Nevin Korucuoğlu - Veled Çelebi İzbudak

Page 1


VELED ÇELEBİ İZBUDAK



���l'?

T.C. KÜLTÜR BAKANLIGI YAYINLARI / 1 640 Yayımlar Dairesi Başkanlığı X> Türk Büyükleri Dizisi / 15 6

VELED ÇELEBİ İZBUDAK

Nevin KORUCUOGLU


©

T.C. KÜLTÜR BAKANLIGI 1 994 ANKARA ISBN 975- l 7 - 1 420-6 Kapak Düzeni /Sinan KARAERKEK -

Birinci Baskı, 5.000 adet.

Dizgi: SMK Veri Sistemleri, İletişim ve Donanımları Ltd.ŞLi Tel: (312) 418 99 57 60 Beykoz Sok: 22/12 ANKARA -

T.C. KÜLTÜR BAKANLIGI MİLLİ KÜTÜPHANE BASIMEVİ ANKARA

-

1994


Dünya çok yakın bir gelecekte yeni bir yüzyıla girme hazırlığı içindedir. Yeni yüzyılın insanı, daha gelişmiş, daha özgür ve daha demokrat olacaktır. Banşa ve insanlığa daha çok önem verecektir. Bilimsel ve teknolojik gelişmeleri des­ tekleyecek ancak, bunlann, insanlığın ve dünyanın genel dengesini bozmasına izin vermeyecektir. 2000'li yıllann in­ sanı bugünün gençleridir.

Onlar için,

hem

ulusal kül­

türümüzün birikimlerini ve tüm verilerini, hem de ulus­ lararası

kültür

eserlerinin

temel

yapıtlannı

hazırlayıp

sunmak zorundayız. Bugüne kadar yapılmış çalışmalann ışığı altında gençleri 2000'li yıllara hazırlamak bizlerin gö­ revidir. Demokratik ortamda insana saygılı, özgür düşünen, düşündüklerini

üretime

dönüştürebilen,

sesini

ve

et­

kinliğini sivil toplum örgütleriyle duyurabilen genç lcu­ şaklar yetiştirmek amacımızdır.

Tabulardan kurtulmuş,

öğrenmek, bilgisini artırarak daha olgun ve yararlı birey olmak amacıyla sürekli okuyan bir gençlik ülkemizin ge­ leceğidir, aydınlık günlerin güvencesidir. Etkinliklerimiz cuklanmıza,

tüm

gençlerimize,

insanlanmıza, okumalan

ve

özellikle

ço­

düşünmeleri;

yazar ve yayıncılanmıza da üretmeleri için her türlü des­ teği sağlamak amacıyla sürdürülmektedir. Demokratik bir yapı içinde, kişisel özgürlüklerin bi­ lincinde, birbirlerine saygı ve sevgi ile yaklaşan insanların "yurttaşlık bilinci ile" oluşturduğu "Türkiye"yi yaratmak, Bakanlığımızın ana hedefidir. Amaçlanan kültür düzeyine ulaşmış insanların Tür­ kiyesi için en önemli ögelerden birisi de "kitap"tır. Kültür çeşitliliğine ve zenginliğine sahip ülkemiz insanının is­ tekleri ve eğilimleri gözönüne alınarak yapılacak her türlü

v


yayın hizmeti, ülkemizi dünya üzerinde layık olduğu lco­ nwna kavuşturacaktır. Bakanlığımız,

ilke olarak

özel

yayınevlerinin

ticari

amaçla gerçekleştirilmesi olanaksız olan kültürel verilerini gelecek lcuşalclara aktarmak ve evrensel kültür verilerine ulaşmak için yayın yapar. Bu yayın hizmeti, Türkiye ge­ nelinde çok az bir yüzdeyi oluşturmaktadır. Asıl amaç, özel lcişi ve kuruluşları destekleyerelc Türkiye genelinde yayın sektörüne sahip çıkmalc ve bu sektörün hareketıiliğl sonucu lcültürlü, okuyan, yazan, düşünen ve üreten in­ sanlardan oluşan Türkiyeli'yi ortaya çıkarmaktır. Kitap ve okumak,

insanımızı

güzel

duygu ve

dü­

şüncelerle, gelenek ve göreneklerle, birlik içinde, yurttaşlık bilinci etrafında bütünleştiren, Atatürk ilkeleri ışığında, de­ mokratik bir ortamda, özgürce yaşamasının temel ve vaz­ geçilmez olgularıdır; yalnızca insana özgü güzelliklerdir. ve demokrat yaşama süreci için "KÜLTÜR, OKUMAK; OKUMAK. ÖZGÜRLÜKTÜR" diyoruz ve tüm in­ Özgür

sanlarımızı

o/cumaya,

kültür

dünyamıza

katkıda

bu­

lunmaya çağırıyoruz.

Timurçin SAVAŞ Kültür Bakanı

VI


İÇİNDEKİLER Bu Yapıt Üzerine Özgün Yazı/IX Sözbaşı/XI

1 . BÖLÜM

A) Veled Çelebi İzbudak'ın Hayatı/! (Ailesi, Çocukluğu, Öğrencilik Yılları, Evlilikleri ve M eslek Hayatı) B) Veled Çelebi İzbudak'ın Mevlevilik Hakkında Gö­ rüşleri/22 C) Mevlana Ailesinden Bazı Şahsiyetler/34

2. BÖLÜM

A) Veled Çelebi İzbudak'ın Şahsiyeti, Bazı Özellikleri ve Hatıralarımız/39 B) Veled Çelebi İzbudak Hakkında Yazılan ve Anla­ tılanlar/48

3. BÖLÜM

Veled Çelebi İzbudak'ın Eserlerinden Seçıneler/69 A) Kitaplarından Bazıları/70 B) Makalelerinden Örnekler/ 1 1 1 C) Şiirlerinden Seçilenler/ 1 40

4. BÖLÜM

A) Bibliyografya/ 1 57 B) Sözlük/ 1 63

VII



Cici Kızım Nevin'ciğime Amcasının Hatırası 28 Haziran 1937



Ö MER ASIM AKSOYUN SUNUŞ YAZISI Düşünce ve eylemleriyle toplumu yükselten,

mutlu

lcılan insanlann adı unutulmaz, yüzyıllar boyunca saygı ile anılır. Tarih, bu gerçeğin örnekleriyle doludur. Bu gibi insanlann yaşamını ve etlcinlilclerini saptayıp gelecek kuşaklara aktarmak da anlan yakından tanımış olan kimselere düşen ulusal bir borçtur. Veled Çelebi (İzbudak}, yalcın geçmişimizin adı unu­ tulmayacak büyük değerlerindendir. Yeğeni sayın Nevin Korucuoğlu, yorucu ve titiz bir çalışma ürünü olan bu ya­ pıtla onun kişiliği ve etkinlikleri üzerine özgün bilgiler ver­ mektedir. Türk dili üzerindeki uğraşılan dolayısıyla Türle Dil Ku­ rumu'nda kendisiyle birlikte çalışma ve tatlı anılanndan, söyleşilerinden yararlanma mutluluğuna erdiğim "Efendi Hazretıeri"ni her yönüyle tanıtan böyle güzel bir yapıt or­ taya koyduğu için Sayın Nevin Korucuoğlu'nu yürekten lcutlanm.

XI



SÖZ BAŞI Kültür Bakanlığı, Türk Büyükleri dizisi içinde ya­ yımlanmalc üzere Veled Çelebi (Izbudalc) halclcındalci eseri yazmamı istemişlerdi. Türle edebiyatına hizmet vermiş, fikir adamlarımızdan Veled Çelebi (İzbudalc) haklcındalci bilgileri yer yer İz­ budalc'ın ağzından duyduklarıma göre, yer yer de kay­ na/dara baş vurarak alctarmağa çalıştım. Türle Edebiyatı'nda yeri olan Veled Çelebi'nin hayatı Türk Tarihi'nin bazı bölümleri içinde 1870 lerden baş­ lıyarak önemli fikir ve edebiyat hare/cetlerinin gerçekleştiği dönemlerde geçmiş ve onu talcip eden yıııarda Veled Çe­ lebi, milliyetçilik, dilcilik çalışmalarına önayak olanlar ara­ sında çalışarak büyüle hizmetler vermiştir. Atatürk yeni hülcümeti kurarken değer verdiği kişileri, milletvekili ola­ rak Meclis'e getirmişti. Türle Tarih ve Türle Dil Ku­ rumları'nın kuruluşunda çalışmalar yapabilecek lcişiler arasında İzbudalc'ı da seçmiş, milletvekilliği vermiş, hatta Çanlcaya'da kendi lcöşlcüne yakın bir Anlcara evinde otur­ masını sağlamıştı. Gazetecilerimizden Hakkı Tank Us'un çıkartmış ol­ duğu 50 Yıl adlı eserin ünlü edebiyatçılarımıza ayırdığı kö­ şesinde, değerli dilcimiz Veled Çelebi İzbudak şöyle yaz­ mıştır: "Eserlerimi. çalışmalarımı araştıranlar bulabilirler, lcolleksiyonları, mecmuaları karıştırıp tercüme-i halimi bu­ labilirler, bu hizmeti gençler deruhte buyuracaklardır." Türle Edebiyaü'nda Mevla.na ve özellikle Türk Dili üze­ ıindelci çalışmalarıyla dilci, edebiyat tarihçisi ve Türle Dili

XIII


Kurumu'nun en vefalı üyelerinden biri olarak ömrünün so­ nuna kadar verimli olmuş Veled Çelebi İ zbudak'ı bu eserle tamtmağa çalıştım. Veled Çelebi İzbudak hakkında şimdiye kadar bir ça­ lışma yapılmamıştır. Bazı ansiklopedi ve edebiyat tarihi kitaplannda bilgiler bulabiliyoruz. Bu kaynaklarda bile doğum, ölüm tarihlerinin ve bazı bilgilerin tam olmadığım görmemiz nedeniyle biz Veled Çelebi İzbudak'ı kendi an­ lattılclan ile tanıtmaya çalıştık. Çalışmamızı titiz bilimsellik iddiası olmamak kaydıyla oluşturduk. Y azann mizacı ve özel hayatına ait bilgiler ve­ rirken bir Mevlana torunu olarak onun ağzından Mev­ levilik de anlatılmıştır. Yazanmızın eserleri bölümünde de önsöz olan ya­ zılanmn önemini düşünerek bu bölümleri ve eserlerinden parçalan vermeğe çalıştık. Genç kuşaklann eski edebiyatçılanmızı, Türk diline emek verenleri tanımak istiyeceklerini düşünerek genç­ liğimize hizmet etmek istedik. Kültür Bakanlığı'mn ya­ yınlan arasında Türk Büyükleri'ni tanıtma çalışmalamın gençlere ufuklar açacağına inamyonız. Yazı yazma. gayretimin kaynağım büyüklerime say­ gımdan, Atatürk'ün kadınlara sağladığı haklardan ve beni çok mutlu eden iki kızımdan almış bulunuyorum Bu eseri hazırlarken yardımlanm esirgemeyen yazar Cihan Yamalcoğlu'na, ünlü dilcimiz merhum Ömer Asım Aksoy'a, eski yazı metinlerinin çözümlerinde yardımcı olan Doğu Dilleri Bilimcisi Servet Bayoğlu'na, şiirlerin açık­ lamasında katkılan bulunan yazar Fethi Ülkü'ye te­ şekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim. Gayretlerimin boşa çıkmaması dileğiyle. .

NEVİN KORUCUOGLU

XIV


BİRİNCİ BÖLÜM A- Veled Çelebi İzbudak'ın Hayatı Veled Çelebi (İzbudak) (ll 1 8 69'da, Konya'nın Durak­ fakıh mahallesinde dünyaya gelmiştir. Babası Çelebi ai­ lesinden Necip Çelebi'dir. Annesi de Çelebi ailesi torunla­ rından çok değerli bir hanımefendidir. Veled Çelebi, dün­ yaya geldiği zaman babası, annesi ve iki erkek kardeşi ile Çelebi mahallesindeki dergaha yakın bir evde oturuyor­ lardı. Veled Çelebi çocukluğu yıllarındaki öğrenimine ait bilgileri şöyle anlatılır: "Pek küçük iken Elmas Hoca adında ihtiyar bir kadının açmış olduğu bir mektebe gi­ diyordum. Bu mektep kızlara mahsus gibi idi. Hatırlı ai­ lelerin küçük erkek çocukları da arasıra görülürdü. B u mektepte onbeş yaşını geçmiş, hatta kocaya varmış ka­ dınlar da bulunuyordu. Sonra bir aralık da Çarçar Hoca adında gayet dehşetli bir muallimin mektebine devam et­ tim. Bu mektepte de gelinlik kızlar, yinni yaşına gelmiş, bıyığını buran oğlanlar olduğu halde o mubassırsız, mu­ avinsiz mekteplerde kızlara bir laf atan talebe yoktu (2). (1) Veled Çelebi, İzbudak-Soyadı kanunundan evvel basın aleminde Ve­ led Çelebi olarak tanındığı için kitabımızın pek çok yerinde bu isimle anlatacağız. Değişik kaynaklardaVeled Çelebi'nin doğum tarihi olarak 1867, 1868 gibi birbirinden farklı yıllar gö sterilirse de, TBMM'nde yazarın kendi elyazısı ile bulunan kayıtları esas alınarak 1869 yılı kabul edilmiş­ tir.

(2) Veled Çelebi (İzbudak). Hatıralarım, istanbul, 1946, s. 3 (Canlı Ta­

rihler Serisi'nde çıkan bu kitap İzbudak'ın enver Behnan Şapolyo'ya anlattıklarıdır. ) .

1


Okumaya bütün çocuklardan çok daha hevesli olan Veled Çelebi, okul sıralannda öğretmeninin çok beğendiği, sık sık tahtaya kaldırdığı bir öğrencisi idi. İlkokuldan sonra kendinden büyük kardeşleri ile beraber Mekteb-i Rüştiye'ye devam ettiler. Ortanca kardeşi bir yıl sonra okulu bırakmış, Veled Çelebi ise rüştiyeyi bitirdikten sonra D ergah-ı M evlana'ya bitişik olan Sultan Veled M edresesi'ne gönderilmişti. Rüştiyede Veled Çelebi, Ab­ durra..lunan Sıdkı adındaki hocasmı çok sevmiş, hocası da öğrencisinin okumaya karşı tutkusunu sezerek ona sülüs yazısıyla bir dergi hazırlatmıştı. Bu dergide çıkan "Şimden gerü" adlı şiiri ilk denemelerindendi. Veled Çelebi'nin medrese tahsili sırasında Abdülgaffar Efendi' den de özel dersler aldığı, Farsça öğrendiği ve sonra Medine'ye gidip Şeyh Kettani' den Arapça tefsir ve hadis okuduğu kaynaklarda yazılır (1), fakat kendi ağzından anlatılan hayak hikayesi içinde şu bilgiler süregelir. Veled Çelebi altı yıl medresede okuduktan ve dört yı­ lını da hocasının yanında çömezlikle geçirdikten sonra Buharalı Hoca Kasım Efendi'den Farisi dersleri almıştır. Bu sayede " Gülistan (Şem'i) isimli eseri okuyup b eyitleri ve ibareleri, şerhsiz anlamağa başlamıştır. Farsçasını ilerletirken bir yandan da H acı Hüseyin Efendi'den Arapça öğrenmeğe başlamıştır. Beş yıl süreyle medresede eğitim görenlerden çok daha önce derslerini kavramış Şerh-i Şirayi (Seyyid Alizade) Hadis-i Erbain Şerhi (Şeyh Sadi) Sebiyyat, (Sadi) Yasin Hammamiyesi isimli eserleri oku­ yup anlayabilecek duruma gelmişti. D erslerden kalan boş zamanlarını Dergah-ı Şerift e cemaate, İsm-i Celale , mu­ kabele'ye, Mesnevi-Şerife ayıran Veled Çelebi, bu toplan­ tılara gelen alim ve şeyhlerin sohbetlerini dikkatle dinler­ di. Huzur-u Pir' de icra olunan ayinlerde de bulunurdu. ( 1) Meydan Larousse,

2

c.

6, s. 623 ve Hayat Ansiklopedisi,

c.

4, s. 1 782.


Dergfilı-ı Şerifte bulunan kitapları okumuş Mesnevihan tarikatçı Hacı Eyüp Çelebi'nin Mesnevi-i Şerif derslerinde bulunmuştu. Veled Çelebi'yi yeteri derecede okuttuklarını düşünen ailesi onu, bir işe koymak istemişti. Böylece mümeyyiz Nuri Efendi'nin yanına vermişlerdi. Veled Çelebi hem Mektubi Kalemi'nde çalışmış, hem de Medrese ve Dergfilı'daki derslerine devam etmişti. Bütün Konya halkı o dönemlerde yaz aylarını Meram denilen sayfiye bölgesinde geçirirdi. Veled Çelebi'nin ailesi de yazlık evlerine giderlerdi. Veled Çelebi'nin hayatında Meram'da geçen yaz günlerinin çok etkisi olmuştur (lJ. Veled Çelebi'nin hayatını, kendi ağzı ile anlattıklarını, yer yer aynen alarak onun ifadesinin önem taşıdığını dü­ şündüğümüzden aktarmaya çalışacağız. Veled Çelebi yaz aylarında neler yaptığını şöyle anla­ tıyor: "Konya'ya bir saat mesafede Meram tabir olunan bir kasaba vardır ki yazın Çelebiyan ve eşraf-ı mahalliye ve bazı ahali, oradaki sayfiyelerine çıkıp kışın şehre nakla­ derlerdi. Çünkü yazın Konya'nın içi çok sıcak olduğun­ dan, bağa göçmek mecburiyeti hasıl olurdu. Bu adet pek eski olmalıdır ki Menakıb-ı Hazreti Mevlana da Meraın'a çok kere teşrif buyunduklan ve dostları ile Ayin-i Cem'ler icra ettikleri kayıtlıdır. Hatta Hüsameddin Çelebi Hazret­ lerinin de bir sayfiyesi vardı. Bunu anlatmaktan maksa­ dım şudur ki bizim de Meram'da büyük bir sayfiyemiz vardır. Evimiz mahallenin üstbaşında bulunduğundan mahalle halkına ait ırmak bizim köşkün içinden geçerdi. Irmak dahil olduğu yer ağaçlarla dolu olup kendi tarla­ mıza ayrılacak ırmaklar dahil oradan ayrıldığı cihetle orası bir su taksimi olup bir küçük çağlıyan teşkil etmişti. İşte oracıkta duvar dibine, yüksecik sekmen yapıp kendi( 1) Veled Çelebi (izbudak), Hatıralarım, s.4.

3


me ikametgah yapmıştım. Bu mahal bana on seneden fazla dersanelik etti. Herkes sıcağa dayanamadığı bir sı­ rada, hem suyun serinliği ile koyu gölgede derse bakar, yazı yazar, daha sonralan edebiyat kitaplarını okur, şiir yazardım. Misafirlerimi de orada kabul ederdim. Hatta bir aralık bazı talebelere orada ders okuturdum. Bütün yaz kah çiçekler, kah çeşitli yemişler nazarı tenezzühümü tenvir ederdi." nı. Veled Çelebi sayfiyedeki evlerinde geçirdiği vakitlı>ri böyle naklettikten sonra 1 885 yılında Konya Vilayeti'ndeki çalışmalarını şöyle anlatıyordu: "Onaltı yaşımda Konya Vilayeti Mektubi Kalemi'ne devama başladım. Bu zaman­ da Konya Valisi Sait Paşa azlonularak yerine Şurayı Devlet azasından Mazlum Paşazade Memduh Bey tayin olun­ muştu. mektupçu da Nazım Bey idi"l2l. Veled Çelebi Mek­ tupçu Bey'in Arapça ve Farsça dillerini iyi bildiğini, Mev­ levi Hanedanı'na karşı derin bir saygı duyduğunu, üstelik şiirden de anladığını söylüyordu. Mektupçu Bey Veled Çelebi'nin evraklardaki ifadesini, yazısını çok beğeniyor ve bu alanda iyi yetişmesi için gayret gösteriyordu. Veled Çelebi şöyle der: "Cenabı Erenler böyle bir merd-i kamili bize has ve mürebbi kıldı. Ben ona üstad muamelesi ederdim o da barıa bir talebe nazariyle bakıp o yolda terbiyeme itina eylerdi. 1302 Hicri (1886) senesi­ nin Rebiülahirinde beni 250 kuruşla vilayet gazetesi baş­ muharrirliğine aldı. O vakit matbuat serbestisi olduğun­ dan, gazeteye istediğim sözü yazardım. Mülhakat-ı Vilayet muhbirlerinin mahalli havadisleri üzerine fikrimi yürü­ türdüm. Gazetenin bir kısmını edebi bahislere hasreyle­ miştim. O esnada elime Bahaeddin Amili'nin Keşkül adlı edebi eseri geçmiş olduğundan, anlayabildiğim ilmi ve hi­ kemi fıkraları seçerek tercüme edip derç eylerdim. Bu ça­ lışmalar Arapç amm ilerlemesine yardım ediyordu. Arap-

(1)

a.g.e. s. 9

(2) a.g.e. s. 1 0

4


ça'yı öğrenmiş oldum. Medresedeki okuduğum bunca kavaid kitaplanndan şu az müddette ettiğim istifade ka­ dar faide görmemiştim. Bu tecrübem bana anlattı ki bir dili öğrenmek için muhakkak o dil üzerine yazılmış edebi kitaplar ile fazla meşgul olmakla elde edilebiliyor. Yoksa İmam Sibeveyhi kadar kavaid bilmekle dil öğrenilmiyor. Yine bu tecrübem bana anlattı ki medrese hocalarının Arapça öğrenemedikleri sarf ve nahiv, fıkıh ve feraizden edebi kitapların okumağa vakitleri kalmadığı için imiş.

