Osman Keskioğlu - Bulgaristan'da Türkler

Page 1


OSMAN KESKİ OÔLU

.

"

BULGARISTAN'DA TURKLER Tarih

ve

Kültür

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIÔI YAYINLARI: 642 KÜLTÜR ESERLERİ DİZİSİ : 48


Onay

:

18.10.1985 gün ve 928.1-3635 sayı

Birinci baskı, Aralık 1985 Baskı sayısı

:

10 000

Başbakanlık Basımevi - ANKARA


.İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ .................................................................

5

GİRİŞ

7

... . . . . . . . . . . .. . . ........ . . .............. . . . . . .............. . ......

1. BÖLÜM (Dini Teşkilat)

................ ......... .............

..

il. BÖLÜM (Eğitim ve Öğretim)

III. BÖLÜM (Dernekler)

..

................ ..............

.. . . ..........

iV. BÖLÜM (Kültür Kaynakları) . .

.

.

.....

99

....... . .

127

. . . ..

..

... .. .. . .

.

.

57

.

............ ..... . .

...

37

V. BÖLÜM (Hizmet Edenler) . ..

... . ..

. . ..........

164

Resimler

, . .......... ....... ... .......

195

..

.

. .. .

. . . . . .. . . .

. . . . .. .

.

. .

..

...

. .......

..

.

..

.....



ÖN SÖZ Bu eseri yazmayı tarihi bir borç bildim. Bu borcu ödemeye çalışırken çok zalımet çektim. Tam anlamıyla iğneyle kuyu kazarcasına bir işti bu. Yıllarca di­ dindim, araştırdım. Bulgaristan 'da iken topladığım notlarımı. kitaplıırmıı salma­ dılar. Anayurda gelince yeniden iŞR başladım. Yıllık izinlerimi bu uğurda harca­ dım. İskenderım'dan Edirne'ye kadar arkadaşlıırı bulup bilgi almaya çalıştım. Za­ man zaman bezginlik geldi: Bu işi sana kim etti teklif? diyerek kendimi ınualıaze edip söylendim. Arkasmdaıı:

·

Noksanını bil. bir işe ya başlama evvel. Ya başladığın kdr-1 pezirdy-ı lıitdm et. . beyti beni uyardı. işe devam ettim. Şumnulu rahmetli Dr. Hüseyin Topuz ile bu konuyu konuşurduk. 411211969 tarihli mektubundaki satırlarla bana cesaret ver­ di. Rahmetli dostum şöyle yazmıştı: "Akçakoca'daki görüşmemizden sonra Bulgaristan Türkleri hakkındaki ça­ lışmalarını, o vakit de söylediğim gibi, yürekten takdirle karşıladım ve bunu bir­ çok arkadaşlara da sevinçle müjdeledim. Nasıl sevinmeyelim ki, milli varlığımı­ zın, tarihimizin Rımıeli'ye geçişimizin ve asırlarca orada kalışımızın medeniyet ve kültür bakımından müsbet izlerini meydana koymak zamanı çoktan gelmiş ve geçmekte olduğu halde, bu sahada hiç çalışılmamış, orada doğup yetişmiş bizlerin, bu husus.ta üzerimize düşen mzifeyi idrak etmemiz lazımken, hiçbirimizin bu mü­ him konuya eğilmememizden doğan boşluğu sen dolduracaksın. Ne mutlu sana.' İnşallah muvaffak olacaksın ve böyle kudsi bir vazife üzerinde çalıştığından dola­ yı ne kadar öviinsen azdır, seni tekrar candan tebrik eder, başarılar dilerim. Tabii bu kuru bir tebrikle olmaz. Seni desteklemek hepimizin borcu. " Bu gibi teşvik edici sözler bana güç verdi. Birçok tanıdığa müracaat ettim, bildiklerini yazdılar. Böylece noksanları tamamİadım. Hayatım boyunca kitaplar­ la dşindlığım. dostluğum vardır. Öğrenciyken bile yayınları takib ederdim. Bulga­ ristan 'da çıkanları toplamıştım. Tatil zamanlarında cami ve mezar kitabelerini okumaya çalışırdım. Böylece birçok notlar almıştım. Diğer yandan bazı olayların içinde yaşadım, bazısını yaşlılardan dinledim. Eserde olayları olduğu gibi yansıtmaya gayret ettim. Bazı kişi!Rr hakkında­ ki sözler hoşa gitmeyebilir. fakat ben olayı naklediyorum, olanı anlatıyorum, hü­ küm ı·ermiyorıtm, lziiküm okuyucunun ve tan"lıindir.

5


Gizlenmez bir gerçektir ki, Bulgaristaıı 'daki Türkler arasmda eskiden Sul­ tan Abdülhamit taraftarları, /ıafiyrlcroldu!(u gibi, Tiirki_l'("dcıı istibda tta ıı kaçaıı

jöntürkler de bulunurdu. Bu iki 1tmP birbin)·le çatışma lıaliııdcydi. Smıralan İtti­ hatçı, İtilafçı grupları türedi. dalıa sonra da iııkıldpçı tuturn. Kc111alist. Aııtikc­ malist grupları vardı. Bunlar arasında za111aıı zmııaıı miicıidclclcrolıııuştur. Bun­ lar hoşa gitmeyecek şeylerdir, fakat vakıa budur. Buııdaıı 111illet çok zarar gördii. ,

Gelecek nesiller bunlardan ibret dersi alsmlar, milli rıtlıtaıı aynl111as111lar dı) c on­ ·

ları ibret olarak kaybettim, Lelı ve aleylıtekileri nak/rttim. Milletler ı·e ceııııiatlcr bazan gaflete düşerler. İyi yapıyoruz sanarak zarar getirirler. En büyük ga_l7et, 111il­ liyetini unutmaktır. Milletin iki ana unsuru var. Diıı ve dil. Mehmet Behçet Pe­ rim, 1923'de yazdığı (Bulgaristan Müslümanları) adlı eserinde bunu şöyle dile ge­ tirir: ''Bulgaristan Müslüman/(ln en büyük, en ebedi ve dehşetli felaketi dilsizlik. dinsizlik ve mek!Rpsizlik yüzünden görecektir" (.ç. 13) Bugün orada Tiirk Okulu kapalıdır.

Balkanlarda neler yaptığımız. oralardaki eserlerimiz kısaca anlatıldı. (Bu bölümü ayrı basmak gerekli) İmparatorluktan ayrılıp öksüz kaldığımız zaman na­ sıl yaşadığımızı, neler yaptığımızı belirtmeye çalıştım. Bunda ııe kadar başarılı ol­ dum, birşey diyemem. Biliyornm, her eserde olduğu gibi bunda da birçok kusur/a­

nm var. Fakat benim gücüm bu kadarına yetti. Ben bu kadar yapa bildim . Notla­ rımı topladıktan sonra bir süre çalıştım, sılılıatım fazla çalışmaya müsait değil.

onun için bu lıal(vle sunuyorum. Okuyanlar ııoksanliırı}ildirirlersc, meımwn ka­ lırım, ileride tamamlamaya çalışırım. Oradaki Türklerin bugünki durı111111 ikinci bir kitabın konusudur. 1978 Osman KESKİOCLU

6


G i R iş İmparatorluk'tan Ayrıldıktan Sonra

Balkan şehirlerinde geçerken çocuklı.�ğum; Her lahza bir alev gibi hasretti duyduğum. Kalbimde vardı Byron 'u bedbaht eden melal. . Gezdim o yaşta dağları, hülyam içinde lal . . . Hicretlerin bakiyyesi hicranlı duygular, Mahzun hudutların ötesinden akan sular . . . Yahya Kemal Beyatlı Balkanlardaki uluslarda milliyetçilik duygusu başladı. Bundan si­ yasi yönden yararlanmak isteyen devletler vardı, bunu kendi hesapla­ rına körüklediler. Pan-slaviziın diye bir şey tutturdular. Dağlar eşkıya yatağı oldu. Bulgarlar. Sırplardan geri kalmadı, haydutluk moda oldu. Momçeler (çocuklar), huysuz çocuklar gibi tepinerek: "Ağlama, tasa­ lanma ana, ben haydut olacağım ... " diye şarkı söylüyorlardı. 10-15 ki­ şilik haydut çeteleri, Ziştovo, Tırnovo, Gabrova ve Balkan semtlerinde haraca kesiyordu. Bunlar, Bükrcş'ten besleniyordu. Yalnız Bulgarla­ rın ağzı değil, dağlar bile haydut şarkısı söylüyordu onlarca . . . Şair hay­ dut Hristo Botef şöyle şiir yazıyordu: " Nastana veçer, mesets izgre, Zvezdi obsipvat svoda nebesen. Gora zaşuıni, vetır povee, Balkanat pee hayduşka pesen . . " Akşam olur, ay doğar, Yıldızlar gökyüzüne serpilir. Orman hışıldar, yel eser, Balkan da haydut şarkısı söyler .. Diğer yandan Balkanlarda Pan-slavizim işleniyordu. Şu şarkı o zaman onların ağzından düşmüyordu: 7


"Ey şahinler,_ kartallar, kalkınız. Slav namını tam bir asaletle ta­ şımaya çalışınız. Haydi, elimizi kuzey kartalına verelim. Bulgar, Rus, Çek, Sırp, Karadağ bunların hepsi aynı ananın çocuklan, kamusu aynı din, aynı kan kardeşidirler "(1) . . .

Kafalar bunlarla doldurulduğu gibi, etler ve kollar da durmuyor­ du. Sonunda ayaklandılar ve Türk idaresinden ayrıldılar. Fakat ne ol­ du? Y. Kemal yazıyor: 93 Harbinden sonra bir toplantıda bir papaz Rus­ ların yüzüne: "Bizi Türklerden kurtardınız, teşekkür ederiz. Lakin siz­ lerden kim kurtaracak?" demiş.(2) Bozgunlar, sürekli savaşlar hepTürk halkını ezdi. Askere Türk ·gidiyordu, azınlıklar askere alınmıyordu. Onlar ticaretiyle, işiyle meş­ . gul oluyordu. İktisadi bakımdan üstündüler. İlme, sanata sarıldılar, ser­ wt sahibi oldular, mim duygular uyandı. O Paisi Tarihi elden ele dola­ şıyordu. Şumnu'dan Silistre valisine yazılan bir yazıda şunlar vardır:C) Şumnu'da Sava adında asıl İ slimyeli bir öğretmen bulunuyor. Bir ara­ lık Belgrad'a kaçmış, sözde kitab bastırmak bahanesiyle gitmiş. Ora­ dan Şumnu'da açılan Kız Sanat Okulu'na iki öğretmen getirmiş, bun­ lar Bulgarlık propagandası yapıyor. İstanbul'da, İzmir'de basılan Bul­ garca gazeteleri halk arasında yayıp okuyorlar. Kotel (Kazan) tarafla­ rında fazla yayılıyor. Papazların Bulgarlardan olmasını istiyorlar. Şum­ nu'dan bir heyet, sözde Rusçuk-Varna demiryolu için İstanbul'a gide­ cek. Asıl amaç kilise istiklalini sağlamak. İ stanbul'da Un.kapanında Tap­ çilişdi adındaki tüccar Bulgar, Padişahın yakınlarından, onun vasıta­ sıyla işlerini görecekler . . . " Bulgarlar işe böyle başladı, önce kilise istiklali aldılar, Rumlar­ dan ayrıldılar. Rumca yerine milli dil başladı. Yoksa Rumcadan kurtu­ lamayacaklardı , Rumlaşmaktan onları biz kurtardık. Rum Patriği, Bul­ garların da dini başkanıydı. Bulgarlara Rum okulu açardı, ayinde Rumca (!)

Ahmed Rasim, Osmanlı Tarih,

(2)

Yahya Kemal. Balkana Seyahat,

c.

iV. s.

s.

2ı-IO, İstanbul.

19, 192:!. l<ahova.

Bu eserinde rahmetli şair, Sofya'da geçirdiği günlerini aıilatır. O oradayken Bul)!ar­

ların milli şairi İvan Vazof ölmüş, büyük lıir tören yapılıııış. Blılv;arla rı ıı Jll'k ,;aydığı

Vazof'u ziyaret etmesini, ölmeden istl•ınişler, fakat v;itıııcıııiş. <.;üııkü Clkşi bir ,;ün­ güde) adlı yazısını okuduğundan ona kızgın... (.-\dı J.(CÇl'n l'St'r.

(:3)

mu resmi tahriratrn aslı Şunınu'da kurulan :\!illi Kütüphaııl' lümünrlcdir. 1948'de oraya Şerif Paşa Kitaplığından alııırlı).

8

"·

2;))

Şulll'si Şarkiy;iı

llii­


kullanılırdı . 500 yıl sonra milliyetlerini korumuş bir halde ortaya çıktı­ lar. Halbuki onlar Bulgaristan'daki Türk'e 50 yıl sonra milliyetini unut­ turmaya uğraşıyorlar. 93 Harbinden sonra, oradaki zengin Türklerin çiftliklerine, vakıf yerlere Balkanlardan inen Bulgarlar kondu, parasız mülk sahibi oldu­ lar. Bir yasa çıkararak muvakkaten işledikleri toprakları onlara tapulu mülk yaptılar. Harpten sonra geri dönen Türkler, evlerine Bulgarların dolmuş olduğunu, tarlalarının zabt edildiğini gördüler, elleri boş kaldı. Her yerde açık gözlük yaptılar. Türk halkı ana-baba ocağını bırakıp göç­ tü, geri dönenlerin eline de birşey geçmedi. 1880'de Bulgar Millet Mec­ lisinden çıkarılan bir kanunla daha önce Türk Hükümeti tarafından ora­ lara iskan edilmiş olan Kırım Harbinden sonra gelmiş Çerkes ve Ta­ tarların toprakları ve diğer çiftlikler. kiracı veya ortakçı olarak 10 yıl çalışan Bulgarlara veriliverdi. Dünkü ırgat, gospodar (amir= efendi) ol­ du, mer'a ve baltalıklar da halka dağıtıldı . . (Bak: Ömer Lütfi Barkan, İ ktisat Mecmuası, iV, 1944, İ stanbul.) Bulgarlar, uyanışını okullarına borçludur. Tulca'da ilk Bulgar oku­ lunu açtılar. 1845'te lOO'den fazla Bulgar okulu vardı. Bizde ise hala sıbyan okulları usulü sürüyordu. İ lim ve irfan yolunu tutmayan millet bu medeniyet çağında yaşama hakkı bulamaz. Karlofça Andlaşması'nı gözyaşları dökerek imzalayan Amucazade Hüseyin Paşa, milletin uyan­ ması için tutulacak yolu göstermişti. Selamet ilimdeydi. Fakat Şeyhu'l­ İ slam Feyzullah buna karşı çıkmıştı. Çünkü kafaları boştu. İş o maka­ ma geçmekte değildi. Akif, öyleleri için şöyle der: Anne karnından icazetli, beşikten molla, Dolayın bir de sank: haydi reisü '/-ulema.

Biz, ne çektikse hep cehaletten çektik. Bulgarlar okul açtılar, uyandılar. Kendi hesaplarına çalıştılar. İ s­ tiklal peşine düştüler. Sırbistan'dan, Viyana'dan gelen daskallar milli­ yet fikri aşıladılar. Filibe'deki Rus konsolosu, çeteleri hazırladı. Bal­ kan eteğinde bulunan Otluk köyünde ayaklanma patlak verdi. Filibe, Pazarcık taraflarındaki köyleri yaktılar. Otluk ve Avratalan'da neler yapmadılar. Nahiye müdürünü, çocuklarını, başkatibi kestiler. "Hatta müdürün kızını öldürüp cinsiyet organını keserek bilezik şeklinde teşhir 9


ettiler. Ötede beride İslam çocuklarını katrana bulayıp yaktılar. "(�) Bunları yaptıktan sonra Avrupa'ya yaygarayı bastılar: Türkler, Hıris­ tiyanları kesiyor!. . Varna, Şumnu, Burgaz, Rusçuk Köstendil tarafları bu ayaklanmaya katılmadı , zaten oralarda Bulgar azdı. Savaşın Tahribatı ve Zulümler

Kurda, kuşa, dağa, taşa hükmü geçen bir hükümdar vardır: Hz. Süleyman. O, Sebe' kraliçesi Belkıs'a bir haber salarak teslim olması­ nı, yoksa yurdunu, o güzelim İ rem Bağları diyarını asker kuvvetiyle alacağını söyler. Belkıs, bu dişi hükümdar, çağlar boyunca uluslara hük­ meden erkeklerden daha akıllıdır, daha diplomattır. Devlet erkanını top­ lar; onlar, savaş isterler, o ise işi barış yoluyla halledelim, tatlıya bağ­ layalım, der. Gerekçesini Kur'andan dinleyelim: " Hükümdarlar, orduyla bir ülkeye girdiler mi, orasını fesada ve­ rip bozarlar, altüst ederler, şerefli ahalisini zelil ve perişan kılarlar, evet, böyle yaparlar." (Nemi: ayet 34) Bütün milletlerin ibret alması gereken B. M. kapısına konacak mukaddes bir kelam. Harplerin yaptığı tahribat, doğurduğu sefalet meydanda. 93 Harbi de bunu yaptı. Balkanlar baştan başa kana boyandı. Ülkeyi harap kıl­ dı, halka azap etti. Rus orduları, beklenmedik bir yerden Ziştovo'dan Tuna'yı geçti, Balkanlara yayıldı. Bir kol Şipka'yı aştı. Adım adım topraklanmızı kanlı çizmeleriyle çiğniyordu. Plevne'de Osman Paşa, cihan tarihine altın sa­ tırlarla yazılan o şerefli ve şanlı müdafaasını yaptı. Ruslar, Romanya'­ yı yardıma çağırdı, Haçlılar yine elele vererek Müslüman kıyımına baş­ ladı. Osman Paşa, yaralanınca şerefle ve şanla teslim oldu, Ruslar, Ayas­ tefanos'a dayandılar. Girdikleri yerleri, bir yandan Rus Kazakları bir yandan Bulgar çeteleri yakıp yıkıyor, Müslüman halk kana boyanıyor­ du, ateş içinde yanıyordu. Dost, düşman, tarih bunu böyle yazıyor. 1 878'de Ayastefanos Anlaşması imzalandı, 13 Temmuz 1 878 'de de Berlin Anlaşması yapıldı. Kuzey Bulgaristan Prensliği kuruldu, Ko­ cabalkan 'ın güneyinde, merkezi Filibe olmak üzere Rumeli-i Şarki (4)

10

Ahmed Rasim, Osmanlı Tarilıi,

c.

iV,

s.

2238


Eyaleti muhtar bir eyalet oldu. Türkler sakin sakin yaşadılar, hiç bir isyan çıkarmadılar. Zulme uğrayan, canı sıkılan, evini yurdunu bırakıp göç etmekten başka bir şey düşünmedi! Savaş sırasında halk gerçekten ürkmüş, yollara dökülmüştü. Can, tatlıdır, canın yongası olan malını bırakıp kaçıyordu. Sebepler çoktu. Zulümler yetmiyormuş gibi hile yolları da vardı. Papazlar, hoca kıyafe­ tine girmiş, cami kürsüsünde va'ız verip: "Evveli Şam, ahiri Şam" ef­ sanesini halka telkin ediyordu. Bu böyle Kafkaslarda da aynen yapıl­ mış. Ahir zaman gelmiş, Hıristiyanların peygamberi olan Hz. İsa Şam'a inecekmiş. Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye'sinde Vaktiyle şöyle demişti: "Dimışk 'ta ak minareye-Giru nüzül ede İsa." Padişahın bayrağı altında toplanmak telkin ediliyordu. Beşinci kol işliyordu. Halkı bozguna. uğratmak, c!üşmanın işini kolaylaştırır. Halk saf, eskidenbeıi Mekke ilahisi diye ellerde gezen bir ilahi dergisi var, onda halka ne öğretiliyor, dinleyin: Gelin ey karındaş/ar, Şam 'a gidelim, Şam 'da olan makamları görelim, Cami-i Ümeyye'de namaz kılalım:..

Halbuki eskiden Kemal Paşazade ne diyordu, Nil boyunda: �ice bir dururuz Şam-u Halep 'te Gel, ahi gidelim Rumellerine...

Şimdi ise iş tersine dönmüştü, çöküntünün fecaatı işte böyle. Halkta milli duygu azalmış, böyle şeylerle bozguna hazır. Düş· mana karşı önleme savaşı yapacağına; çoluk çocuk göç yollarına dö· küldüler. Bu durum Türk askerinin harekatını güçleştirdi. Asker \'e cep· hane taşımak için hazırlanan trenlere, göçmenler dolup İ stanbul yolu­ nu tuttular. Şipka kahramanı Süleyman Paşa, o koca sözü söylemekte haklı: "Böyle ahaliyi Allah kahretsin . " Yalnız Kırcaali yöresinde Kır· caalili Murat Ağa, topladığı çetelerle düşmana karşı durdu. Rusları ve Bulgarları o havaliye sokmadı, geçici bir idare bile kurdu. Halk göçüyordu, çünki yapılan zulümler dayanılır şey değildi. Sırp Karaağaç, Bulgar ve Rus kazaklarının yaptıkları akıllara durgunluk \'e­ rir. Edirne Mebusu Mehmed Şeref in : Bulgar/ar ve Bulgar Der/eti kita· hında yazdığı gibi: Nigbolulu Tahsin. Zağralı Şevket, Lofçal.ı Hüseyin. '

11


Kızanlıklı Ali, Rusçuklu Hakkı, Şumnulu Arif, Çırpanlı Hoca Şükrü ve Sait, Eskizağralı Kamil, Kırcaalili Murad, Eskizağralı Hacı efendi, Zağ­ ralı Hazım, Razgratlı Hakkı, Vidinli Nuri, Dobrucalı Aliman Pehlivan, Deliormanlı Aliş Pehlivan, Edirneli Ömer Seyri, Sancakdar Yüzbaşı Ömer, Sivaslı Mehmed, Filibeli Rıza, Sofyalı Ömer, Tatarpazarcıklı Emire Hanim, Peştireli Hacı Mustafa, Hasköylü Aziz, Yüzbaşı Him­ met, Binbaşı Nuri, Zağralı Osman Beyler ve Efendilerin gözleriyle gö­ rerek, kulaklarıyla işiterek yazdıkları ve anlattıkları işler, ne kötü ve yüz ·kızartıcıdır. Inanmak istemediğimiz en çirkin bir vahşeti, yüzümüz kı­ zararak, kitaptan nakledelim: "Niğbolu yakınındaki Türk köylerinden topladıkları genç kız ve gelinlerin şalvarları içine kedi koymuşlar, ke­ dilere kamçıyla vurdukça, canı yanan hayvanlar, kadınl:mn baldırları­ nı, bacaklarını tırmalayarak çıkacak yer arıyor\ kadınların feryadı et­ rafı sarsıyor, bunu yapanlar ise gaydalarını şişirerek hora tepiyor­ lar. "(5) Filme alınacak bir vahşet. Balkanlarda ilk isyan Bosna-Hersek'te çıktı. Karadağ'ın yayga­ rasından çekinerek iş gevşek tutuldu. 93 Harbi başlayıp Dobruca ta­ raflarından askerler çekilince, bazı başıbozuklar İsakçı ilçesinde altı Bul­ gar köyünü basarlar. Hatta Rus tarafından kılık değiştirip geçen Ka­ zak ve Moskoflu Tatarlar, bizim halkı teşvik ederek bu işleri gördür­ müşler. Bulgarlardan Zankof Dragan, Bulgarları kesmeye başladılar, diye Bükreş'te 10 bin nüsha bir broşür bastırmış, İngilizler'i aleyhimi­ ze kandırmak için Gladiston'a haber göndermiş. (Ahmed Midhat, Zühdetü '/-Hakayık, S. 143) Halbuki İstanbul'dan Serdar-ı Ekreme ya­ zılan emirlerde; Müslüman-Hıristiyan ahalinin korunması. asla ayırım yapılmaması isteniyordu. Müslüman- Hıristiyan arasına nifakı düşman soktu. Müslümanlar da kütle halinde göçe başladı. Bu savaştaki yenil­ ginin sebebi anlaşılmadı. Londra sefareti İstanbul'a gönderdiği telgra­ fında şöyle diyor: Düşmanın Tuna'yı kolayca geçmesi hayreti mucip ol­ du. Balkan geçitlerini muhafazaya, köprüleri yıkarak düşmanı nehre dökmeye muktedir oldukları halde bir şey yapmamaları sebebi anlaşı­ lamıyor." (adı geçen eser, s. 340) (5)

:vtehmed Şeref. Bulgarlar ve Bulgar Devleti, s. 28, Ankara, 1934, Yazarın 29. say­ fada yazdıkları ise daha yüzkızartıcı, daha utanç verici.. Raci Efendi, Tarihçe-i Vak'a-i Zagra, eserinde 93 Harbinin acıklı olaylarını dile getirmiştir. Rusların, Bulgarların neler yaptıkları ibretle okunmalı. Eser yeniden basılmıştır.

12


Halk ölümden kaçıyordu. "Hiç kusurları olmadığı halde, kadın ve çoluk çocuğa bakılmayarak Kazak ve Bulgarlar'ın Eskizağra'da ve civarında vahşice öldürdükleri Müslümanların sayısı da ceman 3.300 den fazladır." (General Halil Sedef, Osmanlı, Rus ve Romen Savaşı, C.V.S. 101) Ruslar Tuna'yı geçip de İstanbul önlerine vardıkları güne kadar 600.000 Türk, yerini yurdunu bırakarak göç etmek zorunda kalmıştı. Bu göçmenlerden 100.000 kadarı Anadolu'ya geçmişti; 150.000 kişi­ nin İstanbul'a ve 150.000 göçmenin de Rodop dağlarına sığındıkları an­ laşılıyor. Kalanı da Rumeli'nin her tarafına dağılmıştı. Anadolu'ya ge­ çirilen göçmenler, Orta ve Batı Anadolu vilayetlerine yerleştirilmişler­ di. (Tevfik Bıyıklıoğlu, Trakyada Milli Mücadele, C.l.,S. 28, Ankara, 1955) Selanik, Kosova vilayetlerine sığınan 300.000 göçmenle, Şumnu çevresinde toplanan 200.000 kişi bunlara katılırsa, bir milyon insanın yerinden oynadığını görürüz ki, halk buna Koca Bozgun demiştir.

Savaş, Bitti, Fakat Zulüm Bitmedi 1907 yılında Dobruca'da Türkler'le Bulgar'lar arasında şöyle bir olay olmuştu: Kara İvan adında bir Bulgar, başkalarıyla münasebette bulunan karısını öldürmüş, kendisini de asmıştı. Bulgarlar suçu başka­ sına attılar. Suçu yokken 60 yaşındaki Kara İmam'la bazı Türkleri ya­ kalayıp işkence yapmışlardı. Halk bu zulmü Prens Ferdinad'a gönder­ dikleri bir yazı ile protesto etti. Bu yazı o zaman Mısır ve Paris'de çı­ kan Şurd-yı Ümmet gazetesinin 1 19'ncu sayısında çıkmıştır: Bulgarlar'ın Türklere karşı tutumunu gösteren yazı şudur: "Fahamet 'meab, bu vatanın ahali-i kadimesinden olan bizler adi ve rahata olan meyil ve bağlılığımızı, yurdumuza karşı beslediğimiz sa­ dakat hissini bir çok kereler isbat ettik. Halbuki Müslüman olmaktan başka kendilerine başlıca bir kusur ve kabahat isnad olunamıyan biz bigünahlar, Bulgar hemşehrilerimizden ve hatta memleketin asayişini korumağa memur olması lazım gelen askerlerden çektiğimiz eziyet ve işkence artık sabır ve tahammülümüzü kı1milen tüketti. Binaenaleyh zat-ı Fahi manelerine bu zulümlerden şikayete mec­ bur oluyoruz. 13


Pek güzel takdir buyururlar ki, Bulgaristan'da meskun ahali-i İs­ lamiye'nin hiç birisinde memleketin sükı1n ve asayişini ihtilal ile mahv ve ihlal etmek gibi bir fikir ve' maksad mevcut değildir. Böyle olduğu halde yine her an hakaret ve taarruzdan, zulüm ve haksızlıktan boynu­ muzu kurtaramıyoruz. Bulgaristan'ın şu 30 senelik tarihi bunu isbat eden vak'alarla doludur. Ezcümle Köseler, Baraklar, Karakışla, Hisarlık, Çukurkapı köy­ lerini bir misal olarak gösterebiliriz. Bu köylerin her birisi vaktiyle yüz, hatta ikişer yüzer haneden ibaret İslam unsurlariyle dolu idi. Fakat çe­ kilen zulüm ve saldırılara takat getiremediklerinden çaresiz bin fela­ ket ve mahrumiyet içinde mal ve mülklerini, sevgili yurtlarını terk ile hicrete mecbur oldular. Geri kalanlar da hicret elemlerini bu gidişle, Bulgaristan'da çektikleri zulme tercih edecekleri şüphesizdir. Yine ay­ nı zulüm işleri neticesi olan şu vak'ayı naklediyoruz: Bundan iki sene önce hudut üzerinde vaki bir köyde bir Bulgar (Kara İvan) gayri meşru münasebette bulunan kansını öldürdükten son­ ra kendisi de intihar eylemişti. İslamlara karşı kalplerinde müthiş bir kin ve garez besleyen Bulgar komşularımız, bu intihara bir katil süsü vererek en ziyade düşman oldukları Kara İmam, damadı Hasan oğlu Kasım, Mehmet oğlu Fettah, Zor oğlu İbrahim ile Reşid'e bu cinayeti atıfla biçareleri dünyada canavarlara bile layık görülmeyecek bir kanlı vahşetle o kadar işkencelere koydular ki, nihayet zorla (biz yaptık) de­ dirtip hapse attılar. Biçare Kara İmam, yaşı altmışı geçkin olduğu halde köy Bulgar okulunun mahzeninde sopalar altında şehit oldu. Ve diğerlerini de dayaktan mecalsiz denilecek bir hale koyduktan sonra Dobriç (Hacı Oğlu Pazarcığı) hapishanesine soktular ve bir takım yalancı şahitler göstererek güya muhakeme ederek kimine idam, kimine mü­ ebbet kürek cezası verdiler. Belediye bahçesinde icra olunan bir muhakeme-i aleniyye'de dinleyici sıfatiyle mevcut bulunan yüzlerce Bul­ gar'ın alkışları arasında bu zalimane hükümler verildi. Bu bikeslerin ah ve eniniİıi, Allah'tan başka hiç kimseleri olmıyan zavallı evlad ve ayallerinin feryat ve şikayeti bütün kainatı titrettiği halde, ne yazık ki, Bulgaristan Hükıirnetinin zerre kadar adalet vicdanını müteessir etmedi. Buna benzer facıa olaylannın, İslamlar hakkında yapılan o sonu gelmez zulümlerin kalplerimizde hasıl ettiği tesir o kadar derindir ki, 14


tarifine imkan bulunamaz. İşte bu gibi zulümlerdir ki, Müslüman aha­ liyi gücendiriyor ve hicrete mecbur ediyor. Zira burada kalanlarımız ne hakkına, ne rahatına, ne ırz ve hayatına ve ne de din serbestliğine malik olmıyacak bir hale gelmiştir. Bu geçen paskalya günü askerler tarafından işlenen alçakca cinayetin acı hatırası kalblerimizden çıkma­ yacak derecede müthiştir. Bulgar hemşehrilerimizin bu gibi menfür zulümleri işlemede en birinci maksatları, İslamları korkutup hicrete mecbur etmek ve elle­ rindeki emlak ve araziyi yok bahasına satın almaktır. Fahamet'meab, hakkımızda reva görülen bu zulümlerin, bu vah­ şetlerin, bu işkencelerin vukuuna rıza gösterip hiçbir vecihle iştirak et­ meyeceğinizi yakinen bildiğimizden, bu şikayet ve feryadımızı adalet vicdanınıza ulaştırıyoruz. Eğer bununla da hayat-ı selametimizi temine muvaffak olamaz­ sak, mensup olduğu hükürnet ve hükümdardan adalet ümidi kalmayan­ ların bizzarure teşebbüs edeceği vasıtalara müracaattan geri durmaya­ cağımızı arzı beyana cür'et eyleriz."(6) Bulgarlar, oradaki Türkler'i göçe zorlamak için ne gerekse yap­ tılar ve bu hep devam etti. 1928'lerde bir profesör olan Tsankof'un Rod­ na Zaştita(7)ları Türkler'e neler yapmadılar! Şumnu-Kayalıdere köyü camiine, Filibe Ustuna köyü camiine bomba attılar, çeşmelere domuz eti astılar, kahveleri basıp Türkler'i kovdular. Eskiistanbulluk ilçesin­ de Akdere'de herkesin sevdiği Hüseyin Pehlivan'ı kahvede öldürdü­ ler. 1933'te Razgrat mezarlığını çiğnediler. Balkanları dolaştığı için ora­ daki ahvali çok iyi bilen, Bomba, Hümyet Bayrak/an, Nakarat ve baş­ ka başlıklı yazılarıyla oralardaki olayları canlı canlı anlatan Ömer Sey­ feddin, (TuhafBir Zulüm) hikayesinde, Türklerin bulundukları yerler­ den göç etmelerini ne tuhaf anlatır: Bu yazı Bulgaristan'daki okul oku­ ma kitabına bile alınmıştı. Hikayenin bazı bölümlerini aktarayım: (6)

M. N. Deliorman, (Meşrutiyetten önce Balkan Türkleri'nden naklen), İstanbul, s. 104 - 106 ..

(7) Yurd Müdafaası. 15


"Bilmem eski bir derebeyinin torunu olduğum için mi, Bulgaris­ tan'da gezerken hep kendimi öz babamın çiftliğinde sanırım... " diye başlayan bu hikayede yazar, banyolara gider. Orada Kostanof adlı bir Bulgarla tanışır. Bir akşam onu, banyoya yeni gelen Kepazef adında bir eski dostuyla tanıştırır. Bu kişi, eski bir ihtilalcidir, Bulgaristan müs­ takil olunca mebus olmuş, adliye vekili olmuş, antika bir adam... Türk­ çeyi diplomasi dili sanıyor, Bulgarlarla bile Türkçe konuşuyor... - Ne var, ne yok, söyle bakalım! - Hiç, gospodin. - Nasıl hiç? Siz yeni türemeler her şeyin adını hiç koydunuz. Sonra beni süzdü: - Bu da kim; dedi, yeni yamaklardan mı? - Hayır, gospodin, Bulgar değil... - Ya ne? - Türk. - ... Türklerde yalnız bir şey vardır, taassup. Evet, taassup. Ben Türklerin bu taassubundan Bulgaristan'da çok istifade ettim. Devletimiz yeni kurulduğu zaman ben olmayaydım, Bul­ garistan bugünkü Bulgaristan olamazdı. Çünki Türk o kadar çoktu ki... Mutlaka sobranyada müsavi gelecektik. Kabinenin yarısı da bir gün onlardan olabilirdi. Fakat ben, fakat ben... diye başlayıp anlatır: Hükümet kurulunca komitelerle toplantı yapmışlar, Katli-am dü­ şı1nüyorlarmış. Fakat Avrupa'dan korkmuşlar. Ona sormuşlar, o da ko­ lay, demiş. Hepsini Türkiye'ye gönderirim. Nasıl yapacağını sormuş­ lar, anlatmış: Ben biliyordum ki, Türklerin en aziz hissiyatı taassupla­ ndır. Küçükken aralarında büyüdüm. Komşularımız hep Türk'tü. Bun­ ların kimseye garezleri yoktur. Hatta kendilerine o kadar kötülük ya­ pan Ruslar'a bile fenalık etmezler, yaralılarına, su, ekmek, ilaç verir­ lerdi.. .. Mesela domuza fena halde garezdirler.... Deliormana kayma kam oldum. O vakit orada ilaç için olsun bir tek tane Bulgar yoktu, di­ yor. Makedonya'dan muhacir getiriyor, ona para vererek domuz aldı­ rıyor. Domuzları sokaklarda dolaşmaya başlıyor. Türkler bundan ra­ hatsız oluyor, birer birer hicret etmeye başlıyorlar. Bu tuhaf zulüm 16


sayesinde iki yılda orada Türk kalmamış. Diğer yerlerde de bu usulü uygulamışlar. Türkleri yüzlerce yıllık yerlerinden yurtlarından etmiş­ ler, kaçırmışlar. Hikaye(8) şöyle bitiyor: " ... Odama çekildim. Soyundum, yatağa uzandım. Fakat gözü­ me uyku girmedi. Ateşsiz bir humma her tarafımı yakıyor, sovuk so­ vuk terliyordum. Yavaş yavaş aşağıdaki hora gürültüleri, gayda sesle­ ri kesildi. Etraftaki horozlar ötüyor, sabah oluyordu. Uyumak azmiyle gözlerimi sıkı sıkı kapadım. Yüzükoyun döndüm. Pis, cılız bir doMuz sürüsü önünden, cesur ecdadımın, yiğit kankardeşlerirnin, saf milleti­ min kavukları düşerek, atlan arabaları bataklıklara saplanarak, toplan tüfekleri, kadınları kızlan, çolukları çocukları yollara dökülerek bir çılgın ordusu halinde kaçıştıklarını görür gibi oluyordum". "Ah, evet, o gece hiç uyuyamadım"(9). Ömer Seyfeddin. Hiç bir zaman orada zulüm durmadı. Bu konu hem acı ve hem çok de­ rindir. Balkan savaşında Kırcaali yöresinde olanları, yaşlılar hiç unuta­ maz. Savaş meydanı olmayan yerlerde bile neler oldu. Filibe'de Türk­ leri kitle halinde tevkif ettiler. Müftü, bu haksızlığa dayanamadı, vali­ ye, kumandana, Sofya'ya müracaat ederek: Ya beni de tevkif edin, ya o suçsuz, masum kimseleri serbest bırakın, dedi. Eğer suçlan varsa, ellerine suçlarını beyan eden tevkif müzekkeresi verilmesini istedi. Müf­ tünün bu medeni cesareti cevapsız kaldı... Bulgarlann milliyetçiliği, Türk düşmanlığından ibaretmiş gibi da­ ima Türklerin aleyhine kin beslerler. Okullarında Türk düşmanlığı aşı­ larlar, kitaplarında Türk aleyhdarlığı yaparlar. Nutuk çeken her Bulgar, (8)

Nakaratın konusu da çok ilginçtir: Makedonya'da komitecileri kovalayan bir Türk zabiti, kaldığı yerde, komşusunda uzun kumral saçlı, mavi gözlü, düzgün kal­ çalı bir kızın Bulgarca söylediği şarkıyı, kendisi için bir aşk şarkısı anlamına alır, hayii.li bir aşk kurar. Bu şarkının: İstanbul bizim olacak, demek olduğunu öğrenince vurulmuşa döner, vicdan azabı duyar, kahrından hastalanır. Kız, komiteci papazın kızıymış. "Ben ona ne gözle bakıyorum, o bana ne söylüyor. O benim için, milletim için en büyük bir küfrü ederken ben, Türk 1.3.biti bu ağır küfrü tatlı bir aşk neşidesi sanıyorum. İşte şimdi bir haftadır o komiteci papazın cesur, milliyetçi kızıyla aram­ daki farkı düşünerek yatıyorum" (Bak: Yüksek ökçeler)

(9) Bu yazı ilk defa 1 9 1 8 yılında Yeni Mecmua'da sayı 66'da yayınlandı. Hikaye Ömer Seyfeddin külliyatına da alındı. (İlle Düşen Ak)

17


mutlaka beşyiiz yıllık kara esaretten (Çemo robstvo) söz etmeden geçe­ mez(10). Bu hava ile yetiştirilen momçeler, çocuklar Türk görünce düş­ man görmüş gibi bakarlar. Birgiin Ruscuk'da Bulgar mahallesinden ge­ çerken Türkçe bilmeyen Bulgar çocukları öfkeli öfkeli bakarak "Turçin" Türk deyip içlerindeki kini döküyorlardı. Türk çocuklarının körpe dimağlarına en ağır gelen bir hususa bu­ rada işaret etmek isterim! Okul kitapları, Türkler'in aleyhinde garaz­ karane yazılarla doludur. Bunlar Türk çocuklannın eline okul kitabı diye verilir. Bunlar Türk yavruları üzerinde çok fena tesir bırakır. Ancak beklenenin aksine Türk gencinde Türklük şuurunun erkenden uyan­ masına yardımcı olduğunu da unutmamalıyız! (10) 1974'te İran'da, Şiraz'da, Arap dilbilgini Sibeveyh'i anma töreni yapıldı. Şiraz Üni· versitesi'nin davetlisi olarak, tebliğ sunmak üzere, Türkiye'den iki arkadaş kong· reye gittik. Orada Faslı bilgin ve siyaset adamı Alla.J Fasi ile sohbetimiz esnasında: - Siz aydınlar, Bulgaristan'da halkı bırakıp hicret etmekle yanlış iş yaptınız. Ora· da Türkler rehbersiz kalmış, dedi. Kendisi birkaç yıl önce Bulgaristan Müslüman· lannı ziyaret için gitmiş. Bulgar hükümeti yanına bir şairi mihmandar vermiş; gez· miş, görmüş. Sonunda mihmandar şair: - Gördün işte, bizim neyimizi beğenmedin, diye sormuş. Allat Fasi şu cevabı ver· dim. divor: - Sizin beğenmediğim tarafınız şu: Her yerde: Türk eşMeti, kara esaret diye konu· şuyorsunuz. Bu yanlış bir tutum. Türkiye sizin komşunuz. Komşu, komşuyla iyi geçinmeli. Biz de Fransız esaretinde yaşadık, onlarla mücadele ettik. Bağımsızlı· ğımızı alınca, geçmişin üzerine bir sünger çektik, şimdi onlarla dost olduk ... Size de yakışan böyle yapmaktır. Rahmetli, Balkan Müslümanlanyla ilgilenirdi. Bu konuda Rabıtatü'l·Alemi'l·İslamiye bir rapor vermişti. O yıl, Romanya'ya yaptığı bir geziden dönerken, Viyana'da kalp krizinden öldü. Tanrı rahmet etsin. Allat Fasi, haklıydı. 1950'de göç başlayınca, Deliormanlı Naif Ağa, Hafız Nazif'e bana: - Bizi kime bırakıp da nereye gidiyorsun? demişti ve haklıydı. Öyle oldu, biraz ödlek çıktık, komünistlerden korktuk ve kaçtık! Orada Türk halkı, Türkiye'ye bağlılığını muhafaza etti. 1934'1erde Türklere karşı baskı artmıştı. Maalesef bazı guruplar, baskı yok, diye bir yazıyı Cemiyet·i Akva· ma göndermek üzere hazırlamışlardı, bunu Deliorman'da Türkler imzalamadı (Son· ralan komünistler de aynı taktiği kullandılar). Saf Türk köylüsü, Türkiye'ye can· dan bağlıdır. Türkiye ile siyasi durumun iyi olmasını ister. 1934'te Kemaller ilçesi Ferhatlar köyünde Mehmed Ağa şöyle demişti: "Bizim sırtımız barometre gibidir, Türkiye ile durum iyi ise baskı kalkar, durum bozulunca sırtımıza sopa iner... " Sır· talan köylü hazırcevap Takkeli Aluned Ağa'nın bir sözü Deliorman'da söylenir durur: "Bulgaristan'da Türk'le keçi olma da ae olursan ol..." (0 sıralarda ormanlan ko· rumak için keçileri yasaklamışlardı). Türk'e baskıyı böyle dile getirmişti. Rahmetli. 1929'da Sofya'daki Milli Kongreye katılanlardandır.

18


Balkanlardaki Türkler daima bir göç kervanı halinde Anayurd'a akmaktadırlar. Bu kervanın sonu gelmez. Oralarda yaşayan Türk so­ yundan olanlar gibi Türk soyundan olmasalar da, Türk kültürü almış olan Amavudlar, Boşnaklar bile Türkiye'ye can atmaktadırlar. Onun için onların Türk inkılabını benimsemiş olmaları aranır. Türk inkılabı­ na karşı olarak yetiştirilmeleri, yarın Türkiye'ye gelerek Türk milleti arasına karışmalarına imkan bırakmaz. Türk Hükumeti elbette ki ora­ daki soydaşlarının kültürleriyle, insan haklarından mahrum bırakılma­ yarak insanca yaşamalarıyla ilgilenecektir. Baskı altında tutulan Türk'ü, Türk'ten başka kim düşünecek? Hatta milli hududlar dışında azınlık halinde kalmış soydaşlarının marüz kaldıkları baskı ve haksızlık karşısında, Birleşmiş Milletlere mü­ racaat ederek bu hususun mahallinde incelenmesini istemek Türk Hü­ kümetinin bir hakkıdır. Bunu her insan yapabilir. Birinci Cihan Harbinde Türkiye ile kader birliği ve silah arka­ daşlığı yapan Bulgarlar,harp sonunda mevkie gelen İstanboliski'nin Baş­ vekaletinde kurulan Çiftçi Hükümeti zamanında, biraz uslandılar, Türk­ ler de biraz rahat etti denilebilir. Kanunların bahşettiği, anlaşmaların sağladığı azınlık haklarından faydalandılar. Okullar gelişti, okul tarla­ ları verildi. Şumnu'da öğretmen okulu, Nüvvap okulu açıldı . Fakat 9 Haziran 1923 hükumet darbesiyle çiftçi hükumeti devrilip yerine ge­ çen milliyetçi hükumetler, eskiden verilen hakları birer birer geri al­ manın yolunu tuttular. Azılı Türk düşmanı olan Profesör Tsankof, Eği­ tim Bakanlığını eline alarak Türk Okullarına elinden gelen darbeyi vur­ maya başladı. Eskiden verilmiş olan okul tarlalarını geri almaya başladı. Oradaki Türk'ü, Türkiye'den uzaklaştırmak için herşey yapılır. 1948'de Tito, Dev­ let Başkanı G. Dimitrof'la Varna'da bir görüşme yapmak için Şumnu'dan geçerken, garda bir konuşma yaptı. Biz Türk öğretmen ve öğrencileri de karşılayıcılar arasın­ daydık. Tito o zaman: - Hocalar, nazarlannızı Ankara'ya değil, Sofya ve Belgrad'a çevirin!.. Balkanlar'­ dan Osmanlıların izlerini sileceğiz!.." demişti. Bu, Türkler üzerinde bir soğuk duş tesiri yapmıştı. (Mısır'da iken arkadaşımız olan Üsküplü Şuayb Abdülaziz, o sırada Üsküp'te Yücel adlı bir demek kurmuştu. Orada Türklüğü yaşatmak istiyordu. (İs· lam gibi din, Kur'an gibi kitap, Türkiye gibi devlet (vatan), Atatürk gibi diplomat yok . . . ) parolalanydı. Tito derneği kapattı, Şuayb'ı birkaç arkadaşıyla astılar. Şehit­ lere Allah rahmet eylesin. Bu demek mensuplanndan Türkiye'ye gelenler var... "Söz uzanır geri kalanın dir isem").

19


Bulgar öğretmenleri tayin etti. Aylığını Türkler öderdi. İktisaden geri kalmış olan fakir halk, Türk öğretmeninin aylığını zor öderken, sırtına bir de Bulgar öğretmeni bindi. Okul tarlaları da elinden alınmış oldu­ ğundan okul encümeni daskalın (11) parasını veremedi. Veremeyince sıhhi şartlan haiz değil diye, okulları kapatıp nfu"ödna(12) yapmaya baş­ ladılar. İşin garibi narodna okul, binası sıhhi değil diye kapatdıklan es­ ki Türk okulunda derslerine devam etti. 1928'den sonra Rodnazaştitalan Türk halk1 üzerine saldırıp on­ ların ezilen haklarını çiğnediler. 1928'de öğretmen okulu kapandı. Türk okullarına Bulgar öğretmenleri bir veba gibi çöktü. Türk öğretmeni milli duygusu ile gayret gösterip karın tokluğuna öğretmenlik yaparak Türk yavrularını okutuyordu. Fakat Bulgar öğretmeninin aylığı ödenmeyin­ ce hemen Türk okulunun kapısına kocaman bir kilit asılıp okul kapanıyordu. 14 Mayıs 1934 askeri inkılabından sonra Türk azınlıklarının hak­ ları büsbütün çiğnendi. Öğretmenler Birliği dağıtıldı. Turan Derneği kapatıldı. Aydın öğretmenler, Türk halkının ileri gelenleri iş başların­ dan uzaklaştırıldı. Okulların proğramlan değiştirildi. Türk halkı o za­ mana kadar hiç gôrmediği sert, tedhişci bir idare ile karşılaştı. Türk­ ler'in haklarını imha siyaseti başladı. İnsan haklan alenen çiğnendi. Ay­ dın Türkler Türkiye'ye göçmek zorunda bırakıldılar. Eskiden ayrı ayrı vazife gören okul ve cami (vakıf) encümenleri vardı. 1934'de bunlar birleştirildi. H. Hüsnü sayesinde aydın öğretmen­ ler işbaşından atıldı. " ... Türklüğün ve inkılaplarımızın sicilli düşmanı olan ve Bulgar hükumetinin, sırf bütün Bulgar emir ve menfaatlerine bir uşak sadakatıyle hizmet ettiği için mevkiinde tuttuğu Baş Müftü bu mekanizma sayesinde bütün Türk okulları üzerinde hakimiyet ve nüfuzunu tesise çalıştı(13). Türkiye'de 1928 harf inkılabından sonra Bulgaristan'daki öğret­ menler birliği kurslar açarak harf inkılabına derhal uymuşlardı. Kur'a­ nı Kerim'in eski harflerle tedrisine devamla beraber, Türkçe dersleri yeni Türk harfleriyle okutulmağa başlanmıştı. Okul kitapları derhal yeni harflerle basılmıştı. ( 1 1) Öğretmen.

(12) Milli, yani Bulgar. (13)

20

Y. Nabi, Balkanlar

ve

Türklük

s.

167, 1936, Ankara.


1934 askeri ihtilalinden sonra yine eski harflerle tedrisata dönüş için bir hareket başladı. Ve bu yüzden Türk halkı arasında bir ikilik başgösterdi. Aydın öğretmenlerin okullardan uzaklaştırma çareleri bu­ lundu. Bu ikilik Bulgarlar'ın pek işine yaradı. Çocuğunun eski harfler­ le okumasını istemeyen bazı babalar, çocuklarını Bulgar okuluna gön­ dermeğe başladılar. Hükı1metin kapadığı Türk okulları yerine açılan Narodna okullara giden Türk yavruları yetmiyormuş gibi, bir de bu yüzden Türkçe öğretimden mahrum kalmağa başlayan Türk yavrula­ rının vebalini kim çekecek bilmem? O zamanki Bulgar okullarında din dersleri mecbUri idi. Kilise okul, papaz ve daskal elele vererek Bulgar çocuklarına koyu bir milliyetçi ruh aşılarken, bizim daha m,uhtaç olduğumuz bu milli ve dini ruhu yav­ rularımıza vermek şöyle dursun, bu ikisi birbirinden aynlmağa çalışılı­ yor, kendi milli bünyesini ihmal ediyordu, ne yazık...

Bölücü, Kırıcı, Tatsız Çekişmeler Milletler için en korkunç, en feci şey birbiriyle boğuşmaktır. Bul­ garistan'daki Türkler de bu hastalığa yakalandı. Şiddetli ayrılıklar, bir­ biriyle boğuşmalar oldu. Daha ziyade geri kalmış toplwnlarda olan bu hal, halkı perişan etti. Bazı hocalar-öğretmenler, ilericiler, gerciciler ara­ sında başlayan bu çekişme, sonraları aynı guruplarda da bölünme hali­ ni aldı. Gazetelerde bunların birbirine attıkları çamurlan gören, iftira­ ları okuyan halk kimin arkasından gideceğini şaşırmıştı, ortada temiz rehber kalmıyordu. İşin acı tarafı Bulgarlar'ın yaptıkları yetmiyormuş gibi, birbirleriyle boğuşuyorlardı. Arasıra bunun yanlış olduğunu anla­ yanlar da yok değildi. Yı.llarca gazetecilik yapan M. Necmeddin Deli­ orman diyor ki: "Biz Bulgaristanlı gazeteci ve münevverler, orada çok dağdağalı geçen çetin bir mücadele hayatımızın tozu dumanı arasında milli folk­ lorumuzu bile derlemeye vakit bulamadan Anayurda kaçıp geldik." (Bul­ garistan Türkleri, yakın tarih ve hatıralar s. 13) Aynı yazar, aynı kitabının başka bir yerinde şu gerçeği de itiraf eder: "Türkiye düşmanı Rodna Zaştita şövenist Bulgarlar ortasında ve daha acınacak tarafı Türk inkılaplarına düşman ve bizi kemalist ajanı olarak itham eden softalar ve başmüftülük etrafındakiler ortasında sa­ dece Gazi Mustafa Kemal'in prestijine ve Türk sefarethanesine güve­ nerek nasıl canla başla fisebilillah çalıştığımızı. .... (aynı eser, s. 61) 21


Son yıllarda Kemalist-antikemalist grupları çatışmasının başı, Baş­ müftü Hüseyin Hüsnü olmuştu. Pravadı ilçesi Kuştepeli öğretmen Fikri Yalçıner şöyle demektedir: "İnkılapçı kültürü baltalamak ve Türk genç­ liğini susturmak yolunda Bulgar hükümeti ile işbirliği eden o devrin Baş­ müftüsü Kulfarlarlı ... Hüseyin Hoca, elinden geleni yapmaktan çekin­ miyordu. Kemalizm inkılaplarına uyan, bu inkılapların yayılmasına çalı­ şan gençliğe dinsizlik damgası vuruyordu. Hatta Başmüftüye göre Tu­ ran Demeği'nin gayesi, Deliorman'da bir koloni teşkil ederek bir Türk hükümeti kurmak, sonra Türkiye'ye iltihak etmekti. Başmüftü ve hem­ palarının Bulgar hükümeti nezdindeki jumalları arasında bu da vardı.'' Hüseyin Hüsnü grubu ile Kemalistler arasında çekişme sert bir hale dökülmüştü. Türk inkılapları bahanesiyle tüm yenilikler çekiş­ tiriliyordu. Türkçe gazeteler ikiye bölünmüştü.(14) Bu arada Dostluk (14) Yunanistan'daki gericilerin yaptıkları yanında bizimkiler belki az kalır: Gümü!· cüne müftüsü M. Nevzat Hoca, irticaın mümessili gibi şapka giyenleri kafir sayı· yor, nikaJı.larını kıymıyor, miras hakkından mahrum bırakıyordu. Aydınlar ve halk bundan şikayetçiydiler. Nihayet, şapka hakkında Mısır müftüsünden fetva istedi. 1928'de Mısır müftüsü Abdülmecit Selim'e müracaat etmek zorunda kaldı. Garbi Trakya'daki Müslümanlardan Kemalistler şapka giyiyorlar, ben de onları dinden çıkmış sayıyorum, diyordu ve bu konuda fetva istiyordu. Mısır müftüsü uzun bir fetva yazdı, meselenin dini yönünü inceledi, fıkıh kitaplarından nakiller yaptı, İmamı Azam'ın: Müslümanın imandan ancak kendi inkarı çıkarır, dediğini, tekfir yani baş· kasını kafir saymanın kolay birşey olmadığını bildirdi ve şapka giymekle kimsenin dinden çıkmayacağını anlattı. Fetvayı soranın samimiyetsizliğine balon ki, kendi arzusuna uygun bulmadığından bu fetvayı halktan sakladı, ilan etmedi. Fakat Ehram gazetesi 1932'de fetvayı ya· yımlamıştı. Bunu bilen Ezher'de okuyan Türkiyeli bir öğrenci 1937'de Yunanis· tan'a gitmişti. Fetvayı halk, bu öğrenciden öğrendi. Mısırlıların şapkayla aşinalığı eskidir. Hıdiv İsmail Paşa, Avrupa'ya seyahatinde şapka giymişti, M. Abduh'un daha önce de fetvası vardı. Türkler de kalpak, kavuk, külah, fes, takye, enveriye gibi çeşitli şeyler giymiştir("). Bugün İslam devletlerinde şapka münakaşası diye bir şey bilmiyoruz. 1964'te Somalı· Mogadişu'da toplanan İslam kongresine Türkiye delegesi olarak gitmiştim. Kongre başkanı Filistin müftüsü Elhac Emin Hüseyni, il. Cihan Savaşı başlarında Yugos· lavya'da bulunduğu için Balkan Müslümanları ahvalini bilirdi. Bir sohbet esnasında: Balkanlardaki Müslümanların gasıp hükümetlerden haklarını koruyacakları yer· de, hazan birbiriyle gereksiz şapka kavgası yaptıklarından yalonmıştı. 1973'te Tu· nus'ta yapılan Mevlit törenine Diyanet Başkanlığınca gönderilen heyete ben de da· hildim. İslam aleminin uyanışında önderlik yapan Cemaleddin Afgani ile Muham· med Abduh'un hayranı olan Tunuslu ünlü din bilgini Şeyh Fazil Aşur du bu konu· da avnı şekilde konuşmuştu. ( ) Aziz Haneki, Türk ve Atatürk, s. 39/42, Kahire, 1938. •

22


gazetesi zaman zaman renk değiştiriyordu. Abdülhak Naci, Sabit Hu­ dai takma adıyla çıkan yazılar pek şiddetliydi. 31 Mart 1933 günlü Dost­ luk'da Abdülhak Naci, Kemalistlerle Başmüftülük arasındaki çekişmeyi anlatıyor ve sonunda şöyle diyordu: " ... Kemalizm ocağından para ve feyz alıp da din-i mübine, peygamberi zişaine ve sınıfı ulemaya kö... saldıran gürüha karşı bu kabil şedid ve öldürücü darbeler indirmeye devam edeceğiz tre alçakların nefesi ve sesi kısılıncaya kadar bunda sebat göstereceğiz. Düşmanı tepelemedikçe kılıçlarımızı kınına, kalem­ lerimizi kutuya koymamağa ahdü peyman eyledik." Bu sözler kime ve niçindi? İş biraz böyle sürdü, sonra (A.N .) hep­ sinin nefesi ve sesi kesildi. H. Hüsnü Medeniyet gazetesindeki bir ya­ zısında Deliorman Türkünün tarlasına asırlar öncelik bir ifadeyle: ti­ mur tingillü arabalarla gittiğini yazıyor. H. Y. Şinasi İntibah'taki bir başyazısında "]onların donlarına baksan, sapsarıdır" diyerek en ayıp sözleri savuruyor, karşı taraf da aynı tarzda karşılık veriyordu. Onlar içlerinin kinini boşaltırken olan millete oluyordu. Millet gazetelerden ne bekliyordu, onlar nerelerde kalem gezdiriyordu? Bu halden mem­ nun kalmayanlar Feleğin Dersi gibi şiirlerle gazetecileri uyarıyordu. Bu kabil mücadele daha eskiden de olmuş: Ethem Ruhi ile Halil Zeki ara­ sında Filibe'de başlamış. Sonraları Mehmet Behçetle Alikemal, Osman Nuri (avukat) ile Hasip Safveti ve Takanoğlu arasındaki münakaşalar başka sahalara dökülmüş, netice de aradaki uçurum derinleşdikçe de­ rinleşmiş, bundan Bulgarlar yarar, Türkler ise zarar görmüştür. Rah­ metli Razgratlı Hafız İsmail Hakkı, 1932'lerde İntibah'a yazdığı bir ya­ zısında bu ikilikten dert yanmış, iki tarafı anlaşmaya, birleşmeye ça­ ğırmıştır. Ben de aynı gazetede yazdığım (anlaşma mutlaka olmalıdır) başlıklı bir yazıda ayrılıklardan şikayet etmiş, birlik istemiş, H. i. Hak­ kı'ya katılmıştım. Günden güne gruplara bölünmeler artmış, hocalar arasında da ay­ rılmalar başlamış. Nüvvab müdürü ile Medrese-i Aliyye müdürü arası açılmıştır. Biz Mısır'dan dönünce hiçbirine katılmadık, bizim görüşü­ müz onlardan ayrıydı. Mısır'da gözümüz açılmıştı. Mısır'da okurken Muharremle Türkiye'ye gelerek gezdik ve gördük. Bizce Türkiye'nin kültür desteği olmadan Bulgaristan'da Türklük yaşayamaz. Nüvvab mü­ dürü yanlısı biri, Medrese müdürüne: Mehmed Efendi, birleşelim, bu Mısır'da okuyanlar bizi mahvedecek, dediğini Mısır arkadaşunız Mu­ harrem söylemişti. Bu kişi, ben Türkiye'ye gelirken bana: Osman Efen23


di, sizi Mısır'a gönderdik, okuttuk, dönünce bize cephe aldınız, diye­ rek içini dökmüştü. Biz: Hak bellediğin bir yola yalnız gideceksin. Diyenlerdendik. Mısır'dan dönünce Nüvvaba öğretmen olduk. Bizi çekemediler:

2 aylık öğretmen iken bizi İngiliz yanlısı diye müzevirlediler. Öğret­

menlik hakkımız alındı. Bereket versin, Muharrem'in babası Başmüf­ tüydü, onun Sarrafof adındaki dostu, Hariciye ve Mezhepler müdüıiiy ­ dü, onun vasıtasıyla tekrar öğretmenlik hakkımız verildi. Bu işi yapan da, yaptıran da belli... Hocalar artık birbiriyle uğraşıyordu. H. Y. Şinasi, Nüvvab için yazdığımız Arapça gramer kitabını, Türkiye'ye geleceğimiz zaman öy­ le sert eleştirdi ki, 8 yıl niye sustuğuna şaştım. Orada herkes bir başka havadaydı. Yüksek makamlara çıkan bir zat, dostu H. Yusuf'a: Aga, Bulgaristan'da lafa sen, maskaralığa ben.. diye biliyor, bununla övünüyordu .... Nüfus ve Mesken Durumu

Bu topraklarda Türk nüfusu çoğunluktaydı. O zamanlanda yapı­ lan istatistikler bunu göstermektedir. Tuna Vilayeti Salnamesinin 128511868 yılından alınan istatistiklerde müslim, gayri müslim nüfus mikdarı mühim şehirlerde şöyledir. Sancak Rusçuk Yama Tırnovo Tulca Vidin Sofya

UMUM nüf.

