Sadri Maksudi Arsal - Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları

Page 1



MIJ,J,fYET DUYGUSUNUN SOSYOLOJIK ESASLARI Ord. Prof. Sadri Maksudi Arsal

DÖRDÜNCÜ BASKI

İstanbul

-

1979

[i]

Ötüken Nesriyat


YAYIN NU.: 43 KÜLTÜR SERİSİ : 2 'Ötüken Neşriyat A.Ş., Klodfarer Cad. 40/7, İstanbul Kapak: Nur-Olcay Okan Kapak Baskısı: Kuşak Ofset Tesisleri Dizgi-Tertip-Baskı: Ünal Matbaası Cilt: Günsan Ciltevi

ı. Baskı : 1955

2. Baskı : 1972 3. Baskı : 1975 4. Baskı : 1979


Sadri Maksudi'nin Hayat Hikayesi Bu kitap rahmetli babam Sadri Maksudi Arsal'ın son yazdığı ve en çok önem verdiği eseri idi. Vefa­ tından beri geçen yılların aydınlatıcı ışığında, bunun sebebi açıkça belirmektedir: Bu eser, Sadri Maksu­ di'ye, ömrü boyunca rehberlik elmiş, onun hayatını ma nalandırmış bir his ve . idealin ilmi temeller üzerine oturtulmuş bir abidesidir. Esasen, Sadri Maksudi'nin kendisi, şahsiyeti itiba­ riyle ve çeşitli Türk zümreleri arasında, çeşitli Türk ülkeleri içinde başardığı işler, işgal ettiği mevkiler fio­ layısiyle, umum Türklüğün bir sembolüdür. Türklüğün beşiği olan, fakat asırlardan beri bağım­ sızlıktan yoksun bulunan bölgelerden birinde, Kazan Hanlığının Başkentine yakın Taşsu köyünde dünyaya gelen Sadri Maksudi, henüz pek küçük , yaşta, babası en


6

MİLLİYET DUYGUSU

İmam Nizamettin Efendi'den okuma yazmayı İstanbul'­ da basılmış bir «Elifba:. kitabından öğrenmiştir. 19 uncu yüzyılın ikinci yarısında, Türkiye ile çeşitli Türk zümreleri arasındaki kültür ilişkileri şimdikinden çok farklı idi. Kazan'ın başlıca kitapçılarında İstan­ bul'da basılan hemen bütün 4:Cerideleri», yani gazetele­ ri ve «Illevkuteleri», yani aylık ve haftalık dergileri bul­ mak mümkündü. Hatta İstanbul'daki tabi ve naşirler bir kitabı basarken, bunun Kazan'daki, Taşkent'teki, Bakıl ve Bahçesaray'daki sürümünü hesaplayarak ba­ sarlardı. Sonra, o devirde henüz Kazanlılar, şimdi olduğu gi­ bi, Rusların kendilerine taktığı «'!'atar» adını benimse­ memişlerdi. Sırf dini mahiyette öğretim yapmak şartiy­ le açılmasına müsaade edilen okulların programların­ da, dini bilgiler dışında, okutulan Arabi ve Farısi'nin yanında <<Türki» dersi yer alırdı. Sadri Maksudi'den on yaş büyük olan ve henüz pek gençken Kazan'ın Allamiye Medres�sine hoca tayin edilmiş bulunan ağabeyi Hadi Maksudi'nin evi İstan­ bul'dan gelen gazete ve dergilerle dolup taşıyordu. İşte Sadri Maksudi, çocukluktan sıyrılarak, şuura kavuştu­ ğu yıllarda, fikren ve hissen İstanbul'da yaşayan böyle bİl! muhit içinde gözlerini açmıştır. Ve sokakta Rus polisi, dairelerde Rus memuru, kışlalarda Rus askeri görmek o nisbette genç kalbini isyan ve ızdırapla dol­ durmuştur. Buna rağmen veya bu yüzden, ilk öğrenimini Taş­ su'da, cami okulunda, orta öğrenimini Medresede yap­ mış olan genç Sadri Maksudi, birdenbire, çevresini şa­ şırtan, yakınlarını üzen, arkadaşlarını derin derin dü­ şündüren mühim bir karar alır: tahsiline bir Rus mek­ tebinde devam edecektir. Ve bu karar gereğince, Med­ rese diplomasını yeterli bulan Rus Öğretmen Okuluna kaydolur. Ailesinin gavurlaşma niteliğinde gördüğü bu hare­ ket Sadri Maksudi için Rus'un karşısına eşit kültür sf-


7

MİLLİYET DUYGUSU

Iahlarıyle çıkmak, ona, aşağılık hissi duymaksızın, ken­ di dili ile hitap edebilmek ve gerekirse haddini bildir­

mek arzusunda kaynağını buluyordu. Onun için Rusça­ yı ve Rus edebiyatını iyice öğrenmeğe gayret etti. Bu­

nun ilk neticesi şu oldu ki, 17 yaşındaki genç öğrenci

kendi dilinde, fakat Rus edebiyat tekniği ile bir «Milli

roman» yazmağa başladı. Bir Kazanlı gencin milli ız­ tıraplarını ve emellerini dile getiren «Maişet» adlı bu roman 1898'de Kazan'da basılmış, Kazan Türkleri edebi­ yat tarihinde yer almıştır. Fakat genç yazar ve öğrencinin kalbinde emeller uyanmağa başlıyordu. O devirlerde,

başka

Rusya'da

Fransız hayranlığı çok yaygın olduğundan ve edebiyat derslerinde mütemadiyen Fransız yazarlarından, Fran­ sız düşünürlerinden,

Fransız muaşeret usullerinden,

Fransız sanatından bahsedildiğinden, Sadri Maksudi' nin zihninde Rus'u da geçmek, Fransa'ya gidip Fransız kültüründen nasip almak, Rus asilzadeleri gibi rahatça fransızca konuşabilmek için, Fransa'da üniversite tah­ sili yapmak arzu ve tasavvuru iyice şekil alıyordu. Ailesinden gizli tuttuğu bu tasavvurunu, bir yaz ta­ tilinde ağabeyi ile birlikte Kırım'a gittiği zaman tanıdı­ ğı ve kendisine sonsuz hayranlık ve sevgi ile bağlandı­ ğı İsmail Gaspralı'ya açar ve tasvip görür. O sıralarda «Tercüman)> gazetesi ile bütün

Türk

alemine hitap eden milliyetçilik önderi İsmail Gaspralı çok tanınmış bir şahsiyetti. İlk karşılaşmadan sonra

kendisiyle hep mektuplaşan Sadri Maksudi, ondan «ma­ nevi babam» diye bahsederdi.

Sadri Maksudi'niiı, Istanbul'dan geçerek vardığı ve 1901 ile 1906 yılları arasında Hukuk tahsilini yaptığı Pa­ ris'te, o sıralarda Yahya Kemal, Yusuf Akçura<1>, Ahcıı Atatürk'ün de etkisi altında kalmış Yurdu·

dergisinin

ruluşundan

sonra,

kurucusudur. milletvekili,

olduğu

«Türk

Cumhuriyetin Si}'asi

Tarih

ku­

Profe­

sörü ve Atatürk'ün yakın dostlarından olmuştur.


MİLLİYET DUYGUSU

1 L

met Ferit

Tek<2> gibi öğrenciler de vardı. Bir yandan da Paris'te toplanmış Jön Türkler mütemadiyen topla­ narak ve

arıyorlar

tartışarak

Abdülhamid'i devirme çarelerini

ve Meşrutiyeti hazırlıyorlardı.

Babamla Yahya Kemal sık sık buluşur, çok defa

aynı lokantada yemek yerlermiş. Fakat Siyasal Bilgi­ ler'de okumakla beraber, bütün zamanını Fransız şiiri­

ni incelemekle geçiren Yahya Kemal 'in bazen en son yazdığı şiirini de okuduğu uzun görüşmeler sonunda,

ıair babama: - Canını, sen de hiç şiirden anlamıyor­ sun! der, babam ise: - Seninle de hiç ciddi konuşul­ pıuyor, her şeyi hemen kafiyeye vurmağa kalkıyorsun,

dermiş.

Buna rağmen, çok ayrı

mizaçlara

sahip,

fakat

Türk'ün geçmişine duydukları merakta birleşen bu iki genç, yine biribirini arar, yine buluşurlarmış. Sadri Maksudi'nin diplomasını alıp, her zamandan çok milli hisle dolu olarak Kazan'a döndüğü 1906 yılın­ da, kendisi için yetişme yılları sona ermiş, faaliyet, ak­ siyon dönemi başlamıştır.

O sırada Rusya'daki siyasi şartlar milli imkanlar bakımından ilginçtir. Bir sene önce Meşrutiyet olmuş­ tur .<3> Yani, Çara Anayasa kabul ettirilmiştir. Azınlık­

ların ve bu arada çeşitli Türk zümrelerinin katılacağı seçimler hazırlanmaktadır. Sadri Maksudi de avukat ya­

zıhanesi açmak tasavvurundan, muvakkat olarak vaz geçip, siyasi hayata atılmağa, Kazan Türklerini temsilen Parlamento üyeliğine adaylığını koymağa karar verir.

(2 ) Eski Bakan

ve

Büy ükelçilerdendir.

Değerli Türkolog

Emel Esin'in babasıdır. (3) Türkiye'ye

mahsus

tiyet, hakikatte,

nın

çeşitli

tandaşlara e den,

seri

cak biridir.

bir

ülkelerinde

eşit

hadise

ıgoo'den

birbirini

haklar

halinde

zannedilen

itibaren

ta.kip eden

sağlama.

cereyan

Orta

etmiş

Meş;-u­

Avrupa'­ ve va­

amacına

hizmet

devrimlerden

an­


MİLLİYET DUYGUSU

9

21 Ağustos 1906 tarihinde, İzmir gibi Fuarı ile meş­ hur, ismi ruslaştırılmış eski bir Türk kenti olan ve Türklerin Mekerce dedikleri Nijni - Novgorod şehrinde toplanan Rusya Müslümanları<4> Kongresinde, henüz tahsiJden dönmüş, fakat Gaspralı'nın çok okunan «Ter­ cüman>>ında, Paris'ten gönderdiği milliyetçi makalele­ ri ile adını tanıtmış olan genç Maksudi, Kongre kararı ile kurulan siyasi partinin hemen Yönetim Kuruluna alınır.

Seçimleri kazanarak «Duma» adı verilen Rus Par­ lamentosuna giren ve orada Rus lisanına vukufu, tarih bilgisi, geniş kültürü ve parlak fransızcası ile dikkati çeken Sadri Maksudi çok geçmeden Parlamento Divan üyeliğine yükselir. Duma'nın bu döneminde ve daha sonraki dönemle­ rinde yaptığı konuşmalarda, içini yakan millet aşkının tesiriyle hareket eden ve bu aşk uğrunda, her neticeyi göze alan, her tehlikeye göğüs geren ve resmen sade­ ce Kazan Türklerini temsil ettiği h.::ı.lde, kendisini umum Türklüğün sözcüsü sayan Sadri Maksudi'nin bazı siyasi nutukları yalnız Rusya Türklerinin tarihinde değil, Rusya'nın tarihinde de meşhur olmuştur. Bunların baş­ lıcaları şunlardır: 1 Kazak ve Kırgız Türklerinin oturdukları böl­ gelerde Rusların iskan edilmesini ve Türklerin elin­ den topraklarının alınmasını protesto eden nutuk, -

2 Türkistanda, Türk Müslüman köylerinde vot­ ka satış yerlerinin açılmasını protesto eden nutuk, -·

3 Rus hükumetinin Osmanlı Imparatorluğu aley­ hindeki dış politikasını yeren ve Rusya Boğazlara göz dikmeğe devam ederse, Hükumetin bütün Rusya Türk-

(4) Rusya Türkleri, Çar Hükumetini kuşkulandırmamak için ·Müslüman• etiketi altında toplanmayı uygun görmüşlerdir.


Mlı.ıJ;YET DUYGUSU

10

lerinin boykotu ile karşılaşabileceği

eden nutuk, <51

4

-

tehdidini

ihtiva

Rusya Türkleri arasında Pantürkizm cereya­

nının yayılmakta olduğunu, bunun da Rusya için bir si­

yasi tehlike teşkil ettiğini iddia eden bir Rus mebusu­ na cevaben, ortada Pantürkizm değil, sadece bir Türk birliği hissinin mevcut olduğunu, bunun da tabiat ka­ nunlarına uygun bir olay sayılması gerektiğini ilmi ve tarihi delillerle isbat eden ve Rus basınında şiddetli reaksiy�n uyandıran konuşma, 5

-

Rusya Türkleri pek çok vergi veren bir zfun­

re oldukları halde, Milli Eğitim bütçesinde Türk okul­ larına tahsisat ayrılmamış olmasını tenkid eden konuş­ ma.

6

-

kistan

1908 seçimlerinden sonraki Parlamentoda Tür­

ve Azerbaycan temsilcilerinin

bulunmayışının

«Duma'da bir çatlak yarattığım» ifade eden konuşma, Sadri Maksudi'nin, Parlamentodaki mücadelesi sı­ rasında gösterdiği kahramanca cesaret, bundan yirmi sene evveline gelinceye kadar, Komünist rejiminde bi­ le, bir efsane gibi, dedeler tarafından torunlara anla­ tılırmış. Fakat Sadri Maksudi'nin asıl siyasi faaliyeti ve ak­ tif rolü 1917 de, Çarlık yıkıldıktan sonra başlar. Önce,

Geçici Hükumetin iş başına gelmesi v� Türkistam ida­ re edecek bir

Vilayet Heyetinin teşkili kararlaştırıl­

ması üzerine, üyeliklerden biri Sadri Maksudi'ye teklif edilir. Genç milliyetçi, koca Türkistanın Umumi Valile­ rinden biri olmak gibi şerefli

vazifeyi memnuniyetle

kabul eder. Vazifesi sırasında da,

Rus

Kolleglerinin

mukavemetini bazen okşama, bazen münakaşa, bazen ikna yolu ile yenmeğe çalışarak, Türkistanda bir çok

<s> Rusya basınında fırtına koparan bu nutuk, iktidar­ daki Rus Kadet <Anayasacı Demokratlar> Partisi Kongresinde söylenmiştir.


MİLLİYET DUYGUSU

11

kültürel müesseselerin temelini atmağa, bir çoklarının da geliştirilmesi için tedbirler almağa muvaffak olur. Ancak genç ve idealist politikacı çok geçmeden an­ lar ki, kendisi Ruslar tarafından Mosko\'a, Petrograd, Kazan gibi siyasi merkezlerden kasden uzaklaştırılmış, Çarlık devri Parlamentosunun ateşli hatibinin girişebi­ leceği daha geniş çapta teşebbüsler önlenmek isten­ miştir. Tarihi an naziktir ve kaçırılmayacak milli fırsat­ larla doludur. Ruslarla ortaklaşa ifa edilen bir idari hizmetten daha mühim hizmetler kendisini beklemekte­ dir. Nitekim Moskova'da «Rusya Müslümanları Kurul­ tayD> adı altında yapılan bir toplantıda, kendi yokluğu­ na rağmen, önemli bir vazifeye getirilmiş, Kurultay kararı ile meydana getirilen teşkilatın Merkez Şurası­ na üye seçilmiştir. Sadri Maksudi Türkistandan ayrılır ve ikinci bir Milli Kurultayın tertiplenmesi için uğraşmaya başlar. Çarlık devrinde olduğu gibi, «Müslüman» kelimesinin arkasına gizlenmeğe lüzum kalmadığına inanan Sadri Maksudi, Rusya'daki Türk topluluğuna artık kendi adı­ nı vermenin zamanı geldiğini düşünmektedir. Ancak başkalarının da fikir ve düşüncelerine uymağa mecbur kaldığından, tarih bilmeyenlerin üzerinde durdukları <0>, kendisinin hiç sevmediği «Tatar» kelimesınin kullanıl­ masına katlanarak ve hiç değilse Türk adını da kabul C6J Rusya için Pantürkizm tehlikesini haber veren Ser­ ge Zenkovsky bile, bir Panslavist olduğu halde, 1967'­ de yayınladığı eserinde şöyle der: ·Moğol istilası sı­ rasında Tatar adını taşıyan bir Moğol kabilesi bu bölgede yaşayan Türk kavimlerine adını vermiştir . . . Daha sonra, Rus idarecileri, işin aslını aramaksızın, Tatar adını başka Türklere de teşmil etmişlerdir.• CPan-Turkism and lslam in Russia, Harward Uni­ versity Pressi .


MİLLİYET DL'YGUSU

12

ettirmiş olmağı kazanç sayarak, Kongreye «Rusya Türk - Tatarları Kurultayı» adı verilmesine razı olur. <7> Sadri Maksudi'nin ve onun taraftarlarının emeli Rusya'.�aki 30 milyon Türk'ü yekpare bir kütle olarak toplamak ve kendilerine, bağımsızlığa doğru bir basa­ mak olmak üzere, yeni baştan kurulmakta olan Rusya içinde, kuvvetli bir milli muhtariyet sağlamaktı. Rusya'nın o zamanki karışık iç durumu dikkate alınır ve haritaya göz atılırsa, bunun gerçekleşmeyecek bir gaye olmadığı görülür. Maalesef, o devirde Rusya Türkleri içinde en ay­ dın ve en medeni olanlar Kazanlı Türkler olduğundan, bütün Rusya Türkleri birleşirse, Kazanlıların başa ge­ çeceklerinden endişe eden, yani bir nevi aşağılık duy­ gusu ile hareket eden, başta Başkurtların lideri olmak üzere, ayırıcı ve bölücü kimseler zuhur etmiş idi. <0> Bu tarihi gerçeği zikretmedE:cı geçmek mümkün değildir. 1917 yılının 22 Temmuz günü Kazan'ın Büyük Tiyat­ ro binasında Kurultay toplanır ve Sadri Maksudi, Ku­ rultay üyelerine muhtariyetin ilanını teklif eden açış nutku ile dinleyicileri milli heyecanla hüngür hüngür ağlatır. Kurultay kararı ile teşkil edilen Muhtar Türk Devletinin Başkenti olarak da, Konya gibi dini bir mer·

(7) Sadri Maksudi'nin istediği isim ·Rusya Türkleri Ku­ rultayı• idi.

ısı Daha önceki Moskova Kurultayının toplanması are­ fe5indc sağda solda propagandalar yaparak, Rusya'­ daki Türk zümrelerinin her birine yüzlerce mektup göndererek birlik fikrini baltalamağa çalışanlar, ön­ ce Türkistan'daki, daha sonra Başkurdistan'daki faa­ liyetleri ile bu iki bölgede •separatist• temayül uyan­ dırmağa muvaffak olmuşlardır. Maalesef, bu faaliyet ve gayretler,

Türklüğün parçalanması bakımından.

bir müddet sonra başa geçen Bolşeviklere zemin zırlamıştır.

ha­


MİLLİYET DUYGUSU

13

kez olan Ufa şehri kabul edilir. Daha sonra, seçimler yapılarak, 30 Kasını 1917'de Anayasası Sadri Maksudi tarafından yazılan yeni Devletin Millet Meclisi ilk top­ lantısını yapar ve devlet başkanlığına Sadri Maksudi getirilir. Bütün bunlar Rusya'nın iç durumundaki karışıklık­ lar sayesinde mümkün olmuştur. Bir müddettenberi Rusya'nın siyasi ufkunda Lenin diye biri ortaya çık­ mış ve «emekçi sınıfın hakları, sömürücü burjuvalar» gibi, bugünün Türkiyesinin de kulaklarının alıştığı sloganlar bazı aydınların aklını çelmeğe başlamıştır. Hatta, Ufa'daki Millet Meclisinin toplanmasından bir müddet önce Lenin, Rus Hükumetine• de el koymuş, fa­ kat Rusya'nın bir çok bölgelerini itaat altına alamamış­ tı. Bu sebeple Rusya, vatandaş harbi halindedir. Kızıl­ larla Beyazlar dövüşmektedir. Önce Bolşevik, daha sonra Komünist adı verilen Kızılların lideri Lenin, kur­ naz bir taktik kullanarak nutuklarında Rus İmparator­ luğunu teşkil eden bütün milletlere tam hürriyet ve ba­ ğımsızlık vaadetmektedir. Sadri Maksudi'nin çevresin­ de de, bazı saf ve akılsız kimseler, ileride nasıl bir ka­ pana düşeceklerinden habersiz, tam bağımsızlığı, sınır· lanmış bir muhtariyetten daha cazip bulmağa, Bolşe­ viklerin vaitlerine inanmağa başlarlar. Böylece içeri­ den yapılan ihanetlerin de tesiriyle, Muhtar Türk-Ta­ tar Devleti çöker.<0> Komünistler, duvarlara yapıştırı­ lan ilanlarla, Sadri Maksudi'nin ölü veya dirisini geti­ rene yüksek nakdi mükafatlar vaad ettiklerinden, çö­ ken Devletin Başkanı, köylü kıyafetine girerek ve köy­ lerde saklana saklana nihayet Finlandiya'ya geçmeğe muvaffak olur. Oradan da Paris'e gider. Maksadı o sı­ rada Birinci Dünya Harbinin problemlerini tasfiye et­ mek üzere toplanan Sulh Konferansında Rusya Türkle­ rinin haklarını müdafaa etmektir. Fakat konferans mu(9) Muhtariyet 22 Temmuz 1917'den 25 Nisan 1918'e ka­ dar, yani aşağı yukan ıo ay sürmüştür.


14

MİLLİYET DUYGUSU

hitinde hüküm süren Batılılık ve Hristiyanlık taassubu ve bencilliği karşısında hayal kırıklığına uğrayarak, Konferansa, Rusya Türklerinin durumunu anlatan uzun ve tafsilatlı bir Memorandum takdim etmekle iktifa eder. Böylece, Sadri Maksudi'nin hayatında siyasi ve mil­ li mücadele, yani aksiyon devresi kapanmış olur. İçin­ de bir şeyin yıkıldığını hisseden Sadri Maksudi de, kendisini kütüphane tiryakiliğine kaptırır. Artık haya­ tının ilmi devresi başlamıştır. İki sene Paris'te ve iki sene Berlin'de olmak ü�e­ re, Sadri Maksudi, memuriyete gider gibi, kütüphaneye gider gelir, Türk'ün geçmişini, bütün safhalariyle, bü­ tün cepheleriyle inceler; sadece öğrenmek için değil, öğretmek için. Çünkü her fırsatta müşahede etmiştir ki, Batılılar Türklüğe ait 'her şeyden habersizdir. Üniver­ site profesörlerinden bile, halis Türk kavimleri olan, Avarların, Peçeneklerin, Kumanların Germen soyun­ dan olduklarına bahse girmeğe hazıı olanlar vardır. Çünkü Batılı aydın, Yunan tarihine ait her şeyden, Pe­ rikles'in köpeğinin hususiyetlerine varıncaya kadar, haberdarken, bir Uluğ Bey'i, bir Farabi'yi yetiştiren, bir Selimiye'nin, bir Taç-Mahal'in meydana gelmesin­ de amil olan büyük Türk milletine ait gerçekler, Ba­ tıda, kültür bilgileri sınırları içine alınmamıştır. Bu sebeple Sadri Maksudi, Türklüğe ait bilgisini genişle­ tirken, bir yandan da Paris'tE:, bir Yüksek Okulda, Türk tarihini okutabilmek için sağda solda teşebbüsler yapmaktadır. Babam Sadri Maksudı için 1919 - 1923 arasındaki yıllar, siyasi gayretlerinin ülasını, milli emellerinin yı­ kılmasını takip �den yıllar olmasına rağmen, «mesut yıllar� olmuştur. Bir kere, bu devre zarfında bütün Av­ rupa kamuoyu için olduğu gibi, Sadri Maksudi için de, Bolşevik rejiminin yıkılması bir gün meselesi sayılıyor­ du. Bu bekleyiş sırasında, sevdiği bir işle meşgul ol­ makta, Türklük hakkında yaptığı ilmi araştırmalardan


MİLLİYET DUYGUSU

ıs.

derin zevk duymakta idi. Sonra, Rusya'dan kaçarken, beraberinde götüremediği ailesine, üç senelik bir ayrı­ lıktan s'Onra kavuşmuş bulunuyordu. Ve. nihayet, ve­ bilhassa, adeta nefesini tutarak gazetelerde takip ettiği Türk - Yunan harbinin ve Mustafa Kemal harekatının, sonsuz milli ümitler uyandırarak, mü5bet yolda geliş­ mesi, Sadri Maksudi'nin kalbini sevinçle dolduruyordu. Üstelik 1923'ün ilkbaharında, şiddetli istek ve sa'bırsız­ lıkla beklediği haberi alıyordu: Sorbon'a bağlı bir Ens­ titüde «Türk Kavimleri Tarihi» adlı bir dersi, Profesör ünvaniyle, sonbaharda okutmağa başlayabilecekti. Aralık ayının başında başladığı bu derslere, Fran­ sızlardan başka, Paris'te bulunan Türklerden de devam edenler olmuştur. Bazıları duydukları milli gururu çe­ şitli gazete ve dergilerde yayınladıkları yazılarda ifade etmişlerdir. Rahmetli gazeteci ve milletvekillerinden Alaettin Cemil Topçubaşı'nın ilk dersi dinledikten son­ ra, hemen Paris'ten gönderdiği ve Vakit gazetesinin 16 Aralık 1923 tarihli sayısında çıkan makalesinden bura­ ya iki cümle alabiliriz: «İlk defa olarak bir Müslüman ve bir Türk, Sorbon'­ da bir kürsü işgal etmek şerefini kazanmış oluyor... Sadri Beyin büyük bir minnet hissi ve dikkatle dinledi­ ğimiz ilk dersi 4 Aralık 192.3, Salı günü, Sorbon'da ve­ rilmiştir. Üniversite namına Sorbon Profesörlerinden Mösyö Haumant, Sadri Beyi, sabnun üçte ikisini dol­ duran dinleyicilere takdim etti > ...

... O sıralarda Sadri Maksudi'nin içi içine sığmı­ yordu. Bir kaç hafta önce, Ankara'da, Cumhuriyet ilan edilmişti. Böylece, dünya yüzünde yeni bir Türk Devle­ ti dqğmuş bulunuyordu. Artık Sadri Maksudi, yeni Tür­ kiye'yi görmek arzusu ile yanıp tutuşur ve 1923 - 1924 ders yılını takip eden yaz tatilinde Türklüğün yeni mer­ kezine doğru hareket eder. Türkiye'nin, bağımsızlığını kurtararak,

yeni kuv-


16

MİLLİYET DUYGUSU

vetlerle, yeni temeller üzerine kurulmuş bulunması ola­ yı karşısında, hislerini ve sevincini ifade etmek ihtiya­ cını duyan Türk Kavimleri Tarihi Profesörü, o sıralar­ da en parlak devrini yaşamakta olan Türk Ocaklarının İstanbul ve Ankara'da kendisi için tertiplediği konfe­ ranslarda bilhassa Türk'ün meziyetlerini ve zaaflarını tahlil eder, geçmişten çıkarılacak netice ve dersleri bir bir sayar ve bu arada, 14 Kasım 1924 günü Ankara'da verdiği konferansta, kehanet kabilinden şu sözleri söy­ ler: <<Türkler daima idari bakımdan kuvvetli ve sağlam devletler kurmuşlardır. Fakat bu devletleri idare eden­ ler, ekonomi ve kültür sahalarına gereken kıymet ve ehemmiyeti vermen�işlerdir » ...

Bu konferanslar büyük ilgi görür ve basında akis bulur. Milletçe kendisine Gazi ünvanı verilen Mustafa Kemal, Sadri Maksudi'yi kaimi eder ve büyi.ık iltifat gösterir. Sadri Maksudi Paris'e dönüp 1924 - 1925 ders yılı öğretimine başladığı sırada, kendisine Atatürk'ün da­ veti gelir. Sadri Maksudi, kurulması kararlaştırılan Hukuk Mektebinde, Türklerin Hukuku dersini okutmak üzere, Maarif Vekili Hamduilah Suphi Bey vasıtasiyle Türkiye'ye davet edilmektedir. Sadri Maksudi, bu da­ veti alınca hem sevinir, hem bir nevi şaşkınlık içinde kalır. Paris'te, Sorbon'da, Türklüğü Batı alemine ta­ nıtmakla mühim bir milli hizmet ifa ettiğine kaanidir. Geçimi temin edilmiştir. Fikri bakımdan kendisini ta­ mamen tatmin eden dostlara, entellektüel bir çevreye sahiptir. Sonra, 1924 Ankara'sı, hayat şartları bakımın­ dan, Paris'ten epeyce farklıdır. Bir iki hafta süren tereddütten sonra: <<Beni orada da tarihi hizmetler bekliyor:& diyerek Maarif Vekiline müsbet cevabını bildirir. Fakat Ankara'ya geldiğinde görür ki, bir takım ak­ silikler yüzünden, Hukuk Mektebinin binası tamamlan-


MİLLİYET DUYGUSU

17

mamış olduğu gi" bi, henüz kadrosu da katileşmemiştir. Böylece Sorbon Profesörüne, sonradan «Talim ve Terbi­ ye Heyeti» adını alacak olan <<Telif ve Tercüme Encü­ meni»nde, geçici olarak, üyelik verilir. Ankara'nın ilk Yüksek Okulu ve daha sonraki Üni­ versitesinin nüvesi olan Hukuk Mektebi 1925'de büyük törenle açıldığı zaman ise, Sadri Maksudi, dünyanın hiç bir üniversitesinde okutulmamış olan yeni bir ilmin, «Türk Hukuku Tarihi»nin kurucusu olarak öğretime başlar. Bir yandan bu ilmi yaratmakla meşgul iken, bir ya:o:.dan da, Paris'ten Türkiye'ye gelirken kendi kendi­ ne tayin ettiği iki gayeyi asla unutmaz: Bunlardan biri Türk'ün geçmişini inceleyecek ve inceleme neticelerini yabancı dillerde dünyaya tanıtacak bir Tarih Akademi­ sinin kurulması, diğeri de türkçeyi sadeleştirecek ve yabancı kelimelerden temizleyecek bir Dil Akademisi­ nin meydana getirilmesidir. Yani, Sadri Maksudi, 50 yıl sonra alacakları istikametten habersiz, bugünkü Dil Kurumu ile Tarih Kurumunun temellerini atmağa çalışmaktadır. Her iki fikrinin propagandasını, her fırsatta yazı ve sözle yapar. Derken, 1928 de, kendisi için sürpriz teşkil eden harf inkılabı ile karşılaşır. Fa­ kat çok geçmeden, bunun da gayesine hizmet edebile· ceğini, Latin harflerini Türkçeye tatbik ile görevlendi­ rilen Dil Encümeninin fonksiyonu bittikten sonra, ge­ nişletilerek Dil Akademisi haline getirilmesinin müm­ kün olacağını düşünür. Türk Ocaklarının 1930 yılı Kurultayında Sadri Maksudi'nin teklifi ii'ıerine, Türk Ocakiarına bağlı bir Tarih Encümeni kurulur. Türk Ocaklarının dağılması sırasında ise, bu Encümen, Tarih Kurumu adı ile, ayrı bir mevcudiyet kazanır. Bu arada Şebinkarahisar mebusu seçilen ve sık sık Atatürk'ün sofrasına davet edilerek, diğer bir çok de­ ,ğerli zat arasında, kültür işleri konusunda bir nevi mü·


MİLLİYET DUYGUSU

18

1

şavir sıfatını alan Sadri Maks udi < 0 >, Dil Akademisinin klll'ulrnası fikrinin tohumlarını, fırsat düştükçe ekmek­ tedir. 1930 yılında, senelerden beri çeşitli gazetelerde, dilin türkçeleştirilrnesi lehinde yayınladığı makaleleri toplayarak «Türk Dili İçin» adı ile, kitap halinde ya­ yınlar. Bugün Atatürk'ün Dil problemiyle ilgili fikirleri sö:r: konusu oldukça, kaynağı söylenmeksizin, bir sancak gi­ bi dalgalandırılan meşhur cümle Atatürk tarafından, Sadri Maksudi'nin kitabına önsöz olmak üzere, hususi surette kaleme alınmıştır. <11 ı Atatürk'ün Sadri Maksudi'yi çok sık davet edişi, kendisine gösterdiği devamlı iltifat, Darülfünun, Üni­ versite adını almadan önce de, bütün diğer hocalara Müderris derken, Sadri Maksudi'ye Profesör diye hitap edişi, onun Sorbon'da Profesörlük ettiğini bilmeyenlere bunu daima hatırlatması, pek tabii olarak, etrafta kıs­ kançlık uyandırmış ve bir çekemeyenler grubunun te­ şekkülüne sebep olmuştu. 1938 yılında, bir akşam, Atatürk'ün sofrasında bulu­ nan bu düşmanlardan bir kısmı, Sadri Maksudi'nin İs­ tanbul'da bulunmasından istifade ederek, onu, <Meclis-

Cıol

Soyadı Kanunu geregınce aldığı, fakat sonradan pek beğenmediği

ARSAL

soyadım ekseriyetle kullanmaz.

imzasını ·Sadri Maksudi• diye atardı.

(11) Bu cümle,

daha doğrusu cümleler şunlardır:

·Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Di­ lin

milli

ve

zengin

olması,

milli

hissin

inkişafında

başlıca müessirdir. Türk dili, diller i n en zenginlerin­ dendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yük­ sek istiklfı.lini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı

dillerin boyunduruğundan kurtarnıcılıdır".


MİLLİYET DUYGUSU

19

te Zatı Devletlerinin dil politikası aleyhinde konuş­ tu»< uı şeklinde jurnal ederler. Sadri Maksudi'ye olan sevgisi nisbetinde, buna müteessir olan Atatürk: «Yok mu içinizde buna cevap verecek?» deyince, radyoda sabahın ikisine kadar Sadri Maksudi aleyhinde konuşu­ lur. «Denizbank hadisesi» denilen olay işte budur. İki gün sonra babam Sadri Maksudi'yi ziyaret eden Cumhurbaşkanlığı Baş Yaveri Celal Bey, olup bitenler­ den dolayı Atatürk'ün derin teessürünü bildirirken, ona bu hatayı işletenlere kızgın olduğunu da ilave etmiştir. Belki Sadri Maksudi'ye karşı yaptığı haksızlıktan dolayı duyduğu üzgünlük neticesi, belki tesadüf eseri olmak üzere, jurnal gecesinden sonra, artık geniş çap­ ta sofra toplantılarına son ·Jerilmiştir. Esasen o sırada Büyük Atatürk'ü alıp gı"ıtürecek olan 'hastalık da iyice ilerlemişti. Atatürk'e karşı katiyen kırgınlık duymayan ve ve­ fatını radyodan duyduğu zaman hüngür hüngür ağla­ yan Sadri Maksudi, <<Artık Türklük için bir devir ka­ pa:ıdı» diyerek, o tarihten sonra, vazifesini İstanbul Üniversitesine naklettirme çarelerini aramağa başlar. İkinci Dünya Harbi sırasında Alman-Rus mücadele­ büyük heyecanla takip eden yaşlı alim, neticeden ve Kırım Türklerinin Sibirya'ya sürülmesinden son de­ rece müteessir olur. sini

1946'da Demokrat Parti'nin kurulmasından, mem­ leketin geleceği için yeni ümitlere kapılaı·ak ve kendi­ sinde, yeni bir enerji bularak, o sırada en çok okunan

( 12) O sırada Meclise, Denizcilik Bankasının Kuruluş Ka" nunu getirilmiş ve tasanda Banka için ·DenizbanI•» adı kullanılmış bulunuyordu. Sadri Maksudi, söz alıp Deniz Bankası

denmesinin, Türk diliııin kurallarına

daha uygun düşeceğini ifade etmiştL Hepsi o kadar . . .


20

MİLLİYET DUYGUSU

alq�am gazetesi olan Son Saat'te her hafta, Demokrasi, çok partililik, vatandaş hakları gibi konulara dair, umumi efkar üzerinde derin etki yapan yazılar yayınla mağa başlar. 1950 seçimlednde, Ankara milletvekili seçilen Ordinaryüs Profesör Sadri Maksudi'nin, ekseri­ si talebesi olan bir kısım milletvekilleri arasında Cum­ hurbaşkanlığına getirilmesi temayülü belirir ve bazı gazeteler manşetlerinde Celal Bayar ile Ali Fuat Ce­ besoy'un yanında, onun da ismine yer verirler. Neticeyi bilen ve bu ·neticeyi doğru bulan Sadri Maksudi, memlf�ketteki en mühim görev için adının ha­ tırlanışını bile Anadolu Türklüğiınün kendisine bir ma­ nevi mükafatı saymıştır. Avrupa Konseyi kurulduktan sonra, Heyet Başkanı veya üyesi sıfatıyle katıldığı Avrupa Konseyi veya Par­ lamentolararası Birliği toplantılarında, yaşlı milliyetçi, daima, hayatının büyük aşkına, milliyet duygusuna sa­ dık kalmış, Siyasi Avrupa Birliğinin veya Federasyo­ nunun gerçekleşmesi halinde, Devletlerin milli hüküm­ ranlıklarından feragat etmelerinin doğru olmayacağı görüşünü, herkesten önce ileri sürmüştür. Sonradan Fransızların benimsediği bu görüş, tarihe «De Gaulle Doktrini» adı ile geçmiştir. 1953'den sonra, yetmişini geçkin bulunan Sadri Maksudi, Meclis, Parti ve Hükumet içinde cereyan eden ince politik oyunları kendisi için yorucu bularak, 1954 seçimlerinde adaylığını koymamıştır. Sıhhatinin gittikçe bozulması sebebiyle, 1955'de, uzun zamandan beri yazmayı tasarladığı, fakat ders kı­ taplarını bastırmak yüzünden, yazmağa fırsat bulama­ dığı «Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları>>nı, bir nevi telaş içinde, çok acele yazarak,çok acele bastırır. Hayata gözlerini kapamadan evvel Hatıralarını da yazmak arzusunda idiyse de, bıınun ancak 11 sahifesini yazabilmiştir.


MİLLİYET DUYGU�U

21

«Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları»P3> bir vasiyetname mahiyetindedir. Irkçılığa yakın bir milli hisse sahip olan Sadri Maksudi'nin bu eserinde, aynı zamanda kendi kendini frenleme gayreti sezilir ve mil­ liyetçilik düşmanlarına karşı, hissi ve edebi değil, il­ mi silahlarla bir savaş verildiği görülür. Eser iki şeyi katiyetle isbat etmiştir: 1) Milli hissin, milliyetçiliğin bir romantik duygu, bir boş hayal, bir sübjektif halet olmayıp, insanlığın or­ ganik bünyesi içinde hayati ve sosyolojik fonksiyonu olan, objektif bir amil olduğunu, 2) Milli his ve milli şuurun, milletlerin yükselme­ sinde birinci derecede rol oynadığı gibi, insanlığın da ilerlemesine hizmet ettiğini. Bugünkü nesil içinde bu hakikatleri benimseyen gençlerin sayısı ne kadar çok artarsa, hayatını milli­ yet duygusuna vakfetmiş büyük milliyetçi Sadri Mak­ sudi'nin ruhu, şüphesiz o nisbette şad olacaktır. Bunu ümit ve temenni etmeliyiz. 1Şubat1972

AD İ LE AYDA

< 13) Eserin ikinci baskısı hazırlanırken, lisanın yer yer

çok eskimiş olduğu görülerek, yeni neslin de ra­ hatça okuyabilmesini sağlamak için. bazı kelime­ ler türkçeleştirilmiş veya yenileştirilmiş, edip ve mü­ ellif yerine yazar, mütefekkir yerine düşünür. beşeriyet yerine insanlık, tahavvül yerine değişik­ lik, mebde yerine başlangıç kelimeleri konmuştu. Aynca, 30 senelik öğretim, yani şifahi izah alışkanlığı sebebiyle, yazann tekrarlarla dolu didaktik üslüba kendini kaptırdığı yerlerde, harfi harfine tekrar teş­ kil eden cümleler kald.ınlmıştı. Sonraki baskıla� da değişiklik yapılmamıştır.



ONSöZ Milliyetçiliğin

milletlerin hayatında

oynadığı

ro­

lün ehemmiyetine rağmen, ne dilimizde, ne de Avru­ pa dillerinde, milliyet esasını sosyolojik bakımdan in­ celeyen eser yok gibidir.

Mevcut

eserler milliyetçi­

lik esasını objektif bir görüşle tetkik etmekten ziya­ de, ya saldırıcı ırkçılığı temsil eden şovinist

eserler­

dir, veyahut milliyet duygusunun

milletlerin

tarihin­

deki rol ve

eden

ehemmiyetini

inkar

kosmopolitlik

propagandası vasıtalarıdır. Bu kitab, milliyet esasiyle kındaki araştırmalar neticesinde

ilgili

meseleler

hak­

ettiğimiz

fikir

elde

ve kanaatlerin bir hülıisasıdır. Biz bu kitapta, milliyet meselesini, ve sosyoloji alanlarında esaslardan

kabul

ayrılmayarak,

kild� tetkik etmeğe çalıştık.

edilmiş

tamamen

hukuk müsbet

tarihi ilmi

objektif bir şe­


İnsanlığın

ve

milletlerin

müsbet bir sosyolojik amil

hayatında

olan

milliyet

mühim esası

ve hak­

kındaki araştırma ve düşüncelerimiz bizi müfrit şovi­ nist milliyetçilikten de, mütecaviz ırkçılıktan da uzak­ laştırdığı gibi, milliyet esasının kosmopolitliği.n de

yanlış

rolünü

ve zararlı bir

inkar

eden

cereyan

ol­

duğuna inandırdı. Milliyet hakkında yıllardır süren araştırma ve in­ celemeler neticesinde

elde

edilen fikir ve kanaatleri­

mizi bu eserde açık ve samimi bir dille ifade

etmeyi

tarihi ve vicdani bir vazife saydık.

,;,..,,,�

ı:-� .