Artık bundan sonra bulabildiğim edebi kitaplarla meşgul olmağa başladım" (ll. Veled Çelebi, mektupçu Nazım Bey'in yanında çalış­ tığı yıllarda Arapça ve Farsçasını çok ilerletmişti. Bu alanda okuma isteği artmış, bulabildiği edebi kitapları incelemeğe başlamıştı. Konya civarında bulamadığı bazı eserleri de İstanbul'a gidenleri ısmarlamıştı. Elde ettiği Lamii'nin Kitab-1 Letaifi'nden seçilmiş fıkraları ve kendi yazdığı şiirlerden bazılannı bu yıllarda Konya gazetele­ rinde neşretmişti. Veled Çelebi o günlerde Vilayet Mektebi Rüştiyesi'nde Rık'a muallimliğine tayin olunmuştu. Valih Memduh Bey, şiire meraklı, ehlidil biri olduğu için Veled Çelebi, Mektupçu Nazım Beyin arzusu ile yeni Valiye iki mısra yazmıştı. Şiir şu idi:

Lebin oldukça suhanbahş-i zeban-ı şuera Çok mu Lebriz-f hayal olsa dihan-ı şuera (Dudağın şairlerin güzel sözlerini sundukça, şairler hayal ile dolu olsa çok mu?) Vali Memduh Bey de bu beyti çok beğenmiş, Veled Çelebi'yi takdir ve teşvik etmiş ve ona aşağıdaki iki mısra ile karşılık vemıişti:

(1) Veled Çelebi (İzbudak) Hatıra larım,

s. 11

5


Veled-i kaıb ise Memduh ricalüUahın Olur asar-ı Veled zib-i Zeban-ı şuera (Veled'in övdüğü Rical Memduh ise, şairlerin dilinin süsü bu varlığın eseri olur). (lJ Konya Valiliğinden sonra Dahiliye Nazın olan Mem­ duh Paşa'nın, Konya çevresinde yaptığı incelemelere be­ raber götürdüğü Veled Çelebi, bu seyahatlara ait intiba­ larını anlatır: "Her nereye gitsem kitaphanesini ziyaret etmeyi düşünürdüm. Beyşehir'e yaptığımız seyahatte orada kütüphane bulunmadığını, yalnız devlet memuri­ yeti hevesinde bir zatın şehir müftüsü olan babadan kal­ ma bir kütüphanesi olduğunu haber verdiler. Vali ile da­ vet edildiğimiz bu haneye gittim. Bir karış toz içinde, bir dolaba doldurulmuş kitapları gözden geçirmeğe başladım. Elime eski bir hatla Hazreti Sultan Veled'in İbtidfuıame ve İntihfuıemeleri bir ciltle mücellet olarak geçti. Derhal, ki­ tabın tozlarını temizleyerek yüzüme gözüme sürdüm. Ev sahibinden kitabı bana satmasını rica ettim. "Bir şey değil, sizin olsun!" dedi. Oradaki bütün kitapların eski hatlarla yazılmış nadir bulunan eserler olduğu anlaşılıyordu. Konya'ya avdetimde eski hat ile bir de Rebabname ele ge­ çirip bir takım Mesneviyat Hazreti Sultan Veled'e sahip oldum.'' (2J. Veled Çelebi o günlerde Konya Valisi'nden Mektup­ çu'dan, Meclis-i İdare Katibi'nden, Mustantık ve Jandarma mülazımından çok yararlanmıştı. Fakat artık Konya'nın dışına çıkmak, İstanbul'a gitınek ve başka yerleri görüp tanımak istemişti. Böylece Konya'dan ayrılarak Ilgın, Ak­ şehir, Karahisar, Kütahya yoluyla Bursa'ya gitmişti. Yol­ larda pekçok Mevlevi ricalini, Hazreti Sultan Divani'yi, Hazreti Sultan Ergun Çelebi'yi, Hazreti Sultan Cununi'yi ziyaret etınişti. Bu yolculuğunu Veled Çelebi şöyle anlatır:

(1) a.g.e. s. 1 3 (2) a.g.e. s. 16 6


"Dokuz günde Bursa'ya vasıl olmuştum. D erhal Bur­ sa Mevlevihanesi'ne gittim. Haremde bana yer hazırladı­ lar. Burada onsekiz günkald1m. Sonra Mudanya'dan va­ pura bindim, yanıma da bir derviş vermişlerdi. Mudan­ ya'da Marmara denizini gördüğüm dakikayı hiç u nuta­ mam. Denizin enginliği, vapurun hali, hele vapurun ha­ reket edişi beni bir müddet meşgı11 etti. Vapurumuz denizi yararak bizi dünyanın büyük şehrine, İstanbul'a doğru götürüyordu. Vapurdan İstanbul'u temaşa edişim haya­ tımın en tatlı dikakalarını teşkil etmekte idi" ( 1 ) . 1889 yılında Veled Çelebi İstanbul'a gelince , Bahariye Mevlevihanesi'nin misafirhanesine yerleşir. Bahariye Mevlevihanesi'nin Şeyhi hakkında şunları söyler: "Mev­ levihane'de Türbe-i Şerif, Semahane ve Mescid. Üst katta da mutrib ve Kadınlar Kafesi ve Hünkar kafesi var. Mev­ levihane'nin şeyhi Hüseyin Fahri Efendi, Arabi ve Farisi Lisanlarına aşina, ney çalmakta devrinin en büyük isti­ datları ndan biri idi. Gayet zarif ve arifane sohbetleri vardı. Kadirşinas, ehil-perver, cömert, kerim velhasıl halkın arif bir mevlevide görmek istedikleri bütün güzel vasıflar kendisinde toplanmıştı. Şeyh Efendi yüksek zeka ve malumata sahip olduklarından kendileriyle hemayar de­ ğildim, fakat bir muhatab-i neşecan olduğumu anlayarak daima benimle sohbet ederdi. " ( 2). Veled Çelebi, Bahariye Dergah-ı Şerifte kaldığı iki sene içinde İstanbul'u tanır. İstanbul halkının ahlak ve tavırlarına vakıf olur. Vaktinin çoğunu çeşitli .kitapları okuyarak geçirir, bilgisini arttınr. Bu konuda da şunları anlatır: "Okuduğum eserler arasında Fariside Lügat, İlm­ i edeb, Tasavvuf vesairedir. Bu zamanlar Türk Lügatı ile de uğraşrnağa başladım . Vefik Paşa' nın Lehçe-i Os­ rnani'sini gözden geçirip bir hayli lügat ilave eyledim. (1) a.g.e. s. 23

(2) a.g.e.

s.

24

7


Lehçeyi tevsi edebilmek iktidarını kendimde hissettim. Bu işle uğraşanları Türk muharrirlerin arasında az gördüm. Hepsi Türk diline karşı lakayd ve ehemmiyet vermiyorlar­ dı." (lJ. Veled Çelebi Dergah'ta kaldığı bu sıralarda, Türk Lügatının yazılış şeklini göstermek arzusuyla Fuzüli'nin Su kasidesini şerh eyleyip Aynü'ülhayat adını vermiş, Mekteb ve Hazine-i Fünun mecmualarında makaleler neşretmişti. Arapçadan ufak aşk hikayelerini şairane tas­ vir ederek Levhilgeram-fi Mesaıih-i Erbabülhüyam ismini vermişti. Mevlana'nın meşhur vasiyetnamesini şerh edip içine üç dil üzerine yazılmış edebi ve alı.lakı bir çok par­ çalar ilave ederek Haber'ülkelam ünvanını vemişti. Veled Çelebi, Mevlevilik hakkında yazılar yazarak Os­ manlı devletinin değer verdiği bu alemi, topluma tanıtmayı bir vazife biliyordu. Onun için bu tarihlerde üç kere Mes­ nevi Şerifi ve Şerh-i Ankaravi'yi ve Divan-ı Kebir'i ve Maanf-i Sultan Veled vesair Mevlevi ricalinin eserlerini inceliyordu. İstanbul'a gittiğinden beri vapurda, şimendi­ ferde, tranvayda, arabada ve kayıkta daima okuyordu. Hiç vaktini boş geçirmeyen Veled Çelebi: "Şayan-ı istifade ol­ mayan adamlardan kaçardım. Bununlar beraber kimse­ nin gönlünü kırmamağa çalışırdım"(2J diyor ve bu dö­ nemde İstanbul hayatı içinde tanışıp sohbetler ettiği Mevlevi mensuplarının isimlerini sayıyordu: "Meşayih-i Mevleviye'den Şeyh Hüseyin ve Celal ve Ata Ef e ndiler, Üsküdarlı şeyh vekili Halid Dede, Karahisarlı Baki Çelebi, Hülefa-yı Şeyh Nazifden Hacı Ratib Bey, Aşçıbaşı Hacı Kemal Efendi ve Şekerci Mehmed Dede Efendiler, Mısır Şeyhzadesi Ahmed Ef endi, Galata Mevlevihanesi şeyhli­ ğinden münzevi büyük Şeyh Ahmet Efendi,

( 1 ) Aksoy, Ömer Asım, Türk Yurdu Dergisi, 7. cild, s. 24 75. (2) a.g . e . , s. 25

8


Kudümzenbaşı Ahmet Efendi ve Neyzenbaşı Cemal Efen­ di, muhibbandan Said Bey, Mafuif M eclis Reisi Haydar Bey, Mehmet Ali Bey, Divan-ı Muhasebat Reisi Zühdü Bey, Sicil-i ahval Komisyonu Umumisi Reisi Rıza Bey ve Talat ve Reşad Beyler, Halid, Mehmed, Baki Beyler gibi Meşayih-i Kadiriye'den Şeyh Osman Şemsi Efendi ve Meşayih-i Sadiyeden Şeyh Ali Efendi ve Meşayih-i Halvetiye'den Muharrir-i M eşhur Şeyh Vasfi Efendi, mu­ harrirlerden Manastırlı İsmail Hakkı Bey, muharrirlerden Ahmed Midhat Efendi ve damadı Muallim Naci Efendi, Necip Asım, Şeyh Vasfi Efendiler ve birçok ülema ve ediplerle görüşüp tanıştım. " (ll İstanbul'da geçen bu yıllardan sonra Veled Çelebi, Gelibolu, Çanakkale taraflarını da dolaşmıştı. "Meşahir-i İslam'dan olmak istiyordum. " (2) diyen Veled Çelebi'yi İs­ tanbul'daki Bahanye Mevlevi dergahının Şeyhi Hüseyin Efendi, Maarif Nazırı Münif Paşa ile görüştürür (3l . Bunun üzerine kendisine 400 kuruş maaşla Kaptan Paşa Mek­ tebi Rüştiyesi'nde Farisi dersleri hocalığı verilir. Sonradan da Farisi ve Arabi Muharrerat memuru olur. "Bu vazifem başlıca, İstanbul'da neşir olunan Ahter gazetesini teftiş etmek ve Arabi, Farisi evrak ve gazeteleri teftiş ve tercüme ile merciine bildirmek idi" (4) diyen Veled Çelebi bir yan­ dan da Tercüman-ı Hakikat, İkdam gibi gazeteler ile M ekteb, Hazine'i Fünün, Resimli Gazete mecmualarında çeşitli yazılar yazıyor ve Bahai takma adıyla şiirler neşre­ diyordu. il. Meşrutiyet'ten sonra da Galatasaray Sultanisi ile Darülfünun'da, Farsça dersleri veriyordu. M emuriye­ tinde de Mümeyyiz-i Evveliye'ye yükselerek Üla sınıfı rüt­ besini almıştı (5).

(1) a.g. e . , . 26 (2) a.g. e . , s. 27 (3) Türk Ansiklopedisi, (4) a.g.e . , s. 2 8 [5) Türk Ansiklopedisi,

c.

25, s. 32, Maarif Nazırı olmuş ( 1 8 8 5- 1 89 1 )

c.

2 0 , s. 463

9


Veled Çelebi 1908 yıllarında Yusuf Akçura ve Necip Asım ile Türk Dili üzerinde yoğun çalışmalar yapmaya başlamıştır. Türk Derneği adlı bir ilmi cemiyet kurulur. Türk Derneği İstanbul'da Yusuf Akçura, Necip Asım ve Veled Çelebi'nin işbirliği ile kurulmuştur. Bu derneğe ku­ rucu olarak katılanlar Ahmet Midhat Efendi, Emrullah Efendi, Bursalı Tahir Bey, Korkmazoğlu Celal Bey, Boya­ cıyan Agop Efendi, Arif Bey, Akyiğitoğlu Musa Bey. Fuat Raif Bey, Rıza Tevfik Bey ve Ferit Bey' dir. Bu heyet toplam ondört kişiden oluşmaktadır. Derneğe yabancı Türkologların da üye olabilme imkanlan vardı. Bu gruba sonradan Mehmet Emin, Ağa­ oğlu Ahmet, Hüseyinzade Ali Bey, İsmail Gaspıralı, Hüse­ yin Cahit, Fuat Köprülü, Fuat Sabit ve Ispartalı Hakkı Bey de katılmışlardır. Türk Dili Dergisi'nin verdiği bilgiye göre derneğin yönetim kurulunda şu kişiler vardı: Veliaht Yusuf İzzettin

: Derneğin fahri reisi ve hamisi

Fuat Raif

: Birinci Reis

Necip Asım

: İkinci Reis

Yusuf Akçura

: Birinci Katip

Mustafa Zühtü

: İkinci Katip

Veled Çelebi

: Derneğin imtiyaz sahibi

Mahmut Nedim

: Veznedar

Bu derneğin amacı, Türk adıyla anılan bütün Türk Kavimleri'nin geçmişini ve o günkü durumunu öğrenmeyi, öğretmeyi, Türk tarihiyle birlikte dillerini ve edebiyatını, etnografyasım, Türk ülkelerini, eski ve yeni coğrafyasını araştırıp ortaya çı karmayı, bunları bütün dünyaya tanıt­ mayı ve özellikle dilimizin açık, sade ve güzel bir bilim dili olduğunu kanıtlamayı ve dilimizin imlasına göre incele­ mesini sağlamaktı. Türk Derneği Dergisi 1 91 1 yılında altı sayı, 1 912'de de bir sayı çıktıktan sonra kapanmıştır. Derneğin dağıl10


masına üyelerin İstanbul'dan ayrılmaları neden olmuştur (1 ).

Galata Mevlevihanesi Şeyhi Ataullah Efendi'nin has­ talığı sebebiyle Veled Çelebi bir ara dergaha vekaleten şeyh olur ve Bahariye Dergahı'ndaki şeyhlerin hanımları­ nın aracılığı ile Yahya Beyzade ailesinin büyük kızı Mak­ bule Hanrm'la evlenir ve eşinin Eyüp civarındaki onbeş odalı konağında yaşamaya başlarlar. O kış İstanbul'da soğuklar olur. Veled Çelebi kışı şöyle anlatır: "O kış o ka­ dar dehşetli oldu ki soğuğa dayanmak imkansızdı. Kar bir metreyi geçmişti. Haliç ve İstanbul ile Boğaziçi denizinin bazı yerleri dondu. Hatta Eyüp'ten buz üzerinde yürüye­ rek Sütlüce'ye geçiliyordu. Bahariye Mevlevihanesi Mey­ dancısı buz üzerinde sema eyledi." (2). Veled Çelebi'nin bir oğlu dünyaya gelir. 1 894 yılının Hazir an'ında İstanbul'da şiddetli bir deprem olduğunu birçok kargir binaların ve Kapalı Çarşısı'nın mühim bir kısmının yıkıldığım, birkaç bin ölü ve yaralı olduğunu Veled Çelebi anlatır ve şöyle açıklar, "Hareketi arz esna­ sında yatak odamda Bedayü'ül efkar-ı tercüme ve tavzih ile meşgul idim. Fakat o kadar şiddetli bir zelzele başladı ki onbeş odaya sığmayan ev halkımız bahçedeki kameri­ yeye yerleşti. Yirmi gün kadar bahçede kameriyede yaşa­ dık" (3) Bu sıkıntılı kış günlerinden sonra Veled Çelebi eşini kaybeder. Büyük üzüntüsüne rağmen Veled Çele­ bi'nin çalışma hayatı, yazı alemi devam eder. O sıralarda Mekteb mecmuasındaki bir şiir dikkatleri çeker. Şiir şudur: "Arif-i allame-i kudret nisab Vakıf-ı fehhame-i hikmet meab Perde-endazı hafaya-yı butün

(1) Türk Kültürü Dergisi, Y. 25, 1 968, s. 22. (2) Veled Çelebi (İzbudak). Hatıralarım, s. 30 (3) a.g.e. s . 3 1

11


Rüş-ı nasazı hafaya-yı funüfi Müfteda-yi hutbe-i fadlı reşad Münteha-yi rütbe-i aklu sedad Meşhed-i hikmet lisan-ı sohbeti Ahd-i nimettir zaman-ı devleti Bargahmdan melekler pay-bend Hak-i rahmdan melekler vaye-mend Savn-i kudrettir muin-i hemdemi Avn-i hazrettir karin-i merhemi" (lJ Yukardaki şiirin açıklaması şöyledir :

(Bilgilerin kudreti sahibi, Gizli şeyleri bilen hikmet sahibi Her şeyin iç yüzünü ortaya çıkaran Fennin gizliliklerini aydınlatan Hakka gidenfazileti başlatan Aklı durduran son dereceye sahip Sohbet dilimin hikmetli kaynağı (barındığı yer) Yaşadığı devletli zaman, nimet vadeden dönem­ dir Sarayında melekler kurulmuştur Yolundaki toprakta melekler yerlerini almıştır Yakın dostum koruyan ve içten yakınım olan büyük yardımcım olandır (Allah'tır) Bu şiirdeki Hutbe ve Reşad sözleri o dönemdeki bü­ yükleri tedirgin etmişti. Veled Çelebi'ye sorarlar : "Şiirdeki Hutbe, Reşad sözleri ne olacak?" Veled Çelebi şöyle cevap verir. "Efendim, Mekteb'in ilk neşrinde müdür olan zat bu gazeteye baş muharrir olmakhğımı bendenizden rica ey­ ledi. Ben de Mekteb'e yazı yazacağımı söyledim. Ve andan ( 1) a.g.e

12

s.

32


i tibaren üç kitap yazdım ki biri Muvazene ikinci A trabülasar, üçüncüsü Bedayi'ül-efkar, elan devam e t­ mektedir. Bendeniz şiirde muzır olacak bir şey göremiyo­ rum. Sultan Osman'a gelinceye kadar cümlesi Çelebilere hürme t ve riaye t e1mişlerdir. Elhasıl bu devletin muhibbi ve en eski minne t tanyız. İhtilal ve ittifak gibi şeylere kat'iyen aklım ermez. Ki tabm mevzuu, fenn-i edebe mü­ tealliktir "Ol. Veled Çelebi'nin izahma göre bu olayda ceza almamıştır. Faka t Bedayı'ül Efkar'm neşri de yarım kal­ mıştır. 1895 yılının baharında, Hazine-i Fünün gaze tesinde Veled Çelebi'nin birçok şiiri neşredilmişti. Bu şiirleri din­ leyen ve okuyanların takdirini kaz anan Veled Çelebi, o sıralarda Ahme t Midha t Efendi ile dostluklarını anlatır. "Beykoz'da en büyük is tifadem Ahmed Midhat Efendi hazretleridir. Gece gündüz birleşip onun enva-i ulum ve fenlerinden hisseyab oldum. Kendileri de fakirden Mes­ nevi-i Şerif söyleşmek ve İbtidaname-i Hazret-i Sultan Veled okumak arzu eylediler" ( 2) Veled Çelebi Ahmed Midhat'ın "Çelebi oku, oku da yazıların satır aralarını da unutma" dediğini şöyle ifade eder : "Ahmet Midhat'm bu sözü Mevlanacasına ince bir hikmettir. Fakir, bu ince ir­ şadlarla kesb-i irfan eylemeğe çalıştım." "Bu devirde bir yandan Türk dili ile meşgul olurken bir yandan da şiir yazıyor ve Edebiyat-ı Mevleviye ile meşgul oluyordum. Yine bu zamanda Veled Bahai veya sadece Bahfü imzasıyla manzumeler, mersiyeler tanzim ediyor, mecmualara gönderiyordum. Bir taraftan da Türkçülük a teşiyle Türk Dili ünvanlı büyük Lügat kitabım hazırlamaya başladım. Bu eser bugün 1 2 cilt olarak ha­ zırlanmış tır. Dil Kurumu'nda bulunmak tadır. Bu eser için o tuz yıl çalıştım. Türk diline ai t birçok mecmua ve gaze-

(1) a.g.e (2) a.g.e.

s. s.