Müslim

234.526

138.693

79.458

58.689

20.769

175.918

71.645

104.273

57.062

39.133

17.939

149.905

25.338

124.567

171.505

24.410

147.095

gayri Müslim 95.834

Köylerde kadınların nüfusu yazılmamıştır, yukardaki rakamlar

1263 sayımına göredir ve erkek sayısını gösterir. (Salname-i Tuna vi­ layeti s. 101, yıl: 1285) 24


Bazı şehirlerde hane sayısı aynı salnamede şöyledir. Şehir Rusçuk Silistre Razgrad Şumnu Eskicuma Pazarcık Plevne Vidin Köstence Hırsovo Lofça

İslam 24.293 21.616 43.433 34.624 13.039 13.960 9.764 10.839 16.233 12.426 21.548

Hıristiyan 21.056 12.137 15.685 12.839 2.965 3.385 17.934 15.818 0.301 3.672 15.395....

1878'de yapılan sayımda sancaklarda Bulgar nüfusu ile Bulgar olmayanlar şöyledir: Rusçuk Yama Tımovo Vidin Sofya İslimye Filibe

201.025 36.000 188.500 263.000 297.500 100.500 382.500

354.324 74.100 112.000 131.000 189.000 186.400 564.600

Tırnovo, Vidin, Sofya sancaklarında Bulgarlar, diğerlerinde ise Türkler çoğunluktadır. Göçler olmasa Türklerin nüfusça üstünlüğü sürecekti. Göçlerden sonra Türk nüfusu azalmıştır. 1885'te yapılan Bulgar sayımını İreçek tarihinde şöyle vermektedir: Bulgar: Türk Romen Çingene Tatar

1.345.507 5.27.284 49.070 37.600 12.376 (Bulgar Prensliği Tarihi, s. 17)

Şarki Rumeli'nin Bulgarlar'a katılmasıyla bu sayı artmıştır, 2.007.919 olan nüfus 3.310.713 olmuştur. 25


Balkan savaşından önce yapılan resmi istatistiklerde Müslüman nüfüsu şöyle gösterilmiş: 569.728 16.290 51.770

Türkçe konuşanlar: Tatarca Kıbtılar TOPLAM

637.788 (Müslüman olan Pomaklar hur­ da dahil değil)

Bal.kan Savaşı'ndan sonra Bulgaristan'a verilen ve Yeni yerler de­ nen Rodop ve Kırcali havalisindeki Müslümanlar buna ilave edilip Ro­ manya'ya kalan Dobrucadakiler düşülünce 1914'te Türk nüfusu 885.000 olmuştur. Göçlere rağmen Türk nüfusu bazı bölgelerde çoğunlukta kalmış­ tır. 1934 istatistiğinden şu rakamları alıyoruz: Umum Nu. Ardino: Kurumovgrat Kırcaali Momçilgrat Şumnu sancağı: Kemallar Banpınar Yenipazar Osmanpazarı Razgrad Eskicuma Şumnu

Türk

45.538 40.724 49.234 35.2 1 1

27.852 33.404 39.393 31.467

39.927 49.928 65. 194 48.526 91.000 57.491 99.356

24. 107 27.021 27.461 26.767 38. 165 27.304 47.868 (İş dergisi, sayı; 157, 1954.)

Bulgaristan kurulduğu zaman birçok yörelerde Türkler çoğun­ luktaydı, bu ancak göçlerle azaltıldı. Savaş sebebiyle yerlerinden oy­ nayan Türklerin topraklarına Bulgarlar konuverdi. Siyasi ihtilalden son­ ra bir de toprak ihtilali yaptılar. Türklerin tarlalarını, yerlerini, zaptet­ tiler. İşler durduktan sonra yerlerine dönen Türkler, mülklerinin yağ 26


ma edildiğini gördüler. Türk göçmenleri geri dönmesin diye yurtlarına Bulgarlar yerleşti, bu konuda bir de kanun çıkardılar. Türklerin tapu­ lu emlakı ellerinden alındı. 1880'de Türkiye Komiseri Nihat Paşa, Sof­ ya'ya Bulgarlar'la emlak işlerini görüşmek üzere gitti. Yanındaki ta­ pular işe yaramadı. Türk nüfusunun çokluğundan faydalanılamadı. Bulgaristan müs­ takil olduğu zaman Kurucu Meclis için 221 kişi seçilmiş, bunların ara­ sında Türklerden yalnız 13 kişi var. Çünkü, kazanan Türkleri tanıma­ mışlar. Bu meclise karar gereğince 5 müftünün girmesi gerekirken (Sof­ ya, Vidin, Rusçuk, Tırnovo, Varna) yalnız Vidin müftüsü katılmış. Di­ ğerleri göç etmiş, yerlerine derhal yenileri de seçilememiş. Halbuki bu meclise 10 Bulgar piskoposu girmiş. Türkler sonralan da nüfusları oranında mebus çıkaramadılar. Çün­ kü partizanlık sebebiyle oylar dağıldı. En çok mebus 1914'te çıkardı­ lar. O da Kırcaali havalisi gibi yeni Bulgaristan'a katılan yerler halkı­ nın uyanıklığı ile sağlandı. Razgrat, Osmanpazan, Eskicuma gibi Türk­ lerin çok olduğu yerler, partizanlık yüzünden Türk mebusu seçemedi. 1914'te seçilen 17 Türk mebusu şunlardır: Gümülcüne: Edhem Ruhi, Salih Hoca, Yusuf Efendi, Tevfik İskeçe: Haşim Bey, Mehmed Paşa, Hüsnü Bey Dedeağaç: Hacı Safvet, Kemal Bey Kırcaali: Salim Nuri Bey Nevrekop: Celal Bey (yazar Midhat Perin'in babasıdır.) Kavala: İsmail Hakkı Bey Yeni Pazar: Sabri Salim Bey Şumnu: Tokalıoğlu Talat Rusçuk: Hafız Sadık Varna: Şakir Zümre Aydos: İbrahim.

Birlik Sayesinde Biraz Huzur Birlik her zaman kuvvettir. 1. Cihan Savaşı'ndan sonra Bulgaris­ tan Türkleri arasında bu birlik ve beraberlik sağlandı. Bu sayede milli uyanış, kalkınma, atılımlar devri başladı. 10 yıl kadar süren bu huzur ve hamle devrinde ilerleme göze çarpar. Başmüftü, müftüler, öğret27


ıenler, aydınlar elele verip millete hizmet ettiler. Halk biraz ferahla­ dı. Sonra yine bölünmeler, ayrılmalar başladı, araya ikilik girdi, ahenkli düzen bozuldu. Kısa süren, kuyruklu bir yıldız gibi parlayıp geçen o günlere bir göz atalım: .•

1918'de Daru'l-Muallim'in açılarak mühim bir mesele olan öğret­ men ihtiyacı karşılandı. 1919'da Müesses at-ı Diniyye ve Vakfiye İdare ve Teşkilatı tü­ züğü yapılarak müftülükler yoluna kondu, Vakıflar Müdürlüğü ku; u­ larak vakıflar idaresi ıslah edildi. 1920'de Mekatib-i İslamiye Müfredat programı yapıldı (Türk okulları müfettişi Edhem Ruhi ile Osman Nuri, Süleyman Sım ve Ha­ sip Saffeti Aytuna tarafından hazırlandı). 1920'de Nüvvap Mektebi Dahili Talimatnamesi ve tüzüğü, müf­ redatı proğramı hazırlandı (Hocazade M. Muhiddi, Sadeddin, Mehmed Celil, Hüseyin Hüsnü, Osman Nuri, M. Masum, Süleyman Sırrı ve Ha­ fız Abdullah tarafından). 1922'de Nüvvap açılıp aydın din adamı ve öğretmen yetiştirmek üzere öğretime başladı. 1920'1erde Türk okullarına gelir sağlayan okul tarlaları verilme­ ye başlandı. 1921 'de Türk Muallimler Birliği, Kızanlak kongresinde okul ki­ tapları işini ve okul dertlerini önemle ele aldı. 1922'de Ziştovo Öğretmenler kongresinde okul kitaplan ve müf­ redat proğramı meselesi yoluna girdi. 1926'da 42 adet olmak üzere en çok okul kitabı basıldı. Bu yıllarda bir çok Türkçe gazete çıkmaya başladı, kültür haya­ tına canlılık veren eserler yayımlandı. 1924'te Münakehat ve Müfarekat nizamnamesi yapılarak müf­ tülükler bir usUle bağlandı. (Süleyman Faik, Hocazade M. Muhiddi, Sa­ deddin, İsmail Niyazi, Cumalı Hafız Ahmet ve Üsküplü Sait İdris tara­ fından hazırlandı). 1925'1erde gençlik spor ve kültür dernekleri birleşerek Turan Spor Derneği kuruldu. Türk gençleri bir ülkü etrafında toplandı. 28


Bu yıllarda öğretmenler kongreleri düzenli yapılır, önemli karar­ lar alınırdı. Bu arada öğretmenleri yetiştirme ve olgunlaştırma kursla­ rı açıldı. 1925-1926'da iki yıl Razgrat'ta ve Varna'da açılan bu kurslar çok yararlı oldu. 1928'de harf inkılabı yapılınca öğretmenler halk için kurslar dü­ zenlediler, kadınlara aynca kurslar açtılar. Türk kadınlan çağdaş hayata uyarak cemiyet işlerine katıldı, Lom Öğretmenler kongresinde kadınların çokluğunu görüyoruz. Varna'da kadınlar tarafından Ana-Baba ve Öğretmenler Derneği kuruldu, Der­ nek öksüz ve yoksul çocuklara yemek ve elbise verirdi. Derneğin baş­ kanı Fahriye Hanım müsamere gurupları kurarak başka şehirlere de gidip örnek oldu. 1929'da Bulgaristan Türk'ünün hayatına yön vermek, milli me­ seleleri görüşmek, Türklerin tutumunu belirlemek için Sofya'da Milli Kongre yapıldı. Başmüftü Süleyman Faik ile Vakıflar Müdürü Mehmed Celil mil­ letin yararına uyumlu bir idare yürüterek gayret içinde hizmet ettiler. Öğretmenler Birliği anlayışla, dirayetle çalıştı. Kendi yağımızla kavru­ larak milli meseleleri çözmeye gayret gösterildi. Millet yolunda elele vererek fedakarlık gösteren, gayretle çalışan öğretmenler, aydınlar var­ dı. Büyük alim yetişmedi, fakat hamiyetli kimseler canla başla çalıştı­ lar. Okuyanların bir kısmı Anayurda geldi. Bağdat Sefiri olan Tahir Lüt­ fi, Talim ve Terbiye üyesi olan Ali Haydar Taner, eğitimci Hasip Ah­ med Aytuna bir süre Bulgaristan Türk'üne hizmet ettikten sonra, en verimli çağlarında Türkiye'ye gelerek hizmetlerini burada sürdürdü­ ler. Hakkı Meçiğ'in yayımladığı " Şumnu" kitabında E. Ütük, Hasib Aytuna' dan söz ederken: "Şwnnu'da pedegoji öğretmenliği yaptı, di­ yor"(s. 79). Nüvvab'da demeyi çok görüyor! Bulgaristan'da Türk'ün ruhu daima milli duygular içinde uyanık­ tır, Anayurda bağlıdır. Balkan Savaşı'nda Filibe'de Rüşdiye okulunu hemen hastahane yapıp yaralı Türk esirlerini orada tedavi ettiler. Rus­ çuk eşrafı bir yardım derneği kurup yardıma koştu. 1. Cihan Savaşı'­ nda silah arkadaşlığı yapağı Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı sırasında Bul­ gar uyruklu Türkler Türkiye'ye yardım elini uzattılar. Kızılay Derneği vasıtasıyla yardım toplandı. Müftülükler, İslam cemaatları bu işe can­ la başla sarıldılar. Camilerde Kızılay'a yardım levhaları asılıydı. Halk 29


fitre ve zekatlarını, kurban derilerini Kızılay'a verdi. Bu yardım mak­ buzlarını bir şeref belgesi gibi saklayanlar var. Aydos ilçesi Çavdarlık köyünden Osman Ağa anlatır: Milli mücadele esnasında Kızılay'a yar­ dım için köye gelirler. Osman Ağa öküzün birini verir. Kendisine: Çif­ tini ne ile süreceksin derler. - Bugün Anavatanı düşünmeliyiz, yarın çift zamanı gelince onu düşünürüz, cevabını verir. Trakya Milli Mücadele Cemiyeti, Bulgaristan'daki kardeşlerin­ den destek gördü. Bu heyetten bir gurubu Kızanlık'ta göıiiyoruz. "Trakya Paşaili Cemiyeti'nin Bulgaristan'da kurduğu 3 akıncı gu­ rubu, Mayıs 1922'de Doğu Trakya'da faaliyete geçerek Anadolu'daki Milli Mücadele'ye katkıda bulundular". (Trakya 'da Milli Mücadele, Tevfik Bıyıklıoğlu, 1955) Fuad Balkan, Yunanistan'a karşı çete kurup onları oyalamak için Bulgaristan' da bulunuyordu. Bulgar Sobraniyası'ndaki Türk mebusla­ rı 18 Aralık 1918'de Sofya'daki büyük devletler mümessillerine Tür­ kiye hakkında muhtıra vererek Türk hallonın haklarını müdafaa ettiler. Balkanlardaki Türkler hakkında derli toplu bir eser bilmiyorum. Nabi, Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya ve Yunanistan'da yaptığı ge­ zilerden edindiği intibaları, bilgileri 1936'da Balkanlar ve Türklük adıyla yayımladı. Bu münasebetle Prof. Ömer Lütfi Barkan, Ülkü dergisinde güzel bir yazı yazdı, orada diyor ki: "Balkan memleketlerine ait Türk şiiri, Türk romanı, Türk icti­ maiyyat ve etnografya ilimleri de Türk tarihi kadar milli vicdanda de­ rin akisler bırakmaya namzet mevzularını henüz bulmamış ve şaheser­ leİ"ini yaratmamıştır. Tuna boylarından kopup gelen muhacir kafilele­ rinin, asırlardan beri alınlarının teri ve ellerinin emeğiyle şenlendirdik­ leri ana-baba yurtlarını bırakıp kaçmaya mecbur edilen Türk köylüle­ rinin felaket destanı, dünyanın hiçbir yerinde oynanmamış olan bu müt­ hiş facianın azametiyle mütenasip bir şekilde yazılıp bestelenmemiştir... Fakat şayan-ı hayrettir ki, bu ehemmiyet ve vüsatta bir işin neş­ riyat ve matbuat hayatımıza aksetmiş bir humma ve hazırlığını görmek mümkün değildir. Muhtelif komşu Balkan devletlerinde, bugün akalliyetler halin­ de yaşayan Türkler'in sosyal vaziyetleri, hakiki miktarları, ihtiyaçları, 30


ilim ve neşriyat adamlarımız tara�ından lazım gelen itina ve ciddiyetle tetkik edilmemiştir. Memleketimize gelen muhacirler için yapılacak bü­ yük, planlı ve metotlu bir iskan işinde umumi efkarı ve bu işle alaka­ dar olabilecek teşekkülleri harekete getirecek bir hazırlık, bir fikir se­ ferberliği, bu işte esas olacak ilmi tetkikler de yoktur. Gazetelerde va­ kit vakit dağınık bir şekilde ve ancak bazı vesilelerle, Bulgaristan'daki Türkler'e yapılan zulümlerden sathi bir şekilde bahsetmekle iktifa edi­ lişi de, işin lazım gelen ciddiyet ve ehemmiyetle henüz kavranmamış olduğunu ispat eder. Asırlardan beri hep böyle ürkünç bir cemaat halinde büyük kah­ ramanlık devrinin tabutunu merhale merhale omuzlarında taşıyarak ge­ len göçmen kafileleri için, eğer bestekar olsaydım, bir göç marşı beste­ lerdim; içinde o kadar derin ve büyük bir ızdırap kaynaşırdı ki, ölüm marşları bunun yanında bahar neşideleri gibi kalırdı". (Ö. L. Barkan, ÜLKÜ, Mart, 1937)

Andlaşmaların Sağladığı Haklar Bulgaristan'ın ilk teşekkülünde imzalanan Berlin Muahedesi'nin

5. maddesi: Din ve mezhep ayrılığı, hiç bir suretle mülki ve siyasi hak­ lardan faydalanmaya mani olamıyacağını tasrih ederek orada yaşayan Türklerin eşit haklara sahip olduklarını bildirmektedir. Yapılan kanun-i esasi de, din hürriyetini teminat altına almıştır. Daha sonraları Türk devleti ile Bulgaristan arasında 1909 ve 1913 yıllarında akdolunan İs­ tanbul Anlaşmaları ve bunlara ek protokollar, imparatorluktan ayrılan o yerlerdeki dini milli müesseseleri teminat altına almış, onların bakı­ mını, muhafazasını birtakım esaslara ve kaidelere bağlamıştır. Bu an­ laşmalarda yer alan maddelere dayanarak tüzükler ve yönetmelikler hazırlanmıştır. Türkiye ile Bulgaristan arasında imzalanan 1909 tarihli İstanbul Protokolu'nun 5. maddesi gereğince Bulgaristan' da Müftüler, Vakıfla­ rın nezaret ve idaresiyle mükellef olduklarından, Baş Müftünün başlı­ ca vazifelerinden biri de onlardan vakıfların hesabını istemek ve bun­ lara müteallik hesap defterlerini hazırlamaktır. Vakıf hesaplarına ait defterlerin Türkçe tutulacakları da tasrih edilmiştir. 7. maddeye göre de vakıf malların iyi muhafazasına dikkat edilecek ve mecburiyet ol­ madıkça vakıf emlak satılmıyacaktır. 1913 tarihli anlaşmada da bu

31


hükümler tekrarlanmıştır. 8. maddede her mahallin vakıflarının orada­ ki Cemaat-ı İslamiyye tarafından idare olunacağı açıklanmıştır. Bunlara dayanarak hazırlanan ve 1919 yılında yürürlüğe giren 189 maddelik (Bulgaristan Müslümanları Müessesat-ı Diniyye İdare ve Teş­ kilatı Nizamnamesi) ile(15) daha önce muteber olan (Müslüman İdare-i Ruhaniyelerine Dair Talimat) yürürlükten kaldırılmış, böylece Müslü­ man halkın haklarını geniş ölçüde koruyucu bir nitelik taşıyan yeni hü­ kümler getirilmiştir. Bu nizamnamede yer alan hükümlere göre Cemaat­ i İslamiyeler, cami ve mektepleri, vakıf emlaki idare etmekle yükümlü tutulmaktadır. Nizamnamenin 130. maddesi uyarınca Başmüftülükte (Müessesat-ı Diniyye ve Vakfiyye Müdürlüğü) namiyle yeni bir müdür­ lük kuruluyor ve bunun vazifeleri 176 ve 179. maddelerde gösteriliyor­ du. Nizamnamenin VIII. bölümünü Vakıflar teşkil eder. Burada vakıf­ larla ilgili hükümler yer almaktadır. Buna göre Vakıflar, cemaat-ı İsla­ miye encümenleri, Vakıf komisyonları vasıtasıyla idare olunur. Cemaat-ı İslamiyeler, Müftülükler vasıtasıyla Vakıflar Müdürlüğüne ve Baş Müf­ tülüğe bağlıdır. Vakıflar, halkın maarif işlerini de asla ihmal etmemiştir. Bu ni­ zamnamenin 179. maddesine göre Vakıfların fazla geliri bankaya yatı­ rılır, Müslüman fonu denen bu madde ile toplanan parayla fakir ve ye­ tim Müslüman çocukları okutulurdu. Bu sayede kabiliyetli Türk genç­ leri yüksek tahsil yapma imkanını bulmuşlardır. Bütün bunlar vakıfla­ rın sağladığı faydalardır. Azınlık halinde kalıp hükümetten maddi yardım görmeyen yer­ lerde Türk okulları, Vakıflar sayesinde yaşayabilmiştir. 1921 tarihli mu­ addel Bulgaristan Maarif Kanununun özel yani azınlık okullarıyla ilgili 366. maddesinde şöyle denir: "Dini emlaktan yani vakıflardan hasıl olan gelirler, Müslüman.. okulunun idaresine yetmediği vakit, açık kalan masraflar, okulun men­ sup bulunduğu cemaattan, halktan toplanır." Böylece Türk okullarının yaşaması ecdad yadigari olan vakıflar- · la halkın gayretine kalmıştır. Türk halkı, başta Maarif Encümenleri ve (15) 23 Mayıs 1919 tarihli ve 12 sayılı kral iradesiyle tasdik olunarak Hükümet gaze­ tesinin 26 Haziran 1919 tarihli nüshasında yayınlanan bu nizamname Türkçe ve Bulgarca metinleriyle 1924 yılında Sofya'da Ümid matbaasında dizilip, Fotinof mat­ baasında basılmıştır.

32


Türk Muallimler Birliği olmak üzere okulların masraflarının hükümet­ çe karşılanması için yıllarca uğraştı, fakat bir netice alamadı. 1921 yı­ lında Kızanlık'ta toplanan Bulgaristan Türk Muallimler Birliği Xll . kongresinde, bu hususta çalışmak üzere bir komisyon kuruldu. Neza­ ret ve hükümet nezdinde teşebbüsler yapıldı. Lakin yük yine vakıflar­ la halka kaldı. Bütün bunlar, vakıfların Türklerin dini ve mim hayatın­ da ne kadar köklü yeri, üstün hizmeti olduğunu gösterir. Eğer Vakıflar olmasaydı, İslam - Türk eserleri kolayca yaşayamazdı. Dini hizmetler, okullar, ecdad yadigarı olan vakıflar sayesinde yaşadı. Vakıflar cami­ leri ayakta tuttu, okullara baktı, öğretmeni korudu, talebeyi okuttu. Va­ kıflar, hayırseverliğin en canlı ve ebedi bir delilidir. Ecdadımız, fethettikleri yerlerde canlı bir imar hareketine başla­ yarak ölmez eserler meydana getirmişler, camiler, okullar, hamamlar, hanlar, kervansaraylar, zaviyeler, sebiller, çeşmeler yapmışlardır. Yahya Paşanın 912 H. 1506 M. tarihli vakfiyesi, Sofya, Filibe, Niğbolu'da yal­ nız bir kişinin neler yaptığını göstermeye yeter. İnsan, bunlardan va­ kıfların yapıcı rolünü kolayca anlar. Bulgaristan'da ilk yapılan cami­ lerden bir kısmı hala ayakta durmaktadır. Bugün bunların bir kısmı da, muahedelere rağmen, amacının dışında kullanılmaktadır. Bir takımı da harap halde kalmıştır. Bazıları da çeşitli . bahanelerle İslam cemaatinin elinden alınmaktadır. Halbuki vaktiyle yapılan andlaşmalarla bunlar te­ minat altına alınmıştır(16). Devlet, Balkanlarda kalan vakıflarla, İslam cemaatlarının işleriyle ilgilenmiştir. Bunun en yakın örneği Rumeli-i Şarki Vilayeti merkezi olan Filibe'ye ulemadan Büyük Ali Haydar Efendiyi (ölümü: 132111906) vazife-i mahsüsa ile göndermiş olmasıdır. Ali Haydar'ın bu hususta mü­ him çalışmaları vardır. Evvela (Romanya, Bulgaristan, Sırbistan, Yu­ nanistan ile Bosna - Hersek ve Kara dağ'da bulunan ahali-i İslamiyye­ nin hususat-ı mezhebiyyelerine dair) Meşinatın emriyle bir risale yaz­ dı, oralarda yapılması icab edenleri tesbit edip hükümete sundu. İkinci olarak da birkaç sene Filibe'de Türk hükümeti tarafından memuren bu­ lunmuş, oraların cemaat teşkilatına bir yön vermek için çalışmıştır. Bu konuda (Şarki Rumeli ile Bulgaristan'da Bulunan Cemaat-ı İslamiyyenin (16) Rusçuk Cemaat·ı İslamiyesinin yaptığı, şehrin en işlek yerindeki Bıistol Hoteli cemaata çok gelir getiren bir vakıftı. Bulgarlar bunu bir bahaneyle Türklerin elin­ den aldılar, yıkıp istediklerini yaptılar.

33


Umur-ı Vakfinreleriyle Müftüleri ve Cemaat Meclisleri hakkında Ta­ limat) hazırlamıştır. Matbu olan bu talimattaki hükümler, gereği gibi tatbik olunmadığını görünce, bizzat Filibe'de bulunduğu sırada, İslam cemaatı mümessili sıfatıyle, Şarki Rumeli Umümi Valisi Aleko Paşa'­ yı, vazifesini yapmaya davet etmiş, haksızlıkları önlemesini istemiştir. Ali Haydar, Bulgaristan ve Şarki Rumeli vilayetinde, dini hizmet­ lerin usulüne uygun yürütülmesi hususunda gayret göstermiştir. Ora cemaatlannın hatt-ı hareketlerini, din görevlilerinin tayini '. hususlannıı düzene koymaya çalışmıştır. O zaman Evkaf Nezaretine bağlı bulunan imamlık, hatiblik ve saire gibi cihetlere vazifelilerin tayini hususlarına artık Nezaret doğrudan doğruya karışamıyordu. Bu vazifeler, mahalli cemaatlann seçimi usulüne bağlanmıştı. Ancak cemaatların ve müftü­ lerin atamalarının, tanzim olunan bir ilamla tasdiki için Meşihata gön­ derilmesi bir kaide idi. Meşihat kendilerine Mürasele-i Şer'iyye denen bir buyrultu veriyordu. Böylelikle dini hizmetler, yine Meşihata bağlı tutulmuş oluyordu. Bu hususta Devlet Şurasının kararına dayanan Baş­ vekalet' in 7 Cemaziyel-Uhra 1299, 13 Nisan 1298 tarihli ve 50 sayılı bir tezkiresi, konuyu aydınlatıcı bir belge olduğundan onu buraya dere ediyorum. Bu karar o zaman Filibe'de memuran bulunan Ali Haydar Efendi'ye de gönderilmiş. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde 235 nolu defterde kayıtlı Bulgaristan ve Şarki Rümelide imam ve hatiplerin tayini ile ilgili 18 sayılı ve 2 Şaban 1299 h. tarihli tafsilde bu kayıtlıdır. " Bulgaristan ile Rumeli-i Şarki vilayetinde ve Bosna kıtasında beyne) İslam mahlül olan imamet, hitabet gibi cihatın nizam-ı mevzua­ sına tevfikan icrayı tevcihatı muamelesine oraların usül-i idare-i hazı­ raları müsaik olmadığı beyanı ile hususat-ı mezkurece ittihaz olunması lazım gelen kavaidin tayini ifadesine dair Nazaret-i celilelerinden meb'us tezkire Şura-yı Devlete ledelhavale: " Berlin Muahedesi, Memalik-i Osmaniyece idareleri tegayyür eden ve muhtariyet usülüne raptedilen büldanın kaffesinde serbesti-i mezahip maddesini taht-ı mahfüziyete almış ve cemaat-ı muhtelifenin ol bahta mevcut ve mer'i olan hukuk ve imtiyazatının rüesa-i mezhe­ biyyeleriyle irtibatlarını muhafaza etmiş olduğu gibi Rumeli-i Şarki Nizamname-i Dahilisi dahi esas-ı mezkuru daha etraflı olarak te'min eylediğine ve Avusturya Devletiyle akdolunan Yenipazar mukavelesinin 34

·


4 nolu protokolunda Bosna ehali-i islamiyesinin vikaye-i ahkam ve umfu­ ı diniyesi tarafeyn murahhasları canibinden mütekabilen mültezem tu­ tulmakla beraber naib ve müftü ve imam ve hatiblerin intibah ve tayin­ leri için ahali-i müslümenin Bab-i fetva-penahi ile olan münasebatın de­ vamı tekayyüd ve şu suret mukavele-namenin ikinci maddesinde dahi tasrih edilmiş olduğuna binaen, gerek Bosna ve Hersek ve gerek Bul­ garistan ve Rumeli-i Şarik vilayetindeki İslam cemaatlannca icra-i şciir-i diniyelerine mahsus cihatın tevcihatını yürütmek hususların.da esasen bir mani tasavvur olunamaz ise de, ancak sfilifuz-zikir muahede ve mü­ kavele ve Rumeli-i Şerki'ye mahsus nizamname serbestti-i mezfilıip hu­ kukunu cemaata bırakmış ve binaen-aleyh islam cemaatının dahi hademe-i diniyyeleri intihabatında hiç bir hey'et'i idarenin vasatatına mahal kalmayıp yalnız bab-ı va.Ja-yı fetva-penahiyi merci' ittihaz etme­ leri lazım gelmiş olduğu için, artık Nazareti celilelerinin havali-i meb­ husede vuku bulacak cihat muamelatına doğrudan doğruya müdahale etmesi kabil olamıyacağından ve her vechi muharrer, Bosna'da naib ve müftüler bulunduğu gibi Rwneli-i Şarkide dahi mevcut olup Bulga­ ristan'da naibler olmasa bile müftüler bulunduğundan ve maamafih her halde cihat erbabının intihabı cemaat-i İslamiye heyetlerine ait oldu­ ğundan, bundan böyle: "Bulgaristan ve Rwnelii-i Şarki ve Bosna islam cemaatları bey­ ninde imamet ve hitabet ve emsali cihat münhal oldukta cemaat heyet­ lerince intihabı havi mazbata kılıklı mahtum varakalar tanzim ve naib bulunan yerlerde anların, ve bulunmayan yerlerde müftülerin ilam ve tahriratlariyla tasdik olduktan sonra doğruca canib-i sami - Meşihat­ penahiye irsal kılınması ve bu suretle müntehap bulunan uhdelerine tev­ cih olunacak cihattan hitabet gibi şeran canib'i eşrefi Hilafet-i kübra­ dan izin suduruna mütevakkıf olanlar hakkında, müsaade-i seniyye is­ tihsali ile beratlarının isdar ettirilmesi; velhasıl tevcih-i cihat nizamının buraca mer'iyyül icra olan ahkamının tenfiz ettirilmesi için her ne ya­ pılmak lazım gelirse, marifet-i aliyye-i fetva- penahi ile icra olunarak cihat beratlarının dahi müharrerat-ı meşihat-penahi ile müftülere gön­ derilerek eshabına isal olunması hususlarının usul ittihaziyle, bundan böyle cihat-ı mahlule tevcihatınca suver-i meşrühaya tevfikan daire-i aliyye-i fetvaya müracaat etmelerine dair mehall-i mezkure müftüleri­ ne ve memuren Filibe'de bulunan faziletlu (Ali) Haydar efendi Hazret­ lerine icra-yı vesaya olunmasının savb'i vala'yı fetva-penahiye ve

35


husıisat-ı mezkıireden dolayı makam-ı sami-i Meşihat-penahiden vuku bulacak evamire göre lazım gelecek müamelatın ifası zımnında tevcihi cihat kalemine icra-yı tenbihat olunmasının beyanı kararıyle beraber, Nezaret-i celilelerine tebliğ ve erbab-ı Şurayı mezkur tanzimat daire­ sinden ha mazbata ifade kılınmış ve ol vechile keyfiyyet taraf-ı vala-yı Meşihat-penahiye bildirilmiş olmakla, ber minval-i muharrer ifa-yı muamelat-ı lazimeye himmet buyurulması siyakında Başvekalet makam-ı samisinden 7 cemaziyel-uhra sene 1299 ve 13 Nisan 1298 ta­ rihi ile muverrahan ve 50 numara ile murarkamen varid olan tezkire­ nin meali, cihat kalemine kayıt ile keyfiyet malum olmak üzere gelen ma­ hallere ilm ü haberlerinin tastir ve itası babında der kenar olundukta Mucebince deyu fermani sami sadır olmağın kayıt olunup diğer ilm ü haberleri verilmekle işbu ilm ü haber dahi Meclis'i idareye verildi. " 2 Şaban 1299 ve 9 · Haziran 1298

36


1. BÖLÜM D İ N İ

TEŞKİLAT

Başmüftfilük ve Müftülükler . 93 Harbi sona erdi, savaş gürültüleri bitti. Savaş meydanı olan yerlerdeki Türkler, yerlerinden oynamıştı: Göçen göçmüş, kalan kal­ mıştı, kalanlar artık Bulgaristan tebasıydılar. Berlin Andlaşması, sınır­ lan çizmişti. Andlaşmanın 5. maddesine göre: Din ve mezhep ayrılığı kimse için mülki ve siyasi haklardan faydalanmaya asla mani olmaya­ cağı tasrih edilmişti. Türkler de, her haktan faydalanacaklar, hükümet memuru olacaklardı.. 13. maddeye göre Rumeli-i Şarki teşekkül etmişti. Oradaki Türk­ lerin durumu daha başkaydı. 1879'da Bulgar Anayasası ilan edildi. Anayasanın 40. maddesi şöyle diyordu: Herkes Din ve Mezhep hürriyetine sahip olup, din ve millet farkı gözetilmiyecektir. Anlaşmalar ve yasalar Müslümanlara birçok haklar tanımıştı. Bir sonra "Müslüman İdarei Rühdniyyelerine dair muvakkat talimatname " yapıldı. Bu, 15 Eylül 1895 tarihinde 63 no.lu Prens ira­ desiyle tasdiklenerek 2 10 sayılı Resmi Gazete'de ilan edildi, yürürlüğe girdi. Usül'i Muhakemat yasası da Türklere bazı haklar tanıdı. süre

1909 tarihli İstanbul protokolu, Bulgaristan'daki Türklere: Dini teşkilatı, müftülükler, vakıflar, cemaat işleri ve okull�ra dair yeni hü­ kümler kazandırdı, bunları sağlam temellere dayandırdı. 1913 tarihinde yapılan anlaşmada eski haklar tekit edildi ve bazı yeni haklar da sağlandı. Bunlara dayanarak 1919'da yapılan: "Bulga­

ristan Müslüman/an Müessesat-ı Diniyye İdare ve Teşkilatı Nir.amnamesi­ Ustav za duhovnoto uystroystvo i upravlenie na Müsülmanite vaf Tsarstvo Balgariya" o zamana kadar sağlanan hakları derli toplu bir halde bir arada topladı.

·

37


Baş müftülük

0 İlk zamanlarda il ve ilçe müftüleri vardı. Yalnız Sofya'da "Mer­ kez Müftüsü" unvanıyla bir müftü mevcuttu. Müftüler buna bağlıydı. Sofya'da çıkan İttifak gazetesinin 19 Şubat 1897 tarihli (Ramazan 1314) 102 sayılı nüshasında bazı şikayetleri olan halkın, Merkez Müftüsü Hafız Bilal Efendi'yi dilekçe vermeleri tavsiye olunuyor. Bundan, o tarihte Sofya'da Merkez Müftüsü, adı geçen zatın olduğu anlaşılıyor. Fakat hakkında bilgi edinemedim. Aynı gazetede evvelce yazılmış bulunan bazı nizamnamelerin tercemesi için hükümetten de yardım yapılması hususunda Silistre Mebusu Yahya Paşa'nın gerekli zata müracaat etti­ ği ve kabul cevabı aldığı yazılıyor ki, bunların Türklerle ilgili hususlar olduğu belli bir şeydir. Uzun süren çalışmalar sonu 1919'da Bulgaris­

tan Müslüman/an Müessesatı Diniyye İdare ve Teşkilatı Nizamnamesi

ortaya kondu. Burada ona temel olan 1909 tarihli İstanbul Protokolu ile 1913'te yapılan anlaşmaların sağladığı haklardan kısaca bahsedelim. 1909 Tarihli İstanbul Protokolu

Türkiye Hariciye Nazın Rifat Paşa, ile Bulgaristan Ticaret ve Ta­ rım Bakanı Liyapçef tarafından, iki hükümet adına imzalanan anlaş­ manın Bulgaristan Türkleriyle ilgili maddeleri şunlardır: 2. maddeye göre İslam cemaatlarının ve evkafın düzenlenmesiy­ le ilgili olan ekli tesviye sureti aynı zamanda imzalanacaktır. İslam ahaliye eskiden olduğu gibi din ve mezhep serbestliği, iba­ det ve tören hürriyeti temin edilecektir. Müslümanlar da, diğer din ve mezhep mensılplannın haiz oldukları aynı medeni ve siyasi haklardan faydalanmaya devam edeceklerdir.Camilerde halife-padişah namına hut­ be okunmaya devam olunacaktır. Müstesna evkafa gelince: Bulgaristan hükümeti üç ay içinde bir idare komisyonu kuracak, bu komisyon ilgililer tarafından ortaya atı­ lan istek ve iddiaları inceleyecektir. (Vakıflar G. Müd. 753 nolu defter­ de müstesna evkaf kayıtlıdır. Anadolu'da Hacı Beştaşveli, Konya'da Mevlana, Ankara'da Hacı Bayram başta olmak üzere seçkin kişiler vakıfları, ayrı hükme bağlıdır. Rumeli'de de Gazi Mihalbey, Ali Bey, Tımovo'da Firuz Bey, Gazi Evrenos... vakıftan bunlardandır. Onun için aynca zikrediliyor). 38


Türk ve Bulgar hükümetleri arasında 6-19 Nisan 1909 tarihinde akdolunan protokola ekli olan ve aynı zamanda imzalanan anlaşmanın müftülüklerle ilgili maddeleri şöyledir:

1. maddeye göre Sofya'da bir Başmüftü bulunur, Bulgaristan'da­ ki Müftülerin, İslamla ilgili dini ve hukuki işleri için Meşihat makamı ve Bulgaristan Mezahip Nezareti'yle münasebetlerine vasıta olur. Başmüftü, Bulgaristan'daki müftüler tarafından ve sancak müf­ tüleri arasından 5 yıl için seçilir. Müftü vekilleri seçime ancak seçmen olarak katılırlar. Bulgaristan Mezahip Bakanı, Başmüftü'nün seçimini, Sofya'da­ ki Türk Sefareti vasıtasıyla Meşihat makamına bildirir, Meşihat da adı geçen Başmüftüye bir menşıir-ferman ile kendisine ve Bulgaristan'da­ ki diğer müftülere yetki verebilmesi salahiyeti için Müraselei şer'ıyye gönderir. Başmüftü, İslami hükümler içinde Bulgaristan müftülerinin mu­ amelelerini, dini müesseseleri, İslam hayır müesseselerini ve bunların görevlilerini (imam, hatip, müezzin, kayyim) ve mütevellilerini kontrol ve teftiş altında bulundurmak hakkını haizdir.

2. maddeye göre: Müftüler, Bulgaristan Müslüman seçmenler ta­ rafından seçilir. Başmüftü, seçilen müftünün aranılan nitelikte olduğu­ nu inceler ve ona göre yetki verilmesi gereğini Meşihata bildirir ve ye­ ni müftüye buyurultu verilir. Müftüler, kendi bölgelerinde gerekli yerlerde, müftüvekilleri atan­ masını teklif ederler, bunu başmüftüye tasdik ettirnieleri şarttır.

3. maddeye göre: Müftülerin, vekillerinin azli, hükümet memur­ ları hakkındaki kanuna göre yapılır, bu hususu inzıbat komisyonu belirler. 4. madde uyarınca: Müftülerin verdiği ilamlar, hükümler, Baş­ müftü tarafından incelenir, uygun bulduğu takdirde tasdik eder. Dini hükümlere uygun olmadığı anlaşılan veya bab-ı fetvaca in­ celenmesi, i!gililerce istenilen ilamlar, �şmüftü tarafından, Meşihat ma­ kamına gönderilir.

5. maddeye göre: Başmüftü, gerektiğinde: Nikah, boşanma, va­ sıyet, miras, vasayet ve diğer dini hususlarla yetim mallarının idaresi­ ne ait meselelerde diğer müftülere tavsiye ve tebligatta bulunur.

39


Müftüler, Vakıfların nezaret ve idaresiyle de yükümlü oldukla­ rından Başmüftü onlardan hesap ister, defter tutturur. Evkaf hesaplarına dair defterler Türkçe tutulur. 6. maddeye göre: Başmüftü ve müftüler, gerektiğinde umumi ma­ arif meclislerini, Müslüman okullarını, medreseleri teftiş ve gereken yerlerde okul açılmasını teklif ederler. (Türk okullarının ve camilerin muhafazası için Bulgaristan bütçesine yeteri kadar bir meblağ tahsisi­ ne devam olunacakb.r.) 7. Madde uyarınca: Vakıflar iyi bakılıp korunacak, zaruri haller­ de istimlak edilince, kıymet( ödenecektir. Bu para ancak vakıf binala­ rın tamirine sarf olunur. Başmüftü bu hesapları incelemekle, kötüye kullanmayı önlemeyle yükümlüdür. 8. Maddeye göre: İşbu anlaşmanın imzalanmasından itibaren 6 ay süre içinde, Başmüftünün de dahil olacağı bir komisyon kurulup bu hususlar incelenecektir. . .. 6 19 Nisan 1909 İstanbul Rifat-Liyapçef Balkan Harbi'nden sonra, 1913'te yeni bir anlaşma yapılmış, bun­ da 1909 tarihli İstanbul Protokolu 'nda yazılı eski haklar tekrarlanmış, yeni bazı haklar da sağlanmıştır. İstanbul Muahedenamesi adıyla tanı­ nan bu anlaşmayı Türkiye adına: Dahiliye Nazırı Talat Paşa, Bahriye Nazırı Mahmut Paşa, Şuray-ı Devlet. Reisi Halil Bey, Bulgarlar adına: G. Savof, Nazır Naçoviç, Elçi Toşef imzalamışlardır. Bu andlaşmanın 3. maddesinde şöyle denilmektedir. "İşbu andlaşmanın ikinci ekini teşkil eden Müftüler anlaşması bü­ tün Bulgaristan arazisinde tatbik edilecektir. " Müftülere dair olan 2 Nolu ekteki maddeler 1909 tarihli protoko­ lun aynı gibidir. 3. maddede Başmüftü ile Müftülerin, müftü vekilleri­ nin, dairelerindeki memur ve hademelerin aylıklarının Bulgar hükümeti tarafından verileceği hükmü getirilmiştir. Bir de: Başmüftülük teşkilatı, Başmüftü tarafından yapılacak bir nizamname ile belirlenecektir, denerek nizamnamenin yapılması mec­ buri tutulmuştur. 7. madde diğerleri gibi aynen olup sonuna şunlar ilave edilmiştir: Bulgar hükümeti-Bulgar maarif kanunuyla tayin olunan nispet da­ iresinde ve masrafları kendine ait olmak üzere-Müslüman ilk ve rüşdiye -

40


okulları açacaktır. Dersler resmi bir programa göre Türkçe okunacak­ tır. Bulgar dilinin okunması mecburidir. Mecburi tahsile, öğretmen haklarına dair bütün kanunların Müs­ lüman cemaatlan ve öğretmenleri hakkında da aynen uygulanacağı, öğ­ retmenlerin, hademenin aylıklarının devletçe ödeneceği bildirildikten sonra: Nüvvab yetiştirmek üzere bir hususi müessese dahi kurulacak­ tır, denerek Nüvvap okulunun açılması öngörülüyor.

8. maddede maarif ve vakıf encümenleri, İslam cemaatları seçi­ mi yapılarak bunların derhal kurulması isteniyor. Mezarlıkların, İslam cemaatına ait olduğu ve korunması hükmü de getirilerek ÖLÜLER dahi unutulmuyor. İşbu anlaşma İstanbul'da 29-16 Eylül 1913 tarihinde iki nüsha ola­ rak tanzim edilmiştir. ·

İmzalar (Bak Düstur, 1, Tertip-i Sani, S. 179,1329/1913) Görülüyor ki,bu anlaşmalar, muahedeler ile Türkiye, Bulgaris­ tan Türklerinin haklarını korumaktadır. İleride yapılacak Tüzük ve Yö­ netmelikler bunl�dan faydalanılarak meydana gelecektir. Bunl�;f yal­ nız kağıt üzerine yazılı kalmamış, gereğinde uygulanmıştır. Ornek verelim Filibe Müftülüğüne Adet: 32 Meşihat No: 142 Fekahetlü Efendi Bulgaristan' da makim ahaliyi İslamiyye'den vefat edenlerin mü­ tasamf oldukları arazi hakkında, ilan-ı istiklaliyetten sonra mülk hük­ mü cari olup olvecihle veresinin tevarüs edeceği, olbabta Rusçuk ve Hacıoğlu Pazarcı Müftülerinden varit olan muharrerat üzerine, Fetva­ haneden ifade olunmakla, ana göre ifayı muamele olunması zımnında, keyfiyetin Bulgaristan'da bulunan bilumum müftülere tebliğ olunması siyakında şukka terkım kılındı.

26 Kanunuevvel 1326 (1910) Şeyhül-İslam Musa Kazım

41


Şimdi, bu anlaşmalarla ilgili, Bulgaristan Başmüftüsünün bir ge­ nelgesini görelim: Bulgaristan Başmüftülüğü Adet : 529 Sofya Müftü ve Müftüvekillerine İstanbul Muahedesinin 5. maddesi (1909 tarihli Protokolu 4) ge­ reğince Başmüftülükçe tasdik edilen ilam'ı şer'i hüccetlerinin, alakalı­ lar tarafından Bab'ı Fetvaca tetkiki istenirse, Başmüftülük tarafından Meşihata gönderilmesi gerekir. Bu maddede itiraz müddeti tayin edil­ mediğinden bazıları, tasdiken, yıllar geçtikten sonra tetkikini istemek­ tedir. Bu müddet bundan böyle 60 gün olarak tesbit edilmiştir. 22 Şubat 1924 Başmüftü Süleyman Faik Eskiden müftüler, Hariciye ve Mezahip Bakanlığı'nca atanır ve azil edilirdi. Bu sakıncalıydı. 1909 tarihli İstanbul Protokol'u, yukarıda geçtiği üzere, müftülere, vakıflara dair hüküml�r getirdi. Buna göre san­ cak müftüleri seçimle olacak, onlar da aralarından birini Başmüftü ola­ rak seçeceklerdir. 25 Nisan 1910'da sancak müftülerini seçecek olanlar seçildi. Bun­ lar 9 Mayıs 1910'da sancak müftülerini seçtiler. Kıpti Müslümanların seçime katılma işi bir mesele oldu. Türk, Tatar ve Pomak Müslüman­ lar eskidenberi seçmen idi. Şimdi Kıptileri de karıştırıp onlar vasıta­ sıyla hükümet, istediği kişileri seçtirmek istiyordu. Cemaat-ı İslamiye, vakıf heyetleri seçimlerinde Varna, Plevne, Vidin, Filibe gibi bazı yer­ lerde bunların rolü olabilirdi. Bu seçimlerden, o zaman Selvi'de öğret­ men olan Osmanpazarlı İbrahim Hakkı (Oğuz), Edime'de çıkan (Afi­ tap) gazetesine yazdığı (sayı: 50) seri yazılarda şikayet etmektedir. Müftüler 8 Aralık 1910'da Sofya'da toplanarak Başmüftü seçti­ ler. İki aday vardı: Biri 5-6 yıldır Sofya Müftüsü olan Şumnulu Hoca­ zade Mehmed Muhiddin, diğeri Vidin Sancak Müftüsü Süleyman Rüş­ di. Bir gurup Hocazade'yi istiyordu: Onlarca Başmüftü'de aranacak üç 42


nitelik vardı: Geniş fıkıh bilgisi, dürüstlük ve doğrulu, kimsenin elinde alet olmamak. Bunlar Hocazade'de vardı. Diğer gurup bunlara ilave ola­ rak atılgan ve faal olmasını da istiyordu. Bu da Süleyman Rüşdi de vardı. Seçime 34 Müftü ve müftüvekili katıldı. Hocazade 25, Süleyman Rüş­ di 9 oy aldı. Böylece Hocazade seçimle gelen ilk Başmüftü oldu. Seçim süresi 5 yıldı. Süre dolunca ayrıldı. 1915-1919 yılına kadar harp sebe­ biyle seçim yapılamadı. Bu geçen yıllarda Vama müftüsü Hacı Ömer Lütfi, Osmanpazarlı Haci Emin Zarifi, Cumalı Hafız Ahmet, Kemallar­ lı Salih Saib, Filibe Müftüsü Sadeddin efendiler, Başmüftü Kaymaka­ mı olarak tayin ile o makama getirildiler. 1919 yılında seçim yapıldı. Süleyman Faik seçildi, seçimle bu makama gelen il. Başmüftü oldu. 1928 yılında yapılan Başmüftü seçimini yine Süleyman Faik kazandı. Şumnu Müftüsü Hüseyin Hüsnü de adaydı, fakat kazanamadı. Bir sü­ re sonra Süleyman Faik çekilme zorunda kaldı, Hüseyin Hüsnü tayin yoluyla o makama getirildi, seçim usulü bozuldu, ondan sonra, açık hü­ kümlere rağmen, seçim yapılmadı, tayin yolu işledi. Seçimle yalnız iki zat Başmüftü oldu: Hocazade M. Muhiddin ve Süleyman Faik. Başmüftülük makamında bulunan zatlar şunlardır : Hocazade Mehmet Muhiddin Hacı Ömer Lütfi Hacı Emin Zarifi Salih Saip Hafız Ahmet Cumalı Sadeddin Filibeli Süleyman Faik Hüseyin Hüsnü Abdullah Sıdkı Süleyman Ömer Akif Osman Hasan Adem Mehmed Topçu

Seçimle Tayinle Tayinle Tayinle Tayinle Tayinle Seçimle Tayinle "

"

"

"

1905/1910 1915

1919-1928 1928 1936 1945 1947 1965 1982

Eskiden müftüler İstanbul' da tahsil görür, icazet alırlardı. Müf­ tü olduktan sonra, tüzük gereği Meşihatla ilgileri vardı, başarılarına göre meşihattan rütbe ve takdir alırlardı. İlmiye salnamelerinde bunu görü­ yoruz, Örneğin: Başmüftü Mehmet Muhiddin Edime Payelisi, Süley. man Faik İzmir Payelisi, Rusçuk müftüsü Osman Nuri İzmir Payelisi. ... 43


Müftüler hazırlanan tüzük ve yönetmeliklerde önemli vazifeler gördüler. 1919'da yürürlüğe giren Bulgaristan Müslüman/an Müesse­ satı Di,niye İdare ve Teşkilatı Nizamnamesi'ni kimler hazırlamış, isim verilmiyor, fakat İstanbul Protokolu ile İstanbul Muahedesine dayan­ dığı belli, 1920'de Hazırlanan Nüvvap Mektebi Nizamnamesi ve prog­ ramını hazırlayanlar arasında Hocazade Mehmet Muhiddin, Sadeddin ve Hüseyin Hüsnü vardır. Münakehit ve Müfarekit Risalesi Hariciye ve Mezahip nezareti, mezahip müdürlüğü 132 1 sayı ve 1 7 Temmuz 1924 günlü bir genelge ile Başmüftülükten: Nikah, boşan­ ma, ayrılma esasları sorulmakta ve bir ayda cevap istenmektedir. Bu­ nun üzerine Başmüftülükte: Başmüftü Naibi Hocazade M. Muhiddin, Başmüftü Süleyman Faik, Filibe Müftüsü Sadeddin, Üsküp Müftüsü Said İdris, Şuınnu Müftüsü H. Ahmet Cumalı, Eskizağra Müftüsü İs­ mail Niyazi'den kurulan heyet bu risaleyi hazırladılar, 1926'da basıldı. Müessasit-ı Diniye Tüzüğüne Göre Dini Kuruluşlar ve Görevleri Bulgaristan'daki Türklerin Müftülük, cemaat, vakıflar teşkilatı­ nı düzenleyen (Bulgaristan Müslümanları Müessesatı Diniyye İdare ve Teşkilatı Nizamnamesi) 23 Mayıs 1919 günlü ve 12 sayılı kıral irade­ siyle tasdik edilerek Hükümet gazetesinin 26 Haziran 1919 günlü sayı­ sında yayımlanmıştır. 9 bölüm, 189 maddeden oluşan bu tüzük: 1 - Dini teşkilat, 2 - Cemaatı İslamiye heyetleri, encümenler ve görevleri, 3 Din hizmetlileri, 4 - İbadethaneler, 5 Müftü, müftü vekilleri ve gö­ revleri, 6 - Başmüftülük, 7 - Şer'i mahkemeler, 8 - Vakıflar müdürlü­ ğü, 9 - Son hükümler başlıklarını taşır. Güzel bir düzen kuran bu tüzük iyi hazırlanmıştır, ondan önceki (Müslüman İdarei Ruhaniyeleri muvak­ kat talimatını) hükümden kaldırmaktadır. Bazı maddelerine işaret edelim: -

1. madde Müslümanlara din hürriyeti vermektedir. 3. maddeye göre Müslümanların dini idareleri mezhep işleri, Dı­ şişleri, ve Mezhepler Bakanlığı'na bağlıdır. 4. maddeye göre Müslümanların din işleri: Başmüftülük, müftü­ ler, müftüvekilleri, mahakimi şer'iyye tarafından idare olunur. 44


6. maddede: Cemaati İslamiyelerin yazışmaları, muhasebeleri Türkçe ve Bulgarca yürütülür. İlamlar ve dini muamelelere dair evrak Türkçe tanzim edilir. Başmüftülük 1 13. maddeye göre, Başmüftü, Bulgaristan'da Müslüman din ve mezhebinin mümessili olup müftüler ve müftü vekilleri tarafından 5 yıl için seçilir. 121 . madde uyarınca Başmüftüye menşur ve müraselei şer'iyye verilmesi için, Dışişleri ve Mezahip Bakanlığı, seçimin tasdikini İstan­ bul'a Meşihata arz eder. 122. madde: Başmüftünün vazifeleri şunlardır: 1 Müslümanların dini teşkilatının iyi idare edilmesine nezaret -

eder.

2 Hayır müesseselerinin terakkisine, Müslümanların ahlakça yükselmesine çalışır. 3 Müftü ve müftüvekillerine nezaret eder. 4 Dini ahkamın icrasıyle ilgilenir. 5 Medreselerin çağa göre islahına, programlarının birliğine ve NÜVV AB Mektebinin kurulmasına çalışır. Başmüftülükte: Naip, Dai­ re müdürü, şer'iyye katibi, evrak memuru, katipler bulunurlar. -

-

-

-

Müftüler 94. maddeye göre Müslümanların din işleri: Başmüftü, müftü ve müftüvekilleri tarafından idare olunur. Müftüler Müslümanların ruha­ ni reisidir. Müftü ve müftüvekilleri, başmüftünün arzı üzere Hariciye ve Mezhepler Bakanlığınca atanır. Sancak müftüleri kıral iradesiyle, müftü vekilleri Bakanlık emimamesiyle atanır. Müftü ve müftü vekillerine şer'i hakimlik görevini yapabilmek için Başmüftülükten müraselei şer'iyye verilirdi. Müftülükte: 1 katip, sandık emini (kasyer) 1 şeriyye katibi, bir de muhzır bulunur. 109. maddeye göre müftülük: Doğum, evlenme ve ölüm defterleri tutar. (Bu görev imamlara da verilmiştir.) 45


131. madde uyarınca 3 tür şer'i mahkeme var: Bidayet mahke­ me.si, istinaf, Divanı Ali-i temyiz: Her Müftülükte bidayet mahkemesi var. Sofya, Rusçuk ve Filibe'de İstinaf, Başmüftülükte de Divan-ı Ali vardır. 132. maddeye göre şer'i mahkemeler şu davalara bakar: 1 - Karı koca arasındaki mal davaları, 2 - Ebeveyn ve çocukları arasındaki mal davaları, vesayet, 3 - Evlenme, boşanma davaları, 4 - Nikahın fasit olması davası, 5 - Nesep davası, 6 - Mirasta niza davaları. (1938'de bu haklar alındı- Resmi Gazete, Sayı: 750, 1938.) 160. madde Müslümanlara bazı haklar tanıyor, şer'i mahkemelere yetki veriyor: Yargı Usulü Yasasının 1. kitabının 2, 3, 5, 6, 8, 9, 10, 1 1, 12 ve 13., il. kitabının 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17 ve 18., 111. kitabının 1 ve 2., iV. kitabının 1 ve 2. maddeleriyle V. kitabın tümü işbu tüzük gereğince şer'i mahkemelerde yürürlükteydi. 159. maddeye göre: Bir davanın incelenmesinde bazı dini nokta­ larda tereddüt ve şüphe hasıl olursa, tetkik heyetinin kararıyla, Baş­ müftülük usulü dairesinde bunu İstanbul'dan Meşihat'tan sorabilir. (Böyle bir yetkinin tanınması, Müslümanların Türkiye'ye bağlı bulun­ ması bakımından önemlidir . . .) Müftülükler nikah kıyma yetkisini haizdi. 12 Mayıs 1945 gün ve 108 sayılı Resmi Gazete'de çıkan kıral iradesini havi yasayla Bulgaris­ tan'da medeni nikah kabul edilmiş, ancak dini nikah da serbest bırakılmıştır. . . Müftülükler, Hariciye Bakanlığındaki Mezhepler Müdürlüğü'ne bağlıydı. Görülen luzüm üzerine sayılan, yerleri, hatta dereceleri de­ ğiştirilirdi. Bazı önemli devreleri göstermek üzere bazı listeleri alıyorum: 1910 Yılındaki Müftülükler ve Maaşları Sofya Başmüftüsü

Türk hükümetinden Bulgar hükümetinden

690 frank 400 frank

Filibe Müftülüğüne

Türk hükümetinden Bulgar hükümetinden

460 frank 175 frank

46


Sınıf Müft.: Varna, Şumnu, Rusçuk Bulgar hükümetinden 1 75 frank il. Sınıf Müft.: Silistre, Razgrat, Plevne, Vraca, Vidin, Tırnovo, Eskizağra İsfimye, Burgaz, Hasköy 1 15 frank 1 '· 1. Sınıf Müftü vekilleri: Dobriç, Balçık, Tutrakan, Yenipazar, Pravadı, Eskicuma, Osmanpazarı, Tatarpazarcık 100 frank II. Sınıf Müftü vekilleri: Aydos, Kızanlık, Karlova, Peştre, Lofça, Selvi, Rahova, Niğbolu, Ziş­ tovo, Preslaf, (Eskiistanbolluk), Balpınar, 90 frank Kurtpınar 1.