SADRİ MAKSUD'İ ARSAL


.K1S1m 1 •·

IRK MESELESi



- 1 -

ANTROPOLOJ İ K MANADA IRK

Milliyet meselesiyle ilgili mevzulardan biri ırk meselesidir. Bu mesele karışık ve müna kaşalı bir mesele­ dir. Milliyetçiliğin mahiyeti hakkında doğru bir fi­ kir sahi- b i olabilmek için, ı rk ile m i l let ara sındaki m ü nasebeti ve farkı acı'k bir surette kavramış ol­ mak şarttır. Biz bu kitapta; ırk kelimesini, Avrupa dillerindeki, cırace» mônasında, milleti ise «Natio­ nalite» < 1 > mônası nda kullanacağız. ( 1)

Nation

ile

Nationalite

tarafından,

yanlış

kelimeleri

olarak,

biri

bir

çok

diğeri

ya.zarlar

yerine

kul­

gerekir.

Bu­

lanılmaktadır. Bunları gün

kelime

kullanan ifade ki:

ve

Batılı

ettiği

•Nation•

müdür.

birbirinden terimleri

tefrik itina

yazarlara

manalar

etmek

ile seçen ve

göre.

biribirinden

bu

iki

yerinde

kelimenin

farklıdır.

Şöyle

bir devlet içinde yaşayan ahalinin tü­

•Nationalite•

ise,

devlet sahibi

olsun olma-


28

MİLLİYET DUYGUSU

Irk nedir? Hayvanlardan bahsolunduğu zaman Batı dil lerinde « I rk» (race) kelimesi muayyen bir hayvanın bazı bünyevl hususiyetler bakı mı ndan. diğer hayvanlardan farklı oluşunu ifade eder. Biz Türkçede hayvanlar için ı rk kel imesi yerine, daha ziyade cins tôbirini kullanırız. Deriz ki, atların tür­ lü cinsleri vard ı r: Arap atı, İngiliz atı ve sai re. Ke­ _ za, köpeklerin de bir çok cinsleri vardır: Tazı (Lev­ rier). Buldok (Bouledogue) ve saire. İnsanlar arasında da tazı ile buldok kadar bi­ ribi ri nden farklı ırklar var mıdır? Antropoloj i ô l i m -

sın. aynı lisanı konuşan, müşterek maziye. müş­ terek kültüre malik olan ve müstakil bir siyasi varlık olarak yaşamak arzusunu besleyen ferdle­ rin mecmuudur. Devletlerarası hukuk bakımından. mesela Sovyetler Birliği Devletinin ahalisi bir Na­ tion'dur. Bu sıfatla, bugün, Birleşmiş Milletler üye­ sidir. Fakat bu •siyasi• •Nation• içinde tarih. diL kültür. milli dilek ve idealler bakımından biribi­ rinden tamamen farklı pek çok ·Milletler• . !Etnik zümreler> Nationalite'ler yaşamaktadır: 60 milyon Türk, 35 milyon Ukraynalı, 3 milyon Gürcü ve saire. Nation ve Nationalite kelimelerinin biri diğeri yeri­ ne kullanılması mahzurludur. Ancak, •Nationalite• kelimesinin Avrupa dillerinde millet manasından tamamen farklı, diğer bir manada, muayyen bir devletin •vatandaşlığı• manasında kullanıldığını da zikretmeliyiz. Mesela Çekoslovakya vatandaşı olan bir Almanın pasaportunda fransızca olarak •Nationalite tchecoslovaque• yazılı olabilir. Burada •nationalite• millet manasını değil, sadece vatan­ daşlık manasını ifade eder; Çekoslovakya tebaa�ı olan bir Alman, Çekoslovak milletinden değildir; o, sadece Çekoslovakya vatandaşıdır.


MİLLİYET DUYGUSU

29

lerinin fikrine göre, bugün, dünyada, insanlar a ra­ sında, hayvan ı rkları kadar saf ı rk yoktur. <2ı Hiç bir devirde, hiç bir ı rk, diğer ı rklarla mü­ nasebet kurmadan yaşamamıştır. Onun için, bugün bütün ı rklar içinde, diğer ırklara mahsus sa­ yılan fiziki<3ı hususiyetlere môlik ferdlere tesadüf olunmaktadır. Beyaz tenli, sarı sacl ı, mavi gözlü ı rktan ·olan m i lletler içinde esmer insanlara, esmer zümreden sayılan mil letler içi nde de mavi gözlü sa­ rışın ferdlere rastlanmaktadır. Bazı ı rkların karışmış olmasına rağmen, devirde ferdlerinin çoğu nun, fiziki hususiyetler kımından, farklı olduğu insan zümrelerinin, ırkları n mevcudiyeti de bir real itedir. İ l k antropologlar insan ı rklarını tasnif

her ba­ yani

için esas olarak, cild rengini kabul etmişler, bu bakım­ dan insanları kimi üç, kimi dört< 4 > zümreye taksim etmişlerdi. 1. 2. 3.

Beyaz ırk (Avrupalılar) Sarı ırk (Asyalı lar) Siyah ı rk (Afrikalılar) 4. Kırmızı ı rk (Yerli Amerikalılar) Fakat ırkları tasnif için kıstas olarak kabul edi­ len cild renginin esaslı ve kôfi bir kıstas olmadığı görül müştür. -

-

-

-

(2) Paul Topinard, L'homme dans la natura, p. 345. Gustave Le Ban, les Lois psychologiques de l'Evo­ lution des peuples. Ch. V. P. 57. (3) «Fiziki» sıfatını Avrupa dillerindeki antropoloji esederinde kullanılan «somatik• kelimesinin kar­ şılığı olarak kullanıyorum . . (41 Mesela, Linne ( 1707- 1784l.


30

MİLLİYET DUYGUSU

Çünkü, meselô, cildleri siyah olan Afrika zen­ cileri arasında, fiziki hususiyetler bakımından biri­ birinden farklı zümreler mevcut olduğu gibi, beyaz insanlar a rası nda da b i ribirinden tamamen farklı zümreler vardır . Bugün cild renginin iklim şartları ve irsiyet nec ı ticesi olduğu da isbat edilmiştir<5ı. Alman antropologu Blumenbach (1752 - 1840) ırkları tasnif için cildin rengi i l e birl ikte birçok di­ ğer h ususiyetleri de dikkate a l a rak, ırkları beşe tak­ sim etmiştir: 1 . - Kafkas ırkı 2. - Moğol ırkı 3. - Habeş ı rkı 4. - Amerikan ı rkı 5. - M ala y ı rkı

Bu beşli taksim d e antropologları tatmin et­ medi. Bugün antropologlar ı rkları tasnifte en mü­ him kıstas olarak kafatasının şeklini kabul ediyor­ lar. Bu bakımdan insanları başlıca iki zümreye tak­ sim ediyorlar: 1. - Uzu n kafataslı insanlar, 2. - 'Kısa kafataslı insanlar Bu ta · k simin esası şudur: Eğer kafatasının uzunluğu g enişliğinden fazla ise. böyle bir kafata­ sına môlik insanlar uzun kafataslı ( Dolichocephale) d ı rlar. Kafatasının genişliği �zunluğundan daha fazes> A. Quatrefages, l'Espece humaine eh. iV, VI.


MİLLİYE T DUYGUSU

31'

la ise. böyle kafatasına môltk i nsanlar kısa kafa­ taslı (Brachycephale) sayılırlar.<6> Kafatasının uzunluk ve genişliğinin i l mi bir surette tarifi, antropolojik ıstılahlara dayanan uzun izahlara bağlıdır. Biz kafatasının uzunluk ve geniş­ liğini kabataslak şöyle tarif edebil iriz: Uzunluk alın kemiğinin en çıkık yerinden ense kemiğine kadar uzanan mesafedir. Kafatasının genişliği ise, 'kafa­ tasının bir şakak kemiğinden diğer şakak kemiği­ ne uzanan mesafenin uzunluğudur. Beşeri zümreleri tasnif için kafatasının şekli kıstas olarak kabul edildikten sonra, Avrupanın ş i mali kısmında yaşayan milletlerdeki ferdlerin çoğunun uzun kafataslı olduğuna dair müşahede­ ye dayanılarak, uzun kafataslılığı yüksek medeniyet yaratan Avrupa 'kavimlerine mahsus bir hususiyet telôkki etmek ve kafatasının şekli ile insanın zeka ve fikri kabiliyetleri a rasında bir münasebet mevcut olduğunu iddia etmek istikametinde bir cereyan (61

Antropologlar uzun kafatası ile kısa kafatası 11rn­ sındaki farkı riyazi bir surette ifade edebilmek için uzunluğu 100 rakamıyla, genişliği de bu ıoo rakamının kesri şeklinde ifade ediyorlar. Kııfata­ sınin genişliği uzunluğunun dörtte üçünden (0,75 deni ibaret olan veyahut genişlik rakamı clörtte üçten daha az olan (0,74-0,671 kafatasları uzun kafataslandır CDolichocepha!el. Kafatasının ge­ nişliği uzunluğun dörtte üçünden fazla olan C0,80 -0,871 kafatasları kısa kafataslarıdır CBrachyce­ phalel. Kafatasının şeklini ifade eden 0,75 yahut o PO gibi formüllere kafa alameti (indice cephaliauel ismini veriyorlar. Uzun kafataslarında bu kafa ala­ meti 0,67'ye kadar inebilir, kısa kafataslarında ise· 0,87'ye kadar çıkabilir.


32

MİLLİYET

DUYGUSU

başlamıştı. Fakat bu iddiadan vazgeçildi, çünkü uzun kafataslı l ı ğ ı n Avrupa m i l letlerinin hususiyeti değil, bilakis Afrika'nın s iyah ı rkına mensup kavim­ lerinden birçokları nın h ususiyeti olduğu da anlaşıl­ dı. Kafatasının şekli ile insanın istidat ve kabiliyet­ leri arasında bir münasebet olmadığı, ayrıca, bazı müşahedelere istinaden isbat edildi. Mesela. büyük Alman filozofu Kant'ın, büyük Fransız a l im i Lapla­ ce'ı n. büyük Fransız edip ve mütefekkiri Voltaire' in kısa kafataslı dahiler olduğu tesbit edildi. Bugün beşeri zümreleri tasnifte cildin rengin­ den, kafatasının şeklinden başka, saçların rengi, gözlerin rengi ve şekli. boy, burunun basık veya siv­ ri, yüzün yuvarlak veya uzun, dudakları n kalın ve­ ya ince. e lmacı k kemiklerinin düz veya çıkık. boy­ nun uzun veya kısa olması gibi hususiyetler de göz­ önünde tutulmaktadır. Beşeri zümreleri biribi­ rinden ayıran hususiyetlere «Signes somatiques» (fiziki h ususiyetler) ismi veril i r. Fransa'nın. geçen asrın sonlarında yetişen meşhur antropologlarından Jean Deniker yeryüzün­ deki kavimleri, fiziki h ususiyetleri d ikkate a la rak, başlıca 29 zümreye ayı rıyor. <7> Deniker bu 29 etni k zümreden b iri olarak da Türkleri gösteriyor. Bu suretle, fiziki h ususiyetleriyle diğer insan zümrelerinden a yrılan bir Türk ırkının mevcut ol­ du<lu a ntropoloji ilmi tarafından tesbit ve tasdik -edi l m iş bulunuyor. Halbuki Ratzel gibi bazı ôlimler C7l

Jean Deniker, !es Races et !es peuples de la terre. Ch. VIII, Paris 1929.


MİLLİYET DUYGUSU

33

«Türk» adlı bir etnik zümrenin mevcudiyetini bile in­ kôr etmişlerd i <0>. Deniker, kavimleri ı rklara taksim için, bir kavim içindeki insanların bünyesinde en sık rastlanan somatik hususiyetleri kıstas olarak kabul ediyor, sonra da bu hususiyetlerin hepsini veya çoğunu kendilerinde toplayan ferdleri, kavmin mensup ol­ duğu ırkı n karışmamış tipik örnekleri sayıyor. Bir kavim içinde bu tipi temsil eden ferdler ekseriyet ise, Deniker o tipin h usus iyetlerini muayyen bir ı r­ kın hususiyetleri telôkki ediyor ve vaktiyle karış­ mamış halde mevcut olmuş olduğunu düşündüğü bu ırka tipik ferdlerin mensup oldukları kavmin is­ mini veriyor. M illetler, tarihten önceki devirlerden beri ka­ rışmış olduğundan, bugün hemen h iç bir milletin bütün ferdleri o milletin mensup olduğu ı rkın hu­ susiyetlerine môlik değildirler. Ancak bu ı rkı temsil eden örnek tipler, o kavim içinde en çok rastlanan tiplerdir. Biz yeryüzünde muayyen fiziki hususiyetlere môl ik bir Türk ırkının mevcut olduğuna inanıyoruz. Fakat bugün Türk dilini konuşan, ruhunda Türklük şuuru besleyen bütün ferdlerin Türk etnik zümre ­ sine mahsus sayılan somatik hususiyetleri n hepsine sahip olduğunu iddia edemeyiz. Türk ı rkı da, bazı ı rklarla, Cinliler, Moğollar, l ranlı lar, Araplar, Finugurlarla az çok karışmış ola­ bilir. Çünkü Türk ı rkı, Türk olmayan birçok ferd­ leri içinde eritmiştir. Onun için bugün Türk kavimcaı

Ratzel, Völkerkunde, II. S.S. 526 und Volg.


34

MİLLİYET DUYGUSU

leri içinde de, Türklere mahsus somati k hususiyet­ lere sahip olmayan ferdlerin bulunması tabiidir. Deniker, Türk ırkının somatik hususiyetlerini ş u şekilde tesbit ediyor: 1) Cild beyaz (hafifce sarıya mü1' e mayi l ) . 2 ) Boy ortadan yüksek, 3) Kafatası kısa, 4) Sac siyah, 5J Gözler siyah, fakat Moğol gözü gibi çekik değil, 6) Burun normal (Basık değ il). 7) Göğüs orta, 8) Yüz uzunca (oval ) . 9 ) E l macık kemik leri hafifçe çıkık, 1 0) Dudaklar kalın, 11) Boyun kısa <9>. Deniker'e göre. «Beşeri zümrelerin karışmış olmasına rağmen, her etnik zümre içinde ı rkın so­ matik hususiyetlerini temsi l eden tipler için hiç bir zaman büsbütün zail olmuyor. Her kavmin içinde daL ma bir çok ferdler kavmin karışmasından evvelki ırki h ususiyetleri muhafaza ediyorlar.»

C9l

Deniker, op. cit. editions de

1900

et

1926, P. 459..


- 2 -

ETNOLOJ İ K MANADA IRK

Irk tôbirinin

a ntropolojik

bir de etnolojik môn€lsı vardı r.

mônasından

başka,

Etnolojik<10> mônada ı rk. uzak bir tarihi devir­ de bir büyük devlet içinde beraber yaşamış, bu sa ­ yede l isan, örf, ôdet ve inanışlar bakımından bir­ leşmiş ve ana devlet dağıldıktan sonra da kardeş-. liği muhafaza etmiş milletler topluluğudur. Diğer < ıoı

Malüm olduğu üzere, Yunan lisanındA. Ethnos ka­ vim. halk CVolk, peuplel demektir. •Ethnologie•, ka­ vimleri örf ve adetleri, lisanları bakımından tet­ kik eden ilimdir. ·Ethnographie• de kavimleri tarif eden ilimdir. Ethnologique, ethnographique keli­ meleri bu ilimlerle ilgili sıfatlardır. Biz burada et­ noloji ıstılahını etnografi'yi de içine alan geniş mı\­ nada, Almanların •Völkerkunde· adını verdikleri ilim manasında kullanıyoruz.


3G

MİLLİYET DUYGUSU

tôbirle, etnoloji k mônada: «Irk biribirine yakın dilleri konuşan ve müşterek ruhi temayüllere sa­ hip olan milletlerin bütünüdür» d iyebil i riz. Tarih ve sosyolojiye ait eserlerde ve bilhassa edebi ya­ zılarda ırk tôbiri bu mônada kullanılmaktadır. Me­ selô: Lôtin ırkı, Arap ırkı, Cermen ı rkı, K'e lt ırkı, Türk ı rkı. Bu mônadaki ı rk mefhu mu, antropolojik mônadaki ı rk mefh umundan daha sarih, daha ko­ lay anlaşı lır bir mefh umdur. Etnolojik mônada, Latin ırkı, lôtin dilini n li istikômetlerde inkişaf etmiş şekillerinden konuşan, müşterek ruhi vasıf ve temayüllere, terek örf ve ôdetlere môlik olan mil letlerin muudur.

çeşit­ birini müş­ mec­

Çünkü Fransızlar. İ talyanlar, İ spanyollar ve sa­ ire bir zamanlar, uzun asırlar boyunca, Roma dev­ leti içinde yaşamış, bunun neticesinde romal ı laşmış, lôtinleşmiş kavimlerdir. Keza, etnolojik mônada Türk ı rkı mazide bir çok defalar aynı devlet içinde yaşamış. bugün Türk dilinin lehçelerinden birini konuşan, örf v e ôdetleri ve ruhi temayülleri bakı­ mından biribirine benzeyen kavimlerin topluluğudur. Irk kelimesinin antropolojik ve etnolojik môna­ ları bazen birleşiyor, bazen de birleşmiyor. Etnolojik mônada Lôtin ı rkından olan bir mil­ letin bazı ferdleri antropolojik bakımdan o ı rktan olmayabilir. Biz millet ve milliyeti sosyolojik ve psi­ kolojik bakı mdan tetkiki hedef tutan bu eserde ı rk tôbiri n i daha ziyade etnolojik mônada kullanacağız.


- 3 -

IRKLARIN M ENŞE İ

Millet mefhumu her iki mônadaki ırk mefhumun­ dan tefrik edilmelidir. Antropoloj ik mônadaki ı rk zooloji k bir mefhum­ dur. M i llet ise, sosyoloj ik ve psikolojik esaslara da­ yanan bir kavramdır. Bugün milletleri tasnif ve mil­ liyeti tesbit sahası nda antropolojik manada ı rk esa­ sı kıstas olmaktan cıkmıştır. Diğer taraftan millet mefhumu. etnolojik m ô ­ nadaki ırk mefhumundan da farklıdır. Millet kel i me­ si şöyle tarif edilebilir: Aynı dili konuşan, aynı mi:­ li seciyeye, müşterek tarihe, müşterek milli emellere môlik olan bir kütledir. Etnolojik monada ı rk, mil let mefhu mundan daha geniş bir mefhu mdur. Meselô, İ slav ırkını ele alalım: Bu ı rk içi nde tarihleri, l isan­ ları, oturdukları saha ve siyasi d urumları bakımın­ dan biribirinden farklı milletler vardır; Ruslar, Po­ lonyeılılar, Çekler, Sırplar ve saire.


38

MİLLİYET DUYGUSU

Keza. Cermen ı rkı içinde biribirinden ayrılmış milletler vardır: Almanlar, İ sveçliler, Norveçliler. Türk ı rkı içinde de biribiri nden farklı lehçeler­ de konuşan zümreler vardır: Anadolu Türkleri, Azerbaycan Türkleri, Garbi Türkistan Türkleri ( Özbekler, Türkmenler. Kırgızlar) . Şarki Tü rkistan Türkleri (Kara Kırgızlar. Uygurlar) . Kırım Türkleri, Kazan Türkleri ve saire. Bunları n hepsi etnolojik manada Türk ı rkı ndandırlar. Etnolojik bakı mdan aynı ırka mensup olan mil­ letler birbirinden uzaklaşmış lehçelerde konuşabi­ lirler. İ slav ırkına mensup sayılan milletler. bugün, kel imelerin kökü islavca olduğu halde, biribirinden tamamiyle ayrılmış ve uzaklaşmış d i ller.i konuşmak­ tadı rlar. Bugün bir Rus, ayrıca öğrenmeksizin, Çek ­ çeyi anlayamaz. Cermen ırkına mensup bir Alman, ö9r .:.ıırn&ksizirı, İ sveç d i l ini anlayamaz. Ancak, Türk ı rkı bu h ususta hayrete şayan bir istisna teşkil etmektedi r. Türk beşeri zümresine mensup kavi mler asırlardan beri, tarih ve coğrafya bakı mından, biribirinden ayrıl mış oldukları halde, bugüne kadar anadili olarak aynı dili konuşmakta­ dırlar. Cünkü lehçel·er ayrı birer dil teşkil edecek kadar biribirinden uzaklaşmış değildir. cıı > Bugün İ stanbullu bir Türk, Azerbaycandan ge­ çerek Garbi Türkistana (Türkmenistan ve Ôzbekis­ tana) . Garbi Türkistandan da Şarki Türkistana (Çini Türkistana) geçerek, tercümana ihtiyaç duymaksı­ zın, Türkçe konuşarak Çin'e kadar seyahat edebi( 11 l

Bundan ancak Türk ırkına mensup olan Yakut'la­ nn ve Çuvaşlann lisanı istisna teşkil etmektedir. Bu iki kavmin konuşma tarzları müstakil bir lisan addedilecek kadar diğer Türk lehçelerinden uzak­ laşmıştır.


38

MİLLİYET DUYGUSU

lir<12>. Çünkü bütün bu sahala rda yaşayan kavimler Türk dilinin muhtelif lehçelerini konuşan 1kavimler­ dir. Bu bakı mdan, Türkler bahis konusu olduğu za­ man, ı rk ve millet mefhumları, diyebiliriz ki, birleş­ mektedir. Irk meselesi bugüne kadar kat'i ve ilmi suret­ te cevaplandırılamamış bir takım sualler doğurmak­ tadır. Bunlardan biri ı rkların menşei meselesine da­ ird i r. Bütün insan zümreleri nin menşei bir midir? Yani, dünyadaki bütün insanlar. bütün kavimler ay­ nı atanı n mı, yoksa ayrı ayrı ataların mı torunları­ dırlar? Malum oldu�u gibi, «Tek selef», nazariyesine « Monogenisme», muhtelif selefler nazariyesine de « Polygenisme» adı veriliyor. Büyük dinlerin hepsi menşe birliği fikrini ileri sürmüşlerdir. Yahudi, Hı ristiyan ve İ slôm din ôlim­ lerinin fikrine göre bütün insanlar Adem Aleyhis­ selôm'ın zürriyetindendir, onun torunlarıdır. Bir kısım ôlim ve antropologlar ise, müteaddit menşe, yani «polygenisme» taraftarıdırlar<13>, Bununla beraber. bugün ölimler arası nda da « monogenisme» fikri g ittikçe kuvvetlenmektedir<14>. C 12 ı C 13)

-

,

l 14 l

Çin ülkesi dahilinde d e Türkçe konuşan, anadili türkçe olan zümrelerin bulunduğu malümdur. K ari Vogt, Verlesungen über der Manchen Gissen 1863. Tome 1. P. 284, L. Gumplowicz, Precis de So­ ciologie, Liv. il, Ch. IV. Bundan başka, Cuvier, Buf­ fon gibi meşhur alimler de ·Müteaddit menşe• fik­ rinde idiler. J. Finot, Op. cit. Chap. V. Paris, 1921. Bu müellif mezkür eserinin bu faslında menşe birliği lehinde­ ki bütün delilleri göstermiştir.


- 4 -

Ü ST Ü N

IRK

NAZAR İ YESİ

Irk ile ilgili ihtildtlı meselelerden biri de ırkla­ rın eşitliği meselesidir. Bu meselenin halli şu sual­ lerin cevaplarına bağlıdır: 1. l rklar arasında fiziki, somatik vasıflar ba­ kımından olduğu gibi, zekd v,e fikri kabiliyetler ba­ kımından da farklar var mıdır? -

2. l rkların zekd ve fikri kabiliyetleri a ra­ sında fark varsa, bu bakımdan ı rklardan bazıları d i ­ ğerlerinden üstün müdür? ---

3. Medeniyet seviyesiyle ırk arasında mü ­ nasebet var mıdır? -

4. Medeniyet denilen şey daima muayyen ırkların eseri midir, yoksa ı rk esası haricinde bir hOdise midir? -


MİLLİYET DUYGUSU

41

5. - ı rkları n h epsi, muayyen şartlar dahilin­ de yüksek medeniyet seviyesine çıkmak kudretini haiz midir, yoksa bu kudretten ebediyen mahrum olan ırklar da mı vardır? Ondokuzuncu asrın ikinci yarısında, yukarıda- · ki suallere, üstün ırkların mevcut olduğunu iddia eden Avrupa müell iflerinin eserlerinde şu şekilde cevaplar verilmekte idi : 1 . - Evet, ırklar arasındaki fiziki, somatik fark­ lar mevcut olduğu gibi, fikri kabiliyetler ve zekô derecesi bakımı ndan da farklar vardır. 2. - Zekô ve fikri kabiliyetler bakımı ndan üs­ tün ırklar (meselô aryen ırklar) . bir de aşağı ı rklar vardır, (meselô zenciler) . 3. Medeniyet seviyesiyle ırklar arasında sı­ kı bir münasebet vardır: Medeniyetler ırkların fıt­ ri kabil iyetleri nisbetinde inkişaf eder. �

İ nsanlık tarihinde medeniyet yaratan ırk 4. Aryen, Hint - Avrupalı ı rktır. Aryenler üstün bir ı rk­ tır. 5. - Yüksek medeniyet seviyesine çıkmak ve medeniyetin yüksek şekillerini yaratmak kudretini haiz ı rklar vardır, bu kudreuen mahrum ırklar var­ dır. -

Avrupa'da bu iddia ve fikirlerin yayılmasında büyük rol oynamış olan eser Fransız yazarlarından Comte de Gobineau ( 1 81 6 - 1 882) nun «Beşeri ırk­ ları n eşitsizliği hakkı nda deneme» <15> adlı eseri < 15)

Le comte de Gobineau, «Essai sur l'inegalite des ra­ ces• Cinquieme edition, Paris, 1884. İki cilt.


42

MİLLİYET

DUYGUSU

d ir. Bu, cesur, fakat ilmi olmaktan uzak idd ialarla dolu eser Avrupa'nın son asırdaki siyasi tari h i ne menfi tesirler icra etmiş olduğundan, eierin kısa bir hülôsasını yapmanın faydalı olacağı kanaatin­ deyim: Gobineau'ya göre, « l rklar zekô ve fikri kabili­ yet bakımı ndan müsavi değildirler. Siyah ırk zekô bakımı ndan en aşağı ı rktır. Sarı ı rka mensup kavim­ lerin de fikri kabiliyetleri mahduttur. Zekô ve fikri kabiliyetler bakımından en yüksek ı rk Avrupalıların mensup olduğu, aryen ı rktır. Bu ırkın yeryüzünde saf olarak ka lması bir idealdir. Fakat, maalesef bu ırk tarihten önceki devirlerden beri diğer ırklarla ka­ rışmıştır. Bugün bu ırkı n tamamiyle saf, karışma ­ mış bir zümresi yoktur. Avrupa kavimleri üç ırkın ka­ rışması mahsulüd ürler: Eski Yunanlı lar ve Romalı­ lar Sômi ırkla karışmıştır. (Sô mi'ler kendileri de si­ yah ırkla karışmışlardır. Bugün Lôtin ı rkına mensup olan Fransızlar, İ talyanlar ve İ spanyol lar da Romaiı kanı taşıdıkları için, bu milletlerin damarında siyah ırkı n kanı vardı r. İ ngilizlere tarihten önceki bir de­ virde sarı ırkın kanı karışmıştır. Cermen ı rkı lleyaz ı rkın -en az karışmış. en saf mümessilidir. M illetlerin medeniyet sahasında yü kselme ka­ biliyeti damarlarındaki beyaz ı rk kanı miktariyle mü­ tenasiptir. Tekerrür eden karışmalar neticesi nde da­ marlarında aryen kanı azalmış olan milloetler mede ­ niyet sahasında başarısızlığa mahkOmdur<15>. Milletlerin medeniyet ve s iyaset sahasındaki muvaffakiyet veya mağlubiyetlerin i n sebebi ırkları n( 16)

Comte de Gabineau'nun eseri bilhassa Almanya' da revaç görmüştür.


MİLLİYET DUYGUSU

43

-d a, kanlarında aranmalıdır. M illetlerin tarihleri da­ marlarındaki kanın cinsine bağlıdır.» Gobineau, Avrupa milletlerin i n ataları nın «Ar­ ya» ismini taşıyan bir ırktan olduğunu iddia ettiğ i için, bu ırka mensup m i lletlere «Aryen» (Aryalı) adı verilmiştir. Onun için Gobineau'nun üstün ırk naza­ riyesine de Aryan izm denilmektedir. Gob!neau'nun «.Aryen» denilen üstün bir ı rkın m evcut olduğuna ve bu ırkın da en saf torunlarının Cermenler olduğuna dair fikirleri Al manya'da büyük rağbet kazandı . Çünkü bu nazariye Almanların mil­ li gururunu okşayan bir nazariye idi. Almanya'da Go­ bineau'nun fikirlerini yaymak için «Gobineau Cemi­ yeti» ismiyle bir cemiyet de kuruldu (Gobineau Ve­ reinigung ) . Bu Cemiyetin ôzaları Gobineau'nun fi­ kirlerini Alman milletinin kafasında yerleştirmek için kesif bir propaganda yapmağa başladılar. Alman ôlim, şair ve yazarlarından bir çokları Gobirıeau'nun fikirlerini kabul ettiler<17> ve Almanların dünyanın en yüksek milleti olduğuna dair fikri edebiyat vası­ tasiyle yaymağa başladılar. Zaten Almanya'da Go­ bineau'nun nazariyesini kabul etmek için ruhi ze­ min hazı rdı. Gobineau'dan 30-35 yıl önce Almanya'nın bü­ yük filozoflarından Hegel ( 1 770-1 830) dahi « Hukuk Felsefesinin Anahatlar1» <10> adlı eserinde ilerideki fası llarda tafsilli bir şekilde üzerinde duracağımız gibi, şu fikirleri ileri sürüyordu: ( 17)

( 18)

Mesela meşhur büyük kompozitör Richard Wagner ( 1813 - 1883) . Hegel. Grundlinien der Philosophie des Rechts, Le­ ipzig, 1930.


44

MİLLİYET DUYGUSU

«A lem ruhu» muhtelif devirlerde, muhtelif dev­ letlerde tecell i etmiştir<19>. Son zamanlarda ôlem ruhu Alman devletinde tecelli etmiş bulunmaktadır» <20>. Almanya'da H itler'i ve Nazi Partisini doğurmuş mühim ômillerden biri, Hegel'in fikirleriyle başlayıp Gobineau'nun eseri neticesinde kuvvetlenen bu ırk­ çı (raciste) cereyan olmuştur. Alman milletinin, is­ tisnai vasıflara malik ve d iğer milletlere hôkim olma­ ğa namzet üstün bir millet olduğuna dair fikir Al ­ man aydınlarını kuvvetle etkilemiştir. H itler'in « Kavgam» adlı eserinde neşretmek is­ tediği fikirler Hegel ve Gobineau'nun fikirlerinin bir siyaset adamı tarafından, muayyen bir gaye için (Alman milleti ni Avrupa'da hakim kılmak için) istis­ marından ibarettir. H itler, M a rksizm cereyan iy!e mücadele edebilmek için ı rkçı bir sosyal izm cere­ yanı yaratmak ve bunun için de üstün ırk nazariye­ sine istinat e t mek istiyordu. H itler'in « f<avgam»daki f i k i r l e r i n i n H egel ve Gcbineau'nun fiki rlerinden mül­ hem olduğu aşağıdaki parçadan açı kça anlaşı lmak­ tadır: « Prensip olarak ırkçı görüş devleti bir gaye için vasıta telôkki eder. Bu gaye de insan ı rkları ­ nın muhafazasından ibarettir. lrkçı görüş ı rkların müsavatına inanmaz. Bilakis onlardan bazılarının üstün mahiyette olduklarını kabul eder. Bu inanış ırkçı telakki taraftarlarına dünyayı idare eden ebedi C 19l (20l

Hegel'in •millet ruhu• hakkındaki fikirlerini de, ile­ ride aynca izah edeceğiz. Hegel'den önce filozof Fichte C 1762 1814) de ·Al­ man milletine hitap eden nutkiyle, Alman milletinin üstünlüğü fikrini yaymıştır.• Rede an die Deutschc Nation. -


MİLLİYET DUYGUSU

45

i radeye uygun olarak en iyinin ve en kuvvetlinin za ­ ferini kolaylaştırmak, kötülerin ve zayıfların boyun eğmelerini talep etmek mükellefiyetini tahmil eder. Bu s u rct!8 tabiatın aristokratik prensibine hürmet gösterir. Zihayat olanlar merdivenin son basama­ ğ ı na kadar bu kanunun kıymetine inanır. lrkçı gö­ rüş yalnız ırkların değerlerindeki farkı görmekle kal­ maz, ferdierin kıymetlerindeki farkı da görün> <21> . Ü stün ırk naza riyesinin esasını teşkil eden ve kökünü, H intlilerin eski dini eserlerinin dili olan Sans_ krit l isaniyle Avrupa d illeri arasındaki müşabehet­ ten alan Aryanizmin dayandığı faraziyeleri kısaca şöyle ifade ve hulôsa edebiliriz: Bugünkü Avrupa'nın medeni mil letlerindan bir çoklarının dil leriyle H indistan'ın eski dini l isanı olan Sanskrit dili a rasında göze çarpan benzeyiş hem Sanskrit dilinin, hem Avrupa dillerinin menşei olan bir anadilin mevcut olmuş olduğunu gösterir. Böyle bir dilin mevcut olmuş olması da bu d i l i konuşan bir kavmin mevcut olmuş olduğunu farzetmeğe sev­ keder. Bu kavmin ismi de «Arya» olsa gerektir, çün­ kü kadim devirlere ait Sanskrit dilindeki eserlerde H i ntliler «asil, temiz» manalarını ifade eden «Arya» sıfatiyle tavsif edil mektedirler. Aryalı ların vatanının «Aryana Vaeja» adlı bir yer olduğu farzedilmiştir. Çünkü «Arya» ırkına mensup (211

Hitler, Mein Kampf CKavgaml Cilt II, S. 313. H. C a­ hit Yalçın tercümesi. Hitlar'in doktrin ve siyasetine verilmiş isim ·ırkçılık· CRncismcl dir. Zararlı olan ırkçılık işte bu, başka milletlerin hürriyet ve istiklaline tecavüzü ca­ iz gören, başka milletler üzerinde tahakküm etmek temayülü besleyen mütecaviz milliyetçiliktir. Bu milliyetçiliğin tereddi etmiş şeklidir.


46

MİLLİYET DUYGUSU

kavimlerden sayılan İ ran l ı ları n eski dini kitabı Aves­ ta'nın birinci kısmı olan Vendidad'ın birinci faslında Ahuramazda tarafından yaratılmış ülkeler arası nda bir «Aryana Vaeja» (Kaynaklar ülkesi) tôbiri geç­ mektedir. Gobi neau'nun görüşleri işte bütün bunla­ ra dayanmaktadır. Ü stün ırk nazariyesi h iç bir ilmi esasa dayanma­ yan bir nazariyedir. İ nsan zümreleri, ruhi. istidat. fikri ve medeni tekômül kudreti bakımından müsa­ vidirler. Bugün Avrupa'da « Ü stün ı rk» efsanesin i çü­ rüten bir çok es·er yazılmıştır. «Arya» efsanesi hakkında Fransız ô l imlerinden J. Finot « I rk Bôtıl Fikri» <22ı adlı eserinde, ezcümle şunları yazıyor: « Uzun müddet münakaşa götürmez bir hakikat sayılmış olan Aryanizm (Aryacılık) a ki­ desine temas edildiği zaman, bunun esas unsurları bakımından bir « Fantome» (Haya let) olduğu görü­ lüyor. Bitaraf bir gözle bakılınca da bu « Fantome» yok oluyor! <23> Hayalet'in zail olması neticesinde bunun üzeri­ ne kurulan muhakemelerin de, tabii olarak, hükmü kalmamaktadır. Son zamanla rda yapılan tetkikler­ den öğrenilmiştlr ki, mevcudiyeti iddia olunan, 11.Ar­ yaı ırkı hiç bir zaman ırk veya kavim olarak yaşa­ mamış, olsa olsa masa başı ôllmlerinin icadı mah­ sulü olarak yaşamıştır (K. Hartman). Muayyen bir mahalde vahdet halinde böyle bir kavmin yaşamış olduğu tesblt edllememiştir<24>. Aryanizm meselesi hakkında Amerikalı yazarı 22 ı

C23l C24l

J. Finot, Le pr6jug6 des races. C 0Prejuge• mefhumunu ·Batıl fikir• tltbirtyle ifade ediyorum. ·Peşin hüküm• ta.biri, harfi tercümedir ve yanlıştır.) J. Finot Le Pr6jug6 des races, p. 355-356. Virchoff.


MİLLİYET

DUYGUSU

47

lordan F. H . Hankins, «Medeniyet Bakımından Irk» adlı eserinde şunları yazıyor: �Arya efs.anesine ait her şey gibi, bu muhay­ yel ülkenin yeri ve hususiyetleri de, birer muamma halinde kalmış bulunmaktadır.» 1 876'da Hartman «Aryen kavmi ô l i mler tarafı n­ dan icad ed il miş bir kavimdir» diyordu. 1 889'da Fransız bilgini G. de Mortillet Antropoloji cemiyetin­ de okuduğu bir tebliğde şunları söylemiştir: «Ma­ demki «Aryen» ler hakkında hiç bir şey malum değ i l ­ dir, şu halde b u kavmin mevcut olmamış olduğ una h ükmetmekten başka çare yoktun> (25 > . Ondokuzuncu asrı n meşhur l isaniyatçı ları nda n Alman bilgini Max M ü ller de «Aryen» diye bir ı rkı n mevcut olmadığını söylüyor ve d iyordu k i : « Etnolo­ ji ô limlerinin aryen bir ırktan, aryen kandan. aryen gözlerden, aryen saclardan bahsetmesi bir lisani­ yotcının «dolichocephale» ICıgat ıkitobından veya «brachycephale» grammer'den bahsetmesi kadar saçmadır» <29>. Fransa'nın olgun ve müstakil fikirleriyle tema­ yüz eden tanınmış sosyologları ndan. Bordeaux Ü ni­ versitesi Sosyoloji Profesörü Gaston Richard do « Ü stün I rk» nazariyesinin ilmi esastan mahrum ol­ duOunu kuvvetli delillere istinaden isbat edryor ve ezcümle şöyle diyord u : « E�er üstün ırktan maksat başkalarını hakimi­ yeti altına almak kudretine môlik olan ı rk ise. böyle bir ı rkın mevcudiyeti çok meşkCıktur. Tarih bize isbat ediyor ki. dünyanın bir kıs(251

F. H. Hankins, La raca dans la civilisation, Ch. iL P. 41 Paris, 1935.

1261

J. Finot, op. cit. p. 369.


MİLLİYET DUYGUSU

48

mında hôkim olan bir ı rk diğer bir kısmında mahkum olabilir. Ruslar Sibirya'da ve Avrupa'nın Batı kuze­ yinde birçok Türk ve Fin kavimlerini İ slav hakimi­ yeti altına almağa muvaffak oldular, fakat buna mu­ kabil Makedonya'da İ slavlar üzerinde Türkler, Tuna haval isinde de Macarlar ha kimdir» c27>. Müşahedeye dayanan yegane gerçek, eski Hint ve İ ran l isanlariyle Avrupa milletlerinden bazı larının dilleri arasında mevcut olan müşabehettir. Onun için «Aryen» tabiri ancak bu d i llere şa mil bir sıfat olarak kullanı labilirc20>, mevcut olmuş olduğu isbat edilmemiş bir ırkın sıfatı olamaz. Ü stün ırk nazariyesi ilmi ve tarihi bakımlardan yanlış olduğu gibi, mil letlerin bu nazariyeye daya­ nan siyasi tutumu da elbette yanlıştır. Gerek ferd için, gerekse milletler için varlığını devam ettirme­ ğe, hayatını inkişaf ettirmeğe çalışmak biyolojik bir haktır. Her ferd için ve her millet için yeryüzünde « Ben de varım ve var kalacağım» demek varlığının en tabii ifadesidir. Fakat bir mil let kendisinin diğer mil letlerden üstün olduğu iddiasıyla, « dünyada ha­ kim olmağa layık yegane millet benim, d iğer mil let­ ler bana tabi olmalı, benim hakimiyeti m altı nda ya­ şamalı, etrafımdaki milletlerin yaşadığı sahall'.'r be­ nim için hayat sahasıdır» dediği gün, bütün dünya milletlerinin bu millete karşı birleşerek mukavemet etmesi zaruri ve tabii bir hôdisedir. (27l

G. Richard, Sociologie generale, Partie III. Ch. III. § 143.

C2Bl

Aryen denilen dillerin yayılmasının da ırk birliği

neticesi olmadığı, antropolojik manada ırkla mü­ nasebeti olmayan amillerin mahsulü olduğu bugün isbat edilmiştir. ! Frank H., Hankins, op. cit. Ch. II.l


MİWYET DUYGUSU:

Bazı Batılı yazarlar Gobineau'nun Cermenle­ rin en yüksek ırk olduğuna dair iddiasını ş iddetle reddettikleri halde, kendi mil letlerinin Asya ve Af­ rika mil letlerinden üstün olduklarını tereddütsüz ola­ rak kabul ederler<29>. Bir çok Avrupalıları n zihinle­ rinin bir köşesinde kendilerinin, ancak medeniyet seviyesi itibariyle değil, h i l kat, tiynet, zekô itibariyle de üstün olduklarına dair bir kanaatin yaşadığı mu­ hakkaktır. Bütün Avrupa edebiyatı, Batılı ol mayan ı rklara mensup insanları n yü ksek medeniyet seviye­ sine çıkmak kabil iyetinden mahrum olduğuna dair işaret, tel mih veya sarih iddialarla doludur. Gerçi muayyen devirlerde muayyen ırka mensup bir ve­ ya bir kaç milletin, d iğer mil let ve devletlerden me­ deniyet , siyasi kudret bakımından üstün olmuş ol­ duğu tarihi bir hakikattir. Fakat insanl ı k tarihi ta­ rafsız bir görüşle gözden geçirildiği zaman bu si­ yasi ve medeni üstünlüğün «ı rki» üstünlük netice­ si olmayıp, tabiat, iklim g ibi faktörlerin ve tarihi coğrafi, iktisadi ve s iyasi şartların. medeniyetin in­ kişafına elverişli bir şekilde birleşmesi mahsulü ol­ duğu görülmektedir. Bugün Avrupa milletlerinin medeniyet bakı­ mından Asya ve Afrika kavimlerinin birçoğundan üstün oldukları bir gerçektir. Fakat bu, her zaman

.C29)

Almanlann üstün ırk olduklanna dair Almanya'da hakim fikre müvazi olarak, Fransa'da Keltism, İn­ giltere'de Anglosaksonizm isimlerini verebileceğimiz, kendi milletlerini üstün ırk telakki eden cereyanlar vardır.