35 38

13


telere de makaleler yazdım. Ahmed Midhat Efendi ile Ne­ cip Asım Bey, benim Türk Dili Lügatım yazmaklığım için, çok gayret gösterdiler. İlk defa Türk lafzını vav ile yazdım. Bab ıali caddesinde adım "Vavlı Türk" oldu . Türkçülük davasını ilk kuranlar­ dan biri oldum, bunu nla iftihar ederim." (1) 1896 yılının Ağustos ayında Veled Çelebi Konya'ya

gider. O nsekiz gün kald1ğı Konya' da akrabalarım ziyaret

eder. Bu seyahati hakkında şöyle anlatır (2) : "Bu seyaha­ tim Konya'ya şimendifer resm-i küşadının üçüncü günü­ ne tesadüf etmektedir. Trene binip hareket ettiğim zaman uzaktan Mevlana'nın türbesini görünce şu mısraları söy­ ledim: Göründü çeşmime kü-yi niganmın eseri Tekerleğin öpeyim durdurun şimendiferi (3) (Göründü gözüme sevgilimin bulunduğu yer Tekerleği öpeyim, treni durdurun) 1896 tarihinde İstanbul' da Ermeni İsyanı başgösterir. Ermeni patırtısının iki gün iki gece sürdüğünü, bin kadar Türk'ün şehit olduğunu Veled Çelebi anlatır. 1897 yılının kışında, Veled Çelebi yazdığı makaleleri hakkında şöyle der: "Bu kış yazdığım makalelerimin için­ de en mühimlerinden biri Türk lafzı, Türkçe ' de türemek kelimesinden zuhura gelmiş, toplanmış, halk ve icat olunmuş manasına Türk'ten me'hüz olduğunu delilleri ve şahitlerile isbatım idi . " "Girit muhtaçlarına iane maksadıyla Tercüman-ı Ha­ kikat ve Resimli Gazete birer mecmua çıkardılar. Ü deba-ı (1) a.g.e. s. 38

(2) a.g.e. s. 39 (3) a.g.e. s. 39

14


hazıranın resimleıiyle birer makaleleıini havi idi. İkisi de makale istediler. Tercüman-ı Hakikat'a sikkeli resim ile edvar-ı edebiyyeye dair bir makalemi derç ettiler. Resimli Gazete'ye "Türk Sayısı' ünvanlı bir makalemle fesli bir resmimi koydular. Şubat başında, risale-i mevkute san­ sür memurluğunu uhdeme verdiler. Edebi eserler, mu­ harrirler de sansüre kurban olmaktan kurtuldu" (l) Veled Çelebi, 11 Mayıs 1316'da (1901 yılı) ikinci izdi­ vacını yapar ve Zehra Hanım ile evlenir. İkinci eşinin ölü­ münden sonra üçüncü izdivacını yapacak ve ölümüne kadar Enise isimli eşi ile yaşayacak ve son evliliğinden bir kız çocuğu daha olacaktır. Veled Çelebi 190l'de, rütbe-i Ula sınıfına yükseltile­ rek ona matbuat müfettişliği ünvanı ile altıyüz kuruş yevmiye veıilir. O kış önemli vak'alardan biri de Servet-i Fünün Gazetesi'ndeki bir makalesinin jurnal edilmesi ol­ du. Bu makale Sultan I I . Abdülhamit'i kızdırmıştı. Veled Çelebi'yi, gazete sahibi İhsan Bey'i ve Hüseyin Cahid Bey'i adliyeye göndermişler, istintaktan sonra beraatlerine ka­ rar veıilmişti. O yaz ikinci izdivacı olan Zehra Hanım' dan Nevber isimli kızı dünyaya gelmişti. Bu yıllarda Paıis'te İttihad, Selanik'te de Terakki Ce­ miyetleri kurulmaya başlamıştı. Bu iki cemiyet birleşerek İttihat ve Terakki Cemiyeti ismini almıştı. İttihat Cemiye­ ti'nin İstanbul'da birkaç şubesi vardı. Biıi de Mevlevi Ali Paşazade Derviş Kemaleddin Bey'in evindeki şube idi. Veled Çelebi bu konuda şu bilgiyi verir: "Derviş Kemaleddin Bey'in evine hafiyeler giremezdi. Müvezzimiz Bedevi Şeyhi Naili Efendi fevkalade cesur ol­ duğundan Paıis'ten gelen Meşveret gazeteleıini, sair tevzi olunacak yazıları, dergahta bulundurmak ihtiyazsızlığım yapmış, Avrupa'dan gelen bir mektuptan şüphelenerek

(1) a.g.e

s.

41 15


dergah taharıi edilmişti. Şeyhi ve biraderini envai işken-­ ceye duçar ettikleri halde hiçbirimizi ele vermedi?" l ll O tarihlerde İ stanbul'da asayiş bozulmuş, katiller, soygunlar çoğalmış, Sadrazam'ın oğlunun sorumsuzluk­ ları İstanbul'daki düzeni değiştirmişti. Bunun üzerine halk arasında huzursuzluk başlamıştı. Selamk'te Şemsi Paşa'nın öldürüldüğü, bu olayların başındaki kişilerden Niyazi ile Enver'in dağa kaçtıklan havadisleri söyleniyor­ du. Veled Çelebi bu sırada Maliye Nazın Ziya Pw;;a'ya gi­ derek Paşa'dan Arnavutluk'ta ve Selanik'te hürriyet ilan edildiğini öğrenir. Bunun üzerine Veled Çelebi sivil elbi­ selerini çıkarıp, Mevlevi elbisesini giyer ve eşine "Artık memleketime istediğim gazetede çalışarak hizmet edece­ ğim." der (2) . Bu aylardan sonra, Sultan II. Abdülhamid 31 Mart Vak'ası'nın sebebi olarak tahttan indirilir, yerine Sultan Mehmed Reşad getirilir. Suldan Reşad Mevlana'ya, Mevlana aiesine çok saygı duyardı. Bu nedenle Çelebi'ye çok yakınlık gösteriyordu. Post-nişin Hüsameddin Çele­ bi'nin sorumsuz davranışlarını beğenmemeğe başlayan Sultan Reşad, Hüsemaddin Çelebi'yi makamından ayırıp, yerine Veled Çelebi'yi tayin etti (19 10). Veled Çelebi bu tayini hakkında şöyle der: "Ben irade-i seniye ile makam­ ı Mevlana hizmetine tayin olundum, dokuz sene Mevlana postuna oturup hizmet ettim. Meşrutiyet Devri Çelebi'si olarak İ ttihat ve Terakki erkanı bana aynca fevkalade hürmet ederdi." (3) Veled Çelebi, görevi başında bulunduğu dokuz yıl içinde dergahda durmadan okumuş, kitabe ve eserleri in­ celemiş, eserlerini yazmış, aynca mesnevihanlık ve mü­ derrislik yapmış, Mesnevi-i Şerif ve Minhac-ı Şerif okut-

(1) Veled Çelebi (İzbudak), Hatıralarım,

(2) a.g.e. (3) a.g.e.

16

s.

49

s.

53

s.

48


muştur. Karatay Medresesi'nde de öğrencilere Farisi dersleri vermiştir. Dergahdaki Çelebilere de yararlı olma­ ya çalışmıştır. Veled Çelebi Dergah'ta Post-nişin olarak görevini yaptığı sıralarda Birinci Dünya Savaşı çıkmıştı. Sultan Reşad, Mevlevi olduğundan bir Mücahidin-i Mevleviyye Alayı teşkilini arzu etmiş, böylece Mevlevi'lerden oluşan bir alay, 19 14'de Cemal Paşa komutasındaki IV. Orduya katılmış, üç yıl Şam'da kalmıştı. Veled Çelebi bu birliğin başına getirilmişti. Mücahidin-i Mevleviyye alayının göre­ vi, Şam'daki Türk Ordusu'na moral vermek, savaş sıra­ sında psikolojik yardımlarla ordunun maneviyatını yük­ seltmekti. Suriye bozgunundan sonra oralarda görev yapmış bu Mevlevi Alayı, Konya'ya dönmüştü. Veled Çelebi'nin Konya'dan sonra İstanbul'a gittiği ve bazı kaynaklarda Çelebi'nin 19 19'da Maarif Nezareti'nce Türkçenin islahı ve tesbiti gayesiyle teşkil olunan Tedki­ kat-ı Lisaniyye Encümeni'nde Ali Ekrem, Halid Ziya, Ce­ nap Şehabettin ve Ahmet Hikmet ile birlikte çalıştığı ya­ zılır (1) . 1. Dünya Harbi'nden sonra Veled Çelebi hayatını şöyle anlatıyor. "Umumi Harb sona erdi. Bu zaman İttihat ve Terakki: Partisi dağıtılmış bir vaziyette olup Hürriyet ve İtilaf Fırkası hakim bulunuyordu. Beni de 19 19 senesinde Çelebilik'ten ayırdılar. Konya'dan İstanbul'a geldim. Vah­ deddin beni Şura-yı Devlet'e aza yaptı. Fakat bu vazifeyi kabul etmek istemiyordum. O devrin birçok siyaset ve fi­ kir adamları tevkif ediliyorlardı. Beni de bir korku aldı. Erenköy'deki evime çekildim. Birgün bize Samih Rifat Bey uğrayarak Anadolu'ya kaçacağını söyledi ve nihayet gitti. Anadolu'da Milli Mücadele başlamış, Mustafa Kemal Paşa Ankara'da milli bir hükümet kurmuştu. Bu sırada, İs­ tanbul'dan Antalya yoluyla Anadolu'ya kaçmaya karar (1) Türk D ili ve Edebiyatı Ansiklopedisi,

c.

5, s. 4 1

17


verdim. 1921 senesinde bir İtalyan vapuruna binerek An­ talya'ya geldim. Buradan Ankara'daki dostum Hamdullah Suphi Bey'e telgraf çektim. Samih Rifat Bey, şu dörtlüğü o sırada yazmıştı: "Duydum Antalya'ya gelmiş Çelebi, Onu gurbette süründürmeyiniz, Ana yurdundan edip avare Mevlevidir diye döndürmeyiniz...

"

Ankara'da..rı müsaade geldi. Doğrur.;:ı kara yoluyla Ankara'ya gelerek Ankara Mevlevihanesi'ne misafir ol­ dum." (ll. Mustafa Kemal, o günlerde bütün bilim adamlarına yardım etmiş, onların rahatlarını sağlamıştı. Veled Çelebi Izbudak'a da Ankara Lisesi'nde Farisi öğretmenliği veril­ miş, daha sonra da Telif ve Tercüme Encümeni'nde Ziya Gökalp ile birlikte Çelebi, çalışmaya başlamıştı. Dil inkılabı çalışmaları sırasında hizmetleri görülen Veled Çelebi İzbudak'ın Samih Rifat bey ile birlikte daha verimli çalışmalannı sağlamak için Atatürk, ilgili makama şu tezkereyi yazdırmıştı: Ankara, 26. 2. 1922 "Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Alisine Samih Rifat Bey ile Çelebi'nin milletin ilim ve irfanı nokta-i nazarından pek kıymetli mesaide bulundukları maıum-ı alileridir. Bilhassa milletin ve bütün Türklüğün muhtaç olduğu esaslı bir Türkçe lügat vücude getirmekle mükelleftirler. Bu hususta lüzumlu gördükleri bazı ki­ tapların Avrupa'dan celbi icap ettiği anlaşılmıştır. Kendi­ lerinden mezkur kitapların hemen listesini talep ve sipariş buyurmanızı rica ederim. Bu husus için sarf olunacak meblag tarafımdan temin edilecektir efendim. ( 2) Millet Meclisi Reisi Başkumandan Mustafa Kemal" ( 1 ) Veled Çelebi (İzbudak) , Hatıralarım, s. 7 1 (2) Türk Ansiklopedisi, C. XX, MEB y. Ankara, 1 9 7 2 , s . 463

18


Veled İzbudak Ankara'ya yerleştikten sonra ailesini getiıimiş ve Atatürk'ün isteği ile Çankaya'daki bağ evle­ rinde uzun zaman oturmuşlar, sonra Mithatpaşa Cadde­ si'nde satın aldığı tek katlı bir eve taşınmışlardı. Bu yıl­ larda 2. Dönem 1923- 1939 Kastamonu Milletvekili, 1939-1943 yılları arasında da Yozgat Milletvekili olarak çalışmıştı. Yirmi yıl TBMM'de görev yapmış ve yaşamının sonuna kadar da Türk Dil Kurumu'nda çalışmıştır. Mithatpaşa caddesindeki evden sonra eşi Enise İzbu­ dak ve kızı Devlet İzbudak ile Olgunlar Sokağı'ndaki bir küçük apartman dairesine taşınmışlar ve burada 4 Mayıs 1953 tarihinde vefat etmiştir. Cenazesinde CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek ve merhumun yakın dostları bulunmuştu.

Veled Çelebi İzbudak'ın TBMM Azası Tercümeihal Kağıdı Örneği Sicil No.

: 557

Adı

: Veled Ç. İzbudak

Doğum tarihi

: 1 869

Doğum Yeri

: Konya

Medeni Hali

: Evli, bir oğul. iki kız babası

Tahsili

: Medrese, hususi

Bildi ği Diller

: Azerice, Uygurca, Kıpçakça, Türkmence, Tatarca, Arapça, Farsça.

Meslek

: Türkçülük, Maarif-İlim Beş dö nem milletvekilliği, Telif Tercüme Azası

Mill etvekili

: Kastamo nu 1. 2. 3, 4. dönemler

Ö lümü

: 4.5.1953

Yozgat 6. dönem. Kendi ifadesiyle kayıtlar:

19


Evladı Mevlana' dan ve Çelebiyan'dan. Baba adı: Necip Çelebi, ana adı: Rabia. Mehmed Çelebi Bahai, Necip Çelebi oğlu. 1285 Konya doğumlu. Tahsil: Medrese, Arapça, Farsça. İhtisas: Ebediyat, lisan. Meslek: İlim. Konya'da evlad-ı Hazreti Mevlana'dan Mecit Çelebi Bin Abdurrahman Çelebi sulbünden 1285 senesi rebiü­ levvelinde doğmuşum, dergahı Hz. Mevlana'ya mülasık Sultan Veled Medresesi'nde ve hariçte bazı ulemadan Arapça ve Acemceyi tahsil ettim. İstanbul'da tahsilimi ilerlettim. Şam'da ve Medine'de tahsilime devam eyledim. üç lisana ve tarih edebiyatlarına kesbi ihata eyledim. İlmi hadisle ve tasavvufla meşgul oldum. İcazetler aldım. İs­ tanbul'da bir müddet rüştiyelerde, Mektebi Sultaniye'de, Darülfünun'da muallimlik, müderrislik ettim. Matbuatı Dahiliye'de ilanından

bir iki

müddet sene

memur

sonra

oldum.

Konya'da

Meşrutiyetin

Asıtaneyi

Hz.

Mevlana'da Post-nişin oldum. Mütareke esnasında Vah­ dettin beni azletti. Badehu Şurayı Devlet azalığına tayin eylemişse de hoşuma gitmiyerek Antalya tarikiyle Anka­ ra'ya iltihak ettim. Zaten bundan 30 sene akdem, İstan­ bul'da Necip Asım Bey'in teşvikiyle Türkçülüğe intisab etmiştim. Senelerce muttasıl çalıştım. Meşrutiyetin aka­ binde ikimiz Türk Derneği esasını hazırlayıp arkadaşlarla küşad ettik. Elyevm Türkçü ve Türkçe mütehassısı bulu­ nuyorum. Biraz şiirlerim vardır. Matbu ve gayri matbu

eserlerim şunlardır: 1. Muvazene (Arap tarihi edebiyatına dair) matbu 2. Hayr'ül Kelam (Vasiyatname-i Mevlana şerhi) matbu

3. Farisi Lisanı (Mufassal kavaid kitabıdır) matbu 4. Ferhengname-i Sadi (Bostan tercümesi tahşiyesi) matbu

20


5. Türkçe Sultan Veled Divanı -matbu

Matbu olmayanlar: 1. Ayn-ül Hayat

2 . Fuzuli'nin Su Kasidesi'nin mufassal şerhi 3. Tarih-i Edebiyat Hulasası 4. Liva-ül Vifak (Musiki ve Sema'mn ahkam'ı şeriyesi)

5. Cild-i Sabi Reddiyesi

6. Türk Dili (Mufassal Türk Dili Lügatı)

21


B- Veled Çelebi'nin Mevlevilik Hakkında Görüşleri Veled Çelebi İzbudak hatıralannda Mevlevilik hak­ kında bilgiler vermiştir. Bu bölümün sonuna kadar, Mev­ levilik hakkındaki Veled Çelebi'nin açıklamalarına aldık: (1) "Dergah-ı Hazreti MevIB.na'nın Konya'da bulunduğu herkesin malümudur. Ben de Çelebiler'clenim. Mevlevilik tarihi hakkında büyük bir eser de hazırladım. Atalarım Horasan ellerinden Konya'ya gelmiş, Müslüman Oğuzla­ nndandır. Mevlevilik tarikatını kuran, şarkın en büyük şairlerinden (Mevlana Celaleddin-i Rümi)dir. Hazreti Mevlana'nın babası (Mevlana Bahaeddin Ve­ led)dir. Hatip oğullan diye anılırlardı. Mevlana Bahaeddin Veled, asil bir aileye mensuptu. Anası, Harzem Prenses­ lerinden Alaeddin

Hürrem Şah'ın kızı Emetullah Sul­

tan'dı. Bahaeddin Veled'in şöhreti, hanedana mensubiyetin­ den ziyade ilim ve irfanından ileri geliyordu. Kendisine Sultanül'ulema ünvanı verilmişti. Bahaeddin Veled'i, halk çok seviyordu, yaz günlerinde namazgahta vaazederdi. Binlerce

halk

namazgahta

dolar,

Sultanül-Ulema'nın

yüksek sözlerini dinlerdi. Fakat bu nüfuz Harzem Hü­ kümdarı Sultan Kutbüddin Mehmed'i korkuttu. Günün birinde Bahaeddin Veled'e memleketin anahtarlarını gön­ dererek şu sözleri de ilave etti: - Bir ülkede iki hakan olmaz; halk sizin etrafınızda toplanıyor, buyurunuz saltanat ediniz! Dedi, bu hükümdara karşı Bahaeddin Veled: - Biz bu davada değiliz! diyerek, Horasan ellerinden göç etmeğe karar verdi. Fakat kendisiyle beraber beş yüz kadar kimse gelmeğe

(1) Veled Çelebi İzbudak, Hatıralaıım,

22

s.

55


kalkıştı. Bunun üzerine Namazgaha giderek, kendisiyle gelmek arzu edenlere: - Ben yalnız ailem ve adamlarımla terk-i diyar ede­ ceğim. Siz kalınız. dedi. Halkın bir kısm1 bu sözlerine rağmen kendisiyle yola düzüldü. Bahaeddin Veled'in eşi Belh Emiri Sultan Rükneddin k1Zl Münine Hatundu. Bahaeddin Veled yola ç1ktığı zaman oğlu (Celaleddin) henüz beş yaşında bulunmakta idi, Celaleddin-i Rumi (H 604-1207 M.) yılmda Belh şehrinde doğmuştu. Bahaeddin Veled, ailesi ve oğlu ile, İran yo­ luyla hareket ederek, Nişabur'a geldiği zaman Feriddüd­ din Attar ile görüştüğü sıralarda, Celfileddin'in zekasına hayranlık

gösterip

kendi

eserlerinden

biri

olan

Es­

rarnameyi armağan etti. Bir müddet Bağdat'ta kaldılar.

