işleriyle ilgili bir başkandı. Ülkede salgın hastalık. kıtlık, yenilgi gibi bir felaketten kurtulması için fli}(e başvurarak hakanın ida­ mım isterdi. lUk de duruma gore, ya kJml önlemlerle hakanı kurtarırdı, ya da halka karşı koyaıruyarak hakanı Oldı1rtı1rdü.

Bu olgu hakan'ın din işleri, fltk'in maddi işlerle ilgili başkan­ lar olduğunu gösterir. Hakan, eski Meksika, Peru, Japonya hı1kı1mdarları gibi kendi ulusları için tabu idi. Tabu olan bir adam gııneşe çıka­ maz, toprağa basamaz, insanlara gorıınmezdl. Sarayında bir ka­ ranlık odada barınırdı. Hazar hakanı yalruz siyasal hükOmdar olan Utk'e gorıınebillrdl. Bı1tı1n işler fltk'ln elindeydi. Bununla birlikte Ol.kenln uğradığı afetlerden, belalardan, fe­ laketlerden yalnız kendi sorumluydu. İlik. her işin yapanı oldu­ ğu halde, hiç bir ulusal felakettten sorumlu değildi.


İlhanlann Din Adamı Olarak Görevi: GôktOrlder'de her yıl Demlr Töreni yapıhrdı. Bu törenin yöneticisi tlhan'dı. Bir demir parçası ateşte kızıl kor [haline) getirildikten sonra ilhana Ozgıl bir altın Ors Ozerlne konulur. İlhan bir altın çekiçle bu demir parçasına vururdu. Sonra koşular, oyunlar, ziyafetler başladı. İşte bu tOren dinsel bir törendi. Törenin yöneticisi de ilhand ı .1"1

( Birinci Kitabın Sonu )

[•J Buradaki. Qç satır konu ve anlamıyla ilgili olduğu "34. Kimi Te­ r1mler" bölümüne aktanldı. (Y.Ç.)

�9



İKİNCİ KİTAP TÜRK KURAMCILIGI



1 - ESKİ TORKLER'DE MAN11K

Bugllnkii Mant ığımız Pek Yenidir: BugOnkO mantığımız, Artsto ile başlamıştır. tlkel uygarlıkların mantığı Artsto'nun man tığından çok ayrıydı. ilkel uygarlıkların dinden doğmuş ge­ leneksel mantıkları vardı. Bu geleneksel mantık. o uygarlığa Oz­ ga geleneksel bilimlerin de temeliydi. Her uygarlığın mantığı, ObOr kurumlan, yani din, ahlak. hu­ kuk. sanat. dOşünOş (muakale), dil, ekonomi, fen kurum larını birbirine mantıklı olarak bağlayan genel bir düzenleylcldJr. Bir uygarlığın mantığını bulmaksızın onun kunımlannı, gerek top­ lamak ve gerek açıkl amak olanaklı değildir. Ben bundan dokuz yıl Once Türk mantığını bulmuş ve Mtlli Tetebbular'ın üçüncü sayısında yayımladığım "Eski Tü.rkler'de Toplumsal ôrgot ve M antı�ı Sınıflandırmalar Arasında Paralelllk" adlı yazıda bu mantığın şifre anahtarını kısaca ortaya koymuştum. O zaman­ dan beri bu anahtarla Tü.rk uygarlığının batan kurumlarını saptamaya ç alıştım. Ve toplumblllm yönteminin ve bulgularının yardırnıyle oldukça başarılı oldum. Bu bölamü obar bölümlerle karşılaştırarak okuyanlar göreceklerdir ki Tü.rk uygarlığı birbiri­ ne sıkı bağlarla bağlı kurumların toplamıdır. Ve bunlar arasın­ da bu sıkı d ayanışma ve paralellikleri oluşturan da geleneksel Türk mantığıdır. 1 -DÔRILÜ VE BEŞLİ SlNIFU.NDIRMA

Dört Yönün Renkleri: Dörtlü sınıflandırmaya göre bizce renksiz olan uzayın her yononon bir rengi varclır: Kuzey (Kara) D oğu (Gök)

Batı (Ak) Güney (Kızıl) 93


Dört yönün renkli olrnru>ı, yalnız şairce ve eflatuni bir dOş değildi, daha coğrafya ve doğa bilimlerinde de esas olan genel bir görüştü. Örneğin, denizleri hu sınıflandırmaya uygulayacak olursak aşağıdaki deniz adlan çıkar: Kuzey (Kara Deniz) Doğu (Gök Deniz: Bahr-1 Ezrak)

Batı

(Ak Deniz)

Güney (Kızıl Deniz: Bahr-1 Ahmer) Bu uygulamadan anlaşılır ki bu denizlerin adlan gerçekte Türkçe'dlr. Bahr-ı Siyah, Bahr-ı Se.fid. Bahr-ı Ezrak, Bahr-l Ah­ mer gibi deyimler Türkçe'den çeviri yoluyle başka dillere geçmiş­ tir. Bundan anlaşılıyor ki bütün Türkler dört yönün renklerini biliyorlardı. Bundan dolayı hangi yöne gitmişlerse orada rastgel­ dlklerl denize o yönün rengini vermişlerdi. Birbirine oldukça uzak olan bu denizlere ilişkin adların eski Türk mitolojisinden doğması Türk mantığının ne denli esaslı ve genel olduğunu gösterir. Bu sınıflandırmanın bir izini kara yel deytmtndt; görürüz. Kuzey yönünden gelen rüzgara da kara sıfa­ tını vermek 1ürk mantığına uygundur. Gerçi bu gelenek.sel sınıflandırma bir bakıma yalnız coğraf­ ya ile ilgili kalmış değildi: tabiye gibi askerlikçe oldukça önemli olan bir fenne de temel olmuştu. Milattan ikl yüzyıl önce Hlung­ nu (Hunlar. Kunlar, Koyunlar) Türkler'i, Çin imparatorunu ge­ nel karargahında kuşatmıştı. O zaman Türk hakanı olan Mete dört yüz bin süvariyi Türk sınıflandırmasına göre düzenlemişti. Bu süvariler rengine göre dört tugaya (liva) ayrılmıştı. Bun­ lardan atlan gök renkte olan tugay doğuda, atlan kızıl renkte olan tugay güneyde, atlan ak renkte olan tugay batıda, atları kara renkte olan tugay da kuzeyde olmak Ozere yerleştirilmişti (Deguıgnes). Dernek ki askeri tabyalarda bile esas olan sınıflan­ dırma, keyfi değil, dinsel ve büyüsel bir gereğin etkisi altındaydı. 94


Çinliler dört yöne merkezi de ekledlklerinden bu sınıflandır­ mayı beşe çıkarmışlardı. Merkezin rengini de san sayıyorlardı. Bu beş renk Tlbet'te

hala resmi büyücülerin törenlerini yapar­

ken süsledikleri beş bayrakta Sa-Kia-Pa lamalarının kendi zavi­ yelerini süsledikleri beş renkte [ve özellikle Buda'nın görüntüleri olan Beş Efendinin sonraki topluluklannınf1 izlerini koruyor. 1 1 ..

Dahası bugünkü Çin'ln ulusal ve ticaret bayrağında da aşa­ ğıdaki sırada uygunu olmak üzere beş renkli şertt vardır: Kırmı­ zı, san, mavi, beyaz, siyah.

Dör.t Mevsimin Renkleri:

Mevsimler, zamanın parçalarıdır.

Mevsimlerin rengi var demek, zamanın rengi var demektir. Bu­ günkü mantığa göre uzay gibi zaman da renksizdir. Fakat eski Türk mantığına göre dört yön gibi dört mevsimin de özel renkle­ ri vardı. Bu renkler şöyle sıralanmıştı: Kış (Kara) Sonbahar

llkbahar (Gök)

(Ak)

Yaz (Kızıl) Bu sınıflandırmadan kara kış deyiminin kökeni anlaşılmak­ tadır. Kış mevsiminin rengi 1ürk mantığına göre kara olduğun­ dan bu deyim esassız değildir.

Dört Ögenin Renkleri: Türkler'de dört ögenin

renklen şun­

lardır: Su (Kara) Demir

Ağaç (Gök) Ateş (Kızıl)

(Ak)

ı·ı Parantez içindeki sözleri biz ekledik. Z. Gökalp'in metninde bu bö­ lüme birkaç nokta konulmuş. Bu ya dizgi yanlışı ya da Z. G.'ın bilerek bıraktığı boşluk olacak. 1ürk Töresine bakarak tamamladık (s. 32)[Y.Ç.I ı··ı Grenard, F. , Le Turkestan et le Tibet, s . 902

95


Tibetliler, bu dört ögeye toprağı da ekleyerek beşe çıkarırlar. Toprağın rengi san'dır. ôbOrlert de şöyledir: Su (Kara) Ağaç (Gök)

Ateş (Ak)

Toprak (San) Maden (Kızıl)

Gezegenlerden her birl de bu beş ögeden birer tanesine bağ­ lanır: Zühre madenin, Merih ateşin vb. yıldızlarıdır. 111 Bu beş öge de beş yön ve mevsim gibi ahşl ve yaman, güçlü ve güçsüz, do­ gurtan yahut dogmuş'tur. 21 Bu inaruşlann kökenini arayan Edouard Chavannes onu TOrkler'de buluyor: " Beş öge kuranu Çin'de doğmamıştır. Bunu oraya sokan Tsln Tilrklert'dlr." diyor (Din bölılmüne bakınız.)

Dört Tannmn Ren.klerl: Tsin Tilrklerl'ne göre tannlann da renkleri vardı: Doğunun tanrısı Gök Han, güneyinki KIZll Han. batınınki Ak Han. kuzeytnkl Kara Han'dı. ÇlnHler bunlara mer­ kcz(n tanrısı olmak üzere San Hanı eklediler. TOrkler'se buna Ugan adını verdiler. Altay TOrklerl'ne göre Ugan'm iki oğlu var­ dır: Su Han. Demir Han. Görülüyor ki Ugan'm oğlu olması gereken Od Han ile Agaç Han unutulmuştur. Bet Totemin Renkleri: Beş

totem şöyle sıralanır:

Kuzey (Domuz) Doğu (Koyun)

Merkez (Ôküz)

Batı (it)

Ganey (Kuş) Yönlerin ve merkezin renklertyle şu biçimi alırlar: Ol L' Annee Soclologtque, Tome, VI, p. 58.

ı2ı L' Annee Soclologlque, Tome, VI, p.

96

58.


Kara Domuz Gök Koyun

Ak İt

San Ôkiiz

Kizıl Kuş

Genel Sınıflandırma: Batıın bu sınıflandırmalann birleş­ mesinden aşağıdaki sınıflandırma ortaya çıkar: 1

Güney Yaz Ateş Kuş Kızıl Han

2 Doğu İlkbahar Ağaç Koyun Gök Han

3

Batı Sonbahar Demir İt Ak Han

4

Kuzey Kış Su Domuz Kara Han

Bu çerçeveler, yalnız saydığımız içeriklerden oluşmuş değll­ dlr. Çinlilerin Yt-Ktng adlı kitabında bu sınıflandırmay.;. illşk1n birçok içerikler görülür.

Çlnlller'ln Sınıfiandırması: Çlnliler'e göre batan eşya yang ve yen adlanyle iki büyük bölüme ayrılnuştır. Yang "uğurlu", yen "uğursuz"dur. Çinliler yang'ı (-) işareti ile yen'I de (- -} işareti ile gösterirler ve bunları ikişer ikişer birleşUnnekle aşağıdaki biçimler ortaya çıkar:

2

3

4

Bunların içerikleri şunlardır: 1 - GOneş, ısı, zeka, gözler, vd. 2- Ay, soğukluk, tutkular, kulaklar vd. 3- Yıldızlar, tan , biçim, burun, vd. 4- Gezegenler, gece, insan. teselli, ağız, vd.ı·ı

ı·ı Reuue Philosophlque, T. U. Tarihi - F.

7

1 220, 3-2,

s.

185.

97


Yukandaki sınıflandırmayı inceleyecek olursak görurOz ki bugt'.lnkQ mantığa göre aynı türe sokulan varlıklar geleneksel mantıkta ayn ayn türlere ve dOzenll bir sıradQzene bölünmüş­ tür. Örneğin güneş, ay, yıldızlar ve gezegenler bugünkü mantığa gore aynı türdendir. Çın mantığı, bunlardan güneşi blrinci, ayı ikinci, yıldızlan üçüncü, gezegenleri dOrdfuıcü numaralara sok­ makla, onlan, her biri ayn bir dereceyi gosteren geleneksel tür­ ler arasmda bölümlemlştlr. Cansız cisimlerin ayn ayn derecele­ re sokulması büsbütfuı anlamsız değildir. Çünkü bu ayrılış par­ laklıkları bakımından olmuştur. Yine aynı türden olan gözler, kulaklar, burun, ağız organlan da dört geleneksel tür arasında önemleri bakımından bôhlmlenmlştlr. Bu sınıflandırmanın bQ­ tün içertklert Çin kitaplarında aranınca, görülür ki, ÇinlUer bu bölümlemelerde büyük bir ustalık göstermişlerdir. Görulüyor ki ÇlnlUer gibi eski Türkler'de de bütün eşya ve yaratıklar bu dörtlü sınıflandırmaya sokulmuştu. Bu dört çerçe­ ve eski Uzakdoğu uygarlığına illşkin kutsal mantığın kutsal sı­ nıflandırmasıdır.

Mitolojik Atalann Bu Kategorilere Göre Sınınandırması: Uygurlar'ıiı, başka bir deyimle Dokuz Oğuzlar'ın destansı Oykü­ süne göre kendi Ulert bir ağaçtan doğan beş çocuktan tQremiş. Bu çocukların adlan şunlardır: Sungur Ttgfn, Kutur Tigfn. Tükek Tigfn, Or Ttgfn, Bögü Tigfn. Dokuz Oğuzlar'ın geleneğine göre 7Urk'ün dört oğlu vardır ki adlan dört boyun adlandır: Barsa­ car, Çtgfl. Amlak, Tutuk. Oğuz Han'ın babası Kara Han Ue amca­ ları Or Han. Küz Han, Kür Han da dörtlü bir sınıflandırma oluş­ turdular. Beşli sınıflandırmayı Çlnliler'ln bugünkü bayrağında gördQ­ ğümOz gibi aşağıdaki bôlümlendirmelertnde de görürüz: Beş çe­ şit büyü, beş çeşit gam notası olduğu gibi bunlarla soplar ara­ sında da ilişkiler varmış ki bu, MQslümanlann tasavvufuna da girmiştir: Dört yönün kutuplan Ue merkezdeki kutup bölündü­ ğü beş bölümün simgelertnden başka bir şey değildi. Sonralan Turfan'da yerleşen bu ilin oturduğu ülkeye Beş Balık adını ver­ mesi de Uygur orgütünt'.ln beşli olduğunu göstertr. 98


Dörtlü ve beşli dlzgelert TOrkler'ln ve Çinliler'ln kiml sınıf­ landırmalarında gönlyoruz: "ikinci Mehmed Kanunnamesinin dOrt devlet ileri geleni (•) Cengiz Hanın dört vezirine karşılıktır '" (Haınmer). 1 1 Yakutlar'da dOrt ulusun yalnız dört bQyük şamanı vardır (Seroşevskiy). Dede Korkut'un söylediğine gore, Oğuzlar arasında dOrt kahraman vardı ki yazıı ortaı11 gezerlerdi. Bunlar dört bılyük şamanın denkleri olabilir. Orhon Yazıtlarından anla­ şıldığına göre b11y11sel bir törene dayanan toplanmalar her biri bir yona. simgeleyen dört başkanın başkanlığı altında oluyordu. Bu başkanların ılçü tarhan nltbesinde olup dörd11nc0.s11ne ve ola ki en bO.yüklerine Kül irkin adı verilJrdi. Bunlar resmi bir ni­ telik taşıyan dört bıly11k şaman olab111r. Kutadgu Blltg adlı TOrk kitabı dört bölüme ayrılmıştır ki, konuları şunlardır: Adalet. gaç. akıl, ölçülülük. Bu dört yeti aşağıdaki dört kişi aracılığıyle temsil edilmiştir: 1 - Adalet: Kün Togdı. illg. han 2- Güç: Ay Toldı Okturmuş, vezir 3- Akıl: ôgdfilmüş, vezirin oğlu 4- Ôlçfilfilük: Odgurmuş, vezirtn kardeşi. Kitap, bu dört kişinin konuşma ve tartışmasını kapsar. Uzayın bölümlenmesinden çıkarılan beşli sınıflandırma TOrkler'ln ordu tabyalarında da görfilılr: Karavul (Pişdar, ôncü) Sağ-kol

Ordu (Rikab-ı Hılmayun)

Sol-kol

Çağdavul (D11mdar, Artçı) Bu sınıflandırmayı TOrkler'in l slam dönemlndeki tasavvu­ funda da gönlrüz: Dört yön11n kutup'larıyle, merkezdeki kutup eski To.rk mantığıyle açıklanabilir. (•) Z. GOkalp'ın metninde "gtn-i devlet" olarak yanlış dizilmiş;

"rükn-

1 devlet" ya da "erkan-ı devlet" (Erkan-ı erbaa-yı devlet= dOrt devlet tler1

geleni) olacaktır. (Y.Ç.) l""l J. von Hammer: Osmanlı imparatorluğu Tarih1. çeviren: Mehmet Ata Efendi, 19 13- 1921 99


Bu Sımflandırmamn Türleri Araaında Efltllk:

Dörtlü sı­

n ıflandırma TOrkler'e göre bQtOn varlıkların dOrt eşit tQre bô­ lQruneslydl. Buradaki gök, ktzt� ak, kara renkleri değerce birbi­ rine eşit olduğu gibi bunların yönleri, ögeleri. totemleri ve yer-sulan da eşlttller. Çlnliler'deyse yukarıda gördüğümüz gibi bu tı1rler

derece derece birbirinden üstündürler. Bu dereceler ı. 2, 3, sayılanyle gOstertlrnlşir. 4 numaralı tor. 3 numaralı türden,

4 3

numaralı 2 numaralıdan, o da 1 numaralıdan değerce aşağıdır. Bu noktada Ç1nlller'le TQrkler arasında esaslı bir ayrılık vardır:

Tarklerdekl eşitlik, ti içindeki oymakların eşit, bundan dola­ yı toplumun demokrat olduğunu gösterir.

Dört Renk Ad.mm Maddi Ef8nlamlılan: Gök, kızı� ak, ka­ ra adlan eski TQrk uygarlığının manevi renklerinin adlandır. Bu manevHlk İslamlıktan sonra da sOrmılştQr. BugQn bile bu renk­ lerin tklşer adı olması ve bu adlann eskileri manevi değerleri, yenileri ise maddi renkleri anlatması, bu savımızı doğrular. Ör­ neğin bir zenciye ytizu siyah. kağıdın rengine beyaz denUir. Bir kabahatlı için yüzu kara çıktı der, masum için de yr1zr1 ak çıktı denilir. Yine bunun gibi Gök Tarın ve Gök Türk denildiği halde, Mavi Tann ve Mavi Türk denilemez. Kızıl Ebna sözüyle Kumızı Elma sôzQ arasında da derin bir fark vardır. Bu karşılaştırmadan do­ ğan sonuca göre eşanlarnlı sandığımız bu dört rengin eski adlan mecazi, yenl adlan maddi anlamlan gösterir. Mecazı anlamlar. Maddi anlamlar:

Gök, ktzt� aJı::, kara. Maut. kumızı, beyaz. siyah.

Merkeze lllşk.Jn renge gelince, bu Çinliler'e göre san, Türk­ ler'e göre altın(dır) : Altın Ordu. Altın Süyek (kemik) gibi.

Bu Sımflandırmanın Kökeni: Bu' sınıflandırmanın kökeni Çlnlller'de anlaşılmaz. Çünk.O onlarda toplumsal sınıflandır­ mayle bu bôlılmlemeler arasında belirgin hiç bir lllşkı yoktur. Türkler'deyse bu dört geleneksel tı1r, eski Tllrk ilinin bölünmüş bulunduğu dört soptan oluşmuştur. Bu sopların eski adlan, to­ temlerinin adlarında korunmuş olduğunu yukarıda gOstemılş­ tlk.

Türk Takvimi: 1 00

Din bölQmılnde gördOğQmılz gibi TQrk

tak-


v1rninin On iki Hayvan adlarıyle dört mevstm adlan da bu dörtla sınıflandırmanın totemlertnden çıkmıştır. ôyleyse, bu sınıflan­ dnmanın uygulamasının oldukça geniş bir alana ve bayo.k bir derinliğe sahip olduğu kanıtlanır.

2. İKİLİ

SINIFLANDIRMA

Çinliler'de ikili sınıflandırma yalnız bir tOrludar. Bu biricik sınıflandırma eşyanın yang ve yen denilen iki bayak sınıfa ay­ nlmasıdır. DOrtlO sınıflandırmanın nasıl bundan tarediğini yu­ kanda gordak_ Tıı rkler'e gelince, bunlarda ikili sınıflandırma, iki turlOdOr. Birisinde Çinlller'in tersine olarak iki yan birbirine eşittir. İkin­ cisinde Çinliler'de olduğu gibi, iki yan birbirine eşit değildir.

Etlt İkilik: İki yanı birbirine eşit olan ikili sınıflandırma, varlıkların sag ve sol diye iki eşit sınıfa aynlmasından başka bir şey değildir. örneğin Tıırk mantığına göre: 1) Erkek so.g, kadın sol kadrolarına konulmuştur. 2) Toyonizm sag, Şamanizm sol yönüne bağlanmıştır.

3) Yine bunlar gibi Oğuz ilini oluşturan Boz-Ok ve Üç-Ok topluluklarından birincisi sag-kol, obara sol-kol'dur. 4) Tanrı aleminde de Tanrılar so.g-koru. yer-sular sol-kol'u oluşturmuşlardır. Bu bağıntıların pratik sonuçlan şunlardır: Toyonizmle Şa­ manizmin yani din ile boyanan eşitliği, kadının hukukça ve si­ yasal, ekonornJk etkinliklerce erkeğe eşitliği sonucunu ortaya koymuştur. Bundan başka Totemizm döneminde başlayıp kadın ile erkek arasında örtünme (tesettOr) ve harem gibi ayıncı duru­ ma neden olan esrarlı ikilik de Tılrkler'de yoktu. Bu toplumsal ildlik kadınların ilkel toplumlarda tabu ve Çinliler'de yen sayılmasının sonucudur. Türkler'de ise kadın ne tabu. ne de yen olmadığından gazel cins, dayanıklı cinsin karşıt ve çelişeni değil. tersine eşi ve tamamlayıcısı olmuştur. Bu ne­ denledir ki eski Türkler'de ne baba akrabalığına dayanan (asa­ bevt) ne de ataerkil (pederşahi) aile kurulmamıştır. Çtnll­ ler'deyse hem baba akrabalığına dayanan, hem de ataerkil bir

101


aile tipi egemendir ve kadınlarda

örtünme ve harem kuralları yil­

rOrlO.ktedir. Tılrkler'de cinsel lşbôlo.mo. de yoktu. Çünkü cinsel lşbôlo.mü de kadının tabu olmasından ilert gelmişti. Eski Tark­ ler'de kadın tabu olmadığından erkeğin her etkinliğine katılırdı: Avda, savaşta, şölenlerde, söyleşmelerde ve genelllkle dinsel. si­

yasal, estetik. ahlaksal, dilsel, ekorıomlk alanlarda kadın, er­ kekle birlikteydi (Dil bôlılrnüne bakınız.) ôzetle ilkel toplumlar­ da cinsel lşbölümO.. kadınla erkeğin aynı aletlere el dokundura­ marnalannın sonucudur. Türkler'deyse gerek erkek ve gerek ka­ dın bütün aletlere dokunabilirdi.

Kadın ile Erkeğin Ayrılığı: Kadın ile erkek yalnız cinsel to­ tem bakımından birbirinden aynlmıştı. Çürıkü inek kadının, kısrak erkeğin totemlerlydl. Bıiyiık AnsiklopedCnln yazdığına gö­ re kadına ilişkin putun inek memeli. erkeğe ilişkin putun kısrak memeli olması, inekleri kadınların, kısrakları erkeklerin sağma­ sındandır. Bizce bu sağmak durumu bir neden değil, belki bir sonuçtur. Yani inek memeli put, inekleri sağanın kadın olma­ sından dolayı kadının totemi olmamış, tersine kadının totemi inek olduğu içindir ki, inekleri sağmak onun dinsel görevi sıra­ sına geçmiştir. Erkek için de böyledir.

Bu Ayrılık Eşitliği Bozan Bir Ayrılık Değildir: Kadın lle er­ keğin totemleri birbirinin karşıtı olan hayvanlardan değlldi. Ger­ çekte Türk ulusallığının totemi yak yani Tibet öküzü'dür. Tibet öküzü, başı bakımından öküze, kuyn.ığu bakımından ata ben­ zer. Bu benzerlikler dolayısıyledlr ki gerek at ve gerek öküz yakın yerine geçebilir. Atın ve öküzün tapınma ve büyü kur­ banlan olarak kesilmesi. Tibet öküzüne benzemeleri dolayısıyle­ dlr. Önceleri, Tılrkler'de kamu yetkesinin simgesi olan tug, Ti­ bet öküzünden yapılırdı. Sonralan. Türkler Altay'dan uzaklaş­ mak nedeniyle bu hayvanı bulamayınca at ve öküz kurban et­ meye başladılar. İki Kolun Eşitliği: Dörtlü iller ayn olmak O.Zere öbür iller­ den her biri ikişer kolu içerir. Bu kolların sağ ve sol kadrolanna konulması eşit olduklarını gösterir. Şimdiye değin yalnız bir ko­ lun içindeki öz'lerln (aşiret: oymak) eşit olduğunu görOyorduk. Ôzlertn eşitliği Türk budununun demokrat olduğunu gösterdiği gibi kolların eşitliği de yine bu budunun demokrat olduğunu gösterir.

1 02


Yalnız şurası vardır ki Ukel budunlarda demokrasi ve femi­ nizm, buganko demokrasiye ve feminizme benzemez. O zaman­

ki demokrasi ve feminizm şimdiki demokrasi ve feminizm gibi . devlet yasalanna dayanmıyordu.

Dinden,

bQyQden,

töreden

doğmuştu. Eşitlik hena.z demokratik devlet ve antifemlnlst aile kurulmadığı için vardı. GöralQyor ki nitelikleri ve kapsamı bO­ tonayle benzer olmamakla birlikte toplumun sonu gibi başında da bu iki torlü eşitlik vardır.

Nlkihta Eşitlik:

Sağ ve sol sınıflandırmasında iki yanın bir­

birine eşit olmasından doğan sonuçlardan biri de

iç-euliltk (dahi­

llyyen izdivaç , endogami) kuralıyle bir-eşlilik (vahdet-! zevce) ku­ rumudur. Henüz totemizm dininden çıkmamış olan toplumlarda dış­ euliUk (hartclyyen izdivaç, exogaml) kuralı yQrürlOktedlr. Bu ev­ lenme biçimi, kadının kendi soptaşlan için tabu. yanı haram ol­ masının bir sonucuydu. Eski Tıırkler'de ise öz-totemizm dönemi geçmiş, doğacılık (natürizm) aşamasına ulaşılmıştı. Türk doğacılığında totemizm yalnız arta kalanlar olarak var­ dı. Bundan dolayı eski Türk toplumu Avustralyalılar'a ve Kuzey Amerika Hlntlllertne illşkin totemizmden çok jlertde bulunuyor­ du. Bellrttığlmlz toplumlarda dış-evlilik kuralı egemendi. Eski Tarkler'de eşin fl'den olması koşuldu. Eşin ilden, yanı eşin akrabas ından bulunması. onu hukukça yükseltecek bir et­ mendi. Çünkü eski budunlarda hep toplum kendisini öbürlerin­ den daha yüksek ve soylu sayardı. Evlilik, soylulukla birbirine eşit iki bireyin birleşmesi demek olduğundan, ancak iki yanı ay­ nı ilden olan bir evlilik.

1Urk töresf'ne uygun olabilirdi. Bundan

dolayı, o zaman iç-evlilik kuralının yQrürlükte olması gerekiyor­ du. Kimi başkanlar, fetihlerle zengin olduktan sonra eşlertyle yetinmemeye başladılar. Bunlar, aldıklan tutsaklardan ya da uyrukları sırasına geçen oymaklardan güzel odalıklar edinmeye de yeltendiler. Töre bunları meşru tanımadığından bunlara

ha·

tun adı vertlemezdl. Bundan dolayı, eski Tarkler bunlara kuma

1 03


adını verdiler ve bir tar odalık yerinde tuttular. Kuma. gerçek eşten çok ayrıydı: Kuma bir eş gibi değil, ha­ tunun kardeşi olarak aileye sokulurdu. Kendi çocukları kumaya 'Teyze!" diye hitap ederlerdi. "Anne!" diye seslenemezlerdl. Bu adı, yalnız evin sahibesi yani gerçek eş için kullanabilirlerdi. Demek ki "annelik" sıfatı yalnız ilden olan gerçek eşe ozgoydtı. Bundan başka kurnaların çocuktan babalannm servetinden de hisse alamazlardı. Bir htıktlmdann oğlu Jcuma'dan doğmuşsa htlktımdar olamazdı. Bu kural lran'daki Kaçar sOlaleslnde bu­ glln de yürllrltıktedir. ·

Hakanlarca Çin'den alınan prenseslere konçuy adı verilirdi. Bunlar hukukça kurnalardan yüksek olmakla birlikte, hatun­ lardan aşağı idiler. GOrOlüyor ki Ttlrkler'de kadın hukunun yüksek olması, bir yandan da iç-evlilik kuralına dayanıyordu. Kadımn Toplumaa.l Etldnllklere Katılmuı: Kadının hu­ kukça yüksek olması bir yandan d� katıldığı toplumsal ve eko­ nomik yaşamın çok olmasının bir sonucudur. Kadınların ev iş­ lerinden başka meyve toplayıcılığı. avcılık, çiftçilik. sürll sahipli­ ği. savaş, askerlik, ulusal ziyafetlere ve toplanWara, şölenlere ve kurultaylara girmek gibi birçok etkinliklere katılırlardı. Bu et­ kinlikler de kadının hukukça yüksek, ozgt1r ve serbest olmasını sağlıyordu. İki yanı da eşit olan ikinci sınıflandırmanın bu say­ dığunız sonuçlarından başka çok sonuçlan vardır. Fakat bunla­ rın tı1mt1nt1 saymaya kitabın oylumu uygun değildir.

3. SEKİZLi VE ALTILI SIMFLANDIRMA

Dört yöne, aralarındaki ikinci derece yönler yani kuzeydoğu, kuzeybatı, güneydoğu. güneybatı yönleri eklenince Rüzgür Gu­ lü'ndeki sekiz rOzgara karşılık olan sekiz yön ortaya çıkar. Bu sayıya merkezin eklenmesiyle 9 kutsal sayısı ortaya çıkar. 9 sa­ yısının kutsallığı, sekizli sınıflandırmanın merkez ile birlikte tam bir biçimini taşıdığındandır. 1 04


DOrtlO. sı ruflandınnada da iyi anlamak için Çlnll­ yaptığunız gibi. sekizli sınıflandırmayı ler'ln skolastik felsefesine başvurmak zorundayız. Bu felsefeye

Çlnliler'de Seklzll Smıfland.ırma:

göre sekizli sınıtlandınna yang adını alan (-) IŞarctl ile, yen adını taşıyan (- -) işaretinin üçer O. çer birleşme sinden oluş­ muştur. Bu sınıflandırmayı biçlınlertyle gosterellm:

2

1

ğiz:

3

5

4

6

7

8

Bu kadroların lçertk.lertnden kimisini örnek olarak be lirtece ­

1) 2) 3) 4)

Gök, öz erkek Buğu, gazlar (tesaudat) , küller

Ateş, ısı, ışık. Yıldırım

5) Rüzgar

6) Su

7) Dağlar 8) Yer, Oz d işi Seklzll sınıflandırmada

1

sayılı kadro

gök,

sekiz sayılı kadro

Gök Tann ve Yer-Su tannlarına karşılık oluyor. Gök lle yerin arasında bulunan öbü r altı go ç de da yer'dlr. Bunlar Türkler'ln şöyledir:

1) Buğular, bulutlar, gazlar. 2) Ateş, ısı, güneş, ışık. şimşek.

3) Yıldırım

4) Rüzgar ve orman

5)

Su, ıımak, gol ve deniz.

6) Dağlar.

Şu dizgeyi Oğuz'un örgütü ile karşılaştıralım: San ki Ojtuz Han'ın Gün Han, Ay Han, Yıldız Han, Gök Han, Dağ Han, Deniz Han adlanyda altı oğlu olmuş. Oğuz ili bunların toru nları ndan oluşan altı oymağa ayrılmış . Bu söylentinin gerçeği şudur: B u

1 05


altı ad, Gök Tana ile Yer-su'nun oğullarına ilişkin adlardır. De·

mek kı. bunlar da tana adlandır. Bunların sekizli Çin sınıflan­ dırmasında açık karşılıklan vardır. Ômeğln. altincı sayı lk1 yan­ da da dag"dır. Beşinci sayı lk1 yanda da denlz'dtr. Güneş, her iki sınıflandırmada varclır. Çin sınıflandırmasının bütüm1 elimizde olsaydı, Oğuz'un altı oymağına lllşkın tannlan orada bütünüyle görürdük. Gerçi, bunlarclan üç dairenin içertklertnden kimileri­ ni daha gösterebiliriz: l ) Gök. güneyde, ışık ilkesi, erkek, hareketsizlik. güç, yaş. gök kubbesi. baba, hükümdar, yuvarlaklık, Yada taşı, maden. ayna, kızıl, iyi at, yaşlı at, bılyük at, bir eğri kılıç. ağaçların ye­ mişi vb. 2) Yer, kuzeyde, karanlık ilkesi, dişi, yer ilkesi, itaat, davar, kadın, Ana yer, gıyst. kazan, çokluk, kara, büyük yük arabaları.

vb .

3)Gt1neş, sözgeçerltği, rüzgar, orman (ağaç). uzunluk. yük­ seklik. kümes hayvanları, uyluklar, büyük kız. Uert ve gert hare­ ketleri, % 3 faiz vb. Bu sınıflandırmayı. Oğuzlar'ın sınıflandırmasıyle karşılaştı­ ralım: Oğuzlar'ın sınıflandırması şöyledir: Hakan (Sol-kol) Gök Deniz Dağ

(Sağ-kol) Gün Ay

Yıldız Hatun

Hakan gök'On, hatun yer'in karşılığıdır. ôbür altı ata adla­ rından da gün'ün iki sınıflandırmada ortak olduğu görüyoruz. Gerçi. Oğuz sınıflandırmasındaki sünügler (Ulusal ziyafette yalnız bağlı bulunduğu beylerce yenilen et parçası, söğüş) ile Çin sınıflandırması karşılaştırılınca lktslnde de birtncl kadroda baş. ı k.inci kadroda, kamı. üçüncü kadroda uyluklar yani but sünOglertnln var olduğunu görürüz. Oğuzlar'da bunlardan hl· rtnclsi hakanın, ikincisi hatunun, üçüncüsü Gün Han oymağı­ nın sünüğüdür. Eğer, bu Çinli sınıflandırmasının bütünü eli­ mizde olsaydı, öbür sayıların uygun olduğunu görecektik. Yeti­ şecek genç slnologlanmızdan bu önemli hizmeti bekleriz.

Sekizli Sınıftandınnanın Kökeni: Türkler'ln sekizli sınıf­ landırması, iki dörtlü sınıflandırmanın birleşmesinden oluş1 06


muştur. Bunun kökenini ararsa}<.. yine toplumsal Orgıltte bulu­ Oğuzlarda Boz-Ok kolu ile Uç-Ok kolu birleşerek. C>guz UCni oluşturmuşlardır. Oç-Oklar'ın yer-sulan olan Gök, Dag, Deniz Hanlar, Ugan ile iki oğlu olan Demir Han ile Su Han ın karşılığı olduğunu görO.rO:z. Bu karşılık, Üç-Oklar eskiden dörtlü bir sı­ nıflandırmaya bağlı iken, hakan ile hatuna yer bulabilmek için Oçlıl bir sınıflandınnaya bağlı oldukları gibi, Boz-Oklar da buna paralel bir biçim almıştır. Bundan dolayı görünılşte alWı bir sı­ nıflandınna biçiminde görO.nen Oguz örgütü gerçekte sekizlidir. ruz.

'

Altılı Sınıftandırma: AIWı sınıflandırma. sekizli sınıflandır­ madan doğmuştur. Oğuzlar'da iki dörtlo oymak birleşince, se­ kizli bir il ortaya çıkmıştır. Fakat bu sınıflandırmanın iki bölü­ mo hakan ile hatun ya da "gök" ile ''yer" aynldığı için sınıflan­ dırmada altı bölOm kalmıştır. Üç Tanrı yani Gün, Ay. Yıldtz Hanlar Boz-Oklar'ın, O.ç yer-su yani Gök, Dag, Deniz Hanlar da Oç-Oklar'ın hem tansı ve hem de atalarıdır. Görülüyor ki bu sı­ nıflandırma da TOrkler'in toplumsal örgütünden doğmuştur. .

Çlnliler'de Altılı Sınıftandırma: Çinliler'de altılı sınıflandır­ ma kutsal bir sınıfiandırmadır. Hou Han-Shu adındaki Çin kita­ bında yazdığına göre yılın on ikinci ayında başkent ya da ku­ mandanlık merkezi olan her kentin dışında, topraklar altı adet ökO.z dikilir (Cycle Turc) . Din bölümünde gördüğO.mOz gibi Oğuz oymaklarının simgeleri, yalnız bu altı tanrı değildir. Oğuz oy­ maklarının ongunlanyle sünügleri de altışar adettir. Oğuz iline bağlı olan Uygur, Karluk, Kalaç, Kıpçak. Kanglı, Agaçert illeri de altıdır. Turfan'a Beş Baltk denmeslnJn nedenini beşli sınıflandırma bölomünde göstermiştik. Kaşgar dolaylarına Altı Şehir denmesi de orada egemen olan Oğuz illnln altılı sınıf­ landırmaya bağlı olmasından ortaya çıkmıştır. Türk örgütlerinde "altı bölüğe bölünme" kuralına birçok yer­ lerde rast gelinir: l ) Kiil Tigin Yazıtı'nda "İşte ylnni altı yaşında amcam kağa­ nın saltanat ve hOkO.metlnde olup bitenler: Altı Çup ve Soğdak­ lar Ozerine akın yaptık ve onları bozduk..., , .

ı•ı "On altı yaşında, amcam kağanın ilini töresini şöyle kazandı: Altı Çub Soğdak'a doğru ordu sevk ettik, bozduk." (M. Ergin, Orhun Abidele­ ri, 1970, s. 1 O) 1 07


2) Eski zamanda Moğ(llar t-lmen adı verilen altı bOlOme ay­ nlmıştı. Bunlar da Cagun-gar sağ-kol, Baragun-gar sol-kol adla­

nyle 1k1 kola aynlırdı. Sağ-kola han kumanda ederdi. Sol-kola hanın kardeşi ya da oğlu (yani veliaht) tarafından kumanda edi­

lirdi (Grande Encyclopedfe, c. XXIV. s. 68). Moğollar'ın bu smıf­ landınnasında Oğuzlar'ın gerek Boz-Ok ve Üç-Ok diye altı Oze. gerek altı tre aynlrnalannın bir eşi goralayor.

3) Eski Hiung-nular'da da Tllrk 111. altı bölüme aynlmakla büyük başkanın kumandasına vertlmiştl. Bu il de sag-kol ve

sol-kol diye ikiye aynlmıştı. Kollara kumanda eden iki bOyQk beylerbeyiydi. Osmanlı devletinin kapıkulu askeri arasında altı bölük adıy­ le süvari ocaklan vardı ki sipah, stlahdar, ulufedyan-ı yemtn ve

yesar, gureba-t yemtn ve yesar bölüklerinden oluşmuştu. Bun­ lardan slpah ile silahdara baş bölükler, ulufeclyan-ı yemin ve yesara orta bölükler. gureba-yı yemin ve yesara aşagı bölükler denilirdi. S!panın bayrağı kırmızı. silahdann sarı. orta ve aşağı bOlOk­ lerin alaca idi (Abdurrahman Şeref, Tarih-t Devlet-i Osmaniye, c.l. s. 3 1 9) . Eski Osmanlı OrgOtQnde kalemlye yolu'nun son rOtbelerl ni­ şancılık. defterdarlık. reislik, defter eminliği. şıkk-ı sanı ve salls defterdarlıklarıydı ki manasıb-ı mezktireye manasıb-ı sıtte denir­ di (ay. y. c. l. s. 306) . Eski Osmanlı Orgütünde kamu yetkesinin simgesi olan tug şöyle bOlünmüştO: Sancak beyinin bir tuğu. beylerbeytnin iki tuğu, vezirin üç tuğu vardı. Sadrazam beş tuğa dek kullanabi­ lirdi. Altı tuğ padişaha ozgoydü. BOy11 k memurların atamasında da. sadrazam, danışmadan beş memuru atayabilirdi. Altı makamın birden verilmesi padişa­ hın yetkisindeydi. 7

1 08

Sayısının Kutsallığı:

Batı Tı:ırklert'nde 7 sayısı kutsaldı.


Bunun nedeni de bellidir: Yedi sayısı, altı bOhlğe lll temsil eden merkezin eklenmesiyle ortaya çıkmıştır. Batı Tllrklert'nde her bireyin yedinci atasına dek dedeleri bWnmek gerekirdi. Yedi ata deylmi yedinci göbeğe dek ulaşan dedeler demektir. Ben ktzınu

yedt yabancıya verirtm, yedt yabancıdan lcız alutm gibi deyimler, eskiden T11rkler'de de bir tıır dış-evUUk kuralının yllrOrlükte ol­ duğunu göstertyor. Çok eski zamanlarda evlllik soy'un dışında ilin içindeymiş. Nasıl ki Ukel toplumlarda birçoğunda evllllk, oymağın içinde ve sopun dışında olmak üzere yapılmak zorundadır. Şu kadar var ki, lUrk ilinde tç-evltlik gittikçe, güçlenmJş, dış-evUli.k ise işlevini ve gerekllliğini yttinnlştlr.

Yedt Kuday da merkez He birlikte altılı örgüte karşılık olan bir gelenektir. 24 Boy: Altılı sınıflandırmadan, ytrmidörtlü sınıflandırma doğar. Çünkü altılı sınıflandırmayı oluşturan Oğuz Han'ın ya da doğru anlatımıyla Gök Tann'nın altı oğludur. Bunlardan her bi. rtnln de dörder oğlu olmakla, ylrmidörtlO örgüt ortaya çıkmıştır. Şurası var k1 alWı ve ylrmidörtlü örgütO kuran Hiung-nular'ın hükümdarı Mete'dir. Mete, güçlü blr ordu kurmak için süvart okçulanndan kurulmak üzere ytrmldört tümen oluşturmuştur. Her tümen şimdi tugay Olva) derecesinde olup on bin askeri kapsar. Altıh örgüt de bu tugayların dörder dörder birleşmesin­ den oluşmuş altı süvart tümeninden (fırka) başka blr şey değil­ dir. Bu sınıflandırma "oğullardan ve torunlardan doğmuştur" di­ yenler, blr dereceye kadar sonraki Oğuzlar'dır. Oysa bu örgütOn ilk kurucusu olan Mete bunlardan çok eskidir. öyleyse Oğuz­ lar'ın örgtltü eski bir örgütün (Mete ôrgatıınün) devamından başka bir şey değlldir. Demek k1 bu orgOtü 1yt anlayabilmek için de eski TO.rk-Çln mantığına başvurmak gerekir.

Ylmrldörtld Sımflandınna Nerelerde Var?: YirmidörtlO sı­ nıflandırmaya Selçuklular ve Akkoyunlular son zamanlarına de­ ğin uyuyorlardı. Bu sınıflandırma, Selçuklular'dan Eyyubiler'e, onlardan da Mısır Kölemenlerl'ne geçti. Dahası Kürtler'den Rq/ld birllğl de ylrmidört oymaktan kuruludur. Dell Petro, Yakut-

109


lar'dan yirmidört şamanı Petersburg'a getirmiş. Ola k1 bu gelen­ ler şaman değil de, toyonlardı. Gerçi, Şamanizm yinnidörtlO sı­ nıflandırmayı da kendi hesabına kullanmak gücüne sahtptl. Na­ sıl ki dört büyük şaman da dört yöne bağlı dört boyun simgele­ rtydi. Ylrmidörtlıl örgüt Moğollar'dan Oyratlar'da da görülmüştür. Eski Osmanlı vezirlerinin (Ç tıglanlan da yirmidört adetti.

4. DOKUZLU VE SEKİZLi SINIFLANDIRMA

Bu Smıflandırmanın Kökeni: Dörtlü sınıflandırmanın ço­ ğalmasından sekizli sınıflandırma oluştuğu gibi, bir sekizli ile bir dokuzlunun birleşmesinden dokuzlu-sekizli smYlandınna oluşmuştur. Yakutlar'ın örgütıl bu sınıflandırmaya bağlı olduğu gibi ola ki Dokuz Oğuzlar'la Dokuz Tatarlar da bu örgüte bağlı bulunuyorlardı. Bu takdirde bu illerin adlan sağ-kollarına göre konmuştu. Dokuzlu Sınıftandımıanın Batka Biçimi: Karluklar'da da dokuzlu sınıflandırma üç tane üçlü sınıflandırmadan doğmuş­ tur. Karluk birliğinin örgütü şöyleydi: 3 Çigil boyu 3 Hesek (Kazak)

{

3 Asıl Karluk

Kevalin, Köklen Bada Tuhsın

Üçlü sınıflandırmanın beşli sınıflandırmadan nasıl doğdu-, ğunu bize Ugan ile 1kJ oğlu olan Su Han ve Demir Han gösterir. Bu son sınıflandırma Od Han He Agaç Han'ın sınıflandırmadan çıkarılmasıyle oluşmuştur. 9 Sayıaımn Kutaallığı: Doğu Türklert'nce 9 sayısı kutsal ol­ duğundan ödüller ve cezalar bu sayıdan ya da bunun katlann­ dan oluşurdu. Örneğin tarhanlık dokuzuncu göbeğe değin ge-

110


çerdl. Bir hırsıza çaldığı mal gert verdtrtildikten sonra dokuz ka­ tı da para cezası olarak alınırdı. (Mahmud Esad, Tarlh-t tlm-t Hu­ kı..ıld . Ulusal ziyafetlerde ve dinsel törenlerdeki kurbanlar ve su­ nular da ya dokuz ya da onun katlarından oluşurdu. Örneğin Ebalgazi 'ye göre Oğuz Han destansı öykQsüne göre onun zama­ nında yapılan bir ziyafette süslü bir oba yapılarak dokuz yOz at ile dokuz bin koyun boğazlandı. Meşinden yapılan dokuz havu­ za arak (rakı), doksan havuza kımız dolduruldu. Selçukname'de ise şöyle bellrtlllyor: O toyda dokuz yüz baş kısrak dokuz yOz baş sığır ve doksan bin baş erkek koyun boğazlamışlardı. Dokuz dallı bir çam ağacından budunların dokuz atası olan Dokuz Atalar'ın oluşması, Altay TQrklert'nln huş ağacı ormancı­ ğında yaptık.lan törende göğe çıkmak için merdiven olarak seçi­ len bir huş ağacında basamak yertne 9 kertiğin açılması gibi yerlerde de dokuz sayısının temel olduğunu görüyoruz. Sanki Çinlller'in iki hükümdarı da dokuz vazo yaptırmış.

5. ON YEDİLİ SINIFI.ANDIRMA Dokuzlu ve sekizli sınıflandırmaların birleşmesinden 1 7 sa­ yısı ortaya çıkmıştır. Altaylılar'da göğün katlan ve tannlan yer­ yüzündeki yer-sular, Üleskeler ve wı.ıklar hep on yedidir. 4'lünün çoğalmasından 8'11 oluştuğu gibi, B'linin çoğalmasından 1 6'lı sınıflandırma oluşması gerekirdi. Bunun on yedi olması, sağ-kola merkezin eklenmesinden ileri geldiğini yukarıda gör­ mılşh1k. Dernek kJ bu sınıflandırmada da temel olan 1 6 sayısı­ dır. Bu sayıyı Japon bayrağında da gorün1z. Bu bayrağın yüzü beyaz olup ortasında kırmızı bir kurs vardır. Bu kurstan kenara değin uzanan ve ışın biçiminde bulunan 1 6 tane şertt doğmuş­ tur: (Almanach Hachette, 1924). Görülüyor ki TQrk mantığının adetleri Çin ve Japon bayraklarına değin geçmiştir. Bu durum, TQrk mantığının ne denli kapsamlı ve önemll olduğwm göster­ meye yeterlidir.

6. EŞİT OLMAYAN tKlLl SINIFLANDIRMA

Ak ve Kara SımO.andımıuı: Çinliler eşit olmayan ikili sı­ nıflandırmalarını yang ve yen kavramlanyle oluşturmuşlardır. Eski 1Urkler'de yang'ın karşılığı ak, yen'ln karşılığı kara'dır. Dolll


ğu TOrk.lert aka gök. kara'ya yagız derlerdi: Gök Tann. Yagız Yer gibi.

Ak-Kara Sımfiandırmaaının Tiirlder'de Kullanıl.ıtı: TQrk­ ler e n eski dönemlerde bu sınıflandırmaya gereksinme duymu­ yorlardı. ÇOnkü o zamanın Türk örgütünde ilin boton ikinci de­ recedeki topluluklan ve bireyleri btrblrtne eşittiler. O zaman ka­ ra budwt, kara ulus, kara gün gibi deyimler ve deytmlertn gös­ terdiği ezilen topluluklar yoktu; Erlik Han ve onun saltanat sı1r­ düğı1 yeraltı dOnyası da yoktu. Fakat er-geç bu topluluklar ve tanrılar da oluştular. Bundan dolayı ..sınıflandınnalar içinde bunları da bir kadroya koymak gerekir. işte o zaman ak ve kara sımflandınnasının yanında yer tutmaya başladı. TOrkler. yanla­ n eşit olan ikilikleri sağ-sol sınıflandırmasına, yanlan eşit olma­ yan lkilik.lert de ak-kara sınıflandırmasına sokarlar ve bu ikili sınıflandırmanın iki tane olmasından, özellikle kadın cinsi ya­ rarlandı. Çı1nkü Çinliler gibi, Türkler'de de yalnız bir tıır sınıf­ landırma var olsaydı, Çlnliler'de olduğu gibi zorunlu olarak ka­ dın aşağı olan sınıfa sokulacaktı. Oysa, Türkler Çinlilerin yang­ yen sınıflandırmasına karşı ak-kara sınıflandımıasıru kullan­ makla birlikte, aynca eşit derecelerden oluşan sağ-sol sınıflan­ dırmasını benimsedtler. Sağ-sol sınıflandırmasını yukarıda gördük. Ak-kara ya da gök-yagız sınıflandırmasını da bu bôlı1rnde inceleyeceğiz. Gök Türk, Kara Budun: Aristokratlık dizgesi, eşit olmayan ikili sınıflandırmaya gereksinim gösterir. Doğu Türk.lert'nde top­ lum ezenlerle eztlenlerden oluşunca ezen topluluğun adına gök, eztlen topluluğun adına kara sıfatları eklenirdi: Gök TCı.rk, kara budwt. Bunların simgeleri olan tanrılara da Gök Tann. Yagız Yer denilirdi. Altay Türkleri'nde birinciye Bay Ülgen, ikinciye Erlik Han adlan verilirdi. Oğuzlar'da da birinciye Ak, ikinciye Kara adlan verilirdi. Ak Süyek (Ak Kemik) , Kara Süyek (Kara Kemik) gibi. Bu deyimlerden birincisi soyluları, ikincisi uyrukları anla­ tırdı. Eski TOrkler'de bir hükümdar yenildiği zaman Kara Han ya da Moğolca aynı anlamı vermek Qzere Kür Han adını alırdı. Ôcı1nı1 alıncaya değin, düşmanlarına üstünlük sağlayıncaya değin, 1 12


bu adı taşırdı. Tutsaklığa ve tutukluluğa dOşen bir ulus da Kara sıfabru TO.rklerden Bolak budunu Kıpçaklar'a yenilip tutsak olunca Kara Bolak adını aldı. Sonra tutsaklıktan kurtulmakla Kara sıfatım Ozertnden attı. alırdı.

Eski Tıırkler'de ruhlar (çUrlar) da Ak ve Kara torlertne aynl­ mıştı: Ak Çur ve Kara Çur, iyi ruhlar ve kôtil ruhlar demektir. Şamanların da akı ve karası vardı. Ak Şaman yaz tôrenlert­ nl, Kara Şaman kış torenlertni yônetlrdl. Ak gün. kara gün de­ yimleri de zamanın iki rengini gostertr.

Tanrılar Örgiltü: iki torla ikili sınıflandırma taıınlann , iki tOrlQ bôlOmlenmesini gerektirmiştir. Bu sınıflandırmalar şöyle­ dir: 1 Sol kol Sağ kol Yer-sular Tanrılar 2 Ak: GOkTann Kara: Yağız Yer GOrOyoruz ki bu biçimlerden blrtnclsl yatay. ikincisi dikey­ dlr. Yataylık eşUllğl, dikeylik eşitsizliği gosterlr.

7. ÜÇLÜ SINIFLANDIRMA

Bu İki Sınıflandımıanın Blrletmeal: lkl sınıflandırmada yukankl goğe ilişkin olan bôlfun değişmiyor, yere ya da yer altı­ na ilişin bôhlm değişiyor. Böylece, ikincideki- Göle Tann'yı aynı şey sayarsak. karşıt olan yer-sular ile Yağız Yer'in eklenmesiyle tannlann üç derecesi ortaya çıkar. O zaman bu üçlü sınıflandır­ mayı şöyle gosterebllirlz: 1) Gök Tanrı (Ak) 2) Yer-Sular (Ak ve Kara) 3) Yağız Yer (Kara)

T. U. Tarihi - F 8

113


Dünyalar: Bunlardan üç dünya oluşur: 1) Yukarıdaki DOnya (Ak) 2) Orta Danya (Ak ve Kara) 3) Aşağık.J Dünya (Kara)

İşte eski Tarkler'ln alem hakkındaki görüşleri şöyleydi. Bü­ tün yaratıklar bu üçlü sınıflandırmaya sokulabillrdt. Fak.at. bu üçlü sınıflandırmayı yukarıda açıklanan uç sınıflandınna ile ka­ rıştırmamalıdır. Tarkler'de evlerin ocağındaki ateş de üç türlüdür. Bunlar­ dan her biri üç dünyadan birine bağlıdır (Din bölümüne başvu­

runuz).

Toyonlar bu üç dünyaya bağlı oluşlarına göre ayn nttellk­ kapsamlar kazanırlar: 1) Altın-kemikler. Prenslerdtr. Tanrılar gibi bunlardan hiç za­ rar gelmez. Tekin degill deyimi bundan doğmuştur. Zararlı olan­ lar hakkında söylenir.

2) Ak-Kemikler

3) Kara-Kemikler Şamanlar da bu üç aleme bağlı oluşlarında ayn adlar alırlar:

1) Tarhan 2) Ak şaman

3) Kara şaman

Çadırlar da ü.ç tilrlü.ydü.: Kara çadır, ak çadır, kızıl çadır. Bunlardan birincisi kara kemiklere, ikincisi ak kemiklere, üçüncüsü altın kemiklere özgüydü. Hakanların çadırları altın­ lıydı.

il- ESKİ TÜRKLER'DE BİLİM

Eski uluslarda emplrlk (lhttbart) bir denemeden doğdukları­ na dayanarak., yalnız teknikler olumluydu. Onların bllimlertne gelince, geleneksel mantığa dayandıkları için nesnel değil. özneldller. Bu gibi budunlarda oldukça doğru tekniklerle hayali bilimler yanyana yaşarlar. Örneğin bugünkü Çinltler'ln teknik­ lerine bak.sak, büyük bir ilerlemeyi gösterir; fakat. bilimlerine

1 14


baksak o zaman geleneksel bir mantıktan doğan boş ve geçersiz inanlar karşısında

kalırız. Eski MısırWar, Keldanlıtar, İranlılar

da böyleydi. Buradaki uygarlık. bilimsel bir uygarlık değil, tek­ nik bir uygarlıktı. Akla dayanan bilimler ilkin eski Yunanlılar'da başladı. Bundan dolayı eski Yunanlılar'da uygarlık yalnız tek­ niklere değil, akla dayanan bilimlere dayanıyordu. Bugıln Avru­ pa'da da öyledir. Bugünkü Avrupa uygarlığı da nesnel, olumlu ve akılcı bilimlere dayanmaktadır. Teknikler bile bıltünOyle bi­ limlere uymuş, haşan belgelerini bilimlerden almıştır. Demek

ki

eski budunlann da tekniklerinden başka kendilerine özgıı bi­ limleri vardı, fakat maddiyat alanında iş gören yalnız teknikle­ riydi, bilimleri yalnız toplumsal değer yargılarını simgesel olarak belirtmek bakımından doğru olabilirdi. Örneğin Çlnlller'de her yön kendi hayvanının adını alır ve çeşitli durumlara göre uğurlu ya da uğursuz sayılır. Uzayı yönetmekle görevli olan simgesel hayvanlar, gök gibi yeri de yönetirler. Bir tepe ya da coğrafi bir oluşum kaplana benzedi mi, totemizme göre bu kaplandır. Ve bundan dolayı batıdadır. Bir ejderhaya benziyor mu, öyleyse ej­ derhadır ve doğudadır. Bir yerden göç edileceği zaman çevredeki eşyaya bakılır: Eğer bunlar kendi yönlerine uygun bıÇ ımlerdey­ seler. örneğin batıda bulunanlar kaplana. doğuda olanlar ejder­ haya benziyorsa bu göç uğurlu sayılır. me, vı. p.

55.)

(L'Annee Soctologfque, to­

Bu yukarıda gösterdiğimiz ilkel sınıflandırmalar

Çln'de halk taolzmlnln temelini ve Yl-ldng adlı kutsal bir kitabın da konusunu oluşturur. Eski 1..amanlarda Türk budunun da "hangi şeyler uğurlu, hangi şeyler uğursuzdur?" sorusuna yanıt veren geleneksel bir bilimleri vardı; pratik yaşamlanna bu bilim, kılavuzluk ederdi. Bugon

Tandırname Ahkômı ya da Keçe Kitabı adını verdiğimiz

halk inanışları ve işlemleri o eski Oğuz biliminden geri kalmış artıklardır. Yapacağı bir işin uğurlu olup olmadığını bilmek bu­ gon bile birçoklarının ruhunu uğraştıran önemli bir sorundur. Bugün bile felsefenin rolO insanlara umut vermek ve uğurlu Ue uğursuzu ahlak alanına taşıyarak

fyf ve kötü adları

altında yeni­

den diriltmektir. İnsanlar. hcila en doğru felsefeyi değil en çok

1 15


umut veren felsefeyi anyorlar. Bu bakımdan eski TOrkler'in ge­ leneksel btlirnlert gerçeklik bakımından gerçekten uzak olmakla birlikte. değer ve OlkQ bakımından çok vertniliydtler. Eski kah­ ramanların. fatlhlertn, ctlıangirlertn başanlanndaki gizi (sır) arayacak. olursak. bunların yanında dalma kendtlertne umut ve inanış aşılayan bilgelerin, ozanların, şamanların manevi yol gostennelertni buluruz. Artsto'nun mantığı nasıl oluyor da bu eski mantıklardan çı­ kabiliyor? ilkel toplumlarda eşyayı içinde sıralamak için yalnız toplum­ sal kadrolar vardır. Soplar yalnız bireylerden kurulu değildir, birçok eşyada bu saplara sokulmuş ve böylece kutsal mantığın türleri oluşmuştur. Soplar birleşerek boylan (kabile), boylar bir­ leşerek oymağı (aşiret) oluşturmuştur. öyleyse soplar bir kutsal tür olduğuna gore boylar da birer kutsal cins ve oymak da bun­ ları içine alan yCıksek soy'u (clns-i ala) oluştururlar. Bu sınıflandırmalarda bir tQre bağlı olan bireyler, maddi benzerlik dolayısıyle birbirinin aynı bulunan bireyler olmayıp belki aynı soptan olmak ilgisiyle aynı kutsallığa sahip şeylerdir. işte bu ilk sınıflandırmalarda yılksek soyun, cinslerin, torle­ rt11 içine aldıkları bireylerin benzerliği maddi bir benzerlik olma­ yıp, bağlı sayıldık.lan oymak. boy ve sopların taşıdıkları kutsal­ lıklara ortak olarak sahip bulunmaktan Heri gelen bir benzerlik­ tir. ilkel budunlar, bir yandan toplumsal yaşamda bu toplumsal benzerliklere önem verirken. ObQr yandan da ekonomik ve tek­ nik yaşamda maddi Ozelliklert ve bu Ozelliklerdeki benzerltklert de gözönQne almak zorunda kalıyorlardı. BOylece dinsel sınıf­ landırmanın dereceli dizgesi yanında bir de düzensiz ve kaba­ taslak bir teknik sınıflandırma oluşmaktaydı. Fakat insan zeka­ sı birliğe eğilimli olduğu için bu teknik sınıflandırmalan, oluş­ tukça, dinsel sınıflandırmanın dizgesine sokmaya çalışıyordu. Üstelik bert yandan din de stlrekli bir değişme ve evrim halinde olduğu ve toplumsal Orgüt dalma değiştiği için, dinsel sınıflan­ dırmada da gittikçe artan bir esneklik ortaya çıkıyordu. Bunun sonucu olarak dinsel sınıflandırmanın çerçeveleri sQrekli kal­ makla birlikte, bu çerçeve içindeki eşya, maddi benzerlik llgtsi­ ne bağlı olarak kabını değiştirmeye başladılar. Örneğin dörthı sınıflandırmada Güneş, Ay, Yıldızlar, Geregenler değerleri ve 1 16


kutsallıkları bakımından ayn tOrlere sokulmuşken, yavaş yavaş bunlar maddi oluşlan balamından ayn tQre sokulmaya başlan­ dı. Tekniklerin pratik deneylertnden doğan bu yeni sınıflandır­ malara yardun ettiğinden. başlangıçta gerçekliğe uymayan gele­ neksel sıruflandımıalann kadrolanna yavaş yavaş gerçekll.kçe bir tarden olan eşya ve maddeler konmaya çalışıldı. işte bu ken­ diliğinden (fehvanl, spontan�) işlemlerin sonucu olarak maddi ve gerçek tarlert ortaya çıktı. Bu tQrlertn birleşmesinden cinsler (soy) ve clnslertn birleşmesinden yQksek soylar oluştu. işte, so­ yut ve akılcı mantığın geleneksel mantıklardan yavaş yavaş doğ­ ması şöyle olmuştur.

öyleyse, soyut mantığın kavramları, dış goranaş bakınun­ dan gerçek olan birtakım bilgilerdir. Bu bilgiler gittikçe daha çok teknik deneylerin etkisiyle gerçeğe doğru değişmek niteliğini kazanmakla birlikte sınıtlandırmalannın kadrolan bakımından daima toplumsal kalırlar. Aklın toplumsal sınıflandırmalara uy­ gun bir zihinsel yapısı olması bu nedenin. bir sonucudur.

111. ESKi TÜRKLER'DE FELSEFE

Simge Dlll: Uygar uluslar sOzcQklerle dQşQm1rler, bundan dolayı felsefeleri kavramsal bir felsefedir. Eski Türkler ise sOz­ cQkler ve kavramlarla değil, simgelerle dQşQnQrlerdi. Eski TQrk felsefesine slmgectllk (ttmsaliyeJ adını verebiliriz. Simge (timsal) ruhumuzun blllnçdışı katında yaşayan bi­ linçsiz bir değer yargısının. bilinçsiz bir QlkQnQn yerine geçen bilinçli bir hayaldir. Eski Türkler'ln yazılmamış , belki de sOylen­ memiş gizli dQş11nQşQm1 anlamak isterseniz, dindeki ve özellik­ le mitolojisindeki simgeleri incelemelisiniz.

Slmgelerln Aaıllan: Türk simgeleri hangi gerçeklikleri sbn­ gellyor? Bunlan birer birer inceleyelim: Doğal Afil Zamanı: Eski TOrkler toplumun bayak bunalım­ lar, coşkunluklar, coşularla dolu olan zafer ganlerintn yaratıcı anlar olduğunu ve bütün OlkOlertn bu anlarda yaşanılan coşulu yaşamlardan oluştuğunu bilinçsiz olarak anlamışlar ve bu gan1 17


lcre dogal aşk günü, dogal aşk gecesi gibi a.dlar vennlşlerdl. Sanki bu günlerde ve gecelerde doğadaki genel aşk coşardı. Onun vertmllllğl bir ışık sütunu biçiminde ortaya çıkardı. Bu ışığın en küçük bir dokunması, dokunduğu canlı, cansız şeyleri gebe bırakırdı ve bu dokunmadan doğan çocuktan yeni bir il do­ ğardı. Bu il, zaferlerle, şan ve şeref kazanan bir budundu. Ülkünün girdiği ruhları gebe bıraktığı herkesçe biliniyor. Eski TO.rkler'ln ışık sütunundan ya da altın ışıktan bilinçsiz ola­ rak algıladı.klan gerçeklik, ülküydü. Kut toplumsal blllnç olup bu bilincin değer verniği şey kutlu oluyordu. Ülkü, yaratıcı bir aWım olduğundan, dokunduğu ruhları gerçekten gebe bırakırdı.

Kara Han ve Su: Türk evrendoğumundaki Kara Han ülkü­ nün doğUŞundan önceki karanlık durumdur. Kara Han'a arka­ daşlık eden uçsuz bucaksız Su toplumun kaos durumudur. Bay Olgen ve Erlik Han: Bu ikisinin evlenmesinden btltnçll olarak toplumsal bilinç doğuyor. Toplumsal bilinç sevinçli, co­ şulu bir durumdaysa bireylerden sevinçli gostertler istiyor. Top­ lumsal bilinç ulusal bir felaket ya da yurtla ilgili bir yas zama­ nında doğmuşsa, insanlara büyük bir sarsıntı içinde görünüyor ve bireyleri yas tutmaya, kendi elleriyle yüzlerini paralamaya, saçlarını yolmaya yöneltiyor. Birinci durum, toplumsal bilincıri güzellik (cemal), ikinci kızgınlık (celal) sıfatıyle görünüşüdür. Bu görünüşlerden birincisine Bay Ülgen denildiği gibi ikincisine de Erlik Han adı veriliyor. Toplumsal ödülü yapan, toplumsal bilinç olduğu gibi, toplumsal cezayı yapan da yine toplumsal bilinçtir. Bay Ülgen birinci durumun simgesi olduğu için odül tanrısı olu­ yor: Erlik Han da ikinci durumun simgesi olduğu için ceza tanrısı oluyor. ·

Ayzıt'an Niteliği: Ayzıt cinsel ahlak işlerinde toplumsal bi­ lincin gOnlnüşüdür. Toplumsal bilinç, namuslulara odül, na­ mussuzlara ceza verdiği gibi, Ayzıt da aynı işleri yapıyor. Yaz T6ren.l: Toplumsal bilinç hangi bireyin namuslu, hangi­ sinin namussuz olduğunu biliyor. Ayzıt da bireylerin cinsel ah­ laka Uişkin gonahlannı ve sevaplarını biliyor. Kamuoyu namus­ suzları değerden düşürdüğü gibi, Ayzıt da namusluları saraya 1 18


kabul ettiği halde, namussuzları kabul etmiyor. Ayzıt'ın sarayı, kamunun cinsel bilincinden başka bir şey değildir.

Ongunlar: Ongunlar bağlı oldukları toplulukların kamu yet­ kelerini simgeleyen simgelerdir. Ongun bireyselleşirse kamu yetkesi yani egemenlik de bireyselleşmiş olur. Bir topluluğun ongununu başka bir topluluk zorla ele geçirirse birinci, ikinci­ nin egemenliği altına girmiş olur. Bu ongun bir bireyin değil de, başka bir ilin eline geçmişse, onun sahibi olan topluluk da o ilin egemenliği altına geçmiş olur. Renkler: Renkler, dört yöne ve merkeze bağlı beş topluluk­ tan tümünün kutsal olduğunu, fakat tümünün kutsallığı bir tür olmayıp, her birinin ayrı ayrı türleri olduğunu gösterir. Sünügler: Sünügler. bir hayvan organlzmasının organları­ dır. Oğuz ili kendisini bir toplumsal organlzma halinde ve oy­ maklarını da (özlerini de) , bu organizmanın organı olarak algıla­ dığı için bütün oymaklara birer özel sünüg ayırmıştır. Bu ben­ zetme, toplumdaki dayaruşmanın canlı ve güçlü olduğunu gös­ terir. Çurlar: Yerel kamuoyları, yerel nitelikte kalan küçOk top ­ lumsal bllinçlerdir. Bu kaçok toplumsal bilinçler sevinçli oldu­ kan zaman Ak Çur, öfkeli olduklan zaman Kara Çur simgeleriy­ le anlatılırlar. Kısrak Memeli Put: Erkek cinsine ilişkin toplumsal bilincin sim�esidlr. inek Memeli Put: Kadın cinsine ilişkin toplumsal bilincin simgesidir. Od Ata, Od Ana: Aileye özgü toplumsal bilincin simgeleri­ dir. Et: Bireylerde toplanan ve görünen toplumsal kişiliğin sim­ gesidir. Yer-sular: Oymaklara özgo toplumsal bilinçlerdlr. Bunlar yalnız kendi oymak.lannın üstün gelmesini isterler. Ugan: Merkezde bulunan yer-suların özel etkilerine engel olup. !l'in birliğini simgeleyen, genel il'e özgü toplumsal bilinçtir. Tanrllar: Barış ve barışıklık yandaşı olup yer-sulara bağlı oymakları akından ve kan davasından alıkoyan il kurucusu oy­ makların toplumsal bilinçlerinin simgeleridir. 1 19


G6k Tann: BQtQn U'ln ilişkin toplumsal bilincin sevinç za­ manlanndaki simgesidir. Erlik Han: BQtOn tre ilişkin toplumsal blltncin genel felaket zamanındaki simgesidir. Dokuz Dallı Çam: Dokuz uruğa ilişkin toplumsal bilinçlerin simgeleridir. Yerin Merkezindeki Çamın Bay 'Olgen•e Değin Yübelmlt Olması: ikisi de bQtQn ilin simgeleri olan Bay Ülgen ile Ugan'ın birbtrtne eşit olduğunu gösterir. İl'ln Kara Sıfatını Almuı: Yenilen ya da tutsak olan Utn kurtulmak ve Oç almak için hazırlandığını gostertr. Kür Han ve Kara Han: Yenilen ve Qlkesinden kovulan hQ­ kOmdann eski saltanatını iadeye ve Oç almaya çalıştığını göste­ rir. Gerek il, gerek hakan ozgQrlQklertni kazandıktan sonra bu sıfatı adlarından çıkarırlar. Örneğin Bolaklar. Kıpçaklar'a tut­ sak olunca Kara Bol.ak adını aldılar, tutsaklıktan kurtulunca Ak Bol.ak adım yeniden geri aldılar.