MİLLİYET DUYGUSU

böyle olmamıştır<30>. M ilôddan birkaç bin sene önce Mısır'da, lrak'da yüksek medeniyetler zuhur ettiği sırada, Batı Avrupa'daki kavimler tam mônasıyla barbar idiler. Avrupa kavimleri arasında dahi mede­ niyet merkezi daima değişmiştir. Milôddan önce. Romalılar, bugün Avrupa'nın medeni milletlerinden. olan Britanyalılarla Cermenleri medenileşmek kud ­ retinden mahru m kavimler sayarlardı. Bu kanaat neticesi olacaktır ki, İ mparator Karakolla tarafından Roma vatandaşlığı hakkı İ mparatorluk içindeki bir çok milletlere verildiği halde, Britanyalılar ve Cer­ menler, barbar kavimler sayı larak, bundan mahru m edilmişlerdi. Bugünkü Fransızların Araplardan, medeniyet bakımından, daha çok Herlemiş durumda oldukları m inkôr etmek mümkün değildir. Halbuki sekizinci as­ rın son yarısında ve dokuzuncu asrın başlarında, Abbasi Halifelerden Harunür-Reşit (765-809) ve oğul­ ları devrinde, Abbasi Devleti medeniyetinin Frank Devleti medeniyetine nisbetle, kıyas edilemeyecek derecede daha yüksek olduğu ve Bağdat'ın dünya­ nın kültür merkezi bulunduğu tarihi bir hakikattır. Harunür-Reşid'in Frank Kralı Şarlman'a hediye olara k gönderdiği saat, Frank devletinde, bugün Afrika'nın küçük kabile şeflerinden birine gönderil­ d iğini farzedebileceğimiz televizyon cihazının yapa­ cağı tesiri yapmıştır. Kanuni Süleyman devrinde Finlôndiyalılar me­ deniyet bakımından, Türklere n isbetle çok geride (30)

Alman milleti bir Barbar millet iken, bizim Orta As­ ye.'daki seleflerimizin pek çok alimler ve Farabi gi­ bi büyük filozoflar yetiştirmiş olduğu ilim tarihiyle meşgul olanlarca mahlmdur. CSadri Maksudi, Hukuk Felsefesi Tarihi § 22, 44, 45. >


M11.JJYET DUYGUSU

11

-bir millet idiler. Bugün Flnler en medeni mllletler arasında yer almıştır. Medeniyet bakımından aşo�ı seviyede bulunan bir milletin muayyen şartları n gerçekleşmesi neti­ cesinde en medeni milletlerden biri haline gelmesl her zaman mümkündür ve bu, tarihte müteaddit de­ falar görülmüş bir hôdisedir. Yüz ·k üsur sene önce «Sarı ı rktan oldukları için» yüksek medeniyet kabil iyetinden mahru m sanı­ lan Japonya l ı lar bugün müsbet ve teknik ilimler ba­ kımı ndan Avrupa milletleri seviyesine cıkmış bulunu­ yorlar. Bugün Japonlar kültür ilimleri ve felsefe sa­ hasında da, Avrupalılar seviyesine çıkmak üzeredir­ ler. Medeniyet merkezleri daima değişmektedir. Bundan seksen sene önce şimali Amerika'nın mede­ niyeti Avrupa'nınkine nisbetle aşağı idi. Bugün ise, Amerika Birleşik Devletleri her bakı mdan Avrupa seviyesindedir ve bazı bakımlardan daha yüksektir. Medeniyeti muayyen bir kıt'anrn veya muayyen bir milletin ebedi inh isarı saymak ilmi bir görüş de­ ğildir. Yüksek medeniyetten mahrum milletler yük­ selebildikleri gibi, çok medeni milletlerin de mede­ niyetlerini kaybetmeleri mümkündür. Bugün medeniyeti ker.di inhisarı telakki eden Avrupa bunu ebediyen elinde tutamayacaktır. Şim­ diden birçok d üşünürl·er Avrupa medeniyetinin çök­ me d evrine girmiş olduğundan bchsetmeğe başla­ mışlardır. Meselô Oswald Spengler'in Birinci Dünya Har-


MİLLİYET DUYGUSU

binden sonra yayınlanan «Batının Cöküşüıt <11> adlı eseri bu konuya tahsis edilmiştir. Spengler çeşitli emarelere istinadan Batı medeniyetinin çökmekte olduğunu ispata çalışıyor. Biz Spengler'in fikri ne iştira k etmiyoruz. Kanaatimize göre Avrupa'nın me­ deniyet kuvveti henüz tükenmemiş olduğu gibi, i n­ sanlık tarihinde oynayacağı rol de bitmemiştir. Fakat bugün Avrupa'nın bir medeniyet buhranı geçirdiği de şüphesizdir. Buna mukabil bugün Asya ve Afri ka ülkelerinde medenileşmeğe doğru ciddi ve samimi hamleler müşahade ed il mektedir. Av­ rupa medeniyeti denilen medeniyet hakikaten bütü"l insanlığın m üşterek malıdır. Bu medeniyetin yara­ d ı l ışında Asya ve Afrika milletleri nin de rolü ve his­ sesi vardır. Batı medeniyeti bugün bütün dünyaya yayıl makta, Batı mil letlerinin «inhisarı» ol maktan çıkmaktadır. Bunun neticesinde, Batı milletlerinin diğer milletler üzerindeki siyasi ve iktisadi tahakkü­ mü de ortadan kalkacak. insanlık hem siyasi, hem medeni bakımdan eşit ve h ü r milletlerden terekküp edecektir. Hakim mil let, mahkum m i llet mefhu mla­ rı yavaş yavaş zail olacaktır. Ferdler a rasında eşitlik nasıl insanlığın inkişaf ve terakkisi için h ayırlı ve müsbet neticeler tevlid et­ m işse, m i lletler arasında eşitli k esasının zaferi de insanlık h ayatında büyük ve müsbet neticeler do­ ğ u racaktır. (31)

Oswald Spengler, Untergang des Abendlands. (Fran­ sızcaya «Declin de I'Occident• ismiyle tercüme edil­ miştir. Faris. 1931 1 .


MİLLİYET DUYGUSU

&3

Batılı ların üstünlüğü efsanesine dayanan naza­ riyelerin ilmi, sosyoloj ik kıymetten mahru m olduğu muhakkaktır<32>.

( 32)

Avrupa dillerinde ırk meselesine dair edebiyat çok zengindir. Alakadar olanlara tavsiye edebileceğ;,..... iz eserler şunlardır: Jean Deniker, Les races et les peuples de lıa terre. Paris, 1900 ve 1926. Paul Topinard. Elements d'Anthropologie ge­ nerale, 1885, Paris. Paul Topinard, L'homme dans la nature: Paris, 1891.

Eugene Pittard, Les races et l'histoire. Paris, 1924. Frank H. Hankins, La race dans la civilisation. Paris, 1935. A. C. Haddon, Les races humaines et leur re­ partition geographique. Paris, 1930. Louis Figuier, Les races humaines et l'Homme primitif. Paris, 1876. Quatrefages et Hamy, l'Espece humaine. Paris, 1878. J. Finot, Le prejuge des races, Paris. 1921. Ratzel, Völkerkunde, Tome II. A. İvanovski, La composition ethnique de la population de la Russie.



· '

KISlm il

MİLLET ve MİWYET



- 1 -

M i LLiYET DUYGUSUNUN SOSYOLOJ İ K VE B İYOLOJ İ K ESASLARI

'İ nsanların ister tek atadan neş'et ettiklerine da ­ ir fikir (monogenisme) , ister bir kaç atanın torunla­ rı olduklarına dair nazariye (polygenisme) kabul edilsin, sosyologların ve h ukuk tarihçilerinin ekseri­ yetinin kanaatine göre muhakkak olan sudur: 1 Medeni insan camiaları nı n nüvesi baba riyaseti esası üzerine kurulmuş, ana, baba ve ço­ cuklardan ibaret ailedir. Gerçi bazı iptidai kavim­ lerde a ilenin ana riyasetine dayaııdığını müşahade eden ôlimler, ezcümle J. J. Bachofen (Das M ut­ terrecht, Stuttgart, 1 886) insanlığın baba riyasetin­ de kurulmuş aileden (patriarkat'tan) evvel ana riya­ setinde kurulmuş aile (matriarkat) devri geçirmiş olduğu nazariyesini ortaya atmışlardır. Ailenin ilk ı:ıekli hakkında Hukuk Tarihi ve sosyoloji ôlimleri a rasında fikir birl iği yoktur. Bununla beraber, ô l i m­ lerln ekseriyetinin fikri ne göre, medeniyetçe yükse-

·


MİLLİYET DUYGUSU

58

lebilmiş insan camialarının menşei ve ilk şekli baba riyaseti esasına göre kurulmuş patriarkal ailedir (ana, baba ve çocuklar) . Bu teorinin en rneşhur mümessili h ukuk tarih i sahasında çok esaslı araş­ tırmaları ile tan ınmış İ ngiliz ôliml Sumner Maine'­ dır<1>. Büyük Fransız alimlerinden N. D. Fustel de Coulonges'in ela Clte Antiqueı adlı meşhur eseri de medeni camianın baba. ailesiyle başladığı fikri­ ne dayanmaktadı r<•>. Finlandiyalı ôlim Edward Westermack da ilk a i le şeklinin baba ailesi olduğu fikrindedir<3> . 2 Bir ana-babanın torunları çoğalıp kalaba­ lık bir zümre teşkll ettikleri zaman, bu zümreye Soy (Gens) diyoruz. Alman ôlimlerinden W. Wundt'un fikrine göre, insan camiasının ilk basamağı soy (Stamme) d u r. cStammeı den önceki devirde içti­ mai teşekkül yoktur, ancak hayvanlarda görülen sü­ rü (herde) hali vardır<4>. -

SOy i nsanları n içtlmaileşme ihtiyaç ve istidadı­ nın ilk tecellisidir. Her soyun bir reisi ve riayet etti ­ ğ i hukuki ve ahlôki esaslar, yani inzibat kaideleri vardır. Ahlôkın en mühim esası soya bağlılık ve sa­ dokattır.

ııı

CSumner Maine,

1 2) C3l C4l

Etudes sur L'Ancien

droit et la

primitive, CH. VII. P. 255-306, Etude sur du droit. Le. fa.mille patrie.rcale, P. 435-505. l La Ci te Antique, Liv. il. V. VIII. Liv. Ill. 111.l Edwe.rd Westermack, Histoire du Ma.rie.ge, Tome il. Chp. VIII. Wundt Völkerpsychologie, Tome VII, Teil I. Ke.pit 1. coutume

,


MİLLİYET DUYGUSU:

Si

Zamanla her soy kalabalık bir kütle haline gel­ miş, dallara, kollara ayrılarak, yeni soylar doOu r­ muştur. Sonralan, bu soyların da kollara ayrılması neticesinde, soylar çoğal mış, ayrı sahalarda yerleşe­ rek, bazen de, biribirlerinden uzaklaşmışlardır. i nsanlar gittikçe çoğalarak ve dağılarak, tedri­ ci surette yeryüzünün yaşamağa elverlşli bütün sa­ halarını işgal etmlşlerdir. Muayyen bir saha veya ülkede yaşayan soyla­ nn sayısı çoğaldığı zaman, soylar arasında müca­ dele başlamıştır. Kendilerini kuvvetli hisseden soy­ lar zayıf saydıkları soyları oturdukları zengin ve mahsQldar sahalardan kovmak, arazilerini lstilô et­ mek, birikmiş servetlerini gasbetmek için

onlara

hücum etmeğe başlamışlardır. Zayıf soylar ise ya­ şamak, düşma n soylar tarafından yok edilmemek ioin bütün kuvvetleriyle mücadeleye mecbur kal­ mışlardır. Çünkü ferdler gibi insan zümreleri de, bütün canlı mahlCıklG1ra h itap eden «Yaşamak isti­ ·yorsan mücadele eb şeklinde ifade edilebilecek «Hayat için mücadele» kanununa uymağa mecbur idiler. Zira bu kanun dünyada hôkim en mühim bi­ yolojik<5> kanundur. İ şte d üşman soy ve zümrelerle mücadele 3 zarureti, birbirlerine yakın sahalarda yaşayan soy_.

ıs>

Biyolojik sıfatını, ferd ve zümrelertn yaşayabilmesi ve bekasiyle ilgili manada kullanıyoruz.


MİLLİYET DUYGUSU

10

lor lc:ln

birleşme ihtiyacını doOurmuştur. Bundan soy birleşmeleri, yan i oymak<8>. lar husule gelmiştir. 4

Aynı sebepler neticesinde, yani mücadele­ de kuvvetli olabilmek için, oymaklar da birleşerek kabile denen zümreyi teşkil etmişlerdir. Kabile te­ şekkülünden sonra da, soylar ve oymaklar arasın­ daki kavga ve mücadele yerine kabileler arasındaki mücadele kaim olmuştur. -

5 Bu sebeple kabileler, kabile birlikleri (Confederation des tribus) teşkil etmeğe mecbur kalmışlardır. Kabile birl iklerinin kurulması sayesin­ de kabileler arası ndaki çarpışmalar azalmış, fakat bu defa birl ikleri arasında m ü cadele başlamıştır. -

6 M uayyen bir sahada yaşayan kabile birl i k­ leri arasındaki kavga ve savaşlar ancak kuvvetli bir zümre tarafı ndan bütün kabile birliklerinin bir mer­ kezi hakimiyet altına alınması, yani bir devletin ku­ rulması sayesinde sona ermiştir<1>. Kabile birl ikle­ ri yerine barış ve inzibatı temin edebilen kuvvetli bir hakimiyetin. yani devletin kuru l ması insanlık ta­ rihinde mühim ve müsbet bir hôdisedir<'>. Bir dev-

Cal

C7l

Cal

Soy tltbirini latincedek! Gens, Oymak tabirini Fra­ trla Ccur!al , oymaklar ittihadı olan Kabile tabic nnı de File CTribul tAbirlerinin Türkçe karşılığı olarak kullanıyorum. Biz Orta Asya tarihinde bu M.disenin aksi olan mi­ salleri de görüyoruz. CBu eserin müellifinin ·Türk tarihi ve hukuk· adlı eserinin kitap VII. 112 - 115 paragraflara bakılsın.> Bu hakikate ta. Romalılar devrinde büyük müte­ fekkir Ctceron !şa.ret etmiştir. C!caron, de Rebup­ lica. Llv. VI, VI.


:MİLLİYET DUYGUSU

il

let içinde birleşen kabileler, barış ve inzibat içinde yaşayan bir millet teşkil etmişlerdir<8>. Soy, oymak, kabile, kavim hep rakip zümreler­ le m ücadele için birleşmiş teşekkü llerden ibaret idi. Bu birleşme her zaman barış yol uyla vukubul­ m uyordu . Ekseriya birleşmeyi gerçekleştirmek için kuvvetli bir zümre d iğer zümrelere karşı zor kul lan­ mağa mecbur kalıyordu. Fakat yeni birleşmenin gerçekl eşmesinden bir müddet sonra, yen i z ü m reye ka rşı insanların ruhunda mevcut ictimailik hasleti sayesinde, meydana gelmiş bir bağ l ı l ı k h issi hu­ sule gel iyordu. Çünkü ferdler, yaşayabilmelerin in yeni zümren in yaşayabilmesine bağ lı olduğunu insi­ yaki surette seziyorlardı. Tarihten önceki kavimler a rasında vukubulan kavgaların sebepleri zamanımızdaki milletlerarası mücadeleyi doğuran ô millerden pek farklı değildi. Bunlar başlıca şunlard ı : Kavmin i kti s adi hayatını temin zarureti, Kavmin diğer bir kavim tarafından yo k edilmesi, esir duru mu na düşürülmesi korkusu. 1

2

-

-

İ nsan kütlelerinin yayı lmasının ilk devirlerinde yeryüzünde insanların sayısı bugünküne kıyas edi­ lemeyecek kadar azdı. İ nsan kütleleri, (kavim ve mil letler) oturdu kları coğrafi sahaları sık ve kolay değ iştirebil iyorlardı. Yerleşmiş oldukları sahayı her­ hangi bir sebepten dolayı beğenmedikleri takdir­ . de, iklimi ve tabii şartları daha elverişli bir sahaya göç ederlerdi. Fakat hayat şartları daha müC9l

H. Spencer, Principes de Sociologie, Tome III. Partie V. Ch. I. II, III.


82

MİLLİYET DUYGUSU

salt olan sahalarda yerleşmek her zaman mücadele­ siz, savaşsız mümkün olmuyordu, çünkü cA» kav­ minin yerleşmek istediği sahada «A» lordan önce «'B» kavmi gelip yerleşmiş bulunuyordu. Yahut da «A» ile « B» aynı zamanda o sahaya gelmiş bulu­ nuyorlardı. O zaman iki zümre arası nda çarpışma­ lar, savaşlar vukubulurdu. İ ki zümreden biri. d iğe­ rini savaş esnasında büsbütün yok etmedi ise, ya oradan uzaklaşmağa, kaçmağa mecbur eder, veya düşman kavmi n sağ kalan ferdlerini esir eder, ya­ hut da ülkenin bir köşesinde yerleşmelerine mü­ saade ederdi. Böylece, kabilelerin, ·kavimlerin mücadeleden ibaret idi.

hayatı daimi

Ancak müsavi kuvvetlere môlik kavimler barış içinde «yanyana» , komşu olara k yaşayabiliyordu. Beşeri zümrelerin, kabile ve milletlerin muhte­ lif kıta ve ülkelerde yerleşebilmelerinin ve yerleştik ­ leri yurtlarda kalabilmelerinin binlerce sene süren a mansız mücadeleler neticesinde vukubulmuş oldu­ ğu hazin bir hakikattir <10>. Fakat rakip kavimler arasındaki münaferet ve h usumet ve bunlardan doğan kavga ve harp hOdl­ selerine müvazi olarak, bunlardan her biri içinde yaşayan ferdler arasında, insanın ruh u nda mevcut içtimai temayül sayesinde, insani tesanüt ve karşı-­ lı klı bağ l ı l ı k h isleri gelişiyordu. C lOl

Lester F . Ward, Soclologie pure, torne I , Ch. X . pp. et suiv. Gurnplowicz, La lutte des races. Tra­ duction de Ch. Page. Paris, 1893. Herbert Spencer, Principes de sociologie, torne III . Partie V. Ch. 1, il, III. 253


MİLLİYET DUYGUSU:

83

Bu h islerin kesafeti, düşman zümreler arasın­ daki husumet ve nefretin derecesiyle mütenasipti: Birbirini yabancı telôkki eden zümreler arasındaki münasebet ne derecede düşmanca idi ise, zümre­ l eri teşkil eden ferdıer arasındaki münasebet de o riisbette « insani» idi. Bu sebeple her zümre için­ deki ferdler mensup oldukları zümreye, kabileye, kavme veya millete ruhen bağlanıyorlardı. Çünkü ferdlerin hayatta kalabilmeleri zümrenin hayat ve bekasına bağlı idi. Zümre içinde hôkim tesanüt ve barış havası onların içtimai temayül lerinin inkişa­ fına iml<ôn veren, karşılıklı muhabbet, itimat ve em­ niyeti sağlayan sıcak bir muhit yaratıyordu. Bugün sosyologlar ve hukuk tarihi bilginleri is­ bat etmişlerdir ki, milletlerin yaşayabil melerinde ve payidar olmaları nda en mühim, en kuvvetli ômil ferdlerin mensup oldukları millete bağlılığı ve sa­ dakatıdır<11>. Bugünkü sosyologlar, ferdlerin mensup olduk­ ları topluluğa (kabileye, kavme, millete) duydukları bağlı l ı k d uygusuna «Zümre şuuru», «Zümre hissi» <12>, veya «Zümre zihniyeti» <13> ismini veriyorlar. Biri bi­ rine bu hisle bağ l ı olan ferd ve ailelerden terekküp eden kütlelerin, kavim ve milletlerin teşekkülü ha­ yat mücadelesinden doğan zaruri ve tabii bir hô-

( 1 1)

Herbert Spencer, Introduction a la Science sociale, Ch. IX. P. 222. Gumplowicz, Precis de sociologie. Liv. il. V.

C 12)

Franklin Henry Giddings, Principles of sociology. New-York 1920. Liv. 1. Ch. 1. Liv. il. Ch. il.

C l3)

W.

Mac Dougall, The group Mind. New-York. 1920 ..


MİLLİYET DUYGUSU

dise olduğu kadar<14>, insanlığ ı n medeniyet yolunda il�rlemesinin d e şartıdır. İ şte milliyet duygusunun kaynağı ve nüvesi, ge­ rek iptidai, gerek medeni camialarda, hatta bazı camiacı hayvanlarda görülen bu sosyolojik gerçek­ tir, yani ferdlerin mensup oldukları kitleye karşı duy­ dukları bağlılık hissidir. Şu halde, m i l liyet duygusunun kaynağı bir ta­ raftan en mühi m hayat kanunu olan yaşayabilmek için mücadele ve m ücadele için guruplaşma mec­ buriyeti, diğer taraftan da insanın çevresindekiler­ l e barış içinde yaşamak i htiyacı ve i nsiyakıdı r. M i l l etlerin, m i l let olarak yaşaması nı temin eden, d iğer milletler içinde erimesine, yok olup gitmesi­ ne môni olan da, işte bu kütle şuurudur, yani m i l ­ l i h istir. Herhang i b i r sebep neticesinde, mil letlerine bağlılı kları körletilmiş ferdlerden terekküp eden m i l ­ letler, varl ı k sahasından yokluk sahasına göçmüş­ .l erdir. C 141

İnsan kütleci, camiacı bir hayvandır. CZoopoliti­ konl Bu hakikatı bundan iki bin üçyüz küsur se­ ne evvel büyük filozof Aıisto CD.E. 384-3221 ifade etmişti. C Aristote, La politique, Liv. 1. Ch. 1. § 9.l Camiacı hayvanlar ancak bir kütle, bir camia için­ Camia içinde yaşayan ferdlerin de yaşayabilirler. mensup oldukları camiaya bağlılığı hem ferdleıin, hem camianın yaşayabilmesinin şartıdır ve bu bağ­ lılığın derece ve kuvveti de kütlenin yaşama kud­ retinin ölçüsüdür. CAlfred Espinas, Des societes animales. Paris, Alkan. 19231 Pierre Grasset, Les societes d'insec­ tes. Dans «les origines de la societe.• Renaissance du Livre. Paris.


M1Lı.tYET D.UYGVSU

Milli his hayat ·i çin mücadelenin, ozim ve iradesinin de bir tezahürüdür.

var olmak

Ferdlerin var olmak azim ve iradesine «kendi kendini koruma» insiyakı denilir; milletlerin var ol­ mak azim ve iradesi de «Milli şuur», «Milliyet duy­ gusu» veya «Milliyetçilik» adlarını alır. Gerek ferdi, gerek içtimai uzviyetler için ise, VAR OLMAK iradesi biyolojik kanunlara dayanan sosyolojik bir gerçektir.


- 2 -

M İ LLETLERİ N DOG UŞU

Bir millet nasıl teşekkül eder? Yani, bir kavim nasıl millet mahiyetini iktisap eder? Bu fasılda bu­ n u inceleyeceğiz: Herşeyden önce kavimle mlllet tôbirleri arasın­ daki ince farka işaret etmek gerektir. Biz burada kavim tôbirini halk (Ethnos, peuple, Vol k) môna­ sında, M illeti de Avrupa d i llerindeki «Nationa lite» tôbirinin mukabili olarak kul lanacağız. Bu iki tôbir arasındaki münasebet şudur: Ta­ rihi ve s iyasi inkişafı neticesi nde, şekillenmesi ta­ mamlanmış her kavim millettir. Kavimlerin millet h a l i ne gelişi daima bir devlet cercevesi içinde vu­ kubulur. Her millet bir kavmin inkişaf etmiş şekli­ dir. Burada «kavim - millet» adını. aynı soydan ka-


MİLLİYET DUYGUSU

bJlelerln :bir devlet .içinde birleşmesinden doğan et­ nik kütleye vereceğiz. Kavim - mmetıerden . başka. bir de «Tarihi mil­ letler» vardır. Bunlar bir kavim-millet tarafı ndan di­ ğer kavim-milletlerin yutul ması ve temsil edilmesi s u retiyle teşekkül etmiş milletlerdir. Mesele, Roma­ lılar. Bu m Hlet 'Romalı olmayan, Roma dil ini konuş­ mayan bir çok kavim ve milletleri temsil etmek su­ retiyle meydana gelmiştir. Keza, Fransız milleti Gal­ yalı, Romalı, Frank, Burgond, Vizigot ve Narman kavi mlerini eritmek suretiyle teşkil ·edilen bir mil­ lettir. Tarihi milletlerin çoğu başlangıçta i mpara­ torlu k şeklinde teşekkül etmiş devletlerin kalıntı­ sıdır. , Bir kavim-milleti teşkil eden zümrelerin, lisan. örf ve adetler, ruhi temayüller bakımından birleş­ mesinde ve bir millet haline gelmesinde en mühim ömil ihtiyar1 taklittir. Halbuki tarihi milletlerin te­ şekkülünde biribirleri mfen farklı mil letlerin hôkim zümreye benzetilmesinde , en mühim ömil icbari temsildir, yani devlet içinde hakim olan unsuru n di­ ğer zümreleri temsil için baskı , tazyi k ve zor kul­ lanmasıdır. Biz bu eserde bilhassa ı rka dayanan hakiki milletlerden, yani kavim-milletlerden bahsedeceQ iZ. «Kavim-millet aynı ülkede yaşayan, etnolojik bakımdan aynı ırka mensup olan oymak ve kabile­ lerin en kuvvetli zümrenin hôkimiyeti altında, dev­ let şeklinde birleşmesinden doğan, aynı kanunlara tabi olarak yaşamış, bunun neticesinde müşterek lisana, müşterek örf ve adetlere, müşterek dini


MİLLİYET

68

DUYGUSU

inançlara ve müşterek milli seciyeye sahip olmuş, mütecanis ve mütesanid bir insan kütlesidir» <15>. Bir kavim-milletin teşekkülünün ômil ve şartla­ rını, diğer tôbirle bir milleti teşkil eden unsurları şöyle s ı ralayabiliriz: Milleti teşkil eden ferdlerin 1. içinde yaşaması veya yaşamış olması. -

2.

bir devlet

Nüfus, Coğrafi saha, Bağımsızlık, 4. Lisan birliği, 5. Ö rf ve ôdetler birliği, 6. Müşterek dini inançlar, 7. Milli seciye, 8. Millet ekseriyetinin aynı ırktan olması. 9. Bu ômil ve unsurları birer birer inceleyelim:

3.

-

-

-

-

-

-

-

-

1.

-

HUKUK V E DEVLET OTORİTESİ :

Bir milletin teşekkülü için lôzım olan mühim şartlardan biri birleşmiş kütleye mensup ferdlerin uzun zaman aynı devlet içinde, aynı otoritelere, ay­ nı hukuki nizama tôbi olarak yaşamalarıdır. Mil­ letlerin teşekkülü daima bir devlet içinde vukubu ­ lur. Devlet ise, ferdler icin riayeti mecburi bir h u ­ kuki nizamın mevcudiyeti demektir. Kabile safhasında içtimai münasebetleri örf ve ôdetler tanzim eder. Bu safhada örf ve ôdetten iba( 15l

F. Ward, Sociologie pure, tome 1. Ch. X. E. Renan, Qu'est-ce qu'une nation. Pages francai­ ses, Paris, 1921. Lester


MİLLİYET DUYGUS'V

88

ret olan içtimai inzibat kaidelerine riayeti m utlak surette mecburi kılabilen bir kuvvet ve teşkilôt yok­ tur. Hukuk, devletin icbar kudretine daya n ı r. Ancak devlet safhasında hukuk hCikimdir<16>. 2.

-

NÜFUS :

Bir kütlenin m il let teşkil edebilmesi için, geç­ mişte, oldukça kalabal ı k nüfusa mölik olması lô­ zım gelmiştir. Çünkü modern silôhların icadından evvelki devirlerde, bir kütlenin, oturduğu sahayı iş­ gal etmek isteyen diğer kütlelere mukavemet ede­ bilmesi için, savaş kudretini haiz, silôh taşıyabile ­ cek ferdlerin çok sayıda olması gerekli idi. 3.

-

ÜLKE BİRLİGİ ,

Oymak birliklerinden, ·kabilelerden meydana gelmiş kütlenin millet teşkil edebilmesi için birleş­ miş kabilelerin oturduğu sahanın birliği lôzı mdır. Hem birleşmiş ka b i l·elerin aynı sahada, aynı yurtta uzun zaman beraber yaşamaları gerekir. Yurt bir­ l iğ i millet teşekkülünün şartlarından biridir. Bütün milletler teşekküllerinde ve müstakil olara k yaşaya­ bilmelerinde rol oynamış olan sahayı, yurdu mu­ kaddes telôkki etmişlerdir. Bütün milletler vatana bağlılığı milli kütleye bağlılığın bir tecellisi olarak kabul etmişlerdir. Yurtseverlik milli h issin, milliyet­ çiliğin mühim bir unsurudur. Milli ü l ke sevgisi, mil( 16)

W. Wundt, Völkerpsychologie, Band VII, Teil I. Ka­ pitel I. P. 65-86. Sadri Maksudi, Hukuk'un Umumi Esaslan. Sahife 40-57.


MİLLİYET DUYGUSU

70

letin milli seciyesinin teşekkülü nde de müessir olur<17>. Tabiatiyle Türkler gibi göçebe ve fatih millet­ ler için ülke birliği u nsuru ikinci derecede ehem­ miyeti haizdir. 4.

-

BAGIMSIZIJK ,

Bir mil letin teşekkülü için, bir devlet içinde bir­ leşen zümrelerin aynı ülk·ede uzun zaman bağımsız kalabilmiş olmaları da şarttır. Çünkü zümrelerin li­ san. örf ve adetler _bakı mından birleşmesi uzun za­ man isteyen bir tarihi hôdisedir. 5.

-

LİSAN BİRLİGİ ,

ivL l iet te:;; o kküiünün şartlarından ve aynı za­ manda, neticelerinden biri de dil birliğidir. Ancak kavmi teşkil eden bütün kabileler aynı l isanı ko­ nuşmağa başladığı zamandır ki, millet tamamen te­ şekkül etmiş olur. İ nsan camialarının kabile saf­ hasında soy ve oymakları n konuşma vasıtaları ipti ­ daidir. kelimeler azdı r, gramer henüz katileşmiş kaidelere malik değildir. Aynı zamanda her oyma­ ()ın lehçesi ayrıdır. türlü oymaklara mensup fertler birbirlerini güç anlarlar.

Roma müelliflerinden PLİNİ US'un rivayetine gö­ re, eski çağda Anadolu'nun şarkında, Kafkasya'nın cenubunda ·kiiin uColchideı ülkesinde üç yüzden zl( 17)

F. Ratzel, Der Staat und sein Boden geographisch beobachtet. Leipzig, 1899. in · Annee sociologique• tome 1. P. 533-539. H. Th. Buckle, History of civi­ lisation in England, tome 1, Ch. il.


71 .

yada le.hce va.rdı. Şimali Amerika'nı n kızılderil i Hu,­ ron kobilelerl arasında müşterek lisan teşekkül Qt;­ memişti: her köyün kendlı;ıe mahsus konuşma . tar­ zı vardı. Müşterek l isan ancak uzun zaman aynı devlet içinde yaşama ve tekerrür eden temaslar, taklitler neticesinde meydana gelir. Bu kaynaşma devrinde bir taraftan lehçeler birleşir, kelimelerin adedi ar­ tar, diğer taraftan kavmin medeni seviyesi yüksel­ dikçe, yeni kelimeler yaratılır ve aynı zamanda li­ sanın gramer kaideleri tebellür ederek, sabit bir şekil alır. Bu suretle bütün kavme şômil umumi bir lisan vücuda ge1ir<18>. Bir milletin konuştuğu lisanla n�hi temayülleri arasında sıkı bir bağ vardır<10>. Onun için bir cok düşünürler lisan birliğini milliyetin en mühim un­ suru telôkkl etmişlerdir<:ıc». Tarihte, nerede bir mil­ let teşekkül etmiş ise, orada bir milli lisan görü( 18)

< ıD>

(20)

Bugün bile bütün Türk zümrelerinin kelime kökQ bakımından aynı dili konuşmalan, tarihten önceki devirlerde kuvvetli ve uzun ömürlü devletler için­ de yaşamış olduklarını gösterir. H. Delacrolx, Le langage et. la pensee. Paris, 1924. F. Brunot, La pensee et la langue. Paris, 1922. J. Vendryes. le langage. Paris, 1921. Sadri Maksudi, Türk dili için. İstanbul 1930. Mommsen. Histoire romaine, tome 1. Ch. IX. Page 1 45.

Prof. Ramsay Muir, Nationalisme et internationa­ lisme. Paris. 1918, P. 53. Paul Miliyukoff. L Histoire de la culture nısse. To­ me III. P. 14-16. Ch. Seignobos, Histolre politique de L'Europe Con­ temporalne, Ch. XIII. >..'VII. '


7Z

MİLLİYET DUYGUSU

yoruz. Nerede bir büyük kütleye şômil müşterek li­ san varsa, orada bir millet ve b u millete bağ l ı l ı k d uygusu besleyen insanlar buluyoruz. Her milli di­ lln arkasında bir milli ruh vardır. Dinlerle beraber milli diller de milletlerin kutsi, milli servetleridir. M i l ­ letler m i l li l isanlarını yaşatmayı, milliyetlerini yaşat­ manın, en müessir vasıtası telôkki ederler. 6.

-

ÖRF'

VE

ADETLER BİRLİGİ ,

Millet ve milliyeti teşkil eden unsurlardan b iri de örf ve ôdetlerin birl iğ idir. Lisan birliği gibi, örf ve ôdet birliği de uzun zaman aynı sahada, aynı devlet içinde yaşama neticesinde, vuku bulan çe­ şitli temaslardan doğar. Milletçe yapılan umumi bayra mların, mühim m illi hôdiseler m ünasebetiyle yapı lan törenlerin milletlerin hayatında çok kuvvet­ li birleştirici rolü vardır<2ı>. 7.

-

DİNİ İNANÇLAR ı

M i lletlerin teşekkülünde müşterek dini ina nç­ ların rolü de çok müh imdir. Beşeriyet tarihinde din­ siz bir millet görülmemiştir. Burada milletlerin ha­ yatında milli lisanın teşekkül ü ile dini inançların te­ şekkülü arasındaki farka işaret etmek gerektir: M il­ letlerin m illi l isanı milli bir mahsuldür, yani millet­ le beraber teşekkül eder<22>. Dini ôkideler ise, mil(211 (221

H. Spencer, Principes d e Sociologie, tome 111, par· tie iV. Bazı milletlerin diğer milletlerden bazı kelimeleri alıp kendi gramerlerine uydurarak kullanması di­ lin milli mahsul olmasına mani değildir. Lisanlan biribirinden tefrik eden en mühim hususiyet gra­ merdir. Fakat yabancı dillerden alınmış kelime­ ler milli kelimelerden fazla olmamalıdır.


MİLLlYET DUYGUSU

73

li mahsül olmayabilir. Allah'ın mahiyeti, insanın ve ôlemin menşe ve ô kibeti ve i nsanların yerine ge­ tirmeler! gereken vazifeler hakkındaki inançları n , yafli dinlerin b i r milletten diğer mill-ete kolayca geç­ tiOini görüyoruz. Milli dine, yani kendi milleti içinde zuhur et­ miş bir peygamber tarafından neşrolunan dine sa­ h i p milletler nôdirdir. MôlOmdur ki, totemizm deni­ len bir iptidai din Avustralya ve Amerika'nın bir cok yerli kavimleri arasında yayıl mış bulunuyor­ d u czıı ı . İ slômiyetten evvel k i T Ü rklerin eski dini olan Şamanizm de şarki Asya'nın bir çok ·k avimleri ta­ rafından kabul edilmiş bir din idi C24>. i ster milli olsun, ister başka milletten alınmış olsun, din mill iyetin bir unsuru sayılmalıdır. Fran­ sız milletinin teşekkülünde katoliklik, bugünkü Türk milletlnin ve milliyetinin teşekkülünde de İ sldmlyet mühim birer ômil olmuştur. 8.

-

MİLLi SECiYE

ı

M i llet teşekkülünün yukarıda saydığımız şart­ ları gerçekleştikten sonra, bütün millet efradına şa­ mil bir milli kamkrer vücuda gelir. 'Milletin bütün fertleri arasında husule gelen müşterek ruhi tema(231

(241

Wundt, Völkerpsychologie, band II, Mythus und Religion. Durkheim, Les formes elementaires de la vie religieuse. Paris, 1912. G. Mensching, Socio­ logle religieuse, Ch. I. A. Moret et G. Davy, Dcs clans aux Empires, partle I, Ch. II. W. Radloff. ·Aus Sibiri en• , Band II. Das Schama­ nentum und sein kultus, S. 1-67. Sadri Maksudi, Türk tarihi ve hukuk, S. 47-1i4.


74

yüllere ve bu temayüllerden doğan hareket ve dü­ şünce tarzlarına milli karakter denir. 9.

-

IRK ı

Her milletin teşekkülünde etnolojik ı rkın rolü vardır. Irk bir çeşit mayadır.

manadaki

M i lletler devletin içindeki ekseriyetin ı rkından sayılır. Fakat bazen askeri bakımdan kuvvetli olan k üçük bir zümre kendisinden farklı ve nüfusca da­ ha kalabalık bir zümreyi itaat altına alarak, yeni bir milletin vücuda gelmesinde ômil olabil ir. Çok defa bu küçük zümre yeni millete dilini de kabul et­ tirir. O zaman, millet hôkim zümrenin ırkından sa­ yılabilir. Bununla beraber, bunun a ksine misaller mev­ cuttur<2�>. Milôdi VI. asrın başlarında Galya'yı (bugün­ kü Fransa'yı) Cermen ırkına mensup Frank kavmi fethetti ve o ülked e bir devlet kurdu. Fakat fôtih Franklar, kurdukları devlet içinde lisanlarını hôkim kılamadılar, yani o l isanı devlet l isanı yapamadılar. i kinci mlsô l : M ilôdi Vll. asırda (680 de) Bulgar adlı askeri bakımdan kuvvetli bir Türk zümresi Ka­ radenizin batısında, Tuna nehrinin cenubunda, İ s­ lav kabileleriyle meskun bir sahada devlet kurdu. Fakat devlet kurulduktan sonra ülkede hakim li­ san, Türkçe konuşan Bulgarların dili olmadı, eksec2sı

Lucien Febvre ·La Terre et l'evolution hwnaine• L'anciennete des groupements nationaux. Partie il. Chap. III.


78

riyetı teşkil eden yerll lsllMarın l lsanı oldu. Bulgar Türkleri meydana gelen yeni millete sadece adla­ rını miras bırakıp, kendileri erldller. Bugün, Kelt ı rkı, Cermen ı rkı, i sıov ı rkı, Türk ı rkı isimleriyle malam olan beşeri zümrelerin hep­ si. uzak bir mazide bir tek devlet içinde bir tek milleti teşkil etmiş olan kütlelerin dağılmış parça­ larıdır. Bir milletin etnoloji k bakımdan, kendisinin mu­ ayyen bir ırka mensup olduğunu idrôk ve kabul et­ mesi, kendi dilini konuşan zümreleri başka memle­ ketlerde yaşadıkları halde kendi ırkından sayması «ırkçılık» değildir. Bu, ancak meydanda olan bir reali�eyi müşahededen ibarettir. H e r insan. dünyada etnoioj ik bakımdan çeşitli ırkların mevcut olduğunu ve kendisinin de, bu ırk­ lardan birine mensup bulunduğunu kabul etmeğe i l men ve fiilen mecburdur. Bu ilmi hakikati kabul ettiği için, bir insanın suçlu sayılması, selim aklın v e hukukun hôkim olduğu herhangi bir rej imde, bu yüzden takibata uğra ması hatıra gelemez. Bir kavmin mi llet mahiyetini iktisap etmesinin şart ve ômiileri n i böylece inceledikten sonra, mille­ tin tarifini bu izahlar ışığında tekrar ele alabiliriz: « Mineh uzak bir mazide, ekseriyetle tarihten ö nceki bir devirde, muayyen bir sahada devlet kur­ muş, bu devlet içinde uzun zaman müstakil ola­ rak yaşamış, karşı lıklı tesirler neticesinde ferdleri biribiriyle kaynaşmış. örf ve adetler bakımından bir­ leşmiş, aynı dili konuşan fert ve ailelerden mürek­ kep beşert kütledir<19>. (261

Caınille Jullian, L'anclennete de la Nationalite. Re­ vue politique et parleınentalre, 18-25 Janvier 1913.