Sonra da Hicaz'a gittiler. Oradan Şam yoluyla Azerbay­ can'a vardılar. Bu uzun seyahat, Mevlana'nm fikri inki­ şafına yardım etmişti. Mul!.iddin-i Arabi, Şam'da iken Mevlana'nın zekasını görerek "Fesubhanallah, koca bir derya, küçük bir gölün arkasından gidiyor!" demişti. Bahaeddin Veled, Azerbaycan'da bir müddet kaldık­ tan sonra Karaman'a geldi. Yedi sene orada kalarak, oğ­ lunun tahsil ve terbiyesiyle meşgül oldu. O zamanlar Konya'da Selçuk hükümdarı (Alaeddin Keykubat I) bulunmakta idi. Bahaeddin Veled'in şöhretini duyup onu Konya'ya davet ederek istirahatini temin etti. Bahaeddin Veled, Alaeddin Camii civarında bir medrese­ nin yanındaki bir evde oturmakta idi. Medresede dersle­ rine

başladJ. Dergah-ı Mevlana'nm bulunduğu

Alaeddin

zamanında

Sultan

Bahçesi

imiş.

arazi, Birgün

Mevlana bu bahçenin önünden geçerken: - Şimdiye kadar Sultan Bahçesi idi. Bundan sonra insan bahçesi olacak! demiş. Bu sözü de hükümdara söylemişler. O da bu arsayı hediye etmişti.

23


Bahaeddin Veled ölünce , Sultan Bahçesi'ne gömül­ müştür. İşte şimdi burası Mevlana D ergahı'nm bulundu­ ğu mahaldir. Mevlana babasının ölümü üzerine (628 H 1 2 3 1 M . ) yılında müderrisliğe başlamıştı. M evlana çok kere bu medrese civarındaki bir hendek kenarında kitap okurmuş. Müderrisliğe başladığı zaman yirmidört yaşla­ rında bulunuyordu . Medrese' de fıkıh dersleri vermekte idi. Devrinin bu zeki genci herkesi hayrette bırakıyordu. Az zamanda o kadar büyük bir şöhrete sahip oldu ki, etra­ fında daima dört b eş yüz talebe ve dinleyici bulunuyordu. Evine giderken ve gelirken dahi etrafında toplanarak mu­ sahebelerde bulunuyorlardı. Sokaktan geçerken çocuklar gelip elini öperdi. -

Mevlana'nın hayatı üzerinde en müessir şahsiyet (Şemseddin Tebrizi) dir. Ş emseddin, Tebriz'den kalkarak Mevlana ile tanışmak üzere Konya'ya gelmişti. Tebrizli Şemseddin mutasavvıf bir şahsiyetti. Yüksek fikirlere ve kuvvetli bir telkine sahipti. Mevlana Celaleddin' i teshir etti. Birbirlerine çılgınca b ağlanıp başbaşa ve gönül gö­ nüle ve bir vecd alemi içinde yaşadılar. İplikçi ve Karatay medreselerinde halka ve esnafa ders veren Mevlana, şimdi tasavvufun batmi alemine dalmış, gözleri etrafını görmez olmuştu. Tebrizli Şemseddin ile sahralarda gezip tasav­ vuftan görüşürlerdi. Bunun üzerine halk Şemseddin'in aleyhinde bulunmaya başladı. Bu dedikoduların çoğal­ ması üzerine Şems, iki defa Konya'dan kaçmış, bunun üzerine Mevlana Şemseddin'i aratmıştır. Artık Mevlana bir vecd hayatı yaşıyor, bir taraftan da alem-i şümıll olan yüksek eserlerini hazırlıyordu. Eserleri: Fihi-mafib , Mecalis-i Seb'a, Mektubat ve D ivan-ı Kebir'dir. Bundan sonra da en büyük eseri Mesnevi, altı ciltte dört bin küsur beyti ihtiva eden Farisi dille yazılmış manzum bir eserdir. Mesnevi, edeb iyat tarihinin ölmez bir şahese­ ridir. Mevlana kırk gün kadar hasta yattıktan sonra 672 H.

24


( 1 7 Kanunevvel 1 273) taı-ihinde Konya'da bu fani aleme gözlerini yummuştur. Türbesi Konya' daki M evlana D ergahı içindedir. Oğlu Sultan Veled, hal tercümesini yazmıştır. Mevlana türbesinin kubbesi oniki terekli yeşil çinkolarla süslüdür. Üzerinde Ayetülkürsi yazılıdır. Mevlana'yı sevenler, Mevlevi namıyla anılmaktadır. Za­ manla Mevlevilik bir tarikat haline gelmiştir. Selçukiler ve Osmanlılar devrinde Mevlevilik tarikatı devam etmiş ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin bütün zaviye ve tek­ keleri kapattığı 1 2 Eylül 1 92 5 tarihinden sonra da Mev­ levilik tarihe karışmıştır. Hazreti Mevlana zamanında Semahane yoktu. Tür­ benin yanına Semahaneyi yaptıran oğlu Sultan Veled'dir. Anadolu' daki Mevlevi dergahlarını da Sultan Veled açtır­ mıştır. Sultan Veled'den sonra da oğlu Arif Çelebi, Ma­ kam-ı Mevlana'ya geçerek Çelebi olmuştur. Bu surette Çelebilik babadan oğula geçmiştir. M evlevi'lik tarikatının adap ve merasimini kuran Sultan Veled ile oğlu Ulu Arif Çelebi olmuştur. Sultan Veled, Karaman'da 623 hicri senesinde doğ­ muştur. Makam-ı Mevlana'da Post-nişin olan Hüsamed­ din Ç elebi'nin vefatın dan sonra yerine Sultan Veled geç­ miş, 7 1 2 Recebinin onuncu Cumartesi gecesi vefat edip , babasının türbesindeki Lahid içine defnolunmuştur. Ba­ ba ile oğlunun birbirine bitişik sandukaları, ziya­ retgahtır. Mevlevilik tarikatını kuran, mutbak ve binbir gün çile ve sonra hücrenişin olarak Mevlevi dedesi olmak usul1 e­ rini vesair bütün tarikat usullerini, hep Sultan Veled meydana getirmiştir. Zamanında birçok vilayetlerde Mev­ levihaneler açmıştır. Uzun seneler Mesnevi okutup , Mev­ levi tarikini saliklere anlatmıştır. Kezalik Hazreti Mevlana'nın altı cilt Mesnevi'sine bedel kendisi de üç cilt Mesnevi yazmıştır ki bunlar İbtida'name, İntiha-name Rebab-nfune'den ibarettir. Yin e Hazret-i Pir'in o cesim

25


Divan-ı Kebir'ine karşılık kendileri de büyük bir divan vücuda getirmişlerdir. Tarikat-i Mevleviye'yi kuran zatın ünvarn , Mevlana olduğu için bu tarikata Mevlevilik adı verilmiştir. Selçuki Türkleri zamanında Konya'da kurulmuştur.

Mevlevilik

tarikatı (Mevlana'nın yolu) demektir. Hazret-i Mevlana'yı pederleri Bahaeddin Veled, Med­

rese-i S;:ı;:ırl �t'de yetiştirmişlerdir. Bundan sonra makam­ ı Mevlana Post-nişin'leri , mevlevi dedelerini hep ilim ve irfanla yetiştirip terbiye etmişlerdir. Sultan'ül Ulema Ba­ haeddin Veled'in medresesinin o zaman adı Medrese-i Saadet idi. Şimdi Dergah-ı Şeriftir. Bahaeddin Veled, ai­ lesini ecdadından kalma gaza malıyla geçindirmiş, oğlu Celaleddin-i Rumi ve evlatlan, evkafından müstefit ol­ muşlardır. Mevlevilik yolunu bilmek isteyenler MesnevH Şerif okumaları lazımdır. Bununla beraber bu tarikin mezhep ve meşreplerini anlamak isteyenler de Maarif-i Sultan-ül Ulema ve Makaalat-ı Seyyid Burhaneddin ve Mesnevi-i Şerif, Divan-ı Kebir, Makalat-ı Şemsi Tebrizi, Sultan Veled'in eserlerini ve Divan-ı Arif Çelebi ve Mena­ kıb-ı Sipehsalar ve Eflaki ve M ünhac-ı Şerif gibi Mevlevi eserlerini okumalıdır. Bu eserin mütalaa ve tedkiki, mev­ levilik tarikini öğrenmeğe kafidir.

Mevleviliğe Nasıl Girilir? Adet ve Merasimleri Nelerdir? Veled Çelebi (İzbudak) Mevlana Tekkesini'nde derviş, dede olmanın özelliklerini şöyle anlatır: Tekke' ·ye derviş olmaya gelen, ikrar vermek yani çile çıkarm aya ve kendi­

sini tamamıyla tarikata vermeye razı olduğunu bildiren kişiye bu yolun güçlüğü anlatılır. Gelen genç , ailesinin de rızasıyla dede olmakta ısrar ederse matbalıta, kapıdan girihnce sol tarafta kapı dibinde bulunan Saka Postunda üç gün oturtulurdu. Bu üç gün içinde, iki diz üstünde ve murakaba vaziyetinde, yani başı biraz eğik olarak oturan

26


salik, Canların hizmetlerini seyreder, mecburiyet olma­ dıkça konuşmaz.posttan kalkıp bir yere gitmez, bir şey okumaz, "su dökmeye" giderken de canlardan birinin hırkasını omuzlarına alırdı. Üç gün sonra Kazancı Dede'nin huzuruna götürülür, kararında durduğunu söylerse geldiği elbiseyle onkesiz gün ayakçılık hizmetini yapar, yani Canlara lazım olan şeyleri getirir, götürürdü . Bu müddetten sonra, Aşçı De­ de'ye söyler, Aşçı Dede'nin emriyle bir arakiyye, sema tennuresine nispetle dar ve biraz kısa olan matbah ten­ nuresi verilir, bu suretle geldiği elbiseyi çıkarıp derviş el­ bisesini giyinmiş olurdu ki, buna "soyunmak" denirdi. Matbah Canı denen derviş namzedi , önce ayakçılık hizmetini görür, ortalığı silip süpürür, odun getirir, bu çeşitli hizmetlerde bulunurdu. Bu ayakçı, sema çıkarma­ dıkça sikke giyemezdi. Yeni bir Can gelince ayak.çının hizmeti değiştirilir ve ekseriyette pazarcı olurdu . Pazarcı­ nın vazifesi, hergün, yahut lüzum olunca et, sebze vesai­ reyi, gösterilen dükkanlardan alıp tekkeye götürmekti. Pazarcının sırtında havlu, belinde de bir zincirle maşa bulunur; bunlar hizmetinin alameti sayılırdı. Pazarcı git­ tiği yerde oturmaz, kahveye filan gidemez, rastladığı mu­ hiblerle uzun boylu konuşamaz, alacağını alıp doğruca tekkeye gelirdi . Pazarcı bu hizmetten sonra bulaşıkçı, sofrayı kurup kaldırmak hizmetine b akan somatçı, içeri meydancısı ve­ saire gibi hizmetlerde bulunur, binbir gün süren çilesini bu hizmetlerle geçirirdi. Bu hizmetler şunlardı: Çamaşırcı (Dedelerin ve canların çamaşırlarım yıkar) Ab-rizci (Apte­ saneleri, şadırvanın ve muslukların temizliğine nezaret edendir. ) Şerbetçi (Hücreye çıkacak Can'ın şerbetini ya­ par.) Bulaşıkçı (Bulaşıkları yıkar ve yıkaür.) Dolapçı (Kaplara bakar, kalaylanmalarına ve temiz tutulmalarına nezaret eder.) Pazarcı (Sabahları pazara gider, alınacak şeyleri alır gelir.) Somatçı (Sofrayı kurar kaldırır. ) İçeri 27


Kandilcisi (Matbahın kandilini temizler ve yakar.) Tah­ misci (Dedelerin ve matbahın kahvesini döver) Yatakçı (Canların yataklarını yapar kaldınr.) Dışarı Kandilcisi (Dışardaki kandilleri yakar.) Süpürgeci (Bahçeyi ve etrafı süpürür.) Çerağcı ( Matbahın şamdanlarını yakar. ) Ayakçı (Ayak hizmetlerinde bulunur. ) Dışarı M eydancı (Tekkenin meydanıında hizmet eder.) İçeri Meydancı (Tekkenin iç avlulannda hizmet eder.) Derviş olmak isteyen kişi yukarda saydığımız çile hizmetlerinden geçtikten sonra Mevlevilik Semaını yani dönmesini talim eder. Yere çakılı bir demire sol ayağının baş p armağı çivi denilen o yere sıkıştırılır. Sol ayağa direk . sağ ayağa ise çark denir. Sol ayağının baş parmağı çivide çark yaparak dönme talimlerine başlar. Böylece sema, yani tarikata uygun devran, öğrenilmiş olur. Hazreti Mevlana "Sema aşıklar canın istirahatidir. Canın canı olan yani hayat-ı maneviyeyi kazanan bunun sırrına eri­ şebilir. " diye buyurmuşlardır. Sema edilen daire , tıpkı Kabenin etrafında tavaf et­ mek gibidir. Müdevver semahaneye (şekl-i kavsi) derler. Kur'anı Kerim'de (Ka'be kavseyn evedna) buyuruldu . Bu Ayet-i Kerime Makam-ı Muhammediye'nin ind-i İlahide ne mertebed oldğunu b eyan buyurur. (Kab) miktar (Kavseyn) iki yay (evedna ziyade yakın demektir. Çünkü bir daireyi ortasından bir çizik ile çizersek, iki taraf yay gibi olur. Bir tarafına ( Kavs-i imkan) derler ki ayinde (Taraf-ı Muham­ medi) olur, diğer tarafına (Kavs-i vücılb) derler ki, Ayinde (Taraf-i İlahi) olur. (Evedna) buyruğu, yani sofiyece bütün bütün Hak kesildi, (Allah) oldu demek olur.

Mukabele Nasıl Olur? Eyyam-ı mahsusada yapılan ayine Mukabele-i Şerif deriz. Cuma günü öğle namazı kılınır, camiden çıkıldıktan sonra semahaneye gelinir. D edelerin başlarında deve tüyü renginde külahları

28


olurdu ki, buna Sikke denirdi. Tennure denilen beyaz el­ biseler, bellerindeki kuşak üzrine Deste Gül denilen kollu yelekler, üstünde de Dede Hırkas1 denilen Cübbe, ayak­ larmda Paşmak giyerlerdi . Semaheneye gelen dedeler paşmak ve cübbelerini çıkarırlar, yalın ayak içeri girer­ lerdi. Semahanenin etrafı kenarı parmaklı yerlerle ayrll­ mışü, Buraya ziyaretçiler gelirdi, ayrıca kadınlar için bir bölüm vardı. Semahanede en önde Tarikatçı D ede durur, arkasındaki Aşçı Dede bulunurdu. Onları diğer dedeler takip ederdi. Daha sonra Çelebi Efendi semahaneye gelir, başındaki sikkesi kenarında yeşil bir sarık sarılı olup üzerinde cübbesi ile ağır ağır yürürken, bütün dedeler ayağa kalkardı. Çelebi, postuna oturunca, dedeler diz çö­ ker. semahanenin yukarı katında mıtrıblar (Musiki Heye­ ti) mahallinden, güzel seli bir Dede, Aşr-ı Şerif okurdu . Arkasından ney taksimi başlar, daha sonra bir dede Nat­ i Şerif okurdu. Bundan sonra bütün dedeler yeri öperler, ayağa kalkarlar, sıra ile Çelebi Efendi'nin elini ö perler, el öpenler çapraz vari bağlı kollarını açarak Sema'ya baş­ larlar. Buna Başkesme denir. Sema esnasında, sağ elin avucu göğe kalkar, sol elin ayası yere tutulurdu. Bunun anlamı, gökten alıp aşağıya, b eşeriyete vermek. yani feyzi Allah'tan alıp , insanlığa vermekti. Dedelerin , gözleri ka­ palı döndükçe tennureleri bir şemsiye gibi açılırdı. Tari­ katçı D ede, Aşç1 Dede, diz çözmüş olarak, mutripleri din­ lerler, vecde gelmiş dedeleri gözlerlerdi. D ervişler, güneşin etrafında dönen seyyareler gibi dönerler. Mutribler segah, dügah , yegah makamlannda çalarlar. Sema dönmesi, Ayin-i Şerif dört bölüm olduğundan, her bölümde, mut­ riblerden biri "Sultan meni ! . . . " der. b öylece sema durur, bir Aşr-ı Şerif okunurdu. En sonunda Mukabele-i Şerif okunur ve herkes sırayla dağılırdı. Mevlana dergahının iki zabiti vardır. Birinci si, Tari­ katçı D ede, ikincisi de Aşçı D ede'dir. Bunlann fevkinde Mevlana dergahının Çelebisi vardır. Dergahın en büyüğü

29


Çelebi, ikincisi Tarikatçı Dede , üçüncüsü de Aşçı Dede'dir. Çelebiler Mevlana sülalesidir. Mevleviliği , Konya' da Çelebi, başka tekkelerde Şeyh temsil ederdi. D enrişleıi yetiştiren, manevi riyaseti temsil eden Konya'da Ser-tarik, yahut Tarikatçı Dede denilirdi. Diğer tekkelerde Ser-tartk'm yerini Sertabbah (Aşçı Dede) tutardı. Tarikatçı D ede evveke Çelebi tarafından tayin 1".rlilirkf'.n son zamanlarda yine çelebilerden bir ail eye in­ hisar etmiş ve bu makamda da evladiyet usulü cari ol­ muştur. Aşçı Dede'nin hizmeti çilekeşlere nezarettir. Matbaha gelen Can, Aşçı Dede'ye teslim edilirdi. Mevlevi tekkelerinin ruhu matbahtı. Matbahta, başta Aşçı Dede olmak üzere Kazancı dede , İçeri Meydancısı ve Bulaşıkçı dedeler tekkenin mürebbileri idi. Konya'da bunlardan başka bir de Şems D e de'si ve Ateş-baz Zaviyesi Şeyhi vardı. Şems ve Ateş-baz zaviyele­ rinde şeyh olanlar mukabele günleri M evlana dergahına gelirler, kendilerine ait yerleri işgal ederler ve mukabelede bulunurlardı. Hizmetlerini ve adlanm saydığımız bu de­ delere , Dergah Zabitanı denirdi. Mevlevi tekkeleri aynı zamanda birer müzik yurdu olduğundan bu saydığımız hizmetleri gören mürebbilerden başka, tekkelerde neyzen ve kudümzenbaşılar da tekke erkanın dan sayılırlardı. Kudümzenbaşı, muayyen gün ve gecelerde mukabelede kudümlu usul tutarak mıtnblan, yani icra heyetini idare eder, neyzenbaşı D evr-i Veledi'den önceki ve son selamdaki ney taksimini yapar, ayinlerde de diğer ney­ , zenlerle beraber ney üflerdi. Bu iki zat, Ayin-hanlar ve Neyzenler yetiştirmekle de vazifeliydiler. Mevlana ailesinden gelen Çelebi'lerin geçimini, Ev­ kaf-ı Celaliye temin ederdi. Matbah-1 Şerifteki yemek ve ocak mukaddesti. Burada pişen yemekleri, bilhassa per­ şembe geceleri pişen pilavdan yemek sevaptı . Bu yemek, Mevlana ailesinden gelen Çelebi'lerin evlerine dağıtılırdı. Bu pilavın içinde kuş üzümü ve fıstık bulunurdu. Bir de 30


nişastadan yapıları Paluze tatlısı pişirilirdi . Mevlevi dede­ leri, pazar ve cuma geceleri binbirli , büyük tesbihi "Allah Allah" diye çekerlerdi. Buna İsm-i Celal denirdi. Bu me­ rasimde büyüklere dualar okunurdu . Mevleviliğin · esasları şunlardır: 1 . İnsanlığa hizmet etmek. 2. Başkalarına hüsn-i misal o lmak. 3 . Mesnevi okuyarak mutasavvıf olmak. 4. Akl-ı hikmet eshabından olmak. 5 . Kalbini daima temiz tutmak. 6. Hazret-i Mevlana'yı tanımak. 7. Mesnevi okumak ve Mevlana'nm ilim yolundan gitmek. 8 . Tanrı, Muhammed ve Mevlana'yı tanımak. Mevlevi dedesi olan kişi, yukarda saydığımız vasıflara sahip olduğu gibi, güzel sanatlardan birini elde ederek, sanat sahibi de olurdu. Mevleviler içerisinde hattatlar, saatçiler, hakkaklar, şiire meraklı olanlar yani şairler, musiki öğrenenler, ney, kudüm, kanun gibi aletleri ça­ lanlar pek çoktu. Güzel sesli olanlar da, Ayin-i Şerif okurlardı. D edeler, dergahta, muhakkak güzel sanatlar­ dan bir kolda başarılı olurdu. Mevlevi dedelerinin terbi­ yeleri, halk üzerinde çok iyi tesirler bırakmıştır. . Konya'daki Mevlana Dergahı'ndan sonra, Osmanlı lmparatorluğu'nun bir çok yerlerinde Mevlevihaneler açılmıştır. İstanbul şehrinde Galata, Yüksek Kaldınm, Bahariye, Eyüp , Üsküdar gibi Mevlevihaneler vardı. Ka­ sımpaşa Mevlevihanesi en büyüğü idi. İstanbul'da başka Afyon, Bursa, Eskişehir, İzmir, Gelibolu , Manisa, Sivas, Kayseri, Kastamonu, Halep , Şam, Mısır, S elanik, Manas­ tır Mevlevihaneleri de vardı. Bunların hepsinin evkaf-ı vakfiyesi olduğundan , kendi varidatlan ile geçinirlerdi. Selcukiler zamanında Osmanlı İmparatorluğu'nun inhitatına kadar Mevlevilik tarikatı mevcuttu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Ankara'da kurulduktan sonra, Vekiller Heyeti 2 Eylül 1 92 5 taıihinde tekkelerin . zaviyelerin kapatılmasına kadar verince bütün tarikatlar 31


gibi Mevlevilik de taıihe kanştı. Hükumetin b u kararını duyduğum zaman şu şiiri yazmıştım: Hak ehli olunca içimizden mefkud Cahiller edince arşı irşad-ı suud Beyhude figan etmiyelim layıktır Dergahlanmız b oş idi, oldu mesdüd. ( ll Konya' daki Mevlana Dergahı lağvedilip , şarkın en büyük alim ve şairi olan Mevlana Celfileddin-i Rumi tür­ besi kapatılmayarak, D ergah, Konya Müzesi halinP ko­ nuldu. Bu sırada dergahta 35 dede vardı. Sertaıikatçı Adil Çelebi, Aşçı Dede, Sertabbah Nizameddin Çelebi olup son Çelebi Abdülhalim Çelebi idi. Dedelerin bir kısmı köyleri­ ne, bir kısmı da Haleb' e gittiler. Yalnız Ankara'lı Mehmet D ede müzede memur kaldı. Bundan böyle M evlevilik tari­ hin malı olmuştur. " Mevlanada Sonra Çelebilik Makamındaki Çelebiler Mevlev'lliğin maddeten merkezfüğini temin eden ma­ kam, Çelebilik makamı idi. Bu makama geçenler babadan oğula intikal yoluyla gelirlerdi. Mevlana' dan itibaren ruhani saltanat makamına geçenler şunlardır: 1) Mevlana Celaleddin