'

1923 ' teki Müftülükler Sancak (İl) Müftülükleri: Varna, Şumnu, Rusçuk, Tırnovo, Plevne, Vidin, Sofya, Petriç, Paşmaklı, Filibe, Hasköy, Eskizağra, Burgaz. Müftü Vekillikleri: Pravadı, Yenipazar, Eskiistanbolluk, Razgrat, Kernallar, Balpınar, Popköy, Eskicuma, Osrnanpazan, Servi, Elena, Ziştovo, Niğbolu, Lofça, Rahova, Lom, Vraca, Bela, Tatarpazarcık, Peştre, Nevrekop, Cumaibala, Karlovo, Kızanlık, Kırcaali, Ahıçelebi, Eğridere, Daridere, Mestanlı Koşukavak, İslimye, Karnobat, Aydos. 1937'de Müftülükler 1. ve il. derece olmak üzere ikiye ayrılır: 1. Derece olanlar şunlardır: Sofya, Filibe, Kırcaali, Şumnu, Rusçuk. il. Derecedekiler: Yedin, Plevne, Ziştovo, Tımovo, Razgrat, Es­ kicuma, Osmanpazarı, Yenipazar, Pravadı, Pazarçık, Eskizağra, Has­ köy, Aydos, Peştire, Devlen, Nevrekop, Eğridere, Paşmaklı, Daride­ re, Koşukavak. 1943'te 38 müftülük vardı. Bunların onbiri sancak mütfüsü olup diğerleri onlara bağlı ilçelerdir ki yanlarında gösterildi: 1 - Sofya, 2 - Vidin,

3 - Rusçuk (Razgrat, Silistre), 47


4 - Şumnu (Eskicuma, Yenipazar, Osmanpazarı, Pravadı, Dobriç), 5 - Tımovo (Plevne, Ziştovo), 6 - Aydos,

7 -:--- Filibe (Devlen, Smolen, Çepine, Nevrekop, Peştre), 8 - Hasköy (Eskizağra, Ardino, Koşukavak, Daridere, Kırcaali),I Yeni aldıkları yerlerdekiler de şunlardı ki, bunlar harp sonu sa� hiblerine geçti: 9 - İskeçe, Gümülcüne, 10 - Manastır (Pirlep, Ohrid, Negotin), 1 1 - Üsküp (Komanovo, Strumca, İştip, Boyanovo).

/

/

/

O tarihlerde Başmüftünün aylığı 5.200, Başmüftü Naibinin 4.800, Sancak Müftülerinin 4.200, ilçelerin ise 3.000 levadır. i 1959'da müftülükler 6 bırakıldı: Filibe, Kırcaali, Aydos, Şumnu, Razgrat ve Dobriç (Pazarçık) 1938'de Usı1li Muhakemat Kanunu ile Müftü'üklere verilen sa­ lahiyetler kaldırıldı. Müftülerin, Mahakimi Şeriyye niteliği alındı. On­ ların adaleti tevzi hususunda hazırlıklı olmadıkları gerekçe gösterildi. Ünlü Arap Edibi Şekip Arslan, Hadırül-A.ıemil-İslami adlı(17) kitabın­ da bu konuya değinirken, Suriye ve diğer yerlerde de aynı meselenin aynı gerekçe ile tartışıldığını, bu mahkemelerde işlerin sürüncemede kaldığını söylüyor ve bunu yerinde buluyor. 1925'de yapılan Türk-Bulgar anlaşmasının 7. maddesi, Mahaki­ mi Şer'iyyeyi kendi hallerine bırakmıştı. 1938'de müftülüklerden hakimlik vasfı alınınca, 1919 tarihli tü­ zükteki hükümlerin bazısı değişmiş oldu. Başmüftülük 2063 sayı, 26/12/1938 günlü genelgeyle Müftülüklerden Dava bakma yetkisinin, 18 Temmuz 1938 tarihinde çıkan kanunla alındığını müftülere bildirdi. 12 Mayıs 1945 gün ve 108 sayılı Hükı1met gazetesinde yayımla­ nan kanunla Bulgaristan Müslümanları arasında medeni nikah kanunu kabul edilmiş müftülerin bunu imam ve hatiplere tamimi istenmiş, me­ deni nikahtan sonra dini nikah yaptırmak hususu da serbest bırakılmıştır. (17) H. Atem i İslami,

48

c.

III, s. 5, Kahire.


1952'de, 1919 tarihli Tüzük büsbütün ilga edilerek birçok haklar kısıtlanmış, 1959'da yine değişiklik yapılmış, Müftülüklerin sayısı 40'lardan 7'ye indirilmiştir: Sofya, Filibe, Kırcaali, Aydos, Şumnu, Razgrad, Dobriç'te 7 müftülük bırakılmıştır. 1

Kaypak Siyaset Eski ve yeni Bulgar hükumetleri Türklere karşı daima kaypak bir siyaset gütmüşlerdir. Bunun örnekleri çok. Bir tane verelim: 1938'de müftülüklerden hakimlik yetkisi alındı, Müslümanlar bundan incindi. O yıl Kral Boris'in tahta çıkışırun 20. yıldönümü yapıldı. Müslümanları hoşnut etmek için ileri gelenlerden 26 kişiye nişan verildi, bazıları şun­ lardır: Abdullah Sıdkı Mustafa, Hüseyin HüsnüAhmed, Mustafa Asım, Hafız Basri Mehmed, Mehmed Zekai Hasan, Akif Osman, Adil Fahri, Hocazade Mehmed Muhiddin, Emrullah Feyzullah, Mustafa Hayri, Yu­ suf Ziyaeddin, Mehmed Ahmed, Hafız Sadık . . . . (İsimlerin tümü o zamanki Medeniyet gazetesinde) Cemıiat-ı İslıimiyeler Müslümanların cami, okul işlerine bakmak üzere cemaat heyet­ leri kurulur. Müessesatı Diniyye İdare ve Teşkilatı tüzüğünün 7. mad­ desine göre 40 hane Müslüman bulunan yerlerde Cemaat-ı İsllimiye he­ yetleri kurulur. 40 haneden az olan yerlerde ise 3 kişilik komisyon ata­ nır. Bunlar cami ve okul işlerini idare ederler. Adı geçen tüzüğe ( l l . madde) göre: Cemaatı İslamiye encümen­ leri köylerde 5, İlçelerde 7, Sancaklarda 9 üyeden oluşur ve bunlar 3 yıllık süre için seçilir. Seçim usulü çok iyi temellere bağlanmıştır. Cami encümenleri 1 başkan, başkan yardımcısı ve katip kasyer­ den oluşur. Encümen cami görevlilerini tayin eder, cami işlerine ba­ kar. Hatip, imam, müezzin, vaiz, kayyum, türbedar din görevlisidir. Din görevlilerinin görevleri: 1 - İbadetleri ifa, icra ederler, 2 - Nikah kıyarlar, 3 - Techiz ve tekfin işlerini yaparlar, 4 - Diğer din işlerini görürler. 49


89. maddeye göre: Her imam kendi cemaatı arasında vuku bu­ lan: Doğum, evlenme ve ölüm olaylarını kayd ederek bir defter tutma­ ya mecburdur. Cemaat-ı İslamiyeler, müftüler vasıtasıyla Başmüftülüğe, Vakıflar Müdürlüğüne bağlıdır. Vakıflar Müdürlüğü Vakıflar Müdürlüğünün Görevleri:

Bulgaristan Müslümanları Müessesdtı Di,niyye İdare ve Teşkiltitı

tüzüğünün 130. maddesi uyarınca Başmüftülükte (Müessesatı Diniyye ve Vakfiyye Müdürlüğü) adıyla bir müdürlük kuruldu. Bunun görevle­ ri aynı tüzüğün 176- 179. maddelerinde gösterilmiştir. Vakıflar, müte­ vellilerin elinden alınıp bir tek elde toplanıyor, cemaat vakıflarının da­ ha iyi işlemesini sağlamak amacı güdülüyordu. Gerçekten çok zengin olan ecdad yadigarı vakıflar kötü idare yüzünden batmak üzereydi. 175. maddeye göre bütün vakıf mallarının, camilerin, türbelerin listesi yapılması zorunluydu. 179. maddeye göre vakıfların fazla kalan geliri bankaya yatar, böy­ lece bir (Müslüman fonu) kurulmuş olur. Divanı Ali-i Şer'i kararıyla bu parayla fakir ve yetim Müslüman çocuklarının her türlü tahsiline yar­ dım edilir. Bu parayla bir kısım genç yüksek tahsil gördü ve çoğu Türki­ ye'ye geldi. Pravadalı Dr. Basri İzbul bunlardandır. İlk vakıflar müdü­ rü Mehmed Celil oldu. Sonra Vidinli Rasim, Rusçuklu Hasan Mollaoğ­ lu, Halim geldiler. 194 7'de ise Neda Behçet Gamzeoğlu geldi. 1932'de vakıfları islah için Sofya'da bir Kongre yapıldı. Bu tüzüğün çeşitli maddelerinde Nüvvab Okulunun açılması ile ilgili hükümler geçer. Buna göre 1920'de Nüvvabın Tüzüğü ve progra­ mı Başmüftülüğün emriyle yapıldı ve okul 1922'de öğretime başladı. Vakıfların bir kolunu tekkeler, zaviyeler teşkil eder. Balkanlar­ da da yer yer tekke ve zaviyeler kurulmuş, buralarda barınan dervişler araziyi işlemişler, etrafı imar etmişler, gelir kaynaklarını çoğaltmışlar­ dır. Prof. Ömer Lütfi Barkan, bu konuyu Vakıfoır Dergisi il. de etra­ fıyla işlemiştir. Halk tarafından sevilen, sayılan ermiş kişilerin medfün bulunduğu türbeler, ziyaret mahalli olduğundan bunlar unutulmamış, milletin kalbinde yaşamışlar, hala yaşamaktadırlar. İmparatorluğun her köşesinde olduğu gibi bugün Bulgaristan'<ia kalmış olan topraklarda böyle ermiş kişilerin merkadleri, türbeleri bulunmaktadır. Vaktiyle Ru­ melinde 205, Silistire'de 20 zaviye varmış, 1 285/1868 yılında Tuna 50


Vilayeti merkezi Rusçuk'ta basılan Tuna Vilayeti Salndmesi'ndeki is­ tatistikler göre Tuna Vilayetinde 86 tekke ve zaviye varmış. Bazılarını kaydedelim: Bali Baba, Demir Baba, Hüseyin Baba, Kaligra Sultan, San Saltuk, Akyazılı Baba, ki bunlardan kısaca bahsedeceğiz. Bunlardan başka Rusçuk ilinde Küçük Orhan köyünde Mustafa Baba tekkesi, Şu­ ca Dede Zaviyesi, yine Rusçuk ilinde Tay Hızır, Ali Baba zaviyeleri, nefsi Resçuk'ta 7, Sofya'da 18, Köstendil'de 16, Şumnu'da 10 tekke vardı. Razgrad civarında Yahya Paşa oğlu Bali Bey tekkesi. Kız Sul­ tan Ana zaviyesi, Şumnu'da Gelberi Sultan (Bak: O, Keskioğlu, Vakıf­ lar Dergisi, Sayı Vll.) Maçinli Baba, Şumnu kazasında Mirahur köyünde Genç Baba evladından Hüseyin Dede zaviyesi, Osman pazarında Meh­ met Baba, Aydost i!inde Ahılı ve Çelebi zaviyeleri, Eskizağra'da Kılıç Baba zaviyesi, Harmanlı'da Hızır Baba tekkesi, Kırcaali'de Ali Baba zaviyesi vardır ki, bunların çoğu Müslüman halk tarafından ziyaret ma­ halli olarak bilinir.

Demir Baba Deliorman'da tarikatlar çok eskiden yerleşmiştir. Şeyh Bedreddin, Sinop'tan Eflak'a geçtiği zaman, Deliorman'dan etrafına binlerce kişi taraftar toplamış, Kocabalkan'ın güney tarafına geçerek devlete kafa tut­ muştu. Bunlar daha önceleri tarikata aşina adamlardı. Deliorrİıan'a o za­ man Ağaç Denizi denirdi. Çünki sık, güneş geçmez ormanlarla kaplıydı. Aşık Paşazade aynı tabiri kullanır. Şeyh Bedreddin'in torunu Hafız Ha­ lil'in, atasını müdafaa için yazdığı mesnevisinde de aynı tabir vardır(18). (18) Hafız Halil, Menakıb-ı Şeyh Bedreddin adlı eserini XV. yüzyılda yazdı. Orada Şeyhin,

hükümete karşı gelmesini mazur göstermeye çalışır ve şöyle der: Düştü Ağaç Denizine merhale, Üştü andan başına çok hergele, Zağra illerine düştü yolu, Gör ki nolıser sonunda ey veli! Dobrucalar dirlüben geldiler, Şeyh için her biri tuhfe sundular. (Eski Türk Edb. Nazın, Fahir İz. 1. s. 736) Şeyh Bedreddin, mütesavvıf şairlerce öğülmüştür. Niyazi Mısri, divanında onu Muhid· din Arabi ile eşit tutar: Muhiddinle Bedreddin İttiler ihya-yı din. Derya, Niyazi, Füsüs, Enlıarıdır Varidat. Muhiddin-i Arabi'nin meşhur Füsüsunu denize benzetiyor, Bedreddin'in Varidatını da o denizi besleyen nehre teşbih ediyor. Merhum Şerefeddin Yaltkaya'nın Bedreddin ve Varidat üzerine çalışmaları vardır. Füsüs'ta terceme edilmiştir. Bedreddin'i, hocalar sapık sayarlar. Fakat Camiul Fusuleyn adlı ·kitabını kaynak tutup elden düşürmezler.

51


Sonralan Deliorman denilmiş, resmi kayıtlarda ise Divane Orman ta­ biri geçer. Burada asırlarca halkın gönlünde yatan bir ermiş kişi vardır ki, o da Demir Baba'dır. . Kayıtlarda Timur Baba, Timur Dede, Umur Baba diye üç şekil­ de yazılı bulunan bu zatın tekkesi, Deliorman'ın göbeğinde, tabiatın gü­ zel bir köşesinde yeşil orman içinde, su kenarına kurulmuştur. Civar­ daki orman meşe, gürgen, ıhlamur, karaağaç, dişbudak, fındık, kızıl­ cık, her nevi ağaçlarla kaplıdır. Ormanda kuşların ötüşü manzarayı da­ ha şairane süsler. İşte tarihi meçhul Demir Baba, burayı kendine hem mesken, hem medfen seçmiştir. Tekke, Kemallar kazasının Mumcu­ lar köyünün batısına düşer. Derenin iki tarafınca düz bir saha uzrnır. Etraf ormanlıktır. Demir baba pek şirin bir yer seçmiş. Derenin kuzey tarafında müsafirhane vardır, mutfak da oradadır. Gelen adak kurban­ ları burada kesilir. Derenin güneyinde, dağın eteğinde türbe vardır. Tür­ be kubbelidir, içinde sanduka mevcuttur. Babanın pirinçten mamul bü­ yük ayakkablan, kılıcı, sancağı, büyük bir çakısı türbenin içindedir. Önünde, bir kişinin zor kaldıracağı ağıklıkta bir taş vardır ki, bu Ba­ ba'nın fındık kırma taşıymış, önün.�e Dilek namazı kılınan bir yer mev­ cud. Türbenin önünde soğuk bir pınar vardır. Su taştan çıkar. Rivayete . göre Baba elini dağa sokmuş, parmağının yerinden su fışkırmış. Ya­ macın yukarısında bir hacet taşı vardır, içi deliktir, ondan geçerler. Taş­ larda Baba'nın ayak izleri, hatta av köpeğinin izleri görünür. Taşlarda böyle izler eksik olmaz. Demir Baba, halkın çok hürmet ettiği bir zat­ tır. Her mevsimde ziyaretçiler eksik olmaz. Alevi, sünni hepsi akın akın gelir. Kurbanlar kesilir, dilekler dilenir, adaklar yerine getirilir. Demir Baba'nın Romanya Voyvodası ile bazı menkıbeleri halk arasında hala söylenir. (Voyvodanın kamının şişmesi, bundan kurtulmak için tekke­ ye tuz vakıf yapması gibi) Evliya Çelebi, Makedonya'daki Memi Ba­ ba'dan bahsederken, Hacı Bektaş Veli Hülefüsından olup Deliorman'­ da medfun olan Demir Baba, cihaz-ı fakrı bundan almıştır,(19) diyerek Demir Babayı Hacı Bektaş Veli'ye bağlamaktadır. Evliya, Demir Ba­ ba'da 150 kadar derviş can sohbeti ederek devlete dua ile meşguller, diyor. (19) Evliya Çelebi, Seyahatname,

52

c.

V,

s.

579.


Demir Baba, Razgrad İslam cemaatina bağlıdır. Bulgarlar, 1925 ten sonra buranın Asparuh'un mezarı olduğunu iddiaya kalkıştılar, Kemallar kasabasına İsperih adını verdiler, zabtettiler. Razgrad İslam cemaatı dava açtı. Bazı kayıtlar bulundu, mezarın Asparuh'a ait olamıyacağı bilir kişice tespit edildi. Davayı Cemaat-ı İslamiye kazan­ dı. Bu hususta Rusçuk mebusu Hafız Sadık'ın yardımı olmuştur. Tekkenin geniş arazisi, vakfı vardır, fakat elde vakfiyesi yok. Bel­ ki mütevelliler elinde kalmış. Vakfın mütevelli, nazır kayıtlan mevcut­ tur. Tevliyet ciheti akrabaya şart edilmiş. Hatiplik ciheti için günde ya­ rım akçe tayin edilmiş. Vakıflar Genel Müdürlüğü Defterlerinde De­ mir Baba'nın nezaret, tevliyet, hatiplik cihetleri kayıtlan vardır. "Hezargrad'da medfün Şeyh Tiını.ır Baba zaviyesi evkMının hasbi nazareti seyyid Molla Osman'a Tevcih. 18 Safer, 1 195 (1780)(20). Kaligra Sult.an Varna ilindeydi. Ahmed Yesevi işaretiyle Kaligra Sultan, Orhan Ga­ zi'ye gelirler. Bursa'nın fethinden sonra, Hacı Bektaş, Kaligra Sultanı 70 kadar dervişle Moskova, Leh, Çek, Dobruca diyarına gönderip Rum Erle­ rinden olmaya izin vermiş, Saltuk-namelerde buna dair bilgi vardır ve bunlar halkın hoşuna gider. San Saltuk'un türbesi Kaligra (Kalikra)'dadır. Mer­ kadi birçok yerde varmış(21). Vefatından sonra yedi tabut hazırlanıp ce­ sedinin birine konup bunların yedi kafir ülkesine defin edilmesini vasi­ yet etmiş. Zira gerçek mezarının nerede olduğu bilinemeyeceğinden kabrini ziyaret için Müslümanlar yedi ülkeye gidecekler, oralarda İsla­ mın adını duyuracaklar, böylece Müslümanlığı yaymış olacaklar . . . Ka­ ligra Sultana Kaligra (Kaliakra) Sarayı da denir ve bugün açıktır. Akyazılı Baba Bu da Vama ilinde Balçık yakınındadır. Belh, Buhara ve Hora­ san'da mekan tutan atalarımızdan Ahmed Y�sevi halifelerinden olup Hacı Bektaş ile Anadolu'ya gelmiş, sonra Rumeli'ye geçmiş, orada yer­ leşmiş. Akyazılı tekkesi gayet mamur imiş. Dervişler orayı imar etmiş­ ler. Bağ, bahçe yapmışlar, tarla açmışlar, geleni, gideni doyurmuşlar, bunun gibi işlek tekke yokmuş. (20) Vakıflar Genel Müd. Arşivi, 1 168 No.lu defter (21)

Evliya Çelebi, Seyahatname, c. 1, s. 659; c. il, s. 133·137, Harnrner Tarihi, Vakıflar Genel Müd. Arşivi 561 No.lu Silistre Evkaf Defteri.

c.

iV.

53


BAii Baba

Bali Baba, Sofya kenarında, eskiden Salahiyye veya Bali Karye­ si, şimdi Knejova denen yerdeki türbesinde medfundur. Ölüm tarihini Osmanlı Müellifleri 960 H/1552 M yılı olarak gösteriyor. Buradaki bu­ günkü kilisenin yerinde cami varmış. Camii Taşköprülü ahfadından Yu­ suf Salahaddin adındaki kadı yaptırmış, onun için Salahiyye denirmiş, sonradan cami temelleri üzerine kilise yapılmış. Bali Baba, Usturwnca köylerinde doğmuş. İstanbul' da okumuş, sonra Sofya'ya gelip yerleşmiş. Bir zaviye kurmuş,(22) eliyle dikerek, büyük bir orman yetiştirmiş ki, hala durur, orayı imar etmiş, Kösten­ dilli Arifin 1 100 H/1688 M tarihinde yazdığı Tezkiretül-Evliya'da tercüme-i hali vardır. Yazma nüshası Sofya Milli Kütüphanesindedir. Bali Baba'nın Vakıf paralar hakkındaki mektubunu da Arif efendi ese­ rine dere etmiş. Değerli bir siyaset adamı ve yazar olan Ali Fenuh Bey ( 1865-1907) Sofya'da Türk komiseri iken, Varna'da öğretmen olan Os­ man Nuru (Peremeci)'ye, Sofya Milli Kütüphanesindeki Şarkiyyat eser­ lerini tasnif ettirmiş, Adı geçen, o zaman bu mektuptan bir suret çıkar­ mış ve bunu Muallimler dergisinde 1924'te yayınlamışb. Vakıflar Der­ gisi Sayı: IX-197l'de tarafımdan neşir olundu. Bali Baba, ilmi kudretini eserleriyle ispat etmiştir. 7-8 eseri var­ dır. En önemlisi ünlü mutesavvıf Muhiddin Arabinin Fusüs'u üzerine yazdığı şerhtir Kaza ve Kader risalesi, Kenz-i Mahfi Hadisi şerhi, Va­ ridat manzumesi de meşhurdur. Nazım, nesir her iki alanda kalem oy­ natan Bali Baba, Varidat manzumesinde şöyle der:

Hür-i fnin düşme dam-ı zülfine, ztihid gibi Geç hevasından bihiştin, maksad-ı aksayı gör. (22) "Bulgarlar, istilada Bali Efendi'nin dergahını hemen kiliseye çevirmişler. Veliy­ yullah'ın türbesini de yok etmişler. Lakin Bali Efendi, türbesinin bozulduğu gece, papazı çarpmış, kötürüm etmiş. Derhal mezanru tekrar meydana çıkamıışlar. Türk­ lerin rahmetle andığı komiserimiz merhum Ali Ferruh Bey de mezarını dört kötü duvarla çevirmiş, şimdi öyle duruyor. Penceresi iplikten görürunüyor. Bulgar köy­ lülerinin Bali Efendi'ye itikadı var ... Yahya Kemal, Balkana Seyahat, s. 27-28, Rahova, 1923, Bulgaristan. Türbe, 1943'te Sofya'da bulunan Sultan Abdülhamid'in oğlu Abdülkadir tarafın­ dan tamir edilmiş, güzel bir giriş kapısı yaptınlmıştır. Adıgeçen, 1944'te Sofya bom­ bardımanında bir sığınakta ölmüştür. "

54


Meşhur olan bir beyti de şudur:

Çün ezelden meyhane-l aşkın nasip oldu bana, Geçmişem hav/ u recddan, mdsivd neyler bana.

Bu beytler, terceme·i hali ile birlikte türbenin içinde Hacet pen· ceresi duvarında asılı bir levhada yazılıdır. Tekkeler, Ö. Lütfi Barkan'ın, Vakıflar Dergisi 1. sayıdaki yazı· sında da belirttiği gibi eskiden bir görev görürdü. Sonralan çığırından çıktı, birçok hurafelere kaynak oldu. Evlenemiyen kızlar, koca arayan dullar, çocuğu olmayan kısır kadınlar, geçinemiyen eşler, dertlerine şi­ fa arayan hastalar. . . türbelere adak adayarak dertlerine deva umdular. Türbelere, orada yatan ermişlere bağlılık halk arasında sürüp gitmek­ tedir. Bu gelenek çok köklüdür, kopmaz, maneviyyatı yaşatır. Böylece efsanede de iman payı vardır. Bu, her yerde, her zaman böyledir. Tek· kelerde toplu halde söylenen ilahilerin ruha etkisi olur, diller söyler, gönüller coşar, yürekler yumuşar. 1933'te Kemallar'da bulundum. Muh· tar Baba(23) adında biri oradaki tarikatçıların, alevilerin şeyhi idi. Ev­ lerde toplanırlar, ilahiler söylerlerdi, onlardan biri şudur: Bu gönül şehrini seyran ederken Dedi sımn bana seyran içinde Derde düştüm deyu derman ararsın Aşıklar dert arar derman içinde Mihneti rahat bil, rahat arama Rahat mı bulunur zından içinde içip aşkın meyin öyle mest ol kim Divane desinler yaran içinde Bu aşk meydanıdır, bunda ar olmaz Başını top eyle çevgdn içinde J.Jeroişlere karşı derviş olagör Ne cevherler vardır ol kan içinde <..:anın fed4 eyle Dostun yoluna Bulursun c4n4nı ol côn içinde Aç gözünü Eşref. Hakkı zikr eyle Fezkürüni buyurdu Kur 'an içinde (23)

Muhtar Baba Türkiye'den Kemallar'a geldiği zaman, emniyetçe onu sorguya çekmişler. Görevin nedir? demişler. Şu cevabı vermiş: Cehennemden cennete adam taşınm, yani halka iman aşılanın. Razgrad'a bağlı Duştubak köyündeki alevilerin başı da Rıza Efendi'ydi.

55



il .

BÖLÜM

EGİTİM ve ÖGRETİM (Mairit) İlk Okullar !Medeniyet senin şanlı kucağında uyanır, 'İnsaniyet sende doğar, vatan sana dayanır. Güzel mektep senin koynun ümitlerle doludur, Yürü; yürü, tuttuğun yol terakkiler yoludur... 3/3/1878, Bulgaristan Türk'ünü Anayurt'tan ayıran uğursuz bir tarih Ayastefanos Andlaşması bu tarihte imzalandı. Siyasi tarih, hata­ sını biraz anladı ve düzeltmek için 23/7/1878'de Berlin kongresinde bü­ yük Bulgaristan'ı biraz küçülttü. Bulgaristan Prensliği ve şarki Rumeli Eyaleti doğdu. Savaş sona ermişti. Türk Ordusu, devlet erkanı, aydınlar Türki­ ye'ye çekildi. Zengin halkın çoğu onları izledi. Geri kalan cahil ve köy­ lü, yoksul sınıftı. Tahsil yok, servet yok. Milletin yolunu aydınlatmak gerekti. Bunu yapacak müesseseler de okullardır. İmparatorluk çağından mahalle, sıbyan okulları kalmıştı, bir de medreseler vardı. Türkiye zamanında açılmaya başlamış olan rüşdiye­ ler kapanmıştı. Zaten mektepçilikte geriydik. Bulgarlar, Türkiye za­ manında 1810'da Tulca'da ilk yeni usul okul açmışlardı. 1837'de de Ap­ rilov kardeşler, Gabrova'da Bulgar gimnaziye-lisesi açtılar. Biz ise ilk rüşdiyeleri 1834'te açabilmiştik, ·

Berlin Andlaşması Türklerin dini, medeni haklarım korumuştu. Müftülükler, vakıflar, cemaatlar, okullar bunların hepsi-sözle-teminat altına alınmıştı. Eskiden her camiin yanında bir mahalle, sıbyan mek­ tebi vardı. Ancak bunlarda öğretim usulü eskiydi, verimsizdi. Bunları islah etmek, yeni usul öğretime uydurmak gerekliydi. Eti senin,kemiği benim, sözüyle hocaya teslim olunan yavrucakların hali yamandı. Hele falaka korkusu!... Ömer Seyfeddin'in Falaka hikayesi ne ilginçtir. Yıl­ larca okula giden çocuklardan birazı, bazı şeyleri okumaya öğrenir, 57


fakat yazı bilmezdi. hele kızlara yazı yazmak yasakb. Çocuklar Elif Cuzu denen alfabeyle işe başlarlardı. Sınıf yoktu. Hepsi bir yerde oturur ve gürültüyle okurlardı. Bazı yerlerde harfleri ezberletmek için ilginç bir yol tutanlar da vardı. Eski Harf ·Alfabesine: şöyle başlarlardı:" Elif mer­ tek gibi, b ve t tekne gibi s ona benzer, c karnı yank, h ona benzer, d beli bükük, zel ona benzer, r çengel gibi ze ona benzer sin sivri dişli, ş ona benzer, sat yassı yüzlü, dad ona benzer, tı tokmak gibi, zı ona benzer. Ayn ağzı açık g ona benzer, f, gözü yumuk, k ona benzer, 1 çanak gibi n ona benzer. Y ördek gibi, he iki gözlü ... " Bu benzetme çocukların ilgisini çekmek için bir yakıştırmadır. Okullann yeni usül ders okumaya geçmesi çok zor oldu. Eskiye bağlı hocalar, onlara bağlı taassup sahipleri, eskidenberi alışık olduk­ ları bir şeyden vazgeçmek istemediler. Göreneklerden sıynlmak zor olur. Bu yüzden eski usul-yeni usul mücadelesi başladı, bu her yerde böyle olmuştur. Kazan'da, Buhara'da, Azerbaycan'da ve diğer ülkelerde aynı çekişmeyi görüyoruz. Kadim-cedid adı altında münakaşa ettiler durdular. Bu konuda hocalardan, mollalardan şikayetler çok oldu. Yeni usfile geçince çocuklar yerde minder, post, hasır üzerinde, toz toprak içinde oturmaktan kurtuluyor, daha sağlıklı okullarda sıra üzerinde oturuyorlar, eline kalem, kağıt veriliyor, derse bir program dahilinde saatla giriliyordu. Sıbyan mekteplerinde, öğretmen aynı za­ manda imam olduğundan, dersler namaz vakıtlarına göre düzenlenir­ di. Öğleye kadar ve öğleden sonra ikindiye kadar olmak üzere iki nev­ bet okurlardı. İkindi vakti gelince çocuklar okuldan çıkarlar, binanın önünde sıra olurlar, kalfalar amin duası denen bir ilahi okurlar, öğren­ ciler bir ağızdan! Amin derlerdi. Çeşitli ilahilerden biri şöyledir:

Hamdü lil"tah ehl-i Kur'an eyi.edin ya Rabbena Aşkiyle Kur'dn okuruz, kıl kerem ya Rabbena İlim, Kur'an öğrenüp �m isteriz ddfm riza, Mekteb-i irfdna geldik kıl kerem ya Rabbena Anamıza, atamıza rahmet et ya Rabbena Hoca.mıza, kalfamıza şefkat et ya Rabbena Cümle sıbyan çağnşuruz cümlemiz Amin deyu Yüz tutup dergaha geldik, kıl kerem ya Rabbena 58


Başka birinde bütün alemlere iyilik dileyen şu mısralar vardır:

Lütfu ihsaneyle yarab, kıl. meded, Eyle rahmet aleme ya Rabbena, Eyle ihsan aleme ya Rabbena.... Türkiye zamanında açılan rüşdiyelerde yeni usül ders okutma uygulanmıştı, bunun faydaları görülmüştü. Şimdi ilk okullarda da bu­ nu uygulama zamanı gelmişti. Rüşdiye mezunu öğretmenler vardı, m.­ lar bunu biliyordu. Türkiye'de tahsil görmüş Mehmed Masum, Hacı­ oğlu Pazarcığı'nda eski mahalle okullarına bir düzen vermek, ilk okul­ ları yoluna koyup yeni usule sokmak istedi. Bazı arkadaşlarıyla anla­ şıp bir proğram yaptılar. Eski hocalar toplanıp buna karşı çıktılar, en­ cümene şikayet ettiler, Gavur usulu getiriyor, dediler, encümen heyeti eskilerden yana çıktı, bu işin başı olan yenici Mehmed Masum'un aylı­ ğının bir kısmını keserek onu cezalandırdı. .. İşte yeni usül mücadelesi böyle sürdü gitti. Yeni yasalar, tüzükler, ve hayat yeni usül okul isti­ yordu. Buna uymak faydalı olacaktı. İşte yeni düşünceli öğretmenler bunu sağlamak için didindiler durdular, eski kafalardan oluşan engel­ leri aşmak için çalıştılar ve bu işi başardılar, millete hizmet ettiler. Her mahrumiyete katlandılar ... Bulgaristan müstakil olunca rüşdiye öğretmenleri, hükümet me­ murlarıyla beraber çekilmişlerdi. Birçok yerlerde rüşdiye okulları, hü­ kümet binası sayılarak hükümet tarafından zabt edildi. O zamanki Türk aydınlan, Bulgaristan'da insanca yaşayabilmek, haklarımızı, milliyeti­ mizi muhafaza edebilmek, ancak okullar sayesinde olabileceğini hak­ kıyla takdir ettiler, okullar açmak, Türkiye' den öğretmen istemek gibi faydalı yollan tuttular. Önce Yama, Şumnu, Rusçuk, Ziştovo gibi şe­ hirlerde, sonraları diğer kasabalarda rüşdiyeler açıldı. İlk okullara an­ cak 1893'ten sonra sıra gelebildi, çünki rüşdiyelerde öğretmen yetiş­ tirmek gerekti. Berlin Anlaşması, 1909 İstanbul protokolu, 1913 and­ laşması İslam cemaatına, maarif encümenlerine, okullara dair bazı hak­ lar sağlamıştı. Bunlardan istifade yavaş yavaş elde ediliyordu. 1919'da imzalanan Neuilly anlaşması Bulgaristan'da azınlıklara yeni haklar getirmişti (49-57. maddeler). Türklerin de milli hakları te­ minat altına alınmış demekti. Bunlar, Berlin anlaşmasından daha ke­ sindi. Din, dil, cemiyet kurma serbesti. Türkler biraz nefes aldı. A. İs­ tanboliyski zamanında Maarif Bakanı olan Stoyan Omarçevski, Türk 59


okullarını yoluna koymak istedi. O zaman 1713 Türk okulu vardı, bun­ larda 60.000 kadar öğrenci okuyordu. Bir kısmı hala eski sıbyan mek­ tebiydi. Eşit vatandaşlık hakkına sahip Türklerin yavrularının okudu­ ğu bu okullar ihmal edilmişti, bunlara gereken önem verilmeliydi. O, bunu yapmaya çalıştı. Okullara yardım fonu kuruldu, tarla verildi. 12/12/1921 gün, 38900 sayılı genelge ile Maarif Bakanı, Türk okulları adına da fonlar kurulmasını istedi, maarif yasasına böyle bir madde kon­ du. Bu, şimdiye kadar yapılmamış bir şeydi. 1921122 ders yılında Şum­ nu ilinde Türk okulları için 5.068 dekar, Varna bölgesinde 2.532 dekar toprak verildi. Niğbolu Türk okulunun 1.000 dönüm tarlası vardı. Ay­ nı yıl aynca devlet bütçesinden de 600.000 leva Türk okullarına tahsis yapıldı. Bunlar az görülebilir, fakat şimdiye kadar hiç verilmemişti. 1929'da Türk okullarına verilen tarla mikdarı 55.000 dekarı buldu. Ger­ çekten 1918-1923 yıllan arasında çiftçi hükümeti zamanı, Türk okulla­ rı için bir gelişme devri oldu: Okul tarlaları verildi, binalar yapıldı, ye­ rel idarelerden yardım sağlandı, Darul-Muallimin, Nüvvab Mektebi açıl­ dı. Türk umumi müfettiş tayin edildi, bu durum 1928'e kadar sürdü, Tsankofun koyu ırkçı çeteleri = Rodna zaştitalar Türklere karşı saldı­ rıya geçince işler değişti: Darul-Muallimin kapandı, Türk okulları Na­ rodna yapılmaya başlandı, bazısı kapandı, 1934 askeri ihtilalinden son­ ra ise durum daha da kötüleşti, karabahtlı milletimin talihi karardı da karardı. . . Rüşdiyeler

Mekteb, mekteb, sensin mezhep; Doğru yollar sendedir hep; Sana gelir isteyenler, Bu dünyada ilm ü edep. Türkiye'de rüşdiyeler 1834'te açıldı, bir eyaletimiz olan Bulga­ ristan' da da belli başlı şehirlerde rüşdiyeler vardı. Muallim Naci Var­ na rüşdiyesinde okudu ve öğretmenlik yaptı. Uyanık fikirli Ali Suavi (1860-1866) arasında Filibe rüşdiyesinde öğretmendi . . . 93 savaşından sonra rüşdiyeler kapandı, hocaları göç etti. Filibe Türk Cemaat-ı İslami­ yesi, 1879'da Şarki Rumeli Genel Valisi Aleko Paşa'ya dilekçe vererek Türkler için orta okul, rüşdiye açılmasını istediler, fakat bu yapılmadı. İlk rüşdiye 1885'te Şumnu'da açıldı. Fakat harbin sarsıntıları zor geçti, yaralan birden dinmedi. Bu yüzden rüşdiyelerin açılması ağır gitti. 60


1895'te rüşdiyelerin sayısı 15 oldu. Bunların açılmasında Türk mebus­ larında Şumnulu Kesimzade Mehmed Rüşdi, Razgratlı Hacı Necip, Es­ kicumalı Esad oğlu Ahmed beylerin emeği çoktur. İlk rüşdiyelerde tahsil süresi 4 yıldı. Muallimi Evvel denen mü­ dürler Türkiye'den gönderiliyor, aylıkları da oraca veriliyordu. Mual­ limi Sani denen diğer öğretmenler rüşdiye mezunlarından veya yerli hocalardan atanıyordu. Şumnu'ya ilk açılan rüşdiyeye İstanbul Darul­ Muallimin mezı1nu Ali Cevad öğretmen gönderildi, asıl Lofçalıdır. Ali Cevad başarılı bir öğretmendi, birçok kıymetli gençler yetiştirdi: İlk mezunlardan Hafız Abdullah Fehmi, İkinci mezunlardan Osman Nuri, - Süleyman Sırrı, Hüseyin Hulkı ve başkaları Bulgaristan'da Türk maa­ rifine unutulmaz hizmetler ettiler. Ancak partizanlık, o zaman milletin başına bela kesildi. Şumnu da Kesimzade ve Hacı Şemseddin ayn par­ tinin adamlarıydı, birinin yaptığını diğeri çekemezdi. Hacı Şemseddin mebus olunca, Kesimzade'nin tuttuğu Ali Cevad'ı azletti, Rüşdiye bir kıymeti kaybetti. İstanbolov hükümeti, Türklere karşı yumuşak bir siyaset güttü. Onların devrinde Eskicuma, Yenipazar, Osmanpazan, Eskiistanbolluk ve hatta Gerlova'da bir köy olan Akdere'de rüşdiye açıldı. Akdere'de Muallimi evvel Türkiye'den gönderilen Hafız Mehmed idi. Bu yeni açı­ lan rüşdiyelere Şumnu rüşdiyesi mezunları öğretmen oldu. Hafız Ab­ dullah Cuma'ya, Osman Nuri Osmanpazarı'na, Süleyman Sırrı Akde­ re'ye öğretmen atandılar. Bunların hepsi gençti, Süleyman Sırrı o za­ man 16 yaşındaydı. Rüşdiyeler açıldıkça öğretmen ihtiyacı arttı. Öğretmenlerin aylı­ ğı ve diğer okul masrafları Sancak İdare Meclisi tarafından verilirdi. Ancak Başöğretmenlerinki Türkiye' den gelirdi, zaten atamayı da ora­ sı yapardı. Demek Devlet Baba, öksüz kalan yavrularını unutmamışdı. Aylığı Türkiye' den ödenen öğretmenlerin sayısı icabına göre azalmış, artmıştır. 24 kadar Öğretmenin aylığının ödendiği olmuştur. Şumnu'­ daki öğretmen Ali Cevad, İbrahim Edhem (1908) Kız rüşdiyesi müdi­ resi Süheyla Hanım, Rusçuk'ta Hilmi, Ziştovo'da Hazim, Filibe'de Hafız Hasan, Varna'da Osman Nuri, Hasköy'de Mustafa Lütfi, Burgaz'da Ömer Lütfi bunlar arasındadır, bunlar isim vermiş olmak için örnek ya­ zıldı, yoksa sayılan, çoktur. İstanbul Öğretmen okulu mezunu Kastamo­ nulu Kadri Efendi, Kızanlık'a öğretmen gönderildi, Talim Terbiye Üye­ si olan Kızanlıklı Ali Haydar Taner, Kızanlık'ta ondan ders ve feyz aldı. 61


Türkiye zamanında rüşdiyeler açılmıştı. Plevne iline bağlı Ber­ kofça' da rüşdiye vardı. Celal Bayar'ın Babası Abdullah Fehmi orada Müdürdü, müftülükte yaptı. 93 harbinde Anayurda gelip Umurbey'e yerleşti, öğretmenliğe devam etti. Partizanlığın Oynadığı. Roller

Anlaşmalar, yasalar, Türk okullarının masraflarını Bulgar hükü­ metinin vermesini emrediyordu, hak ve hakkaniyet gereği de buydu. Herkes gibi Türk halkı da vergisini veriyordu, fakat harcamada ayı­ nın yapılıyordu. Okul masrafları, öğretmen aylıkları, denebilir ki, he­ men her zaman Türk halkının omuzlarında kalmıştır. Kısa bir süre, Şum­ nu Sancak meclisi idaresi, rüşdiyelerin masraflarını verdi, fakat Silist­ re, Rusçuk sancakları buna yanaşmadı. Çünki bu iş, Türk mebusları­ nın nüfüzu sayesinde koparılabilen bir şeydi. Şumnu İdare meclisi ki, aralarında bir de Türk vardı. 5 rüşdiyenin masrafını ödedikten başka gimnaziyaya giden bir kaç Türk öğrencisine de ayda 50-60 leva ver­ miştir. Sonraları bu yardımlar kesildi, rüşdiye de kaparunaya mahkum oldu. Türk Okullarıyla İlgili İstatistik Bilgiler

Burada okullardaki durumu gösterir bazı istatistik bilgiler sunmayı uygun buldum. 1909/1910 ders yılında Türk ilkokulları illere göre : il Burgaz Eskizağra Filibe Köstendil Plevne Vraca Vidin Tımovo Şumnu Rusçuk Vama Toplam 62

Okul Sayısı

Öğretmen

Öğrenci

82 54 46 1 20 4 6 66 340 302 293

106 71 58 1 25 8 22 67 365 364 334

4. 195 2.382 3.476 8 1 . 107 204 309 3.585 16.918 18.260 13.659

1214

1 .521

64. 103

Okul Başına Masraf 431 leva 672 475 660 252 181 332 373


Öğretmenlerin 4l'i bayandır, kalanı erkektir. 1894/95 yılında yapılan bir istatistikte de buna yakın rakamlar var, fazla bir değişiklik yok. O zamanki istatistiklere göre Müslüman okulların bütçesi şöyle: (leva olarak) Okul Türk Tatar Pomak

Devletten

Cemaatlardan

Toplam

9.946

284. 173 2.308 5.810

294 . 1 19 2.308 7.810

2.000

Hükümetin yaptığı yardım azdır, ileride bu da kesilecektir. Okul­ ların yükü fakir Türk halkının omuzlarındadır, Türk öğretmeni bazen karın tokluğuna çalışmaktadır. Yine 1894/95 yılındaki istatistiklere göre okul başına düşen masraf Türk okullarının kıt kanaat yaşamakta ol­ duklarını gösterir : Tatar Türk Pomak Bulgar Ermeni Yahudi

144 208 312 2.485 3.007 5.074

Sayılan az olan Yahudilerin erı yüksek meblağı dikkati çekici. Emektar Türk öğretmeni yılda 100 - 200 leva alırken yeni Bulgar öğ­ retmeni 600 levadan başlardı. 1900 Yıllannda Türk Öğretmenlerinin Tahsil Durumu

İlkokulu bitirenler Medreseli Rüşdiyeli Liseye gitmiş Belli değil Toplam

Türk

Tatar

Pomak

703 550 132 5 14

14 3 1

21 12 1 4

738 565 134 9 14

1.404

18

38

1 .460

Toplam

İlk zamanlarda daima böyle Türk, Tatar, Pomak ayrımı yapılmış, amaç Türk nüfusunu az göstermek. Tahsil durumunu yükseltmek 63


için riişdiyeler açmak, kurslar düzenlemek gerekliydi, öğretmenler bu­ nun için didindi durdu. 1884'te çıkan Kamu ve Özel Okullar Yasası, Türk okullarına değindi, fakat yeterli Önemi vermedi. 1891 'deki Milli Eğitim Yasası Türk okullarını bağlıyordu. 1912'de Türk Okulları

Okul Adedi

Erkek Öğ.

Kız Öğ.

Toplam

1.206

40.779

22.999

63.778

Erkek

Kadın

Toplam

1.371

49

1.420

Öğretmen

Bunların 130 kadarı yalnız öğretmenlik yapıyor, diğerleri aynı zamanda imam-hatiplik görevini de görüyor. Masraflar

Öğretmen aylıkları : 208.375 frank Diğer masraflar 78. 706 " İlkokul öğretmen maaşı yıllık olarak 300 - 1000 ftank arasındadır. Rüşdiyeler: 28 adet olup bunlarda 1 145 erkek, 141 kız öğrenci vardır; 52 erkek, 7 de kadın öğretmen mevcuttur. Yıllık maaşları 720 -1.200 arasıdır. Rüşdiyelerin maaş ve diğer masraftan yılda 100.500 frank civarındadır. Rüşdiyelerin sayısı 1894'te 16 iken, 1921 'de 39 ol­ muştur. 1900'de okuma yazma bilen erkeklerde % 6.5, kadınlarda % 1.76 iken, 1910'da bu oran erkeklerde % 9, kadınlarda % 3'ü aşmıştır. 1920'de bu oran yükselmiş, Filibe, Şumnu gibi yerlerde erkeklerde % 28, kadınlarda o/o 12 olmuştur. Osmanpazarı, Aydos gibi bölgelerde oran düşüktür. Yalnız eski usül okullara gidenlerin hepsi okur yazar olamazdı. 1921122 Yılında Öğretmen, Öğrenci Sayısı

64

Öğretmen

Öğrenci

İlkokul Rüşdiye

1.673 39

1.990 113

58.553 1 .928

Toplam

1.713

2.113

60.540


Rüşdiyelerin illere dağılımı şöyledir : Sayı 3

Burgaz : (Aydos, Karnabat, Yanbolu)

3

Eskizağara (Eskizağara, Kızanlık, Hasköy)

2

Mestanlı (Eğridere, Kırcaali)

7

Paşmaklı 4, Daridere 3

2

Filibe

2

Vidin

2

Vraca, Orhaniye

2

Plevne, Niğbolu

3

Tımovo, Elena, Ziştovo

5

Rusçuk 2, Razgrat 3

6

Şumnu 4, Osmanpazan, Cuma

2

Vama, Pravadı.

Rodoplar havalisinin Balkan Savaşı'ndan sonra Bulgaristan'da kal­ ması, Dobruca'nın ayrılması gibi nedenlerle okul ve öğrenci sayısı de­ ğiştiği gibi, bunda göçlerin de etkisi olmuştur. Bulgar öğretmenler der­ gisinin 1925, .X. sayısındaki istatistiğe göre Türk okulları durumu şöyledir : İlkokul Rüşdiye :

1.242, Öğrenci : 53.497, Öğretmen : 1 .636 31,

"

1.188,

"

71

Rüşdiyelerden başka 9 d a medrese var. Bulgaristan'da 19 anao­ kulu olup, içlerinde Türk anaokulu yoktur. 1928 yılında okul çağında olan ve okula giden Türk çocuklarını göstermek üzere şu listeyi yazıyorum : Okul çağında 39.821 erkek, 35.226 kız olmak üzere 75.407 ço­ cuk vardır. Bunların 7.515'i şehirlerde, kalan 67.532'si köylerde yaşa65


maktadır. 9.000 kadar olan Kıbtıler bu sayıya dahil değildir. En kala­ balık Türk bulunan sancaklara göre bunların dağılımı şöyledir : Okul Çağındaki Çocuk

ili

Okula Giden 12.526 15.320 9.642 4.201 4.065 1 .825 1 .621 1 .493 1 . 102 756 293

2 1 .925 18.639 13. 134 5.275 5.061 3.566 2.056

Mestanlı Şumnu Rusçuk Vama Burgaz Tımovo Hasköy Filibe Eskizağra Plevne Vidin

Vraca, Petriç, Köstendil ve diğer sancaklardaki çocuklar daha az­ dır. 1928'de 75.047 okul çağındaki çocuktan 55.692'si öğrencidir. Ay­ nı yıl 922 ilkokul, 1.801 öğretmen vardır. 27 rüşdiyede 75 öğretmen mevcuttur. Çeşitli yıllara ait cedvel: Yıl

ilkokul

1894 1909 1912 1914 1921 1930 1937

1284 1214 1206 1185 1673 922 518

Öğrebnen Öğrenci 1460 1521 1420 1396 1990 1809 1 168

72.582 64.103 63.778 69.939 58.553 47.254 52.446

Rüşdiye Öğrebnen 56 16 ?

?

Öğrenci 554 ?

28

59

1286

39 27 20

113 75 58

1928 1483 1700

?

?

?

Ders Proğramlan ve Kitapları

Türk Öğretmenler Birliği kongrelerinde okul programları, önemle ele alındı, okullara düzen vermek için gayret gösterildi. 146 maddeden oluşan Mekdtim İsltimiye Talimatnamesi, diğer bazı tfilimat:nameler yapıldı. Ders­ lerin müfredatını tesbit için müfredatlı program hazırlandı. 1912'de Eski66


cuma kongresince kabul edilen proğram 1920 yılında Etem Ruhi, Türk mektebleri genel müfettişi olunca, bir komisyon tarafından tekrar göz­ den geçirilip gerekli ta'dilat yapıldıktan sonra basıldı ve okullara gön­ derilerek yürürlüğe kondu. Okunacak dersler, alınacak konular (mevadd-ı dersiye), saatların mikdarı belli; bu bakımdan öğretmene yardımcı olan program işi, hem okullarda birliği sağlayıcı, hem de öğ­ retmenin işini kolaylaştırıcıdır. Bulgaristan Mekatibi İbtidaiyyei İslamiyesine Mahsus Müfredatlı Proğram adı verilen bu programın önsözünde Etem Ruhi şöyle diyor: "Bu müfredatlı Program, Harb-i Umumi' den evvel (1912'de) Es­ kicuma öğretmenler kongresince kabul edilmiş, ilkokulların öğretim bir­ liğini, milli yönden sağlamak daha o zamandan, aydın vicdanlara yer etmişti. Geçen Ağustos'un 20'sinden 25'ine kadar Maarif nezaretinde muhterem muallim Hoca Osman Nuri, Süleyman Sım, Hasip Safveti efendilerden ibaret bu komsiyon ile birlikte tekrar bir defa daha ince­ leyip pek ufak bazı tadilattan sonra kabul ettiğimiz bu program, artık resmiyyete girmiş, Nezaretçe tasdik edilmiş, bütün Türk okulları ve pğretmenler için uyulması gereği kararlaştırılmıştır. Bulgaristan Mekatibi İslamiye Umumi Müfettişi Etem Ruhi 15 Eylül 1920 Bu Müfredatlı programın sonuna konan haftalık ders programı (1920) şudur: Dersler: Kur'an Dinbilgisi Türkçe, eşyabilgisi, resim (toplu yazılı) Hesap, hendese Tabiat bilgisi Yurtbilgi, tarih ve coğrafya Bulgarca Jimnastik, müzik

1.

Sınıflar III. il.

1 15 5

4 2 12 5

4

1

1

4 2 1

22

24

28

6 2

6 3

iV. 5 2

6 5

3 3

3 1

28

67


Daha önce 1905/6 ders yılı haftalık programı şöyleydi; saatlar yazıh değil: Sınıflar Kur'an, Dinbilgisi Türkçe Bulgarca Güzel yazı Hesap Hendese Yurtbilgisi Türk tarihi Genel tarih Tabiat bilgisi Türkiye coğrafyası Genel coğrafya Sağlık bilgisi Eşya bilgisi Resim Şarkı

1.

il.

111.

iV.

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+ +

+ + + +

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

1912 yılında Filibe Kız Rüşdiyesi 3 sınıflıdır, dersler şunlar: 1. Sınıf

11. Sınıf .

111. Sınıf

Kur'an Uh1mi diniyye Hesap

+

+

+

+

+

+

+

+

Hendese

Kıraat

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

Tarih

Osmanlı Tarihi

Hendese · İmla, kitabet Kava.idi Osmaniye · Bulgarca Coğrafya İslam Tarihi 68


Aile dersleri Hüsnü hat Arapça Farsça

1. Sınıf

il. Sınıf

III. Sınıf

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

Erkek Rüşdiyesi 4 sene olup okunan dersler de şunlardır: 1. Sınıf

Kur'an Ulumi Diniyye Hesap Kıraat Kavaid İmla Malumatı Medeniye Tarih İslam Coğrafya Hayvanat Hıfzussıhha Bulgarca Arapça Farsça Fransızça

il. Sınıf

III. Sınıf

iV. Sınıf

+

+

+

+

+

+

Akait Cebir

Hendese

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

Kitabet

+

+

+

+

+

+

Tarih

Umumi tarih

+

+

+

+

+

+

+

Nebatat

Vucüdı beşer

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

+

Hikmet Kimya

Defter usülü

+

(Sebilürreşat, c, 8, s. 450) 69


1937/38 Ders Yılı Programı

Rüşdiye

ilkokul 1.

il.

III.

iV.

1.

il.

III.

Dindersi Kuran Türkçe Bulgarca Eşya Dersi Yurt Bilgisi Tarih Coğrafya Hesap Hendese Tabiat Bilgisi Elişi Resim Müzik Jimnastik Fransızça

2

2 4 6 6 3

2 4 5 5

2 4 5 5

2 3 5 6

2 3 5 5

2 2 5 5

3

3 2 2 3 1 2 1 1 1 1

3 2 3 1 3 1 1 1 1 2

Toplam

30

32

6 6 3

1 1 1 1

3 1 2 1 1 1 1

3 1 2 1 1 1 1

2 2 3 1 2 1 1 1 1

28

29

29

30

4

3

1 1 1 1

25

Ders Kit.aplan

Ders kitabı hazırlayan her yazar, eserini önce Öğretmenler Birli· ği Merkezine verir, eser kongreye sunulur, kongre incelemek için bir komisyon kurar. Komisyon görüşünü bir raporla genel kurula sunar. Uygun görülen eser, kongrece okul kitabı olarak kabul edilir.· Din ders· lerine ait kitap, Başmüftülüğün tasdikinden geçer. Bundan sonra son aşama olarak ma'arif Bakanlığının tasdik ve müsadesi gereklidir. 21112/1921 günlü bir genelgeyle Omarçevski, okullarda kitabın önemini, öğretmenlerin hazırlıklı olmadığı yerlerdeki yapıcı rolünü be­ lirterek, Türkiye'den gelen okul kita'plannı uygun bulmuyor. Türk Okul· lanndaki kitaplannı Bulgaristan'da basılmış olmasını, Bakanlığın ona· yından geçmiş bulunmasını istiyordu. Maarif yasasına böyle bir mad­ de de konulmuştu. Bununla beraber Türkiye'den kitap gelmesi sürdü. 70


Çünki ihtiyaç vardı. Nüvvapta 1929'larda fizik, kimya, tarih, coğrafya (Faile Sabri). Edebiyat (İsmail Habib). Okuma (Güzel Yazılar) kitapları okutulurdu.

1929'dan sonra kitaplar yeni Türk Harfleriyle basılmaya başlan­ dı. 1935'den sonra yine eski Arap harflerine dönüşe zorlandı. Kitap bu­ lunmaz oldu. 5 Eylül 1935 günlü ve 199 sayılı Hükümet Gazetesinde çıkan Tüzükle, okul kitaplarının yeniden düzeltilmesi istendi. Bu tüzü­ ğün 55. maddesi gereğince 1936-1937 ders yılında okutulması karar­ laştırılan kitaplardan, yeniden yazılanların 10 Kasım 1936 gününe ka­ dar Maarif Bakanlığına verilmesi gerekliydi. Türkiye'den kitap getirme bir ihtiyaçtı. İnkılaplara karşı olanlar bu yolu tıkamak istedi. Fakat sonradan onlar da hatalarını anlayıp iti­ raf ettiler. 1944'de Komünistler gelince, Y. Şinasi: Şimdiye kadar Bul­ garlar bizi yanlış yola süriikledi, bundan böyle Türkiye matbuatı ile il­ gilenece�, iOra neşriyatını getirme yollarını arayacağız, demişti. 1944-1945 ders yılında Nüvvab talebesi büyük bir boykot yaptı, istek­ leri arasında ders kitaplannın Türkiye'den getirtilmesi de vardı. Maarif Yasasında Özel Okullarla

İlgili Maddeler

1909'da yapılıp 192l'de IX. defa değiştirilen Bulgar Maarif ya­ sasının özel okullarla ilgili maddeleri, Bulgaristan Türk Mua1limler Bir­ liği'nin çıkardığı Terbiye Ocağı Dergisi'nin 15 Kasım 1921 günlü 3. Sa­ yısından alıyoruz: 350. maddeye göre, Maarif Bakanlığı'nın ruhsatı alırunaksızın özel okul açılamaz. 351 . Madde : Maarif Bakanlığı tüm özel okullara nezaret eder. Ek: Türk okulları için Maarif Bakanlığı'na bağlı olmak üzere özel bir umumi müfettiş atanır. Umllıni müfettiş olacak zatın en az 10 yıl öğretmenlik yapmış olması şarttır... 352 - Hükümetin nezaretine karşı duran özel okul kapatılır. 353 - Özel okullarda eğitim ve öğretim,pedagojik temellere uy­ gun olmalı iyi ahlaka, müspet gerçeklere ve hükümet yasalarına aykırı hiçbir şey bulunmamalıdır. 354 - Özel okullar her derece ve türde olabilir. . . 71


355 Özel okullarda dersler Bulkarca veya başka bir dille (Türk Okulunda Türkçe) olur. Ancak Bulgar uyruklu çocuklann; Bulgar dili, Bulgar tarihi ve Bulgaristan coğrafyası okuması mecbfuidir. -

356 Özel okul açmak ve öğretmenlik yapmak isteyenler, san­ cak eğitim müdürüne belgelerle başvururlar... İzin vermek hakkı ba­ kanlığa aittir. -

357 Özel okul mezunları, gerekli imtihanı vermedikçe, resmi okul öğrencilerinin sahip oldukları haklara sahip olamazlar! . . . -

358

-

Özel okulun gerekli öğretim aracı bulunmalıdır.

359 Özel okullarda kullarulan bütün kitap, araçlar, onaylanmak üzere Maarif Bakanlığı'na sunulur. -

360 Özel okul müdürü, öğrencilerin ve öğretmenlerin davra­ nışlarına dair bakanlığa rapor verir. -

361 Özel okullar, belediyeden sancak idare meclislerinden ve hükümetten yardım alabilirler. . . -

Ek: Müslüman okullarının, özel okul mülkleri, sermayeleri, fond­ ları olur. Bunlar için işbu kanunun 106, 107. maddeieri uygulanır.

362 Özel okul öğretmenleri, hükümetten emekli aylığı alma­ dıkları gibi devlet okullarındaki öğretmenlerin malik oldukları haklar­ dan da istifade edemezler. -

363 Her Müslüman, Ermeni, Yahudi ve Rwn okulunun. bir okul encümeni bulunur. Encümenler köyde 3, şehirlerde 5 kişiden oluşup Bulgar uyruklu cemaatlar tarafından seçilirler. Encümenler, hüküme· te karşı, yasaların uygulanmasından sorwnludurlar. -

364 Müslüman okullarında din derslerinin öğretimine nezaret görevi sancak müftülerine aittir. (Özel Okullar tüzüğünün 480. madde­ si, din dersinin murakabesi Başmüftüye aittir, der.) -

365 Özel okullarda öğretmen olabilmenin şartlarını sayar ve şöyle bir ek ekler: Müslüman okullarındaki öğretmenlerin, hiç olmaz­ sa üç sınıflı rüşdiyeden veya öğretmenlere mahsus genel tahsil kur­ sundan) diploma almış olmaları gereklidir. -

366 Dini emlakten (Vakıflardan) hasıl olan gelirler, özel oku­ lun idaresine yetmediği vakit, açık kalan masraflar, okulun mensup ol­ duğu cemaattan, haktan toplanır. (Terbiye Ocağı, sayı: 3, 15, Kasım, 1921, Şumnu.) -

72


192l'de Kızanlık'ta toplanan Muallimler Kongresi bu yasanın bazı maddelerinin tadilini istedi, bir komisyon kurdu, rapor hazırlandı. Mer­ kez bu istekleri Maarif Bakanlığı'na sundu: 1 - Türk Umfimi Müfettişi, Yüksek Maarif Heyeti'ne oy sahibi olarak girmeli. 2 - Türk Umfuni Müfettişi, Türk okulları ve Türk okul encü­ menleri ile Türkçe yazışmalı. 3 - Maarif Şürası'ndaki üç Müslüman üye, Türk Muallimler Bir­ tarafından gösterilecek beş aday arasından seçilmeli.

liği merkezi

4 - Türk okulları öğrencileri, Maarif Yasası'nın 41. maddesin­ deki sınavdan muaf tutulmalı.