76

MİLLİYET DUYGUSU

M i lletlerin teşekkülüne dair belirttiğimiz fikir ve esasların bir çokları hukuk tarihine ve sosyolo­ jiye a it eserlerde dağınık surette mevcuttur. Bir milletin yaratı l ması nda ômil olan şartların hepsine bilg inler tarafından işaret edilmemiştir. Bilginlerden kimi millet teşekkülünde esas ömil olarak dini ô kideleri <21>, kimi 1 isanı <20>, kimi coğrafi sahoyı <29>, kimi ı rk esasını <30>, kimi i ktisadi şartları i leri sürm üştür. Fakat bir milletin meydana gelmesindeki bütün ömilleri topl u halde izah eden bir eser yoktur. Onun için burada bütün ömilleri bir araya toplamayı ve bunlardan her birinin rol ve ehemmiyetini ayrı ay­ rı aydınlatmayı gerekli bulduk. Çünkü bu ömillerden hemen larda bulunulmuştur. Bu itirazları liriz: 1. « B i r m i l letin teşekkülü lüzum yoktur. Meselô, Fransızlar buki Fransızları n bir kısmı katol ik, testandır.ı -

her birine itiraz­ şöyle özetleyebi­ için din birliğ ine bir millettir, hal­ bir kısmı da pro­

Bu itiraz esaslı değildir, çünkü protestanlik Fransız milletlnln teşekkülü tamamlandı ktan sonra zuhur etmiştir. (27l

( 28) (29) (301

Fustel de Coulanges, La cite antique. Mommsen, Histoire Romaine, tome I. Ch. IX. Ratzel, Der Staat und sein Boden geographisı:: h heobachtet. Annee sociologique, torna I. S. 533-539. Gustave Le Bon. Les lols psychologiques de l'Evolu­ tlon des peuples. Otto Bauer, La question nationale et la social-de­ mocratie.


· MİLLİYET DUYGUSU

77

2. «Millet teşekkülü için lisan birliğine de l üzum yoktur. İ sviçre mllleti üç ayrı l isanda konuş­ maktadır.» ___.

Bu itiraz da bir anlaşmazlık mahsulüdür. İ s­ viçre bizim bu eserde bahsettiğimiz manada (Nati­ onalite manasında bir millet değildir. İ sviçre, dev­ letlerarası hukuk bakımından bir nation'dur, çünkü bir birleşmiş federal devlettir. fakat etnoloj ik ba­ kımdan bir millet sayılamaz. İ sviçre devleti içinde biriıbirinden t:ıamamen farklı üç m i llet (nationa lite) vardır: Fransız, Alman, İ talyan. 3. «Milletin teşekkülü için saha birl iğine de lüzum yoktur. Nitekim Yahudi mil leti asırlarca mil­ li toprağa sahip olmadığı halde, bütün d ü nyaya yayılmış olmakla beraber, bir millet olarak yaşamış­ tır» diyenler vardır. ___.

Fakat. hakikatte, Yahudi m i lletinin teşekkülü için dahi devlet cercevesi ve toprak unsuru ıazım olmuştur. Bilindiği gibi, Filistin'de kurulmuş eski Yahudi devletinin en parlak devri, Nebiler tarihin ­ de de kendilerinden bahsolunan Davud ( M . E . 1 071 1 001 ) ve Süleyman ( 1 001 962) adlı h ü kümdarların devridir. -

Yahudi milletlnin dünyanın her tarafına dağıl.. ması millet olarak teşekkülü tamamlandıktan son­ ra vukubulmuş bir hadisedir. Görülüyor ki, Yahudi milleti de devlet çerçe­ vesi içinde teşekkül etmiştir. Yukarıda sayılmış şartlar kavimlerin mlllet ola­ rak şekillenmesi şartlarıdır. Teşekkülü tamamlan­ mış bir millet mllliyetlni ebediyen muhafaza edebi­ lir.


,Mtı.IJn:T DUYGUSU

79

pslkotollk netloelerinden biri de ferdlerde millete bağlılık ·hissinin. ·vani milliyet duygusunun doğma­ sı. kuvvetlenmesı. derinleşmesi ve bütün millet için­ de yayıl masıdır. Bu d uygu, irsiyet konunlan neticesinde içinde gittikçe kuvvetlenir<31>,

millet

Milliyet d uygusunun objektif tarifini de şöyle yapmamız mümkündür: Milliyet duygusu bir millete mensup fertlerin. o milletin mazisine, istikbôline, lisanına, kültürüne, ü l ke ve toprağına karşı besledikleri derin, i rsileşmiş. bağ l ı l ı ktan ibaret bir ruhi halettir. Bu ruhi halet m i l ­ let içindeki bütün normal fertlere ş a m i l olduğun­ dan, ferdi olduğu kadar da « kollektif» bir duygu­ dur. M i l l iyet duygusu, çeşitli şekillerde ve b i lhassa iki istikamette tecelli eder: 1 Milliyet d uygusu, her şeyden evvel bir mlllete mensup ferdlerin, milli tarihlerine, milletle-

!3ll

Ferdleıin fiziki vasıf ve hususiyetleri seleften ha­ lefe, batından batına geçtiği gibi, müktesep ruhi hususiyetlerin de İRSİYET yolu ile batından batı­ na intikal ettiği bugün isbat edilmişti r. Bunu H. Spencer, Vveissman. Galton isbat etmiş­ lerdir. Yves Dolagc, A. M. Goldschmidt, Les theoıicG de l'evolutlon, Ch. VII, IX, XII, XIII. H. Spencer, Priıa.cipes de biologie, Volume 1, p.p. :ıo-303. Paris, 1868. Ve Richard Simon, Dıı.s problem der Verherbung erworbener Eigenschatten.


- a -

MiLLi HiSSiN DO()UŞU

Bir ülke içinde, insan zümrelerinin bir tek ha­ kimiyet a ltında birleşmesinin, bir millet mahiyetini tktisap etmesinin müsbet neticeleri mevcuttur: Ü l­ ke ·i cinde sağlanmış h u kuki nizam sayesinde ikti­ sadi hayatın inkişafı, medeniyetçe yükselme im­ kônlarının genişlemesi, milletin kendi varlığını ko­ ruma •kudretinin a rtması, müstakil bir siyasi varlık olarak yaşayabileceğine, kendi milli mevcudiyetini herhangi bir mütecavize karşı koruyabileceğine itimadının kuvvetlenmesi ve bütün bunların fertle­ rin ruh la rında tecelli ve in'ikôsı olarak, bu millete mensup ferdlerde hayatiyetin, biyolojik ve psikolo­ jik dinamizmin, yaşamak ve yaratmak kudret ve a r­ zusunun keslfleşmesi, bu neticelerin mühimlerin­ dendir. Bir milletin şeklllenerek meydana gelmesinin


80

MİLLİYET DUYGUSU

rinin mazideki başarı veya felôketlerine kutsi naza­ ile bakmaları şeklinde kendini gösterir.

M i l liyetçi insan milletinin tarihteki parlak de­ virlerini, başarılarını hatırladığı zaman, gurur ve if­ tihar duyar, karanlık devirlerini, felôket ve ıztırap­ larını hatı rladığı zaman ise mahzunluk h isseder. Milletlerin psikoloj isinde, d ikkate şayan bir ru­ hi hôdise müşahede edilmiştir: Bir millet tarihte ne kadar çok hazin ve ıztı raplı devirler geçirmiş ise, yabancı milletlerin tecavüz, zulüm ve istibda­ d ına ne kadar maruz kalmış ise, o nisbette mille­ tine bağl ı , o n isbette milliyetçi olur. M illetlerin ta­ rihte geçirdikleri felôketler, maruz kaldıkları cebir, zulüm ve haksızlıklar, istiklôllerini korumak için yaptıkları m ücadel.e ve fedakôrlıklar, onların milli h issini g·evşeten , sarsan bir ômil olmak şöyle dur­ sun, bilôkis bu h issi kuvvetlendiren, derinleştiren en büyük ômildir. Polonyalılar ve Yahudiler bunun g üzel birer misalidirler. M illiyetleri yüzünden asır­ larca çektikleri ıztırap ve felôketlere rağmen, bu ·iki millet, Lehler ve Yahudiler dünyanın en milliyet­ çi birer milletidirler. M i lletlerin mazilerine bağlılığı, bir de milli kül­ türlerine, d i llerine, dinlerine, milli a n'anelerine, mil­ letin atalarına ve kahramanlarına h ü rmet ve bağlı­ lık şekl inde belirir. Yeryüzünde zuhur edip de, bugüne kadar ya­ şamağa muvaffak olan bütün milletler, cesu r fertler, büyük şahsiyetler yetiştirmiş olan millet­ lerdir. Milletin hayat ve bekasının bahis mevzuu olduğu mücadele ve savaşlarda büyük yara rl ı klar ·göstermiş, millete olağanüstü h izmetlerde bul u n-


MİLLİYET DUYGUSU

81

muş insanlara KAHRAMAN adı verilir.

Bu büyük şahsiyetler milletin hôfızasında derin ve ebedi izler bırakırlar. Millet içinde zuhur eden milletsever halk şairleri bu kahramanların menkıbeleri n i şiirle tebcil ve terennüm ederler, onldr hakkında destanlar ya­ zarlar. Bu suretle kah raman, milletin «mukaddesat» hazinesinde yer alır. Kahraman yetiştirebilmek milletler ıçın çok kıymetli bir haslettir; bu, milletlerin yaşama, payi­ dar olma kudretinin garantisi ve teminatıdır. Biz Türkler, tarihte pek çok kahraman yetiştirmiş bir m i lletiz. Ü ç bin yıllık tari h i mizde siyasi varl ığımızı sağlayabilmişsek, bu, kahramanlar çıkaran bir mil­ let olmamız sayesinded ir. Eski Yunanlıların Thesee<32> ve M i ltiades'i<33>. Romalıların Mucuis Scaevola, Julius Brutus<34> ve Fabius Maximus'u <35>, Almanların Siegfrid'i<38>, Fransızların Roland <37 ve Jeanne d'Arc'ları<30>, biz

(32)

Plutarque, Les vies des hommes illustres, tome I, P. 1-35.

( 33 ) ( 34 l

(35) (36)

C37l . (38)

Helmolt's op. cilt. Tome IV. S.S. 281-283. Tite-Live, VIII. 34. Plutarque, op. cit. tome II. 1-34. Legende de Nibelungen, edition Ehrhard. Gıimm, Die deutsche Helden Sage, Göttingen, 1867. Chanson de Roland. Jeanne d'Arc ( 14 10-1431! . Fransa tarihinin en meş­ hur, insanda hayranlık hissi uyandıran kahraman­ Janndandır. Bu kız kahraman hakkında Avrupa di llerinde bir çok eser yazılmış . ezcümle Alman şairi Schiller bir trajedi, Fransız şairi Alfred de Vigny bir eleji yazmıştır.


MİLLİYET DUYGUSU

82

Türklerin Oğuz Han, Bumin Han. Bilge Han, Gül­ tekin, Tuğrul, Alpaslan, Ertuğrul, Osman ve Ata­ türk gibi tarihi şahsiyetlerimiz milli kahramanları n en parlak örnekleridirler. Milli kahra man vasıf ve şerefini kazanmak için millete mutlaka yukarıda isimleri geçen kahraman­ l a rınki kadar büyük h izmetler yapmış olmak şart değildir. Kah ramanlığın mônevi kıymeti yalnız ha­ reket ve h izmetlerin neticesine göre değil, milletin menfaatı uğrunda gösteri len fedakôrlığın derecesi­ ne göre de takdir edilir. M i lletin istiklôlini tehdit eden bir harpte. hatta herhangi bir sahada milletin büyük bir menfaatı uğrunda kendisini feda eden veya feda etmeğe ha­ zır olan şahıs milli kahramandır. 2 Mill iyet duygusu sadece milletin geçmi­ şine bağlılıktan ibaret değildir. M i l liyet hissinin te­ cel l i ettiği d iğer bir saha istikbale yönelmiş milli emel, gaye ve düşüncelerdir. -

Milliyet hissinin istikbale yönelen başlıca şekli siyasi bakımdan müstakil olan milletlerde, ebedi­ yen müstakil olarak yaşamak arzusundan, istiklô­ l ini 'kaybetmiş milletlerde ise, bu istiklôli tekrar ka­ zanmak emelinden ibarettir. Her iki durumdaki mil­ let. kendi ü l kesinde, kendi dilini konuşarak, kendi örf ve adetlerine uygun olarak yaşamak, medeniyet ve kültür bakımından gittikçe yükselmek arzu, azim ve ü midini besler. Milliyet duygusunun bir inkişaf. terakki ve te­ kômül ômlll olması, işte istlkbale müteveccih olan bu dilek ve arzular sayesindedir.


- 4 -

M İ LLi SEC İYE

Milli seciyeden kastimiz bütün millet efradına şômil, u mumi ve müşterek vasıf ve temayüllerdir. Gerçi hiç bir millete, h iç bir zaman bütün ferdle­ rin her h ususta aynı şekilde düşündüğü, aynı şe­ kilde hareket ettiği görülmemiştir. Çünkü bir ca­ miada herkes aynı ruhi inkişaf seviyesinde olmadı­ ğı gilbi, aynı irsiyete ve fıtri ·kabiliyetlere de maHk değildir. Aksi takdirde, beşeriyetin terakki ve tekô­ mülü imkônsız olur, milletler içinde Sokrat'lar, Fa­ rabi'ler, Lelbniz'ler, Newton'lar, Galilee'ler. Edison'­ lar, Pasteur'ler zuhur edemezdi <39>. C39l

•İptidai• denilen ve çağdaş medeniyetten mah­ rum olan kavimlere mensup ferdlerin muhakemesi­ nin daima mantıki olmadığı ve olamayacağı mu­ hakkaktır. İptidai ve cahil insanlara bir çok haki­ katler meçhul olduğu için, bu insanlar, Aristo'nun


MİLLİYET DUYGUSU

Fakat tecrübe ve müşahedeler isbat etmiştir ki, köklü m i lletlerde, ferdler arasında zeka derece­ leri bakımından farklar mevcut olmasına rağmen. bütün millet efradına şamil umumi ve müşterek ba­ zı ruhi temayüller mevcuttur. İ şte. Milli seciye, mil­ li karakter diye bunları n bütünQne diyoruz. M illi seciye, muayyen durumlarda aynı şekilde hareket etme, muayyen hôd iseler karşısı nda aynı şekilde hissetme. muayyen şeylere aynı şekilde kıymet biç­ me temayüllerinde tecelli eder. Mesele, bugünkü İ ngiliz milletine mensup fert­ lerin hepsinin elbette, biribirinden çok farklı ferdi vasıf ve hususiyetleri ve ruhi temayülleri vardır. Keza her Fransızın diğer Fransızları nkinden ayrı bir ruhi ô lemi (dilek, arzu, sevgi, nefret ôlemi) vardır. Fakat bir İ ngiliz davranışı, tutumu, reaksiyonları ile bir Fransızdan farklıdır. İ şte, İ ngilizlerde mevcut olan hususiyetler, İ ngiliz milli seciyesidir. Fransız­ larda görülen hususiyetler ise, Fransızların milli se­ ciyesidir, (Caractere national'dır) <40>. Hangi dilde konuştuklarını bilmeksizin, bir va­ purda rastladığınız iki yolcudan birinin İ ngiliz, di-

Hol

mantık esaslarına uygun surette muhakeme kud­ retinden elbette ki. mahmmdurlar. Fa.kat bu, Af­ rika'nın ciptidai• kavimlerine mahsus bir hadi­ se değildir. Bugün medeni Avrupa'da, mesela Londrıı. ve Paris'in fakir mahallelerindeki cahil insanlar arasında. da, hadiseleri mantık ve selim akla göre muhakeme edemeyen pek çok zavallı insanlar görülmektedir. Gu3tave Le Bon, milli seciye Uı.birinin yerine ·Ame collective• CM0.şeri ruh! veya «Constitution men­ tale» Cruhi bünye! tabirlerini kullanıyor. Les lois psychologiques de l'evolution des peuples, Ch. I.


MİLLİYET DUYGUSU

85

ğerinin Fransız olduğunu bakışlarından. yürüyüşle­ rinden, muayyen hareketlerinden anlamakta güç­ lük çekmezsiniz. Sadece harici görünüşlerinde değ il, milletlerin zihniyetlerinde, hôdiselere karşı reaksiyonlarında da fark vardır. M illi seciyen in meydana gelmesinde mil letin otu rduğu coğrafi sahanın tabii ve iktisadi şartla­ rı nın. maddi hayatı temin vasıta ve usullerinin. mil­ ' let içinde hôkim inançların. komşu miı letlerle olan dostluk veya düşmanlık münasebetlerinin, tarihi vak'alar ile büyük şahsiyetlerin bıraktığı milli ve tarihi izlerin, hulôsa millet teşekkülünde tesiri gö­ rülen hemen bütün ômillerin rolü vardır. Teşekkül etmiş milli seciye ve onun neticesi olan milli görüşler, milliyet duygusu ve lisan gibi. millet içinde yayı larak ve irsiyet sayesinde batı ndan batına intikal ederek kuvvetlenir ve mill iyetin bir u nsuru olur. Teşekkül etmiş ve irsileşmiş milli seciye, mil­ let, siyasi felôketler yüzünden. istiklô l i n i kaybederek ve parçalanarak, fertler veya zümreler birbirinden uzak sahalara dağılmış halde yaşamağa mecbur ol­ sa dahi, varlığını muhafaza eder, ölmez<41>, Bugün Yahudi milletine mensup i nsanlar dünr�ll

Fransız sosyoloji alimlerinden DURKHE İM diyor ki: Milli şuur, maşeri vicdan çok yava-? teşekkül eder ve çok yavaş zail olur. Bir hareket tarzının. bir inancın umumileşmesi, tebellür etmesi gibi zail ol­ ması da uzun zaman isteyen bir vetiredir. G. Lebon da aynı fikirdedir < Les lois psycholo­ giques de I'Evolution des peuples, Ch . I. II. III. ı


88

MİLLİYET DUYGUSU

yanın her tarafına dağılmıştır ve muhtelif l isonlar­ da konuşmaktadırlar. Buna rağmen, bu millet bu­ güne kadar milli seciyesini, milli temayül ve görüş­ lerini kaybetmemiştir. Asırlar boyunca Yahudiler milli karakterlerini muhafaza etmişlerdir ve Yahu­ dilikleriyle iftihar etmektedirler. Ancak, herşey gibi. milli seciye de muhite inti­ bak kanunlarına tôbi olduğundan, bugün Avrupa'da yaşayan kültürlü ve ô l i m bir Yahudinin telôkkileri Süleyman Peygamber zamanındaki bir Yahudinin telôkkilerinden elbette farklı olacaktır<42>. Cok ırkçı, son derecede mill iyetçi, gelenekleri­ ne sadı k. ara larında mütesanit, geçmişlerine bağlı olan Yahudiler, bugün dünyanın dört bir tarafına dağılmış olmalarına rağmen. aynı milli seciyeye sa­ h ipti rler. (421

Milli seciye. mevzuuna dair şu eserleri gösteı ebi­ liriz: Alfred Fouillee, Esquisse psychologique des peuı.lcs europeens. Paris. F. Alcan. 1921. Alfred Fouillee, La psychologie du peuple franç'lis. Paris, F. Alcan. Daniel G. Brinton, The Basis of social re!alions. A. Study in ethnical psychology. New-York, 1902. W. Mac Dougall, The group ınind, New-York, Lon­ don, 1920. G. Tarde, Les !ois de l'imitation, Paris, 1901. Ch. Letourneau, La Psychologie etlmique, Paris. 1901. E. Boutmy, Elements de la Psychologie politiqııe du peuple americain. Paris, 1902. E. Boutmy, Essai d'une psychologie du peuple ang­ lais au XX siecle. Paris, 1901. Gustave Lebon, Le lois psychologiques de J'Evolu­ tion des peuples. Paris, 1927.


- 5 -

M İ LLi SECİYEN İ N TEŞEKK Ü L Ü NDE BÜ Y Ü K ŞAHSİ YETLER İ N VE TAKLİT KANUNUNUN ROL Ü

Bütün mühim tarihi hôdiselerin, içtimai tahav­ vüllerin vukua gelmesinde, iradesinin kuvveti, zekô­ sı, basireti, bilgisi bakımından üstün olan şahsiyet­ lerin rolü şüphesiz bulunduğu gibi, milli seciyenin teşekkülünde ve milli kültürün inkişafında da büyük şahsiyetlerin mühim bir ômil olduğu inkôr olunmaz bir hakikattir. Devlet içinde yaşayan ferdler arası nda môşeri ruhun ve milli seciyenin teşekkülü, milletin kültür ve medeniyet sahasında ilerlemesi, milliyet duygusu­ nun derinleşmesi, büyük şair, yazar, ôlim ve mütefekkirler sayesindedir<43>. C43)

İnsanlık

taıihinde

büyıi.k

şahsiyetlerin

rolü

hak-


18

MİLLİYET DUYGUSU

İ ngiliz m illetinin bugünkü milli seciyesinin te­ şekkülünde Chaucer, Shakespeare, M ilton ve Byron gibi yazar ve şairlerin tesiri olduğu gibi, Bacan, Hobbes, Locke, Bentham, Stuart Mill gibi mütefek­ k i rlerin tesiri olduğu da muhakkaktır. Keza, bugünkü Fransızları n milli seciye ve psi ­ kolojilerinin meydana gelmesi nde Ronsard, Cornei l ­ le, Racine, Descartes, Montaigne, Condorcet, Volta­ ire gibi yazar ve mütefekkirlerin tesiri şüphesizdir <44>. Meselô, bugünkü Fransız münevverlerinin, u m u ­ miyetle kah ramanlık, insanlık, h ü rriyet v e ada let se­ ven ruhları nın bir köşesinde mevcut nüktedan bir septisizm temayülünün, yani şüphecil i k ve inanmaz­ l ı k vasfının Montaigne, Voltaire gibi yazarları n eser­ lerinden geldiği kanaatindeyiz. İ ngiliz düşünürlerinden Thomas Cariyle « Les Heros et le culte des heros»<45> adlı eserinde bü­ yOk şahsiyetlere «kahraman» ismini veriyor ve on­ ların rolünü esaslı surette izah ediyor. Son zamanlarda Alman mütefekkirlerinden Kurt Breysig de cok esaslı tetkiklere dayanan «Vom

kında daha tafsilli bilgi için bu eserin müellifi­ nin birinci Türk Tarihi Kongresinde okuduğu ·Ta­ rihin amilleri· adlı tebliğine müracaat edilebilir. !Birinci Türk Tarihi Kongresi Zabıtları, S.S. 339

-

364) .

(441

C45l

Burada adı geçen yazar. şair ve mütefekkirler mil­ letlerinin milli ruhiyatında nüvesi mevcut olan ruhi temayül ve hususiyetleri parlak ve bariz su­ rette ifade etmiş insanlardır. Paris, 1922. İngilizcesi •Heroes and hero worship•


MİLLİYET

DUYGUSU

89'

geschichtl ichen Werden» <45> adlı eserinde büyük şahsiyetlerin rolünü misallerle aydınlatmıştır. Fakat bu mütefekkirlerin her ikisi beşeriyet tarihinin en meşhur simalarından bahsediyorlar. Kanaatimize göre, tarihi yapanlar ancak isimleri tarihe geçmiş olan meşhur insanlar değildir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bunlardan başka, her milletin haya­ tında, herhangi bir sahada, herhangi bir şekilde müsbet rol oynamış, isimleri tarihe geçmemiş «kah­ ramanlar» da vardır. M i l li karakterlerin teşekk ü l ü n ­ d e ve inkişafında bunların rolü de çok mühimdir. Cariyle ve Breysig gibi mütefekkirler büyük adamları tari h in en mühim emili olarak kabul etti k ­ leri halde, sosyalist ve komünistler tarihi tahavvü ! ­ leri münhasıran halktan, kütleden gelen kuvvete is­ tinad ettirmektedirler. Bu görüşlerin her ikisi, tek taraflı telökkilerdir. Biz hakikatin ikisi ortasında ol­ duğu kanaatindeyiz. M illi seciyenin meydana gel­ mesinde milleti teşkil eden kütlenin ve bu kütleyi terkip eden fertlerin tabii istidatlarının, irsi kabili­ yetlerinin rolü inkôr olunamaz. Fakat milli kütlenin istidat halindeki kudret ve kabiliyetlerini maddi ve manevi eserlerde tecelli ettirerek, milletin hayat ve inkişafı na birinci derecede istikamet verenler, şüp­ hesiz, büyük şahsiyetlerdirı47> . ( 46 )

! 47)

Bu eserin ismini türkçeye ·Tarihin oluşu· diye tercüme edebiliriz. Büyük şahsiyetlerden kitabın birinci cildini teşkil eden, ·Persönlichkeit und Entwicklung• başlığını taşıyan kısmında bahsolun­ maktaciır. Büyük şahsiyetlerin tarihi rolünü Alman filozofu Hegel de tebarüz ettirmiştir. G.W.F. Hegel. Vorle­ sungen über die Philosophie der Geschichte. Einle­ itung, K. il.


90

MİLLİYET DUYGUSU

Şunu bel irtmek lôzımdır ki, milli seciyen i n şe­ k;llenmesinde ve gelişmesinde bilhassa şairlerin ve edebiyatçıları n rolü büyüktür. Büyük şahsiyetler sayesinde şekillenen milli se­ ciyenin bütün millete yayı lma mekanizması ise, be­ J irli sosyoloji k kanunlara tabid ir. Zannedildiği gibi, milli karakterin u m umileşmesi her zaman tazyik ne­ ticesi değildi r<48>. Bir devlet içinde uzun zaman beraber yaşayan ferd ve zümreler a rası nda aynı lehçenin, aynı inanç­ ların, aynı örf ve ôdetlerin, aynı ruhi temayüllerin yayılması, bir sosyoloj ik kanunun neticesidir. Bu da taklit kanunudur. Beşeri camiaların hayatında icat ve taklidin mü­ him rolü bulunduğunu i l mi bir surette izah eden, Fransa'nın büyük sosyologları ndan Gabriel Terde olmuştur. Bu ô l i m «Taklit Kanunlarııı <49> adlı ese­ rinde bu kanunun mahiyetini şöyle izah ediyor: «Bütün içtimai değ işiklikler küçük veya büyük, bir takım fikirlerin zuhuru ile başlar. Bidayett� bu fikirlerin zuhuru hiç kimsenin dikkatini celbetmemiş, h iç kimseye nam ve şöhret de te'min etmemiş ola­ bilir. Ben bu yeni fikirlere icat ve keşifler ismini veriyorum. Bu iki kelime ile, ya evvelce yapı lmış bir icadı n mahsulü olan bir şeye yeni bir unsur ilôve etmeyi veyahut o şeyi ıslôh etmeyi kastedi(48)

'(49)

Tarihte bir milletin dilini ve dinini icbar ve tazyik neticesinde değiştirdiği görülmüş ise de, bu nadi­ ren vıiki olan ve ancak kuvvetli istibdat rejimlerin­ de görülen hadisedir. G. Tarde, Les lois de l'imitation. Paris, 1921.


MİLLİYET DUYGUSU

81

yorum. Dünyaya yeni ihtiyaçlar ve bunları tatmin vasıtaları getiren bu yeni fikir ve teşebbüsler, ya­ yılmak, umumHeşmek hassasına möliktirler ve dai­ ma yayılırlar. Bu yayılma da insanın cibill iyetinde mevcut ve mündemiç olan taklit temayülü sayesin­ de vukubulur.» <50>. Bu kanun bütün içtimai hadiselerde kendini gösteren bir kanundur. Taklit, mevcut bir halin, ifa­ de ed ilmiş bir fikrin, bel irtilmiş bir h issin vukubul­ muş bir hareket tarzının ve yapılmış. icadedilmiş bir şeyin başkaları tarafından ben imsenmesi; o ha­ lin, o fikrin, o hissin, o hareketin, o usul veya tar­ zın tekrarlanmasıdır. Bu taklit hôdisesi ya taklit olu­ nanın iradesi haricinde husule gelir veyahut taklit edil mesi istenilen hal veya şeyin başkalarına si­ rayet etmesi için a l ı nan tedbirler neticesi olur. Bir şeyin taklit yolu ile yayılmasını temin vasıtaları nın en mühimi telkindir. Telkinin yolları da pek çoktur: Kitaplar, gazeteler. konferanslar, sohbetler. resim­ ler ve saire. İ ptidai camialarda taklit fiili yalnız mü­ şahede yolu ile vukubulur. İ ptidai camialarda da, medeni camialarda da ferdler arasındaki her temas bir taraflı veyahut karşılıklı taklidin kaynağı ve baş­ langıcıdır. İ çtimai hayatta taklidin ve telkinin rolü çok büyüktür. Propaganda denilen faal iyet, sistem­ li ve şuurlu telkinden başka bir şey değildir(51 > . Teşekkül etmekte olan b i r millet içinde milli seciyenin yayı lması, umumileşmesi işte bu taklit kaL 50l

G. Tarde. Op. Cit. P. 2.

<sıı

P. Rossi, Le suggesteur et la foule. Parts. 1904. Gustave Le Bon, La psychologie de la foule, Parts, 1947.


92

MİLLİYET DUYGUSU

n u nu sayesinde husule gelir. Taklit ekseriya aşağr içtimai tabakaların. kültürlü sınıfların tutum ve dav­ ranışları na özenmesi şeklinde tecell i eder. Fakat bazen tarihi şart ve dmiller neticesinde, yüksek bir kültür seviyesinde bulunan bir zümre kendisinden daha az kültürlü, fakat askeri bakımdan daha kuv­ vetl i olan bir zümrenin l isanın ı , örf ve ddetlerin i kabul edebil ir. Bunun aksi, tabiatiyle. daha çok gö­ rül müştürc52> .

(521

Bak: s. 74, paragraf 4 .


- 6 -

M İ LLET VE M İ LL İYET HAKKINDA İ LER İ S Ü R Ü LM Ü Ş İ F Kİ R VE NAZAR İ YELER

A - METAFİZİK NAZARİYE ,

Bu nazariyenin en meşhur mümessili Alman filozoflarından Hegel'dir. Hegel'e göre «milliyet» esrarengiz bir ruhtur. Yani, her milletin kendine has bir ruh u vardır<53>. Bu ruh diğer milletlerin ruhla­ rından farklıdır. Milli ruhlar seviye ve değer bakı­ mından biribirlerinden ayrıl ırlar. Hatta, bazı milli ruh lar arasında tezat bile vardır. Diğerleri ara­ sında ise, bildkis, biri birine yakınlık, uygunluk, dhenk mevcuttur. Milli ruhlar a rasında ki uyuşmazlıklar (53)

Hegel'in bahsettiği milli ru h C Volksgeistl esraren­ giz, metafizik bir varlıktır. Millet içindeki insan kalabalığı bu varlığın gövdesidir.


94

MİLIJYET DUYGUSU

milletler arası nda husumet, nefret ve müsad3me doğurur. M illi ruhlar arasındaki müşabehet, yakınlık, ôhenk ise, muhabbet, dostluk ve sempati tevlit eder. Milli ruhları n fevkinde bir de «Cihan ruhu» (Welt­ geist) <54> vardır. Cihan ruhu bütün milli ruhlara hô­ kimdir. Zaten milli ruhlar cihan ruhunun milletler­ de tecelli ve in'ikôsından ibarettir. Cihan ruhunun tecelli sahası cihan tarihidir. Mil letlerin yükselmesi, çökmesi. düşmesi. zafer ve muvaffakiyetleri, mağlubiyet ve felôketleri, hep cihan ruhunun iradesi neticesidir. Mil letleri tarihte şu veya bu rolü oynamağa, şu veya bu istika mette hareket etmeğe sevkeden. yine cihan ruhudur. Tarih sahnesinin ön safında, sırasiyle, millet­ lerden biri diğerinin yeri ne geçer. Her devirde ci­ han ruh u muayyen bir milletin sinesinde daha bü­ yük kuvvetle, daha kesif surette tecelli eder. O mil­ let. o devirde, bütün diğer mil letlerin rehberi, mür­ şidi ve kültür sahasında kı lavuzu olur. O devrin medeni milletleri cihan ruhunun tecellisinin en iyi mümessili olan bu milletin ruhi temayüllerinden il­ ham alırlar. Bu ruhi üstünlük sayesinde bu seçilm:ş millet her bakımdan hôkim millet olur. Bu hôkimi­ yet meşrudur. Diğer milletler cihan ruhunu temsil eden millete karşı hak ve hukuktan mah ru mdurlar. Hegel'e göre cihan ruhu, beşeriyet tarihinde ilk defa olara k Şark imparatorluğunda (?) tecel li et­ ti, sonra Yunan, daha sonra Roma devletinde ken­ d i n i gösterdi. (54)

Hegel'in felsefesinde •Weltgeist• na yakın bir mana ifade eder.

Allah

mefhumu­


MİLLİYET DUYGUSU

9S.

« Bugün (yani Hegel zamanında: 1 770 1 830) cihan ruhu Alman devletinde tecelli etmektedi r.» c55> _

Görüldüğü gibi, Hegel'in nazariyesi Üstün nazariyesinin başka tabi rlerle ifadesidir.

Irk

Metafizik yoldan « Üstün Irk» nazariyesini or­ taya koyan Hegel'in Milli Ruh hakkındaki fikirleri ba­ zı diğer milletlere de sirayet etti. Rusya'da da is­ ldv ırkının ve bilhassa Rusların beşeriyeti idare için Allah tarafından seçilmiş, müstesna bir ırk olduğu­ nu isbata çalışan muharrirler zuh ur etti. Bunların en meşhurları Aksakoff ve A. Khomiakoff'tur. Bu yazarların ve onların muakkiplerinin fikirle­ ri Slavoph ilie (İsldvcı lık) ismiyle mal0mdu r<56>. Bu g ünkü istildcı komünizmin itiraf edilmeyen unsurla­ rından biri hiç şüphesiz İ sldvcılıktır. Hitler ne ka­ dar Hegel'in til mizi ise, Lenin ve onun Rus miUe(55)

Hegel, Grundlinien der Philosöphie des Rechts. § Leipzig, J.930. Hegel, yukanda hulıisa etti­ ğimiz fikirleıini •Hukuk Felsefesinin Ana Hatları» adlı eseıi dışında, tarih felsefesine dair •Vorlesun­ gen über die Philosophie der Geschichte• adlı eserinde de, çok tafsilli bir surette izah etmektedir. Hege!'in bu eseıi de her milletin bir milli ruha malik olduğuna dair fikirleri� doludur. Misal için mezkür eserin beşinci kısmındaki ·Die germanische· Welt• faslını gösterebiliriz. Hegel'den başka Alman mütefekkir tarihçilerinden L. Ranke de milliyet esası hakkında metafizik te­ lf>.kkiyi temsil etmektedir. CDie Osmanen uncl Spa­ nische Momırchie in. XVI. und XVII. Jahr.J İslAvcıhğa dair eserlerin zikre şayan olanları şun­ lardır: Louis Lagar. Le panslavisme. A. Pypnin, Le pan­ 3�4-360.

C56l

slavisme dans le passa et dans le present.


96

MiLLİYET DUYGUSU

tine mensup taraftarları da, aynı derecede İ slôvcı­ Jık fikrini neşredenlerin şuurlu veya şuursuz tilmiz­ leri idiler. B

-

SOSYALİST NAZARİYE ,

Sosya list edebiyatta mill iyet esası hakkında bi­ ribirinden farklı iki cereyan vardır: Biri m i l l iyeti münhasıran iktisadi şartların ve kapita l izmin mahsu­ l ü telôkki eden, mill etleri de, kapitalizm gibi ze­ vôl e mahkum addeden cereyandır; diğeri isA, mil­ letlerin mevcudiyetinin bir tarihi real ite olduğu.1u ka­ bul eden ve mevcud iyetleri tabii olan bu varlıkları hesaba katmanın zaruri olduğunu ileri süren cere­ yandı r. « Kosmopol itlik» faslında ayrıca üzerinde d u ra­ cağımız birinci cereyanın temsilcileri, başta Marx ile Engels olmak üzere, komü nistlerdir. Marx ve En­ gels'e göre kapitalist rej i m yok edild ikten sonra. proletarya hôkimiyeti devrinde milletler zail olacak­ tı r. Komünist camialar sı nıfsız olacakları gibi, aynı zamanda mill iyetsiz de olaca klard ı r<'7>. Bugün Rus komünistleri de, hem prens ip, hem fiili siyaset bakımından Rus milletinden başka mll­ ietlerin müstakil olara k yaşamasına. mil let olara k inkişafına taraftar değildirl er<111> . C 57l

Kari Marx, Friedrich Engels, Manifesto o f the comnıunist party. New-York, lnternational Publis­ her, p. 28. Le Manifeste du parti communiste, Pa­ ris 1934, edition d'Alfred Costes. Pages 91 92. Bugün Rusya'yı idare eden komünistler milletle­ rin istikl:'.ıl ve muhtariyet.ini sözde tımıyorlarsa da, fiilen boyundurukl1tn altına aldıkları bütün mil­ letleri tedricen milliyetsizleştirerek bir sosyalist Sovyet milleti •yaratmak• için bütün gayretlerini sarfetmektedirler. -

c[58l


MİLLİYET DUYGUSU

17

Sosyalistler a rasında ikinci cereyanı temsil edenler, bilhassa Avusturya'nın sosyal ist mütefek­ kirleridir. Bunların en meşhuru Otto Bauer'dir. Bu m ütefekkirin «Milliyet meselesi ve sosyal demokra­ si» adlı eseri, zamanında d ünya sosyalistleri a ra­ sında büyük rağbet ve şöhret kazanmıştır. Bu eser­ deki esas fikirler şöyle hulôsa edilebili r: «M illet adı verilen insan zümreleri, bir taraftan insanların tabiatla mücadelesi şartlarından, d iğer taraftan servet istihsali şartları ile iş sahasındaki türlü istihalelerden doğan birer mahsuldürler. Bu bakı mdan milletleri tarih meydana getirir. Milletler, medeniyet ve i rfan sahası nda ilerle­ dikçe, mil let çerçevesi içinde kültürlerini inkişaf et­ tirmek için daha geniş imkônlar elde ederler. Bu suretle d iğer mil letler tarafından yutulmak, temsil edilmek tehlikesine daha az maruz bir hôle gelirler. Car:rıiaları n demokratikleşmesi ve sosyal istleş­ mesi de milliyet esasını derinleştirmekte . ve kuwet­ lendirmektedir.» <59> M i l l iyet duygusu büyük bir rea-: l itedi r, sosya list camialarda dahi milliyet duygusu­ nun yok ol ması ihtimali düşünülemez. Bir milletten bir d iğerine gecen herhangi fikir, m üessese veya prensip bunları alan milletin milli duygularına, mil­ li görüşlerine, milli hususiyetlerine uydurulmaksızın kabul edilemez. Milli kültürler arasında umumi esas­ lar bakımından biribitine yakınlaşma milliyetin, mil­ li h ususiyetlerin zevalini ifade etmez. Bugünkü de-

C59)

Otto Bauer, La question nationale et l a democl'8i-· tie sociale. HI. p. 131.


98

MİLLİYET

DUYGUSU

vir milletlerin medeniyet ve kültür sahasında en çok biribirlerinden istifade ettikleri devir olduğu halde, milletlerin diğer milletlerden farklı birer varlık ol ­ duklarına dair şuurları ve milli d uyguları hiç bir za­ man bugünkü kadar kuvvetl i, vazıh ve kesif olma­ mıştır>> c so ı . Birinci Dünya Harbinden önceki Almanya'nın meşh u r sosya l ist mütefekkirleri nden K. Kautski de, milletleri iktisadi ômillerden doğan mahsuller telôk­ ki ettiğini söyledikten sonra, şu fik irleri ileri sürü­ yor: «Bugünkü milli cereyanla rın bütün esasları za­ manımızdaki beşeriyetin i nkişaf temayüllerinde mündemiçtir. Tarihen bütün milli cereyanlar haklı­ dır. M i lletlerin inkişafı na suni bir surette môni ol­ mağa çalışmak, beşeriyetin inkişafı na set çekmeğe kal kışmaktır» c&ı ı . Sosyalist düşün ü r ve yazarla r a rasında mil liyet d uygusunu tabii bir hôdise telôkki eden, mil letlerin varlığını kabul etmek zaruretini ileri süren cereyan Avusturya ve Almanya'ya mahsus değildir. Fransa'­ nın Birinci Dünya Harbi'nden önceki meşhur sosya­ list mütefe kkiri Jaures de milletleri tanımak lüzu­ muna kani idi. Jaures «Yeni Ordu» adlı eserinde dl� yor ki:

«Vatan esasının temelleri münhasıran iktisadi mefhumlarda mündemiç değildir. ·eu esasın temel­ lerl mülkiyet ve sınır mücadelesi cerceves ı içinde ,

(60)

İbldem, III, p. 161.

(61)

K. Kautskl, Natıonallte de notre temps.


09

MİLLİYET DUYGUSU

de sı kışmış değildir. Milliyet mefhu m u uzvi bir de­ rinliğe, ideal bir yüksekliğe môl iktir. Şimdiye kadar yeryüzündeki şartlar bütün beşeriyetin bir tek ca­ mia halinde taazzuv etmesine môni olmuştur. Yer­ yüzü, insanların sayı ları na nisbetle, fazla genişti . Bundan dolayı beşeriyet dağılma kanununa tô bi idi. Beşeriyet, birbirinden ayrı bir takım gruplar ha­ l i nde teşekkül etti. Mi l letlerin , yan i birbirinden fark­ lı grupların teşekkülü, tekômülün hazırlamakta oldu­ ğu daha büyük grupların teşekkülü nün şartı olmuş­ tur. Bu milli grupları n her birinde bir müşterek ha­ yat, bi r müşterek şuur h u su l e geldi. Bu müşterek şuurda bütün ferdler birleşti ve bu sayede şuur da kuvvetlend i» ' 52 > . Jaures'in 1 905'te Stuttga rt'ta toplanan b i r sos­ yalist kongresinde söyl ediği aşağıdaki sözler de cok mônal!dır: Jaures d iyor ki, «Mil letler beşeri dehônın, be­ şeri i nkişafın birer hazineleridirler, mônevi kıymet­ leri ihtiva eden birer vazodurlar. Bu kültür vazola­ rı nı kırmak proletaryaya yakışmayan bir hareket olur» <63>. Son senelerde sosyalist edebiyatta hôkim olan fikir, milletlerin zevale değil, bilôkis i nkişafa doğru

!62l

J. Jaures. L'Armee Nouvelle. Paris Rouff. pp. 583586.

!631

L'Humanite et la nature aınbiante. nationale.