(ölm. 1273)

2) Çelebi Hüsameddin

(ölm. 1283)

3) Sultan Veled

(ölm. 13 1 2)

4) Sultan Veled oğlu Ulu Arif Çelebi

(ölm. 1320)

5) Sultan Veled oğlu Şemseddin Abid Çelebi

(ölm. 1338)

6) Sultan Veled oğlu Vacid Çelebi

(ölm. 1342)

Arif Çelebi oğlu Emir Alim Çelebi (ölm. 1350) Bu zat. fü'len çelebilik makamında bulunamamıştır.

7) Ulu

Arif Çelebi oğlu Emir Adil Çelebi

(ölm. 1368)

9) Abid Çelebi oğlu II. Emir Alim Çelebi

(ölm. 1395)

8) Ulu

(1) Eserleri bölümünde bu şiir, "Hatıralarım" , s . 67'den naklen, orij inali ve açıklamasıyla birlikte tekrar şiirler bölümünde ele alınmıştır.

32


1 O) Emir Adil Çelebi oğlu II. Arif Çelebi

(ölm. 1 42 1)

1 1 ) Emir Alim Çelebi oğlu II. Pir Adil Çelebi

(ölm. 1 460)

1 2) Pir Adil Çelebi oğlu Cemfileddin Çelebi

(ölm. 1 509)

1 3) Cemaleddin Ç. oğl.Kadı Mehmed Paşa oğl.

Husrev

(ölm. 1 56 1 )

1 4) Husrev Ç. oğ. Ferruh Çelebi

(ölm. 1 59 1 )

1 5) Ferruh Ç. oğ. Bostan Çelebi

(ölm. 1 63 0)

1 6) Ferruh Ç. oğ. Ebü-Bekr Çelebi

(ölm. 1 638)

1 7) Veled C. oğ. III. Arif Ç. "Ana tarafından

Mevlana soyundandır

(ölm. 1 642)

1 8) Ferruh Ç. oğ. Hasan oğ. Huseyn Ç.

(ölm. 1 666)

1 9) Abdürrahman Ç. oğ. Abdühalim Ç.

(ölm. 1 679)

20) Abdülhalim Ç. oğ. II. Bostan Ç.

(ölm. 1 705)

2 1 ) Bostan Ç. oğ. Sadreddin Ç.

(ölm. 1 7 1 1 )

22) Abdürrahman Ç. oğ. Mehmed Arif Ç.

(ölm. 1 74 6)

23) Arif Ç. oğ. II. Ebü-Bekr Ç.

(ölrn. l 785)

24) İsmail Ç. oğ. Hacı Mehmed Ç.

(ölm. 1 8 1 5)

25) Hacı Mehmed Ç. oğ. Said Hemdem Ç. 26) Hemdem

ç. oğ.

II .

Sadreddin Ç .

(ölm. 1 858) (ölm. 1 88 1 )

27) Hemden Ç. oğ. Fahreddin Ç.

(ölm. 1 88 1)

28) Hemdem Ç. oğ. Mustafa Sa:tVet Ç.

(ölm. 1 88 7)

29) Hemdem Ç. oğ. Abdülvahid Ç.

(ölm. 1 90 7)

30) Abdülvahid Ç. oğ. Abdülhalim Ç.

(ölm. 1 92 5)

(*) 3 1 ) Mustafa Necib ç. oğ. Bahaeddin Veled Ç.

(ölm. 1 953)

32) Ya'kub Ç. oğ. Amil Ç.

(ölm. 1 92 0)

33) Abdülhalim Ç. oğ. Muhammed Bakır Ç.

(ölm. 1 943)

34) Abdülvahid

ç. oğ. Şemsülvahid ç. ( 1 )

( 1 ) Gölpınarlı, Abdulbaki, Mevlana' dan sonra Mevlevilik, İstanbul, 1983, s. 152.

33


C- Mevlana Ailesinden Bazı Şahsiyetler M evlana torunlarından edebiyat alemine hizmet etmiş ünlü isimler vardır. Bu isimlerden bazılarını yazmak is­ tedik: Tıp Fakültesi'nin değerli hekimlerinden Dr. Feridun Nafiz Uzluk, ülkemize çok hizmetler vermiş, edebiyat ala­ nında Mevlana'yı tanıtmak için çalışmış bir Mevlana to­ runudur. Vefat etmiştir ( 1 902 - 1 974) ( l ) _ Aynca k�rdeşi mimar Dr. Ş ehabeddin Uzluk da değerli bir araştırmacı yazar olarak topluma hizmetler sunmuştur. Yazarlarımızdan ünlü gazeteci Refi Cevat Ulunay, M evlana ailesinin bir ferdi olarak ün yapmış edebiyatçı­ larımızdandır. Vefat etmiştir ( 1 890- 1 963) . Mevlana ailesinden hayatta olanlardan Celaleddin Çelebi ve Arif Şahap Öktem hakkında kısa bilgileri sun­ mak isteriz. Celaleddin ÇELEBİ (2J M evlana Celaleddin RUMİ'nin 1 9 . kuşaktan torunu olan Celaleddin Çelebi, tekke, türbe ve zaviyelerin kapa­ tılmasını öngören yasayla tekkeyle olan ilişkileri kesil­ miştir. 30 Kasım 1 92 5 tarihli söz konusu yasadan önce sözü geçen Çelebi, Halep M evlevihanesi'nde yıllarca Çele­ bilik yapmıştır. Büyük babası Konya Çelebilerinden Ab­ dühalim Çelebi' dir. Bu zat B irinci Millet Mecisi döneminde Reis Vekilliği yapmış, tekkeler kapanacağı zaman da Ha­ lep' e gönderilmiş, böylece Halep , tekkelerin merkezi ol­ muştur. Celaleddin Çelebi'nin babası Mehmet Bakir Çe­ lebi ise Türkiye dışındaki bütün tekkelerin başına geç­ miştir. ( 1 ) Feridun Nafiz UZLUK'un eserleıi; Mektubat-ı Mevlana 1937, Divan-ı Sultan Veled ( 1 94 1 ) Ulu Arif Çelebi Rubaiyatı ( 1 949), Selçuklu Tarihi ( 1 943), Anadolu Selçukluları ( 1 952). (2) Celaleddin Çelebi hakkındaki bu bilgi Milliyet Gazetesi 15 Aralık 1985 tarihinde "Mevlana Torunu Celaleddin Çelebi ile Tatil Sohbeti" başlıklı Yener SÜSOY'un röportaj türü yazısından alınmıştır.

34


Celaleddin Ç E L E B İ, çelebilik hakkında şöyle konuşur: "Efendim, ben Hz. Mevlana'nın 19. kuşaktan to runuyum bu şecere devlet a rşivle rimizde vardı r. Büyük babam son Konya Çelebisi Abdül halim Çelebi'dir. Aynı zamanda Bi­ rinci Büyük Millet Meclisi'n in Birinci Reis Vekili idi. Yani ATATÜRK Başkan, ondan sonra Dedem geliyor. Çelebilik babadan oğula geçer. Üç çeşit Çelebi va rdır. Makam , Zükür, Hünas, Zükür Çelebile r babadan geçenler, Hünas Çelebile r anneden olanla rdır. Şu anda tarikat olmadığına göre biz Zükür Çelebisi sayılı rız. Ama aslında Makam Çe­ lebisi'yiz. " Celaleddin Çelebi'ye yurt dışındaki Mevlevi tekkeleri hakkında sorulduğu zaman şöyle anlatmıştı r: "Avrupa'da, Amerika'da Mevlana hakkında bilgi ve uygulamala r aldı yürüdü. Hz. Mevlana'yı biz ünive rsitelerimizde okutmu­ yoruz. İ ran okutuyor. So rbonne'de, Cambridge'de okutu ­ luyor. Yurt dışında çok çalışmalar var. " İstanbul 'da yaşayan Celaleddin Çelebi "Hz. Mevlana 'y ı bihakkın tanımıyo ruz. " diyor ve Mevlana hakk ında şunları anla tıyo r: "Bana göre Mevlana dünya tarihinin bir eşi ol ­ mayan kansız, sesiz gerçekleşen bir fethin sahibidi r. Hz. Mevlana önce Anadolu'yu fe thetmiş, buradaki birliği, be­ raberliği sağlamış. Da ha sonra kurulacak ol an dünyaya hükmeden bi r imparatorluğun ve şe re fli bir Cum huriye tin devamını sağlayan düşünce le ri , f ikirle ri, bilgileri, hatta G arp alemindeki birçok fenni buluşları Mesnevi'de bul ­ mak mümkün . Mesela Galileo'dan asırlarca önce , dünya­ nın y uvarl ak olduğunu iddia e tmiş "Dünyam ız yumurta­ nın akının içinde yüzen sarısı gibidir. " diyor ve aşı konu ­ sunda da "Cenab-ı Hak , illeti yaratır ve o illetin de devasını ve rir" diyor. Mesela pa raşüt için de Mevlana şöyle konu­ şur: "Cenab-ı Hak bir kulunu korumak iste rse, minareden düşse, e teğine rüzgar doldurur ve onu sağsa lim ye re in ­ dirir. Hz. Mevlana Kainatı kucaklar: "Benim tekkem k aina t, ders verdiğim ye r ise dünya " diyor. Mu hteşemliğe bakınız . "

35


Celaleddin Çelebi Mevlana için büyük bir eser hazır­ lamakta

olduğunu

söylemiştir.

Yukarda

sunduğmuz

açıklarnaları bir Çelebi torunu olarak çok ilginçtir.

Mevlana ailesinden Arif Şahap ÖKTEM ( l J , Şaha­ bettin ÇELEBİ'nin oğludur. Zükur (2) Çelebileri'ndendir. İlkokul çağındayken Mevlana Dergahı'nda eğitim gör­ müştür. Musiki dalında Mıtnp H eyeti'nde kemençe çalmış ve Mevlevi Ayinleri'ne katılmıştır.

Daha sonra Sanayi

Mektebi Bandosu'na girmiş, flüt çalmaya başlamıştır. D önemin müziksever insanı değerli Konya Valisi Muam­ mer Bey, Aınerika'dan Emil adlı bir hoca getirtmiş, bu hocadan dersler alan Çeleb i ÖKTEM flüt. keman ve vurgu aletlerinden oluşan bir orkestra kurmuş, müzik öğretme­ ni olarak okullarda hocalık yapmış Türk Ocağı'nın müzik kolunu oluşturmuştur. Arif Şahap Öktem'in en büyük tutkuların dan biri de gençleri yetiştirmek, konserler ver­ mektir. Ankara Musiki Muallim Mektebi'nde girdiği sınavı kazandıktan sonra Ortaöğretimde müzik hocalığı yapma olanağına kavuşmuş, Türk Ocağı'nda konserler vermiştir. 1 93 1 yılında Konya'ya gelen ATATÜRK'e kendini tanıtma fırsatını bulmuştur. Türk Ocaklan'nın Halkevleri'nde ça­ lıştığı günlerde müzik alanındaki çalışmaları ile Konya gençlerinin müzik kültürü alanında büyük hizmetleri ol­ muştur. Yetiştirdiği gençlerden biri de Ankara Gençlik Korusu Şefi Muzaffer Arkan'dır. 1 9 52 yılından sonra İstanbul Vefa Lisesi'ne atanan

Arif Şahap Öktem, bu lisede on yıl süreyle çalışmış, son­ radan Çamlıca Kız Lisesi'ne geçmiştir. Okullarda kurduğu

orkestralar ve gençlik topluluklarıyla başarılı konserler vermiş,

1 966'da emekliye ayrıldıktan sonra Moda Kole­

j i'nde görev almış, özel dersler vermiş, Vefa Lisesi ve Moda

( 1) Arif Şahap öktem hakkındaki bilgileri kendisinden yaptığı okul broşürlerinden aldık. (2 ) Zükür Çelebi : Babadan oğula geçen Çelebilik.

36

ve

öğretmenlik


Koleji marşlarını yazmıştır. Doksan yaşını gerilerde bırakmış olan Şahap Hoca'nın elli yılı aşan bir sanat ve müzik yaşamı vardır. İnsanların temel eğitiminin çok önemli olduğunu , kendi müzik bilgi­ sinin temelinde tekkenin etkisini söyleyen Arif Şahap Ök­ tem, bir eğitim ocağı olan Mevlana D ergahı'nda sıkı bir disiplinle yetişmiş ve bugünün okullarında da çağdaş müzik derslerinin hocası olmuş, en güzel bir Mevlana to­ runu örneğidir.

Mevlana Torunları Konya (AA)- Büyük Türk Düşünürü ve şairi Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin soyundan gelme şeceresinde kayıtlı bulunan hayattaki torunlarının sayısı 1 4 olduğu bildirildi. Konya Kültür ve Turizm Vakfı Başkanı Feyzi Halıcı, dün düzenlediği basın toplantısında, " Çelebi" soyadı taşıyan herkesin Mevlana'nın torunu sayılmayacağını belirterek "Mevlana'nın soyundan gelenler, şeceresinde kayıtlıdır." dedi.

Halıcı'nın basın toplantısında hazır bulunan ve

Mevlana'nın torunu oldukları belirtilen 13 kişinin isimleri şöyle: "Nazım Çelebi, Saim Çelebi Yarkın, Selahattin İz­ budak Çelebi, Abdi Çelebi, Faruk Yarkın Çelebi, Bahattin Şeref İzbudak Çelebi, Ziya Yarkın Çelebi, Necmi Çelebi, Arif Öktem Çelebi, İhsan Çelebi, Rükni Öktem Ç elebi ve

Ergun Öktem Çelebi. " ( 1 )

( 1 ) Cumhuriyet Gazetesi, 2 5 Temmuz 1 989

37


MevHina Ailesinden Gelen Çelebi Evlatlarına Ait TabfoCil

( 1 ) B u tablonun genel çizgisi Mevlana Müzesi'nden alınmıştır. Soydan gelenlerin isimleıi ile türetilmiştir.

38


İKİNCİ BÖLÜM A- Veled Çelebi'nin Şahsiyeti, Bazı Özellikleri ve Hatıralarımız 1 867- 1 953 yılları arasında yaşamış olan Veled Çelebi (İzbudak)

bir Mevlana torunu olarak okuyan,

yazan,

eserler veren edebiyat üstadlarından biri olmuştur ( l l . Veled

Çelebi

(İzbudakl

Konya'daki

Mevlana

D ergfilıı'nda yetişmiş sonraları da bu dergaha Post-nişin olmuştu. 1 889- 1 92 3 yılları arasında İstanbul' da Ahmed Midhat, Necip Asım, Muallim Naci, Ahmed Vefik Paşa gibi dönemin ünlü yazarlarıyla arkadaşlık etmişti. Ankara'da

yaşadığı 1 923 - 1 9 53 yılları arasında da Büyük Millet Meclisi'nde memleket meselelerini paylaştığı arkadaşla­ rından, hekim Feridun Nafiz Uzluk gibi hayranlarından, Türk Dili üzerinde b eraber çalıştığı bilim adanılan ve ünlü yazarlardan pek çok dostu olmuştur. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra İzbudak, Atatürk'ün ya­ nıbaşında memleketine hizmet etmek için Ankara'ya gel­ mişti. Atatürk Çankaya'da kendi kaldığı köşk civarındaki eski Ankara evlerine sevdiği dostlarını yerleştiriyordu . Veled Çelebi ailesinin de Çankaya'da eski bağ evlerinden birinde oturtulması istendi. O dönemde Veled Çelebi aile­ si, önceleri Pempe Köşk'ün yerindeki bağ evinde, sonralan da Gül Bahçesi ismi ile anılan arsadaki bir evde kalmıştı. Atatürk, Veled Çelebi'ye daima saygı göstermiş ve "Çelebi Hazretleri" diye hitap etmiştir. ( 1 ) Veled Çelebi İzbudak'ın özel defterlerinden ve kendi anılarımızdan.

39


Hayat hikayesi bölümünde Veled Ç elebi'nin yirmi yıl milletvekilliği yaptığını ve Türk Dili Kurumu'nda ölünceye kadar hizmet verdiğini anlatmıştık. Çankaya tepelerinde­ ki evinde kaldığı yıllarda Atatürk'ün eşi Latife Hanım'ın da Veled Çelebi ailesi ile dostluk kurduğu ve Çelebi'yi sıkın­ tılarım açacak bir dost olarak kabullendikleri anlaşıl­ maktadır. Atatürk'ün eşi Latife Hanım evlilikteki sıkıntJlarını ilk defa Vclcd Çelebi İzbudak'a açmış, onurJa konuşmuştur. Şevket Süreyya Aydemir'in Tek Adam isimli 3. cildinin 489. sayfasında şu ifadelere rastlıyoruz: Bir gün Çanka­ ya'da Latife Hanım, bir hiddet ve sinir buhranı içindedir. Mustafa Kemal'in şahit olduğu bir hareketi onu sarsmış­ tır. Latife Hanım o sıralarda komşu ve aile dostu duru­ munda, yaşlı, hakim ve arif bir zat olan Veled Çelebi'yi acele çağırtır. Şikayet ve kızgınlıklarını ortaya serer. Veled Çelebi söylenenleri sükunetle dinler. Latife Hanım bir eş olarak haklıdır. Ama, Çelebi'nin sonunda c evabı da kısa, fakat ifadelidir. "- Kızım! Sen bir kocayla değil, bir kaplanla evlendin. Kaplana gem vunılmaz. ! " Bu memleket adamımız, yazanınız Veled Çelebi İzbu­ dak ilim ve fikir tarihinde olduğu gibi, insan gönlünde de zarif derviş edasıyla yer yapmış , nadir şahsiyetlerdendir. Tabiata aşık, insanları, özellikle çocukları, herşeyi sevmiş , toplumumuzda terbiye alanında en seçkin örnek olmuştur. Zarafetini koruyarak Büyük Millet Meclisi'nde yirmi yıllık siyasi hayatında da efendiliği ile temsilci ol­ muştur.