5 Devamlı hastalık halinde, Türk öğretmeni de 9 ay izinli ol­ malı, gerek kendisi, gerek ailesi fertleri hükümet hastahanesinde pa­ rasız tedavi olunmalı. -

6 Türk okulları öğrencileriİıe de meccanen kitap ve ders aracı vermeli. verilmeli. -

7 - Şumnu'daki Türk Öğretmen Okulu'nda, Bulgarca iyi öğre­ tilmek şartına riayetle beraber, öğretim dili Türkçe olmalıdır. 8 - Türk okulları için umumi müfettişten başka daha on bölge müfettişi atanmalı (Plevne, Rusçuk, Razgrat, Şumnu, Vama, Tımovo, Eskizağra, Filibe, Burgaz ve Kırcaali bölge merkezi olmalı) 9 - Bulgar okulları gibi devletçe idare edilen Türk okullarında öğretim dili Türkçe olmalı, Bulgar dili ise ders olarak ve ilkokul 3. sı­ nıftan başlayarak haftada 4 saat olarak okutulmalı. (Terbiye ocağı, yıl, 1 , sa. 3, 1921, Şumnu) Bu haklı dilekler yerine getirilmedi, aksine 1928'den sonra eski haklar birer birer geri alındı, 1934'ten sonra ise Türk okullarının dar ufku daraldıkça daraldı. Türk yavrusunun kara bahtı karardıkça karardı ...

"Derinlerden gelir feryadı yüzbinlera tildmın Ufuklar bir kızıl çember bükük boynunda İslamın" M AKİF 73


Tirk Okollan Genel Mtitettifllli 1909'da yapılıp 192l 'de tadil edilen Bulgaristan Maarif Yasası'­ özel okullarla ilgili 351. maddesi ekine göre Türk okullan için bir umumi müfettiş atanır. Bu madde pek işlemedi. 1920 yılında gazeteci Edhem Ruhi bu göreve atandı ve ilk iş olarak da eskiden hazırlanmış olan müfredatlı proğramı bir komisyona tekrar inceleterek yürürlüğe koydu. Onun ayrılmasından sonra Ahmet Hilmi Ses bu göreve getirildi Halk Sesi gazetesinde Türk-Bulgar dostluğunu geliştirmeye çalışan A. Hilmi'nin de bu görevi uzun sürmedi. Öğretmenler Birliği bir urnfuni müfettişi yeterli bulmuyor, 10 vilayette Türk müfettişi bulunmasını is­ tiyordu. (Bak: Kızanlık Kongresi istekleri) nın

Türkiye'de okuyan, Türkiye'deki Bulgar okullarında müdürlük ve müfettişlik yapan D. Naşef, 1937'de Türk okulları müfettişi atandı. Bu iş hep aksak gitti. Bir de ayrıca Türk okullarında Dini Tedrisat müfettişliği ihdas edildi, 1936'da Başmüftülükten azl edilen Hüseyin Hüsnü, bu göreve getirildi. Adı geçen Maarif Yasası'nın 364. maddesine göre Türk okulla­ rında din derslerine nezaret görevi sancak müftülerine aittir.

Okul Encümenleri Okul encfunenleri seçimle iş başına gelir, öğretmeni tayin eder, aylığını verir, okul bütçesini yapar, geliri toplar, masrafları karşılar. 1930'da 850 Cemaatı İslamiye, mektep encümeni vardı. Valafların geliri yetmezse, öğrencilerden taksa toplar. Çocuk ba­ şına serpilen bu taksa fakir ailelere ağır gelirdi. Bazıları da Bulgar oku­ luna giden çocuktan bu taksa alınmadığından, bu yüzden çocuğunu Bul­ gar okuluna yollamaya başladı. Bunu önlemek için 12Nill/1937 gün ve 599 sayılı genelge çıktı. Buna göre çocuk Bulgar okuluna gitse de Türk okulu için kendine düşen payı ödeyecektir. Hükfunet vergi alır, fakat Türk okuluna yardım yapmaz. Bu ada­ letsizlik sürdü gitti. Zavallı Türk halkı, okulunu kendi yapar, taş taşır, ağaç yonar, harç karar, her işine koşar, yavrusunun okulu olsun diye didinir durur... Cami ve okul encümenleri ayrı idi ve seçimle iş başına gelirdi. 1934'ten sonra encümenlerin seçim usfilü kaldırıldı. Başmüftü Hüseyin 74


Hüsnü tayin etıneğe başladı. 1934/35 yıllarındaki Medeniyet gazete­ sinde Başmüftülükçe Maarif Encümeni üyeliğine tayin olunanların lis­ telerine sık sık rastlanır. Bunlar ikişer kişidir. Bir de Cemaatı İslami­ ye: Üçler komisyonu, vakıf heyeti var: Bir başkan, bir kasyer, bir de üye. Hükümet gazetesinin 16/Mayıs/1945 gün ve 1 1 1 . sayısında cami ve okul encümenlerinin ayn kimselerden olacağı bildirildi. Hasılı Türk halkı böyle çeşitli devirlerde çalkandı durdu. Bulgaristan'da yetişip og­ retmenlik yapan Türk Öğretmenler Birliği kurucularından olup Türki­ ye'ye gelince Talim ve Terbiye üyesi olan Ali Haydar Taner, 1930'da bu konuda bakın ne diyor: Türk okullarının hali dalına perişandır. Bina yok, öğretmen az, okulları maarif encümenleri idare ediyor. Bütçe yapar, öğretmen tu­ tar; fakat hakkaniyete riayet azdır, pazarlık usfildür. Belediyeden, va­ kıflardan yardım az, halka vergi tarh olunur. · Köylerde okul tarlaları biraz imdada yetişti. Fakat o da uzun sür­ medi. Bütçeyi Sancak müftüsü tasdik eder, köy okulları pedagojiye ya­ bancı imamların elinde gibidir . . . " (Bulgaristan Maarifi, 1930) Bazan hep bu sıkışık durumdan encümen-öğretmen çatışması ol­ du. B<lZı encümenler de ne yapaca�nı bilmez. Okulların halini düzelt­ mek çarelerini aramak amacıyla Oğretınenler Birliği kurmak üzere 1906'da Şumnu'da toplanan öğretmenlere, o zamanın encümen reisi yer bile vermedi. Halbuki aynı yıl kendisi mali yönden çok dardaydı. Halk­ tan yardım istemek üzere toplantıya çağırıyordu. Okulların halini anla­ tan o beyannameyi buraya alıyorum: "Müslümanlar, Bugün her millet evladını okutmak, terbiye etmek için elden ge­ len fedakarlıktan çekinmiyor. Yiyeceğinden kesiyor, midesini boş bı­ rakıyor. Lakin evladını güzel terbiye etmeye, lazım hiiner ve marifetle kafasını doldurmaya çalışıyor. Bunun için de evladını mükemmel bir insan görmek saadetine nail oluyor, umum milletin işi de, bu hususa dikkat etmeyen başka milletlerin gıpta edeceği gibi, güzel yolunda akıp gidiyor. Ey kardeşler, Cenabı Hak'kın "İyiliğe yardım edin, kötü ve düş­ manca şeylere yardım etmeyin" emri celiline tamamıyle biz Müslüman­ lar riayet etsek her vakit selamet ve rahata ereriz. Her tuttuğumuz işin üstesinden geliriz. 75


Ey Şwnnu Müslümanları, Hepiniz bilirsinizki, birkaç seneden beri evladımızın ilim ve terbi­ ye tahsil ettiği mekteplerimiz hemen büsbütün çığırından çıkmak üze­ re: Her işte lazım olan para yok, bir taraftan yaramıza merhem olacak dest-i muavenet yok. Muallimlerimiz ise son derece sıkıntıda. Eğer iş­ ler böyle giderse evladımız büsbütün c3hil kalacak. Bunun için gelin, toplaşalım, yaramıza merhem kendimiz tedarik edelim. Elele verelim, kuvvetimizin yetiştiği derece çalışalım. Allah, hayırlı işlere çalışanları me'yüs bırakmaz. Ey ahali, wnümen Şubatın 9. cwna akşamı saat ikide, yatsı esna­ sında, Şerif Paşa Mektebi'ne toplanarak bu hususu müzakere edelim. İstikbalimizi ziyadar edecek mekteplerimizi söndürmeyelim muhakkak olan tehlikeden kurtaralım. Şwnmu, fi 6 Şubat Sene 1322/1906

Resisi Encümen Hacı Hamdi

Müftü-i Şwnnu Hacı Emin

Darol-Moalllmin Devlet Türk Öğretinen Okulu Yükselmeli artık yetişir zillet ü · zulmet. Fikir ordusuyuz, meşaı-ı ırtanıa mücehhez. T. Fikret a) Okulun açılışı: 1905'te Vama'da toplanan Mektep Encümenleri kongresinde, bir Türk darul-muallimini açılması kararlaştırılmıştı. Bu teklif, Tahir Lüt­ fi'den gelmiş ve kabul edilmişti. Vama Müftüsü Hacı Ömer'in de bu hususta katkısı vardır. Bu iş iÇin hazırlık yapmak üzere bir heyet ku­ ruldu, Sofya'ya giderek hükümet nezdinde gerekli teşebbüsleri yaptı. Heyet: İlk Öğretim müdürü, Sofya Öğretmen Okulu pedagoji öğ­ retmeni Nwnüne dersleri öğretmeni; Türk temsilcisi Şumnulu Süley­ man Sım ile Maarif bakanlığınca bu işin hazırlığını yapmağa tayin edil­ miş komisyondan oluşuyordu. Türk mebuslarından Tahir Lütfi bu işin öncüsüydü. 76


Gündemde başlıca şiınlar var: 1 - Öğretmen okuluna verilecek ad, 2 - Açılacağı yer,

3 - Alınacak öğrencilerin tahsil derecesi, 4 - Onlara sağlanacak haklar, 5 6

-

-

Öğretim süresi, Öğretim dili, derslerin programı,

görüşmeler yapılıyor: Adı: Türk Darul-Muallimini Yeri: Şuınnu. Çünki bir çok yerlerden geleceklere yol kolaylığı var. Türk oymağı merkezi, Türk'ü en kalabalık şehir olması. Rüşdiye tahsili gören kız ve erkek öğrenci alınır. Bitirenler, diğerlerine tercihen öğretmen alınır. Tahsil süresi: 2 yıl. Dil: Bulgarca ve Türkçe. Vama Encümenler kongresinin kararı okulun 3 yıl olmasıydı. Fa­ kat komisyon 2 yıl kabul etti. Öğretim dilinin derslerde Bulgarca olma­ sına gelince: Bulgarcalan gelişsin diye neden gösteriliyor, bir de bu ders­ leri okutacak Türk öğretmeni bulmak güç. Müfredatlı program için Liişdiye derslerinin genişletilmiş şekil­ de okutulması uygun görülmüştü. Türk Dili ve Edebiyatı ile Din Ders­ leri Türkçe okunacaktır. 1. yıl Türkçe sarf ve nahıv, il. yıl Türk Ede­ biyatı ve Tarihi, 1. yıl Din Dersleri'nde ibadetler, il. yıl Akait bahisleri okunacak. b) Okulun Yönetmeliği ve Program: Hazırlıklar yapıldı. Malinof Kabinesi okulu açmaya karar verdi. Geşof hükümeti zamanında Resmi Gazete'de ilan olundu, 1912'de Oku­ lun yönetmeliği şöyledir: 1) Bulgaristan Türk okullarına öğretmen yetiştirmek üzere Şum­ nu' da bir Devlet Türk D3nilmuallimini (Öğretmen Okulu) açılacaktır. Bu okulda Din Dersi'nin okutulması Başmüftü'nün teftişine tabi ola­ caktır. Başmüftü bu husustaki mütalaalarını okul müdürüne bildi­ recektir. 2) Bu okul, ilk zamanlarda yalnız 2 sınıflı olacaktır.

77


3) Adı geçen okulwı I. sınıfına kaydolwıacaklar; Bulgaristan için­ de ve dışında bir Türk rüşdiyesini bitirmiş bulunmalı veya Bulgar rüş­ diyelerinin il. sınıfını ikrnfil etmelidir. Bulgaristan dışında rüşdiye tah­ sili görenler, Bulgar uyruklu bulwımak ve giriş imtihanı vermek zorwıdadırlar. Not: Bugün Bulgaristan Türk okullarında öğretmenlik yapanlar, Bulgar Dili, Hesap, Tabii İlimler, Tarih ve Coğrafya derslerinden, Bul­ gar rüşdiyelerinin il. sınıfında okunduğu kadar ve Türkçe'den, Türk rüşdiyelerinde de okunduğu kadar bilgi sahibi olduklarını ispat ettikle­ ri takdirde, Şumnu Darul Muallimininin I. sınıfına kabul olwıabilirler.

4) Bu okulwı 1. sınıfına 25 yaşını dolduranlar alınmaz. Halen öğretmen olanlardan 30 yaşına kadar olanlar alınabilir. 5) Giriş imtihanı, Heyet-i Talimiye'ce (Öğretmenler Kurulu) seçilen 5 kişilik bir imtihan komisyonu tarafından yapılır. 6) Bulgaristan Müslümanları için hükümetçe açılan bu Darül­ mualimin, Bulgar gimnazyaları tüzüğüne göre idare olwıur. Not: Adı geçen tüzüğün, Müslümanların dini adetlerine aykırı dü­ şen maddeleri hükümsüz sayılır. e) Şumnu Darul-Muallimininde şu dersler okunur: 7) Din Dersleri, Türk Dili, Bulgar Dili, Hesap, Hendese, Peda­ goji, Terbiye ilini, Tedris Usfilü, Didaktıka ve Metodika, Tatbikat Ders­ leri, Tarih, Coğrafiya, Malümatı Medeniye, Tabiat bilgisi, Resim, Mü­ zik, Jimnastik. 8) Dersler tercihen Bulgarca okunur. Din Dersleri ve Türk Dili Türkçe olarak okunur. 9) Öğretmenler, Bulgar Maarif Nezareti tarafından Maarif tü­ züğüne göre tayin edilir. Türkçe ve Din Dersleri için uzman öğretmen1f"r tayin olunur. 10) Pedagojiye ait tatbikat, mahalli Türk okullarından birinde veya Bulgar okulunda yapılır. 11) Okulun il. sınıfını bitirenler. Türkçe ile Bulgarcadan hem yazılı, hem sözlü, din, derslerinden, pedagoji, Tarih, Vatancoğrafyası ve Hesap derslerinden ise yalnız sözlü imtihan vetmiye mecburdur. Bu imtihanlar Pedagoji okullarındaki bitirme tüzüğüne uygun olarak ve Başmüftü tarafından gönderilen delege huzurunda yapılır.

78


12) Türk Darulmualliminini bitirenler, Bulgaristan dahilindeki Türk İlkokullarında, diğerlerine tercih olunarak münasip maaşla tayin edilirler . . . B u okulun açılması için 1905'te teşebbüse geçildiği halde ancak 1912'de talimatname Resmi Gazete'de çıkabildi, Türkler buna sevin­ di. Fakat araya uğursuz Balkan Harbi girince ümitler yine boşa gitti. Arkasından 1. Cihan savaşı patlak verdi, okul ancak 1918 yılında açılabildi. Devlet Türk Öğretmen Okulu 1918'de açıldı. Bu Türk cemaatı tarafından idare edilen bir okul değildi, Hükümete bağlıydı. Müdürü Bulgar, Türkdili ve edebiyatıyla din dersleri hariç, öğretim dili Bulgar· caydı. Okulda 8 Bulgar, 2 Türk öğretmen vardı. Yanko Nedef(1) adın­ da bir Bulgar öğretmen müdür oldu. Talimatname gereğince, Türkçe derslerini Süleyman Sım okuttu. Din derslerini sırayla: Emrullah Fey­ zullah, eski başmüftülerden o zaman Şumnu Müftüsü olan Osmanpa­ zarlı Hacı Hafız Emin Zarifi, daha sonra da Nüvvab öğretmeni Şeyh efendi namıyla tanınan Yusuf Ziyauddin (Ersal) okuttu. Okul, ilk mezunlarını 1920'de verdi. Bundan sonra her yıl öğret­ menlik hayatına yeni gençler saldı. 1927 mezunları 50 genç olup içle­ rinde 9 kız vardır. Bunların biri Razgratlı olup kalanı Şumnulu kızlar· dır. Ruscuk, Filibe, Varna, Vidin gibi yerlerden bu okula kız öğrenci gelmesi beklenirken bu umutlar gerçekleşmedi. 1927 mezunu kız öğrenciler resimdeki sırayla şunlardır: Soldan: 1 Halime Settar, 2 Razgratlı bir kız, 3 Sabiha Osman Nuri, 4 Zehra Hafız Hüseyin, 5 - Saibe İsmail, 6 Nigar Rıza Eczacı, 7 · Saniye Ce­ mal Meçik, 8 Şükriye Hasan, 9 Bedia Osman Nuri. (Resim : 13) ·

·

·

·

·

·

·

O zaman Dosluk Gazetesi bu hanım kızlarımız hakkında şöyle yazmıştı: "Bu genç ve faal hanımlar, kadınlığı pek mütedenni bir seviyye­ de bulunan Bulgaristan Türk muhitlerinin, nurlu ve şuurlu birer reh­ beri olacaklardır. Maalesef bugün pek sönük ve karanlık duran Bulga­ ristan Türk kadınlığı, bu yeni parlayan ışıklarla aydınlık bir geleceğe (1)

Okula müdür olan Y. Nedef, Şurnnu'da Eczacı Hino Nedef'in kardeşi olup, Bul­ gar gimnazyasında öğretmen iken, Türk Öğretmen Okuluna Müdür oldu. Biraz Türk­ çe bilirdi. Cumalı Mehmed Kemal ile öğretmenlere rehber adlı bir kitap yazdılar.

79


doğru yürüyecek, koşacaktır. Bunlar, cehaletle kararan kadınlık sema­ sında parlayan yıldızlar, hatta güneşler olacaklardır . . . 0 "Kadınları cehalete sevketmek isteyenler, genç kızlarımızın bu münevver inkişafları karşısında artık eski kafes kadınlığının zevalini görsünler" . (Dostluk, 15 Haziran, 1927) "

ç)

Uygulama (Tatbikat) Dersleri:

Türk okullarına öğretmen yetiştirmek amacıyla açılan okulda tat­ bikat derslerine gereken önemin verilmesi lazımdı ve bu yapıldı. Bu maksatla Şumnu'daki Türk çocuklarına mahsus okullardan biri Numfuıe Okulu yapıldı. Burada Darülmuallimin öğrencileri tatbikat dersi görü­ yor, numune dersi veriyordu. Numune okulu 4 sınıflıydı. 1, il. sınıfla­ rın öğretmeni M. Musuf, 111, IV. sınıflar İlyas İslam Toksöz'ün idare­ sindeydi. (Edime'de öğretmenlik yaptı). Tatbikat dersinde 1. sınıflar yalnız dinler ve çalışmaları izlerler­ di. il. sınıf öğrencileri okudukları pedagoji usulüne ve metodlara göre, Türkçe olarak ders verirler, tatbikat görürlerdi. Bu okulun idaresi Ma­ arif Bakanlığına aitti, masrafları o karşılardı. (Nüvvab açılınca onlar da öğretmen olacaklarıqdan Başmüftülük ve Evkaf İdaresi, Maarif Bakanlığı'na başvurarak bu numune okulun­ da Nüvvab öğrencilerinin de tatbikat dersleri görmesini sağladılar. Bu iş için Başmüftülük okul masrafı öderdi. Nüvvab'ın baştaki mezunları tatbikat dersi gördü. Darulmüallimin kapanınca bu iş de durdu. Biz, 1933 mezunları ders uygulaması yapamadan hayata atıldık). Uygulama derslerinden örnek vermek için 1925 yılında bu der­ sin öğretmeni İlyas İslam Toksöz'ün verdiği (Sebze Bahçesi) dersin­ den bir parça alıyorum. "Bahçe mahallede bulunur: Öğretmen-Sebze bahçesinin mevkii, yeri nasıldı? Öğrenci-Bayır aşağı bir yerdi. - Öyle yere ne derler? - Meyilli yer derler. - Neden öyle yer intihap ediyorlar acaba? - Sebzeleri öyle yerde sulamak kolay oluyor da ondan. - Başka sebze bahçesi biliyor musunuz? 80


- Biliyoruz. - Orada su var mıydı? - Var, Şumnu deresi geçiyor. - Derenin etrafı nasıldı? - Bir taraf yüksek, bir taraf alçaktı. - Bahçe derenin hangi tarafında bulunuyordu? - Alçak tarafında. - Başka sebze bahçesi gördünüz mü? - Gördük. - Nerede gördünüz? - KAZARMA'da gördük. Bunun üzerine muallim uşaklara (çocuklara) Türkçe konuşurken söyleyeceğiniz lafın Türkçe'de mukabili durup dururken hiç bir vakit Bulgarca veya başka lisanca söz söylememelerini ve binaenaleyh ka­ zarma değil, kışla demelerini tenbih etti. Bundan sonra muallim bahçıvancı değil, bahçıvan demelerini söy­ ledi. Bahçıvanın ilk işinin toprağı hazırlamak olduğunu, ne ile kazması gerektiğini, hangi usulün daha elverişli olduğunu anlattı . . " (Nüvvablı Mehmed Ali Hocanın not defterinden) d) Başka Öğretmen Okulu açılması va'di: Maarif Bakanlığı 4/12/1920'de bir genelge ile Şumnu ve Filibe'­ de imtihan heyetleri kurarak Türk öğretmenlerinin imtihandan geçi­ rilmesini başarılarının tespitini istedi imtihanda kazanamayanların yeri­ ne, Şumnu Öğretmen Okulu mezunları tayin olunacaktı. Fakat bu okul 1918'de açılmıştı, 1920'de ilk mezunlarını vermişti, bunların sayısı az­ dı. Türkler, okullarının öğretmensiz kalarak kapanmasından veya Bul­ gar öğretmeni tayininden korktular. Encümenler ve öğretmenler birli­ ği teşebbüse geçti. O zamanki çiftçi hükumeti, Türk halkını okşamak için Rusçuk ve Kırcaali'de olmak üzere daha iki öğretmen okulu açma­ yı va' detti. 19/12/1921 günlü genelge ile bunu açıkladı. Fakat bu yeri­ ne getirilmedi, Öğretmenler kongreleri bu isteği tekrarladılar, yine ol­ madı, tersine Şumnu'daki okul da 1928'de kapandı. İş böyle sürüp gitti. 1948'de Eskizağra'da bir Türk Öğretmen Okulu açıldı. Rüşdiyeyi bitiren kız ve erkek öğrenciler alındı. Müdürün81


den hademeye kadar kadro Bulgardı, yalnız Türkçe öğretmeni Nüv­ vab mezunu bir Türk'tü. Milliyetçi diye onu attılar, yerine başkasını getirdiler. 1951'de okulu Razgrad'a naklettiler. Sonralan diğerleri gibi o da kapandı. İlkokullar, rüşdiyeler kalmadı. Nüvvab da kapandı. Türk halkı dinini, dilini unutmaya mahkum bırakıldı. Bu duruma dayanama­ yan Razgratlı Türk öğretmenleri gizlice bir mazbata imzalayıp Birleş­ miş Milletlere müracaat ettiler, İnsan Haklan Beyannamesinin gölge­ sine sığındılar. O zaman Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Bulgaris­ tan'a gelip mahallinde inceledi. Bunun üzerine Bölge Türk öğretmenle­ ri tayin edilmeye başladı, fakat bu da gevşedi, Türk çocuklarına Türk öğretmeninin Türkçe okutması imkanı çok görüldü, Türk okulları kapandı. (Bu bilgi eski Başmüftü Abdullah Sıdkı'dan alındı) e)

Öğretmen Kursları:

Okullardan, öğretmen derneklerinden söz ederken, öğretmenle­ ri yeni metodlara uygun ders vermeye hazırlamak için kurslar açıldığı­ nı söyledik. Bu kurslar bölge bölge açılırdı. Bunların en önemlisi 1925 yılında Vakıflar Müdürlüğü tarafından Razgrat'ta açılanıdır. Üç yıllık üçer aylık pedagoji kursu halinde açıldı. I . yıl Alyanak Şerif kurs mü­ dürü, Ahmet Hulusi Meçik ile Yusuf İzzeddin öğretmen olarak görev aldılar. il. yıl İzzeddin Müdür, A. Hulusi öğretmendir.

III. yıl aynı kadroya M. Musuf da eklenmiştir. İmtihanlar, Başmüftülük delegesi öğretmen Süleyman Sım'nm huzuruyla yapılmıştır. Kursa devam edenlere belge verilmiştir. 1925 yılında: Vama, Pravadı, Aydost illerindeki Türk öğretmen­ leri için mecburi, diğer yerlerdekiler için ihtiyari olmak üzere Vama' da yazın öğretmenleri olgunlaştırma kursu açıldı. Aynı nitelikte daha önce Pravadı'da açılan kursa katılanlar, Varna kursunda il. sınıf, yeni katılanlar da I. sınıf oldular. Kursu Öğretmenler Birliği yönetti. Daha 1912 'de Eskicuma Kongresi'nde: :Aydos, Filibe, Plevne, Rusçuk, Eskicuma, Razgart, Şumnu, Pravadı, Vama, Dobriç, Silistre'de öğretmenleri yeni usul tedrisata hazırlamak için kurslar açılması ka­ rarlaştırılmış, bunlar kısmen yapılabilmiştir. 82


il. Cihan Harbi'nde Yugoslavya ve Yunanistan' dan bazı şehirler Bulgaristan'a katılınca, oralardaki Müslüman öğretmenler için Başmüf­ tülükçe kurslar açıldı. Mesela 1943 yılında Başmüftülük şu ilanı yaptı: Ustunımca da 3 yıllık öğretmen kursları açıldı. Maarif Bakanlı­ ğı'nın müsaadesiyle: Üsküp, Manastır vilayetlerindeki Müslüman okul­ larına öğretmen olmak isteyenlere Usturumca'da 3 yıllık kurs açılıyor. Bu kursa Üsküp'teki Gazi İsabey Medresesi'ni veya rüşdiyeyi bitirmiş olanlar alınacaktır. Kurs tatilde açılacak ve 45 gün sürecektir.

Nüvvap Mektebi (Medresetün-Nüvvıib) . . . . . . . . . . . . . . . . . Ah şu sizin medreseler, Asrın icabına uymakta inad etmeseler. Akif

a) Açılış Sebepleri : İşte, asrın icabına uymakta inad etmiyen, belki buna can atan bir medrese: Şumnu'da yeni açılan Nüvvap okulu: Medresetün-Nüvvab. İlim adamları eskiden medreselerde yetişirdi. İslamda medrese ilim ve irfan yuvası sayılırdı. Fakat, zamanımızda medrese, ihtiyaçları karşılayamaz hale düşmüştü. Onun için İstanbul'da İslah-ı Medaris ce­ reyanı uyanmış, hocalar talebe-i ulum dernekler kurmuş, yeniliğe ayak uydurmaya çalışıyorlardı. Milletin her meselesine şiir diliyle tercüman olan Akif Asım' da bu konuya değinirken öyle demiştir: Halk arasında bile medrese çürümüş, verimsiz hali bilinir olmuştu: "Benim oğlum Bina okur, döner döner gene okur", deyen halktır. Çünki medrese bu duru­ ma düşmüştü. Gökalp de şöyle demektedir: "Nice defa Kanun, Şifa okumuş, Dönmüş geri, tekrar Bina okumuş". (Bina, medresede okunan bir dizi gramer kitablarından biridir. Arapça öğrenmek için okunur. Diğerleri de şu tekerlemede toplanmış: "(Nq.­ sara), evlek evlek; (Bina) yağlı çörek: (Maksud) karış kuruş, (İzzi) de kopar kiriş; gücün sıkıysa (Merah)'a da giriş" . 83


Bulgaristan'daki medreselerin sayılan azalmıştı. İstanbul'a tah­ sile gelip gitme güçleşmişti. Türk Müslüman halkının ihtiyaçlarına ce­ vap verecek bir okul açılması zaten Türk Hükümeti'nce düşünülmüş­ tü. Balkan Harbi sonunda yapılan 29 Eylül 1913 tarihli barış antlaşma­ sının 2 nolu protokolunun 7. maddesinde müftülüklerden ve okullar­ dan söz edilirken "NÜVVAB YETİŞTİRMEK ÜZERE BİR HUSUSİ MÜESSESE DAHİ KURULACAKTIR", denilerek müftü, müftü ve­ killeri yetiştirmek için okul açılması hükme bağlanmıştı. Araya 1. Ci­ han Harbi girince, iş biraz geçikmişti, ama hükümetler, eski taahhüt­ lerinde sadık kaldılar. Bulgaristan Müslüman/an MiWssesat-ı Diniyye İda­ re ve Teşkil<itı Nizamnamesi yapıldı. 23 Mayıs 1919 günlü ve 12 sayılı Çar iradesiyle tasdik okulup 26 Haziran 1919 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan bu tüzüğün: 105. maddesinde Nüvvab Mektebi inşası ve idaresi için evlenme izinnamelerinden alınacak taksalar belirlenmiş, 112. maddesinde Nüvvab Mektebi için toplanan paraların bankaya yatırıl­ ması mecburi tutulmuş, 122. maddede Başmüftünün vazifeleri sırala­ nırken Nüvvab Mektebini açması bu vazifeler arasında sayılmış, 188. maddede Nüvvab Mektebinin inşası, açılması ve tanzimi bir talimatna­ me ile beyan olunacaktır hükmü yer almıştır. Seçimle işbaşına gelen il. Başmüftü Süleyman Faik, bu kanuni mesnedlere dayanarak faaliyete geçti, kendi görüşlerine uygun bir Müessesat-ı Diniyye ve Vakfiye müdürü vardı. Hizmete hazırdı. 12 Ha­ ziran 1920'de 923 sayılı bir emirname çıkararak Nüvvab mektebinin: Nizdmndmei Esasi, Program ve Dahili Talimatnamesini hazırlamak üze­ re bir komisyon kurdu. Komisyonda şu zatlar vardı: (Emrullah Ef. Ko­ misyonda yoksa da hizmeti vardır). Sabık Başmüftü Hocazade Mehmed Muhiddin, Filibe Müftüsü Hocazade Sa'deddin, Şumnu Müftüsü Hüseyin Hüsnü, Müessesat-ı Diniye ve Vakfiye Müdürü Mehmed Celil, Varna Mekatibi İslamiye Müdürü Osman Nuri, Rusçuk Mekatibi İslamiye Müdürü Mehmet Masum, Şumnu Muallimlerinden Süleyman Sırrı, Şumnu Muallimlerinden Hafız Abdullah Fehmi. 84


Komisyon 2 Ağustos'tan 15 Ağustos'a kadar Şumnu'da Kılak Mektebinde 10 gün devam eden toplantılarında, verilen görevi dikkat­ le yapmıştır. Komisyonun yaptıkları Başmüftülükçe, Hariciye ve Me­ zahıp Bakanlıgınca tasdik edilerek yürürlüğe konmuştur. (Hariciye ve Mezahip Bakanlığı'nın tasdiki, 2006 sayı ve 29 Ağustos 1922 tarihini taşımaktadır). Böylece 1913 tarihli İstanbul Protokolünde öngörülen ve Türk devleti adına Talat Paşa tarafından imzalanan Nüvvab Mektebi, 1922/23 ders yılında açılmış oldu. Şunınu'daki medreselerden ve rüşdiyelerden gelen talebe ile I., il. sınıflar teşekkül etti ve hemen öğretim başladı. İçlerinde Başmüftülük ve müftülük yapmış hocalar, değerli öğretmen­ ler bulunan 8 kişilik bir komisyon tarafından yapılmış bir programa uy­ gun olarak dersler başladı. Böyle olmakla beraber, bu komisyona dahil olan Şumnu Müftüsü Hüseyin Hüsnü ile Mustafa Hilmi ve Kıvamüd­ din (Burslan) Nüvvabın bu şeklini beğenmediler. Onlar Ali, Tali, Rüş­ di kısımlarına ayrılmasını istediler, halbuki rüşdi kısmı yoktu, Nüvvab rüşdiye mezunlarını öğrenci olarak alıyordu. Nüvvabın karşısına bu defa hocalar çıkmıştı. İş sert tartışma halini aldı. Başta Emruhlah Feyzul­ lah olmak üzere Yusuf Ziyauddin, Mustafa Hayri, Eskicariıi Müderrisi Ali Riza, Nüvvab tarafdarıydılar. Diğer grup başka türlü bir medrese istiyorlardı. Talebe de iki grup olmuştu. 1923'te talebe köylerine da­ ğıldı, velilerini alarak Şumnu'ya getirdiler. Şumnu'da Şerif Paşa Ca­ mii avlusunda bir toplantı yaptılar. Bunlar daha ziyade karşı taraftan olanlardı. Nüvvabın elde tasdikli bir ders programı ve yönetmeliği var, ona göre tedrisatına devam etti, karşı taraf bir netice alamadı, Musta­ fa Hilmi Kiremitlik Medresesine müderris olarak gitti, Kıvamuddin de Türkiye'ye döndü. Böylece iş söndü. Kıvamuddin'in Tadil adlı risale­ sinde anlattığına göre: Nüvvabı beğenmeyenler başka bir medrese aç­ mak için 1923'te Şumnu'da bir Medrese Encümeni kurmuşlar. Bunun amacını halka anlatmak üzere kendisiyle Müderris Mustafa Efendi'ye 15 sayfalık birer beyanname yazmayı teklif etmişler. Kıvamuddin'in yaz­ dığı uzun olduğundan encümen basmamış, kendisi (Tadil) adını vere­ rek 1924'te Şumnu'da bastırmış. İstenen medrese açılamadı, fakat biz güzel bir eser kazanmış olduk. 48 sayfalık bu risalede Hoca, İslam'ın ilme verdiği önemi, fennin dini doğru anlamayı sağladığını, dinin hura­ felerden temizlenmesi gerektiğini, sonralan hocaların gerçek ilimden yoksun kaldıklarını, cahil vaizlerin halkı dinden ve dünyadan soğuttu­ ğunu, tembelliğe, fakirliğe sürüklediklerini anlatır ve: 85


"Şimdiye kadar hocaların kusurları hakkında söylediğimiz söz­ lere karşı - Bunları beğenmiyorsun, ne istersin? Nasıl hoca lazım imiş? di­ yecek adamlar bulunacağında şüphe yoktur". (S.36) diyerek istedikle­ rini 7 madde halinde topluyor. Bu arada zamanın değişmesiyle hüküm­ lerin değişeceğini, 1000 küsür yıl önce ictihat edilerek söylenmiş hü­ kümlerin cümlesini harfi hatfine tatbik etmeğe uğraşmak için az gaflet lazım değildir, (S.38), "Ne gibi cesaretle ictihat kapısı kapandı, demiş olduklarına insan şaşıyor, ictihad kapısı kapandı demek, artık Allah'ın feyzi kesildi demektir" (S.40) diyor. Kendisi böyle ileri görüşlü bir bil­ gindi, yeri Nüvvapçıların yanıydı, fakat nedense karşı tarafa katılmış­ tı. Şumnu'da gurbetteydi. Asıl (doğumu 1889-1956) Kazanlı olup Me­ dine'de, İstanbul'da medreselerde okumuş, o yıllarda Şumnu'ya gel­ mişti. Nüvvabın açıldığı mücadeleli yıllara rasladı, o da bu işe karıştı. Sonra Türkiye'ye döndü, İstanbul Üniversitesi Edebiyat, F. Türkiyat Bölümünde asistan oldu, 1940'da Diyanet İşleri Müşavere Kuruluna geldi. (Şumnu'daki mücadele sırasında, biraz yılık olan Medrese-i Aliyye Müdürü Ali Rıza için Kazan şivesiyle söylediği: Gozu kor, kalbi kor, sözü talebe arasında yıllarca söylenerek anıldı. İnsanlar böyledir. Ho­ canın çok kıymetli görüşleri bulunan adı geçen risalesini okuyarak fay­ dalanacakları ve onu anacakları yerde bu sözü ile andılar).

b) Nüvvabın Ders Programı : Nüvvabın programı değerli müftü ve seçkin bir öğretmenler gru­ bu tarafından hazırlanmış, müfredatlı programı onlarca güzel bir şekil­ de yapılmıştır. Bulgaristan'da öğretmenlerden, okul kitaplarından sö­ zederken, dört ada sık sık raslıyoruz: Osman Nuri, Mehmed Masum, Süleyman Sırrı, Hafız Abdullah Fehmi. Bu dört değerli öğretmen Nü­ vabbın Nizamname-i Esasi, program ve dahili talimatnamesini yapan komisyondadır. Müfredatlı program geniş tutulmuş, itina ile hazırlan­ mıştır. Matbu nusha da 48 sayfa tutmaktadır. Türk Edebiyatı, Edebi­ yat Tarihi, Türk Tarihi geniş muhteva ile tesbit edilmiştir. Bütün bun­ lara rağmen, aşın giden bazı çevrelerce bu okul, yanlış tanınmıştır. Prog­ ramını görmeden, amacını incelemeden ona karşı cephe alanlar oldu. Bu Bulgaristan Türk halkının yarınlarını düşünmemekten ileri gelen bir keyfiyetti, denebilir. Adı ne olursa olsun, rüşdiyeden sonra, Türk gençlerine daha geniş genel ve mesleki kültür veren, İslam dini hak86


kında hurafeden arınmış sağlam bilgi sunan bu okulun gördüğü hizmet­ leri nasıl inkar ederler. Tali Kısımda Okunan Dersler:

1. Yıl: Kur'an, Fıkıh (Dindersi), Arapça, (sarf ve kıraat), Fars­ ça, Riyaziyat (Hesap, Cebir), Tabii İlimler (Nebatat), Umumi Coğraf­ ya, İslam Tarihi, Türk Edebiyatı, Bulgarca, Hüsnü hat, Resim. 2. Yıl: Kur'an, Fıkıh, Arapça (sarf ve kıraat), Riyaziyat (Cebir, Hesap), Tabii İlimler (Hayvanat) Umumi Coğrafya, İslam Tarihi, Türk Edebiyatı, Bulgarca, Bulgar Tarihi, Bulgaristan Coğrafyası, Hüsnü hat, Resim.

3. Yıl: Arapça, Fıkıh, Riyaziyat, Tabii İlimler (Madenler ve Ta­ bakat) Bulgar Tarihi ve Coğrafyası, G. Tarih. Tabii ilimler (Hikmet ve kimya) Türk Edebiyatı, Bulgarca. 4. Yıl: Mantık ve Adab, Fıkıh. Riyaziyat (Kozmoğrafya Müselle­ sat) Tabii İlimler, (Vücudı Beşer Teşrih ve Hıfzussıhha) U. Tarih (Yeniçağlar), ;Hikmet ve kimya, Türk Edebiyatı, Arap Edebiyatı, Bulgar Kanunları (Malumatı kanuniye ve Medeniye) Bulgarca, Fenni Tedris ve Terbiye. 5. Yıl: Kelam, Fıkıh, Hikmet ve Kimya, Bulgar Kanunları (Ma­ lümatı Kanuniye ve Medeniye) Türk Edebiyatı, Bulgar Edebiyatı, Arap Edebiyatı, Ahlak İlmi, Fenni Tedris ve Terbiye. Nüvvabın Ali kısmı 1. Yıl: Fıkıh, Mecelle, Sak (İlam Usulü) Feraiz, Medhali-ilmi­ ,Hukük, Usulü Fıkıh, Bulgar Kanunları, 2. Yıl: Fıkıh, Mecelle, Sak, Usulü-Muhakemat, Usulü-Fıkıh, Bul­ gar Kanunları, İktisat İlmi,

3. Yıl: Fıkıh, Mecelle, Usulü Fıkıh, Ahkamı Evkaf, Bulgar Ka­ nunları, Devletler Hukuku, İdare Hukuku. Sonraları bazı ilaveler yapılmış, okulun tali kısmı gimnazya ola­ rak tanınınca Pedagoji, tabakat dersi, Beden Terbiyesi Elişleri, Müzik dersleri ilave olunmuştur. Nüvvabta öğretmenlik yapanlardan bildiklerimizi münasebet düş­ tükçe tanıttık. Burada 1926 - 1927 yılı öğretmenlerini kaydediyorum. 1.

1 - Yusuf Zıyaeddin, 2 Emrullah Feyzullah, 3 -

-

Mustafa Hayri. 87

·


il. 1 - Rüstem Cemil, 2 - Hasip Safveti, 3 - Süleyman Sırrı, 4 Ahmed Kemal, 5 - Halil Hasan, (Mustafa Reşit, Ali Riza . . . ) (Resim : 14)

c) Öğrenci İstekleri: Öğretmenlik hakkı meselesi Nüvvab, müftÜ ve öğretmen, imam-hatib yetiştirmek için açılmış­ tı. (Tüzüğün il. Maddesi) Fakat, öğretmenlik hakkının tanınması ko­ lay olmadı. Nüvvab 1922-1923 ders yılında açıldı, ilk mezunlarını 1925-1926'da verdi. Bwtlan hükı1met, öğretmen yapmak istemedi. Bun­ da Nüvvaba muhalif bazı gençlerin etkisi olduğu söylenir. Türk Öğret­ menler birliği 1923'de Maarif Kanununun özel okullarla ilgili 336. mad­ desinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini isteyerek Nüvvab mezunla­ rına öğretmenlik hakkı verilmesini istiyordu: "Müslüman okullarında öğretmen olacakların en az rüşdiye me­ zunu olup yeni atanacakların Türk Öğretmen Okulu veya Nüvvab mek­ tebi mezunu olmaları gerektir". Bu çok yerinde bir istekti. (Muallimler Mecmuası, Sayı: 1, 1923) Öğrenciler, 1927 yılında öğretmenlik hakkı isteyerek boykot yaptı. İşin garibi şudur: Nüvvabın Tali kısmına Tüzüğün s·. maddesi gere­ ğince, rüşdiyeyi bitirenler alınıyordu. Bunlar rüşdiye mezunu olmaları sebebiyle öğretmenlik hakkına sahiptiler. Nüvvabda beş yıl okuyup pe­ dagoji dersleri gördükleri halde, buradan mezun olunca yeni bir hak alamıyorlar, üstelik rüşdiye mezunu gibi önceden sahip oldukları hak­ kı da kaybediyorlardı. Bu kadar acayip bir şeydi bu durum. Üstelik Nüv­ vablılar, Darülmualliminde olduğu gibi, aynı numune mektebinde tat­ bikat dersleri de yapıyorlardı. Öğrenciler bu haklı isteklerinde direndi­ ler, fakat okul idaresinin vaadleri üzerine derslere girmeye başladılar. Bu boykot dolayısıyla, o zaman Nüvvabda Pedagoji öğretmeni bulu­ nan Hasip Safveti (Aytuna) Dostluk Gazetesinde çıkan (İki Büyük Hak­ sızlık) başlıklı yazısında bu ciheti çok güzel belirtmişti. Nihayet bu hak verildi. 1932-1933 ders yılı sonunda Nüvvab, Maarif Bakanlığınca gim­ nazya (lise) derecesinde tanındı. O zaman Nüvvab bitirme imtihanla­ rında Maarif Bakanlığı delegesi olarak bulunan Prof. Hindelof'un müs­ bet raporunun bunda etkisi olmuştur.

Nüvvabın Pedagoji ve İlihiyat Şubelerine Ayrıhnası İsteği: 1928-1929 ders yılı sonunda Nüvvab öğrencileri toplu bir dilekçe imzalayarak müdürlük vasıtasıyla Başmüftülüğe sundular. Bunda oku88


lun 4. ve 5. sınıflarının Pedagoji ve İlahiyat {imam-hatip) şubelerine ay­ rılmasını istiyorduk. Öğretmen Hasip Safveti'nin {Aytuna) ilhamıyla do­ ğan bu· istek, o zaman Nüvvab öğrencileri arasında çok çabuk ve kuv­ vetle tutuldu. Çünki imam ve hatiplik onları artık tatmin etmiyordu. Öğretmenlik kutsal ve cazip bir hal almıştı. Halka hizmet etmek aşkıy­ la yanan genç kalpler bu mesleği benimsemişti. Öğretmenliğin gelece­ ği parlaktı. Hiç unutmam, yoksul bir ailenin çocuğu olan, yardımla oku­ yan bir öğrenci, velinimetleri olan hocalara itaatkar olduğundan, bu gi­ bi hareketlere katılmazken, bu isteğe taraftar olanların başında idi, im­ za toplamaya katılmıştı. İhtisaslaşmaya giderek yararlı bir hale gelmeyi amaçlayan bu is­ teği, o zaman Başmüftülük kabul etmedi. Bu fikri ileri süren, destekle­ yen ve öğrenciler arasında sevilen, sayılan değerli bir öğretmen olan Hasip Safveti {Aytuna) Nüvvabdan ayrıldı. Fakat öğrencilerdeki öğret­ men olma aşkı sönmedi, devam etti. Bulgaristan'da Öğretmenler Birliği kurucularından Talim ve Ter­ biye Üyesi Ali Haydar, N ü v v a b d a n zederken: "Fakat işittiğime gö­ re, medrese zihniyetiyle idare olunmakta olan bu Mektep de münev­ ver muallim yetiştirememektedir." diyor {Bulgaristan Maarifi, s. 150, İstanbul, 1931). Bu hüküm verildikten sonra aradan yıllar geçti. Nüvvab mezun­ ları, Bulgaristan'da Türk Okullarında öğretmenlik yaptılar, Türk yav­ rularına milli kültür ve ruh verdiler, milli bünyede boşluk bırakmadı­ lar, halkı öksüz koymadılar. 1950 tehcirinde çok sayıda Nüvvab mezu­ nu anayurda geldi ve çeşitli vazifeler aldılar. İçlerinden bir kısmı Ana­ yurtta da öğretmen oldu ve başarı gösterdi. Milli Eğitim Bakanlığı mü­ fettişlerinin verdikleri haşan raporlarını A. Haydar görseydi, o satırla­ rı öyle yazmazdı sanının. Nüvvablılar inkilaplara uyum sağladılar. Nüvvabın Ali Kısnu: 1930'da Ali kısmı da açıldı. 1933'de ilk mezunlarını verdi. O za­ mana kadar Tali kısmını bitirenler müftü atanırdı. Bundan sonra yal­ nız Ali kısmı mezunları müftü oldu. 1930-1931 ders yılında talebeler büyük bir grev {boykot) yaptılar. Ali Riza, Mustafa Reşit, Mustafa Hayri, T. Kartalof istenmiyor, Sü­ leyman Sırrı'nın Türkçe Edebiyat dersini bırakıp yalnız cebir ve hen­ deseye gelmesi isteniyordu. Buna göre o zamanki öğretmenlerden başka 89


müdür Emrullah olmak üzere Yusuf Ziyauddin ile Ahmed Kemal, bu üçü kalıyordu. Gidenlerin yerini kimler dolduracaktı? Bunu bilen, dü­ şünen yoktu. Boykotu o zaman 4. sınıfta öğrenci olan M. Fikri idare ediyordu. İstekler dilekçeyle müdür vasıtasıyla Başmüftülüğe iletildi. Ekim ayında bütün öğrenciler köylerine dağıldılar. Şumnu'da 5 kişilik bir boykot tertip komitesi kaldı: (Mehmed Fikri, Ahmed Şevki, Tah­ sin Nuri, Osman Seyfullah, Hafız Hüseyin Hasan) iş büyümüştü. İşin garibi o zaman hocaları tutan "İntibah" gazetesi boykotu destekliyor, "Rehber" gazetesi ise aleyhte yazıyor, başmüftülüğü, müdüriyeti sa­ vunuyordu. Başmüftülükten bir soruşturma heyeti geldi, (Atıf dahil) öğ­ rencilerin ifadesi alındı. En sonunda Başmüftü Hüseyin Hüsnü kendisi geldi. Görüşmeler yapıldı. Fikri, boykotun bittiğini ilan etti, o başlattı, o bitirdi. Derslere girildi. İsteklerin bir kısmı kabul olundu. Ali Riza ile Mustafa Reşit derse gelmiyecekti, onlar zaten Medrese-i Aıiyye'de öğretmendi. Diğerleri yerinde kaldı, aynı derslere devam ettiler. (Bu işte A. Kemal'in rolü var sanının. Kardeşi Necib Asım'ın teşvikiyle M. Fikri bir de esnafa karşı alışveriş boykotu yaptırdı ki, ayıptı, bir ay bile sürmedi...) Nüvvablılar 1935-1936 yılında da 150'1iklerden Osman Nuri ile Mustafa Sabri hocanın damadı Ali Vasfi'nin derslerine boykot yaptı­ lar. Bu da çetin oldu. Biz Ali kısımda olduğumuzdan katılmadık. Fakat öğrencilerin dilekçesini ben yazmış olduğumdan başım derde girdi. O. Nuri, Vama Türk Konsolosluğundan talimat ve para almakla suçladı, bu sadece bir yakıştırma, hayali uydurmadan ibaretti. 1938'de Bir Olay: 1937-1938 ders yılında Nüvvabda üzücü bir olay olmuş, ben o zaman Mısır' daydım. Olay şu: Teneffüslerde, ders aralarında yazıtah­ talarını karalamak adettir. Öğrencilerden biri; bir gün karatahtaya Bul­ garistan aleyhinde bir söz yazmış, bu, bir maksat gütmeksizin karalan­ mış bir ş�y. Bunu öğrencilerden biri -aradaki rekabet yüzünden- müze­ virliyor. Oğrencilerin Kemalist olduğu ileri sürülüyor, emniyet işe el atıyor. Öğrencilerden 6 kişi emniyete götürülüp tevkif ediliyor, diğer­ lerinin okul çevresinden dışarı çıkması yasaklanıyor. Durum Başmüf­ tülüğe bildiriliyor, tevkif edilen öğrencilerin yazı ile hiçbir ilgisi olma­ dığı meydanda. Nihayet serbest bırakılıyor 6 öğrenci. Bunlardan birisi 90


Mustafa Asım'ın kardeşidir. Ancak ortaya kuşku verici bir durum çık­ mıştır. İncelemek üzere Sofya'dan bir teftiş heyeti geliyor, Öğrenci Der­ neği ve kütüphanesi aranıyor, Türkiye'den gelen bazı kitaplar, hele ro­ manlar, zararlı diye Hüseyin Cahid'in eserleri toplanıyor, yasaklanıyor. Müdür ve Hafız Nazif bazı kitapları evlerine götürerek kurtarmışlar ki, bunlar arasında Sırat-ı Müstekim ve Sebilürreşad dergileri de var. Yoksa onlar da roman diye giderdi. Eşrefin dediği gibi bu gibilerin ne yapacağı bilinmez; çünki bilmezler:

Alel'amyd çizerler her eserden bir takım yerler, Edibim, sanma kim yalnız senin divanı çizmişler. Geç en gün encümende yok iken (Hayret), bütün heyet, Arapça bir ibare 7.annedib Kur'anı çizmişler. 1944-1945 yılında büyük bir boykot oldu. Öğrenciler Türklük aş­ kıyla harekete geçtiklerini söylüyorlardı, milli heyecanlan kötüye kul­ lanmaya kalkışanlar olacağını hesaba katmıyorlardı. Öğretmen kadro­ sunun değişmesini istiyorlardı. Bidayette idarenin sert tutumu işi b ü s bütün alevlendirdi. O zaman Medresede öğretmen olan Hafız Yusuf'la Osman Hüseyin'i istiyorlardı. Müdür Yusuf Ziyauddin vazifesinden alın­ dı, yerine Ahmed Hasan'ı müdür yaptılar. Fakat grev sona ermedi. Bu grev fasılalı olarak uzun sürdü. Komünistler el altından teşvik ettiler. Bir ara Şumnu ileri gelenleri aracı oldular: Ali Galib (Yener), Desteci İbrahim, Ahmed Kemal, öğrencilerle, öğretmenlerle görüştüler, müf­ tülükte toplantılar yapıldı. Nihayet programda esaslı değişiklik yapıl­ dı, Nüvvab Gimnaziya oldu. Okul 1947'de gimnazya olunca yeni programla derslere başlan­ dı. 1950'de tehcir başlayınca Nüvvaptaki Türk Öğretmenlerinden 15'i Anayurda geldiler. Orada 3 öğretmen kaldı. Öğrencilerin de çoğu aile­ leriyle birlikte Anayurda geldiler. Birkaç yıl sonra, Nüvvabda kapandı. Binası Bulgar öğrencilere yurt yapıldı. Kuruluşundan 1941 yılına kadar müdür Emrullah Feyzullah idi. Onun ölümü üzerine Yusuf Ziyaüddin Ersal müdür oldu. 1944'te komü­ nistler gelince onu azil ettiler. Yerine Ahmet Hasan'ı müdür yaptılar. 1947'de onun yerine B. Şişman'ı müdür getirdiler. 91


Nüvvaba kız öğrenci alınmamıştı. Müracaat eden de olmamıştı. 194l 'de Deliormanın göbeğinden-Yunusabdal Köyünden Fatma Şükür kendi yetiştirdiği rüşdiye mezunu kızlan öğrenci olarak yazdırmak is­ tedi ise de bu arzusu gerçekleşmedi. 1946'dan sonra 7-8 kız öğrenci Nüvvaba alındı ve bu devam etti. Fatma Şükür uyanık bir Türk ana­ sıydı, köyünde "Ana Kalbi" adlı bir demek kurmuş, Türk kızlarını uyandırmaya çalışmıştı. Mezunlar Listesi 1926'da ilk mezunlarını veren Nüvvaptan gimnazya şekline gi­ rinceye kadar, 1947 yılı dahil; 22 öğretim döneminde 677 öğrenci me­ zun olmuştur. Öğrenci sayısı gitgide artmıştır; ilk devrede-1926'da 19 kişi mezun olmuşken 1946'da bu sayı 154'tür. Hangi şehirden kaç öğrenci bitirdiğini gösteren şu listeyi alıyorum: ·

Şumnu Osmanpazan

70

Kemallar

58

Razgrat

53

Yenipazar

51

Balpınar

32

Aydos

31

Cuma

29

Ardino

27

Mestanlı

23

Preslav

20

Elena

16

Koşukavak

12

Ruscuk

14

Pravadı

11

Daridere

10

,

92

183


Karnabat

7

Kırcaali

6

Kırcaaliden 1940'tan sonra öğrenci gel­ nliye başlamış Filibe, Vama, Servi ve di­ ğer yerleden 1-3 arasında öğrenci bitirmiş.