Kurt, Anlan Totemleri: Totemleri zayıf hayvanlardan olan budunların içinde kurt ve arslan gibi totemler ortaya çıkınca toplumun içindeki emperyalizm başlanuş olduğu anlaşılır. Bu gGçlQ totemler bir tl'e Utşkinse emperyalizmi yapan ildir. Yok bir sQlfileye tllşklnse o zaman emperyalizmi yapan, o sQlaledlr. Gök ile Yer: Gôk ile yer fl'in sağ-kolu ile sol-koluna ilişkin toplumsal bilinçlerdir. Ay ile Giine9: Ay ulustaki erkek topluluğunun, Güneş ka­ dın topluluğunun simgeleridir. Böylece Hiung-nu tanjulan Çin fağfuruna mektup yazarken başına ''GOk ile Yer'in doğurduğu, GQn ve Ay'ın tahta çıkardığı Kunlann büyQk tanjusu Çin fağfu­ runa rica eder ki . . . " biçiminde yazardı. Gôk ile _ yer sağ ve sol kolların toplumsal bilinçleri olduğuna gore, hükômdarın ege­ menliğini bu iki bilincin doğurmuş olduğu ve erkek alemiyle ka1 20


dın aleminin toplumsal bllinçlert de birlikte olarak onu pekiştlr­ rnlş olduklan anlaşılıyor. Tann Kutu. İdi Kut: Bu sözlerden birincisi Hlung-nular'a ikincisi Uygur-Dokuz Oğuzlar'a ilişkindir. leli sOzcQğQ de "GOk Tann"nın eşanlamlısıdır. Bu sözler gösteriyor ki Kun hOkOmda­ rıyle Dokuz Oğuz hakanı kendilerini •İlahi hak.ika (drolt dlvln) sahip sayıyorlardı. }JahL hak, "toplumsal bilLTJ.cln pekiştirdiği hak" demek olduğundan Kunlar'la Dokuz Oğuzlar'ın hOkom­ darlannı topllllls l al bilincin peklştlnneslyle hOkOmdar olmuş saydıktan anlaşılıyor. Yukandakl örnekler gOstertyor ki, TOrk dini ve TQrk mitolo­ jisi, zengin bir toplumbilimdlr. Simgelerin arkasında gerçekleri görenler, bu toplwnblllrnt kolayca okuyabilirler. TOrk dinindeki bOtQn simgeler, toplumsal gerçeğin ve Ozelltkle toplumsal bilin­ cin dQşsel ve simgesel (tstlarcvt) anlatımlanndan başka bir şey değildir. Yukandakl yöntemi bütan Türk tann öykOlertne ve fel­ sefelerine uygulayacak olanlar, daima bu gerçekçi slmgeclliğl (şentyetçi semboltzrnJ) göreceklerdir.

(İkinci Kitabın Sonu)

121



ÜÇÜNCÜ KİTAP İSLAMLIKTAN ÖNCEKİ TÜRK DEVLETİ



Bırtncl BOlOm ı.

iL

1- İl Nedir?: Eski TOrkler'de devletin en basit biçimi ll adını alırdı. Doğu Türkleri'nde -bOyQk olsun kOçOk olsun- siyasal olan her topluma budun derlerdi. Kıişgarlı Mahmut'un sözOne ·unsız olduğu zaman �öre budun "halk" anlamındadır. Budun sız olsun olmasın ulus" anlamınaydı. Orhon Yazıtlannda bOtOn uluslara budun adı verilmiştir. ôme in Çinlller. Hıtaylar, Tibetlller, birer budundular. Bağımsız olan Kırgızlar da bir bu­ dundu. Bağunsız olmayıp GöktOrkler'e bağlı olan TOrgeşler bir budundular. GöktOrkler'in sağ sol kollarını oluşturan 1öleş ve Tarduş toplumlanna da budun adı verilmektedir.

=

il sözcOğO Dtuanü Li.ıRafe göre "banş" anlamındadır. ba­ rışçı" demeKtlr. Eski Türkler'de devlet, banş dininden do duğu için devlete de U adı verildi. "llli bodun idim, iUm amarum ?' (Orhon Yazıtlan) Batı Oj!uzlan'nda il "göçebe bir budun" anlamınadır. Fakat ancak. ak bir budun 1 bağımsız bir buduna ti adı verilebilir. ti, kesinkes bir ak b 'dur. Bunun egemenltııindekl halklara kara budun adı verilir. Kara budım "ulus, oymak, g_On" sözleriy­ le anlatılır. lllni, ulusunu aldı gitti. lllni oymagım alat gittl ile gü­ ne karşı. tiden günden hariç. Bu deyimlerdeki il ak.-ltemlkleri, ulus, oymak, gün deyimleri de kara-kemikleri anlatır. '11

�J,�

(ll Bu deyimlerden ulus sôzcQğQ, ülemek mastarından gelir ki, "hts­ seleı1 ayırmak, bölümlemek ' anlamınadır. Bir hakanın budunu, şehza­ deler arasında uluslara b0lı1nı1r. Oymak Kaşgarlı Mahmut'a gore "uyruk (tibt), hizmetçi (hadim)" anlamına olmak üzere uymak mastanndandır.

(Z.G.)

1 25


Bu kitapta U sözcüğünü opuzlar'ın kullandığı anlamda kul­ lanacağız. Eski Oğuzlar'da styasal, bağunsız ve_ ôterk toplumla­ ra ti adı verilir. Eski Oğuzlar'da ve öbür Türk kollarında budun topluluğu gibi il topluluğu da siyasal bir topluluktu; budunsal (kavmi) bir topluluk anlamına değildi. Bu anlamda uruk sözcüğünü kulla­ · nabiliriz. Uruk, Kaşgarlı Mahmut'a göre "tohum" demektir. r ı Bir tohumdan gelen topluluklar budunsal (kavmi= ethnlque) toplu­ luklardır.

2. İL İ ÇİNDEKİ BÖLÜMLENDİ RME Eski Türkler'de iller bir siyasal toplumdur. Bu siyasal top­ lum öz'lerden, yani oymaklardan (aşiret) oluşuyordu. Özler de 11 1 boylardan oluşuyordu. Boylar da soplardan oluşuyordu. Oğuzlar'da özlerin yalnız kadrosu kalmıştı. Özlere lllşkin olan ongun, sünüg, tannlar, beyler yeni İslam olduk.lan dönem­ de, boy'lara katılmıştır. Bundan anlaşılıyor ki oymaklar birer ar­ ta kalandır. Onların yeıine boylar (kabileler) geçmiştir. Boy söz­ cüğü kabile sözcüğünün karşılığıdır. Oğuzlar'da en güçlü olan örgüt boy'du. Bunun karşılığına Göktürkler oguş derlerdi. (Thomsen) Oguş sözcılğü Kaşgarlı Mahmut'a göre "oymak (aşi­ ret)" anlamına ise de kullanışta boy sözcüğünün karşılığı ol­ muştur. Sop sözcüğü ise semlyye karşılığıdır. Bugün hala Yakut­ ·· lar'da sip biçiminde kullanılır. r ı Kırgız-Kazaklar'da sağ ve sol

1 1 1 Ôz sözcüğü "akraba" demektir (Kaşgarlı Mahmut/Divan, c. 1, s. 46). Yakutlarda uza biçiminde olarak "oymak" (aşiret) anlamınadır. Ağa uza: Baba oymağı, Eye uza: Ana oymağı gibi. (Z.G.) . ı·ı Dwan, c.1, s. 63-64. r�ı A. inan, Seroşevskıy'nin Fransızca yazdığı makalede Yakutçada "soy" anlamını veren sözcüğü Almanca Sippe sözüğüyle karşıladığını be­ lirterek, Z. Gôkalp'ın bu sözü Yakutça sandığını söylüyor (Eski Türk Di· n� s. 1 69). 1 26


kolların ayrıldığı topluluklara stp denilmiştir. Bizde de soy ue

sop deyimi içinde geçmektedir. Bu topluluklann tOmll, hem siyasal hem aileyle ilgili bir ni­ telik taşır. Çünkü t� bir siyasal birlikti. Özler, boylar, soplar da bu siyasal topluluğun yönetim bakımından böh1mlertydi. Bu topluluklar, aynı zamanda aileyle ilgili bir nitelik taşır­

lar. Çünkü sop topluluğu bir babanın çocuklanndan oluştuğu gibi boy, öz topluluklan da bir babanın çocuklarından, yani am­ caoğullarından, akrabalardan oluşmuştur. Bu kapalı topluluk­ lann kadrolarına yabancı bireyler kanşamazlardı. ÇO.nkü il, dış­ tan evlenme kuralına bağlıydı. Evlenmeler, ancak 11 içinde olur­ du. Hizmetçiler ve tutsaklar ise ilin dışındaydılar. Siyasal ve aileyle llgili topluluklar böylece birbirine karış­ makla birlikte bunları birbirinden ayırmak da gerekir. Bir toplu­ lukta siyasal nitelikler atleyle ilgllt nıtelllderden daha güçlüyse, onu siyasal topluluklar sırasına koymalı. Yok aileyle ilgili nite­ likler, siyasal niteliklerden daha güçlüyse, onu aileyle ilgili top­ luluklar arasına karıştırmalı! Bu yolda bir ayırım yapılınca ti, öz toplulukları, siyasal top­

luluklar sırasına konmak gerekir. Boy ise aileyle ilgili topluluk­

lar arasına konulur. Çllnkü boyda alleyle ilgili nitelikler daha güçlüdür. Boydan sonraki aileyle ilgili topluluklara gelince, bunları boy'un kapsadığı sop, soy, baba-yanlt atle, evllltk atlest gibi da­ ha küçük topluluklarda bulacağız. Bundan dolayı biz aile bölü­ mOnde alleyle ilgili toplulukların en büyüğü olan boydan başla­ yarak gittikçe daha küçllk topluluklara indiğimiz gibi devlet bö­ lümünde de siyasal toplulukların en küçüğü olan öz'den başla­ yarak gittikçe daha büyük siyasal topluluklara doğru çıkacağız. Türk ilinin toplumsal yapısını anlamak için, Türk örgütOnü eski Yunanlılar'la Romalılar'ın " site" (medine) örgütü ile karşı­ laştıralım:

1 27


ll(medJne) ôz (aşiret) Boy (kabile) Sop

Soy

Baba-yanlı aile EvUUk ailesi

La cıte La trtbu La phratrte Les gens La parent�le La famille patçrnelle La famille conjugale

Bu karşılaştırma göstertyor ki Türk 1ll gOçebe bir medl­ ne=slte'dir (cite) . Eski Yunan ve Latin toplumları birer site halini almadan önce bağımsız oymaklar halinde yaşıyorlardı. lllertn kuruluşu­ nedan önce Ti".ırkler'in de bağımsız özler haUnde yaşadıklanna kuşku yoktur. öyleyse Türkler'in siyasal örgütünün incelenme­ sine öz'den başlamamız gerekir.

3. OYMAK

(ÔZ-AŞİRE'Il

Oğuzlar'da oymağa öz denilirdi. Türkler'den bağımsız oy­ maklar yoktu. Her oymak kesinkes bir ilin içine girip onun bir kolu olmuştu. Oymak yaşamını bağımsız olarak yalnız Tatarlar' da görüraz. Cami-üt-Teuarth Tatarlar'ın yaşamını bize şu yolda anlabyor:

'Tatar budunu birçok kollardan oluşup yaklaşık olarak 70 000 haneyi kapsıyordu. Ülkesi Çin sının ile Boyır gölüne komşuydu. Her oymak özel bir sahaya sahipti. Tatarlar çoğu zaman Hıtay imparatorluğunun uyruğu ve haraçvericisiydiler. Fakat çoğu za­ man filan ya da falan oymakları başkaldınr ve ancak silah gü­ cüyle boyunduruk albna alınırdı. Çok kez. oymaklar birbirleriy­ le savaşırlardı. Tatarlar, KWt. Şol (=Berberi) ve Frenk budunları gibi ufak bir çekişme nedeniyle birbirine bıçak ya da kılıç salla­ makla ünlüydüler. Bugün Moğollar arasında görülen sıkıdüzen onlarda yoktu. Kinci. öfkeci, Oç ahcıydılar." (D"Ohsonn, s. 327). Tatarlar'ın ayn bir budun olması kuşkuludur. Tatar sôzcQ1 28


ğü bir budun adı olmaktan çok, bir sınıfı gösteriyor, bir uğraşı (mesleği) anlatıyor. 1\uıguz olsun, Mogol ya da 1Urk olsun, Ta­ tarlar henüz göçebeliği bırakmamış sınıftılar. Tatarlar. Orho11 Yazıtlarında Hıtanlar (Hıtaylar) ile, Tatabılar ile Apar-Purumla�·ı ile birlikte be1lrtlllrler. Türkler, Tatarların yaşadıkları oymak yaşamını çoktan geçmişlerdi. TOrkler'l en es­ ki dönemlerde bile il halinde buluyoruz.

4.

İLLERİN ÇÖKÜŞÜNDEN DOGAN OYMAKLAR

Kimi zaman bir il çöktüğü için, lçlndekl [oymakların] yalnız, bağımsız bir yaşam sürdüğü olur. ômeğln, Kırgız-Kazaklar da çöküş sonucu olarak her biri bağımsız bir yaşam sürmektedir Bu boylar arasında kan davası ve akın kuralları yürürlüktedir. Kırgız-Kazaklar, kan davasına kün ve akına baranta derler. TOrkmenler'de de il yaşamını yitlrerıler, toplumsal bir gerile­ meye uğrayarak. bağımsız oymaklara ayrılırlar. ômeğln Ha­ rlzm'deki Türkmen oymakları bugün bu durumdadır. Bu oy­ makların toplumsal yaşamını yakından görmek lçln bunlardan blrislnl, örneğin Teke oymagı'nı inceleyelim: "Teke oyma�ı. Harizm ve lran'dakl öbür Türkmen oymakları glbl talfe'den (boy), taifeler de tire'lerden (sop) oluşmuştur. Teke­ lllerde egemenlik oymak meclisindedir: her birey bu meclisin üyelerindendir. Bu meclis bir han seçer. Fakat han halkı mem­ nun edemezse, ayrılmak zorundadır. Hanın yanına gençlerden _ kırk yigit verilir.

B

Bu kırk yiğit Tekelller'ln toplumsal sıralama bakımından ır boy olduklarını ve seçtikleri hanın da bir U beyi de-

il değil. bir

l"l Orhun Yazıtlannda Apar "Avar", Pun.ım "Bisans Doğu Roma" an­ lamlannda kullanılnuştır. (Bk. M. Ergin, Orhun Abideleıi, 1 970; T. Te­ kin, A Grammar of Orklıon Turkic, 1968: Orhon Yazıtlan, 1 988) T. lJ. Tarihi - F. �

1 29


ğil, bir boy beyi olduğunu gösterir. Çılnkı1 boy beyinin kırk yiği­ di vardır. il beyinin ya da hanın ılç yaz yiğidi olmak gerekir. (De­ de Korkut Htkdyelert/ s_ 1 6- 197) Bu kırk yiğit hanın buyruklarını yerine getirirler. Fakat ha­ nın mali gl1cıl, dolayısıyle hazinesi yoktur. ôzel amaçlar için ih­ tiyar adıyle bir halk temsilcisi seçilir. Antlaşma, barışma gibi sl­ yas.::ıı. sözleşmelerde elçilik görevini yapar. Tt:kdiler ılç bôll1me ayrılmıştır:

1 - Toktanuşlar, yani "Kalanlar" k1 Merv vahasının doğu bö­ ll1mılndedlrler. 2- Otamışlar, yani "Göçmüş olanlar" ki batı bölümünde otu­ rurlar. 3- Beyler ki vahanın doğu ucunda otururlar.

Yukarıda anlattığımız örgüt bu üç topluluğun üçünde de ay­ ayn vardır. Bundan bir sl1re önce oymak hükl1met1, saray hıl­ kl1metlne doğru değişmeye başladı. Demokrasiden kılıçla kaza­ nılmış kalıtsal(lrsl) bir hükümdarlığa doğru yl1rüdl1. Bu yenı1"l yönetim biçimi Nur Verdi Han adlı l1nll1 bir başkanla başladı. Bu han Tekeltler'I, Hlve ve İran devletleriyle Sank (San) oymağı­ na karşı zaferlere ulaştırdı. Han; cesur ve cömertti. Kendilerini hükümdar yapan insanlar tipinden beri sôzgeçerllğl o denli bü­ yl1kto ki Ak-Kal Tekelerl nln başkanlığını oğlu Mahdum Kulu Han'a verdi. Kendisi Merv vahasındaki , Tekeler'ln başkanlığını kazanmayı başardı. n

Tekel1ler'de kan davası kurumunun hala var olup olmadığı­ nı bilmiyoruz. Fakat, bu oymağın içinde akın geleneğinin daha var olduğunu btllyoruz. Tekel1ler'de serdar adıyle akın yönetmesini bilen birtakım

ı•ı Bu sözcük metinde iki olarak geçiyor. Dizgi yanlışı olduğunu dü­ şünerek yeni diye dı1zelttik. (Y.Ç.) 1 30


doğal başkanlar vardır. Bu doğal kumandanlardan biri, bir akı­ na karar verdi mi, Ozerlnde ufak bir bayrak bulunan nuzrağmı otağın önüne diker ve bütün iyi Müslümanları Hazreti Nebi (Hz. Muhammed) adına sancağı altına çağırır. Silah altına çağın, pek seyrek olarak iyi bir kabul görmez. (Çünkü akınlar çoğunlukla Şlller ve Ruslar üzerinedir.) Serdar. derhal çadırı altında yüzlerce, dahası binlerce cenkçiyi kör bir ıtaatla emrine hazır bulur. Bunlara yalnız yıgınak yerini ve top­ lunma zamanını söyler. fakat hedefin neresi olduğunu söyle­ mez." (Asya'run Gôbeğt-lnglllzce) ı•ı Tekelller'ln anlatılan durumları Hlve Türkmenleri'nln son derece eşitlikçi ve demokrat olduklarını gösterir. Avmpalı birçok gezginlere göre Hlve Türkmenleri dünyanın en demokrat bir budunudurlar. Gaston Rlchard diyor ki: "Bu budunda eşitlik. olgunluğun son derecesini bulmuştur. Çünkü Türkmenler'de ücretle çalıştırılan hlzmetçller yoktur. Tutsaklar­ sa pek azdır.· Gerçi Hlve Türkmenleri'nln demokratlığı yalnız içlerinde hiz­ metçilerin ve tutsakların bulunması değildir. Tekelller'de gördüğümOz gibi Türkmenler sanki referandum (halkoyu) yöntemiyle yönetllir bir cumhuriyettir. Hanın bir cum­ hurbaşkanı kadar bile hükmü ve sözgeçerllğl yoktur. ÇQnkO, maaşı ve ödeneği yoktur. Hanı seçen ve görevden alan, halk mecllsldlr. Caston Rlchard, Mlhailoftan aktararak diyor ki: "Kendi isteği ile ne siyasal başkan, ne derece aynnu kabul etme­ yen bu eşitlikçi halkta kamuoyu birden çok kadınla evlenmeye uygun değildir. Türkmenler'de büyük bir çoğunluğun yalnız bir karısı vardır ve birden çok kadınla evlenmeyi asla uygun gör­ mezler." Hlve'dekl Türkmenler bağımsız oymaklar halinde yaşamakla blrllkte aralarında eski il bağını gösteren kimi geleneklerini kol'l Ziya Gökalp'!n Türkçe adını verdiği kitap, A. Steln'ın lnnennost Asla (4 cilt, Ox:ford, l 921) adlı yapıtıdır. (Y.Ç.)

131


Bin Kışlak'tan çıkrnıŞ­ ilk atalan Su Han ile Eş lU imiş. Su Han'dan Yomut ile Teke doğmuş. Eş İll'den de Çavdar ile Salur Qremlştlr. Er San ve Kök­ len (K.evalln) oymakları ise esasen Bin Ktşlak'ta otururlarmış."

rurnuşlardır: "Sanki Ttlrkmenler'in tamo . lar.

Bu sôylt:nceye bakılırsa Hlve'deki TOrkmenler'in eskiden iki kola aynlrnış bir

il

olduğu anlaşılıyor. ôyleyse bugl1nka bağını­

sız oymak yaşamı, toplumsal bir çökQş sonucudur. Eski bir ilin bağınısız oymaklara ayrılmasını Oğuzlar'da da

goraruz. lbn Haldun bu tre

cık (çığ) adını vertyordu . Orhon Ya­ Boz-Ok kolu

zıtlarında da böyle bir trden söz ediliyor. Bunun

Yozgat'a dek çıkarak orasını merkez edinmiş. adını da livaya resmi san olarak vermişti. Çığlar ilinin Boz Ok'u bugan men adını verdiğimiz oymaklara ayrılmıştır.

Kaşgai

(Kaş+Kayı) boyu Şlraz'dadır.

Bayat

1Urk·

(Bay+At) lran'da

Makü hanltgt'nı kuruyor. Slncar'a doğru çölde Telafer Tükmen­

Ba· BegendiU Boyu Dlyarbakır'dan Carablus'a değin uzanan sahada, Döger Rakka 'da ve Urfa'da Üregtr Ada­ na'da, Afşar Azlzlye'de, Çepnt lzmlr'de ve Trabzon'da, Salur Ha­

lerl. Türkmen çöllerinde aynı adı taşıyan Türkmenler vardır.

yat

boyu Musul'da,

rlzm'de yaşarlar. Bu boylardan bazılarının adları da hakümet,

sancak, nahly� . kaza, şehir ve köy adlan haline geçmiştir. Ada­ na'da nünde

Üregtr, Yozgat'ta Çakçak, Dlyarbakır'da Kanglı. Kars yö­ lgdtr. lzmlr'de Baytndtr ve Kıntk gibi. Bu Oğuz TQrkmen­

lerl'nde boy gittikçe bOyüyerek, bir il niteliğini almış ve birtakım topluluklara aynlmıştır. Şimdi, bu ikinci derecedeki toplulukla­ ra oymak adı veriliyor. Boyun başkanı hakkında bey. oymakla­ rın başkanı hakkında

aga lakabı

kullanılıyor. Oymaklardan her

biri sayısız obalara aynlmıştır. Hlve 'de ve lran'da oymak yertne

taife ve oba yertnde tire sôzcaklerl kullanılmaktadır.

5. OYMAK HUKUKU VE AHLAKI Türk oymağı içinde yaşadığı ırmak boyunu ortaklaşa kull�.­ nırlardı. Yaylak ve kışlak oymağındı. Sonraları Osmanlılar'da

1 32


gördQğılınOz arazl-1 emirtye(•) dizgesi en eski zamanlarda arazl-1 aşirtye olarak vardı. Eski Tılrkler'in arazi kullanışındaki bu or­ taklığın nedeni nedir? Bu nedeni Tiirkler'in o zamanki dininde göroruz. Oymak döneminde her oymağın özel bir tanrısı vardı. Bu tanrıya yer-su adı vertllrdt. Oymağın kullandığı yerin ve su­ yun gerçek sahibi bu tanrıydı. Eski Türkler'de su kutsaldı. Cengiz yasasında suya işemek. ölQm cezasını gerektlren bir bQyük cinayetti. Cenglz'in ulusla­ rında çamaşır, su ile yıkanmazdı. Kirlenen gömlekler atılır, ye­ nisi giyilirdi. Kazan, tencere sahan gibi kap-kacaklar da su ile yıkanmazdı. Ot ile, toprak ile temizl.enirdi. Suyun bu kutsallığı onun içinde yaşayan yer-su tanrısından geliyordu. Tiirk oymaklarından her biri kendine ozga bir ırmağın ke­ narında yaşardı. Ve çoğu zaman o ırmağın adını taşırdı. Bu du­ rum iki yolda olurdu. Kimi kez oymak kendi adını ırmağa verir, kimi kez de ırmağın adını kendine ad yapardı. ômeğtn Orhon 1Urkleri kendi adlarını Orhon ırmağına, Yemek 1Urklert kendi adlarını Yamar (Aınur) ırmağına. Aras ili de kendi adını Aras ça­ yına. Kuman 1ürkleri de kendi adlannı Kama suyuna vermişler­ di. Bulgar 1Urkleri de adlarını Volga ınnağından alarak Volga Ert yapmışlardı. Bu tamlama sonradan kaynaşarak Bulgar biçtmi­ ne girdi. (Aslı Qç noktalı s harfi iledir. Bu harf bizim Tarkçemiz­ de hem b hem de v harfleriyle anlatılır. Volga ve Bulgar sözcak­ lertndeki aynınlar, bu harlln iki karşılıklı olmasından ileri gel­ miştir. Volga kıyısında oturan tte Bolga Ert demekle başlamış, sonralan bu iki sözcak kaynaşarak Bulgar olmuştur.) ·

GörQIQyor ki ırmak adı, kimi kez boy adı olduğu gibi, kJmi kez de tl adı olmuştur. ôm�ğin Bulgar sözcQğQ oldukça bQyQk bir ilin adıdır. Bir il, bQyQk bir ırmak kıyısında oturınsa, ırma­ ğın kollanna da ilin oymakları adlarını verirlerdi. tlleri oluşturan vahalardı. Oymakları yaratan da o vahanın içindeki ınnaklardı. Bundan dolayıdır ki her ırmağın kıyısı bir oymağa konut olduğu gibi, her vaha da bir Ue yurt olmuştur. Oymağın yerleşme bölgesine yer denilirdi. llin yurdu o.lan vaha­ ya da yurt adı verilir. (Grenard). Yer ywt deyimi her ikisini de kapsar. ,., amzH emlrlye (Ozel arazi), lere dağıWan yerler.

kuru mülkiyeti devlete ait olarak birey­

1 33


Her TOrk oymağının bir ırmağı olduğu gibi, bir de dagı vardı. Ç ünkü ırmak kıyısı onun kışlağı, ise, dağ da onun yaylağıydı. Göçebe Türkler, kimi kez her yıl dört mevslmi dört ayn yerde geçlıirlerdl. O zaman yaz, "ilkbahar" anlamınaydı. Bizim yaz. de­ diğimiz mevsime onlar yay derlerdi. Bundan dolayı dört mevsi­ me özgü yerleşme yerlerinin adlan şöyleydi:

Yaz.lak Yaylak Güzlek Kışlak

tlkbahardaki yerleşme yeri Yazın barınılan yer Güze özgü yer Kışa özgü yer

Bazı oymaklar da yılda iki kez yer değiştirirlerdi: Yaylak,

Kışlak.

6. YER-SULAR VE ÇIWILAR Türk oymağı kendini besleyen ve barındıran ırmak ile dağı kutsal tanır ve tanrı sayardı: Sanki oymak. ırmak, dağ birleşe­ rek üçü kutsal bir klşlltk olmuştu. işte bu kutsal kişlllğe yer-su adı veriliyordu. Yer-su, kimi kez egemen olduğu dağın adıyle anılırdı: Altay Han gibi. Klml kez sahibi olduğu ırmağın adı Ue adlandırılırdı: Yayık Han gibi. Klml kez de tanrısı bulunduğu oymağın adıyle adlanırdı: Kırgız Han gibi. (Eski Türkler han gibi toyon gibi hükümdarlara ve beylere özgü olan lakapları tanrılar için de kuJlanırlardı.) 1ürk oymakları dağlarına ve ırmaklarına o dertli bağlıydılar ki başka ülkelere göç ettikleri zaman her oymak kendi dağının ve ırmağının adını yeni yurduna götürerek oradaki yeni ırmağa ve dağa verirdi. Örneğin, Oğuzlar bir zaman Farab'da otururlar­ dı. Farab kentinin adı Karaçuk idi. Oğuzlar kışın bu kentte otururlardı. Yazın da Karaçuk adlı dağa çıkarlardı. Sonradan bu Oğuzlar Türklye'ye göçtüler. Bir bölümü Musul'da yerleşti. Ora­ da yayla seçtikleri dağa Karaca dag adıru verdller_ Dede Korkut Kitabı'nda o zaman Diyarbakır yakınında yaşayan Oğuzlar'ın Dtyarbakır'dan geçen Dicle ırmağına Amıt suyu dedikleri anlaşı-

1 34

·


lıyor (Amıt suyunun kaplanı). 1"' Amıt=Amu Deıya. Seyhun ve Ceyhun kıyılarından gelen Türkmenler de Adana illnde yerleştlklert zaman buradaki iki ırmağa Seyhan ve Cey­ han adlarını verdiler. Bin Kışlaktan gelen Türkmenler de yeni yaylalanna Btngöl adlarını verdiler. Bu olgulardan şu sonucu çıkarıyoruz: Eski Türk oymakla­ rından her birl kışlak ve yaylak seçtlklerl umak ve dağına kendi özel tanrısının, yer-suyunun adını veriyordu. Oymak, tannlarıy­ le birlikte göçüyordu. Zaten oymağa "Göçl" buyruğunu veren de kendi yer-suyu idi. Din bölümünde bulunan "Gôç" geleneği, Dokuz Oğuzlar'ın Tuğla ve Selenga ırmakları kıyılarında Kamlancu ülkesinden nasıl göç ettlklertni bize gôsterlyor. Yer-su kuşların kurtların av hayvanlarının henüz süt emen memedeki çocukların diliyle "Göçl Göçl Göçl" diye bağırıyordu . Yer-suyun bu buyruğuna uyarak Dokuz-Oğuzlar göç ettiler. Akşamlan bu ses kesiliyordu. Bu sessizlik konaklamaya işaretti. Sabahlan yine "Göçl" sesi başlıyordu. Bu da yürümeyi buyuruyordu. Dokuz-Oğuzlar böy­ lece Beş Balık ülkesine değin geldiler. Burada "Göçl" sesi kesin olarak kesildiği için yer-sunun burasını "yer ve yurt" olarak seç­ tiğini anladılar. Bu nedenle bu yeni ülkede yerleştiler. Avrupa tarihlerinin anlattığına göre Arpad, Macaristan'ı "yer ve su" adına ele geçirmişti. Yer ile suyun yer-su perist olduğu şimdi anlaşılıyor. (Orhon Yazıtlarında çok geçen bu deyim hala Altay Türkleri'nde kullanılmaktadır. -Radloffl. Çin imparatorluğunu kuran ve Türk olduğu Edouard Cha­ vannes tarafından ileri sOrülen Çln'deki Tsin sülalesi başkanı 1'1 Amıt sözcüğü Amid (E. Rossl) , Amat (Kırzıoğlu), Emet (F. Sümer) blçlmlertnde okunmuştur. Su sözcı1ğanü de Jlnnunskl soy btçlm1nde okumaktadır: Anut soyu. (Bk. O. Ş. Gökyay, Dedem Korlcucl'wı Kitabı, 1973, s. CV) Dede Korkut Hlkayelert'nde Anut suywıwı kaplan� Amıt so­ yı.ı.nun (suywıun) arslanı, Karacugun kaplanı biçiminde geçiyor. (s. 2 1 8 1 - 162)

135


She Huangu de su adına ht1k0ınran olduğwıu ilan etmişti. Gö�loyor ld Tark oymaklarının bir yurttan göç etmesi, baş­ ka bir yurdu ele geçirmesi, hep yer-sunun buyruğu ile oluyor­ du. Yurdun kutsal tanınması bundan ilert geliyordu. Bir Türk oymağı atalar yurdundan ancak yer-sunun aynl­ masıyle göç edebilirdi. Göç etmek zorunda kaldıktan sonra da hiç bir vakit gerçek yurdunu unutamazdı. Dokuz-Oğuzlar Tur­ fan'da Beşbalık'ı kurup Uygurlar'la birlikte yaşamaya başladık­ tarı smııra tda eski yurtlan olan Karnlacu'yu ve anlayışlanyle bu yurdu kuran 1\.ıgla ve selenga ırmaklarını bir torla unutamaya­ rak. ulusal destansı öykülerine temel yaptıklarını destansı öy­ küler bOlQmünde göreceğiz. Kaşgarlı Mahmut sözloğo.nde yer-su deyimi yoktur. bunun yerine çıwı sözcQğll vardır. ·çıwı sözcQğQ Tarkçede · "su" ve "ır­ mak" anlamına olan çıt ve çup sOzlertne indirgenebilir. Ola ki çay sOzcQğQ de bu köktendir. Kaşgarlı Mahmut'un anlattığına göre her Tark budunun bir çıwısı vardır. iki budun kavga eçleceği zaman bir gece önce onla­ nn çıwılan vuruşurlar, bunlardan hangisi Qsto.n gelirse, sabah­ leyin yapılan savaşta ·onun budunu QstOnlOk sağlar. Kaşgarlı Mahmut'un bu söylencesi bize yer-sulann nltellğint daha lyt anlatıyor. Demek ki Tark oymaklannda yer-su kendi budununun toplumsal billnclydJ. Oymak ne yaparsa, onu daha önce isteyen ve yapan kendi yer-susu idi. Yenmesi yada yenil­ mesi de daha önce gece savaşında en eski dininin toplumseuer­ Uk (cemiyetperestlık) olduğu anlaşılıyor. Tann olan yer-su, top­ lumun başka bir deyimle toplumsal bilincin somutlaştınlmış bir simgesidir. Bundan dolayıdır ki o zaman yurdun ve yaylak ile kışlağın mOlklyeU bOtOn oyınağa alttı. Tekeliler'de ve ObOr Tarkmen oymaklarında gOrdOğOmüz eşitlikçilik ve h�lkçılık da bu dinsel anlayışın bir sonucudur._ Bundan dolayıdır ki oymağı yonetmek yetkisi yalnız boto.n WJllaktaşlardan oluşan halk meclisine aitti.

1 36


7. BARIŞA ÇAGRI h sOzcüğQnQn hem "barış" hem de "devlet" anlamına gelme­ si, bu 1k1 sOzcllk arasında bir bağlantının varlığını gosterlr. Dev­ letin kuruluşu, bağımsız oymaklar arasındaki kan davasıyle, akının yasaklanmasıyle başlamıştır. Eski TO.rkler'de tl. banş dini adını vereblleceğtmJz bir din dizgesidir (sistemidir) . Bu dJn ile yeni bir tarın, U tannsı, yanı banş tannsı. oymak tannlanna üstünlük sağlayarak boylar ara­ sında akını, soplar arasında da kan davasını yasaklamaya baş­ ladı. -Artık oymak kavgaları yasaktı. Çıwılar, yer-sular artık ken­ di oymaklarını oymak kavgalarına kışkırtmayaca.klardı. Bu ba­ rış dinini benlmseyenler, barış dairesine (fi d.ai.rest.ne) glmıtş olurlardı. Böylece oluşan 11 dairesinden en eski Türk devleti kuruldu. TO.rkler'de devlet, bu il dini kadar eskidir. Çinlller merkezi bir devlet kuramıyorlardı. Tsin Türklert milattan 245 yıl Once il di­ nini oraya sokarak ilk kez Çin'de siyasal bir birlik oluşturdular. TO.rkler bu banş dini ile Asya'nın her yanına ve Avrupa'nın do­ ğu yanlarına 'yayılarak oyma.klan birleşttrtyor, fç banş temeline ı:layanan devletler kuruyorlardı. Çin'de, Afganlstan'da, Belucis­ tan'da, Hindlstan'da, Rusya'da Macartstan'da. Ulahlık'ta, Bulga­ rtstan'da devlet temellni kuran Türkler'dl. Başlangıçta bütün Asya ve Doğu Avrupa kavgacı o� halindeydiler. Oymaklar durmaksızın birbirlertyle savaşırlar ve kan davası güderlerdi. Bu iki nedenden dolayı arada seller gibi kanlar akardı. il dint bu dôkQlen. kanlara son verdi. Asya'da, Doğu Avrupa'da genel bir banş sağlamayı başardı. Türk llhanla­

n zamanında Mançurya'dan Macartstan'a, dahası kimi kez Av­

rupa'nın merkezine değin genel bir banş sağladı. Bu büyük alan içinde herkes başına altın koyup serbest. özgür gezebWrdl.

ntıan "barış hakanı" demektir. Bu birleşik sôzcOğlln başındaki fl sözü 'banş" anlamınadır. Kimi kOtO. yüreklilerlmlz, Türkler'in bO.yllk llhanlıklar kur­

mak için savaşlar açtıklarını , çok kanlar dOktüklerbıl yazarlar.

1 37


Oysaki bu bOyllk savaşlar. sürekli olan kOçıik savaşları kaldır­ mak için yapılıyordu. Her yıl, oymak kavgalarının öldürdıiğQ in­ sanlar milyonlara çıkardı. Devlet savaşları. bunlara oranla oldukça az kurban verirdi. Bundan başka bir kez büyük bir barış devleti kuruldu mu, artık uzun yıllar savaş olmazdı. Ve ilhanlığın içinde de kan davası, akın, iç savaş gibi olaylar olmazdı. ôzel11kle Türkler'ln savaşları bıitıin ulusların

barışa çagn

ülküsüne dayandığı için her ne zaman yentlen yan barış istese, -yenen Türk ise- kesinkes barış önerisini benimserdi.

209ı·ı yıl önce karargahı kuşatılan Çin fağfuru

Milattan

.

Türk ilhanı Mete'den barış ister istemez önerisi benimsendi. (De G utgnes) . Tark talihinde bunun örnekleri çok görülür. Fransızca Grande Encyclopedie "Hunlar" maddesinde en bü­ yük zaferler anında btle Attila'ya ne. zaman barış önertimişse derhal benimsediğini yazıyor. İşte Atttla'nın gerçek yüzü: Düş­ man bile istemeyerek, onun erdemini söylemek zorunda kalıyor. Atttla'nın savaşlar iç kavgalarla mezbaha haltnl almış olan Av­ rupa'da genel bir barış oluştururdu. TOrk'On bu büyük barışı, Roma barışından farksızdı.

Cermenler'ln devlet kurmaya alışmaları, aralarında barışın. adaletin yerleşmesi Hunlar'ın eğitimci yönettrnlert altına yaşa­ maları ile gerçekleşti. Avrupalılar'a göre Attila kendi kendine ğiştirmesidir. demek olan

Al­

unvanını veriyormuş. Bu da Avrupalılar'ın bir de­

lah'ın Belası

Otuz yüzyıldan bert Hunlar'ın resmi bir unvanı

Tann Kutu

sözleri, en eski atalardan bert aldıkları

bir unvandır. Anlamı "Ruhullah"tır. Çünkü kut sözcüğü "ruh -ı mukaddes" anlamını gösterir. Atttla'nın Mete'ye değin ve ondan yukarı çıkan dedeleri ken­ dilerine

Tann Kutu unvanını verirlerdi.

'Tanrının Gölgesi" ya da

ı•ı Metinde yanlış olarak 236 diye geçiyor (Y.Ç.) 1 38


'Tanrının Kutsal Ruıiu· demek olan bu deyim, ulusal bir un­ vandır. Kesinkes Attila "Ben Tann Kutuyum" demiş; Avrupalılar onu -bilerek ya da bllmeyerek- Allah'm Belası diye çevimıJşler; bu çeviri Tatar sözcOğOnOn "cehennem" anlamındaki Tartar bi­ çiminde okunması gibidir. Eski TOrkler'de. bir ulus kendi topluluğuna iç it kendi dı­ şındaki bağımsız uluslara çölki U (dış ll) derdi. Anadolu'dakı ve Dede Korkut Kitabı'dakl Taş Oguz deyimi "Dış Oğuz• demektir. Buradaki dış sôzcağo çölld sôzcağo gibi bağtmsız olan lllert bil­ dirir. Çıg üguzla n nda da İç-Oğuz ve Üç-Ok hOkOmdann bağlı olduğu sol-koldur; öbür kola Dış-üguz ve Boz-Ok adı verilmek zorunluydu_ (Dede Korkut Hikayelen). lç il deyimi de aralarında içten bir bilinç ortaklığı bulunan bir topluluğu gösterir. llhanlık­ larda iç ilin dairesi bOtOn Türkler'! kapsayacak oranda genişler­ di. Orhon Yazıtları Çin, Tibet, Hıtay gibi uluslara çölki il (dış il) adını verlyor. ı·ı Bu deyim gösteriyor ki il dini, Türkler'de ulusal­ lık ülküsü gibi bir de uluslararası birlik (beynelmileliyet) alk0sı1 doğurmuştur. ilhanların yuğlannda lyas törenlerinde) yalnız iç trden olan uluslar değil. dış tl'den olan yabancı devletlerin de temsilcileri bulunurdu. '

Bu sözlerden anlaşılıyor k1 il sözcüğünı1n iki anlamından "barış" anlamına olanı daha eskidir. hçi (elçi) sözü de "barışçı" kavramını belirtir. Türkler'in oymak yaşamı sürdükleri dönem­ lerin kimi izleri atasözlerinde kalmıştır: Kanı kan ile yıkarlar. ka­ lanı su tle yıkarlar. Sonralan iç barış sağlanınca bu atalarsözü aşağıdaki biçime girdi: Kanı kan tle yıkamazlar, kalanı su ile yı­ karlar. İşte bu iki halk düşüncesinden birincisi bize bağtmsız oymaklar yaşamını. ikincisi il yaşamını gösterir. Türkler en eski zamanlarda il biçiminde düzenli devletler kurmuşlardı. Devletin oymaktan ayrımı kan davasını ortadan

ı·ı Ziya Gökalp çölki U'i "dış il" anlamında kullanıyor. Oysa hu söz­ cükler Orhon Yazıtlannda ç6l(l)ilg U biçiminde geçiyor: bökli çöUIJıig U (Bökll çölü halkı, Bökli Çöllü halk). Göıiildüğü gibi bu sözcükler yazıt­ larda özel ad olarak yer almaktadır. (Bk. M. Ergin, Orhun Abideleri, s. 4; T. Tekin, A Graırunar of Orkhon Turkfc, s. 264; Orhon Yazıtları, s.8)

1 39


kaldırmasıdır. Bir toplulukta kan davası dayanışması varsa, o, henQz devlet olmamış. oymak aşamasında kalmış; bir siyasal topluluk kan davasını ya�kl·M1ı mı. artık o devlet niteliğini ve kapsamını almış . demektir. Tôrkler'in en eski kanunnameleri ellmizde yoktur. Fakat onlardan alınmış olan Cenglz yasasında kan ile ilgili sorunlarda kamu yetkesinin (kamu otortte­ si=Velayet-i amme) Ozel yetkeyi (velayet-i hassa) yasaklamış ve ceza hakkını kendi Qzertne almış olduğu görOIQr. Mahmud Esat Efendl'nin Darst'ın Hukuk Tarthfnden çevirdiği Tarth-t hm-t Hu­ kuk (Hukuk Billml Tarihi) adlı yapıtının 122. sayfasında şöyle deniliyor: "Önceki sözlerden anlaşılacağı gibi Cenglz Han'ın ya­ sası eski kan davasında adam öldOıme hakkını kaldırarak. onun yerine hQkQmet başkanı adına ve onun buyruğu ile yQrOrlO.ğe konan gerçek cezayı getlrmiştlr. Para cezası, ölüm cezasının bir fidyesidir. Zamanımıza değin gelen az miktarda fıkralardan çı­ kanlabildiğine göre iki taraf arasında barış yapma SÖZ konusu değildir." Bundan anlaşılıyor ki TOrkler'de en eski zamandan bçrt ce­ za, kamu (amme) hukukundandı. Bireylerin yaşamını. ırzını, malını korumak kamu yetkesinin borcuydu. Bunlara karşı ola­ cak saldırıların yapanına ceza verip uygulamak. da kamu yetke­ sine ilişkin bir yetkiydi. ôldOrme (katl), yaralama (cerh) gibi so­ runlanla diyet verip uyuşmak, kamu yetkesinin hakkına saldırı olduğu için yasaktı. TOrkler'de bağunsız oymak yaşamını ancak bir dağılma so­ nucu olarak bulmuştuk. Eski TOrkler'de toplumun genel biçimi U'dir. TOrk uygarbğını anlamak. ancak il örgQtQnQ iyi bilmekle olabilir. Bundan dolayı blz burada ilin çeşitli tlplerini inceleye­ ceğiz. Tıırk ill , karmaşıklığon derecesine göre aşağıdaki dört tipe indirgenebilir: 1) Küçük tl ki dört oymağın birleşmesinden oluşmuştur. 2) Orta a ki iki kO.çıık. ilin birleşmesinden doğmuştur. 3) Büyük U ki iki orta Wn birleşmesinden oluşmuştur. 4) En büyük tl ki iki bQytlk ilin birleşmesinden oluşmuştur.

140


8. KOÇOK. lL Ktıçılk. il dört Orun (aşiret: oymak) styasal bir birlik haline girmesi demektir. özlerin kesinkes dört olması nedensiz değil­ dir. Bu neden, yönlerin dört olmasıdır. Her oymak dört yönden blrtnl simgelediğinden ktıçtlk bir ll oluşturan oymakların sayısı da kesinkes dOrtttır. Ktıçılk. il, küçük toyontzm adını verebileceğimiz bir dinsel dizgeye (sisteme) dayanır. Toyonlzm, totemizmin ve animizmin

de kimi kalıntılarını içine alan bir natQrlzmdlr. Toyonlzmln dört tipini "Din" ve "Mantık" bOlOmlertnde goreceğlmlzden şimdilik yalnız siyasal örgQtlerden ve törenlerden söz edeceğiz. TOrkler'ln kQçQk nattırlzmlne gore il. her birinin ayn bir rengi, ayn bir yönt1. ayn bir mevsimi, ayn bir totemi. ayn bir ogesl ve ayn bir yer-susu olan dört özden (aşlretten=oymaktan) oluşurdu. Bu dört renk ola ki oymaklara özgü bayrakların da renkleriydi. Böyle olsun ya da olmasın bu dört renk, kutsallığın dört tQrüm1 anlatırdı. Bunlar, ayn ayn simgelerle belirtilir: Yönler. Doğu Renkler. Gôk Mevsimler. İlkbahar Totemler. Koyun ôgeler: Ağaç Yer-sular: Gôk Han

GQney

Batı

Kuzey

Kızıl

Ak

Kara

Yaz

Kuş Ateş

Kızıl Han

Sonbahar Köpek Maden Ak Han

Kı ş Domuz Su Kara Han

Çinlller bu dört rengi bOtıln ilin simgesi olan san'yı eklediler ve dört yon dizgesinde onu merkezin rengi olarak benimsediler. Bu beş renk bugQnkQ Çin bayrağında aşağıdaki sırada olarak vardır. Kırmızı San Mavi Beyaz Siyah

141


Bu renklerin Tütk dinine ve mantığına ilişkin olan yönleri bu cildin din ve mantık kitaplannda geniş olarak anlatılmıştır. Bu renklerin TOrkler'de de siyasal kullanışları vardır: nız.

1)

KüçOk toyonizmi

ilkin TstrıO'uhsın) 'Iü.rklerfnde görüyo­

(Tozun Doğu Tılrkleri'nde

tosun anlamınadır.) Edouard

C havannes Türk Çagı (Cycle Turc) adlı yapıtında Tsinler'i "TQrk" sayıyor ve dörtlü sınıflandırmayla on iki hayvandan oluşan

Türk çağını Tsin Türklert'nin Çin'e soktuklarını ileri sürüyor.

Tslnler'in başkanı Tsin-She Huang-tl milattan 247 yıl önce, bütün Çin derebeylerini ortadan kaldırarak Çin'de merkezi bir imparatorluk kurdu. Çin'de caddeler açtı, dağlar deldi, kendi am caoğullannın akınlarını önlemek için 2 500 km uz&luğun­ daki Çin seddini yaptı. Çinliler'! geçmişe-bağlılıktan (mazipe­ restllk) kurtarmak için Çin kitaplıklarını yakmakla suçlanıyor. Bu garip imparator, Türkler'in on iki totemden (hayvan adın­

dan) oluşan Türk takvimiyle dörtlü sınıflandırmayı Çin'e soktu (Edo uard Chavannes). Çinliler bu dörtlü sınıflandırmaya merke­ zi de ekleyerek beşe çıkardılar. Merkezin içerikleri şunlardır: Yönü

Rengi

Ongunu

Merkez

San

Tosun

Yer-Susu Ugan

ögesi Toprak

Ne zaman ki Han sQlalesinin kurucusu olan Çinli Uu

Pang

Tsin ülkesini ele geçirdi. Tsin beylerinin yukaidaki dört hana tapındıklarını gördü (Milattan 205 yıl önce) ve hayretini şöyle anlattı: "Ben gökte beş sultanın olduğunu öğrenmiştim.

Oysa

burada dört taneye inanılıyor. Bunun hikmeti nedir?" Hiç kimse bu sorunu açıklamayamadığı için kendisi şu yolda yanıt verdi: "Anladım, bunların beşe çıkması için ben bekleniyordum." _

Edouard Chavannes, bu sözleri söyledikten sonra "Yukarı­

daki hanlar, ögeler dizgesinin özel bir durumu olduğunu ve öge­ ler Tsinleı"de dört iken Çlnliler'in ona bir beşinci eklediklerini ve Ts tn ler'ln ise Tılrk olduklarını, Türkler dört yöne merkezi kanş­ tınnazken, Çinliler'in bu geleneği Türkler'den alarak dört yöne me rkezi de eklediklerini" açıklıyor

Sınıflandırmada trin bütOnO,

(Türk Çagı).

merkez sayılarak. birtakım

sınıgelerden merkezin Onemt artması ilin bO.tQnQne ilişkin daya-

1 42


nışmanın arttığını gOsterir. Tsinler zamanındaki TOrk sınıflan­ dırmasında, merkez yoktu. Bundan anlaşılır ki o zaman Tsin ilinde merkezilik de yoktu. Tsin TQrkleri, Çin hakametlerini bir­ leştirerek Çin'de ilk kez merkeziyetçi bir imparatorluk kurdular. Fakat. bu merkeziyet Tsln Olkesinden yansunadı. Çanka, Tsln­ ler Hiung-nular gibi bir Türk ilhanlığı kurmadılar, Çin'de bir im­ paratorluk sülalesi kurarak, bağımsızlıklarını onun içinde yitir­ diler. Gerçi böyle eriyen, sarayla kendi askerleriydi. Tuhsın Ut, bir bağımsız il olarak Kaşgarlı Mahmut zamanına değin yaşamını sOrdürdü. 2) Tuhsınlar'ın Çinci olmasına karşın Kunlar TarkçaydOler. Milattan 209 yıl önce Kun hakümdarlığına geçmiş olan Mete Çin imparatorluğu iki kez eline geçmişken kabul etmedi. Batan Türk illerini birleştirerek bir Tark ilhanlığı kurmayı Çin impara­ torluğuna yeğledi. "Mete, töreye de çok saygılıydı." Çin imparatorunu kararga­ hında kuşattığı zaman yanında dört süvart tugayı vardı. Mete, bu tugaylan atlannın renklerine göre oluşturmuştu. Mete bun­ lan atlarının renklerine göre dazenledi yerleştirdi. Atlardan gok renginde olanlar, kuşatılan karargahın doğusuna, kızıl renginde olanlar güneyine, ak renginde olanlar batısına, kara renginde olanlar kuzeyine yerleştirildiler. Mete, bu yerleştirmeyi yapmak­ la keyfi bir iş yapmış olmadı. Töreye uygun bir iş yapnuş oldu. 3) Dede Korkut'a göre Oğuz'un içinde yaza örtüla yalnız dört kahraman vardı. 4) Yakutlar'da büyak şamanlar yalnız dört olabtltrdt. 5) Orhon Yazıtlarında dinsel toplantılarda biri Kül irkin ol­ mak ılzere dört tarhan bulunurdu. 6) Dört yönan renkleri o yöndeki denizlere verildi:

Doğu Gök Deniz

Kuzeyde Kara Deniz

Batıda Ak. Deniz

Güneyde Kızıl Deniz

Türk oymağı gibi To.r.k ili de demokrattı. Oymağın bireyleri birbirine eşit olduk.lan gibi, bir küçak ilin içindeki oymaklar da 143


birbirlne eşittirler. DôrtlQ sınıflandınna arasındaki ak ve icara renkleri, değerce derece anlatmaz. Yalnız bu dôrt renk kutsallı­ ğın dôrt tOrQnO gosterir. KQçQk il sınıflandırmasını tam olarak kiml toplumlarda . go­ rQyoruz:

l) Oğuz geleneğine gore Türk Han'ın dôrt oğlu vardı: Çtgtl Barsacar (Varsak), Amlak (İmil) , n.ıtulc (ÔtQken) . Bu adlar ilin kollarını belirtir.

2) Mogol Han ın dôrt oğlu vardı: Kara Han. Or Han. Kür Han. Köz Han 3) Dokuz Oğuzlar'ıh atalan olan Bögü Han ile kardeşleri de '

beş kollu bir ili gösterir. Bunlar göçten sonra Turfan'a gider.

9. ORTA İL

Orta U. iki kOçOk ilin birleşmesinden oluşarı daha bOyOk bir topluluktur. KOçOk ilin dôrt oymaktan oluştuğunu gordük. öy­ leyse orta ilin de sekiz oymaktan oluşması gerekir. Sekizli sınıf­ landırmayı Once Naymanlar'ın adında görüyoruz. Nayman Mo­ ğolca'da "sekiz"

anlamınadır.

Batı TOrkleri'nin

atalan olan

Oğuzlar'da bu sekiz oymağın. gOnlnOşte altıya indiğiQ.I gorayo­ ruz.

Oysa

Oğuz

ilinde

de

şölendeki

sOnüglerin

(endam-ı

gü.ştlar'ın) sayısı sekizdir. ÇOnkü han ile hatunun da sOnügleri vardır. Sünüg sôzcOğO sögtiş sôzcüğünOn aslıdır ki dinsel ve siya­ sal nitelikleri taşıyan ulusal şölende kutsal kurbandan, her

temsilcinin yiyebileceği uzvu (organı) anlatır. Kutsal kurban, başlangıçta Tibet OküzQ denilen yak idi. Bu Oküz, ilin simgesiy­ di. Yani toplumsal organizmayı simgeliyordu. 1li oluşturan çeşit144


it topluluklardan her blrt de toplumsal organizmanın bir organı

olduğundan, belirli bir sünOge (bir sögllşe) sahipti. ÔkOzOn başı hanı, karnı hatunu gösterir (Hakan ile hatun da ilin bi'ıtOnli'ığO­ nü simgelerler) . ÔkOzOn sağ yanı, ilin sağ-kolunu. sol yanı ilin sol�kolunu simgeler. Bunlardan sağ-kolu oluşturan Boz-Oklar kolundaki Oç oymağın sögüşleri sağ but ile sağ aşıglı ve kabur­ gadır. Sol but ile sol aşıglı ve sırt etl de sol-kolu oluşturan Oç­ Oklar'ın sögi'ışlerldlr. İşte Oğuzlar'da oymak beyleri yerine geç­ miş olan boy beyleri ile han ve hatun bu mantık dairesinde an­ cak kendi sögOşlertni yiyebilirlerdi (Yalnız hanın sırt etinden de payı vardı). Bundan anlaşılıyor ki Oğuzlar'da da il örgütü sekizli bir sınıfl�dınnaya dayanıyordu. Zaten, yukarıda Oç-Oklar'ın nasıl dörtlü sınıflandırmada han ile hatuna yer verdiklerini söy­ lemiştik. Bu sonkller çıkınca ilin sôgOşlerl altıya indi. Fakat han ve hatun Ue birlikte örgütleri yine sekiz öz (aşiret: oymak) yerin­ dedir. Orta il de orta toyontzm adını verebileceğimiz bir dine daya­ nır. Orta toyonlzmde tanrılar, küçük toyonlzmde olduğu gibi yalnız yer-sular değildir. Orta toyonlzmde yer-sulardan başka tannlar da vardır. Oğuzlar'da sağ-kolu oluşturan Gün Han, Ay Han, Yıldız Han tanrılardır; sol-kolu oluşturan Gök Han. Dag Han, Deniz Han yer-sulardır. (Bu sonkiler Altaylılar'da şu adlan alır: Ugan. Demir Han. Su Han gibi) Bunlardan her biri altı oy­ maktan birinin tannsıdır. Han ve hatunun tannları olaiı Gök Tann ve yer-su ile sekize çıkarlar. Sonralan oymaklar dörder bo­ ya ayrıldılar ve yerlertnl, ortaya çıkan ylımi dört boya bıraktılar. Bunlan sırasıyle gösterelim:

Boz-Oklar, adları kaybolan üç oymaktan oluşuyordu. Bu oymaklann adlan totemlerine göre şöyle olmak gerekir. Doganlı (Şahinli), Kartallı. Tavşancıllı. Üç-Oklar da oymakları totemlertne göre şöyle olmalıdır. SW1gurlu. Uç·Kuşlu. ÇagnlL T. U. Tarihi -

F. JO

1 45


BOZ-OKLı\R

1 Doğanlı boylan Totemi: Şahin (Doğan)

2 Kartallı boylan Totemi: Kartal

Kayı Bayat Alka Evli Kara Evli

Yazır (Yazı Eri) Doger Dodurga Yaparlı (Yay Eri)

Tavşanlı Boylan Totemi: Tavşancıl

Afşar Kızık Begdill Karkın

4 Sungurlu Boylan ffoteml: Sungur)

Bayındır Peçene Çavuldur Çepnl

3

ÜÇ-OKLAR

5

Uç-Kı.şlu �

ffoteml: Uç-Kuş)

6

Çağnlı (Boylan) ffotemi: Çağrı)

Salur Eymür (Eymlr 111) Ala Yundlu Üregir lgdlr Bügdaz Yıva Kınık

Bu yirmi dôrt boydan her bl.rln1n kendine Ozgtı bir tamga (damga)sı vardı: 146


Camıü't· Tevarıh'e göre ı·ı il Kayı \'\ 1

�2 �.,. a

c::

<

Bayat 3 Alka Evli

Kara Evli

4

Y az ı r

-' � 5 Oöğer � � 6 Dodurga 7 o ; < B Y a p arl ı "' l� 9 Afşar o Kızı k cc � 1 0 "

"

� 11

� 12

_

13

� 5 14 :i 15

c:

<

-' :ıı.ı::

o c..>

'::::ı

16 17

Beqdili Karkın

Bayındır B ecene

Çavuldur C epn ı

Salur ! � 18 Eymüı � 19 Ala Yundlu � 20 Ure air 21 lgdir 2 2 Büodüz

1 �

23

! 24

Yıva Kınık

- - - · -·

)-1' 't x � ı..J y

x � VI

AO

y-

y '>---

!:::::ı

)/

y

YI

� Ti

Mahmu d Kaşgari ye göre Kını k 1 ...,_,., 2 Kavı a ıvı 3 Bayındır E:::: "' 4 Yıva 5 Sal cı ur � 6 Al sar '/. B eg-Tılı 7 ..S }( ""Z 8 Bü ğd üz 9 B ayat I Yf 10 Y azg ır .iL 1 1 Eymür .ı 12 Kara Bölü! Cl r,:\\ 13 Alka Böl ü k � 14 lödır -5 15 Üreü ır _fi 16 T ot ı rka V/\. 17 Alayumluğ � 18 Töker f)' 19 S eçenek .:>o l 20 Çuvaldar /':;'\ 21 Çepni � 22 Caruklu� ��-

t

(•) Bu Uste Prof. Dr. Faruk Sılmer'tn, O�uzlar (Tiırkmenler}, Ta­ rihlen-Boy Teşkilatı-Destanlan (Ankara 1 967) adlı yapıtından alınmıştır. Gerçi Gökalp. Oğuz boylannm adlarını "Cıimt-Qt­ tevaıih"den ve damgalannı da "Divanıl Lılgatit Tılrk"ten alınmış­ tır, ancak her iki yapıtta da boy adlan ve damgalar, birbirinden farklıdır. ( 1 976 baskısında da, aynı liste yer alıyor.) 1 47


Bu damgalar, Oğuzlar'ın yaşamında oldukça önemliydi. Oğuz boylan sOrO..lertnl, hazlnelertnl, bu damgalarla damgalar­ lar, birblrtnden ayırırlardı. Her blrt özel bir toplumsal billnce sa­ hip olun boyların bu toplumsal bilinçlerinin shngelert işte bu damgalardı. Boyun klşillğl, damgasıyle be1lrglnleşlyordu. Bir bo­ yun bOtOn sOrO..lertne, hazinelerine aynı damganın vurulması Oğuz boylarında tor ekonomik komOnlzmln (ortaklaşmacılığın) varlığını göstertrcU. Hakanlye TOrklert'nde hakanın damgasına tugrak adı veri­ lirdi. Bu sôzcOk Batı TOrklert'nde tugra biçimini almıştı. Orhon Yazıtlarındakl damgacıltk memuriyeti, Selçuklular'da tuf)racıltk, Osmanlılarda ntşanctltk adlarını aldılar. Tu(}rak, Cenglzlller'de tarak biçimini aldı: tarak tamga. Damgalar, eski bir totemizmin asılları kaybolan totemlerinin kalıntıları olabilir.

Ongunlar: Ongunlar "totemler" demektir. Bir boyun ongunu onun kutsal tanıdığı bir hayvandır. Oğuzlar'da bu hayvanlar, avcı kuşlardan seçilmiştir. Her dört boyun ortak bir ongunu vardır. ÇOnkO bu dört boy, aynı oymağın yerine geçen kardeş boylardır. Stlnügler: SOnOgler şölenlerde her oymağa bağlı beylerle han ve hatunun kutsal kurbanından yediği parçadır. Oğuz oy­ maklarını ongunlanyle. sOnüglerlyle, tannlanyle sıralayalım:1·ı

Boz-Oklar

Üç-Oklar

l J

)

Oymaklar

Tanrılar

Ongunlar

SOnOgler

1 numaralı 2 numaralı

GOn Han

Şahin

Sağ but

Ay Han

Kartal

Sağ aşıglı

3 numaralı

Yıldız Han Tavşancıl

4 numaralı

Gök Han

5 numaralı 6 numaralı

Deniz Han Çağrı

Sol aşıglı

Dağ Han

Sırt eti

Sungur Uç kuş

Kaburga Sol but

(•) Araya bir iki tümce parçası gimılşse de gereksiz olduğu, dahası baskı yanlışı olduğu için almadık. (Y.Ç.) 1 48


Oğuz örgütOnQn aynını, başka budunlarda da görüyoruz. Kun ilhanlığının kurucusu olan Mete, Tı1rk ulusunu sağ-kol ve sol-kol olmak üzere 1k1 kola ayırmıştı. Her kola bir beylerbeyi kumanda ediliyordu. Veliaht sol-kolun kumandanıydı. Devletin en büyük memurlukları altı adetti. Ordu yirmi dört tamene (on bin kişilik kıta) ayrılmıştı. Sağ-kola on iki bey kumanda ederdi (Deguignes). Moğollar'da da aynı Orgata buluruz. Moğollar sağ­ kola baragungar, sol-kola cagurıgar derlerdi. Eski zamanda Mo­ ğollar tuman adı vertJ.en altı bôlame ayrılmıştı. Bunlar da 1k1 kol oluştururdu. Sağ-kola han kumanda ederdi. Sol-kola hanın kardeşi ya da oğlu tarafından kumanda olunurdu. (Grand Ency· clopedte) Moğollar'da yirmi dört boy örgatünü de görüyoruz. 1 640 tarihinde boyun yirmi dört başkanı tarafından temsil edi­ len Oyratlar Müctemiası: U{Jraklar Müctemiast (birliği. toplulu­ ğu) 1 1 5 maddelik bir ilke kabul etmiş (Taıih·t llm·t Hukuk). Yakutlar'da da yirmi dört boy örgatü var. Fakat bu örgüt. dinsel ve siyasal bir örgüt değil, büyüsel bir örgüt olacak. Bü­ yük Petro kutsal kazı göstermek için Petersburg'a Yakutlar'dan büyüsel örgütün temsllcllert olan yirmi dort şaman getirtmiş. Yirmi dört sayısı Selçuk örgütünde, Eyyubilerde ve Kölemenler­ de, Akkoyunlular'da Harizm Oğuzları'nda ve Çığ Oğuzları'nda (Şimdiki Anadolu ve Arabistan Tı1rkmenlert'nde), örgütün temeli olarak görülür. Atabekler'e, Eyyubller'e, Kôlemenler'de Selçuk­ lular'dan geçmiştir. Dahası Bitlis oymaklarından Rojkt oymagı da iki kola ve yirmi dört boya ayrılmıştır. Bunun da Eyyubi­ ler'den geçmesi olanaklıdır. Yinnldôrt boyun temeli altı oymaktır. Altı sayısını Oğuzlar'ın uygurlan (uyrukları) olan altı ilde de görürOz: Kangh, Kalaç,

Kıpçak, Agaç-Eıi, Karluk. Uygur. Oğuzlar'ın örgütünü Osmanlılar'da da görürüz: Osmanlı devleti Rum ili ile Anadolu'dan olmak üzere iki kola ayrılmıştı. Maiyyet sııvartlert altı bôlüktıı: Slpah-ı yemin, silahtar, ulufeci­ yan-ı yemin ve yesar, gureba-yı yemin ve yesar. Slpahın bayrağı kırnuz ı, sllahtann sarı, ObOrlerlnin alacaydı. Sipahi ile silahtara baş. ulufecllere orta, gurabaya aşagı bölükler den1llrdi. Vezirle­ rin tç o{Jlanları da yirmi dört adetti.

149


10. BOYOK lL Büyük il. iki orta birleşmesinden oluşur. Orta llin iki biçimi sekiz öz'den (aşiret: oymak) oluşmuştur. Bu sekiz oymak, sekJz yöne karşılıktır: Doğu, güneydoğu. güney, güneybatı. batı, ku­ zeybatı. kuzey, kuzeydoğu. Bu sekiz yöne karşılık olan orta il, büyük ilin sol-kolunu oluşturur. Sağ-kol ise bu sekiz yöne merkezin eklenmesiyle olu­ şatı dokuz semte paraleldir. Bundan dolayı büyük ilin sağ-kolu dokuz öz'den (Yakutlar'dan uza), sol-kolu sekiz öz'den oluşur. Bundan dolayıdır ki küçük il döneminde beş sayısı orta il döne­ minde yedi sayısı kutsal olduğu halde büyük il döneminde do­ kuz sayısı kutsal oldu. Orta il tipinde soy, yedinci göbeğe çıkardı. Oğuzlar'da her birey. yedinci göbeğe değin atalarını sayabilirdi. Yedi yabancı· dan kız altnm, Yedi yata kız uertrtm gibi eski sözler, ilin içinde ve soyun dışında olan eski 1Urk evliliğini anlatır. Soyun içinde ev­ lenmenin yasaklanışı dönemi çoktan geçmiş olmakla, ola ki yal­ nız soyun içinde evlenmenin Ostıınlüğtl kalmış. Büyük il tipinde ise soy dokuzuncu göbeğe değin çıkar. Tar­ hanlık ayrıcalıkları, dokuzuncu göbeğe geçer. Yakutlar'da dokuz atası demirci olan şaman olur. Altay 1Urklerl'ne göre yaratılışın başlangıcında yeıytlztlntln ortasında dokuz dallı bir çam ağacı yaratılmış, her dalın altında bir insan (adem) yaratılmıştır. Bu dokuz atalar, dokuz büyük uruğun dedeleridir. Bunlara hala Dokuz Atalar adı verilir. Yakutlar'da göğün sayısı dokuzdur. Altay Türklertn'de göğe çıkmak için ş;ımana merdiven hizmetini gören huş agacı Qzerln­ de dokuz basamak yapılır. Bu basamaklardan her biri göğün dokuz katından birini gösterir. Ceza hukukunda dokuz sayısının büyük önemi vardır. Hır­ sız çaldığı malı geri verdikten sonra, bunun bedelinin dokuz ka­ tını da ödemezse, cezadan kurtulamazdı.

1 50


Para cezasında da esas dokuz hayvandır. Bu sayı. on beşe

değin çıkabilen sayılardan biriyle çarpılarak para cezasının çe­ şitli derecelerini oluştururdu.

Yakutlar, büyük il tipinde orgütlenmlşlerdl. Bu budunda ilin sağ koluna Sekiz Aga Uza denilir. Aga Uza "Baba oymağı" demektır.

Eye Uza da

"Ana oymağı", "Ana soyu" demektir.

Dokuz Ağa Uza'nın simgeleri gOğıln dokuz katında oturan Dokuz Atalar'dır. Sekiz Ağa Uza'nın simgeleri de yeryüzt1nde çe­ şitli alanlarda egemen olan sekiz yer-su'dur. Yukarıda söylediği­ miz gibi tanrıların en büyüğü olan

Ay Toyon Aga dünya

işlerine

karışmaz. Çünkü ona karşılık olan Yakut ilinin genel başkanı da her türlü siyasal sözgeçerllğlnden yoksundur. Bu başkana

tt­

gtn adı verilir. Tigin Oyle bir başkandır ki siyasal hiç bir sôzgeçerliği yok­ tur. Bütün siyasal sözgeçerliğl oymak beylerinde ya da onların yertne yerleşen boylann beylerlndedlr. Bu oymakların (ya da boyların) yer-suları buyruğundaktlert kan davasına, akına ve iç savaşa sürükler. 11 dininin dinsel başkanları olan tlgtnlerin tan­ rıları da Tengere (tannlar)'dır. Yakutlar'da tannların en büyüğü olan zündeki karşılığı olan

tigin

Ay Toyon'da

yeryü­

gibi dünya işlerine karışmaz. Tigin,

siyasal egemenliği oymak başkanlarına kaptırdığı gibi, onun tannsal alemindeki karşılığı olan

Ay Toyon

da dünya işlerine

karışmaz. Dahası, kendistne kurban kesilmesini istemez. Kan dökı1lmestnden nefret eder. Bu sevecenlik ve sevgi tanrısına ya­ pılan tapınma, ilkbaharda yalnız gençlere kendi şerefine dokuz bardak kımızı, dokuz kez içmektir. Bu tören sırasında Ayhal Uruy Ayhal diye bağınrlar. Tören bittikten sonra herkes tarafın­ dan sevinçli oyunlar, şenlikli koşular yapılır. .,.

Yakutlar'da herkesin hem çok korktuğu, hem de büyük

umutlarda bulunduğu etkin tanrı, yer-suların başkanı olan Ulu Toyorı'dur. Bu tann Altay TOrklerin'deki Ugan'ın karşılığıdır. Oğuzlar'da bunun karşılığı

Gök Han'dır.

Ulu Toyon yeryüzOne indiği zaman dağlar titrer, dereler ye-

151


rinden oynar. Herkes umut ve korku ile ona yüz çevirmiştir. Altaylılar'da Ugcuı'a ilişkin yeryüzOnQn tam göbeğinden onal­ tıncı göbeğe değin yılkselen bir çam ağacı vardır. Bu simge, Ugan'ın güç bakımından Bay Ülgen.'e eşit olduğunu gösterir. Bu­ nun anlamı sol-kol oymaklartyle sağ-kol oymaklarının birbirine eşit olduğudur. Bu eşitlik. U'in demokrat olduğunu gösterir. Yakutlar'da yer-suların tannlara sözgeçerllğl bakımından üstı ın olması ilin çökrneslndendlr. Yakutlar, çözülme dolayısıyle bağımsız özlere ayrılmışlardır. İlln konfederasyon meclisi sadece adı olan bir meclisti. Bu meclise başkanlık eden tlgin adlı başkanın kesinlikle sôzgeçerllğl yoktur. Sôzgeçerllği oymak başkanların ya da onla­ rın yerine geçen boy beylerini geçmiştir. Yer-sular oymakların simgeleri olduklarından boyların güçlenmesi, yer-sulan iktidar mevkilne çıkamuştır. İli oluşturan ve güçlendiren sağ-kolun U­ glnleridlr. Tannlar bunların temsilcileridir. Tanrılarla, tlglnler, ilin simgeleri olduklarından gücünü y1tlrmeslyle onların da sôz­ geçerllğl azalmıştır. İleride göreceğimiz yabguluklar, bakanlıklar, ilhanlıklar, sultanlıklar da başka illeri içine almış ilden doğduklarından, o ilin özelliklerini gösterirler. Örneğin, Osmanlı tipi orta il tipine mensup olan Oğuz budunundandır ve o da esk.1 Kun budunun­ dandır. Bunlara özgü örgütlerin altılı olmak için, sekizli örgü t­ ten nasıl türediğini gördük; öbür geleneklerin de bu genel töre­ den nasıl doğduklarını aşağıdaki örneklerle göstereceğiz. Osmanlılar'da padişahın altı tuğu vardı. Altı makamı verme (atama yapma) yetkisi, yalnız onda vardı. Sadrazam, beş tuğdan fazla kullanamaz, kendi başına beş makamdan fazlasını vere­ mezdi. Büyük il tipine mensup olan .}SAşgar Hakanlığı'nda ise hakanın sancakları dokuz adetti. Bu gibi sayılar Türk devletleri­ nin ve illerinin hangi U tipinden olduklarını gösterir. Hangi ilin hangi ile akraba olduğunu ve hangi llln hangi U içinde hakanlık ve ilhanlık yaşamına katılmış olduğunu anlamış oluruz. . Japonlar'ın ulusal bayrağında kırmızı bir kursun merkezin­ de beyaz bulunur ve kurstan ışın biçiminde 1 6 kırmızı şerit çı1 52


kar (Almanach Hachette, s. 365). Japonlar'ın en b'lly11k il tipin­ den doğduklan, ulusal bayraklannm bu on altı sayısından anla­ şılır.