1 923'den 1 9 53'e kadar 30 yıl, yeni Ankara'da

eskinin adamlarından olup modern hayata en iyi uyum sağlayanlardan Veled (Çelebi) İzbudak'ın Atatürk etrafın­ da yer ve isim alınası iyi bir terbiyeyle yetişmiş olmasın­ dan, bilim adamı olarak değerini ispatlamasındandır. Ailesine, biz aile çocuklarına çok düşkündü.

40

Kızı


Devlet, torunu Nebile ve ben, O'nun çevresinde toplanır, nükteli konuşmalarını dinlerdik. Bahçede , bize toprak içindeki ağaç köklerini çıkarmamızı ve bu köklerden ley­ lekler yapmamızı öğretmişti. "Leylek hayırlı hayvan" derdi. Akşamları hepimiz, elimize birer sopa alarak Çelebi anı

-

camızın arkasında yollarda uzun uzun yürüyüşler yapar, sopalarımızla tempolar tutardık.

B. Veled Çelebi fırsat buldukça leylek resmi çizmekten zevk alırdı. Bu arzusuna uyarak en güzel leylek resimlerinden birisi burada yayınlanmış bulunmaktadır.

41


Amcamız, her yemekte fınnda pişmiş bir bütün soğan yer ve iştahla yediği yemekten sonra da bir avuç kuru yemişi koltuğunda otururken kıtırdatırdı. Veled Çelebi, saygılı ve zarif edasıyla çok terbiyeli ki­ şilere önem verirdi. Mevlana torunlanndan onu ziyarete gelenlere evi açıktı. Eşi Enise yengemiz de her ziyarete geleni yemeğe buyur ederdi. Veled Çelebi ailesi, Çankaya' da bağ evlerinde kaldığı yıllardan sonra Yenişehir semtindeki Mithat Paşa Cadde­ si'nde tek katlı bir eve taşınmıştı. Yenişehir'in tek ünlü eczanesinin camı önünde her aksamüstü, ince uzun sa­ kalı, yumuşak tebessümü, gözlüklerinin altından sıcak ve insancıl bakışlan, zarif havasıyla oturan Veled Çelebi'yi bütün Yenişehir halkı görebilirdi. Eczane bir sohbet yeri gibi idi. Kızılay'da oturanlar Çelebi Hazretlerini birkaç dakika görebilmek

için

eczaneye uğrarlardı.

Çelebi'yi

nükteli konuşmasıyla tanıyanlar arasında Ulus Gazetesi yazarlarından Nurettin Artanı da vardı. Tam bir derviş

edasıyla başı hafifçe yana eğik eczanede oturuşunu , zarif

havasını 1 940- 1 950 kuşağındakiler çok iyi bilirdi. Tabii Türk Dil Kurumu'nda da onu bulma, onun ilmi çalışma­ lannı görmek de mümkündü. Türkçeci, Türkçü olarak tanınan Çelebi'nin Mithat Paşa Caddesi'ndeki evine Maa­

rif Vekili Hasan Ali Yücel de sık sık gelirdi. Mevlana'nm rubaileri üzerinde beraber açıklamalar yaparlardı. Veled Çelebi'ye bir Mesnevihan demek yerinde olacaktır. Çünkü o Mevlana'nın Mesnevisi'ni tekkede dervişlere uzun yıllar okumuş ve bu eseri Türkçe'ye tercüme eden ilk kişidir. Arabi ve Farisi gibi doğu dillerini, aynı zamanda Türk lehçelerinden Uygur, Kıpçak, Türkmen, Çağatay, Azeri, Özbek, Tatar, Kırgız, Çuvaş, Yakut ve Kalınuk dillerini iyi tanıyan, kendisine dil konusunda danışılan köklü bir uz­ mandı. Ölünceye kadar kendine has sülus yazısı ile Türk Dili üzerinde çalışmıştır. Uzun yıllar hazırladığı 1 2 cilt lügatı göz nuru bir eserdir.

42


Sayın aile büyüğümüz aıncaınJZa "Kfunil insan kime denir?" iye sorduğumuzda biz aile çocuklanna şu açık­ ınalamayı yapmıştı: "Kfunil insan olmak için çok okumak gerekir, bunu unutmayın, Kamil insan hoşgörüye sahip , güçlülere karşı sert, fakat güçsüzlere, zavallılara, fakirlere karşı son derece mütevazidir. Bu insanımız yalnız insan­ lara değil, bütün canlılara merhametlidir. İnsanlarla olan münasebetlerinde ırk ve din aynını yapmaz, taassubun her türlüsüne karşıdır, ırmakta denize yer yoktur, onun için her seviyeye inmek gerekir. Kamil insan kendisine ihtiyacı olanı, bilgisi var ise, var olan bilgisinin sütü ile onu besler. Mürşid ile mürid arasında manevi bir birlik ve kaynaşma vardır. Allah nazarında yükselen kamil insan, görülen, fakat çevre tarafından çok belirli olmayan insan­ dır. " Veled Çelebi'ye " Çelebilik nedir?" diye d e sormuştuk. Bu sorumuza şu cevabı aldık: "Evladım, Kamil İnsan'ı tarif ederken Çelebiliğin ne olduğunu da biraz açıklamış olu­ yoruz. Her türlü iyi vasıfları taşıyan insanlara Çelebi kişi denebilir. Mevlana tekkesi dönemlerinde Mevlevi çocuk­ larına yani Mevlana ailesinden gelen kişilere Çelebi de­ nirdi. Bu kişiler toplumun, iyi ve mümtaz vasıflara sahip bir insanı idi. Öyle ki çelebi evladı olanlar, aşağı yukarı kusursuz olmaları gereken, örnek kişilerdi. Efendi dedi­ ğimiz insanlar da bütün mümtaz vasıflara sahiptir. Onun için cemiyette efendi olan kişilere çelebi adam da diyebili­ riz. Çelebilik vasıflan, çelebi olan hekesten b eklenir, bu­

gün bu adı aileden almayan pek çok değerli insan da çe­ lebi sayılır. " Mevlana Celfileddin-i Rumi'nin 18. göbekten torunu

olan Veled İzbudak, gerçek bir Çelebi idi. Konya'da Mev­ levilik tarikatının adap ve ananelerine göre yetişen ve bi­ lim yolunda olgunlaşan Veled Çelebi; Çelebilik'te toplanan bütün efen dilik özelliklerine sahipti. Biz aile çocukları küçük yaşta bile eski dönemin en iyi temsilcisi bu seçkin

43


kişiyi ayırt edebiliyor, anlamağa çalışıyorduk. Mithat Paşa Caddesi'nde tek katlı evine , zamanın çok değerli yazarları onu ziyarete gelirlerdi. Evinde karısı ve kızıyla oturan Veled

Çelebi, son

günlerine kadar bizlerle içtenlikle konuşmuş, hep doğru yolda yürüyen insanlar olmamızı, okumamızı, toplumda yararlı kişiler olarak yer almamızı istemişti. Mithatpaşa Caddesi'ndeki evden sonra Olgnnlm So­

kağı'nda bir apartman dairesine taşınan Veled Çelebi'yi sık sık ziyaret ederdik. O " ölmekten değil, elimdeki Türk Dili Lügatı'nı bitirememekten korkuyorum" diyordu. 1 9 53 Mayısında vefat eden Veled Ç elebi İzbudak'ın c enazesine devlet büyüklerinden İsmet İnönü başta olmak üzere çok seçkin kişiler gelmişti. Veled Çelebi

İzbudak'ın Şapka Devrimi

sırasında

Atatürk'le çok ilginç bir anısını, kendi not defterlerinden ve eşi büyük yengemiz Enise İzbudak'ın anlattıklarından çıkardığımız notlarla, aktarmak istiyoruz: Ulu Önder Atatürk Şapka devrimi sırasında, Kasta­ monu'da yaptığı konuşmalarından sonra trenle Ankara'ya döner. İstasyon'da kendisini karşılayanlar arasında Veled Çelebi de bulunmaktadır. Atatürk kalabalığın arasındaki Çelebi'yi başında sarıkla görür, yaverlerinden biriyle Çe­ lebi'nin sarığını çıkarmasını söyletir.

İstasyondaki bu

olaydan sonra, ertesi sabah çok erken saatlerde Atatürk, Veled Çelebi'nin o zamanlar ikamet ettiği Çankaya' daki evine gelir. Bu olayın devamını Çelebi'nin ağzından dinle­ yelim: "Dünkü istasyondaki karşılama merasiminde bana şapka giymemi ima etmesinden sonra Atatürk sabahın erken saatinde evimize geldi. "Efendi Hazretleri" diye hitap etti. Büyük Atatürk bana daima nazik davranmış, tam manasıyla alçak gönüllü muamele etmiştir . Sabahın er­ ken saatlerinde ve ani olarak evime yapmış oldukları bu ziyaret karşısında eşim de b en de çok şaşırdık. Bize şeref

44


vermelerini büyük bir sevinçle karşıladık,

kendilerine

kahve ikram ettik. Bu sırada Kastamonu'daki Şapka in­ kılabı ile ilgili olarak yaptığı konuşmadan bahsettiler ve "Beni dün karşılarken Efendi Hazretleıi'ni sakın gücen­ dirmiş olmayayım" dediler. Bir süre oturdular ve giderler­ ken bahçedeki bahçıvanı görerek onu tanıdılar. Çünkü bu bahçıvan Atatürk'ün bahçesinde de bir zamanlar çalış­ mıştı. 1 92 5 yılında geçen bu olayda büyük devlet adamı­ mızın bir cihetini daha görmüş oldum. Nezaketi, alçak gönüllülüğü, güçlü hafızası, dikkati ve alakas ı karşısında ona olan hayranlığım büsbütün artmıştı. B öylece büyük­ lülüğünün ne olduğunu daha iyi anlamıştım. " Veled

Çelebi

şapka

giyenlerin

ilklerindendir,

in­

kılaptan sonra Atatürk'ün ilk işareti ile şapka giymiştir. Yukarda anlattığımız Kastamonu dönüşünden sonraki olay, çok büyük gerçekleri saptamaktadır. Bu olaydan sonra Veled Çelebi İstanbul'a gitmiş ve sivil elbise, şapka ile köprüden geçmiştir. Köprü üstünde kendine şaşkın şaşkın bakan adamı Çelebi, bir şiiri ile yansıtır , şöyle an­

latır:

"Köprüden sivil,

başımda şapkam ile geçiyordum.

Bana hayretle bakan adamı selamladım ve eve dönünce şu şiiri yazdım

Ol:

Bakma sofuca şapkama Sövme koyuca şapkama Kötü söyleme koca şapkama Dokunma hoca şapkama Büyük öndere uydum Ahret kisvesini soydum Öptüm de başıma koydum Dokunma hoca şapkama

(1) Uzluk, Prof. Dr. F. Nafiz. "Veled Çelebi ve Şapka" Ülkemiz, Nu, 8 Ocak 1 967.

45


Adaletin üstün dinine Gel, yenilmiş olma kinine Engel değil ayinine Dokunma hoca, şapkama. On iki bin müslim eğer Herhangi kisveyi giyer Şer'an mübah olur gider Dokunma hoca şapkama. Hoca konuşalım açık Peygamber giydi mi kavuk? Her kisve dine muvaffık Dokunma hoca, şapkama. Mahza küfr için bir canı Giyse papaz kalpağını Odur gavur, bırak b eni Dokunma hoca, şapkama. B enim namusumu kurtaran Dönüp bana yapmaz ziyan S en, kurtarıcıya inan , D okunma hoca, şapkama. Onca ha şapka, ha kalpak Ne farkı var, b ehey ahmak Bunda bir iyilik var mutlak Dokunma hoca, şapkama. Müzede gör ey hünerli Başlıklar hep şems-i siperli Ecdadın senden akıllı Dokunma hoca, şapkama . Bugün birçok din kardaşı Şapka ile örtülü başı B eyhude etme telaşı Dokunma hoca şapkama

46


Bazı ecdadın kisvesi Siperli önü ensesi Yani şapkanın enfesi Dokunma hoca, şapkama. Bunları hep bırakalım Akla hikmete bakalım Suç yok ki, başa kakalım Dokunma hoca, şapkama. Yunan geleydi vatana Neler giydirmezdi sana Utan da söyletme bana Dokunma hoca, şapkama. Eski zaman hocaları Olurdu devletin yfui Şimdi hoyratlık iarı Dokunma hoca şapkama

Ş

Sözü burda bitireyim Başka konuya gireyim Sen sor cevabın vereyim Dokunma hoca şapkama.

47


B- Veled Çelebi İzbudak Hakkında Yazılan ve Anlatılanlar

Ünlü yazarlarımızdan Nurettin Artanı, 1 9 5 3 yılında Çelebi'yi şöyle anlatmıştır: "Bilgi ve irfan hayatımıza emek ve kitap vermiş kişiy­ di. Basında ve dil alanlarında çalışan, Türk kelimesini ilk kez "Ü" harfi ekliyerek yazan kişidir. Mevlana'daıı Türk­ çe'ye çeviriler yapmıştır. Konuşmaları ince nüktelerle doludur. Özel bir eski yazı şekli vardır. " (1) Aşağıda sunduğumuz dizeler de Veled İzbudak'ın Nurettin Artam'a verdiği şiiridir. Bana bigane-i dünya dediler Eyvallah Mest-i peymane-i hulya dediler Eyvallah Hep çalıştıklarımı kıldı zaman bi-mana Namıma şimdi heyula dediler Eyvallah Yıkarız yapmayız yerine diğerini Buna mefküre-i kübra dediler Eyvallah Hoca attı sarığı, giydi silindir şapka Böyledir hükm-i fetva dediler Eyvallah Türklüğe Türkçeye bigane nice asriler Türkçüyüz biz de pek ala dediler Eyvallah Ey Veled, gördü b eni mest-i şemret yarını Bu da bir başka temaşa dediler Eyvallah Şiirin açıklaması: (Bana dünyaya uzak dediler, İçmekten sarhoş dediler, Çalıştıklarımı zaman manasız kıldı, Şimdi de namımı hayal gibi adam dediler. Bu yıkmaya, büyük düşünce dediler. ( 1 ) Artanı, Nurettin, Zamanın Ulus gazetesi yazarıdır.

48


Hoca sanğı attı, silindiri giydi dediler. Büyük hüküm böyledir Türklüğe Türkçeye uzak olan asri kişiler, Biz de pekala Türkçüyüz dediler. Dostlar beni neşeli görünce Bu da bir başka görüntü dediler. Hepsine, herşeye Evyallah .) Veled Çelebi'nin ölümünde ise Nurettin Artanı, Ulus Gazetesi'ne şunlan yazmıştı: ÇELEBİ. . . Dün Ankara'nın oldukça ılık bir gününde sanat, ede­ biyat. bilgi ve gönül adamlanndan orta halli bir kalabalık Hacıbayram meydanından kalkan bir tabutun arkasında ağır adımlarla yürüdüler. Bir asra yakın bir zaman bilgi ve irfan hayatımıza emek, kitap raflanınıza eser vermiş bir üstad, bu tabutun içinde fenadan bekaya göçüyor, Tanrı­ sına kavuşuyordu . Son yıllarında artık yaşama yükünü, zayıflayan, ko­ cayan omuzlannda pek de kolay taşıyamayan Veled Çelebi kendi hayranlannın omuzlannda taşındı. Konya' dan İstanbul'a ilk gelişinde basın, bilgi ve dil hayatına kanşmıştı. Fakat ben öyle sanıyorum ki Kon­ ya'da iken de bir şeyler yazmıştır. Türkçeci ve Türkçü idi. Türk kelimesinin "Trk" şeklinde sedasız üç harfle yazıldığı o günlerde buna ilk önce "ü"yü katması , efendi merhum hakkında dedikodulara sebep olmuştu, derler. Bir taraftan dile emek harcarken bir taraftan da öğ­ retmenlik ediyor, şiirle yazıyar, büyük dedesi Mevlana'dan Türkçeye çevirmeler yapıyordu. 1 908'den sonra , Konya'da M evlana tekkesine Şeyh ve Çelebi olduğunu da bilirsiniz. Bir defa bir yangında kitapları, bu arada on iki cild kadar tutan büyük lCıgatı da yanmıştı. Sonra bunu tekrar yazmış. bunu da Kilisli Rifat merhum temize çekmişti.

49


Şimdi yazma olarak Türk Dil Kurumu kitaplığındadır. Hayatının sonuna kadar bağlı kaldığı kurumda za­ man zaman buluşur, sohbet eder, şiirlerini, nükteli söz­ lerini dinlerdik. Elyazısı kendisine özel bir türlü Talik'ti. Bende bu yazı ile yazıp verdiği birkaç parça manzumesi vardır ( 1 ) . Veled Çelebi hakkında 1 953 yılımda Ulus Gazetesi'nde yayınlanan yazılar da şunlardır:

Veled Çelebi Vefat Etti Merhum İzbudak'm cenazesi bugün kaldırılacak. Teessürle haber aldığımıza göre, büyük Türk dili bilgini eski milletvekillerinden Mevlana ahfadından Veled Çelebi İzbudak dün akşam Hakkın Rahmetine kavuş­ muştur. Cenazesi bugün Hacıbayram Camü'nden kaldı­ rılarak ebedi istirahatgahına tevdi edilecektir. Merhuma Tanndan rahmet diler, ailesine en derin taziyetlerimizi sunarız (2l .

Veled Çelebi'nin Hal Tercümesi Veled Ç elebi İzbudak 1 89 6 yılında Konya' da doğmuş­ tur. Celaleddin-i Rumi'nin 1 8 nci göbekten torunudur. 1 908 inkılabından sonra M evlana Dergahı Post­ nişinliğine tayin edilmiş, 192 l ' de Kastamonu milletvekili olarak 7 nci seçim dönemine kadar milletvekilliğinde bu­ lunmuştur. Merhum, dil ve edebiyat alimlerimizden dilci­ lik ve milliyetçilik işlerinde önayak olanlardandır. Eserleri şunlardır: Ayn-ül Hayat, Hayr-ül Kelam, Menakıbı M evlana, Rubaiyatı Mevlana, Türk Diline Medhal, Müs­ tesna Sözler ve aynca basılmış Büyük Türk Dili Lügatı (3) ,

( 1 ) Nurettin Artanı, 'Yankılar", Ulus, y. 33, No. 1 1 443, 6 Mayıs 1953. s. 1, [Yıl 33, 1442 nolu gazete)

(2) Ulus Gazetesi, 5 Mayıs 1953,

(3) Ulus Gazetesi, 5 Mayıs 1 953

50


Veled Çelebi'nin Cenazesi Kaldırıldı Vefatı büyük teessür uyandıran Veled Çelebi İzb u­ dak'ın cenazesi dün öğle namazını müteakıp Hacı Bayram Camii' nden kaldırılarak Asıi Mezarlık'taki ebedi isti­ rahtgalnna tevdi edilmiştir. Cenaze töreninde C.H.P. Ge­ nel Başkanı İnönü , C.H.P. Genel Sekreteri Kasım Gülek, merhumun yakın dostları bulunmuştur.

Necip Asım, Veled Çelebi hakkındaki görüşlerini şöyle aktarmıştır: "Çelebi Efendi, Mevlevi edebiyatı ile meşgul olmuş ve Mevlana'nın vasiyatnamesini şerh ederek Hayr'ül Kelam isimli eseri yazmıştır. Veled Bahai veya sadece Bahai im­ zasıyla manzumeler, mersiyeler yazmış ve Fuzuli'nin Su kasidesine Ayn'ül Hayat adlı bir şerh yazmıştır ki bu şerh üç dile ait anlamca ilgili, ince ve anlaşılması güç sözleri ve her üç dilden bir çok seçme örnekleri de belirtiyor." ( ll .

Hayri Beşer, Veled Çelebi için Türk Yurdu Mec­ muası'nda şu bilgileri vermektedir. "Mevlevilik müessesesinin kurucusu M evlana'rnn oğ­ lu Sultan Veled olmuştur. Çelebiler M evlana'nm torunları arasından seçilirdi. Türkiye'mizdeki malum son Çelebi rahmetli Veled Çelebi'dir. Kurtuluş Mücadelesi-'nde Büyük MHlet Mecli­ si'ne mebus olarak katılmış, ilk frak giyenlerden birisiydi. Bir defasında Veled Çelebi'nin b iri sarıklı ve cübbeli, diğeri frak ve silindirli iki resmini göstermişler de, o da latife ol­ sun diye birincisine Veled Çelebi'nin Arapçası, ikincisine de onun latincesi diye yazmış derler." (2) .

İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Veled Çelebi İzbu­ dak hakkında şöyle yazmaktadır: "Kırk yıldan beri tanıdığım bu fadıl zatın ilimden baş-

(1) Türk Yurdu Mecmuası, 1330, 5. cilt, 4. sayı. (2) Türk Yurdu Mecmuası, 1964 Temmuz. Yıl 5, cild 3, Mevlana Özel Sayısı, s . 75

51


ka şeyle uğraştığını bilmiyorum. Lisanen ve kalemen ir­ fan-ı memlekete hizmet edenlerin -hakkalinsaf- birinci safında bulunan erbab-ı himmet ve gayretten olduğunu inkara imkan yoktur. Eserlerini anlayarak bilerek ve yıl­ larca uğraşarak yazdığı için okuyanlar müstefid olurlar. Vaktiyle gazetelere ve mecmualara yazı yazdığım sı­ ralarda gazete idarehanelerinde tesadüf eder ve meşguliyet müsaid oldukça- Babı ali'de matbuatı daire­ sinde buluşur ve o dairenin memurla..rından Faik Reşad ve Sami Rifat merhumlar da beraber olarak ilmi ve edebi musahabelerde bulunurdu . Her şeyden ziyade lisanımızı tedkik ile uğraşırdı. Türk Dili namındaki eseri o uğraş­ ınaların mahsulüdür. Üç lisanın edebiyatına layıkiyle vakıfdır. Latife vadi­ sinde söylediği manzumeler de ciddileri gibi zarif ve latiftir. " (ll.

Besim Atalay, Divan-Ü Lugatü't-Türk'ün Tercüıne­ si'nde "Bu eser bir hazinedir. " Diyor ve Karamanoğlu Mehmet Bey'in "Türk Dili ölü­ yor" dediğini ve Türkçeye önem verdiğini, Türkçecilik ha­ reketlerinin Osmanlı idaresinin son yılların da başladığını yazıyor ve şöyle diyordu: "Her zaman adlarım saygı ile anacağımız Vefik Paşa, Ahmet Midhat, N ecip Asım, Veled Çelebi gibi zatlar bu işin öncüsü oldular. " (2)

Veled Çelebi İzbudak'ın eşi Enise İzbudak da ko­ casına şu şiiri yazmıştır:

( 1 ) İnal, İbnülemin Mahmut Kemal, Bütün Eserleri, Son Asır Türk Sairleri 4. cilt, Dergah Yayınları, İst. 1 9 8 8 , s. 1 977. 0

(2) C. I, Ank. , 1 939, Alaeddin Kral Bsmv.

52


ÇELEBİME Ne günlerdi o günler, Nasıl geçti o demler, Yüreğinde Mevlana Her dem aşıktı O ' na Mevlevi peşrevini Zevk içinde dinlerken Fırlar kalkar yerinden Sema eder coşardı, Yüzü nurla dolardı O benim bir tanemdi. Çelebimdi, canımdı. Aşıktım ben özüne, Ayet gibi sözüne. Tatlı idi gülüşleri, Ne hoştu sohbetleri, Bitmezdi nükteleri, O severdi üç şeyi, Kadın , şiir, çiçeği. ( l J

Ömer Asım Aksoy Türk Dil Kurumu'nun kuruluş günlerindeki dil çalışmaları sırasında Veled Çelebi İz­ budak hakkında şu anılarını anlatıyor: (2J " 1 940- 1 9 50 yılları arasında Dil Kurumu' nun hazırladığı Türkçe Söz­ lük'ün Danışma Kurulu'nda sözlükle ilgili pürüzleri top­ lanıp tartışırdık. Toplantılarda çok ünlü dil uzmanları bulunurdu. 1 0- 1 2 kişi kadardık. Hatırladığım isimlerden Veled Çelebi İzbudak, Nurettin Artanı, Nurullah Ataç , Cevdet Kudret, Nabi Nayır ve b en bu kurulda üye idik. Toplantılara muntazam gelen Veled Ç elebi'nin köşede gö­ zü kapalı, başı eğik oturuşunu hatırlarım. Bu toplantıla-

( 1 ) Aile kitaplığımızdaki notlardan. (2) Aksoy yukarda anlatılanları şahsıma aktarmıştır.

53


birinde b eni çok etkileyen Çelebi'nin bir p ortresini kara kalemle çizivermiştirm. 1 95 3 Haziran'mda Türk Dfü Dergisi bu resmi yayınladı. mı

Türk Dili üzerinde çok bilgisi olan Veled Çelebi İzbu­ dak'ın bu toplantılara sessiz, zarif giıişini ve kağıda yazıp hazırladığı bazı mısralarını "Niyaz" diyerek elime tutuştu­ ruşunu da hatırlarım. Çelebilikte küçüğün büyüğe selam ve saygısını ifade eden takdim anlamında kullanılan "Ni­ yaz" kelimesini Çelebi takdim, sunma, hediye anlamında kullanırdı . Bana 1 5 Mart 1 942' de verdiği cinaslı bir şiiri şu idi: "Bu hurufu Aliyatı tevhi dehre nakş içün Adem' e verdi Kalem, bahş eyledi Havva'ya Nun Ziver-i ekvan olan insanı ibda ettiler. Zahir oldu hikmeti (Nun velkela..rn M eyastu­ run) " Açıklaması: Bu değerli harfleri yeryüzüne nakş için Adeın'e Kalem, Havva'ya Nun verdi. Bu ikisi kainatın süsü olan insanı o rtaya çıkardı. Böylece Kur'andaki (Nun velkelam Mayestenm) (68. Süre) Ayet'inin hikmeti ortaya çıktı.)"

Ömer Asım Aksoy'un Veled Çelebi hakkındaki ya­ zısı da şudur: ( ll "İki Dilcimizi Kaybettik Mayıs ayının ilk haftasında iki ara ile iki büyük dilci­ mizi kaybettik. 4 Mayıs 1 9 53 günü Veled Ç elebi İzbudak, 6 Mayıs 1 9 53 günü de Naim Hazım Onat, Tanrının rah­ metine kavuştular. Her ikisi de Konya'nın yetiştirdiği bil­ ginlerdendir. Her ikisi de olgun, faziletli insanlardı. Türk Dil Kurumu bu iki değerli üyesini daima saygı ile anacaktır.

( 1 ) Aksoy, Ömer Asım, Türk Dili D ergisi, Haziran 1 9 5 3

54


Ömer Asım Aksov'un 194 l'de yaphğı ve 1953 Haziran'mda Türk Dili Dergisi'nde yayınlanan Veled Çelebi İzbudak'ın resmidir.

Veled Çelebi İzburtak 1 869'da Konya'da doğmuştur. Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin torunlarındandır. Babası Mustafa Necip Çelebi'dir. Konya'da Sultan Veled Medresesi'nde okumuş, 1 889'da tahsilini bitirmek üzere İstanbul'a gitmiştir. İkinci Meşruti­ yet'in ilanına kadar Matbuat-ı Dahi�iye'de hizmet etmiş, bir aralık Galatasaray Sultanisi'nde ve Istanbul Darülfünün'da Farsça okutmuştur. 1 9 1 2'de Konya Mevlana Dergah'ının Post-nişin'liğine tayin olmuş ve 1 9 1 9 'da Vahdettin'in irade­ siyle azolunmuştur. Bir müddet Şuray-ı Devlet azalığını ya­ pan Veled Çelebi Kurtuluş Savaşı sonlarına doğru Ankara'ya gelmiş ve 1 92 l 'de milletvekili olmuştur. Bu görevi 7 . seçim dönemine kadar sürdürmüştür.

55


Rahmetli. Türçülük akırmna önayak olanlardan ve Türk Diline hizmet edenlerdendir. Ölümüne kadar Türk Dil Ku­ rumu'nda çalışmıştır. Farsça'yı gayet iyi bilirdi. Türk lehçe­ lerinden Çağatayca ile de çok meşgul olmuştur. Eserleri arasında en değerlileri Türk Dili ile ilgili olanlarıdır. Türk Dili adındaki �n iki cildlik yazma sözlüğü Dil Kurumu kitaplı­ ğındadır. Içinde Türkçenin bütün lehçelerinden kelimeler ve tanıtmalar vardır. Türk Diline Medhal adlı eser bu sözlüğe önsöz olmak üzere yazılmış ve basılmıştır. Basılmış başka eserleri şunlardır: - Hayr'ül kelam - Rubaiyat-ı Mevlana - Lisan-ı Farisi - Atalar Sözü - Ayn'ül hayat - Elidrak Haşiyesi - Türkçe itikat - Mesnevi tercümesi - Menakıb Veled Çelebi ahlakça tam manasıyla çelebi idi. Kalbi tertemiş , konuşması tertemiz, bütün hali tertemiz idi. Tanrı rahmet etsin! Mesnevi'den bir beytini sunuyoruz. Mazallah Türk bir nara atarsa, erkek aslan bile korku­ dan işer"

Hıfzı Bey isimli yazar da Servet-i Fünü.n Mecmua­ sı'nda Veled Çelebi için şöyle yazar: "Nezaket ve nezaheti tab ile mümtaz, Arabi ve Farisi'ye bihakkın vakıf. Türkçe için ise cümlemize faik bir zatı muhteremdir. Üç lisanın haka­ yık-ı edebiyesine vukufundan başka tasavvuf hadis ve tef­ sirde dahi sahib-i ihtisastır." ( 1 ) Türk Yurdu mecmuasının ilk intişara başladığı tarihten bugüne kadar çıkan sayılarında Mevlana hakkında tesadüf edilen yazılar listesindeki Veled Çelebi İzbudak'ın eserleri: Müstesna Güzeller ,Veled Çelebi, Cild 3 , Sayı 1 5 , 1 925. Rubaiyatı-Hazreti Mevlana, Veled Çelebi. İst. Ahter mat . , 1 3 1 4 ( 1 896) Divanı Türki Sultan Veled, Veled Çelebi. İst, 1 25. Mesnevi, Veled Çelebi, 1. cild, Maarif Vekfileti, 1 953. Mesnevi, Veled Çelebi, 1-6 cild, MaarifVekfileti, 1942- 1954. ( 1) Servet-i Fünun Mecmuası, s. 200, 1 908

56


Veled Çelebi İzbudak'ın 1 800'lerde çıkan Mekteb , Hazi­ ne-i Fünun , Servet-i Fünun, Tercüman-ı Hakikat, Resimli Gazete, İkdam gibi gazete ve dergilerde Balı.fil mahlası ile yazıları vardır ( 1) . Türk Yurdu mecmuasının 1 9 1 4 yılında 6, 7 cildi. 247 1-76 sayfasında Necip Asım, "Veled Çelebi Hazretleri" adlı makalesinde, kendisini Ahmed Midhat Efendi'nin Bey­ koz'daki yalısında 1 3 1 3 ( 1 897) tarihlerinde buluştukları bir toplulukta gördüğünü ve Çelebinin sakallı, fakat bir çocuk gibi mütehassis , edip , zarif bir zat olarak dikkatini celbed­ diğini not eder.

Veled Çelebi, Harb-i Umumi'de Mevlevilerin Şam'a seferleri hakkında kendi el yazısı ile birlikte yazdıklarını sunuyoruz:

"3 Nisan 1333 Harb-i Umumi esnasında Mücahidin-i Mevleviye'yi teşki edip bütün meşayih ve dervişan ile, 4. Or­ duya iltihak ettik. Halep, Şam, Beyrut, Trablus. Cebelilüb­ nan'da üç sene kaldım.

( 1 ) Türk Yurdu Mecmuası - Mevlana Özel Sayısı, s. 1 1 0

57


Mücahidin-i Mevleviye alayı kumandan muavini Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhi Abdülbaki efendi, Alay Sancağını, alay kumandanı Veled Çelebi'ye vermek üzere Harbiye Nezareti önünde teslim aldıktan sonra. . .

Harb-i Umumi'deki Mücdhidin-i Mevleviye .Alayı hak.kın­ da Resuhi Baykara'nm anlattıklarını aşağıda veriyoruz: ( ll 1 9 1 4 yılında Bosna'da patlayan bir tabanca, dünyanın ileri gelen devletlerini, siyasetlerini onlara bağlamış küçük devletlerle beraber harbe sürüklemişti. . .

( 1 ) "Biıinci Harb-i Umumi'de Mücahidin-i Mevleviye Alayı" . Yeni Taıih Dünyası, Nu. 3, 1 5 Ekim, s. 1 06- 107, 1 23

58


Gerçi. nisbeten basit sayılabilecek bu suikast, bu harbin asıl müsebbibi değiidi. Siyasi ve iktisadi savaş çok daha ev­ vel başlamış, sözü kısaca, daha doğrusu en modern harb silahlarına bırakmak zamanı gelmişti. Adeta, büyük fırtına ve kasırgalara takaddüm eden . şimşek ve gök gürültüsü gibi, ufak çaplı tabancanın patlaması da, bu feci ve insanlığa servetler, çok kıymetli maddi ve manevi varlıklar kaybına mal olan harbin başlamasına başlangıç olmuştur. Avusturya-Macaristan Veliahdı'nın öldürülmesinden zavallı Mehmetçik niçin ızdırap çekecek, yurdundan ayrı düşecek. garip diyarlarda harb edecek, şehit olacak yani bütün ömrü boyunca sakat kalacak veya yıllarda esir olacaktı. O , bu ölümle alakadar değildi, ama devleti, Osmanlı İmparatorluğu . daha doğrusu iktidarda bulunan parti, İtti­ had ve Terakki Fırkası kendi siyasetini Almanya siyasetine uydurmuştu. Ve bir gün Akdeniz'de İngiliz filosunun önünden kaçak Almanların en son sistem iki zırhlısı, Göben ve Breslav, Ça­ nakkale'de Türk sularına iltica etti ve İngilizlerin mütemadi protestolarına rağmen, İstanbul boğazına alınan bu gemiler güya bizim tarafımızdan satın alındı ve Osmanlı donanma­ sına ilhak olundu. Haddi zatında bu , muazzam siyasi ve askeri bir dalavere idi. Gemilerin parası ödenmemiş, batta içindeki Alman mü­ rettebat da alınmamıştı, sadece başlarına birer fes giydiril­ mişti. Osmanlı devleti yine harbe girmemişti. bitaraftı. Fakat bir gün, mışıl mışıl uyuyan İ ttihad ve Terakki erkanının haberi olmadan birden bire Karadenize açılan Göben ve Breslav, Ruslara hücum etti . Harbe fiilen girmiştik. Yapılacak tek çare kalmamıştı. Umumi seferberlik Haniyle cephelere asker sevki. Hükümet harbin bu gibi maddi cepheleriyle uğraşırken, manevi cepheyi de ihmal etmek istemiyordu . İstikbalin çok karanlık olduğu görülen bu badirede, milletin maneviyatını takviyeye lüzum görülüyordu. Osmanlı padişahının aynı za­ manda müslümanlann halifesi olmasından istifadeye kal­ kan hükümet bir "Cihad-ı mukaddes ilan etti. Bununla

59


düşmanları olan İngiliz ve Fransızların idaresi altında yaşa­ yan müslümünları, onlar aleyhine ayaklandıracak ve güya onların başına muazzam bir gaile açacaktı. Hatta Şeyh Sunılsi, etrafındaki mücahitlerle bu Cihad-ı mukaddes'e katıldı, ama Suriye ve Arabistan'daki Araplar İngilizlerle be­ raber bize karşı savaştılar. Senegalli müslümanların da Ça­ nakkale' de adeta hayatlarını istihkar ederek askerlerimize hücumları da malum. İşte halkın maneviyatını takviyeye lüzum gören hükü­ metin düşündügü ve fiiliyata çıkardığı diğer bir teşebbüs de "Mücahidin-i Mevleviye Alayı"dır. Mevlevi şeyh ve dervişlerinden İstanbul' da bir alay teşkil olundu . Bütün mevlevilerin bu alaya kayd olunması bildi­ rildi. Dervişler nefer, onbaşı, çavuş oldular. Şeyhler de muhtelif rütbelerde subay . . Mamafih bu alaya, diğer tari­ katlardan hiçbir tarikat intisabı olmayanlar da yazıldı. Fakat hepsinin başına bir mevlevi sikkesi giydirilerek Mevlevi ad­ dolundular. Başlarına, o zaman Konya'da bulunan Hazreti Mevlana D ergahı şeyhi ve mevlevilerin en Ulu'su sayılan Veled Çelebi (İzbudak) alay kumandanı tayin olundu . Ta bu müslüman­ l ann bilfiil Osmanlı cephesinde çarpışması da mümkündü. Gerçi yalnız kendisi Konya'da bulunuyordu. Teşkil olunan alayı ve sancağı alarak Konya'ya, Alay Kumandanı'na, Veled Çelebiye vermek vazifesi, Çelebi efendinin İstanbu'da Kapı çuhadarı (yani vekili umuru) olan Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhi Abdulbaki Efendiye tevdi olundu. Harbiye Nezareti (şimdiki İstanbul Üniversitesi merkez binası) önünde yapılan merasim edilen duaları müteakip Alay sancağı, Şeyh Abdulbaki efendiye verildi ve onun riya­ setinde kafile Konya'ya hareke etti. Konya'da, diğer yerler­ den gelen mevlevilerle kadrosunu tamamlayan alay, Hazreti Mevlana türbesi önünde yapılan merasimden sonra, Veled Çelebi'nin kumandası altında Şam'a hareket etti. Şam'da Dördüncü Ordu emrine verilen alayın efradı, muhtelif birliklere verilerek talim ve terbiye gördüler. Bilahare, bir alay halinde değil , diğer birliklerin efradı olarak cepheye gönderildiler. Böylece, alay toplu olarak harbe iştirak etmedi. Esasen

60


Yukardaki resimde, ortada Veled Çelebi, sağında Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhi Abdülbaki Efendi ve Sütlüce Şeyhi Zahir Efendi görülmektedir.

etmesine de askeri imkan yoktu . Alayın müşekkil olduğu efradın harb ve silahla o zamanda kadar hiç alakaı olmamıştı. Bu alay sade. halkın dini hislerine hitap ederek, mane­ viyatını kuvvetlendirmek için teşkil olunmuştur. Mamafih Harb Mecmuası'nın Şaban 1 334 - Haziran 1 332 tarih ve 10 sayılı nüshasında Mevlevi Alayı efradının Dördüncü Ordu'da yaptıkları nişan talimlerini gösteren re­ sim, bu alay efradının fiilen harbe iştirak ettiklerini bize göstermektedir.

61


1330 ( 1 9 1 4) senesinde, Harb-i Umumi dolayısıyla Şam'a giden Mücahidin-i Mevleviye Alayı ile Mevlevi Alayı Kumandanı ve Konya Mev levihanesi Post-nişin'i Veled Çelebi Efendi.

Gazeteci Hikmet Feridun Es'in Veled Çelebi ile yaptığı röportaj zamanın Akşam Gazetesi'nde yayın­ lanmıştı. Röportajı aşağıda veriyoruz: "Hayatımız Nasıl Geçiyor? Ul Veled Çelebi ile ne zamandan beri görüşmek istiyor­ dum. Bir gazeteci olarak orjinal zevkli, orjinal düşünceli bir insanla görüşmek büyük bir zevk olur. Veled Çelebi de tanıdıklarımın içinde en orj inal bulduklarım arasındadır. Son derece alimdir. BM Meclisi dosyasında bildiği diller şöyle sıralanır: Azeri, Uygurca, Kıpçakça, Tatarca, Türk( 1) Akşam.

62

Y.

1 8 , Nu . 6433. 14 Eylül 1 936.


mence, Arapça, Farsca. Büyük bir salonda, büyük bir p encerenin yanında geniş masmavi bir denizin karşısında konuşuyorduk: - Bir insan için, boş zamanlan en iyi en güzel geçir­ menin yolu nedir? diye sordum. - Ben iyi ve güzel olarak boş zamanları şöyle dol­ durmağı münasip buluyorum ve öyle yapıyonım. Vapur­ da, tramvayda, meclis tatillerinde, beş dakikalık istirahat zamanlarımda bile cebimden kitabımı çıkarır harıl harıl okurum. Emin ol evlat, ü.lemalık taslamak için söylemi­ yorum. Hayatta okumaktan daha zevkli bir şey yoktur. Amma okumak da tiryakilik gibidir. Zevk almak için ona alışmak gerektir. Tütün, ilk içenin alışmayanm başını döndürür. Midesini bulandırır. Lakin alışınca, işte oku­ mak da böyledir. - Okumak haricinde, boş zamanlarınızı dolduran zevkleriniz nedir? - Musiki, musikiye bayılınm. - Yeni musikiye mi? - Yani yeni tangolar, fokstrotlar, çarlistonlar, rumbalardan mı bahsediyorsunuz? - Evet. - Bunlara musiki demek bilmem doğru mudur? Musiki ile gürültüyü ayırmanızı rica ederim. Musiki gü­ rültü değildir. Ben yeni tangolara, rumbalara, tahammül edemiyorum. Bir rumbayı başından sonuna kadar dinle­ mek sabrını gösteremiyorum. Musikiye çok düşkünüm, çok meclübum, lakin bu çarlistanlora, rumbalara, foks­ trotlara aklım ermiyor. Bunlar musiki değil. - Sizce en güzel çalgı hangisidir? - B ence ney. . . Ney kadar daussılah, ney kadar içten , ney kadar kalbden inleyen bir çalgı tasavvur edebilir mi­ siniz?