d) Nüvvab Öğrenci Derneği : Müsterşitler Cemiyeti Nüvvab öğrencileri, okulları açıldığı yılda, 5 Şubat 1923 tarihin­ de "Müsterşitler Cemiyeti" adıyla bir öğrenci derneği kurdular. Tüzü­ ğünün il. maddesine göre derneğin amacı öğrenciİer arasında birliği, kardeşliği, yardımlaşma duygularını sağlamak, öğrencilerin fikrini aç­ mak, anadillerini yükseltmek, onları içtimai hayata alıştırmak, referat­ lar vermek, konferanslar düzenlemek, kütüphane kurarak bunları gerçekleştirmektir. Demek 5 kişilik bir idare heyeti, 3 kişilik teftiş heyeti tarafından idare olunur. 15 günde bir umumi toplantı yapılır, konferans verilir. Bir ara derneğin bir de spor grubu kurulmuştu. (1928) Derneğin bir kütüphanesi vardı. İlk kuruluşunda epey kitap alın­ mıştı, fakat sonraları iş yavaşlamış. Bizim idare heyetinde bulunduğu­ muz yıllarda oldukça mühim ve çok miktarda kitap alındı. Alınacak ki­ tapların listesi öğretmenler kuruluna sunulur, tasvip edildikten sonra alınırdı. Öğrenciler arasında kitap mütalaası meraklısı çoktu. Kütüphane­ den istifade edenler de çoktu. Yalnız 1937'deki olay dolayısıyla yapı­ lan teftişte bir kısım kitaplar ortadan kaldırılmış, imha edilmiştir. Derneğin tüzüğü eskiden yapılmış ise de idarece tasdiklenmek­ sizin duruyordu , kütüphanenin ise yoktu. Ben kütüphane için de bir tüzük hazırladım, komisyona verdim, kurulan komisyon gözden geçir­ di. Her iki tüzük 15 Aralık 1931 tarihinde Heyeti Talimiyece tasdik edilerek yürürlüğe konuldu ve basıldı. Öğrenci Derneği 1924'de "Doğru Yol" adlı kısa süreli bir dergi de çıkardı. Okulda ders kitabı olmadığından, Demek ilk yıllarda bazı' ders notlarını teksir de etmişti. 93


e) Növvaba Mahrac Medreseler : Nüvvab tüzüğünün 5. maddesinde tali kısmına rüşdiye bitirenler alınır, denilmektedir. Bu böyle olmakla beraber, Şumnu'daki Medrese-i aliyyeyi bitirenler, başlangıçtanberi Nüvvaba alınmıştır. Çünki bu med­ rese rüşdiye derecesinde sayılmıştır. Nüvvab açılırken, diğer medre­ seler kapanmış, onlardaki ilkokul öğrencileri bu medreseye toplanmış­ tır. Medresenin programı rüşdiyeye göre ayarlanmış, ancak Arapça der­ sine de yer verildiğinden tahsil süresi 4 yıl yapılmıştır, rüşdiyede 3 yıl­ dı. Okunan dersler şunlardır: Kur'an, Din Dersleri, Arapça, Türkçe, Bulgarca, Hesap, Hende­ se, Umumi Tarih, Bulgar Tarihi, Umumi Coğrafya, Vatan Coğrafyası, Tarihi Tabii (tabiat bilgisi) Resim, Müzik, Hüsnü Hat, Elişleri ve Jimnastik. (Bulgaristan'da sert ikiliğin sürdüğü sıralarda, 1933 yı.llarında bazı gazeteler halka: Çocuklarınızı Medresei aliyyeye göndermeyin, Türki­ ye'ye gidince diplomaları tanınmaz, diyorlardı. Fakat sonralan Medre­ se diplomaları orta okul derecesinde tanındı. Çünki M. Eğitim Bakan­ lığı Talim ve Terbiye Dairesi, medresede tahsil süresi 4 yıl olduğun­ dan bunu ilk okulla birleştirip 8 yıllık bir tahsil sayarak orta okul tahsi­ li tanıdı. Rüşdiyeler 3 yıl olduğundan 7 yılda kalıyor, onları maalesef orta okul derecesinde tanımıyor. Bir çok rüşdiye mezunu mağdur ol­ du. Bu da acayipliklerden biri . . ) Aynı programı uygulamak üzere Aydos İlçesi Kiremitlik Nahi­ yesinde de bir medrese vardı. Eskiden beri gelen bu medrese Hoca Sü­ leyman Efendi'nin 1924'de ölümü üzerine boş kaldı. 1925'de Mustafa Hilmi tarafından islah edildi, yeni odalar yapıldı, civarda rüşdiye olma­ dığından Aydos köyleri buraya okumaya geldiler. 1933'te buraya Nüv­ vab mezunu Çobannasuhlu Alunet, müdür geldi. Birkaç yıl sonra sıra­ kayalı Nüri Çetin yardımcı oldu. Burada da Şumnu medresesinin prog­ ramı tatbik edildi. Yine Aydos İlçesinde Çiflikmahalle köyündeki eski medrese, Ab­ dullah Efendi'nin ölümünden sonra islah edildi, aynı tarzda yeni usul ile derse başladı, Şumnu medresesinin programını tatbik etti, resmen tanındı. Bu civar halkı mütaasıp olduğundan rüşdiyeye çocuk gönder­ mezler, medreseye bağlıdır. Nüvvap mezunu Halil (Gezer) burada bir 94


süre öğretmenlik yaptı. Ahyolu İlçesinde Ahılı köyünde de aynı şekil­ de bir medrese vardı. O da islfilı edilip derse başladı, aynı programı tatbik etti. İstanbul 'da okuyan Cumalı Hüsmen Faik burada müdürdü. Ankara'da Vaiz iken öldü. Razgrat Müftüsü Abdullah, 1926'da Razg· rat'ta Medresei Feyziye adlı bir medrese açtı ise de, yaşamadı. Nüv­ vap mezunu Süleyman Ömer'le Akif Osman burada öğretmenlik yaptılar. Nüvvapta Öğretmenlik Yapanlar : Nüvvapta öğretmenlik yapanlardan birkısmının adı ve biyoğrafi­ si çeşitli yerlerde geçer, 1927'deki öğretmenler derli toplu bir arada geçti. Orada kısa süreli öğretmenlik yapanların tam listesini tesbit ede­ medim. Hatırlayabildiklerimi kaydedeyim: Halil Hasan (bak öğretmenler) Hasip Safveti (Bak Öğ.) Rüstem Cemil Vidinli, Hasan Tahsin, (Şurnnu Müftüsü) Hafız Mehmed Çeren­ çeli, Ali Riza Şurnnulu (Eski Cami Müderrisi), Mustafa Reşit (bak. Öğ.) Ahmet Kemal, Osman Nuri (avukat ve eski Bolu Mutasarrıfı), Ali Vas­ fi, Ali Mıtış, O. Raşid, Atıf, Ahmet Cevdet . Devamlı öğretmenlik yapan: Süleyman Sım ile Yusuf Ziyauddin, dir. 1949'lardaki öğretmenlerin çoğu Anavatana gelmiştir, bir kısmı şunlardır: Hafız Nazif Konuk (- 1974) Şurnnu İlinde Yusufhanlar'da doğdu. Nüvvabın yetiştirdiği değerli bir zattır. Benim hem öğretmenim, hem öğretmenik arkadaşımdır. Ar­ kadaşlar arasında (Efendı) denirdi, gerçekten efendi ve ciddi bir öğret­ mendir. Nüvvapta ilk yıllarda Arapça, fıkıh okuttu. Sonra pedagoji ders­ lerini okutmaya başladı, bu dersi başarıyla okuttu ve sevdirdi. Şum­ nu'da Çarşı Camii'nde hatiplik görevini de yaptı, okuduğu Türkçe hut­ beler cemaat üzerinde çok iyi tesir uyandırdı. 1950'de Anayurda geldi. ' Bursa'da Müftü yardımcısıydı. 1974'te hakkın rahmetine kavuştu. Osman Keskioğlu : Karnabat İlçesinde Rupça'da doğdu. Nüvvabın Ali kısmını bitir­ dikten sonra Ezher'de okudu. 10 yıl Nüvvabta öğretmenlik yaptı, 1950 tehcirinde Anayurda geldi. 11 yıl Vakıflar G. Mü. de Arapça müter95


cimliği yaptı. 16 .yıl Diyanet İşlerinde Müşavere-Yüksek Din Kurulu üyeliğinde bulundu. Aynı zamanda A. Ü. İlahiyyat Fakültesinde öğre­ tim görevlisiydi. 40 eseri basıldı, hazırlanmış 15 eseri vardır. Muharrem Abdullah Devecioğlu (1913-1956) : Razgrad'ın Taşçı köyünde doğdu. Babası Başmüftü Abdullah'­ tır. Nüvvabta 8 yıl beraber okuduk. Sonra birlikte Mısır'a, Ezher'e git­ tik. Dönünce Nüvvaba öğretmen oldu. Bir ara komünistler tarafından tevkif ve sürgün edildi. 1950'de Anayurda geldi.Diyanet İşlerinde gö­ rev aldı. Temiz yürekli, heyecanlı, samimi bir arkadaştı. Genç yaşta Hak'ın rahmetine kavuştu. İsmail Mehmet Ezberli : Osmanpazan İlçesinde Tekkeler köyünde doğdu. Osmanpazan rüşdiyesinden sonra İstanbul'a gelip İmam-Hatib'e girdi. Sonra Ezher'de okudu. Mısır'dan beraber döndük, 10 yıl Nüvvap'ta öğretmenlik yaptı. 1949'da Anayurda geldi. Diyanet İşlerinde vazife aldı. İlahiyyat'ta bir süre Arapça okuttu. Ahmet Hasan Davudoğlu : Şumnu İlinde Kalaycı köyünde doğdu. Nüvvabı bitirdikten son­ ra o da bizimle Ezher'e gitti. Nüvvapta öğretmen iken tevkif ve sürgün · edildi. Bir süre orada müdürlük de yaptı. 1950 başlarında Anayurda geldi. Diyanet İşlerinde vazife aldı. Sonra Milli Eğitim'e geçti. Mehmed Halil Öztürk : Şumnu İlinde Karademir köyünde doğdu. Nüvvabı bitirdikten sonra bir süre Başmüftülükte çalıştı. Sonra NÜvvaba öğretmen oldu. İyi bir matematik öğretmenidir. 1950'de Anayurda geldi. Karacabey'­ de müftülük yaptı. İsmail İbrahim Akdere : Şumnu ilinde Akdere'de doğdu. Nüvvabı bitirdikten sonra müf­ tülük yaptı, sonra Nüvvab'a öğretmen geldi. Okuttuğu tarih notlannı 96


bastırdı. 195 1 'de Anayurda geldi. İsparta'da Müftülük yaptı. İmam­ Hatip'te ders de okuttu, Latifeci bir arkadaştı. Manisa Müftüsü İlhan Armutçu anlatıyor: Hoca İsparta'da İmam­ Hatip okulunda ders veriyor. Sonraları Denizli Milletvekili olan Sami Ars­ lan, o zaman öğrencisidir. Sami nedense, Hoca'ya cephe almış, not yü­ zünden İrfan adında bir öğrenci Hoca'ya itiraz ediyor, arkadaşları önünde Hoca'ya-Bundan sonra senin birinci düşmanın ben olacağım der. Hoca kızmaz, işi latifeye çevirir: - Yok, bunu yapamazsın, çünki Sami, bana düşmanlıkta birinci­ liği kimseye kaptırmaz, der ve gülüşürler. Halil Aliosman Aydoğdu : Şumnu ilinde Aydoğdu köyünde doğdu. Nüvvabı bitirdi. Bir süre Şumnu'da Medrese-i Aliyyede öğretmenlik yaptı, sonra Nüvvaba geçti 1950'de Anayurda geldi, müftülük ve vaizlik yaptı . Osman Kılıç : Deliorman'da Kılıç köyünde doğdu. Nüvvabı bitirdikten sonra Medrese-i Aliyyeye öğretmen atandı. Sonra o da Nüvvaba geçti. Öğ­ retmenken , bazı öğrencilerle, Türkiye hesabına casusluk yapıyor diye tevkif olundular, müebbed hapse mahkum oldu. Ailesi, 1950'de Ana­ yurda geldi. Yıllar sonra o da mübadele suretiyle Anayurda gelerek ai­ lesine kavuştu. Dış İşleri11de vazife aldı. Sabri Çelik : Ruscuk ilinden, Tuna boyu Türklerindendir. Nüvvabı bitirdi. Öğ­ retmenlik yaptı, Beden Terbiyesi kursuna gitti, sonra Nüvvaba jimnas­ tik öğretmeni oldu. Öğrenciyken, Şumnu'da Çarşı Camii'nde Türkçe ezan okudu. Biz 1950'de gelirken o tevkif edilmişti. Sonra kurtuldu. Bana yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: Ölmedim, tırnak altında can kurtardım, varoğlu varım, yakında oradayım, mesut olacağım . . . Niha­ yet 1978'de Anayurda gelebildi. Son zamanlarda: Hafız Yusuf, İbrahim Halil Tanır, Mehmedali Hoca, Şakir Haksöz, Feyzullah Feyzullah da Nüvvabta öğretmendiler. . . 97



111. Bölüm DERNEKLER Türk Öğretmenler Birliği

(Muallimini İslamiyye Cemiyet-i İttihadiyesi) "Zaman artık değişmiş, infiradın yoktur imkanı, Göçüp memurelerden boylasan hatta beyabanı, Yaşanmaz böyle tek tek, devri hazır: devri cemiyet ... Akif Bulgaristan Türk'ünün birçok ihtiyacı, dertleri vardı. En başta okul işleri geliyordu. Çünki okul her şeyin temelidir. Herkes oradan yetişir. Maarifsiz millet ölüdür. Bu kadar önemli olan okullarımız ise hala perişan bir haldeydi. Eski sıbyan mektepleri, bazı medreseler var­ dı. Yeni usul öğretim de tek tük başlamıştı. Fakat bunları bir düzene koymak gerekti. Kitap, program yoktu, ehliyetli öğretmenler azdı. Bü­ tün bunları yoluna koymak, düzene sokmak için fikir adamları düşün­ düler. Bulgarlar'ın bir öğretmenler birliği vardı. 1895'de kurulmuştu. Bu işleri o yoluna koymuştu. Öyleyse Türk öğretmenlerinin de bir bir­ liği olmalıydı. Bu görüşü en önce Filibe'de çıkan Muvazene gazetesi or­ taya attı. Gazeteyi çıkaran Ali Fehmi, İstanbul'da Mülkiyede okumuş, Sultan Hamid'in idaresinden Filibe'ye kaçmıştı. Diğer aydınlar da bu görüşü benimsediler. Şumnu'da Ahmed İhsan, Rusçuk'ta çıkan Uhuv­ vet gazetesinde bu konuda yazdı, orada öğretmen olan Kızanlıklı Ali Haydar ve Tahir Lütfi de onlara katıldılar. Böylece konu olgunlaştı. Bu hususta Ahmed İhsan şöyle der: ''1906 senesine kadar Bulgaristan'ın hemen her tarafında gerek ilkokullarda ve gerek Rüşdiyelerde okunan dersler, okunan kitaplar, muallimin fikrine tabi olup hiç birisi diğerine benzemiyordu. O zaman Rusçuk'da neşrolunan Uhuvvet gazetesinin delaletiyle ders programla­ rının birleştirilmesi hakkında birkaç makale neşrolundu. Muallimler ve aydınlar arasında münasip bir yerde bir kongre yapılarak programla­ rın birliği meselesi müzakere olunmak fikri kabul olundu. Yalnız kong99


renin nerede ve ne zaman toplanması meselesi kalmıştı. Biz Şurnnu'da birkaç muallim bu kongrenin Temmuz'da Şumnu'da yapılması ciheti­ ni düşündük. Ben Uhuvvet gazetesi yazarlarından olduğumdan bir Açık Mektup ile umum Bulgaristan Türk muallimlerini ve aydınlarını kong­ reye davet ettim. Bu mektup "Tuna" gazetesinin 257 sayılı nüshasıyla iları olun­ ması üzerine, önce Rusçuk muallimleri, başta Maarif Encümeni Baş­ kanı Tahir Lütfi Bey olduğu halde kongreye katılacaklarını bildirdiler. Daha birçok yerden birçok mektuplar aldım. Bazı şehirlerden delege­ ler de geldi. Temmuz ayında Şumnu'da toplandılar. Fakat bir toplantı yeri bulamadılar. Şumnu encümen Reisi Hacı Hamdi, bu öğretmenle­ rin toplanması için okullardan birini vermediği gibi Şumnu öğretmen­ lerinin kongreye katılmalarına da izin vermedi. Çünki, Sultan Hamid idaresi zamanında olduğundan bazı hesaplarda bulundu." Süleyman Sır­ rı 'nın anlattığına göre, birinci gün yer bulamadıklarından Köşkler Bo­ ğazında kırda toplanmışlar, ertesi gün, Tokalıoğlu Talat'ın delaletiyle o zaman kız rüşdiyesi olan Saat Camii hareminde toplantı yapmışlar. İlk Kongreye katılanlar

Bulgaristan Türk'ünün maarifine gerçek bir yön veren bu kong­ re olduğundan buna katılanları saygıyla anmak, tarihe tescil etmek is­ terim. Ahmed İhsan, risalesinde Kongreye katılanların 25 kadar oldu­ ğunu söyler ve fakat isim vermez. (s.21)Hafız Abdullah, kendi yazdığı biyografisinde "Birkaç sene uğraştığımız halde, Türk muallimlerinden ancak 10-15 muallim toplayabildik. İlk kongremizi 1906 senesi Tem­ muz'da Şumnu'da Saat Camiinin avlusunda yaptık, böylelikle Muallim­ ler Cemiyeti'nin temelini atmış olduk. Kongreler bir iki sene ara ile 1930 senelerine kadar devam etti. (Hakkı A. Meçik, Şumnu, s.19/20, 1977) diyor, isim kaydetmiyor. Talim ve Terbiye Üyesi Ali Haydar Taner toplananların sayısını doğru olarak 23 gösteriyor. (Eğitim Hareketleri Dergisi, Sayı:27, 1957, Ankara) Bu meseleden bahsedenlerin çoğu Os­ man Nuri, Mehmed Masum, Süleyman Sırrı, Hüsnü Fuad adlarını ilk kongreye katılanlar arasında sayarlar. Halbuki bunlar ilk kongrede yok­ turlar. Mehmed Masum il. Kongrede varsa da diğ�rleri yine yoktur, onlar daha sonralan katılmıştır. Birinci kongreye katılanları o zaman çekilen resimde göıiiyoruz. Bu resim posta kartı halinde basılmıştır. Selvi'de öğretmen olan Osmanpazarlı .İbrahim Hakkı, elindeki karta 100


adlan yazmış, bir tanesi açıktı, onu da Hasip-Aytu-ria tanıdi, böylece hepsini tanımış olduk. / (:,..2... "\ Bunlar resimdeki sırayla şu zatlardı (Resim : 16) Önde: 1 - Şerafeddin, Karnabat; 2 - Emin, Silistre; 3 - Mehmed Şükrü, Silistre; 4 - Tahir Lütfi, Rusçuk; 5 - Mehmed Talat Tokalıoğ­ lu, Şumnu; 6 - Ali Haydar(Taner), Kızanlık; 7 - Hafız Hasan, Filibe. 11. 1 - Ahmed İhsan , Şumnu; 2 - Hafız İsmail Hakkı, Razgrat; Ali Rıza, Rahovo; 4 Hüseyin Hulki, Şumnu; 5 Hafız Hasan, Vi­ din; 6 - Mehmed Emin, Silistre; 7 - Hüseyin Mazhar, Osmanpazar; 8 Talha Kemali, Filibe;

3

-

-

-

-

III. l - Hasan Basri, Vidin; 2 - Ziya, Ziştovo; 3 Hafız Ahmed, Si­ listre; 4 - Ahmed Fethi (Ciddi), Şumnu; 5 - Kazim Bey, Karnabat. İlk kongreye katılanların az sayıda olmasının nedenini A. İhsan şöyle açıklar: "Kongreye pek az aza katılmasına sebep: O zaman Bulgaristan'­ da hafiyelikle kendilerin� menfaat koparmaya çalışanların vücuda ge­ tirdikleri lehlilik-aleyhlilik düşüncesi sebep olmuştur. Türkiye'de hür­ riyet ilan olununca, Bulgaristan Müslümanları daha geniş soluk aldı­ lar. Önce bazı sebeplerden ötürü kongreye katılmayanlar . . . cemiyet ha­ yatına sarıldılar." "(Bulgaristan Türkleri, s.22) Toplantıda gündem olarak şu konulara yer verilmiştir: 1) Derneğin Tüzüğü, 2) İçtüzük 3) Öğretmenlerin himayesi, 4) Mesleğin gelişmesi. . . Kongre sonunda ikinci kongrenin Rusçuk' da yapılması kararlaş­ tırıldı. Heyeti Merkeziye ReisliğiQe Rusçuklu Tahir Lütfi seçildi, ka­ tipliğe de Rusçuk'da öğretmen olan Kızanlıklı Ali Haydar getirildi. (Da­ ha sonra Türkiye'de Talim Terbiye Üyesi oldu.) Bu kongrede okulla­ rın islahı ele alınacaktır. "Ahali" gazetesi, 22/Ekim/1906 tarihli sayı­ sında şu bildiriyi yayımladı: "Mekteplerin cidden islahat zamanı gelip geçtiğini çoktan anla­ mış olan bazı zevatı kiramın, gerek hususi, gerekse gazete ile vaki olan teşvikleri üzerinde bu meselelerde en ziyade alakadar olan zevattan, -

101


milletin hal ve istikbali karanlık olduğu halde yılmamış, usanmak bil­ meyen güzide bir sınıftan, muallimlerden mürekkep bir kongre akdo­ lundu ... " "Biz de ittihad edelim, elele verelim. Yeni usül ders okutmanın tatbiki için fikir teatisi yapalım. Mümkün olan her şeyi bugünden, ol­ mayanları yapabilmek için icabeden meseleleri şimdiden düşünelim. Bu suretle hem kendi hal ve istikbalimizi temin etmiş ve hem de mektep­ lerimizin islahi çarelerini araştırmış oluruz. " "Cemiyetin Heyet-i Merkeziyesi Rusçuk'ta Tahir Lütfi Efendi'­ nin riyaseti altında bulunmaktadır. Her türlü muhabere cemiyetin ka­ tibi Rusçuk rüşdiye mektebi muallimlerinden Ali Haydar Efendi namı­ na gönderilmelidir.'' B) Rusçuk kongresi Güçlüklerle dolu çalışmalardan sonra il. kongre 1907'de Rusçuk'­ ta toplandı. Tahir Lütfi, İstanbul'da Mülkiyede okumuştu, Muallimler Cemiyeti kurulmasında emeği vardı. Bu defa kongreye katılanlar daha çoktu. Ali Şakir takma adını taşıyan Dr. Neşet de gelmişti. Jon Türk­ lerdendi, Sultan Hamid istipdadından Mısır'a, kaçmış, oradan Bulga­ ristan'a gelmişti. Gazeteci Ethem Ruhiyle teması vardı. Balpınar'da öğ­ retmendi, Rusçuk'ta çıkan Tuna Gazetesi'ne yazardı. Namık Kemal' ın, Vatan yahut Silistre piyesini şehirlerde sahneye koyarak Türklerde Milli ruhu uyandırdı. Gençleri etrafına toplamıştı. Karnabatlı �rafed­ din Giray, onun vasıtasıyle Jontürklere katılmıştı. Bunlar, Bulgaristan Türk'ünün uyanması, okulların düzene girmesi için çalışıyorlardı. Kong­ reler bunu sağlamak için en iyi vasıtaydı. Rusçuk kongerisi gündeminde şunlar var: 1 ) Okul programlan, 2) Ders kitapları, •

3) Okul talimatnamesi, müfredatlı program. Rusçuk kongresinden sonraki yıllarda başka başka yerlerde kong­ reler devam etti, 1933'te Rusçuk'ta yapılan 23. kongre, sonuncu oldu. İlk kongreye 23 kişi katılmıştı. Demek de, 23 kongre yaparak tarihe 102


mal oldu. Ne garip tesadüf deyip geçelim. Kongrelerin yapıldığı yıllar ve şehirler şunlardır: Yer Yıl 1 - Şumnu 1906 3 - Vama 1908 5 - Pravadı 1910 1912 7 - Eskicuma 1915 9 - Razgrad 1920 1 1 - Plevne 1922 13 - Ziştovo 15 - Osmanpazan 1924 17 - Vidin 1926 19 - Lom 1928 21 1930/1931 23 - Rusçuk 1933 Son

Yer 2 - Rusçuk 4 - Silistre 6 - Şumnu 8 - Filibe 10 - Eskizağra 12 - Kızanlık 14 - İslimye 16 - Niğbolu 18 - Filibe 20 - Şumnu 22 - Şumnu

Yıl 1907 1909 1911 1914 1919 1921 1923 1925 1927 1929 1932

c) Derneğin Gelişmesi Çalışmalan:

Demek gitgide gelişti, 1906'da Şumnu'da yapılan kongreye 23 kişi katılmıştı, 6 yıl sonra yine Şumnu'da toplanan kongreye 128 kişi katıldı. 1921 'de Kızanlık Kongresi ise pek kalabalık olmuş, pek parlak geçmiştir. Demek birçok yerlerde Havzalar açmış, aynca bir Havzalar Tüzüğü'de yapmıştır. Bunlar merkeze bağlıydı. Merkez ise münasip şehirlerde sırayla paylaşılırdı. Örneğin 1923'te Havza heyeti bulunan kasabalar şunlardır: Varna, Balpınar, Rusçuk, Yenipazar, Osmanpazarı, Ziştovo, Servi, Plevne, Filibe, Eskizağra, İslimye, Aydos, Burgaz. Dernek her kongrede çeşitli meseleleri tartışır, konuşur, çözüm yolu arardı. Bu hususta bir fikir vermek için 1912'de Eskicuma'da top­ lanan VII. kongrede Türk İlkokullarına dair talimatname görüşülmüş, karara bağlanmıştır. 146 maddeden oluşan bu talimatnamenin 25. mad­ desi şöyledir: "Her öğretmen, boş vakitlerinde, bahusus tatil günlerinde ilmi ve terbiyevi malumatını artırmaya ve genişletmeye mecburdur. Arzu olunur ki, öğretmenler, topoğrafya, coğrafya,tabakat(jeoloji) fenlerine dair malumat almaya, memleketin iktisadi ahvalini öğrenmeye, milli tür­ küleri, masalları, adetleri, hasılı yurdun umftmi ahvalini zabtetmeye ça­ lışsınlar." 103


Bu maddenin müzakeresi sırasında bir öğretmen şöyle konuşmuş­ tur: "Bir insan bulunduğu memleketin, mensup olduğu cemiyetin tari­ hini bilmek farzdır. Zannederim ki bunda hepimiz müttefikiz. Pekala, biz Bulgaristan Türkleri tarihimizi biliyor muyuz? Mazimizi tanıyor mu­ yuz?. . . Ya bulunduğumuz Bulgaristan, bu eski Tuna vilayeti, ya bu Es­ ki Rumeli Eyaleti hususi tarihine dair ne biliyor? Mesela Cuma, Şum­ nu, Yenipazar, Osmanpazarı, Varna, Rusçuk hakkında ne malumatı­ mız var? Buraların ahalisine dair ne biliyoruz? Deliorman'ın adamı ile Gerlova'nın veyahut başka yerlerin adamları birbirine benziyor mu? Hiç tahkik ettik mi? Demek isterim ki, bu maddenin rı1hu şudur: Biz muallimler, bu­ lunduğumuz yerlerin coğrafya ahvaline, topoğrafyasına, jeolojisine da­ ir malumatını bilsek,· incelemede bulunsak, eski masallarımızı toplasak, adetleri öğrensek pek çok yeni malumat elde etmiş oluruz zannederim. Türk soyundan gelmiş olan Macarlar, bir tarihte, memleketimizde mü­ safireten bulunmuşlardı. Bizim ne kadar türkümüz, masallarımız var­ sa hepsini topladılar, birçok mecmualar yapmışlar. Maatteessüf, bizi bir çok tarihi türkülerimizi unuttuk, yahut unutacağız. Ya bu vatanın yetiştirdiği büyük adamlar, bunları biliyor muyuz? Burada birçok hayır eserlerinin pek çokları, bizim benimsemememiz yüzünden mahvolup gitti, bir takımları da mahvolacaktır. Eğer şimdi­ den bunları, tarih sayfalarına tesbit etmezsek, emin olunuz ki, bizden sonra gelecekler, ecdadımız, evet, o şanlı ecdadımız hakkında pek fe­ na stii-zanda bulunacaklar. Müslüman medeniyetinden, Müslüman um­ ranından, Müslüman geleneklerinden bir şey bulamıyacaklardı. Bina­ enaleyh, bize, bu maddenin geçmesiyle beraber herkeste, yani muallimlerden-sene nihayetine kadar bulunduğu yerin ahval ve adetle­ rine dair, bizim noktai nazarımıza muvafık, birer tahkikat-ı tarihiyye ve coğrafya isteyeceğim. İstenmesini teklif ettiğim şeyler aşağıdadır: 1 Her yerde sanat ve tarih bakımından kıymetli binalar, hayrat müesseseleri, bugün ister mevcut olsun, ister olmasın. -

2 3 4

-

Bunları yaptıranlar.

-

Bulunduğumuz kasabaya bağlı köylerin adları tarihleri.

-

Bu yerlerde yetişen büyük adamlar ve bunların biyografileri.

5 Çeşmelerin, kal'aların, camii şeriflerin, tekkelerin, medreselerin, kütüphanelerin, mezarların tarihleri (kitabeler), banileri ve sair. -

104


6 Müslümanlar arasında meşhur ve mütevatir olan tarihi rivayetler. 7 - Eski türküler. 8 - Masallar, gerek manzum (destan) gerekse mensı1r olanlar. 9 - Adetler, ananeler (gelenekler). 10 - Köylerin, kasabaların civarında olan meşhur harp vak'ala­ rı; bunlara dair yerli ahalinin bildikleri. 1 1 - Köylerin, kasabaların eski isimleri ve bu isimlerin verilme­ sinin sebebi. 12 - Ahalinin asıl olarak nereden geldikleri. (Kökenleri). 13 - Elde edilen mühim vakfiye berat, hüccet, ilam ve saire su­ retleri..." -

Bu malfimatı, Ahmet Hamdi Akseki (Türkiye Diyanet İşleri Baş­ kanı) o zaman muhabir olarak Bulgaristan'daki gezisinde, Kongre baş­ kanından alarak belgeleriyle Sebilürreşad dergisine göndemıiş; orada yayımlandı. (Bak, C. VIII, Sayı 207 s. 190/19 1 , 1328, Ağustos 19 12). Bu isteğe uyarak Servi'de öğretmen İbrahim Hakkı, Servi tarih­ çesini yazıp Muallimler Mecmuasında tefrika etti ve dergide Osman Nuri'den aferin aldı.

Bazı Önemli Çalışmalar Eskicuma Kongresinde ayrıca öğretmenleri olgunlaştırma kurs­ ları açılması da kararlaştırıldı. Bu tür kurslar sonraları da devam etti. Bu defa kurs açılacak 1 1 yer şunlardı : Aydos, Filibe, Plevne, Rusçuk, Eskicuma, Razgrat, Şumnu, Pravadı, Varna, Dobriç, Silistre. Eski usulden yeni usule geçmek için öğretmenleri bu kurslarda hazırlıyorlardı. Köy-kent öğretmenleri bu kurslara katılırlardı, yaz ta­ tili bu kurslarda geçerdi. 192 1 'deki Kızanlık Kongresinde programlar, tüzükler yeniden gözden geçirilmiş, yeni şekil verilmiştir. 1 922 Ziştovo Kongresinde de ilkokul ve rüşdiye dersleri müfre­ dat programlan tadil ve islah edilmiş, okul kitapları hazırlamaya hız verilmiştir. 1924 Osmanpazarı Kongresi gündemi de şöyledir : 1 - Çalışma raporu ve gelecek yıl bütçesi 2 - Birlik ve Fond Meselesi 3 - Öğretmenlerin geleceği teminatı 105


4 5 6 7 8 9

-

Okullarda verilecek mefkı.1re Kurslar Çalışma programı Neşriyat talimatnamesinde tadilat Referatlar Çeşitli maddeler

1928'de yapılan Filibe Kongresinde derneğin adı "Türk Mual­ limler Cemiyeti" olarak değiştirilmiştir. Derneğin çeşitli kongrelerinde maarifle ilgili isteklerini -Derneğin Mecmuası, 1923'de çıkan 1 . sayısında şöyle özetler : 1 - Okullarda tahsilin; asri, terbiye fennine uygun yapılması, 2 - Maarif Kanununun 30. ve Anayasanın 78. maddelerinin Türk çocuklarına da tatbik edilerek tahsilin parasız olması, kitapların mec­ canen verilmesi, 3 - Okul masraflarının hükümetçe ödenmesi, belediye ve idare­ ler tarafından verilen yardımın arttırılması, 4 - Mekteb fondu olarak tarla, çayır, koru verilmesi, 5 Okullarda program, tüzük, ders dili bakımından milli muh­ tariyete tamamıyla riayet edilmesi. (1923'de Filibe Maarif Müdürü Bul­ gar Tarih ve Coğrafyasının Bulgarca okutulmasını istedi. Öğretmenler Birliği bunu kabul etmedi). -

6 - Hükümetçe sıhhi, uygun okul binası yapılması, 7 - Resmi okul öğretmenlerine verilen emeklilik ve diğer hak­ ların Türk öğretmenlerine de tanınması, 8 - İhtiyaca yetecek kadar öğretmen okulu açılması, öğretim di­ linin Türkçe olması, Bulgarcaya yetecek kadar yer verilmesi, 9 - Ders araçlarının hükümetçe temini, 10 - Ders kitaplarının parasız verilmesi, 1 1 - Türk okulları için umumi müfettişten başka 10 müfettiş da­ ha tayini (Bunlar: Şumnu, Rusçuk, Varna, Razgrat, Tırnovo, Eskizağ­ ra, Filibe, Burgaz ve Kırcaali'de olmalı) 12 - Rüşdiyeyi bitirenlerin gimnazyaya alınması, 13 - Tatillerde kurslar açılması, 14 - 336. maddenin "Müslüman okullarında öğretmen olacaklar, en az rüşdiye mezunu olup yeni tayin edileceklerin ise Türk Öğretmen Okulu veya Nüvvap mektebini bitirmiş olmaları lazımdır." şeklinde değiştirilmesi . 106


Demek, öğretmenlerin haklarını korumak için bir mücadele ve yardım fonu (Döner Sermaye) yönetmeliği de hazırladı. 38 maddelik bu yönetmelik 1924 Osmanpazarı Kongresi'nde kabul edildi ve Mual­ limler Mecmuası'nın 6 . , 7 . , 8. sayılarında yayımlandı. Buna göre öğ­ retmen, görevinden alınır ve işsiz kalırsa kendisine yardım yapılacak­ tır, okul encümenlerinin kanunsuz hareketleri böylece önlenmek istenmiştir. 1906'da kurulan ve 1933'te Rusçuk'ta son kongresini yapan der­ nek üyeleri; Türklüğe, Türk kültürüne ağır şartlar altında hizmet etti­ ler. Kongreler yaparak dertlerini dile getirdiler, çare aradılar. Bu kong­ relerin ayrı ayn yerlerde yapılması da çok isabetle düşünülmüştü. Kı­ zanlık Kongresinden bahsederken emekdar öğretmen Süleyman Sırrı merhum şöyle der: "Kongreler birer düğün yerini andırır oldu. Memleketin dört bu­ cağından ulam ulam delegeler, dinleyiciler gelirler. Kongrenin toplan­ dığı kasabada neşe ve samimiyet havası esmeye başlar. Halk, gelen mi­ safirleri, Türk Misafirperverliğine has cömertlikle, güler yüzle karşı­ lar, ve konuklar. Kongrenin sonunda da misafirlerini, mükellef bir zi­ yafet verdikten sonra, uğurlar. Bu toplantıların içinde gül diyan olan Kızanlık Kongresi'nin müstesna bir mevkii vardı. Gül bahçelerini gör­ mek, gül kokusuyla meşbu kızanlık bahçelerini, mesirelerini dolaşıp gez­ mek emeliyle kongreye, memleketin her tarafından pek çok misafir gel­ mişti. Yerli misafir kafilesine Cafer Tayyar Paşa ordusundan Bulga­ ristan'a geçip güney Bulgaristan'a yerleştirilen Türk subayları, maarif müdürleri öğretmenleri, aydınları da katılınca Kızanlık hasretkeşlerin buluşma yeri manzarasını aldı. . . Ne günlerdi o günler . . . " Muharrem Yumuk'uri Türk dili hakkındaki referati unutulmaz ilginç ve gülünç anı­ lardandı diyor. (Yandan: yanak, kayak, :dudak, (Anayurt, sayı 2 1 , 1954) Gerektiğinde Öğretmenler ve encümenler elele vererek Türk okullarının haklarını korumasını . bildiler. Bunun bir örneğini verelim: "1924 ders yılında Şumnu sancağındaki Türk okullarına gelişi gü­ zel Bulgar öğretmenleri atanmaya başlandı. Bunlar okullara fazla maddi yük yüklüyordu. Öğretmenler Birliği Başkanı Osman Nuri Peremeci Şumnu' da encümenlerle bir toplantı yaptı. Bu mesele Türk okullarının hürriyetine ve milli varlığına bir darbeydi. Bakanlık'tan bunun önlen­ mesi istendi. Fakat bir sonuç alınamadı. Bunun üzerine 25/111925 tari­ hinde Şurnnu Encümen Başkanı Ali Galip'in başkanlığında bütün Şumnu 107


sancağı Türk encümenleri Şumnu'da toplandılar. Şumnu Eğitim Mü­ dürü'nün bu tutumunun yanlış olduğunu, köylü, kentli encümenler di­ le getirdiler. Hatta toplanb.ya gelen Şumnu Valisi ile İdare Meclisi Üyesi Stoykof, heyecana gelen amucaları haklı bularak, arzularının kabulü için çalışacaklarını vadettiler. Beş saat süren toplantıdan sonra alınan kararların Bakan'a, Millet Meclisi Başkanı'na iletmek üzere beş kişi­ lik bir heyet seçildi ve bunlar 1 Şubatta Sofya'ya gitti. Bulgaristan'ın çeşitli yerlerinden, Şumnu Encümenleri kararının kabulü için Sofya'­ ya telgraflar çekildi. Öğretmenler Birliği Merkezi, Bakanlığ1n bu me­ seleyi arzumuza uygun halledeceği kanaatindedir. Şayet, kabul etme­ yecek olursa bizim için mücadele kapıları kapanmamıştır, Osman­ pazarı Kongresinde (1924) alınan kararlar gereğince başka çarelere baş vurulacaktır. Elverir ki aramızda birlik olsun. Unutmayalım ki, başarı birliğe bağlıdır. Çalışmak bizden, tevfik ve hidayet ise Allah'tandır.

(Muallimler Mecmuası,

sayı:8, Ocak, 1 925, Varna.)

Bulgaristan'da Türk Muallimler Birliği, Türk Halkına çok hiz­ met etmiştir, orada Türklüğü yaşatmıştır. Bu hizmet kutsaldır, unutulmamalı. Derneğin Dergileri

:

Terbiye Ocağı, Muallimler Mecmuası

Demek, kendi organı olmak üzere, daha kurulduğu zaman bir der­ gi çıkarmayı tasarlamış ve 1. Cihan Harbi'nden önce "Yeni Mektep" adlı bir dergi çıkarmak üzere Filibe'de hazırlığa başlamıştı. Fakat Harp çıkınca o çıkamadı 192 l 'de Kızanlık Kongresinde "Terbiye Ocağı" der­ gisi çıkarılması kararı alındı ve dergi çıkmaya başladı. 1923'te İslimye Kongresinde derginin adı Muallimler Mecmuası olarak değiştirildi. Terbiye Ocağının ilk sayısı Eylül 1921 'de çıktı. 10. sayısı 1 Ma­ yıs 1922 tarihini taşır. Osman Nuri, Mehmed Masum, Hasip Safveti, Çakaloğlu B. Hilmi ve diğer imzalar var. "Türk Mualimler Mecmuası" ise: 1 Aralık 1923'te birinci sayı çıkmış, Vama'da İleri Matbasında basılmış. 1. sayıda (İfade) başlığı al­ tında şöyle deniyor: "Mecmuamız fikirde, emelde, menfaatte, mazaratta müşterek bir zümrenin, Muallimin cemiyeti ittihadiyesinin efkarını neşre bir vasıta­ dır. Binaenaleyh; neşriyatında umumen cemiyetin, ferden muallimleri 108


işlerinden ayrılmayacaktır". İlk sayılarda Osman Nuri, Mehmet Ma­ sum, Hüsnü Fuat, Ebu Şinasi Hasan Sabri, Alyanak Şerif, Hüseyin Edip, Tevfik Fikret, İbrahim Hakkı, Ahmet Aziz, A. Avni, Ed. Ruhi vesaire imzalara raslıyoruz. Dergi, 1926'da Razgrad 'a nakil edilmiş ve bir süre sonra kapanmıştır. Dernek için Muharrem Yumuk, bir marş yazmış ki, bu 1925 'te Muallimler Mecmuası'nın 10. sayısında yayımlanmıştır.

Bilgin ordusu-bizim ordumuz, Bilip öretmek-büyük borcumuz. İsteriz biz: cehl kalksın aradan, Bilgi ocağı olsun yurdumuz. Bilgi yazıldı Bayrağımıza, Evlerimize Ocağımıza. Düşman ayağı basmasın artık, Toprağt,mıza, Bucağımıza. Cehilden başkaca düşmanımız yok, Dilden başkaca lisanımız yok, Dil ile ili sevmeyenlere, Gönül gözüyle bakanımız yo�. Müsamereler, Şarkılar Öğretmenin, okul dışında da görevi vardır. Milletin yavrularının ruh yapısını yapan odur, benliğini yoğuran odur. Okullarda öğrenci der­ nekleri kurulur, jimnastik, müzik gruplarında çalışmalar yapılırken, öğretmen hep baştadır. Yıl sonunda ve ortasında müsamereler verilir, öğrencilerin becerileri halka gösterilirdi. Milli oyunlar sergilenir, tem­ si11er verilirdi. Öğretmenler bu konuda çalışır, eser hazırlardı. Abdul­ lah Fehmi , Mehmet Masum temsiller yazmıştı, Türkiye'den getirilen­ ler de vardı. Halk yavrularının bu temsillerini sevinçle seyrederdi. Öğ­ rencilerin söyledikleri şarkıların tatlı sesi, kulaklarda unutulmaz akis­ ler halinde dalgalanır dururdu. Şarkı ve müzik, çocuk ruhunu besler. 1 09


·

Bunları söylerken : Din, vatan, millet sözleri onun minik kafasında olu­ şur ve yerleşir. O şarkılardan bazısını buraya kaydedelim, tabii başta Osman Paşa, şanlı Plevne Marşı :

"Tuna nehri akmam diyor Etrafımı yıkmam diyor, Şanı büyük Osman Paşa Plevneden çıkmam diyor...

"

***

Yürüyelim Marşı :

"Annem bana yürü dedi Ben dönemem yolumdan, Yatağımız taştan olsa Yorganımız yapraktan. Vazgeçmeyiz bu vatandan Şu kırmızı sancaktan. Yürüyelim ey kardeşler Birdir bizim yolumuz. Yürümektir, çalışmaktır Vatan için borcumuz. Şan vermiştir, şan almıştır Şu heybetli ordumuz. . "

***

Bayrağımız :

"Şaşırdı, şaşırdı Girdi düşman arslan yatağına, Kim karşı gelebilir hiç Osmanlı sancağ7,na. Yürüyelim ileriye Atlayalım dağ, dere... "

1 10


Annem beni yetiştirdi; Bu yerlere yolladı, Al sancağı, teslim etti; Allah 'a ısmarladı. Boş otunna, çalış dedi, Hizmet eyle vatana, Sütüm sana he/dl olmaz, Saldırmazsan düşmana. . . ***

Türk Yılmaz :

Çelik gibi kollu, tunçtan ayaklı, Göğsü imanlı, temiz vicdanlı, Türk hiç yılar mı, Türk hiç yılar mı? Türk yılmaz, Türk yılmaz. Cihan yıkılsa Türk yılmaz... (Bu marşı 1927'de Medresei Aliye'de Rüstem Cemil Erkund öğretmişti.)

Ordu Marşı :

Ordumuz etti yemin Titredi luik-ü zemin Milleti ettik emin Açıldı rtih-i nevin Sancağımız, şanımız Osmanlı unvanımız. Vatan bizim canımız Fedô. olsun kanımız. (Bunu aynı okulda Ahmet Kemal öğretmişti.) ***

Türk 'üz, ederiz dô.im iftihar Hilkatla başlar tarihimiz var, Kalpler de Türk'tük aşkıyla çarpar 111


Yok bize başka yar. Elde Kur'an, başta iman Kalpte Tann, biz, Dünyada serbest olmak isteriz. Derneğimiz Türk Ocağı Uğrağımız yüce, parlak, Turandır hep ancak...

(Bunu da Ahmet Kemal öğretmişti, gezilerde söylerdik. Şiir ki­ min öğrenemedim, Hüsnü Fuat'ın sananlar var.)

Cumhuriyet Marşı :

Etti Cumhuriyeti tesis ulu Türk milleti, Payıdar etsin cihanda Hak bu ali kuvveti. Dalgalansın her tarafta şanlı Türk 'ün rayeti. Mustafa Gazi Kemal'in unutulmaz himmeti. Bin yaşa Cumhur Reisi, ey büyük Gazi Paşa, Eyliyor millet teşekkür orduya subh-u mesti. (Bunu Rüstem Cemil öğretmişti) Mehmed Emin Yurdakul'un : Ben bir Türk'üm dinim, cinsim uludur, . . . Gökalp'in : Uyu yavrum, uyanacak günler var, . . . Tahirül Mevlevi'nin : Rumeli'nin dağı, taşı ağlıyor, . . . Fikret'in : Çiğnendi yeter varlığımız cehl ile kahra, . '. . Ali Ulvi Elöven'in : Dağ başını duman almış . . . şarkıları da okul içinde, okul dışında söylediklerimizdendir. Söylenen şarkıların hepsini buraya yazmaya gerek yok. Ancak özellikle ilkokulların sevdiği iki şarkıyı kaydedeceğim :

Artık kuşlar ötüyor, Orman yeşil oldu bak, Çoban sürü güdüyor, Kavalını çalarak. Güne.ş bakmakta şen şen, Yanmakta her yer par par, Isındı yer, kır, çimen Sevimlidir ilkbahar. 1 12


Dünya döner fınl fınl, Sular akar şınl şınl, Erbabı taşlan sıksa, Altın sızar zınl zırıl Küremizin şarkındayız, Hem feleğin çarkındayız, Bizi abdal zannetmeyin, Biz her şeyin farkındayız. Okul şarkılarının bir kısmı, öğretmen Hüseyin Esat tarafından Şumni.ı'da Terakki Matbaasında bastırıldı.

Haydi gidelim ey arkadaşlar, Rumeli'ne, . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Bu akan sular, bu güzel çaylar, Bizim canımız, bizim kanımız. . . gibi şarkılar vardı. Kitap yasaklandı, takibe uğradı.

Türk Gençliği Spor Teşkilatı

Gençlik, milletin ümidi ve geleceğinin taminatıdır. Onların okul içi, okul dışı eğitimi gerekir. Okul içi eğitimi okul yapardı, fakat okul dışı halk eğitimi yapan bir kuruluşa da gerek duyuluyordu. Bulgaris­ tan kurulunca, Türk halkı kimsesiz kalmıştı, elinden tutanı yoktu. Kendi kendini korumasından başka çare yoktu. Silkindi, kendi yaralarını kendi sarmaya çalıştı. İlerleme, yükselme yollarını aradı. Maarif işleri biraz yoluna girdi. Fakat, yoksulluk yüzünden bazı yerlerde hala ilkokul yok­ tu. Çok yerde gençler ilk tahsille kalıyordu. Halbuki, 20. yüzyılda yaşı­ yorduk, bu durum böyle devam edemezdi. Herkes ilerliyor, medeniyet yolunda yarış yapıyordu. Bazı yerlerde spor kuruluşları yeşermiye baş­ lamıştı. Eskicuma başta geliyordu. Şumnu'da Rahmi Yoğurtçuoğlu Emelyurdu'nu kurdu. Fakat bir gencin yalnız topa iyi vurmasını bil­ mesi yeterli miydi? Kafayı da işletmek, aydınlatmak gerekliydi. Bun­ lar gelişmeli, birleşmeliydi. Yer yer kurulmuş olan spor dernekleri bir­ leşme, anlaşma yoluna girdiler. 1 13


Birlik yolunda Rusçuk'taki Yıldız ve Terakki spor kulüpleri birleşerek 1 924'te Rusçuk'ta 1. Spor Birliği Kongresi'ni topladılar. Bu kongreye: Razgrat'tan Gençler Birliği, Pravadı'dan Çelik, Ziştovo'dan Kuvvet, Plevne'den Kamer kulüpleri katıldı, böylece birlik temeli atıldı. Gündemde şunlar var: 1 - Umfımi spor tüzüğünün hazırlanması, 2 - Umumi merkezin belirlenmesi, 3 - Konferanslar, referatlar, 4 - Çeşitli meseleler. Kongrede merkezin Rusçuk'ta olması, tüzüğün hazırlanıp Plev­ ne'de yapılacak il. kongreye sunulması kararlaştırılıyor. 1925'te Plevne'de toplanan il. kongreye 7 şehirden 9 kulüp, 29 üye ile katılıyor. Vraca'dan Gayret, Vidin'den Tenviri Efkar, Vama'­ dan Hilal, katılanlardandır. Vidinli Yaşar Ahmed, burada yalnız spor birliğinin yetmiyeceğini, Türk azınlığının maddeden ve manen kalkın­ ması için başka derneklere de gerek olduğunu, belirterek, Turan Ce­ miyeti kurulmasını önermiş ise de kabul edilmedi. Hazırlanan Spor Tü­ züğü kabul edildi. Aynca Başmüftülüğün ve Vakıflar Müdürlüğü'nün spor birliğine para yardımı yapması istendi. Vakıflar yardım va'dinde bulundu. I I I . kongre 1926'da Vama'da yapıldı. Varnalı Ömer Kaşif (Nal­ bantoğlu), Vidin'inTuran teklifini benimsedi, Hüseyin Edip de ona ka­ tıldı, Yaşar Ahmed ile üçü müteşebbis heyet olup (Turan Derneği) adı kabul edildi. Bu tarihi bir sembol idi, gençlerin ruhunu, duygularını ok­ şuyordu, yoksa siyasi bir anlam taşıyor değildi. Vidinliler, 1924'te "Turan" adlı bir spor derneği kurmuşlar, tü­ züğünü de hazırlamışlardı. Bu (Vidin İslam Gençleri Turan Cemiyeti) tüzüğü 82 madde ve 7 fasıldan oluşup resmen tasdik edilmişti. 1 . mad­ dede: Medeni, İrfani,idmani spor derneği olduğu, amacının: Fikren ve bedenen yükselmek olduğu açıklanıyordu. Derneğin Futbol, jimnastik, izci, müzik grupları vardı. 16. maddeye göre: Bütün üyeler kardeş olup birbirlerine (Kardeş), (Hemşire) diye hitap ederler. Selamlaşma (Sağ­ lam ol, Şükür sağlamım) demekle olur. Cemiyetin Bayramı, Hıdırilyas günüdür. 1 14


Vidinlilerin bu tüzüğü altında 4 imza var: Yaşar Ahmed (Tunail), İsmail Mustaf, Halim Hasan (Özdemir), Hüsnü Sabri (Oran). Bu yönde birleşmeyi uygun bulan üç müteşebbis: Y. Ahmed, Ö. Kaşif, H. Edip bir beyanname yayınlayarak Bulgaristan'daki Türk genç­ liğinin yalnız sporla, futbolla uğraşması yetmiyeceğini, her yönde ye­ tişmek gerekli olduğunu belirterek Turan cemiyetinde birleşmeye ça­ ğırdılar. Kardeşler, diye başlayan bu beyannamede Bulgaristan nüfu­ sunun 1/5'ini teşkil eden Türklerin hiç bir teşkilatı olmadığı, sayıları çok az olan Yahudilerin ise " Makabi" teşkilatı vasıtasıyla gençlerine milli ruh verdikleri söylendikten sonra: " Biz, Türk gençlerini birleşti­ recek, aralarında kardeşlik duygularını kuvvetlendirecek, yükseltecek bir teşkilat kurmalıyız" , deniyordu. Diğer yandan Hasip Safveti (Aytuna), Dostluk gazetesinde 1926'da yayınladığı (Bulgaristan Türk Gençliği), (Cemiyet ve Teşkila­ ta Girme Yolları) başlıklı seri yazılarıyla, gençleri dernekçiliğe ve birli­ ğe çağırıyordu. İşte bu hava içinde Varna Kongresi toplandı ve Turan Dernekleri kuruldu. Varna Kongresi Turan'ın 1. kongresi sayıldı.

Varna Kongresini: Şumnu 2, Rusçuk 2, Vıraca 1, Ziştovo 2, Plev­ ne 3, Eskicuma 1 , Pravadı 3, Vidin 4, Varna 8 delegeyle katıldı. İslim­ ye Bozkurt Kulübü ve diğer bazı kasabalar delege göndermedi, fakat tüzüğü kabul ettiklerini bildirdiler. ·

Turan Derneği daha ziyade Jimnastik ve spora önem verirdi. He­ men 37 maddelik bir Jimnastik ve Spor Yönetmeliği hazırladı ve bunu 1927'de Vraca Kongresi'ne sundu 1. maddede: "Bulgaristan Turan Bir­ liğini başlıca gayelerinden biri Türk gençlerinin bedensel terbiyesine çalışıp medeni hayatta muvaffak olacak surette hazırlamaktır" denilmektedir.

Turan Gençlerinin Forması Yönetmelik, üyelerin formasını şöyle verir: Dahili yeşil şeritli beyaz fanila, siyah pantalon, bele yeşil beyazlı kuşak. Kızlar için: Beyaz gömlek, lacivart etek, beyaz çorap. Haricf: Beyaz ve yeşil şeritli yeşil şapka, yeşil boyun bağı, beyaz gömlek, yeşilli kuşak, siyah pantalon. Kızlar: Dahili gibidir, yalnız başa şapka giyilir. ( 1927 Temmuz'­ unda Vraca Kongresi'nde kabul edilen yönetmelikten alındı). 1 15


Turan' ın Gelişmesi 193 1132 yılları Turan'ın gelişme devri oldu. Birçok yerlerde şu­ beler açıldı, bazı köylerde bile şubeleri vardı. Deliorman'ın göbeğinde yaşayan Türk, yerli kıyafetiyle Turan'da yer almıştı. Türkçe gazeteler derneğin yayılmasını sağlıyordu. Kırcaali'de (Özdilek), Vidin'de (İstik­ bal), Razgart'ta (Karadeniz), bunların başında gelir. Mustafa Kasım, Arif Necip, Ali Turan, Aliş Ekrem imzalan Turancıların dostuydu. Zen­ gin Cemaat-ı İslamiyeler, derneğe para yardımına başlamıştı. Gençler umutla çalışıyorlardı. 1932'de Kırcaali'de VII. kongrelerini yapacak­ lardı. Beklenmedik bir haberle sarsıldılar. Hükümet kongrenin orada toplanmasına izin vermiyordu. Sebebi belli: Kırcaali'nin, Türkiye sını­ rına yakın bir yer oluşu Kongre, Kırcaali yerine Eskizağra'da toplandı ve pek parlak geçti. 1933'te VIII. kongre Deliorman'ın göbeği Razgart'ta toplanacaktı. Fakat buna da izin verilmedi Turan'cılar, Razgart yerine Rusçuk'ta top­ landılar. 20-22 Ağustos günleri Rusçuk'ta, Ömer Kaşifin başkanlığın­ da yapılan bu kongre çok güzel geçti, fakat, ne yazık ki, sonuncu Tu­ ran kongresi oldu. Burada, gelecek yıl kongrenin hükümet merkezi Sof­ ya'da yapılması kararlaştırılmıştı. Fakat Turan, bundan 9 ay sonra 1934'te kapandı. Rusçuk kongresindeki kararlar arasında şu da var: Bulgaristan' la alakalarını kesmiş olan eski Turancıların, Bulgaristan Türk matbua­ tına, derneği ilgilendiren yazılar yazmamalarını kendilerinden rica et­ mek ve bu kabil yazılara gazetelerinde yer vermemelerini de Bulgaris­ tan' daki Türkçe gazetelerden istemek. (Turan, sayı 6, 1933, Ağustos). 1

Böyle bir kararın sebebi şuydu: O zaman Türkiye'ye göçmüş olan Şerif Alyanak'ın, yaz tatilini eski arkadaşları arasında geçirmek üzere geldiği Bulgaristan'da, Rodop gazetesinde çıkan (Turan Dernekleri İn­ kılabın Birer Kışlası Olmalıdır) başlıklı yazısıydı . Bu başlık zaten taki­ bata uğrayan Türk gençlerini zor duruma düşüreceği hatıra gelir. Tu­ ran'ın gelişmesinden kuşkulu olan makamların kuşkusu artabilir. Tu­ ran 'ın o zaman 95 şubesi, 5000 üyesi vardı, bu dikkat çeken bir hal ol­ muştu. 193 1 'de Nüvvab öğrencilerinden bir kaçı Şumnu Turan Şube­ sine üye kayded�lmişlerdi, Turan 'ın köyle":"de şubeleri açılıyordu. Tu­ ran Türklüğü yaşatıyordu . . . 116


Turan Kongreleri Hazırlık Toplantıları: Yıl

Yer 1 - Rusçuk 2 - Plevne

1924 1925

Kongreler 1 2 3 4 5 6 7 8

-

Varna Vraca İslimye Kızanlık Filibe Eskicuma Eskizağra Rusçuk

1926 1927 1928 1929 1930 193 1 1932 1 933

Turan' ın Yavrusu : Şenyurt Bir ara Şumnu'daki Turan Derneğinden bazı gençler ayrılıp "Şenyurt" derneğini kurdular. Amaçları aynıydı. Birkaç yıl sonra yine birleştiler. Şenyurtçuların selamı (Şen ol) şeklindeydi, başlarında saat­ çı Ahmed vardı . Turan derneklerinin kitaplığı da vardı; gençlerin kültür seviyesi­ ni de yükseltmeyi amaçlamış oluyorlardı. Turan dernekleri iyi niyetle kurulmuştu. Kuşku uyandıracak bir yanı yoktu. Hatta baştan Türk kelimesi yerine İslam sözünü kullanır­ lardı. Mesela Vidin Derneği 1926'da şu adı taşırdı: Vidin İslam Mede­ ni, İrfani ve İdmanı Spor (Turan) Cemiyeti . Fakat bir taraftan milliyet­ çi Bulgarlar, diğer yandan kara taassuba bağlı tutucu grup, bu gençle­ re haksız saldırıya geçtiler. Bazı heyecanlı gençler de çevreye göre dav­ ranış ayarlaması yapamadılar. Ağırbaşlı, önünü gören, adımını hesap­ la atan aydın kafalar dinlenseydi, acaba durum başka mı olurdu, o da ayrı bir şey. Bazı kalemler cemiyetin gelişmesi için didiniyordu. Hasip Aytuna gibi ilmi hazırlığı olan aydın kalemlerin yazdıkları doğru çıktı; o, Turan Gazetesinde çıkan Cemiyet Hayatı ve Gençlik yazısında 1928'de gençliğe şöyle sesleniyordu. 1 17


Cemiyet Hayati ve Gençlik

"Her millette ve tarihin bütün devirlerinde olduğu gibi, bizde de herşeyden" evvel yaşça genç bir zümre var. Gençlik psikolojisinin tes­ bit ettiği bedeni ve ruhi inkişaf buhranlarının tesiri altında işleyen, ba­ ğıran, hatta yazı yazan, sağa-sola çatan, babasına bile kafa tutan bu genç. zümre, bir taraftan göreneğin, diğer taraftan yine gençlik psikolojisi­ nin sevkiyle çeşitli teşkilat ve cemiyetlere girmek, yaşının taşıyamıya­ cağı ve kuvvetinin başaramıyacağı kadar mühim ve büyük inkılaplar yapmak ve bilhassa eskiyi ve eskiliği yıkmak istiyor. Buna, menfaatı bozulanlardan veyahut kanaatına aykırı düşenlerden gayri kimselerin bir diyeceği yoktur sanırım. Lakin, inkılap yapmak, birini yıkıp yerine başka bir şeyi koymak isteyen gençlerin, herşeyden evvel ictimai kıy­ metler ve idari, hatta biraz da siyasi ve iktisadi mefhumlar hakkında doğru, ilmi ve sabit fikirler sahibi olmaları, yeni binayı hangi malzeme ile, hangi ustalarla, hangi aletler ve hangi maksatlarla ve nasıl, kaç mev­ simde kuracaklarını iyice tayin etmiş olmaları lazımdır". "Bu ise, herhalde ciddi bir hazırlık ve ihtisas işidir. Asıl bu ciheti düşünmek ve genç kuvvetleri ona göre hazırlamak ve işletmek lazım­ ken ortada, galiba, bu lüıUmun layıkı vechile takdir edildiğini anlata­ cak bir alamet yok . . . Vakıa, ötede beride, türlü türlü maksatlarla te­ şekkül etmiş bazı cemiyetlerimiz var. Fakat, büyük bir teessüf ve te­ essüfle itiraf etmek mecburiyetindeyim ki, bu cemiyetler ve onlarda faal rol oynayacak mevkide bulunan arkadaşlar bugün, hürmet edile­ cek bir varlık ve birlik halinde tecelli etmekten çok uzaktırlar". "Bu acıklı halin dahili ve harici bir çok sebeblerinden en mühim­ lerine temas etmek lazım gelirse, denebilir ki: Bulgaristan Türk genç­ liği, ekseriyet itibarıyla kendi kuvvetini ölçmemiş, başka kuvvetlere hür­ met ve tebaiyyete de alışmamıştır. Bulgaristan Türk gençliği, yıkaca­ ğını ve yapacağını ne için yıkmak, ne için yapmak ve nasıl yıkıp yap­ mak lazım geldiğini tayin etmemiş, edememiştir. . . . " "Bulgaristan Türk gençliği, hayata ve her içtimai meselelere is­ tikamet verecek ve ma'şeri faaliyetlerin en doğru hedefini gösterecek ilmi hazırlıktan da mahrum olduğu için, prensip mücadelesi yapacak kudret ve kabiliyetini kaybetmiş, ciddi işlerden ve ideal gayretlerinden ziyade şahıslara ve şahsiyetlere saldırmaktan zevk alır, mensup oldu­ ğu teşkilatı ve cemiyetin menfaatlarını gayet kolay feda edebilir ruhi 1 18


bir dalalete düşmüştür. İşte, sırf bu dalaletledir ki, bugün bir çok şaş­ kınlıklar ve taşkınlıklar yapılmakta, karşılıklı fedakarlığa dayanması gereken cemiyet hayat ve müaşereti yerine, ferdi ve tamamen şahsi fikir ve emellere dayanan ahenksiz ve şuursuz bir didinme ve didişme kaim olmaktadır. Bu hal, gençliği toplamaktan ziyade genç kuvvetleri dağıtmakta ve iş meydanı, her sene biraz daha, bilmediğini bilemeyen, bilmediği halde her şeyi doğru bildiğini, bir yeniçeri inat ve taassubuy­ la iddia eden kısa düşünceli, dar fikirli ve zayıf seciyeli kimselerin kirli ve gizli niyetleriyle yıkıcı emellerine saha olmaktadır' ' . "Gençliği ve onların cemiyetlerini, hergün biraz daha büyüyen bu tehlikeli vaziyetten kurtarmak için en ameli çareleri araşbrmak, her gencin ve bilhassa her hususta daha hazırlıklı olan münevver gençlerin ihmal etmemeleri gereken çok mühim işlerden biri olmalıdır". Yazar bundan sonra.ki bölümde cemiyetler; gençlerin bilgi sevi­ yesini arttırmalı, okuyup düşünmeye alıştırmalı, hayata hazırlamalı, on­ lar için bir gençler okulu halinde olmalı dedikten sonra yazısını şöyle bitiriyor: "Aksi takdirde bugüne kadar olduğu gibi bundan böyle de cemi­ yet hayatı bizde, yıldan yıla biraz daha sönecek, gayelerle vasıtaları in­ tihap ve istimal edemiyen fertler elinde cemiyetler birer birer dağıla­ cak ve bir gün, hem cemiyet hayatı ve hem de ondan çok şeyler ve fe­ yizler bekleyen milli varlık daha müthiş bir buhran içinde son defa sarsıl­ mış, son defa dağılmış, bir daha dirilmemek üzere ölmüş bulunacak­ tır. Teşkilatçı gençlere, bu yakın tehlikeyi yüreğim sızlayarak hatırla­ tırken, faaliyet programlarında en büyük ehemmiyeti gösterişlere de­ ğil, ruhi hazırlığa tevcih etmelerini büyük bir ehemmiyetle tavsiye eylerim" . Muallim Hasip Safveti

(Turan,

yıl: 1 , sayı: 2, 7 Ekim 1928, Sofya.)