1 1 . EN BÜYÜK iL BılyQk ilin sağ-koluna lllşkin dokuz sayısıyle sol-koluna iliş­ kin sekiz sayısı toplanınca 17 sayısı elde edilir. i şte Altay Tllrk­ leri'nde gördOğOmılz en büyük ilin sağ ve sol kollan 1 7 sayısına · çıkmıştır. Altay TOrkleri'nde, din kitabındaı ı göreceğimiz gibi, göğün on yedi katı vardır. her katın özel bir tannsı olduğundan göğün on yedi özel tannsı vardır. Bunlar tannlann sağ-kolunu oluştururlar. Yeryılzünün de on yedi yer-susu vardır. Bunlar da tannların sol-kolunu oluştururlar. Bu yer-sular, sol-kolu oluş­ turan on yedi uruğun atalarıdır. Tanrılar sağ-kolu oluşturan on yedi uruğun atalarıdır. Bu iki kolun birleşmesinden en büyiik il tipi ortaya çıkar.

1 2. iLLERİN ÖZELLiKLERİ Tllrk lllni gösteren tiplerin dördünde de Türk illerini oluştu­ ran oymaklann birbirine eşit olması, bu illerin demokrat olması sonucunu çıkardı. Küçük ll'de dört oymak birbirine eşittirler. Orta, büyük ve en büyük illerde de sağ ve sol kollar birbirine eşittirler. Bu kollan oluşturan oymaklar da birbirine eşittirler. Bu eşitliklerde n , ilkel bir demokratlık çıkar. Herde göreceğimiz yabguluklar, hakanlıklar, ilhanlıklar, sultanlıklar da birer ilden doğduklarından, o ilin özelliklertni korumuşlardır. Oğuz örgOtü, Kun örgütOnün tam benzeri olması, Oğuzlar'ın eski Kunlar'ın devamı olduğunu göstermez mi? Yakutlar'la Oyratlar'ın da yir­ midörtlü örgütO bulunmaları Kunlar'ın ya da Oğuzlar'ın ege­ menliği altında yaşamış olmalarının bir sonucudur. Yakutlar'da yirmi dört boy, şaman örgütü durumtinu alınıştı. Nasıl kl dörtlü M Z. Gökalp "din kitabı'' sözüyle bu kitabın "Din" bölümünü anlat­

mak istiyor. (Y.Ç.)

1 53


örgata de şaman örgata arasında görayoruz: Yakutlar'da ba­

yOk şaman, ancak dört tane olabilrdi.

Deli Petro. "Kutsal Kaz"ı göstermek Ozere Moskova'ya1"1

ylmıi

dört şaman getlrmlştl. Bundan anlaşılıyor k1 toyontzmde her­

hangi bir dereceyi taşıyan bir 11 kendisinden aşağı olan illerin örgütlerini şamanlzmde esas olarak kullanabllir.

13.

DEMOKRASiDEN ARİSTOKRASİYE

Türk toplumu

totemizm döneminde demokratikti.

aracılığıyle aristokratik ve empcryallst bir toplum oldu.

Totemizm dönemi:

Totem,

Fbtlaç

sopun (semiye , klan) ya da

onun yer1ne geçen oymağın yada ilin toplumsal bllinclnin sim­

gesiydi. Totemizmde kamu yetkesi (velayet-i amme) , toplumsal

blllnce alttı . Bir ilin totemi, başka bir Hce ele geçirilince toplum­

da aristokrat ve demokrat olmak Qzere iki tabaka oluşurdu. ör­

neğin, Oğuzlar, Koyunlular'ı egemenlikler1 altına alınca bunla­

rın totemleri olan

aldılar. Fakat asıl

koywı adını da kendilerine bir unvan olarak Koywılular'a Karakoyunlular adını vererek,

kendileri Akkoyun unvanıyle adlandılar.

Bir llln totemine alt olan yetke, o 111n toplumsal · yetkesinin bir simgesidir. Bu toplumsal yetke, bağlı bulunduğu 111n top­ lumsal bllincine aittir. Bu toplumsal b111nçte bulundukça, top­

lum, halkçı (cumhur!) bir demokrasidir. n ml yaman bey ml ya­ man atasözü bu demokrasi dönemini göster1r. Fakat bu toplumsal yetke , başka bir

ll

(lrnperlum) niteliğine girer.

tarafından zorla ele

geçirilince

sulta

tar.

ise kendine zorla boyun eğdiren ve zorla uyrukluğu

(Yetke

(velayet), zor­

lamasız boyu n eğdiren ve kanıtsız inandıran toplumsal bir gaç­

Sulta

altına alan bir budunun, bir ailenin ya da bir bireyin maddi ta-

l"l Türle Töresfnde (1977) Moskova yerine Petersburg'un adı geçiyor

(s. 63)

1 54


hakkümadıır.) Bu değişmeyi totemin zorla ele geçirilmesiyle an­ lıyoruz. Örneğin Balaklar (Ulahlar), Tark illerinden biridir. Bu il bir zaman Kıpçaklar'a tutsak oldu. Kendisi totemi Kıpçaklar'ca zorla ele geçirildiğinden, ele geçirenler Ak-Balak adını aldılar. Balaklar ise totemleri zorla ellerinden alındığından Kara-Balak olarak adlandırıldılar. Sonradan Bolaklar özgarhlk ve bağımsız­ lıklarını geri aldılar. Derhal, adlarını değiştirerek yeniden Ak­ Bolak adını aldılar.

Bir budunun uyrukluk altına girmesi iki biçimde olur: 1 . Birincisi savaş yoluyladır. Yenilenler uyrukluğu kabul zo­ runda kalırlar. Savaşta yenen budun, yenilen budunu tutsak durumuna koyar. Bu tutsak budun, savaşın astan geleni olan budunu yenince, bağımsızlığını geri almış olur.

2. İkincisi potlaç yoluyladır. Bu kurum önemli olduğundan bunu ayn bir bölüm olarak inceleyeceğiz.

14. ŞÖLEN VE POTIAÇ Potlaç, karşıdaki tarafı, karşılık yapmaktan aciz 'Qırakacak israflı, gösterişli ve meydan okuyucu bir ziyafettir. Bunun eski TO.rkler'de karşılığı şölen adını vercllklerl son derece israflı bir zi­ yafetti.

Dede Korkut, şöleni şöyle nitelendirir: "Dlrse Han, hatunu­ nun sözüyle ulu toy eyledi, hacet diledi. Attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kırdırdı. iç-Oğuz, Dış-Oğuz beylerini, Qs­ tüne yığnak etti: aç görse doyurdu; çıplak görse donattı: borçlu­ yu borcundan kurtardı; tepe gibi et yığdı; göl gibi kımız sağdır­ dı." (Dede Korkut Hikôyelert, s. 6/s. 9) Bayındır Han lkf tarla şölen yapardı. Blrlnclslne yalnız lç­ Oğuz çağrılırdı. Bayındır Han bu şölene yalnız kendinin de bağh bulunduğu lç-Oğuz'u çağırdı. Amacı kendi kolunun egemenliği­ ni güçlendirmekti. Bu da şölen yapıp çağnWara meydan oku­ makla olurdu. Çağrılılar karşılık veremezlerse, totemleri çağn sahibince zorla ellerinden alınırdı.

1 55


Bayındır Han ilkin yalnız İç-Oğuz için yaptığı ziyafetle onları egemenliği altına alırdı: "Bin yerde ipek halı seccadesi döşen­ mişti. İç-Oğur. Dış -Oğuz beyleri Bayındır Hanın sohbetine top­ lanmıştı."( s. 48/s. 1 1 3) Bu ziyafetlere lç-ll'e bağlı oymaklar çağ­ nlırdı. Çağrılı oymaklar, karşılık veremeyince sol-kol başkanının bireysel egemenliği altına girerlerdi. İl başkanının kendi kolu tlzerindekJ bireysel egemenliği kurduktan sonra karşıkJ kola zi­ yafet yapması gerekirdi. Bu ziyafete karşıkJ yan karşılık vere­ mezse. kendi kolu gibi bu kol da bireysel egemenliği altına gir­ miş olurdu. Çünkü meydan okuduğu karşıkJ kolun oymakları meydan okumaya karşılık veremeyince, totemlerinin zorla elle­ rinden alınmasına istemeyerek razı olurlardı. Totemlerin böyle ele geçirilmesi toplumsal egemenliklerin ele geçirilmesi demekti. Toplumsal egemenlikler ele geçirildikten sonradır kJ bireysel egemenliklere kurulurdu. Ziyafet bazen yedi gan yedi gece olur­ du: 'Yedi gün yedi gece yeme içme oldu." (Dede Korkut Hikdyele­ rt. s. 46/s. 37). Bazen de kırk gün kırk gece sürerdi.

1 5. YAGMA ŞÖLENİ VE POlLAÇ

Ya�ma şöleni. potlacın en üst derecesidir. Şöleni yapan bey. çağrılıları yedirip lçirdlkten, giydirip donattıktan ve borçlarını verdik.ten sonra hatununun koltuğuna girerek otağdan çıkardı. Bütün çağnWar, çağn sahibinin otağını, sürülerini vb. mallarını yağma ederlerdi. Kitab-ı Dede Korkud'un on l.kinci hikayesinde Salur Kazan'ın malını nasıl yağmalattığını görürüz. "Üç-Ok. Boz-Ok yığınak olsa Kazan evini yağmalatırdı. Yine Kazan evini yağmalatır oldu, ama Dış-Oğuz beyleri gelmediler, birlikte bulunmadılar, yalnızca İç-Oğuz beyleri yağmaladı. Ka­ zan Beyin adeti bu idi kJ kaçan evini yağmalatsa helalinin elini alır, evinden dışarı çıkardı. Bundan sonra evinde nesi var, nesi yok yağma ederlerdi." (Dede Korkut Hikô.yelert. s. 237 /s. 1 65). Salur Kazan'ın Boz-Ok ve Oç-Ok üzerindeki egemenliği. bu yağma şöleni aracılığıyle kurulmuştu. Salur Kazan, egemenliği 1 56"


bu iki kol ôzerinde st1rd0nne k için, bazen yalnız İç-Oğuz (Oç­ Ok) için ziyafetler yapıp, İç-Oğuz Ozerindeki egemenliğini pekiş­ tirmeye çalışırdı. Bazen de hem İç-Oğuz hem de Dış-Oğuz'u ça­ ğırarak her ikisi üstt1ndeki egemenliğini gaçlendirtrdi. Bu iki zi­ yafet biçimJnln ikisine de gereksinim vardı. Fakat, Dış-Oğuz kendisi bulunmadan yapılan yağma şöleni­ ne razı olamazdı. ÇQnkQ bunun nedenini bilemezdi. O, yalnız, yağma şölenine katılmamasını, bQyOk bir zuIQm ve hakaret sa­ yardı. O denli bayak ki zulüm görenlerini başkaldırmaya çağı­ rır, Qzertndeki bireysel egemenliğe son verirdi. lşte bundan do­ layıdır ki lç-Oğuz'a ayrılan yağma şöleninden Dış-Oğuz beyleri alındılar. "Dış-Oğuz beylerinden Aruz , Emen ve gert kalan beyler bu­ nu işittiler. -Bak, baki Şimdiye değin Kazan'ın evi yağmalandığından hep birlikte olurduk, şimdi suçumuz nedir ki yağmadan birlikte bulunmadık, dediler. Ağız bir edip batan Dış-Oğuz beyleri Kazan Beyi selamlama­ ya gelmediler, kin bağladılar." (s. 237 / s. 1 65) Bu sözler göstertyor ki Dış-Oğuz yağma şölenine katılına­ makla, Qzerindeki bireysel egemenik ortadan kalktı ve artık Sa­ lur Kazan'a gelip boyuneğme gösterisine gerek kalmadı. Bireysel egemenliğin böyle ortadan kalkması, kökeninin ne olduğunu da gösterir. Madem kl yağma şölenine katılmamakla Dış-Oğuz kendini Salur Kazan'm bireysel egemenliğinden özgür ve bağımsız saydı, öyleyse daha önce de Dış-Oğuz'un Qzertndeki bireysel egemenlik, yağma şöleni aracılığıyla kurulmuştu. Savaştaki QstQnlôk, yağma şöleninden doğan bir bireysel egemenliğin kurulması için ikinci nedendir. Bu iki nedenin or­ taklığı bireysel egemenliğin kuruluşunu ve devamını sağlar. Dış-Oğuz yağma şölenine katılmayınca, Salur Kazan'a karşı başkaldırdılar: Salur Kazan onları kılıcıyle yendi. Fakat bireysel egemenliğin Ozerlertnde yeniden kurulması, yalnız savaştaki ye­ nilgilerinin sonucu değildi. Yeniden yağma şölenleıine katıbna­ dır ki bireysel egemenliğin yeniden kurulmasına neden oldu.

1 57


1 6. YAGMASlZ ŞÖLENLER VE YAŞAYIŞ Eski Türkler her gün vakiclertnl toylarda ve şölenlerde geçl­ rtrlerdl. Bu toylar ve şölenler sayesindedir ki en yoksullar bile gazel giyinir, gazel yer, gazel içerlerdi. Aralannda borçlu bulun­ mazdı. Her gan bir beyde şölen olduğundan, batan ömOrlertnı zevk ve safa ile geçirirlerdi. Bu durum eski Türkler arasında bir tar komOnlzmln var olduğunu bildirir. Yağma şöleni de bu ko­ mOnlzml tamamlar. KomOnlzmln bir görOnto.sa de av etlerinin birlikte yenilmesidir. Bundan başka av hayvanı bir otağa sığı­ nırsa otağ sahibi de o avdan pay alırdı. "Kısırca yenge derler, bir hatun vardı. tlert çıktı, pay diledi: Hey bey yiğit, bize de bu ge­ yikten pay ver," dedi (s. 55/s. 42). En bOyük şan ve şeref cö­ mertlikte belliydi. "Er mahna kıymayınca adı çıkmaz". ı·ı Erkekler kadar kadınlar da konukseverdiler. "Evin tayağı oldur ki yazıdan yabandan eve bir udlu konuk gelse, ,er adam evde olmasa, ol onu yedürOr, lçOrOr, ağırlar, azizler, göndertr. Ol, Ayşe, Fatma soyudur."1"1 Eski Tl1rkler'de ulus devleti beslemezdi, devlet ulusu beslerdi. Orhon Yazıtlann­ da Göktürk hak.anı diyor ki: "Zengin bir ulusa gönderilmedim. Türk ulusu az idi, çoğalttım; açtı doyurdum. Çıplaktı giydirdim, kuşattım." (Orhon Yazıttan. /M. Ergin. s. 33 ile karşılaştırın!) Göktürkler hakana nterer-1 yani ulusu yaşatan, ll1 besleyen sanını verirlerdi (Orhon Yazıtları) . EbOlgazl bu sözü nterer biçi­ minde söyler. Hükümdar hangi derecede olursa olsun konuklarına bOyük ikramda bulunurdu. "Ulaş-oğlu Salur Kazan içmişti. Çargap çargap çadırlar, otaklar, çuhalar bağışladı. Katar katar develer bağışlardı." (s. 94/s. 68)

ı•ı Bu tümceler. hikayelerde değil de kitabın Onsözünde geçmekte­ dir. (O. Ş. Gökyay, Dedem Korkud"un Kitabı, 1973, s 1 3/ Eski yazılı me­ tinde s. 3-5)

ı-ı Bu özel ad, M. Ergin'ln kitabında lltiriş (s. 37, 43, kitabında Uteris, elteris (s. 33 1 , 335) biçiminde geçiyor.

1 58

44), T. Tekın'ln


1 7. 11.JDUNLUK

Türk hOkOmdarlığı beş dönemden geçmiştir: Tudunluk, yab· guluk, hakanlık ilhanlık, imparatorluk. .

n..ıdun. oymak başkanıdır. Çöza.Ime durumları başta olmak üzere bağımsız oymak olmadığı gibi, bağımsız tudun da yoktur. Tudunlar çoğunlukla yabgulara bağlıdırlar. Eskiden, Karluklar üç oymaktan oluşuyordu. Bu oymaklar küçük bir il hallnde birleşmedikleri için, her oymak ayn bir tu­ duna bağlıydı. Vaktaki Çin'e karşı bağımsız oldular, o zaman derhal bir yabgu oluşturdular. Üç tudun bu yabguya bağlandı­ lar. (Orhon Yazıtlan, Thomsen) Oğuzlar'da boylar, oymakların yertne geçtlklerl için boy bey­ leri Oğuz lllnln tudunlanydılar. Boy beyleri, siyasal başkan olmakla birlikte dinsel görevleri de vardı. "Kazanı: -Dileğin bu mudur? dedi. Bay Büre Bey: -Evet budur; benim dahi oğlum olsa, Han Bayındır'ın karşısına geçip dursa, kulluk eylese; ben de baksam, sevinsem, kıvansam, gü­ vensem, dedi. Böyle deyince soylu Oğuz beyleri yüzlerin! göğe tuttular, el kaldırıp dua eylediler. Ulu Tanrı sana bir oğul ver­ sin, dediler." "Ol zamanda beylerin duası dua, ilenci ilenç idi. Duaları ka­ bul olurdu. (s. 48-49/s. 38) Türk toplumu birbiri içine konulmuş kutular gibiydi. Bazen bu kutular serbest kalırdı. O zaman beyleri de il beyine karşı bağımsız olurlardı. Kutuların en küçüğü, öz'ler yani oymak'lardır. Bu kutulan daha büyük bir kutu içine koyabilirsiniz: Bu kutu küçük irdlr. Küçük 11 kutularını da daha büyük bir kutuya koyabilirsiniz: Bu kutu da orta ll'dlr. Orta 11 kutularını da daha büyük bir ku­ tuya koyabilirsiniz: bu kutu da büyük tl'dlr. Bu büyük il kutula­ nnı da daha büyük bir kutuya koyabilirsiniz: Bu sonkJ kutu da en büyük irdlr. Türk dünyası bu tiplerle doludur. Şurada bir kuçük 11 gö­ rürseniz. şu karşıda da en büyük bir il gOrOrsunQz. 1 59


TOrk ilinin bu dört tipinin birbirinin iki misli olması Türk ilinin evrimini çoğalma esasına dayandırmıştır. TOrk toplumu, evrtmıne ilk aşama olmak üzere oymaktan, ondan sonra ikinci. QçQncQ, dOrdQncQ, beşinci aşamaları ol­ mak üzere kQçQk, orta, bOyOk ve en büyük illerden geçmiştir. Bir Türk toplumu bu beş tipten birinde kalablllr. Ya da ço­ ğalarak kendisinden daha yukarı olan Qst aşamaya geçebilir. Bütün Türk illerinden hakanlık, ilhanlık ya da imparatorluk çıkmamıştır. İllerin çoğu saf il yaşamı sarmaştar. 11 yaşaannın en canlı biçimini Kitab-ı Dede Korkufta gôıürOz: "Salkım salkım tan yerleri estiğinde, Aklı-karalı seçilen çağda, Göğs.Q-güzel kaba d ağlara gan değende, Bey yiğitler, cilasınlarl"l birbirine koyulan çağda"(s. 1 -2/s. 7) Bu sözlerden anlaşılıyor ki her gan sabah erkenden bey yi­ ğitler, cılasınlar birbirini aramaya başlarlardı. Oğuz obaları bir­ birinden uzak konarl�ı. Fakat bey yiğitlerle, cılasınlar daha ganeş doğmadan birbirini ararlardı, Beylerin orduları (saray otağları) birbirinden ve hanın ordusundan uzak.ta bulunurdu. Fakat sabahı erkenden nerede yığınak, şölen ve toy varsa oraya doğru gitmeye başlarlardı. "Hanlar Hanı Bayındır han yılda bir kez toy edip Oğuz beyle-· rint konuklardı. Gine toy edip attan aygır, deveden buğra, ko­ yundan koç kırdırmıştı. Bir yere ağ otak, bir yere kızıl otak, bir yere kara otak kurdurmuştu. Kimin ki oğul, kızı yok, kara otağa kondurun, kara keçeyi altına döşeyin, kara koyun yahnısından önüne getirin, yerse ye­ sin, yemezse kalksın gitsin, demişti. Oğlu olanı ak otağa. kızı olanı kızıl otağa kondurun; oğlu, kızı olmayanı Ulu Tanrı hor görmüştür. biz de hor goraraz belli bilsin, demişti." (s. l /s.6). c·ı 1 60

cılasın:bahadır, kahraman.


1 8. YABGULUK Eski TO.rkler'de tudunlann astande olan ve batan illerin O.Zerinde bireysel egemenlik süren siyasal başkana yabgu der­ lerdi. n.ıdW1 "boy beyi" demekti. Yabgu da "il beyl" anlamınaydı. Gerek il beyi, gerek boy beyleri, ilden hiç ayrılmazlardı. Bundan başka bu beylerin otağlarında, ılkılanndar·i , ağıllarında, ahırlarında kaytabanlarında (deve saraleri) ne kadar servetleri varsa genel olarak ilindi. TO.rk ilinde kendine özgü br tar ko­ münizm (ortaklaşa yaşayış) vardı. Bunu gösteren gei�:ıeklerin bazısını analım.

Korkut Ata Kltabı na göre boy beyleriyle hatunlar, çoğwıluk­ Ja şölen adı verilen genel ziyafetler verirlerdi. Yirmi dört boy be ­ yinin bu ziyafette hazır bulunması koşuldu. Fakat bu zlyafetle·c katılan yalnız beyler değildi. llden olan bütün bireyler genel e.(;.f­ ralarda yer, içer. eğlenirdi. Bunların arasında çıplak olarıb ; .: giysi giydirilir, borcu olanlar varsa borçlar verilir, daşkün ol<•l: lara yardım edilirdi. Şölenler kimi kez Acem ozanlarının "ha ı ı. yağma" dedikleri yagma ziyafeti biçiminde olurdu. Korkut Ato. Kitabı ortaya çıkıncaya değin "han-ı yağma"nın ne demek olduğu biltrırniyordu. Bu kitap bize Oğuz ilinde beylerbeyi yerinde bulu­ nan Salur Kazan'ın her yıJ bir yağma şöleni verdiğini. İç-Oğuz ile Dış-Oğuz'un bütün boylarını bu ziyafete çağırdığını söylüyor. Zi­ yafet şöyle son bulurdu: Yemekler yenip sofradan kalkılınca Sa­ lur Kazan "helalinin elini alır, evinden dışarı çıkardı. Bundan sonra evinde nesi var, nesi yok yağma ederlerdi." (Dede Korkut Hikayeleri. s. 237/s. 1 64) '

Yabgu göçebe bir hükümdardan çok, bir oymaklar birliği başkanına benzerdi. YimıJ dört Oğuz beyi her gün, ya kendi ota­ ğında ya da beylerden birinin otağında şölen ve toy diye birle­ şince, yeme içme olurdu. Sonra da oturup danışık ederlerdi. Beyler neye karar verirse, han onu yapardı. Başka bir şey yapa­ mazdı. Kimi iller bağımsızlıklarını yitirerek bir hakana bağlı olurları•ı Ilkı, yılkı.: hayvan sürüsü. T U. Tarihi ·

I'. 1 1

161


dı. O zaman hakan bu illerin yabgularını ve tudunlannı yani iç örgütünQ korumakla birlikte bunların başlarına kendi sülale­ sinden bir denetleyici komiser atardı. Gôktürkler'de bu denetleyici komisere şad adı verilirdi. Or· . hon Yazıtlan'nda 'Töleş Tarduş budunlarının başına biter yab­ gu ve şad atadım" (deniyor) 1"1 • Şad hem prens hem de bir tür ko­ miser yerindeydi. Bugünkü lngiltere'nln sömürgelerindeki komi­ serlerine benzerdi. Yabgunun soyca. egemeni olduğu ilden oldu­ ğun · ( yukarıda gördük.

Blı 'lllrk beyi hakanlık kurmayı başardı mı, oğullarını, kar­ deşlerini amcaoğullarını, yeğenlerini. boyun eğen illerin başları­ na şane (şahne) olarak geçirirdi. Böylece bir an içinde bir devlet örgütü kurulurdu . Kentlerde oturan tarihçiler, yalnız kentlere egemen olan ha· kanların durumlarını yazmışlar, tudunlar gibi yabguların da durumlarını yazmamışlardır.

1 9. HAKANLIK Şimdiye değin saydığımız Türk toplumları, Türk ülkelerinin coğrafya yapisına göre kunılmuştu. Eski Türkler bozkırlarla çevrilmiş vahalarda otunırlardı. Her vahada sayısız ırmaklar bulunurdu. Her ırmağın boyunda bir boy otunırdu. Bir vahada­ ki boyların toplamı bir ili oluştururdu. Vahalar arasındaki boz­ kırlara çöl derlerdi. Olağan durumlarda bir vahadan öbür vaha­ ya gidilemezdi. Çünkü gidebilmek için atların ve binicilerin içe· cekleri suyu ve yiyecf'klerl gıdaları yanına alması gerekiyordu. Vahaların birbiriyle karışmamasından, her vahaya özgü il oluştuğu gibi, her vahanın içindeki ınnaklardan da boylar doğu­ yordu. Hakanlıklar, çoğunlukla bir yabancı devletini sömürge ve

ı•ı Parantez içindeki söz Z. Gökalp'te yok. Ekledik. (Y.Ç.) Aynca kar· şılaştır M. Ergtn, Orhun Abideleri ( 1970;s. 20)

1 62


güçlenme yeri seçen�k kurulurdu. Kaşgarlı Mahmut'un andığı bir atasôzüne göre Tat 1Urksı1z, baş börksı1z olmaz. Tat. ege­

menlik altına alınmış olan lran, Hint, Afgan, Rus ve Cermen gi­ bi budunlardır. Çlnliler'e tat denUmemesi, Türk diniyle Çin dini arasında ilişk.J olmasından dolayıdır. Bununla birlikte TOrk ba­ kanlıklarının bir geçim yeriydi (sömürgesiydi). 1\l.rk devleti çoğunlukla yabancı devletlere ve uluslara da­ yanmakla birlikte , kimi kez de Moğol ve Tunguz gibi göçebe oy­

maklar,a da dayanırdı. O zaman, bu oymaklann kendilerine ta­ tar, illerine ulus ve boylarına da oymak adlan verilirdi. K1ml kez de Türk hakanlığı, TOrk yabguluğu gibi yalnız kendi iline daya­

nırdı. O 7.aınan demokratik olurdu. Çünkü o zaman kendi ilinin kurultayı aracılığıyle denetlenirdi. Kırgız hakanlığı yalnız kendi iline dayanan bir devletti. Bu nedenle demokrattı. Görülüyor k1 bir Türk hakanlığı ya tat'lara ya da tatarlara dayanmak.la kurulur ve devam edebilirdi. Tudunluklar ve yab­

guluklar ise tat'sız ve tatar'sız yaşayabilirlerdi. Nasıl ki tudun­

luklarm ve yabguluklann çoğunluğu bu durumdayçlılar. Kendi başlanna yaşayabilirdi (ler) . Hak.anlara çöllerdeki Tat� ulusları bağlı olduktan gibi sınır­ larda oturan uygar budunlar da hakanlığın koruyuculuğu ve yönetimi altındaydı. Çlt adı verilen sınır 11lkelerde kentler, köy­ ler kuruJmuştu. (Buralar) bayındır refah içinde olmuştu. Ha­ imnlar bu çitlerde yaşayan çiftçi, sanatçı. t'llccar budunlan ge­ reksindikleri banşçı yaşama kavuştururlardı. Çiftçiye tarançı ve

eklnct.. tüccara sart derlerdi. Egemenlik albndaki budunlardan devleti besleyecek denli bir vergi al ırlardı . Gerçi, hakanlık yine s ülalenin kökeni olan ak- kernJklerdP.n bir ile dayanırdı. Kara­ kemikler

tabakası, ak-kernJkler tabakasına bağlı olmakla feodal

bir toplum kurulurdu. Tudun ve yabgu a:Heleıi ak-kemlktiler. Hakan sülalesi de ak-kemik olan bir ilden doğmuştu. Ona dayanırdı. Hakanlar ak-·kem1kleri kuran kendi iline karşı meşruti bir konumdaydılar. ôneınU işler şölenlerde gOrüşOlüp bir karara varılmadan hakanca yQrüt11lemezdi. Hakan da şölen Oyeleıin­ den oldu�undan, orada gorüşünQ söyleyip. inandırıcı kanı tlarla şölen kuruluna

ka�ul ettirebilirdi.

163


Eski Türkler'de kadın tabu olmadığından ve tersine erkeğin tamamlayıcısı bulunduğundan, kadınsız (hiç bir) iş görülemez­ di. Hakamdar yazılı buyruklan yalnız "Hakan buyuruyor ki" di ­ ye başlamışsa geçerli olmazdı. Devletlerin elçlleri de yalnız ha­ kanın katına çıkamazlardı. Hakan sağda ve hatun solda otur­ mak üzere, ikisinin ortak katına çıkablllrlerdi. Hakan ile hatun gök ile yerin çocuklandır. Güneş Ana ile Ay A tn ise onların gökteki temsilcileridir. Hakanın temsilcisi olan Ay A tn altıncı gökte olduğu halde, hatunun temsilcisi olan Gün Aı ta göğün yedinci katındadır. Bu durum da kadının erkekten daha saygın olduğunu gösterir. H3.kan kendi ilinden bir kadınla evienmek zorundaydı. Em­ peıyalizm döneminde hakanlar, ilhanlar vd. prensler ve beyler il dışından da evlenmeyi seçtiler. Fakat, bu evlenmeyi Türk töres! benimsemedi. Çünkü, töre gereğince yalnız bir eşe izin vardı. O da ilden olan hatundu. Türk töresine göre kadın erkeğin tama­ mayıcısı olduğund:rn ve bir erkeğin yalnız bir tamcınılayıcısı ola­ bileceğinden, bütün evlenmeler tek eş temeline dayalıydı. Emperyalizm döneminde hükümdarlar ve beyler arasında törenin dışında olarak başka i tlerde n . özellikle yenilen ve ege­ menlik altındaki budunlardan kız alanlar oldu. tı dışından gelen bu kadınlara hatwı denmez. kuma ve eğer Çin prenseslerlnden­ se konçuy denilirdi. Fakat bunların hiç birt eş tanınmazdı. Eşlik yalnız hatıınundu. Bu nedenledir ki kurnaların çocukları öz an­ nelerine "Anne!'' diye seslenemezlerdi. Annelerini "teyze" diye ça­ ğınrlardı. Kendilerine yabancı olan hatuna "Anne!" diye sesle­ nirlerdi. Kaşgarh Mahmut diyor ki eşin üç derecesi vardı: Hatwı. konçuy, ktuna. Konçuy hatunun bir derece aşağısındaydı. Kwna da kon­ çuydan aşağı bir dereceydi. Bir hakanın oğlu hakan olabilmek. için anasının hatunlardan (yarıl kendi iline bağlı prenseslerden) olması koşuldu. Hem baba, hem ama yönünden prenses olma­ yanlar soylu sayılmazdı. Anası hatun olmayan hakan oğlu ha­ kan olamazdı. (Hala İran Kaçarlan'nda bu töre yürürlüktedir.) Buglin Hive Türkrnenlerl'nde bir kız hem babası, hem anası Türkmen olmayan bir erkeğe varamaz. 1 64


Kurnaların oğullan, mirasa da ortak olamazlardı. Onlara ya­ şayabUmelert için doyacak kadar bir mal verilirdi. Hakanların gerçek eşleri meltke sıfabnı da taşırdı. Melikenin Türkçedeki karşılığı tıirkdn sözcQğOdür. öyleyse Hakanlye, Sel­ çuklu, ve Harizmşah devletlerindeki tıirkdn hatunlar ancak me­ like olmak dolayısıyle bu unvanları alıyorlardı. Bu sOzctlk onla­ rın kişisel adlan değildi.

20. HAKANLIK ÖRGÜTÜ

Hakanlığın doğal kumandanlanyle emlrlert[ne) ak-kemikler dendi. Soyda bayok olan ttgtn hakanın vellahtıydı. Hakanın ve­ llahtı, çoğunlukla hakanın koçak kardeşiydi, ya da oğlu, kimi kez de kardeşoğlu. dahası amcaoğluydu. HakQmdarlığa vfı.rts olmak için salaleler arasında iki ayn kural vardır: Osmanlı hanedanında soyda büyük hQkQmdar olurdu. Şimdi Avrupa devletlertyle Mısır'd� ise evde bayak hükümete varis olur. Eski TOrkler'de de soyda büyük hakam­ dar olurdu. VeUaht. hakandan sonra en büyük buyurucuydu: Orduya kumanda eder, işleri yönetirdi. Hakan sağ-kola kumanda ettiği zaman, veliaht sol-kola kumanda ederdi. Vellahta yalnızca ttgtn ya da külttgtn denilirdi. ·

Hakandan sonra. devlet yönetimine ortak olan türkcin hatun yine mellkellkte devam ederdi. Bundan dolayı y�ni hakan eski hakanın oğlu değilse, yani melike yeni hakanın öz annesi değil­ se, bununla evlenmek zorundaydı. Kimi kez bu evlenme, sözde (isrtıi) bir evlenme olarak kalırdı. Orhon Yazıtlan'nda melikenin "er ad"ı . ad olarak eşi (ismen zevci) anlamınadır. ı·ı M "Umay gibi annem hatunun devletine, küçük kardeşim Kül Tigin er adını aldı." (M. Ergin, Orhun Abideleri, 1970;s. 10).

1 65


Hakana bağlı olan özerk Türk illertriln başında ytne eskı yabgulan kalırdı.

Hakan, aynı sülaleden atamak koşuluyle yab­

gulan değiştireb1Urdl. Yabgulan denetlemek üzere, her ile ha­

şad ya da şane atardı. Şane sôzcO.ğü şahne haline konulmuştur. Bozkurt'un Moğolca adı olan börte şane: börte çine deyirnlndekı şane sôzO Moğolca­ kanlık sülalesinden bir araplaştınlarak

da "kurt" anlamınadır.

Selçuklular, boyundurukları altına aldıklan hükümdarların

şahne d l kı•rlerdl Göktürkler ise bi şad dikerlerdi. Bu durum bize şan:" evlad ının Göktürkler de

denetimi için başlanna birer rer

.

ğil, Oğuzlar olduğunu. bozkurtun da Oğuzlar'ın üçüncü ycnlk­

ylcls! (müceddtd) bulunduğunu bildirir. Göktürkler'e de Şad

sü­

lalesi demek gerekir. Belki Şato TUrkleri de bunlardandır. Çi nliler, Gôktorkler'ln dedestne

Asena: Kurt

derlerdi . Kurt

sülalesinden gelmek geleneği Oğuzlar'la GöktQrkler arasında or­

taktır. Oğuzlar'ın Şane sülalesi olduğuna başka bir karni da İ mam Mesudl'nln bir sözüdür. Mesud! diyor ki: "Karluk Hak:ını nın ve dahası Şane sülalesinin üstünde olmak üzere Hakan- Ol­

havakin (hakanlar hakanı) sülalesi vardır." (MOruc-üz-z�heb)

İş te bu hakanlar hakanı sülalesidir ki Göktürk ilhanlığım kur­ dular. Gök.tOrkler'de de yabg� ılan denetleyen genel va.illere şad de­ niliyor. Genel valilerin

şad ya da şane olması blze hükümdarın

hangi sülaleden geldiğini bildirtr. Örneğin Selçuklular genel va­

şahne:şane sanını verirlerdi. Bu sanı Selçuklular'ın Şan (e) evladından olduğunu gösterir. Göktürkler ise denetleyicileri ne şad derlerdi. Böylellklc Göktürk hanedanın da ayn bir süla­

lilerine

leden geldikleri anlaşılır.

Göktürkler'de şadlardan sonra gelirdi.

Sağ-kolu

oluşturdukJan

padlar ya da ptd boy beyleri için

bunların

da

altın ­

kemiklerden olduğu anlaşılıyor. Büyük

divanda

şadlarla

padlar sağ-kolu oluştururlardı.

Bunlardan başka ak- kemiklerden kül ıı:kin. tarkat (tarhanlar), yabgu , tudur., iç-buyruk. dış-buyruk. tamgacı, yugruş. subaşı,

1 66


atasagun (yer alırdı.) Orhon Yazıtlan'nda divan şöyle niteleniyor: Sağda şad ve pıd beyleri, solda tarkatlar (tarhanlar) ve buyruk beyleri.

Kül irkin. ak-kemJklerden ve onları temsil eden bir vezirdi. Ebülgazi Uygurlar'da (Dokuz Oğuz) yabgulardan 1"1 sonra kül­ irkin geldiğini söylüyor. Buyruklar iki bölümdü: Blrtnclsl iç-buyruklar ki eski Os­ manlı örgütündeki fç-af)alar'a eşittir; ikincisi dış -buyruklardır ki eski örgütümüzdeki dış-agalar'a benzer. Tamgacı, "nişancı" ye­ rindeydi. Kamlar ve ozanlar, "şamanlar"a benzerdi. Su-başı ve çeri-başı "asker-başı" dernekti. Atasagun "hekim-başı" yerindeydi. Bunlardan başka kara-kemJklerden, dahası tatlardan beylik yerine çıkanlar bulunabilirdi. Örneğin Kaşgarlı Mahmut'a göre yugruş Farslılardan olan kara-vezirdi. Buna yaz günlerinde göl­ gelenmek için styah bark (kubbe biçiminde çadır) verilirdi. Kub­ be vezirlerinin Tı1rk örgütünde oldukça eski olduğunu böylece görüyoruz. Bundan başka vezirlerin de üç çeşit olduğunu görüyoruz: l) ilhanların vellahtı olan altın-kemikleri' temsil eden bir ve­ zirdi. Osrnanlılar'ın ilk döneminde şehzadelerin vezirliği gibi. 2) Kül-irkin, ak-kemikleri temsil ederdi. 3) Yuğruş , kara-kemikleri temsil ederdi.

2 l . HAZAR (HUZAR) HAKANLIÔ ININ DEVLETÇE ÖZELLİKLERİ Hazar hakanı, uyruklarının çoğunluğuyle birlikte Musevtl!ği benimsemişti. Mesudi'nln yazdığına göre Ars (Aras) 111 , iki boy halinde Bi.ıhara'dan gelerek Hazarlarla bir antlaşma yapmıştı. Bu antlaşma gereğince Hazar devleti: ı·ı Z. Gökalp'ın metninde ·roğuz P•·rde) lllertnden . . . " sözleri geçiyor. Burada dtzgt yanlışının anlamı da bozduğunu düşünerek düzelttik. (Y.Ç.)

1 67


1)

Müslümanlarla savaşacak olursa, Araslılar bu savaşa ka­

tılmayacaklardı.

2) ArasWann lk1 kadısı olacak. yargılarını fıkıha dayandıra­

cak (yedi tane kadıdan ikisi Müslümanların Udsl Hristiyanların, lk1sl Musevtlertn, blrt de Putperestlerin olacaktı.) .

3) Araslann

mescltlert, sığınma hakkına sahip olacak. oraya

sığınan Müslümanlar, saldırıdan korunacaklardı.

4) Vezir kül- irkin Araslar'dan olacaktı.

Bu antlaşma iç kapltülasyonlann , din çatışmasının sonucu

olduğunu gösterir.

Hazar hakanlığının başka özelllk1ert de vardı. Hakandan

başka ikinci bir hükümdar da vardı ki lakabı

bey, sanı yilik

(ilik)tlr. Hazar hakanı, sarayından hiç dışan çıkamazdı. Tabu ol­

duğu için kimse kendine dokunamazdı. Güneşe karşı yüzünü açamaz ve toprağa basamazdı. Bu nedenle ilbeyinden başka hiç

bir bireyle ilişki kuramazdı. Bu gizlilikten dolayı ulusal mutlu­

lukların da, ulusal felaketlertn de nedeni sayılıyordu. Bu yasak­

lar onun kutsal(kutlu) yani manalı olduğunu göstertr.

Tabu

olabilmek için

manalı olmak gerekirdi. Hazar hakanı

ulusun kutunu kendi adına elinde bulundurduğundan kendisi

de kutlu oldu. Kutlu olan esk.J Peru, Meksika, Japonya hüküm­

darlan gibi artık insanlara gön1nmemesi, güneşe çıkmaması, toprağa basmaması, insanlarla ilişki kurmaması gerekti. Kutlu olan hükümdarlar, ne gibi nitelikler göstertrse, kendi de aynı nl­

tellklert gösterdi. Büyük memurlarla görüşürken yüzüne örtü takardı. Eski Peru, Meksika, Japonya hükümdarlanyle karşılaş­

tınlınca, Hazar devletinde gördüğümüz özelliklerin toplumsal

bir ruh durumunun ve evrimsel bir aşamanın sonuçlan olduğu­ nu anlarız.

Hazarlar'ın benimsedikleri dinsel ayrıcalıklar, eski T\lrk­

ler'in bağnaz (mutaassıp) olmadığını, dinlerin vicdanla ilgili bir

1ş sayılarak serbest bırakıldığını gösterir. Dinsel hoşgörürlüğü

Cengizhanlılar döneminde de gön1n1z. Bu sonkiler zamanında

resmi dinlerin [başkanlannaf1 tarhanhk rütbesi verilmişti. Her 1'1 Ziya Gökalp'ta yok.

1 68


blrt resmen benimsenen boyak dinlerden her blıinln en büyük dinsel (ruhani) başkanına tarhanlık vertlmlşti. Hazarlar'da yangın. deprem, kuraklık.don, sel, salgın hasta­ lık, kıtlık. savaşta yenilgi gibi büyı'.lk felaketlerden hırt olduğu zaman, bu felaket hakanın uğursuzluğuna vertlirdl. Nasıl kJ iyi şeyler de hep onun uğurluluğununun sonuçlan sayılırdı. Der­ hal halk alanlarda toplanmaya başladı. O zamana değin ülke­ nin yönetimine asla kanşmarnış olan hakan aleyhinde tlbeyfne ya da başka bir deyişle beı,/e başvurulurdu. Ulusal felakete der­ hal son verilmesini, eğer bu yapılmazsa felaketin nedeni olan hakanın öldOrülmestnt ilbeylnden şiddetle isterlerdi. llbeyl ha­ kanın bu felaketten dolayı masum olduğunu bilirdi. Bundan do­ lay'ı kimi kez akıllıca önlemlerle onu kurtarmaya ilbeyl çalışır ve başarırdı. Kimi kez de kurtarmak olanağını göremeyip hakanı ortalığın yatışması için feda ederdi. Ahali coşkun bir deniz gibi dalgalanırken kutlu hakanın idam ed1ldlğlnl görünce durulur ve dağılırdı. Belki de idamından sonra ondan af ve bağışlanma di­ lerdi.

22. İLHANLIK llhan "hakanlar hakanı" demektir. Yukanda belirtildiği gibi. hakanın taşıdığı yetk1leri, ilhan daha fazlasıyle taşır. Bundan dolayı onları burada inceleyeceğiz. İlhanlığın kuruluşundaki ne­ deni de 1Uran kıtasının. Büyük 1Urktstan ülkesinin varlığında bulabilırtz. Türkler'ln Mançurya'dan Macaristan'a değin, yaşa­ dıkları geniş Turan kıtası, genel bir sıkı-düzene gereksinim du­ yuyordu. Zira buradan Çin-Bizans ticaret yolu geçtiği gibi, bu kıtada yaşayan budunları çoğu, Türk soyundaydı. Bu ülkeleri birbirinden ayıran dağlar, ırmaklar, denizler de yoktu. Bu ko­ şullar içinde dinin temeli barışçılık olan bir soy, elbette banş ve devlet çemberini çeşitli il tipleriyle yabguluk ve hakanlık alanla-. nndan ibaret bırakamazdı. Bu barışçılığı, bütün Türkler'l kap1 69


sayan bOyılk bir TOrk devleti kurmaya değin ilerletmek zorun­ daydı. Tarihin karanlık dönemlerinde lskitler'in, Massagetes­ ler'in, Sakalar'ın, Yüeçiler'in, Usunlar'ın, Kurnuklar'ın, Kuman­ lar'ın, Ktmmerler'in (Kiraklar'ın), Avarlar'ın, Suvarlar'ın, Juan­ Juanlar'ın kimler olduklarını bilmiyoruz. Fakat tarihin aydınlik döneminde bir yandan Tsin Türkleri, Çin kıtasının bütün oy­ maklarını, budunlannı, krallıklarını da toplayarak, tümünden bılyOk bir Çin imparatorluğu kurarken, öbür yandan Hiung­ nular, beton hakanlıkları, bıltıln uruklan, bıltıln illeri, bütıln boylan birleştirerek tılmünden bir Türk ilhanlığı kurdular. Tsin Türkleri yalnız kendi çıkarlarını düşünerek Çin ülkesi ile o zamanki Türk ülkesi arasında bir set yaptılar. Bundan başka Türkler'ln en ulusal devleti olan Hlung-nu hükılmetlnl eskJ yurdu olan Ordos (Ordu) ülkesinden çıkarıp kovdular. Mi­ lattan öne.: 209 yılında Hlung-nular'a hükümdar olan Mete, ulusunu yeniden efıki yurtlan olan Ordos ülkesine götürdü. Mele iki kez Çin imparatorluğu kendisine verilmişken kabul

etmedi. Fakat Mete bu özge çl slne (feragat) karşılık Türk soyun­ dan boylar,

!ller, hakanhklar varsa birleştirerek bir ilhanlık

oluşturdu. Mete'nln ülküsü bütün Türkler'! birleştlrrnekt.i. Mete'nin bu O.lkılsü anlaşıldıktan sonra, kumandanları, ge­ nel valileri işi y0n1rlüğe koydular. Fakat elli yıl sonra ilhanlık

bunların elinde'n çıkarak Tatar uru ğun dan olan Avarlar'a geçti. Avarlar'dan Göktürkler'e, onlardan Oğuzlar'a, onlardan da Çln­ liler'in Hakas (Ak Kaz) dedlkleıi Kırgızlar'a geçti. Daha sonra Cenglzlller'e, ondan sonra da Thnurlenk'e geçti. ilhanlık kuran kutlu tl'e "gök" sanı verilirdi: Gök 7Urkler, Gök Mogollar gibi. Bunlar en büyük tanrılarına da Gök Tann derler­ di. Gök sôı:ü "altın" sözılne eşitti.

1 70


Kaşgarh Mahmut'a göre Kaşgar hakanlığının sancağı "ergu­ vani" idi. Göktürk ve Moğol Uhanlıklannın sancağı

değil, "gök" rengindeydi.

ise "kızıl"

"Gök bayrak" ilhanlığın en QnlQ belirti­

lerindendir. Leon Cahun bu san altında Cengiz zamanındaki mrkter'c illşktn

bir roman yazmıştır.

ı•ı

llhanın yanındaki hakanlar, savaş dışı durumlarda potlaç aracılığıyla tlhan boyunduruğu aJtına girerlerdi. tlhan potlaç aracılığıyla hak.arılan, hakanlar da potlaç aracılığıyla yabgulan, yabgular da potlaç aracılığıyla tudunlan kendilertne bağlamış­ lardı.

Hakanlarla ilhanlar, her önemli olay sırasında ad değişlrlerdl:

l) Gençler on beş yaşına girip de yiğitlikler gösterince ulusal

bir ad alırlardı.

2)

Bi r tudun, yabgu, hakan ya da ilhan yenilince, yeni bir

ad alırdı. ya da eski sanından önce kara ya da kür sözü getlrtr­ di.

Bir yabgu hakan derecesine çıkmca, bir hakan ilhanlık

aşamasına geçince yine bir yeni san alırdılar. Bir hakan öldüğü

zaman yine bir ad ahıdı.

Hiung-nular'ın ilhanı Çin imparatoruna şöyle mektup ya­

zardı: "Gök ılı! Yertn doğurduğu, güneş ile ayın tahta çıkardığı

H i un g n u l ar ın büyük t.anjusu , Çin imparatoruna rica eder k1 . . . -

'

(Deguignes).

"

·

llhanın ölümünde yapılan büyük tuğa bütün hakanlar ya

bizzat ya da temsilciler göndererek katılırlardı. Ölen adına btr

bark (tapınak) yapılırdı. Bir de mengü-taş dik!llr, üzerine yazılırdı. Dost hakandan birisi yuğa başkan lık etmek üzere balbal seçtlirdl. Her hakanlıktan gelen sığıtçılar

ölümün y iği t l ikl eıi

­

(ağlayıcılar) ile yuğcular(başsağlıkçılar. taziyeciler) sesle ağlar­

lardı.

1'1

lA.'O n Cahun'ün GOk Bayrak (La Banniere Blue, 1 876) adlı romanı Necip Asım Yazıksız ( 1 9 12) ve Galip Bahtiyar ( 1 933) t.--ırafından Türkçeye çevTilmiştir. (Y.Ç .)

17 1


Orhon 'fö.zıUan'nda Cin devletinden Kırgızlar'dan Targlş­

ler'den vd. temsilciler geld iğini görüyoruz. Türgiş temsilcilerinin sanlan

�uz (bilge} tamgacı ile Makaraç tamgacı'dır.

Kırgız hak­

anı da bir yuğda balbal olmuştur.

ordu adı verilirdi. Ordu­ asker anlamı "sarayın çadırlarını koruyan muhafız"lardan

Hakanın hatwıwı saray çadırlarına daki

çıkmıştır. Her saray çadırını koruyan bir hassa (saraya özgü) or­ dusu vardı. Saray otağıyle birlikte buna

ordu derlerdi.

Tarhan sülalesindeki ilhanlık otağı altındandı. tlhanuı otağı kimi kez Altun hanlarda ya da Tarhan sülalesinde olduğu gibi

Ak Ordu. Altın Ordu adını alırdı. Hakanın ordusu da Ejderhan bakanlığında olduğu gibi Ak Ordu adını alırdı. llhanın ve baka" nın başkentine ordu-kent adı verilirdi. Cami-üt-tevarlh'e göre ilhanlık hangi urukta ise bütan 1ller kendilerini o uruk.tan sayarlardı. Örneğin bir zaman Turan ege­ menliği Tatarlar'daydı. O zaman bütan Tark illeri kendilerim Ta­ tarlıkla bağlantılı sayarlardı. Tatarlar arasında egemenllk özellikle Avarlar'da olduğundan Avrupa'ya geçen

Ak Hunlar kendilerinin uarhuni adını

Avar olduklarını Heri sOrdaler ve hükümdarlarına

verdiler. Bu sözün çözümü gösterir ki "Avar hanı" anlamınadır. Göktürkler'in

ilhanlığı

zamanında

bütün

Turan'lılar

Türklük savına (iddiasına) kalkıştılar. Cengizhanlılar döne­ minde ise bütün TuranWar "Moğol'uz" ded1ler. llhanlığın bütün Türkler'e geçmesi, Törklüğün bıltıln Turan illerinin genel sanı olmasına neden oldu. O zaman batıdaki iller Tark'e benzeyen anlamına

1ü.rgtş (7ü.rkeş) ve 7ü.rkman adlarını

aldılar. ilhanlık Oğuzlar'a geçtikten sonra Cengiz Han , kendisini _Oğuzlar'a ve Kayılar'a bağladı. Daha sonra ilhanlık Moğollar'a geçince Tarkler'e de

Mogol denmeye başlandı.

Örneğin Hlndlstan'daki Bllyük Moğollar öz Tarkmen'd1ler.

Büyük MogoUar sanını aldılar. öyleyse illerin içinden oldukları budun­ Moğollukla hiç bir 1lgilerl yoktu. Bununla birllkte , tarihte ları

ve

uruklan

belirlemede

son

derece

uyanık

Görünürdeki adlal"a\ siyasal sanlara bakmamalıdır.

1 72

olmalıdır.


Uhanlık da kökeni olan ıre ve hakanlığa dayanır. O da

ha­

kanlık ve yabguluk gibi demokratik ve cumhuriyetçi illerden doğmuştur. Bu toplulukların başkanları bireysel egemenUğe sa­ hip olmakla birlikte kurultayın denetiminden geçerlerdl. impa­ ratorluk gibi. baskılı bir yönetim kunnazlardı. Türk

hılkürnetl

demokratik niteliğini daha yitirmemişti.

23. İLHANLIK ÖRGÜTÜ İlhan sülalesine altın-kemik denilirdi. Önemli 1.şler kurultay­ da gön1şı1lı1p bir karara bağlanmadan ilhanca yo rıırlağe konu­ lamazdı. İlhan da kurultayın üyesi olduğundan orada görı1şı1nı1 söyleytp inandırıcı kanıtlarla kurultaydak1lere benlrnseteb111rdl. Kurultayın 1lk temsilcisi, ilk Türk ilhanlığının ve

ilhanlık ordu

ve devlet örgatanün kurucusu olan Mete'dir. Mete'nln kurduğu ordu ve devlet örgütüne bağlı olan da Kun ilrdir. Hiung-nu ve

Hun adlan Kun sözcüğünün Çinliler ve Avrupal ılar'ca bozulma­ sından doğmuştur. Kurultayın ilk temsilcisi Mete olmak olasılığı var. Çünkü ,

Türk ilhanlığının ilk temsilcisi Mete'dir. Kurultay,

ll h:mhğın

ay ­

rılmaz bir parçası olduğundan. kurultayın da kurucusu Mete olabilir. Kun llhanlan kendilerin Tann Kutu Ktn Yüz derlerdi. Degutgnes'e

göre

Kin

Yüz ··geniş

yüzlü"

demekmiş .

Tann

Kutı.tnun anlamı ise belli: ''Tanrının kutsal gaco" demektir. Do­

kuz Oğuzlar'da da ldikuı derlerdi. ldi ''Tanrı" anlamınadır. öy­ leyse bunun anlamı da 'Tanrının kutsal gücü" olmak gerekir. Kunlar Tann Kutu Kin Yüz tamlamasını bozarak bundan tar�ju(•) s özcOğünll çıkarmışlardı. Tanju o zaman ilhan anlarnı­ naydı. Kunlann büyük tanjusu Çin faıt,furuna mektup yazarken "Gök lle Yerin doğurduğu. Güneş Ue Ayın tahta çıkardığı bayak Türk tanjusu Çin imparatoruna rica eder tuba başlanırdı. Eski Türkler'de kadın

kJ . . "tQmcesiyle .

mek­

tabu olmadığından ka­

dınsı:ı; hiç bir iş tamam olmazdı. tlhanlık yazılı buyrukları yalnız

(•) Bu sözcük

tcuıhu, jenuye, şanu, şalı·yıi. biçtrnlertnde de okun­

maktadır. (Bk. Prof. Dr. IBrahlm Kafcsoğlu, Ti'uk Milli Kültürü., 1977;

s.

40 )

1 73


"İlhan yaztyor k.J.. " diye başlarsa geçerli olmazdı. Bu buyruklara uymak için "İlhan ve hatun yazıyor ki . . . " diye başlamak gerekir­ di. Komşu devletlerin elçilert de y-.:ı.lnız ilhanın katına çıkamaz­ lardı. İlhan sa�da, hatun solda olmak Qzere elçiler ikisinin or­ tak katına çıkardı. tlhan. kendi ilinden bir prensesle evlenmek zorundaydı. İlhan, hakan ve yabgu komşu devletlerle siyasal ve Ucaı1 sözleşmeler ve antlaşmalar yaparlardı. Komşu uluslara toccar kafllelert, kervanlar (arkışlar) gönderirlerdi. İlhan, Çin He Bizans arasındaki ipek ticaretinin koruyucusuydu. Çlnliler'e göre, ipek ticareti iki yoldan yapılırdı.

1 . Pe-lu: Kuzey yolu. 2. Nan-lu: Güney yolu. Pe-lu yolu Beşbalık'taki Tarım ınnağı vadisine, Nan-lu yolu da Altışehlr'dekl tıı ınnağı vadisine uğrardı. TQrk illeri derece derece yükselebileceği gibi eski TQrkler'de her tudun. yabgu olabillrdl. Her yabgu, hakanlığa geçebilirdi, her hakan da llhanlığa adaydı. Talihleri varsa dereceleri aşarak bu yerlere ulaşablllrlerdl.

24. EN ESKİ TÜRK DEVLE'I1 TQrk tarthi nereden başlamalı? Bu soru bize, bugün çözümü gereken bir sorunu gösteriyor. Kimi yazarl arımız TOrk tarihine Sümcrler'den, Elamlar'dan. VanJkler'den. tskitler'den. Medyalılar'dan, Sakalar·dan, Hlksoslar'dan ve onların .Anado­ lu'da bıraktıkları Kumanlar'dan Amida'da (Dlyarbeklr) sur içinde yaşayan Kumuklar'dan, Klmekler'çlerı (Kimmerler'den) başlatmak istiyorlar. Fakat daha dil ve budunsallıkları belli ol­ mayan bu eskJ budunları 'I'Ork tarihine başlangıç tammak doğ­ ru değildir. Bundan başka diyelim kJ, bunların Tarkler'le yakın­ lıklan(akrabalıkları) kamtlanmış olsa bile bunlar aracılığıyla TOrk taıihlnt aydınlatamayız. Çankü daha bu budunların ne devlet örgütlerine, ne de uygarlıklarına, kültaderine ll!şkln olumlu bir bilgi yoktur. Bundan dolayı biz Türk tarihini güveni-

1 74


Ur olduklarına hiç kuşku bulurunayan en doğru kaynaklardan aramak yanlısıyız. Türk budunlanrun asıllarını ararken bilinmeyenden başla­ yarak, bilinene doğru gelmeyi değil, bilinenden başlayarak bilin­ meyene doğru gitmeyi daha uygun gönıyoruz. Bu yöntemi izleyince ilkin önümQze Çlnlller'in Tukyu adını verdikleri Orhon TiiTkleıi çıkar. Bu devletin Türk olduğu, taş Qzerlnde kazılmış olarak bugüne değin kalnuş olan Orhon Yazıt­ lan ile bellidir. Bundan hiç kimse kuşku duyamaz. Bu yazıtlar­ da yazılı olan olaylar, Çin harfleriyle yazıtın öbOr yılzOnde yazılı olduğu gibi aynntılarıyle bıltün Çin tarihlerinde de varclır. Tukyular'ın asıllarının nereye çıktığını, devletlerinin nasıl ortaya çıktığını da bize Çin tarlh1"erl bildiriyor. Bu tarihlere göre, Tukyular, kendilerinden dört yılzyıl önce aynı Olkelercle egemen olmuş olan Hiung-nu adlı bir budunun devamıdır. Hiung·nu deu­ leti, Çlnliler1e doğuda oturan Auar ve Suoor Tatarlan'nın ortak saldırılarıyla ortadan kalktıktan sonra, bu budunun bir bölQğO batıya doğru gitmiş, bir bölüğO Çin imparatorluğunun, öbür bir bölüğQ de Avar Tatarları'nın kurduğu Cücen (Juan-juan) devle­ tinin egemenliği altında kalmışlardır. Batıya gidenlere Avrupalı­ lar Huri adını vermJşlercllr ki Hiung·nu adının avrupalılaşmış bi­ çimi olduğu anlaşılıyor. öyleyse ortaya çıkaca� yeni kaynaklar, bize daha eski bir Türk ilhanlığı ya da hiç olmazsa hakanlığı gösterinceye değin, Türk tarihini Çlnlilet'ln Hiung-nu adını verdikleri devletin kuru­ luşundan başlatmak zorundayız. Milattan 220 yıl Öncesinden başlayarak bu devletin bütün tarihi Çin tarihleri aracılığıyle biliniyor, Bu devletin çöküşünden sonra, halkının ne gibi durumlara dOştüğü, sonralan bunlar­ dan ne gibi yeni devletler çıktığı da Çin tarihlerinde yazılıdır.

·

Gerçi İslam dönemindeki TOrkler, bu eski TOrk budununun gerek adını gerek kimi önemli olaylanyle yiğitliklerini unutmadı­ lar. İslam TOrklerl ve Arap, Acem tarihleri bu adı Kun sözOyle korudular. El-Kanun-Ul-Mesudi adlı arapça kitap Türk kollarının yerleştikleri bölgelerclen söz ederken şöyle diyor: "Fekad yebtedl mın mesaklnl Tı1rk-il-maşnk.l min Kay ve Kun ve Hırhlz ve Kl­ mak vet-Toguzguzz ve ard-lt- Türkmanlyye ve Farab ve btlad-ll 1 75


Hazar ve şimali bahrthlm ve Allan ves-Sertr beyne hazal-bahıi ve bahrt Trabzende . . . gibi" işte bu SÖZler bize doğuda Kaylar'ın, onun batısında Kwı­ lar'ın, daha batıda da Ktrgız, Ktmek. Dokuz <Jguz. Tı.irkman ve Farab arazileri ve Hawr alkelerinln bulunduğunu gösteriyor. Kunlar hakkında bize bilgi veren başka bir kitap da Cami·ül· Hlkciyat ve Lamt·ı1r·Rivayat'tır. Bunda da şöyle yazılıdır: ·ve ez !şan merka end kı lşanra Kun mi hanend adannln Kıta blrun arnedend meraklz-1 hodra beguzaştend besebeb-1 anki tenglkl çerahor.. " Burada da Kunlar'ın mera darlığından dolayı Çln yönlerinde olan eski yurtlarından çıkarak batıya doğru geldikle­ ri bildiriliyor. Kun sözcüğü Türk ve Türkçe olduklarında kuşka bulun­ mayan Ergenekon ve Orkon -Orhon glbl sözlerin içine bir dll ögesi olarak girmiştir. öyleyse Htwıg·nu ve Hun sözlerinin aslı Tarkçe Kwt sözcüğa olduğuna, bundan dolayı bu eski Türk budunu· nun TOrkler'ln kendilerince Kwı adıyle adlandığı sonucuna va ­ rabiliriz.

Kwt sözcüğünan anlamına gelince Kaşgarlı Mahmurun söz­ lüğane göre bu sözcak Argu Türkçesl'nde "koyun" anlamınadır. ı·ı Kaşgarh Mahmut'un 1sficab1"l ile Balasagun arasında otur­ duklarını bildirdiği bu Argu TOrklert ola ki Orkon·Orhorı 1ürkle­ rldlr. Bunlar, doğal olarak kendi adlarını en doğru bir biçimde korumuşlardır. Sonradan Oğuzlar bu sözcüğü koyun, doğu Türkleri de koy biçiminde korumuşlardır. Kun sözcüğünün an­ lamı böyle belirginleşince, Eftalitler'e verilen Ak-hwılar sözcOğO· nün de Ak-koywılular olduğu ortaya çıktı. Çinlller'ln Htung·nu. Avrupalılar'ın Hwt adını verdikleri bu­ dunun Türkler'ce Koyunlular diye adlandığı anlaşıldı. Bu ad ya­ kın zamanlara değin Ak·koyunlular, Kara·koyurılular adıyle eski

c. lll,

176

ı·ı Dtvan'da bu sözcük kon (ve koy) olarak geçiyor. (c.I, s.

140).

(") lsjlcab= Talas.

s.

3 l ·309:


tfin deulet'in sanlannda kaldı. Bugün bile eskiden bu sanlan al­ nuş olan birçok ilçe. bucak. oymak ve koy adlan vardır.

Hfung·nular bir ilhanlık kurduktan için Tılrkler'den hiç ol­ mazsa boyılk bir bOlilınOnQ toplayan bir devletti. ôzelllkle Göktürkler'den (Tukyu) başka Dokuz Dguzlar'ın, Kırgu;lar'ın, Karluk, ÇtgiL Yagma, Ktmek n.thsın. Sang, Peçenek. Hazar, Ku­ m.an ve oguzlar'm bu devlet içinde bulunduklan yargısına van­ labiUr. Oğuzlar, ulusal destansı-öykülerinde <Jguz Han adlı bir yiğidin eylemlerini dile getlrirler ki Kftab-ı Dede Korkut'takı Bogaç adlı yiğidin de aynı kişi olduğu, babasıyle olan savaşın­ dan anlaşılır. ,

Deguignes, bu destansı yiğidin Kun tlhanlığının kurucusu sayılan yiğit Mete olduğunu llert sOrOyor ki aşağıdaki karşılaş­ tırmalar ikisinin de aynı kişi olduğunu gösterir. 1 . Mete babası Teoman Ue savaşarak onu OldOrdO. Destansı oykOye göre Oğuz Han da aynı işi yaptı. 2. Mete, yinn1 dört tOrnenden oluşan bir ordu kurdu. Bu or­ duyu altı büyük buyurucunun kumandası altına verdi. Bunla­ nn da OstOnde sağ ve sol beylerbeyliği olmak Ozere iki kuman­ danlık kurdu. Destansı-öyküye göre oguz Han da aynı Orgoto kurdu. 3. Mete. ıslık çalan bir ok yapnuştı. Bu ok karşıdaki hedefe kolayca vanr ve onu parçalardı. Mete, yirmi dört tümenlik ordu­ sunu bu okla donatnuştı. Sanki bu ordu Mete tlhanlığının okçu orgütoydo.

oguz Han da gerek kendi adını, gerek Oğuz ilinin sanını Oğuz Han'dan almıştı. Dguz sôzcOğOnQn aslı oguz: Ok+ÖZ'dOr. oguz "Ok ert", "ok oymağı" anlamlannadır. Bu ok sôzcağa trın sağ ve sol kollarının adlarında açık olarak gôrOlOr. Kollannın adlan Boz-Ok veüç-Ok olan bir Uin adı da kesinkes ok olmak gerekir. Fakat Oğuzlar'da bu sôzcak öz s9zayle birleşerek tanın­ maz bir duruma gelrniştlr. Oğuz Han'ın yaptığı gibi Mete'nin yaptığı ordu da okçular­ dan oluştuğuna göre bu iki örgotan gerek totemi ve gerek adı ok olmuştur. 4. Mete ile oguz Han'ın aleyhinde bulunan ve baba Ue oğulu savaşa iten Qvey anneleridir. T. U. Tarihı -

F 12

1 77


Bu en eski TQrk devletinin incelenmesi bize Tark destansı­ öykölertnin de kökenini gosterecektır. Bu devlet Çin, TQrk. Av­ rupa sOylencelertnl de aydınlatmaya yarar. Bundan dolayı TQrk tarthlne başlangıç olmak Qzere bu devletln kurulmasıyle Uk örgatanan nasıl oluştuğunu Deguıgnes'yl esas alarak aşağıda göstereceğiz.

25. KUNLAR

·

Şensl, Shanst ve Peçtlt eyaletlertnln kuzey sınırlan OstOnde sonraları Hlın ve 1ürk adlanyle tarth alanına çıkan bOyOk bir budun oturuyordu: Bu budun çın devletiyle birlikte başlamış gtbiycll. Çin tarlhçtlert Milattan iki bin yıl öncesine doğru ege­ menlik sarmaş olan tmparator Yao zamanından bert bu budu­ nun var olduğunu ve Shan Jurıg yanı "Dağ Barbarları" adıyle anıldığını btlcllnnektedir. Çtn'tn btrınct lmparatorluk stll alest olan Hstalar zamanında bunlara Hsün-Yü adı veriliyordu. Shang stllalesinln tmparatorlan bu Olkeyt Kuet-Fang yanı "Cin­ ler Ülkesi" adıyla tanıyordu. Chau stllalesl döneminde Hturıg-nu yani "Bedbaht Tutsaklar" adını aldılar. Kendilerinden başka budunlara aşağılayıcı bir gözle bakan Çlnltler, Çln'in kuzeyindeki Olkenin batanane Barbarlar Ülkesi derlerdi. burada oturan budunları Dogu Barbarlan. Batı Barbar­ lan adıyle 1k1 bölOme ayırırlardı. Birinciler, eskiden Peçtlt eyale­ tinin kuzeyinde otururlar, doğu yönOnden de Doğu denizine değin uzanırlardı.

lkinctlert Şenst, Shansl ve dahası Peçill eyaletlertnln kuze­ yinde bulunan ovalarla derelerde otururlardı. Bunlar, çeşttll başkanların yönetlml altında, sayısız sOrOlertnl otlatmakla uğra­ şırlardı: arabalar Qzertne konulmuş olan çadırlar altında yaşar­ lardı. Bu yOnlr evlerle ınnak layılannda, ovalarda kolayca göçerl­ er, sOrOlertne nerede bol çayırlar bulunuraa, oralarda gezerlerdi.

Eski Kunlar besledlklert hayvanların etiyle yaşarlardı. Bun­ ların dertlerinden giysiler, tuğlar ve bayraklar yaparlardı. Top­ rak bölOştlrnOnde paylarına düşen tarlaları ekerlerdi. Daha ya-

1 78


zılan yoktu. Fakat oldukça govenlllr adamlar olduklan için, se­ nete, yazıcıya gereksinme duymazlardı. ÇQnkQ verdiklert s0za ne olursa olsun tutarlardı. Adam OldOren ya da bQyQk bir hır­ sızlıkta bulunan idam edtllrdt. Çocuklanıun eğitiminde Ozel bir yontemleri vardı. Onlan ulusun genel (yaran) açısından yettştl­ rtrlerdi. Çocuklara avcılık ve savaş eğittmlert yaptmrlar. bunlar­ dan gelecek için sllahşOr süvariler yetlşttmıeye çalışırlardı. Ço­ cuklar çok kOçükken at yertne koyunlara binerler, kuşlar ve fareler üzerine küçQcük oklanyle nişan atarlardı. Daha bOyük olunca tavşan ve tilki avına giderler. böylece obalarına yiyecek­ ler. giyecekler ve üzerine oturacak pOstekller getlnneyl başarır­ lardı. Daha goçla ve ağır silahlan kullanacak yaşa geldikleri za­ manda da savaşa katılırlardı. Bundan dolayı çocuklar da bir yiğitlik yaşmadan ya da bunu yapacak derecede goç ve becert (maharet) sahibi olmadan erkek tanınmazdı. O zaman TQrkler'I uğraştıracak iş savaştı. Ulusun takdlrtni kazanabilmek için yalıuz bu yol vardı. Sa­ vaşta iş goren gençler olduğu için en büyük saygıya onlar değer gorülordü. Artık askerlik işe yaramayan yaşlılara o denli onem verilmezdi. Kunlar, banş zamanlannda komşularının topraklanna, Ozel­ llkle Çin ülkesine akın ederlerdi. Çin bolluk ve servetiyle TQrkler için bitmez tükenmez bir ganimetler hazinesiydi. Talih kendilerine yar bulundukça Çin toprağında ilerler. talihsizlik yüzgostertnce geri dönerlerdi. Fakat en çok bu dOnQş vakitle­ rinde korkunç olurlardı. DQşmanlan Ozelllkle bu donaşler sıra­ sında sakınmak zorundaydı. Çanka Kunlar kaçar goronarken birden bire geriye donerek azerlertne saldırabilirlerdi. Atlannın çevikliği bu yoldaki savaşlanna yardım ediyordu. Çin askerleri gibi düzenli ordular bunlarla başa çıkamazlardı. Büyük ordular­ ca pek yakından izlenen Kunlar. çOllertn içinde toz gibi dağılırlar­ dı. Arkalanna düşürüp de bu korkunç tenhalıklara bilerek çek­ tlrdlklert dQşmanlaruıı yoksulluk içinde damıadağınık ederlerdi.

Ölen arkadaşının govdeslni kurtarabilen, 'onun mirasına ko­ nardı. Bundan başka Kunlar. olabildiğince çok tutsak alırlardı.

1 79


Bu

tutsaklar,

onların

başlıca

seıvetlertydi.