La

question


100

MİLUYET DUYGUSU

yü rüdüklerine, yakın bir gelecekte istikldlden mah­ rum milletlerin bir çoğunun istikldle ve hiç değil­ se, geniş bir milli muhtariyete kavuşacoklarına dair fikirdir. C

-

PSİKOLOJİK NAZARİYE

·

Bu naza riyeyi en iyi ifade eden Fransız bilgin ve düşünürlerinden Ernest Renan ( 1 823 - 1 892) ol­ muştu r. Renan'a göre, milliyet bir ruhi prensipten<54> ibarettir. Bu ruhi prensibi başlıca iki unsur teşkil eder ki, biri maziye (tarihe), d iğ eri istikbale mü­ teveccihtir. Birinci unsur maziden kalma i rsi hatı ­ ralard ı r. İkincisi ise, bir millete mensup fertlerin beraber yaşamağa devam etmek, seleflerden teva­ rüs ed ilen milli hatıraları ve manevi mirası yaşat­ mak arzu ve i radesidir. M i lletler yoktan varol maz­ lar. M i llet uzun ve çetin mücadelelerin, müşterek fedakdrlı kların, karşılıklı sadakatların neticesidir. M i l l iyetin dayanağı, mil letin kahramanlı klarla dolu tarihidir. . . En meşru tecel lisi de atalara hür­ mettir, çünkü milleti yaratan atala rdır. M i ll iyet bir millete mensup fertlerin bir taraftan tarihte beraber övün ülecek büyük işler yapmış ol maktan doğan hatı ralara ve yaratılmış milli manevi servetlere bağ­ lılıktan, d iğer taraftan bugün ve gelecekte de be­ raber büyük işler yapmak a rzu ve iradesinden lba­ retti r<05>.

(64)

Principe spirituel.

(65)

Ernest

Renan, Qu'est-ce

que

la

nation?

Françaises, pp. 68-73. Paris, Calmann Levy.

Pages


MİLLİYET DUYGUSU

101

Yukarıda hulasa ettiğimiz nazariyelerden her biri, mill iyet duygusunun u nsur ve amillerinden an­ cak bir veya ikisi üzerinde duruyor. Bu sebeple ye­ tersizdir, şöyle ki: A Hegel'in m i lliyet hakkındaki fikirleri me­ tafizik ve m istik fikirlerdir. M üsbet metodlarla bun­ lar ne isbat edilebilir, ne de reddedilebilir. __.

Hegel'in nazariyesi, bazıları için, bir şahsi aki­ de olabil ir. Pozitif ve sosyoloj i k bakımdan ise, mil­ liyet duygusu sadece fertlerin ruhlarında yaşayan bir ruhi hôlettir. Bu ruhi hôletin veya rea litenin fer­ di ruhlar haricinde metafizik mevcudiyeti yoktur. Onun için, biz Hegel'in M i lli Ruhun mahiyetine ve bazı milletlerin, cihan ruhunu temsil ettikleri için, dünyaya hôkim olmak hakkını haiz olduklarına dair fikirlerini kabul edemiyoruz. Kanaatimize göre mil­ liyet ve milliyet du ygusu metafizik bir mefhum de­ ğil, millet içindeki ferdlerln ruhlarında yaşayan ger­ çek bir ruhi halettir. M i l let de, bu ruhi halete malik ferdlerden mürekkep bir toplu l u ktur. Esasen, Hegel'in fikri tarihi bakımdan da yan!ıştır. Çünkü tarihte, medeniyeti, kültürü, siyasi kudreti ve tarihi rol ü bakımından biribiriyle tama men müsavi olan millet ve devletlerin aynı devirde ya­ şayabilmiş olduklarını görüyoruz. Babil medeniye­ tinin yükseldiği devir Mısır mederftyetinin de parlak devriydi. Roma'da medeniyet ve kültürün yükseldi­ ğ i devirde Yunan medeniyet ve kültürü sönmemiş­ ti. «Cihan Ruhu» orada da mükemmel surette tecel­ li etmekte idi. Almanya'nın (Prusya'nın) yükseldiği devirde ne Fra nsız medeniyet ve kültürü, ne İngiliz medeniyeti, ne de bu iki milletin siyasi kudreti zail olma mıştı. /


102

MİLLİYET

DUYGUSU

Hegel'in bütün felsefesi gibi, millet ve milli ruh hakkındaki fikirleri de, sarahatten mahrum ve fikir olmaktan ziyade dôhi b i r şairi n ruhundan taşan his tufanı halindeki zihni mahsullerd ir. B - Sosyalistlerin milliyet h akkındaki fikirleri tek ta raflı görüş mahsulüdür. Yukarıda görüldüğü üzere. sosyalist mütefekkirlere göre milletin haya­ tı nda en mühim ômil i ktisadi emild ir. İnsanlığın hayatında, iktisôdi ômil çok mühim olmakla beraber. bu ômilden başka da, bir çok mad­ di ve manevi a millerin bulunduğu şü phesizdir. Bu hakikati sosyal ist mütefekkirlerden anca k Jaures anlamıştı r. C Renan'ın mill iyet duygusunun muhteva ve mahiyetini izah şekli çok isabetlidir. Anca k, Renan da mil letin ne g ibi şartlar altında ve ne gibi ômil­ ler neticesinde vücut bulduğu h ususu üzerinde d u r­ muyor. -

Ka naatimizce millet ve milliyet esasının mahi­ yetini, en ilmi şekilde izah edenler, hukuk tari � iyle uğraşanlarla sosyologlard ı r. Mesela on dokuzuncu asrın sonunda şöhret kazanmış Fransız sosyologlarından E. Durkheim mil leti şöyle tarif eder: « M i l let etnolojik veya tarihi esaslara istinôden, aynı kanunlar altında, ayrı bir devlet olarak yaşa ­ mak arzu ve iradesini besleyen ferd lerden m ü rek­ kep bir beşeri zümred ir . . . Bugün « m i l li irade» de­ nilen şey medeni milletlerce bir prensip olara k ka­ bul ed il miştinı C55>.

I G6 l

Rene Johannet. Le pnncıpe MCMXVIII. Paris, pp. 22-23.

des

Nationali tes


Kısım .

111

.

MiLLiYET MEVZUUNDA AŞIRI CEREYANLAR



- 1

KOSMOPOLİTL I K 1

Kosmopolit tôbiri Yunanca iki kelimenin birleş­ tirilmesiyle yapı lmış bir sıfattır: 1 ) Kosmo = d ünya, 2) polit (es) = vatandaş. Kosmopolit = «dünya va­ tandaşı» yani, şu veya bu ülkeyi değil, bütün dün­ yayı vata n terôkki eden adam. Bir bakıma kosmopol itli k (Cosmopolitisme). bir insanın, sadece diğer milletlere karşı hayırhahlık ve sempati beslemesi mônasına kabul edilebilir. Fakat kosmopolitli k kelimesinin asıl mônası. mill iyetlik aleyhtarlığı, milliyet d uyg usunu hor gör­ medir. Biz de burada kelimeyi bu mônada kullana­ cağız. Şu halde kosmopolitlik, milliyeti i nkôr eden, milliyet duygusunun ve esasının zararlı olduğunu


106

MİLLİYET DUYGUSU

iddia eden. milletleri gelecekte ortadan kalkacak bire r zümre telekki eden bir cereyandır. Kendilerini «Solcu» diye adlandıran Anarşist ve Komünistl erle Sosyal istlerin çoğ u kosmopol ittirJer. M esele, Rus sosyal izmi tarih inde mühim rol oy­ namış olan Lavroff milliyet karşısındaki tutu munu �öyle ifade eder: «SO&;'af mesele bizim nazarı mız­ da birinci derecede mühim meseledir. Sosyal mü­ cadele meseleleri yanı nda ve karşısında mill iyet meselesi yok olmalıdır. Sosyal problem için d i l fark­ ları, milli an'ane farkları yoktur. Ancak insanlar ve bütün insanlara şemif sosyal gayeler va rdı r. Bu prensipler adına m il l iyet farkları ile esaslı surette mücadele edilmel idinı < 1 > . Marksistler v e komünistler d e kosmopol ittirler. Kari Marx ile Engels'in d ü nya işçilerine hi tab eden beyannamelerinde denil iyor ki: «Komünistler vatan ve mil leti yok etmeğe ça lışmakla itham ed il iyorl a r. İşçi lerin vatanı yoktur ki, sahip olmadı kları bir şey­ den mahrum edilsinler. . . M i lletler a rasındaki fark­ l a r, hususiyetler, düşmanlıklar ve burjuvazinin inki­ şafı, istihsal usul lerinin h er memlekette yeknesak şekil a l ması, ticaret hü rriyeti ve bundan doğan ha­ yati mü nasebetler neticesi olarak, milletler ortadan kalkmak üzered ir. Proletarya nın hekim olması, ikti­ d a rı n proletaryanın eline geçmesi milletlerin orta­ dan kalkmasını çabuklaştıracaktır» <2>. Ondokuzuncu asrın sonlarında Avrupa'da bülll

ı2ı

Lavroff. uVperod• N. I. 1873. Marx ve Engels, Le manifesto communiste, Paris 1934, edition Alfred Costes, p. 91, Manifesto of communist party. New-York. International publis­ hers. P. 28.


MİLLİYET

DUYGUSU

107

yük şöhret kazanmış Alman mütefekkirlerinden Ni­ etzsche de kosmopol it idi. N ietzsche diyor ki: (<Ti­ caret ve sanayiin inkişafı, neşriyat ve k itaplar vası­ tasiyle milletler a rasında münasebetlerin sıklaşması, yüksek kültürün müşterek olması, insanları n mesken ve ikametgahlarını kolay değiştirebil mesi, köylü ol­ mayan ahalinin «göçebe» hayatı, bütün bu şartlar. içtinabı kabil olmayan bir surette mill iyet duyguau­ nun ve neticede, hiç deği lse Avrupa'da, milletlerin zevalini hazırlamaktadır. M i lletlerin karışması neti­ cesinde yeni bir « ı rk» (millet?) husule gelecektir.» Gerek Marx'ın, gerek Nietzsche'nin eserlerin­ deki bu fikirlerin milliyet düşmanlığı olmayıp, sade­ c e bir ôlim ve mütefekkirin i l mi görüşleri olduğu zan nedi lebil ir. Fakat hakikat böyle değildir. Gerek Marx'ı n . gerek Nietzsche'nin milliyet hakkındaki menfi gö­ rüşleri objektif tefekkür _ve tetkik mahsulü olmak­ ta n ziyade, kendi felsefi doktrinleriyle tel ifi müm­ k ü n olmayan milliyet esası na karşı peşin bir- husu­ metin mahsulüdür. M i l letlerin mevcudiyeti. milli h issin kuvvetli bir tarihi ômil olması, bu düşü nürlerin felsefi ve tarihi görüşlerine meydan okuyan, onları n kurdukları fikir sistemiyle telifi kabil olmayan bir realite olduğun­ dan, onların nazarı nda bütün bunlar «can sıkıcı» hallerdir. Bu düşü nürlerin milletlerin zevale mah­ kum olduğuna dair fikirleri de, sadece ruhlarındaki bir temenninin ilmi kisveye bürünmüş ifadesidirP ı . 13)

İstenmeyen, fakat mevcut olan bir şeyi veya ha­ diseyi yok telakki etmek temayülü ancak avcıyı görmek istemeyen deve kuşuna mahsus değildir. Eflatun gibi büyük filozoflar bile bazı meselelerde bu duruma düşmüşlerdir.


108

MİLLİYET DUYGUSU

Manc bir maddiyatçı olduğu için, manevi var­ lıkları n peşinen d üşmanıdır. Diğer taraftan, bu mü­ tefekkir iktisadi emili bütün içtimai hadiselerin ye­ gône emili telôkki ediyor ve bütün beşeriyet tari­ hini bir sı nıflar mücadelesi olara k göstermek isti­ yor. Bir yandan da, bütün dü nyanı n işçi sınıfını bir­ leşmeğe ve sermayedar sınıfı olan burjuvazi ile mü­ cadeleye d avet ediyor. Halbuki, dünya işçilerinin. Marx'ın istediği şekilde vatanlarını unutarak ve mil­ letlerin i yok farzederek birleşmelerine meni olan en büyük engel milliyet esası, milliyet duygusudu r. Marx, felsefi ve sosyoloji k görüşlerinin netice­ si olarak milliyet esasının aleyhtarıdır. Marksizmi çok ilmi ve esaslı su rette ta hlil ve tenkit etmiş olanlardan biri, Alman ô l imi Rudolf Stammler'dir. Eserinin ismi de «Wirtschaft und Recht» d ir<4>. Marx'ın «tarihi maddiyetçilik» ismiyle malum sosyoloj ik görüşlerini çok ilmi esaslara istinaden tenkit eden bir diğer mütefekkir de, büyük Cek eli­ mi ve milliyetçisi olan Theodor Masaryk'tir. Masaryk, «Die philosoph ischen und soziolo­ gischen Grundlagen des Mancismus» <�> adlı eseri­ nin, Marx ve Engels'in milliyet hakkındaki fikirlerini tahlil ve tenkide tahsis edilmiş faslında (Fasıl V l l l . $ . 1 1 5, 1 1 6) şöyle d iyor: «Ne Manc, ne de Engels zamanı mızdaki mil let-

(4)

Leipzig, 1896.

csı

Wien. 1899.


MİLUYET DUYGUSU

109

lerde milliyet hissinin inkişafını takip edememişler­ d i r. Bu, onların hayatlarının ve ferdi inkişaflarının şartlarıyla izah edilebilir.» Masaryk bunu şu mealde açıklıyor: «Gerçek­ ten Marx da, Engels de, fii len Kosmopolit olarak yetişti ler. Almanya'da cereyan eden mutla kiyete karşı isyan onları evvela Fransa'da, sonra İngilte­ re'de yaşamağa mecbur etti. Paris'te, Brüksel'de, l sviçre'de türlü mil letlere mensup proleter sınıfı mü­ messilleri ile temasa geldi ler. Bunun netices inde, şiarı " EY dü nya proleterleri, birleşiniz», olan komü­ nizm beya nnamesi neşredildi. Marks izm, başından beri beynelmilel bir şekilde teşkilatlandı. Fakat bu durum uzun s ü rmed i, her memlekette ayrı milli sosyal ist partiler kuruldu, çünkü ondokuzuncu asır­ da mill iyetçil ik anca k lisan sahası nda deği l , her sa­ hada tecelli eden bir hadise idi. İ ktisat sahasında Frederik List'in fikirleri. hukuk sahasında Savigny'­ nin görüşleri, fel sefe sahasında Fichte, Hegel. Wag ­ ner'in düşünceleri, Rusya'da gel işen İslavcılık cere­ yanı, hep milliyet duygusundan doğan cereya nlar­ dı. M i l l iyet h issi Avusturya ve Rusya İ mparatorluk­ l arı ndaki esir milletlerde d e inkişaf hal inde idi. . Marx ve Engels bütün bu cereyanlardan uzak kaldılar ve mill iyet cereyanının gel işmekte olduğu­ nu farkedemediler. Buna rağmen, kendileri ruhen Alman kalmışlardır. M arx'la Engels'in «Almanlık» h i ssi ancak Almanya'nın birleşmesi meselesinde de­ ği l , İslövlaro karşı besledikleri h islerde de kendini gösteriyordu. Fakat onlar, elbette ki, mill iyet duy­ gusunu, ezilen, m i l liyetleri yok edilmek istenen, si­ yasi istiklölden mahrum olan, esir mil letlerin h is -


1 10

MİLLİYEf

DUYGUSU

settiği gibi hissedemezlerd i, çünkü Almanları m i l li dillerinden ve milliyetlerinden mah rum etmeyi he­ def tutan bir kuvvet, bir devlet yoktu. Bütün bunlar neticesinde M arksizmin müessis­ leri m i l l iyeti ancak iktisadi şartlardan doğan bir ha­ d ise telôkki ettiler. Marx b ir çok yazı larında m i l leti devletle ka rıştırıyor, her ikisini egoizm mahsu l ü te­ lakki ediyor. M a rksizmin kurucuları m i l leti ve m i l l iyeti tari­ hi maddiyetçilik bakımından tah l i l ve tenkit etme l i idiler. Fa kat b u n u yapmamışlard ır. Onun için Mark­ sizmin mill iyet meselesindeki teorik tutumu i l mi değ ildir.» ,Nietsche'ye gelince, bu düşünürün fel sefesinin esası, malum olduğu gibi, içtimai hayat ve kültür sahasında şimdiye kadar beşeriyete rehber olmuş olan AKIL, DİN, AH LAK. DEM OKRASİ gibi yü ksek kıymetlerin inkô rından ibarettir. Nietsche beşeriye­ tin bu kı ymetlere bağlı kalmasını, fizyolojik bakım­ dan tereddi mahsulü telô kki ediyor(BJ. Nietzsche'nin gayesi « kıymetler merdivenini devirmek»tir, yani in­ sanlarca şi mdiye kadar değer verilen kıymetleri in­ kôr ederek, kuvvet ve kudret iktisabı için çalışan, şefkat ned ir, merhamet ned i r bil meyen, her şeyi, herkesi tereddütsüz olarak çiğneyebilen, egoizm te­ mayüllerlni en yüksek d ereceye vardı ran « üstün in­ san» yaratmaktır<1ı.

(6)

(7)

Emile Brehier, Histoire de la philosophie, Tome il, Partie il. Ch. VI. Nietzsche'nin felsefesi hakkında daha esaslı bir fi­ kir edinmek isteyenlere bilhassa bu mütefekkirin ·Humain, trop humain• ve ·Ainsi parla Zaratho­ ustra• adlı eserlerini tavsiye ederiz.


MİLLİYET DUYGUSU

lll

Bu, dôhi, fakat şüphesiz, başından beri ruhen hasta olan ve sonraları aklını büsbütün kaybeden mütefekkirin, diğer mônevi kıymetler meyanında, medeniyet tarihinde büyük yaratıcı rolü olan milli­ yet esasını da inkô r etmesi gayet tabiid i r. Kosmopolitlerin m il liyet aleyhinde ileri sürdük­ leri bir iddia da şudur: «Kabileler bir devlet içinde birleşerek, uzu n zaman berabe r yaşama neticesinde, kabilecilik duy­ gusunu nasıl unutmuşlar, mil letler yaratmışlar ise, bugünkü milletler de cihanşümul bir «beşeri dev­ let» içinde mill iyetlerini un utarak, pekô lô m i l l iyetsiz bir «beşeri kütle» hal ine gelebilirler.» Bu iddianın psikolojik ve sosyolojik esaslara aykırı olduğunu gelecek fasılda izah etmeğe çalı­ şacağız.


- 2 -

KOSMOPOLİTLİGİ N PS İ KOLOJ İ K VE SOSYOLOJ İ K GERÇEKLERE AVKIRI OLUŞU

Kosmopolitlerin, komünistlerin, milliyet düşman. !arının istedikleri g ibi, bugün mevcut milletlerin or­ tadan kalkmasına, insanlığın tek milliyetsiz «beşeri kütle» haline gelmesine imkôn yoktur. Milletleri yok ederek, milliyetsiz bir «beşeri kütle» yaratmayı imkansız kılan başl ıca sebep bu­ günkü mil letlerin yüksek kültür seviyesinden doğar. psikolojik durumu, bunun neticesi olan ahlôki ve h u ku ki telôkkiler ile i rsileşmiş, derinleşmiş milliyet duygusudur. Ta rihe bakı l ı rsa, eski devirlerde, ekseriyetle, oynı ı rka mensup küçük zü mrelerden büyükçe bir


MİLLİYET DlıYGUSU

113

zü mrenin meydana gelmesi «temsil» yolu ile vuku­ bulmuştur. Bu da başlıca iki şekilde olmuştur: 1 Küçük zümrelerin, hakimiyeti altına gir­ cikleri kuvvetli z ümrenin örf ve ôdetlerini, lehçesini ve kanunlarını kendi a rzu ve ihtiyarlarıyle kabul et­ meleri. -

2 Hôkim z ümrenin kendi töresini, yasaları­ nı v.s. kabul ettirmek için baskı, cebir kullanması . Vaktiyle, lehçeleri işlenmemiş, aynı soydan ka­ bilelerin, taklit yolu ile hakim kabile içinde erimesi kolay ol muştur. Bugünkü milletler iç·i n bu mümkün değ i ldir, çünkü Lôtin milletleri gibi biribirine yakın diller ko­ nuşan ve uzun müşterek tarihi olan milletlerde bi­ le, milli şuur çok i nkişaf etmiştir. Bugün bütün me­ deni milletlerin bir m il li tarihleri, gelişmiş l isanlan, yaratmış olmakla iftihar ettikleri zengin kütür eser­ leri, maddi medeniyet ôbidelerl vardır. Bu h azine­ lere môlik milletlerin, taklit yolu ile birlbirlerine ben­ zemesi, yani milliyetlerinden feragat etmesi hatı ra gelemeyecek derecede imkônsızdır<'>. -

Cel

Bugün de medeni milletler biribirlerinden bir çok şeyler alırlar. Fakat bu karşılıklı alış verişler mil­ letlerin milli bünyelerini sarsacak bir mahiyet al­ maz. Milletler, yabancı milletlerden aldıklan şey­ leri daima milli bünye ve hüviyetlerine uygun ·bir şekle sokarlar. Son iki üç asır zarfında İngilizlerle Fransızlar medeni sahada biribirlerinden pek çok şeyler almışlardır, fakat bu onların İngiliz ve Fran­ sız kalmalanna asla mruu olmamıştır, İngilizlik, Fransızlık duygu ve şuurlarını asla haleldar etme­ miştir. Çünkü bu iki millet biribirinden aldığı şey­ leri millileştirmiştir.


114

MİLLİYET

DUYGUSU

Vakıa, . Romalılar gibi bazı tarihi milletlerin ta­ mamen teşekkül etmiş milletleri dahi temsil ettik­ leri görü lmüştür. Fakat Roma 'nın meydana getirdi­ ği İmparatorluk, mil let olma ktan ziyade, bir mil let­ ler camiası idi ve Roma'nın çökmesinden sonra lıe­ men parça landı. Hem bu temsil, eritme, büyük mikyasta cebir, zul ü m ve baskı kullanma neticesinde mümkün ol ­ muştu. Bugün ise, temsil için bu yola başvurmak im­ kansızdır. Çünkü artık h iç bir millet diğer bir mil­ leti kendi dinini, lisanını, ört ve adetlerini kabul et­ meğe zorlayamaz. Bugün mil letleri ortadan kaldıra­ rak bütün beşeriyetin bir tek yeknesak kütle hal ine getirilmesine môni olan diğer bir sebebi de zikret­ mek lôzı mdır: Tarihte bir milli zü mre tarafından diğer zümre­ lerin temslli, ister takl it, ister icbar neticesi olsun, takl'it edilen veya zorla temsil eden muayyen bir millet ta rafından olmuştur. Bu, umumiyetle devlet içinde ha kim olan milletti: Romalı, Arap, Anglosak­

son.

Cihanşümul bir «beşeri kütle» vücuda getiril­ mesi için bugün mevcut milletler hangi milleti tak­ lit edeceklerd ir? Yahut hangi millete zorla benze­ tileceklerdir? Eğer milletlerin yeknesak bir beşeri kütle ha­ line getirilmesi onları bug ü n mevcut süper devlet­ lerden, « Düveli muazzama»dan biri ne benzetmek-


MİLLİYET DUYGUSU

1 15

ten iıbaret ise, Kosmopolitlik blr tek milletin dün­ yada hôkim olmasına zemin hazı rlayan bir cereyan olarak ortaya çı kar. Yok hedef milletlerin bugün mevcut bir millete benzetil mesi olmayıp da, mevcut olmayan, fakat istikbalde teşekkül edeceğ i tasav ­ vur olunan bir «X» millete benzetilmesi ise, bu ger­ çekleşmesi asla mümkün olmayan bir hayaldir. Cünkü ne idüğü, ne olacağı bel l i ol maya n mu hay­ yel bi r «X» mil letine ne benze mek, ne d e benzetmek mümkündür. H a ngi bakımdan terk i,k edilirse ed ilsin, Kosmo­ pol it görüşün yanlış bir görüş olduğu aşikôr bir ha­ ki'kot olar<lk ortaya çıkmaktad ır. Milliyet aleyhta rı olan kosmopolitlik ta rih bakı­ mından yanlış bir görüş olduğu gibi, sosyoloj i ve toplum psikolojisi ba kımı ndan da yanlıştı r. Çünkü beşeriyet yaratılalı «i nsan» a i le, kabile, mi!let gibi bir zümreye mensup olmadan yaşamamıştı r ve ya­ şayamaz. « Kütle h issi» , insanın derin ruhi unsu rla ­ rından biridir. insanın ruhi hayatının bir unsuru olan ve bu­ gün milliyet duygusu şeklini alan bu his herhangi bir mütefekkirin a rzu ve iradesi veya herhangi bir partinin « programına kabul ettiği» «milliyetsizlik prensibi» yüzünden beşeriyetin hayatından siline­ mez. Milliyet h issinden mahrum ferdlerden mürek­ kep bir «beşeri millet» in yaratılması, bütün mil let­ lerin milli ü l külerinin aynı ol ması, milli psikolojiler orasında fa rk kalmaması gibi şartların gerçekleş­ mesine bağ lıdır. Bu ise tahakkuku aslô mümkün ol­ mayan bi r hayaldir.


118

MİLLİYET DUYGUSU

Malum olduğu üzere, d ünyadaki bütün eşya renksiz, kokusuz, gözle görü l mez küçücük parçala­ rın, yani atomların türlü şekil ve n isbetlerde birleş­ mesinden h usule gelir. Bu atom birleşmelerinin bir kısmı canlı varlıkları, bir kısmı nebati uzviyetleri, bir kısmı da uzvi olmayan eşyayı terkip etmiştir. Mil­ letler de, «insan» denilen içtimai atomları n birleş­ mesinden husule gelmiş beşeri zümrelerdir; biribir­ leri nden farklı ruhi ve maddi birer varlı ktı rlar. Bu­ gün nasıl aynı atom parça larından ibaret olan altını demire tahvil, meşeyi cama tahvil mümkün değilse, milli psi·kolojileri, milli karakterleri, sosyoloj i k bün­ yeleri ve hayat görüşleri bakımından biribirlerinden tamamiyle farklı olan Fra nsız mil letini, İngiliz mille­ tine, Alman milletini de İtalyan milletine tahvil etmek i mkônsızd ır. M i l liyet esası a leyhinde i leri sürülen, sözde kuvvetli delillerden biri şudur: «Milliyet esası, mil­ letler a rası nda h usumet, ihti lôf ve neticede h a rpler doğuruyor.» Bu fikir evvelô tarih ve psikoloji bakı­ mından yanlıştır; beşeri züm reler arasındaki d üş­ manlığı «mllllyet» duygusu doğurmamıştır. Eğer mil­ l iyet esasını milletler a rasında husumet ve i htilôf doğması nı mümkün kıldığı için ortadan kaldırmak lôzım gelse idi, bu mantığa göre, beşeriyet f"�::ıyatın­ dan a ile müessesesini de silmek, Ilga etmek gere­ kirdi, çünkü çok defa, a i le bencilliği de a ileler a ra­ sında husumet, rekabet ve mücadeleler doğurmak­ tadır. Bu bencillik hôdiselerini bertaraf etmek için en kestirme yol aile müessesesi n i i lga etmektir. İn­ sanlar da, hayvanlar gibi, gelişigüzel cinsi mü nase­ betlerde bulunsunlar, bu m ünasebetlerden doğan babası meçhul çocuklar, çocuk terbiyesine tahsis


Mtı.ı.1Yı:T DUYGUSU

117

ed ilmiş müesseselerde büyütülsünler, ne analarını. ne babalarını tanısı nlar, ana-baba yerine bütün ca­ mia efradını, bütün vatandaşları aynı derecede sev­ sinler. Aile müessesesi ilga olunursa, a i leleri biri­ birine düşüren bencil menfaat hislerinin yerine bü­ tün camia efradına şö mil umumi bir sevgi ve mu­ habbet hissi kaim olur, d iye d üşünmek gafletini göstermek mümkündür. Nitekim aileyi ilga fi kri, maalesef, insanlığın en büyük filozoflarından birinin bir ya nlış fikridir. Bu fi kri, ilk defa olarak, eski Yunan fi lozofları ndan Ef­ lôtun i leri sü rmüştür<9>. Eflötun'a göre hem a ile. hem mül kiyet ilga olunmalıdır. Memleketteki bütün servet gibi, kadınlar ve çocuklar da camia efradı içinde müşterek olmalıdır. Ancak o zaman bütün vatandaşlar biribirine a k raba olur. biribirine karşı aynı hislerle mü�ehassis olurlar<10>. Eflötun'un bu fikirlerini, üstadına nisbetle daha rea l ist olan tilmizi Aristo şu sözlerle cerh ve ten kid etmektedir: «Aile tabii ve zaruri bir müessesedir. Aile mü­ essesesini ilga ederek d evleti alle yerine ikame et­ meğe kal kışmak, mevcucJ.iıyeti bir realite olan a i le bağ lılığını muhayyel olan devlete bağ l ı lık hislerine feda etmektir. Çocuklar devletin çocu kları olduğu zaman . hiç kimse, hiç bir vatandaş bu çocuklara karşı bir ana ve bir babanın d uyduğu şefkat h is­ sini besleyemez. Hakiki sevgi ve . muhabbet ra-

ceı

C ıoı

Platon, La Republique, Liv. V, il. Esasen Efllı.tun bilıUıare bu fikirlerinden vaz miştir. C Les Lois, Ch. VI.J

geç­


1 18

MİLLİYET DUYGUSU

bıtaları ancak « kan» karabetiyle biribirine bağlı olan kimseler arasında mümkündür. Kalabalık içindeki muhabbet ve merbutiyet h isleri denize atılmış bir kaç damla bal g ibidir, derhal eriyip kaybolu r gi­ denı cııı. Eflatun'un bundan 2200 sene evvel, aile hak­ kında ileri sürdüğü fikirler ne kadar yanlış ve is­ tikbalsiz fikirler olmuş ise. bugünkü kosmopolit mütefekkirlerin milliyet hakkındaki fikirleri de, aynı derecede isabetsiz, aynı derecede istikbalsiz, ger­ çekleşmesi imka nsız fikirlerdir. Aristo'nun aile için söyled iklerini aynen, büyük birer aile olan milletler için söylemek mümkündür: Milliyetsiz beşeriyete karşı bağlılık da mill iyet duy­ gusunun, millet aşkının yerini asla tuta maz. Eflôtun aile hakkındaki fikirlerini ileri sürerken ailenin zail olabileceğ ine inanıyord u. Fakat aradan iki bin sene geçtiği halde, insanlık aile müessese­ sinden vazgeçemedi . vazgeçmesi ihtimal i de yok­ tur. M i l letler de a ile gibi bire r müessesedir. Muay­ yen bir lisanı konuşan. kendisine mahsus örf ve ôdetleri. müşterek tarihi, müşterek edebiyatı ve milli seciyesi olan bir zümrenin ayrı ve müstakil bir millet olarak yaşa masına kim, neye istinaden mani olabil ir? Bu meseleler üzerinde dura rak, ciddi düşünme c ıı ı

Aristote. L a Politique,

Liv.

il. Ch. I. 17.


MİLLİYET DUYGUSU

ıu

kudretini kaybetmemiş her münevver h is ve idrak edecektir ki, a i lesiz bir camia ah lôki fesod ve ruhi tefessüh lôboratuvarı hal ine gelebileceği gibi, mil­ letlerin imhasından sonra. onları n enkazı üzerine yaratılabileceği tasavvur olunan. biyoloji k ve sosyo­ loji k temellerden mahrum. m i lliyetsiz bir «beşeriyet. de ruhsuz bir sürüden başka bir şey olmayacaktır. İ nsanlık tarihinin sosyoloji ve hukuk bakımın­ dan tetkikinden çıkan ve bugün sosyologlarca bir hakikat olarak kabul olunan neticelerden biri şudur: Mill iyet esasına d ayanan devletlerin kurul ması. ya­ ni milli devlet denilen müessesenin zuhuru medeni­ yet ta rihinde mühim ve m üsbet bir hôdise teşkil et­ miştir. Her milli devlet. temin ettiği barış ve hukuki ni­ zam sayesinde, bir medeniyet mektebi ol muştur. Milli devletler. yüksek d inlerin, felsefe ve ah­ lôk sistemlerinin zuhurunu, ilim ve fenlerin inkişô­ fını mümkün kılan birer içtimai ve siyasi ortam ol­ muşlardır<12 > . Bu nu ıinkôr edenl er m i lli devlet denrlen müesse­ senin en az yedi bin senelik tecrübe ile sabit olan müsbet neticelerin i bilmeınezliğe gelerek ve « mil( 12)

Devletin mahiyetine v e tarihi rolüne dair edebiyat çok zengindir. Bu mühim meseleleri incelemek is­ teyenler G. Jellinek'in, Fransızcaya •L'Etat moderne et son drolt• ismiyle tercüme olunmuş eserinde devletin mahiyetine ve tarihi rolüne dair eserlerin oldukça zengin bir bibliyografyasını bulabilirler. CPremiere partie, Chapitre III, note I l .


ızo

MİLLİYET DUYGUSU

leb mefhumu yerine ııhalk> mefhumunu ikame ede­

rek, hakikatte, çok belirli bir gaye takip etmekte­ di rl er .

Milliyet aleyhinde yapılan propaganda milli dev­ letlerin hayat ve bekası bakımından çok zararlı ve tehlikelidir. Çünkü milliyet duygusunun zevali im­ kônsız ise de, milli devletlerin yıkılması mümkün­ dür. Bunun için millet içinde milliyet hissinden mah­ rum, vatana ihanete hazır bir kaç kişinin türemesi, bunların türlü sahalarda mônevi ve siyasi «köprü­ başı» ları nı işgal etmesi maalesef kôfidir. Her mil­ lette propagandalara kolay kapılan, milli prensipleri zayıf kimseler bulunduğundan, bu bir avuç insan açık veya gizli faaliyetleri, ısrarlı telkinleriyle bir devletin yıkılmasını hazırlayabilirler. Onun için za ­ manımızın devlet adamlarının bu gibi propaganda­ lara karşı çok uyanık olmaları lôzımdır. Çünkü sü­ rekli, sistemli bir propaganda neticesinde, bir mil­ letin temelleri sarsılabilir. Bir devlet farzedelim ki, milliyet aleyhindeki propaganda neticesinde, o millete mensup bir kı­ sım insanlarda millete bağ lılık ve devlete sadakat hisleri zail olmuş olsun ve bu i nsanlar a ralarında g izli cemiyetler kura rak milliyet a leyhine kesif yer altı faal iyetine g irişsinler, türlü meslek adamları arasına hulul ederek, orada milliyet hissini zehi rle­ yen telkinlerde bulunsunlar, hattô, bu gizli fakat sistemli propaganda neticesi nde, devlet memurları arasında bile, menfaat için, devlet sırlarını satacak kadar ruhen alçalmış fertler bulunabilsin, mill iyet düşmanı yazarlar milliyet duygusunu aşındı ra n ma­ kaleler, romancılar milliyet h issiyle alay eden roman-


MİLLİYET DUYGUSU

la:t

lor yazsınlar, milli h isten mahrum tari hçiler milletin büyük tarihi simaları na ve tarihi mukaddesatına kar­ şı saygısızca eserler yazsınlar; mil letin parlamento­ sundan açıktan açığa devlet a leyhinde çalışan par­ tiler zuhur etsin . . . böyle bir devletin akı beti ne olur? İkinci Dünya H a rbi'nden sonra k i Avrupa'nın bir çok memleketlerinde, yukarıda tasvir edilen menfi hadiselerin çoğu müşahede edilmiş ve bu memle­ ketler çok geçmeden çökmüşler, bağımsızl ıklarını kaybetmişlerd ir. Böyle bir ahlôki ve milli uçuruma yuvarlanma teh likesi nden, çok şü kür, şi mdiye kadar Tanrı Türk mil letini korudu. Bizde, tarif ettiğ imiz şekilde bir milli tefessüh havası yaratılamadı. Düşmanlarımız bizim memlekette de böyle bir milli ve ahlôki çö­ küntü yaratmak için ellerinden geleni yaptı lar ise de, muvaffak olamadılar. Türk milleti nin selim aklı, milliyetine, tarihine bağlılığı, dini ak idelerinin sağ ­ lamlığı milletimizi düşma nlarının a rzuladığı soysuz­ laşma tehlikesinden şimdiye kadar kurtardı.


- 3 -

ŞOV İ N İZM

Ferdi olsun, koll ektif olsun, her his ve her içti­ mai prensip dejenere olabildiği gibi, mil liyet duy­ gusunun da tereddi etmesi, mah iyetine mugayir şe­ killer a la rak, hak iki gayesinin dışına çıkması müm­ kündür<13>. İşte mill iyet duygusunun tereddi etmiş bir şek­ l i de Şovinizm'dir. «Cha uvinisme» kel imesi Chau­ vin adındaki bir Fransız'ın isminden gelir ve «Chau.{ 13l

Meseıa, haddi zatında çok hürmete layık bir his olan annelik hissi tereddi ederek çocuğu bozan, ka­ rakterinde menfi temayüller uyandıran şımartma şeklinde tezahür edebilir. Keza muayyen bir dinin hakim olduğu devletlerde yeni zuhur eden bir mez­ hebin saliklerine işkenceler yapılmasını reva gören ruhi haletin doğabilmesi dine bağlılık hissinin de­ jenere olmuş bir şeklinden ibarettir.


MİLLİYET DUYGUSU

123

vin» cilik demektir. Nicolas Chauvin Fransa'da, Ro­ chefort şehrinde doğmuş, İhtilal ve Nopoleon harp­ lerinde 17 kere yaralanmış bir askerd i r. Onun, va­ tanına ve bilhassa imparatorunun şahsına derin bağ­ lılığı, kendisini bütün Fransa'da meşhur etmiştir. Za­ manı nda Chauvin'in dillere destan olan vatansever­ Jiğini metheden şarkılar yazılmış ve bu şarkılar bü­ tün Fransa'da söylenmiştir. Ona izafeten vatanse­ verl ik manasında bir de «Chauvinisme» kelimesi icat ed i lmiştir. Sonradan bu kel imeye menfi mana jzafe edi lmiştir. Bu suretle bugün bu kelime ancak mübalağalı vata nseverlik manasını değil, aynı za­ manda başka milletleri küçük görme, kendi m i lle­ tinden başka milletleri h içe sayma temayülünü de ifade eder. Gerçek milli histen tefriki ve hudutlarının çizil­ m esi müşkül olan zararlı şovinizmi şöyle tarif ede­ bil iriz: Şovinizm. kendi milletinin kusurları nı görmeyip, meziyetlerini mübalağa etme ve başka milletlerin yalnız kusurlarını görme temayülüdür. Şovinizm mill iyet hissinin ma razi bir su rette gelişmiş şeklidir, «hypertroph ie»sidir. Normalden in­ h i raf eden bütün h isler gibi, elbette. şovinizm de zararlı bir ruhi ha lettir. Normal, sağ lam ve rasyo­ nel milliyetçilik başka milletlere karşı ne düşman­ lığı, ne de hor görmeği icap ettirir. Şovinizm yanlış görüşlere, yanlış muhakeme­ lere ve neticede yanlış siyasi davranışlara sevkede­ b ilen bir ruhi halettir. Büyük sosyolog Herbert


124

MİLLİYET DUYGUSU

Spencer bu temayüle «vatanseverlikten doğan batıl fikir» ( Prej uge d e patriotisme) ismini veriyor ve « İç­ timai ilme giriş» adlı eserinde şovinizmin çeşitli sahalarda tecelli şekillerini izaha bütün bir fasıl ayırıyorP4>. Şovinizm yüzünden, İngiliz ve Alman edebiyatında Fransızlar hakkında pek çok ya nlış görüşlere, haki katten uzak muhakemelere ve esas­ sız isnatlara tesadüf etmekteyiz. Bir çok Alman ya ­ zarları nın iddia ettiğ i gibi, nasıl Fra nsız m i l leti sat­ hi ve hafifmeşrep bir mil let değilse, Almanlar hak­ kında Fransız şovinistlerinin söyled ikleri. yazd ı kl a rı şeylerin çoğ u da objektif kıymetten mahrumdur. Descartes'ı, Pasç:a l ' ı , Bergson'u yetiştiren, me­ deniyet ve kültür tarihinin en parlak bir devri nde bütün Avrupa m i l letlerine reh berl ik etmiş olan bir m i l let, yani Fra nsızlar. toptan sathi bir millet tel ô k ­ k i olunamaz. Keza. Goeth e'yi, Schiller'i, Beetho­ ven'i. Bach'ı yetiştirmiş olan Alman milleti de top­ tan kaba bir millet olarak tavsif edilemez. M i l letlerin birbirlerine h ü rmet ve sevgi h isleri · beslemesini temin etmek bugünkü insanl ı ğ a yakı­ şır bir gayedir. Bunun yolu da mil letleri şovinist fi­ kirlerden kurtarmaktır. Kü ltürlü insanları n mill iyet­ çiliği diğer milletlere h ü rmetle telif olunan. şovir:ıist fikirlerden ôzade, rasyonel bir mill iyetçiliktir. Yüksek kü ltürler, yüksek d i nler ve yüksek h u ­ kuki nizam sayesinde, iptidai insanların saldırıcılığı . başkalarını küçük bir sebep yüzünden dövmeğe. boğmağa hazır vahşi hodbinliği, bugün, nasıl makul bir çerçeve içine g i rmiş ve ferdi egoizm nasıl « izC 14 l

lndroduction a la Science sociale. Ch. IX.