Turancı gençlerin yaban bir düşünceleri yoktu. İnsanca yaşamak, medeniyet ve mutluluk istiyorlardı, Türklük duyguları içinde kalarak yükselmek emelindeydiler. Varna Ticaret Akademisi 'nde öğrenci olan İbrahim Sena!, 1934 yılında Turan gazetesinin 1 2 . sayısındaki yazısın­ da, Türk gencine şöyle sesleniyordu: 1 19


" ....Turan mabedinin mihrabında diz çökerek kalbini ona ver. İma­ nının yüksekliği karşısında tayfunlar sussun. Gür sesin sonsuzluğun bağ­ rında çınlasın. Akisleri kainatı sarsın ve o, senin de yaşamak hakkını tanısın . . . Evet, sen haykır, ey Türk genci, susma. Çünki uyuyan bir millet uyanıyor, uyanan bir millet, bir ateşte yanıyor. Bir ışık, bir ülkü ufuklara yayılıyor. Bir ışık, bir ülkü bütün bir milleti sarıyor. Bütün bir millet bir ağızdan bağırıyor: Hayat, medeniyet, saadet ve insanlık! İşte siz, ey yarının büyük Türk çocukları! Sana insanlık yolunu işaret eden yüce Turanı hürmetle ve candan an. Ona olan minnet bor: cunu unutma. Haydi İleri! " Şunu da belirtelim ki, gençliğe bir ülkü lazımdır. Onun kafası boş duramaz. 1920'lerde Bulgaristan'da gençler arasında tek tük de ol­ sa komünizmin parlak va'dlerine aldananlar olmuştu. Kemalizm ülkü­ sü gençleri onun gibi zararlı akımlardan kurtardı. Bulgaristan'da Türk milleti eziliyordu. Başka milletler her türlü haklardan ve nimetlerden faydalanırdı. Başkalarından geri kalmış olmak, gençliği ümitsizliğe dü­ şürebilir. Milletinin mutluluğunu çalanlara nefret ve kin duyar. Bir dev­ rim bekler, hakikat güneşinin doğmasını, zulmü kovmasını ister. Sof­ ya'da üniversite tahsili yapan bir Türk genci, 1 923'lerde Mehmed Ay­ vaz'a hediye ettiği resminin arkasına yazdığı şu satırlarla o durumu di­ le getiriyordu:

Tabiatı şen gördükçe ümitlenir gözlerim, Gamsız geçen hoş günleri özler, özler, özlerim... Arzı sefil, hemcinsimi hakir, zelil gördükçe, Medeniyet güneşinin sönmesini isterim! İnsanlığı, vicdanları kirli, sefil gördükçe Bu cemiyet binasının çökmesini isterim. Ağlar kalbim, ağlar hissim, ağlar bütün sözlerim.. Hak, hakikat güneşini gözler, gözler, gözlerim. Kemalizm Türk gençliği için bir ışık oldu. Onları yeni bir ülkü etrafında topladı. 120

·


Derneğe Saldırılar Turan'a saldırı iki yönden geldi. Türkiye'ye karşı olanlarla Bul­ garlar'ın Trakya örgütü Turan 'a ve Türk gençlerine saldırmaya başla­ dılar. Trakya örgütünün saldırması daha eskiden de başlamıştı. Trak­ ya gazetesi 1924'te (Hakkımızı istiyoruz) başlıklı yazısında, Türk genç­ lerinin ilerleme, uyanma hamlesini kıskanıyor, örnek olarak Eskicuma'yı alıyordu. Eskicuma'da spor hareketi canlıydı. Gazete diyor ki: " . . . Es­ kicuma'da Türklerin 8-9 camileri, kasabanın tam ortasında, müdüıii Türkiyeli bir subay olan (150 'liklerden Tarık Mümtaz Göztepe) rüşdi­ ye okulu var. Rüşdiyeleri pekala olduğu halde şimdi yeni bir okul daha yapıyorlar. İlkokulları da bunun gibi. Bunlardan başka Terbiye Ocağı adlı bir dernekleri var. Türk gençleri, gece gündüz orada toplanıp eğ­ lenceler, oyunlar yapıyorlar. Başka şehirlerden de Türk idman­ sporcularını davet edip, önlerinde müzika olduğu halde şehir içinde gös­ teriş yapıyorlar. Bir de en yeni biçimde yapılmış kıraathaneleri okuma salonları var. Bütün İstanbul gazete ve dergilerinin alındığı bu kıraat­ hanenin duvarları Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşlarının resimleriyle süslü . . . " Trakya derneğinin organı olan Trakya gazetesi, Ağustos 1933 gün ve 532 sayılı nüshasında Turan Demeği'nin geliştiğini, (Elebaşıla­ rının öğretmenler, bazı hocalarla imamlar olduğunu; genellikle bunla­ rın "kemalistler" olduklarını söylüyor, maksatları Türklüğü bir teşki­ lat haline koyup gün geçtikçe kuvvetli bir kütle haline getirmek, Bul­ gar hükumeti, her hangi bir tekliflerine red cevabı verdiği takdirde, der­ hal Cemiyeti Akvam'a müracaat etmektir, diyor; Altın Ordu ile Turan arasında bağlantı kuruyor. Böyle bir teşkilatın Türkiye 'nin müttefiki olan Yunanistan hududuna yakın Kırcaali havalisinde bulunması, hiç şüphe yok ki, körlerin bile anlayacağı bir iştir, demeyi umutmuyor. (Anayurt, sayı 54, 1/5/1956)

Trakya gazetesi bu �ür saldırılarını sürdürdü. Turancı hocalar sö­ züyle Bekir Sıtkı, Hasan Sabri, Eskizağra Müftüsü Yusuf Razi, Cuma­ lı Hafız Ahmed (eski başmüftülerden) gibi Türk inkılabına tarafdar olan hocaları kasdediyor ve suçluyordu. Türkiye ' den kaçmış olan bazı kişi­ ler de Turan'a saldırmayı ihmal etmiyorlardı. Bunlardan Ahmed Hik­ met, Filibe'de çıkan " Dostluk" gazetesinde Turan'cılann Türkiye'den 121


para ile beslendiklerini iddia ediyordu. Bu da Bulgarlar'ın işine yaradı. Ahmed Hikmet, Filibe'de "Açık Söz" adlı bir de gazete çıkardı. Tür­ kiye'de genel af çıkınca Türkiye'ye dönmüştü. İpsala'da Halk Partisi üyesi olmuştur. 150'1iklerden Osman Nuri'nin, Bulgar makamlanna verdiği bir jurnalı ele geçiren Rodop gazetesi 1417/1933 günlü 129 sayılı nüsha­ sında bunu yayınladı, çok ağır ithamları taşıyan bu yazıdan bazı parçalar: " . . .İkincilerin dinle alakası yoktur. Onlar Türkiye'de din ve sal­ tanat aleyhinde yapılmakta olan ...solcu inkılapların müdahinleridir. Ma­ nen ve maddeten bu cereyanı tutanlarsa hükümetçe de malum olan, Türk konsoloslan muallimler, yanın tahsilli ve birkaç yüksek tahsilli Türk gençleridir. Sonunculara Türkiye'de yüksek mevkiler va'dedil­ diği, fakat o mevkilere hak kazanmak için Bulgaristan'da cahil ve saf halk arasında kemalizm propagandaları yapmaları milliyet duygulan aşı­ lamaları icab ettiği bildirilmektedir. Bu maksat uğruna çalışmak için de Deliorman, Rodop, Yeniyol, Halksesi gazeteleri angaje edilmiştir. Bu gazetelerin münderecatı her vakit din ve dindarlar aleyhine yazılar­ la doludur. Yapılan ithamlar, hücumlar Türk konsoloshanelerinden sa­ tın alınmış kimseler tarafından, hatta, bizzat Türk konsolosları ve kon­ soloshanelerinin memurları tarafından yazılmaktadır. Halk arasında ise genç ve ateşli muallimler bu sahada faaliyet gösteriyor ve bu faaliyet­ lerini, teşkil ettikleri "Altınordu" , "Altay", "Turan" ve buna benzer kulüpler vasıtasıyla genişletmeye çalışarak Mustafa Kemal'e müfrit mil­ liyetçi yetiştirmek için serkeşçesine propaganda yapıyorlar". "Sarfedilen bütün mesai, Bulgaristan'da milli bir Türk teşkilatı yapmak ve kemalizm cereyanı olan solcu komünistleri yaşatmaktır". " ... Bulgar genci için bu sahada çalışıp başarı göstermek imkan­ sızdır. Fakat Türk genci için kemalizm maskesi altında çok kolaydır". "İşte yukarıda saydığım teşkilatlarından serkeşliği ve onları ida­ re eden Bekir Sıtkı, H (Hasip) Ahmed (Aytuna), Vidin'de M. (MustaO Kasım ve Deliorman'ın etrafında olanlar, yabancı bir millet (Türk) he­ sabına Bulgar vatandaşları arasına nifak saçtıklanndan Müdafaai Hü­ kumet Kanunu ile takip olunmaları icab eder. . . " Bulgaristan'daki Türkler arasında şiddetle süren ilericilik-gericilik kavgalarının ne şekle döküldüğünü bu gibi yazılardan da anlıyoruz. 122


Gençlik, Turan teşkilatı, öğretmenler birer kara damgayla, Bulgar hü­ kumeti gözünde kötü gösterilmek isteniyor. Gençler bunu kimin yaptı­ ğını biliyordu. Vidin'de çıkan " İstikbal" gazetesinde Razgratlı Ali Tu­ ran imzalı (Tam bir emniyet istiyoruz) başlıklı yazıda şöyle deniyor: " . . . Bence bize karşı olan emniyetsizliği, bizi temsil eden mües­ seseleri atalet ve cehalette bırakmak isteyen bu müessese şeflerinin kas­ di hareketlerinden doğan hıyanetlerinde aramalıyız " . Başmüftülük, elin­ de bir katran kovası ile siyah bir damga taşıyan bir hıyanet ocağı şekli­ ni aldı. Orada adalet yerine hıyanet kaim! Türk ortalığının mukaddera­ tı orada her türlü insani hislerden silkinilerek engizisyonvari jurnallar hazırlanıyor bizi lekelemeye çalışan ve vatan kardeşlerimizin bizlere kem gözle bakmalarına sebebiyet veren ve milli varlığımızı uçurumla­ ra sürükleyen bütün vasıtalar yine bizi temsil eden makamlardan doğmaktadır" : (İstikbal, sayı 5 1 , 20 Aralık 1933) "Turan " gazetesi de kendilerini şöyle savunuyor: " . . . Turan teşkilatını, kemalizm cereyanına kapılmış görmek ve bunu Bulgaristan için tehlike olarak göstermek isteyenlere diyelim ki, kemalizm: Türk olmak ve Türk azadan teşekkül etmiş bulunmak iti­ bariyle, Turan teşkilatını tabii bir kalb ve kan bağı ile alakadar eden, kültür ve ictimaiyyat cephesidir ve bu cephe, yalnız Türkiye gençliği için değil, bütün dünya Türk gençliği için nur ve medeniyet kabesidir. Bize, yeni yazımızı, medeni kıyafetimizi, işleme ve çalışma tarzlarımı­ zı, nur ve irfan vasıtalarımızı ve bütün zihniyetimizi, medeniyet alemi için müşterek olan kemalizm kültür ve ictimaiyat cephesine uydurma­ yın deseler, böyle bir emir verseler, bizce bu emri verenler muhakkak ki, ya medeniyet ve insaniyet düşmanı kimseler veyahut millet ve dev­ letlerin iyi yetiştirilmiş genç nesillerle yükseleceği hakikatını cihan ta­ rihi huzurunda inkar eden zavallılardır. Bu gibilere bağırarak deriz ki: Biz Turan teşkilatımızla Bulgaristan Türk gençliğini, Bulgar devleti­ nin Bulgaristan'daki kültür ve spor müesseselerinin çizdiği hedeflere tamamen uygun olarak yetiştirirken . . . bu gayretimizi Bulgaristan için tehlikeli gören ve gösterenlerin gözleri kör olsun " .

(Turan,

sayı 6, Ağustos 1933) 1 23


Altın Ordu Şumnu eşrafından Hacı Ali Topuz'un oğlu Hüseyin Almanya'da tıp tahsilini tamamlayıp 1927'de Şumnu'ya döndü. Almanya'da genç­ lerin nasıl çalıştıklarını, millete ne yolda hizmet ettiklerini görmüştü. Bulgaristan Türkleri arasında milli kültürü geliştirip yaşatacak bir der­ nek kurmayı düşündü. Lise ve yüksek tahsil sahibi kimselerle anlaştı. Derneğe üye olmak için bu tahsil derecesi şarttı. Derneği kurduhr ve Tarihi bir ad olarak (Altın Ordu) adını verdiler. Derneğin siyasi hıç bir amacı yoktu. Sırf milletin kıymetlerini değerlendirmek, Türk kültürü­ nü korumak, milli gelenekleri yaşatmak amacını taşıyordu. Fakat, genç­ lere karşı olanlar durur mu? O zaman Şumnu'da çıkan İntibah gazete­ si, kıskançlık yüzünden O. N. imzalı yazılarla derneği gözden düşürdü, kemalist damgasını yapıştırdı . Adının Altın Ordu olması suç oldu, doğ­ masıyla ölmesi kısa sürdü, başka yerde şube açmadan kapandı. Dernek kısa sürdüğünden hakkında bilgi az. Kurucusu Dr. Hü­ seyin Topuz'un verdiği bilgi şöyle: Resmi makamlara derneği Altın Ordu adıyla takdim şekli yüzünden daha başlangıçta 'takibata maruz kaldık. Derneğin amacı: Bulgaristan Türk'ünün milli, dini, tarihi varlığını ko­ rumaktı. Bunun için gerekli tarihi, etnoğrafik belgeleri arayıp bulmak ve muhafazasına çalışmak. Milli ve dini abidelerimizin (cami, mektep, terbiye ocağı, türbe, köprü, sebil, çeşme, şadırvan, mezar taşı, han, ha­ mam, kervansaray ves.) incelenip tesbiti, korunmasını sağlamak, il. Ma­ halli dil, lehçeleri toplamak, masal ve atasözlerini derlemek, gelenek ve adetlerini incelemek, folklor araştırmaları yapmak. . . Bizi yanlış gös· terdiler. İlk zamanda üyeler şunlar: Ali Galip, Ömer Fevzi, Süleyman Memiş, İzzeddin, Memduh Talat, Ahmet Topuz, B. Hilmi, Hasan So­ fu, Ragıp, Osman Raşit, Hasib Safveti Aytuna, v.s. (Burada bunları konuşurken, rahmetli bana: Bugün olsa bu adı vermezdim, demişti).

Diğer Dernekler Cemiyet-i Hayriyyeler Birçok yerlerde, Türk'ün milli geleneği gereği hayır cemiyetleri vardı. Bunlar yoksullara, dullara, öksüzlere yardım eder, öğrenci oku­ turdu. Bu konuda bir örnek vermek üzere Rusçuk'u ele alalım: 124


Rusçuk'ta 1 322/1906 'da Cemiyeti Hayriyye-i İslamiye adın­ da bir dernek kurulmuş, sonra bu daha iyi bir şekle sokularak Maarif Cemiyeti Hayriyye-i İslamiyesi adı verilmiş ve 1 323/ 1 907'de 54 maddelik bir tüzük yapılmış. Bunda Okul öğ­ rencilerine elbise ve kitap masrafı verilmesi, Sofya veya Avru­ pa'da okuyan üniversitelilere ileride iade etmek şartıyla-borç para verilmesi teklif edilmektedir. 5 . maddede Öğretmenler kongre­ since kabul edilen okul kitaplarının bastırılması, ders araçları­ nın tedariki için para yardımı yapılması kabul edilir (0 yıl öğret­ menler kongresi Rusçuk' ta yapılmıştı) 5 1 . maddede üniversite­ ye öğrenci göndermek, okul kitaplarını bastırmak için diğer şe­ hirlerdeki derneklerle işbirliği yapmak hususunda bir yönetme­ lik yapılması teklifi vardır. 54. maddede Müslüman gençlerini ticaret ve sanayii mesleklerine alıştırmak derneğin görevlerin­ den sayılır, köylerde de şube açılması ileri sürülür. .. Bu kabil der­ nekler türlü adlarla her yerde vardı Vidin 'de Şefkat, Şumnu 'da Cemiyeti Hayriye v .s. Uhuvveti İslamiye: Bu ad ile 1 929 'da Şumnu'da bir dernek kuruldu, az yaşadı. Hüsnü Fuad ve Ahmed Kemal 'in ağabeyi Necip Asım Hoca, Sof­ ya' da toplanacak Milli Kongreye delege gitmek amacıyla bunu çabucak kurdu, öğrencileri bile üye yazdı. Kongreye ancak bir teşekkül mensubu alınıyordu, rast gele girilemiyordu. Necip Hoca " İntibah"ta Mutekif ve başka takma adlarla yazı yazardı, müta­ assıptı. Dernek zaten doğmadan öldü . Dini İslam Müdafileri Cemiyeti Başmüftü Hüseyin Hüsnü ' y.e karşı Bulgaristan'daki Türk­ çe gazeteler gibi Türkiye matbuatı da hücuma geçmişti. Bu ha­ va içinde Hüseyin Hüsnü 1 933'te Dini İslam Müdafileri derne­ ğini kurdu. Tutucu dindarları üye _yaptı, kendisine siper kurdu. Derneğin tüzüğü var, takvim bastı, bir de Hafız Yusuf'un Reh­ beri Mürşid'in broşürlerini yayımladı. 125


Milli Kongre

Vakıflar Müdürü Mehmed Celil, emekli olunca Rehber Ga­ zetesi 'ni çıkarmaya başladı. Millet arasında ikilik vardı. Milli da­ vaları ele alıp bir anlaşmaya varmak emeliyle, 4 Türk Millet Ve­ kiliyye anlaşıp bir kongre yapmaya karar verdiler. Şumnu me­ busu Mehmedali Giray, Rusçuk mebusu Hafız Sadık, Eskicuma mebusu Medmed Said, Paşmaklı mebusu Aguşoğlu Hafız Emin ile 1929'da Sofya'da ilk Türk Milli kongresini yapmak için te­ şebbüse geçtiler. Malinof Hükümeti buna müsaade etti. 25/4/ 1925'te buna karar verildi. Bulgaristan'ın her köşesinden Türk halkını temsil eden de­ legeler, Cemaatı İslamiyeler, okulu encümenleri Sofya'da topla­ nıp milli dertleri ortaya döktüler, münakaşa ve müzakere etti­ ler, hal çaresi aradılar. Kasım ayında 3 gün süren bu kongreye 700 delege katılmıştı. Ne yazık ki, tutucu ve ilerici diye iki gru­ ba ayrıldılar, bir kısmı Mehmed Celil, bir kısmı Bekir Sıdkı tara­ fı oldu, iki lider ortaya çıktı. . Bu kongre eskiden yeniye geçiş, inkılaplara uyuş için bir hazırlık niteliğindeydi. Çeşitli fikirler or­ taya döküldü. Kongreye katılanlara bak: Sarık, fes, külah, kal­ pak, şapka her türlü kıyafet var, düşünceler de öyle farklı. Bu­ nunla beraber yine faydalı kararlar alındı. Okullarda tedrisatın Türk harfleri ile olması kararlaştırıldı, vakıflar, müftülükler, ca­ maatlar, diğer milli meseleler tartışıldı. O zaman Sofya'da çıkan Deliorman gazetesi kongre zabıtlarını, kararları aynen neşretti. Türk Elçisi Hüsrev Gerede'nin bu hususta emeği geçti. (Resim: 44-45) Kongrenin bir faydası da; Türk halkı sesini duyurmuş, milli varlığını göstermiş oldu. Fakat 19 Mayıs 1 934'te Damyan Val­ çef'in hükümet darbesiyle Türklere karşı şiddet daha arttı, Rodna Zaştita adlı koyu ırkçı gençler, faşistler galeyana geldiler, resmi dairelerde bile Türklere hakarete başladılar, Türklere vazife ve­ rilmez oldu. Kanunlara; bundan Bulgar ırkından olmayan fayda­ lanamaz, kaydı konuldu. Bulgar okulunu bitirmek şartı koşuldu­ ğundan, Türk; berber, kunduracı bile olamaz hale geldi. Birçok haklardan mahrum bırakıldı. Sakin ve çalışkan Türk'ün kötü ka­ deri karardıkça karardı, bu kara tablo hep böyle sürdü gitti. 126


IV.

Bölüm

KÜLTÜR KAYNAKLARI Ehli dillerin yanında, yar-ı gandır kitap, Münisi evkatı, yari gamküsandır kitap. Nitekim eğlencesi'dir mal-ü servet cahilin, Ehli irfanın da mal-ı bişümandır kitap

Latifi Kit.aplar

İ mparatorluk zamanında 1 864 'te Midhat Paşa , Rusçuk'ta Tuna Vilayet matbaasını açmıştı. Burada gazete, dergi, nizamname, edebi, dini eserler basıldı. Bunlar kültür hayatına bir uyanış getirdi. Ahmet Midhat Efendi ile Leskofçalı Galip, Tuna gazetesinde yazardılar. Tuna vilayeti matbaasında kitap da basılırdı. Basılan eserlerden bazıları: O zaman Vama Rüşdiyesi Müdür yardımcısı olan Muallim Na­ ci'nin Terkib-i Bendi. Tuna Vilayet Mektupçusu (1292) Sım'nın tercüme ettiği Şerh-i Akait (Allame Nesefi'nin Akaidi Nesefiyye şerhinin Sıfat bahsini Rus­ çuk Müftüsü Mehmed Nuri ile Vidin Müftüsü Mustafa Hamdi'nin yar­ dımıyla tercüme etmiş ve birçok ilaveler yapmış.) 1285/1869'dan itibaren Salnamei Vilayeti Tuna basılmış, Zakonnik: (Nizamname) İpek, tütün, zeytin ve başka varidat-ı öş• riyye nizamnamesi 1 870'te basılmış . . . .

Kütüphaneler Atalarımız, yaptıkları cami ve medreselerin yanında birer kitap­ lık kurmuşlardır. Şehirlerde eski ve yeni kitaplıklarımız mevcuttur. Ne yazık ki, bunları ve içlerindeki eserleri gereği gibi bilmiyoruz. Burada bazı kitaplıklar hakkında kısa da olsa bilgi vermeye çalışalım: 1) Filibe'de il. Murad Kütüphanesi: Sultan Murad, Filibe'de Muradiye Camiini inşa edince, camiin ön kısmı kütüphane yapılmıştır ki, bu, çağımıza kadar böylece gelmiştir. 127


2) Yine Filibe'de Şehabeddin Paşa Kütüphanesi ile 3) İsfendiyaroğlu kütüphanesi mevcuttur. 4) Sofya'da Kadı Seyfullah Efendi Kütüphanesi meşhurdu. 5) Plevne'de Gazi Mihaloğlu Ali Bey Kütüphanesi vardı. 6) Köstendil'de İshak Paşa Kütüphanesi zengindi. Bu kitapla­ rın bir kısmı 1940 yıllarında Şumnu'ya Nüvvap Kütüphanesine nakle­ dildi . Aralarında mühimce yazmalar da vardır. 7) Samakov'da Hüsrev Paşa Kütüphanesindeki kitaplar 93 Har­ binden sonra Sofya Milli Kitaplığına alınmıştır. 8)

Eskizağra'da Hamza Bey Kütüphanesi vardı.

9) Tırnovo'da Tersane-i Amire Emini Çavuş Paşa, Büyük Ca­ mi yanında Arpa Emini (Ticaret Bakanı) Aliağa Kütüphanesi mevcut­ tu. (1 180 H) Bu kitaplıkta, kayıtlara göre, yazarının elyazısıyla bir Keş­ şaf tefsiri de varmış. 10) Ziştovo'da Darussaadeağası Beşirağa (1 158 H) kütüphanesi vardı.

1 1) Vidin'de Pazvantoğlu Osman Paşa ile anası Rukıyye Hanım Kütüphanesi ve, 12) Vali İdris Paşa Kütüphanesi vardı.

Çeşitli yerlerdeki bu kitapların bir kısmı 93 Harbinde harap ol­ du, bir kısmı da sonraları Sofya Milli Kitaplığına kaldırıldı. Burada Şar­ kıyyat Bölümünde 3 .500'den fazla eser vardı. Bu sayı şimdi artmıştır. Minyatürle süslü Farsça yazma bir Kısas-ı Enbiya silsilename vardır. 1942'de müsteşrik Duda'nın delaletiyle Şumnu'da, Sofya Milli kü­ tüphanesinin bir Şarkiyat Şubesi açıldı, Şarkiyata ait Arapça, Türkçe, Farsça eserler buraya toplanmaya başlandı . Bu şubenin yöneticisi ola­ rak beni tayin ettiler. Oldukça kıymetli eserler elde edilip kataloğu ya­ pıldı. Şerif Paşa Kitaplığındaki kitaplar, Cemaat-ı İslamiyye idaresin­ de olduğu için onlara el sürülmedi. Sonra ne oldu bilmem. Ben hicret ederken yerime Süleyman Sırrı getirilmişti, sonra o da geldi. Okullarda, özellikle Rüşdiyelerde kitaplıklar vardı. Son zaman­ larda Turan dernekleri kurulunca onlar da birer kitaplık meydana getirdiler. 13) Şumnu'daki Nüvvap Okulunun kitaplığı oldukça zengindi. Öğretmen Süleyman Sırn ve Hasip Safveti (Aytuna) rehberliği ile bu­ raya İstanbul'dan Türkçe epey eser alınmıştır. Yalnız 1938 yılında bir 128


olay dolayısıyla, öğrencilerde TürWük duygularını canlandırıyor diye, bu kütüphane, Sofya'dan gelen bir heyet tarafından teftiş edilmiş, bir­ çok kitaplar imha olunmuş. 14) Nüvvab'da ayrıca bir de "Müsterşitler Cemiyeti" adlı bir öğ­ renci derneği vardı. Onun da öğrenciler tarafından yönetilen bir kitap­ lığı vardı. Aynı teftişte onun da kitapları perişan edilmiştir, hele Hüse­ yin Cahid'e ait olanlar yok edilmiştir. 1945'den sonra da bu kitaplar yasaklanmıştır. Şumnu'da diğer camiler arasında Şerif Halil Paşa Kütüphanesi çok zengindi. 1 157 H. yapılan bu camiin bitişiğinde özel suretle inşa olunan kitaplık içine Vakfiyyesi yazılarak konan eserler her ilim dalına ait kitapları ihtiva ederdi. Kitapları muhtevi defterin başında şöyle denir. "Tahsil-i Ulumu diniye ve tekmil-i fünunu ebediyyeye talip ve sai olan erbab-ı istidadın tehiyye-i esbabı ifade ve istifadesi için mukarenet-i inayet Rab ve tevfık-i cenab-ı malikülmülk ve'rri-kab ile cem'i idad kılınub Medine-i Şumnu'da biasına muvaffak olduğum kütüphaneye hasbeten lillah ve taleben li­ merdatihi bitariki'l-Vakıf vaz'olunan kütübün defteridir. " Kitaplar şu bölümlere ayrılmıştır: Tefsir, Havaşi ve Ehadis, Fıkıh, Usulü Fıkıh, Fetava, Kıraat, Na­ sayih, Akaid, Meani, Nahv, Sarf, Adab, Mantık, Hikmet, Hey'et, Hen­ dese ve Hesap Lügat-i Arabiyye, Kasaid, Farisiye, Lugat-ı Farisiye, Tıb, Coğrafya. Gayet güzel yazılmış, nefis bir sürette ciltlenmiş bu eserler için­ de ilim ve fennin her koluna ait kitaplar vardı. Dini, İlmi eserler yanısı­ ra Felsefe Astronomi, Geometri, Matematik, Tıb ve Coğrafya kitapla­ rı da umumun istifadesine sunulmuştur. Coğrafyaya ait eserlerin için­ de meşhur İslam Coğrafyacısı İdrisi'nin, Sicilya Kralı il. Roger için yaz­ dığı Nüzhf!tü 'l Müştak ti /htirakil Atak adlı eseri bulunmaktadır. 603 sayfa tutan ve 70 harita ihtiva eden bu nüshanın müstensihi Mısırlı Ali Echüri'dir. 963 Hicri, 1556 Miladide yazmıştır. Ketebesi şöyledir: Bu kitap, Alim ve kadir Rabbı'na muhtaç, aciz ve kusurunu bilen Ali oğlu Muhammed Echuri eliyle yazılıp tamamlandı. İhtiva ettiği haritalar bakımından çok önemli olan eserin nüsha­ ları nadirdir. Paris'te iki, Oxfort'da iki, İstanbul'da, Leningrat'da ve Kahire'de nüshaları bulunduğunu İslam Ansiklopedisi kaydediyor, (C. 5/2 s. 937) Şumnu'daki nüsha çok iyi muhafaza edilmiştir. 1 29


Kıraathaneler Kıraathane bazı yerlerde olduğu gibi, sadece çay ve kahve içilen bir mahal, hatta yalnız gazete ve dergi okunan yer de değildi. Aynı za­ manda özel kitaplığı, okuma salonu olup isteyen kitap alır okur. Bu anlamda ilk kıraathane 1874'te Şumnu'da il. Ordu Kütüphanesi kuru­ lurken açılmıştı. Bulgarlar ise daha önce Gabrovo, Ziştovo ve Şumnu'da açmışlardı. Kıraathaneler birer fikir ve kültür kulüpleri demekti . Şum­ nu'da Türk Kıraathanesi vardı. Bunu Hafız Abdullah, Talat Tokalıoğ­ lu kurmuşlar, kitap hediye etmişler, sonra Osman Nuri ve diğer aydın­ lar da buna katkıda bulunmuşlardır. Hafız Abdullah, hatıralarında bu­ nu anlatır. (Hakkı Meçik, Şumnu, 1977 İzmir.) Daha sonraları bu kıraathaneyi, Mustafa Tokalıoğlu idare etti. Rusçuk'ta Sada.kat ve Alemdar kıraathaneleri açıldı . Filibe'de Se­ lamet Pravadı'da İstikbal kıraathaneleri vardı. Son zamanlarda bu tarz kıraathaneler köylere de gitti. Örneğin 1 930'da Deliorman'da Büyü­ kada köyünde Ümit Kıraathanesi kuruldu. Raigrad'ın Ütükler köyün­ de öğretmen okulu mezunu Ahmet Ütük, Yunus Abdal'da kıraathane açtı. Bu okuma yurtları gençleri uyandırdı, birer Halk okuma yurdu oldu. Kıraathanenin en güzel örneği Vidin'dedir. Şefkat Kıraathanesi. Kurucuları da Halil-İbrahim kardeşlerdir. Vidinli Ahmet Bey'in ikiz oğulları olan bu iki genç, ticaretle meşguldüler. Avnıpa'yı gezdiler, ilim ve medeniyetin neler yaptığını gördüler. Geri kalmışlığın tek sebebi ce­ halet denen yüz karası olduğunu anladılar. Vidin'de bir ilim ve kültür yurdu kurarak soydaşlarına yardıma karar verdiler. Halil, 1896'da ölün­ ce, kardeşi İbrahim, Vidin Müftüsü Hafız Süleyman'a müracaat ede­ rek Vidin'de kara Mustafazade Ahmet Bey oğullan adına bir vakıf kur­ du. Böylece Şefkat Kıraathanesi meydana geldi, bu bir kültür yuvasıdır. Zengin kütüphanesiyle, genç-ihtiyar herkesi aydınlatan bu kuru­ luş, yüzlerce yoksula para ve giyim eşyası yardımı yaptı, öğrenci okut­ tu, bazılarını Türkiye'ye bazılarını Avrupa'ya gönderdi. Vakfın gelir kaynaklan, dükkanlar, geniş arazi ve çayırlardı. Vakfiyede: Kitaplığa efrad-ı islamı uyandıracak ilim ve sanat eserleri konmasını, yoksul öğ­ rencilere bakılmasını birinci çıkan iki öğrencinin yüksek tahsile gön­ derilmesini, hukukçu, doktor, sanat adamı yetiştirilmesini şart koşar ve:"çerçi, hoca ve dilenci kıyafetli kişilere bir habbe verilmeye" diye kesin hükme bağlar. 130


Mensubu bulunduğu milleti İslam'ın ve din kardeşlerinin selametleri ve şiddetle muhtaç bulundukları maarif ve sanat elde ederek terakki­ leri için malını vakıf ettiğini söyler. Mezarları Mustafa Paşa Camii avlusundadır. Kadirbilir Vidinliler bu iki hemşehrilerini saygıyla anmak ve ruh­ larına Fatiha sunmak üzere mezarlarına bir abide dikerek şu kitabeyi yazdılar:

Hüvel - Btiki Ey zair, dur biraz yaklaş ve oku Bu makberde mefküreci, duygulu Halil-İbrahim kardeşler yatmakta. Bu insanlar: hamiyyete, şefkata Ve fazilet mefhumuna, bir timsal, Millet, ilim sevgisine bir misal. Milletini zengin, kavi gönnekçü,n Sıhhattayken düşündüler gece, gün Ve dediler:"Servetimiz bizim değil, milletin!.. Yurdumuzda kıraathane açıp ilmi sevdirin İstidatlı Türk gencine ali tahsil verdirin. Halkımıza çalışmayı, yaşamayı öğretin!" Bu vasıyyet getirildi yerine; Açıldı bir kıraathane Vidin 'de. Nur saçıldı memlekete, millete, Ali tahsil verildi çok gençlere. Hünnet size büyük ruhlu kardeşler! Türk ve Bulgar sizi şükranla anar. Oku sen de, bu ölüler ruhuna Takdir ile, takdis ile FA TİHA! 1839 - 1896 1 31 ·


Matbaalar Bulgaristan'da ilk zamanda Türkçe baskı yapan matbaalar azdı. Sonralan Sofya, Filibe, Şumnu, Razgrat, Vama, Rusçuk, Rahova gibi şehirlerde Türkçe gazete, dergi, kitap basan matbaalar kuruldu. Filibe'de Balkan, Hurşit, Tefeyyfız ve Yeni matbaaları vardı. Te­ feyyfız Matbaası sahibi kitapçı Tomas Ermenidir. Şumnu'da Sabri Sadık'ın kurduğu "Terakki Matbaa ve Kütüp­ hanesi" en çok okul kitabı basmıştır. Şumnu'da "İntibah" ve "Havadis" matbaası da vardı. Daha önceleri Şumnu'da İncil bile basılmıştır. Razgrat'ta Süleyman Salih, İstikbal Matbaasını açtı. Vama'da İleri matbaası, muallim Abdullah matbaası vardı. Sofya'da Ümit, Rehber Matbaalari vardı, sonralan Nüvvap Matbaası da kuruldu. Rahova'da Mehmet Behçet, "Ahali" Matbaasında çıkardığı ga­ zeteden başka birkaç kitap da bastı. Türkçe gazete çıkan yerlerde Türkçe baskı yapan matbaalar da bulunurdu. Ancak, bunlara, tam anlamı ile matbaa denilemezdi. · He­ men hepsi de küçük ve basit "pedal" makinalanndan ve harf tezgahla­ rından ibaretti, dizgi yaparlar, başka yerde bastırırlardı.

Okul Kitapları Bulgaristan'da okul kitapları birkaç safha geçirdi. Eski usulde ki­ tap işi belliydi, azdı. Yeni usul başlayınca ve rüşdiyeler de açılınca ki­ tap ihtiyacı arttı . Kitaplar ilk zamanlarda Türkiye'den tedarik edilirdi. Sonralan Bulgarlar buna engel olmaya başladılar, maarif kanununa özel bir madde koydular. Okullar kitapsız kalmasın diye öğretmenler okul kitabı yazmaya başladılar. Fakat bunları basacak matbaa bulmak da bir işti. İlk yıllarda bunları İstanbul'da bastırdılar, nasıl ki Hafız Ab­ dullah El-Ulağı adlı hesap kitabını 1909'da , Cönk ve Çekidüzen adlı kitaplarını da daha sonra İstanbul'da bastırdı. Şumnu ve Filibe'de Türk­ çe matbaalar açılınca kitaplar orada basılmaya başladı. İlk okul kitabı olarak Mehmed Masum'un Alfabesi basıldı, 1910. Sonralan bu iş de­ vam etti. Öğretmenler kongrelerinde müfredat programı hazırlanırdı, ki­ taplar ona göre yazılırdı. 1922'de Ziştovo kongresinde müfredat prog­ ramı esaslı olarak ele alındı, ondan sonra kitap işi hız kazandı, bir kaç 132


yıl içinde bir çok kitap hazırlandı ve basıldı . 1 924 25, 26, 27 yılları en verimli kitap yılı oldu. 1926'da 42 okul kitabının basıldığını sevinçle görüyoruz. Bir taraftan kanuna, müfredatlı programa göre kitap bası­ lırken, diğer yandan Bulgar makamları bunları da takibe başladılar, ba­ zısını yasakladılar. Osman Nuri'nin Şumnu'da basılan Ecdat Tarihi ya­ saklanan kitaplardandır. 1927'de Şumnu'da son sınıftayken, sınıfta ara­ ma yaptılar, Ecdat Tarihini, daha önce haber aldığımızdan saklamış­ tık, toplayamadılar. Bu satırları yazarken ( 1977) notlarıma bakıyorum. İlkokul 4. sınıf için yazılan ve 1 927'de Şumnu'da basılan Türk Dili adlı kitap yanımda. Kitabın 40. sayfasında Türk Bayrağı başlıklı şiir basıl­ mışken üzerine sansürce siyah bir baskı yapılmış, okunmaz hale geti­ rilmiş, fakat ben yine okuyorum: "- Ertuğrul'un ocağında uyandın-Şehitler kanlarıyla boyandın­ nice düşman kalesine dayandın-sana selam ey şanlı Türk Bayrağı."Evet dün de , bugün de sana selam, ey şanlı Türk Bayrağı, hem yüzbinlerce selam . . . Türkiye'd e harf inkılabından sonra okul kitapları Türk harfleriylf'. basılmaya başladı. 1 929'da toplanan Milli kongrenin kararı böyleyüi. 1935'1erden sonra yine eski yazıya dönüş başladı. Türkiye'nin devamlı ısrarı üzerine Başmüftülükten azil olunun Hüseyin Hüsnü bu defa Ted­ risatı Diniyye müfettişi yapıldı, okullara hakim oldu. 1936'da Türk okul­ larında okutulacak kitapların telif ve tetkiki için, Tedrisatı Diniyye mü­ fettişi Hüseyin Hüsnü başkanlığında: Nüvvap öğretmenlerinden Süley­ man Sırrı, Hafız Nazif, Hafız Yusuf, Mestanlıdan Hasan Sabri Hoca, Filibe vaizi Mehmet Fikri'den oluşan bir komisyon kuruldu. Yeni müf­ redatlı program hazırlandı, kitaplar buna göre yazıldı ve basılmaya baş­ landı. İlk olarak A. (AkiO Osman'ın alfabesi basıldı, 1936. Biraz böyle gitti. 1 944'ten sonra yine değişti. Eski kitaplar ortada kalmamıştı . Ye­ nisi yazılmaya başlandı ise de çok sürmedi, Bulgarlar, Türk okullarını tamamen kapadı. . . Bulgaristan'daki Türklerin kültür alanındaki çalışmalarını, didin­ melerini göstermek üzere basılan kitabların aşağıya bir listesini koyu­ yorum. Bunları tesbit etmede bildiklerim yanı sıra Sofya Milli Kitaplı­ ğının çıkardığı Balgarski Knigopis adlı kitap fihristlerini, bültenlerini taradım. Bunlar ilk sayısından itibaren Ankara'da Milli Kütüphanede mevcut. Ancak fihristlerde Türkçe kitapların noksan yazıldığı anlaşı133


lıyor. Çünki bildiğim bazı kitaplar yok. 1913 yılında Filibe'de ençok ki­ tap basılmakta Balkan harbinin etkisi olmuş. Okul kitabı basımı 1922 'den sonra hızlanmış. 1926'da 42 okul kitabı, 2 edebi eser olmak üzere 44 kitap basılmış. Ençok kitap basan Şumnu'da Terakki matba­ ası ile Filibe'de Tefeyyüz kitabevi olmuş. Ençok okul kitapları basıldı. Bunlara öğretmenlerin biyoğrafisi yazılırken işaret olundu, ayrıca bir listede hazırladım. İlkokul ve rüşdiye kitapları, eskidenberi hazırlanagelmiş, son za­ manlarda daha hız verilmişti, 1924'lerde çok okul kitabı basıldığını gö­ rüyoruz. Nüvvap açılınca okunacak kitap işi bir problem oldu. İlk za­ manlarda kitapların bir kısmı Türkiye'den getirtildi veya hoca not ve­ rirdi. Biz öğrenciyken: Harun Reşid'in: Teşrih, Kimya, Fizik kitapları­ nın Faik Sabri'nin Coğrafyalarını okuduk. Edebiyat öğretmenimiz Ha­ sip Safveti Aytuna, İsmail Habib'in Teceddüt Edebiyatını, Süleyman Şevket'in Güzel Yazılarını okuttu. Süleyman Sırrı, Ali Canib'in Ede­ biyyat Derslerini takibetti. . Arapça kitaplar, Mısır veya Beyrut'tan ge­ lirdi. Sonraları Nüvvab için: S. Sırrı, H . Nazif, Osman Keskioğlu, İs­ mail Akdere, Yusuf Zıyauddin, B. Ahmet bazı ders kitapları hazır­ ladılar . . .

Diğer kitaplar İlmi, edebi alanda yazılmış kitaplardan tesbit edebildiklerimi kaydedeyim. 1913 yılında Filibe'de Balkan ve Hurşit matbaalarında basılanla­ rı katalogdan alıyorum, bunlarda yazar adı yok. Müzika Defteri Mazlum Figanlar Dersleri İşte Hakikat Adi Hakikatlar, Can Halası Mecmuai Makalat Küçük Lügat (Türkçe-Bulgarca) Müslümanlığın Cerihaları Yaver Paşa Esiri Haritalı Balkan Muharebesi Hesap Rüşd. 1 Muharebe · 134

Filibe Balkan M . ,, Hurşit ,, ,, ,, ,, ,, ,, ,, ,, ,, Balkan M. ,, ,, ,, ,, ,, ,, ,, ,,

1913 ,, ,, ,, ,, ,, ,, ,, ,, ,, ,,


Manastır Muharebesi Mülahazat: Müslümanlık Hakkın· da Bazı Mülahazalar Kırkkilise'nin Sukutu Selanik'in Sukutu Vukuat Edhem Ruhi Şehit Evlatlan: Fili­ be hapsindeyken yazdığı Balkan Harbi'ne dair bir roman Edhem Ruhi, İslamiyet Yaralan

1 9 13

Filibe Balkan M .

"

"

" " " "

"

"

"

"

"

1329/1913

Balkan

"

"

"

Filibe Rüşdiye Müdürü Halil Zeki'nin Tunca gazetesindeki yazı· lanna sert bir cevap. Halil Zelti Felaket Günlerim, 1 292 senesi diye başlayan bu uzun hikayede bir Türk kızının 93 Harbi'ndeki macerası dile getirilir Ahmet İhsan " "

İntibah Figanname Bulgarcadan Türkçeye

Filibe

Hurşit M . Fili be "

Cep Lügab

Bulgaristan Türkleri, Hayat-ı İl­ miye ve Fikriye

"

1913 1915 1920 1920

Şunum, ter. 1922 "

Mehmed Masum Mektep Müsamereleri " Büyük Harbin Etfal Üzerinde Büyük Tesirleri 1919 da Eskizağra " Kongresinde Okunan Referat 1 920 Osman Nuri Robenson Masalı Şumnu " Kristof Kolomb'un Amerika'yı Keşfi Varna 1926 " Türk Turan, Anayurt Özvatan İsmail Hakkı Şunum, ter. " Mehmed Atalay Ayşe Kadın {piyes) 1930 Muharrem Yumuk Uslu ile Süslü Filibe ; 1931 Mehmed Behçet Vatan Yolunda

Rahova Ahali M .

1923 135


Mehmet Behçet Bulgaristan Müslümanları İçtimai Rahova ve Siyasi Halleri Ahali M . 1923 " " Yahya Kemal Balkana Seyahat Mübine Saffet Bir Münakaşai Diniyye " Osman Nuri Mantık Şumnu, ter, Türk Gönlü, Bilinmeyen Büyük­ Basri Debre Mebusu lük (piyes) Sofya, " Bilgievi " Muhacir Mehmed oğlu (roman)(2S) 1922 (25) Coşkun milli duygularla yazılan bu eser, Semerkant'tan, aslı Yunan yahudisi olan bir bolşevik komiserin zulmünden kaçan genç bir Türk kızının İstanbul'da yeni hayata nasıl karıştığını anlatır. İlk baskısı Sofya'da yapılmış. Eserin yazarı Basri, aslen Arnavut olup Şumnu'da doğdu. Babası Şumnu'da Bozacı Hasan diye anılır. Mülkiye'de okuyan yazar, Meşrutiyet'te Debre mebusu seçilmiş. Deliorman hal· kını çok yakından tanır, onlarla teması vardır. Pehlivanları etrafına toplar, onları güreştirirdi. Türk Gönlü 'nün, 1923'te İ kdam Matbaası'nca I I I . baskısı yapılmıştır. Aynı matbaa yazarın Deliorman Türkü'nü, partizanlığı ve hicret acılarını anlatan Muhacir Melımedoğlu adlı romanını da basmıştır. Bu roman basılınca o zaman Ya­ kup Kadri (Karaosmanoğlu), İ lkdam'da (En Büyük Düşmanımız Cehalettir) başlı­ ğı altında şunları yazdı: " ' Basri Bey, (Muhacir Mehmedoğlu) unvanlı bir hikaye neşretti. Pek acıklı, pek sade ve samimi bir usliıp ile yazılmış bu kitap, bize Türk'ü, Rwneli Türkü'nü ezeli bir muhacir haline koyan veyahut onu mütemadi katliamlara kurban eden esbabın yalnız düşmanlarınuzın zulüm ve vahşetinden doğmadığını ne canlı bir tarzda gös­ teriyor. Basri Bey, esaslı Rumelili olmak ve son zamanlarda uzun müddet Bulga­ ristan'da bulunmak hesabiyle birçok aa hakikatlara yakından muttali olmuş, bun­ ları hikaye tarzında bize naklediyor. Lakin biz bu hikayenin arkasındaki milli fa­ cianın manasını derin bir ra'şe ile seziyoruz. Rumeli Türkleri'ni hicretzede kılan veyahut onları kah şarkta, kah garpta küme küme mahveden yalnız Bulgar, Rumeli komitecileri değildir. Ne de �seriye ce­ hennemi ve tehammülfersa bir dereceye varan takazlar ve tazyiklerdir. Bu komi· teciler bütün o havalideki cahil köy hocalarında en kör ve en kuvvetli müttefikleri­ ni bulmuşlardır. Bugün, oralarda hüküm süren hükümetler bu şuursuz mürşitler vasıtasıyladır ki, hala Müslüman ahaliyi gayri mahsus bir tarzda hicrete sevket· " mektedir . . . Basri, Bulgaristan Türkü'yle ilgilenmiştir. 15 Şubat 1 928 günlü Milli Mecmua'da çıkan (Tuna Mehmetçiğinin Boğulmaz Sesi) şiiri, Tuna Mehmetçiğini Anavatanıı çağıran ses'tir. Bulgar zulmü Deliorman içinde - Uluharman içinde hep Ahmed 'in, Mehmed'in : Yüreğini kavurdu -ve külünü savurdu, diyor. Bu defa göçe çağırıyor: Kurtuluşun yolcusu ol! - Yollarının kolcusu ol! Sofya: 1928. Bulgaristan Türklerinin dilcisi: Dr. Basri Gültekin.

136


Debre Mebusu

Sofya

Manzum Masallar

Zeynelabidin İs partalı

Sadayı İrşad (Milli mücadele yıllarında)

1922

Şumnu, _ ter. 1338/1922

Anadolu halkını, milli mücadeleye, vatanı kurtarmııya çağırıyor:

Hangi zabit: dönmem Vallah dediyse, Ecdtidını, tarihini sevdiyse, Bütün harjJte askeriyle yaşadı, İşte KEMAL PAŞA bir misaldir aşırı. (s. 34)

48 sayfa tutan manzum risalenin sonuna, Akif'in Süleymaniye Kürsüsündeki manzum duasını alıyor. Ayrıca Gazi Mustafa Kemal'in fotoğrafı altına konmak üzere şu kıtayı yazıyor: Mehdi-i Milli Halaskanmızın fotoğrafı altına:

Vatan uğrunda kavmimin delil-i rdhısın, yolunda bir kitlenin ümidgdhısın, Hevdy-ı vasl-ı ydr ile samimiyetin mi kalmasın, Ki sen mücdhede-i milliyyenin pendhısın. Gaza

M. Şerif Alyanak

Tuna'dan Sesler

Hüseyin Esad Şarkı Mecmuası Ahmet Kemal Verem

Plevne

1927

Şumnu Ter. Şumnu İntibah

1928 1933

Ali Kenıal

Mekteblerimiz hakkında dertleşme

Ali Kemal

Terbiye Fenninin Anahat­ ları

Ali Kemal

Alev ve Kül (Roman)

Ali Kemal

Fert ve Cemiyet hakkında düşünceler Fili be

Ali Kemal

Hayatı İctimaiyyede İnsan Şumnu, Ter.

Filibe

Fili be

1927

1924 137


(İnsanların yaşayışına bakış-fakrın sebebi, neticeleri, paranın hakimi­ yeti, hissiyatın rolü, dini efkarın ifratları, (karakuvvete çatar) vatan sev­ gisi, milliyet ve ırk, telkinlar, iktisadi sebebler, geri itikadi sebebler). Ali Kemal

İnsan il. Kitap

Şumnu, ter,

1923

(Fikri hazırlıklar, terbiye-i ahlakıyye, terbiye ve temayülat, terbiyei et­ fal, tedrisat, maarif müesseseleri, mektepler ve sureti islahları, kız mek­ tepleri, islahatı diniyye). Ali Kemal Yenilügat Filibe Tefeyüz Yusuf Zıyaeddin Tabiaıyyun Dava ve Gayeleri Şumnu Ter. Yusuf Zıyaeddin Vahdaniyeti ilahiye Şumnu Ter. Burhanları Şumnu Ter. Yusuf Zıyaeddin Nuhbetü'l-Ezkar ve Davat Şumnu İntibah Yusuf Ziyaeddin Dini Terbiye Yusuf Zıyaeddin Usulu Merıyye, Mürafeat-ı Şumnu Havadis Şer'ıye Şumnu İntibah Yusuf Zıyaeddin El-Dürrü'I Münazzam Şumnu Ter. Yusuf Zıyaeddin Vasıyyet-i İmam Ali Şumnu Ter. Kıvamuddin Nur Ta'dil Şumnu Ter. Davud Ahmed İlmi Hali Nas Mustafa Sabri Şumnu Penef Elenalı Zübdetül Fıkıh Sofya Necip Asım Mevızalarım l. Kısım Şumnu İntibah Necip Asım Mevızalarım il. Kısım Şumnu İntibah Nasıhatlarım Hafız Nazif Şumnu İntibah Osman Seyfullah Öğütlerim Şumnu İntibah Ahmed Şevki İrşad Sesleri Sofya Nüvvap Rehberi Mürşid'in 4 adet Hafız Yusuf Müslümanlıkta Hayatı Aile İslam Rüşdi ve Cemiyet Şumnu İntibah Devir Hocası Arda Mat. Hafız Cemal Mehmed Celil Lügatı Şehap Sofya ve Blajef Bulgarca-Türkçe, Türkçe İsmail Sabri Ziştovo Bulgarca Lügat Hüseyin Oğuz Şumnu Benim Kemanım Türk Gençlerine Şiirler Şumnu Mehmet Fikri 138

1 923 1930 1 930 1 936 1937 1 933 1 924 1 925 1 943 1 925 1931 1931 1931 1931 1 940 1 935 1 922 1 928


Kitap Dili

Bulgaristan'da Türkler çok ağır koşullar altında yaşamaya çalış­ tılar. Gün geçtikçe durum değişti. 1934 inkılabından sonda aydın öğ­ retmenler okullardan atılarak göçe zorlandı. Faşist idare halkın Türki­ ye ile olan manevi bağlarını kopardı, yollarını tıkadı. Emekdar öğret­ men S.Sırrı bu konuda bakın nasıl dert yanıyor: "Onu anavatanla olan fikri ve manevi bağlardan da mahrum bı­ rakmaya kalkıştı. Türkiye'den kitap, dergi, gazete tedarik etmesini güç­ leştirdikçe güçleştirdi, imkansız bir hale getirdi. Bu hal devam ederse ki, elan devam ediyor-ne olur bilir misiniz? Bulgaristanlı Türk'le ana­ vatan Türk'ü arasındaki dilde, fikirde ayrılık başlar. İki taraf birbirini anlamıyacak bir duruma düşer. Azeri, Türkmen, Çağatay, Kazak, Ka­ zan gibi Türk soylarına bir de Deliorman, Rodoplar soyu Türk lehçesi eklenmiş olur." "Dil bilginlerinin isabetli hükümlerine göre: Dillerin kollara ay­ rılması, aynı kabilenin mekanca birbirinden uzaklaşması ve ayrı mef­ humlara ayrı isimler takmasıyla meydana gelmiştir . . "

"İşte Bulgaristan'da Türk öğretmeni, yeni bir Türk soyunun ay- · rılmasına müsade etmek gafletine ve fecaatına düşmemek için, Ana­ yurtla olan manevi bağlannı muhafaza etmek için, son derece dikkatli ve uyanık davranmıştır. Konuşurken, öğrencisine İstanbul şivesiyle hi­ tap eder, cevabını o yolda ister. Yazdığı okuma ve gramer kitaplannda

Anayurt edib, şdir ve yazarlannın düşünüş ve yazış tarzlarını örnek tutar­ dı. Daha doğru bir ifadeyle: Öğrencide dil duygusunu, güzellik zevki­ ni, güzide zatların mahsulleriyle beslemeye uğraşırdı. Bu yolda hare­ ket etmeyi kendine milli bir borç sayardı. Çünkü, bilirdi ki, İsmail Gas­ pıralı 'nın dediği gibi: Dilde birlik, emelde birliktir. "

Süleyman Sım Tokay, Anayurt, Sayı: 35, 151711955. Okul kitaplarındaki kıraat parçalarını!), Türkiye yazarlarından alınmış olduğunu gösterir aşağıdaki listeye bakın. S. Sırrı ile yazdığı­ mız ilkokul ve rüşdiye Dilbilgisi kitaplarında yeni dil terimlerini kullandık. 139


Okuma Kitaplanndaki Yazılar Bulgaristan'da Türk öğrencileri, Bulgaristan'da basılan okul ki­ taplarını okuyorlardı . Bu kitaplardaki yazıların çoğu, Türkiye'deki ya­ zarlardan alınmıştır, böylece Türk diline, edebi zevkine yatkın yetişi­ yorlar, mayaları Türk edebiyatıyla yoğruluyordu. Bu açıdan rüşdiye­ ler için Süleyman Sım ve Yusuf İzzeddil tarafından yazılıp 1925 'te Şı..m ­ nu'da basılan Yeni Kıraat kitaplarının fihristlerini burada sıralayacağım : Rüşdiye 1. Sınıf Yazı Adı

Yazar

Nasreddin Hoca ve Mektup Sultan Mahmut'la Kayıkçı

Orhan Seyfi

Kayın Ağacı Kaya ile Yoku

Ahmet Cevat

Yıkılası Yer

Janbum

Körler ve Fil

Tolstoy

Anadolu Toprağı

Orhan Seyfi

Türk Askerleri

İbrahim Alaeddin

Ak Destan

Ziya Gökalp

Timsah

Harun Reşit

Boz Eşek

Refik Halit

Bulut Kanbur Kanbur Üstüne Kahveci Güzeli Ezik Palamut

Hüseyin Cahit

Eniyi Evlat Vatana Borcumuz Hayat Kavgası

Mehmet Emin

Yetim Çocuk

Orhan Seyfi

Mektep Kaçakları

Orhan Seyfi

İlk Bahar Kırlarda 140

İsmail Hikmet


Yazar

Yazı Adı Afrika Mader Adasında

Tercüme

Tanca

Donçakof

İyilik Unutulurmuş ·

Tolstoy

Kırgız Oyunu

Siven Hedn

Sond Adaları Kartal ve Çaylak Dağkeçisi Ucuz Etin Çorbası Tatsız Olur Ormanlardan Edilen İstifade Manzum Muhavere

İrfan Emin

Çocukluk

Reşat Nuri

Ne Olmalıymışım

Hulusi

Petrsborg'ta Bir Sergüzeşt Düdük İlim ve Tabiat Normandinin Garkı

Viktor Hügo

Nefse İtimat

Mehmet Emin

Biz ve Onlar

Ali Suavi

İş Başına

Mehmet Emin

Durmuş Çavuş Çanakkale Anısı

Aziz Hüdayi

Deve Kuşu

Harunureşit

Arkadaş Yetim Çocuk

Mehmet Emin

İskender'le Diyojen Kardeşler Şehit Yavrusu

Aka Gündüz

Kurt ve Çoban İlahi

Ziya Gökalp

Hocanın Okçuluğu 141


Yazı Adı Niçin Reçineli Ağaçlar Yapraklarını Dökmezmiş Bir Kavganın Neticesi Saka Kuşu Akşam Çiçekler

Yazar

Muallim Hulusi Orhan Seyfi

Rüşdiye II. Sınıf Türk Ünmüzeci Kur'an-ı Kerim Sıhhat Dağı (Uludağ) Yolcu Salahaddin Eyyübi, Kılıç Arslan Vatan Sevdası Vatan Hakkında Sovuk Kış Dağlılar Sahil ve Adalar Halkı Tarihte Türk Neferi Kışlaya Veda Hayırhahlık Potuk Hasan'ın Düğününde Silah Sesleri, Barut Kokuları Gemici Amerika'nın Keşfi Çoban İstiklal Mücadelesinden Bir Yaprak Alpçılık Nedir Giyunıtel Meşe ile Saz 142

Ziya Gökalp Mehmet Emin Mehmet Emin Ali Ulvi Hüseyin Ragıp Orhan Seyfi

.

Ahmet Refik Ali Ulvi Mehmet Rifat Mehmet Emin Mehmet Emin Bulgarca'dan tercüme

Ağaoğlu Ahmet

Ali Ulvi


Yazı Adı İhtiyar Değirmenci Musa b. Nusayr-Tarik b. Ziyat Macellan 'ın Devri Alem Seyahatı Forsa Filomel ile İhtiyar Fener Dirilen Bir Terbiye Hacı Nine Vatan Hisleri

Yazar Mehmet Emin

Ömer Seyfettin Senih Muammer Mehmet Emin M imar Mehmet Ağa Ercüment Ekrem Midhat Cemal

Ölmez bu vatan, farzı muhal, ölse de hatta Çekmez kürenin sırtı bu tabut-ı cesimif6). Mazıda Bahar Seyranları Yılmaz Asker Kimsesiz Çocuk Tilki - Arslan İnsanlık Değirmenci ile Oğlu Yalnız Efe Bir Mektuptan İspinoz Yatır Çanakkale Harbi İhtiyarlıktamı, Gençliktemi

Ahmet Refik Ruşen Eşref Reşat Nuri Mehmet Akif Reşat Nuri İsmail Hikmet Ömer Seyfettin Tahsin Nijat Aziz Hüdayi Refik Halit Mehmet Akif Ömer Seyfettin

Rüşdiye III. Sınıf

Kıt'a Hürmet Ettiklerim Büyükannemin Masalı Kars'ta Türk Hayatı (26)

Namık Kemal Mustafa Rahmi Siraciiddin Ahmet Refik

l l l . sınıf kitabındaki " Anadolu A�kl•rine·· bunun h>ibidir.

143


Yazı Adı

Yazar

Kopuk Öksüz Ahmet Türklerde İdman ve Riyazet Kargalar (Anadolu'ya Saldıranlar) Dünyanın En Büyük Barometresi Kuşlarda Analık Şefkati Mantar Zervıyyatı Vazife Fatih Zeynebim, Zeynebim Ramazan İlk Şeyler Ninesine İzmir ve İzmiroğlu Es-Salatü Ves-Selam İstikbal Ferda Mişir Buğday Yarım Şehitler Elhanı Şita Kin Kin Türk Alemi Bir Fethi Mübin Durmayalım Mağara Anadolu Askeıine (27)

Ercüment Ekrem İsmail Safa Selim Sırrı Ali Ulvi

Harunureşit C. M . Fazıl Ahmet Halide Edip Celal Sahir Falih Rıfkı Tevfik Fikret Ahmet Refik Halit Ziya Namık Kemal Tevfik Fikret Abdullah Zühdi Cenab Şehabeddin Cenab Şehabeddin Emin Bülent Mehmet Emin Ahmet Ağaoğlu M . Şemseddin Mehmet Akif Harunureşit Midhat Cemal (27)

:\1 . Cemal 'in Türk'ün Şehnamesine alınmayan bu şiiri, Anadolu 'yu kurtaran kahraman erlerin aziz hatırası önünde eğilerek buraya alıyorum. Bunu 1925'te Şum­ nu 'da basılan okuma kitabında okuduğum zamanki gözyaşlarımla. (Aslı Sebilürre­ şad. dergisi, c. 20, s. 3 1 1 , 1 922)de. Anadolu Askerine

Bir hamlede azmin onu kaldırmasa, çoktan Irkım gibi bir şahika yerlerde çamurdu! Göğsünde kanın akmasa. üç yıl şu ufuklar Al bayrağımın rengini çoktan unuturdu!