Çılnkıl

onlan

sılnllertnln, ılkılannın yanında çalıştınrlardı. Silahlan bir yay'.la ok'.lar. bir de kılıç'tı. Dılşmanlarına karşı tılmıl akıncı, yağma­ cıydılar. Fakat kendi aralannda son derece hukuka uyarlar, adaletli olurlardı. Kunlar'ın kanlan bir tane değildi. Besleyebil­ dlklert denli alabilirlerdi. Kunlar'da da levıral"l kuralı yilrılrlükteydl. Babalarının, kardeşlerinin kanlarını almak zo­ rundaydı. Kunlar da Çinliler denll eskiydi. Çlnlller Milattan

220 yıl

önce tahta geçen Hsla sıllalesl zamanından bert bunlan tanıyor­ du. Fakat Çin tarihi bu Kunlar'ın ya da genel olarak kuzeydeki göçebelertn, kimi akınlarını söylemekle kalıyor. Bu akınlar da Çln'ln bu blrtnct dönemine 1llşkln değildi. Yal­ nız birkaçı Chang sülalesi dönemine 1Uşk.Jndl. Kunlar yazın sıcaklarda Çin üzerine akın yapıyorlardı. Çin tarthçllert bu akınlara Allahın bir cezası gözüyle bakarlardı. Çılnkıl imparatorla uyruklan. atalarının kendllertne göstermiş olduklan erdemi elden bırakmışlardı. Bu eskJ Çlnlller o kanıdaydılar ki hükümdarlarının ahlakı ülkenin mutluluk ya da felaketine nedendi. Bunlar kendilerinin ya da uyruklarının mutluluğunu ancak erdemli olmakla elde edeb1llrlerdl. Çin seddl iki biçimde Tılrkler'ln uygarlıktaki olgunluğunu gösterir:

1 . Bu seddln birçok kısunlannı yapanlar Tslnler (Tuhslnler) Tılrk idiler.

2. Bu set. Çlnliler'e, askerllk örgütıl bakunından üstün olan Türkler'ce yapılmıştı. Bu set, askerlikçe Çlnliler'e üstün olan Tılrkler aleyhine ya­ pılmıştı. (••) Milattan önce

220 yılında Kunlar'ın yabgusu Teoman

l"l Levira (fr. leviral) Bekar erkeği, kardeşinin dul kansıyle (çocuğu

olmamak koşuluyle) evlenmeğe zorlayan !brani yasası. Meu tümcenin başına 3 sayısı konulmuş. l. ve 2. maddenin sunuş tümcesiyle anlam yönünden bağlantı olmadığı için koymadık. (Y.Ç.)

1 80


adlı bir hO.kOrndardı. Kun 1l1 çoktan bert bağımsız bir hO.kümet gibi yaşıyordu.Fakat başkan (reis) değil ilhan, dahası hakan bile olamamıştı. Kun iU kendi başına yaşayan bir ildi. Bu ilin başın­ da bulunan başkam da yabgu aşamasındaydı. Bu yabgunun oğlu olan Mete az zaman içinde devletini yabguluktan hakan­ lığa, bakanlıktan da Uhanlığa yO.kseltti. Çin orduları Kunlar'ı ata yurtlan olan Ordos (Ordu) eyal�tl içindeki içinden çıkardılar (Milattan önce 22oı ı•ı Kunlann yabgu­ su o zaman Teoman adlı bir kişiydi. Bu hükümdar Çin orduları­ nın gelmesi üzerine daha kuzeye çekilerek on yıl oralarda bann­ dı. Fakat Çin fağfurlanyle generallerin ölümünden sonra (Milattan önce 2 1 0) , Çln'ln yeniden karışıklıklar içine düştüğünü görerek hazırlanmaya başladı. Çin'in bütün 'beylert yeni fağfur aleyhine ayaklannuşlardı. İç slya5ete karışmak için sınırda bulunan bütün garnizonlar yerlertni bırakarak lçertye doğru gittiler. Kunlar Kara Müren ırmağını derhal geçerek Ordos ülkesine girdiler ve Tslnler'in istilasından önce sahip olduk.lan yerleri ye­ niden ele geçirdiler.

26. TÜRKLER'İN İLK YİÖİDİ 1ürkler'ln adı bilinen en eski hükümdarı Teoman'dır. ı-ı Fa­ kat ulusun belleğinde Dguz Han adı altında sonsuz bir ünle ya­ şayan ilk büyO.k Türk yiğidi bunun oğlu olan Mete'dlr. Türk dev­ letinin ne gibi temellere dayandığını. lürk töresinin nasıl kurulduğunu bize Mete'nln yaptığı işler göstertr. Milattan 220 yıl öncesi Türkler için, bir fırsat yılıydı. TOrk ulusunun birçok ülkelertnl zorla ele geçirmiş olan Çin devleti, bu talihte içindeki karışıklıklar yO.zünden çözülmeye başladı. Sınırlardaki Çin ası·ı Metinde yanlış olarak 320 yazılmış (Y.Ç.)

ı-ı

1. Kafesoğlu'nun kitabında Teoman'ın adı Tu-man olarak

geçiyor.

181


kerlert, devrim zamanındaki Rus orduları gibi ellertndekl garni­ zonları, siperleri boş bırakarak, lhtllal ganimetlerinden pay al­ maya gidiyorlardı. O zaman kuzeye doğru ltllmiş olan Kun 111. Kara ırmağı geçerek Ordu Olkeslne glrtyorlardı. Bu durum gösteriyor ki Tılrkler, uluslarının bağımsızlığını, yurtlannın özgürlüğOml kurtarmak için her an hazırdılar. Bu konuda hiç bir fırsatı kaçırmamayı kutsal bir görev tanırlar. Kunlar'ın o zamanki yabgusu olan Teoman da bu ulusal gö­ revi yapmakta tereddüt göstermedi. Eski ülkelerini yeniden bay­ rağı altına aldı. Fakat çok sevdiği yerışfslne O'ürk hatununa yani imparatoriçesine) karşı goçsl'.lz olan bu hükümdar, trajedi yazanlarımız için iyi bir trajedi konusunu oluşturacak acıklı bir duruma neden oldu. Teoman'ın büyük oğlu olan Mete kutsal yurdu kurtarmakta büyük yararlıklar göstermişti. Türk ulusu bu genç yiğidi gözünün bebeği gibi seviyordu. Savaş işlert bitince Mete babası­ nın sarayına çekilerek orada kendi hakkındaki düşünüşlerden haperslz dinlenme içinde yaşıyordu. Mete'nln anası çoktan ölmüş, babası başka bir kadınla evlenmişti. Teoman yeni kansı­ nı çok sevdiğinden sözünden dışarı çıkamıyordu. Bu kadın ken­ di oğlunu veliaht yaptırmak istiyor, fakat ulusun Mete'ye olan sevgisini bildiğinden bu işe açıktan açığa glrişemiyordu. Amacı­ na ertşmek için sonunda düşsel (hayali) bir yol buldu. Kun ülkesinin güneyinde YUeçi adında bir budun vardı. Teo· karısının öğüdüne bakarak oğlu Mete'yl rehin olarak Yüeçi­ ler'ln içine gönderdi. Sanki bu şehzade ellerinde bulundukça. onun yaşamını korumak için Kun devleti YO.eçiler'e karşı savaş açmayacaktı. Yüeçiler, kuzey sınırlarının böyle güvenlikli bir durum almasından seviniyorlardı. Oysa Kun melikesinin amacı Mete'yt öldürtmektl. Mete'yi öldürebilmek için kocasını YO.eçller'e karşı savaş aç­ maya kışkırttı. Kansının sözünden çıkamayan yaşlı hükümdar, derhal yürümek için ordusuna buyruk verdi. Doğal olarak Yüeçller'ln ilk işi öldürmek için Mete'yi aramak oldu. Fakat uluman

1 82


sun sevgilisi olan Mete kendisi için kurulan bu yiğitlikten uzak tuzağı öğrenerek önceden ortadan sMşmıştı. Bu sMşmaya me­ like gibi YOeçiler de şaşıp kaldılar. Mete doğruca Kunlar'dan kendisine bağlı olan bir Kun oymağının içine gttii. Kunlar şanlı yiğitlerini ölOmden kurtulmuş görünce sevinçlerinden ağlamaya başladilar. Mete, ikbale dOşkOn, padişah olma konusunda hırs­ lı bir adam değildi. Kendisinin ölmesini isteyenlere karşı da hiç bir kini. kızgınlığı yoktu. Veliahtlığı koçak kardeşine bırakmak onun için oldukça kolay bir işti. Fakaı l d lll l lıu fcd -i k --ı r yiğidin ruhunda birdenbire bir Ollul goneşl parlattı. Mete Türk ulusu­ nun lçerde bağımsız illere aynlınış. dışarda da bOyOk düşman­ larla kuşatılmış olduğunu, TOrkler'iı'l bu çOkOş dıın ımundan ancak insanOstO bir atllırn ile kurtul ...blleceğlni aııJ.1liı. Bu pey­ gamberce görüşten sonra Mete kendisini Tann'nın bir nu:muru, yeryüzünde vekili gibi gördO. Evet, Çinliler bugon iç karışıklık­ lardan dolayı Türkler'e zarar veremeyecek bir durumda buiu­ nuyorlar(dı.) Fakat bu ayık ulus, kesinkes bir zaman sonra yine eskisi gibi demir bir pençenin yönetlml altında birleşerek yenid­ en bir güçlü imparatorluk durumuna girebileceklerdi. Böyle bir imparatorluğa karşı bir oymaklar birliği durumunda olan bugünkO Kun yabguluğu, kendisini nasıl koruyabilecekti? Özel­ likle- bugon bir yandan Yüeçi iliyle savaş durumundaydılar. Öbılr yandan doğularındaki korkunç Tatarlar'ın (yani Avarlar'la Suvarlar ve Juan-Juanlann'ın) eski dedeleri, Kunlar'm Ozertne saldın için fırsat bekliyorlardı. Böyle üç güçlü dOşmanın orta­ sında TOrk ulusunun durumu ne olacaktı? YOreğlndeki aile sevecenliğine karşı vicdanının insanlık duygulan başkaldırıyor­ du. Hayır. hayırı BOyOk tehlikeler içinde bulunan ulusunun yö­ netimini kansının eline bırakmış olan yaşlı bir llbeylne, hırslı _ bir kadına, yaşam deneyi olmayan ülküsOz bir çocuk veliahda bırakamazdı. Böyle bir güçsüzlüğO göstermesi, Türklüğüne kar­ şı bOyük bir ihanet olacaktı. Bundan başka. Mete'nin rolü, amacı, bütün TOrk tudunluk­ lannı, yabguluklannı, bakanlıklarını birleştirerek bunlardan tOrdeş. dayanışma içinde, goçlü bir TOrk ilhanlığı oluşturmaktı. İşte bu nedenlerden dolayı Olkenin yönetimini artık rastlantıya bırakamazdı. Mete bir [an] içinde bütün bu düşünceleri yaşadıktan sonra, derhal kararını verdi: ''Türk ulusuna her şeyden Once hiç bir 1 83


ulusta eşi gonllrnemiş olan demirden bir ordu gerek." dedi. Kunlar'dan, bulunduğu yere yakın olan boylan toplayarak, an­ lan yeni ülkünQn gerçekleşmesi uğraşma çağırdı'. Mete, T\lrkler'den yalnız 1k1 şey istiyordu: Ulus için en sevgili şeylertnl feda etmek: kendilertnden 'olanak.dışı. hiç yapılmamış fedakar­ lıklar istendiği zaman, fedakarlıklan yapıp düzene uymaktı. Bu

fedakarlıkta ilkin kendisi Omek olacaktı. Kendisinden

sonrak�iu, daha sonra da askerler, hep kendisi gibi davrana­

caklar, en çok sevdikleri şeyJeri ülkü için feda edeceklerdi. Fe­ dakarlıktan ve düzene UYQtaktan çekinen her kim olursa idam edilecekti. Kunlar hep blrllkte bu öneriye karşı: "Başımız üstüne, gözümüz üstüne!" dediler.

Mete, ilkin on bin süvariden oluşan bir rumen kurdu. Islık çalan oklar adını verdiği bir tür oldukça güçlü ve hızlı ok yaptı.

Süvarilerini bu oklan ilkin kuşlara, sonra da en çok sevdikleri atların tepelertndekl hedeflere nişan aldırarak, eğitmeye başla­ dı. Atmaya dav:ranmayanın ya da nişanı buldunnayanın cezası idamdı. Sonunda askerlertn fedakarlık ve düzenseverllklerinl daha iyi bir biçimde denemek için nişan hedeflertnl en çok sev­ dikleri eşlerinin başlan üzerine koydurmaya başladı. Bütün ge­ nçler GuiUaume Teli gibi korkusuzca sevgililerinin tepesine he­ def koydular ve nişanı vurdular. Hiç blrtnln idam edilmeleri gerekmedi. Mete, işte bu eğitimle ytrmldört tümenden oluşan bir ordu kurdu. Ordusunda hem düzen, hem de bireysel feda­ karlık son derece güçlüydü. Mete, bu korkunç, fakat çok değerli olan ordusunu tamamladıktan sonradır ki işe başladı.

Mete, böyle bir orduyle ilkin kendi üzertne gelmekte bulu­ nan Teoman'a saldırdı. Ona karşı kesin üstünhlk sağlayarak babasını, üvey annesini, küçük kardeşini tutsak ettl. Ülkesinin esenliğini bunlardan üçünün de ortadan kaldırılmasında gör­ düğünden bu büyük fedakarlığı yerine getirmekten de çekinme­ di (Milattan önce 209). Kunlar'dan melikeye ve eski yabguya bağlı olanlar, Kazak olup çöle çıktılar.

1 84


Uao Tung'un kuzeyinde oturan Tatarlar, o zaman oldukça gOçhlydüler. Kunlar arasındaki bu devrimden bilgi sahibi olun­ ca, bu durumdan yararlanmak dOşQnceslne dO.ştOler. Bunların zengin Olk.eslne girerek seıvetleıini ele geçirmek istediler. Başka uluslarca Onemsiz olan bir şey. Kunlar'ca çok değerli olmasın­ dan dolayı savaşa neden oluyordu. Haralarında bir at vardı ki sanki, go.nde bin istediler. Mete,

baski

ıt•ı yol alırdı. Tatarlar elçi göndererek bu atı

yönetimi

yanlısı

olmadığı

için

kurultayda

göruşill meden atı verip vermemeyi karar bağlayamazdı. Mete, kendi uygulamasını kurultayın kararlarına bağlı biliyordu. Bu

nedenle derhal lYı rkJ,.r'ln ulusal p..ı r laıneritosu olan kurultay'ın yığmak olmasını buyurd u . K u rultay bağlı bulunduğu ilin ve devletin derecesine göre genelleşti ve demokratlaştı. Aslında ku­ rultayda bOtQn egemen iller oyeydiler. Mete, ne kadar altın­ kemiklerden, ak-kemiklerden ve dahası buyruk görevinde olan kara-kemiklerden prenslerden, kumandanlardan, subaylardan, memurlardan, boy beylerinden ve ta.men beylerinden ordu ve hakanlık örgütüne girmiş bulunan başkanlar varsa, to.mono. kurultaya çağırdı. Kurultayın coşkulu Oyelert atın Tatarlar'a ve­ rilmemesinden yanaydılar. Fakat Mete, iste n ilen atın kendisinin olduğunu, ne denli değerli olursa olsun, Oz malı olan bir at için ulusunu savaş gibi bir felaketler kaynağına atma(nın) en büyük bir ihanet olduğunu anlattı. Kurultaydakiler bu açıklamadan sonra savaş düşOnceslnden caydılar. Mete, o denli sevdiği, eşi az bulunur atı göndermek fedakarlığını gösterdi. Derhal, onu Tatarlar'a gönderdi. Fakat, bu davranış Tatarlar'ın gurur ve cQretini artırdı. Ar­ tık Kunlar'a istedikleri kadar söz geçlrebileceklertni sandılar. Bu kez daha saldırgan bir tavır takınarak Mete'nln çok çok sevdiği, gönlünün biricik varlığı olan sevgili kansını istediler. Mete, ye­ niden ulusuı;ıu kurultayda topladı. Kuruitay üyeleri yine ret cevabı vennek istediler. Fakat Mete bu kez de istenilen şey. -ken­ dince ne denli çok değerli olursa olsun sırf kendi özvarhğının ol-

ı·ı LI: Bir km'den aşağı olmayan, fakat uzunluğu çağlara ve sülale­ lere göre değişen bir Çin uzunluk ölçüsü. (Y.Ç.) 185


duğunu söyleyerek ayağa kalktı. Bedel, kendi sevgilisi olsa bile ulusunu savaşın felaketleri içine atamayacağını, sevgilisini yur­ du için feda edebileceğini ve böylece yurdunu savaş sıkıntısın­ dan kurtaracağını sOyledJ. Şimdiye değin hiç bir insanca yapıl­ mamış ve hiç kimsenin hatınna bile gelmemiş olan bu denli baytlk fedakarlığı ağlaya ağlaya yaptı. Sevgilisini Tatarlar'a tes­ lim etmek Qzere Tatar hakamdanna gönderdi. Böylece ulusuna sOz verdiği fedakarlığın son sınınna değin çıktı. Fakat Tatarlar da artık istedikleri verildikçe şımardılar. Mete, her tarla feda­ karlıkları astlenerek barışın sardaralıneslne çalıştıkça, Tatarlar da savaşa tutuşmak için durmadan bahaneler arıyorlardı. Ta­ tarlar açanca kez elçi göndererek. iki ülkenin arasınde hiç bir arun yetişmeyen, yalnız askeri strateji bakımından ve bir de sı­ nır olmak konusunda Oneml olan bir toprak parçasını istediler. Mete, yine kurultayı çağırdı. Fakat kurultaydakiler bu kez cö­ mertlik gosterdl. Hiç bir işe yaramayan bu toprak parçasının Tatarlar'a verilmesinde hiç bir engel olmadığına ilişkin gönlşler verilmeye başladı (yıl 209). İşte bu anda Mete, bayak bir karar­ lılıkla ayağa kalktı. Dedi ki: "Şimdiye değin daşman tarafından istenilen şeyler hep özvarlığıma ilişkin şeylerdi. Bu kez istedikle­ ri toprak özvarlığımın değildir. Bu, atalardan kalan kutsal yur­ dun parçasıdır. Bu toprak. ulusun malıdır. Bunda. dahası batan ulus da birleşse tasarruf edemez. Tarihin başıangıcından sonuna değin gelmiş ya da gelecek olan Tt1rkler de bugank� Türkler'e katıldıktan sonra bile, yurdun isterse en kısır, anınsOz toprağından olsun, bir küçtlk parça toprağı yurttan koparıp düşmanlara veremez. istenilen bu kısır toprak parçası, benim öz malım değildir. Bu atalardan kalan kutsal yurdun bir parçasıdır. Bu toprak. ulusun malıdır. Kendi atımı, kendi karımı istediler, verdim. Bu konularda fedakarlığın son sınırına varmaktan hiç çekinmedim. Çünkü kendi atım, kendi karım üzerinde tasarruf edeb!Urlm. Bunları vermekle bugüne değin savaşı erteleyebildlrn. Bugıın bizden istenilen kısır, ünlnsaz, verimsiz toprağa ge­ lince bu benim öz malım değildir. Doğrudan doğruya (ulusun) olan bu toprağın bir zerresini bile kimseye veremem. Yurdun parçası, yurt demektir. Yurttan aynlrnış en küçak parçayı bile başka bir ulusa vermeye ne ulusun, ne de benim hakkımız yok-

1 86


tur. Dahası bizden önceki Tılrkler'le bizden sonraki Tılrkler de buganko Türk ulusuna katılacak olursa. oluşacak bQyQk toplu­ mun bile yurttan bir zerreyi ayırıp başka bir ulusa vermeye hakkı yoktur. Yurt. kutsaldır. Kutsal olan şeyden bir parça ko­ parıp başkasına vermek hiç bir şekilde uygun olamaz. Şimdi ey yurtsever yiğitlerim ve sôz dinler askerlerim, Tatar­ lar'a verecek yanıtımız artık kalmadı. Onlara sôzcitlderle yanıt vermeyeceğiz. Oklanmızla ve kılıçlarımızla yanıt vereceğiz . . Haydi ilbeylert, boy beyleri, tamen beyleri, alaylan, tamenle­ rl toplayınız. İşte ben abrna bindim. Düşmanlann Qzerlne gidi­ yorum, arkamdan gelmeyen idam olunacaktır." Mete, derhal hazırlanmış olan ytnni dört tümen süvartlerle, Tatarlar'ın üzerine bir baskın yaptı. Kendilerini güvenlikte gören Tatarlar savaşa hazır değildiler. Bundan dolayı yenildiler. Hükümdarları öldürüldü. Halkının birçoğu tutsak, bütün mal­ lan yağma edildi. Mete, kendi ordusundan olup da arkasından gelmeyenlerin tama.nü de öldürdü. Böylece Kım yabguluğu şiin­ dllik hakanlık derecesine yükseldi: yavaş yavaş ilhanlık. aşama­ sına çıkmaya başladı. Tatarlar'ın geriye kalanı, "Peking(?) ilinin kuzeyindeki Tata­ ristan dağlarına kaçtılar. Orda ileride ayn iki ulus oluşturan iki ayn buduna aynldılar: Avar ve Sa.bar ulusları işte bu iki ayn budundur. Mete, Doğu Tatarlan'nın işini bitirdikten sonra yüzünü batı ve güney yönlerine çevirdi. Yüeçiler'I yendi. Ordos ülkesinde sarkıntılık eden Tatarlar'ı boyunduruk altına aldı. Bu üstünlükler eskiden Çin adına Tsin TOrklert'nce ele geçırtlen yerlerin yeniden Kunlar'ın eline geçmesini sağladı. Mete'nln askeri üç yaz bindi. Çin ise iç savaşlarla güçsQz­ leşmişti. Bu durum Kunlar için büyük bir Ostünlük sağlıyordu. Bu zamanda Uzak.doğunun en güçlü hılkılmdan Mete, Doğu Tatar­ lan'nı Kore'ye ve Niyuçller O.Ik.esine değin ele geçirdikten ve

1 87


Çin'in batısındaki budunları uyruğu altına aldıktan sonra Kun· lar Olk.enin kuzeyine doğru ve Slblıya'da Selenga. Obi, Angara ırmakları kıyılarında oturan Ting-llng, Ll-Kung, Hsin-Ll ve daha obar budunlara boyun eğdirdi. Tark devletini ve ordusunu Or­ neğl gorQJrnemiş bir da.zenle kuran Mete'dir. Batan yurttan düşmanları kovan ve batan Türk ulusunu bir bayrak altında toplayan odur. Bundan başka Mete askerlik ve siyaset alanında bir dahi idt. l'I Bu zamanda eskiden babasının ordusunda bulunan gertde kalan beyler Mete'nin hak.anlığını benimsediğinden, Mete'nin gaco arttı. Buna dayanarak Çin O.Zerine yeni gitişlmlere kalktL Mete, Ukin bir tamen (yani on bin kişi) ile işe girtşmiştl. Bu sıra­ da ordusu yirmi dort tOmene ulaştı. Her tümene bir tOmen beyi kumanda ediyor bunların yanında da binbaşı. yüzbaşı. onbaşı adlanyle bir subay grubu bulunuyordu. GOralayor ki Türk dev­ letinin ve ord usunun temelli orgüta Mete zamanında başlamış, ya da bu zamanda büyük bir evrtm adımı atmıştır. Çin alkelert, birçok kanşıklıktan sonra sonunda füm adlı imparatorluk sülalesinin yönetiminde birleşmişti. Bu sülalenin kurucusu olan Kao-tf. iç savaşlardan doğan karışıklıkları da.zeltmekle uğraşıyordu. Shansi eyaletindeki Tal ya da Ta-Tun­ ji..J. eyaletini Han kralı sanını taşıyan Hstn'e venniştl. Bu Ma-yt kentinde oturuyordu. Kunlar üç yaz bin klşilık bir orduyle bu yönden Çin'e girmeye giriştiler. ilkin Ma-yt'yt kuşattılar. Bu den­ li çok gaçla ordulara karşı koymayan Hsin, kendisine impara­ tordan yardım istedi. Fakat isteklerine hiç bir . Onem verilmedi. Dahası Kunlar'la anlaştığından bile kuşku duyularak. eleştlri­ lere uğradı. Sarayın davranışından alınmış olan Hsln kendisine impa­ ratorun buyruğunu getiren kişileri öldürerek kendisini ve Ma-yt kentini Kunlar'a tesltm etti. Bu yertn sayesinde Kunlar daha çok ganeye girdiler ve Tat-yaan'a saldırarak Chln-yang'a değin

bk.

M Bu parafraf Z.G'ın metninde oldukça kanşıkb. DÜZeltmeye çalış­

(Y.Ç.)

188


geldller. Kunlar'ın başanlannı duyan Kao-tl kendisi ordularının başına geçti. Çinliler Hsin'in kumandasında olarak Çin içinde Chin-yang'a değin ilerlemiş olan Kun ordusunu birçok rastlantı­ larda yenilgiye uğrattılar. Eğer soğuğun ve karların çokluğu askerlert rahatsız etmeseydi, daha bOyllk zaferlere ertşeceklerdl. Bununla birlikte Çin imparatoru, Shansl'de Ta-Tun-fu ya­ kınlarındaki bir vadide konmuş olan Mete'ye saldırmak llzere ilerliyordu. Kunlar'ın durumlarını anlamak için ordugahlanna casuslar gönderdi. Fakat Mete'nin ihtiyatlı davranışı anlan al­ dattı. Mete, en iyi askerlertnı. sapa ' � • �"" ız yerlere çekerek ordu­ ga.hta yalnız kötü atlar ve biraz besi hayvanları ile hastalan bı­ rakmıştı. Çin casusları imparatora Kunlar'ın uzun sOre kafa tu­ tamayacaklarını ve hiç kuşkusuz bir saldırıya uğrayınca derhal kaçacaklarını bildirdiler. Bununla birlikte, imparator. yeni bilgiler almadan sonu bi­ linmeyen bir savaşa girmek istemedi. Llo-Ching'I bir haber alma işiyle görevlendirdi. Çok yaşam deneyi olan bu adam strateji hi­ lesini anladı. Ve imparatora birbirine dOşman ve yakın olan iki budundan ikisi de bütün güçlertni göstermek ve en cesur asker­ lertnı işe sürmek lstedlklertni bildirdi. Kunlar'ın ters bir durumda görünmelert Çlnliler'I kendi llzerlertne çekmek için yapılmış bir hileydi. Mete'nin iki y1lz yirmi bin askert pusuda beklJyor, ilk işa­ rette ortaya çıkmak için hazırdı. öyleyse Uertye gitmek ihtiyata ' uygun değildi. Bu sôzlert dinleyebilınekten uzak olan imparator, Llo­ Ching'i sôylevlertyle askerlerinin cesaretini azalttığı için azarla­ dı. Onu zincire vurarak ordusuyle Ptng-Cheng'e doğru yQrüdO.. BOtOn Çin ordusu üç yaz yirmi bin kişiydi. Fakat imparatorun yanında bunun ancak bir bôlümO vardı. Gert kalanı onu izleye­ rek arkasından geliyordu. Bu d urumda iken birdenbire Mete dört yüz bin askerle karşısına çıktı. Çin ordusuna baskın vere­ rek onu parçaladı. Ne yardun ne de savaş gereçleri alan1ayacağı 1 89


Çtn'tn batısındaki budunları uyruğu altına aldıktan sonra Kun­ lar Qlkenln kuzeyine doğru ve Slblıya'da Selenga, Obi, Angara

ınnaklan kıyılarında oturan Ting-ltng, Ll-Kung. Hsln-LI ve daha öbar budunlara boyun eğdirdi. Tark devletini ve ordusunu ör­ neği görülmemiş bir dOzenle kuran Mete'dlr.

BQtQn yurttan

dOşmanları kovan ve batan Tark ulusunu bir bayrak altında toplayan odur. Bundan başka Mete askerlik ve siyaset alanında bir

dahı tdı. ı·ı

Bu zamanda eskiden babasının ordusunda bulunan geride kalan beyler Mete'nln hakanlığını benbnsedtğlnden ,

Mete'nln

gaco arttı . Buna dayanarak Çin üzerine yeni gttiştmlere kalktı.

Mete,

ilkin bir tamen (yani on bin kişi) ile işe girişmişti. Bu sıra­

da ordusu yirmi dört tOmene ulaştı. Her taınene bir tOmen beyi

binbaşı. yüzbaşı. onbaşı ki Tark dev­ Mete zamanında başlamış,

kumanda ediyor bunların yanında da

adlanyle bir subay grubu bulunuyordu. GörOlOyor letinin ve ordusunun temellt örgOtü

ya da bu zamanda bOyak bir evrim adunı atmıştır. Çin Olkelert, birçok kanşıklıktan sonra sonunda Han adlı imparatorluk salaleslnln yönetiminde blrleşmJştl. Bu sülalenin kurucusu

olan

Kao-ti,

savaşlardan

doğan

kanşıklıklan

düzeltmekle uğraşıyordu. Shansl eyaletindeki Tal ya da Ta·n.uı.·

fu. eyaletini Han kralı sanını taşıyan Hsin'e vermişti. Bu

Ma-yi

kentinde oturuyordu. Kunlar aç yaz bin kişilik bir orduyle bu yönden Çin'e girmeye giriştiler. llkln Ma-yt'yi kuşattılar. Bu den­

li çok gaçlü ordulara karşı koymayan Hsln, kendisine impara­ tordan yardım istedi. Fakat isteklerine hiç bir . önem verilmedi. Dahası Kunlar'la anlaştığından bile kuşku duyularak eleştiri­ lere uğradı. Sarayın davranışından alınmış olan Hsln kendisine impa­ ratorun buyruğunu getiren kişileri öldürerek kendisini ve

Ma-yi

kentini Kunlar'a teslim etti. Bu yerin sayesinde Kunlar daha çok güneye girdiler ve Tal-yüa n'a saldırarak Chln-yang'a değin

M Bu parafraf Z.G'ın metninde oldukça kanşıkb. Düzeltmeye calış­

tık. (Y.Ç.)

1 88


geldiler. Kunlar'm başarılarını duyan Kao-tl kendisi ordularımn başına geçti. Çinliler Hsin'in kumandasında olarak Çin içinde Chin-yang'a değin ilerlemiş olan Kun ordusunu birçok rastlantı­

larda yenilgiye uğrattılar. Eğer soğuğun ve karlann çokluğu askerlert rahatsız etmeseydi, daha bayok zaferlere ertşeceklerdl. Bununla birlikte Çin imparatoru, Shansi'de Ta-Tun-fu ya­ kınlarındaki bir vadide konmuş olan Mete'ye saldırmak azere ilerliyordu. Kunlar'ın durumlarını anlamak için ordugahlarına casuslar gönderdi. Fakat Mete'nln ihtiyatlı davranışı anlan al­ dattı.

Mete, en ly1 askerlerini. sapa ı .. " ' " 'z yerlere çekerek ordu­ gahta yalnız kötQ atlar ve biraz besi hayvanları ne hastaJan bı­ rakmıştı. Çin casusları imparatora Kunlar'ın uzun sQre ufa tu­ tamayacak.Jannı ve hiç kuşkusuz bir saldırıya uğrayınca derhal kaçacaklarını bildirdiler. Bununla birlikte, imparator, yeni bilgiler almadan sonu bi­ linmeyen bir savaşa girmek istemedi. Llo-Chlng'l bir haber alma işiyle görevlendirdi. Çok yaşam deneyi olan bu adam strateji hi­ lesini anladı. Ve imparatora birbirine dılşman ve yakın olan iki budundan lklsl de batan güçlertnl göstermek ve en cesur asker­ lerini işe sQrmek lstediklertnl bildirdi. Kunlar'ın ters bir durumda görQnmelerl Çinliler'! kendi Ozerlerlne çekmek için yapılmış bir hileydi.

Mete'nln iki yaz yirmi bin askeri pusuda bekliyor, ilk işa­ rette ortaya çıkmak için hazırdı. öyleyse ileriye gitmek ihtiyata uygun değildi. Bu sözleri dlnleyebllmekten uzak olan imparator, Llo­ Ching'I sôylevleıiyle askerlerinin cesaretini azalttığı için azarla­ dı. Onu zincire vurarak ordusuyle Plng-Cheng'e doğru yQrıldO. Bütan Çin ordusu O.ç yo.z ylrmt bin kişiydi. Fakat imparatorun

yanında bunun ancak bir bôlamıı vardı. Geı1 k::ı.lanı onu izleye­ rek arkasından geliyordu. Bu durumda iken birdenbire Mete dört yüz bin askerle karşısına çıktı. Çin ordusuna baskın vere­ rek onu parçaladı. Ne yardım ne de savaş gereçleri alamayacağı

1 89


bu dillere lehçe adı vertlir. Bu dillert anlayan budunların, illertn, boyların toplamına ulus ve bunların ortak olması gereken ede­ biyat diline clll(lisan) a�ı vertlir. BugtlnkO Tılrk illert yalnız Ya­ kutlar'la Çuvaşlar'ın dillerini anlayamıyorlar. (Jean Deny. 1Urk Sarfı. Fransızca1"1 ) Bunun nedeni bu illerin Hırlstlyanlığı benlm­ semekle birlikte eski putperest inanışları korumaları ve lslam dünyasından çok uzak daşmelertdir. öyleyse bu gan bu iki il ayn tutulursa büttln Türkler'in top­ lamı bir ulus oluşturur. lslamlıktan önceki zamana çıkarsak, Yakutlar1a Çuvaşlar da ulusal Türk birliğinin içindeyiler. Çünkü, o zamanda öbür Türk illert bu iki Türk budununun dil­ lertni anladıkları gibi. bu iki budun da öbürlertnin dillertni an­ larlardı.

Mete, bütün Türkler'i genel bir merkezin etrafında toplan­ mış ulusal bir ilhanlık haline gelmiş görmek istediği için, Çin ülkesini ele geçirmekten caymıştı. Çünkü biliyordu ki Türkler bu çok nüfuslu, geniş yurtlu, becertli, uyanık, varlıklı ulusun içine girlnce az bir zaman sonra Çin kültürü tarafından yutula­ caklardır. Nasıl ki Tsin Türkleri ve birçok başka Türk illert öyle oldular. Eduard Chavannes'ın Fransızca Türle Çagı adlı yapıtında be­ lirttiği gibi aslında Türk olan Tsinler ilkin Çin birliği içinde bir kral sülalesi, sonra da ilk kez kendilertnin kurdukları Çin'in im­ paratorluk sülalesini oluşturdular. Fakat bu sülaleler Çin'den çok Çin yanlısı kesilerek kılıçlarını ilkin Türkler aleyhinde kul­ landılar. Kan kardeşlert olan Kunlar'ın ve öbür Türk budunları­ nın bütün ulusal yurtlarını ellertnden alarak, onları Çin ülke­ sinden dışarı sürdüler. Kunlar, ancak Tsin sülaleslnln çöküşünden sonradır ki eski ı·ı Jean Deny, Grammaire de la langue turque (dialecte Osmanli) , 192 1 Parts. (Ali Ulvi Elôve bu yapıtı Türk Dili Grameri(Osmanlı Lehçesi] adıyla Ta rkçeye çev!rdt.-lstanbul 1 94 1 ) [Y.Ç.]

192


yurtlannı gert alarak yeniden blr budun devleti kurabildiler.

Mete lçln ibret vertcl blr örnek olabilirdi. Tsln­ da başka blr cinsten bir budun olsalardı bile,

İşte, bu durum ler 1ürk olmayıp

yine yabancı blr budunun az zamanda çlnlileşmesinl gösterdlkle­

rl lçln Mete'nln gözlertnJ açmaya yeterli blr örnektir. ôzelllk.le Orhon Yazıtlan'nda Bilge Han'ın Çln Olkeslne gitmek isteyenler lçln "Çin'e gidecek olursan orada öleceksin. Ey Tı:irk ulusu, sen Ôtüken'de kal ve oraya yalnız kafileler ve kervanlar gönder.101 de­ mesi c:le eski zamanlardan bert Türkler'ln ruhunda kOltürünü­ özbenliğlnl yltlrmek (temsil olunmak) korkusunun bulunduğu­ nu gösterir. işte Mete'de bu düşüncenin egemen olduğunu gör­ üyoruz. Bundan dolayıdır ki, barıştan sonra Mete, Çlnlller'e karşı dalma içten blr dostluk gösterdi. Bu sıralarda Çln'de yeniden blr başkaldırma olmuştu. Birçok başkaldıncılar kendilerine yar­ dım lçln Mete'yl Çln'e çağırıyorlardı. Fakat Mete, Çln'ln bu güç durumundan yararlanmaya,

başkaldıranlarla ilişki kurmaya

asla eğilim göstermedi. Blr süre sonra başlıca başkaldıranlar­ dan Yen kralı Llu Wan on blr askeriyle Tı:irk ülkesine geçtlğl halde bile

Mete, bu durumdan yararlanma düşüncesine düşme­

di. İmparator Kao-tl ölmüş, yerine oğlu Hslao Huel-tl geçmişti. Bütün iktidar imparatoriçe T'al hou'nun elindeydi. Çln tarihçi­ lerinin savına göre Mete'nJn bu imparatoriçeye nefreti vardı. Ona yazdığı mektuplarda mevkitne uygun blr dil kullanmıyordu . Bu duruma öteden bert sinirlenen

imparatoriçe Mete'den yeniden

böyle blr mektup alınca derhal meclis toplandı. Mektubu getiren elçilerin başlarını keslp kesemeyeceğlnl sordu.

Fan Huef. adlı blr

bakan, yüz bln askerle bütün Kun ülkeslnl ele geçirebileceği­ ni söyleyerek övündü. Fakat bu sözden kızan LJ.-po adlı başka

bir bakan Fan Huei'nJn idamının gerektiğini söyledikten son­ ra yüksek sesle aşağıdaki sözleri söyledi: "Eveti Fan Huel adlı

ı·ı Karşılaştınnız M. Ergin, Orhun A b!deleıi, T.

U.

Tarihi . F. 1 3

s.

2

1 93


buı·ı

bakan idam edilmelidir: ÇOnkO eskiden yanında Qç yaz

bin asker varken gidip ölen imparator Kao-tl'yl kuşatmadan

kurtaramadı. O zaman imparatoru kuşatma altında gor­ doğanOz halde yardınuna yetlşemedJnlz. Bugan halk hala o fe­ laketi gözQ önande görüyoruz. O zamanki askerlerin 'yedi gan yiyeceksiz kaldık" diye hala sızlandıklarını işitenler var. O zaman aç kalanların şikayetleri daha dinmedi. Gövdeleri delik deşik olanlann yaralan daha on­ maJı. Ey Fan Huel yalancı sözlerle yine Çinliler'! savaşa başlat­ mak, yüz bin askerle Kunlar'ın O.zerine saldırtmak mı istiyor­ sun? Hayır! Bu denli gurur aşındır. Sanmayınız ki bu göçebe iller lylyl kOtQyO ayıramayan hayvanlar gibidir. Ayırt etme ve al­ gılama yetilerine sahip olan insanlar hakkında böyle düşO.nmek yanlıştır. Evet, ben cesaretle söylerim ki içinde bulunduğumuz bu zaaf durumunda, barışı korumak daha uygundur." Bu söy­ lev meclisin ruhu Ozerinde iyi bir etki yaptı. İmparatoriçe Mete'nln daha saygılı bir dille kendisine mektup yazması koşulu ile barışın sQnneslne razı oldu. Mete bu öneriyi benimsedi. Çln'ln teşrifatına ilişkin bu gibi gelenekleri hakkında yeterli bil­ gisi olmadığını belirterek özO.r diledi. Bundan dolayı Çinliler ile Kunlar arasında barış yine sağlanarak uzun sOre devam etti. Gerçi bir zaman sonra kimi Kun çeteleri Çln'ln Şensi eyaletine ik1 akın daha yaptılar. Fakat Mete bunların eşkıya çeteleri ol­ duklannı. kendi devletinin örgotayle hiç bir ilgileri bulunma­ dığını belirterek onların eylemlerini nefretle reddetti. Çin tarihçi­ leri bu sözO gelişıgazel bir söz gibi göruyorlarsa da Mete'nln batan eylemleri, bu sözün doğruluğunu gösteriyor.

Çin imparatoriçesinin ölamanden sonra yerine Hsiao Wen-tt geçti [M.Ô. ] ( 117). Bu sırada idi ki Kun devletinin sağ-kol beyler­ beyisi Ordos Olkeslnl, kendi ordusuna karargah seçti. Gôrun\l­ şe göre, bu beylerbeyi tek durmaz bir adamdı, Mete'nln rızası ol­ madan Çin'e akın etmeye kalkıştı. Dahası akıncıları Çin'in o zamanki başkenti olan Siganfu kentinin kapılarına değin ulaştı. Çinliler derhal seksen beş bin askerli bir ordu göndererek akın-

ı•ı 194

Z. Gökalp'ın metninde bu sözcük b!r olarak geçiyor.


cılan gert sardaler. Bu eylem anlaşmaya aykırı �lr durum ol­ duğu için Mete derhal ordusunun sağ-kol beylerbeylslne Çin sı­ nırlarından uzaklaşmasını buyurdu. Böylece Çinlller'ln gonOlle­ rtnl almaya çalıştı. Mete şimdiye değin bayo.k Qlküsünü eyleme geçirmek için gereken örgütü hazırlamakla uğraşıyordu. Bun­ dan· dolayı doğu hidM olan sağ-kol beylerbeylslnl, Çin sınmn­ dan kaldırması yalnız Çlnlller'ln gönlünü almak için değildi; aynı zamanda eskiden bert hazırlamak.ta olduğu TUrk tlhanl�ı örgütünün prpgramını uygulamaya başlamak içindi. Kun1ar sağ-kol beylerbeylslne dogu hldlui, sol-kol beylerbeyi­ " sine batı hldiut. derlerdı.1 1 BüyQk Tılrklstan'in yani Turan'ın doğu yanı bütünüyle eline geçmişti. Bir yabgulukla başlayan Kun dev­ leti, şimdi yalnız bir hakanlık aşamasına ulaşabilmişti. Çünkü yalnız Çin Çini'ndeki Olkelert, Kunlar'ın topluluğu altına alabil­ mişti. Şimdi de batı yOnündeki Tıırk tudunluklannı, yabgulannı, bakanlıklarını birleştirerek Türk ilhanlığı ülküsünü gerçekleş­ tirmeye çalışıyordu. Turan'ın doğu yönü bütünüyle ele geçmişti. Şimdi sıra Batı Turan'ın alınmasına gelmlştt. Bundan dolayı hidivi ilkin büyQk bir orduyle Yüeçiler ülkesine gönderdi. O zaman YO.eçiler Kan­ cov, Koacuv ve Şacov eyaletlerinde oturuyorlardı. Bu eyaletler o zaman daha Çin ülkesi içinde değildi. Kunlar eskiden yendikleri YO.eçller'I bu kez bütünüyle boyunduruk altına aldılar. YOeçller Grenaroz Abradovskiy'e göre bir TO.rk budunudur. Kunlar'ın batı ordusu Yüeçiler't. ulusal topluluk içine aldıktan sonra, yQrüyüşOnO güneybatıya çevirdi. Tlbet'ln kuzeyinde Sha­ mo çölO.nde ve Lob gölünün yak.ınlannda Kunlar ve Tatarlar gibi çadır altında göçebe yaşamı süren Shen-Shen budunlan üze­ rine giderek onlan da boyunduruk altına aldı. Bu sırada Kun ülkesinin batısında. Uygur yurdunun kuzeyinde lrtlş ve lU ır­ maklarının boyunca yerleşmiş olan Vusun-Uysun budunu da Kuıilar'ın buyrukluğu altına geçti. Birer birer bütün Türk ı·ı Z.

Gökalp'ın metninde "Kunlar sol-kol beylerbeytslne daju hldlvt.

sağ-kol beylerbeyistne batı

hldlvi derlerdi.

"

olarak geçen tümcedeki yan­

lışı dOzellik.

1 95


budunları Mete'nln sancağı altında birleşiyorlardı. Fakat bu alkeler genlşliklertne ve Mete'nln karargahından son derece uzak olmalanna karşın Kun devletinin son sınırlan olarak kal­ madılar. Batı hidM ordusuyle birlikte, daha batıda bulunan Hute­ ler'in alkeslne değin ilerledi. Kunlar, böylece Kore'den Volga boyuna değin hattın ganey Sibirya'yı ele geçirerek. bu alan için­ deki bO.tO.n Türkler'I birleştiren bO.yo.k bir ilhanlık kurdu[lar). Mete'nln babası Teoman, bir yabgudan başka bir şey değildi. Mete de uzun sQre bir yabgu olarak kaldı. Sonra Çin O.lke­ sinde ne denli boylar iller ve budunlar varsa tama.na bayrağı al­ tına alarak, devletini hakanlık aşamasına yo.kselttl. İşte bugon de bütün Türk dô.nyasındaki tudunluk, yabguluk ve hakanlık­ ları bir ulusal topluluk halinde birleştirerek. devleti ilhanlık aşamasına yükseltlyor(du). Mete bir yandan batıdaki zaferlerler, Türk ilhanlığım kurar ve Turan illerinin birliğini sağlarken, Obür yandan da Çin saray­ ıyle eski dostluğunu yeniden dirlltmeye çalışıyordu. Çinliler, antlaşmanın bozulmasından sorumlu olarak yalnız Türkler'! görüyorlardı. Oysa Mete'ye gore bu işte Türkler kadar Çlnlller'ln de sorumluluğu vardı. Ço.nko, iki hükümdarın bilgisi olmadan yapılan karşılıklı akınlarda Türk beylertnden çok, Çin subayları kabahatlıydılar. Çin memurları yalnız şikayet ediyor, Kun hükümdarının yaptığı açıklamayı asla dinlemiyorlardı. Dahası bu memurlar Mete'nln elçilerini tutuklamaya, kendi başlarına barışı bozmaya kadıµ- cılret etmişlerdi. Mete doğu hldMnln eyle­ mini onayladığı için işte onu Çln'den uzak ülkelere göndermişti. imparatorun hatırı için onu batının ucunda savaşlarla uğraştı­ rıyordu. Mete burada vesile bularak Büyô.k Buhara'da. Tür­ klstan'da. Siblrya'da yeniden ele geçirdiği geniş ülkeleri sayıyor­ du. Kun Türklert'ne yeniden bağlanan yirmi altı devletin adları­ m sıralıyordu. Mete mektubunun sonunu şôyle getiriyordu: Batıdaki Olkelert barışa kavuştukları için, doğudaki Qlkelertnln de barıştan yararlanmalarını istiyor, artık iki yanın da yaşWarı­ na dinlenme, kadınlarına ve çocuklarına gO.Venlik vertlmeslnl diliyordu.

196


Çin imparatoru barış yapmak niyetinde değildi. Devletin çı­ karları kendisini bu yola götoroyordu.

Kunlar, Çin'e yakın gelmişlerdi. İmparatorun amacı, onlan

Çin'den daha uzak Olkelere sQrmektl. Fakat Kunlar, banş yap­ mak için yeniden elçiler gönderdiler: Çin bakanlan da batıdaki akınlarla son derece goçlenmiş olan T11rk devletinin artık eskisi gibi kolayca buyruk altına alınır göçebe bir beylik olmadığını anlatWar. Bundan ötOrQ, diyelim ki Kunlar'ın ülkesi ele geçiril­ miş bile olsa, çorak çöllerde ve Çinliler için barınmak olanağı bulunmayan bu ıssız ülkede ne yapabileceklerdi? İnat ya da

keyif için dökülecek bunca kanlar, Çin Olkesine hiç bir yarar

vermeyecek, bayQk başarılar elde edilse bile can va malca yapı­ lacak fedakarhklan hiç bir biçimde ödeyemeyecekti. Bu sözlerle inandırılan imparator sonunda barışa razı oldu.

Mete'ye banş için haber gönderdi. Dahası Mete'nin ild ulusu da rahat ve huzura kavuşturmak için gösterdiği babacasına çabayı kutladı. Böylece insanlara acımak konusunda eski hOkılmdar­ ları andırmasından dolayı onu takdirle andı. Mete, Çin ile yapılan anlaşmayı batan ülkelerinde duyura­ herkesçe ona uyulmasını buyurdu. Bu banş gılvenlik ve huzura geresinme duyan Çinl1ler'e son derece tatlı geldi. Uzun zamandan bert sınırlar Kunlar'ın sarekll taşkınlıklarına hedef olmuştu. Nice Çinli gençler savaşlarda OlmOşlerdi. İmparator bu vesileyle bir bildiri yayunlayarak bu zararları sayıyor, bunlara

rak

neden olmak Qzere kendini suçluyor: diyordu ki: "Ben daha çok akıllı ve erdemli bir adam olsaydım, bu felaketler hiç olmaya­ caktı. Gerçi bu sOrekU acılar içinde gerek içte gerek dışta mutlu bir banşın oluşması için bOtün yollara başvurmaktan çekinme­ dim. Kun Olkesine elçiler gönderdim. Niyetlmin iki ulus hakkın­ da da tyilik ve esenlik olduğunu To.rk hakOmdarlanna anlata­ bildim. O da aynı dOşQnceyi benimsediğini davraınşıyle göstererek herkesin esenliği için benim gibi çalıştı. Artık ild yan

da geçmişi unutacağız, uyruklanmızın iyillğl. için birlikte çalışa­ cağız. Kendi ailesini birlik halinde bulundurmak. bir hakOmda­ nn en birinci görevlerinden biridir. işte bu görevtmi ancak bu yıl yerine getlrebtldim."

1 97


Bu bildirt imparatorun ilk beslediği dOşllnceye kesinlikle uymuyordu. Bundan dolayı vicdanının içten bir sesi değildi. Oysa, Degulgnes'ye göre Türk yiğidi Mete, bu anlamda bir bildırt yayımlamış olsaydı oldukça içten olacaktı. ÇOnkQ, bOyü.k Türk yiğidi. gerçekten Çin devleti hakkında sllrekll olarak barış­ sever dQşOnceler beslemişti. Mançurya'dan Macartstan'a değin To.rk illerini buyruğu altına almaya büyük bir hırs gösterirken,

iki kez eline geçtiği halde Çin saltanatı tahtında oturmaktan bu

denli sakınması, Mete'nln emperyalist olmayıp, ulussever ol­ duğunu göstertr. Kunlar'dan

sonra,

ilhanlık

Avar

Tatarlan'na,

sonra

GöktOrkler'e, daha sonra Oğuzlar'a, ÇlnlJler'ln Hakaz dediklert Ak-Kazlar'a, yani Ak-Kazaklar'a. daha sonra Hakanlye'ye. sonra Cengizler'e, en sonunda Timurlar'a geçti.

28. TOPLUMSAL TOTEMLER VE C iNSEL TOTEMLER Eski Türkler, demokrat'tılar. ÇOnkQ totemli bir dlndendller. Totem, toplumsal blllncln simgeslydJ. Kamu yetkesinin yani eg­ emenliğin totemde olması toplumsal bilinçte bulunması demek­ ti. Eski Türkler'de, totemizm kalıntılannın varlığı pek çok olay­ da görulür. Şu olgular bunlardır:

1 . Küçük ilde dört yönün, dört mevsimin, dört ögenin, dört yer-sunun dört rengin ortak ongunlan vardı.

2. Bu dörtlü sınıflandırmadan doğmuş olan 1ürk çagı ki her blrt bir yılın totemi on iki hayvan adından oluşur.

3. Orta ilde, trın oluştuğu altı oymağın ongunlan (totemlert) .

4. SQnOgler (orta ildeki oymakların şölendeki kutsal kurban etinden yiyebileceği et parçalan: özel sögüşler) . 5. il ve boy adlarının hayvan bitki, cansız şeyler, alet, sanat vb. adlan olmasıdır: Hayvanlar:

(Tosun) ,

1 98

Kazak (Kaz),

Hakaz

Kunlar (Koyunlular) , Tulısın (Ak kaz) , .A.layunad (Yunat:At), Sun-


gurlu. Boz Dogan. Kara Keçi. Teke, ÇtgU (Keçlll) , Dakuk l'favuk), Aras (Arslan), Tavşanlı. Kuşan (Kuş), Tunguz (Domuz), Başkırt (Baş Kurt: An Beyi), Develi. Kıpçak. 6. Uruk, U ve boy adlarının bitki olmasıdır: A�açert. Çavdar, Uryankit. 7. Topluluk. adlarının sanat adı olmasıdır: Demtrctler, Tah­ tactlar, Mandalcılar, Sürgücüler, Menteşectler. 8. Yakutlar'da şamanların bireysel totemleri varclır: Kurt. geyik, tavşan. tay, tUki, çakal vb. Şamanların ahlaktan bireysel totemlerinin doğasına bağlıdır.

Cinsel Totem: Totemler başlangıçta toplumsal iken, sonra­ lan cinsel totemler ortaya çıkmaya başladı. Ktsrak erkek. inek kadının totemleri oldular. Bunların nltellğl (mahiyeti) iki putta goranordO. Evde iki put vardı ki blrl kısrak memeli, obora inek memeliydller. Bu putlardan blrtnclsl odanın sağ tarafına, ikinci­ si sol yamna asılırdı. Bu sôzlerclen anlaşılıyor ki bu iki totem, erkek cinsiyle ka­ dın cinsinin eşitliğini gösterirdi. Eski TOrkler'de sağ-kolla sol­ kol birbirine eşittiler. Cinsel totemlerin eşitliği de iki topluluğa lllşk.Jn toplumsal bilinçlerin eşitliğini gösterir. Bu d urum bize 1kJ. topluluktaki yetkenin eşit olduğunu bildirir. Bu sözlerclen anlaşılıyor kJ cinsel eşitlik demokrasinin Uke­ lerlnden biridir. Erkekle kadının eşit olmadığı toplumlarcla cin­ sel eşitlik de yok demektir. Cinsel eşitlik olmadıkça, yani er­ kekle kadın eşit bulunmadıkça gerçek eşitlik de olamaz.

Tabu ve Tekin: Eski TOrkler'de kadının durumu oldukça il­ ginçti. ÇOnkO. başka toplumlarda kadın tabu idi. Eski TO.rkler'de ise kadın tekin idi. Tekin tabu'nun karşıtıdır. Tekin kendisine yaklaşan naınah­ remlerl çarpmaz; hiç bir yabancı tekinden zarar görmez. Oysa tabu kendisine namahrem olanlara çok zararlıdır. Tabu. bunlar hakkında çok tehllkelldlr. Tabu'nun tekin'e karşı olan karşıtlığı­ dır ki tabu'ya 1Urkçe'de tekinsiz denilmesini gerektirdi. Kadının telcinsiz olmayıp tersine tekin olmasının birçok 1 99


Onemli sonuçlan var. Bunlardan birkaçını analım: 1. Bir yazılı buyruk "Hakan buyuruyor ki .. " diye başlarsa geçerli olmazdı: "Hakan ve hatun buyuruyor ki" diye başlarsa geçerli olurdu. 2. Hakan yalnız başına yabancı devletlerin elçilerini kabul edemezdi. Elçiler hakan sağda. hatun solda olmak Ozere ikisi­ nin .katına çıkabilirlerdi. Bundan anlaşılıyor ki kamu yetkesi hakan ile hatunun ikisinlndi. 3. Aile içindeki Ozel yetke de yalnız babada değildi. Ortakla­ şa ikisinindi. örneğin baba, annesinin rızasını almaksızın kızını kocaya veremezdi. 4. Eski Tılrkler'de harem yoktu. Kadın her meclise katılabi­ lirdi. 5. Eski Tılrkler'de peçe ve yaşmak yoktu. Siyaset. din, eko­ nomi meclislerine yOzleri açık olarak katılırdı. 6. Uğraşa (meslek) ilişkin işböhlmO olmadığından, [kadın] erkeklerin yaptıkları bOtOn hizmetleri yerine getirirdi: HOkOrndarlık, kumandanlık gibi. 7. [Kadın] Kurultaya erkekler gibi katılırdı. Orada ozgor ve serbest yapılan kingeşlere'"1 katılırdı. 8. Şölenler ve yağma şölenlerine erkek gibi kaWırdı. 9. Ulusal toylara erkekler gibi katılırdı. 1 O. Devletin siyasal işlerine katıldığı gibi evin ekonomik işle­ rine de katılırdı. Kadının erkek için bir tamamlayıcı olması ve onun etkinlik­ lerine katılması kadının tekin olması sayesindedir. Tekin sOz­ cOğOnOn içine aldığı bu hayırlı anlama gelince: Ttgin eski Türkçede "prens" demekti. Eski Tılrkler'in kara-kemikler. yani halk(ratyye) tabakası arasında kOtOlOk ve yaramazlık oldukça çoktu. Ak-kemiklerden oluşan soylular(zadegan) tabakası ara­ sında, tersine, yoktu. Altın-kemiklerden oluşan prensler taba­ kası arasında ise kOtOlOkten ve uğursuzluktan zerre kadar eser yoktu. Ve erdemde altın-kemikler melek gibiydiler. Kırgız­ kazaklar insanların, kota, uğursuz ve tehlikeli olup ol mamalarıM Kingeş: görOşme.

200


nın nedenini kemiklerinin OzO.ne(cevhertne) bağlarlar. Bu ne­ denlerdir ki toplumsal sınıflarını blrbtrt Ozertne konulmuş O.ç tabakaya ayırırlar. O tabakaOar) şunlardır: l . Kara-stlyek : Kara-kemJk 2. Ak-seyek

: Ak-kemik 3. Altın-sılyek : Altın-kemik Eski Tı.1rkler'e gore tiginler altın-kemlk tabakasında bulu­ nan prenslerdi. Bir insanın köto. oluşu kemiğinin kara, ak, ya da altın olma­ sına göre değişir. Ak-kemikler, kara-kemiklere oranla daha uğurludurlar. Altın-kemikler de ak-kemlklere göre daha uğurlu­ durlar.

29. KUT VE ALTIN IŞIK

Toplumbllimcllertn mana dedikleri şeye eski Tılrkler kut derlerdi. Kut, yaygın bir kutsallıktır ki hangi şeyin üstüne kon­ sa, onu kutsal kılar; bundan dolayıdır ki ona kutlu sıfatını veri­ riz. Bu sözcük ile yapılmış tarihsel deyimler vardır: Kutlu dag, Kutlu maral Kutlu kent (Hokand) gibi. Eski Tı.1rkler, kut'u gökten inen bir ışık sütunu, bir altın ışık biçiminde tasarlarlardı. Bu altın ışık hangi insana, hangi hayva­ na, hangi şeye değerse onu gebe bırakırdı. Altın ışık, özelllkle yılın belirli bir gününde ya da gecesinde ortaya çıkardı. Eski Tılrkler'e göre bu güne aşk günü ve bu ge­ ceye aşk gecesi derlerdi. Dogal aşk. bu gün ya da gecede coşku halinde bulunurdu.

Bu aşk, her kime ve neye dokunsa onu gebe bırakırdı. Aşk gecesi ya da aşk günü demek uygun olan bu gizlerle dolu anın

ne vakit geleceğini kimse bilmezdi. Bu gece ancak geldikten sonra eserleriyle aşk gecesi olduğu bllinlrdi. Dokuz Dguzlar'ın' Bögü Tigin destansı-öykO.sQnde altın ışık 201


bir kayın ağacıyle bir fıstık çamı Ozertne inerek ikisinin sevgiyle kurulan evliliğine neden olmuş ve fıstık çamı gebe kalarak "beş yiğit" doğurmuştur. Altın ışık. bazen, bir kız kılığında ortaya çıkardı. (BögO Ttgin destansı-öykOsO) bazen bir erkek kılığına girer (Alan-Kova des­ tansı-öykılsO) , bazen de bir totem yani hayvan biçimini alır: GöktOrkler'ln ve Huel-hular'ın ve Oğuzlar'ın Kurt destansı­ öykasandekl kurt gibi. Göktark ilhanlığı bir mızrağın başına al­ tından bir kurt [başı) takarak alayın önünde yürütürdü. Kara-kemiklerine ak-kemik olabilmeleri için doğal aşk gece­ sinde ilin üzertne göksel bir ışığın inmesi gerekirdi. Ya da yeni bir hayvan yani totem biçiminde görünerek eski ili kut'lamasıyle onu kara-kemik tabakasından ak-kemik tabakasına yükseltme­ si gerekiyordu. Ya da savaş yoluyle egemeni durumunda olan buduna üstünlak sağlayarak bağunsızlığını geri alması gere­ kiyordu. Ka.şgarlı Mahmut, bize bir ilin ilkin ad[mın) Ak Balaklar ol­ duğunu, Kıpçaklar'a yenildikten ve egemenliği altına girdikten sonra Kara Bolak adını aldığını, daha sonra egemeni olan Kıp­ çak budununu yenerek. yeniden Ak Bolak adını geri aldığını bil­ diriyor. Bu doğal aşk gecesindeki göksel ışık sütunu ya da onun simgelediği hayvan (totem) , kara-kemiklerden olan bir ulusu ya da oymağı kara-kemiklik tabakasından ak-kemiklik tabakasına yükselttiği gibi, bazen de ak-kemiklerden olan bir Ut altın­ kemiklerden oluşan bir il haline yükseltebilir. Her hakaniığın ve llhanlığm kökenine Uişkln blrtakun destansı-öyküler vardır ki, bunlar bize simgesel bir dille altın ışıktan altın-kemik tabakası­ nın nasıl oluştuğunu anlatır. Bu destansı-öyküler din ve man­ tığa ilişkin bölümlerde aynntılanyle göstertlmlştlr.

30. 1UTEM VE POTIAÇ Egemenlik totemindlr. Yukarıdaki açıklamalarımızdan [anlaşıldığı gibi) Totemizm dininin esası kamu yetkesinin totemine alt olmasıdır. Totem,

202


kamu yetkesinin, yani egemenliğin simgesidir. llk toternll sop­ larda(semiye, elan) demokratik ve cumhuriyetçi bir nitelik vardı. Sonradan demokrasiden artstokrastye geçmek gerekti. Potlaç, onuı·ı bireyselleştirdi. Demokrasiden aristokrasiye geçebilmek için toplumbUimcUerln potlaç dedikleri bir geleneğe başvurmak gerekir. Bu geleneğe en gaçla olarak Kuzey Ameri­ ka'nın batısında yaşayan Tiingtt, Halda ve Kwakiutl budunlann­ da rastlanıyor. Potlaç geleneğinin esası, karşıdaki tarafa meydan okumak­ tır. Fakat bu meydan okuma bir ziyafet biçlmlnde olurdu. Ziya­ fetl çeken adamın birçok mal toplaması gerekir. Potlaç Qç evre­ den geçer. llkln kendi sopuna potlaç yapar. Onların OnQne yiyecek, içecek topladığı gibi, alana çok sayıda kazanlar da yığar. Potlaç ziyafetini yapan adam, sopun batan bireylerini kap­ sayan çağrıWarı yedlrlp, içlrlp, giydirdikten sonra çağrılılardan alandaki yiyecekleri, giyecekleri, kazanları, yorganları toplayıp gotarrnelerlni ister. Karşıdaki taraf, kendi sopudur; ya bu ziyafete karşılık verir, ya da totemin ziyafet sahibinin eline geçip bireyselleşmesine razı olur. Totemin bireyselleşmesi egemenliğin, kanıu yetkesinin bi­ reyselleşmesi demektir. Sopun toteminin ziyafet sahibine geç­ mesi, toplumun demokrasiden aristokrasiye geçmesini gerekti­ rir. Totem, şimdiye değin toplumsal bilincin simgesiyken toplu­ mun demokrat ve cumhuriyetçi alınası gerekiyordu. Şimdiden sonra egemenlik, toplumsal olmaktan çıkarak bi­ reyselleşecektlr. Totem de sopun malı olmaktan çıkarak sop başkanının malı olacaktır. Derebeylik ve artstokratlık böyle oluşur. Bu başlangıç tu­ dunluktan yabguluğa, ondan hakanlığa, bakanlıktan llhanlığa (•)

onu

sözcüğü burada "totemi" anlanundadır. 203


geçtikten sonra en sonunda saltanatta son bulacaktır. Ziyafet sahibi potlaç'ı bu kez kendi boy'una (kabile, phratrte) çeker. ToplumbilJrnde boyun belirli yeri vardır. Eski Yunanlı­ lar'da ve RomaWar'da oymak boylardan ve boylar soylardan (fahzlardan) oluşmuştu. Oymak (aşiret) Boy (kabile) Soy (fahz) (semiye) Sop

La tribu La phratrie Gens Clan

Bir adamın kendi boyu birkaç sopun toplamıdır. Kendi sopu­ nun totemini ele geçirdikten sonra. boyuna bağh sopların to­ temlerini ele geçirmek gerekirdi. Bu da ancak potlaç yoluyle ya­ pılabilirdi. Ziyafet sahibi, ilkin, kendi sopunun totemiyle birlikte ege­ menliğini de kendi adına bireyselleştirir. İkinci olarak kendi so­ punu da içine alan boyunun totemleriyle birlikte toplumsal ege­ menlikleri bireyselleştirir. OçOncO olarak kendi oymağından batan boy ve sopların totemlerini bireyselleştirerek ele geçirir. DôrdQncQ olarak başka oymaklara da aynı işlemi uygulayarak anlan da totemlerin! ele geçirmek yoluyle egemenliği altına alır. Bu egemenlike bireysel egemenliktir, toplulukların egemenlikle­ ri gibi totemleri de bireyselleşmiştir. İşte sosyal topluluklara ilişkin toplumsal egemenliğin bôyle derece derece ele geçirilmesi, ancak onların toteınlertnJn ele geçirilmesiyle olur. BotOn totemler ele geçirilmekle toplumsal olan bOtOn egemenlikler bireyselleşir ve bir bireyine eline geçer. Bu bireyselleşme işlemi Kuzey Amerika Hintlllert'nde potlaç yo­ luyle olur. Eski TOrkler'de de bunun izini şölen kurumunda ve Ozelllkle yagma şöleni kurumunda goranız. özetle kişisel yetkenin oluşması ya potlaç yoluyla ya da sa­ vaş aracılığıyla yenilenin totemini almanın bir sonucudur.

3 l . TOY VE YAÖMA TOYU Bize eski Oğuzlar'ın toplumsal yaşamım canlı olarak gösteren 204


bir yapıt vardır ki adı Kttab-t Dede Korkuftur. Bu kitabın Dede Korkut'a bağlanması illada ve Odlseus'un Homeros'a bağlanma­ sı gibidir. Bu yapıtlar gerçekte halk yapıtlarıdır. Homeros ve Korkut Ata sözh1 gelenek ile gelen yapıtları, yazıya geçinnekten başka bir şey yapmamışlardır. Kttab-ı Dede Korkut bize daha o zaman il yaşamım sOren Oğuzlar'ın nasıl yaşadıklannı, nasıl savaşa ve ava gtttlklert(ni) ve Ozellikle nasıl Oğuz beylertnın gQnde bir yerde ziyafet için t9plan­ dıklarını gösterir. Ziyafetin sıradan olanına toy derlerdi. Toyda yeme içme, çal­ gı, oyun her tOrlü eğlenceler olurdu. Oğuzlar zevk ve safayı çok sevdiklerinden her gün toy yaparlardı. Toyların en büyükleri dü!Jün toyu olarak yapılırdı� Doğan iki gencin evlendiği .sırada yapılan büyük bir toydur. Bu toylarda kopuzunu çalan ozandan başka, zurnacılar ve davulcular(nak­ kareciler) çalarlardı. Ozanların bu taylarda önemli rolleri vardı. Bize bir düğün toyunu carılı olarak betimleyen DeU Ozan Öyküsü. oldukça ilginç­ tir. Toy meclisinde nasıl oturulduğunu, Deli Ozan'ın şu sözle­ rinden anlarız: "Sağda oturan sağ beyleri Solda oturan sol bey­ ler! Eşikteki lnaklarl Ortada oturan has beyleri DüğününQz kutlu olsun!" (Dede Korkut Hikayeleri, s. 8 1 /s. 6 1 ) Beylerbeyi Salur Kazan, Deli Ozan'a bir günlük tarharılık vertyor: Deli Ozan böyle deyince Kazan şöyle dedi: "Bre Deli Ozan, benden ne dilersin? Çadırlı otak mı dilersin? Kul karavaş ıı mı dilersin? Altın, akça mı dilersin, vereyim, dedi." Beyrek : -Sultanım, beni kosan da şölen yemeğinin yanına varsam, karnın açtır, doyursam," dedi.

l"I Karavaş: Kız köle, cartye, halayık.

205


Kazan: -Deli Ozan, devletin tepti. Beyler, bugünkıl beyllğtm bunun olsun, kon, nereye giderse gitsin, neylerse eylesin, dedi. (s. 83/s. 6 1 ) Eski Oğuzlar'da potlaça benzeyen çok israflı ziyafetlerin adı toy'du. Toyda çağrılılar ylylp tçtp, yeni giysi giyindikten sonra, borçlan da verilirdi: "Dlrse Han dişi hatununun sôzüyle ulu toy eyledi, hacet diledi. Attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kırdırdı. İç-Oğuz, Dış-Oğuz beylerini üstüne yığınak etti: aç görse doyurdu: çıplak görse donattı; borçluyu borcundan kur­ tardı: tepe gibi et yığdı: gök gtbt kımız sağdırdı." (s. 6/s.6) Gerçi, bu toylar yeterli ölçüde potlaçın yerini tutmaz. Toyun yağma ile son bulan türü, bütünüyle potlaç'ı andırır. Buna han­ t yagma adını verebtlırtz. Acemlerin han-l yagma deyimi de bun­ dan alınmıştır. Oğuzlar'da yağma toyunun ne biçimde olduğunu bize Dede

Korkut Kitabt gösteriyor.

"Üç Ok. Boz Ok yığınak olsa, Kazan evini yağmalatırdı. Yine

Kazan evini yağmalatır oldu. ama Dış-Oğuz beyleri gelmediler, .

birlikte bulunmadılar, yalnızca İç-Oğuz beyleri yağmaladı. "Kazan Bey'ln adeti bu idi ki kaçan evini yağmalatsa. heltı.li­ nln elini alır. evinden dışan çıkardı. Bundan sonra evinde nesi var. nesi yok yağma ederlerdi." (s. 236/s. 1 65) Görülüyor ki toy ve özelllkle yağma toyu bir tür potlaçtır. Egemenlık. totemizm döneminde toplumsaldı. Bu toplumsal ege­ menliği bireyselleştirmek tçtn yeni bir kurum gerekiyordu: İşte bu yeni kurum potlaç idi. Toy ve özellikle yağma toyu egemenliği bireyselleştiriyordu. Bu bireyselleşmeden sırasıyle tudunluk, yabguluk. hakanlık. il­ hanlık gibi hükümdarlığın aşamaları oluşurdu. Egemenliğin bi­ reyselleşmesinden dolayı insanlar, kara-kemik, ak-kemik ve al­ tln-kemik tabakalarına ayrılıyordu. Eskiden, bir ili oluşturan oymaklar, yalnız sağ ve sol sı206


nıflandınnasının içine sokulurlardı. Bu sınıflandırmada sol-kol, sağ-kola eşitti. Sonradan Çlnlller'ln yang ve yen sınıfland ınnası­ na da sokuldular. Bu sınıflandırmada yang, ak karşılığı, yen de kara karşılığıdır. Sonraları TO.rk sınıflandırmasının Çin sınıflandırmasına uy­ durulmasından melez bir sınıflandınna oluştu. Eski Oğuzlar'da egemenliği bireyselleştiren yağma toyuy­ du.Bir oymak (taife) yağma toyuna katıldıkça, bireysel bir ege­ menliği kabul etmiş dernektir. Bunun kanıtı şudur ki Salur Kazan tarafından yağma toyu­ na yalnız İç-Oğuzlar çağrılınca Dış-Oğuzlar kendilerini Kazan'ın bireysel egemenliğinden kurtulmuş saydılar.