MIUJYET DUYGUSU

zetl nefis», «muhafazayı nefisı , « meşru müdafaa» h isleri şeklinde tebell ü r etmişse. milliyet duygusu da insanlık içinde, kültür yayıldıkça, rasyonel bir şekil alacaktır ve a l maktadır. Fakat milletler kültür sahasında ne kadar inki­ şaf ederse etsin, insanlar arası nda nası l izzetinefis h issi, kendisini koruma insiya kı, meşru müdafaa hakkı baki kalacaksa, mil letler içinde milliyet hissi, milliyetçilik de, insanlık yaşadıkça yaşayacaktır.


' 4 -

EMPERYALİZM

Milli yet h issinin bir bozuk ve dejenere şekli de, bir mil lete mensup insonların, kendi milletlerini di­ ğer milletlerden üstün görerek, kendilerini on ları n efendisi olmağa namzet saymalarıdır. Buna «tahak­ küm psikozu» veya «tecavüzi milliyetçilik» ismini verebil i riz. Başka milletlerin hürriyetine, istiklôline, mad­ di ve mô nevi servetlerine tecavüzü revô gören, baş­ ka mil letleri tahakkümü altına almayı kendisi için bir hak telôkki eden emperyal izm, hem insanlık. hem bu ruhi temayülü besleyen mi llet için zara rlı· dır. Bunun en bariz misali H itler' i n Almanya'da yay­ mağa çalıştığı tecavüzi milliyetçilik şekl idir.


127

MİLLİYET DUYGUSU

Bir diğer misal d e bugün Sovyet Rusya'nın bü­ tün dü nya mil letlerine karşı takip ettiği siyasettir<15ı. Herhangi bir millet içinde mütecaviz mifliyet­ çili-k, devletin sryasetinde esas olmağa başlar baş­ lamaz, diğer millet ve devletlerin buna karşı muka­ vemete hazı rlanması gayet tabiid ir. Tarihin her dev­ rinde m i lletleri tahakkümü altına o l mak isteyen, sal­ dırıcı milliyetçil iğe karşı mil l etler mukavemet etmiş­ ler, etmeğe ça lışmışlardır. Bu, kendini koruma ka­ nununun milletleri n hayatı ndaki tecel l isidir. Ta rihte bir çok defalar bütün dünya devletlerı üzerinde hökim olmak siyasetini güden h ü kümdar­ lar veya devletler görülmüştür. Fakat bugün, artık milletlerde m i l l iyet duygusunun gelişmiş ol ması se­ bebiyle, cihanşümul tahakküm siyaseti akim kalma­ ğa mahkumdur.

Hiç bir zaman bir tek millet bütün dünyaya he­ kim olamıyacaktır; çünkü insanlann da, milletlerin de en çok nefret ettikleri şey esarettir.

( ıs ı

Bugünkü Sovyet Rusların siyasetinde

tecelli eden·

gizli temayül, diğer milletleri siyasi bakımdan yok ederek, Rusları dünyada hakim kılmaktır.



Kısım iV .

TARiHTE .

.

MiLLiYET DUYGUSU



- 1 -

ESKİ VE ORTA CAG LARDA M İ LLi H İ SSİ N ROLÜ

Bir çok Avrupa tarihçilerinin eserlerinde, bil­ h assa ondokuzuncu asıra ait olanlarda, sık sık rast­ lanan fikirlerden biri, milliyetçilik h iss inin gü ya an­ cak son yüzyıllarda doğmuş olduğuna dair fikirdir. Bu görüş hem tarih, hem sosyoloij bakı mından yan­ lıştır. Milliyet h issi beşeri camialar. milletler eskidir. Milletle milliyetçilik yaşıttır.

kadar

Millet mefhumunun eski liğini isbat için Tevrat'­ tan misal gösterebiliriz: Tevrat'ın Sifri-tekvin kita­ bının X. faslında, Nuh Peygamberin oğullarının isim­ leri zikred ildikten sonra, şu mealde bir cümleye te­ sadüf ediyoruz: «Tü rlü sahalard a l isa nları na, soyla-


132

MİLLİYET DUYGUSU

rına, mil letlerine göre yerleşen kavimler torunlarıdırlar.» <1>

bu nların

M i l l iyet hissinin ondokuzuncu asrın mahsulü olduğuna dair yanlış görüş, Avrupa'daki bazı mah­ kum milletlerde milliyet h issinin bu ası rda yeniden canlanması hôdisesini, milliyet h issinin doğuşu san­ maktan ileri gelmektedir. Ondokuzuncu asırda mü­ şahede olunan had ise milliyetçilik hissinin zuhuru, yani mevcut ol mayan bir h issin doğuşu değil, ya­ bancı bir mil letin hôkimiyeti altına düşmüş bazı milletlerin, siyasi istiklôllerini elde etmek için mü ­ cadeleye başlamaları hôdisesidir. Hakikatte, en eski devirlerden beri insanlık ta­ rihinin esas ômili milliyet h issi olmuştur. M i lôddan 17 asır önce Mısır'ı istilô etmiş olan H yksos kavmi ile Mısır'ın Thebes firavunlarının uzun süren mücadelesi, nihayet Mısırlıları n Hyksos hô­ kimiyetini devirerek, bu yabancı milleti kovmağa muvaffak olması Mısırlıları n milliyet h issinden baş­ ka ne ile izah edilebili r?<J>. M ilôddan kırk asır önce I rak (Mezopotamya) da yerleşmiş turani kavimlerden Sü merlerle, onlardan bin sene sonra gelip l rak'ın cenubunda yerleşmiş sami kavimlerden Akadlar niçin mücadele ettiler? Lisan, kültür ve milli ruh bakımından birbirinden C 1) (2)

Genese, X . 5. Gustave Fougeres et ses collaborateurs, Les pre­ mieres civilisations, Liv. il. Ch. II. A. Moret et G. Davy, Des clans aux Empires, P. P. 282-302, Leon Hamo, Histoire d'orient, Ch. 1.


133

MİLLİYET DUYGUSU

farklı olan bu iki ırki unsuru mücadeleye sevkeden ômil m ill iyet hissi ve şuuru, yan i Sümerlik ve Sa mi­ lik değ ilse, nedir? Bu ô m i l iktisadi menfaat değildi. İ ki zü mrenin iktisadi menfaati, bilôkis, barış içinde yaşamalarını gerektiriyordu . Çünkü o devirlerde l ra k ' ı n toprağı her iki mil leti de refah içinde yasa­ tabilecek kadar münbit ve feyizli idi(3>. Sü merlerle Akadların m ücadelesinin sebebi her iki mil letin m i l ­ l i h isleri, birinin diğerinin hôki miyeti altında yaşa ­ mağa tahammül edemeyişi, yan i mill iyet duygusu idi. Aynı durumu Troya' l ıları n Yunanlı larla olan mü­ cadelesinde, yani meşh u r Troya muharebesinde de görüyoruz. Troya'lılarla Yunanlıları n m ücadelesi, Home­ ros'un « İ liada» adlı epopesinin mevzuunu teşkil eder. Troya muharebeleri zamanında b ile, yani M i ­ lôttan 1 250 yıl önce, Yunanlılarda, Yunanlılık duy­ gusunun, Helenlik şu urun ne derece i nkişaf etmiş olduğu h akkında fikir edinmek için « İl iada» nın ikinci faslını d i kkatle okumak kôfidir. Troya'lıların, Yunanlıları n istilôsına on sene m u ­ kavemet edebilmesinin, bu yolda harcadıkları b ü ­ yük fedakôrlıkların v e Priam, Hektar g i b i şahsiyet­ lerin Troya'yı müdafaada gösterd i kleri kahramanlık­ ları n kaynağı d a Troya'lıları n mil li h issi, m üstakil kalmak iradesi değil miyd i ? <4 > . (3)

C.

Leonard

Woolley,

Jes

Su mmerien s

,

Paris,

1930.

A. Moret et G. Davy, Op. Cit. P. 231-246. Fo ugere s , op. cit. Liv. 1. Ch. IV. VI. VII.

(4)

Helmolt's,

Geschi ch t e

der

Menschheit,

cilt

IV.


134

MİLLİYET DUYGUSU

Daha sonra Yunanlıların M .Ö. 490'da büyük İ ran Hü kümdarı Darius'un, Yunanistan'ı istilô ve zaptetmek isteyen ordusuna mukavemet etmeleri, Miltiades'in kumandası a ltında İ ran'lıları Maraton'da mağlup etmeleri<5>, on sene sonra da, M.Ö. 480 de, Yunanistan'ı, bu sefer denizden zaptetmek isteyen Xerxes'in kumanda ettiği İ ra n donanması nı, Themis­ tocles'in kumandası altında Salamin'de hezi mete uğratmaları<0> Yunanlılarda hôkim milliyet hissinden. İ ran'l ı la ra tôbi olmak teh l i kesine karşı milli gayret­ tan başka ne ile izah ed ilebilir? İ ran'la mücadeleye g i rmeden önce, Yunan ôle­ m inde mücadele için ruhi zemin hazırlanmış bulu­ nuyordu. İran'lı ları n Anadolu'nun garp sahil lerindeki Yunan sitelerini zaptetmeleri ve ezcümle M i let'in, yôni M i lôs'ın yenil mesi bütün Yunan ô leminde de­ rin tesir yapmıştı. Yunan şairlerinden Ph rynicusc7ı « M i lôs'ın yenilgisi» ismiyle bir dram yazmıştı : bu dramda M i lôs'lıların, i ran'lılarla h ü rriyet ve istiklôl için yaptı kları mücadele ve uğradıkları mağlubiyet h eyecanlı bir lisanla tasvir edilmişti. Yunan dünya­ sının bütün şehir ve kasabaları nda d ramı seyreden Yunanlılar M i lôslı ırkdaşla rının feci mukadderatını sahnede görerek gözyaşı döküyorlardı. Bu dramın Yunan ôlem inde yarattığı ruhi galeyan o kadar kuv­ vetli oldu ki, bir ara l ık d ramın temsili h ü kumetler tarafından yasak edildi<0>. Bu hôdise de eski Yunanısı

(7)

Herodote, Liv. VI, I-CXL. Herodote, Liv. VI, I-CXLIII Hemolt's, op. cit. iV. pp. 281-283. Phrynicus M.E. V. ci asırda yaşamıştır, şairdi, meş-

(8)

hur Aristofan'ın rakibi idi. Helmolt's Op. Cit. Tome iV, S . 281.

(6)


MİLLİYET DUYGUSU

135

lılarda milliyet hissililin ne kadar kuvvetli olduğunu gösterir. Eski Roma tarihinin en mühim fasıllarından bi­ ri, Roma'lı ların, Kartacalı'larla uzun süren mücade­ lesidir. Bu mücadele sırasındaki, önce Roma'lıları n istilasına karşı Kartacalıları n kahra manca mu kave­ meti, daha sonra Annibal'in kumandası altı nda İtal­ ya'yı istila eden Kartaca'lı lara karşı Roma'lıların muvaffakiyetle direnmesi her iki milletin milli his­ lerinden başka hiç bir şeyle izah edilemez<9>. Orta zamanlarda mil liyet hissi bir m üddet ıcın zaafa uğrar gibi oldu. Bunun sebepleri vardır; Bir kere orta zamanlarda Avrupa'da mill iyet hissinden ziyade Hıristiyanlık hissi hôkim olmuş, bütün Hı­ ristiyan kavimleri kendilerini geniş Hı ristiyan camia­ sının cüzleri telakki etmişlerdir. Diğer taraftan Av­ rupa'nın mil let olara k teşekkül etmiş kavimlerinin ülkelerine önce Cermen, daha sonra Norman ka­ vimleri gelip zorla yerleşmişlerdir. Bu ülkelerde ( Fra nsa'da, İ ngiltere'de, İtalya'da) Cermen'lerin yer­ leşmesi ve eski milletlerin Cermenlerle karışması neticesinde eski milli ruh gevşemiş ve hatta kay­ bolmuştur. Orta zamanları n başı nda bu ülkelerde yeni mil letler henüz yaratılmış değil, yaratılma saf­ hasında idi. İngiltere ahalisinde «Briton» l u k hissi yerine Sakson'luk h issi kaim olmak üzere iken, Norman'ların gelmesi ve zorla hôkimiyeti ellerine geçirmeleri, Sakson'ların. Norma nlorlo karışması, karşılıklı tesirler neticesinde yeni bir İngiliz mille­ tinin yaratılması ve İngiliz duygusunun kôim olma(9l

Th. Mommsen Histoire romaine, Tome il, Liv. III, Ch. 1, il, III, iV, V.


136

MİLLİYET DUYGUSU .

sı için hayli zaman geçmesi gerekecekti. Diğer ta­ raftan, Fransa'da Galyalı (Gaulois) larla, Roma'lıla­ rın karışmasından husule gelmiş olan Gallo-roma in milleti ile Fransa'ya g e l ip yerleşen Cermen unsur­ ların (Frankların. Burgondların, Vizigotların) birleş­ mesi neticesinde Fransız m i lleti nin meydana gelme­ s i için de, elbette zaman ICizı m olacaktı. Gerek İng iliz, gerek Fransız m i lleti birer yeni millet olarak teşekkül eder etmez, iki millet arasın­ da milliyet hissinden doğan rekabet ve mücadele başladı. İngiltere ile Fransa arasındaki Yüz Yı l Har­ bi iki milli h issin çarpışması ndan başka bir şey de­ ğ ildir. Bu çarpışma onbeşinci asrın ilk yarısında çok had bir şekil aldı. Nihayet Fransa Kralı Yedinci Charles zamanı nda (1422-146 1 ) Fransız'lar ü lkele­ rini istilCi etmiş olan İngiliz'leri mağlup ederek mem­ leketlerinden çekilmeğe mecbur ettiler<10 > . Bu de­ virde Fra nsızların, İngilizleri ülkelerinden atmak için g i riştikleri mücadelenin ve gösterdikleri fedakCi rlık­ ların Fransız milletinin m il li h issinin kuvvetli birer tezah ü ründen başka bir şey olmadığı muhakkaktır. Bu devirde milli hissin Fransızların ruh larında ha­ kim bir his olduğunu isbat için büyük kadın kahra­ man Jeanne d' Arc'ın yarattığı milli hareketin tesi­ rini hatırlatmak kCifidir<11>. Hı ristiyan a ı eminde Mkim olan dini h is, isıam dO nyasında da aynı şekilde tecel l i etti. Orta Şark'ta, lslômiyet yayıldıktan sonra, m üslümanlı k duygusu ( 10)

Lavisse et Rambaud. Histoire g{merale. Tome III. Ch. III.

( 1 1)

Jeanne d'Arc insanlık tarihinin en temiz, en se­ vimli milli kahramanlarından biridir.


MİLLİYET DUYGUSU

13T

bir müddet için milli h issi unutturur gibi oldu : Arap. olsun, Türk olsun kendini her şeyden evvel «M üs­ l ü man» h issetmeğe ve bütün İslam milletl eri de kendilerini Asya, Afrika ve Avrupa'nın bir kısmına yayı lmış İslam ca miasının birer parçası telakki et­ meye başladılar. Fakat bu durum uzun sü rmed i : ölmemiş, a ncak uyumuş olan milli his İslam a le­ minde de, milödi onbirinci asırdan itibaren tekrar uyandı. Gerek İ ran'lılar, gerek Türkler arasında m i l ­ li his besleyen şairler v e yazarlar<12> z u h u r et­ tiği gibi, Bağdat halifeliğine bağ l ı l ı kları çok gevşek olan bir çok milli devletler kuruldu.

( 12)

İranda -Şehname•nin, Çini Türkistan'da ·Kutad­ gu Bilig•in yazılması İranlılarda ve Türklerde· milli şuurun uyandığını ifade eden hadiselerdi .


-

2

-

YEN İ CAG LARDA M İ LLi H İS

Ondokuzuncu asır, istiklôlini veya milli birliği­ n i kaybetmiş milletlerde mill iyet duygusunun tekrar canlandığı devirdir. 1 8 1 5 de toplanan Viyana kong­ resinin m i l l iyet esasını nazarı itibara al maksızın Av­ rupa devletleri ha kkında aldığı kararlar sebebiyle, 1 820 ile 1 878 seneleri arası nda bütün Avrupa'da m i lliyet esası lehinde kuvvetli bir fikri propaganda ve hareket müşahade edilmiştir. Bu devirde. İtalya'da, böyle bir cereya nın ba­ şında, İtalya'nın birleşmesi için çalışmak üzere « Gene İtalya» ismiyle bir cemiyet ku rmuş olan Jo­ seph Mazzini ( 1 805-1 872) bulunuyord u <13>. Mazzi( 13)

Ramsay Muir, I-aris, 1918.

Nationalisme

et

internationalisme


MİLLlYET DUYGUSU

139

nı ancak parçalanmış italya'nın birleşmesi ıcın de­ ğil, Avrupa'nın bütün mahkum milletlerinin bağı m­ sızılğı için de çalışıyordu. Mazzini ile başlayan bu cereya n, istiklôlini kaybetmiş bütün milletlerin ide­ a list gençleri üzerinde çok derin tesirler yaptı. M i l ­ l i v e siyasi isti klô lin i veya birliğini kaybetmiş m i l ­ l etlerin bütün mill iyetçi gençleri birleşerek « Gene Avrupa» ismiyle milletlerinin h ü rriyeti, istiklôli ve birliği için çalışan, bütün Avrupa'ya şô mil bir ce­ miyet kurdular. Bu cemiyet içinde «Gene italya»dan başka, «Gene Almanya », «Gene Polonya », «Gene M a caristan» g ibi şubeler de kuruldu. Başında Maz­ z i n i 'nin bulunduğu «Gene Avrupa» cemiyetin in, ön­ cülüğünü ve müdafaasını yaptığı mi lliyetçilik rasyo­ nel bir mill iyetçilik idi. İşte bu devirdedi r ki, milli­ yet esası bir prensip ve bir doktrin mah iyetini ik­ tisap etti. TariAıtn başındanberi mevcud iyeti bir rea­ lite olan milliyet d uygusunun esasları böylece açık­ lığa kavuştu. M i l letlerde milli h issin bu uyanışı ve milli şuu­ run kuvvetlenmesi neticesindedir ki, küçük devlet­ lere bölü nmüş büyük milletler bir tek devlet içinde b i rleşmek için faal iyete başladılar. Pa rçalanmış İtal­ ya'nın ve küçü k devletlere bölünmüş Almanya'nın parçaları birleşti ve bu iki mi llet birer büyük devlet teşkil etti <14> . Bütün bunlar, parçalanmış milletlerde dahi mil­

li birlik hissinin hiç bir zaman za il olmadığını isbat

eden hôdiselerd i r. Yine milliyet h issi sayesindedir C 14)

Ch. Seignobos, Histoire politique d e l 'Europe, Pa­ ris, 1921. Georges Weil, l'Eveil des nationalitees et­ le mouvement liberal. Paris.


140

MİLLİYET DUYGl1SU

ki, 1 831 yılında siyasi bakımdan yok olmuş sayı la n < 15> Leh milleti, tekrar m üstakil bir millet old u < 10ı. M ill iyetçil i k his ve şuurunun kuvveti tesiriyledi r ki , Avusturya'nın bin senelik sülôlesi devrildi ve b u sü­ ıaıenin h ükmü altında yaşaya n Çekler ve Slova klar siyasi isti klöllerini kazandılar<11> . Mill iyet hissi de­ nilen manevi kuvvetin mukavemet edi l mez netice­ sidir ki, asırlarca mevcudiyetlerini korumak için mü­ cadele etmiş olan İrlandalılar'ın bir kısmı İ ng ili z ha­ kimiyetini sil kmeye muvaffak oldular<10 > . Aynı kuv­ vetin tesiri sayesindedir ki, Endonezya milletleri Hollanda boyunduruğundan, H indistan ile Pak istan da İngiliz boyunduruğundan kurtulabildiler. M i lletleri yaşatan, canlandıran mill iyet şuLJrunun tesiri altın­ dadır ki1 bugün Şimali Afrika'nın Fransa'ya töbi mil­ letleri Fransız hakimiyetinden kurtulmak ve birer müstakil devlet olmak için mücadele etmekted irler. < 19> Son otuz yıl zarfında, uzun müddet Rus çarla­ rının tahakkümü altında yaşamış o l an birçok mi l­ letler, Letton'lar. Litvanya'lılar, Estonya'lılar, Azer( 15)

De Ferrand. Histoire des trois demembrements d e la Pologne, Paris, 1820.

( 16 1

Polonya'da bugün mevcut komünist hakimiyetini ben, şahsen geçici bir durum telakki etmekteyim.

( 171

Bertrand Auerbach, Les Races et !es nationalites. en Autriche. Paris 1917. L. Leger. La Renaissance tchequa au dix-neuvieme siecle.

( 18)

O'Conor, History of the İrish people. Manchester. 1B83. Ch. Seignobos, Histoire politique de l'Euro ­ pe contemporaine eh. IV.

( 191

Yazar bu eserini 1954'de yazmış olduğu cihetle, o devirde bu milletler henüz bağımsızlıkları için mü­ cadele halinde idiler. C Yayınevi l .


MİLLİYET DUYGUSU

141

baycan Türkleri, Gürcüler milli istiklal için müca­ dele etmişlerdi r<20>. Bugün Sovyetlerin, yani Rusların idaresi altın­ da bulunan bütün milletler, U kraynalılar, Tü rkista n Türkleri, İdil-Ural Türkleri ve şimali Kafkasya mil­ letleri istiklôllerine kavuşmak emelini beslemekte­ dirler.

(20)

Bugün bu milletler tekrar Rusların bo!' unduruğu altına düşmüşlerse de, bu durumun yakın zaman­ da sona ereceğine kani bulunmaktayım.


-3-

ESİR MİLLETLERİN UVANISI

Bir millete milllyet duygusunun kuvveti ve de­ rinliği o milletin kendi tarihi ve kültürü hakkındaki bilgisine bağlıdır. Eski tarihlerin! ve kültür eserle­ rini unutmuş olan milletler yavaş yavaş mill iyet şu­ urunu da kaybederler. On u n içindir ki, yaşamak kudretine ma lik milletler tari hlerinin parlak devir­ lerindeki mühim hadiselerinin unutul masını önle­ mek, bunların milletin höfızasında yaşamasını te­ min etmek için çeşitli tedbi rlere başvurmuşlard i r: Abideler d ikmişler, kitabeler yazdırmışlar, vakanü­ vislere milletin hayatında vukubulan mühim vaka­ ları kaydetti rmişlerdir. Bunlardan başka, millet için­ de zuhur eden şairler destanlar meydana getirmiş­ l er, halk ozanları bu destanları toplantıla rda oku­ yarak milleti kah sevindirmiş ve coşturmuşlar, kah ağlatmışlardır.


MİLLİYET DUYGUSU

143

Bazı milletler yabancı bir millete tôbi olduktan bir müddet sonra, yavaş yavaş dillerlni ve milli kül­ türlerini unutmuşlar ve bunun neticesinde milli h is ve şuurlarını da kaybetmişlerdir. Yani, tôbi olduk­ ları mil let tarafı ndan temsil edilmişlerdir. Bu şekil­ de erimiş milletlere misal olarak, Roma medeniye­ tinin doğması sırası nda büyük rol oynamış, devrin çok medeni milletlerinden Etrüsk ler'21 > i le, M ilôttan Önce VI ncı yüzyı lda garbi Anadolu'da en zengin ve en kuvvetli millet olan Lydya lıları gösterebi liriz. Bu iki millet siyasi bağımsızlı klarıyle beraber, milli var­ lı.kları nı da ebediyen kaybetmişlerdi. 'Bunun aksine, millT his ve şuuru kuvvetli olan bazı mil letler, milli ve s iyasi istiklallerini kaybettik­ ten sonra da, bazen asırlarca yabancı mil letlerin bo­ yunduruğu a ltında yaşadıkları halde, milliyetlerini u nutmamışlar. milli şuurlarını kaybetmemişlerdir. H attô, bazı ları lisanlarını bile unuttu kları h alde, mil­ li ruh la rını ve milli seciyelerini muhafaza etmişler ve bu sayede milli istiklôllerini yeniden elde etme­ ğe muvaffak olmuşlardır. (21)

Roma Devletinin teşekkülünde, Romalıların me­ denileşmesinde Yunanlılardan da önce büyük rol oynamış, yüksek bir medeniyete, müstakil bir li­ sana, inkişaf etmiş bir kültüre, milli kanunlara. milli yazıya mı\lik olan, devrin bütün medeni mil­ letleriyle ticari münasebetlerde bulunmuş olan Et­ rüsk milletinin tamıımen ortadan kalkması, Ro­ malılar içinde eriyip gitmesi, milliyet meselesi y­ le alakadar olan her insanı ilgilendirebilecek ma­ hiyettadir. Son 50 sene zarfında Etrüskler hak­ kında pek çok eser yazılmıştır. Alakadar olanlara bu kitabın yazarının -Umumi Hukuk Tarihi· adlı eserinin Kitap V, Fasıl I, § 60 ta gösterilmiş eser­ leri tavsiye edebiliriz.


144

MİLLİYET DUYGUSU

Siyasi istiklölini 'kaybetmiş ve tedrice n mill iye­ tini de kaybetme yolunda olan bir milletin milli h is­ sinin tekrar canlanmasında rol ü olan şeyler neler­ dir? Bunlar milli d i lde sözlü ve yazılı milli edebi­ yat ve milli tarihtir, yani milli kültür eserleridir. Ha­ kikatte tek ömil, bu kalıplar ve mahfazalar içinde saklanmış milli ruhtur. Milletlerin milli şuuru fertlerin ruhu nda zaafa uğrasa dahi, milletin atasözlerinde, şiir, hiköye ve masallarında, milli şarkılarında, milli destan ve ef­ sanelerinde, edebi ve tarihi eserlerde ebediyen ya­ şar. Dili ve milli kültürü bir inkişaf devri geçirmiş olan mil letler için milliyeti kaybetmek, yok olmak tehlikesi mevcut değildir. Kendisini esir etmiş devletin a mansız temsil si­ yasetine maruz olan eski bir mi lletin milli kültür eserleri zamanın ve hôkim milletin tah ribinden ku_r­ tulabilmiş ise, o milletin ruhu da saklanmış demek­ tir. 'Bu ruhun tekrar tecelli etmesi her a n mümkün­ dCır. Tarihte bunun bir çok misallerini görüyoruz. Bundan ' sonraki fasıllarda milliyet d uygusunun eşsiz bir kuvvet olduğunu tebarüz ettirmek için. is­ tiklCilini ·kaybedip, yavaş yavaş mil liyetini de unut­ mak yoluna g irmiş gibi görünen milletlerden bir ka­ çının «yeniden doğ maları » tarihine göz atacağız.


CEKLERiN MİLLi UYANIŞI

Orta zamanlardanberi Çekler yüksek kültür sa­ hibi bir millet idiler. Onbirinci asrın başları nda Çek lisanında eserler yazılmağa başlanmıştı: İ l k eser­ ler dini mahiyette idi. Ondördüncü asrrda ise, dün­ yevi eserler de yazılmağa başlandı. Çek dilinde ya­ zılmış ilk mühim edebi eser « Dalimil Tarihi» <22> adlı, milliyet duygusuyla dolu bir edebi ve tarihi eserdir. Çekler tarihlerinin başındanberi Alman milletiy­ le mücadele etmiş ·bir millet idiler. Çeklerin milli ideali yurtlarını Alman boyunduruğundan kurtarmak, siyasi bakımdan müstakil kılmak idi. Dalimil tarihi işte bu ideali ifade eden bir eserdi. Dalimil tarihinin zuhurundan sonra Çek l isaı22ı

Chronique de Dalimil.


146

MİLLİYET DUYGUSU

nında derin ve kesif milli ruh taşıyan bir edebiyat doğdu. Cek dilinde yazılmış bu edebiyat ondördün­ cü asrın başlarından onyedinci asra kadar cı ; t t ' ' · r � inkişaf etti. Onaltıncı asrın sonları na doğru Cek mil­ leti işlenmiş bir edebi dile ve inkişaf etmiş bir mil­ li edebiyata sahip olmuştu. Meşhur Alman din reformcusu Martin Luther' den de evvel katol ik mezhebinde ıslôhat uğrundaki faaliyeti yüzünden 1414 de Konstans şehrinde top­ lanan katol ik yüksek ruhanileri içtimaı (Concile) ta­ rafından diri diri yakılma k üzere idama mahkum edilmiş olan Jean Huss ( 1 373- 1 415) Cek milletine mensup idi. Fakat bu dini mücahit aynı zamanda bir Cek milliyetçisi idi. İlk defa olarak Cek dilininin im­ lô ve g ramer kaidelerini tesbit eden Jean H uss ol­ muştur. Huss'dan sonra Cek milleti onaltıncı asır­ dan itibaren her sahada pek çok adam yetiştirmiş­ tir: Cek milletinin tarihini yazmış olan Vacslar Ha­ jek g ibi tarihçiler. Chelczicky g ibi düşünürler zu­ hur etmiştir. Aynı asırda çeşitli sahalarda bir çok yazarlar yetişti. Bunların arasında en meşhur olan Veleslav'dır. Çekler onbeşinci ve onaltıncı asırlarda medeni­ yet ve kültürün diğer sahalarında da şayanı hayret bir sür'atle inkişaf ettiler. Ondördüncü ası rda Prag' da kurulmuş olan Üniversite, Avrupa'nın e n eski üniversitesidir. Cek milleti onyedlnci asıra doğru Avrupa'nın medeniyetçe en llerlemlş mllletlerinden biri idi. Halbuki bu millet tam olara k bağımsız da değildi. Çeklerin {23!

yurdu

olan

Bohemya<23>

Çeklerin yaşadığı coğrafi bölgenin adıdır.

onbirinci


MİLUYET DUYGUSU

147

ası rdanberi Almanya İ mparatorluğuna dahil, ufak b.r krallık teşkil ediyordu. Fakat, ülke içindeki iş­ lerde gen iş hürriyet ve muhtariyete sahipti. 1 6 1 7 de Habsburg sülôlesine mensup Avustur­ ya kralı Ferdinand i l , aynı zamanda Bohemya kralı ilôn olundu ve iki sene sonra da, Almanya impa­ ratoru seçildi. Amansız bir protestanlık düşmanı olan Ferdinand il, kendisine tôbi ülkelerin ahalisi­ ne zorla kcıtolikliği kabul ettirmek için faaliyete gi­ rişti.

Çoktanberi proteston mezhebini kabul etmiş olan Çekler, kralları olara k kabul ettikleri Palatina Prensi Frederik V'in kumandası altında Ferdinand l l 'ye karşı isyan ettiler. 1 620'de Bela Gora adlı bir mahalde Almanya imparatoru Ferdinand'ın ordusuyla Çek askerleri arasında şiddetl i bir muharebe vukubuldu: Çekler mağlup oldular. Çek ülkesini zabt ve istilô eden Almanlar, Çek m i lletinin bütün asilzade ve münevver sınıfını im­ ha ettiler. Halkı da katolik mezhebini kabul etme­ ğe icbar etmekle kalmadılar, Çek milletinin l isanı­ nı. milli kültürünü dahi yok etmek niyetiyle, Çek di­ lindeki bütün kitapları ve kütüphaneleri yaktılar. Bu :ıulüm ve tazyik neticesinde kırk bin kadar Çek münevveri vatanlarını terketmeğe mecbur kaldı (24>. 124 1

B u ı;iyaset neticesinde vatanını terketmeğe mec­ bur edilen münevverlerden biri de, terbiye ilmi sahrı.sında büyük mevkii olan Amos Comenius


148

MİLLiYET

DUYGUSU

Böylece Belagora mağlubiyeti Çek milleti ıçın her bakımdan bir felôket ve esaret devrinin başlangıcı oldu. Bundan sonra Avusturya h ü kumeti, hemen he­ men köylülerden ibaret kalan Çek milletine karşı sistemli almanlaştırma siyaseti tatbik etmeğe başla­ dı: resmi l isan Almanca olduğu gibi, bütü n mektep­ lerde tedrisat da Alman lisanında yapı lmağa baş­ landı. Hattô Çek dilinde eser neşretmek bile yasak edildi. Bu siyaset neticesinde şehirde yerleşmiş Çek­ ler tedricen Almanlaştılar ve Almanca konuşmağa başladılar. Katolik dinini kabul etmiş asilzadeler, Çek milletinden olduklarını inkôr etmeği, Çekçe bilmemekle iftihar etmeği marifet bildiler. Asilzade sınıfına mensup olanların bir kısmı Alman isimleri­ ne benzetmek için soyadlarını da değiştirdiler. Çek lisanı yavaş yavaş ancak şehirlerden uzak köylerde konuşulan, bir köy lisanı haline indirilmiş bulunu( 1592-1670) dir. A . Comenius talim v e terbiyeye dair ·Büyük Didaktika· adlı meşhur bir eserin müellifidir. Bu eser hakkında büyük Alman filo­ zofu Leibnitz, Comenius'un vefatı münasebetiyle şu sözleri söylemiştir: ·Ey, Comenius senin talim ve terbiye hakkındaki tavsiyelerinin hepsi bir gün gerçekleşecektir.• Fransız mütefekkir ve müverrih­ lerinden Michelet de Comenius'u bu dahi, terbi­ ye ilmi sahasında bir Galll�e. cihanşümül bir alim diye vasıflandırmıştır. ·Büyük Didaktika•da bü­ tün insanlığa karşı derin muhabbet ve hayırhah­ lık hisleri hakimdir. Bugün garp aleminde t!l!im ve terbiyeye dair kabul edilmiş esaslann hemen hepsi ilk defa Comenius tarafından ileri sürülmüş­ tür. Comenius'un eseri Rousseau ve Pestalozzi'nin eserlerinden evvel yazılmış olduğu için, Comeniu5 pedagoji ilminin kurucusu telakki olunabilir.


MİLLİYET DUYGUSU

149

yordu. Köylülerin diline dahi pek çok Almanca ke­ l i me karışmıştı. H u lasa, Çek milleti yavaş yavaş milliyetini kay­ betmek yolunda seri adımlarla ilerliyordu. Ondokuzuncu asra geldiğimiz zaman, Alma n l a r Çekleri tamamiyle Almanlaşmış saymakta v e o n l a r ı milli istikbali olmayan, yok olmağa m a h k u m b i r m i l ­ letin zava l l ı bakiyeleri telakki etmekte id iler. H a k i ­ katen, Çek milletin:n. tarihte ancak ismi k a l a n m i l ­ letlerden biri hal ine gelmesi mümkün g i b i görü n ü ­ yordu. Fakat bu, zahiri görünüş idi: Çek m illetinin m i l ­ l i ruhu ölmemiş, ancak örtülmüş, g izlenmişti. Gü­ nün birinde bu milli ruhun ortaya çıkacağı, yeniden kuvvetli bir amil olacağı muhakkak idi . Çünkü, mat­ baa nın icadından, yani milletlerin milli kültür eser­ lerini çoğaltması, yayması i mkanları temin edildik­ ten sonra, mazide, milli kültürü mevcut olan bir m i l letin yok olması imkansız hale gelmiştir. Ondokuzuncu asırda Cek milletinde kuvvetli bir milli uyanış hareketi başladı: Almanlaşmış zan­ nolunan aslen Çek münevverleri arasında Çek k ü l ­ türünü yeniden canlandırmak v e Çek milletini tek ­ ra r müstakil bir mil let haline getirmek emel i ve ide­ ali doğdu. Bu gayeye erişmek için her şeyden ön­ ce ölmekte olan milli d i l i diriltmek ve mil letin par­ lak tarihini millete kendi dilinde anlatmak gerekti . Ayrıca Çek münevverleri herşeyden evvel milli ru­ hu bulmak lazım olduğunu, bu milli ruhun ise, mil­ letin kültür eserlerinde saklı bulunduğunu şayanı


ısa

MİLLİYET DUYGUSU

hayret bir vuzuhla anladıla r ve onun ıçın milli kül­ türlerini ihya etmek üzere şuur ve sebatla çalışma­ ğa başladılar. Dobrowsky, İslöv dillerinin etimoloj ik lügötını yazdı ve «Slavnika» ismiyle bir mecmua neşretme­ ğe başladı. Yungman. Çek lisanının bütün kelime­ lerini topladı. Czelakowsky adlı şair İslöv mil letle ­ rinin halk edebiyatından ve İslöv kavimlerinin <ıAta­ lar sözleri>ı nden çıkan İslöv felsefesi adıyle bir eser neşretti. Kollar « İslöv kavimlerinin dil leri arası nda­ ki karşılıklı münasebetler» adlı bir kitap yazdı. Bun­ dan başka « İslöv Kızı» (Slavydecera) ismiyle man­ zum bir nevi destan meydana getirdi. Bu eser bü­ tün İslöv kavimlerinde ırki hissin ( İslövlık h issinin) uya nmasında mühim rol oynamıştır. Bir taraftan ya­ zar ve şairler d i l i ve milli edebiyatı ihya etmek için çalışı rken, diğer taraftan da bir kısım mill iyetçi mü­ nevverler Çek mil letinin tarihini tetkikle uğraşıyor­ lardı. Schaffark. Çek dil inde « İslöv antikite»si ve «İslöv etnografyası» adlı iki mühim eser neşretti . Çeklerin milli uyanışı nda Çeklerin büyük tarihçisi Vacslav Tomek'in ·.eserleri de büyük rol oynamış­ tı r125>. l ::! S l

Tome!i:,

Pra.ı;

Üniversitesinde

y ?.. Padamentosunda P,za idi . hP,mya tnrihi·

ve

Bizwt Temek, nolun a n

tn�<dirde

saldir.

Tomek,

ki

edebi

dilini

du.

Hatta

bile

haberi

Alman

r!uygusunu

ruhlarının

daima yaşadığına,

ettiği

tekrar yirmi

ve

böyle

Avu5t:.ır

köçcsinde

müsait

canlandığına di l dek i

şartlar

yaşına

altında

zan bu

zuhur

parl ak bir mi­ Çeklerin

edebiyatı

edebiyatın

Yirmi

teı:iri

kaybetmiş

bir

yaşlarına kadar.

bu bir

yoktu.

kültürü

ve

Meş hu r csc>rleri 0Bo­

·Pr::ıg şehri tari h i • dir.

milliyet

çahıslann

duygunun

Profesör

es

bilmiyor

mevcudiyetinden kadaı·

yetişmişti.

tamamen Çek

mil-


MİLIJYET DUYGUSU

151

Yukarıda isimlerini saydığımız yazar. şair, Ollm ve tarihçilerin eserlerinin tesiriyle babaları tamamen Almanlaşmış olan Cek aydınlarının çoğu eski milli eserleri okumağa başlamışlardır. Fransa İ htilôlinden sonra bütün Avrupa'da husule gelmiş olan nisbi fi­ kir ve matbuat hürriyeti sayesinde Cekler de eski milli eserlerini bastırıp halk arasında yaymışlardır. Bu eserlerin yayıl ması ve milliyetçi münevverlerin faaliyeti sayesinde Cek halkının uyumakta olan mll­ li hissi, milliyet duygusu uyanmış, galeyana gelmiş­ tir. Bu edebi ve kültürel milliyetçilik de, çok geçmeliyetçilerine de, Çekçe

kelime

kelimeciler• mek'in ğişti.

Hayatında bu

Çek

gür

bir

ağlamış

istila

lamağa

ve

iki

ciliğin

dilini

bu

eski

mimi,

tarafından

tesir

fikrinin

duyması.

muallimi tarihini haber

yapmış

değişmesine

taassubundan

öğrenmiş edebi

inkişaf en

ve

eserlere etmiş,

şuurlu,

bir

Svoboda'nın, tarafın­

alması ve

Tomek

milliyetçilik

sebep

olmuştur.

olmayıp, bu

his

Bunun eski

filemi

üzerine

edebi

vukufu

nihayet

en

hün­

sonra da,

milliyetçiliğinin bir ke­

ibaret

engin

isbat etmiştir.

olmuştur.

mağ­

anlatırken, ağ­

çevrelerle münasebete girmiş,

bi

Yungman onyedinci

Avusturyalılar

olduğunu

bir

arkasında

dutunu

gusu

lise

ülkesinin

vak'a Tomek'e Çek

limecilik

Önce

askeri

zaptedilmesi

derin

hakkındaki

liyetçi

Çek

başlamış

üzerinde

de­

Çeklerin

olduğunu

milliyetçinin,

talebelerine dan

Avusturya

To­

t amamen

bir iki vak'a To­

oldu:

milliyetçisinin

Bilahare

fikri

ettiği

yerine

•mutaassıp

·Belagora•yı ziyaret ettiği zaman

hüngür

diğer

bakıyordu.

hakkı ndaki

müşahede

başlannda

lüp edildiği

kelimeler

isteyen

değişikliğe sebep

ismindeki asır

Almanca etmek

nazanyle

milliyetçilik

mek'de

Bu

ancak i kame

imanlı

Tomek

ol­ mil­

eski Çek ede­

eserleri

arttıkça,

Çek

kelime­

mevcut

okumuş,

milli

milletinin

duy­

en sa­

milliyetçi lerinden biri


152

MİLLİYET DUYGUSU

den siyasi milliyetcllik halini a lmıştır. Milliyetçi Çek mebusları Çeklerin siyasi istiklôle doğru ilerleme­ sini temi n edecek kanunları kabul ettirme!)e çalış­ mışlardır. Teşrii sahadaki bu çalışmalar sayesinde Cek ülkesinin milli muhtariyeti gittikçe genişlemiş ­ tir. Nihayet Birinci Dünya Harbinden sonra, büyük aıim ve mill iyetçi Masaryk ve a rkadaşlarının. bütün Çek milleti tarafından desteklenen siyasi teşebbüs­ leri sayes inde, Çek milleti tam isti klôline kavuşmuş­ tur. Çekler kendilerine lisan. örf ve ôdet bakı mın­ dan çok yakın olan Slovak kavmi ile birleşerek müstakil «Çekoslovakya Devleti»ni kurmağa muvaf­ fak olmuşlardır<25> . Çek milletinin uyanışı tarihi, milli d uygunun, ş uurlu ve sebatlı milli gayretlerin nasıl harikalar ya­ ratabileceğini isbat eden misallerden biridir.