144


Yazı Adı Harbi Umumide Mısır Seferine Giden Bir Türk Zabitinin Notları Kuvvet Mektepte Son Ders Ziraat ve Ticaret Yolcu Gemiciler

Yazar

Tevfik Fikret Alfons Dude Abdülhak Hamit Mehmet Emin Enis Behiç

Hep son nefesindir onu tahrik eden ancak, Sessiz, hareketsizdi bugün yoksa bu sancak! Sen olmasan, ay-yıldızım olmazdı da çoktan Bir kapkara zincir-i esaretti ufuklar; Sen olmasan, ecdadımızın türbelerinde Bir ürperen ukdeydi de sorguçlu kavuklar, Çoktan bu mülevves kürenin kalb-i leimi, Atmıştı, unutmuştu Süleymanı, Selimi. Taşlar gibi hep toprağa münkad olup ırkım, Kalmıştı ağaçlar gibi hep yerde mukayyet; Sensin o büyük heykel-i iclali ki azmin, Yerlerden elin almasa, kaldırmasa şayet, Artık koca bir saltanatın bayrağı bezdi, Bin fırtına kopsaydı, temevvüç edemezdi! Sen yazmamış olsan onu a'sara kanınla Dünyadaki bir milletin artık adı yoktu! Sen olmasan, a'daya eğilmiş bir alınla Artık yaşamaktan vatanın maksadı yoktu! Baştan başa toprak ve yerin olsun husamanın, İnsan onun üstünde behimeyse, köpekse. Manası nedir sanki şu masmavi semanın, Altında başım dimdik eğer gezmeyecekse. Sayende, hayır, yerle göğün bu'dü kısaldı, Bir dağ başı ulviyyeti var nasıyelerde. Yükseldi, kıyam etti, semavata karıştı, . Türk 'ün başı bak, ta güneşin doğduğu yerde! . . Midhad CEMAL

145


Yazar

Yazı Adı Mahalleye Mevkuf

Halit Ziya

Yavrucuğa

Tevfik Fikret

Oyuncakçı Affan Efendi

Ruşen Eşref

Üzümcü

Ahmet Hikmet

Hisarlara Karşı

Emin Bülent

Zafer Tepeleri Eteklerinde

F.

Sabah Olursa

Tevfik Fikret

L.

İstanbul 'da Türkler Sen Feryada Başlayınca

Mehmet Emin

Osmanlı Medeniyeti

Ahmet Refik

Sınaat

Mehmet Emin

Maviş

Ahmet Hikmet

Balıkçılar

Tevfik Fikret

Matem Günü (Sultanahmet Mitingi)

Halide Edip

İstanbul'dan Ayrılırken (Anadolu'ya Milli Mücadeleye Gitmesi)

Mehmet Emin

Kaval

Ali Canip

Şumnu'da Darulmuallimin öğrencilerinden Celil Mehmed 1927'de Doğrusada adlı bir gazete çıkarırdı. Gazetede Midhad Cemal'in içki aleyhinde bir şiirini yayınladı. Şiirin tamamını hatırlayamıyorum, ancak Şumnu'da basılan Türkçe Sarf ve Nahiv kitabına alınan kısmını buraya aktarıyorum, bu da adı geçen kitapta yok: İçme oğlum! Yaşar insan yaşamak azmiyle, Öleceksen de, hayatından usandınsa bile, Sana layık mı içip, içkiye gitmek kurban? Dur da bir kerre düşün, nerde, nasıl öldü baban? Ben onun na'şını serhadde uzanmış gördüm. Sen de bul, ırkına, ecdadına layık bir ölüm. Yine M. Cemal 'in Sebilürreşad dergisinde 14 Mayıs 1 337/192 1 tarihli sayısında çıkan Onlar adlı !)2 beyitlik şiiri de kitapta göremedim. Gandi için yazdığı: Bir koskoca saltanat uğraşmada bir çıplak adamla! diye biten şiiri de orada yok . . .

146


Nüvvab Mektebi il. sınıf için S. Sırrı, H . Nazıf ve Osman Seyfullah tarafından hazırlanan ve 1942'de basılan Okuma kitabındaki yazılar : Yazı Adı Münacat Diyet Bir gazel Eylül Menfadan Veremler hastahanesinde Bülbülüm

Yazar

Altın Nine Elhan-ı Şita Akif Bey temaşasından Firavnla Yüzyüze Murabba Kınalı Adadan İstanbula Kaval Zelzele Hürriyet Kasidesi

Şinası Ömer Seyfeddin Namık Kemal Tevfik Fikret Namık Kemal Abdülhak Hamit Hüseyin Suat Tevfik Fikret Halit Ziya Cenab Şebabettin Namık Kemal M . Akif Namık Kemal Fazıl Ahmet Mehmet Fikri Tevfik Fikret Namık Kemal

Kasıde Gazel

Nedim Nabi

Gazel Gazel

Gazi Giray Nedim

Bir Mersiye O Papağanmış

Tevfik Fikret Mehmet Fikri

Ömerin çocukluğu

Muallim Naci

İthaf Viktor Hügodan

Yahya Kemal Muallim Naci

Mai ve Siyahtan Felsefe-i Hayat Ziya Paşanın Çocukluğu Nefes İstimdat

Halit Ziya Pertev Paşa Ziya Paşa Semih Rifat Yakup Kadri

Sabah Ezanında

147


Yazı Adı Kus b. Saide Hutbesi

Yazar Cevdet Paşa

Gece

Mehmet Akif

Secde

Mehmet Akif

Ses

Yahya Kemal

Harap Mabetler

Rıza Tevfik

Rüya Kırlarında

Yusuf Ziya

Zaviye-i Felasife

Cenab Şehabeddin

Muhammes

Nabi

Müseddes

Vasıf Enderuni

Rubailer Şarkı

Nedim

Koşma

Dertli

Mani ve Beytler Şikayetname

Fuzuli

Köyde Kış

Faruk Nafiz

Kar

Cenab Şehabeddin

Medine

Falih Rıfkı

Evliya Çelebi 'den

Evliya Çelebi

Destan

Aşık Cefai

Terki-i Bent

Ziya Paşa

Terci'i Bent

Ziya Paşa

Edebi Sözler, Seçmeler Kitabullah

İsmail Safa

Çöl ve Hacılar Kur'an-ı Kerim

C. Şehabeddin Mehmet Emin

Akşam Garipliği

Rıza Tevfik

Maviş Na'ti Şerif

Ahmet Hikmet Dede Galip

Leyla ve Mecnun

Fuzuli

Dini - Felsefi Muhasebe

Ferit

148


Bulgaristan ' da Çıkan Türkçe Gazet.eler

Adı

Yer

Yıl

Bulgaristan Resmi Gazetesi Tercemesi

Varna

1879

Tarla

Sofya

1880

Dikkat Varna Postası

Vama

1884-1886 1887

Nadas Serbest Bulgaristan

Sofya

1887

ittifak

Sofya

1894

Sebat

Rusçuk

1894

Bedrekai Selamet Emniyet Gayret

Filibe Fili be Fili be

1896 1896 1895

(28)

I

Yayınlayan İki sene kadar çıkmıştır. Resmi gazetenin ter· cemesi Yusuf (Ali) Türabi. Az çıkmıştır. Sonra Dikkat ve İttifak gazetelerini çıkarmıştır. Yusuf Ali (Türabi) Necip Nadir, Yama Rüşti· ye Müdüıii . 6 ay çıkmıştır. Samokovlu Haşim bey. Nacip Nadir, Rüşdiye Müdürlüğünden azil olu­ nunca gazeteyi ·çıkarmış, Abdülhamid tarafından Kaymakamlık verilerek Türkiye'ye gelmiştir. Yusuf Ali (Türabi) Ab­ dülhamid tarafından İs· tanbul Rüsümat Meclisi Azası tayin edilmiş, ga­ zete de kapanmıştır. İskender ve Ahmed Ze· ki 1 yıl çıkmıştır. Hilmi Emin Tevfik. Filibeli Rıza Paşa (Sonra­ ları Karahisar Meb'usu oldu) 1 986'da Filibe'ye gelen Ubeydullah Hoca, Ali Fehmi de yazarların· dandır. Yazarları miri miranlık verilerek İstan­ bul'a (28) davet edilince gazete kapanmıştır.

Bu bölümde Adem Rühi Karagöz'ün Bulgaristan Türk Basını adlı eserinden faydalaııılııı ışıır.

149


Adı

Yıl

Yer

1896-1901

Yayınlayan

Rağbet

Fili be

Resimli Emniyet Resimsiz Emniyet

Filibe

Sada

Filibe

1 897

Ubeydullah Hoca, Hatip oğlu, (Gayret) kapanınca bunu çıkardı.

Müvazene

Filibe-Vama

1897-1 905

Ali Fehmi, Mülkiye me­ zunu olup istibdatdan kaçmıştır. Rıza Paşa'nın (Gayret)'inde yazardı. Muallimler Birliği kurul­ ması fikrini yayd ı . 1905'de hudud dışı edi­ lince Cenevre'de müca­ delesine devam etti.

Hamiyet

Filibe

1897

Ebu Mukbil Kemal (Sul­ tan Hamdi Matbuat Mü­ dürü yaptı).

Balkan

Rusçuk

1898

Ahmed Zeki

Mecray-ı Efkar

Filibe

1898

Ali Rıza

Doğruyol

Filibe

1 900

Ubeydullah Efendi

Müdafaa-i Hukuk

Rusçuk

1901

Ahmed Zeki (Rusçuk Yaranı cemiyetinin Mü· revvifi Efkarı)

Efkar-ı Umumiye

Rusçuk-Sofya

1904

M. Ragıb, İsmail Yürük­ of

150

Hafız Ahmet Abdülhamid'e gözdağı verip para veya memuri­ yet kapmak için çıkarıl­ mış.


Adı

Yer

Yıl

Rumeli

Filibe

1904

Balkan

Filibe-Sofya

1904 Günlük

Temaşay-ı Esrar

İslimye

Rumeli Telgraftan

Filibe

Uhuvvet

Rusçuk

Tuna

Rusçuk

Tuna

Rusçuk

Yayınlayan Ethem Ruhi, birkaç sayı çıktı.

Ethem Ruhi , Balkan Harbine kadar gündelik çıktı. Bulgaristan Tür­ künün haklarını korudu 1 . Cihan Harbinde Ethem Ruhi mebus oldu, gaze­ teyi Sofya'ya nakil etti. Çiftçiler zamanında Türk okulları müfettişi oldu. Değerli hizmetler­ den sonra Türkiye'ye geldi. 1904 Süleyman Fehmi, öğret­ men 1905 Günlük Ethem Ruhi'nin Rumeli Gazetesinin yerine çıkar­ dığı bir telgraf, haber bültenidir.

1904 Günlük

91 'nci sayıdan itibaren Mehmed Teftiş mes'ul müdürüdür. 1905 Günlük Mehmed Teftiş. 1 , 5 yıl çıkmış. 1908 Günaşırı TWla adıyla kurulan şir­ ket tarafından yeniden çıkarıldı. Tahir Lü tfi başyazar olup Hafız Ab­ d ul lah Fehmi Meçik mes'ul müdürüdür. Kı­ zanlıklı Ali Haydar'ın kıymetli yazılan çıktı. Bu Muallimiıı­ gazete İs\amiyye Cemiyetinin organı sayılır. 151


Feryad

Sofya

Ahali

Filibe

Şark

Sofya

Sofya Fecri Tırpan

Sofya Eskicuma

Hurşid Tunca

Filibe Sofya

Türk Sadası Tunca

Sofya

Eyyam Resimli Balkan Çifçi Bilgisi

Filibe Sofya Sofya

152

Yıl

Yer

Adı

Yayınlayan

Mustafa Ragıb, İstibdad· dan kaçanlar çıkarmıştır. 1905 Günlük Mehmed Sabri, Muvaze· ne gazetesinin yerine Ali Fehmi'nin kardeşi çı· kardı. Yüıiikoğlu İsmail, (Talat 1909 Paşanın kız kardeşinin kocası) Ahmed Zeki 1910 Doğan. Baş Müftü aley­ 191 1 hinde yazılar yazmış. Mehmed Şükıii . 1912 1913-1915 Ahmed Fazıl, 1923'de İz· Günlük govor Partisinden mebusdur. Ahmed Fazıl, Tunca'nın 1915-1920 adını bu isme çevir· miştir. Yine eski ismini almıştır. 1 920-1925 Demokrat Partinin or· ganlığıru yapmıştır. Ha· bib Safveti, Mehmed Ce­ lal, Şerif Alyanak yazarlarındandır. 1914 Günlük Hafız İsmail Numan Ethem Ruhi 1917 19 19-1923 Eskicuma Mebusu Ah· med Zihni, Başyazarı Mustafa Ceyhun. Çiftçi Partisi organıdır. Ethem Ruhi bir müddet bu ga· zetede yazdı. Türklere geniş serbestlik veren bir parti gazetesi olduğun· dan bir çok münevverle· rin yazıları vardır. 1905


Adı

Yıl

Yer

Yayınlayan

Çifçi Bilgisi

Sofya

1931-1934

Ziya

Sofya

1920-1923

Arda

Kırcaali

1920

Çiftçi Hükumeti zama­ nında İçişleri Bakanlığı Hususi Kalem Müdürü Ragıb Mıtış Sipahi.

Ahali

Sofya

1920-1922

Mehmed Behçet (Pe­ rim). Yunanlıların istila­ sından sonra Edime'den yaralı olarak Sofya 'ya gelen Mehmed Behçet, Edime' de çıkardığı gaze­ teyi Sofya'da çıkarmaya başlamıştır. "Esir Trak­ ya'yı kurtarmayı şiar edi­ nen bu gazete etrafında şu kalemler toplanmıştır: Ethem Ruhi, Muhacirin Komisyonu Türk Mu­ rahhası Bahaeddin, Edir­ ne Lisesi Edebiyat öğret­ meni İskeçeli şair Meh­ med Sıdkı, Emin Ali (Ha­ va Kurumu Müfettişi ol­ du), Mehmed Atıf (Me­ bus oldu) Şerif Alyanak, Mehmed Murad (Uy­ tun), Aliş Ekrem (Ata­ kül) Ragıp Mıtış (Sipahi), Eskicuma Meb'usu Ah­ met Zihni . . . . .

Bayraktar oğlu İdris, Ay­ nı parti organı olarak çıkmıştır. Bulgar Komünist Partisi­ nin Türkçe organıdır.

Mehmed Behçet, 1922'de Rahava Rüştiye Müdüıü tayin edilince

153


Adı

Yıl

Yer

Yayınlayan gazete de oraya nakil olundu. Türkiye ve Türklük hakkındaki ça­ hşmalan yüzünden bir­ kaç defa hapse atıldı. Milli mefkure uğrunda korkmadan çalıştı: "Ha­ pislere değil iplere, üç se­ bat bir muvaffakiyet doğu­ rur, Türk 'ün Müslümanlar

vazifesi, Uyanın,

Tarihini dakikalar geçiri­ yoruz, Milliyetperverlik ci­ nayet. . " gibi başlıklar al­ tında yazdığı ateşli yazı­ larıyla millete ışık tuttu. .

Türksözü

Fili be

1 920-1923

Ali Fehmi.

Deliorman

Razgrat

1922- 1927

Mahmud Necmeddin sa­ hibi olup Ahmet İhsan, Şerif Alyanak, Hafız İs­ mail Hakkı, Yahya Ha­ yati, Hasan Sabri Hoca yazarlarındandır.

Başlangıç

Kırcaali

1924

Kırcaali'de Bulgarlar ta­ rafından çıkarılmıştır.

Rumeli

Eskicuına

1924

Filibe

1925

Tank Mümtaz (Göztepe) 1 50 tiklerden olup Eski­ cuma Türk Maarif Encü­ meni onu Rüştiye Müdü­ rü yaptı. Spor sahasında hizmeti oldu. Mehmed Behçet Perim. Ahali gazetesi kapanınca neşre başladı. Aliş Ek­ rem, Alyanak, Hamdi Fikret yazarlarındandır.

Koca Balkan

1 54

·


Adı

Yıl

Yer

Yayınlayan

Bulgaristan

Sofya

1 926

'.\1ehmed Behçet tarafından '.\1ustafa Sungur'un mes'ul müdürlüğü altında çıkarılmıştır.

Yeni Söz

Şumnu

1925 '

Besim Hilmi Çakaloğlu tarafından 22 sayı çıkanim ıştır.

Dostluk

Filibe

1 923-1 934

Sahibi Tahir :\'uri'dir. Başyazarı Ahmed Hulusi idi. Sonra Ali Kemal Başyazar oldu. Bazen mustaar adlarla yazılar yazdı.

Mücadele

Pilevne

1 926

Şerif Alyanak Pilevne Rüştiye '.\1üdürü olunca Delionnan kapandı. ::\ecmeddin de Pilevne'ye geldi. Burada '.\1ücadeleyi çıkardılar.

Spor Gazetesi

Rusçuk

1926

İsmail :\Iuharrem, Spor Birliğinin gazetesi idi, bir sayı çıktı.

İntibah

Şumnu

1 927- 1 931

Tunaboyu

Pilevne

1 927

Hafız Yusuf Şinasi; gazete sonradan Ahmed Kemal ve :\'ecip Asım kar<leşlerin idaresine deHolunmuştur. ::--; . .Ası m : :\fotekif, Yedi Beyza. Derviş, Turisina, :\lüfti, takma adlarıyla inkılaba karşı yazdı. :\lehmed Behçet (Perim), (Ahali, Altın Kalem. Koca Balkan) Başyazan, son çıkardığı Bulgaristan'da kapatarak si155


Adı

Yer

Yıl

Yayınlayan yasi hayattan çekilmişti Rahova'da öğretmendi. Mahmud Necmeddin ile yeniden yazı hayatına atıldı.

Doğru Sada

Şumnu

1927

Rehber

Sofya

1928-1 934

Yenigün

Sofya

1934

Mehmed Celil, Rehber kapandıktan sonra Yeni­ gün adı ile çıkmıştır. 23 sayı çıktıktan sonra yine kapanmış, Mehmcd Ce­ lil bu defa Gabrova'ya sürülmüştür.

Doğru yol

Sofya

1 935- 1 939

Mchmed Celil, 1934 inkı­ labından sonra hüküme­ tin devamlı tazyiki altın­ da kalan Türk gazetele­ ri kapanmıştır. 1 miyon

'

156

Darül'muallimin öğrenci­ si olan Osmanpazarlı Ce­ lil Mehmed tarafından çı­ karılmıştır. Birkaç sayı çıktı. Mehmed Celil, Sabık Va­ kıflar Müdürü. En de­ vamlı ve en muntazam çıkan bir gazete idi. Köy­ lüye kendini sevdirmişti. Türk okullarını ve okul tarlalarını korumuş, Na­ rodna okul haline sokul­ malarına karşı mücadele açmıştır. 1934 Mayıs inkılabından sonra Mehmed Celil Ra­ domir'e sürgün edilmiş­ tir. Rehber 321 sayı çıkmıştır.


Adı

Yer

'Yıl

Yayınlayan Türk'ün haklarını araya­ cak bir gazete doğruyol olmuştur . 3 1 9 sayı çıkmış. Bulgaristan Türk Genç­ liği Turan Cemiyetleri Birliğinin orga n ı d ı r . Kongrece yazarları v e çı­ kacağı yer tesbit olunan bu gazete daha sonraları Kırcaali, Varna'da çık­ mıştır. Razgratlı Arif Necip (Kaskati) Varnalı Ömer Kaşif, (Nalbantoğlu, Vi­ dinli Mustafa Kasım, Ahmed Ra'fet Rodoplu, Şumnulu Akif Mehmet (Alkanlı), Vidinli Halim Özdemir, Alparslan 'ın babası Hasan Sabri, Ah­ med Gültekin (Arda), Mustafa Oğuz (Peltek) ve diğer yazarların yazı­ ları vardır.

Turan

Vidin

1928-1934

Yeni Başlangıç

Kırcaali

1927

Yahya Hayati, Kırcaali'­ de öğretmen iken çıkarmıştır. f

Başlangıç

Kızanlık

1 928

Yahya Hayati 1 928'de Kızanlık'a öğretmen ta­ yin olununca bu isimle: orada çıkmıştır.

Yenilik

Yan bolu

1928

Yeni Türk harflarıyla çı­ kan ilk gazetedir. (Öğret­ men Mehmed) Rüştü Acar tarafından bir sene çıkarılmıştır. 1 57


Yıl

Yer

Adı il kal

Lom

1929

Rodop

Kırcaali

1 929

Rodop

Fili be

1931

Rodop Sesi

Kırcaali

1 929

Halk Sesi

Sofya

1 929-1 930

Savaş

Şumnu

1 929

Tebligat

Sofya

1 929

Birlik

Eğriden!

1 929

Deliorman

Soiya

1 929

Yeniyol

1 58

Yayınlayan Halim Özdemir. Bir nus­ ha çıkmıştır. Mehmed Lütfü Taka­ noğlu, 193 1 'de Filibe'ye naklederek hacmini büyütmüş. Türklerin hakların ı , Türk İnkılabını savun­ muştur. 1 934'de kapan­ mıştır. Terzi Köylü Mustafa Hasan tarafından çıkarıl­ mış, az sonr-a Y eniyol adıyla yayınına devam etmiştir. Ahmed Hilmises, Türk­ Bulgar dostluğunu geliş­ tim1e çabası gütmüştür 87 sayı çıkmıştır. Besim Hilmi Çakaloğlu, dört sayı çıkmıştır. Müessesat-ı Diniyye ve Vakfiye Müdürlüğü tara­ fından ayda bir çıkarıl­ mıştır. Başmüftülüğün tayinleri, İmam ve Hatip­ lere verilen mürasele-i şcr'iyeleri, Vakıflar Mü­ dürlüğünün karar ve ha­ berlerini yayınlayan res­ mi bir gazctt'dir. Yahya Hayati, Eğriden� Türk Okul Öğretmeni. Bekir Sıdkı. Bulgaristan Türklerinin biriı1 ci Milli Koııhrrcsi kararlarını yay­ mak üzere Sofya'ya nak­ ledilmişiir. Başyazar Be-


Adı

Yer

Yıl

Açıksöz

Filibe

1931

Özdilek

Kırcaali

1 931

İstikbal

Vidin

1 932

Karadeniz

Razgrat

·

1932-193-1

Yayınlayan kir Sıdkı, �les'ul :\lüdür :\1ahmud Necmeddin ol­ muştur. 1 93 1 'de Bekir Sıdkı gazeteden aynlmış, :\1. Necmeddin başyazar olmuştur. Sofya'da Türk Konsolos'u olan Nüzhet Haşım Sinanoğlu da ya­ zı yazmıştır. Ahmed Hikmet, Türki­ ye'den kaçanlardan oldu­ ğundan İnkılaba karşı yazılarla dolndur. Aydın­ ların şikayeti üzerine Ah­ med Hikmet Şumnu ka­ zasında Köklüce Köyüne sürülmüştü. Misafir kal­ dığı Köklüce Hatibi ve eşi Şumnu 'ya giderken yolda esrarengiz bir su­ ratte öldürülmüştü. Ah­ med Hikmet Türkiye'ye döndü, İpsala Halk Par­ tisi faal üyesi oldu. Ahmed Gültekin ve öğ­ ret men arkadaşla rı, mes'ul müdürü Mustafa Oğuz (Peltek)'dir. Özdemir Halim. Turan Cemiyetleri Müfettişi olan bu genç teşkilatta çok çalışmıştır. Arif Necip (Kaskati) Halkçı, inkılapçı nilliyet­ çi olan bu gazete de Aril Necip'in çok ateşli maka­ leleri vardır. Dil Devrimi dolayısiyle Delionnan'da­ ki halk sözkıi de derleyip yaymlaıımıştır. . •

159


Adı

Yer

Yıl

Sadayı İslam

Şumnu

1932

1\ ledeniyet

Sofya

1933-1944

İleri

Kırcaali

1933

Yarın

Şumnu

1933

160

Yayınlayan İntibah gazetesi kapandıktan sonra Hafız Yusuf Şinasi Şumnu'da avukat Osman Nuri ve oğlu Ali Kemal ile birlikte dini mahiyette olan bu gazeteyi çıkarmışlardır. 4-5 nusha · çıkmıştır. H. Yusuf Yakupof. (Din-i İslam Müdafileri Cemiyetinin) organıdır. Bulgar Hükümetinin siyasetine dokunmadığından bütün gazeteler kapandığı halde bu neşriyatına devam etti. Cemil Halil Pehlivanoğlu, 3 sayı çıkmıştır. Arif Oruç, Milli savaş yıllarında Ankara'da günlük bir gazete, İzmir'de Yeni Turan, 1929'da İstanbul'da Yarın gazetesini çıkaran Arif Oruç, hudut dışına çıkarak Bulgaristan'da Şumnu'da birkaç yıl ikamet etti. Burada Yarın gazetesini ve bir de aynı isimde dergi çıkardı. Bunlar da İstanbul'da çıkardığı Yarınının havasına uygun yazılar yazdı. İnönü aleyhtarı bir hava içinde hüküm eti tenkit ederdi. 150 liklerden Osman Nuri ile bidayette göıiişürlerken sonraları küstüler. Razgrad


Yıl

Yer

Adı

Balkan Postası

Filibe

1 934

Havadis

Şumnu

1 936- 1 94 1

Vatan

Sofya

1 945

Işık

Sofya

1 945

Halk Gençliği Eylülcü Çocuk Yeni Hayat

Sofya Sofya Sofya

1 946 1 947

Yayınlayan mezarlığı olayında Bul­ garlar lehine yazmıştı . N üvab talebesi nden Razgradlı Muharrem ile Mehmed o gazeteyi Nüv­ rab avlusunda yaktılardı. 1934 inkılabından sonra Arif Oruç hudut dışı edil· miş, Yugoslavya'ya geç· miştir. Bulgarların onu milliyetçi olduğu için kovdukları söylenirdi. Arif Oruç İ stanbul ' a dönmüştür. Ali Kemal (Balkanlı), Bulgaristan Müslüman­ larında ilmi fikri harsin inkişafına hadim inkılap· çı bir gazetedir. 1 50 lik­ lerin affı üzerine 1938'de Anavatana dönen babası Osman Nuri ile Ali Ke­ mal'in de Türkiye'ye ge­ lişi üzerine kapandı. Ahmed Kemal, adı üze­ rinde bir haber gazetesi­ dir. Ziraat ve sağlık hak­ kında yazılar yayın­ lamıştır. Komünistler iktidara gel­ dikten sonra Vatan Cep· hesi Hükümetinin çıkar· bir Türkçe dığı gazetedir. Hüseyin Çeşmeci, Vatan Cephesi yerine çıktı. Ahmed Hüseyin. Sabri Demir. Süleyman Hafızoğlu.

16 1


Dergiler

Yıl

Yer

Adı

Yayınlayan

Terbiye Ocağı

Şumnu

1921-1923

Bulgaristan Öğretmenler Birliğinin dergisidir. 10 sayı çıkmıştır. 1 923'de İslimiye Öğretmenler Kongresinde adı değişerek;

Muallimler Mecmuası

Varna

1 923- 1 925

Mecmua-i İrşat

Sofya

1920

Yoldaş

Şumnu

1921

Genç Okullu

Şumnu

1924

Alkın Kalem

Rahova

1923

Doğru Yol

Şumnu

1 924

Adı altında çıkmağa baş­ lamıştır. Osman Nuri (Peremeci) Hafız Abdul­ lah Fehmi (Meçik) Hasip Safveti (Aytuna), Meh­ med Masum, M. Şerif Alyanak, Besim Hilmi Çakaloğlu, İbrahim Hak­ kı (Oğuz), Ali Avni, Ebü Şinasi Hasan Sabri Ho­ ca, Hüseyin Edip, Hüsnü Fuad ve diğer imzalar vardır. Eski Cuma Meb'usu Ah­ IT'_ed Zihni. Cafer Tayyar Paşa Ordusu Zabitlerin­ den Bulgaristan'a gelen­ lerin yazılarını neşretti. Hafız Abdullah Fehmi. Öğrenci dergisidir. İlk çocuk Edebiyatı sayıl­ malıdır. Öğretmen Ahmed İlhan (Paniç). öğrenci dergisi. Mehmed Behçet, Kültür, ülkü dergisidir. 8 sayı çıkmıştır. Nüvab öğrencileri tara­ fından çıkarılan dini bir dergi olup 3-4 sayı çık-

1 62


Yer

Adı

Yıl

Yayınlayan mıştır. Akif Osman, Kü· çük Süleyman, Hafız Yusuf, Necib Asım imzala· rı vardır.

Çiçek

Sofya

1929

Fevziye Celil Kalgay. (Rehber Sahibi Mehmet Celil Kızı) tarafından çı· karılan bir kadın dergi· sidir.

Çocuk Sevinci

Sofya

1932

Oğuz Peltek'in Bulgarca· dan terceme yazılarıyla bir sayı çıkabilmiştir. Çocuk dergisidir.

İrfan

Filibe

1 932

Bulgaristan Türkleri ara· sında Kal-paklı Hoca na· mile meşhur olan Hacı Mustafa Nureddin tara· fından çıkanlan bu dergi, 10 sayıdan sonra İtisam adını almıştır.

İtisam

Filibe

1 933

Dini konularda kitaplar· dan alınmış yazılarla doludur.

Hakikat Şahidi

Kızanlık

1933

N. Nazifof isminde Türk· ten dönme bir Misyoner tarafından Hıristiyanlık propagandası için çıkan!· mıştır.

163


V.BÖLÜM HİZMET EDENLER Din Adamları Hocazade Mehmed Muhiddin (1859- 1949)

Babası Hacı Hüseyin Şumnuludur. Medrese tahsili görmüş, hac­ ca da gitmiştir. Hocazade, Şumnu'da okudu, tahsilini İstanbul'da tamam­ ladı, icazet aldı. Şumnu'da müftülük yaptı. 1 905'te Sofya'ya Başmüftü kaymakamı tayin edildi. Bu vazifeyi başarıyla, ciddiyetle ifa etti. 1910'da Başmüftülük için yapılan seçimde kazandı ve seçimle Başmüftülüğe ge­ len ilk Başmüftü oldu. O zaman Başmüftülük makamı İstanbul'daki Me­ şihat'a bağlıydı. Kararlar tasdik için Meşihat'a gönderilirdi. Hocazade, çalışmaladında başarı gösterdi, Meşihat tarafından ken­ disine"Edime Payelisi " rütbesi verildi. Başmüftülükten ayrıldıktan son­ da yine orada kaldı ve bir süre Divan-ı Ali-i Şer'i Reisliğinde bulundu. Salabet-i diniyye sahibi, tutucu bir kişidir, resim çektirmezdi, par­ tizanlara asla alet olmadı, olanlara da kızardı. Emekliye ayrıldıktan son­ ra kısa bir süre 1 934'lerde Nüvvabın Ali kısmında Usul-i Fıkıh dersi okuttu. Halkın saydığı bir alimdir, eseri yoktur. Yusuf Zıyaüddin (Ersal) (1880- 1961)

Düzce'de doğdu. Ataları Kafkas'tan gelmiş. Düzce Rüştiyesini bitirdi, İstanbul'da medresede okudu, icazet aldı. Sonra Mısır'a gidip Ez­ her'e girdi. Muhammed Abduh'den ders okudu. Abduh'un onun üze­ rinde etkisi oldu. Türkiye'ye dönünce, Düzce'de müftülük, müderris­ lik yaptı. Bir dostunun daveti üzerine Bulgaristan'a misafir olarak gitti, fa­ kat, geniş bilgisi, müsamahalı görüşleri ile halka kendini sevdirdi, ye­ ni açılan Nüvvabaı hoca tayin edildi. 1948'de emekli oluncaya kadar orada öğretmenlik yaptı, yüzlerce öğrenci yetiştirdi, ilminden faydala­ nan yalnız öğrencileri değildi, halka devamlı va'ızda bulundu. Şumnu'­ daki Türk öğretmen okulunda Din Dersleri okuttu. Türk tebası olmayı hep korumuştur. 1 95 1 'de Anayurduna geldi . Diyanet işlerinde muhte164


lif görevlerde bulundu. Durmadan okur, yazardı. (Bulgaristan' da çıkan eserleri için kitaplar bölümüne bak.) Onda İslam aleminin uyandırıcıla­ rı Efgani ile Muhammed Abduh'un etkisi oldu. Şumnu'da 1923'te ilk yayınladığı kitap Efgani'nin yazıp Abduh'un Arapça'ya çevirdiği Deh­ riyyün Risalesi'dir. Hocamız, bunu Tabiiyylin, Dava ve Gayeleri adıyla Türkçe'ye çevirdi ve bastı. işin önemli yönü, Hoca'nın Bulgaristan Müs­ lümünları arasında Efgani ve Abduh gibi iki İslam rönesanscısının ad­ larını ve fikirlerini duyurmasıdır. Kitabın üzerine, kör taassup ehlinin kin ve öfkesinden çekinmeden şu sözleri yazmıştır: (Allame-i şehir seyyid Cemaleddin Efgani Hazretleri ile Hakim-i İslam(İslam filezofu) Muhammed Abduh Hazretleri'nin fikir ve Müta­ leaları tercümanıdır.) Hoca böyle diyerek kitabını 1923'te Şumnu'da bastırdı, Müslümanlara okuttu. Bu eser yıllar sonrası, 1956'da ancak Türkiye'de Diyanet İşlerince basılabildi. (Hoca kitabı basmadan önce, Şumnulu Hocazade, okumuş ve be­ ğenerek Arapça şu anlamda bir beyt yazmış: "Allah lütUf sahibidir, ilim onun katındadır, ondan dilediğini kuluna verir. " Hoca bu ibareyi kita­ bına aynen almış.(s.58) Alimin ilme güzel bir iltifatı. Bulgaristan'da ho­ calar arasında ondan başka kitap yazan yok gibi.) Emrullah Feyzullah (1877-194 1 )

Babası Hacı Hasan, Şumnu köylerinden Yusufhanlarda sıbyan mektebi hocasıydı. 9 yaşında babasını kaybetti. Kardeşleri onu Siliste­ re'ye medreseye verdiler. 4 yıl sonra İstanbul'a geldi. Yazın tatilde bos­ tan pandarlığı, arabayla buğday nakil ederek kiracılık yapıyor, kışın İs­ tanbul'a tahsile geliyordu. İlahiyyat Fakültesini bitirdi. 19 13'te mem­ leketine döndü. Şumnu'ya gelerek Müşebekli medresesine müderris ol­ du. Yeni bir programla işe başladı, is!ahat yaptı, medrese odalarını ta­ mir etti, yeni bir şevkle çalıştı. Bu sırada 1. Cihan harbi koptu. O da askere alındı. Tabur imamı oldu. Harp bitince yine ders okutmaya başladı. Kendini sevdirmişti. 1922'de Nüvvab açılınca onu Müdür tayin ettiler. Bir takım hocalar Nüv­ vaba karşı çıkmıştı, fakat o yılmadan çalıştı, öğrenci topladı, iki sınıf öğrenci ile işe başladı, kendine uygun hocalar buldu ve başarılı oldu. 1936'da Hüseyin Hüsnü azledilince o da geçici olarak vazifeden alındı, az sonra yine işine döndü. Ölümüne kadar bu görevde kalarak 20 yıl müdürlük yapmış oldu. 1 65


Başmüftü Süleyman Faik, Evkaf Müdürü Mehmed Celil ve Em­ rullah Efendi, Nüvvaba emeği gençlerin başında gelirler. Allah cümle­ sinden razıolsun. Hüseyin Hüsnü Molla Ahmed

(1882-1940)

Şumnu ilinde Kulfallar köyünde doğdu. 14 yaşındayken Şumnu'­ ya medreseye geldi. 10 yıl Eskicami'de okuduktan sonra 1 906'da İs­ tanbul'a gitti, Zincirlikuyu'da Kaba Halil Medresesi'nde oturdu, Fatih'te ders okudu. 1913'te Medresetül-Kuzat'a girdi, üç yıl devam etti. 1. Ci­ han Harbi kopunca tahsili yarım kaldı, 20 yıl medreselerde okuduktan sonra 1 9 16'da köyüne döndü. Askere alındı. 10 yıl İstanbul'da kalmış­ tı, İtilafçı olmuştu. 1919'da Şumnu'ya müftü oldu. İstanbul muahedesi gereğince açıl­ ması kararlaştırılan Nüvvab'ın o şekilde açılmasına karşı gelenlerden oldu, o Medresei Aliyyeyi tuttu, bu yüzden Evkaf Müdürü Mehmet Ce­ lil'le araları açıldı. 1928'de seçimi kazandığı halde Başmüftülükten ayrılan Süleyman Faik yerine hükümet tayini ile o makama Başmüftü Kaymakamı ola­ rak getirildi, ikinci bir emre dek seçim işi ertelendi hala o emir çıkma­ dı, ondan sonra Başmüftü seçimi yapılmadı. Vakıfları ve· okulları ida­ resine aldı. Türk inkılaplarına cephe almaya başladı. Bu yüzden aydın­ larla araları açıldı, gazeteler ona cephe aldılar. Dini İslam Müdafileri Cemiyetini kurdu. Türkiye matbuatının sürekli hücumları karşısında, Bulgar hükümeti, Haziran 1 936'da onu azlederek yerine Abdullah Sıd­ kı'yı başmüftü tayin etti. Hüseyin Hüsnü Ahmed Tedrisatı Diniyye Mü­ fettişi yapıldı. 1937'de ise Divan-ı Al-Şer'i üyesi oldu. 1 939'da üyelik­ ten azlolunarak Din-i İslam Müdafileri Cemiyeti başkanı olarak kaldı. Gerek Türkiye matbuatında, gerek Bulgaristan'da çıkan Türkçe gaze­ telerde aleyhinde birçok şeyler yazıldı , yıldınmları üzerine çekti. Sof­ ya'dayken hastalandı, Kızılhaç hastahanesinde öldü. Abdullah Sıdkı Devcioğlu (1887-1971)

Razgrad'ın Taşçı köyünde doğdu. Razgrat'ta okudu, tahsilini İs­ tanbul' da tamamladı, Rusçuk, Kemallar ve Razgrat'ta yıllarca müftü­ lük yaptı. 1 933'te Razgrat mezarlığına Bulgarlar saldırıp tahrib edin­ ce, bu vahşice ölülere saldırışı hükümet nezdinde protesto etti, böyle­ ce medeni cesaret sahibi bir müftü olduğunu medeniyet alemine gös166


terdi, Gazeteci Arif Necip Kaskatı da aynı olayda onunla beraber ola­ rak Türk haklarını birlikte müdafaa ettiler. Razgrat'ta Turan Derneği kurulunca onu destekledi . 1926'da Razgrat'ta Medrese-i Fevziye adlı bir okul açtı, fakat çabuk kapandı. Türk inkılaplarına cephe almakta ileri giden Hüseyin Hüsnü, 1936'da Başmüftülükten atılınca, Abdullah Başmüftü tayin edildi. 1945 yılına kadar o makamda kaldı. Komünistler idareyi ele alınca onu az­ lettiler. 1970 'te ihtiyar halinde Anayurda geldi. Oğlu Muharrem daha önce 1950'de gelmiş, Diyanet işlerinde vazife almıştı, fakat vefat et­ miş olduğundan, ona kavuşamadı. Abdullah Efendi İstanbul'da vefat etti.

Must.afa Hilıni (Bilginer) (1880-1883) Eskicuma ilçesinde doğdu. Medrese'de okuduktan sonra İstan­ bul'a geldi, Fatih Medresesi'nde okudu, Mektebi-Kuzati bitirdi. Bal­ kan Harbi başında memleketine döndü, Cuma' da ve Şumnu'da müftü­ lük yaptı. Sonra Gümülcüne'ye müftü gitti. Orada Garbi Trakya Hü­ kümeti kurulmasında faal rol aldı . Garbi Trakya Türkleri'nin durumu­ nu anlatmak üzere bir heyetle İstanbul'a gelmişler. Sonra Şumnu'ya döndü. 1922'de Nüvvabın açılışı sırasında hocalar arasında çıkan ayrı­ lık üzerine Aydos ilçesindeki Kiremitlik medresesine müderris olarak geldi, 1 924. Burayı islah etti, yeni binalar yaptırdı. İlk yıllarda buraya epey öğrenci topladı, civarda rüşdiye olmadığından köylüler çocukları­ nı buraya gönderdiler. İlk yıllarda hoca yalnız okutmaya çalışırdı. Bir defa Nüvvap hocası Yusuf Zıyaeddin ona:- Nekadar öğrenciniz var? di­ ye sormuş. O da 70 kadar demiş. - Bir kişi, bunca öğrenciyi nasıl okutur, hayret ederim, deyince: - Siz onca kişi, doğru dürüst olarak bir öğrenci okutamıyorsunuz, ben de buna hayret ederim, karşılığını vermiş. Hoca böyle latife­ ler de yapardı. O, Başmüftünün seçimle gelmesini isterdi, tayinin par­ tizanlığa alet olduğunu söylerdi. 1932'lerde bu konuda hazırladığı bir mazbatayı köy köy dolaşıp civardaki Türklere imzalatmıştı. İhtiyar yaşta Anayurda geldi, çocuklarına kavuştu. Biz Anayur­ da gelirken o Şumnu'daydı, Bize: Bu iş ters oldu, hani Rusya'ya gidip Müslümanlığı anlatacaktık, demişti. Birde, para olsa ben, Bulgarların Sofya'daki okullarını, üniversiteyi geçerim, derdi, hayali genişti. 1 67


Terceme-i hallerini kısaca yazdığımız bu din adamlarından baş­ ka, çeşitli vesilelerle adları geçen veya geçmiyen bilginlerimizden ha­ tırlayabildiklerimi burada anıyorum: İki kez Başmüftü seçilen Kurtpınarlı Süleyman Faik, Filibeli Ho­ cazade Sadeddin (29), Vamalı Hacı Ömer Lütfi, Cumalı Hafız Ahmet(30) Pravadılı Mustafa Sabri, Osmanpazarlı Hacı Emin Zarifi ve 1-Jafız Meh­ med, Kemallarlı Salih Saip, Balpınarlı Hafız Emin, Şumnulu Hafız Basri, Hasan Tahsin, Razgratlı Hafız Recep, Yenipazarlı Adil Fahri, Zişcovo­ lu Süleyman Rüşdi, Aydoslu Mehmet Zekai, ve Elmadereli Mehmed Nazım, Rusçuk Müftüsü Kamabatlı Osman Nuri, Eskizağralı Yusuf Ra­ zi ve İsmail Niyazi, Karlovalı Hafız Sabit, Eğridereli Hasan Vehbi ve adlarını kaydetmediğim daha nice din adamları, yıllarca Müftülük ya­ parak halka hizmette bulunmuşlardır. Bunlann hepsi İstanbul 'da tah­ sil görmüşlerdir.

İdareci ve Gazeteci Tahir Lütfü TOKAY (1870-1942) Rusçuk'da yetişti. İstanbul 'da mülkiyeyi bitirdi. 1 894 'de Erzu­ rum İdadisi'ne öğretmen, iki yıl sonra da müdür oldu. Jön Türkler gru­ bunda yer aldığı için göze alındı, o da doğum yeri olan Rusçuk'a sığın­ dı, orada çalışmağa başladı. Bulgaristan Türkünün kültür hayatına bü­ yük hizmetler etti. Öğretmenlerin ve encümenlerin birleşip çalışmala­ rını sağladı. 1906'da Öğretmenler Birliği olan Muallimin-i İslamiye cemiyet-i ittihadiyesini kuranlardandır. 1908'de Şumnulu Hafız Abdullah Fehmi (Meçik) ile Tuna Gaze­ tesini çıkarmağa başladı. Bu gazete Öğretmenler Cemiyeti'nin organı halinde idi. Balkan Harbi'nden önce Rusçuk'da Meb'us seçildi. (2Y) Sadettin, Nüvvap tüzük ve programını hazırlayanlar arasındadır. Notlarımda ş Jyle bir kayıt var: Fizik, kimya ve matematik bölümü Sadettin ile S. Sırrı tarafın· dan hazırlanmıştır. Hocanın bu konuda bilgisi varmış demek, Prof. Hayri Dener, Hocanın oğludur . . . (30)

1 68

Kemallarlı Veli Efendi, Hasan Sabri, Bekir Sıdki, Cumalı Hafız Ahmed, Zağralı Yusuf Razi, İsmail Niyazi, Aydosh.i Mehmet Nazım, Hafız Sabit Kemalist müftü diye Bulgarlarca ta'kibe uğradılar.


Şumnu'da Türk Darülmualliminin açılmasını sağlayanların başın­ da gelir. 1905'de Varna Maarif Encümeni Kongresi'nde bunu ilk defa ileri sürdü. Birinci Cihan Harbi'nden sonra Türkiye 'ye gelerek hariciyeye geçmiş, Tiran, Belgrad, Tahran, Bağdad elçiliklerinde bulunmuştur. Rusçuk Müftüsi Kamabadlı Osman Nuri'nin kızı Süreyya Hanım'­ la evlendi. Kayınbiraderi Ali Haydar Moskova elçisi iken öldü.

Tokalıoğlu Mehmed TALAT ( 1869-1936) Şumnu 'nun köklü bir ailesindendir. Genç Türkler grubuna katıl­ dı. Bulgaristan Türkü'nün milli varlığını , kültürünü koruma uğrunda çalışanlardan ve Anayurt ile bağlılığın muhafazasını isteyenlerdendir. Şumnu'daki Türk kıraathanesini kurmuştur. 1914 'de Şumnu'dan Meb'us seçilmiş, 16 Türk Meb'us arkada­ şiyle "Türk Halkının haklarının sağlanmasında ve korunmasında bü­ yük hizmetleri görülmüştür. 1936'da Türkiye'ye göçmüş ve aynı yıl ölmüştür. Oğlu Memduh TEZEL Basın Yayın Müdürleıindendir. Şumnu Türkleri'nin sevdiği ve saydığı bir zattı. A tatürk Sofya 'da Askeri Ateşe İken Bulgaristan dahi­ linde yaptığı gezide Şumnu'ya uğradığında Talat 'da misafir kalmıştır.

Mehmed CELİL ( 1876-1 939) Dobruca'da Hacıoğlu Pazarcığı'nda doğdu. Babası Hacı Celil 'dir. Rüştiyeyi bitirdikten sonra İstanbul 'da Mülkiye Mektebinde okudu. 1904 'de Bulgaristan'da Başmüftülükde Evkaf Müdürlüğü Kati­ bi oldu. Balkan Harbi'nde Sofya 'ya gelen Türk esirlerine büyük hiz­ metlerde bulundu. I. Dünya Savaşı sırasında bir müddet Karlova 'da Türk okulunda müdürlük yaptı . Harpten sonra yine Sofya 'ya dönerek Evkaf Müdürü oldu. Süleyman Faik Başmüftü iken onunla uyumlu bir çalışma yaptı. Nüvvabın açılmasında payları büyüktür. Vakıfları düzene koymaya çalıştı. ·

1928 'de emekli olunca Rehber Gazetesini çıkarmağa başladı . 1929 'da Türk Milli Kongresi fikrini ortaya attı. Türk Meb'uslarından Rusçuklu Hafız Sadık, Şumnulu Mehmet Ali Giray, Eskicumalı Meh­ met Said, Paşmaklılı Hafız Emin ile birlikte müteşebbis hey'et olarak hazırlığa başladılar ve kongre yapıldı . 169


Rehber Gazetesinde Türk Halkının haklarını çekinmeden savun­ du. Türk Okullarına gelir getiren okul tarlaları, kapanan okulların açıl­ ması hususunda durmadan yazdı, çizdi. Tsankof'un (Rodna Zaştita) sı gibi Türklerin başına veba gibi çöken taşkın Bulgar teşkilatıyla müca­ dele etti. Türkleri ilgilendiren bir çok kanunları tefrika suretiyle ya­ yınlayarak hakları tanıttı. Türklerin hakkını yılmadan korudu. Azın­ lıklara muahedelerle sağlanan hakları bildirdi. 1 934'de Rehber kapan­ dı. Onun yerine Yenigün Gazetesini çıkarmağa başladı. Bir yıl sonra o da kapandı ve Mehmed Celil sürgün edildi. 1 935'de sürgünden dön­ dükten sonra Doğruyol Gazetesini çıkarmaya başladı. 1 938'de Türki­ ye hesabına casusluk yapmakla itham olunarak tevkif edildi. Hapisha­ nede vahşice öldürüldü ( 1 939). Düşmanlarının kinine, Bulgar zulmüne kurban gitti. Sofya'da çıkan Medeniyet Gazetesinde 1 937 yılında S. 122, Doğ­ ruyol Gazetesindeki bazı yazıları ele alarak, Mehmed Celil 'i tekfir eder mahiyette iki yazı var. Bunlarda Müessesat-ı diniyye ve Vafiyye idare ve teşkilatı nizamnamesinin 1 22 'nci maddesinin 1. ve il. fıkralarının tat­ biki isteniyor. Bu maddede Başmüftünün vazifeleri sayılmaktadır. Din-i İslam Müdafileri Cemiyeti'nin naşır-i efkarı olan bu gazete Mehmed Celil'i sıkıştırıyordu. Bunun üzerinde Mehmed Celil, Camiul-ezhere, mü­ racaat etmiş, oradan meded umuyordu. Gazeteyi de göndermiş, bunla­ rı yazana kafir denir mi diye soruyordu. (0 zaman Ezher'd.e idik . Türk Revakı Müdürü Abdülhamid, Çerkes 'ti, Türkçesi azdı. Gazeteyi Baş­ müftünün oğlu arkadaşım Muharrem Abdullah ile bana okuyarak Arap­ çaya tercüme etmişti. Ezher'in cevap verip vermediğini bilmiyorum.) Halbuki Mehmcd Celil, ömrü boyunca hoca zümresiyle daima iyi ge­ çinmeğe çalışmıştır. Nüvvap okulunun açılmasında hizmeti vardır. Ora­ ya en iyi öğretmenleri bulup tayin etmeğe gayret etmiştir. Müdür Em­ rullah Feyzullah ile arası iyi idi . Şumnu'ya geldiğinde Hoca Zade Efen­ di'de misafir kalırdı. Yalnız Hüseyin Hüsnü ve grubuyla arası iyi değil­ di. Sonraları bu ayrılık düşmanlık halini aldı. Mehmed Celil Nüvvaba bağlı idi, onun üzerine titrerdi. Sevdiği bir öğretmen olan Hasib Safve­ ti , 1 929 'da Nüvvabi pedogoji ve ilahiyat şubelerine bölmeğe kalkı­ şınca Nüvvab'a bir zarar gelir endişesiyle, buna karşı çıktı ve o zaman dostu Hasib'e karşı yazılar yazd ı. Fakat ne yapsa taassub erbabına yaranamad ı . Mehmed Celil dinine bağlı bir adamdı. Genç Müslümanların Kur'­ an okumasını sağlamak için 1935'de Bulgaristan 'da ilk olarak yeni harf-

170


lerle transkirıpsyon usulüyle Amme Cüzü bastı. V;ı.kıflar Müdürlüğün­ de, Nüvvabın açılışında, Milli Kongrenin yapılışında emeği büyüktür. ruhu Ş<ldolsun! Kızı Fevziye Hanım Sofya'da Çiçek Dergisi'ni neşretti. Oğlu Şahabeddin (Kalgay) adına Lugat-ı Şahab isimli Lugat kita­ bını hazırlayıp bastı. Ankara'da memur olan oğlu 1977'de Ankara'da öldü.

Bekir Sıdkı ORHON (?-1931 ) Kırcaali havalesinde Eğridereli Müderris Mehmed Emin Efen­ di 'nin oğludur. İstanbul'da medrese tahsilini bitirdikten sonra yenilik taraftarları saflarına geçmiş, kendisini Balkan Türkleri'ne hizmete vak­ fetmişti. 1913-19 15'de Gümülcine'de 1917-19 19'da Rusçuk'da müf­ tülük_rapmıştır. Aydın bir din adamı olarak her yerde saygı ve sevgi gör­ müştür. Maarif ve cemaat haklarının korunmasında çok dikkatli hare­ ket etmiştir.

İttihat ve Telakki fırkasın'na mensuptu. 1 . Cihan Harbi sonunda Batı Trakya Türkleri'ni yabancı idarelerden kwtarmak için kurulan mu­ vakkat hükümette İçişleri Vekili olmuştur. Yunanlılara dayatmıştır. Mil­ li Mücadele esmı sında Rodop Türkleri'nden Kızılay'a büyük miktarda yardım sağlamıştır. Kırcaali'de yapılan Türk Okulunda onun emeği büyüktür. 1925'de Rodoplardan (Kırcaali 'den) Meb'us olmuş, 1929'da top­ lanan Milli Kongre Başkanlığına seçilmiştir. Milli Kongrede alınan ka­ rarlarda rolü büyüktür. 1931 'de Başmüftü olacağı söylentisi oldu. 1 931 'de ölmüştür. Meşhur Mısırlı Alim Abdülaziz Çavuş ile ah­ baptı. Abdülaziz Çavuş, (Esfar-ı Kur'an) tefsirini basınca, o zaman Rus­ çuk'ta Müftü olan dostu Bekir Sıdkı'ya imzalı bir nusha hediye etmiş­ tir. Abdülaziz Çavuş, Cumhuriyetin ilk devrelerinde Ankara'da Şer'i­ ye Vekaletinde vazife görmüş, meşhur Anglikan Kilisesine Cevap adlı eseri o zaman yazmıştır.

Ethem Rfihi BALKAN ( 1 873-1949) İstanbul'da doğdu. Hürriyet yanlısı idi. İstibdad devrinde Trab­ lusgarb'a sürüldü. Oradan Londra'ya Paris'e geçti. Sonra Bulgaristan'a 171


gelip yerleşti. Filibe Müftüsü Hafız Şükrü'nün damadıdır, Gazeteci, Meb'us olarak 20 yıldan fazla Bulgaristan'da Türk halkına hizmet etti. . Çetin mücadele ve münakaşalarda bulundu. Filibe'de ve Sofya'da çı· kardığı Balkan Gazetesinde Türk Halkının haklarını yılmadan korudu Milli duygu aşıladı. Hapse atıldı, fakat o yılmadan vazifesini yaptı. En sonunda Türkiye'ye gelmek zorunda kaldı. Yoksulluk içinde yaşadı. 1949'da İstanbul'da öldü. 1920'de Türk Okulları Umumi Müfettişi oldu, derhal işe başladı. Sofya 'da öğretmenlerden Osman Nuri, Süleyman Sım ve Hasib Saf­ veti Efendi'lerden kurulu bir komisyon toplayarak Bulgaristan Türk Okulları için müfredat programı hazırlanmış ve bunu yürürlüğe koy­ muştur. Bulgaristan'da Türk Halkının uyanması için mertçe mücadele sürdüren ethem Ruhi Bulgaristan'da Türkler arasında sevilen bir zat­ tır. Birkaç eseri basılmıştır. Balkan Gazetesiyle yaptığı hizmetler unu­ tulmaz. Zağra Müftüsünden 93 Harbi'ne ait hatıraları kitap halinde ba­ sılmazdan önce o cesaretle Filibe'de çıkan Gazetesinde tefrika etti. (Tarihçe-i Vak'a-i zağra)

Mehmed Behçet PERİM

(1 896-1961>)

Makedonya 'da Nevrokop'ta doğdu. Balkan Harbi'nde İstanbul'a geldi. Yazı hayatına atıldı. 1. Dünya Savaşı 'nda Kafkas cephesine gitti. 1919'da Edirne' de A hali gazetesini çıkardı . Kalemiyle ve kılıçıyla Yu­ nanlılar ile çarpıştı. Yaralı düşünce Bulgaristan'a geçti. O zaman (1920) Çiftçi Bilgisi gazetesi Mehmed Behçet Pomakoğlu şöyle tanıtıyordu: "Edirne'de Ahali gazetesi yazarı Mehmet Behçet Bey Edirne'­ nin son felaket günlerinde kalemini bırakıp silahına sarılan, Yunan as­ keri ile dövüşe dövüşe nihayet meçruh düşen bir civanmerd evlad, ya­ ralı olarak Bulgaristan'a iltica eylemiştir. An asıl Nevrokop muhacirle­ rinden iken Türkiye'de Edirne Sultanisinde tahsil ve terbiye gören bu ateşpare genç, elyevm Sofya'da yarasını tedavi ettirmekte, din kardeş­ lerinin ağuş-u şefkatında inlemektedir. Yakında ifakatini Cenab-ı Hak'­ tan dileriz. " Bulgaristan'da A hali, Koca Balkan, Bulgaristan, Tunaboyu gaze­ teleriyle A ltın Kalem dergisini çıkardı. Rahova'da öğretmenlik yaptı, ve orada evlendi. 1927'de Anayurda döndü. Muhtelif yerlerde hizmet gördü. 1965'de İzmir'de öldü . (bk. Türk Kültürü, sa}'l, 43, 1966) . 172


Bulgaristan'da yayınladığı Ahali, Koca Balkan, Bulgaristan, Tu­ naboyu, Altın kalem ve saire'de hep böyle mücadeleci, milli bir ruhla haykırdı. Türk'ü birliğe, dirliğe çağırdı. Genç yazarlar onu takip etti. Deliorman, Rumeli gazeteleri aynı davaya katıldılar. Behçet, köy, kent demeden dolaşıyor, dernekler kuruyordu. Bozkurt, Atila, Fatih, Yavuz ve diğer namlar verdiği bu dernekler, Türklüğü yaşatmak ama­ cını güdüyordu. Gençlik uyanmıştı. Razgrat, Rusçuk, Eskicuma, Şum­ nu, Varna gibi Türk halkının kalabalık bulunduğu muhitlerde kıraat­ haneler açılıyor, dernekler, spor kulüpleri kuruluyordu. Halkı uyandır­ mak için gece kt::-sları açılıyor, konferanslar veriliyor, temsiller, mü­ samereler tertip ediliyordu. Bu dernekler birbirleriyle yarışıyor, ge­ ziler düzenleyerek görüşüyorlardı. Tanışıyorlar, barışıyorlar, sevişi­ yorlardı. Mehmet Behçet Geçit ver Kamçı kitabında, bir hatıra başlıklı yazısında

şöyle diyor: "Bulgaristan'da azınlık hayatı geçirmeğe mahkfım kalmış olan milletimizin, şehir ve kasaba merkezlerinde oturanların haylice aydın

ve uyanık insanlardı. Köylere dağılmış olanlarının bir kısmı çalışkan, hamiyetli, çok duygulu ve uyanıkça kimseler olmakla beraber bir çoğu da maalesef pek cahil kalmış ve yobazların menfi telkinlerinden kur­ tulamamış olan bahtsızlardı. Her zaman ve her yerde muhtaç olduğu­ muz milli birliği ve beraberliği meydana getirebilmek için bu sonuncu zümre ile geceli gündüzlü meşgul olmağa lüzum vardı. Bu maksatla ya­ yınladığım gazetelerde, broşürlerde ve dergiler.de şiirler ve nesirler ha­ linde yazılar yazmakla yetinmeyerek" gece kursları da açtığını söylüyor.

Nazım, nesir her iki sahada kalem oynatırdı. Manzumelerinde üs­ tün bir şiiriyet bulunmayabilir. Fakat onlar Bulgaristan Türk'üne ruh verdi. Anayurda geldikten sonra da Bulgaristan Türkleri hakkında neş­ riyat yapmış, başkaları gibi susmamıştır. Burada yayınladığı eserlerin­

de orada geçirdiklerini canlandırmıştı . Çoğu ora ile ilgili burada bastı­ ğı eserleri şunlardır: Geçit Ver Kamçı, Göçmen Ahmed, Sofya Hatıraları 1 ve i l , Ha­ yattan İlhamlar, Meriç'ten Tuna'ya, Balkan Çiçekleri, Eski Yapraklar, Görüşler ve Duyuşlar.