Dede Korkut Kitabı'nın on ikinci Oğuznarneslnde Dış­ Oğuz'un İç-Oğuz'a karşı baş kaldırrnası(nın) neden ileri geldiğini açıkça bildiriyor. "Dış-Oğuz beylerinden Aruz, Euıen ve geri kalan beyler bunu işittiler: Bak. baki Şimdiye değin Kazanın evi yağmalan­ dığında hep birlikte olurduk, şimdi suçumuz nedir ki yağmada birlikte bulunmadık, dediler." (s. 237 /s. 1 65) "Ağız bir edip Dış-Oğuz beyleri Kazan Beyi selamlamaya gelmediler, kin bağladılar." (s. 237 /s. 1 65) "Kılbaş derler Kazanın yanında bir kişi varıdı, Kazan Bey: Bre Kılbaş, bu Dış-Oğuz beyleri her daytrn birlikte gelirlerdi. beni selamlardı, şimdi niçin gelmediler? dedi. (s. 237/ s. 1 65) "Kılbaş:-Bllrnez misin niçin gelmediler? Evini yağmalattığında Dış-Oğuz birlikte bulunmadı, nedeni odur. dedi. (s. 237) "Aruz: -Bre Kılbaş, o vakıt ki Oç-ok. Boz-ok yığınak olurdu, Kazan ondan sonra evini yağmalatırdı. Suçumuz ne idi ki şimdi yağmada birlikte bulunmadık, dedi." (s. 238/s. 1 66) "Aruz Koca pek kızdı. Dış-Oğuz beylerine adam saldı, çağır­ dı. Emen gelsin, Alp Rüstem gelsin, Dönebilmez Dölek Evren gelsin, geri kalan beyler hep gelsin dedi. " (s. 239/s. 1 66) "Dış-Oğuz beyleri hep geldiler, yığınak oldular. (s. 239/s. 1 66) "Beyrek'e kağıt gönderdiler. 207


Beyrek odasında yiğltlertyle yiyip içip otururken Aruzdan adam geldi, Beyrek'e selam verdi. Beyrek 'aleykt1rn selam dedi, sordu: -Nedir? dedi. O gelen kişi: -Hanım Aruz size selam eder dedi. Bu kağıdı Aruz gönderdi, deye sundu. Beyrek açtı gördü ki kerem edip gelsin, lütfedip bizi Ka­ zan'la banştırsın. demiş. Beyrek hoş ola dedi. Atını çektller, bindi, kırk yiğitle Aruz'un evine geldi. Dış Oğuz beyleri otururken girdi. selam verdi. Aruz yer gösterdi, geçti oturdu. Beyrek'e Aruz: - Bilir misin Beyrek.seni neye çağırdık? dedi. Aruz: -Hep şu oturan beyler Kazan'a asi olduk, and lçtlk dedi. Mushaf getirdiler, sen de and iç dediler. Beyrek: -Vallahi ben Kazan'a ast olmam, deye and içti." (s. 240-24 1 /s. 1 69)

32. TOTEMLERİN AHI..AKLJ\RA E'IKİSİ Bir toteme sahip olanlar, onun totemine göre bir sanata ya da ahlaka sahip olurlardı. Örneğin Oğuz 111 "Oklar 111" anlamı­ naydı. Bu ilin sağ-kolunun Boz-Oklar, sol-kolunun Üç-Oklar ol­ ması da Oğuzlar'ın Ok+ôzler olduğunu doğruluyor. Bu dey1m1n iki anlamı vardı: 1 . Ok oymakları. okçu oymaklar 2. Ok erleri, okçular. Bu iki anlam birbirine yakındır. Oğuzlar ilk Türk ilhanlığını kuran yiğit Mete'nln okçulandır denllebllir. Zaten o zaman en lyl ok, kendi askerlerinin elinde bulunan "ıslık çalan oklar"dı. Kunlar'ın(Koyunlular'ın)" totemJ de koywt idi. Bunlara ege208


men olan Göktt1rk1er ve sonralan GöktQrkler'e de t1stt1n gelen Oğuzlar lcurt totemlnl benimsediler. Göktt1rkler'de ht1kt1mdann önünde bir mızrağın ucuna takılmış, altından bir

dı.

kurt başı var­

HOkürndann otağının OnQne dikilirdi; goç sırasında, bu kurt

iki ya­ bön1 adı verilen genç prensler }'11ıilrlerdi. Bön1 "kurt" de­

başını taşıyan mızrak ordunun önüne düşerdi. llhanın nında

mektir. Kurt hakkında birçok öyküler vardır

ki

Türk mantığı

bôlümönde açıklanmaya çalışılmıştır. Totemi

koyun olan bir budunun ahlakı koyunca olduğu

gibi. totemi kurt olan bir budunun ahlakı da kurda yaraşır bir ahlak olmak gerekirdi. Oğuzlar'ın doğuda iken totemleıi kurttu.

Batıya gelince arslanın kurttan daha cesur olduğunu görünce

arslan totemini de benimsediler. Doğal olarak ahlaklannı da ll­ J,dn kurtlara, daha sonra arslanlara uydurdular.

33. ESKİ TÜRKLER'DE AD NASIL ALINIRDI?

Boğaç Nasıl Ad Aldı?:

Oğlan on beş yaşına girdi. Oğlanını

"

babası Bayındır Han'ın ordasuna1"1 karıştı. Meğer hanım, Bayın­ dır Han'ın bir boğası vardı bir

dtc" buğrası vardı.

O boğa katı taşa

boynuz uı-sa, un gibi üğüdürdü . Bir yazın. bir güzün boğa ile

savaştınrlardı.

buğrayı

Bayındır Han soylu Oğuz beyleriyle tema­

şaya bakard ı , eğlenirdi.

Meğer s ulianım. yine yazın boğayı

saraydan

çıkardı!ar.

k.işi sağ yanından. üç kişi sol yanından demir zincirlerle

Üç boğayı

t u tmu şlard ı . Gelip meydanın ortasında koyuverdiler.

Meğer sultanım, Dirse Han'm oğlancığı. üç meydanda aşık oynayorlard ı

de arda uşağır-ı

.

Boğayı koyuverdiler, oğlancıklara 'kaç!' dediler. O üç oğlan

ı·ı

Hanın karargahına., han ya da bey çarlırk--ınnın bulunduğu yere,

cbaya.

ı·•; Koyunlann aşıhkerrıikknyle uynamın bir oyun oynamakta idiler.

r. U. ·J.1 :--. !ı •

..

! '�

209


kaçtı. Dlrse Han'ın oğlancığı kaçmadı, Ak meydanın ortasında baktı, durdu. Boğa da oğlana sO.rdO, geldi, diledi ki oğlanı OldO.­ reydl. Oğlan boğanın alnına yumruğunu dayadı. Boğa gOtOn goto.n gitti. Boğa oğlana sürdü, geri geldi. Oğlan yine boğanın alnına yumruğunu indirdi. Oğlan bu boğanın alnına yumruğunu dayadı, sürdü meydarun başına çıkardı. Boğa ile oğlan bir hamle çekiştiler. Boğa On ayaklarını gerdi. durdu. Ne oğlan yener, ne boğa yener. Oğlan düşündü, kendi kendine dedi ki: Bir dama direk vururlar, o dama dayak olur. Ben bunun alnına neye day­ ak olur dururum, dedi. Oğlan boğanın alnından yumruğunu gi­ derdi, yolundan savuldu. Boğa ayak üstünde duramadı, düştü, tepesinin üstüne yıkıldı. Oğlan bıçağına el urdu, boğanın başını kesti. Oğuz beyleri gellp oğlanın üstüne yığınak oldular, 'yaşat' de­ diler. Dedem Korkut gelsin, bu oğlana ad koysun, blrllkte alıp babasına varsın, babasından oğlana beylik istesin, taht alıver­ sin. dedller. Çağırdılar. Dedem Körkut gelir oldu, Oğlanı alıp babasına vardı. Dedem Korkut oğlanın babasına soylamış gore­ llm hanım ne söylemiş: "Hey Dlrse Han, Oğlana beyllk ver, taht ver. Erdemlidir; Boynu uzun bidevi at ver. . . Bayındır Han'ın Ak meydanında bu oğlan savaş etmiştir, bir boğa OldünnOş, senin oğlunun adı Boğaç olsun , adını ben verdim, yaşını Allah versin, dedJ." (s. 6-8)

Bam•ı Beyrek Nasıl Ad Aldı?: "İç-Oğuz, Dış-Oğuz beyleri Bayındır Han'ın sohbetine toplanmıştı. Bay Büre Bey de Bayın­ dır Han'ın sohbetine gelrnlşti. Bayındır Han'ın karşısında oğlu Karabudak yayına dayanıp durmuştu. Sağ yanında Kazan'ın oğlu Uruz durmuştu. Sol yanında Kazılık Koca oğlu Bey Yeğe­ nek durmuştu. Bay BOre Bey bunlan gordOğünde ah eyledi, aklı başından gitti. Mendillni eline aldı, hıçkıra hıçkıra ağladı. Böyle edince, soylu Oğuzun arkası, Bayındır Han'ın güveytsi Sa­ lur Kazan kaba dizinin Ozertne çôktü. Gôzlertnl kaldınp Bay BOre Bey'ln yüzüne baktı. - Bay Büre Bey, ne ağlayıp buzlarsın? dedi. Bay BOre Bey: - Han Kazan, nice ağlamayayım? Nice buzlamayayım? Oğulda ortacıml'J yok, kardaşta kaderim yok. Ulu Tann, beni hor I") Yer1mi tutacak kimsem; mirasçım.

210


görmaştür. Beyler tacım, tahtım için ağlanın: Bir gan ola düşüp ölaram, yerimde, yurdumda klmse kalmaz, dedi. Kazan: - Dileğin burnudur? dedl. Bay Büre Bey: - Evet budur; benim de oğlum olsa, Han Bayındır'ın karşı­ sına geçip dursa, kulluk eylese; ben de baksam sevinsem, kı­ vansam , gavensem, dedi. Böyle deyince, soylu Oğuz beyleri yQzlerlni göğe tuttular, el kaldırıp dua eylediler. Ulu Tann sana bir oğul versin, dediler. O zamanda beylerin duası dua, ilenci ilenç idi. Dualan ka­ bul olurdu. Bay Bican Bey de yerinden doğrulup kalktı. - Beyler, benim için de bir dua edin, Allah Tafila bana bir kız versin, dedi. Soylu Oğuz beyleri ellerini kaldırdılar, dua ettiler. Ulu Tann, sana da bir kız versin, dediler. Bay Bican Bey: - Beyler, Ulu Tann bana bir kız verecek olursa siz tanık olun, benim kızım Bay BO.re Bey oğluna beşik kertme yavuklu olsun, dedl. Bunun Qzerine birkaç zaman geçti. Allahu Tafila Bay BQre Bey'e bir oğul, Bay Bican Bey'e de bir kız verdi. Soylu Oğuz bey­ leri bunu işittiler, şad olup sevindiler. Bay BO.re Bey bezirganlarını yanına okudu ı·ı. buyruk verdi: - Bre bezirganlar, yOce Tann bana bir oğul verdi. Vann Rumlltne, benim oğlum için görOlınedlk, yahşı armağanlar geti­ rin, benim oğlum bO.yOyQnceye değin, dedi. Bezirganlar da, oyle olsun hanım, deyip gece, gandaz yol aldılar, İstanbul'a geldiler. GOıi)lınedlk, yah armağanlar aldı­ boz aygır aldılar. lar. Bay BQre'nin oğlu için bir deniz lrulwıu 1 Bir ak tozlu sert yay aldılar. Bir de altı dlltrnli garz aldılar, yol hazırlığını gordaler.

Bay BQre'ntn oğlu beş yaşına girdi; beş yaşından on yaşına

l"l Çağırdı, davet etti.

ı••ı Denizden çıkan bir aygırın kıyıdaki kısrağa aşmasından doğmuş olan soylu tay. 'Hl


girdi; on yaşından on beş yaşına girdi. At koştursa çalınılı, çal­

kara kuş erdemli bir gazel, yahşı yiğit oldu. O zamanda, bir oğ­ lan baş kesmese, kan dökmese ad komazlardı. B ay BQre Bey'in oğlu atlandı, ava çıktı. Av avlarken, babasının tavlası üzertne geldi. Emrehorbaşı karş ı lad ı, indirdi, konukladı. Yiyip içip otu­

rurlardı. Bu yandan da bezirganlar gelip Karadervent ağzına kon­ muşlardı. Onup yetmesin, Avnik Kalesi'nln kafirleri bunları ca­ susladı. Bezirganlar yatarken ansızın beş yüz kafir koyuldular, bastılar. yağmaladılar. Bezirganın ulusu tutuldu, küçOğü kaça rak Oğuza geldi. Baktı. gördü, Oğuz ucw1da ı·ı bir ala sayvan di­ kilmiş. bir bey oğlu, gaze l yiğit kırk yiğitle, sağında solunda otu­ rurlar. Olsa olsa Oğuzun bir yahşı }1ğidid ir yürüyeyim, yardım .

isteyeyim, dedi. Bezirga.n : - Yiğit . yiğit. be y yiğit, s e n benim ünüm anla, sözüm dinle! On a ltı yıl

ol uyor, biz Oğuz içinden gıtıniştlk. Görülmedik kafir malını Oğuz beylerine getınyorduk. Pas lnin Karadervent ağzına yan vermiştik. Aynik Kalesl'nin beş yüz kafiri O.zerimize koyul­

du. kardaşım tutsak oldu. malımızı, yiyeceğimizi, içeceğimizi yağmaladılar, geri döndüler. Kara başımı kaldırdım, sana gel­ dim . Kara başım sadakası yiği t, bana yardım, dedi. Bu kez oğla n şarap içerken !Çmez oldu. Altın

ayagı

ı··ı elin­

den yere çaldı.

- - Ne diyorsan alın, gelin! Giytmimle ı-·ı benim şahb:.ız atım;

get!Iin. Hey beni seven yiğitler binsinler, dedi. Bezirgan da önle­

rine düştü, kılavuz oldu. Kafir de oturmuş , bir yerde akça üleş­ mekle idi. Bu arada, erenler meydanının arslanı, pehlevanlann kaplanı Bozoğlan çıktı geldi. Bir- iki demedi, kafirlere kılıç çaldı. ,

Baş kaldıran kafirleri öldürd ü , savaş eyledi. Bezirganların malı­

nı kurtardı

.

l"l Hududunda, sınırında.

(••) Bard:ığı, kadehi. ı•••ı Zırh.

212


Bezirganlar. - Bey yiğit. bize sen erlik işledin. gel şimdi, beğendiğin mal­ dan. al, dediler. Yiğidin goza bir deniz kulunu boz aygın tuttu, bir de altı di ­ Iımli gorza. bir de ak-tozlu yayı tuttu. bu açana beğendi. -Bre bezirganlar, bu aygın. bir de bu yayı ve bu gaızo bana verin , dedi. Böyle deyince bezirganladJOzuldu. Yiğit: - Bre bezirganlar çokmu istedim, dedi. Bezirganlar: - Neye çok olsun. ama b,lzlm blr beyimizin oğlu var. Bu Oç nesneyi ona armağan götürmemiz gerek idi, dediler. Oğlan: - Bre beyinizin oğlu kimdir, dedi. - Bay Büre'nin oğlu vardır. adına Bamsı derler. dediler. Bay Büre'nin oğlu olduğunu bilemediler. Yiğit parmağını ısırdı: Burada minnetle almaktansa orada babamın yanında minnetsiz almak yeğdir, dedi. Atını kamçıladı, yola düştü. Bezir­ ganlar bakakaldı. Bozoğlan babasının evine geldi. Bezirganlar geldi deye babası sevindi. Çadır, otak, ala say­ van diktirdi. ipek halı seccadeler yaydı, geçti oturdu. Oğlunu sağ yanına aldı. Oğlan bezirganlar işinden söz söyle­ medi, kafirleri koğduğunu anmadı. Birden bezirganlar yiğidin, Bay BQre'nin sağında oturduğu­ nu gördüler. Yüzlerini yere koyup yürüdüler, o yiğidin elini öptüler. Bunlar böyle edince Bay Büre Bey öfkelendi. Bezirgan­ lara: - Bre kaoot-oglu kavatlar ı-ı . ata dururken oğul elini mi öperler. dedi. - Hanım, bu yiğit senin .oğlun mudur, dediler. - Evet, benim oğlumdur, dedi. - ôyle ise incinme sultanun, ilkJn onun elini OptoğümQze. Eğer senin oğlun olmasaydı bizim malımız GQrcinstan'a gitmiş­ ti , hepimiz tutsak olmuştuk. dediler. ·-

ı•! Pezevenkler, gl<lilerln g!dilerl (küfür sözi'ı).

213


Bay Bare: - Bre, benim oğlum baş mı kesti? Kan mı döktü? dedi. - Evet, baş kesti, kan döktü, at üstünden adam aldı, dediler. - Bre bu oğlana ad koyacak denli varnudır? dedi. - Evet sultanun, artuktur bile, dediler. Bay BQre Bey hemen soylu Oğuz beylerini çağırdı, konukla­ dı. Oğlunun yaptıklarını anlattı. Bütün beyler alkışladılar. Son­ ra Dedem Korkut geldi, oğlana ad kodu. [ . . . ) Adını ben verdim, yaşını Allah versin! dedi. Soylu Oğuz beyleri el kaldırdılar. dua ettiler. Bu ad, bu yiğide kutlu olsun, dediler. (Dede Korkut s. 48-54/s. 38-4 1 )

34. KİMİ 'TERİMLER Karım: Her yiğidin düşman tarafında kendisine denk bir vuruşçusu vardır. Yiğıtler, ancak kendi karımıarıyle boy ölçüşürlerdı.

Adam aktarmak: Savaşta bir savaşçının düşmandan bir savaşçıyı tutsak alması. Sü.: Sü "asker" anlamınaydı. Bundan dolayı askerbaşına subaşı demek yanlıştır, sübaşt demek gerekir. Süngüşmek: Savaş etmek anlamınaydı. öge(Öke): Savaşta genç tiginler(prensler) kumandanlık gö­ revini yaparlardı. Fakat bunların yanına genelkurmay başkanı (erkan-ı harbiye reisi) makamında yaşlı ve deneyimli bir general verilirdi. Buna öge adı verilirdi. Anlamı "bilici, akıllı, deneyimli" dir. Ordu: Saray çadın, hakanın otağı (otağ-ı hümayun) anlamı­ naydı. Cengiz'in her eşinin bir ordusu vardı. Gecede birisinde yatardı. Ordunun bu günkü anlamında sü sözcüğü kullanılırdı. Altm Ordu: Altın otağ anlamınaydı. Cengiz Han. Altay Han­ lardan ganimet olarak aldığı altın otağı torunu Batu Han'a ar­ mağan etti. Bu nedenle Batu Han'ın kurduğu devlete Altın Ordu devleti denildi. 214


Ordu Kent: "Saray şehri" yani başkent demekti. Han Balık: Bu sOzcOk de "başkent" anlamınadır.

Pekin kentine de Ozel ad (alem) olmuştu. İnak: "Mutemet", "danışman" dernekti. Cılasunlar: Genç yiğitler demektir. Alplar: Onlar şanlı emirlerden olan yiğitlerdir. Alpagutlar: Alplar içinde sivrtlen bir tür yiğitlerdir. Şölen: Oğuzlar'da hanlar hanı Ue beyler beyinden ve ylrnıi dört [Oğuz] beyinden ve inaklardan oluşan resmi divana denillr­ di. Bu şölen kesinkes bir toyu da kapsardı. Çünkü obalar birbi­ rine uzak olduğu için, bir şölene gidenler orada yemek içmek zorundaydılar.

Oba:

Sürekli olarak birlikte konup göçen bir göçe "oba" de­

nlllrdi.

Kinget:

Şura (danışma meclisi) , gOrüşme(meşveret) anlam.ı­

naydı.

Kurultay: llhanlığı oluşturan sülaleye bağlı prenslerle, ha.­ kanlar, yabgular, tudunlar, vd. askeri ve mülki memurlardan oluşan millet meclisi demekti. Uhanları göreve getiren ve gorev· den alan bu meclisti. Töre: Coutume=alışkı(teamül) anlamınaydı. Yasa: "Kanun" demekti. Yasak ondan alınmıştır. Altın Yasa: Cengiz Yasası. Altın Defter: Bu yasayı içeren kitap. Yam: Menzll demekti. Yamçı menzilcilerin giydikleri

yağ-

murluk.

Tigin: Baba yönünden prens. İnal: Ana yönünden prens. Katun: Prenses. Türkan: Melike, Hakan'ın saltanatta ortağı. Yarlıg: Yazılı buyruk (emirname) , ferman. Tarhan: Büyük işler gören adamlara tarhanlık rütbesi veri­ lirdi. Tarhana yurtluk, ocaklık olmak üzere bir malikane veril­ dikten başka aşağıdaki ayrıcalıklar da verilirdi. Tarhanın yurt­ luğu içinde oturanların vergi, askerlik gibi y11kürnlülüklert yoktu. Bu yükümlülüklerin yerine getir11rnesi tarhanı ilgilendi­ rirdi. Tarhan dokuz suça(cürüm) değin cezadan bağışlanırdı.

215


HOkümdann sarayına izinsiz girip çıkabilirdi. Bu ayncalıklan dokuzuncu göbeğe değin oğullarına kalırdı. Tarhanlı.k, soylu olmayanlara bir tür soyluluk. veren bir bağıştı. Eski TOrkler'de soyluluk kalıtsal olduğu için, halktan (avam) birisinin bir tür soyluluk kazanabilmesi ya potlaç yo­ luy!e ya da tarhanlık yoluyle olurdu. Şu kadar var ki potlaç yo­ luyle soyluluk kazananlar, kendi glriştmlertyle bunu başarırlar­ dı. Tcırhanlık rutbeslnl ise hükümdar verirdi. Fakat hOkü;:-.-: :mn bu rütbeyi verebilmesi için, alacak adamın ulusa ve d� ·.-Jete büyük bir hizmette bulunmuş olması gerekirdi: Büyük bir yangını söndürmek, denize düşenleri kurtarmak. sa­ vaşta generallerden birini tehlikeden korunıak, hakanı tehlikell ve zararlı bir yerden çıkarmak, kadınlan, çocukları korumak, tehlikeden kurtarmak glbl. Orhon Yazıtlarında Göktürkler'ln kurultay örgatleri şöyley­ di: "sağda şadlar ve pıtlar(boy beyleri) . solda targat(tarhanlar) ve buyruk beyleri. ''101 Görülüyor

k1

tarhanlar salt siyasal meclislerde de Oyeydller.

Başka ulusların yasalarında, yalnız suçlara karşı vertlecek cezalar yazılıdır. Türk töresi ve yasası ise hizmetlere karşı verile­ cek ôdOlleri de gösterirdi.

[ÜçOn�a Kitabın Sonu)

M Karşılaştınnız: " . . . . . güneydeki şad pıt beyleri, kuzeydeki tarkat,

buyruk beyleri, . . . " (M. Ergin, Orhon Abideleri,

216

s.

1) [Y. Ç . )


DÖRDÜNCÜ KİTAP TÜRK AİLESİ



1- İSLAMLIKTAN ÖNCE

TÜRK AİLESİ

İslamlıktan önce TOrk ailesi "boy, sop. soy, baba-yanlı aile,

evlilik ailesC' adlı beş tipten geçmiştir.

l. B OY Boy, "phratrte" sözcüğünün karşılığıdır. Batı Oğuzlar'da her Oz(aşlret: oymak) dört boydan oluşurdu. Oğuz ll1 yedi özü ve yir­ mi dört boyu kapsardı. Her boyun bir tamgası(damgası) vardı ki bir totemin kalıntısından başka bir şey değildi. Oğuz TOrklert'nde bir adamın künyesi boyunun adı ile ken­ di adından oluşurdu. Boy adı Avrupa'dakl aHe adı yerindeydi. Fakat onun gibi küçük addan sonra gelmezdi, tersine önce ge­ lirdi. Örneğin Salur Kazan denilirdi. Salur boy adıydı. Kazan özel addı. BL@düz Emen. Kayan Selçuk gibi sanlarda da birinci sözcükler boy adı, ikinciler kişi adıdır. Dede Korkut Kltabı'nda bu adlan görüyoruz. Kaşgarlı Mahmut da Dtoonil J..ugat'ında diyor ki "Bir adamın kim olduğu billnmek lstenlldlğl zaman hangi boydan olduğu son..ılur, o da örneğin Salur boyundanım derse nereden olduğu anlaşılmış olur." Bu olgular bize boyun aile niteliğini çok güzel kanıtlıyor. Aile adı Macarlar'da da Ozel addan önce gelir. Bizde de zade ya da oglu sözünün eklenme­ siyle aile adı kişi adından önce gelir: Ştroanizade Alt Bey, Çapa­ ııoglu Ahmed Bey gibi. Boy adının kişi adından sonra geldiğine 1llşkin örnekler de 219


belırtilebiUr. Örneğin

Yunus Emre, Tapduk Emre adlannda ol­ Eymir,

duğu gibi. Burada Emre sözcQğü Oğuz boylarından olan

l:.ymir tu boyunun adı ise o zaman boy adının kişi adından sonra gelebildiği keslnlık kazanır. Fakat klmtlerine göre Emre SôzcOğO "aşık" anlamında bir sıfattır. Doğru olan bu aşık ise o zaman boy adının klşl adından sonra gelmesi sorunu kalmaz. Oğuzlar'a gore boy adlan Oğuz Han'ın yirmi dört tonınun adlandır. Bir boyun bireyle ri, boyun adını, eski dedesinin adı sayardı.

Tarihin yettşemediğt en eski zamanlarda, boy ana-yanlı(madert) idi. Yani çocuk anasının boyuna bağlı olurdu. Sonradan boy

baba-yanlı (pederi) nıtelığe girdi. Bunun nedeni şudur: Bu eski

dönemlerde

de

koca

kalın vererek kansını

kendi

obasına

götürürdü (oba "campement" karşılığıdır ki blrltkte konup göçen çadınn

toplamı

demektir.

Arapçası

hayy sözcüğüdür.

Oba

çoğunlukla soydan oluşur.) Çocuk bu obadaki toplumsal yaşa­ ma katılınca yavaş yavaş bu topluluğun toplumsal bilinciyle eğl­ Ulmeye başlanır. Böylece boy ana-yanlılıktan (maderilik) baba­ yanhlığa (pederllltk) geçer. Oymaklarda başkanlıklann oluşumu da bu erkekleşmeye yarar. Çünkü başkanlar erkek olduğtı için onlann temsil ettikleri boylar da erkekleşir. Boyun eskiden ana-yanlı olduğuna en bOyük kanıt şama­ nlzmin ana-yanlı olmasıdır. Yakutlar'da şamanların totemleri ve koruyucu ruhlan ana-yanlı olduğu gibi bu ilde laiklerin dişl­ koruyuculan da ana-yanlıdır. Boyun bireyleri arasında çeşitli dayanışmalar vardır:

1.

Siyasal dayanışma:

Kan davası dayanışmasıdır. il kurul­

duktan sonra, kan davası yasaklanmıştır.

2.

Ahlaksal dayanışma:

Boydaşlar malca birbirine yardım

ederler ve her şekilde birbirine yardımda bulunurlar. Bu yar­ dımlarda bulunmak için aynı boy adını taşıyan bireylerin ke ­ sinkes ayru ilden olması gerekir. Bazen bir il, çok sayıda illere bölünmüş bulunur. Başka başka adlar taşıyan bu Uler iç inde aynı boy adlan bulunabilir. Örneğin Afşar. Bayat, Çepni gibi boy adlarına Selçuk Oğuzla -

220


n'nda, Harizm Oğuzlan'nda. Arabistan Türkrnenlert'nde, Azeri

Türkmenlert nde rastlanabilir. Bu dört Oğuz ilinin her biri ayrı­ '

ca

yirmi dört boydan oluşm uştur. Bu boylar aynı adları taşırlar.

Bir Çepnl yalnız kendi tli içindeki Çepniler'le değ!I, başka iller­ deki Çepntler'le de nerede nı.stgelse kendi malikeslni bulmuş gibi sevL'lir ve yardımlaşır.

3.

Din.sel dayanı,ma:

damgalan vardır

Boydaşlann kutlu olmak üzere birer

ki totemizm döneminden kalmadır. Yani her tamga eski zamanda bir totemdL Sonradan bu niteliğini yitire­ rek taıı ıga biçimine girdi. Zaten b aşka uluslardaki tam galar ar­ .

malar, sancaklar da e s ki totemizmin kalıntılandır. Boydaşlar arasında birtnin

cen aze si nde

bulunmak, doğuş, ve evlenme ve

erdlnne(t nitlation) zamanlanndaki törenlere ve ziyafetlere katıl­

mak gerekir. 4-.

Ekonomik dayanıtma:

Boyun bireyleri arasında ekono­

mi k dayanışma da vardır. Çayırlar, ormanhır, yaylaklar, kışlak­

lar boyun ortak malıdır. Fakat bireyler

arasında ayn ı hizad a

uzunlamasına bölümnQştür. Bununla birlikte ge re ktiği zaman­ larda bu bölmeyi adalete uydurmak için yeniden bôlme lşl yapı­ lır.

Demek ki boyun bütün hayvanları, eşyası,

tamgasıyle

hazinelcıi boyun

damgalanır. Bu ortak d amga . manevi m üU:.lydte de

dolaylı bir katılmanın varlığını gös te rir.

Oğuzla rd a

�uz oymagı topluluğu

çözülerek bunun simgele ­

n boy lara geçmişti . Örneğin doğacı (natürist) tanr ılarla

ongun

!ar ve sünügler gibi. Boyun toplumsal yapısına gelince, bir boyun demokrat ya

ckı artstokrat oldu.E;una göre değişir. Demokrat bir boyda yalnız

boyun kanca ortak bulunan bireyleri bulunur. Bunlar hukukça

blrbirtne eşittirler. Başlannda bütün oymaktaşlardan kurulu bir rneclıs bulunur.

Aristokrat boylarda, boyun soylu olan bireylerden başka oy·

mak adlı halktan (raiyye), kün adlı köle ve cariyelerden oluşan

doğal topluluklar da bulunur. Boyun başkan ına Oğuzlar'da boy­

beyi ad ; verilir. Bir adı da tud.Wl dır. Zaten tudun,

boy be)i

de-


mektır. llk dönemde tudunlar, boylannın bireyleriyle eşittirler. Sonradan ulus, ·oymak, kw gibi toplulukları egemenliği altına alınca tudun da sulta sahibi .olur. Oysa demokrasi döneminde yalnız yetkeye sahipti, sultaya sahip değildi. "Falan bey ulusu­ nu, oymağını, kününü aldı gtttt" denildiği zaman, hem ilden .olan boydaşlannı, hem de uyruklannı, tutsaklarını aldı gitti an­ lamı anlaşılır. Boy beyinin yanında kırk ytglt bulunur. Demokrat boylarda kırk ytgit boyun gençlerinden olur. Aristokrat toplum­ larda ise oymaktan seçilir. Bunlara beylerden ayırmak için buy­ ruk adı verilir. Sonralan oymak, gereğinden çok büyümüş olan boyun bölünmesinden ortaya çıkan bölümlere ad olmaya başladı. Bugün Tı1rkmenler'de boy, oymaklardan, oymaklar da tire'lerden oluşur. Bunlar küçük boylar anlamlarınadırlar. Araplar'da boya batn adı verilir. Örneğin Kureyş budunu (ammare) iki batna aynlmıştı: Bent Mahzum. Bent Abd-1 Menaf. Araplar'da Cahtltyet zamanında bile totemizmin izleri kal­ mamıştı. Bununla btrltkte Arap oymaklannda kut anlayışı var­ dı. Araplar kuta yani manaya kerat derlerdi (Bugün Mala'lar mana'ya kirtt diyorlar.)

2. S O P

Sop, eski Türkçede "semiye" anlamınadır. Bu sözcüğün semtyye anlamına olduğunu, bugünktl Yakutlar'da canlı olarak görüyoruz: Annee Sociolcıgique'tn beşinci cildinin 364. sayfasından aşağıdaki sözleri alıyoruz: 'Yakutlar, Stbtrya'nın kuzeydoğusunda, dünyanın en soğuk ülkelertnden birinde yaşamakta olup 220.000'e yakın nüfusları vardır. Yerleştlklert toprak oldukça geniştir. BQtOn koşullar ve durumlar bu budunun birçok küçük topluluklar halinde birbi­ rinden uzak olarak yayılmasını ve böylece en eski alışkılarının kalıcı olması sonucunu doğurmuştur. 222


Bu budunun en temelli toplumsal bölüğü sip adını alan semiyyedlr.

S!p'tn

ne yapıda olduğuna, oluşumunun niteliğine

ilişkin bilgilerimiz pek eksiktir. Fakat biliyoruz ki bu topluluk, soyca birbirinin akrabası olanlardan başka birtakım yabancıları da kapsar. EkonomJk. zaruretlere göre genlşllğl değişir. Semlyey1 ayırt eden nitelikler duğu

bellidir.

arasmda bu saydığınuz nlteUkler de bulun­

Slpin

bireyleri

arasındaki

dayanışma

oldukça

güçlüdür. Bununla birlikte bu güç a7.almaya başlamıştır. Toprağa sahip olan slptlr. Toprak bireyleri arasında bölünmüşse de zuglar (toprak bölüşümü) dalma yeni böhlnmelere ve ödanlere bağlıdır. Orman ve mera slpln toplumsal mallan(ortak mallan) sırasında kalır. Batan bu örgütte ortaklıkçı bir ruh egemendir. Dahası özel ev­ ler bile yalnızca sahiplerinin yararlanmasına özga değildir. Her rastgelen, istediği eve girerek gündüz ve gecenin her saatinde orada kalab111r . Bir slpln kapsadığı özel ailelere (yani evlere) gelince, bunlar oldukça

güçsüz

bir

bağa

sahip

olup,

hukuksal

örgütten

batanüyle yoksundur. Yani bunlar ancak "doğal aile" niteliğin­ dedir. Dinsel, ahlaksal, hukuksal yaptırunlara sahip olmadığı için "toplumsal aile" sırasına geçmemiş, bir kurum değerini alamamıştır. Dahası kan-koca ve çocuklarından oluşan küçük topluluğa özgü bir ad bile yoktur. Bunlar hukuksal topluluklar­ dan olmayıp. eylemll(ftlll) topluluklar niteliğindedir. Bu nedenle bireyleri arasındald 111şk1ler de oldukça goçsüz bir ahlaksal nltellk taşır. Bu topluluğun içindeki sıra ve dazen basbatan mekaniktir. GaçlO olan güçsüzleri egemenliği altına almakla geçici bir düzen sağlayabllir. Baba, ana ile çocuklar arasında belirli ve tanınmış görev yoktur, tersine sOrekll bir karşıtlık var­ dır. Çocuklar ufakken, evin başı, karısına ve çocuklarına mut­ lak derecesinde bir yetkeyle dilediğince hükmeder. Fakat çocuk­ lar kendi kendilerine yetecek bir yaşa gelir gelmez bağımsızlık­ larını isterler ve aynca ev-bark sahibi olabilmek için babalanrun mallarından bir bölümünü zorla alırlar. Sonra ne vakit ki ana ve baba kocalmaya başlarlar, bu kez dllerlAğjnce h�etme sır­ ası çocuklarına gelir ve bu hakmetme işi oldukça ağır ve acı olarak sürer.

223


özel ailede hukuksal orgütün bulunmadığı, akrabalığa ilişkin deyimlertn olmarnasıyle de kanıtlanır. Yakutçada bir çocuğun babasına, erkek ve kız kardeşlerin blrtbiıine olan ilişkisini belir­ tecek açık sözcCikler yoktur. Bu yoldaki anlamlar sipin çeşitli göbeklerinden kuşaklarından baş gösteren bir sözcüğe sahip ol­ duğu gibi kendisinden önceki ve sonraki göbeklere kuşaklara ilişkin de birer sözcüğü •ıardır. Demek ki Yakutlar'da gerçekten kurulmuş ve gelişmiş biricik akrabalık sop akıabalığıdır. Böy­ lece sop örgütünün özel aile örgütünden önce olduğu bir kez daha kanıtlanmış olur. ôı:el aile olgu(vakıa) halinde vardır. Fa­ kat toplumsal bir kurum olmaya yeni başlamıştır. Evlerune iliş­ kilerinde "dışarıdan evlenme" bir kuraldır. Yakut, bağlı bulun­ d u �u slpln içinden evlenemez. Fakat gelenekler eskJ zamanlarda var olan ilkel bir "!çerden evlenme" kuralım koru­ makta ve kim i deyimlerde bunun lzlertnl saklarnaktadır.''ı ıı Bu sözlerden anlaşılıyor ki Yakut Türklert'nde sopun (semlye) adı s tpt ır 1 1 Bu sözcük Kaıa Kırgızlar'da sibit biçimini, Batı Oğuz­ lar'da sop biçimini atmıştır. Yakutlar'da sopun biricik toplumsal aile olduğunu görd ük. Bu sopun ana-yanlı ve baba-yanlı saplar­ dan oluştuğunı.ı da başka kaynaklardan öğrenlyoıuz: . "

Sernşevskiy. Reı.ıue .De L'Hisıotre des Rcligiurıs adlı derginin 47. cildinde yayı mladığı ''Yakutların İnanışına Göre Şamacılzm" adlı bir incelemesinde (s. 204-23:3) ve (238- 299) . Yakutlar'da A!ja Uza:. Bab:ı Oymağı ve Eye Uuı; Ana Oymağı adlı bir örgüt vardır.

Aga baba anlamına. E:Je ana a:1larnınadı r. Öz (Uza) sözc O gü is e akraba- ve oymak anlarnlannadır. Özler, baba-yanlı ve ana­ yanlı olmak üzere iki biçimi kaps?._dığı gibi. boylar ve suplar da baba-yanlı ve ana-yanlı biçimlerine sahiptir. Her şaman vaktiyle bir ana sopunun temsilcisiydi. Bu nedenle totemler. sonralan soplanrı temsilcileri olan şamanlara geçmi�tır. Yakutlar arıa­ yanlı toteme iye Ktla ı··ı derler. Yakutçada iye an a deme ktir ve Kila da h;,;yvan demektir. Bu llrJ sôzcOğün birleşmesinden ana totemi, yani maden totem oluşur. ( l l Eski Türkkr ll'ln içim.len

1.

ve

um enel kurala uygundur. (Z.G.) •ı

Aynca bakınız A. lnan, E..-<ki Türk lJl•ıi Tarihi,

t'"! A. lnan'a [/,öre ye kııl (a.y.

224

sop'un dışından evlenirlerdi. Bu dur­

s.

i 701

s.

168


Şamanların lye Klla'lan boğa, tay, kartal, geyik. ayı, kurt, köpek, karga gibi hayvanlardır. Bunlara "ruhları yiyen koruyu­ cu hayvanların hayalleri" denlllr. Yakut lll nin eski ana-yanlı

örgo.to. bozulduktan sonra izleri yalnız şaman örgO.tO.Ode kal­ mıştır. Bundan dolayı şamanların birer ana-yanlı toteme sahip olmaları, eski örgütteki sopların temsilcileri oldukları içindir. Nasıl ki Yakutlar'da dört adetten çok olmaması gereken dort boyıık şaman da ilin eski bölümleri olan dört ulus'un temsilci­ leridir. Şarnanlann amagat adlı bir koruyucuları vardır ki "tan­ nça" anlamınadır. Umay sözcüğü gibi "tanrıça" arılarnınadır. Bundan başka şaman olmayan bireylerin yani laiklerin de lyect: iye hezit adlı birer koruyucu ruhları vardır. Seroşevskly'e göre "hezlt" eklnln(edatının) Batı Türkçesindeki karşılığı -ci ekJdlr. Bundan dolayı bu sözcük "anacı" anlamınadır. Bu olgular eski zamanlarda Yakutlar'da yaşamış ana-yarılı bir sopun izlerini göstermeye yeterlidir. Ana-yarılı sopu yalnız avcılıkla geçinen, sürü sahibi olmayan avcı illerde daha iyi görebiliriz. Şecere-{ TUrktye, Uygurların göç­ ten sonra çiftçi, çoban, avcı olmak üzere üç bölüğe aynldıklan söyledikten sonra (s. 1 87) avcı Uygurlar hakkında şu sözleri ya­ zıyor: "Ve yine bir bölüğü Irtış'ın doğusunda hiç hayvan tutmay­ ıp balık ve kunduz ve samur ve sansar avlayıp. etini ylylp, deri­ sini giyerlerdi. Carılı malı ve yapağıdan olmayıp pamuktan olan kumaşı ömllrlerinde görmezlerdi. Analar eğer kızlarını azarlasa­ lar "kısrak ve sürü sahibi erkeğe düşüp et ylylp, kımız içip, ba­ şına yaman gllnler doğsun" diye söylerlerdi." D'Ohsonn'un Moğ)llar Tarthl'nde

Cami-üt-Teuarth'ten

akta­

rılarak yazılmış bir not (s. 4 2 1 ) vardır: "Ormanlı Uryankitlere or­ manda yaşadıkları için bu ad verilmiştir. Bunlar Moğol budu­ nundan olan Uryankltler'le karıştınlmarnalıdır. Bunlar çadır altında yaşamazlar, hayvan derisi giyerler ve yaban ökllzleriyle koyunların etini yerler. Bundan dolayı bir baba ya da ananın kız­ ını korkutmak için yapacağı en büyük tehdit, ona "seni koyun besleyen birine vereceğim ki sürülere bakasın" demesidir. Kimi kızların bu tehdide inanarak kendini astığı gôrülrnüştllr." Bu söylentller[den) Türkler'in avcılık yaşamının kadınlar I'. U. Tarihi

-

l'. 1 5

225


için daha tyt olduğu anlaşılıyor. Son derece yoksul olan avcı TQrkler'ln kızlan bir kalın karşılığında göçebe bir TOrk ile evlen­ meyi istemiyordu. çanka kalın karşılığı olarak kocasının obası­ na giden bir TOrk kızı haklannın bir bOlamana bırakmak zo­ rundaydı. Oysa avcılık döneminde bu kızlar erkekten çok haklara sahiptiler. Bu donemde kız obasında kalarak kocası oraya gelir ve bir iç gaveyt yaşamı sarerdt. Ana-yanlı sopta aile reisi dayı'dır. GQvey onun buyruğu altında birkaç yıl hizmet et­ mek zorundadır. Bu yoldaki evlenmeye abıl anak adı vertltr. Bugünkü günde Altay'da yaşayan Baraba ilinde kalın vermeyen bireyler arasında bu tar evlenme vardır. Evlenmenin bu biçimi, ana-yanlı sop ile sıkı bir tUşk.tst olduğu için Barabalar'ın böyle bir dönemden daha yeni çıkmış oldukları anlaşılır. ı ı ı Toplumsal ailenin yalnız soptan oluşması oymak dönemine ozgadür. Oymak döneminde bireylerln yaşamını, malını, onuru­ nu koruyacak bir gavenltk goca ve hükümet bulunmadığı için, bu görevi " kan davası" Orgatü yerine getlrtrdt. Eski TOrkler birlikte konup-göçen çadırlar topluluğuna oba=campement derlerdi. Araplar buna hayy derlerdi. Bir sop Yakutlar'da olduğu gibi çoğunlukla ya bir oba halinde dolaşır ya da oturaklığı göçebeliğe yeğlerse bir köy kurardı. Cengiz yasasına göre kırkar evlik her toplulukta yılda dört evlenme olması gerekirdi. Dellkanlılann evlenmemesi yoksul­ luktan dolayı ise bu topluluğun başkanlan onlara malca yar­ dımda bulunmak zorundadırlar. Bu yardımı yapmadıklan için yılda dört evlenme olmazsa, bu topluluklann başkanlan da ceza gorurda. Sopun içinde bireysel akrabalık yerine toplumsal akrabalık var­ dır. Yani her birey kendinden Oncek.t kuşaktan olan erkeklerle ka­ dınlara ayn sanlar verir, kendinden sonra gelen kuşaktan olan er­ keklere ve kızlara da ayn adlar vertrdi. ômeğtn ben kendimden önceki kuşaktan batan erkeklere ld. batan kadınlara aba: abla de­ rim. Dedemi, babanu, amcamı, bayak. amcaoğlumu, bQyük kaıde­ ştmi hep bu SÖZie anlatının. ld Doğu TOrklertne OzgQdar. Batı Oğuz­ ları bu mevkilere aga SÖ'"�üğüna kullanırlar.dı

(IJ Gaston Rıchard, La Fenvne dans d'Hlstoire, p. 56 (Z.G.) 226


Benden köçQk olan erkek ve kızlann da ayn sôzlert vardı. Benden kQçQk olan erkeğe tnt. benden kQçük olan kıza sigftl ad­ larını vertrtm. GôıiUılyor ki sopun içinde blrblrtmizin akrabaları değil, tOmOmılz sopun akrabaları idik. Bundan dolayıdır ki bi­ reysel akrabalık terimleri yerine, bu toplumsal ve ortak akraba­ lık terlınlert kullanılırdı. Bu tor akrabalık tertmlerlne sopçu (semlyevl) akrabalık sôzlert de denilir. ÇQnkQ daha sop dône� mlnde bulunan birçok budunlarda akrabalık terimleri de bu bl­ çlmdedir.

3. B 0 Y 0 K A 1 L E L E R Toplum büyüyünce, sop daha kö.çük kısımlara bôlünO.r. Bunlara büyük ail.e adı vertlir ki Oç to..rdar: 1 . Ana-yanlı bo.ya.k aile (Madert büyük aile) ,

2. Asaba, 3. Soy

ı. Ana-yanlı Büyük Aile ya da Kardet: Soy (nesebi . ana­ yanhdır. Bu ailenin içinde yalnız "zevl'l-erham" yani ana yônQn­ den olan akrabalar vardır. Çocuk anasının totemine varts olur. Çocuğun babasıyle hiç bir toplumsal akrabalığı yoktur. Ço­ cuğun velisi dayı'sıdır. Anasının velisi de odur. Yani büyük kar­ deşidir. Dayının mirası kendi oğluna kalmaz, yeğenine kalır. Bu biçimdeki aile doğrudan doğruya ana-yanh soptan doğar.

2. Allaha: Baba-yanlı soptan doğar. Yalnız baba yönünden gelen akrabalar bu topluluğa glrebllir. Asaba başkanı kendisine bağlı olan bir bireyi kovabilir. Böylece onun yaptığı cinayetler­ den asaba sorumlu olmaz. Asabadan aşağıdaki ortak aileler doğar: a. Bölünmez Allaha: Buna kardeşler arasında kocalık or­ taklıgı(polyandrle fratemelle) adı verilir. Ailenin bu tipi başlıca Tibet'te vardır. Strabon'un sözlerine gore eskiden Yemen'de de vardı. Bu tor ailede ailenin malları bôlüşOlmemek için, bu mal­ lar yalnız bQyük kardeşe geçtiği gibi, evlenmek yetkisi de yalnız onundur. Mallann bôlılşQmQne yol açmamak için ôbür kardeş­ ler evlenemez. Bununla birlikte bO.yü.k kardeşe ait olan mallar­ dan yararlanma hakkım taşıdıklan gibi büyük kardeşin nikahı

227


altında bulunan sayısız eşlerden de, bu kardeşlerin yararlanma yetkisi vardır. Bu aileye göre namussuzluk(lsmetslzlik), yabancı bir erkeğe alt olan zOniyetln doğuş yoluyle aile arasına karış­ masıdır. Bu ailelerde kardeşlerin bOyll k kardeşin eşlertyle iliş­ kide bulunması, alle içinde yabancı bir öge sokmayacağı için namus kuralına aykırı görülmez. ÇOnkıl bunlara göre soyun meşruluğu, asaba dışından hiç bir kimsenin ailenin eşlertyle illşklde bulunmamasını gerektirir. b. Zadruga: Yaşayan ya da ölmOş bir dedenin oğulları ve torunları arasında miras bôlOşOmılnO kabul etmeyen bir tOr alledtr. Bu ailede retsin yeri cumhurbaşkanının yeri gibidir. Çılnkü mallar bütün aile topluluğuna aittir. İslav ve Arap ailele­ ri, bu ömektendir. Eski Ruslar'da kayınbaba geliniyle ilişkide bulunabillrdi. Çünkıl böylece asabanın dışında yabancı bir soy asaba arasına sokulmuş olmazdı. c. Ataerkil Aile: Kimi toplumlarda asabanın bütün mallan asaba reisinin olur. Böylece aile Qzerinde bir sulta sahibi olan aile reisi ailenin mallarına kendi hesap ve çıkarına olarak iste­ diği gibi tasarruf edebildiği gibi kendi eşleri ve çocukları da da­ hil olduğu halde bütün aile bireylerini satmak ve öldürmek hak­ larını da taşır.

3. Soy: Eski TOrkler'de asaba türıl allenln bu üç biçimi de yoktu. Türk ailesi, ne ana-yanlı ailesiydi: ne de asabadan doğan aile tiplerinden biriydi. Eski Türk ailesi soy adını alırdı. Soyda hem erkek yönünden, hem de kadın yönünden gelen akrabalar vardı: ve bu iki türlü akrabalar hukukça birbirine eşitti. Eski 1ürkler'de erkekle kadın birbirine eşitti. O zaman erkek toyo­ nlzm dinini, kadın şarnanlzmi temsil ediyordu. O zaman toyo­ nlzm ve şamanlzm dizgeleri yani din ile bOyO birbirtne eşit ol­ dukları için bunları temsil ettikleri erkekle kadın da birbirine eşit olmuştu. Bu nedenledir ki ana soyu da baba soyu'na eşitti. Soy, Batı TOrklerl'nde yedinci göbeğe değin çıkardı. Soyun dışarısında kalanlar yabancı sayılırlar. Bunlara yad yabancı ya da yedi yad denilirdi.

"Kızımı yedi yabancıya veririm.", "Yedi yabancı.dan kız alı­ nm" tümcelert eski zamanlarda evlenmenin yedi göbeğin dışında gerçekleştiğini ima ediyor. Doğu TOrkleri'nde soy dokuz göbeğe değin çıkar: Tarhanla­ rın ayrıcalıkları dokuz göbek sürer, dokuz atası demirci olan bir

228


adam şamanlık edebWr(Moğollar demirciye darhan derler). Bu olgular gösteriyor ki soyluluk dokuz göbek sQrdQğü gibi yeniden soyluluk ve kutsallık kazanmak için dokuz göbeğin kutlu bir sa­ nat olan demirciliği yapması gerekirdi. Ana soyu ile baba soyunun eşit olması, soyluluğun da iki yönlQ olmasını gerektiriyordu. BugQnka Harizm TQrkleri'nde bir kız hem babası hem de anası TQrkrnen olmayan bir delikanlı ile evlenmek istemez. ÇQnkü bir deUkanlının tam soylu olması, onlarca hem babasının, hem de anasının Tarkmen olmasıyle kabildir. Eski Tarkler'de dahası prensliğin de iki biçirni vardı. Baba yönünden prens olan ttgtn. ana yönünden prens olana inal derlerdi. Bugün Kaçar sülalesinde, bir şehzade hem baba yönün­ den hem de ana yönünden Kaçar prenslerinden olmadıkça şah olamaz. Eski Tarkler'de sQlale içinde soyda büyük olan şehzade. hükümdar olurdu. Sabık Osmanlı hanedanı da böyledir. Oysa Avrupa uluslarında ve Mısır'da evde büyük, hükamdar olur. Boy ve sop dönemleri geçtikten sonra soy adlan da aile adı ol­ maya başladı. Çapanogullan, Kozanogullan gibi.

4. BABA-YANU AİLE (PEDERİ AİLE)

Eski Tarkler'le Cermenler'de bulunan eşitlikçi ve iki yanlı aileye soy, Almanca Sippe adı verilir. Fakat soy büyük bir daire­ dir ki çok sayıda orta ailelere ayrılır. Bunlara baba-yanlı aile adı verilir. Baba-yanlı alleyt, ataerkil (pederşahi) alle ile kanştınnamalı. Çünkü ataerkil ailede akrabalar, yalnız asabalardan oluşurdu. Aile içinde kadın ve çocuğun hiç bir değeri yoktu. Aile reisi bun­ ları satabiUr ve öldQreblllrdi. Ailenin malları da yalnız aile relsl­ nindi. Eski Romalılar'da ve bugünkü ÇlnUler'de ataerkil aile bi­ çimJ yürQrlaktedir. Baba-yanlı aile ise bütünQyle özgür ve eşitlikçi bir ailedir. Akrabalık onda bir yanlı değil. iki yanlıdır. Amca ile dayı. hala ile teyze, amcaoğlu ile dayıoğlu. halaoğlu ile teyzeoğlu birbirine eşittirler. Eşler de bayük haklara sahip olduklanndan kocalan­ na eşit gibidirler. Çocuklar da ataerkil ailede olduğu gibi, aile

229


reisinin keyfine bağlı değildir. özetle baba-yanlı aile, özgQrlQkçO ve eşitlikçi bir ailedir. Ve Cermen ailesi aracılığıyle bugQnkQ Av­ rupa ailesinin kôkenidir. Tiırk ailesine gelince o da baba-yanlı aile dlzgesindedir. Eski Türkler'de din ve bQyQnQn eşitliğinin erkekle kadının eşitliğine neden olduğwıu, Birinci Bôlümde göstermiştik. Ataerkil ailede, ailenin atası, bir mabut idi. Bu mabudun yeri evin ocağıydı. Bu mabuda man ve bu dinsel dizgeye manizm adı verilir. Eski Türkler'de ataerkil aile bulunmadığı için manlzm de yoktu. ÇQnkü Eski Türkler'de ocakta barınan mabudu yalnız babanın mabudu değildi, ananın da ocakta barınan bir mabu­ desi vardı. Bunlardan blrlnclsine Od Ata. öbürüne Od Ana deni­ lirdi. Grenard diyor ki: "Doğu Türkleri'nde halcı aile ateşinin sOnmesine-nedenini bilmeksizin- çok özen gösterirler. Evin sa­ hibesi her akşam ateşi kül ile örter. Sabahleyin Türkler'ce kut­ sal tanınan bir ardıç dalıyla bu ateşi yeniden canlandırır. Bu ar­ dıç dalını alevlendirdikten sonra eline alır, oda oda dolaşarak evi bwıunla temlzler. Eğer kaza olarak mutfağın ateşi sônerse­ çünkü kutsal olan ateş ancak mutfağın ateşidir- bunu kibrit ile yakmaya kalkışmaz. soydan olması gereken komşwıwı ocağın­ dan eğreti olarak aldığı korlarla yakmayı daha iyi sayar. Bu ateş e!!!ki Hint-Avrupalılar'da olduğu gibi, eski Türkler'de de ataların dalma canlı olan ruhu, ailenin aynı zamanda hem görünen sim­ gesi, hem de mabudu niteliğindedir. BugQn Kırgızlar'la Kazak­ lar. çadırlarının ocağına bir kurban swıduklan zaman. ailenin mabudunu Od Ata, Od Ana diye çağırırlar. bu olgulardan anlaşı­ llyor k1 eski Türkler'de bir tQr manlzm vardı. Fakat bu manlzm yalnız dedelerin ruhlarını değil. bQyQk annelerin ruhlarını da mabut sayıyordu. Bundan dolayıdır k1 aile ocağının ateşine yal­ nız Od Ata denmiyor, Od Ana da deniyordu. Demek ki bu ateş­ te hem dedelerin ruhu hem de bQyak annelerin ruhu yaşıyor­ du. Bunwı sonucu olarak eski Türkler'de yalnız ataerkil olan bir aile oluşmanuş, baba soyu ile ana soyuna aynı değeri veren çift yetkeli eşitçi bir all� tipi ortaya çıkmıştır. Kimi gezginler ev içinde Od Ata ile Od Ana'yı temsil eden birtakım putların varlığı­ nı da haber vennlşlerdir. Baba-yanlı aile'ye Doğu Türkleri 230


türkün derlerdi. Batı TOrkleri boz ocak ve baba ocagı derlerdi. Doğu Tarklert'nde baba-yanlı ailedeki akrabalık tertmlert şunlardır. Akan Oge Er Konçuy Un Oğul Kız Oğul

Baba Ana Eş (zevc) Eş (zevce) Erkek çocuk Kız çocuk

5. EVLİLİK AİLESİ

Eski Tarkler'de bir delikanlı evlenecek yaşa gelince bir yiğit­ lik göstererek il meclisinden ulusal bir ad alırdı. Böylece adaş niteliğini erkek: "ermiş" değerini kazanarak yurttaş haklarına (hukukuna) sahip olurdu. Ailesinin özel yetkesinden çıkarak, ulusun kamu yetkesi altına girerdi. Eski Tarkler'de mirasın geçişi (intikali) için baba ve anamn ölmesi gerekmezdi. Ailenin mal.lan bütün aile bireylertntndi. Hangi oğul ergenlik yaşına gel­ dikten sonra bir yiğitlik göstermeye çalışırdı ve bir yiğitlik gös­ terdiği gün toplumca ulusal bir ad verilirdi. Dede Korkut Kita­ bı'nda bu konuda ozan'ın önderlik ettiğini görüyoruz. Ozan bu küçük yiğidin babasına der ki: Senin oğlun bir ytğttltk yaptı. Ona bir ulusal ad verdik. Sen de ona sürO.lertnden, otağlann­ dan, oymaklarından ayınp bir ordu ver. O zaman ordu şimdiki anlamında değildi. Bir beyin saray çadırları ile has kullarından ve uyruklarından oluşurdu. Her ilhanın, her hakanın, her yab­ gunun, her tudunun kesinkes bir ordusu vardı. Birçok hatun­ lar olursa her blrtnin bir ordusu olurdu. örneğin Cengiz Han'ın dört hatununun birer ordusu vardı ki Cengiz Han gecede bırtne giderdi. Evltlik ailesi (lzdivaci aile), evlenmenin sonucudur. Bundan dolayı ona evlilik ailesi denilir. Tarkler izdivaca evlenmek, ev­ bark sahibi ol.mak derler. Bark Orhon Yazıtlarında "tapınak(ma­ bet)" anlamınadır. Hakan türbelerinin yanında bir tapınak yapı23 1


lır, orada kurbanlar kesilirdi. Ev de kutsal bir tapınak olduğun­ dan

bark adını alırdı. Eski Tılrkler'de bir genç evlenirken, ne kansını kendi babası­

nın ocağına getlrlrdl. ne de kendisi kansının ocağına giderdi. iç gaveylik oL"Tladığı gibi iç-gelinlik. de yoktu. Erkek, baba ocağının mallarından hissesini alır. kız da

yumuş adlı bir çeyiz getlr1rdl.

Bu çeyiz aile arasında verilen hediyelerden, armağanlardan blrl­ klrdJ. Gelin ve gaveyı mallarını blrleştlrerek ortak bir ev sahibi olurlardı. Teke'lerde bunlann kurduğu yeni aile ocağına

ak ev

derlerdi. Eski çadırlar zamanla kirlenmiş, esmerleşmlştlr. Yeni evllllk için yeni bir çadır yapılırken temiz ve beyaz olduğu için ak eu adıyle adlanır. Eski Tılrkler'de evin bir sahibi olduğu gibi, bir de sahibesi vardı. Evin sağ yanında "kısrak memeli" , evin sol yanında "inek memeli"" iki put vardı ki birincisi erkeğin (zevcin), ikincisi kadı­ nın(zevcenln) slmgelertydt. Birincisine cine

eu sahibinin kardeşi, ikin­

eu sahlbestnln kardeşi denilirdi.

Anlaşılıyor ki erkeğin cinsel totemi totemi de

kısrak idi. Kadının cinsel

inek idi.

Eski Tılrkler'de

eşik de kutsaldı. Yabancı bir adam eşiğe ba­

sarsa çarpılırdı. Evlerin saldırıdan korunması eşlklerln bu kut­ sallığından dinsel bir yaptırım bulmuştu. Bir ailenin

euUUk ailesi durumuna girmesi için, baba-yanlı

aileden doğması yeterli değlldJr. Devletçe aile hakkında yasalar çıkanlması de gerekir. Cengtz'ln yasası olan U1.ug

yasa'da devle­

tçe aile hukukuna illşkln konulmuş kurallar vardı. ômeğln bir kadın dengi olmayan bir erkekle evlenemezdi. Fakat bir kızı dengi olan bir erkek istediği zaman da babası ve anası verme­ mekte bulunamazdı. Fakat bu gibi yasalar hem pek azdı. hem de yasalar töreden çok da ayrılamazdı. Henaz

yasamaa(teşrlct) devlet dönemine

batonayle gtrilmemlşU. Bu nedenledir ki eski Tılrk ailesi, evllllk ailesinin yalnız bir başlangıcıdır. Gerçekten

evlUtk atlesi ancak euUUk

Avrupa'da son yQzyıllarda ortaya çıkabildi. Çağdaş aile.

ailesfdlr. Bu ailenin kurulması deulet'in eşitlik ve adalet azertne evUUk

kurulu aile yasaları yapmasıyle oluştu. Eski Tılrkler'dekl ailesi yalnız töreye dayanıyordu.

232


Evlilik ailesi bCtOnQyle kurulabllmek için teşrtı yasa döne­ mine glrmek gerekiyordu.

Türk alleatn.ln. İslam Döneminde Devamı: İslam ailesi eski Arap ailesinden doğduktan ve buna Yunan'la İran'ın ataerkil ai­ lesinden birtakım ogeler kaWdıktan sonra mOslQman kadını ol­ dukça elemll bir duruma dOşmOşttl. Bu elemli durumun Mı­ sır'da, Yemen'de, Magrlp'te böyle elemli bir yaşam sOrdOğO sırada İslam dünyasının ObOr köşelerinde yanı Anadolu'da Kıpçak'ta, Ira­ keyn ve MaveraOnnehlr Olkelerlnde, İslam kadınının öbOr bir bölümünün erkeklere eşit, saygın, özgor ve mutlu yaşam sürmesine neden, buralarda egemen olan Tılrk illerinden henOz eski Türk ailesinin devam etmekte bulunmasıdır. Bu alanlarda­ ki kadın yaşamını görmek için Magrtp'ten gelmiş yansız bir gez­ ginin, lbn Battuta'nın gezi kitabına göz gezdirmemiz yeterlidir. İbn Battuta Anadolu'ya girtşini şöyle anlatıyor. ı·ı "On günlük bir yolculuktan sonra Anadolu'da ilk şehir olan Alanya limanına ulaştık. Yolculuğumuz sonunda gemlnln Hırlstlyan

sahibi btroen navlun istememek suretiyle iltifatta bulunmuş idi. Bilad-ı Rum denilen bu Olke, dünyanın en gOzel memleketi­ dir. Tanrı gOzelliklerlnJ öteki Olkelere ayn ayn dağıtırken, bura­ da hepsini bir araya getlrnıiştlr. Burada dünyanın en gOzel in­ sanları, en tenuz kıyafetli halkı yaşar ve en nefis yemekler pişirilir. Tanrının yaratıkları içinde en şefkatli olanlar bunlardır ki bundan ötOıit "bolluk, bereket Şam (Suriye) da, şejkat tse Rum (Anadolu)nadrr'' denilmiştir ve bu sözle anılan Olke halkı kastedilmiştir. Bu memlekete geldiğimiz andan itibaren çevrede­ ki komşularnru7.. kadın olsun, erkek olsun durum umuzla ilgi­ lenmeden yapama.n ışlardır. Burada kadınlar erkeklerden kaç­ mazlar ve yola çıkacağımız zaman akraba ya da hane halkındanmışçasına bizimle vedalaşırlar, bu ayrılıktan dolayı üzüntülerini, goz yaşlan dökerek belirtirlerdi.

("'! Ziya Gökalp lbn Battuta Seyahatnamesinden aktardığı parçalan Mehmet Şerif Paşa'run çev:lrtstnden almıştır (lstanbul 1325/ l 9 17 / l 9) Bu çev:lrtnin dili oldukça eskidiği ve notlannın billınsel değen pek kal­ madığı için biz bu parçalan ismet Parrnak.sızoğlu'nun hazırladığı lbn Ba· tuta Seyahatnamestnden Seçmelerden (İstanbul 1971 , 1000 Te mel Eser) aldık. (Y.Ç.) 233


Bu Olkedeki adetler gereğince, ekmek haftada bir gon pişiri­ lir ve pişirilen ekmek de haftanın Otelci gonlerine elverecek ka­ dar olurdu. Ekmek gana belde erkekleri sıcak sıcak ekmekler, nefis yemeklerle çevremizi donatırlar, bunlan size kadınlar gön­ derdi. sizden hayır dua bekliyorlar, derlerdi." 0.P. s. 3-4/s. 2 1 0) İbn Battuta Anadolu'da gezerken bazı beyllklerde hllkümdar ya da bey eşlerinin katlarına kabul olunuyor, onlarla blrltkte ye­ mek yiyor. "Bu şehir (Kayseri) dahi Irak padişahının hOkrnOnde olup Olkenln en bOyOk merkezlerinden biridir. Irak ordu birltklerl burada Oslendlklerl gibi, anılan Alaaddin Eretna Beğin kadınla­ rından biri de bu şehirde oturmaktadır. Bu hatun, Beyin kadın­ lar arasında erdemi ve keremkıirlığı ile tanırunıştır. Irak sultan­ lığı ile de akrabalığı vardır. Kendisine ulu anlamına gelen Ağa diye hltabolunur ki padişahlarla illşkisi olan her kişiye bu Onvan vertllr. Asıl adı Taga Hatundur. Huzuruna çıktığımızda bizi ayakta karşıladı, güzel sözler söyleyerek selamladı. Yemek hazırlanmasını emretti. Bunun üzerine yemeğe kaldık. Ayrılırken adamlarından biri ile bize rahat ve koşumu mOkemmel bir atla bir hil'at ve para göndermiş. OzOr dilemlşti."O.P. s. 24/ s.325) lbn Battuta lznlk kentinde o zaman Osmanlı tahtında otu­ ran Sultan Orhan Gazl'nin saygıdeğer eşi Bayalun Hatun'un oturarak oradaki askere hOkOmran olduğunu bildirdikten son­ ra, adı geçenin katına nasıl kabul edildiğini ve birltkte yemek yediğini hikaye ediyor: "lznlk'te imam Hoca Esklşehirll Hacı Alaaddine inmiştik. Bu zat da pek cömert ve olgun bir kimse olup, kendisini ne zaman ziyaret etsem, yemek çıkarmadan beni salmazdı. Ne kadar gozel yOzlO ise, o kadar da iyi huylu idi. SôzO geçen Hatunu onunla birlikte ziyaret ettik. Bizlere ikram ve iltifatta bulundu. lznlk'e gellşlmlzden birkaç gün geçmişti kJ Orhan Beğ buraya geldi." (l.P., s. 46-47) lbn Battuta, Kıpçak Olkeslne girdikten sonra şöyle yazıyor: "Bu Olkede gOrdOğı1m ve beni epeyce şaşırtan· tutumlardan biri de buradaki erkeklerin kadınlara gösterdikleri aşın saygı­ dır. Bu memlekette kadınlar erkeklerden daha QstOn sayılırlar. Gerçi Beylerin kadınlarını ilk defa Kırım'dan aynlırken gormoştüm. Saltuya Beyin eşini, baştan aşağı mavi ağır kumaş-

2 34


larla kaplı, pencere ve kapılan açık bulunan kendi arabasına bindiği sırada seyretmiştim. Yanında nefis elbiseler gtymiş fev­ kalade gazel dört cariye vardı. Arkasından gelen bOtOn araba­ larda da cariyeler bulunmak.taydı. Beyin konağına yaklaşınca arabadan inmişti. Onunla blrllkte en aşağı otuz cariye de merek hatunun eteklerlnl tutmuşlardı. Kadın elbiselerinin eteklerinde ilikler vardı. Cariyeler buralardan tutarlar. Bu kez de öyle yap­ mışlardı. Hatun böylece azametle ilerlerken Beğm huzuruna geldiği zaman Beğ, hemen yerinden kalkıp onu karşılamış ve yanına oturtmuştu. Cariyeler ise Hatunun çevresini alıp ayakta duruyorlardı. Az sonra getirilen kımız tulumlarından bir kadeh doldurup iki dizi Qzerlne çökerek eliyle Beğe sunmuş, Beğ bunu içtikten sonra yine aynı tertiple bir kadeh içkiyi de kayınblrade­ rhıe takdim eylemişti. En sonra ise bizzat bir kadeh içkiyi eliyle Hatuna sunmuştu. Sofra hazırlanınca yemeklerini bir arada ye­ diler. Beğ eşme bir kat elbise takdim ettikten sonradır ki Hatun huzurdan çıkmağa fırsat bulmuş oldu. Beğlerln hatunlarına gösterdikleri ilgi böyledir. Sultanın eşlerine gösterilen saygıyı ise daha ilerde anlatacağız. Esnaf ve satıcıların eşlerine gelmce; bunlardan birini atların çektiği bir arabada gordOm. Yanında eteklerini tutan Oç dört ca­ riye, başında mOcevherlerle donatılmış. On tarafında tavus toyonden bir sorgucu bulunan ve Bağtağ/Batak denilen bir ho­ toz bulunmakta idi. Arabanın pencereleri açık olduğu gibi kendi yoza de OrtOlmemlştl. Zira TOrk kadınlan yQzlerl açık dolaşır­ lar, erkeklerden kaçmazlar. Bir başka kadının da aynı şekilde gordom, yanındaki köleleriyle pazara sot, yoğurt getirip satar, karşılığında koku ve esanslar satın alırdı. Bazen kadınlara er­ kekleriyle beraber rastlarsınız ve o zaman bu adamları kadınla­ rın hizmetkarları zannederslzhız. ÇOnkO TOrk erkekleri sırtları­ na koyun derisinden yapılmış postlar, başlarına ise yine onu uygun deri kOlahlar giyerlerdi. " (l.P. , 79-80/s. 368) "Anılan TOrk Haka.nı(Mehemmed ôzbeg Han) bir yere seya­ hat ettiği zaman matyethıde sadece devlet erkanı ile kapı kullan bulunur. Kadınların her biri ayn bir malyetle seyahat eder. Sul­ tan bunlardan blrlnm yanına gitmek istediği zaman, geleceğini daha önceden haber verir ve Hatun ona gore hazırlıklarda bulu­ narak hOkOmdan karşılamak Ozere bekler. Sultanın yolculuğu,

235


bir konağa inişi, bir işi yapması. bütan bunların hepsi kendine özgü töreler içinde yQnlr.

Mesela törelerinden biri Cuma günleri, namazdan sonra Sultanın altın kubbede 1 ı ı oturmasıdır. Burası nefis bir şekilde tanzim edilmiş altın varaklarla kaplı ahşap sOtunlardan meyda­ na gelmektedir. Orta yerde yine altın kakmalarla süslenmlş gümüş kaplama ahşap bir taht olup, tahtın direkleri halis gümüşten yapıldığı gibi, sütunların başlıkları da mücevherlerle donatılmıştır. Sultan bu tören sırasında anılan tahta ot urun ca yanında Taytuğlu Hatun yer alır. Onun öte tarafında ise Kebeg Hatun, sol tarafında da sırasıyle Bjellon (Bayalun) Hatun ile Or­ daca Hatun otururlar. Tahtın sağ alt kenarında hOk.ümdann oğlu Tin Beğ, solunda ise öteki oğlu Can Beğ ayakta beklerler: ôn tarafta Sultanın kızı it Küçücek oturur idi. Bunlardan biri içeriye girdiği zaman Sultan ayağa kalkarak onu karşılar elin­ den tutar ve tahta kadar götürüp yerine oturturdu. Ancak Tay­ tuğlu Hatun kadınların başı olduğu ve en çok beğendiği kadın bulunduğu için Sultan bu kadını köşkün kapısından karşılayıp elinden tutarak içeriye getirir ve tahtın bulunduğu yere kadar öylece götürerek oturtur, ondan sonra da kendisi makamına geçip ot ururdu. Kadınların hiç biri kaçmadıkları için bu tören halkın gözü önünde yapılmakta idi." (1.P. s. 82-83/s. 370) lbn Battuta "Hatunlar ve Töreleri (Tertipleri)" adlı bölümde her hatunun ordusunu nitelendiriyor. Bu arada "Her araba yu­ karıda adları geçen cariyelerden biriyle evlendirilmiş bulunan bir kapıkulunun sorumluğuna bırakılmıştır. Zira töreye göre

böyle bir evlenme yapmamış bulunan kölelerin cariyelere yaklaş­ maları yasaklanmıştır." diyor. Bu geleneğin Türkler açısından cinsel ahlaka gösterilen özenin derecesini gösterir. lbn Battuta. ÔZbek Han'm hatunlarına ilişkin genel nitelik­ leri belirttikten sonra, her biriyle nasıl görüştüğünü ve her biri­ nin ne gibi konularda yetke sahibi olduğunu anlatıyor. lbn Bat­ tuta'nın sözlerinden şurası da anlaşılıyor ki Sultan ile birlikte hükümette ortak olan yalnız büyük hatun Taytuğlu Hatun'dur.