(261

Çek milletinin tarihi ile alakadar olan okuyuculara şu eserleri tavsiye edebiliriz: M. E. Denis, La Bo­ heme depuis la montagne blanche; Pipini Sapa­ soviç, Edebiyat tarihi, Tome II. Louis Leger. La Renaissance Tcheque. Louis Leger, Le Panslavis­ me. Bertrand Auerbach. Les Races et les natio­ nalitees en Autriche. P. Springer. La lutte alle­ mande-tcheque, dans la collection des etudes sur •Les formes du mouvement national dans les Etats contemporains. •


-5-

F İ NLER İ N M İ LLi UYANIŞI

Birinci Dünya Harbinden sonra müsta kil b i r devlet kurmağa muvaffak olan mil letlerden biri d e Fin mil letidir. Bu milletin m illi uyanışı da unutulmuş kültür eserlerine a it araştırmalar sayesinde olmuş­ tur. Ondokuzuncu asra kadar Finlandiya, İ sveç devletinin bir vilôyeti idi. Ü lke içinde ekseriyeti teş­ kil ettikleri halde, Finler Finlandiya'da azı nlık teş­ kil eden İ sveçlilerin boyunduruğu altında yaşıyorlar­ dı. Esasen medeniyetten mahrum :k öylülerden �baret olan Fin kavmi onaltıncı asra kadar, sözün tam mônasıyla yazısız, kitapsız, ümmi bir millet idi. An­ cak onaltıncı asırdadır ki, Finler arasında dini se­ bepler, milli h issin uyanması neticesini doğu rmuş­ tur. Alman d ini müceddidi Luther'in dini ıslôhatınırı-


154

MİLLİYET DUYGUSU

şimali Avrupa ül·kelerinde büyük rağbetle karşılan­ ması ve Luther'in i ncil i Almancaya tercüme etmesi üzerine, bütün şimali Avrupa ülkelerinde Alman ol­ mayan milletlerin münevver ruhanilerinde de, d ini ıslahat esa0slannı (Reformotion'u) yaymak için, İ n­ cil'i milli dillere çevirmek fikri doğdu. Fin mil leti­ nin münevver papazlarından biri, Abo piskoposu. M ichel Agricola İ ncil'i Finceye tercüme etmeğe ka­ rar verdi. Bunu yapabilmek için, evvela Fin dil ine uygun bir a lfabe icadetti. İ ncil'in tercümesi Fin di­ linde yazılan i l k kitap olmuştur. Bundan sonra Agri­ cola bir İ l m ihal (Catechisme) ve Fin dilinde ilahiler yazdı. Agricola'dan sonra, dini şiirler yazan başka şairler zuhur etti. Onyedinci asırda Hıristiyanların bütün dini kitapları (Bible) Finceye çevrildi. Böyle­ ce onsekizinci asıra kadar Fin dil inde sadece dini eserler neşredilmiş oldu. Fin d i l i henüz medeniyet dili derecesine yükselmemişti . Onsekizinci asrı n sonlarındo Abo Ü niversitesi profesörlerinden Henrik Forthan etrafına idealist geneler toplayarak, onlar­ la yaptığı uzun sohbetlerde Fin halkının medeniyet­ çe geri kalmış bulunduğunu, milleti medeni bir mil­ let seviyesine çıkarmak için çalışmanın Fin mil leti­ ne mensup aydınlara düşen bir vazife olduğunu a n ­ lattı. F i n milletini medeniyetçe yükseltmek i ç i n h e r şeyden önce b i r medeniyet dili yaratmak gerek ol­ duğunu izah etti. Edebi ve medeni bir dil yarat­ mak için de, her şeyden önce. Fin halkının konuş­ ma dilini, halk şiirlerini. masallarını, atasözlerini, milli dildeki efsaneleri, hülasa milletin bütün şifahi kültür mahsullerini derleyip incelemeni n lüzumunu izah ve isbat etti<21 > . Forthan'ın öğütleri Fin gene{27)

Forthan milli dili bir medeniyet dili derecesine çı-


MİLLİYET DUYGUSU

155

Jeri üzerinde tesirsiz kalmadı, onları n uyumuş olan m i l li duygularını uyandırdı. Birçok geneler Fin mil­ letinin dili ve eski kültür mahsulleri sahasında araş­ tırma yapmağa başladılar. Fakat Finlandiya ülkesi İ sveçlilere tôbi olduğundan, ne İ svec hükumeti, ne de İ sveç aydınları Fin halkının milli duygusunun uyanmasını ve Fin dilinde bir edebiyat yaratılma­ sını istiyorlardı. 1 809 da, Finlandiya, Rus Carı Birinci Alek­ sandr'ı n hôkimiyeti altına girdi. Fakat Finlandiya ile R usya'nın münasebeti aynı hükümdara tôbi olmak­ tan ibaret kaldı c28>. Gerek Birinci Aleksandr, gerek ondan sonra gelen Rus carları da Finlandiya'ya da­ ha önce hôkim olmuş olan İ sveçlilere pek güven­ mediklerinden, memlekette ekseriyeti teşkil eden ve daha zi-vade köyl ülerden müteşekkil Fin milletine dayanmağı tercih ettiler. Onun için Fin milletinin milli uyanış hareketlerine karşı da müsamahalı dav­ randılar.

Ondokuzuncu asrın başları nda üniversitede yük ­ se k tahsil görmüş Finliler arasında, Fin dil inde şiir yazacak kadar milli dillerine vakıf şairler zuhur etti. Gelge!elim Finlandiya Rus çarlarına tôbi ol­ du ktan sonra da. ülkeyi fiilen idare eden yine İ s­ veclilerdi. Mekteplerde öğretim dili İ sveç dili idi.

ka:ına k

melde

n�lcr

yapmak

kendi

milli

l '1 7 • m

olcluğmm

li sanını

Fin

bil·

d l l i nd e

y az aca k kadar bil miyordu. Onun icin e[;er­ lerini İsveç dilinde veyahut ı a ti nc e yazmıştır. Devletlerarası hukuk ıstılahiyle i f<.ıde edersek, bü­ yük Rusya ile Fi n l a ndiy a arasındaki birlik b i r Uni­ on personelle'den, hükümdar birliğinden ibaret idi. eser

ı 2e ı

için

beraber.


156

MİLLİYET DUYGUSU

Hükumet ve mahkeme d i l i de, yine İ sveç dili idi . Finlerin ülkenin idaresinde rolleri yoktu. Gene m i l ­ l iyetçi Finler. F i n halkına da ülke idaresinde yer ve­ rilmesini, Fin çocukları n ı n okuduğu mekteplerde öğretimin Fin dil inde yapı l masını. matıkemelerde Fin dilinin de kullanılmasını talep etme� e başlad ı ­ lar. 1 820 d e Abo'da ilk defa olarak, F i n dilinde b i r gazete çıkmaya başladı. 1 828 d e Helsinki Ü niversi­ tesinde Fin dilini ve Fin halk edehjyqtını tetkik ve tedris için bir kürsü ihdas edildi. Bu kürsü saye­ sinde Finler arasında milletini yükseltmek idealini besleyen genelerin sayısı çoğaldı. i sveçleşmiş ai­ lelerde yetişmiş olduklarından, Finceyi iyi bil meyen geneler arasında milli hissin uyanmasına en çok hizmet eden Ludwig Runeberg olmuştur. Runeberg ve birer milliyetçi gene olan Lönrot ve Snellman Fin edebiyatı cemiyetini kurdular. Cemiyetin gaye­ si Fin halk edebiyatını, Fin d i lindeki eski kültür eserlerini, Fin dilinin kel imelerini toplamak idi. Bü­ tün bu teşebbüs ve hareketlerin gayesi Fince bir edebi dil yaratmak idi. Fin lisanı nda edebi dil ya­ ratılmasına en çok hizmet eden Lönnrot ol muştur. 1

Lönnrot halk dilini esaslı surette öğrenmak için, uzun müddet, halk arasında köylü hayatı ya ­ şamış. halk edebiyatının bütün hazinelerini toplamış ve bunları çeşitli cephelerden incelemiştir . Bu araş­ tırmalara başlamadan önce, başka mil letlerin ede ­ bi dil yaratma usullerini tetkik etmiş olan Lönn­ rot, halk arasında, şifôhi edebiyat mahsullerini top­ larken. beklemediği bir hazineye tesadüf etmiştir. Gene filolog, Fin ülkesinin muhtelif vilc'.ly3tle­ rinde, muhtelif şekillerde söylenen ve uzak bir ma-


MİLLİYET DUYGUSU

157

ziden bahseden şiir parçaları n ı n hakikatte bir bü­ tün teşkil eden bir destanın parçaları olduğunu kaş­ fetti. Bu keşif üzerine Lönnrot'un önünde Fin mil­ letinin, tarihten önc�ki milli hayatına a it mühim vak'aları anlatan zengi n bir milli destan dirildi. Bu destan Lönnrot'a Finlerin uzak bir mazide, büyük, şanlı bir millet olmuş olduklarını isbat ediyordu . Lönnrot bu destan parçalarını « maddi bir hazine» keşfetmiş bir adam gibi he yecan ve sevinçle top­ ladı, dizdi. sıraladı. Halk şairleri tarafından môna­ sı anlaşılmaksızı n söylenen kelime ve cümlelerin manôsını izah ve tefsir etti. Bundan sonra. bu milli destanı « Kalevala» ismiyle neşretti ( 1 835) . Kaleva ­ la'nın keşfi ve neşri bütün Fin milleti üzerinde çok derin bir tesir icra etti. Kalevala'yı okuyan her Fin kendisinin çok uzak bir geçmişte büyük, şanlı ve müstakil bir millete mensup olduğunu h issederek sonsuz bir sevine ve meşru bir milli iftihar duydu ve neticede hem kendisine. hem milletinin gelece­ ğine itimadı a rttı . Maziye ait bu destan. Finlerin ruhları nda istik­ bal ha'kkında da büyük ümitler doğ u rdu. Fin milletinin milli uyanışı ve medeni inkişafı tarihinde Kalevala'nın neşri mühim bir vak'a teşkil eder<29>. Lönnrot, Kalevala'dan başka, bu destana (291

Kalevala, kahramanlar ülkesi demektir. Kalevala'­ nın edebi kıymeti hakkında zamanın meşhur li­ saniyatçısı Max Müller demiştir ki: Beşeriyetin dört büyük destanı, İliada, Mahabarata, Şchniırne ve Nibelungen'den sonra, beşinci olarak Kalevala da sayılmalıdır. CJules le Clercq,- La Finlande aux mille lacs. P. 168! . W. Radloff'ın, Proben der Volkslitteratur der nörd­ lichen Türkischen Stamme, CTeil V. S.S. I-XXIVl adlı eserinde Kara - Kırgızlann «Manas• destanı-


158

MİLLİYET DUYGUSU

dahil olmayan halk şi irlerini de toplayıp « Kantele­ tar» ( Kopuz Kızı) ismiyle neşretti. Bundan sonra halk masallarını, hikôyelerini, atasözlerini, bilmecele.-ini. mecusilik devrinden kalma dini edebiyatı d m. topla­ dı. Lönnrot' u n topladığı «Halk edebiyatı » lıbzinesi l isaniyat ô l i m leri için bir tetkik mevzuu oldu. Bu edebi «malzeme» bir taraftan i l mi ve torihi b tı k i m d a n i ncelendi, d:ğer taraftan edebi malzemedeki söz hazi nesi esas tutularak, Fin ôlimleri tara f ı n � a n nı: l l i di:de i l mi ıstılahlar yaratı lmasına başland:. Fin­ ler içinde Castren gibi büyük dil ôl i m!eri zuhur el­ ti. Castren 1 841 'de «Suomi» ( Finla ndiya) ismiyle b i r edebi mec:nua neşretmeye başladı. Bu mecmuada ilk defa olarak münhasıran Fin dil indeki ıstılahları kullanarak yazı lmış makaleler neşrolundu. «Fin edebiyatı cemiyeti» hal·k için yazılmış, işlenmiş halk d i l i nde 8Serler neşretti. Fakat Fin milletinin her sahada hayret edile­ cek süratle inkişafı Rus hüküm etini endişeye düşür­ dü. 1 850'de Rus carları Fin dilinde dini kitaplardan gayri kitapların basılmasını, bir fermanla yasak et­ ti. Fakat birkaç sene sonra Rus carı bu fermanı Ilga etmeye mecbur oldu. Ferman ilga edilir edilmez. Fin d ilinde pek çok yeni eserler neşrolundu. 1 872 de, Finlandiya'da ancak Fin lisanında yazılmış pi ­ yesleri temsil eden bir tiyatro tesis edildi. Tiyatro­ yu kuran Bergbom, kendisi de Fince birçok tiyatro eseri yazdı . Oksanen isminde na

·Ônsöz•

olarak,

bir

muharrir

milli

«Kıvılcım» is-

destanlann

nasıl

ya­

ratıldığına dair çok mühim fikirler ileri sürülmüş­ tür.


MİLLİYET DUYGUSU

159

miyle lirik şiirler neşretti. Aynı senelerde ilharr. kaynaklarını genişletmek, zeng inleştirmek için bü­ yük mil letlerin meşhur klösik eserlerin i Fin d i i ine tercüme etmek gerektiğini kavrayan aydınlar zuhur etti. Paul Kayander Shakespeare'in eserleri ni ter­ cüme etti. Kısa müddet içinde pek çok şairler, ro ­ mancıla;-, mütercimler yetişti. Hepsi işlenmiş ve git­ tikçe işlenmekte olan milli edebi dilde yazıyor lardı . Yen i Fin edebiyatı baştanbaşa milliyetçi. Finci ve h alkçı idi. Yazarlar mevzularını halk hayatından alı­ yor. ifadelerinde mutlaka Fince keli me ve ıstılah kullanmayı millete sadakat borcu telôkki ediyorla r­ dı. Fin yazarları gayet şuurlu ve ateşli bir m i l l iyet­ çiliği beşeriyete ve bütün milletlere karşı h ü rmet ve hayırhahlıkla birleştirmeyi bilmişlerdir. Fin ede­ biyatı mill iyetçi, halkçı olduğu halde, aynı zamanda beşeriyetçidir. Bugün Finlerin kendi dillerinde yazıl­ mış zengin edebiyatları vardır. Finlerde yabancı ke­ limelerden kaçınma temayülü d iğer milletlerde gö­ rüldüğünden de ziyadedir. Finler telefon gibi kel i­ meler için dahi Fince isimler yaratmışlard ı rc30 > . Bundan yüzelli yıl önce siyasi isti klôlden mah­ rum, d i l ini unutmuş bir kütleden i baret olan Fin milleti bugün siyasi bakımdan müstakildir. Mede­ niyeti, Avrupa'nın diğer medeni milletlerinin seviye­ sine erişmiştir. (30l

Fin milletinin ve Fin dilinin inkişafı hakkında eserler : Jules le Clercq, La Finlande aux mille lacs. Paris. 1914. C L'Epopee finnoise, sahife 150-20.'i l . Reuter, La Finlande et !es Finlandais. Jacop Grimm. Über das finnische Epos. Helmolt. Geschichte der Menschheite, Tome VI. Fa­ sıl X. J. 3.


160

MİLLİYET DUYGUSU

Bu mucize milliyet duygusunun uyanması ve milliyetçiliğin milletleri gelişmeğe ve yükseı eğe sevkeden ·sihirH tesiri sayes·irıde vukubulmuştur.

riı

M i l li ideallere bağlı ve yükselmeye azimli bir millet için erişilmeyecek bir gaye yoktur.


- 6 -

YAHUDİLERDE MİLLi DUYGUNUN İKİ BİN YIL UYANIK KALIŞI

M i l l iyet duygusunun ve milli şuurun milletlerin ruhi bünyesinde çok derin kökleri olan, irsiyet yo­ lu ile batından batına geçen, ölmeyen, sönmeyen birer duygu olduğ u n u isbat eden höd iselerden biri de, gözümüzün önünde, Filistin'de bir İ srail devle­ tinin kurulmuş olmasıdır. Yahudi milletinin milli ve siyasi uyanışının ve diri l işinin iki esas e m i l i şunlardır: 1. M i l l iyet duygusunun kuvveti, _ 2. M i l li dilde istiklıll devrinden kalma bir ·edebiyatın mevcut olması. -

-

Yahudi tarihini iki devire ayırmak mümkündür: 1. Efsanevi devir, -


ıea

MİWYET DUYGUSU 2.

-

Tarihi devir

.

Birinci devrin büyük şahsiyeti İ brahim Peygam­ ber'dir<31>. Yah udilerin rivôyetine göre, İ bra h i m Aleyh isselôm Yahudi milletinin Atasıdır. Bu devrin diğer önemli simaları, lbrahim Peygamber'in oğul­ ları İ smail ve ishak'tır. İslôm din bilginleri tarafından dahi peygamber olarak tanınmış olan bu şahsiyetlerin hal tercüme­ leri Nebi'ler tari h i n i bilen aydınlarca malumdur. Yahudilerin mazisinin tarihi telôkki olunabile­ cek devri Yakub Peygamber'le başlar. Yakub Pey­ g amber Mısır'da yerleşmiş idi. Yakub'un torunları zamanla çoğalmış. Mısı r'da ayrı bir zümre teşkil et­ m işlerdi. M ısırlı lar Yahudileri esir telôkki ediyor ve esir gibi çalıştırıyorlardı. Yahudilerin Mısır'da ma ­ ruz kaldı kları zulüm Tevrat'ın Sifrül-H üruc ( Exode) adlı kitabı nda tafsilli bir surette hikôye edilmiştir. Yahudiler Mısır'da asırlarca esaret altında yaşadık­ tan sonra, Musa Peygamber'in riyaseti altında «Ora­ dan cı kmağa11 muvaffak olmuşlardır<32>.

C31l

(32 )

İbrahim'in Peygamb�rliğine dair Kur'an'da bir çok ayet vardır. Ezcümle Sürei Nisa'nın 161. ayeti. Ay­ nı ayette İsmail, İshak, Yakub, Süleyman ve Da­ vud'un Peygamberliği de tasrih edilmiştir. Rivaye­ to göre İbrahim Peygamber M.Ö. Hl9G'da doğmuş, 1821'de vefat etmiştir. Sürei Nisa'nın 162. ayetinde Musa'nın Peygamber­ liğine de işaret vardır. Yahudilerin Mısır'dan çık­ malarının Mısır Firavunlarından İkinci Amenophiı:. ( 1447-1420) ve Beşinci Thoutmes ( 1420-1410) devir­ lerinde vukubulduğu tahmin edilmektedir. CGus­ tave Fougeres, Les Premieres civilisations. P. 233.l


MİLLİYET DUYGUSU

163

Yahudiler. Mısır'dan çıktıktan sonra uzun müd­ det Filistin'de kabileler hali nde yaşadı lar. Kabileler, aralarında devamlı mücadele halinde idiler. Nihayet kabileler birleşerek, araları ndan bir kral seçmeğe karar verdiler ve Saül adlı bir kumandanı kral inti­ · h � b ettiler. Yani, mOStakil bir Yahudi aevleff-ki.i rd u� Tar. Saül (M. Ö . 1 055-1 033) den sonra Yahudi devle­ tinin başına Davud (1 033-993) Peygamber geçti. Mu­ kaddes kitaplardan olan Zebur ( Psaumes) Davud'a gelmiştir. Davud'dan sonra Süleyman Peygamber (993-935) tahta çıktı . Süleyman'ın devri Yahudi dev­ letin:n en pa rlak devridir. Süleyman'dan sonra Ya­ hudi devle�i ikiye ayrı ldı: Cenubta Süleyman Pey­ gamber'in torunları tarafından idare olunan Judo kra l l ı Q! . şimalde i srail krallığı. Şimaldeki i sr;il kra � lığı M. Ö . 718'de Asur kralı Sargon i l . tarafından tahrib edildi. Cenubdaki J udo devleti M . Ö . 606'da Bab:I hükü mdarı Nabuchodonosor ( M . Ö . 605-562) tara fından zaptedildi ve Yahudi milletinin büyük bir kısmı esir olarak Babil'e götürüldü. Orada, Babil i ranlılar tarafından 536'da fethedilip, Yah udilere va­ tanlarına dönmeğe müsaade edi l inceye kadar, yet­ miş sene, esaret altında yaşadılar. M . Ö . 536'dan sonra Yahudiler tekrar Filistin'e döndüler. Daha sonra, Yahudi m i l leti, kôh bir büyük dev­ lete tabi olarak, kôh müstakil olarak yaşadı. Sonra, Yahudiler bütün dünyaya dağıldılarc33>. Bir kısmı yaşadıkları ülkelerin dillerinde konuşmağa başladı(33)

Orta Şarkta İslam dini yayıldıktan sonra, lsrnm memleketlerinde Yahudiler hiç bir zaman Avrupa'­ nın Hıristiyan memleketlerinde maruz kaldıklan zulme ve hukuki tahditlere düçar olmamışlardır.


164

MİLLİYET DUYGUSU

larsa da, eski lisanları olan İbranice dini ôyinler li­ sanı olarak mevcudiyetini muhafaza etti. Yahudiler bütün dünyaya dağılmış oldukları halde, ki bu dağılış ve yayı lışa D İ ASPORA adını ve­ rirler, mill iyet d uygularını, milli şuurlarını hiç bir za­ man kaybetmediler. Çeşitli ülkelerde yaşadıkları halde, aynı milletin parçaları olduklarına dair şuur Yahudiler arasında daima kuvvetl i bir his olarak ya­ şadı. Onlarda bu h is hiçbir zaman zaafa uğramadı . Ondokuzuncu asırda Yahudiler a rasında m i l l i ­ y e t h issi büsbütün kuvvetlendi. Bazı zümrelerce unutulmuş milli dili, yani İ brani d i l i n i ihya etmek, tekrar bu dili konuşan bir mil let ve müsta kil bir Yahudi devleti yaratmak arzusu Yalıudiler için bir ideal mah iyetini jktisab etti. Ve bu gayeye yönelen faal iyet kesif bir hareket şekl ini aldı. Yahudiler a ra­ sı nda çok taraftar kazanan bu cereyana «Siyonizm» adı veril miştir<34 > . Siyonizm cereyanının l iderleri nden Herzi adlı Yahudi mill iyetçisi, Yahudilerin milli idealini gerçek­ leştirmek için canla başla çalışmıştı r<35>. Bunun ne­ ticesinde ve şimali Amerika Yahudilerinin maddi ve ma nevi yardımı sayesinde, Yahudiler, 1948 yılı nda Filistin'de tekrar müstakil bir Yahudi devleti ku rma­ ğa ve Tevrat dil inde konuşan bir millet yaratmağa muvaffak oldu. Yahudi milletinin milliyet duygusunun iki bin ( 34 )

Siyonizm, Sion kelimesinden yapılmış bir ıstılahtır. cSionculuk.. demektir. Sion ise Kudüs'te bir tepe­ nin adıdır.

<351

T. Herzl'in eserinin ismi cL'ETAT JUIF•dir.


MİLLİYET DUYGUSU

165

yıl uyanık ·k alması nda, eski devirlere ait yazıl ı ede­ biyatın büyük rol ü olmuştur<38>. Yahudi milletinin eski devirlerden kalma edebi eserlerinin hemen hepsi peygamberlere atfolunan eserlerdir. Bugün bu eserlerin birçoğu a ncak Yahu­ diler tarafından değ il, H ıristiyan bilginleri tarafın­ dan dahi mukaddes k itaplardan sayıl maktadı r. Fa­ kat d i ni olmakla beraber, devamlı olarak Yahudi m illetinin tarihinden bahseden ve böylece Yahudi­ lerin bilhassa milli h islerini okşayan bu edebiyatın mevcudiyeti ve bunun bir mukaddes miras telôkki olunması, h iç şüphesiz, Yahudi milleti n i n tekrar dev­ let kurabilmesinde m ü h i m ômil olmuştur.

< ::: o >

Ya}\udilerin eski devirlerden kalma edebiyatını üç kısma ayırabiliriz: ı > Dini mahiyetteki eserler. 2 ) Peygamberlerin kıssaları, 3) Edebi v e ahlftki eserler. Dini mahiyetteki eserlerin en mühimi İslam millet­ lerinin edebiyatında ·TEVRAT• ismiyle malüm, Musa Peygamber'e isnad olunan beş kitaptır.



Kısım V ZAMANIMIZDA MİLLİYETÇİLİK



i

1

MİLLETLERİN YARDIMI KENDİNDE ARAMASI PRENSİBİ

Bugün milliyet düşmanı yazarları n telkin etme­ ğe çalıştıkları fikirlerden biri de, milliyetin esasının insanlık sevgisine ve insa ni dayanışma prensibine aykırı olduğudur. Bu fikir sosyoloj ik ve psikoloj ik bakımdan o kadar temelsiz bir fi kirdir ki, bazı ciddi düşün ürler tarafı ndan tekrar edilmiş olmasına hay­ ret etmemek mümkün değildir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, milliyetçil ik, insan­ ların kendi milletlerine karşı duydukları bağlılıktan ibaret bir ruhi halettir. Bu ruhi halet niçin ve na ba­ kımdan insani dayanışma ile, yani diğer milletlere karşı hayırhahlıkla bağdaşmasın? Bütün insanlığın kültürce yükselmesi, iktisatça refaha erişmesi, içti­ mai bakımdan ôdil bir nizama kavuşabilmesi için.


170

fe l

.,

1

MİLLİYET DUYGUSU

;.·.J., . ı

.,

, ı , ' ' ":1. d

t .•.

l• , _.,,..._ L- C1J..•bv · lr,r

bütün mil tıerin hür ve müstakil olması lôzım de­ ğil midir? l nsanlık milletlerden kurulu bir bütündür. Bütünün saadeti için cüzlerin de mesut olması şart değ i l midir? Elbettek i şarttır. Hakikat böyle ise, bir milletin medeniyetçe yükselmeye çalışması, istiklô­ lini muhafaza için mücadele etmesi, yani milliyetçi­ lik, insanlığın menfaatlerıyle tezat teşkil etmek şöy­ le dursun, bilôkis bütün insanlığı mesut ve mür�f­ feh etmenin sı rrıdır. Çünkü bütün insanl ığın ilerle­ mesi için en kestirme yol her milletin kendisi için çalışmasıdır. Bir millet kendi tekômülü için bizzat 'çalışmazsa, bunu kimden bekleyebilir? Bu suale tabiatta mevcut bir biyoloj i k kanun cevap vermekte­ dir: «Yaşamak istiyorsan, kendi hayat ve bekanı �enC!!.!ı. temin et. kendin için kendin çalış.» Bu ka:. _ı::ı�!!_JeJ!!_ere_J!itap ettiği gibi, milletlere de h itap e_Q_�r. Bir millet için kendi hayat ve bekasını, mede­ niyet, refah ve saadetini başka milletlerden bekle­ mek, başka milletlerin yardımiyle yaşamak çok yan­ lış bir yoldur. Buna sevkeden ruhi halet milletleri zevöle, inkıraza götürebilecek tehl ikeli bir ruhi ha­ lettir. Çünkü « insanlık» aslı nda bir mücerret fikir, bir «abstraction» dur. M üşahhas rea l iteye tekabül eden varlıklar etli, kemikli insanlardan kurulu mil­ letlerdir. Bu milletlerin içinde diğer _milletlere karşı kar­ deşl ik h isleri besleyen kimselerin bulunması gerçi mümkündür( ! > . Fakat milletler, millet olarak, başcıı

İnsanlığı bir bütün telakki eden, bütün insanlığa karşı derin sevgi hisleri besleyen düşünürler tari­ hin her devrinde görülmüştür. Romalılardan Çiçeron'un, Seneka'nın, Mark Au­ rel'in yeni zamc.:ılarc!a Rousseau, Kant gibi düşü-


MİLLİYET DUYGUSU

171

ka bir milletin bütün dertleriyle ilgilenemezler. Her m illetin, kendine göre binbir derdi vardır. Kalkın­ mak, yükselmek için çalışmak, her milletin kendisi­ ne düşen vazifedir. «A» milleti cB11 m i lleti için ça­ lışamadığı gibi, m ücerret bir mefhumdan i baret olan ��n lıkıı da «B» m ılletının yukselmesı ıçın çalışa­ m_g.z.. Ne bugün, ne de tarihte medeniyetçe geri ka­ lan bir m i lleti medeni, müreffeh ve mesut kılmak için, diğer milletlerin, kendi çıkarlarını düşünmeksi­ zin çalıştığı görül memiştir. Uzun asırlardan beri Habeşistanlı ların ekseriyeti H ıristiyan dininde olduk­ ları halde, dindaşları olan medeni Hıristiyan m i llet­ lerden h iç biri, bu ülkeyi medenileştirmek, yükselt­ mek için yardım e l i n i uzatmamıştır. Bir zamanlar M ussol ini Habeşistan ile a lôkadar oldu ise de, Ha­ beşistan'ı yaşatmak için değ i l , bilôkis onun siyasi varlığını yok etmek, uzun tarihe môlik olan bu mil­ l eti esir etmek içindi . Halbuki, bundan yüzyıl önce muasır medeniyet­ ten mahrum bulunan Japon m il letinin kendi içinde doğan yükselme i radesi ve sistemli çalışması saye­ sinde bu millet d ünyanın en medeni milletleri a ra­ sı nda şerefli bir yer almıştır. Bu yükseliş diğer mil . . nürlerin eserlerinde bütün insanlığa karşı h�yır­ hahlık hissi kuvvetli bir surette tecelE etmekte­ dir. Din kurucularının da hakiki gayesi bütün in­ s:ınlığı her iki dünyada. mes'ut kılmaktır. Böyle düşünürler İslam dünyasında da zuhur etmiştir. Buna kanaat getirmek için Farabl'nin ·Faziletli Devlet• adlı eserini okumak kafidir. İran şairle­ rinden Şeyh SAdi'nin ·Gülistan• adlı eserinde, bü­ tün insanlığı tek uzviyet tell\.kki ettiğini ifade eden mısralar vardır. < Beni Adem azayi yek di­ gerendl .


172

MİLLİYET DUYGUSU

!etlerin teşebbüsü ve yardımı ile m i olmuştur? Ha­ yır. Bu, Japon m i lleti içinde zuhur eden mill iyetçilik cereyanı sayesinde vuku bulmuştur. Eğer bugüne kadar, Japon m i l l iyetçileri : «Avrupa'nın bazı müte­ fekkirleri ve bazı siyasi partileri m i l liyetçiliğ i tasvip etmiyorlarmış, bunu geril i k sayıyorlarmış» diyerek, milletlerinin yükselmesi için çalışmaktan vazgeçse­ lerdi, bugün Japon milleti bir büyük devletin sömür­ gesi olmaktan kurtulamazdı. Her alanda gerçek m i l l iyetçilik milletler için en tesirli bir terakki ve tekômül ômilidir. M i l l i yet duygusunu milletlerarası tesanüde aykırı bulanlara soruyoruz: Bir milletin kendi i mkônlarıyle yüks·al­ mek için çalışmasından, insanlık hangi bakımdan mutazarrı r oluyor? Asya ve Afrika'daki bir milletin, yard ı m ve kredi aramaksızın, milli ve iktisôdi ba­ kımdan yükselmesinden, cenubi Amerika mil letlerin ­ den, meselô Arjantin veya Brezilya devleti ne ba­ kımdan zarar gördü? Bu mil letlerin iktisôden yük­ selmesinden, olsa olsa büyük devletlerin sömür­ ge siyaseti, bu devletlerin büyük sermayedarları ve zengin tüccarları mutazarrır olabil ir. Bunların ben­ cil menfaat mülôhazaları, yaşamağa ve yükselmeğe karar vermiş bir milletin, meşru ve hayati gayele­ rinden vazgeçmesi için bir sebep teşkil eder mi? M i l l iyetçiliğin bir ilerleme a m i l i olduğu inkar edile­ mez bir hakikat i ken, bazı yazarların m i l l iyetçiliği beşeriyet bakımından zararlı bir cereyan gibi gös­ termeğe çalışmaları, insanda bir sual tevl it ediyor: Acaba b.u yazarları n mill iyetçiliği zararlı bir cereyan g i bi göstermeğe çalışmasında kendi hükumetleri n i n emperyal ist ve müstemlekeci siyasetleri nin v e b ü ­ yük clhanşümOI ·sermayedarların tesiri ıyok mudur?


MİLLİYET DUYGUSU

173

Acaba, bu yazarlar şuurlu veya şuursuz olarak, As­ ya ve Afrika'nın medeniyetçe geri kalmış olan mil­ letlerinin milli uyanışlarını, Avrupalıların birer pazar kaybetmesine môni olmak için mi mil liyetçiliği bir korkuluk, bir tehl ike gibi göstererek önlemek isti­ yorlar? Gariptir ki, bilhassa müstemlekeci milletlere mensup yazarların m i l l iyetçiliğin menfi ve zararlı bir cereyan olduğu hususu üzerinde ısrarla durma­ ları objektif düşünen bir insanda şüphe uyandıra­ cak mahiyettedir. Bugün, millet!erarası işbirliği şekillerine rağ­ men, her milletin kendi için çalışması, kendi kaynak ve imkônları ile kalkınması ve yardımı kend!nden beklemesi milliyetçiliğin prensiplerinden biri o!ma­ tıdır.


- 2 -

MİLLi DEVLETLER FEDERASYONU

Bugünkü real ist mill iyetçi her şeyi kendi m i l­ letinden beklemekle beraber, savaş denilen ôf etin önlenmesi için, başka mil letlerle bi rleşerek, bir Fe­ derasyona girme fi krini, muayyen şartlarla kabul edebilir. Çünkü modern silôhlar harbi bir «var ol­ ma veya yok olma» mese lesi haline getirmiştir. Günümüzde milletler a rasındaki ihtilôfların. vah­ şet ve barbarlık devrinde olduğu gibi, silôhlı çar­ pışmalar. harpler yolu ile halledilmesinin bugünkü medeniyet ve kültür seviyesiyle telifi kabil olmadığı ve mutlaka bertaraf edilmesi gerektiği fikri yayıl­ mış bir kanaattir<2>. (2)

Ebedi banş lehindeki eserlerin meşhurları şunlar­ dır: Antoine Marini, ·Le pacte confecteral» CV inci asnn son yansında! , rahip Erneric Cruce, . ·Pro;et


MİLLlYET DUYGUSU

175

Bu kanaat a ncak ahlôki d üşüncelerd·en doğan bir temenni olmayıp, maalesef gerçekçi bir görüşün ifadesidir. Cünkü bugün mevcut olan müthiş silôhlar ve tahrip vasıtalarıyle h arplere devam edilmesini ka­ bul etmek insanlığın ortadan kalkmasını kabul et­ mek, demektir. Bu bakımdan barışın kıymetine inanan bir in­ san harp hôdisesinin önlenmesine elbette en büyük ehemmiyeti verecektir. Saldırı cı harplerin<3ı zuhu­ runa mani olacak ecre ve tedbirleri aramak şüphe­ siz bugünkü insanlığa d üşen bir vazifedi r. Harpleri bertaraf etmenin Varsa bunun yolu nedir?

imkônı -var mıdır?

Yukarıda gördüğ ümüz gibi, m üfrit kosmopolit­ lere göre harpleri ortadan kaldırmanı n yolu mil let­ lerin m i l li hissini söndürmek, milletleri ortada.n kal-

(31

d'une federation universelle• <On altıncı asırda! Duc de Sully ( 1556-164 1 1 ·Sages et royales ücono­ mies de l'Etat.• William Penn, ( 1644-17181 , ·Essay towards the present and future peace of Europe by . the establishment of a european diet•, Abb6 de Saint Pierre ( 1658-17431 , ·Projet de traite pour rendre la paix perpetuelle en Europe.• Kant, ( 1724.1804 1 . ·Zum e wigen Frieden.• St. Siman, CE', A. Thieryl . ( 1760-1825 1 , ·De la reorganisation de l'Eu­ rope.• Saldırıcı harp bir milletin diğer bir milleti kat­ letme teşebbüsüdür. Savunma harbi ise !Ililletlerin meşru müdafaa haklarını kullanmasıdır. Tecavü­ zi harplere mani olabilecek bir otorite, bir mü­ essese yaratılmadıkça tedafüi harp bir zaru:·ettir.


!76

MİLLİYET DUYGUSU

-dı rmak ve insanlığı bir tek milliyetsiz kütle haline g etirmektir. Bu görüşün sosyolojik ve psikoloj ik bakımdan yanlış bir görüş olduğunu yukarıda çeşitli deli llerle isbat ettik. Harpleri c;ırtadan kaldırmak için ileri sürülen fi­ kirlerden biri de, harpleri önleyebilecek kadar as­ keri imkö nlara sahip, kuvvetli bir milletlerarası teş­ kilatın meydana gotirilmesidir, yani devletlerin bir {=EDERASYON şeklinde birleşmesidir<4> _ Bugün bir çok memleketlerde federasyon f i k­ rini yaymak için çalışan federal ist cemiyetler de ku­ ru lmuştur<5>. Federalistlere göre. evvelö her kıt' ada uyrı ayrı reae·rasyonlar. federal birleşmeler kuru. malıdır, daha sonra bu f�derasyonlar birleşerek d ün.­ ya federasyon u n u teşkil etmelidir. Bugün her iki nevi federasyonun nüveleri mev­ cuttur. Avruoa konse vi (CONS E I L DE L'EUROPE) lsmiyle malum, merkezi Strasbourg şehrinde olan müessese Avrupa federasyonu n u n gerçekleşmesi C4l Federal devlet nakkındaki şu eserleri tavsiye edebi­ liriz: George Jellinek, «Etat moderne et son droit• , Te­ me II. Ch. XXI, S.S. 530-563. Leon D•uruit, Traite ele droit constitutionnel, Teme III, Cphit IV, 58 A. Bushnell Hart, Introdı.ıction to the study of fede­ ral government, Bostan 1891. r'5ı

1948'de federalist _ cemiyetler birleşerek ·Avrupacılık hareketi• CMouvement Europeenl ismiyle bir fede­ ralist cemiyetler birliği teşkil ettiler. Bu münım L"­ şekkülün rlcuda gelmesinde Churchill, de Gaspert ve Spaak'ın rolleri vardır.


MİLLİYET DUYGUSU

177

yolund a atılmış bir adımdır<8>. Merkezi New-York'­ ta olan « B İ RLEŞM İ Ş M İ LLETLER» (Unlted Nations) teşkilôtı ise, d ünya federasyonunu k urma yolunda bir teşebbüs ve tecrübe sayılabilir<7>. Kanaatimize göre, federasyon fikri, üyelerin iyi niyetli olması şartiyle, gerçekleşmesi mümkün olan bir fikirdir. Ancak bir federal teşkllôtın yaşayabilmesi icln müessesenin. psikolojik ve sosyoloiik bakımdan bu _ rea l ist ve rasyonel esaslara göre kl!!Ull!l.!!Ş_ _olması şarttır. •

Bu esaslar hangileridi r? Tereddütsüz olarak di­ yebiliriz ki, bugün demokratik devletlerin dayandığı C6l

Avrupa federasyonu ve Avrupa konseyi için şu eserlere müracaat edilebilir: Richard Coudenhove­ Kalergi, Pan-Europe 1923. Richard Coudenhove-Kalergi, Crusade for Pan-Eu­ rope 1930. Benda, Discours a la nation europeenne. 1933. Oliver Philip, Le Probleme de l'Union Europeenne. Edouard Bonnefous, L'Idee Europeenne et sa realisation.

C7l

·Birleşmiş Milletler Teşkillttı• için şu eserleri tav­ siye edebiliriz: Profesör Cemil Bilse!, Birleşmiş Milletler. 1946. Louis Dolivet •The United Nations, a handbook on the New World organisation:• New-York. 1948. Bu eserin sonuna Birleşmiş Milletler anayasasının met­ ni ve yüksek adalet divanının tüzüğü de ilave edil­ miştir. John Maclaur'in, the United Nations and power politics, London, George Allen and Unwin Ltd. Bu esere appendix olarak Birleşmiş Milletler tarafından 10 Aralık 1948'de neşr ve ilAn olunmuş •İnsan Haklan Beyannamesi.. ilAve edilmiştir.