1 73


Behçet, Rahova 'da Mustafa Sungur'u Tunaboyu gazetesinin mes'ul müdüıii yapmış, onu yetiştirmiştir. M . Sungur okul öğrencileri hakkında bir piyes yazmıştır. Behçet'in bir hizmeti de neşriyat sahasında olmuştur. .Tunabo­ yu'ndaki Rahova'da kurduğu matbaasında güzel eserler basmıştır. Me­ sela 1923'de orada bastığı eserlerden elimizde olanlardan şunları kaydedelim : Kendisinin yazdığı

: Bulgaristan Müslümanları, İçtimai ve Siyasi Halleri, Vatan Yolunda

Yahya Kemal'in yazdığı : Balkana Seyahat Mübine Saffet

Bir Münakaşai Diniyye(31).

Vatan Yolunda : Manzum bir piyestir. Yunanlılara karşı Türk­ ler'in mücadelesini, İstiklal Savaşı 'ndan bir parçayı anlatır. Bunlarla Türk halkına milli ruh aşılamıştır.

(31) Mübine Saffet : Varna Rüşdiyesi 'nde Osman Nuri'nin öğrencisi olan bu duygulu Türk kızı, kozmopolit ruhlu komşusu Bulgar kızına karşı İslam'ı savunan bu eseri, heyecanlı bir tarzda yazmıştır. Eseri basan M. Behçet, takdim yazısında şöyle diyor: Mübine Saffet Hanımefendiye; Efendim, İki sene evvel Bulgaristan Müslümanlarının içtimai hayatında (Din)ciliği ve (Milli· yet)ciliği büyük bir cesaretle yaymağa ve korumağa çalıştığınızı gördüğüm zaman, kendi kendime: Acaba, demiştim, gözler, zaman gelir de bu hassas ve asabi Müs· lüman kızını Tuna ile Kocabalkan arasında milli bir iman ile mücehhez yüksek bir mücahide olarak görür mü?. . Bugün, risiilenizi tabeden matbaanın gürült<i.leri karşısında geçen ş u dakikalarım· da, o iki sene evvel kendi kendime irad ettiğim suali düşünüyor ve sonra kulakları­ mı dolduran manevi bir sesin iki sene evvelki ihtimalinin tasdikini tezammüneden ilahi bir inilti halinde dalgalandığını hissediyorum. Allah muvaffak etsin . . .

1 74


TÜRK GENCİNE Alnındaki nedir! döğü,ş kanı mı? Ko, kan olsun; yüz karası olmasın. Hayat için yumrukların katı mı? Sür git gerilerde derdin olmasın. Kolundaki saate bak işliyor; Bu gecemiz dünküsünden zorludur. Hangi bela Türk gencini korkutur? Bak milletin senden hizmet istiyor. Ko düşmanlar sana hendek kazsınlar. Her sokaktan bir kudurmuş kelp gibi, A tılsınlar, yanağı.nı yarsın/ar, Taşa tutsun, hırpalasınlar seni, Unutma ki sen bir Türk 'sün; kanında Kızıl Boğa 'nın, Oğuz 'un rühu var. En zorlu gün unutma ki, ardında Seni öz kul tanıyan bir Tanrı var. O Tanrı 'nın sesi diyor: "Türk oğlu! - Hak kuvveti kaynaşıyor kolunda Geçe kalma, çünkü yolun korkulu. . Davran, durma, şu kavgalar yolunda!" (A ltın

Kalem sayı

I , 1923, Rahova)

GEÇİT VER, KAMÇI f1) Kenarında ölgün yatan milletim, Uyanmağa muhtaç. . Budur zahmetim. Bunun için çarpar göze mihnetim; Dertlerim çok, sorma, ah Deli Kamçı! (32)

Orta tahsile başladığımda Behçet Bey köyümüze gelmişti,bu şiiri vermişti, Kam­ çıboyu çocuğu olduğumdan bende bıraktığı izler hiç silinmez, çünkü durum buydu.

175


Ecdadımdan kalmış balıçdcr. bağlar. ı�\'l(k/ayaıı kardeş dinde ağlar. Elde mrkeıı yokluk kalbimi dağlar: Buna yanar gönliim <)' dertli Kamçı.' En büyii�· bir köyde bir tek mekt<'P yok: .Hcktcpsiz köylerde dinden eser yok: Sarıklı çok. lakin dindar olan yok: Bilgisizlik yıkmış milleti Kamçı.' El ileri doğru atarken ayak, Yan gelerek yalmış milletime bak.' Hayat kal'gasıııda geri kalacak: Buııu diişiiııiir de ağlarım Kamçı.' Her kı�r odasında kaldım bir gffe, Millctiıı dadini soruştum: nice Umutlu del'dlar suııdum gizlice, A l/alı 'fan şZ/'ii lar dileıim Kamçı.1. . Yola çık/1111 erkeıı . . Sabah olmadan; Biıı dağ aştım. lıdld lıiç yorulmadan. ı 7aşsm efkarım. akşam olmadan . . Koşayım yolumda . . Geçit l'er Kamçı! (A ltın Ka/('111, sayı 2. 1 923, Rahova)

Öğretm�n ve Yazarlar Hılfız Abdullah Fehmi (Meçik) (1 869-1945) Şumnu'da doğdu. Sıbyan okulunda ve medresede okudu. 1885'de ilk açılan rüşdiyeye girdi ,.e medrese tahsiline de devam etti. 1 889'da mezun olunca. Eskicuma'ya öğretmen oldu. Müftü Hafız Osman'dan Arapça okudu ve ona Farsça okuttu. İstanbul' da çıkan Serveti fünun, J1aari;; Mektep mecmualarım ve diğer gazeteleri okuyor ve yazı da ya­ zıyordu. 1 892'de evlenince Şumnu'ya döndü. Ve Müftü Hocazadenin maiyetinde müftü katibi oldu. Diğer yandan Şerif Paşa cami inde imam­ lık ,·azifesini yapıyor, Hocazade Efendi'den Arapça ders alıyordu. 1 76


Bu arada yaşlılar için dört senelik gece okulu açmış, Talat Efen­ di il� ders vermisler. Hacı Tahiroğlu Mıtış gibi babası yışmdaki adam­ lar talebesi imiş. Bu sıralarda jön Türkler hareketi ona cazip gelmiş Halkı tiyandırmak için Talat Efendi ile 1896'da Şumnu'da Tiirk lnratlıd11csi '­ ni açmışlar, kitap vermişler. Osman Nuri ve diğerleri de kitap bağışla­ mışlar. Şumnu'dan örnek alarak Varna ve diğer yerlerde de kıraatha­ neler açılmış. 1894'de jön Türkler ile temas için Rusçuk'a gitmiş. Mahkemede katip bulunduğu sırada Filibe'de çıkan Gayret ve Muvazene gazetele­ rine yazı yazmış, Ali Fehmi ile işbirliği yapmıştır. O devrede Şumnu Türkleri iki siyasi grup halinde imiş. Bir tarafta Kesimzade Mehmet Rüştü, diğer tarafta Hacı Şemseddin vardır. Partileri kazanınca meb' us olan bu iki adam, uzun yıllar birbiriyle mücadele etmişlerdir. Ab­ dullah Efendi, Kesimzade Mehmet Rüştü'nün grubunda göründüğün­ den, müftü katipliğinden azlolundu. Bir sene sonra 1900'da Vidin Rüşti­ yesi'ne öğretmen oldu. 1906'da sıhhi sebeplerle tekrar Şumnu'ya döndü. Muvazene 'de Ali Fehmi, Bulgar öğretmenlerinden örnek alarak Türk Öğretmenler Derneği kurma fikrini ortaya attı. Bu konuda neşri­ yat yaptı. Bu düşünceye katılan 23 öğretmen 1906'da Şumnu'da ilk kongreyi yaptılar. Cemaat-ı İ slamiyye Encümeni, okulda toplanmaya müsaade et­ mediğinden Saat Camii hareminde toplanmışlardır. Burada Hafız Ab­ dullah idare heyeti başkanı seçiliyor. Cemiyete gelir sağlamak için Ban­ kadan kredi alarak 100.000 adet okul defteri basıyorlar. Defterin ka­ pağına da Şerif Paşa Camii'nin resmini koyuyorlar. 1906'da Rusçuk rüş­ tiyesine öğretmen tayin olunuyor. Altı yıl orada kalıyor, 19 13'de Razg­ rat'a geliyor. Harp sıkıntıları yüzünden oradan ayrılıp Şumnu'ya geli­ yor. Şumnu rüştiyesini islah ediyor. Kız okulunun öğrenci sayısı 300'ü buluyor. 1919'da encümenle aralarında ihtilaf çıkınca azlolunuyor. 3 yıl boş kaldıktan sonra 1922'de tekrar öğretmen oluyor. 1 925'de tekrar Razgrad'a öğretmen gidiyor. 193 1 'de Şumnu'ya dönüyor. O, Osman Nuri, Mehmed M asum ile ilk kez okul kitapları hazır­ lıyanlardandır. Okul kitabı olarak Bulgaristan' da ilk defa Mehmet Ma­ sum'un elifbası, ikinci olarak Hafız Abdullah'ın Hesap kitabı basılmış­ tır. Hafız Abdullah'ın Cönk, Çeki, Düzen, Hesap, Malumatı vataniye gibi 9 adet ders kitabı basılmıştır. En son yazdığı kitap da, (Yeni usul tec­ vid) dir. 192 1 'de çocuklar için yoldaş adıyla bir dergi çıkarmıştır. 1 77


Rusçuk'da öğretmen iken ilk okul müsameresi veren odur. Mu­ allimler Birliği Cemiyetinin kurucularındandır. Hemen her kongreye katılmıştır. Ders programlarının hazırlanmasında, okul kitaplarının ya­ zılmasında, okulların islah edilip yoluna konmasında hizmetleri büyük­ tür. O yenilik taraftarı, dürüst bir öğretmendir. Nüvvap okulu açılır­ ken onun talimatnamesini ve müfredatlı programını yapan 8 kişilik he­ yette o da dahildir. Hoca öğretmenlik hakkı alınınca, Almanya' da da yük sek tahsilini yapıp orada bulunan oğlu Hakkı'nın yanına gidiyor. Ora­ da dört yıl kaldıktan sonra tekrar Bulgaristan'a dönmek istediyse de Bulgar makamları KEMALİST diye buna müsade etmediler, o da Ana­ yurda geldi. Bir yıl sonra l945"de vefat etti. H. Abdullah, ilkokul okuma kitabı Cönk'te (Bir İftar) yazısı yaz­ mış. Bulgaristan Türkünün köy hayatını, ev teşkilatını, dini yaşayışını anlatan bu yazıyı, hem dil, hem duygu bakımından örnek olarak alıyo­ rum. O zamanlar öğrenci böyle yetişiyordu: KÖYDE İFTAR "Haziranın onbeşinde sıcak bir gündü. İmtihanlanmız bitmiş, on gün sonra şehadetnamelerimizi almak üzere bizi tatil etmişlerdi. Sınıf arkadaşlarımızdan Remzi'nin köyüne gidip birkaç gün bir gezi yapma­ yı, köy Ramazanını görmeyi kararlaştırdık. Babam bir araba kiraladı. Kasabadan dokuz saat uzak bir orman eteğinde, uykuya yatmış gibi görünen köye vardık. İkindi olmuştu. Köyün ortalarında büyük bir ka­ pı önünde arabamız durdu. Remzi, arabadan atlıyarak çubuktan örme kapının iki kanadını birden açtı. Avlu içine girdik. Kuzul2r, oğlaklar, buzağılar ve malaklar koşuşuyordu. Dışavlu dedikleri bu yerin bir ta­ rafında kocaman bir ahır gördüm. Bir sürü hayvanı alacak kadar bü­ yük öbür tarafında da küçük bir oda var. - Remzi, dedim, sizin eviniz bu bir göz odacık mı? - Hayır, dedi. Burası bizim otelimizdir, misafir odamızdır. Bize gelen Tanrı misafirleri burada yatarlar, bizden yerler, içerler. Oda ki­ rası, yemek, kahve, su parası, hepsi için ödedikleri ücret: Allah bin be­ reket versin, duasından ibarettir. "Bu arada iç avluya girdik. Orada 4 gözlü (odalı) ev pek hoşuma gitti. Önü açık, genişti, bir tek ağaç bile yoktu. Avlunun bir tarafında meşe tahtasından yapılmış kulübe gibi bir şey . . . Merakımdan Remzi'ye sordum: (Köylünün para kasasıdır, zahire anhan işte budur) cevabını 1 78


verdi. İç avlunun önünde tam kıblesinde koca bir mer'a var. Buzağılar, malaklar giremeyecek kadar seyrecik, çubuktan yapma bir kapıcıktan geçtik. Böyle kapılara (tokat) diyorlarmış. Bizim kasabada olsa, beş ai­ leye ev olacak kadar geniş bir arsa. Bazı taraflarında soğan, sarımsak, bakla, fasulye gibi sebze yetiştirmişler. Burası harman yeri imiş. Ya­ sak dedikleri bu yerde de hemen hiç ağaç yok" . "Evin yanı başında, gündoğuya gelen tarafında orman gibi olmuş bir meyve bahçesi gördüm . Vişnelik başka, eriklik, armutluk, elmalık hep öbek, öbek ayrı yerlerde . . . Üzerlerinde o kadar çok meyve var idi ki, şaşa kaldım. Ağzımın suyu akmadı değil.amma ne yapayım, oruçlu idim . . . " " Saat onbuçuk (güneşin batmasına birbuçuk saat kala) olmuştu. Remzi'nin babası kır işini bırakmış, kollarını sıvamış, abdest alıyordu. Annesi de fırınlıkta saç üzerinde gözleme pişiriyor, tereyağı herkesin bumuna misk gibi kokuyordu. Biz de abdest aldık. Üçümüz birlikte ezan namazı (akşam namazı) kılriıağa, iftar etmeğe camiye gittik. Herkesin elinde küçük bir (çıkın) her sokaktan, her evden birer, ikişer kişi geli­ yor, cami avlusunda toplanıyorlardı " . "Cami, köyün tam ortasında, kıble tarafı geniş bir mezarlık, me­ zarlıkta ağaçlardan, büyümüş yeşil otlardan, baldıranlardan taş görün­ müyor, mezarlık olduğu fark edilmiyordu". "Caminin sağ tarafında ağaç merdivenlerle çıkılır küçücük tahta bir minare, minarenin hizasınca tam cami kapısına karşı iki gözlü (oda­ lı) bir mektep var. Mekteple cami arası, zümrüt gibi lekesiz yeşil bir çimenlik. İşte gelenler hep buraya oturuyorlar, ellerindeki çıkınları yer· !ere koyuyorlardı. Üç, beş kişi halkacık oluyor, herkes çıkınlarını açı· yor, asma yaprağından, bez parçalarından sofra kuruyorlardı " . "Ben Hisafir olduğum için bizim sofra daha genişçe, yiyecek şey­ ler daha çokça idi; gözlemeler, akıtmalar, külde pişerek nar gibi kızar· mış turtacıklar, kaba ve beyaz somunlar. Hepsinin henüz dumanları tü· tüyor. Yeşil sırlı yalaçan bir çanakta ekşimik ile kaymak karıştırılarak üzerine bir miktar tuz ekilmiş, başka bir çanakta da taze peynir, sarı sırlı bir çanakta bir miktar gömeç (petek) balı . . . daha ötede bir çıkında taze kayısı , erik var . . . neler yok, neler. . . "

"Minareden güneşi gözlemekte olan ihtiyar, aşağıya doğru eği­ lerek birşeyler söyledi amma, ne dediğini anlayamadım. İmam Efendi 1 79


hemen saatini çıkardı, bakıp yerine, kuşağı arasına soktu. Bu esnada aşağıda birisi büyük bir fener hazırlıyor, lambasını yakıyordu. Feneri minareye çıkardılar. :V1inarenin tepesinde uzun bir sırık var, ucunu eğ­ riltmişler, oraya bir ip geçirmişlerdi. İpin ucuna fener bağlandı. Ben hem fenere bakıyor, hem de iftar topu patlasın diye bekliyordum, hal­ buki köyde top olmazını:;:. Çok geçmeden gür bir ses işitildi. (ALLA­ HC�1 :\1E LEKE SlJ:\1TÜ VEBİKE AMENTÜ VE ALEYKE TE­ VEKKELTC VE ALA RIZKİKE EFTARTÜ). İmam Efendinin Alla­ hümme deyişi herkesin kulağına top gibi gelmiş idi. Fener yukarıya çe­ kiliyor, duasını okuyan bir yudum su içiyordu. Ezan okundu, herkes iftar ediyordu. Gelen yemekler bir kaç yudumla bitiverdi. Bir kaç daki­ ka sonra elini ağzını peşkirine silen, cami içine girdi, hep birlikte ce­ maatla akşam namazını kıldık. Camiden çıkıp eve dönüyorken mezar­ lığa doğru önümüzü dönerek birer fatiha okuduk, hasıl olacak sevabı ölülerin ruhuna bağışladık". Osman \uri PEREMECİ ( 1 874-1945)

Şumnu 'da doğdu. 1885'de açılan rüştiyeye girdi. Mezun olduk­ tan sonra öğretmenliğe başladı. 1890'da Osman Pazarına öğretmen gitti. Bulgaristan 'ın bir çok kasabalarında, Şumnu, Osmanpazarı, Eskicuma, Tırnovo, Niğbolu, Pravadı, Rusçuk, Vama dahil- 27 yıl öğretmenlik yap­ tı. 19l l 'de İstanbul' da Meclis-i Kebiri maarifte imtihan verdi . Ve Var­ na Rüştiyesinde, maaşı Türkiye'den verilmek üzere öğretmen tayin olundu. 13 yıl Türkiye 'den maaş aldı. Sonra Cemat-ı İslamiye'den al­ mağa başladı. Bir çok okul kitapları yazdı. Bulgaristan Türk Öğretmen­ leri Derneğinde değerli hizmetlerde bulundu. Türkiye matbuatını ta­ kip ettiği Kırım'da çıkan Tercüman, Paris'te çıkan Meşveret, Mısır'­ da çıkan '.\ıtizan gazetelerini okur, Mizan 'a yazı gönderirdi. Türk öğ­ retmenleri kongrelerindeki çalışmaları faydalı olurdu. 7 yıl bu derne­ ğin merkez başkanlığını yaptı. Dernek, Bulgar kongrelerine katılırdı. 2 yil Osman :'.'\uri delege oldu. Bulgarlar bu aydın öğretmenin uyandırıcı çalışmalarını söndür­ mek için öğretmenliğine son verdiler. O df\ Anayurda geldi. Edirne'nin Subaşı köyünde öğretmenlik yaptı. 1 80


7 Tarih, 5 Din Bilgisi, 3 Hesap, 1 Kıraat, 1 Malümat-ı Medine, 1 Coğrafya olmak üzere 18 kadar ders kitabı, Bulgaristan'da mütead­ dit defalar basıldı. İ lk ve orta okullarda yıllarca okundu Kıristof Ko­ lomb'un Amerika'yı Keşfi ile Robenson masalını Bulgarcadan terceme etti ve bastırdı. Türkiye'ye gelince Tunaboyu Tarihi, Edirne Tan"hi, A ta Sözleri adlı eserleri basıldı. Bulgaristan Türk Öğretmenler Birliği mecmuasındrı kıymetli ya­ zıları vardır. Bu derginin başyazarı idi. Hocanın kitaplarını oğlu Bilgin Edime'de kütüphaneye vermiştir. 1968'de (Osman Nuri Peremeci) adıy­ la İ stanbul'da bir eser de yayınlandı. Rüşdiye III. sınıf için müfredatlı programa göre hazırladığı (Ec­ ddd Tarihi) adlı kitabı 1924'de Şumnu'da basılmıştır. Eserin "Türk Oğlu " diye başlayan 2,5 sahifelik önsözü, içten gelen sözlerdir. Onu bu­ raya alıyorum. Hoca, kitaplarında talebesine böyle nasihatlerde bulun­ mayı severdi. Rüştiye il. sınıf için yazdığı Zübdet'ül-Amal'in sonunda da: Muharririn hitabesi, başlıklı kısımda, oğullanm, diye başlayarak öğ­ rencisine İ slam dinini sevdirmek istemiştir. (Vaktiyle ders kitabı ola­ rak okuduğumuz bu kitab, bu satırları yazarken tekrar gözden geçir­ dim. İ slam ruhunu tam aksettirmiyor). Tarihçi hocamız, Türk tarihine çok önem verirdi. Rüştiye ikinci sınıf tarihinin önsözünde Türk genci­ ne son sözü şudur: Öyleyse haydi göreyim seni, tarihi, tarihini iyi öğren. Ömrünü, emelini size bağlayan Türk ve Müslüman feyzinin hadimi, Osman Nuri Ne kadar içten bir ifade bu. Rüştiye III. sınıf için yazdığı Ecdad Tarihindeki o parçayı bera­ ber okuyalım: "Türk oğlu, Geçen sene yazdığım il. sınıf Tarihi Umuminin mukaddimesin­ de sözümü: " İ stikbali düşünmeye başladığın gün, senin mebde-i feyzin ola­ caktır. Öyleyse, haydi göreyim seni, tarihi, tarihini iyi öğren" diye bitirmiştim . 181


Bu sene size yeni bir kitapla, Ecdat Tarihi ile geliyorum. Bu ki­ tabta, şerefli ecdadının, sana bu memleketi vatan olarak intihab eden dedelerinin,yaptıklarını hülasaten yazdım. Bunu da dikkatla oku, öğ­ ren, bunları da belle. Fakat evvel de söylediğim gibi sakın bunlara ka­ naat etme. Zira senin tarihin pek şereflidir. O tarihte ibret alacak, seni istikbalden ümitvar edecek, hayatta cesaretini arttıracak pekçok say­ falar vardır. Bu kitap ise bir başlangıçtır. Unutma ki, büyük dedelerinin büyük tarihi, böyle birkaç sayfa­ ya sığmaz, ona ciltler lazımdır. Onlar ne yaptılarsa düşünerek yapmış­ lardır. Yaptıklarını bir hikmete istinat ettirmişler ki, onun için tarihi iyi tetkik etmek, her şeyin hikmetlerini araştırmak pek faydalıdır. . Ecdadının şereften şerefe, zaferden zafere koştuğu vakitleri okur­ ken bu muvaffakıyetlerin sebeblerini ara, öğren. Zira bunlar senin mu­ vaffakıyetlerinde de amil olacaktır. Arada nekbetlerini, tereddilerini mi görüyorsun? Onların da hikmetlerini araştır. Elbette onlar da bir takım hataların neticesidir. Onları da öğren. Öğren ki, hayatında sen o eksik· liği yapmayasın. Bilahare yeni muvaffakıyetlerini, yeni zaferlerini gö­ rüyorsun, öyle mi? Bunlardaki sırrı, bunlardaki hikmeti öğren. Mahasal-ı tarihi: " İstikbalin aynasıdır" diye tarif etmişler. Sen bu aynayı dimağına koy, orada bulunsun. Hususi hayatında da, umumi hayatında da yapacağın işleri bir kere o aynada tetkik et de öyle yap. Ecdadının muvaffakıyetleri sırlarından birkaçını burada sana söy­ leyeyim: Onlar her vakit, kendilerinden sonrakileri için yaşarlar, istik­ balleri için düşünürlermiş. Kendilerini, hayatlarını düşünmezler, ken· dileri için yaşamazlar, birbirlerini severler, Hakka, hakıkata taparlar. Hakka hakıkata kul olurlar, haktan ayrılmazlar, hak için uğraşırlar, her yaptıklarının hesabını vereceklerini bilirler imiş. İşte bu düsturlar onların feyizlerinin sırlarından birkaçıdır. Her ne vakıt bu kaideyi bırakıp, bu yoldan ayrılıp ta kendi hayatlarını dü­ şündüler, sefahete, zevka dadandılar, hal için yaşamaya başladılar, ya­ rını unuttularsa, nekbet başlamış, şerefli mevkilerini zayi etmişlerdir. Onun için, oğullarım, geçen sene söylemiştim, burada da tekrar edeyim: Okuduğun, gördüğün her vakada zihninde bir (niçin) suali doğ­ sun. Bu sualin cı::vabı seni saatlarca, günlerce yorsun. Bil ki bu niçin· !er, sana hayatta yol açacak, seni şerefli işlere ' yedecek, kötülüklerden, kötü işlerden koruyacaktır. 1 82


Oğullarım, size ecdat tarihinin daha büyüğünü, daha etraflısını da yazmak istiyorum. Yüce Tanrımın lütfu ile ona da muvaffak olu­ rum. Onda size inşaallah fazla malumat veririm. Fakat bu ne vakıt ola­ cak, bilir misiniz? Ne vakıt siz, benim bu kitabımı okuyup ta büyük mil­ letinizin mazisi hakkında daha fazla malfımat araştırmaya, sormaya baş­ larsınız, ne vakıt, sizde büyük ecdadınızı savap ve hatalarıyla öğren­ meye heves uyanırsa, o vakıt. Haydi oğtillarım, yolunuzu iyi tayin ede­ bilirseniz, adım attığınız yeri görerek atarsanız, istikbalin şerefleri, mu­ vaaffakıyetleri hep sizindir. Size yalnız şunu ihtar edeyim: Unutmayın ki, şeref, muvafakıyet yolu kolay değil, pek dikenli. pek taşlıktır. Bu yolda birçok engellere, birçok Millere tesadüf edecek­ siniz. Bunlarla uğraşın, sakın yılmayın. Emin olun ki sa'yiniz boşa git­ meyecek. Ümid ettiğim, istikbalde keşfettiğim parlak günleri. siz gör­ mezseniz, sizden sonrakiler görecektir"(3). Muallim: Osman i'uri

Süleyman Sırrı TOKAY ( 1874- 1960) Şumnu'da doğdu. Ailesi Kırımlıdır. 1 888'de Şumnu Rüştiyesini bitirdi. Öğretmen oldu. Sınıf arkadaşı Osman Nuri gibi o da daha ço­ cuk yaşta bu mesleğe atıldı. 1 889'da Eski İstanbulluk ilçesinde Akde­ re köyüne bir yıl önce açılmış olan rüştiyeye öğretmen oldu. Bu rüşti­ yelerin müdürleri Türkiye'den gönderilirdi. O ise 15 yaşında bir genç . Muallimi sani oldu. Öğretmene ihtiyaç vardı ve bunlar ciddi çalışarak başarı gösteriyorlardı. 2 yıl sonra Varna Bulgar lisesine gitti. Liseyi bitirince yine öğ­ retmenliğe döndü. Şumnu ve Rusçuk, Pazarcık, Razgrad \'e diğer şe­ hirlerde rüştiye öğretmeni oldu. Vama Encümenler Kongresine katıldı. 1 9 1 l 'de Bulgar Büyük Millet Sobranyası'na. daha sonra da :\te­ busan Meclisi'ne Şumnu'dan meb'us seçildi. Sonra yine okullara dön­ dü. 1 9 18'de Şumnu'da açılan Darül'muallimine Türkçe öğretmeni ol­ du. 1 928'de bu okul kapanıncaya dek orada Türk Dili Edebiyatı okut­ tu. 1 922'de Şumnu'da Niivmp okulu açılınca oraya öğretmen tayin olun­ du, 1 946'da emekliye ayrıldı. 1 95 l 'de Anayurda geldi. (3) Erddl Tarihi Rüşdiye 1 1 1 . ..

Sınıf Şumnu·Terakki :\fatbaası l!l:?-!. 183


Süleyman Sırrı, Osman Nuri, Hafız Abdullah Fehmi, Mehmed Masum, Bulgaristan Türkünün maarif hayatına yıllarca emek vermiş kimselerdir. Okul kitapları yazdılar, öğretmenler kongreleri düzenle­ diler, kurs açtılar; hem okuttular, hem okutanları yetiştirdiler. 1 9 1 1 'de Malinof zamanında açılması kararlaştırılan Darül'mual­ liminin şeklini, yerini, programını tesbit için kurulan komisyona Türk­ lerin mümessili olarak o katıldı. Öğretmen Yusuf İzzettin ile Türkçe Sarf ve Nahiv, Okuma ki­ tapları hazırladılar. Hesap ve hendese kitapları yazdı. Daha sonra iki­ miz Nüvvap, Rüşdiye ve İlk okullar için müşretek okuma ve dilbilgisi yazdık. Bulgaristan Türk maarifine dair anılarını, Ankara' da çıkan Ana­ yurd gazetesinde yayınladı. Bunlarda dikkate değer, ibret verici yerler vardır. Bulgaristan Türklerinin maarif hayatına, onun gelişmesine ya­ kından vakıftı. Daha yazacakları vardı, ömrü vefa etmedi. Anayurdda yayınlanmak üzere hazırladığı bazı notları mevcuttur. Mehmed Masum AKALIN (1874-1939)

Silistre'nin Arabacılar köyünde doğdu. İstanbul' da öldü. Silistre rüştiyesini bitirdikten sonra bir müddet Fatih medresesine devam etti. Hafızlığı da vardı. Sonra Üsküdar İdadisi'ni bitirdi. 1895'de Kafkas­ ya'ya öğretmen olarak gitti. Orada 3 sene kadar kaldı. Ondan sonra uzun yıllar Bulgaristan' da öğretmenlik yaptı. Türk milletinin birleşmesi, di­ linin sadeleşmesi, Türk azınlık haklarının korunması için uğraştı. Rusçuk'ta Türk okulları müdürlüğü yaptı. 1 930'da Türkiye'ye geldi. Ve burada da öğretmenlik yaptı. Okul kitapları yazdı. Öğretmen­ lere kılavuzlar hazırladı. Öğrencilere müsamereler yazdı. Usul-ü Sav­ tiyyesi kolay öğretmek için bulduğu bir usuldür ve ilk basılan okul kitabıdır. 1 907'de Rusçuk'ta toplanan ikinci öğretmenler kongresinde di­ lin sadeleşmesi hakkında bir referat okudu. İlk okullar için yazdığı oku­ ma kitabına (Ana Dili) adını koydu. (Büyük Harbin Çocuklar Üzerinde Büyük Tesirleri) adlı risalesini öğretmenler kongresinde okunmak üzere yazmıştı. Kafkasya'daki öğretmenlik anılarını (Kafdağı Arkasında) başlı­ ğıyla Bulgaristan Türk Muallimler Mecmuası'nda yayınladı. 1 84


Hafız İsmail Hakkı

Razgrad ilçesinde Duştubak köyünde doğdu. Rüştiye 'de okudu . Öğretmenlik hayatına atıldı. 1910 yılında Süleyman Sırrı Razgrad'da öğretmen iken beraber çalıştılar. Muhtelif yerlerde öğretmenlik yaptı. Daha sonraları Tunaboyu'nda Aşağı Sibre'de uzun yıllar vazife gördü. 1922'de Razgard'da çıkan Delwrman'ın yazarlarındandır. Uyanık fikirli, ileri görüşlüdür. Maarifimize çeki düzen veren ilk öğretmenlerdendir. 1906' da Şumnu'da toplanan ilk Türk Öğretmenler Kongre'sine katılanlardan ve derneğin kurucularındandı. Her kongreye katılmıştır. Hoş ve nük­ teli konuşur, sevilir ve sayılırdı. Aydın kafalı, temiz gönüllü, özü sözü doğru bir kişidir. İlericiler arasında yer aldı, fakat aşırı gidenlerden de­ ğildi. Bazı okul kitapları yazdı. Türk Milletinin dertlerini bilir, onlarla ilgilenirdi. Deliorman, Dostluk, Rehber, İntibah ve diğer gazetelerde yazıları çıktı. Doğru gördüğünü ve bildiğini yazdı. En büyük düşmanın cahillik olduğunu anlattı. Bir yazısında: "Ey belekteki Türk yavrusu, ilme çalış" diyerek küçüklere bile böyle sesleniyordu. Eski harfların güçlüğünden, imlanın bozukluğundan şikayetçiydi. "Bunu, Mısır hiye­ roğlifini okuyan bilazerim(33) bile okuyamaz. . . " diyordu. Aydın fikirli hoca, Türk-Turan: Anayurt- Öz Vatan adlı bir şiir ki­ tabı da yazdı. Kitap Şumnu'da Terakki Matbaasında basıldı. Türk genç­ lerine milli duygu, uyanıklık, aydın düşünce aşılıyordu. Kitap şimdi elim­ de olmadığından örnek veremiyorum, yalnız bir beyti yazayım: "Anayurdum, öz vatanımdır benim. Öz vatanım, gözbebeğimdir benim " . Böyle canı gönülden seslenerek Türklüğe hizmet etti, Bulgarla­ rın zulmüne uğradı. Gözbebeği gibi sevdiği Anayurda can atıyordu. Bulgaristan Türkleri arasında 1928'den sonra başgösteren ikilik hareketlerinden çok şikayetçi idi. 1933'de Razgrad ilçesi Duştubak kö­ yünde kendisiyle görüşüp sohbet etmiştik. O zaman Tunaboyu'nda

(33) Bilazer: Deliorman halkı arasında "birader" kelimesi böyle söylenir. Bu tabir eski vakfiyelerde, Sınırnamelerde de bu havalide böyle geçer.

185


Sibre'de öğretmendi. Tatil için köyüne gelmişti. O sıralarda Başmüf­ tünün aydın öğretmenlere karşı tutumunu yermiş: Bu gidiş böyle de­ vam ederse, bu millet Kanın gibi canıyla, malıyla toptan batacak, de­ mişti. Olaylar onun sezişini doğruladı. Nur içinde yatsın.

İbrahim Hakkı Oğuz (1890-1 965)

Osmanpazarlı alim İsmail Niyazı Efendinin(34) kızı Ümmü Seli­ me Hanım'ın oğlu Hafız Mehmed'in oğlu olan İbrahim Hakkı, 1 890'da Osmanpazarı'nda doğdu. Rüştiyeyi bitirdi (1905). 4 sene medresede okudu. 1909'da İstan­ bul'a tahsile geldi. 31 Mart'tan sonra döndü. 1923 yılına kadar 13 sene Servi'de öğretmenlik yaptı. 191 1 'de ise Suhindol'da öğretmen idi(35). 1923'de öğretmenlikten ayrılıp Servi'de şer'iye katibi oldu. 1926/1927'de tekrar öğretmen oldu. 193 1 'de yine şer'iye katibi oldu. 1934'de katiplik kalkınca Cemaat-ı İslamiyye Reisi seçildi. Bir gece meç­ hul bir Bulgar'ın tecavüzüne uğradı ve yaralandı. 1935'de Anayurda geldi. Türk Öğretmenler Birliğinin Servi Havzası Başkanıydı. İbrahim Hakkı, Bulgaristan'da çıkan gazetelere makaleler yaz­ dı. Öğretmenler Derneğinin faal bir üyesidir. 1 9 1 0 'da Edirne' de çıkım Afitab gazetesine (Bulgaristan Müslümanlarının Ahvali) adlı 1 1 maka­ le yazmış bunlarda müftülüklerin, öğretmenlerin, encümenlerin duru­ munu dile getirmiştir. 1912 yılında Eskicuma 'da toplanan Muallimler Kongresi'nde, öğretmenlerin bulundukları yerin milll kültürünü, folk­ lorunu tesbit etmeleri karar altına alınmıştır. Bu dileği yerine getiren tek öğretmen İbrahim Hakkı olmuş. Servinin tarihçesini yazmış, bun­ ları Türk Muallimler Mecmuasında tefrika suretiyle yayınlamıştır. Adı geçen derginin 9. sayısında tefrika sona erdikten sonra Os­ man Nuri (Peremeci) şöyle bir not koymuş: "Aferin Hakkı Efendi, Servi hakkında bütün meslekdaşları ma­ lümattar ettin. Keşke diğer arkadaşlar da oldukları yerler hakkında böy­ le malümat toplasalar da mecmua:mıza dere etsek " . (34)

Niyazi Efendi Osmanpazan'nda müftü idi. Orada müftülük, 1 938 yılına kadar hep bu soyda devam etti. Hafız Mehmed (ölümü 1 924) İstanbul'da okumuş, Osmanpa· zarı'nda müderris idi. 93 Harbi 'nde Ruslar O'nu Divan-ı Harbe çekmişler. 1888'de Tır· novo müftüsü olmuş, 1908'de Osmanpazarı'ndan meb'us seçilmiş, uyanık bir zattır. (35) Cafer Tayyar ordusundan Bulgaristan'a gelenlerden Edirneli Muhlis İzer, bir süre Suhindol'da, Ustuna'da öğretmenlik yaptı, sonra ülkeye döndü. İskan G. Müd., Va­ kıflar İdare Meclisinde bulundu. Çok faziletli bir kişiydi, kendisini rahmetle anarım.

186


İlk Muallim Kongresine katılmış, o kongreye katılanların kimler olduklannı ona borçlu. Kartın arkasına sıra ile isimleri tesbit etmiş. Keş­ ke diğer öğretmenler de öyle yapsalardı. Diğerlerini bugün uğraşarak tesbite çalışıyoruz. Hasib Safveti AYTUNA (1895-1980)

Vidin'de doğdu. Rüşdiye tahsilini bitirince 1910'da Bursa'ya ge­ lip Sultaniye yatılı girdi. Mezun olduktan sonra harp dolayısıyla Vidin'e dönmedi. Sınıf arkadaşlarıyla Yedeksubay okuluna girdi. 1917'de Bağ­ dat cepnesine gitti ve orada yaralandı. Cepheden dönünce İstanbul'da Harbiye Nazaretinde çalıştı. 1919'da Vidin'e döndü ve öğretmenliğe başladı. Diğer taraftan da Türk gençlerinin kültürünü arttırmak ama­ cıyla açılan Tenviri Efkar derneğinde çalışıyordu. 1922'de Sofya Üniversitesi Pedagoji bölümüne girdi. 1926'da me­ zun olunca Şumnu'da yeni açılan Nüvvab mektebine öğretmen tayin edildi. Burada başarılı hizmetler gördükten sonra 1929-1930'da Vidin'e dönerek Türk oku11an müdürü oldu, Rüşdiye'de ders okuttu. Diğer yan­ dan Türk gençlerinin kültür hayatında yükselmeleri için çalıştı. Onun bu çalışmaları Bulgarların gözüne battı, onu takibe başladılar, o da 1931 'de Anayurda geldi ve Gazi Orta Öğretmen Okuluna ve Eğitim Ens­ titüsüne pedagoji ve psikoloji öğretmeni olarak vazifeye başladı. Daha sonra başka yerlerde de ders okuttu, kültür hizmetlerinde bulundu. 1939'da Tokat'tan Millet vekili seçildi, bir seçim süresi mebus­ luk yaptıktan sonra yine Gazi Eğitim Enstitüsüne döndü. Daha başka yerlerde de öğretmenlik ve müdürlük yaptı. 1960'da emekli oldu. Bulgaristan'da Türk gazetelerine kıymetli yazılar yazarak milli ruhu uyanık tuttu. İlkoku11ar için Şen Kıraet adlı okuma kitabını hazır­ layıp bastı. Türk gençlerinin uyanması, Türk inkılaplarının Atatürkçü görüşün yerleşmesi için uğraşb. Gerek Vidin'de, gerekse Nüvvabta öğ­ retmenliği sırasında Türk gençlerinde milli duygu uyandırmıştır. Anayurda geldikten sonra pedagoji, psikoloji, çocuk terbiyesi, eği­ tim ve öğretimle ilgili çalışmalarına hız vermiş, birçok eserler yazmış­ tır. Bunlardan 40'tan fazlası basılmış olup henüz basılmamış kitaplan da vardır. Bulgaristan Türklerine hizmeti büyüktür, birçok vesilelerle kendisinden sözedilmiştir. 187


Arif Necib KASKATI

( 1903-1950)

:

Razgrad'da doğdu. İlk ve ıiiştiye tahsilini orada tamamladı. Razg­ rad 'da öğretmenlik yaptı. Öğretmen ve gazeteci olarak Bulgaristan Türk'üne hizmete bulundu. Ateşli bir gençti. Razgardlı gazeteci Mahmut Necmeddin ile Deliorman'da yazdı. Sonra Karadeniz gazetesini çıkardı. 1933'te Razgrad mezarlığı ve Keserova hadisesinde gazetesinde ya­ yınladığı hararetli yazıları dolayısıyla Bulgar makamlarınca tevkif edildi. 1934'de Şumnu ıiiştiyesine müdür getirildi. Çok kalamadı, 1 934 yılından sonra Bulgaristan'da aydın öğretmenlere karşı girişilen yıldır­ ma ve kovma hareketi dolayısıyle öğretmenlik hakkı alınınca, Anayur­ da göçtü. Anayurdda 14 yıl hizmet gördükten sonra 1 950 yılında Edir­ ne'de vazife uğrunda sınır boyunda Bulgar kurşunu ile şehit edildi. Karadeniz gazetesinde çok kıymetli ve heyecanlı yazılar yazdı. Onun sahibi ve başyazarı idi . Dilde sadelik taraftarıydı. Ankara' da Dil Kurultayının toplanması dolayısıyle gazetesinde güzel yazılar yazdı ve Deliorman halk dilini topladı. Turan Derneğinde hizmetleri büyüktür. Heyecan verici sözleri ve kuvvetli kalemi Bulgaristan Türk Gençliğine ümit verdi, ışık tuttu. Mehmed Fikri Hüseyin

:

(1908-1941)

Osmanpazarı'nda doğdu. Babası imamlık yapıyordu, aile kalabalıktı. Küçükken ormandan sırtıyla odun getirip sattığını söylerdi, ailenin geçi­ mine katkıda bulunurdu. Rüşdiyeyi bitirince, Edirne Öğretmen Okulunda okumak üzere iki defa Türkiye'ye geldi. 1.de kayıt süresi dolmuş, il.de okula yazıldı, fakat hastalanarak geri döndü. Sonra öğretmenliğe başladı. 1928'de Nüvvaba öğrenci olarak geldi, 1932'de bitirdi. Camiul-Ezhere git­ mek istedi, fakat olmadı. Nüvvabın Ali kısmına girdi, Son yıllarda bazı ho­ calarla anlaşamaz olmuştu, Nüvvabı terketti. Hassas, ateşli bir gençti. Ha­ yalinde kurduklarını hayatta bulamıyordu. Kızdıklarından hıncını kalemiyle alıyordu, nazım, nesir her iki türde yazardı. Hoşlanmadığı bir şey olursa, kalemi hücüma geçerdi. Avukat, 150'liklerden O. Nuri, A. Osman, H. Safveti hakkındaki manzumeleri bunlardandır, bunlarda ad vennez, yalnız işaret eder: Bilgisi var, cahil değil Adındaki aynı (*)delil Gösteririm ilmine ben Düşün biraz bunu da bil. ( * ) Arapca ilim, ayın ile yazılır.

1 88


Filibe'ye vaiz tayin edildi, orada iken bir defa kaçak olarak Türki­ yeye gelmek istedi, sınırı geçemedi, Bulgarlar yakalayıp tevkif ettiler, Zag­ ra'da, Müftü Akif hoca kefil olup kurtardı . Filibe'de vaizliğe devam etti, Oradçıyken, hemşire olan bir Bulgar kızı ile evlendi, kız Müslüman oldu, Fikriye adını aldı. Sonra Sofya'ya nakledildi. Hüseyin Hüsnü ile bağdaşa­ mıyordu. Berkofça'ya imam olarak gönderdiler. Orada adeta bir sürgün hayatı yaşıyordu. Hastaydı, bir kızı vardı, tedavi için sıkıntı çekiyordu. Dal­ galı bir ömürden sonra genç yaşta hayata gözlerini yumdu. Hüseyin Hüsnü'yü kasderek, Reşat Nuri 'nin (Fazılet Mükafatı)(36) adlı yazısını Medeniyet'te yayınladı. Bununla hıncını alamadı, başka bir yazı yazıp onu da aynı gazeteye koydu. Bunu öğrenen H. Hüsnü, gaze­ teyi postadan toplattı, dağıtımını önledi. Bunu, o zaman Şumnu'da Ah­ met Kemalin çıkardığı havadis gazetesi haber verdi ve yazıyı aynen ya­ yınladı(37). Bunlar onun mücadelelerinin bazı yönleridir. Çok çalkantılı, dalgalı bir hayat süıdü. Hayat ona küsmüştü, o da hayata küstü ... (36)

Nuri Güntekin'in (Fazilet Mükafatı) hikayesinin özeti ş u : Bir zengin ölürken, şehrin en faziletli kişisine 200 lira vasiyet eder ve bunu ala­ cak kimse için 71 kadar şart koşar. Mütesarrıf, alimler, hakimler, müdürler, doktorlar ve eşraf toplanıp bu kişiyi seçecekler. 30 yıldır belediye katibi olan biri adaylardandır. Herkes onu iyi tanır ve sever. Fakat ortada para var, kıskananlar kusurlarını mektupla bildirirler. Mektuplar heyette okunmaya başlar. Ufak, önemsiz şeyler ama, müderris bunlara takar, adama çamur atmaya devam eder. Doktor, bu hallere dayanamaz: Yeter artık diye isyan eder. Çünkü mektupları okwnaya devam edersek, bir saat önce iffet timsali olan bu biçareyi, yarın sabah darağacına çekmek zorunda kalacağız, der. Müderris yine söze karışır: Bunun ipliği pazara çıktı, gelecek toplantıda di­ ğer adaylar hakkında tahkikat yaparız, deyince doktor haykırarak: - Hoca efendi hazretleri, siz galiba iffetli ve namuslu kimseleri birer birer sürdürüp astırarak tek başınıza şehirde kalmaya azmettiniz, der. Fikri'nin kimi kas· dettiğini anlayan anladı . . . M. Fikri 194 l'de Sofya'da öldüğü zaman, Nüvvap öğretmenleri adına cenazeye ben gitmiştim. Dönüşte Hüseyin Hüsnü'nün yanına defin edildiğini söyleyince, latifeci olan isma· il Akdere kulağıma: - Sakın orada. da kavga ederek ölüleri rahatsız etmesinler, demişti. Başmüftülüktekilerden hoşlanmadığı birinin geldiğini görünce hemen şöyle demiş: R.

İpek şah boynunda, Fitne, fesat koynunda, Şeytanlık var huyunda, Yok böylesi soyunda. Geliyor bak akbaşlı.

(37)

6 Mayıs 1939 gün ve 210 sayısında şu notla yayınlandı: "Bu yazı Medeniyetin 1 8 1 . sayısına konmuş, gazete postaya verilirken Müdafaai İslam Cemiyeti reisi Hü­

seyin Hüsnü tarafından müsadere olunmuştur. " (Yazının başlığı şöyle: Ulema mil­ letin kalbi demektir, kalbte salah bulunursa, millette de . bulunur.)

189


İlk defalar bazı sert yazılar yazdığı olmuş, sonra bazı hocalarla arası açılmıştı. Ahmed Kemal'le dostluğunu devam ettirdi, hocalar bi­ raz da o yüzden ona kızıyordu. Son yıllarda tasavvufa meyletti. Gaza­ li 'yi severdi. Yazdığı dini yazılar halk ratafından sevildi ve okundu. Açık, sade, heyecanlı yazardı. Kaleminin kuvvetiyle düşündüklerini dile ge­ tirdi. Ne yazık ki, bunlar dağınık makaleler halinde kaldı, bir eser bı­ rakmadan gitti. Tolstoy'dan esinlenerek yazdığı yazılar var. Fikri, Bulgaristan'da Türk halkının uğradığı haksızlıklardan şi­ kayetçiydi. Onlara alet olanlara da kızıyordu. Zulme tahammülü yok­ tu. Fakat elinden ne gelirdi? Cenevre' de bulunan Lübnanlı meşhur ya­ zar Şekip Arslan'a mektup yazarak ona dert yanıyordu. 1938'de Kahi­ re'de Şekip Arslan'la görüştüğümüzde bana ondan bahsetmişti. Hayattaki çalkantılar onu üzerdi. Daha öğrenciyken yazdığı bir şiirinde sızlanıyor, güzel bir dünya istiyor :

BEDBAHT GÖNÜL Güneş doğar, kainat nur saçar, Fakat gönlüm karanlıkta hep ağlar. Ah şu takdir etti beni pek naçar, Emellerim söndü, kalbim kan ağlar. Beklediğim güneş henüz doğmadan, Ben gelmişim zehir saçan zındana. Seyf-i irfan, hasmı cehli kovmadan, Atılmışım şu mihnetli meydana. İstediğim cennet hitam bulmadan, Arsız gönlüm, neden ta'cil ettin sen? Nar-ı cehim sönüp zail olmadan, Neden zulmet sinesinde bittin sen? Bilmez miydin bu gecenin sabahı, Gelip mutlak karanlığı koğacak. Kafi değil bedbaht gönlün bu ahı, Ben batarken güneşlerim doğacak!.. 190


Yine öğrenciyken milletin ümidi olan gençlere şöyle seslenir :

TÜRK GENCİNE Korkma, yüıii, umudusun milletin. Her manii yıkar, ezer himmetin. Tuttuğun yol terakkinin yoludur. Kalbin, fikrin emel ile doludur. Senin azmin yükseltecek milleti, Mahvedecek cehaletle zilleti. Yeter artık bu mezellet, cehalet, Senden artık uzak olsun atalet. Yeter artık bu hakaret, rezalet, Yeter, yahu, sende yok mu hacalet. Yok mu sende, kardeş, insan duygusu? Yeter zillet, yeter gaflet uykusu! Uyan, uyan bu girdaptan uzaklaş! İlerleyen milletlere koş, yaklaş! Her milletin gençlerdendir rehberi; Sen de dunna, haydi, atıl ileri! Gazetelerde ilerici, gerici tartışmalarının alevlendiği, millet iki­ ye, üçe bölündüğü sıralarda Nüvvabda öğrenci Fikri şöyle diyordu :

FELEGİN DERSİ Dinleyiniz beni bugün gazeteci başları, Zannetmeyin felek artık sizi takip etmiyor. Yeter artık üzerime fırlattınız taşlan, Tuttuğunuz yollar yine selamete gitmiyor. Cahil millet dertlerine sizden şifa umarken, Karşısında yorgun düşman gözlerini yumarken. Felek size millet için böyle fırsat sunarken, Neden hala aranızda dedikodu bitmiyor?

191


Bilirsiniz, benim darbem şaka falan değildir! Matbuatın mazisi, bak buna açık delildir. Sizin için hazırlanan uçurmalar derindir. Neden bunu içinizden biri takdir etmiyor? Biraz ince düşününüz, kabalıktan kaçınız. Fitne, fesat uzak olsun, birlik tohumu saçınız. Sillem her an ensenizde, gözünüzü açınız. Düşerseniz, demeyiniz, Felek haber etmiyor.

SABAH Güneş ufuktan şen şen bakarak, Saçıyor yine etrafa şafak, Aydınlanıyor simsiyah afak. Mahmur gölgeler gelmiş te vecde, Huşu içinde eylemiş secde. Benziyor dere billur aynaya. Söğüt dalları, bak, doya doya, Sevdalı gibi bakıyor suya. Renkli akisler rüyaya benzer, Hulyalı sular göklerde gezer. Kuşlar ötüştü renklendi dağlar, Kızlar gülüştü, şenlendi bağlar. Gece kim bilir nerede ağlar? (Ey karanlıkta eriyen dağlar.) Yerler ve gökler nura boyandı. Baykuş hasretle zulmeti andı. Uyanan kuşlar tuh1a karşı, İnşad ediyor İstikbal marşı, Dertli bir dilek titretti arşı : Zulmette dünya, doğsa da güneş, Gönder sabaha manevi bir eş. Mayıs, 1938 192


Bulgaristan' da Türklere hizmet eden öğretmen ve aydınlardan bazısının ad­ larını yazıyorum, çoğu Anayurda gelmiştir. Olenleri rahmetle analım: Ahmet Abdurrahman: 1934'te Şumnu'- Hüseyin Mazhar, Osmanpazarı da Rüşdiye Müdürüyken Bulgarlar es-. Dr. Hüseyirı''I);ıpui, Şumnu Hffinı) · Fuat •. Şumnu rarlı bir yolda ortadan kaybettiler. Ahmet Cevat, Vidjn · Hüsmen Celal Çetin, Pravadı Ahmet Cevdet, Şuıtınu İrfan Çavuş, Osmanpazarı Ahmet Cevdet Erbek, Vraca İlyas Toksöz, Şumnu Ahmet Gültekin Arda, Kırcaali İsmail Özkul, Şumnu Ahmet İhsan, Şumnu Kadri Oğuz, Plevne Lütfi Takanoğlu, Kırcaali Ahmet Kemal, Şumnu · · Ahmet Safa, Yenipazar Mahmut Necmettin Deliorman, ünlü Ahmet Ethem Ütük, Razgrat yazar, Anavatanda yazmayı sürdürdü. Akif Alkanlı, Şumnu Mehmet Altay (Atalay) Rusçuk Akif Hafız Selim, Balpınar Mehmet Ayvaz, Filibe Mehmet Emin, Silistre Ali Galip Yener, Şumnu Ali Hayder Taner, Kızanlık Mehmet Şükrü, Silistre Mehmet Zıya, Yenipazar Ali Kemal Balkanlı, Filibe Ali Riza, Rahova Muharrem Yumuk, Tutrakan Ali Turan, Razgrat Murat Uytun, Vidin Aliş Ekrem Atakul, Eskizağra Mustafa Kasim, Vidin Mustafa Lütfi, Pazarcık Besim Hilmi Çakaloğlu Eşref Hoca, Niğbolu Mustafa Oğuz Peltek, Kırcaali Fikriye Okyay, Şumnu Mustafa Reşit, Şumnu Hafız Abdurrahman, Razgrat Mustafa Sungur, Plevne, Rahova Hafız Ahmet, Silistre Nazif Temez, Vama Hafız Hasan, Filibe: 50 yıllık öğretmen Ömer Fevzi Keçecigil, Şumnu Hafız Hasan, Vidin Ömer Lütfi, Varna Hafız Saıt Hasan, Rusçuk Ömer Olcay, Pr-avadı Rahmi Yoğurtçuoğlu, Şumnu Halil Hasan İlmen, Rusçuk Halil Zeki Osman, Lofça Re'fet Rodoplu, Kırcaali Halim Özdemir, Vidin Rüstem Cemil Erkunt, Vidin Hasan Basri, Vidin Salahaddin, Filibe Hasan Necip Kaskatı, Razgrat Salih Vicdani, Burgaz Süleyman Rüşdi, Ziştovo Hasan Sabri Hoca (Atatürk Sofya'da Şaziye Becerik, Vidin Ataşeyken Türk Sefareti iftar yemeği Şerafeddin Geray, Kamabat verir. Hasan Sabri de davetlidir. Kısa Şerif Alyanak, Vidin bir dua yapar. Atatürk "Yaşa Hocam, Dua işte böyle olmalı", der. Talha Kemali, Filibe Veli Efendi, Kemallar Hilmi Ses, Rusçuk Hulusi Meçikoğlu, Şumnu Yahya Hayati, Kırcaali Hüseyin Hulki, Şumnu Yaşar Tunail, Vidin, Bunların biyografileri yazılmış ise de uzun olmasın diye konulmadı. Bu ki­ tap 1978'de tamamlandıktan sonraki olaylar tarihte benzeri görülmemiş feci zulümler başka bir eserde ele alınacaktır.

193



Resim : 1 Başmüftü Hocazade M. Muhiddin -

Resim

:

3

-

Resim : 2 Başmüftü Süleyman Faik -

Başmüftülerden H. Ahmed, Abdullah, S. Faik ve M. Sabri

195


Resim

:

4

Resim

1 96

:

-

5

Başmüftü S. Faik Türkiye Elçlsl Memduh Kemal ile

-

Başmüftü Faik, Vakıflar Müdürü Mehmet Celll ailece Bili Baba'da


Resim

:

6

-

Varna'da Toplanan Maarifi lslamlye Encümenleri, 1905.

Resim

:

7

-

$umnu Kız Rüşdlyesl, 1919.

197


§-

·ı

;

·ı 1

� .)

� •,

.:.. -

� c J

:; -:;

-

'1 4l • <

')

. ., ·� ., ,,

:: --= ' :;

;,.,, ..--: '

:-.

198

E iii aı IC


Resim

:

9

-

Resim : 10

Esklcuma ilkokul Öğrencllerl, 1922.

-

Şumnu Rüşdiye ÖğrencilerJ, 1 924.

199


Resim : 1 1

-

Vidin Rüsdiye Öğrerıclleri, 1 91 1 .

Resim : 1 2

200

-

Vraca llkokıil Öğrencileri


i: aı c

:::ı

..... N en -

:::ı

:; �

o c GI

E

-

!

. ıl:JI

o :::ı c

E

:::ı CI)

E iii

GI a::

20 1 '


Re�im : 14

Resim

202

Şumnu Nüvvap Okulu 1 927 Öğretmenleri

-

:

15

-

Ni.ivvap Okulu Vlll. Mezunları


Resim

Resim : 17

:

16

-

- Şumnu'da Türk Öğretmenleri 1. Kongresi, 1906.

Türk Öğretmenler Derneği, Rusçuk

il. Kongresi, 1 907.

203


Resim

:

Resim

204

18

:

-

19

Türk Öğretmenleri Silistre Kongresi, 1 908.

-

Türk Öğretmenleri Pravadı Kongresi, 1 9 1 0.


Resim : 20

-

Resim : 21

Türk Öğretmenler! Kızanlık Kongresi, 192 1 .

-

Türk Öğretmenleri lsllmye Kongresi, 1923.

205


Resim

Resim

206

:

23

:

22

-

-

Türk Öğretmenler! Lom Kongresi, 1928.

Türk Oğretmenlerl Rusçuk Kongresi, son, 1 933.


Resim

:

24

Resim

:

-

25

Kırcaall'de Öğretmenler Kursu, 1930.

-

Varna Öğretmenleri Kursta, 1932.

207


Resim

:

26

-

Resim : 27

208

Sumnu'da Emel Spor Yurdu, 1 925.

-

Plevne Spor Kongresi, 1925.


Resim

:

28

-

Resim : 29

Vraca Turan Kongresi, 1927.

-

Fllibe Turan Kongresi, 1 930.

209


Resim : 30

Resim : J I

210

-

-

Eskicuma Turan Kongresi, 1931 .

Eskizagra Turan Kongresi, 1 932.


Resim : 32

Resim : 33

-

-

Rusรงuk Turan Kongresi, son, 1 933.

Razgrat Turan Jimnastik Grubu, 1 929.

21 1


Resim : 34

Resim

212

:

35

-

-

Şumnu Turan Derneği, 1931 .

Şumnu Şenyurt Derneği, Turen'dan ayrıldı.


Resim : 36

Resim : 37

-

-

Kırcaall Turan Derneği, 1931.

Razgrat Turan Jimnastik Grubu, 1929.

213


Resim

Resim

2 14

:

39

-

:

38

-

Varna, Turan Müzik Grubu, 1 930.

Yama Ana · Baba · Öğrenci Derneği, Müsamere Grubu, 1932.


Resim : 40

Resim : 41

-

-

Rusçuk Türk Kadınları Yeni Harf Kursunda, 1928.

Sumnıı Türk Kadınları Nakış · mkiş Kursunda, 1 926. 215


Resim

Resim

216

:

:

43

42

-

-

VarrÄąa Turan Tiyatro Grubu

Razgrat Turan Jimnastik Grubu


.

E 'lii

GI a:

217


Resim

Resim

218

:

46

:

45

-

-

Milli Kongre Müteşebbis Heyeti, 1929.

Balkan Harbi Türk Esirleri için Flllbe'de Açılan lslam Hastahanesi, 1913.


Resim : 47 Rusçuk'ta Balkan Harbi Türk Esirlerine Vardım Derneğini Kuranlar, 1913. -

Resim

:

48

-

Cafer Tayyar Ordusu Erkanından Bir Grub Kızanlıkta

219


Resim 49

Resim : 50

ııo

-

-

Rumell'den Göçler

Yollara Düşmüş Bir Göç Kervanı


Resim

Resim

:

52

-

:

51

- Kocabalkan'da Bir Türk Ailesi

Resim

Bir Nine

Resim

:

54

-

:

53

-

Yazar

Bir Genç

22 1


Resm : 55

222

-

1 984'de Yıkılan Eski Cami, Şumnu


Resim

:

56

-

Sofya Kadı Seyfullah Camii

(Banya başı)

Resim

:

57

-

Köstendll'de Fatih Camii

Resim

:

58

-

Şumnu'da

Şerif Paşa Camii

223



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.