ııı Cengiz, büyük oğlu Cuct'ye bir albn otağ vermişti. O zaman hükümdarların ve hatunlann otağına 'ordu' denilirdi. Sonradan Kıpçak Devletı'ntn aldığı Altın Ordu ünvanı Altuı Otag'dan kinayedir. (Z.G.) 236


Eski Türkler'de kız çocuk sahibi olmak Araplar'da olduğu gibi bir felaket, bir şerefsizlik değildi. Kız babası olmak için Oğuz beylerinin duasına başvuran kimseler de vardı: ''Bay Biçen Bey yerinden doğrulup kalktı: Beyler benim için de bir dua edin. Al­ lah Teala bana da bir kız versin dedi. Soylu Oğuz beyleri ellerini kaldırdılar, dua ettiler. Ulu Tanrı sana da bir kız versin dediler." (Dede Korkut, s. 49)

6. TÜ RK AİLESİNİN YAPISI

Çin Türkistanı'nda bir bilim gezisi yapan ve 1Urkistan ue n­ bet adlı bir kitap yazan Grenard, Türk ailesinin yapısının ataerkil olduğunu ileri sürüyor. Bu incelemelere dayanan Gaston Rtchard da Türk ailesinin Yakutlar'da ana-yanlı (madert) 1Urkistan'da ve Batı Sibirya'da ataerkil olduğunu (perderşahi) , Altay 1\1rkle­ rt'nde ise bu ikisinin arasında bir yapı gösterdiğini söylüyor. Oysa yukarıdaki sayfalarda şimdiye değin andığınuz olgular Türkler'in bütQn kollarında, ana soyu ile baba soyunun birlikte bulunduklarına ve birbirine eşit olduklarını ve hiç bir Türk ko­ lunda Türk allesinin ataerkil bir biçim almadığını göstermiştik. Bu iki yazann karşıt savda bulunmalan Türkler arasında ilkin aile ateşinin kutsal tanınmasında, ikinci olarak şiddetli yas tö­ renleri yapılmasında. Qçüncü olarak kimi doğan gelenekle· rinde, dördüncü olarak kimi hukuk kurumlannda ataerkil aile­ nin izlerini sezmelertndendir. Annee Sociologique'in üçüncü cildinde (s. 373) Grenard'ın kitabını çözümleyen ve eleştiren Durkhelm da Türkler'de ataerkil aile bulunmadığını-dahası biz­ zat Grenard'ın saydığı olgulara dayanarak- gösterdiği için bizim bu konudaki kanımız, oldukça değerli olan bilimsel bir yetkeye de dayanmış demektir. öyleyse şu aykın görüşler bulunan so­ runu bütünüyle aydınlatan Grenard ile Gaston Richard'ın ku­ ramlannın yanlışlığını kanıtlamaya çalışacağız. Türk budunwı çeşitli kolları arasında birbirine benzeyen alle tiplerinin de bulunduğuna ilişkin Gaston Rıchard tarafın­ dan ortaya atılan bu örneğin doğru olmadığı anlaşılınca, artık

237


çeşitli kollan birbirinden ne denli wak bulunursa bulunsun, bir budunun yalnız bir aile tipine sahip olabileceği gerçeği de ortaya çıkacaktır. ÇOnkO aile Orgata. toplumsal kurumların en eskisi olmak dolayısıyle, bir budunun birbirinden uzaklaşan kollan arasında en çok benzer kalması gereken kurum özellikle aile olmak gerekir.

Aile Ateti:

Bir toplumda aile ateşinin tanınması, orada

ataerkil ailenin bulunduğunu göstermez. Bunu kanıtlamak için başka budunlardan örnek getirmeye de gerek yok. Gaston Rl­ char'ca

ana-yanlı sop (maderi semiye) döneminde bulunduğu ataerkil atle nln bulunmaması

ileri sOrOlen Yakut Tarklert'nde

'

gerektiği halde, aile ateşine tapılmaktadır. Seroşevskly'nln şu satırlarını okuyalım: "Ateşe tapmak, Yakutlar'ın en eski tapınmalarındandır ve zaten şimdi de batan Yakutlar tarafından bu tapınma yapıl­ maktadır. Kendisini saygın tanıyan bir ev kadını gande hiç ol­ mazsa bir defa olmak Qzere ateşe bir şey atmak konusunda tembellik gösteremez: Pişirmekte olduğu yemekten bir parçacık bir iplik. bir saç kılı, bir dert parçası vb. Kır sakallı bir yaşlı olan ateş perisini çok gözetir. Dalma bir şeyler mırıldanır. Fakat mı­ nlWannı yalnız çocukla şaman anlayabilir. Ayakkaplarının çamurunu ateşte temJzlemek, ateşe demir silah sokmak ve özellikle ateşin içine tükannek yasaktır. Ateşin çeşitli tarlert var:

1 . Ulu Toyon'un yarattığı ateştir ki gündelik hayatta kullanı­ lan yararlı bir ateştir. (Buna beyaz bir aygır kurban edilir.)

2. Kutsal ateş ki. baygınlık halinde şamanın Qzerinde par­ laWır.

3. Korkunç ateş ki Yeraltındaki Yaşlı, yani şeytan tarafın­ yıkım aracıdır. Buna da bumu beyaz, sırtın­

dan gönderilen bir

da siyah bir çizgi bulunan kan kırmızısı bir aygır sunularak öf­ kesi dağıtılır. Ocağınızda bu ateşlerden hangisinin yanmakta olduğu asla bilinemez. Bu nedenle ona birtakım armağanlar sunmak ihtiya­ ta uygundur. Asla ateş hakkında kötü söylememeli ve

238

tanuna-


dık bir adama kendi ocağından ateş vermemelldlr." Gôn11Qyor ki Yakutlar'ın kutsal tamdtldan O.ç tQr)Q ateş, alle mabutlann m değil, blrtnclsi Yer tannsı'mn, ikincisi Gök tannsınm. QçQncQsQ ise yeraltının en derin katında bulunan

Cehennem şeytam'mn ateşlertdlr. Demek ki Yakutlar'da goralen ateş tapmması bir alle dlnlnin varlığı göstermez. Radloffun Altay şamanlzmlne ilişkin yazdığı incelemeye göre ateş bir kutsama(takdls) aracı olarak kullanılır. Fakat bu konuda kullanılan ateş. ucu alevlendirilmiş bir ardıç dalıdar. Grenard, Sibirya TO.rklert'nde ev kadınının her sabah mut­ fak ateşim bir ardıç dalıyle tutuşturduktan sonra bQtOn odalan

bu dal aracılığıyle kutsadığını bidlriyor. Kazaklar'la Kırgazlar'ın çadırın ocağına kurban ederken Od Ata lle Od Ana diye seslen­

diklerini sôylQyor. Bu olgulardan anlaşılıyor kl TO.rk allestnde, ataerki! alle'de

olduğu gibi, yalnız erkek yer tannsma tapılmadığı. aym zaman­

da bir mabut lle bir mabudeye tapıldığı anlaşılıyor. Bu iki ma­ buttan birisi erkeğin, ôbQrQ kadının esirgeyici perileridir.

ôy­

leyse TO.rkler'de allenln temell, OlmQş dedelere değil. karı ile kocanın perilerine tapmaktır. Grenard, ataerktf aileye kanıt olmak Qzere TO.rkler'de evin

erkeğine Od Agast denilmesini gösteriyor. Oysa evln hanımına da Od Kadım derlerdi.

Yu Törenleri: Eski TO.rkler yas törenine yut)(yog} derlerdi. nazeye yuOcu1ar ve

Ce­

sı!Jtt.çı.lar yanı yasçılar ve ağlayıcılar gelerek ağ­

larlar, yQzlertnı yararak kanlar alatırlar, birçok yerlerln1 yaralarlar­

dı. Fakat bO.tQn bu eylemler, O)Qye tapmaktan çok. OlQnQn Otkes1n1 gtdemıek lçlndl. Ço.nka. bu Otke toplum için tehlikeliydi. Yine bu Otkeyl gidermek içln O)QnQn evinde kara şaman ta­ rafmdan koyu renkli bir hayvan kesilerek kurban edilirdi. Bu tören eskl yurdundan aynlmak istemeyen OlQnOn ruhunu bu

239


yurttan çıkarmak ve böylece yurdu tehlikeli bir ruhtan kurtar­ mak içindi. GörOlOyor ki bu ayinlerin hiç birisi ataerkil ailede olduğu gibi dedelere tapmak biçiminde değildir.

7. DÜGÜN GELENEKLERİ DüğOn gelenekleri evliliğin birtakım gereksiz. anlamsız tö­ renlerinden değildir. DOğün geleneklerinin evlilikle o denli sıkı bir bağı vardır ki evliliğin çeşitli biçimlerini, bağlı bulunduğu düğün gelenekleriyle ayırt edebiliriz. Düğün gelenekleri bakımından toplumlar beş sınıfa ayrılır; bu sınıflandırma düğün geleneklerinin çeşitli biçimlerini de açık olarak gösterebilir. Bu sınıfları aşağıda gösteriyoruz: 1 . Ana-yanlı sopun egemen olduğu toplumlarda hiç bir düğün töreni yoktur. Avustralya'nın oymakları buna örnektir. Bu toplumlarda bir erkeğin bir kadın ile birleşmesi üç yolda olur: a. Erkek kadını ya isteğiyle ya da zorla kaçırır. b. Kadının akrabasından birine kendi kız kardeşini ya da öbür akrabasından birini vererek değlştokuş yapar. c. Kadının akrabasına bir miktar para verir. Bu şıklardan ikincisi ve üçüncüsü öç davasının önüne geç­ mek içindir. Kız kaçırmadan doğacak tazminatı peşin olarak vermektir. Bununla birlikte bu biçimler bu evliliğin belirli tören­ leri değildir. Çünkü bu zamanda toplumsal evlilik var olmadığı gibi, bu biçimler de toplumsal kurumlar niteliğinde değildirler. Böylece gerçekleşen birleşmeler, hayvan ailelerinde olduğu gibi doğal birleşmeler nitellğindedir. Birleşmenin saydığımız biçimleri ise doğal birtakım işlem­ lerden oluşur. Ne bu işlemlere gelenek(adet) adı verilebtllr, ne de birleşmelere evlilik (izdivaç) denileblltr. Çünkü bu birleşmelerde kadın ancak başka birisi tarafından kaçırılıncaya değin eski sa­ hibinin yanında kalabtltr. Güzel bir kadın, her fırsat bulan er­ kek tarafından kaçırıldığı için daima elden ele dolaşır. Kuzey Amerika Hlntlllerin'de de ana-yanlı sop egemen bulunduğu için, 240


belirli düğün törenlerine rastlanılmaz.

2. Aileler babalık temeline dayandıktan sonra ilk kez olarak duğün gelenekleri ortaya çıkar. ÇOnkıl çocuğun anasına olan akrabalığı, doğal bir doğurma işlemiyle belli olduğu için birta­ kım toplumsal törenlerle doğrulanmaya gereksinme yoktur. Oysa babasına olan akrabalığı böyle bir doğal ve açık işlem He kanıtlanmadığı için birtakım toplumsal törenlerle doğrulan­ maya gereksinme vardır. Çocuk ile baba arasındaki toplumsal akrabalığı kurmaya yarayan bu törenler aynı zamanda erkek He kadın arasındaki evllltk bağını da oluşturur. tlkel toplumlarda bu tik törenler kız kaçınna taklidi ile satın alma taklidinden olu­ şur. Bununla birlikte bu taklitleri Avustralya'dakt gerçekten kız kaçırmalardan, gerçekli satın almalardan ayırt etmelt; çünkü Avustralya'da bir kadının çalınmasının ya da öç davasının taz­ minatla çözümü biçiminde olan bu işlemler, baba akrabalığının bulunduğu toplumlarda salt danışıklı iş yoluyle yapılmış taklit­ lerden yani simgesel nitelikteki törenlerden ibarettir. Bundan dolayıdır ki bu işlemler, ikinci tür toplumlarda düzenli evltllkleri düzensiz birleşmelerden ayıran resmi belirtiler oldukları halde Avustralya toplumlarında hiçbir resmiliği ve simgeselliği yoktur. Bu iki işleme aynı gereksinmeden doğduğu içindir ki satın alma, nişanlanma ile danışıklı bir simgesel kız kaçırma gelenek­ lerinin birbirine sıkı bir biçimde bağlı olduğunu görüyoruz. Bu iki işlem kan ile kocayı danışıklı bir ekonomik bağ ile yani kadı­ nı yağma ya da satın alma yoluyle erkeğin sanki mülkiyeti altı­ na geçmesi olarak kocasına bağladığı gibi. kadından doğacak çocuk.lan da babalanna bağlanuş olur. Demek ki kocalığın ilk biçimi, erkeğin kadına malik olması biçiminde anlaşıldığı gibi. babalığın ilk biçimi de çocuğuna malik olması olarak anlaşıl­ mıştır. Birtakım toplumlarda kan ile koca arasındaki evliltk bağı. yalnız bu ekonomik örneklerin az ya da çok birleşik olan biçimlertyle gösterilir. Fakat öbür toplumlarda ekonomik örnek­ lere dinsel ya da büytlsel örnekler de eklenir. Yıkanma ya da gelinin üzerine kutsal bir su serpme biçiminde yapılan kutsam­ alar, bir hayvanın kurban edilmesi ya da güveyin O.zerine kur­ ban kanının serpilmesi, erkeğin evinin eşiğini kurban akının akıtılması gibi törenler örnek.olarak anılabilir. T.

U. Tarihi

-

F. 1 6

241


Bundan başka genel ziyafetler, armağanlar(takdime) , gelinle gQveyin birbirine hediyeler vermesi, iki taraftaki akrabaların ge­ llnle goveye ve bunların onlara hediyeler vermesi, kôtO cinlerin etkislnJ gidermek ya da yeni ailenin _mutluluğunu sağlamak üzere yapılan bOyüsel törenler de vardır. Yık.anmalar ya da su serpmeler, kuşkusuz, gelinde bulunan ve onu erkeklerle birleşmeden alık.oyan tabu'lan gidermek için­ dir. Kurbanlar, genel ziyafetler ve armağanlar, bOtün önemli an­ laşmalara yoldaşlık eden dinsel koşullardır. ilkel toplumlarda her birleşme ve anlaşma, kesinkes bir hayvanın kanı dökülerek ya da ortak bir ziyafet verilerek yapılır. Karşılıklı hediyeler ver­ mek de, kurban sunmanın bir kalıntısı gibi görülebilir. ÇOnkO kurban sunma, bir sopun kendi mabudu olan totemin yenme­ siyle yapılan bir komOnyondan tOrediğt gibi armağan sunma da kurban sunmadan türemiştir. Evliliklerin bazı zamanlarda yapılıp kimi zamanlarda yapıl­ maması da dinsel ya da bOyüsel ilgiler dolayısiyledir. Kutsal ya da uğurlu zamanlar evlilik için en elverişli anlardır.

3. Yukarıda nitelenen toplumlarda kız kaçırma ya da satın alına danışıklı işleri 1k.tncl dereceye geçerek, dinsel törenler bi­ rinci dereceye geçmiştir. Dinsel tören birinci dereceye geçince artık ekonomik simgelerle kuruları bir bağı kutsamak ya da kôtü ruhların etkileriyle dinsel ve boyosel tabuları gidermek go­ revlertnt yapmakla kalmaz; tersine evillik bağı bizzat bu dinsel törenlerden oluşur. Bu dönemde dhısel törenler de aileyle ilgili bir nitelik alarak Ozelleştr: eski Roma'da olduğu gibi gelini kocasının aile dhıhıe sokmak biçftntnde bir gorev yapar. 4. Genel dhılertn benimsenmeshıden sonra, aile dinlerine ilişkhı törenler yerine genel dhılere OzgQ törenlere geçer. Hırts­ tiyanlığın ve lslamlığm doğurduğu dhısel törenler bu doneme girer. Bununla birlikte eski Araplar, aile dhıhıe sahip olmadık.la­ n tçhı İslamlıkta evlilik bağı(akdi) ataerkil ailelerde olduğu gibi "büyüyle din karışımı" (slhrtyyen dini) bir nitelik almadı, ekono­ mik bir anlaşma btçlmhıde kaldı. Yalnız salt kutlamak amacıyle 242


bu anlaşmanın yapılmasından sonra ıınam efündl tarafından bir dua okunması kural olarak yerleşti. Buna

karşılık

1slam1 n.lkahta evlentrken vertlen ağırlığın

(mehr-1 muaccel) ve boşanma veya ölılm halinde vertlrnesl karar­ laştınlan paranın (mehr-1 mQeccel) önemli bir yeri vardır. Bu du­ rumun nedeni evltl1ğin lkincl döneminde bulunan eski Araplar'ın al.ışkılarda(teamQJ..lerde) ekonomik. simgelere bQyôk bir değer vermesidir. İslam ailesi, lklncl dönemden, birdenbire dördQncQ döneme atladığı için ataerkil ailenin izlerinden uzak kalmıştı.

5. DQğQn törenlerinin beşinci dönemi, yasal törenler biçi­ minde gOrQnQr. Eski toplumlarda devlet evlllillklertn nasıl geç­ tiğine önem vermediği halde, çağdaş toplumlarda evilllk özel bir anlaşma blç1mlnde

değil,

toplumsal bir

kurum

niteliğinde

dQşQnOlrneye başladığı için devlet de evlilik hakkında kurallar koydu. Bundan dolayı Avrupa'da ekonomik ve dinsel nikahlardan sonra blr de yasal nikahın ortaya çıktığını görOyoruz.

Tilrlder'de Düğün Gelenelderl:

Grenard,

Çin Tarktsta­

nı'nda evl111.k törenlerini Qç işlemde topluyor: a.

GQvey dostlanyle

birlikte gelecekteki

kayınbabasının

evine gider. "Hay hay Oleng, hay Qleng'" blçlminde olup bugan

anlamı bilinmeyen ulusal bir nakaratı terennılm eder. Genç kı­

zın babası şunları kapıda karşılar, mihmandarlık ekmeğini sun­ duktan sonra onları törenlerle eve alır. Burada baba delikanlı­ nın boynuna bir yazma sardıktan sonra

kızını

teşrifatla onun

elleri arasına verir. Grenard, bu yazmayı babalık yetkesinin goveye geçtiğine bir örnek gibi görayor. Ataerkil ailede aile rei­

sün sultası varsa, baba-yanlı ailede de yetkesl(velayetl, otoritesi)

vardır. Bu işlemden sonra, bayak bir fincan dolusu tuzlu su geti­

rir, genç kız ile delikanlının ana ve babalan bu suyun içinde bir parça ekmeği ıslatarak nişanlılara sunarlar. Bundan sonra kız artık eski yurdunu terk edebUtr.

243


b. Genç kız kocasının evine götOrıllOr . Alay olabildiği denli görkemlidir. Musiki terennüm ettiği halde atlı olarak giderler. Gelinle ailesinden olan kadınlar, bu aynlmayı gönOl hoş­ luğuyle kabul etmiş görünmezler. Ağlarlar, sızlar[lar). Delikanlı­ nın arkadaşları gelini avutmak için "Ağlama, kız ağlama! Mutlu olacaksın" diye terenmlrn ederler. Kızın annesi de "Kara gözhl, tatlı sôzlQ yavrusundan ayrılarak evde yapayalnız kaldığını" te­ rennüm ederek ağlar, ağlar. Kazaklar'da bu karşı koyma oldukça şiddetli olur. Güveyin akrabaları danışıklı bir kız kaç ırma işi ya­ parlar, kızın arkadaşları buna karşı savunma dunımuna geçerl­ er. Bu karşı koymaya üstünlük sağladıktan sonra iki evin ara­ sında komşu gençler ikinci bir karşı koyma gösterirler. Birinci karşı koyma aJlenin, ikinci karşı koyma sopun genç kızın ayrıl­ masına razı olmadığını gösterir. Komşu gençler, güveyin boy­ nundaki yazmayı almak isterler. Güvey yazmayı vermemek için bedel olarak onlara ayrı ayrı paralar verir. Her halde yazma, nikahın simgesi olduğu için onu elinden aldırmamak gaveyin görevidir. Alay güveyin kapısına gelince dunır. Evin eşiği tabu olduğundan genç kız bu eşiğe basıp geçemez. Güveyin akrabası onu bir halı Qzerlnde olduğu halde ayağı eşiğe dokunmadan içe­ ri alırlar ve içeride yanmakta olan bir ateşin yanına götürürler. Bize göre böylece genç kızın perisi, delikanlının perisine sunul­ muş olur. c.Şlrndlye değin birbtrlni görmemiş olan bu iki peri birden­ bire sevişmezler. Bu perilerin eski akrabalarından ayrılarak blr­ btrtne ısınması için üç gün içinde, gelin ile güveyin kayınana ve kayınbabalarıyle karşı karşıya gelmeleri yasaktır. Eğer rastgele, güvey kayınbabasını sokakta görürse, her ikisi de büyük bir küfürden ya da cinayetten korkmuş gibi gerisin geri kaçarlar. Sartlar'la Kırgızlar'da genç kız, bu üç gün içinde çadırın bir köşesinde bir perde arkasında d urur. Üç gün üç gece akrabası­ na. kocasına herkese karşı saklı kalır, yalnız tallhlnJ aramakla uğraşan içten kız arkadaşlarıyla görüşebiltr. Bu süre geçtikten sonra görkemle perdenin arkasından çıkarılır. Artık kocası ge­ rek onu, gerek kayınana ve kayınbabasını görebilir. Yaz açılma­ sı düğününe Kırgızlar bet-açar toy, Çin Türklstanı'nda oturan 244


TO.rkler yüz açıktır derler. TO.rkiye·ıı TO.rkler'de ise yüz gôrümbl­ ga adıyle verilen hedtye, bu geleneğin kalıntısıdır. Bu aç ganlak göroşmemek geleneği. bireysel ruhlardaki doğal bir utanmanın sonucu değildir. Evliliğin mutlu olması. iki perinin sevişmesiyle gerçekleştiğinden dolayı birbirine ısınabil­ meleri için bunlara meydan vermek ve bunun için de gelin ve gavey Ue birlikte baba ve anaları ortadan çekilmek gerekir. iki peri birbirine alışıncaya değin bu gizlenme sQrer. Bugankıl nikahlarda bile güvey ve gelin yerine iki tarafın ve­ killeri, baba yerine sagdıç ve ana yerine yenge geçer. Nikahın gelin ile gaveyin ve ana ve babalarının birlikte bulunmadığı bir mecliste kıyılması bundandır. TO.rkler'de sıkılganlık ve utangaç­ lığın genel olması, bu toplumsal utanmalardandır.

8. İLKEL TOPLUMI.ARDA ÖRTÜNME

İlkel Toplumlarda İkWk: Kadınla Erkeğin Ayrılması. Dinin "bılyüyle dinin karışık olduğu" döneminde diyanetin esası olan mana bayasel bir etkiye sahipti. Mana'nın göranda­ ğıl şeyler tabu olurdu. Bu gibi şeylere Türkçe'de "tekin degtl, çarpar' deriz. Tabu olan bir varlık kendisine dokunan insanları mlhaniki olarak çarpar, bundan dolayı bir şeyin tekinsiz olması, ateşin yakıcı olması gibi doğal bir özelUktir. Dinin bu biçimine inananlar, ateş nasıl kendine dokunanı mlhanlk.J olarak ya­ kıyorsa, tabu'nun da dokunanları aynı doğallık ve mihanlkillkle çarptığına inanırlar. Dinin bu döneminde cinsel ahlalon esası, kadının erkeğe kar­ şı tabu olması inancıdır. Totemli soplarda mana. totem'de görQnür. Bu tür soplarda soy ana yönanden olduğu için çocuk yalnız anasının totemine varts olur. babasının totemine yabancı kalır. Bunun sonucu olarak mana'yı taşıyan totemin kanı erkek­ lerde değil, kadınlarda bulunur. Kadınların tabu olması. manalı olan bu totem kanının ulusal olmalanndandır. Kadınların adet 245


zamanlarında. lohusabk anlannda, bu manalı kan aktığı için kadınlann tabuluğu özellikle bu zamanlarda şiddetli bir dö­ neme girer. tikel toplumlarda bir genç kız. ergenliğin ilk bellrtı­ lertnl gösteiince derhal sopun öbür üyelerinden ve bunlara ya­ nyacak her tılrlıl eşyadan soyutlanır. Dahası öbür adamların bastığı toprağa değmemesi güneşin ışınlarına uğramaması sağ­ lanır. Çünkü mana ya da tabuluk özelllğl toprak ve güneş aracı­ lıklanyle insanlara geçerek onlan çarpablllr. Bunun için genç kız altı ot yığınıyle döşenmiş, güneş girmez bir kulübeye soku­ lur. Yanına yalnız adetten kesilmiş bir yaşlı kadın girebilir. ye­ mek kaplan ve tenceresi bütünüyle ayn olup. yemeği bu yaşlı kadın tarafından vertlir. Kadının bu bir köşeye çekilmesi yalnız ergenltk zarnanıyle llgtll değildir, her ay adet zamanında kadın ayn yaşamak, erkekleıin dokunacağı eşyaya dokunmamak, er­ keklerin yiyeceği kaplardan yememek zorundadır. Bir Avustural­ yall karısının aybaşı zamanında kendi yatağına yattığını görürse hem onu öldürür. hem de kendisi korkusundan ölür. Erkekler kadınların bıraktıkları izler üzerinde yürüyemezler. kadınlar da erkekleıin bulunduğu yerlerde oturamazlar. Bu gibi kanşıklık­ lara meydan vermemek için kadınlar adet zamanı birkaç gün kapanırlar. Lohusalık zamanında da buna .benzer birçok kural­ lar yürürlüktedir. (lçtintaiyyat Mecmuası. sayı lII, s. 1 1 9- 1 24) Kadının kanlı görünümlere uğramasından dolayı ergenllk, aybaşı, lohusalık zamanlarında tabu olmasından, öbür zaman­ lan da kapsamak üzere birtakım sonuçlar ortaya çıkar. Birinci sonuç bir sopun içindeki erkeklerle kadınların birbiıine mah­ rem olması. yani evlenrneleıinin yasak bulunmasıdır. Bir erkek kendi sopundan bir kadınla evlenir, ya da Ulşktde bulunursa, bir zina (/Ucur:inceste) suçu işlemiş sayılarak öldürülür, kadın da ya öldürühlr ya da büyük cezalara çarptınlır. Kadın totemin kanını taşıdığı için o toteme tapan bir erkeğin bireysel lezzetlen-

246


melertne yarayamaz. Bir sopun erkekleri başka sopun kadınlanyle evleneblllrler. çünkü onlarda bulunan totem kanı kendilerince kutsal değildir. Fakat kendi soplanndakl kadınlar taşıdıkları totemler gibi kut­ sal olduklarından, onlarla ancak kutsal, yani dinsel ve ahlaksal ilişkilerde bulunabilirler. Kutsal olmayan (lamukaddes) cinsel ve estetik ilişkilerde bulunamazlar. Bir sopun erkekleriyle kadınlarının birbirine mahrem olarak evlenmelerinin haram tanınmasına

dışarıdan

eulenme(exogaml)

adı verilir. Eskiden bütün bir sopu kapsayan bütün bu

saygı(hünneM neseb)

soya

kuralı, bugün yalnız yakın akrabaların

blrblrtne mahrem olması biçimine dönmüştür. Kadınların

tabu

tanınmasının ikinci sonucu da toplumda

erkeklerle kadınların birçok konularda birbirinden ayn.iması. aralarında toplumsal bir ikilik ortaya çıkmasıdır. İlkel toplum­ larda erkeklerle kadınlar ne bir sofrada ne de birbirinin karşı­ sında yemek yiyemezler. Erkekle kadın yemeklerini ayn ayn yerlerde yerler. Bir kadının evde erkeklerin yemek yemesine özgü bir yere girmesi bazen ölüm cezasıyle cezalandırılır. Daha­ sı kadınların gıdası ile erkeklerin gıdası bile ayn ayn şeylerdir. Örneğin Kümeler'de erkekler erkek hayvanları, kadınlarsa dişi hayvanları yiyebilirler. Bunların uğraşları da ayndır. Erkeklere özgü olan görevler kadınlara ve kadınlarınki erkeklere yasaktır. Örneğin Nlkaragua'nın kimi oyrnaklannda çarşıyle ilgili işler ka­ dına özgüdür. Bir erkek çarşıya girerse dayak yer. Öbür yandan kadınlar da ineklere, kayıklara vd. dokunamazlar. Aynı şekilde erkekler ve kadınlar için ayn ayn olmak üzere sanki iki dinsel yaşam vardır. Alleghanyslerdeı·ı kadınlara özgü bir gece dansı l"I ABD'nln doğusunda Apalaş sıradağlannın kuzeybatı kesiminde

yaşayan halk.

247


(raksı) vardır ki erkekler katılamazlar. Erkeklere özga dansta da

kadınlar bulunamazlar. Herve1"1 adalarında erkeklerle kadınlar hiçbir zaman dansta birlikte bulunamazlar. Dinsel yaşamın tk.1-

ltğtnl gösteren bir kanıt da erkeklere özga ayn bir totemin, ka­ dınlara özga ayn bir totemin bulunmasıdır.

Erkeklerle kadınlann btrbtrtnden sakınması, yalnız resmi

törenlerde ve ayin zamanlannda

söz konusu değildir. Gılnlak

yaşamda da erkekle kadın arasında en ufak bir dokunmanın(te­ mas) yasak olduğu olağandır. Samoyedler'de Ostyaklar'da er­

kekler kadınların kullanmış olduğu bir şeye dokunamazlar. Bil­

meyerek bu yasaklara uymayanlar,

tatsa

ile

ternJzlenirler.

Başka yerlerde bir kadın kulabeslne erkek[glrerse) , kendi cinsel ahlakına ilişkin onurunu yturir. Kimi oymaklarda erkek çocuk­

larla kız çocuklar blrltkte oynayamazlar. Kalifomlya, Malenezya,

Yeni Kaledonya ve Kore'de erkek ve kız kardeşler ergtnllkten başlayarak birbiriyle konuşamazlar. Tonga'da1""1 bir oymak baş­

kanı büyük kız kardeşine saygı gösterir ve çadırına hiç bir za­ man girmez. Seylan'da Tuvalar'da bir baba kızını erglnlikten

sonra artık göremez. Burma'da Letalar'da, erkek ve kız çocuklar birbirlerine rastladıklan zaman, görmemek için başlannı çevi­

rirler. Taymır'0001 adalarında bir genç, bir kızın eline ya da başı­ na dokunamaz, kızlar da erkeklerin saçına el süremez.

Kadınlarla erkeklerin yaşamı o denli ayndır ki kimi durum­ larda her btrtnln ayrı bir dili vardır. Buda Koroslar'da kadınların

kendilerine özgü sözcük ve şiveleri vardır ki erkekler bunlan kullanamazlar. Surtnam 'da da aynı durum yürürlüktedir. Mlk­ ronezya adalarında

erkekler

kadınlarla konuşurken,

birçok

sôzcaklertn kullanılması tabudur. Japonya'da erkeklere ve ka­ dınlara özgü

tk1 tür (alfabe) vardır. Karalpler'de iki tür dil Oügat­

çe) vardır. Madagaskar'da da aynı şeylere rastgeltnir.

Bütün bu geleneklerin zorunlu soncu olarak birçok oymaklar­

da, erkeklerle kadınlar ayn konutlarda otururlar. Murtluk (?)ada­ larında her sopta boyak bir ev vaniır ki geceleri sopun başkanı

ı·ı Avustralya'nm doğusunda. l""I Güney Sudan"da Ntl kıyısında.

ı-ı Sibirya'nm kuzeyinde . .

248


erkeklerle birlikte orada yatar. Bu evin çevresinde küçQk kultl­ beler vardır

ki

kadınlarla genç kızlar oralarda bulunurlar.

Evli

kadınlar kocalanyle birlikte otururlar, fakat dışarıdan evlen­ me kuralı gereğince, bu erkekler yabancı bir sopa bağh bulu­ nurlar, bundan dolayı bir evde oturmaları kuralı bozmaz. Ayru soptan olan erkeklerle kadınlar birbirinden sıkı olarak ayrıdırlar. Aynı örgüte Vitt.

Palaus, Amlraute adalarında. Kallfor­ Salamon. Markiz vb. adalarında

niya yerlilerinin bazılarında

rastgellnlr. Bu adalarda erkeklere özgü yerlere giren kadınlar öldürülür.

(lçtt.maiyyat Mecmuası sayı: 3, s. 122- 1 24)

Bu olgular, çllecl(zühdl) bir dine bağlı olan ilkel toplumlarda bile bir tür harem yaşamın ın varlığını gösteriyor. Kadının tabu olmasının üçüncü sonucu da ayıp yerleri örtme (setr-1 avret) ve örtünme'dir(tesettür). Kadında ilkin tabu olan, kan akıntılarının kaynağı olan organdır. Bu kan tabu olduğu için güneşe ve gözle­ rin bakışına doku runarnalı, toprağa ve kullanılacak eşyaya değ­ memelidir. Bundan dolayıdır

ki ilk

kez olarak bu organ adet ve

lohusalık zamanlarında örtülüyor ki buna ayıp yerleri örtme de­ nillyor. Görülüyor ki avret yeri denilen vücut kısmı, bu avretllğl kanın tabu olmasından almış ve ilk ayıp yerleri örtme gereksin­ mesi bu kanın görünmesinin ve kendisine dokunulmasının ya­ sak edilmesi gereksinmesinden doğmuştur. Tabu yakınlık ve benzerlik yollanyle geçtiğinden kadının tlreme organından er­ keğin üreme organına geçmiş, bundan dolayı erkekler için de ayıp yerleri örtme gereği ortaya çıkmıştır. Toplum sayıca büyü­ yüp de toplumsal bilincin şiddeti arttıkça tabunun da gücü çoğaldığı için gittikçe kadında ve erkekte ayıp yeri genlşleye ge­ nlşleye sonunda kadınlarda örtünme durumuna, erkeklerde ise bugünkü giyinme durumuna değin gelmiştir. Bu nedenle kadınlardan gelen kanın tabu olması, bir yan­ dan harem yaşamını meydana getirdiği gibi, öbür yandan da ayıp yerini örtme ve örtüruneyl ve erkeklerle kadınların başka sistemlerde elbiseler giymesini doğurmuştur. Kadının

tabu olmasının dördüncü sonucu da bundan doğan

249


toplumsal ayn.lığın, kadının yurttaşlık (medeni) ve siyasal hak­ lanna etki etmesidir. Kadınlann siyasal haklardan yoksun ol­ ması, yurttaşlık haklannda da erkeklerden aşağı bir yerde bu­ lunmalan,

bu

haldan

organik

yapılan

dolayısıyle

kullanamamalanndan doğmuştur; çOnkü aynı işlerin klmi oy­ maklarda yalnız erkeklere, öbürlerinde ise yalnız kadınlara ay­ nldığını görüyoruz. Örneğin çarşı hizmetleri, birçok toplumlarda erkeklere özgoyken, yukanda gördüğümüz gibi klmi oymaklar­ da yalnız kadınlara açıktır. Kuzey Amerlka'da Iroquots ve Huron oymaklannda çlftçlllk kadınlara özgüdür. Kimi Malalar'da, Poll­ nezyalılarda da siyasal yetkenin simgesi kadınlardır. Tllrkler'den yalnız Altaylılar'da erkeklere özgü bir tapınmaya kadınlann göremediğini blllyoruz. Radloffa gore Altay Tll rkle­ rl'nde şamanın yaptığı törenler lkl türlüdür: Birincisi evde yapı­ lır kl bundan amaç ölQnQn ruhunu evden kovup çıkarmaktır. Bu törene kadınlar katılır. (Bu tören Erllk Han'a yapılır.) ikinci­ si huş ağacı ormancığında yapılır. Bu tören Bay Ülgen'ln onuru­ nadır. işte bu törene kadınlar katılamaz. Bu kurala Budist olan Altaylar'da rastgellnmesl, kuşkuyu çağırmaktadır.

9. ATAERKiL AiLELERDE ÖRTÜNME Ukel toplumlarda kadınlar, yalnız kendi akrabalan yani to­ temdaşlan için tobu idi. Bu nedenle yalnız onlara karşı

kaç-göç

vardı. Kadınlann kendi akrabalarından kaçmayarak başkalann­ dan kaçması ataerkil (pederşahi) aile ile başlar.

Ataerkil allede kız kendi ailesini ve aile dinini terk ederek

kocasının ailesine girer, kocasının dedesini aile mabudu sayıp ona tapar. Bu mabut da gelln olarak kendi mabetıne gelen (ataerkil aile döneminde "ev" btr tapınaktı) gellnl kendi evlatlığı­ na kabul eder ve onu tapınağı içine alırdı. Fakat şu koşulla ki gelln evin içine hiçbir yabancı çocuğu sokmayacak, yani yaban­ cı bir erkekten döl olmayacak, eğer olacak olursa gizil şeyler gö­ ren aile mabudu bunu kuşkusuz haber alacağından, bQtOn aile

250


dehşetli cezalar yapmaya çalışacak. Kadın kocasını aldatabilir­ di, fakat aile mabudunu aldatamazdı. işte bu nedenden dolayı ataerkil aile namusa en çok Onem veren bir aile tipidir. Gelinin yalnız kocası değil, bütün akrabaları aileye bir ya­ bancı dölün girmemesi için gelinin namusunu gözetlrlerdJ. işte böylece namus ve eşe sadakat duygulan ataerkil aile döne­ minde çok güçlendi. Bu nedenledir ki

ataerkil aileden geçen

uluslarda bu duyguların güçlü olduğunu görüyoruz. Eski Tarkler'de örtünmenin ve haremin olmaması (bunun) bir kalıntısı olsa gerek. ilkel toplumlarda dinsel yaşam iki ayrı dizge biçiminde yani dinsel dizge ile büyüsel (sihri) dizge biçimlerinde görOnOr. Bu dönemde bO.yQ, dinsel dizgeden kısmen ayrı. bir dizge oluştur­ makla birlikte daha dinsel yaşamın dışına atılrnanuştır. Bu ne­ denle bu dönemde bulunan toplumlarda dinsel dizge ile büyü­ sel dizge değerce birbirine eşittirler. Rene Monnler, Malenezya'da bir sıra büyüsel işlemlerden oluşan orak işinin, büyü gücllne sahip olmaları bakımından ka­ dınlarca yapıldığını söyledikten sonra, bu sözleri söylüyor. "Bu goçler hakkındaki düşünce Pollnezya toplumları gibi ilerlemiş toplumlarda eskiden dinsel hlzınetler yapan kadının nasıl dinin dışında bırakıldığını açıklayabillr. Şöyle ki kadına verilen güçler temel olarak büyQsel güçlerdir; bu anlayış ileride göreceğimiz gibi din ile büyünün karışık bulunduğu zamanlara illşkindlr. Din ile büyü birbirinden ayrıldıktan ve birbiriyle karşıt olduktan sonra kadın baya yönllne aWdığı için köto güçlerin taşıyıcısı sayıldığı ve bu nedenle kutsal şeylerden uzak tutulduğu anlaşı­ lıyor. ( ll

( 1) Vfe religleuse et vfe economique, la divtsian du trava1l, page 36, note: Kadırun büyüsel güçlertn göründüğü yer olması, sol yöne mansup olması ile de anlaşılır. Tllrklerde siyasal teşrtfatta Hakan sağda, Hatun solda bulunurdu. Ailede de otağın sağ tarafı kocaya, sol tarafı kansına aitti. Bunun gibi dini ayinler sağ tanrıya, büyüsel ayinler sol tanrıya ya­ pılırdı. (Lesfomıes elementaires de laforme religfeuse) (Z.G.)

251


Eski TQrkler'de bayo.sel dizge, dinsel dizgeye eşitti. Bu ne­ denle kadın da erkeğe eşit oldu. Eski Tarkler'ln bu saydığımız kurallardan ayn olduğunu gönlyoruz. Fakat gerçekte Türkler ayn olmaktan çok. bu say­ dığımız toplumlann dinine benzemeyen ayn bir dine bağlıdırlar. Dinleri zahltltkle ilişkileri bakımından iki cinse ayırabiliriz: 1 . Çileci (zahdl) dinler.

2. Estetik (bedii) dinler. Çileci dinlerde kadın, erkekler için tabudur. Oysa estetik dinlerde kadın erkek için tabu değildir. Tersine kadın erkeğin her işte tamamlayıcısıdır. Bu nedenle her işte kadın ile erkeğin blrllkte olması koşuldur. Ekonomik yaşamda, aile yaşamında, siyasal toplantılarda, savaşta, avda, şölenlerde yanı ulusal ziya­ fetlerde, bayo.sel törenlerde ve dinsel tapınmalarda kesinkes kadının erkekle blrllkte bulunması gerekir. Gök ile Yer nasıl bir­ birinin tamamlayıcısı, Ay ve Ganeş nasıl blrblrlnln arkadaşı ise, erkek ile kadın da batan işlerde birbirinin ayrılamaz parçaları­ dır. Eski Tarkler'de kadın tabu olmadığı için örtanme ve harem gibi gelenekler de onlarda yoktu. Grenard diyor ki: l"I "On dört yQzyıldan beri Çin Tarkistanı'nda kadınların er­ keklerle birlikte topluma kabul edildiğini biliyoruz. Huen.­ Chang, Kao-Chang'ın mellkestyle birlikte hanırnlann kendisini karşılamak için kentten dışarı çıktıklannı, prensin anasının kendi konferanslarına ve dinsel okumalarına devam ettıklertnl bildiriyor." İslamlıktan önce Tark kadınlarında örtarune ve haremin bulunmaması, Tarkler'ln o zamana değin ataerkil aıleden yani çllecl(zahdl) bir dinden uzak bulunmalarının bir sonucuydu. Eski Tarkler'de bugankü ahlakça bayo.k bir değer taşıyan na­ mus ve eşe sadakat son derece goçla olduğu halde buganka ahlakça bir değer taşımayan kaç-göç ve harem biçimleri yoktu.

Eski Tarkler'de kadın ile erkeğin batan toplumsal işlerde birı·ı Le Turkestan et le Ttbet, page 1 20.

252


ilkte bulunması koşuldu. Erkek ile kadın(zevc ile ;trv ı �.. ı. aile ocağında barınan Od Ana ile Od Ata'run veklllerl ve sim5.. ı n ıy­ di. Ay Ata, hakanın simgesi olup, altıncı kat gokte bannırdı. GQn Ana Hatun'un simgesi olup yedinci kat gokte otururdu. Hatuna ilişkin simgenin hakana ozgo simgeden daha yQksekte olması da dikkate değer. Türk hakanı, Çin imparatoruna mektup yazdığı zaman "GOk ile Yerln tahta geçirdiği, GOneş ile Ayın koruduğu T\lrk hakanı Çin imparatoruna beyan eder ki . .. " [derdi). Devletin genel yetkesi hakan ile hatunda birlikte bulunur­ du. Bu nedenle "Hakan buyuruyor ki. . . " biçiminde başlayan ya­ zılı buyruklara uyulmazdı. Uyulmak için kesinkes "Hakan ile hatun buyuruyor ki.. .'" biçlrnlnde yazmak gerekiyordu. Hakan tek başına elçileri de kabul edemezdi. Hak.an ve hatun birlikte kabul ederlerdi. Orhon Yazıtlarında daima "Devleti yaşatan ha­ kan" ile "Devleti bilen hatun" birlikte anılır. Kadın savaşta, siya­ sal toplantılarda, şölenlerde, avda kesinkes eşiyle birlikte bulu­ nurdu. Kuşkusuz bu birliktelik OrtOnmeyle bağdaştınlamaz. Eski TOrkler'de namusun nedenini[açıkladık). Şimdi de eski Türkler'de gerek kadının gerek kocanın birbirlne karşı sadakatlı olmasının nedenini arayacağız. Yakutlar'da doğurma tanrıçası­ na Ayztt adı verilir. Bu tannça aynı zamanda namusun da ko­ ruyucusudur. Bu tannçaya yapılan tapınma, yaz gono olur ve bu töreni yapan şamana da sayınktyazınki derler. Bunun bir adı da ak­ şaman'dır. Yakutlar Ayzıt'a tapmacaklan ilkbaharda, bir yaz gononde genel bir sevinç içinde ve goneşln ışınlan altında yap­ tıkları golamseyen bir törenleri vardır ki Ayzıt hakkında yapılır. Bu tarırıça doğuda, yazın goneşln doğduğu gok kısmında oturur. Lakin bu insanlann Ayzıt'ıdır. Atların Ayzıtı kışın gOne­ ' şin doğduğu noktada oturur. Boynuzlu hayvanların Ayzıtı ise dağınıktır. Ayzıt yere indiği zaman, ev sahibi ve sahibesinin yatağı Qze253


rinde yer tutar. Genç klzlar evlendikleri zaman doğurgan olmak için Ayzıt'm kaçak bir resmJnl yataklarının OnılndekJ bir tahta levha Qzerine koyarlar. Yakutlar çocuğa Ozelltkle erkek çocuğa sahip olmak için Ayzıt'a yalvarırlar. Ak şamanın Ayzıt'a tapınma törenini yapacağı gan yurt gazelce temJzlenır. Herkes en sevdiği yemeği yer, bayramlık giysilerin! giyer, batan bu özenler tannça geldiği zaman, batan yQzleri galarnser gormelert için yapılır. Yaz töreni yapılacağı gan ak şaman hazırdaktler arasından dokuz masun genç kızla dokuz bakir delikanlı seçer: delikanlı­ lar sağda, genç klzlar solda olmak Qzere şunlan yan yana dizer. Sonra kendisi başlannda olduğu halde kaçacak trampetini elinde tutarak ve ilahiler söyleyerek ilerler. Genç kızlarla deli­ kanlılar birbtrlnin elini tutmuş oldukları halde onu izlerler ve koro halinde "Ayhal Uruy, Ayhal!' diye terennQm ederler. Ak şa­ man dualarının içinde Ayzıt'ın çıkarları olan batan tanrıları ve batan ruhları sayar. Şaman sanki böylece göğe doğru çıkar ve genç çiftlere oraya gitmek için kılavuzluk eder. Fakat Ayzıt'm htzmetçilert, gamaş kırbaçlarla silahlı bulundukları halde kapı­ larda duruyorlar: Ahlakı bozulmuş. kota ve tehlikeli alanlan gir­ mekten alık.arlar. ôzelllkle namuslarını yitirmiş olanları içeriye kabul etmezler. Ayzıt tarkalerde şöyle nitelenir: "Bir hanun kJ yan uykuda denilecek bir halde yatmış ve genJş yQzlıl bir samur pôstekiyt goğsa Qzertne çekmiş. . .", "Kalpağı kulaklarını ortmaş, kurt derisinden çizmeleri kalçalanna kadar çıkmış ve orada se­ kiz şerit ile bağlanmış." Bir çocuk danyaya geldiği zaman, Ayzıt lohusanın yanına gelerek orada aç gan kalır. Bu sare içinde lohusa samanla ortülmaş toprak Qzerlnde uzanmış olarak kalmak gerekir. Oçanca ganden sonra yıkanarak. kendi yatağına uzanır. Bu sı­ rada yurt içinde erkeklerin bulunmaması gerekir. Komşu kadın­ larla evin kadınlan ateşin yanında karkten kalpaklar gtymJş ol­ dukları halde, bir yandan ateşe tereyağı dökerler, ObQr yandan tereyağından yerler, yazlerlne sarerler ve aç kez "in He' diye garııı.tala galoş seslert çı.kanrlar. Bu tören için aç çanak tereyağı hazırlanmıştır. Biri Ayzıt için. bir diğeri yaşlı hasta bakıcısı için, QçQncQsQ de komşu kadınlar için. 254


Sonunda bu tören de biter. Etin bOtOn kalıntılan yakılmış ya da yenilmtştlr. Konuklar çekilirler, yaşlı kadın samanı toplar, doğurmanın bOtOn izlerini kaldırır, şurıları genellılde uzakta bir ormana götClrerek bir ağacın yaksek dalına asar. Ayzıt da çekilir gider. ÇQnkO artık gorevtni bitlrmiştlr. Babası tanrılar soyunun korkunç efendisi Jezejes'in kendisine emanet bı raktığı ruhu Orta dOnyaya koymuştur. Gökteki yazıcılar bu yeni ruhun yaz­ gısını daha önce Ay Toyon'un yani gökteki ikinci tanrının defter­ lerine ezelde nasıl yazılmışsa öyle kaydettikleri için bu işin göğe 1llşk1n törenleri de bitmiş demektir. Fakat bu ruh bırakıp geldiği yıldızlı dOnyayı unutmayacak, ona özlem duymaktan ravmaya­ cak ve ilk yurdunun özleminden kurtulmayacaktır. Seru�vskly, hikayesinin sonunda böyle diyor: 'Yakutlar, bir Olk.Oye olan eğ1lim1mlzl ve onu ulaşamamızdan ileri gelen yazgımızı böyle açık­ lıyorlar." Ayzıt yaz töreninde namussuzları sarayına kabul etmediği gibi, namussuz kadınlar ne denli yalvarsalar, ne denli çok kur­ ban kesseler onların yanma asla gelmez. Bu iki davranışla her­ kesten tam bir namus ister. işte [bu) eski Türkler'de Ortanme olmadığı halde namusun çok yoksek olmasının nedenini gOste­

rtr.

1 o. 1ÜRK AİLESİNİN EVRİMİ Türk ailesi ilkin boy, sonra sop, sonra soy, daha sonra baba-yanlı aUe. en sonra eulUik ailesi blçlmleıinl aldı. Avcılık döneminde cına-yanh boy vardı. Ana-yarılı boy bôlOnerek ana­ yanlı soylara ayrıldı, daha sonra baba-yanlı boy ve sop oluşa­ rak ObOrkOlerle birleşti. Bu allenbı bu biçimleri toplumun oy­ mak halinde bulunduğu donemle simetrtktır. Gerek ana-yanlı gerek baba-yanlı sopları da b0lı1nerek soylara ayrıldılar. Bu a1le tlpi de tudunlukla paraleldir. Daha sonra soplar da bôlOnerek baba-yanlı aUelert oluştur­ du. En sonra baba-yanlı allelertn bolOnınesinden evUlik atlest ortaya çıktı. Evlilik ailesi tam ve gerçek biçimini yeni aile yasa­ sıyle alacaktır.

255


GOrOlOyor ki ailenin evr1rn1, gittikçe bôlOrunesi biç1minde gerçekleşir. İlk aile olan boy çok bOyOkttlr. Binlerce insanı kap­ sar. Dalına bir aile çevresi merkezi aile olunca, ondan önceki tip ikinci derecedeki kuşak haline döşer. örneğin sop merkezi aile olunca, boy ikinci derece kuşak halini alır. Daha sonra soy merkezi aile olur. O zaman sop da ikinci derece kuşak niteliğine girer. Daha sonra baba-yanll aile merkezi kuşak olur. O zaman soy da ikinci derece kuşak niteliğini alır. Daha sonra eulUCk aUe­ st merkezi kuşak olur, o zaman baba-yanll aile de ikinci derece kuşak halini alır. Toplumun evr1rn1ne gelince, o da gittikçe büyı1yerek evrimle­ şir. Avusturalya oymaklannda ağırlık merkezi sop'tadır. Kuzey Amerika Hintlilert'nde ağırlık noktası boy'dadır. Afrika oymakla­ nnda ağırlık merkezi oymak'tadır.

l 1 . ESKİ TÜRKLER'DE NİKAH Eski TOrkler'de dinsel nikahla eş(zevce) olan, yalnız bir ka­ dın olabilirdi. Hakanlar sultan niteliğini alınca, yani sulta sahi­ bi olunca birden çok eşlere de sahip olmaya başladılar. Kaşgarlı Mahmut'a göre eşit üç derecesi vardı: 1 . Hatun. hakOmdar sülalesinden olan eşe hatun denilirdi. Çünkü hatun sözcüğü "prenses" anlamındaydı. Hatunlar birkaç tane olursa, bunların bir tanesi melike yerinde bulunurdu. Buna tıirkan ya da tıirkcin hatun. denilirdi. Doğal olarak bu, bütün eşlerin üstündeydi. 2. Karv;uy, Çin prenseslerinden olan eşe konçuy derlerdi. Ko­ nçuy Çince "prenses" anlamınadır. Her Türk hakanı bir konçuya sahip olmaya çalıştığından zamanla konçuy sözcüğü "eş" anlam­ ını aldı. Orhon Yazıtlarında konçuyun bu anlamı gösterdiğini görOyoruz. 3. Kwna. Tark ve Çin sülalertnin dışından eş olarak alınan eşlerdir. Bunların çocukları kendi analanna "Anne!' diye sesle­ nemezler, "Teyze!' diye seslenirlerdi. Yalnız hatuna "Anne!" diye seslenirlerdi. Hatunlar birkaç tane olup da Türkan Hatun var­ sa, ona "Anne!" diye çağırırlardı. Kurnaların oğullan babalannın

256


mallanna varts olamadıklan gibi, hQkOmdar da ol::tm,. ;.- t. r. Eski Ta.rkler'de olduğu gibi, şlmdlkl Çin oyn ı,. ı... l .1 1 ı ı 1,. da bakire bakirle, dul dul ile evlenir. Aynı zamanda genç ile genç, yaşlı da yaşlı ile evlenebilir. ..

(DôrdılncQ Kitabın Sonu)

T. U. Tarihi

-

I'.

l7

257



BEŞİNCİ KİTAP

TSLAMLIKTAN ÖNCE TÜRK EKONOMİSİ



Birinci Bôlam

ISLAMUKTAN ÔNCE TÜRK EKONOMiSi

Ekonomik yaşam dört tOrla etkinliğin toplamıdır. Bunlar şunlardır: 1 . Servetin arettrnt. 2. Servetin kullanımı, 3. Servetin bölünmesi, 4. Servetin tükettmt'dir.

1. ESKi TÜRKLER'DE 0RE11M YOLLARI

Eski Türkler'de ekonomik üretim yapanlar, ürettrnce dar bir çembere sıkışmamışlardır. Bunlar üretim açısından dôrt ekono­ mik tipe ayrılmışlardır: 1 . Avcı Türkler, 2. sara sahibi Türkler,

3. Çiftçi 1Urkler, 4. Sanatçı Türkler. işte yüzeysel görenler için eski Türkler yalnız bu işlerle uğ­ raşırlardı. Oysa Türk'ün ekonomik yaşamını geçirmek üzere ol­ duğu yaşam, boy tipinden küçük U tipine , küçük tl tipinden orta tl tipine, orta ti tipinden büyük a tipine değin çıkabilirdi. Türk devleti de ekonomik etmenlerden dolayı potlaç kurumu aracı­ lığıyla tudunluktan yabguluğa. yabguluktan hakanlığa, hakan­ lıktan Uhanlığa değin yükselebilirdi. 26 1


"Göç" Sesi ve Göçler: Eski TQrkler'ln, eski vatanlarını, eski konutlarını, eski ülkelerini, eski yurtlarını terk edip, yeni bir iilkeyi yeni vatan tutmaları için mitolojik ve masalsı görüntünün (suret); yer-sularının ağzından "Göç, göç, göç" biçi­ mindeki seslenmeyi işitmeleri yeterliydi. Yer-sular oymaklarını ve illerini savaşa yönelttikleri gibi büyük göçlere de yöneltebillr­ lerdl. Dokuz Oğuzlar'ı eskiden Kamlançu iilkeslnden Tuıfan iilkeslne yönelten de yer-suların bu "Göç" seslenmesinden baş­ ka bir şey değildi. Avrupa tarthçllertnln sözlerine göre Asyalı eski bir budunun da önünde köpeğe be nzeyen bir hayvanın "Göç, Göç, Göç" diye bağırarak batıya doğru yürümesiyle büyük göç olmuştu. Burada yer-su değişen bir totemden başka bir şey değildir. Bu totem yer-sunun yerini tutmuş ve koskoca bir göçü küçük bir sözcük lle meydana getirmiştir. Cengiz Han lle Tlrnur ve önce gelenler kimi kez savaşta en üstün bulundukları anlar­ da savaşı bırakarak geri çeklllrlerdl. Nedeni başkalarınca asla blllnmeyen bu esrarlı çekilmeler ya rüyada görülmüş durumlardan ya da uyanıkken gön1lmüş sanrılardan (birsam) vb. olaylardan çıkarılmıştır. Eski Türkler maneviyata çok inanır adamlardı.

1. ESKİ TÜRKLER'DE AVCILIK

Avcı Türkler: EbOlgazl. Dokuz Oğuzlar'ın yalnız avcılıkla yaşayan bölO.mOnden söz ederken diyor ki: "Bu ll içinde bir baba, kızını azarlamak istediği zaman 'Seni sürü sahibi bir ko­ caya vereceğim: Orada sOnllerl sağacaksın ve koyun. keçi gibi hayvanların etini yiyeceksin' diye tehdit edermiş." Camt-ıit-tevarth'te de Uryanktt adlı bir ilden söz edlllyor. Ur­ yanldt "orman adamı" demekmiş. Bundan da ormanlarda avcı­ lıkla yaşarlarmış. Ebülgazl'nln Dokuz Oğuzlar hak.kında söyle­ diği sözleri Camt-üt-tevarth de Uıyankitler hakkında söylüyor. Bu ikJ ilde de bazı kızların yapılan tehdide inanarak intihar ettikleri çokmuş. 262


Bu iki hikaye, bize avcıların kendi yaşamlarından memnun olduklannı, sOrQ sahiplerinde potlaç aracılığıyle ortaya gelen sulta(=lmpertwn) dan hoşnut olmadıklarını göstertr. ·

Avcılık sahibine bir servet getirmezdi; bundan dolayı avcı il­

lerde potlaç da yapılmazdı. öyleyse avcı iller dalma eşitlikçi. de­ mokrat ve cwnhuriyetçi kalırdı. Kadınların hukuku da, böyle toplumlarda yüksek bulunurdu. Bundan başka bu

iki hikaye bize avcı budunların da yaşayış­

lanndan memnun olduklarını gösteriyor. Zira bundan her gan leziz av etlert yerlerdi, av pöstekilertnden, derilertnden, kuş tüy­ lerinden gazel kürkler, giysiler, kalpaklar, çizmeler ve altlarına sermek, üstlertne örtmek için kullandıkları pöstekilerle, başları­ na güzel serpuşlar yaparlardı. Bunlar zengin olmadıkları için hükümdarlar, bunları egemenlikleri altına almak için üzerlertne askerler

göndermezlerdi.

Bu

nedenle

ormanlarda özgür ve

bağımsız kalırlardı. Avcı kızların bu yaşayışı çoban ve sürQ sa­ hibi olanların yaşamına tercih etmeleri, özgürlük ve bağunsız­ lığın en büyük ülküler olmasındandır. Hiç bir Olka, bu iki ülkü denli değerli değildir. Bundan başka, bu avcı Türkler, avcılıkla ele geçirdikleri de­ ğerli postekileri, dertleri, kuş tüylerini, sürü sahibi, çiftçi ve sanatçı budunların ürünleriyle değiş-tokuş ederlerdi. Avcılar her şeyden önce iyi silahlara ve özellikle iyi oklara gereksinme

duyarlardı. Mete'nin yaptığı "ıslık çalan oklar" son

derece gelişmişti. Zaten

Qguz

sözcüğü çözümlenince Ok+Öz

dazgOsü (düstur) ortaya çıkar ki bunun anlamı "Oklar Oymağı" ya da "Ok Erleri" demektir. Bir başka anlamı da "Okçular" ya da "Okçu Oymaklar" dır. Mete'nln yaptığı oklar çok gelişmiş silah­ lardı. Bunlar sayesinde büyük bir Türk ilhanlığı kurdu. Oğuzlar'ın adından anlaşılıyor ki ongun:totem'lerinden biri, "ok"tur.

İkinci ongunları Ttbet öküzü yani "yak"tır.

Bu ok

Mete'nin yaptığı oktur. Bundan anlaşılıyor ki örgütçe ve totem­ lerce Kunlar'ı taklit eden Oğuzlar'ın Mete zamanındaki Kun­ lar'ın deva mları ve onların torunları, ardından gelenlert ve ka­ lıntıları olduğu yargısına varılabilir.

263


Dinsel Avlar: Eski Tarkler'de en çok Ozen gosterdl.kleri av­ lar dinsel avlardı. Kôçôk ilde, dôrt yônôn totemlerine ve merkezin totemine aynı tôrden totem kurban etmek gerekirdi. 1 . Doğunun totemi 2. Gôneşln totemi 3. Batının totemi

4. Kuzeyin totemi 5. Merkezin totemi

: Koyun : Kuş : Kôpek : Domuz : Tibet Okôzü.

Bu totemler Tsin dininin totemleridlr. Tsln Tarklert yılda beş kez mevsimlerde din benzerllğl için bu totemlere sQrgün av­ lannı yaparlardı: Bunlar için büyük benzerlik şölenleri yaparak boy ya da il birlikte yerlerdi. Orta il de Kun llınin devamıydı; Kunlar'ın devamı olan Oğuzlar'da da altılı Orgı1tı1 ve altı adet avcı kuştan oluşan altı totem lle merkeze alt Tibet Okôzônden oluşan genel totemi gonıyoruz. Tibet Okü.zQne sıgır adı verildiği için, eski TOrkler sı1rgı1n avına da sıgır derlerdi. Sı1rgı1n avına değer vermek Uzakdoğu uygarlığı dönemine ozgıı değildi. Selçuklular'm, Osmanhlar'm, Cenglzliler'in, Timurlar'ın, Ak­ koyunlular'm devletlerinde sarayın yetkin avcı orgı1tı1yle okçu orgııtıı vardı. Kaşgarlı Mahmut diyor ki: "Okçuluk eski Türkler'de ve özel11.kle genç tlglnlerde çok ilerlemişti. Genç tıglnler at Qzertnde oku hem ileri, hem geri atabilirlerdi."

Avcı Kutlar: Avcılıkta avcı kuşlara da büyük gereksinme vardı: Doğal olarak avcı kuşlar av kuşlanndan yetişirdi. Oğuzla­ nn ongunlarından beşi en bilinen av kuşlanydı: şahin, kartal tavşancıl, sungur, çağn. Bunlar bize Oğuzlar'ın kullandıklan en ünlô av kuşlarını blldırtr. Altıncısı uç kuş'tur. Salur boyuna ait olan bunlar da Oğuzlar'ın avcı kuşlanndan Qç tanedir; fakat adları anılmıyor.

264


Cam1-üt-teıxır1h diyor ki: "Bunlar altı böhlğıln ya da bunla­

nn dörder dörder bOlOndOkleri yinnl dört boyun ongulanydı.

Ongun, totem demekti. Totemler gibi ongunlara da ok atılmazdı. Bunlar saygı gördOkleri için OldQrQlemez ve etleri yenilemezdi. Fakat herkesçe değil, altı bölılk arasında yalnız bağll bulunduğu bôhlkçe, ya da bu bôhlğıln bölılndOğa dört boyca saygı olarak ok aWamaz, öldô.nılernez ve eti yenilemezdi. Bunlar orta tre bağlı bulunan Oğuzlar'ın gerçek totemleriydl.

Uluaal Deatanlardald Gelenebel Bul\lflar ve Bulgular: 1 . Oğuz soykô.tô.ğOnô.n başında geleneksel bir ata görılyo­

nız: Bu atanın adı, unvanını batan Tllrkler'e vermiş olan

Türk

Han'dır.

Geleneğe göre bu ata ilk kez çadu'ı yapmış. Bu gele­ neksel haber, bize tarthsel ve belgesel bir bilgi vermez. Bundan çıkarabileceğimiz destansı Oykô.ye Wşkln anlamlardan birincisi çadırın yapılışının çok eski olmasıdır. 1 klnclsl çadırın bir des­ tansı öykaye bağlı olmasından dolayı bir tor saygınlık kazan­ masıdır. 2. Tllrk Han'ın bılyO.k oğlu olup yerine geçen Tutuk bir gon bir geyik avladı. Geytğl kesip pişirirken etin bir parçası yere daşta. Tutuk et piştikten sonra yere daşen parç anın daha lezzet­ li olduğunu gorıınce etler o toprağa sılnıldükten sonra plşırtllrse lezzetinin artacağını bildirdi. Böylece tuz bulunmuş oldu. Geyik sözcağo, eski TO.rkler'de batan dört ayaklı av hayvan­ larını anlatırdı. Eski Türkler bizim geyik dedlğlmlz hayvanın diş­ isine bagış, erkeğine bugu derlerdi; bundan dolayı esld. kitaplar­ da geyik sözcüğılnıl gorarsek "av hayvanı" anlamına almalıyız. TO.rk alkelerlnde saralerle ceylanlara, yabani atlara. parsla­ ra, vadllerde ve göl kıyılarında geytklere, kuğu kuşlarına, Pa­ mlr'ln en alçak yaylalarında yaklara, Ttbet'ten gelme boynuzları burmalı aryalı denen koyunlara çokça rastgellnlr.

2. SÜRÜ SAHİBİ TORKLER

Sür11 Sahlpllğl: TOrkler'ln en bılyO.k bölı:ıma. sarıllertyle geçlnlrlercU. saralert, koyun, keçi, at, deve, OkOz sô.nılertydl. Dede Korkut Kttabı'na göre koyun san11ertne agayıl: ağıl, at sllrô.lertne ılgı. deve sô.rıllerine

kaytaban

derlerdi. Buganka

265


günde güney Ulertmlzde öküz ve inek sün1lerine

nafur derler.

Bu sılnller, onlara her gün taze sat, kaymak, tereyağı. yoğurt,

peynir kımız, kımran, tara.sun gibi ga..zel besinler ve içkileri [vertr­

di.) SürOlerln derisinden debbağlık. saraçlık. çizmecilik, ayakka­ bıcılık doğmuştu.

Bundan başka eğerler, vb yapılırdı. SürO hayvanlarının pôs­

tekilertnden kalpaklar, kürkler, kaftanlar yapılırdı. Yün ve ya­ pağılarından keçeler, kilimler, cicimler, halılar, çadırlar yapılır­ dı.

Her türlü dertlerinden ve pôstekilertnden oldukça ga..zel

elbiseler yapılırdı. SürO hayvanlarının kemiklerinden de birçok şeyler yapılırdı:

Qmeğin devenin ayağını yere bastığı ayak kemiğinden kımız iç·

mek için [aycıg denilen] "bardak" yapılırdı. lranlılar bu ayag sôzcOğünü alarak

ayag

bade tamlamasında "bardak" anlamına

kullandılar. ôka..za n sak kemiğinden de yine içine kımız koy­

mak için sürahiler yaptılar.

Bu sOrüler, goç zamanında da yük. binek, araba hayvanları

olarak kullanılırdı. Eski TOrkler"de kadın ve çocuk da, erkekleri ve babaları kadar blnlclydller. Kaşgarlı Mahmut bize bir atalar­ sôzü aktarıyor: "1ürkCın atı kanadıdır." ı·ı Bu atasözü, Türkler'! uçan kuşa benzetiyor. Bu kuşlara ka­

natlar lazımdı. Bu kanatlar ne olabilirdi? Türkler'e kanat veren,

onu doğudan batıya, kuzeyden ganeye uçuran, yerinde dura­ mayan atlar değil miydi? öyleyse yukarıdaki atalarsözü gerçek­ ten çok uygundur.

Eski TOrkler'de kadınlar ve çocuklar da eşleri ve babalan

kadar bintclydtler. Bundan başka, üstü kapalı büyük arabalar,

gezici evlerinden başka bir şey değildi.

'I'Ork obası, akşamüstü bir yere kondu mu, gezici evler,

aralarında sokaklar oluşturacak biçimde dizilirlerdi.

Oba,

bir

sop(semiye) değil de bir boy ise, o zaman arabaların aralarında satıcı arabalardan bir çarşı oluşturulurdu.

Oba.

bir boy değil de

bir il ise, o zaman konulan yer, gerçekten bir gezici "şehir'' olur­ du. Ve bu şehrin çarşısındaki bir sokak da imalathanelere ayrı­ lırdı.

TOrk'ün gezici şehri, ilkbaharın arkasına düşerdi. İlkbahar (•) Divan, c.I,

266

s.

48-49


yeşil çimenleriyle, taze otlarıyla, mavi, pembe, mor. san, beyaz, eflatuni çiçekleriyle nereye giderse TO.rk'lln gezici şehri de oraya giderdi. Türklük canlılığı, tazeliği, gazelllği önüne katmıştı. Ya­ zın yaylak.ta, kızın kışlakta aynı yolu izlerdi. Yerleşikler(muldmler) , bir gün komşuluklarında yeni bir şehrin oluştuğunu görürlerdi. Fakat beş gün sonra bir sabah uyanınca komşuluklarındakl yeni şehrin yerinde yeller estiğini görürlerdi.

3. ÇIITÇILIK Çln tarihlerinin anlattığına göre, eski Türkler, göçebe ol­ makla birlikte her birinin aynca bir parça toprağı da vardı. Yurt sözcüğü Araplar'daki dar sözcüğü gibi kışın kışlakta her ailenin çadır kurduğu belirli yerin adıdır. Her ailenin kışlak­ ta özel ve değişmez bir yurt'u vardı. Türkler batıya geldikten sonra da Eski Yurt'u unutmamışlardır. Türkistan 'dan gelen Türk illeri orada etrafında dolaştıkları Ankara, Yeşil Irmak, Seyhan=Seyhun, Ceyhan=Ceyhun ırmak­ larını Anadolu'ya getirdiler. Dağlardan da Bin Kışlak'a karşılık. Blngöl'ü, Karaçuk dağına karşılık Karacadağı getirdiler. Yalnız Musul'daki Karaçuk dağının adı olduğu gibi korundu. Çlnliler'in söylentisine göre, Türkler eskiden beri buğday, arpa, pirinç, darı, mısır ekerlerdi. Asma, elma, dut fidanları ye­ tiştirirlerdi. Toprağı sulamak için pekçok arklar açmışlardı. Kaşgarlı Mahmut'a göre ark ı·ı sözcüğü öz Türkçe olup "mecra" anlamınadır. Bu sözcüğü Arapça hark sözcüğünden türetmek. eski arapçılığın bir sonucudur. Eski Türkler çlfçilik yapmaya muhtaçtırlar; çünkü ekmek yapmak içln buğdaya, hayvanlara yem olmak üzere arpa He mı­ sıra, kımıza katarak tarasun adlı bir tar içki yapmak üzere de darıya muhtaçtırlar. Yemişleri çok sevdiklerinden asma. erik. elma, dut fidanları yetiştirirlerdi.

4.

SANAYİ

Türk el sanatlan: Esk1 1\1rkler'de demircilik. silahçılık. öı.elltlde (•) Divan, c.I, s. 65. 267


okçuluk ve kuyumculuk çok ileri gitmişti. Bunlardan başka go.rz, mızrak, harbe, kama, kalkan, zırh gibi silahlan

vardı.