178

MİLLİYET DUYGUSU

prensipler ne ise. federasyonların kuruluşunda da aynı prensiplere riayet edi l mel idir. Bugünkü demokratik devletlerin dayandığı prensipler ise şunlard ır: Fert devlet için değil, bilôkis devlet fert 1 içindir. 2 Fertlerin, devlet tarafı ndan dahi inkar ve ihlöl edi lmesi caiz olmayan tabii hakları vardır. Bu haklar ferdi her türlü tecavüze karşı koruyan bir manevi kale teşkil eder. Devlet fertlerin hukukça tanınmış tabii 3 hakları na mutlak surette hürmet etmeğe mecburdur. Devlet fertlerin hayat ve hürriyetini iste­ 4 diği gibi kullanan bir müstebit değil, bilakis kuvvet ve salahiyetini fertlerin (yani vatandaşları n) tasvip, rıza ve muvafakati sayesinde i ktisap etmiş bir hu­ k u ki müessesedir. Fertlerin h ukukça tanınmış hak ve hürri­ 5 yetlerini inkôr veya ihlôl etmekle devlet kendi varlı­ ğı sebebini lnkôr etmiş olur. 6 Bir taraftan fertlerin hak ve vazifeleri. d i ­ ğ e r taraftan devletin salôhiyet v e mes'uliyeti Ana­ yasa ile açı1k bir surette tôyin ve tesbit edilmiş ol­ malıdır. İ şte Milletler Federasyonu da, günün birinde kuru l acak olursa, bugünkü demokratik devletlerin istinat ettiği esaslara dayanmalıdı r. Devletln yetki ve otoritesi fertlerin tabii haklarıyla tahdit edi lm iş olduğu gibi, Federasyonun salôhlyeti de, m illi dev­ letlerin milli hôkimtyet. yani milli hükümranlık (Sou­ verainete nationale) hakkı ile ta!hdit olunmalıd ır. Bu esas federa l hukukun en mühim prensMbi sayılma­ lıdır. 'Burada mühim bir sual doğuyor: M illi devletle-

-

___.

__.

-

-


MİLLİYET DUYGUSU

179

rin hôkimiyeti baki kalırsa, federal devletin salôhiye­ ti ne olacaktır?<0>. Bu mühim sualin cevabı şudur: Federal devle­ tin salôhiyeti, federal devletin anayasasında, (yôn i federal devlet şeklinde birleşen milli devletlerin ken­ di a ralarında i mzaladıkları anlaşmada) m i l li devlet­ ere ait olup da, federal devlete bırakılmış ve sarih olarak sayı lmış muayyen ve mahdut ha kların isti­ mali salôh iyetidir<9>. Federal devletin salôh iyeti bir vatandaşın bir avukata verdiği neviden «vekôlet» esasına müste­ nittir. Federal devleti kurmakla milli d evletler asla hôkimiyet haklarından feragat etmiş değ iller, ancak hakimiyet haklarını, muayyen ve mahdut sahada is­ timal etmesi için, federal devlete vekôlet vermiş­ lerdir. Federal devletin milli devletlerin bazı hakları nı istimal salôhiyeti vekôleten <delegation'dan) do!l­ maktadı r. Federal devlet milli devletler üzerinde yüksek hôkimiyet sahibi bir müstebit, bir ômir de­ ğil, ancak muayyen ve mahdut sahalarda milli dev­ letler namına hareket eden bir vekil, bir temsilcidir. M illi devletler hangi sahalarda hôkimiyet hak­ larını kullanmak salôhiyetini federal devlete bırak­ malıdırlar? Bu sualin cevabı federal devletin kurul­ masındaki esas gayeden çıkar: Federal devletin ku­ rul masındaki gaye, yukarıda da işaret edildiği gibi, harplerin zuhuruna môni olabilecek vasıtalara sah i p mı

C9l

İzaha hacet yoktur ki, burada kastedilen Federal devlet. Federal Almanya gibi bir devletten, bünye itibariyle tamamen farklı olacaktır.. Bu bakımdan kurulması arzu edilen teşkilata Kon­ federasyon adının verilmesi belki daha doğru ola­ caktır.


MİLLİYET DUYGUSU

180

bir teşkilat yaratmıştır. Şu halde, federal devletin salah iyetini tayin için milli devletler a rasında harp­ leri doğu ran ihtilatların kaynaklarını tesbit etmek gerekir. M üşahede edilmiştir ki, milletler arasında harpleri tevlit eden amillerin mühimleri şunlardır: 1 Dünyadaki iktisadi servetlerden milletlerin adalete uygun bir şekilde istifade edememesi; -

2 Askeri ve iktisadi bakımdan kendisi ni kuv­ vetli h isseden bazı milletlerin, zayıf saydıkları mil­ letlere tecavüz ederek, o milletlerin servetlerini gas­ betmek ve onları mahkum millet derecesine d üşür­ mek temayülünü göstermesi. -

Buna göre, federal devletin salahiyetleri şun­ lar olacaktır: 1 Bir taraftan maden kömürü, petrol, de-_ mir, cel i k<10> vesaire gibi mühim i ktisadi servet kay­ naklarından istifade usullerini tanzim gibi işlerle meşgul olmak; 2 Diğer taraftan bütün devletlerin iştirakiy­ le kurulmuş müşterek ordunun sevk ve idaresiyle uğraşmak. Görülüyor ki, bunlar yetki olmaktan ziyade bi­ rer vazifedir. izaha hacet yoktur ki, tasavvur veya tahayyül ettiğimiz bu federal devletin, federasyo­ na dahil mil letlerin mebuslarından mürekkep bir parlamentosu, milli devletlerin temsilcilerinden te­ rekküp eden bir senatosu, milli devletler namına federal devlete ait işleri idare eden bir merkezi hü-

-

( 10)

Yakın bir gelecekte banş sahasında kullanılacak atom kuvvetini istihsal için lazım olan uranium gi­ bi madenler de bu maddeler arasında yer alacak­ tır.


MİLLİYET DUYGUSU

181

kOmeti, milli devletler arasında zuhur edebilecek ih­ J_ilaflara bakan bir yüksek mahkemesi de olacaktır Milletlerin millet olarak hürriyeti, milli hôkimi­ yeti, siyasi istiklôli, milli din, milli lisan, milli kül­ tür, milli an'ane, milli mukaddesat sahalarındaki hür­ riyet ve haklarının, federal devletin sclôhiyeti dışın­ da kalacağı hususu federal anayasada açık ve sa­ rih bir surette gösterilmelidir. Şayet federal devlet milli davletlerin yerine ge­ çen milletler üstü ve devletler üstü bir ômir halini alacak olursa, milletler kendi rıza ve muvafakatla­ rıyle istibdat altına g irmiş olacaklar demektir. Fede­ rasyonu kuran devletlerden biri veya bir kaçı kötü niyet sahibi olursa bu tehlike mevcuttur. Harpleri bertaraf etmek gibi yüksek bir gaye için dahi milletler, mücadele ve fedakôrlıklar neti ­ cesinde elde ettikleri milli hôkimiyetlerinden ve mil­ li sahadaki hürriyetlerinden vazgeçemezler. Milli devletler içinde fertler tabii hak ve hürri­ yetlerinden vazgeçmeğe mecbur edilemedikleri gibi federal devlet içinde milli devletler de milli haki­ miyetlerinden «feragat»a mecbur edilmemelidirler ve edilemezler, çünkü federalizmin gayeleri olan harp­ leri bertaraf ve milletlerarası tktisadi işbirliğini te­ min etmek için bu fedakarlığa asla lüzum yoktur! Fakat her sahada müfrit cereyanlar görüldüğü gibi. federalistler arası nda da müfrit temayül ler var­ dır. Bu temayülleri temsil edenler milli devletlerin federal devlet lehine hakimiyetlerinden tamamen vazgeçmesi ve federal devlete her sahada hudutsuz salahiyet tanınması taraftarıdırlar. Bugün federasyona dair bir çok eserlerde, ba­ zı siyasi kuruluşlarda, hatta Avrupa konseyi gibi ciddi müesseselerde, devletlerin milli hakimiyetten


182

MİLLİYET DUYGUSU

vazgeçmesi (renoncement a la souverainete natio­ nale) . veya feragat etmesi (aıbandon de la souve­ rainete> lüzumuna dair fikirlere tesadüf ediyoruz. Bu çok yanlış ve federalizmin zaferi bakımından za­ rarlı birer görüştür<1 1 > . Bir çok milletlerin v e bir çok insanlann fede­ rasyon fikrini soğuk karşılamalarının, bu fikre ya­ naşmak istememelerinin esas psikolojik sebebi hiç şüphesiz federasyonun milliyet düşmanı bir cere­ yan şeklini alması korkusudur<12>. C l ll

Fransız sosyologlanndan Alfred Fouil!ee ·Avrupa kevinı lerinin psikolojisi• adlı eserinde diyor ki: ·Bugün bir kısım Fransızlar milleti müfrit milliyet­ çiliğe doğru sürüklemekte, diğer bir kısmı ise ·be­ şeriyet• namına vatanı, milliyeti istihkar etmeyi telkin etmeğe, milli his ve fikirleri gülünç göster­ meğe çalışmaktadırlar. Koyunun ·ahlfıken• kurttan yüksek olduğu es9.sına istinaden, bize koyun olma­ ğı, komşudaki kurdlar tarafından yenmeğe razı ol­ mağı, tavsiye ediyorlar. Bu suretle de, ·insanse­ ver• bir felsefeyi tatbik etmiş olacaklanna inanı­ yorlar; unutuyorlar ki, komşu milletler •insanse­ ver• felsefeye değil, gayn insani bir felsefeye sa­ hiptirler. Ve bu felsefenin arkasında pek çok top. kuvvetli ve mücehhez bir ordu vardır.• CAlfred Fouillee, la Psychologie des peuples europeens, Preface.>

< 121

1950 de, Eylül ayında, Almanya'nın Konstans şeh­ rinde Avrupa Parlamentolar Birliğinin kongresi toplandı. Bu kongrede Türkiye Millet Meclisince gönderilen heyetin başkanı sıfatiyle ben de bulun­ dum. Kongrede Avrupa Federasyonu meselesi bahis mevzuu olunca, bir konuşma yaparak, böyle bir te­ şekkülün Anayasasının ehemmiyeti üzerine dikka­ ti çektim ve bir Anayasa Komisyonu kurulmasını teklif ettim. Teklifim kabul edildi ve 9 ayn millet-


MİLLİYET DUYGUSU

183

Harpleri bertaraf etmek için milli devletterin temsilcisi sıfatiyle hareket eden, milli devletlerin milli hôkimiyetine hürmet eden, salôhiyeti, milletler­ a rası ordu teşkilôtını yönetmeğe, servet kaynakları­ nı tevzie ve milletlerarası iktisadi hayatı tanzime münhasır olan bir federasyonun kurulması bugün sulh taraftarı olan bir kısım münevverlerin temenni­ sidir. Ancak milletlerin mukaddes hakları olan milli hôkimiyetten vaz geçmeleri asla bahis mevzuu ol­ mamalıdır.

ten kurulu Komisyona ben de dahil oldum. Bu tek­ lifi yaparken, maksadım, milli devletlerin hayati haklannı, milletlerarası bir kürsüden müdafaa. ede-­ bilmem için fırsat yaratmak. bu haklan çiğneye­ cek bir vesikanın meydana getirilmesine mani ol­ maktı. Nitekim çeşitli şehirlerde toplantı yaptıktan sonra, Mayıs 1951 de Strasburg'da toplanarak Av­ rupa Federasyonu Ana.yasası ta.sansını kati olarak tesbit eden Komisyonda., Anayasa metnine konmak üzere, aşağıda.ki iki esası kabul ettirmeğe muvaf­ fak oldum: ı Federasyonun mutlaka milletlerin •milli hA­ kimiyeti• (milli hükümranhğı l ile telif edilmesi esası, 2 Federal devletin, devletleri temsil eden Sena­ tosunda, büyük olsun, küçük olsun, bütün devlet­ lerin müsavi sayıda senatör bulundurmalan esası. Mahiyetleri bakımından çok mühim olan her iki teklifim komisyonda ittifakla kabul edildi. -

-


. 3 .

AZINLIKLARIN MİLLi VE KÜLTÜREL MUHTARİYETİ

Bugün mevcut milli devletlerden hemen hi bi­ rinin aha ısı, ta ıatiyle, münhasıra n aynı etnik un­ surdan ibaret . değ ildi r. Bugünkü devletlerın çoğ un­ da asıl milletten başka. bu milletten lisan. kültür veya din bakımından farklı ve devlet içinde azınlık teşkil eden etni k veya d i ni zümreler mevcuttur. Me­ selô, ltalya'da ltalyanlardan başka Almanlar, Kro­ atlar; Yunanistan'da Arnavutlar, Türkler; Macaris­ tan'da Almanlar, Kroatlar, Romenler; Türkiye'de de Rumlar, Ermeniler, M useviler. ·�----

Eskiden Rusya ismini taşıyan coğrafi sahadaki Sovyetler devletinde de, Rus olmayan pek çok millet ve kavimlerin yaşamakta olduğu herkesin malumu­ du r. Biz Türkler için azınlıklar problemi bilhassa mühimdir. Cünkü en az on iki memlekette Türk azınlığı mevcuttur.


MİLLİYET DUYGUSU

185

Hakikatte, d ü nyadaki bütün etnik grupların dev­ let sahibi olması, imkônsızdır. Çünkü milletlerin müstakil devlet sahibi olabilmesi bir takım şartlara bağl ıdır: Geçmişte devlet sahibi olmuş olması, mu­ ayyen bir sahada, toplu halde yaşamakta olması. devlet olarak yaşamasını mümkün kılacak kadar ka­ labalık nüfusa sahip bulunmas � bu şartları n en mü ­ himlerindendir. Milliyet prensibi ismiyle ifade edilen esas bü­ tün milletlerin mutlaka «devlet sahibi olma hakkı» demek değildir: milletlerin milli din, milli kültür, m i l ­ Usan, milli an'ane mevzularında hür v_e serbest olması, bu mevzularfci - -ifglli işieri, devlet müdahalesi ' dışında, kendilerinin idare · etmesi demektir. Bugün _?aş ka !;! ir mJ!!�!!rı -�k_se_ri,Y�! _!e�_�t_! iği_J:ıJ_l" ��vl�� içinde yaşayan ve o devlet içinde azınlı kta olan ·- . ffiiiletiere-mTıır dlrç -mmr-ırsarı . m i iıi i<uitur sah a ıci= rında h ürriyet ve haklar temin olunmuştur. Bu hak­ lara «Azınlık hakları » jsmi verilir<13>. Azınlık hakları Birinci Dünya Harbinden önce, ·-- -- -

__

__

( 13)

Azınlık haklan şu noktalarda hülasa edilebilir: - Bir milli devlet içinde azınlık teşkil eden mil­ letler kendi dinlerine, ke ndi dillerine, kendi kültür­ lerine ait işleri kendileri istedikleri şekilde yürü­ türler. ', 2 - Milli mektepler açabilirler. Bu mekteplerde, devlet dili de öğretilmek şartiyle, kendi dillerinde öğretim yaparlar. 3 - Kendi dillerinde bir nevi kitap, dergi ve ga­ zete neşredebllirler. 4 - İlmi, içtimai dernekler ve hayır cemiyetleri kurabilirler. 5 - Bu haklardan istifade, azınlığa mensup fert­ lerin yaşadıkları memleketteki diğer vatandaşla­ nn sahip olduklan haklardan istifadesine mani de­ ,.....ğildir. ı

· .

·�


MİLLİYET DUYGUSU

186

milletlerarası hukukça tanınmış ve himaye edilmiş değildi. Bu haklar Birinci Dünya Harbinden sonra, bir taraftan milletlerarası anlaşmaları a<14>,_ diğer ta­ raftan «Cemiyeti Akvam» (M i lletler Cemiyetf) tara­ fın.QQn_J_Q ı_�__rı �ra �ı9_r,ı �_l.�-8-�J!. Y_� -!�� in _ ed ilmi ş tir<15 > .

Bu konuda eserler: Kari Strupp, Elements de droit international pub­ lique. Torna I. pp. 101. Protection des minorites de race, de langue, et de religion par la Societe des Nations. Geneve. 1927. Annexe I. Dr. G. A. Pordea, Federalisme et Minorites en Eu­ rope orientale, pp. 69-71. 1. N. Titulesco, La Societe des Nations et !es Mino­ rites,

CCommunication a L'Academie Diplomatique

Internationale, 15 Mayıs 1929) Seances et Travaux Tome 1, pp. 1 et suiv. C l4 J Azınlıkbn himayeye dair esasları ihtiva eden an­ laşmalar arasında azınlık haklarını en tafsilli bir surette ifade eden anlaşma 20 Haziran 1919'da Le­ histan'la büyük galip devletler arasında akdolun­ muş anlaşmadır. Bu aillaşmanın 1. maddesı anlaş-madaki esasların Lehistan'ın milli kanunu olarak ilan edilmesini ve bu kanunun Lehistan'ın anaya­ sası kuvvetinde olmasını öngörüyordu. <Kari Strupp, Elements du droit !nternational publique Tome 1, P. lOl J . Azınlıklara dair maddeler ihtiva eden anlaşmalar­ dan biri de, 14 Mayıs 1923'de Türkiye ile büyük devletler arasında. akdolunan Lausanne anlaşmasıÔır. xV cı asırda, Sultan Fatih devrinde Müslüman olmayan milletlere bahşedilmiş hürriyetler Lau­ sanne anlaşmasının temin ettiği haklardan çok da­ ha. geniş olduğundan, Türk!ye'deki azınlıklar haki­ katte Lausa.nne'da bir şey kazanmış değil, kaybet­ mişlerdir. l lS J Azınlık hakla.nnın mahiyet ve sınırlan bilhassa Cemiyeti Akvam Konseyinin 22 Ekim 1920'de Bru­ xelles'de toplanan içtimaında, Tittoni'nin raporu


MİLLİYET DUYGUSU

187

Azınlık hakları bugün dahi milletlerarası huku­ ki vesikalara dayanmaktadır: 1 Birleşmiş M i l letler Anayasası (Charte des Neti.ons Unies ) < 16 > . 2 Birleşmiş Milletler tarafından kabul ve -

-

üzerine aldığı kararda tesbit edilmiştir. Bu karar­ larda azınlık haklarının mahiyet ve hududuna da­ ir esaslar tesbit edikı.i kten sonra, azınlıklara dair

anlaşma yapan devletler için azınlık haklarına ri­ ayet mecburiyetinin milletlerarası bir mükellefiyet olduğu da ilim olunmuştur. CKarl Strupp, op. Cit. Tome I. P. lv3l . Bugün azınlıklar hakkındaki anlaşmalara riayeti temin eden müessese, ·Cemiyeti Akvam• C Societe des Nationsl tarihe geçmiş bir müessesedir. Bugün devletler içinde azınlık teşkil eden milletlerin, hu­ kuki durumu nedir? Kanaatimize göre azınlıkların Milletler Cemiyeti devrinde tanınmış haklan baki­ dir. Çünkü: 1 Milletlerurası hukukun esaslan her zaman ya­ zılı maddelere dayanmaz, milletlerarusı hukuk sa­ hasında •teamülün• büyük rolü vardır. 2 Azınlıklar hukuku insanlığın ahlaki ve huku­ ki inkişafı mahsulüdür. Medeni beşeriyetin ahlaki ve hukuki telakkileri bugünkü seviyede kaldıkça azınlıklar hukuku da baki kalacaktır. Birleşmiş Milletler Anayasasının 1, 13 Cbl , 55 Ccl maddele;-i ve XII nci fasıldaki maddelerin bir çoğu ve Birleşmiş Milletler tarafından ıo Aralık 1948'd& ilan olunan İnsan Haklan Beyannamesinin 15 lrn­ dar maddesi bilhassa azınlık haklarının teminini hedef tutmaktadır. Bu maddeleı;n mühimleri şunlardır: Madde: 1, 2, 7, 8, 15, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 26, 27. The Universal decl<tration of human Rights. Appendix, in John Maclaurin's, The United Nations and Power poli­ tics. London. Charter of the United Nations. Appendix, in Louis Dolivet's The United Nations. New-York, 1948. -

-

( 161


188

MİLLİYET DUYGUSU

ilôn olunan i nsan Hakları Beyannamesi. ( Declara­ tion universelle des droits de l'Homme>. Bu iki vesikada «Cemiyeti Akvam» devrinde kabul edilmiş azınlık haklarının hepsi yer al mıştı r. Bu suretle bunlara riôyet Birleşmiş Milletler teşkilô­ tına dahil devletler için mecburi kılınmıştır. Burad a bugünkü azı nlık haklarının bir hususi­ yetini belirtmemiz gerekir: Cemiyeti Akvam devrinde i mzalanan anlaşma­ larda ve Cemiyeti Akvam müesseselerine ait olan vesikalarda azınlıklar birer « m i l li varlık» ve «dini zümre» telôkki olunmuşlardır: Azınlık hakları bu züm­ relere tanınmış hakla rdı. Birleşmiş M i lletler Anaya­ sasının ve 1 948'de ilôn olunan « İ nsan Hakları Be­ yannamesi»nin telôkkisi bundan farklıdır: Bu telôk­ kiye göre milli d i l i kullanma, milli dinde ibadet, mil­ li dilde neşriyat, m i l li dilde öğretim ve saire züm­ relere değ i l , azı nlığa mensup fertlere tanınmış hak­ lardır. Bu çok mühim bir farktır<17>. Bugün milyon­ larca soydaşımız başka memleketlerde azınlık ola­ rak yaşadığından, bu fark biz Türklerin dikkatini çe­ kecek mahiyettedir. ( 17 )

Azınlıkların milli din ve milli kültür sahasındaki hürriyetlerine dair Birinci Dünya Harbinden önce birçok eser yazılmıştır. Bu mesele ile bilhassa Avus­ turya'nın sosyalist yazarları uğraşmışlar ve bu mü­ him sosyolojik meseleyi ilmi bir şekilde işlemişler­ diı·. Azınlık haklarına bu yazarların verdiği i sim ·Kültürel milli muhtariyet» CAutonomie nationale culturellel dir. Bu meseleyi en ilmi ve mantıki bir şekilde işlemiş olan yazarlar: Otto Bauer ile P. Sp­ ringer'dir. Birincisinin ·Milliyet meselesi ve sosyal demokrasi• , ikincisinin ·Milliyet problemi• adlı ese­ ri bugüne kadar kıymetlerini kaybetmemiş eserler­ dir.


- 4 -

ZAMANIMIZDA MİLLİYETÇİLİK NASIL OLMALIDIR?

İ nsanlığın içtimai psikoloji sahasındaki gel iş­ me ve tekômülü, tedrici surette insanların dini, fel­ sefi ve milli görüşlerinin h u rafat, taassup, tahak­ küm ve tecavüz temayüllerinden sıyrıl ması ve aydın insanları n psikolojisinde aklın zaferi şeklinde tecel­ li eder. Diğer tôbirle, bu tekômül bütün içtimai ha­ yat prensiplerinin rasyonelleşmesi şeklinde beliri r. Bir zamanlar katolik ôleminde, dini taassup yü­ zünden, ruhôniler katolik esasların d a n inhiraf eden­ leri, hattô inhiraf ettiği zannedilenleri « l nquisition» mahkemelerinde idam cezasına mahkum etmeyi caiz sayarlardı. X nci asır başında dini islôhatçı Jean Huss ve XVI ncı asrı n sonunda filozof Gior­ dano Bruna, fikirlerinin katoliklik esaslarına aykı­ rı olduğu iddiasıyle idam edilmişlerdir. Hattô dinle doğrudan doğruya alôkası olmayan bir ilmi keşfi dolayısiyle, Galilee de, kendisine yapılan işkence ve


190

MİLLİYET DUYGUSU

tehditler yüzünden hakikat olan, bugün ilk mektep talebesinin bile bildiği, küremizin döndüğüne dair kanaatini a leni olarak i nkôr etmeğe mecbu r edil­ mişti<19 > . Dini taassup katolik ôlemine mahsus değ ildi. Abbasi halifelerinden Al-Mansur devrinde Zındıkları (Manes ve Mazdak mezheplerine mensup olanları) muhakeme etmek üzere bir mahkeme kurulmuştu. Bugün hiç bir aydın katolik ruhanisinin veya dindar bir İ slôm bilgininin d i n sahasında, memleket­ teki ekseriyetin inandığından farklı düşünenleri ce­ zaya mahkum etmek fikri aklından geçmez. Bugün din sahası nda saldırıcı ve kindar müsa­ mahasızlı k devri geçmiş gibi görünüyor. Hakiki din­ darlık taassubu icap ettirmez. Bazı istlsnalar hariç tutulursa, diyebiliriz ki, bugün her ferdin din ve vic­ dan sahasındaki duygularına saygı gösterildiği gö­ rül mektedlr. Din sahasındaki bu «rosyonelleşmeı mllllyetçl­ ltk sahasında da tecelli edebil i r. MHliyetcil�k şovi­ _ nizmi, başka miltetlerden nefreti gerektirmez. Onun için bugünkü kültürlü milletlerde görme( ıeı

Bir başka misal olarak İspanya Kralı Beşinci Şarl devrinde, o zaman İspanya'ya tabi olan Hollanda'­ da protestanlığa ternayüllezi yüzünden elli bin Hollandalının idama mahküm edilmiş olduğunu. idam şeklinin de dizi dizi yakmak yahut diri dizi gömmekten ibaret olduğunu elem ve nefretle zik­ redebiliriz. <Henry Thomas Buckle, History of ci­ vilisation in England. Volume il, Ch. 1, pp. 15-201 .


191

MİLLİYET DUYGUSU

ği arzu ettiğ imiz m i l liyetçiliğin özelliklerini şöyle lıü­ lôsa edebiliriz: 1 Bugünkü mill iyetçilik rasyoneld ir, mantığa ve akla uygundur. -

Bugünkü mill iyetçilik sosyolojik ve psiko­ 2 lojik esaslara dayanır: Kan tahlil iyle uğraşmaz, ka­ fataslarının şekliyle de i lgilenmez. Muayyen bir m i l ­ lete bağlılık h issi bugünkü mill iyetçiliğin esasıdır. -

3 raldir.

-

Bugünkü

mill iyetçilik

hürriyetçidir,

libe ­

4 Bugünkü mill iyetçi, bütün m i lletlerin geliş­ me kabil iyeti bakı mından eşit olduklarına inanır, üs­ tün millet, aşağı millet nazariyelerini reddeder. Ken­ di milletinin diğer milletler üzerinde huku·k, hürriyet ve ada l et esaslarına aykırı bir surette tahakküm hakkı olduğunu idd i a etmediği gibi, diğer milletle­ rin kendi milleti üzerinde tahakküm teşebbüslerini de fikirle, kalemle, icabında silôhla reddeder. -

Bugünkü milliyetcillk demokrattktir. Kül­ 5 türlü milllyetciler hem kendi memleketlerlnde, hem diğer memleketlerde imtiyazlı zümre tanımadıkları gibi, memlekette bir şahsın veya bir «sınıfın» diğer zümreler üzerinde tahakkümünü zararlı ve aynı za­ manda, adalet ve hürriyet esaslarına aykırı telôık ki ederler. -

6

Bugünkü milliyetçilik harplerin aleyhindedir. -

barışçıdır,

saldırıct


192

MİLLİYET DUYGUSU

7

- Bugünkü milliyetçilik, gerekirse, federa­ l izmi de kabu l eder. Harpleri ortadan kaldırmanm yegdne yolunun federa l izm olduğuna kanaat getirir­ se, rasyonel esaslara dayanan, milletlerin hüküm­ ranlığı ve bağı msızlığı ile telif edilebilen bir federas­ yona dahil olmayı kabul edebilir.

8 - Bugünkü milliyetçilik idealist ve ıyımser­ dir, insanlığın, yan i bütün m i lletlerin her sahada h u ­ dutsuz gelişme istidadı na inanır. Gelecekte d ü nyada barışın hdkim olması, iktisadi refahın umumileşme ­ si, serbest inkişaf imkdnların ı n artması sayesinde, bütün milletlerin bugünküne nisbetle maddeten ve mdnen daha mesut olabileceğini ümit eder. Gerçek milliyetçi ileride, maddi ve manevi in­ k!şafa daha elverişli şartlar içinde yaşayacak insan­ ların, yeni yeni hakikatlere vası l olacaklarına, müs­ bet ilim ve teknik sahalannc1Q le_ıı_i y��!_y�ni �f?ŞifJer yapacaklarına inanır ve bu mesut geleçe.ği hQ?fflQ.· mak için d iğer milletlerle i birliği yapmayı vazife ve şere sayar. Bugünkü milliyetçi, milli haysiyet, milli hüküm­ ranlık, milli menfaat hususlannda son derece titiz olmakla beraber, şovinizmden uzak, rasyonel, şu­ urlu, uyanık bir milli hisle dolu olan insandır .

....


- 5 -

MİLLi HiS EN DiNAMiK BiR MANEVi KUVVETTiR

Bilindiği üzere, yeryüzünde, elektrik gibi, yer çe­ kimi gibi, buhar basıncı gibi fiziki kuvvetlerin ya­ nında, bunlar kadar kuvvetli, bunlar kadar tesirli manevi . kuvvetler de vard ı r. Sevdiğine kavuşmak için dağlar deviren aşk, hedefine ulaşmak için her maniayı yıkan mevki hırsı, zayıf kadın ı güçlü, ürkek kadını kahraman yapan analık h issi gibi . . . İşte milletlerin tarihinde e n tesirli rolü oynamış olan bir mônevi kuvvet de milli h istir. milliyetçilik­ tir. Bir milletin ekseriyetinin ruhunda derin, kuvvet­ li milli his ve şut.1,r kaynakları nın bulunmosı. o mil­ letin toprağında bitip tükenmez petrol ·kuyularının bulunmasından daha mühimdir. Onun içindir ki, muayyen bir milleti yıkmak le-


194

MİWYET DUYGUSU

teyen yabancı propagandalar «insanlık ailesi», «dün ­ ya vatandaşlığı» gibi masallarla, o milletin milli h is­ lerini, milliyetçiliğini yok etmeğe çalışırlar. Fakat nasıl hayati ihtiyaçlardan doğan aile müessesesi yı­ kılamazsa, . biyolojik ve sosyolojik şartlarda n doğan milletler. yani ırk ekseriyetine dayanan milli devlet­ ler de yıkılamaz. Olsa olsa. savaşı önlemek için, milli şuur ve hôkimiyetlerini muhafaza etmek sure­ tiyle, dar veya geniş bölge birleşmeleri teşkil ede­ bilirler. Bir asırdan beri yayıl masına çalışılan ve ileri­ cilik gibi gösterilmek istenen sol fikirler, yani mil­ l iyetsizlik, bugün insanlık içinde bir felsefi, ideolo­ j i k ve siyasi buhran vücuda getirmiştir Bu buhra n çeşitli propaganda vasıtalarıyle sun'i olarak v e kas­ ten yaratı lmıştır. .

Millet yerine halk tkame edilerek, bütün insan­ lığın tek tipte insanlardan ve tek tipte zümrelerden kurulu bir kütle haline getirilmesi ideali gerçekleş­ mesi imkônsız bir hayal olduğu gibi, zıtların birleş­ mesinden doğan dünya ahengine de aykırı, zevksiz. tatsız bir tablo arzeder mahiyettedir. Beyaz, pem­ be, kırmızı, mavi veya sarı renkte, ayrı ayrı şekil­ lerde, başka başka kokular yayan güzel çiçeklerle süslü bir bahoe gibi, bugünkü insanlık da, ayrı milli karakterlere, a yrı lisanlara. ayrı geleneklere sahip milletlerden terekküp etmektedir. Bahçıvanın biri çıkıp da : «Ben bu çiçekleri yok edip, onları n yerine tek renkli, tek kokulu, aynı şe­ klide ve tipte bir çiçek yaratacağım!» diyerek bahçe_ .:!eki çiçekleri söküp atmağo kalkacak olsa, muhak-


MİLLİYET DUYGUSU

195

kak ki ada mın aklını oynattığına hükmedilerek. ken­ disinin bir tımarhaneye kapatıl ması çaresine bakı­ lacaktır. Ne gariptir ki, aynı şeyi milletler için söyleyen solcu bilginlerin, anarşistlerin, komünistlerin akli muvazenelerlnden şüphe etmek gerekirken, bir çok saf insanlar onları ilerici olarak kabul etmekte, saf­ satalarına inanmaktadır. Normal, muvazenel i ve ruhi kompleks denilen menfi duygu larla sarılı ol mayan her insanın milli­ yetçi olması tabiidir. M i l l iyetçilik g e ri lik değil, ile­ ricil iktir. Normal bir insanın bilgi ve kültürü a rttık­ ça, milli hisleri de daha şuurl u bir hal alır. vuzuh ve kuvvet kazanır. M i l l i yetçi ilericidir. çünkü o ilerisini. kosmopol it ­ ten, milliyetsizden. solcudan daha iyi görür: M i l l i ­ yetçi, mill iyet d uygusunun milletlerin geçmişinde n e kadar büyük rol oynadığını b i l d i ğ i i ç i n , insanlığın geleceğinde de ne kadar tesirli bir faktör olacağını bilir. M i l l iyet duygusunun a rkasında milli gurur, mil­ li hatıralar. tarihten alınan tecrübeler, a na diline karşı sevgi, milli geleneklere bağlı l ı k, milli kültüre dayanan hayat görüşü, sevilen muayyen şiir, mu­ ayyen atasözü, muayyen mizahi fıkra acısından dün­ yaya bakış, millete büyük h izmetlerde bulunmuş milli kahramanlarla övünme gibi manevi hazineler mevcuttur. Bir milliyetçi, sonsuz manevi servetlere sahip.


196

MİLLİYET DUYGUSU

ruhen varkklı, bahtiyar bir insandır. Milli histen ve milli mukaddesattan mahrum bir insan ise, ruhen züğürt bir zavallıdır .

M illi his, fertlerin olduğu gibi, milletlerin de ma­ nevi hazinelerinin kaynağıdır. Ruhsuz vücut nasıl bir ceset ise, m i l li duygu­ dan mahrum kalmış veya bırakılmış bir mil let de bağımsızlığını kaybetmeğe namzet, ruhsuz bir küt­ ledir. Ruhu vücudundan ayrıldıktan sonra, nasıl bir insan hayata veda etmişse, m i lletler. milli devletler de, siyasi şeflerinde ve önderlerinde milli ruh ve milli şuur kalmamışsa, vay hal lerine! Başka bir dev­ let veya devletler bu ruhsuz kütleleri boyunduruk ­ ları altına al makta gecikmezler. Çünkü bunlar mil­ l iyetsizlik m ikropları nın yer yer kemirerek tahrip et­ tiği, içinden çürümüş birer vücuttur. İ nsanlar için olduğu gibi, m i lletler için de, mil­ li şuur. m i l l iyetçilik, bir hayatiyet. alömeti ve garan­ tisidir. M i l l iyet duygusu yaşama kabiliyetini muhafa­ za etmiş mil letlerin ruhunu dolduran bir his olduğu gibi, tarihi vak'alara istikamet veren tesirli bir ömil­ dir de. Biz Türklerin en parlak tarihi devirlerimiz, baş­ buğları mızda m i l li şuur ve gururun en kuwetli ol­ muş olduğu devirlerdir. Büyük kısmının kaybolduğu, harap olduğu şüp­ hesiz bulunan kültür öbidelerimizden Orhon Kitabe­ lerinin a ksettirdiği berrak ve pürüzsüz milli ş u u r ve bu kitabeleri yazdıran Türk Büyüklerinde sezilen


MİLLİYET DUYGUSU

vazife ve mesuliyet h issi bir çok milletleri imrendi­ recek kadar derin ve kuvvetl idir<19>. Milli h is ve şuurun milletlerin ve insanlığın ta­ rihindeki en mühim, en kuvvetli ve en tesirli ômil olduğuna kanaat getirmek icin, İ stiklôl Savaşımızı hatırlama·k kôfidir. İ mparatorluk yıkıldıktan sonra, Anadolu Türklüğünün 1 9 1 9 başındaki perişan hali­ ni, Atatürk Nutkunda şu meşhur satı rlarla anlatır: «Türk ordusunun elinden silôh ve cephanesi alınmıştı . . . İ tilôf devletleri mütareke h ü kümlerine ri( 19 )

Bilindiği gibi, Orhon kitabelerinden biri, Ti.i:klük gurunınu ifade eden, şu cümlelerle başla:·: YuJrnrıda mavi gök, aşnğ:da yağız yer yaratı!:lık­ tan sonra kişioğlu yaratılmıştır. Kişioğullan üze­ rinde dedelerim Bumin ve İstemi Hanlar hakim ol­ muşlardır. Hakim olduktan sonra Türk devletini idare etmiş, Türk kanunlarını tatbik etmişlerdir. Dört tarafta pek çok düşman varmış. Onlar savaş­ lar yaparak dört taraftaki düşmanları itaat altına almışlar. Onlar çok büyük ve çok bilgili Hanlar idiler.• / Orhon kitabelerinin başka bir yerinde 50 sene ka­ dar süren esaret devrinden sonra, Türklerde Çin boyunduruğundan kurtulmak için yapılan mücade­ lenin ne gibi hislerle ve nasıl başladığını ifade eden cümlelerden, o zamanki Türklerde hakim dü­ şüncelerin son asırlarda yabancı . h akimiyetinden kurtulmak isteyen milletlerin düşünme tarzından farksız olmuş olduğunu hayretle görüyoruz: «Biz devlet sahibi bir millet idik. şimdi devletimiz mı­ rede? Biz kendi Han'ı olan bir millet idik, şimdi Han'ımız nerede? Şimdi emeğimizi hangi devlet, hangi Han için harcıyoruz?• Thomsen, !es Inscriptions de l'Orkhon det!:hiffree&, I.E., ıo. ı ı . 24, 25, 26, 27, 28, 29. •


198

MİLLİYET DUYGUSU

ayete lüzum görmüyorlar, birer vesile ile İ tilôf do­ nanmaları ve askerleri i stanbul'a g iriyordu . . . Adana Vilôyeti Fransızlar, Urfa, Maraş, Antep İ ngilizler ta­ rafındon işgal edilmişti. Antalya'da ve Konya'da İ talyan askeri kıtaları, Merzifon ve Samsun'da İ ngi­ l iz sskerleri bulunuyordu. Her tarafta ecnebi zabit ve memurları ve hususi adamları faaliyette idi. 15 Mayıs 1 91 9 da İ tilôf Devletlerinin muvafakatiyle Yu­ nan ordusu İ zmir'e de çıkarma yaptı . . » Maddi kuwetler, maddi imkônlar bakımı ndan Türkiye'yi kurtarmak icin cara kalmamıştı. Mantı k ölçüsüne göre, Mustafa Kemal'in vatan ve milleti kurtarmak icin ortaya atılışı bir çılgınlıktı. Fakat bu çılgınlık ciddi bir hesaba, derin bir güvene dayanıyordu. Mustafa Kemal kendi kalbini yakan millet aşkı nın ve Türk m i lletinin kalbinde bu­ lunduğundan emin olduğu sağlam milli hissin, mad­ di kuvvetleri de, mantığı da yenebilecek bir manevi kuvvet olduğunu bil iyordu. Ve işte bütüıi ôlemi şaşırtan, daha sonra bir cok esir milletlere örnek olan i stiklôl Savaşı muci­ zesi böyle meydana geldi. Aslında bu bir mucize değil, a kı lsızların, cah i l ­ lerin, kötü niyetlilerin inkôr etmeğe kalktıkları yüce bir kuvvetin, m i l l iyetçiliğin zaferi idi. Cünkü gerçek milliyetçilik, milletlerin tarihinde en büyük rolü oynayan, en tesirli, en dinamik bir manevi kuvv�ttir. ..

'

.


İCİNDEKiLER Sayfa: Sadri Maksudi 'nin Hayal Hikayesi Ônsöz KISIM I IRK

�.IELlELESİ

ı - Antropolojik Manada Irk 2

5 23

. .

...... .. .... ...... .... ...

Etnilloji.k Manllda Irk . . . . ... . 3 - Irkların Menşei ............................ 4 Üstün Irk Nazariyesi ........................ KISIM il MİLLET ve MİLLİYET ı Milliyet Duygusunun Sosyolojik ve Biyolojik Esaslan . . . . . ..... ............... . . . . . . . .... 2 Milletlerin Doğuşu 3 - Milli Hissin Doğuşu . .. . . . . . . 4 Milli Seciye 5 Milli Seciyenin Teşekkülünde Büy:ük Şahsiyetlerin ve Taklit Kanununun Rolü 6 Millet ve Milliyet Hak.kında İleri Sürülmüş Fikir ve N azaıiyeler .. .. . . ........... .. ............... . . A - Metafizik Nazariye B - Sosyalist Nazariye . C Psikolojik Nazariye .................... ....... -

. . . . . . . . . .

.

. . . . . . . . . .

. .

.

.

. .

-

27 35

37 40

-

-

. .

-

.

. . .

. . .

. . . . . . .

.

. . . . . . .

.

. .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . .

57 66

78 83

-

. . . . . . . . . . . . . . . . . .

87

-

. .

. . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . .

. . .

. . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . .

-

KISIM

93 93

96 100

m

MİLLİYET MEVZUUNDA AŞIRI CEREYANLAR - Kosmopolitlik 2 Kosmopolitliğin Sosyolojik Esas ve Gerçeklere Aykın Oluşu 3 Şovinism 4 Emperyalizm

105

-

-

-

1 12 122 12ü


200

1 2 3 4 5 e

-

-

KISIM iV TARİHTE MİLLİYET DUYGUSU Eski ve Orta Çağlarda Milli Hissin Rolu Yeni Çağlarda Milli His .......................... ... Esir Milletlerin Uyanışı Çeklerin Milli Uyanışı .... .. . . . .... . Finlerin Milli Uyanışı ..... . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . Yahudilerde Milli Duygunun İki Bin Yıl .

. . . ................. . . . . . . . . . . ... . .

. .

. . . .

.

. . .

. .

.

. . . .

161 KISIM V ZAMANIMIZDA MİLLİYETÇİLİK Milletlerin Kendi Kendine Yardım Etmesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 169 Prensibi Milli Devletler Federasyonu . .. ... ....... 174 Azınlıkların Milli ve Kültürel Muhtariyeti . . . . . 184 Zamanımızda Milliyetçilik Nasıl Olmalıdır? .. . 189 Milliyetçilik Bugün Dahi En Dinamik Manevi Kuvvetlerden Biridir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 193 Uyanık Kalışı

1

-

. .

2 3 1 5

-

-

131 138 142 145 153

. . .

. .

.

.

. . . .

.



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.