Bunların hepsini yapmak gerekiyordu. Bu silahlardan ok, Mete'nin yani Oğuz Han'ın kutsal bir ar­ mağanıydı. Zaten Oğuzlar'da ilin adında esas olduğundan, ulu­ sun genel totemiydt. Eski Tll rkler'de demircilik kutlu bir sanattı. Kut sOzcOğO

mana sozayle aynıdır. Mana sahibi olan bir adam yada bir şey "keramet" ve "kutsiyet" sahibi olurdu. Bu kut sayesinde, dokuz atası demirci olan bir adam, kam yani şaman olurdu. Moğollar demirciye darhan derlerdi ki tarhan demekti. Bu unvan da bize demircilerin tarhanlar ve kamlar-şamanlar gibi kutlu olduklarını gösterir. Oğuzlar'la GOktarkler'I ve uyruklannı dört.yüz yıllık tutsak oldukları yer olan Eryenekon'dan kurtaran da, bir demircidir. Bu d urum da demircinin kutlu olduğunu ve şamanlık gocane sahip bulunduğunu gösterir. Bu şamanın kişisel bir totemi de vardır ki Moğolca adı Börte Şane, Tllrkçest Boz Kurt'tur. Dedelerimizi Ergenekon'dan çıkaran bu ulusal kahraman, kutlarını bir yandan demircilikten, diğer yandan şamanlıktan ve şamanlığın kişisel totemi olan Bozkurt'tan almıştı. O sayede­ dir ki bizi geleneğe gore dört tarafı geçilmez, her yanı hayala tıl­ sımlarla bağlanmış olan Ergenekon gibi bir tutsaklık yerinden kurtarabildi. Ergenekon'a yalnız bir çift tigln ile bir çift katun kaçıp gir­ meyi başarabilmişlerdir. (Tigin prens anlamınadır. Katım da prenses demektir. Hatun sOzcOğO katun'dan, kadın sOzcOğO de hatun'dan doğmuştur. GôrülOyor ki sOzcOkler gibi anlamlan da değişmiştir.) Bunlar yanlarına her hayvandan birer çift alabllmtşlerdi. Ekip yetlştlrlle ­ cek bitkileri, sebzeleri ve ağaçlan da Ergenekon'da bulmuşlardı. Ergenekon'daki bu kalabalığın ekonomik yaşam üzerine et­ kilerinden Ozgan bir yaşam doğmuştu. Burası. topluluk halinde gtrilmiş bayok bir Robenson adasıydı. Bu adaya, genel katliamdan kurtulmak için ilhan salalestn­

den Kayan ve Nokuz adlı şehzadelerle onların nış�ntıı�n olan iki kız can atabilmişlerdi. Bunlar Ergenekon'da nişanWanyla evlen­ diler. Her türden bir çift gelen hayvanlar da çift çift birleşerek Ergenekon içinde gittikçe çoğalan bir insan ve hayvan kalabalığı

268


oluşmaya başladı. Ergenekon'da eskiden bert var olan bitkiler de kendi usullerince çoğaldılar.

Ergenekon'dan Nasıl Çıkıldı? : Kutlarını aşağıda adı verilen yedi manevi bitkiden alan 1ümene adlı bir hak:amdar, yeni bir ilhanlık oluşturarak. Avar Uhanhğının yerine geçtı. Tamene, aşağıdaki yedi kuta sahip oldu. 1 . Demtrctllk.ten, 2. Kamlıktan, yani şamanlıktan, 3. Kunlar'm "koyun" totemine astan gelmekle, onu buyruğu altına alan Boz Kurt adlı toteminden. 4. Toplumbiltmcilerce potlaç adı verilen şölenler aracılığıyle elde ettiği bireysel totemlerden, 5. Bu bireysel totemlerle birlikte gelen bireysel egemenlJk­ lerden, 6. Onbeş Töleş illerinin toplamı olan bayak topluluğu (maç­ temJa) savaş yaparak yenmesinden, 7. llhanlığa sahip bulunan ve batan Tark boylarına, ille­ rine, hakanlanna egemen olan Avar ordusunu, bir hamlede boz­ guna uğratmasından, yedi tarla lcut'a sahip oldu. Bu kutların her birt, sahibine "keramet" ve "kutsiyet" veren verimli bir kaynaktı. işte Kunlar'dan sonra dörtyaz yıl ilhanlık tahtında kalıp, batan Tarkler'i egemenliği altında tutsak gibi kullanan Cücen (Juan Juan) Avarlan'mn llhıınl�t böylece son buldu. Demir Töreni ve Kurt Simgesi: ilhan, her yıl belirli bir gande demir ayini yapardı. Bir demir parçası. akkor durumuna gelinceye değin ısıtılırdı. Demir, bu duruma geldikten sonra ll­ hana mahsus altın örs'ün azertnde konulurdu. ilhan altın çeki­ ci alarak bunun astane vururdu. Bundan sonra koşular, toylar, şölenler yapılırdı. Sınırda Demir Töreni: Demir töreni bir de ülkenin sınırla­ nnda yapılırdı. Ülkeye dışarıdan girmek isteyen bir yabancı elçi, bu töreni yapmadan giremezdi. Tören şöyleydi: Bir parçasını ateşte eriyecek dereceye kadar getirtrlerdi. Sonra ülkeye gtnne k isteyen yabancı bir elçi, bir gezgin, bir taccar ya da diğer sanatla uğraşan yabancı bir kimse, bir demir parçasıyla birlikte herhangi bir yerde sınırın birleşme noktasına 269


konulurdu. Yabancı kimse bu demir parçasının Ozertnden at­ layarak, öteki Olkeden Olkemize geçerdi. Bu törenden amaç, Olkemlze gelmek isteyen bir adamın büyOlenmiş, sihirlenmiş, tılsımlı bir kimse olmak olasılığına [karşı) akkor halindeki demir parçası üzerinden atlamasıyla, bOyOlerin, sihirlerin ve tılsımların bozulması ve etkisiz kalması­ dır. O zaman yabancıların dinine boya gözoyle bakılıyordu. Her şeyden önce yabancıların sihirbazlığından ve bOyOcülOğOnden korkuluyordu. Bir mızrağın tepesine altın bir kurt başı asılır ve dinsel simgeyle düşmanların bütün büyOlerine galebe çalınırdı.

il.

0RE11 M IN DÔRI' DERECESi

tiretlmin D6rt Ataması: Oretlm de Türk evriminin aşama­ larına bağlıydı. Eski Türkler, siyasal yaşamca dört dereceden geçerlerdi. Ekonomlk üretimin de bu dört derece ile slmetrtk dört aşaması vardı: l. Kendi başına yaşayan bağımsız boylar dönemi. 2. Kendi başına yaşayan bağımsız iller dönemi, 3. Kendi başına yaşayan bağımsız hakanlıklar dönemi, 4. Bu aşamaların tOmOnü içeren ilhanlıklar dönemi. 1 . Boy Aşaması: Bağımsız özler ya da onların yerine geçen bağımsız boylar aşamasından ekonomik yapı da öz ya da boy idi. Bu aşamada özellikle avcılık.la akıncıhğa çok önem verilirdi. Bu aşamada aile de sop(clan) ile soy(parentele)'den ibaretti. Soy'a cognat adı da verilir. Alınanlar Sfppe derler. Bu tarz aile asaba'dan (agnat) çok farklıdır. Fransızca La parantele d� der­ ler. Abasa'da yalnız eli silah tutan kardeşler arncaoğullan, kar­ deşoğullanyla, baba, dede ve amcalar vardır. Yani asaba, yalnız erkek yönOnden olan akrabalardan oluşur. Asabanın karşılığı zeul'l-erham'dır ki kadın yononden olan akrabalardır. Soyda ise birbiıine tarnamiyle eşit olmak üzere bütün asabalarla bütün zeuf.'l-erham bulunur. Görülüyor ki soy da sop gibi cumhuriyet270


çi ve demokratik ailelerin anasıdır. BugOnkQ Avrupa ailesini oluşturan boy, sop, soy aşamalannı geçtikten sonra baba-yanlı ailesi (La famllle conjugale: pederi aile) aşamasını da geçtikten sonra ulaşacağımız evUWc aUesfdJr(izdivaci aile) . Evllllk ailesi koca, ve kan ile evde kalan çocuklardan oluşur. Ailenin hem en kOçOk hem de en son derecesi budur. Aile bundan daha çok kOçOlemez, iki kişiden daha kOçOk topluluk olamaz . GörOlOyor ki toplumun toplumsal çevresi bOyQdılkçe ailenin toplumsal çemberi küçıllüyor. Toplum, oymak ve boydan ibaretken, aile de boy'dan ve sop'tan ibaretti. Toplum kUçük ti ve orta il derece­ lerine inince aile de soy durumuna düştıl. Ueride göreceğiz ki toplum büyük ti ve en büyük ti derecelerine çıkınca aile de baba ailesi aşamasına yükselecektir. Toplum hakanlık ve ilhanlık derecelerine yQksellnce de aile de euUtk ailesl'ne yaklaşacaktır. Çılnkü evlilik ailesi ancak bugon gerçekleşebilmiştir. Eski Tılrkler'de aile, evlilik ailesine benzerse de onun tam ve gerçek şekil değildir.

Bağımsız Boy Döneminde Avcılık: Bağımsız boy döne­ minde saplar (semiyeler) iki amaçla ava giderlerdi: Birincisi yılda bir kez, kutsal totemlerini avlamak gerekti. bu av ayin niteliğini taşıyan, kutsal bir avdı. Bu avdan sonra toy ve bayram yapılırdı. İkincisi, salt ekonomik amaçla yapılırdı. Avcılar, av etleriyle beslenirler; dertlerinden, pöstek.ilertnden elbise, kalpak, çizme, eyer takımı, çadır ve sergi yaparlardı. Bağımsız Boyda Egemenlik: Bağımsız boy döneminde, boyun egemen bir başkanı yoktu. Totem, henüz potlaç aracılığıyla baş­ kan tarafından kendi adına ele geçirilmemişti. Totem, boy'un Oz malı idi. Boy, cumhuriyetçi ve demokrattı. Tudun bellrli zaman­ larda ayin icra eden bir ruhani başkandı. Tudunlann siyasal ve ekonomik nltellklert yoktu. Boyun kamusal egemenllği bu tu­ dun tarafından ele geçirilmemişti. Kamu yetkesi (velayet-i amme) başkana değil, boya aitti. İşte bu dönemin avcılığı da kendine özgOydO. Bu dönemdeki avcılık, daha büyQk bir önem taşıyordu. Zira avcılık totemizme de bağlıydı. Bu zamanda, yapılabilecek işler, avcılık, sürO beslemek ve akın yapmak.tan ibaretti. Boyun yer­ susu ve totemi de boyun bireylerine bu gibi işleri buyururdu. Teke boyunda han'm hiç bir nOfuzu yoktur. Fakat serdar 271


adlı doğal komutanlar vardır kl, nuzrağının tepesine bir bayrak asarak çadırının OnOne asar. Bu nls<\n akına gidileceğini goste­ rtr. Bu çağrıya birçoklan uyarlar. 2. İl .Afamuı: 11 aşamasını Dede Korkut Kitabt'nda görürüz. 11 aşaması birtakım savurganca ziyafetlerde gön110r. Bunların anhılert dörttar: Yagma. şölen, t� ve dügün'dOr. Eski zamandan bert Oğuzlar ilinde. potlaç denilen kurum oluşmuş ve toplumsal egemenliği. bireysel egemenlik haline geçirmişti. Potlaç genelleş­ mtştl. Türkçede buna evini yagmalatmak derlerdi. Bu potlaç aracılığıyla Salur Kazan llkln kendi boyunu Uç-Kuş totemi ile, kendi kolu olan sol-kolun Oç-Ok ongununu, ikinci olarak sağ kola ait Boz-Ok ongununu kendine mal etmiştir. En son olarak Üç-Ok lle Boz-Ok totemlertnl içeren genel Ok totemini sahiplen­ miştir. Oğuz ilinin ve kollarının adlan böyle çôzOmlenebllir:

Boz Ok + Üç Ok = Ok Zaten Oğuz sözcağa de çözümlenince: Ok + Öz = Qguz biçimi ortaya çıkar. Üretlmln incelenmesinden çıkardığımız sonuçlara göre, siyasal ve ekonomik gelişmelerin 11 aşamasında yalnız ekonomik gereksinmelert karşılamak için seıvet blıiktlrmeye çalışılmazdı. Bu dönemde her bireyin onuru ve saygınlığı, yaptığı savurganca ziyafetlerle, potlaç için karısından başka her nesi varsa yılda bir kez yağmalatmakla belli olurdu. Bireysel egemenlik de böylece oluşmuştu. Salt onguncu­ luk=totemctlik aşamasında ongun gibi egemenlik de kamu vicda­ nına aitti. Ongun daha bireyselleşmediği için, egemenlik de bi­ reyselleşmemişti. Evini yağmalatmak, bir tar meydan okumaktı. Ziyafete gelip de yağmaya katılanlardan blrt, daha büyük bir yağma ziyafeti yaparak ilk ziyafet sahibini yenebllseydi, o zaman ongun ve bi­ reysel egemenlik buna geçmiş olurdu. Fakat bu karşılığı daha parlak ve daha savurganca bir biçimde yapamayan davetltler, ongunlarının ve bireysel egemenliklertnin ziyafet sahibi tarafın­ dan ele geçirllmesine rıza göstermekten başka bir iş yapamaz­ lardı. Bu yağma ztyafeUert, bir tür sözleşme niteliğindeydi. Fransız 272


toplumbilimciJertnden Davy'ye göre "sözleşmenin bireysel e­ gemenliğin ve bireysel hakların kaynaklan potlaçlardan ibaret­ tir."

Eski Oğuz ilinde, onur ve saygınlığın yüksek derecesi, bir beyin her nesi varsa, b ü t ün İç Oğuz ve 1aş(Dış) Oğuz ile birlikte yemesi durumunda sürerdi. Dede Korkut'un dediği gibi "Er ma­ lına kıymadıkça adı çıkmazdı.• (O.Ş. Gôkyay: Kitabı. s.

1 /s. 3)

Dedem

Korkudurı

Eski Oğuzlar'da Salur Kazan diğer yinn1 dört

beyden farksızdı. Şu kadar var ki her yıl evini yağmalatırdı.

Böylece Salur Kazan ilkin kendi boyu olan Salur boyunun Uç Kuş totemi ile sünüğünü. damgasını hep kendi ad ve hesabına ele geçirdi. Ondan sonra kendi kolunun ongunu olan Üç Oku, daha sonra karşıkJ kola, yani sağ kola ait Boz Oku ve en son bütün Oğuz ilinin simgesi olan Ok ongununu, Tibet öküzünü vd. benzer şeyleri birer birer elde etti. Böylece Oğuz tli içinde, üç yaz altmış yiğit sahibi, bir beyler­ beyi oldu. Nüfusu, hanlar hanı olan Bayındır Han'ı geçti.

Dede

Korkut Kftabı'nda egemenliğin bireysel ve kamusal yetkenin ö­ zellikle Salur Kazan'da olduğunu görüyoruz.

Potlaç'tan Dolayı Dıt Oğuz'un İç oğuz•a Kal'fl Bafkaldır­ ması: "Hanım heyi Kazan üç yılda bir iç-Oğuz, Dış-Oğuz beylerini toplardı. Üçok, Bozok yığınak olsa Kazan evini yağmalatırdı.

Ka­

zan Bey'ln adedi bu idi ki kaçan evini yağmalatsa helalinin elini alır. evinden dışarı çıkardı. Bundan sonra evinden nesi var, nesi yok yağma ederlerdi. Yine Kazan evini yağmalatır oldu, ama Dış-Oğuz beyleri gelmediler, birlikte bulunmadılar, yalınızca İç -Oğuz beyleri yağ­ maladı.

Dış-Oğuz beylet1nden Aruz, Emen ve geri kalan beyler bunu

işıttUer. - Bak. baki Şimdiye değin Kazan'ın evi yağmalandığında hep birlikte olurduk. şimdi suçumuz nedir ki yağmada birlikte bulunmadık, dedller. Ağız bir edip bütün Dış-Oğuz beyleri Kazan Bey'i selaınJ.a­ mağa geldiler, kin bağladılar. At ayağı külük, ozan dili çevük olur. Kılbaş derler. Kazan'ın yanında bir kişi vandı, Kazan Bey: T. U. Tarihı - F. 1 8

273


- Bre Kılbaş, bu Dış-Oğuz beyleri her daytrn birlikte gelir­ lerdi, beni selamlardı, şimdi niçin gelmediler? dedi. Kılbaş: - Bilmez misin, niçin gelmediler? Evini yağmalattığında Dış-Oğuz blrllkte bulunmadı, nedeni odur. dedi. Kazan - Bizimle düşman oldular, öylemi? dedi. Kılbaş: - Hanım. ben gtdeytrn, onlann düşmanlığını bileyin, dedi. Kazan: - Sen b1llrsin, git, dedi. Kılbaş birkaç adamla atlanıp Dış-Oğuz beyleri tarafına gitti. Vardı, Dış-Oğuz beylerinden Anız'un evine kondu. Kazan'ın dayısı idi. Anız'a haber oldu, Kazan Han'dan adam geldi. deye. Anız Han: - Nola, gelsin, dedi. Anız da altınlı ganlağüna dlktlrmlştı. Oğlanlanyla oturmuş­ tu. Kılbaş geldi; bağır bastı, Aruz'a selam verdi, yer gösterdiler, oturdu. - Kazan Han, devletine dualar etti. Kazan Bey bunlu oldu, ne yapsın yapsın, dayım Aruz bana gelsin, dedi. Kara başım bunaldı, ılzertme yağı geldi. Kaytabanda develeri­ mi buzlattılar; karakoçta atlarımı klşnettiler; akça tamen koyu- . numu melettller: kara benzer kızımızı, gellnlmlzl çığnştırdılar; benim kara başıma gör neler geldi? Dayım Aruz gelsin, yetişsin, diyor, dedi. Aruz: - Bre Kılbaş, o vakit k1 Üçok, Bozok yığınak olurdu, Kazan ondan sonra evini yağmalatırdı. Suçumuz ne idi k1 şimdi yağ­ mada birlikte olmadık, dedi. Durmadan Kazan'ın başına bunlar gelin, dayısı Aruz'u hep anadursun, biz Kazan'a düşman olduk, belli bilsin, dedi. Kılbaş burada soylamış, görelim hanım. ne soylamış? Soylama Aruz, Aruz bre kavat Aruz! Kalkıp ta Kazan Han yerinden doğruldu, Aladağda çadınru, otağını dlktl, 274


Oç yQz altmış altı alp erenler yanına yığmak oldu, Yimek. içmek arasında beyler seni andı, 'Hanım dayın sana dO.şman olmuş' dedi, Ben varayım, gerçek nedlr, bileyim deye geldim, OstQım1ze yağı nesne gelmedi, Ben hemen senin dostluğunu, düşmanlığını sınamaya gel­ dim. Han Kazan'a dO.şman irnişsin, bildim! dedi. Kılbaş kalktı, hoşça kal, deyip yürüyüverdi. Aruz Koca pek kızdı. Dış-Oğuz beylerine adam saldı, çağırdı. Emen gelsin. Alp RO.stem gesin. Dônebilmez Dôlek Evren gelsin, geri kalan beyl�r hep gelsin, dedi. Dış-Oğuz beyleri hep geldiler, yığınak oldular. Anız Koca, ala, bO.yük otaklanru düze diktirdi. Attan aygır, devedene buğra, koyundan koç kırdırdı. Aruz, Dış-Oğuz beyleri­ ni ağırlayıp toyladı. - Beyler, ben sizi neye çağırdım, bilir misiniz? dedi. Beyler: - Bilmeyiz. neye okudunuz? Ne buyurursunuz? dediler. Aruz:

- Kazan bize Kılbaş 'ı gondermiş, elim gano.m yağmalandı, kara başım bunlu oldu, dayım Aruz, Oğuz beyleriyle bana gel­ sin, demiş, dedi. Emen: - Ya sen ne cevap verdin? dedi. Aruz: - Ben Kılbaş'a dedim ki: Bre Kılbaş, kaçanki Kazan evini yağmalatırdı, Dış-Oğuz beyleri birlikte yağmalardık. Beyler gelip Kazan'ı selamlardı, sonra dağılırlardı. Şimdi suçumuz ne oldu ki birlikte bulunmadık? Bre kavat, biz Kazan'a dO.şman olduk. dedim. dedi. Emen: - iyi demişsin, dedi. Aruz:

- Beyler, ya siz ne dersiniz? dedi. Beyler. - Ne deyelim. Mademki sen Kazan'a daşman oldun. biz de olduk. dediler. Aruz araya mushaf getirdi. 275


- Den, lmdl, and için. dedi. Hep beyler mushafa el basıp and içtiler. Senin dostuna dost, daşmanına da daşmanız, dediler.

Aruz batan beylere hilat giydirdi. s.

(Dede Korkut.

s.

237-240/

1 65- 167)

Bu sözlerden anlaşılıyor ki. eski Tarkler'in zengin olmak is­ temeleri yalnız kendi gereksinmelerini tatmin için değildi. On­ lar, yağma ziyafetleri yapmasalar, evlerini batan Oğuzlar'a yağ­ malatmasalar, ne bireysel egemenliği elde edebilirlerdi, ne de onu koruyabllirlerdl. Salur Ka7..an, yılda bir kez, hem Oç Ok, hem de Boz Ok kol­ lan hazırken, evini yağmalatırdı. Bu sayededir ki batan Oğuzlar onun bireysel egemenliğine isteyerek boyun eğiyorlardı. Ne zaman ki bir gan Boz Oklar yokken, Salur Kazan evini yağmalattı. Yağma ziyafetinde yalnız Üç Oklar bulunuyorlardı. O zaman Boz Oklar yağma ziyafetinde bulunmadıklanndan do­ layı topluca başkaldırdılar. Demek ki Salur Kazan'ın bireysel egemenliği. yağma ziyafetinden, yani potlaçtan doğmuştu. Salur Kazan yağma ziyafetine Boz Oklar kolunu çağırmamakla orılar Ozeıindekl bireysel egemenliğini geçersizleştlrmlştı. Yağma ziya­ feti bir tar "toplumsal sözleşme" oluşturuyordu. Yağma ziyafeti yapan adama, madem ki daha savurganca ve daha parlak bir ziyafetle karşılık verilemiyordu. ona isteyerek boyun eğmek zo­ runluydu. Toplumsal sözleşme onu gerektbiyordu. Fakat yağma zlyafetlerl yapılır da bir topluluğa özgülenir ve diğer topluluk bu ziyafetten yoksun bırakılıyorsa,

iki topluluğun

isteyerek boyun eğmeye borcu kalmazdı. Fakat Boz Oklar'ın başkanı olan Aruz'un yeğeni olan Kazan tarafından öldürülme­ si. başsız kalan Boz Oklan bOyük bir korkuya düşürdü. Öbür yandan bundan sonraki yağma ziyafetlerinde Boz Okların da kaWacağı umudunu verdi.

Şölen: tı

dönemine ilişkin ziyafetlerin ikincisi.

şölen.

yani

zlyafctll devlet divan ıdır. Bu divanın merkezinde hanlar hanı ya da ona vekaletle beylerbeyi otururdu. Bundan sonraki sıralan Beyrek'in aşağıdaki sözlerinden çıkarabiliriz. "Sağda oturan sağ beyler/Solda oturan Sol Beyler. Eşikteki ınaklar. /Ortada otu­ ran has beyler. Dağanünüz kutlu olsun." dedi.

276

(Dede Korkut. s .


8 1 /s. 6 1 ) . Bunların dışarda maiyetleri vardı. Harun ve beyler­ beylnln yani yabgunun Qçyılz altmış arkadaşıyla (şertklyle) her boy beyinin kırkar yiğidi vardı. Şölenin en önemli kişisi Korkut Ata'dır. Oğuz Han'ın Irktf Ata'sı zamanından bert bu kutlu ozan­ ların değerini biliyoruz. Dede Korkut kitabında Korkut Ata'run yaptığı işleri görQyo­ nız:

1. Tepegöz hikayesinde Korkut Ata: Tepegöz hikayesinde Arslan Basat gelinceye kadar Oğuz'u esenliğe kavuşturan Kor­ kut Ata'nın Tepegöz tle yapmış olduğu sözleşme idi. 2. Deli Karçar macerasında Korkut Ata: Deli Karçar'ı da ke­ rametiyle ya da büyü gücayle yenerek yola getiren Korkut Ata'dır. 3. Boğaç'ın, [Bamsı] Beyrek'in, Arslan Basat'ın adlarını koy­ du. Ad koymak eski TOrkler'ce kutlu bir işti. Kerameti olmayan­ lar kimseye ad koyamazlardı. Bundan başka on beş yaşına gtrtp bOyük bir kahramanlık göstermeden de hiç bir gence ad koymazlardı. Ad alan bir genç, aile adamı olmaktan çıkar, ulus adamı olurdu.

Tarhanlık: Eski TOrkler'de büyük bir iş yapan adama tar­ hanlık rütbesi verilirdi. Tarhan dokuz cinayete kadar işleyeceği suçlardan sorumlu değildi. Hakümdarın huzuruna izinsiz girip çıkabilirdi. Ve bu ayrıcalıkları dokuzuncu göbeğe kadar evladı­ na kalırdı. Bununla birlikte başka tarhanlıklar da vardı. Sôzgelimi [Bamsı] Beyrek'ln tutsak edildiği yerde öldt1ğa haberini çıkarıp, vaktiyle kendisine hediye etmiş olduğu bir gömleğe tavşan kanı sürdakten sonra Beyrek'in beşik kertme nişanlısı Banu Çiçek adlı kızın kardeşi Deli Karçar'a gösteren ve Beyrek'in nişanlısı ile nikah olup bu gün gerdek doğana yapılmakta bulunan "Ya­ lancı oğlu Yalancuk" kendi yayının Deli Ozan elinde iki parçaya bôlündüğana görı1nce Beyrek'in ok ve yayının getlrtlmestnl hlz­ metçilertne buyurdu. Yalancı Oğlu Yalancuk, karşısındaki Deli Ozan'm bizzat Bamsı Beyrek olduğunu bilmiyordu. . Bilseydi orada bir an bile duramaz hemen kaçardı. Deli Ozan (Bamsı) Beyrek'e alt yayı kolayca çekti ve Yalancuk'un dOğün yQzQğOnden ibaret olan ni-

277


şangahın deliğinden geçirdi. Beyler hiç kimsenin çekemediği bu yay aracılığıyla okunu yüzüğün deliğinden geçiren bu Deli OLan'ı alkışladılar. Bütün bu olup bitenleri uzaktan izlemekte bulunan Salur Kazan dedi: "- Bre deli OLan, benden ne dilersin? Çadırlı otakmı diler­ sin? Kul. karaua.şl"I mı dilersin? Altın, akça mı dilersin, vereyim, dedi. Beyrek: Sultanım, beni kosan da şölen yemeğinin yanına varsam, karnım açtır, doyursam, dedi. Kazan: - Deli Ozan, devletin tepti. Beyler bugünkü beyliğin bunun olsun, kon, nereye giderse gitsin, neylerse eylesin, dedi. Beyrek, şölen yemeğinin üzerine geldi, karnını doyurduktan sonra kazanları tepti, aşlarını döktü. Çevirdi yahnırun kimini sağına, kimini soluna atar. Sağdan gideni sağ alır, soldan gideni sol alır. Haklıya hakkı değer. haksıza yüzü karalığı kalır. Kazan Beye haber oldu: - Sultanım, Deli Ozan hep yemeği döktü, dediler. Kazan: - Bre bırakın, neylerse eylesin; nereye dilerse varsın dedi. - Şimdi kızlar yanına varmak ister, dediler. Kazan: - Bre bırakın, kızlar yanına da varsın, dedi. Beyrek'e dediler. Beyrek kalktı, kızların yanına vardı. Zur­ nacıları kovdu, davulcuları kovdu. Kimine döğdü, kiminin başı­ nı yardı. Sözün kısası kimini döğdü, kimeni söğdü. Hatunların oturduğu otağa geldi. Eşiği tuttu, oturdu. Kazan Bey'in hatunu boyu uzun Buda Hatun kızdı: - Bre kavat oğlu kavat. sana düşerml, paldır kfildür benim yanına gelmek? dedi. . . Beyrek: - Hanım, Kazan Bey'den buyruk oldu, kimse sataşamaz, dedi.

t•ı Kız köle, cariye, halayık 278


Burla Hatun: Bre, mademki Kazan Bey'den buyruk olmuştur, bırakın otursun, dedi. Döndü Beyrek'e: - Bre Deli Ozan, dileğin nedir? dedi. Beyrek: - Hanım, dileğim odur ki ere varan kız kalksın oynasın, ben kopuz çalayım dedi." (Dede Korlcut. s. 83-84)

Şölenli Senato: Eski Oğuzlar oldukça geniş bir alana yayı­ hrlardı. Bunlann aynı zamanda her gan birleşmesi gerekliydi. Bu nedenle nerede divan kurulacaksa. yemeğin de orada yenil­ mesi gerekiyordu. Bundan dolayıdır ki çoğu zaman han ile bey­ lerbeylnln, diğer günlerde de öbQr beylerin otağında ziyafetll di­ vanlar kurulurdu. Şölen, artstokratlk bir divan olduğu için, senatoya benzerdi. BQtQn Qyeleri beylerdendl. Her beyin bir ongunu, sünüğQ, ma­ budu (Yer- Su ya da birer Tann) ve bir damgası vardı. Şölen. kurultay'ın küçüğQ, kurultay şölenin büyüğüdür. 11hanhğa oranla lcurultay ne ise, il e oranla şölen de odur. TQrkler'in bağımsız oymak döneminde, bağımsız oymak mecll­ sl. gerçekten bir halle meclisiydi. Devletin dairesi büyüdQkçe de­ mokratlığı da gittikçe azalıyordu. Şölen'in KuL.ıl Etklal: Şöleni toplayan beyler, aynı zaman­ da toyondurlar. Oğuz ilinin asıl ruhani başkanları bunlardır. Beylerden kimin bir dileği varsa, ya yapılmış bir şölen sırasında dileğini söyler ki: Beyler hep birlikte yüz[lerlnl) göğe dikerler. Di­ lek yerine gelir. Yahut sahibi özel bir şölen yapar amacını söy­ ler. Beyler birlikte yüzlerini göğe dikerler, dilek yerine gelir. Birincisine örnek: Bay Bılre Bey'ln hiç oğlu yokmuş. Bayın­ dır Han'ın yaptığı bir şölende Bay Bılre Bey başkalarının oğul­ lannı görünce gıpta ediyor. Kendisinin de bir erkek evladı olma­ sı için hep birden yüzlerini göğe çevirmelerini rica eder: Bay Bican Bey de, bu doğacak oğlana beşik kertmell bir nişanlı ol­ mak üzere, bir kız ister. Her ikisi için de dua ederler, ikisinin de dilekleri yerine gelir. "Bay BOre Bey böyle deyince soylu Oğuz beyleri yüzlerini göğe tuttular, el kaldırıp dua eylediler. Ulu Tann sana bir oğul versin dediler. 279


O zamanda beylerin duası dua. ilenci ilenç tdi. Duaları ka­ bul olurdu. Bay Bican Bey de yerinden doğrulup kalktı. - Beyler, benim için de bir dua edin, Allah Taala bana da bir kız versin, dedi. Soylu Oğuz beylert ellertni kaldırdılar, dua ettiler. Ulu Tanrı. sana da bir kız versin, dediler. Bay Bican Bey: - Beyler Ulu Tann bana bir kız vere�ek olursa siz tanık olur., benim kızım Bay Bare Bey oğluna beşik.kertme yavuklu olsun . <ledi. B1.: uun azertne birkaç zaman geçti. Allahu Taala Bay BQre Beye bir oğul Bay Bican Beye de bir kız verdi. Soylu Oğuz beyle­ ri bunu işittiler, şad olup sevindiler." (Dede Korkut s. 49) İkinciye örnek: "Dirse Han, hatununun sözüyle ulu toy eyle­ di, hacet diledi. Attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kır­ dırdı. İç-Oğuz, Dış-Oğuz beylerini astane yığınak etti, aç görse doyurdu, çıplak görse donattı, borçluyu borcundan kurtardı, tepe gibi ot yığdı, gol gibi kuruz sağdırdı. El kaldırdılar, hacet dilediler. Hatunu gebe oldu, blr nice zaman sonra bir oğlan doğurdu." (Dede Korkut, s. 6/s. 9)

Av'a Batlamak :Yetkisi Slyaeal Batkanlara Alttı: Ava baş­ lamak kamusal yetke sahibi olan beylere aitti. Dahası bunların oğullan bile, babalanndan izin almaksızın, kendi başlarına ava çıkarlarsa, tôhmetll, cürQmlQ, cani olurlardı: " . . . bu yiğidin yir­ misi bir yana. yirmisi de bir yana oldu. İlkin yirmisi vardı, Dtrse Hana bu habert gotarda . . . " (Dede Korkut, s. 8/s. 1 1) "Böyle deyince, hanun o namertlerin ylnntsl daha çıkageldi ve bir kov!"! da onlar getirdiler, dediler ki: - Kalkıp Dirse Han senin oğlun doğruldu, goğsa güzel dağ­ lara ava çıktı. Sen varken av avladı, kuş kuşladı. . . Böyle oğul nene gerek? Öldarsene dediler." (Dede Korkut, s. 8-9/s. 1 2) 3. İl Döneminde Akıncılık: İl döneminde çoğunlukla avcı­ lığın yerine akıncılık geçerdi. Kun tlt, Çin kıtasını geçinmek için yağmalanacak yer saydı. Kendisine gerekli olan batan servetleri oradan elde etmeye başladı. M Arkadan çekiştirme, iftira.

280


TQ.rkler'den bQyok bir kısmının adı, milattan önce Kun idi. Av­ rupalılar k harfini h'ya çevirerek bu sOzcOğQ Hun biçimine sok­ tular. Çinliler de bu sözcQğQ Htung-nıı. biçimine soktular. Tılrkler, Araplar ve Acemler'e gelince, bunlar bu kavme Kun adını vermişlerdir. Kun Oğuz Türklerl'nce "koyun" demekmiş. Demek ki bu kavmin ongwıu da koyundu. "Kunlar'a dair Milattan Once 260 tarihinden Once, birkaç hükümdarın adından başka hiç bir şey bilmeyiz. Bunlar, yeni oluşan buduna kanunlar, yasalar vermişler, onu düzen altına almışlardı. En gerekll sanayii icat etmişler ve ormanların için­ den, barbar adamlan çıkararak ekilmesi gereken ovalara sev­ ketmişlerdlr. işte bir ulusun kökeni ve başlangıcı adını biz buna verebiliriz. Kun kavmi tarth alemine Çinliler'le birlikte girmiştir. Çin dc�vieU daha Uk zamanlarından itibaren Kunlar'dan söz edilmek­ tedir. "(Deguignes, c.I, s. 1 6 1). "Eski Hunlar, besledikleri hayvanların etleriyle yaşarlar, de­ rtlerini alarak giysi ve bayrak yaparlardı. Paylarına dOşen ara­ zJy1 ekerlerdi. Yazı bilmezlerdi. Fakat sözlertnde doğnıluklan o kadar çoktu ki yaptıklan anlaşmalarda, bu budunlar bize ne kadar barbar gorünQrse görünsünler verdikleri söz kafi geUrdL" Birisini öldOren ve Onemll bir hırsızlık yapan adam idam o­ lunurdu. Çocuklarının eğitiminde çok Ozen gostertrlerdl. Onl� topluluğun çıkarlarına uygun biçimde bOyütı1rlerdl. Yani avcı­ lığa ve savaşçılığa alıştınrlardı. Beygir yerine koyunlara binen bu çocuklar, kOçOk oklarla kuş ve sıçan vunırlardı. Daha bOyüyQn­ ce tavşan ve tllkl avına giderlerdi. Bunlar, kendileri için birer besindL Daha gaçlı1 ve ağır silahlan kullanacak bir yaşa geldikleri zaman, savaşa katılırlardı. Ancak bir adam öldılrdüklert, ya da OldOrebilecek bir goc ve ustalık kazandıklan zaman adam sayılırlardı. Artık bütQn uğ­ raşlan savaştı. Topluluğun takdlrtni ve saygısını kazanabilmek için tek çıkar yol bu idi. Gençler birçok mOsaadeden yararlanır­ lardı. Eski hlzmetlert unutulan yaşlılar, bu savaşçı gençler tara­ fından kOçOmsenirlerdt. Oysa onlar aynı sonun kendilerini de beklediğini akıllarına getirmezlerdi. "(Deguıgnes, c.J, s. 1821 83). 281


Adaızlann Ad Alması: Eski Türkler'de gençler bir kahra­ manlık yapmadıkça ad alamazlardı. Adsız kalırlardı. Leon Ca­ hun. adsızlann ne demek olduğunu anlamamış. Dlrse Han'ın oğlunun adı yoktu. Bayındır Han'ın ordugahın­ da her yıl boga ile bugra kavga ettirtllrdl. Bir yıl Dirse Han bu ordugaha katılmıştı. Onunla birlikte konup göçüyordu. Dirse Han'ın oğlu olan on beş yaşındaki bir adsız, azgın boğa ile karşı karşıya kaldılar. Çocuk boğayı yenerek başını kesti. "Oğuz beyleri gelip oğlanın üstüne yığmak oldular, 'yaşa' de­ diler. Dedem Korkut gelsin, bu oğlana ad koysun, birlikte alıp babasına varsın babasından oğlana beylik istesin, taht alıver­ sin, dediler. (Dede Korkut. s. 7 /s. 1 0) . "Bay Büre'nln oğlu beş yaşına girdi; beş yaşından on yaşına girdi; on yaşından on beş yaşına girdi. At koştursa çalımlı kuş erdemli bir gazel, yahşı yiğit oldu. O zamanda, bir oğlan baş kesmese, kan dökmese ad komazlardı. Bay Büre Bey'ln oğlu at­ landı, ava çıktı. Av avlarken, babasının tavlası üzertne geldi. Emrehorbaşı karşıladı, indirdi, konukladı. Yiyip içip otururlardı. ·

Bu yandan da bezir bezirganlar gelip Karadervent ağzına konmuşlardı. Onup yetmesin, Avnik Kalesl'nln kcifirlerl bulan casusladı. Bezirganlar yatarken ansızın beş yüz kafir koyuldu­ lar, bastılar. yağmaladılar. Bezirganın ulusu tutuldu, küçüğü kaçarak Oğuza geldi. Baktı, gördü, Oğuzun ucundctı bir ala sayvan dik.Umiş. bir bey oğlu, güzel yiğit kırk yiğitle, sağında so­ lunda otururlar. Olsa olsa Oğuzun bir yahşı yiğidldir, yürüye­ lim, yardım isteyeyim, dedi. Bezirgan: - Yiğit, yiğit, bey yiğit. sen benim ünüm anla, sözüm dinle! On altı yıl oluyor. bir Oğuz içinden gitmiştik. Görülmedik kafir malını Oğuz beylerine getiriyorduk. Pasin'in Karadervent ağzına yan vermiştik. Aynik Kalesl'nln beş yüz kafiri üzerimize koyul­ du, kardaşım tutsak oldu, malımızı. ylyeceğimlzi, içeceğlmlzl yağmaladılar, gert döndüler. Kara başunı kaldırdım. sana gel­ dim. Kara başım sadakası yiğit. bana yardım, dedi.

ı·ı Hududunda, sınırında.

282


Bu kez oğlan şarap içerken içmez oldu. Altın ayağı1"1 elinden yere çaldı. - Ne diyorsam alın. gelini Gtyimlmiır1 benim şahbaz atımı getlrtn. Hey beni seven yiğitler binsinler, dedi. Bezirgan da önle­ rine dOştO, kılavuz oldu. Kafir de oturmuş, bir yerde akça ılleş­ mekte idi. Bu arada, erenler meydanının arslanı, pehlevanlann kaplanı Bozoğlan çıktı, geldi. Bir-lkl demedi, kafirlere kılıç çaldı. Baş kaldıran kafirleri öldürdü, savaş eyledi. Bezirganların malı­ nı kurtardı. Bezirganlar: - Bey yiğit. bize sen erlik istedin, gel şimdi, beğendiğin maldan al, dediler. Yiğidin gözü bir deniz kulunu boz aygın tuttu, bir de altı di­ limli garza, bir de ak-tozlu yayı tuttu, bu üçünü beğendi. - Bre bezirganlar, bu aygın, bir de bu yayı ve bu garza bana verin, dedi. Böyle deyince bezirganlar bozuldu. Yiğit: - Bre bezirganlar çok mu istedim, dedi. Bezirganlar: - Neye çok olsun, ama bizim bir beylmlzin oğlu var. Bu aç nesneyi ona armağan götOrmemiz gerek idi, dediler. Oğlan: - Bre beyinizin oğlu kimdir, dedi. - Bay Büre'nin oğlu vardır, adına Bamsı derler, dediler. Bay Büre'nin oğlu olduğunu bilemediler. Yiğit parmağını ısırdı: - Burada minnetle almaktansa orada babamın yanında minnetsiz almak yeğdir, dedi. Atını kamçıladı, yola düştü. Bezir­ ganlar bakakaldı. Bozoğlan babasının evine geldi. Bezirganlar geldi deye babası sevindi. Çadır, otak, ala say­ van diktirdi. İpek halı seccadeler yaydı, geçti oturdu. Oğlunu sağ yanına aldı. Olan bezirganlar işinden söz söylemedi, kafirle­ ri koğduğunu anmadı. Birden bezirganlar yiğidin Bay Büre'nln sağında oturduğu­ nu gördüler. Yüzlerini yere koyup yürüdıller, o yiğidin elini Optı1ı•ı Bardağı, kadehi.

ı••J Zırh

283


ler. Bwılar böyle edince Bay Bare Bey Ofkelendl. BezlrgAnlara: " - Bre kaoo.t oğlu kaoo.tlat 1 , ata dururken oğul elini mi öperler, dedi. - Hanım, bu yiğit senin oğlun mudur, dediler. - Evet. benim oğlumdur, dedi. - ôyle ise incinme sultanım, ilkin onun ellnl öptüğümOze. Eğer senin oğlun olmasaydı bizim malımız Gürclnstan'a gitmiş­ ti, hepimiz tutsak olmuştuk, dediler. Bay Büre: - Bre, benim oğlum baş mı kesti? Kan mı döktü? dedi. - Evet, baş kesti, kan döktü, at üstünden adam aldı, dediler. - Bre bu oğlana ad koyacak denll varrnıdır? dedi. - Evet sultanım, artuktur bile, dediler. Bay Büre Bey hemen soylu Oğuz beylertnl çağırdı, konukla­ dı. Oğlunun yaptıklarını anlattı. Bütün beyler alkışladılar. Son­ ra Dedem Korkut geldi, oğlana ad kodu. Görelim ne dedi?: ( . . . . ) Sen oğlunu Samsam deye okşarsın. Bunun adı Bozaygırlı Bamsı Beyrek olsun, Adını ben verdim, yaşını Allah versin. (Dede Korkut, s. 5054/ s. 39-4 1 ) Beylerin avı çok eğlenceliydi. Avdan sonra toy yaparlar, bu av etlertnl hep birlikte yerlerdi. Şarabın, tarasunun, kımızın, kımranın en iyilerini bu av etleriyle birlikte yerler, içerler, sar­ hoş olurlardı. Ozan gellr, kopuz çalar, oğuznameler okurdu. Daha doğrusu eski Türkler'in şôlenlert, avlan, toyları, düğünle­ rt, kJngeşlert, birbirine benzerdi. Çünkü tümünde esas rol, boy beylertne aitti.

4. İl Dönem.inde ve Barış Zamanında Akıncılık: Barış zamanında Hunlar, komşularının arazilerine ve özellikle Çin'e akınlar yaparlardı. VerlmlUlği ve zenglnllğtnden ötüıı1 Çin onlar için, bitip tükenmek bilmeyen bir hazine idi. Durmadan oraları­ nı yağma ederlerdi. Talih kendilertne yardımcı olursa llertlere doğru sokulurlardı. Fakat ufacık bir başarısızlık Ozertne kaç­ r:,aJctan da utanmazlardı. Gerçi kaçarken daha müthiş olurlar-

ı·ı Pezevenkler: gtdtlertn gid!lert (küfür sözü).

284


dı. Onların bu yapmacık bozgunluklannda düşmanları pek çok tedbirli hareket etmek zorundaydılar. ÇünkO. çok kere, bu kaçan Kunlar'ın birdenbire yeniden saldırıya geçtlklert olwtlu. Bey­ gtrlertnın çevikllğl. bu tarz savaş için işlerine yarardı. Çtnliler'lnkl gibi düzenli asker onlara pek zorlukla karşı koyabilirdi. Bu sayı­ sıZ Tatar(Kwı) ordusu, pek yakından izlenirse, toz gibi çöl içinde dağılırdı. Arkalan sıra bu mı1thiş çöllere düşen düşmanları, or­ alarda sefalet içinde yok olurlardı. Bir savaşta ölen arkadaşının naaşını taşıyabilen onun varisi olur, mallarına el koyarlardı. (Bundan anlaşılıyor ki eski Türkler, cenazelerinin düşman içinde kalmasına razı olamazlar­ dı. Bu cenazeler kutlu ldller. Düşmanlarının bunlara hakaret etmesine ya da büyüsel ayinlerine hedef seçmelerine eski Türkler razı değillerdi.) Bu budun , bugün olduğu gibi, ellerinden geldiği kadar tut­ sak almaya çalışırlardı. Başlıca servetleri, bu tutsaklardı. Onlan sürülerinde, binek ve kasaplar hayvanlannın otlatılrnasında kullanırlardı. Silahlan bir yaydan, oklardan, kılıçtan oluşmak­ taydı. Hepsi komşuları olan budunlara göre, hırsız ve haydut ldller. Fakat aralarında (birbirine karşı) son derece h::ığhlık gös­ terirlerdi.

Hırsız ve Uğru Sözcükleri: Türkiye'nln doğusunda ve güneyinde yaşayan Azeri ve Türkmen uruklannda 1ursız sözcüğO yerine furhız sözcOğO kullanılmaktadır. Htrhız sözcüğanon aslı da aranırsa Kugız sözruğo olduğu ortaya çıkar. Ugru sözcüğünün aslı da ugrCık sözcüğo olabilir. Bu örneklerden şu budunların çok akma ve çapulcu olduk­ ları anlaşılıyor. Zira göçebe illerde ve topluluklarda hırsızlık, yalnız akıncılıkla çapulculuktur. Onlarda adi hırsızlık yoktur. Eski Torkler'de, akıncılık ve çapulculuk gibi yağma gelenek­ leri de ayıp değildi. O zamanki Türk ekonomJslnde, üretim araç­ larından biri de çapulculuktu. Bugün bile uluslararası huku­ nun ve ahlakın varlığına, dahası Milletler CemJyett diye bir taslağın varlığına karşın, savaşta, ha.la eski çapulculuğun küçok bir kalıntısı olan "ganimet alma geleneği" vardır. Eski 1ürkler üretim açısından dört ekonomJk tlpe aynlmış­ lardı: 285


1. 2. 3. 4.

Avcı Türkler. SOrü sahibi Türkler. Çiftçi Türkler. Sanatçı Türkler.

1 . AVCILIK EbOlgazt. Uygurlar'ın (yani Dokuz Oğuzlar'ın) üç bölüğe ay­ nldıklannı, blrtncl bölüğün Turfan'a gelerek Beş Balık'ı kurduk­ larını ve orada çiftçtllkle yaşadıklarını anlatıyor. Kalan iki bölükten birisinin hayvan sürüleri beslemekle, diğerinin de or­ manlarda av avlamakla ve gollerde balık tutmakla yaşadıklarını yazıyor. Avcı Türkler: Ebülgazl, Dokuz Oğuzlar'ın yalnız avcılıkla yaşayan kısmından söz ederken diyor ki: "Bu 11 içinde bir baba kızını azarlamak istediği zaman 'Ben seni sürü sahibi kocaya veririm. Orada sürüleri sağarsm ve koyun keçi gibi hayvanların etini yersin' diye tehdit edermiş. Avcı Türkler'e göre sürü sahibi Türkler'in yaşamı o kadar tatsız, avcılarınki ise o kadar tatlıdır ki böylece tehdit olunan kızlardan, sürO sahibi kocaya düşmek " korkusuyla intihar edenler çoktur."( !

"" Cemi-Cd-TelJQT'th'te' I de Uryankit adlı bir llden söz edlllyor. Uryanktt "orman adamı" demekmiş. Bunlar da ormanlarda avcı­ lıkla yaşarlarmış. Ebülgazi'nin Dokuz Oğuzlar'dan• aktardığı hi­ kayeyi, Reşldüddin bunlar hakkında aktanyor. Bu lk1 hikaye bize avcıların da hayatlarından memnun ol­ duklarını gösteriyor. ÇünkO her gün leziz av etleri yerlerdi, av postlanndan güzel kürkler, çizmeler, kalpaklar yapıp giyerlerdi ve bundan başka avcılıktan ele geçirdikleri şeyleri başka bu­ dunların ürünleriyle değlştokuş ederlerdi. Avcılar iyi silahlara ve özellikle iyi oklara muhtaçtılar. Mete'ntn icat ettiği 'ıslık çalan ok' son derece mOkemmelmiş.

ı•ı Türk Şeceresi, s. 44

ı••ı c.I, 286

s.

37 1 -387.


Adı Ok-Ôz olarak açıklanan Oğuz 1li 'Ok Oymağı' demektir. Adını oktan alan Oğuzlar'ın ongunlan avcı kuşlardan olduğuna göre, avcı bir 1l oldukları anlaşılıyor. Gerçekten de Dede Korkut Kitabı nda avcılığa ilişkin gOzel sahneler vardır. '

Sürgün Avı: TOrkler'ln en çok sevdikleri sürgün avıdır. Sıirgün avı Rauzat-üs-Safa'da cerge adı altında ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Kaşgarlı Mahmut buna sıgır diyor.!"> Bu sözcük bil­ diğimiz Sl!)ır sözcılğtlnden başka bir şey değildir. Tılrkler'ln ulu­ sal totemi, Tibet sı�ın denilen yak idi: totemin yılda bir kez büyük ortak ziyafette yenilmesi gerektiğinden ve bunu avlanma­ sı için de sılrgün avı gerektiğinden sıgır dinsel ayinlerin en büyüklerinden sayılırdı. Hakanların oldukça büyük avcı örgıltlerl vardı. Bunların devamını Selçuklular'da, Osmanlılar'da, Aklm­ yunlular'da görüyoruz. Av KUflan: Avcılıkta av kuşlarına da büyılk ihtiyaç vardı. Oğuzlar'ın ongunlarından beşi, bilinen av kuşlarıydı. Şahin, kartal, tavşancıl, sungur, çağrı. Bunlar bize Oğuzlar'ın kullan­ dıkları av kuşlarını bildirir. Türk ülkelerinde sürülerle ahular, yabani atlar, parslar, vadllerde ve göl kıyılarında geyikler, kuğu kuşları, Pamtr'tn en alçak yaylalarında yaklar, Tibet yaylaların­ dan gelme, boynuzlan burmalı, aryalı denen koyunlar vardır.

2.

SÜRÜ

SAHİPLlGl

Sürü. Sablbl Türkler: Tılrkler'in en büyük kısmı sO.rülertyle geçinirlerdi. Sürüleri koyun. keçi, at, ökOz. deve sürülertydi. Bu sılrO.ler, onlara her gün taze süt, kaymak, tereyağı, yoğurt, kı­ mız, kımran gibi besinleri sunardı. Sürülerin derisinden saraç­ lıkta yararlanırdı. Bu dertlerden çizmeler, eyerler vd. yapılırdı. Pöstektlerlnden kalpaklar, kürkler, kaftanlar yapılırdı. Yün ve yapağılarından elbiseler. çadırlar, keçeler yapılırdı. Bu sılrüler göç zamanı, taşımacılıkta kullanılırdı. ı·ı

Divan,

c.I, s. 364. 287


3. ÇİFTÇİLİK Çin tarihlertnin anlattığına göre eski l'Qrkler göçebe olmakla birlikte her blrtnin aynca bir parça arazisi de vardı. Yurt sôzcağa Araplar'daki dar sôzcılğa gibi kışlakta çadır kurulan belirli yertn adıdır. Her ailenin kışlakta özel ve değiş­ mez bir yurt'u vardı. l'Qrkler batıya geldikten sonra da asıl yur­ du unutmamışlardı: Seyhun, Ceyhun adlan ırmak adı olarak, Ankara sôzcüğO kent adı olarak. Karaçuk sözcOğü de eski bi­ çimde Musul'a, yeni biçimi olan Karacadag biçiminde Diyarba­ kır'a, Bilecik'e, Ankara'ya gelmiştir. İli, Tanın, Seyhun Ceyhun vadilertndeki Tarkler eskiden bert buğday. arpa, pirinç, dan, mısır ekerler; asma, elma. dut fidanlan yetiştirirlerdi. Araziyi sulamak için pek çok arklar açmışlardı. Tarkler, dandan bir tar şarap yaparlardı. Bunu kımız ile kanştırdıktan sonra elde edilen içkiye tarasun adını verirlerdi. En nefis içkileri buydu. ıLeon Cahun) 4. SANAYİ

Türlder'de Sanayi: Türkler göçebe olmakla birlJkte, sanayiden de büsbatan yoksun değillerdi. Bundan başka eski Tarkler dai­ ma banş dinini yayma. batan l'Qrkler'i bir ilhanlık yönetiminde birleştirme dileğindeydiler. Bu işleri yapmak için savaşa girmek gerekiyordu. Şu kadar var ki eski Tılrkler için savaş, bir amaç değil bir araçtı. Eski TOrkler'in dinleri de o zamanki yaradılışlanna uygun­ du. Bu dinde de yer-sular oymaklannı savaşa sevkederlerdl. Bu kitapta yalnız eski Türkler'ln Toyonizm dinine ve Şama­ nizm bayasane bağlı olan öz uygarlığı incelenmiştir. Bu incele ­ melerin sonucu gösterdi ki Tarkler bu uygarlığı başkalarından ôdOnç almamışlar, belki kendileri yaratarak başka uluslara öğ­ retmişlerdir. Çinliler, bu Türk sınıflandırmalarını işlemişler, bundan geleneksel bilimler ve bOyasel fenler oluşturmuşlardır. Eski Türkler yaratıcı bir budundular. Çinliler ise Tarkler'in k.atıpleriydl. TOrk'e ait birçok yaratma ve buluşlan Çin kitapla­ rında bulursak, bundan dolayı şaşmamalıyız. Tark yapar, Çinli yazardı. Zaferden zafere koşan Tark'ün vakti yazı yazmaya elvertşll 288


değildi. Bundan başka eski TOrkler kent uygarlığından çok, göçebe uygarlığıru severlerdi. Bilge Han kayınbabasına kent yapmak istedlğlni de söylemişti. Kayınbabası şimdiye kadar TOrkler'in göçebelik sayesinde Çin'e akınlar yaparak zengin ol­ duklarını, Çinliler seferberlık yaparak ordu toplayıncaya kadar TOrkler'in uzak Olkelere çekilerek Çin ordusunu bozduklann ı söyledi. TOrkler kentlerde otururlarsa, Çinliler tarafından kolay­ ca kuşaWıp bağunsızlıklanru yltlreceklerini söyledi. Selçukname yazarı İbn Bibi de, dayısının dalma kendilerine "Sakın asla kentte oturmayınız, goçebellği koruyunuz, çOnkO. beylik ve şan ve şeref göçebellkte ve TOrkmenllktedir" dediğini yazıyor. Eski Ttlrkler'de en çok gellşen sanat, demircilik ve silahçı­ lıktı. Bunlar arasında da Mete'nln ıslık çalan oklarını devam et­ tiren okçuluk'tu. Bundan başka debbağlık, saraçlık, çadırcılık, keçe ve halı sanatları da Heri gitrnıştl. Kadınlar ve erkekler süslenmeyi çok severlerdi. Bu nedenle kuyumculuk sanatı da çok ilerlemişti. Hammaddeler: Göçebe Ta.rkler bu sanatlarda doğal olarak hayvan organlan kullarunak zorundaydılar. Bu ilkel maddeler hayvanlardan çıkan deri, pösteki, kOrk, boynuz, ayak kemiği, baldır kemlğl, bağırsak, kuş tO.yO gibi şeylerdi. Eski Ta.rkler, bu maddelerden olağanOstO güzel el işleri yapmayı başardılar. ôkOzO.n baldır kemiğinden kımız saklamak için gazel sürahiler yaparlardı. Kımız içmek için de devenin ayak kemiğinden kadeh imal ederlerdi. Şairlerin ayag-bade deyişi bundan doğdu. Uzakdoğu uygarlığı esasen Ta.rk uygarlığıydı. Ta.rkler'den bazı iller Musevi, Budist, Manlhelst, Nasturi dinlerine girmiş ve bunlardan yeni uygarlıkların esasların almışlarsa da, bu kitapta bunlardan sôz edilmeyecektir. Zira o uygarlıklar, ôdonç olmakla birlikte Ta.rk ruhuna da uygun değildi. TOrkler'ln sonradan ulu­ sal kOltOrleri ve toplumsal yapıları bu dinlerle uzlaşnıaya elve­ rişli değildi. Ta.rkler'in sonradan İslam dinini kabul etmeleri de, bu dinin doğasına uygun olmasından ileri geldi. Gazayı, cihadı, kendi farzları arasına sokan bir din, Ta.rkler için en uygun bir dindi. ÇQnkO bu din, Ta.rklert manevtyatça olduğu kadar, siyasetçe ve iktisatça da yOkselttl. İslamlık Ta.rk'Qn mizacına uygun olduğu gibi eski T11rkler'ln temel ilkeleri olan "dOnya barışı"mn sonucu, dur. Eski TOrkler, barış için savaşırlardı. Ülkeleri de Gôk DeT. U. Tarihi -

F 19

289


ntz'den Ak Dentz'e kadar uzanıyordu. Bu büyük alanın korun­ ması için gençlertıl askeri bir eğitim görmeleri, mQkemmel si­ lahlarla silahlanmalan gerekiyordu. Bu işleri yapab1lmek için de gılçlO sanayi kuruluşuna lhtıyaçlan vardı.

5. AİLE. SİYASET, KARDEŞLİK VE MESLEK ÖRGÜTLERİNİN

lKTtSADI ROLÔ

Ekonomik olayların öbılr toplumsal olaylara ve örgQtlere et­ kisi oiduğu gibi, öbılr toplumsal olayların yani din, ahlak, hu­ kuk. estetik, dil, doşance, fen He 1lg111 olaylann ve orgatlertn de ekonomik yaşam ve etkinlik üzerinde etkileri vardır. Bu birimlerden, özellikle dOrt toplumsal çevrenin ekonomik yönden bayılk bir önemi vardır. Onlar da şunlardır. 1 - Atle, 2- Devlet, 3 - Arkadaşlık toplul.U!Ju, 4- Meslek toplulufJLL

Ailenin Ekonomik YllfllJll 'OzcrindckJ Etklal: Ailenin ekonomik yaşam Qzertndekl etkileri özell1kle şunlardır: 1 - Eski Türkler'de kadın tabu değildi. kocasının tamamla­ yıcısıydı: ilkel budunlarda kadınların adet görmesi yQzOnden kadın tabu'dur, yani tekin değil, çarpar. 2- Cinsel lşbôlOma: Kadının tabu olduğu yerlerde, kadın er­ keğin yaptığı sanatlan yapamaz. Erkek de buna karşılık kadı­ nın yaptığı sanatları yapamaz. ÇOnka' kadın erkeğe karşı tabu olunca, erkeğin dokunduğu aletlere ve maddelere dokunamaz. O takdirde erkek de kadın için tabu olarak onun dokunduğu aletlere ve eşyaya dokunamaz. işte kadının erkeğe göre tabu ol­ ması yazanden, erkek de ona karşı tabu olur. Rene Monnler'nin anlattığına göre, kadının erkeğe ve er­ keğin kadına karşı tabu olmasından evrendeki maddi ve manevi batan olaylar ve varlıklar iki bayılk sınıfa aynlır. Erkek tabu olunca, varlıklarm yalnızca yansına dokunab1llr. Kadın da er­ keğe karşı tabu olmasından otora varlıkların yalnız yansına dokunab111r. ilkel budunlar arasındaki ilk lşbôlama, hem dinseldir, hem 290


de iki cins arasındadır. Bu tor lşbölOınOnıln kimi toplumsal so­ nuçlan varclır ld aşağıda saymaya çalışacağız. 1 - Kadının tabu olduğu halklarda erkek ve kadın birbirini göremez. 2- Kadının tabu olduğu budunlarda peçe, yaşmak, çarşaf, yeldirme, harem gibi kurumlar bulunur. 3- Kadının hukukça aşağı olması. 4- Cinsel lşbölOmO 5- Dilde eril ve dişilin varlığı.

1- Kadının tabu olduğu halklarda birbirini göremeyenler, soptaşlaidır. Başka sopların erkekleri görebilirler. Sôzgeliml dayı, erkek kardeş, dayıoğlu, kardeşoğlu (yeğen) gibi kadınla aynı totemi taşıyan erkekler onun totemdaşlan olduğu için. kendi sopunun kadınlarına yine görünemezler. Bu erkekler, köyün dışansmda erkekler için yapılmış olan genel evlerde ya­ şarlar. Soplar karşılıklı evlendiklerinden. bir sopun erk.ekleri, karşı­ ki soptaki kadınlann kocaları oldukları gibi anlan gorebillrler del 2- Ataerkil ailelerde de kadın gorOnmemeye mahkümdur. Fakat bu kez yabancılara goranmeyerek. kendi akrabalarına görOnOr. Bu iki tOrlO toplulukta kadın erkeğe karşı tabudur. Yani te­ kin değil, çarpar, kuralına uygundur. Bu tabu olmanın sonucu şudur ki kadın erkekten kaçar. Türkçe'de kaç-göç deyimi bu an­ lamı içerir. Eski çağda Türk kadınına gelince. bu asla tabu değildi. Eski Türkler'e göre koca ile kan ve hakan ile hatun birbirinin tamam­ layıcısıdır. 3- Kadınların tabu olmalarının ikinci sonucu, kadınlann hukukça erkeklerden aşağı olmalandır. Ataerkil aile tipine bağlı olan bugünkü Çlnliler'le eski Romalılar'da aile reisi, eşini ve ço­ cuklarını satmak ve OldOrmek haklarına sahiptiler. TOrkler böyle bir canavarlığı hiçbir zaman kabul etmemişlerdir. Türkler'in bağlı oiduklan aile sistemi, baba-yanlı atle'dir. Bunda da aile reisi erkekse de, kadınlan ve çocukları öldürmek yetkile­ ri yoktur. Bu sistemde ana yönOnden olan akrabalar, baba

291

·


yôm1nden olan akrabalara eşittirler. Ataerkil aile Ue baba-yanlı aile'yl blrbırtnden ayırmayanlar Tı'.lrk ailesini iyi anlayamazlar. Kadınlar hukukça erkeklerden aşağı idiler. Eski TO.rkler'e gelince bunlarda kadın tabu olmadığı için, erkeklerle aralarında manevi bir uçurum yoktu. Erkeğin yaptığı bir sanatı, kadın da yapabillrdl: Türk kadını erkeklerden kaçmaz ve ziyafet mecllsle­ rtnde ve siyaset, savaş, av toplantılarında onlarla birlikte bulu­ nurdu. Bundan başka gerek aile hukukunda ve gerek devlet hukukunda kadın tamamlyle erkekJ.e eşlttl. Fakat bu birlikte bulunuş ve bu eşlilik isteğe bıra1almış bir iş sanılmasın. Başka uluslarda sozgelbnl Uzak.doğu uygarlığına bağlı Çlnliler'de ka­ dınlarla erkeklerin aynlınası ve hukukça eşltslzllğl zorunlu ol­ duğu gibi eski Türkler'de de kadınlarla erkeklerin her işte bir­

likte bulunması ve hukukça eşitliği zorunluydu. Kuşkusuz bu kuralın Tılrk ekonomisine boyok. etkisi olmuştur.1.,

Türk ailesi, baba-yanlı alle tlplne bağlı olduğundan ve baba­ yanlı aile, ataerkil aileden farklı bulunduğundan, bunlann bir­ birinden aynlrnasL gerekir.

4- Cinsel lşbôlama: lCadın tabu olunca dokunduğu aletlere

erkek dokunamaz. Erkeğin dokunduğu aletler ve kerestelere de kadın dokunamaz. Böylece cinsel lşbôlama dinden doğmuş gele­ neksel bir lşbôlama olmaktadır.

5- DUlerde ertlleştlrme ve dlşilleştlrme: Dilbillmcller, kimi dlllerde ertlleştlrme ve dişilleştirme bulunmadığını gordaklert halde, nedenini açıklamanuşlardır. Rene Monnier. bize bu dll olayının nedenini açıklamaktadır. Kadın tabu olunca, onun llgill olduğu olaylar ve dokunduğu aletler de tabu yani dişil olması gerekir. Erkek de kadın için tabu olunca, onun toplumşal çevresi içine giren batan varlık.lar tabu olur. Erkek için tabu olmayan eşyanın adları da erildlrler. TOrkçede eril ve dişil sOzcaklerln bulunmaması, kadın ve erkeğin tabu olup olmamasından doğ­ muştur. Cinsel tabudan erill ik ve dişillik doğduğu gibi cinsel lş­

bôlümQnden de genel lşbôlama doğdu. Ondan sonra sopların lş­ bôlama doğdu. Kadın bir tar 1ş için gerçekten yaradılıştan gelen

l"l Bu paragraf, ilgtsi nedeniyle buraya alınmıştır.

292


bir yeteneğe sahipti. ÇeşitU resimlerden oluşan ince ve doğru çizgili olan bu nefis hahları dokumak için en yalın yapım yön­ temlerini kullanan bu kadınlann gösterdikleri ustalıkları başka biçimde açıklamak mQmkQn değildir. Eski bir geleneğe gore, her genç kız dokuma sanatım Oğrerunesl ve kendisine çeyiz ola­ rak verilecek halıları dokuması gerekirdi. Her genç kadın nikah olduğu gQnden kocasının çadırına kesin olarak yerleşeceği gone kadar birkaç yıl bu işle uğraşırdı. Zaten TQrkrnenler'de ev sa­ natlan. Ozelltk.le keçe ve yQn kumaş dokuması sanatları vardı. Bu Tarkmenler'de hizmetçi bulunmadığı ve esirler az bulun­ duğu için bu işler çoğunlukla TQrkmen kadınlan tarafından ya­ pılırdı. (s. 353) Eski TQrk kadınları, gereksinmeleri olmasa da yine el işle­ riyle uğraşırlardı. Boş kalıp gelişigtlzel, geçici eğlencelerle uğraş­ mazlardı. Ahldk·ı Aldt Kftf1bı'nda yazıldığına göre, Selçuklu prenseslerinden biri, Kan1n kentinin sahibesiydi. Her yıl ilkba­ harda bu kentin kıyısına gelerek yeşil bir çtrnenllkte otağını ku­ rardı. Bir yıl Kazvtnliler kente genel bir lağım yaptırmak tlzere aralarında yardım toplamışlardı. Gereken miktara ulaşmak için daha bir miktar paraya gereksinmeleri vardı. Kentliler bu parayı da yine Sultan Hanım 'dan istemeye karar vererek ileri gelenlerden bir heyeti Sultan Hanım'ın çadırına gönderdiler. Bu heyet otağa yaklaşınca, otağın önQndekt bir sandalye tlzertnde oturan Sul­ tan Hanım'ın el örgQsQ örmekte olduğunu gOrQnce ve bu, para­ yı seven kadının para vermesi olanaksız olduğu kanısına vara­ rak geldiklerine pişman oldular. Fakat Sultan Hanım tarafından goiiUdQklerl için geri de dönemediler. İster istemez Sultanın ça­ dınna geldiler ve ahalinin önerisini sundular. Sultan, bQtQn gi­ derler kendi tarafından verileceğinden. toplanan yardımlann sa­ hiplerine geri verilmesini buyurdu. Ve hazine memurunu çağırtarak lağımlar için gereken paralan heyete teslim etti. Hey­ et içindeki bir yaşlı Sultan Hanım'a elindeki orga işinden dolayı akıllarına gelen haksız kuşkuyu söyledi. Sultan Hanım şu karşılığı verdi: "Evet benim elişl ile uğraştığımı goren bQtOn İranlılar şa­ şıyorlar. Oysa benim ailem içinde bOtQn kadınlar benim gibi dalma ellşiyle uğraşırlar. Biz Sultanlar böyle ellşiyle uğraşmaz­ sak ne ile uğraşacağız? Geçici şeylerle mi? Böyle bir şey blz1ın soyumuza yakışmaz. Biz saltanat işlerinden kurtulduktan son­ ra boş kalmamak için yoksullar gibi, hep ellşlertyle ve ev lşle·

293


riyle uğraşınz. Bu hareket, soyumuz lçln ar değil, belki büyük bir şereftir. Ahlak-ı alfil'dir (Yüce ahlaktır) ."

Türk Ailesinde Ekonomik Yaf81D.: Eski TOrkler, yiyecekle­

rini ve giyeceklerini sahip oldukları hesapsız hayvan sQrulertn­ den elde ederlerdi. Yedikleri peynir, kaymak. yoğurt, tereyağı. süt, ayran, kımızdı. . Glydlklerl: Hayvan derisinden elbiseler, kürkler, kalpaklar­ dı.t·ı

6. ARKADAŞLIK ÖRGÜTÜ

Serdarlık Öl'giltü: Tekeler'de resmi örgütün dışında serbest ve ayn bir serdarhk örgütü vardı. Serdar unvanını, eylemler ile kazanmış olan bu doğal kuinandanlar, seçllerek, kendi kendine yetişir ve lş görürlerdi. Serdarlardan blrl. çadırın önüne bayrak dlklnce, bunu görenler, yeni bir akına çağrıldıklarını anlarlardı. Akına katılmak isteyenler, serdara başvurarak toplanma vak.tını öğrenirlerdi. Toplanma gününde birleşllerek nasıl hareket edlle­ ceğlne karar verlllrdl. Yalnız hedefin neresi olduğu söylenmezdi. Bunu yalnız serdar bilirdi. Oğuzlar'da han varsa, serdar han­ dan izin alırdı. "Kazılık Koca derlerdi, bir klşl vardı, Bayındır Hanın vezlrl ldl.. .. Bayındır Handan akın diledi. Bayındır Han dahi destur verdi. Nereye dilersen var, dedi. 1 58/s. 1 1 6)

"

(Dede Korkut,

s.

Kırgız Kazaklar'da akına baranta adı verilirdi. İşte bu akın­ lar sayesindedir kl Türk ve Türkmen lllerl yoksulluk çekmezler­ di: 1Urkmen göçüdür uara uara .düzelir atasözü bu durumu gösterir. Yaradılıştan kahraman olan serdarlara alp, alpagut ve

koca adlan verilirdi. Devlet döneminde bunlar hazır kurnandan­ lardılar.

Kazaklık: Kazak "kazlı"

dernektir. Kaz glbl özgür ve serbest

demektir. Kazak sözcüğü, bir budun adı olduğu glbl siyasal t•ı Bu paragraf ilgisinden ötı1rü buraya alınmıştır.

294


muhalefetten doğan blr halkın da adıdır. Mevcut hükQrnettcn hoş­ nut olmayanlar ya da bir nedenle bOkQrndara danlanlar bozkı­ ra(çöle) çekilerek "Kazak"olurlardı. Mete, babasının hOkametlne karşı kazak oldu. Bu kazaklık­ tan çok yararlı bir sonuç çıktı: 1ürk tlhanll!)ı. Mete demokrattı. Her sorunu kurultayda mQzakere ettlrtr, orada vertlen kararları uygulardı. Kurultayın katarları töreye uygundu. Çünkü kurultay adaleti arıyordu. Töre ise adaleti ara­ maktan doğmuştu. Özellikle kurultayın başkanlığında Mete gibi bir dahi reis bulunuyordu. Bu dahinin kazak olması Kun ilinde­ ki egemenliği tudunluktan ilhanbğa kadar çıkardı. Leventlilder özelllkle kurultayın başkanlığında toplanıp cihat eden Özbek Hanının mücahltlertydl. ôzbek Han zamanında cihat alanında toplanan müslOman TOrkler'diler. Özbek Hanim ölQrnOnden sonra bunlar Altın Ordu llhanlığı'na karşı kazak olup isyan et­ tiler ve asıl yurt olan Doğu TOrkistan'a çekildiler. Kırgız Kazak­ lar da merkezi Ejderhan olan Ak Ordu Hakanlığı'na karşı kazak olanlardan doğdu. Kınm'da da Osmanlı döneminde blle hükümete muhalif olanlara kazak oldu denilirdi. Thnurlenk de gençliğinde kazak olmuştu .

7. DEVLE'I1N EKONOMİDEKİ ROLÜ

Devletin Ekonomideki Rolii: Bu rol devletin dört derecesine göre değişir. Bu dereceler şunlardır: 1 - Tudunluk (Oymak beyliği) 2- Yabguluk (ti beyliği) 3- Hakanlık 4- 1Ihanlık. 1- Tudunluk: Oymak beyliği demektir. Tark oymakları daha bağımsızken Qretlc!ydller. Yeşil, ekili ve ağaçlı vahalarda oturul"'­ lardı. Her oymağın kendine özgü bir ınn�.ğı ile blr dağı vardı. Ya­ zın dağdaki yaylakta, kışın ırmak kıyısındaki kışlakta otururlar­ dı. Kendi sürüleriyle geçindikleri için Oretlclydiler, yalnız akınla geçinen TOrk oymakları gibi tnketlcl değildiler. 2- Yabguluk: Yabgu, tudunların üstünde bir başkandır. 11.

295


oymak ve onun yerine geçen boy'un QstQnde bir topluluk ol­ duğu gibi. niert de oluşturan vahalardır. Bir vahadan obar va­ halara gitmek için, birkaç gılnlOk susuz, ve otsuz çöllerden geçilirdi. Bu nedenle vahadan vahaya seyahat etmek için birkaç ganlOk ytyecek-lçeceklertnı yanlarına alırlardı. İşte vahaların bu uzaklık durum u illert oluşturmuştu. Bir vaha içinde yaşayanlar sOrekll olarak ilişki içindeydiler. Bu ilişkiden vahaya özgü ortak vicdan doğardı. Vahalardan doğan bu iller de üretici idiler. Çünkü sQrOlertyle ve avcılıklanyla yaşardı ve her ırmağın kıyı­ sında bir oymak yaşardı. Demek ki oymakların oluşumuna yol açan da ınnaklardı. Tı1rk illert avcılık, göçebelik ve çiftçilikle yaşarlardı. 3- Hakanlık: Her hakanlık bir Qlkedeki vahaların yani lçle­ rtndeki ilin, oymakların aynı bayrak altında toplanmalarından oluşur. Bu hakanlıklar çoğu zaman, uygar bir ulusla, gelişmiş bir devletle birleşirler. Bu birleşmeden bir hakanlı� oluşur. Do­ kuz Oğuzlar'ın Uygurlar1a birleşmelertnden Turfan Hakanlığı­ doğdu. Tı1rk illert sırasıyla Tı1rk. Tatar, Çin, Hint, İran, Rus, Ma­ car, Ulah ve Bulgar uluslarıyla birleştiler. Yani Tı1rk ulusları, başka uluslarla karşılıklı asalak oldular. Onlar Türkler'ln ekono­ mtlc asalak.lan oldukları gibi, Türkler de onların siyasal ve eko­ nomik. asalakları idiler. Tatsız IDrk olmaz, başsız börk olmaz a­ tasOzQ bu yaşamı göstertr. Hakanlar da aynı zamanda savaştaki yağmalarla bOyQk servetler elde ederlerdi. Hakanlık döneminde avcılık geleneksel bir kurum biçimini alırdı. Hayvancılık. çiftçi­ lik, sanayi ve ticaret gelişirdi. Mahkfun olan uluslar ekonomik yaşamın esas etkenlertydiler. Tarkler, bunlara çoğu zaman ker­ vanlar (arkışlari. kimi zaman da akınlar gönderirlerdi. 4- hhanbk: ilhanlık. döneminde, Çin ile Avrupa arasındaki ipek ticaret yolu, Türkler'ln elinde bulunurdu. Zaten llhanlığın kendisi de bu yoldan doğuyordu. Denlzyolu Venedlk ve Cenova gibi devletlert yarattığı gibi, karayolu da bQyOk TQrk ilhanlıkla­ nm oluşturuyordu. l..Con Cahun, Çln'den batıya doğru iki yol olduğunu söylüyor: Pe-Lu (Kuzey Yolu), Nan-Lu (Güney Yolu). GOktarkler'den Mu­ kan Han, Çin ve Bizans devletleriyle üçlü bir ittifak yaparak ipek ticaret yolunun lran'dan geçmesine izin vermemeyi bu itti­ fakla sağlamış oldu. Böylece TQrk ilhanlığı kurulduğu zaman­ larda. Mançurya'dan Macartstan'a kadar uzanan bQyılk Olkcde 296


govenllk ve huzur tam olarak .sağlanmış olurdu. Sayısız hayvan sOrOleri, uçsuz bucaksız çayırlarda emniyetle otlar, ticaret ker­ vanlan Çin'den Avrupa'ya ve Avrupa'dan Çliı'e gQvenltk içinde gidip gelirlerdi. Bu bQyQk yoidan başka lran ve Hint yollan da Türkler'in eltnde bulunurdu. işte eski Türkler'in zenginltği bu kaynaklardan akardı. Eski Türkler. tOccarlara sart derlerdi. BugOnkO Sart budu­ nu da taccarlığından dolayı bu adı almaş olmalıdır.

Türk Denlzt.: BOyOk devletler, deniz kayılannda ya da ırmak kıyılarında kurulmuştur. En önemlt ticaret aracı, gemilerqir. Türkler'ln de bOyQk bir denizi vardır ki buna çöl derler. Doğuda Gobi ÇölO ve ve batıda Kıpçak ÇOlO, birer susuz deniz gibidir. Türk gemileri de atlar, develer, OkOzlerdir. Bir tOrk atasözO diyor kl: 7ürkün atı kanadıdır. Türk kervanlan bu kanatlan aça­ rak Gök Denlz'den .Kara Denlz'e ve Ak Denlz'e kadar yollanırdı. Bu boyak çölde birçok vahalat vardır kl denizin ltınanlan gibi­ dir. Çöl denizinde seynlsefere engel olan dağlar yoktur. işte Türk ticareti, Türkler'in bu karasal denizleri sayesinde dOnyayı dolaş�rdu. 8. DEVLE11N EKONOMiK YE1KESI

Devletin Ekonomik Yetkesi: Eski TOrkler'de olan amaç, ekonomik bir esasa dayanıyordu. HOk.Omettn başına geçen adam, ulusu beslemekle, yedirip giydirmekle yOkOmlQydO. Türk hakanına Uterez (Uteriş) denilirdi. Anlamı "ulusu dirilten, yedirip içiren, yaşatan" demekti. Orhon Yazıtlarında TOrk baka­ m şöyle sOylOyor: "TOrk milleti açtı: Doyurdum. Çıplaktı giydir­ dim." Tnrk hakanının kamusal yetkesi, bu yedirip giydirmekle var oluyordu. Dede Korkut Kitabı'nin on ikinci hikayesi bize şunu öğretiyor: Oğuzlar'da beylerbeyi olan Salur Kazan, her ytl bOyQk bir şölen(ulusal ziyafet) yaparak bOtOn iç Oğuz'u ve Dış Oğuz'u çağmrmaş. iç Oğuz üç-Oklar ve Dış Oğuz Boz-Oklar'dır. Bu ziyafette herkes ylylp içtikten sonra, Salur Kazan hatunu­ nun elinden tutarak otağdan çakarken. "Yalnız bu elimdeki bana kalsın ve bundan başka nem varsa yağma ediniz." dermiş ve derhal batan van yoğu yağma edll.lrıntş. Bir yıl Salur Kazan, 297


yalnız Oç-Oklar'ı yağma ziyafetine davet etınlş. Bu yıl Boz-Oklar yağmadan yararlanamamışlar. Bunun Ozerine Boz-Oklar arala­ rında sözleşerek Salur Kazan aleyhine başkaldırmışlar. Gerek Orhon Yazıtlanndaki sözlerden ve gerek bu hikayenin anlamından anlaşılıyor ki eski TOrkler'de kamusal yetke ancak hOkOmdarın halkı yedirip içirmesiyle ya da yıllık yağma şölenle­ riyle bütün servetini onlara dağıtmasıyla var oluyordu.

Bu

ekonomik görevi yerine getirmeyen bir siyasal başkan halk Oze­

rindekl siyasal kamusal yetkesini yttirtrdi.

Sürgün Avı Kamuaal Yetkeye llltklndlr:

Eski TOrkler'de

sorgün avına sıgır adı vertllrdi. Sıgır sözcüğü de 'Tibet sığın"nm adı olmak gerekir. 1lbet öküzü TOrk ulusunun totemi yani sim­ gesiydi. Bu hayvan

kutas adı da verilirdi ki kut ve

öz sözcüklert­

nin birleşmesinden oluşan bu söz "kutsal öküz" anlamına gellr­ dl. Şimdiki hotoz sözcüğü de bu kutas sözcüğünden doğmuştur. İ lk zamanlarda dinsel ve bOyüsel ayinlerde bu 1lbet öküzü kur­ ban edilir ve kuyruğu tuğ olarak kullanılırdı. Türkler'ce tuğların kutsal olması kutasın kuyruğu[ndan yapılmasıyla yakından 11gUldlr).

Dede Korkut Kitabı'nda

bakılırsa eski Türkler'de sürgün

avı yapmak kamusal yetkeye alttı. Devletin bu av için doğancı­ lar, zağarcılar, çağncılar. . . gibi düzenll örgütleri vardı. Sürgün avında Olkenin bütün av hayvanları bir alanda toplandıktan sonra veliaht, ondan sonra da öbür şehzadeler avlanırlardı. Bunlardan sonra sıra vezirlere, emirlere, beylere ve ağalara ge­ lirdi. Türkler Altay'dan uzaklaşırica, artık 1lbet öküzünü bula­ madılar. Onun yerine başı ata benzediği için atı koydular. Bu dönemden sonra tuğ da at kuyruğundan yapılmaya başlandı.

9. ULUSAL EKONOM İ

Türkler'de Tarım, Ticaret, Sanat:

Eski Türkler göçebe ol­

makla birlikte tarımdan da büsbütün yoksun değillerdi. Tara­

sun adlı içkilerini dandan yaparlardı. Bundan başka tarhana gibi hububattan yapıl!11ı ş yemekleri vardı. Kaşgarlı Mahmut'a göre

298

börek

sözcüğü bogran sözcüğünden türemiştir. Bogra bir


" · hakanın adıdır. 1 1 Kaygana da kagan'dan gellr. ı· ı Borani adında­ ki yemek de Boran sözcOğOnden gelir. Boran, Hanınür Reşlt'ln sarayında bir T\lrk cartyesl idi. Esld Tarkler çiftçiye tarana derlerdi. Bugan Doğu Türklstan'ın ahalisine Tarancı denilmesi bu yilzdendlr. T\lccara da Sart der­ lercU. lran'da ve Katkasya'da bu adda bir Türk kolu varclır. Cen­ giz 7..amanında bütün kentli Tarkler'e Sart adı verillyorclu. Kimi­ lerine göre sugdak sözcağa de Farsçada "tüccar" anlamına gelen sudager'den türemiştir. Esld To.rkler'de sanatın değerli olduğunu gösteren birçok menkabeler ve mitolojik öyküler vardır. Türk kollarından birçoğu kendisinin bir demirciden türediğine inanır.

Bir Çinli Vezirin öğüdü.: Milattan 1 74 yıl önce Çln'den Türk hükümdarına bir prenses getirmek üzere Ta.rk sarayına gelen Chung-hang Yüeh adındaki Çinli elçi, To.rkler'ln Çin uy­ garlığına karşı göstercllklerl düşkOnlüğü Türk ulusal kültür ve ulusal ekonomisi için zararlı gördü. Bu zat Türkler'i çok sevdiği için Türk sarayında kaldı, bir daha Çin'e dönmedi. Bu zamanda Türkler. zafer ve ulusal birlik sonucu olarak zenglnleşmlşlerdl. Ülkelerinde Çin kültürü gibi gösterişe. debdebeye dalmış yeni bir dünya görüyorlarclı. Bu kültürün yiyecekleri, giyecekleri, modaları yavaş yavaş Türkler'ln arasına girmeye başlamıştı. Oğuz Han geleneğinden önemli bir kişi olan Irktl Ata yı andıran Çinli vezir, bu durumun tehlikesini gösteriyor, anlan şu sözlerle uyanmaya çağırıyordu: '1'0.rk'ün bütün işi gaco ya sık ağaçlı ormanlarda ava git­ mek ya da ovalarda sayısız sürülerini atlatmaktı. Böyle yaşam sürenler için Çln'de dokunulan ipekli kumaşlar değil. kendileri­ nin yaptıkları deriden ve kürkten elbiseler elverişliydi. Yoğurt, kınuz, peynir, tereyağı. kaymak gibi sütten yapılan yiyecekler. leziz av etleriyle sürülerinin bes1l1 hayvanları Çin yemeklerinden daha yararlı ve daha güzeldi. Eğer Türkler, Çlnliler'in gelenekle­ rine uyarlarsa onların tahıllanna, ipekli elbiselerine alışacakla'

ı·ı Divan, c.I, ı··ı Divan, cJ.

s.

187.

s.

1 57.

299


nndan bir gan Çin devletinin egemenliği altına girmeyi o kadar fena gonneyeceklercH." Çinli elçi dalına hükümd,ıra "'I'Qrk ilinin atalardan kalına törelerden aynlmamasını" oğat veriyordu. ÇônkQ bu törelerdir ki şanlı atalan "yenilmez kahramanlar derecesine çıkarmıştı." Bu öğütlere başka öğôtler de ekliyordu. HQkQmdar uyrukları­ nın ne kadar nafustan oluştuğunu, çeşitli boyların, obaların ne kadar sürôlert bulunduğunu bilmeliydi. ÇQnkQ nüfus ve malla­ rın miktarı bllinirse, bir gan Çin aleyhine sefer açıldığı zaman büyQk ve donatımlı ordular toplanması mümkQn olabilecekti." Siyasal başkanların bu, ulusu doyurmak görevleri onların ticaret kervanları ve sürO.lertyle, gerek savaş ganimeti ve ctzya almak suretiyle büyük servet sahibi olmalarını gerektiriyordu. Ulusu yedirip giydirip doyurmak. her yıl servetini onlara yağma ettirmek için çok servetler kazanabilmek. gerekiyordu. İşte Türk ekonomisinin en önemli esaslarından btrt de bu idi. I..eon Cahun, eski TQrkler'i hiç tanımamıştı. Göçebe TQrkleri nitelerken şöyle söylüyor: "Bunlar ancak ziyafet gônlertnde bir semiz tay, bir koyun keserler ve etten doyum olurlardı. Başka zamanlarda, sakat ya da hasta hayvanlardan başka et yemezle­ dl. Göçebe Tôrk kendi sQrQsQyle değil, sQrQlertnin ün'.lnlertyle geçinirdi." Oysa bir çoban bile istediği zaman bir kuzuyu keser ptştrtrdi. Karaçuk Çoban, kendi beyine diyor ki: . . . geceden bir kuzu ptşirmtşttm. gel bu ağaç dibinde inelim yiyelim dedi. ("J GOrülllyor kt bir çoban istediği zaman sağlam bir kuzu kesebilir. İmalathaneler, Kentler Ye Çartılar: TQrkler'in bir kısmı evlerini arabaları Qzertnde kurmuşlardı. Bu arabalardan bazısı imalathane durumundaydı. Bu arabalar bir yere kondukları za­ man, aralarında sokaklar ve caddeler oluştururlar, çarşılar, pa­ zarlar meydana gettrtrlerdi. Bu göç bir yere konduğu zaman sareklt bir kenti andınrdı. Fakat ertesi gan oradan goçônce ge­ zici bir kent olduğu anlaşılıyordu. Bu gezici kent daima ilk.baha­ n izlerdi. Olduğu yerde otlak azalınca, orayı bırakır, daha yeşil bir çayırlığa gider, orada konardı. Eski TQrlder'in sanaytt . özellikle debf?ağlık, saraçlık, çadırcılık, halıcılık, demircilik, kuyumcu­ luk, kilimcilik, keçecilik gibi şeylerdi. "

ı•ı Dede Korkut,

300

s.

32.


Erkekler bile, en gazel elblselert giyerlerdi. Eski TO:rkler. yc­ şlm taşından yQ.zQk.ler takarlardı. Atlarına da yeşlm taşından sılsler takarlardı. Fakat yeşim taşının gerek kadınlar ve gerek erkeklerin nazarındaki bu yo.ksek değeri, maddi Ozelliklertnden değil, bılyüsel gılçlertnden tlert gelirdi. ÇOnkıl onlann inanışına gore, yeşim taşı suya konulursa yağmur yağdırır, atın yelesine bağlanırsa orada sallandıkça hafif bir rüzgar estlıin:U. Fırtınala­ rı durdurur, kasırgalan dlndlrtrdl. Bir beze sanlarak yangına atılıtsa, yangını söndılrürdıl. Bundan başka, cinler ve periler üzerinde de etldll olduğu için gerek kadınlar ve gerek erkekler bu kullanılan taşlara çok değer vertrlerdl.

Ailenin Etldal: Eski toplulukların birçoğunda ve sOzgellml Uzak.doğu uygarlığına bağlı Çlnlller'de kadın erkek için tabu idi. Türkçe'de sOzgeliml blr tOrbe için "tekin değil, çarpar" dertz. İşte bu tOmce tabu sOzcOğOnOn karşılığıdır. İlkel toplumlarda kadın tekin değildir, ona yaklaşan, ya da dokunan erkeği çar­ par. Eski toplumlarda kadının ta�u olması birçok ekonomik ve hukuksal sonuçlar doğurmuştur. 1- Erkeğin kullandığı aletlere kadınlar dokunamazdı. Bun­ dan dolayı erkeklertne işleri başka, kadınların lşlert başka idi. 2- Kadınlar erkekten kaçar, erkek meclisinde bulunamaz­ lardı. Bunun kOtıl etkileri olmuştur. Çılnkıl gerek OrtOnme ve harem kuralları, gerek erkekler ile aralannda dinsel bir lş­ bOlılmılnOn varlığı ve erkekle kadının eşitsizliği, ekonomik yaşa­ mı birtakım gereksiz kayıtlarla bağladığı için çok zararlıydı. Eski TQ:rkler'de kadın, erkeğin karşıtı değil, tam tersine tamam­ layıcısıydı. SOzgellmi Çlnliler'de erkeği[+] işareti ile, kadmı[-1 işaretiyle gosterebiliıiz. Bôylece kadın ile erkeğin ilişkisi şu şe­ kilde ifade olunur: ı·ı

Erkek

Kadın

("lz.c·ın metninde yalnızca [-) işareti var. Burada kadın-erkek kar­ şıtlığını göstermek için işaretin [;ı[ olacağını dOşündük ve Oyle yaptık. (Aynı not kitabın 1 976 baskısında d.a var.) 301


Eski Türkler'de ise, bu çiftin tJtJ bireyi de dın ile erkek şöyle ifade olunabilir.

Erkek

=

+

'dır. ôyleyse ka­

Kadın.

Tarkler'le Çinliler arasındaki bu aynlık. aynı uygarlığa bağlı iki ulusun kültür bakımından nasıl aynldığını gösterir. Türk Ailesiyle Çin Alleelnin Farkı: llkçağdaki Türk ailesini anlamak için Uzakdoğu uygarlığında Tarkler'le bir arada bulu­ nan Çin ulusunun ailesiyle karşılaştırmak yeterlidir. Çinliler'de iki üç bin yıldan beı1 hiç bir değişiklik olmadığı için Çin ailesi. henüz eski b1ç1min1 korumaktadır. Türk ailesi ise, İslamlıktan sonra, gerek lslamlığın. gerek Doğu uygarlığının etkileriyle büyük değişikliğe uğramıştır. Çin ailesi ataerkil aile tipine girdiği halde, eski Türk ailesi [nln bağlı olduğu) baba-yanlı ailesi tipi birbirlnden çok farklıdır. Başlıca farklan şunlardır: 1 - Ataerkil ailede akrabalar, yalnız baba tarafındandır (asabe). Ana yönünden kandaş olanlar akraba değillerdir. Eski Romalılar'da olduğu gibi ş1md1k1 Çinlller'de de akrabalık şu tarzdadır. Baba ailesinde ise baba yön\lnden olan kandaşlar, ne derecede akraba iseler. ana yön\lnden olan kandaşlar da o derece akrabadırlar. Eski Tarkler'de ana babaya. kızkardeş erkek kar­ deşe. dayı amcaya. teyze halaya, kızkardeş çocuğu erkek kardeş çocuğuna eşitti. ı·ı 2- Ataerkil ailede. aile reisi. bütün baba tarafından akraba olanlann mutlak hakimidir. Gerek bunlardan. gerek kendi karı­ sıyla çocuklarından 1sted1ğ1n1 satabll1r, öldürebilir, kovabilir. Bundan başka ailenin bütün mallan yalnız aile ret:;lne aittir. Aile reisi bunu bağış yoluyla istediği kimseye vereblllr. 3- Ataerkil ailede ço_cuk, kendi kendini yönetecek bağımsız­ lığa sahip olmadığından kişisel girişimlerde bulunamaz. Türk ailesinin bağlı olduğu baba-yanlı ailede ise kadın gibi çocuk da özgür ve bağımsızdır. Bundan dolayı bir Türk çocuğu on beş ya­ şına gelince ve bir kahramanlık yaparak rüştünü ispat edince ailenin özel yetkesinden çıkar. Bunlar büyük serüvenlere atılırı·ı Ana metindeki karışıklık düzeltildi.(Y.Ç.)

302


lar ve büyük kahramanlıklar yaptıktan sonra, hükı1mdarlardan

ad ve a.nvan alarak mevki ve makam sahibi olurlardı. TQrk tart­ hi incelenince birçok adamların gurbet illerine gidip serOvenlere atılarak bOytlk makamlara geçtiği gOrOIOr. Çin fağfurlanndan ve Abbasi halifelerinden ad istemek için aylarca at sırtında dağ taş demeyerek yürOyOp gelen TQrk adsızlan, bu Olkede kuman­ danlıklara, vaJUlklere geçtikten sonra birçoğu h0kı1mdarhğa ka­ dar ulaşmıştır. GOrOlayor ki TO.rk ailesi ekonomik yaşamın esa­ sı olan il'tn kamusal yetkesi aJtına girer. Ailesinden kendi payına dOşen mirasını alarak ve bir kız ile evlenerek yeni bir ev bark kurar. İşte böylece daha on beş yaşında iken bağımsızlığı­ nı ele geçiren bir Türk çocuğu kaçak yaştan başlayarak kişisel girişime sahip bir genç olur. Bu gençler birer birer baba yurdu­ nu terk eder, yalnız kl1ç0k oğlu onu terk etmez. Ocak bekçisi Of Çigin (Tigin) sıfatıyla orada kalır. Tilrk çocuğunun rüştona bir kahramanlık sınavıyla ispat ettikten sonra ulusal bir ad alarak toplum yaşamına karışması eski Tilrkler için çok yararlı olmuştur. ÇOnkO birçok gençler, ulusal ad almak için uzak Olk.elere giderek oralarda kişisel giri­ şim alışkanlığını doğurmakla TO.rk ekonomisine çok yararlı ol­ muştur. ı·ı

SON

l'I Ziya GOkalp'ın bu kitabındaki dizgi yanlışları ile paragraf kan ­ şıklıklan oldukça fazladır. 1976 baskısında lsmail Aka ve Kazım Yaşar Kopraman, bunlann bQyükçe bir bölüm!lnQ düzeltmişlerdir.

303



ÖNEMLİ ADlARIA lLGlLl

T U. Tarihı

-

I·. 20

AÇIKLAMALAR



CAHUN (Leon Da\1id), Fransız yazan ve tarthçlsi ( 1 84 1 1900), Fransız Milli Eğltlm Bakanlığı'nca Doğu Olkelertni ince­ leme gezllertne gondeıildl. Tılrk-Moğol dil ve edeblyatlan t1ze­ r1nde büyük çalışmalar yaptı. Orta Asya ve Tılrkleriyle ilgili in­ celeme ve araştırmalarım lntroduction a l'Htstot.re de l' Asie, les 1\.trcs et les Mongoles (Asya Tarihine Girtş, Tılrkler ve Moğollar; 1896) adlı yapıtında yayımladı. D.L. Cahun'un tarihi XX. yy'ın başlarında Ulusçuluk - TOrkçillük - 1\ırancılı.k akımları t1ze­ r1nde büyük etki yaptı. Gök Sancak adlı romanı Tıırkçeye çevril­ miştir ( 1 9 1 2; Necip Asım). CAM1-ÜI'-1EVARIH (Tarihler Derlemesi), llhanlı tarlhçi Reşi­ deddin'tn iki ciltlik Moğol tarihi. Olcaytu Han'a sunulan kitabın birinci cildi Tılrk ve Moğol tarthine, ikinci cildi lslam, Çin, Hint, İbrani, Frenk tarihine ilişkindir. üguzname'nin bir parçası da bu cilttedir. Tılrk ve Moğollar'm toplumsal kununları ve ekono­ mik yaşamına geniş yer veıilmlşti. Bazı bOlürnlertnl Ahmet Ateş, yayımlamıştır. (2 cilt, 1957- 1 960). Başka yayını: Alizade (1965). CHAVANNES (Edouard), ( 1 865- 1 9 1 8). Çin'de bulundu Tou-Ktue (fı.ıres) Occfdentaux Belgeler, 1 903); Le Cycle n.ırc Tılrk Devirli Takvimi, 1 906)

Fransız sinoloğu ve türkoloğu ( 1 889 - 1 893). Documents sur les (Batı Tukyular [TOrkler) ile ilgili des Doıo.e Antmaux (12 Hayvanlı

ClHANKÜŞA (Tarth-1 Cihan-koşa) , ilhanlı devlet. adamı ve tarihçi Cfiveyni (Melik Ata) [Ol. 1 248] 'nin Moğol tarihine illşkin tarihi. Mirza Muhammed Kazinl tarafından yayımlandı ( 1 9 1 21 937) DAVY (Georges), Fransız ffiozofu ve topluınbilimclsi ( 1 883?) . Des Clans aux Emptres (Klanlardan imparatorluklara, 1 931), Elements de Soctok:ıgte (Toplumblltm ögeleri, 1 924). DEDE KORKllf KITABI, tam adı Kftab-ı Dede Korkut ala U­

san-ı Taife-t üguzan'dır. (Oğuzlar'ın Diliyle Dede Korkut Kitabı).

Bugün Dresden'de ( 1 2 ôykıl) ve Vatlkan'da (6 OykQ) birer yaz­ ması vardır. Akkoyunlu devletinin çökmeye başladığı donemde yazıya 307


geçtrildiği sanılıyor (XIV. yOzyıl sonu ile XVI. yı1zyıl başı arası). MOslOman Oğuzlar'ın Rum, Ermeni, Garca beylikleriyle yaptığı savaşlar, kendi iç çekişmeleri, doğaastQ yaratıklarla savaşunlan anlatılır. Destansı öykOlerde Oğuzlar'ın dinsel inanışları, toplumsal ve ekonomik yaşamları. devlet örgatlert tlzertne ilginç bilgiler ve­ rilmektedir. Dede Korkut Kitabı, Orhan Şaik Gökyay (1938- 1 983) ve Mu­ harrem Ergtn (1958) tarafından bilimsel olarak yayıma hazırlan­ mıştır.

DE GulGNES (Joseph), Fransız tarihçisi ( 1 72 1 - 1 800). Genel TO.rk tarthtyle ilgili bir yapıtı TO.rkçe'ye çevrtlmJştlr: Hun.lamı 1Urklertn, Mogollann uesatr Tatarlann Tartft-t Umumisl (8: c: 1 756 - 1 758; çev. H.C. Yalçın, 1 923). DENY (J�an), Fransız tarkoloğu (1879-1963). Parts Hukuk FakOltesinde ve Doğu Dilleri Okwu'nda okudu. Doğu Dilleri Okulu'nda öğretlm görevlisi (1908), profesör oldu ( 1 9 1 0). Birinci DQnya Savaşı sırasında Çanakkale'de bulundu. Mısır'dakl TO.rk arşlvlertnJ tasnif etmede görev aldı(l927- 193 1). Doğu Dilleri Okulu madorIOğa yaptı (1 938- 1 948) . Washington'da Georgto� Onıversitesl'nde TO.rk dili profesörlOğQ görevinde bulundu (1 948- 1951). Başlıca eserlert: 1Urlc DtU Gramert (Osmanlı Lehçe­ si) (Gramalre de la langue Turque-Dlalecte Osmanlı 192 1 . çevi­ risi 194 1), Prl.ncfpes de Grammatre Turque (Türk Dil1�ilgısı ilkele­ ri, 1955), l' Osmanlı modeme et le Turc de Turqute (Modem Osmanlıca ve TO.rkiye TOrkçesi, P. T. Fundamenta da c.l, 1959). '

DIVANÜ LÜGAT-tr-TÜRK. (TO.rk Dill SôzlOğü), Kaşgarlı Mah­ mut'un Araplar'a Tıll-kçe öğretmek amacıyla hazırladığı TO.rkçc­ Arapça sözlük ( 1 072- 1 074). İlk Türkçe sözlük ve dllbilgıst ola­ rak kabw edilmektedir. Kitap, ansiklopedik bir nıtellk gOster­ mektedir. Yazıldığı çağın TO.rk boylarının tarihi, kOltürü, coğraf­ yası, halk edebiyatı örnekleri hakkında bilgi verilmektedir. ilk Türk harttası da bu yapıtta buİunmaktadır. Besim Atalay, yapıtı tıpkı basım, çeviri, dizin adlan altında beş cilt olarak yayımladı (1939- 1943). 308


D'OHSSON, IGNATIUS MOURAnIA (asıl soyadı LOSUNYAN), Ermeni asılı yazar. diplomat ( 1 740- 1807). İsveç'in İstanbul (1 782- 1 783) , Parts ve Vtyana elçiliklerinde bulundu. Table Generale de I' Empfre Ottoman (Osmanlı İmparatorluğu'nun Genel Tablosu, 3 cilt. 1 787- 1 790) adlı kJtabıyla Qn yaptı. DURKHEIM (Emile), Fransız toplumbUimcisi ( 1 858 - 1917) . Sorbonne'de eğitlmbillm profesôn1 oldu. Emile Durkhelm. toplumsal gerçeğin temelini toplumsal blllnçte görmektedir. Toplumsal bU!nç, bir toplumun bireylerindeki or­ tak inanç ve duygular bOtOnOdOr. Durkheim, toplumun birey­ lerden değil, bireyin toplumdan doğduğunu göstermek için ya­ rarlandığı toplumsal bilinç kavramını sonunda metafizik bir varlığa dönOştOrmOştOr. •Toplum ya da Tann• formOlO Durk­ heim'indir. Durkheim'e göre. toplumbllim doğabillmlerinden bi­ ridir ve kurmak istediği yasalar nedensellik taşır. Toplumsal ol­ guların ışey•ler gibi incelenmesi gerektiğini savunan Durkheim, •Toplumsal bir olgu ancak başka bir toplumsal olgu ile açıkla­ nabllir. • der. Durkheim, bir toplumsal olayı açıklamak için 1k1 şey arar: Olayı yaratan neden ve yaptığı görev. Toplumsal gerçeği dertnlemesine incelemek isteyen Durk­ heim, toplumbUim1 Oç özel dala ayırır: Toplumsal morfoloji (coğ­ rafya. demografi, nOfus yoğunluğu), toplumsal fizyoloji (toplum­ sal tasarımlar: KOltOrel, telmtk, ekonomik. siyasal çalışma, yaşama biçimleri), toplumsal psikoloji. Durkheim her şeyden önce, olumlu bir toplumbUlm kurmak istemiş; bu amaçla Sosyolq/t Yöntemlntn Kurallan (1894) adlı ya­ pıtında bu btllrn ln konusunu, yöntemini anlatmıştır. Toplumsal lşbölümıl (1 893) adlı yapıtında ahlak olgusunu incelemiştir. Din O.zerine dQştlncelerini de Din Yaşamının ilkel B(Çf.mlert ( 19 1 2) adlı yapıtında ortaya koymuştur. Emile Durkheim'in toplumbilimin ilkeleri ve yöntemini be­ nimseyen Ziya Gökalp, bu toplumbillm okulunun TOrkiye'de yaygın ve etkin bir duruma gelmesine öncOIOk etmiştir. (Emile Durkhelm Qzerine billmsel bir çalışma: Prof. Nurettin Şazi Kôsemihal, Durkheim Sosyo/q/lst, 1971).

EBÔLGAZl BAHADIR HAN, ôzbek hak.Omdan ve tarihçisi (1 603- 1 663/ 1 664) iki önemli yapıtı vardır: Şecere-t Teraktme 309


(TOrkmenleıin SoykQtQğü, 1 659), Şecere-i 1Urfc (Türk SoykQ­ tüğü, oğlu Enuşe tarafından bitlıilmiştlr, l 863'ten sonra) . Şe· cere-i Terakime "Oğuzname"nln Türkmen rivayetidir. (M.Ergın, Kononov'un yayını esasa alarak çevtrt ve metin-eski harfli- ola­ rak yayımlamıştır, tarihsiz). Şecere-i 1Urk. XV. yy'm ikinci yazı­ sından l 663'e değin Hartzm'de egemen olan ôzbek hanedanları­ nın Yadigar sülalesi Özbek Şlbanl hanlarının tarihi ile Türkistan tarihini içerir. (Ahmet Vefik Paşa, 1 863; Rıza Nur, 1 925 yayını).

GlDE (Charfes), Fransız iktisatçısı (1847- 1 932). Nimes okulu diye adlandınlan kooperatifçilik okulunun kuruculanndandır. Principes d'Economie Politique (Ektmoml Politiğin İlkeleri, 1884), Hlstoire des Doctrl.nes Economiques (Ekonomik Doktrinler Tari­ hi, Rist ile, 1 900). Les Soct.etes Cooperattves de Consomation (Tüketim Kooperatifleri Ortaklıklan. 1 9 1 O) başlıca yapıtlarıdır. GRENARD (Femand). Fransız kaşifi ve diplomatı. (XIX. -XX yy) . Doğu Türkistan ile Tibet'I dolaşmıştır. La Haute Asie Üstunlügu ue (Yüksek Asya, 3c. , l 897-1 899) Asyanm DüşkıinlüOCt (Türkçe çevirisi 1 94 1), Le Turkistan et le Tibet (Tllrklstan ve Tibet) HAMMER - PURGSTALL (Joseph Frelherr [Baron] von) , Avus­ turyalı doğubillmcl ve tarihçi (1 774- 1 856). Geschichte des Os· manlschen Retches (Osmanlı Devleti Tarihi, 1 0 cilt l 827- 1832; Türkçe'ye Mehmet Ata Bey tarafından Deulet-i Osmaniye Tarihi adıyla çevrildi; 1 9 13-1921 ve 1 947, 6 cilt), Geschichte der Osma­ nischen Dichtkunst(Osmanlı Şiir Sanatı Tarihi, 4 cilt 1 836- 1 838) HUBERT (Hemi) . Fransız toplumblllmclsi (Ol. 1 927). Marcel Mauss He Melanges d'Histoire des Religions (Din Tarihine ilişkin incelemeler) lBNl BATilffA. Arap gezgini (1 304- 1 369). Tuhfet-Ctn-Nuz.zar .fi Garaib-il-Emsal ue'l-Acaib·il-Esfar (Garip Seferler ve Tuhaf Ör­ neklerle Karşılaşanlann Armağanı) adlı gezi kitabıyla ünlüdür. Bu kitap genellikle Rıhle (Gôç) ya da Jbni Battuta Se3 10


yahatnamesi adıyla anılmaktadır. Mehmet Şeıif ( 1 9 1 7- 1 9 1 9) ve ismet Pannaksızoğlu tarafından Tlirkçeye çevrtlrnlştlr. ( 197 1 ).

KAşcARI.J MAHMUT. XI. y11zyılda yaşamış Qnlü TQrk dilci­ si. ilk TQrk-lslam devletini kurmuş olan Karahanlılar .soyun­ dandır. 1 072 yılı ocak ayında yazmaya başladığı Dioonü Lugat­ it-TıJrk ffürk Dllleıi SôzlQğü) adlı yapıtını 1 0 Şubat 1074'te ta­ mamladı ve Abbasi halifesi Muktedl Blllah'a sundu. Araplara Türkçeyi öğretmek ve TO.rk dilinin zenginliğini kanıtlamak ama­ cıyla yazdığı bu sözlQk, aynca Türk tarihine, coğrafyasına, mito­ lojisine, folkloruna, toplum yaşamına ilişkin bilgileri de kapsar. Türkçenin en eski sözlüklerinden biri olan bu yapıtı Besim Ata­ lay Arapçadan TQrkçeye çevtnniştlr (5 cilt, 1 939- 1 943) . Kaşgar, lı'nın bir de dilbilglsl kitabı yazdığı söyleniyorsa da henQz eli­ mize geçmiş değildir. KÖPRÜLÜ (Mehmet Fuat), To.rk yazan ve edebiyat tarihçisi (1 890- 1 966) . Ayasofya RQştiyeslni ve Mercan idadisini bitirdi. Mektebi Hukukta üç yıl kadar okudu ( 1 9 1 7 - 1 9 19) . lstanbul'da çeşitli idadi ve sultanilerde öğretmenlik yaptı. Ziya Gökalp'ın önertsi Qzeıine DarQlfünun profesörler kurulu tarafından Ede­ biyat şubesi müderrisliğine (doçent) getirtldl ( 1 9 1 3) . MGlkiye ve Sanayl-1 Nefise Mekteplerinde, ilahiyat Fakültesinde dersler ver­ di. Kars milletvekili olarak T.8.M.M'ne gtrd1(1 934) . Demokrat Partinin kuruculan arasında yer aldı. Dışişleıi (1950) ve Devlet Bakanı oldu ( 1 956). 1 957'de parti yöneticileıiyle anlaşamayınca istifa etti. 1 960'tan sonra Yeni Demokrat Parti adlı bir parti kur­ du, fakat ilgi çekemedi. Fuat KöprQIQ, Türk edebiyatı, dili, tart­ hi, kültürü, uygarlığı, hukuku; iktisadı gibi çok geniş alanlarda 1ı1celemeler ve araştırmalar yapmıştır. Edebiyat tarihçiliğini tez­ kire anlayışından çıkarıp bilimsel temelere oturtmuş, pekçok saz şaiıinl ve divan şaiıint bil1m ve sanat dünyasına tanıtmıştır. Başlıca eserleri: Yeni Osmanlı Tarih-i Edebiyatı ( 1 9 1 6), Türk Ede­ biyatında tlk Mutasauu\flar (19 1 8) , Türk Edebiyatı Tarihi (2 cilt. 1920- 1 924), Türkiye Tarihi I ( 1 923), BugUnkü Edebiyat ( 1924), Eski Şairlerimiz-Divan Edebiyatı Antol.ojisi (1 932- 1 934). 1Urk Saz Şairleri Antolojisi ( 1 940) , lslam Medeniyett ( 1 940), Osmanlı Dev­ letinin Kuruluşu ( 1 959) , Edebiyat Araştırmaları ( 1 966). LEVY-BRUHL (Lucien) , Fransız toplumbllimctsl ( 1 857311


1 939). La Morale et la Selence des MoeW'S (Ahlak ve Töreler Bili­ mi, 1 903). MAUSS (Marcel), Fransız toplumbillmcisi ve etnoloğu (1 8721950). Fragment d'un Plan de Sociologie Generale Descripttue (Betlmleytci Genel Toplwtıbill m Planının Bir BölQmQ, 1 934), Ser clologte et Anthropologfe rroplumbilim ve Antropoloji, 1 950), Es­ qutsse d'une Theorte Generale de la Magte (BQyü Ozertne Genel Bir Kuram Taslağı, H. Hubert ile 1903).

ORHON YAZITlARI, Moğolistan'da Sovyet Sosya.list Cumhu­ rtyetl sınırları içinde Orhon ırmağı yakınında Koşo Tsaydam do­ laylarında ve Yenisey ırmağı yöresinde bulunan runlk harfli ya­ zıtlar. Bu ya.Zıtlar, bulundukları bölgenin adıyla anılmaktadır: Ku­ zey MogoUstan (Költlgin, Bilge Kağan, Tonyuyuk. Ongln, Ku­ liçur yazıtları), Yenisey, Altay, Lena Baykal, Dogu 1ürktstan. Fer­ gana-Yedisu, Tuna ue Doner yazıtları. Orhon ue Yenisey yazıtları adı daha yaygınlaşmıştır. Yazıtlar arasında Kuzey Moğolistan'dak.Uer daha önemlidir: Külttgtn Yazıtı (dik11işi: 732), BUge Kagan Yazıtı (dik11işi: 735), Tonyukuk Yazıtı (dikilişi: 720 ?). Yollığ Tigln'in kaleme aldığı Költıgin ve Bilge Kağan yazıtlarında konuşan Bilge Kağan halkı­ na hesap vennişçeslne atalarının kurdukları devletten, kendi dönemindeki olaylardan, başarılarından söz eder. Tonyukuk, kendi adına dikilen yazıtında Bilge Kağan'ın yönetim ve askeri başanlannda yol göstertclliği, yerinde ve zamarunda uyarıda bu­ lurunasıyla etkili rol oynadığını belirtmektedir. Orhon Yazıtları Ozertnde yerli ve yabancı pek çok bilim ada­ mı çalışmıştır. Yazıtların alfabesini Danlkarkalı bilgin VUhelm Thomsen çözmaştQr (1 893). Orhon Yazıtları'nda kullanılan harflertn kökeni konusu bugQn de tartışmalıdır. Bu alfabede 38 harf kull:mılmışb r. Orhon Yazıtları, TOrk boylarının toplumsal, siyasal, ekono­ mik, költQrel yaşayışlarını aydınlatan önemli belgelerdir. (Ayn­ ca bk. M. Ergin, Orhı.ın Abideleri. 1 970: T. Tekin, Orhon Yazıda­ n.

1 988)

PhTARD (Eugene). İsviçreli antropolog ( 1 867- 1 942). Cenev312


re Üniversitesinde profesör oldu. Başlıca yapıtları: Les Races Belligerantes (Savaşçı Irklar, 1 9 1 6) , Les Races et ı· Htstotre (Irk­ lar ve Tarth. 1 924). RADWFF (Friedrich WUhelm), Alman asıllı Rus türkoloğu (1837- 19 1 8) . Sibiiya ve TO.rkistan'da yaşayan TO.rk boyları ara­ sında geziler yaptı, zengin folklor ve kültftr malzemesi topladı. Propen der VolksUteratur der 1ürkschen Stamme Süel Stbtriens (Güney Sib!Iya'da TO.rk Boylarının Halk Edebiyatı örnekleri, 1 O bôhlm, 1 866· 1 907), Verglek:hende Grammattk der Nördltchen 1ürksprachen I Phonettk (Kuzey Türk Dilleri Karşılaştırmalı Gra­ meri, ı. Sesbilgisi. 1 882- 1 883), Aus Stbtrien (Sibtrya'dan, 2 cilt 1883; TO.rkçe çevirisi 1 954, Ahmet Temir). vd.

RAVZAT·ÜS·SAFA, İranlı tarihçi Mirhond'un ( 1 443 - 1 498), genel tarih kitabı. Tam adı: Ravzat·üs·Safa fl Stret·tl·Enbtya ve'l­ Müliik ve'l-Hulefa (Peygamberlerin, Sultanların ve Halifelerin Hayatlarına ilişkin Safa Bahçesi). İlk peygamber Adem'den 1 523'e kadar gelen olayları kapsar. 7 cilt olan yapıtın son cildini Hondmir (1475- 1 535) bitirmiştir. Mustafa bin Hasanşah ta­ rafından Türkçe'ye çevrilmiştir. SEROŞEVSKIY(V.L.). 1 896).

S1ElNME1Z.

(Rud.oVJ,

Rus

tarkoloğu.

Yakutı

(Yakutlar,

Hollandalı toplumbilimci ve etnolog

(1862- 1940).

THOMSEN (Vilhelm Ludving Peter). Danimarkalı tarkolog (1842- 1 927) . Ftnlandiya'da "Germen Dilİerinin Fin-Lap Dilleri Üstündeki EtkUert"adlı teziyle doktor oldu ( 1 869). Kopenhag Üniversitesinde doçentliğe (1875) yükseldi. Danimarka Bilimler Akademisi başkanlığına getirildi (1909). Genellikle karşılaştır­ malı dilbllim alanında çalışan Thomsen'in türkoloji alanındaki en büyılk hizmeti Orhon Yazıtlarındaki alfabeyi çözmesi oldu (1893). TO.rkolojlyle ilgili başlıca yapıtları şunlardır: Dkh(ffre­ ment des lnscrtpttons de !'Orhon et de l'lenısset. nottce Preltmtnatre (Orhon ve Yenisey Yazıtlarının ÇOzülmesı ve Glrtş 313


Notları, 1 893), lnscrtptions de

L'OrkhDn Dechiffeees (ÇôzO.lınO.ş

Orhon Yazıtları, 1 896), Une Lettre Meconnue des lnscrlptt.ons de

L'lentsset. (Yenisey Yazıtlarında blllnmeyen Harfler, 1 9 1 2) . Turd­ ca (TOrkçe, 1 9 1 6).

TÜRK MEDENİYETİ ELEŞTİRİSi

TARİHİ

(1) NIN YENİ BASKISININ

Yusuf ÇonJKSÔKEN

T\lrk külto.ro.no.n temel kitapları, go.n geçtikçe yayın dünya­ mızı zenglnleştlnnektedlr. YO.ksek öğretim ve blllm kurumları­ mız dışında, resmi ve özel kuruluşlar da bu temel kltaplanrnızı geniş halk kltlelertnln okumasına sunmak O.Zere bO.yQk bir et­ klnllğe glrmlştlr. Bunda billmsel yayınların sınırlı bir okuyucu kitlesini llgllendlrip, to.ın halka uzanamamasınm büyo.k rolO. olsa gerekir. Temel kltaplann halka sunulması sırasında çeşitli yol ve yöntemlerin izlendiği dikkati çekmektedir: klml yayınlar metin­ çevlrt-dlzin ve zengin notlardan oluşmaktadır. Klm1 yayınlar da metnin dlllnin eski olması gözönüne alınarak "GO.no.mo.z mrkçesi"ne aktarılıyor ve n'otlarla zenginleş�yor. Araştınnacı ve bilim adamlarımız klasik metinlerin geniş halk kitlelerine ye­ niden sunulmasıyle llgllJ birtakım görüşler llert sO.mıekte, metin­ lerin seçlrni ve hazırlanmasında izlenecek yöntemler konusunda

(1) Ziya Gökalp, Türle Medeniyeti TarihJ. (Hazırlayanlar: Kıizı.m Ya­

şar Kopraman-Afşar lsmail Aka, Kültür Bakarılığı Ziya Gökalp Yayınlan l . Seri No:8, lstanbul 1976).

314


tartışmalar ve soruşturmalar açmaktadırlar. Görünen şu ki temel yapıtlann bugnnkü dile aktanmı işinin en az çevtrt kadar gaçlüklerl var. İlkin eski yazı bilmenin bu tar çalışmalarda yet­ erli olmadığı bir gerçek. Eski kOltQrQn iyi ozamlenmiş olması­ nın yanında, bu yapıtlardaki k1m1 yanlışları dıızeltme sorumlu­ luğu da vardır. Kanımca bu tüi çalışmalar bugan artık bir kişinin gacana aşmış. grup çalışmasına gerek duyurmaktadır. KOltür Bakanlığı doğumunun 1 00. yılı dolayısıyle Ziya Gö­ kalp'ın bütün yapıtlarının bir dizi olarak yayımına girişmiştir. DüşünOrümOZün çeşitli kitapları, şiirleri bilim adamı ve araştı­ rıcılara hazırlatılmaktadır. Bu yayınlann hazırlanmasında şu ilke benimsenmtştlr: "Dört sert halinde tertiplenen 'Ziya Gökalp Yayınlarında' asıl metne mana ve ifade bakımından sadık kalın· ması prensip olarak benimsenmiş olup. hususiyle izafet ve sıfat terkipleıine giren kelimeler ile aruz vezniyle yazılmış şiirlerde geçen kelimelerdeki imla da, aslına uygun şekilde korunmuş, ancak alışılan kelimelerde buna uyulmamıştır. 'Ziya Gökalp Yayınlan'nda, genellikle, her eseıin sonunda yayındaki manaya uygun bir sözlüğe yer verilmek suretiyle ge­ rekli kavram açıklamaları yapılmıştır. Ancak belli bir sözlağe gerek bulunmayan yayımlarda bu husus, dip notlarda göstertl­ mtştlr." Bu ilke. Ziya Gökalp'ın yeniden yayımlanan her kitabı­ nın başına konulmuştur. "Türk Medeniyeti Tarihi" Ziya Gökalp'ın son yıllarında hazır­ ladığı bir kitaptır. Kendisi ne yazık ki basımını görememiştir. (Ziya Gökalp'ın olama 23 Ei:cJm 1924: bu kitabın basımı 134 1 / 1925 tarihindedir.) Ziya Gökalp'ın en bayak amacı Türk kültarünün tarihini yazmaktı. Bunu gerçekleştirmek için ilkin Türk Törest'ni (1 339/1923) kaleme aldı. Türk Töresi aynı adı ta­ şıyan birkaç kitaplık bir dizi olacaktı, fakat" Birlncl Kltap"tan sonrası gelmedi. Ziya Gökalp bu kitabında İslamlıktan önceki Tarkler'in dinsel ve hukuksal törelerini incelemiştir. Aynca Uzakdoğu uygarlığı içinde yer alan öbar uluslann töreleriyle za­ man zaman karşılaştırmalar yapmıştır. Amacını şöyle açıklar: "Türk kültürünün tarihini yapabilmek için önce onun bu üç uy315


garlıkla (Uzakdoğu, Doğu ve Batı uygarlıklan) ayn ayn kurduğu

karşılıklı uyurnlan incelemek gerekir." (Tılrk Töresi, haz. Yusuf

Çotuksôken, İstanbul, 1 977, s. 26) Sonra "1ürlc Medeniye« Tari­ hfni yazmaya .koyulur. ÇOnkO kOltOr tarthJnt yazmanın goç ol­ duğunu anlamıştır. Bunu şu nedenlere dayandınr: "Harsı teşkil eden duygular, deruni ve samtmi olduk.lan için görOlmelert ve tedkik edilmeleri pek gOçtOr. Medeniyetse, hariçte tebellOr et­ miş mefhumlardan, kaidelerden. halasa. bir sora mOessese­

lerden mürekkep olduğu ve bu mOesseseler harici bir gözle şey'i bir surette tedkik olunabildikleri için, harsa nisbetle daha kolay tedkik olunablllrler. Bundan dolayıdır ki. bir milletin harsına dair bir tarih kolay yazılamaz. Fakat, bir medeniyet hakkında tarih yazılabilir. (1ürlc

Medeniyeti Tarihi. İstanbul 1976, s. 20) Beş kitaptan oluşan 1ürk Medeniyeti Tarihfnde Ziya Gökalp Uzakdoğu, İslam ve Batı uygarlıklanndaki Türk kültürünO lncelemeyt planlamıştır. Fa­

kat bu beş kitapta, yalnızca. Uzakdoğu uygarlığındaki Türk kültOrüna inceleyebilmiştir. Bana öyle geliyor ki Tılrk Medeni­ yeti Tartht de "Liselerin ikinci Devresine Mahsus" olarak hazır­ landığı için bir özetten başka bir şey değtldir. Aynca araştınlma­ sı gereken bir konu da şudur: Zekeriya Sertel'in (Cumhuriyet. 6 Haziran 1 976, s. 2) ve Cavit Orhan Tütengll'ln yazılarında (­ Gôkalp'a tltşktn Yeni Notlar, Sosyoloji Konferanslan, XIV. kitap, İstanbul 1 976, s. 1 7 1 - 1 93) Ziya Gökalp'ın ölümünden çok az önce Türkler'in ilk medeniyet tarihini yazdığı. incelemek Ozere Fuad K.Oprüla'ye verdiği. fakat Köprüla'nün kitabı geri verme­ diği bellrtllmektedir. Bugan ellmizde olan Tılrk Medeniyeti Tartht adlı kitap bu sOzO edilen kitap mı? Değilse Ziya Gökalp'ın yaz­ dığı bu kitabın geniş olanı şimdi nerededir? Ziya Gökalp'ın Tılrk Medeniyeti Tarthfni İsmail Aka ve Ka­ zım Yaşar Kopraırian yayıma hazırlamışlar. Kitabı başarılı bir biçimde yeni harflere aktarırken, Ztya GOkalp'm klmi yanlışian­ nı düzeltmışler, aynca okuma kolaylığı sağlamak Ozere kitabın sonuna bir sözlak eklemişler. Bu bakımdan öncelikle kendileri­ ni kutlamak gerekir. (Fikret Şahoğlu'nun hazırladığı Türk Mede­ niyeti Tarihi [lstanbul, 1 974) o denli yanlışlarla dolu ki üzerine bir eleştiri yazısı yazmak bile büyük bir zaman kaybından baş­ ka bir işe yaramaz.)

316


KOltı1r Bakanlığı yayınlan arasından çıkan Tilrk Medeniyeti Tarihinde de eleştlrilınesl ve dOzeltUmesl gereken birçok nokta­ lar vardır. Burada bunlan birkaç bôlQrnde toplayarak açıklaya­ cağım. ônce yadırgadığım bir noktayı özellikle belirtmek iste­ rim. Kitabı yayuna hazırlayanlar önsôzlerinde "Eseri yayına hazırlarken, dil ve Qslubu Qzerinde herhangi bir tasarrufta bu­ lunmadık." diyorlar. Kitabı eski yazılı nQshasıyle karşılaştınrk­ en komünlzm ve komünist sôzcoklert yerine aynı anlamlara gele­ cek başka sözler kullanıldığını gördılm. (Yeni yayındaki sayfaları 30, 193, 205, 209). Ziya Gôkalp'm dili bugQn için yer yer Arapça ve Farsça sôzcQklerle dolu olmasına karşın, bunlara dokunulmayıp, yalnızca bu andığımız sôzcOklert değiştirmeleri çelişki oluyor. ŞOyle yapılabilirdi: komQnlzm ve komQnJst sözcüklerine (•) konulur, dipnotta da Ziya Gökalp'ın bu sözcQk­ lert hangi anlamda kullandığı açıklanırdı. (Kitabı yayına hazır­ layanlar belirttiğimiz gibi yaptılar da denetleyenler mi değiştirdi acaba?) Birinci bölOmde okllma yanlışlarına değinmek istiyorum; kolaylık olsun diye bunlan madde madde göstereceğim: ı . Kitabın 1 8. sayfasının 2. paragrafıncJan son tQmcesinde "Ferdile şubesi" diye okunan bir sôz görQlQyor, bununla ilgil dip­ notta da "Bundan maksat herhalde totemin 'ferdileşmesi' olacak­ tır. Bk. Totem ve Potlaç bahsi." deniyor. "Ferdilc şubesi" sôzQn­ den hiç bir anlam çılanıyor. "Ferdileşmesi" sôzcQğQ eski yazılı metinde bir dizgi yanlışı nedeniyle "ferdile şubesi" biçiminde di­ zilmiştir. Kitabın sonraki sayfalannda "Potlaç vasıtasıylc ferdi­ leşmesi. . . " (s. l l8) sözlerine rastgeliniyor. 2. Kitabın 32. sayfasında 3. paragrafın son tOmcesindekl (''TO.rk ilhanlığı meydana gelmeyecek idi.") "meydana" sOzcOğO "vQcuda" olacaktır. 3. Kitabın 96. sayfasındaki 4. paragrafın ilk tomcesinJn ("Dib Yakudan sonra, bir zalim hQkQmdar gelip geçiyor"), "Dib Yavkudan sonra birtakım hQkQmdarlar gelip geçiyor." biçi­ minde dOzcltilrnesi gerekiyor. 4. 1 20. sayfanın 17 nolu bôlQmQndekl "kannın" sözcQğO eski yazılı metinde de böyle geçiyor. Ancak Ziya Gökalp "kan" sözcağıı yerine çoğunlukla "kadın" sôzcılğOnQ kullanmıştır. Ay­ nca metinde "karının" sôzcOğQ ile "kadının" sôzcQğQ arasında 317


yalnızca r (re) ve d (dal) harllert değişikliği vardır. Bu nedenle "karının" sOzcOğOmln "kadının" biçiminde okunması daha doğ­ ru olurdu.

5. "Ferdlleştirerek"' :.öıcaı. t:ı "ferdi ile birleştirerek" biçtmınde

yanlış

okunmuştur.

( 1 22.

S.i":lyfanın

2.

paragrafının

QçılncQ

tomcesinde) 6. Hammer'in adının anıldığı bir tQmcede de "gtn-i devlet" sôzlerine herhangi bir anlam veremedim (s. 1 37). Doğrusu "er­ kan-ı devlet" olacaktır. (Bk. J. von Hammer, Osmanlı Tarihi. çev.

M. Ata, 3 c.,

XVlll.

kitap,

s.

22 1 -227; "Erkan-ı erbaa-ı devlet")

7. 1 77. sayfanın ikinci paragrafında 4. hlmcenin son sôz­

cuğu yanlış olarak "anılırdı" biçiminde okunmuş. Eski yazılı me­ tinde de bu sOzcOk yanlış olarak "avlanırdı" biçiminde dtztlmlş. Doğrusu "adlanırdı" olacaktır.

8. 230. sayfanın 3. paragrafının 2 tOrncesindek1 "devletleri­ ni" sôzcQğQ "rivayetlerini" biçiminde okunmalıydı. 9. 237. sayfanın QçQncQ tılmceslndek1 "fırsat bekledikleri bôyle Qç" sozlert "fırsat bekliyorlardı. Bôyle uç . . . " olarak dOzelttl­ melldir. 1 0. Sayfa 296'dak1 uçunca tümcenin son sOzcuğQ ''verilirdi" biçiminde saptanmış, gerçekte "alırdı" olacaktır. İkinci bôlOrnde Ziya Gôkalp'ın kullandığı kaynaklar ve bun­

1Urk Mede­ niyeti ITarihfni yazarken Edouard Chavannes, E. Durkhetm,

ların dOzeltUmesi Qzertnde duracağım. Ziya Gôkalp, Radloff,

Fuad

KOprQ.lQ,

EbOlgazi Bahadır Han,

Reşideddin,

Grenard, Yusuf Has Haclp, Uvy Bruhl. Seroşevskly. Kaşgarh Mahmud, Leon Cahun, R. Steinmetz, COVeyni, Hondmlr, E. Pıt­

tard, M. Mauss, Degulgnes, Thomsen, J. von Hammer, Abdur­

rahman Şeref, Mahmud Esad, A Stein, Mesudi, Jean Deny, G. RJchard, İbn Battuta gibi

yazar, bilim adamı ve şairlerin yapıtla­

nndan yararlanmış, yer yer de bunlardan alıntılar yapmıştır. Aynca kimi anomtm kitaplar

(Dede Korkut HUcayelerl)

ve bizde yayunlarun ış dergileri de

yat Mecmu.asi

ile batıda

(L'An.nbe Sociologtque, içtimai-­

gibi) , incelemiştir. Kitabı yayıma hazırlayanlar

Ziya Gôkalp'ın kullandığı bu kaynakların genellikle yeni baskı­

larını gozonünde bulundurmuşlardır. Ancak bir yonteml lzlememlşlerdir. Örneğin Ziya Gôkalp,

iki

yerde bu

lbn Battuta Seya­

hatnamesfnden aktardığı parçalan Mehmet Şerifin çevirisinden 318


almıştır (1325). İsmet Parmaksızoğlu'na göre "Bu tercQmentn (... ) Qslübu bir parça eskimiş ve verdiği notlann ilmi değeri kal­ mamış"tır. (lbn Batuta Seyahatnamesinden Seçmeler, 1 000 Temel Eser, İstanbul 1971 s. iV). izledikleri yönteme göre İbn Battutadan yapılan alıntıların İsmet Pannaksızoğlu'nun adını andığımız kitabından olması uygun olurdu. Ziya Gökalp, k1nıJ bilim adamı ya da kitap adlarını metin içinde anmıştır. Yeni yayında bunlardan bazılannın atlandığı gorO.l.mektedlr. ôrneğln 58. sayfanın birinci paragrafında ''Ve bunlardan başka ordu altı. . . " diye başlayan tOmcenln sonunda De Gulgnes'ntn; 105. sayfanın "Şane Menkıbesi" başlığını taşıyan bOlOmQn sonunda Müruc-ılz-?A:ıheb'ln; 1 37. sayfanın ilk paragrafında "Mehmed-1 sanı Kanunnamesinin .. " diye başlayan tOmcenln sonunda Hanuner'tn: bunun hemen ardında gelen tQmcenln sonunda Seroşevskty'nln; 168. sayfanın ilk paragrafında "Bunun mukab­ iltne. . " diye başlayan tOmcentn sonunda Thomsen'ln; 176. say­ fanın QçQnca paragrafmm "1Itn mevası olan" diye başlayan tamcentn sonunda Grenard'm; 194. sayfada "Oğuz teşkılatı­ nın . . " diye başlayan paragrafta yedinci tümcenin sonunda De­ guıgnes'ntn: 1 3. tQmcenln sonunda da Tarth-t llm-t Hukuk'un; 207. sayfada ilk paragrafın sonundaOrhun Kttabest-Thomsen'ln; 222. sayfanın ikinci paragrafının sonunda Degutgnes'ln, 366. sayfada son paragrafın son tamceslnln sonunda Leon Ca­ hun'un adları nedense anılmamış. Bunların tOmOnQ dizgi yanlı­ şı olarak kabul edebilir miyiz? Bir de 173. sayfada ilk paragrafın sonunda Ziya GOkalp'ın Asyanın Göbegt. lngUtzce diye andığı not unutulmuş. Herhalde ne olduğu anlaşılmadığı için alınma­ dı. Oysa Ziya GOkalp'm adını andığı kitap, A. Steln'ln lnnemıost Asta (4 cilt, Oxford, 192 1 ) adlı kitabıdır. ÜçQncQ bOlOmde Ziya Gökalp'nı 1Urk Med.entyett Tart­ hlndekl kimi bilgilerin notlarla dOzeltllmesl sorununa yer vere­ ceğim. Bu yanlışlardan bir kısmı çeşitli dipnotlarda hazırlayan­ lar tarafından düzeltilmiştir. Ancak düzeltllmesl gereken birtakım noktalar daha vardır. Bunları da şöyle özetleyebilirim: 1. Ziya Gökalp TCuk Medeniyeti Tartht'nln "Birinci Kitabında şöyle diyor: "Eski TOrkler dine "Nom" adını verirlerdi (Divana Ltigat). Din ld.tabına da "Nom" derlerdi (Cihan-koşa). Türk dini­ nin burbani reislerine ''toyon" adını verirlerdi. [Yeni baskı, s.

3 19


40) . Bu bilgi yanlışını Abdülkadir inan şöyle dQzeltmektedir. "O (Ziya Gökalp), eski Tılrklerde bir 'Toyunlzm" adını taşıyan bir din tasavvur etmiştir. Halbuki izahını yaptığı bu din budlzmden başka bir din değildir. Toyın yabancı (galiba Çince) bir kelime olup budlzm rahibi manasından ifade eder. Toyın kelimesini izah ederken Kaşgart'nin verdiği misalden de bu kelimenin budist ra­ hiplerini ifade ettiği açıkça anlaşılmaktadır. Bu misalde 'toyu­ nun burhana -yani Budaya- secde ettiği anlatılıyor. (DLT, 111, 60, tere. 84). Pekarskly'nin izahına göre 'toyın-toyun kelimesi yakutçada efendi, bey, devlet memuru' demektir. Bu manası ile toyun kelimesi bütan kuzey uluslannda (çukçı, kamçadallar. Alevut adalan yerlileri) kullanılmaktadır (Yakut Sözlügü. III. 2706-2708). Gökalp "eski Tılrkler dine nom adını verlrlerdi. Din kitabına da nom derlerdi" diyor. (s. 25) Kaynak olarak DLT ve Cihanguşayı zikrediyor. Bu ikJ müellifin bahsettikleri Türklerin budist oldukları malumdur. nom terimi de Yunanca bir kelime olup manihalstler tarafından getlrtldiği tsbat edUınlş bir gerçek­ tir. Bu kayıtlardan anlaşıldığı üzere Z. Gökalp'ın eski Türk dini olarak tasavvur ettiği din yani toyunlzm, budlzmden, 'nom' de­ diği din kitabı da budist ve manihalstlertn dini kitaplanna ver­ dikleri isimden ibarettir." (Eskt "rork Dini Tarthl, lst. 1976, s.

1 72) 2. Ziya Gökalp, "eski Türklerde potlaçın bulunduğunu kesin olarak kabul etmiştir. ( 1 976 baskısında 75, 203-206, 261 -267. sayfalar) . Ancak "eski Tılrkler" sôzılnden hangi dönem ve hangi Tılrk boyu olduğu kesin olarak anlaşılmıyor. Kaynaklarımızda da Tılrklerdeki "potlaç" geleneğinin tarihçesini çıkarabilmemiz şimdilik olanaksız. Ayrıca Ziya Gökalp'ın potlaça ilişkin yargıla­ rında da birtakım değişiklikler vardır. "Potlaç karşıdaki tarafın. karşılık yapmaktan aciz bırakacak israflı, debdebeli ve meydan okuyucu bir ziyafettir. Bunun eski Türklerde karşılığı "Şölen" adını verdikleri son derece israflı bir ziyafetti (s. 202) : "Eski Oğuzlarda potlaça benziyen mQsrifane ziyafetlerin adı "toy" idi. (s. 265): "toy ve bilhassa yağma t6yu bir nevi potlaçtan ibaret­ tir." (s. 265) . A. inana göre "şölen sözcQğO Farsça "şllan"ın tarkçeye geçmiş şekli olsa gerek. Yağma toyu' şimdiki tOrkçeye

320


göre bu deyim, 'potlaçı anlatan bir terim olablltr, fakat eski TOrklertn 'potlaça bu adı verdUdert ispat edilemez. Bizim dOşOnccmize göre 'potlaç töreni geleneğinin Türkçesi X-XI. yözyıllarda 'kençllyQ', Farçası da 'han-ı yağma' idi. (Makale·ler ve incelemeler, 1968, s. 645-648).

3. Ziya Gökalp "balbal" sôzcOğQnQ de yanlış anlamda kul­ lanmıştır: 1Urk Medeniyeti Tarthfnln "Cenaze Merasimi (yeni baskı:s. 1 14- 1 1 5) adlı bölümde şöyle deniyor: "Bilge Hanın yuğuna Çin. Kırgız, Otuz Tatar, Dokuz Tatar, Türkeş vesair mil­ letlerden yuğcular gelmiştl. Bunlar dost hakanlardan birini "Bal­ bal" (:Matem bayramının reisi) lntlhab ederek yuğ merasiminin icrasını onun idaresine verirlerdi." (s. 1 1 5). Bu yanlış gerçekte Orhon yazıtlarını çevirirken Radlotrun dOştQğQ bir yanlıştı. (RadlofT, Dte Alttürktschen lnschrtften der Mongolei, St. Peters­ burg, 1894- 1 895) Fakat Radloff "MoğoUstandakJ eski TOrk ya­ zıttan adlı bu yapıtının sonraki baskılarında (1897- 1899) bu yanlışını düzeltrnlştl. Orhon Yazıtlarında balbal "ölünün öldQrQ­ len dOşmanı adına dikilen taş" (H.N. Orkun, Eskt 1Urk Yazltlan, 194 1 c. IV, s. 16), "öldorulen dOşmanın heykeli" (Muharrem Er­ gin, Orhun Abideleri. 1 970, s. 89) anlamında yer almıştır. Doğ­ rusu da budur. 4. Ziya Gökalp, 1Urk Medeniyeti TarthfnJn "lslamtyetten Ev­ vel Türk Ailesi" bôlümOnde "sop" terimini açıklarken 'Yakut TOrklert'nde semlyyenln adı 'sip'tlr" diyor (s. 286). A. inan Sero­ şevskly'nln Fransızca yazdığı makalede Yakutçada "soy" anlamı­ nı veren sOzcOğO Almanca "slppe" sOzOyle karşıladığını belirte­ rek, Ziya Gôkalp'ın bu sOzQ Yakutça sandığını sôylOyor. (Eski 1Urk Dint, 1 976, s. 1 69) Gerçekten de Eski Türkçedeki önses s'nln Yakutçada dO.ştOğü görOlmektedtr: Örneğin sub(su)==u, sen=en gibi. Türk kültOrunıln ulusal nlteUkler kazanması gerekliliği O.U­ rlnde önemle duran ve bu konuda ozgan deneme ve araştırmala­ nyle konuya yeni boyutlar getiren çağdaş dOşO.nQrumOz Ziya Gökalp'ın bütün yapıtlanrun bir dizi olarak yayımlanması saygı T. lJ. Tarihi -

F. 2 1

321


duyulacak bir çabadır. Bu tür çalışmalar, hem genç kuşakların Türk kültürüne lllşkln bllgilertnln artmasına olanak sağlayacak, hem de Ziya Gökalp'ın görüşlerinin, önerdiği ekonomik ve siya­ sal dizgenin (sistemin) gelişen toplumsal ve siyasal koşullara göre yeniden çağdaş bilim anlayışıyle yorumlanmasına yol aça­ caktır.

[1Urk Dilt, xxxvm . 324 Eylül 1 978, s. 429-432]

322


ZİYA GÖKALP' İN BÜTÜN YAPITI.ARI Yayınevlrniz, Ziya Gökalp'in bütün yapıtlarını "Günümüz TOrkçesiyle" bir dizi olarak yayımına glrtşmiştlr. Ziya Gökalp, TOrk kültürünün ulusal nitelikler kazanması gerekliliği üzerinde önemle duran ve bu konuda özgün deneme ve araştırmalanyla konuya yeni boyutlar getiren çağdaş düşünürlerlrnizdendir. Çağdaş düşüncelerden yararlanarak toplumumuza ulusçu­ luk bllincfni aşılamış, toplumsal sorunlara bllimsel yöntemlerle çözüm yollan aramış, siyasal alanda da ulusal devlet kavramı­ nın ve olgusunun yerleşmesine büyük katkıda bulunmuştur. Ziya Gökalp'ın bütün yapıtlanru "Günümüz Türkçesiyle" yayıma hazırlanırken şu amaçları benimsedik: a) " Ziya Gökalp'ın yapıtlannı okumak üzere genç kuşaklara iletmek ve onun düşüncesini ve eylemi üzerine varılan birbirine karşıt yorum ve yargılar konusunda tereddüde düşen genç ku­ şaklan, bu tereddütlerini ortadan kaldırmak üzere yazann ken­ di yapıtlarıyla doğrudan ilişkiye sokmak." b) " Ziya Gökalp'ın görüşlerinin önerdiği ekonomik-siyasal dizgenin (sistemin) gelişen toplumsal ve siyasal koşullara göre yeniden çağdaş bilim anlayışıyla yorumlanmasına olanak hazır­ lamak. "

323



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.