63


- Ney dediniz de, aklıma garip tesadüfle saksafon geldi, saksafonu nasıl bulursunuz? - Saksafon nedir? - Cazbandda bir çalgı ismi. - Emin olunuz hiç görmedim, bilmiyorum. - Peki, fakat cazbandı bilirsiziniz. Cazbandı nasıl bulursunuz? - Cazband, bunların hepsine verilen umumi isimdir değil mi? Uzaktan şöyle cazbandı gördüm. Lakin, diyorum size, bence cazbandı musiki hudutları içine alamıyorum. Cazband bence musiki değildir. - Tiyatroya, sinemaya gider misiniz? - Tabiat varken, tabiatın taklitlerine itibar olur mu evlat. Ben son senelerde iki kere tiyatroya, iki kere de si­ nemaya gittim. Bir koltukta oturup taklit bir tabiat sey­ retmekdense, bir kaya üzerine ilişip hakiki bir tabiatla karşı karşıya bulunmağı tercih ederim. - Başka nasıl dinlenirsiniz? Boş vakitlerinizi ne ile geçirirsiniz? - Çiçek ve bahçe. . . Bahçeye o kadar düşkünüm ki Ankara'da hem Yenişehir'de hem de Çankaya'da bahçem vardır. Sabahleyin kalkar kalkmaz eğer vaktim varsa, he­ men bahçeye çıkarım, güllerimi keserim, çiçeklerimi su­ larım, çiçek koparırım. Şimdi size soruyorum, fani zevk­ lerin yanında bunlar çok yüksek değil mi? - Nasıl çalışıyorsunuz? Şimdi ne ile meşgulsünüz? - Şemdi meşhur Kutadgu Bilik eserini dilimize çevirmekle meşgulüm. Kutadgu Bilik adını işitince alakam ziyadelendi. Son zamanlarda bu isimden pek çok bahsedildi. Lakin bu mühim eserin ne olduğunu çok kişi bilmez. Bunun için Kutadgu Bilik eseri üstünde çalışan en salahiyetli ağız­ dan, Veled Çelebi'den dinlemek istedim. Anlattı.

64


- Zannıma kalırsa Kutadgu Bilik üç seneye kadar bitecek ve dilimize çevrilmiş olacaktır. Bu kitap iki büyük esastan bahsediyor. Birisi Türk'lerin memleket idaresine aittir. Öteki kısım da Türk'lerin ahlak ve adatından bah­ seder. Kitap gayet şairane yazılmıştır. İçinde edebi sanat­ ların ekserisini kolayca bulabilirsiniz. Benim itikadıma nazaran kitabın tercümesi bitince edebiyat alemimizde adeta bir hadise olacaktır. Çünkü Kutadgu Bilik meşhur Şehname'den hiç de aşağı kalma­ yan bir eserdir. Belki de Şehname' den de çok yukardadır. Çünkü Ş ehname esatiri bir takım masallardan ibaretdir. Kutadgu Bilik ise yazıldığı zamana ait Türk'lerin ahlak meselelerini gayet büyük bir hakikatle anlatmaktadır. Mazisini bilmek isteyen her Türk için son derece lüzumlu bir kitaptır. Ben öyle zannediyorum ki bu kitap bitip gö­ rüldüğü vakit İran'lıların bir Şehname günü yaptıkları gibi biz de bir Kutadgu Bilik günü yapacağız. Kutadgu Bilik günü yapmak bizim için bir vazifedir. - Kutadgu Bilik ne demektir? - Kutadmak,

tasdik etmek demektir.

Ku saadet

bahşedici manasına gelir. Bilik ilim demektir. Kutadgu Bilik saadet bahşedici ilim manasına gelir ve hakikaten Kutadgu B ilik'i okuyup bir çok şeyler öğrenmek de insana saadet bahşeder. - B aşka nelerle meşgulsünüz üstadım? - Şayanı dikkat vesikalar bulmuştum . . . Mevlana'nın Rumca yazılmış

şiirlerini

elde

etmiştim.

Bunlar

ilim

aleminde son derece kıymetli birer vesika idi. Gariptir Arap alfabesi ile yazılmış Rumca şiirler. Konya' da buldum. Lakin Konya Rumca'sı ile ve Arap harfleri ile yazıldığı için bunların tercümeleri çok güç oluyordu . Ne yazık ki bu gayet edebi vesikaları kaybettim. Yü­ reğim cayır cayır yanıyor. . . "

65


Abdülhak Şinasi Hisar, Türk Yurdu Dergisi'nin 244. sayısında, Mayıs 1 955'de, "Veled Çelebi ve Necip Asım" başlıklı bir yazı yazmıştır. Yazıyı aşağıda veri­ yoruz r ı ı . Ocağa dair e n eski hatıralanm arasına milliyetçi iki muharririmize ait olanlar da kanşıyor: Veled Çelebi ve N ecib Asım. Zira bu iki matbuat hadimi daha Türk Oca­ ğı'ndan evvel Türk ırkına Türk Diline, Türk ananesine, Türk ta_ıihine dair mecmua ve grıze:tele:rde yazdıkları ma­

kalelerde

ve

neşrettikleri

küçük

eserlerde

sarahatle

Türkçülük gayesini güderlerdi. İkisi de yazmak ihtiyacı ile doğmuş hüsnü niyetle inandıklarını yaymağa çalışan, birbirleriyle kafadar olan sevimli eski zaman adamlarıy­ dı. Veled Ç elebi'ye dair hatıralarım kendi kısas-ı enbiya zamanlarımız diyebileceğimiz çocukluk zamanlarıma gi­

rer. Bana hikaye ettiklerine göre o vaktiyle şimendiferle­

rimizin henüz işlemediği devirlerde, büyük bir ilim ihtiyacı ile,

Konya'daki ailesinden ayrılarak İstanbul'a gelmiş,

Bahariye Mevlevihanesi'ne yerleşmiş ve orada ilk karala­ malarıyla bir Türk Lügatı yazmağa koyulmuş. İlk refika­ sınm evi de Eyüp Sultan'da cennet misali bir bahçe için­ de, rahat, halavetli, şairane bir yalı imiş. Bu yalı bir ak­ şam alev alev yanmağa başlamış. Meğer kendilerine sekiz yüz altın gönderilmiş olduğunu bilen hizmetçi kadın bu parayı çalmış ve bunu çaldığı anlaşılmasın diye, yalıyı, içindeki eşyaları, kitapları ve yazılmakta olan lugatı ateşe vermiş. Veled Çelebi ve haremin ailesi Beykoz' daki köşk­ lerine taşınmışlar Beykoz 'da oturan Ahmet Midhat Efen­ di, Veled Çelebi'ye kütüphamesini açarak bütün kitapla­ rından istifadesini temin etmiş ve o zamana kadar yazmış olduklarını bir meşk telakki ile kitabını yeniden yazma­ sını tavsiye etmiş. O da eserini tekrar yazrnağa koyulmuş .

( 1 ) Hisar, Abdülhak Şinasi "Veled Çelebi ve Necib Asım", Türk Yurdu, Nu. 244 Mayıs. 1955,

66


Çocukluğumda annem veya büyükannelerimle birlikte her odasında bir "Ya Hazreti Mevlana" levhası bulunan Bahariye Mevlevihanesi'ne gittiğimiz günler Veled Çele­ bi'ye orada rast gelirdim. O b enim insanlar arasında mu­ harrir olarak tanıdıklarımın üçüncüsü veya dördüncüsü idi. Kendisini bir lisan, bir tarih alimi olarak görürdüm. Yine onun "Türk Dili" adlı olacak eseri , ilk inandığım bü­ yük kitapların üçüncüsü veya dördüncüsü olmuştu. Daha sonraları, Veled Çelebi'ye, Bahariye Mevleviha­ nesi'nden başka yerlerde de rastgelmeğe başladım. Onu nerede görsem bana hep bir Mevlevi ayini içinde dolaşıyor gibi gelirdi. Bizim daha varmadığımız malümatıyla daha ziyade Şarklı görünürdü. O, bilmediğimiz Mesnevi'yi iyi bilir, Sultan Veled'in şiirlerindeki Türkçe mısraları zikre­ der. Fuzuli' den bahsederken de Çağatayca yazan bazı şa­ irlerin onun üzerindeki tesirlerden bahsederdi. Kendi ya­ zılarını ve şiirlerini neşrettirebilmek için sansürden çektiği sıkıntıları ve sonra kendisinin matbuat sansürlüğü etti­ ğini hikaye ederdi. Halid Ziya'nın Aşk-ı Memnu' u tefrika olunurken Servet-i Fünün'da sansür bulunan kendisi ol­ muştu . 1 908'de Meşrutiyet'ten sonra ve Türk Ocağı'ndan çok evvel bir Türk Derneği kurulmasına ve bu dernek vasıta­ sıyla da bir Türkiyat mecmuası neşrolunmasına karar verilmiş . Veled Çelebi de bu yolda çalışmalara iştirak et­ mişti. İşte bütün bu hatıralar tesiriyledir ki ben ırkımızın tarihini ve dilimizin muhtelif kollarını iyi bilen bu milli­ yetçi muharrirden Türkçülük bakımından çok istifade edileceğini düşünmüştüm. Fakat 1 9 1 l ' de Türk Yurdu in­ tişare başladığı zaman Konya'daki Çelebilik müessesinde bir nevi hal'i hadisesi vukubulmuş ve eski çelebi maka­ mından alınarak yerine Veled Çelebi tayin olunmuştu . . Dolayısıyla 1 9 12'de Türk Ocağı kurulduğu sırada o , Kon­ ya'da çelebilik Post-nişini bulunuyordu . . Hazreti Mevlana vaktiyle coşkun bir cezbe içinde şiir­ ler söyleyerek sem'a ettiği için bundan yedi yüz sene sonra onun felsefesini anlamak ve şiirini duymak maksadıyla

67


Konya'ya gelmiş olan MAURİCE BARRE S, Mevlevihaneyi Semahaneyi seyretmiş ve Mevlana'nm sandukasını ziya­ retle kendisinin hafidi ve hatırasının muhafızı ve mürşidi olan Veled Çelebi' nin izahlarını uzun uzadıya dinlemiş ve sözlerini birer binbir gece hikayesi gibi, uzun uzun kay­ detmişti. Seyahatnamesinin ikinci cildinin bir kısmı onun söyledikleridir. Veled Çelebi kendisinde ince bir adam te­ sirini bırakmış, imzasıyla resimini vermiş ve o da bunu kitabına dercetmiştir. Veled Çeleui, sonra Çelebilik'ten ayrılmış , İstanbul'a dönmüş, İstiklal Harbı sırasında tekrar Ankara'ya gitmiş, mebus ve Dil Cemiyeti'ne aza olmuştu. Yıllardanberi yaz­ mağa uğraştığını bildiğimiz, o 1 2 ciltlik Türk Dili'nin ne olduğunu bilemiyorum. Daima hamarat görünen Veled Çelebi, süslü, uzun şekilli, güzel bir çocukça yazısıyla muttasıl bir şeyler ya­ zardı. O, anlaşılıyor ki yazmak kabiliyeti ve ihtiyacıyla doğmuş insanlardan biriydi. Muharrirler arasında en çok yazı yazmış olanlar, hatta gazeteciler bile değil, fakat ya­ zılarının basıldıklarını görmek ihtiyacını duymadan ya­ zanlardır. Bunların tabedilmemiş yazılan denizleri dol­ durur. Barres'in meşhur olan kırktan fazla defteri bulun­ duğu gibi, Veled Çelebi'nin de daha basılmamış bazı ki­ taplarından maada birçok hatıralınnı, müşahedelerini, hislerini, manzumelerini ve hatta öğrendiği mısraları ve beğendiği beyitleri ve kimbilir daha neleri kayıt ettiği kırka yakın defteri vardı. Bunların da şimdi ne olduklarını bi­ lemiyorum. Muharrirler ölünce çoklarının yazılan da öl­ müş oluyor.

68


ÜÇ ÜNCÜ BÖLÜM Veled Çelebi İzbudak'ın Eserlerinden Seçmeler Bir Mevlana torunu oloırak Konya'da 1 869 yılında dünyaya gelen Veled Çelebi'ye Mehmet Bahaeddin Veled adı verilmiştir. Mevlevi tarikatının zengin kültürü içinde büyümüş, medreseye devam ederek İslamı ilimlerin he­ men her sahasında bilgi sahibi olmuş ve eserler vererek yazı aleminde Veled Çelebi ismi ile tanınmıştır. Kanundan sonra da İzbudak soyadını almış olan Veled Çelebi, 1 923 yıllarından sonra Ankara' da milletvekili olarak hizmet et­ miş , ömrünü kapsayan başlıca çalıştığı konu Türk Dili olmuştur. Biz Veled Çelebi'nin eserlerinin bazılarından örnekler vereceğiz. Yazarımız, yazı hayatının ilk dönemlerinde Bahai: takma adıyla da bazı şiirler ve yazılar yazmıştır, bulabildiğimiz kadar eserlerinden bu isimle örnekler sunmağa çalıştık. V. Çelebi'nin aile kitaplığımızda bulu­ nan özel defterindeki bazı şiirlerden ve anılardan da seç­ meler vermek istedik. Araştırmalarımız sırasında, dil konularındaki çeşitli bilimsel eserlere önsöz yazılmasının tanınmış yazarlar ta­ rafından istenmiş olduğunu görüyoruz. Herbiri bir maka­ le, hatta eser niteliği taşıyan bu yazılar önsöz de olsa, uzun yıllar bu konularda çalışmış olan yazarımızın değerli görüşlerini ifade etmesi bakımından, çalışmamızın "ESERLERİ" bölümünde, yazarımız Veled Çelebi İzbu69


dak'ın yazdığı önsözlerden örnekler vermeyi uygun bul­ duk. Dilimiz hakkındaki problemleri ele alan, o dönemin yeni görüşlerini ortaya atan Veled Çelebi'nin bu ç eşit ya­ zılan ilgi çekicidir. Yazanınız 1 880 yılanndan itibaren nesir ve nazım olarak eserler vermiştir. Zamanın ağdalı dilini kulladığı gibi son yıllarda açık Türkçe ile yazmıştır. Kendi el yazısı ile meydana getirdiği eserlerdeki sülus yazısı her zaman olcun..'llası kolay olaı."'Ila..."'Tiaktadır. Bu nedenle eserlerinin içinden seçtiklerimizi, sırasıyla önce kitaplarından onra makaleleri ve nazım biçiminde olan yazılarından örnekler vererek sunacağız.

A Kitaplarından Bazıları: Türk Lugatı -

Veled Çelebi İzbudak 1 2 cilt lügatını yazarken kırk yıl uğraşıp el yazısı ile tamamladığı bu lügat için mükemmel bir lügat olmadığını, toplum için iyi ve sağlıklı bir lügatın yazılması için şu şartların gerektiğini söyler: "1 Anadoludaki bütün lehçeler ele alınmalı. Halk arasındaki darbımeseller, şiirler, bilmeceler, masallar er­ babı tarafından toplanmalı. -

2 Kütüphanelerdeki eski yazılmış lügat kitapları di­ vanlarla bütün eski Türkçe mensurat basılmalı ve onlar­ dan lügat iktila olunmalıdır. -

3 Büyük Türkistan'ın başlıca lehçeleri ile eski yeni eserleri kamilen celb edilmelidir. -

4 - Lügat yazan bir heyet olup içlerinde bir iki tane ilm-i lügata vakıf lügatçı , e dip , Ulüm-u tabiiyeye hasseten nebatat ve hayvanat, tabakat gibi arzımıza şiddetle mer­ but ilimlerin erbabı ile mümkün olursa Fransızca, İngi­ lizce, Almanca bilir zevattan mürekkep olmalıdır. 7 Ekim 1 926"

70


Türkçülerimizden yazar Necip Asım Bey, Veled Çelebi Efendi'nin dil sahasında Türkçülüğünün asıl 1 897 tarih­ lerinde başlamış olduğunu şöyle yazar: "Aynü'l -Hayat'ın gözden geçirilmesinden sonra Hazretin Türkçeye vukuf ve istidadını anladım. Kendisi için gelişme ve millet için hayır sebebi olur ümidiyle Türk kelimelirini toplamaya teşvik ettim. Yazma, basma, eski yeni bir çok kitaplarımı kendi­ sine verdim. O da bunları tamamen okuyup kelimelerini ve şahitlerini defterlerine kaydetti. Kendisi de tedarik et­ tiği kitaplan ve kütüphanedekileri böylece ekledi. Türk dili isimli büyük lügat kitabını hazırlamaya başladı. " Veled Çelebi de dostunun bu hikayesini şöyle anlatı­ yor: "Matbuat aleminde Necib Asım üstadımızla görüş­ tüm. Kendisini müfrit bir Türkçü buldum. Osmanlı ede­ biyatının mükellef şiirlerini, nesirlerini , tabii ve makul bulmuyor. Türklerin en hakiki edebiyatı halktan doğan ve halka hitap eden eserlerdir, diyordu. Ben o uyarmaları o vakit hakkiyle kabrıyamamış olduğum halde yaradılışım­ da bulunan 1 6- 1 7 yaşında, Abukşa'yı kopye etmeye beni yönelten anadan doğma istidadım, beni Türkçü yapmıştır. Necip Asım'ın teşvikiyle bir Türk Lügatı yazmaya kalkış­ tım" diyen Veled Çelebi böylece çok emek verdiği Lügat'mı meydana getirmiştir. Oniki ciltlik eserin hemen her sayfası, üzerinde uzun uzun çalışıldığını gösteren haşiyeler ve tashihlerle dolu­ dur. Aynca icabettiği yerde kelimelerin kullanış tarzını gösteren darbımeseller, atasözleri, tabirler. mısralar, ma­ niler, cümleler konulmuş, bu şahitlerin alındığı kitaplar işaret olunmuştur. Veled Çelebi yekünü 2 3 5 6 sayfa olan lügatı yanın asra yakın bir çalışma sonunda ortaya koyduğunu şu dörtlüğü ile anlatıyor:

71


"Binlerce mücellidatı bir bir dittim Ta gaye-i vüs-ı beşere yettim. Türk'ün bu muazzam diline leyl'ünehar, Tam kırk yılını hayatımın sarf ettim."

Türk Dili lügatının temize çekilmesinde Kilisli Mual­ lim Rifat'ın (Bilge) takdire şayan mesaisi özellikle belirtil­ miştir. Kırk sene çalışılan eser yazılıp bittikten sonra yine üzerinde kelime kelime durulmuş, birkaç kez gözden ge­ çirilmiş ve her seferinde yeni bilgiler, yeni açıklamalar ilave edilmiştir. Önsözden Veled Çelebi'nin eser için açıklamasını kapsayan bir bölümü sonuyoruz: "Kıymetli Kaıi'lerime, (Türk Dili) İtiraf edeyim ki gençliğimiz için asri mü­ kemmel bir eser değildir. Yani içindeki Lügatların yeni yolda yazılması, dizilmesi, tarifatı kusursuz bir halde de­ ğildir. Aşağı yukarı mevcutlar gibidir, belki mevcutlardan biraz ihatalıdır. Türk diliyle kırk senedir uğraşıyorum, onun için bu lügat kitabını toplamaya başlamaklığım çok eskidir, Şu yirmi otuz sene içinde geçirdiğimiz inkılabatın tenevvüü tahalüfü kadar bu eserde de intibaat görülür. Malumdur ki bizim lügatımız bu kitap içindeki senelerden beri top­ zamanın imlasıyla, inşasıyla ladığım Lügatlar o telakiyatıyla vücuda gelmiştir. Bu mütenevvi telakkiler, lügat olmak hasebiyle şu kitabın her cihetine karışmıştır. Bu sebeple bazı kelime zımmında geçirdiğimiz eski dev­ relere ait ve münasip sözler de görülür. B elki bunlar ku­ sur olmaktan ziyade tarihi lisanımıza, harsiyatımıza ha­ dim olur mülahazasıyla kitabımı yeni baştan tebziye kal­ kışmadım. "

72


73


74


Veled Çelebi

"Türk Dili Lü.gatı"

isimli eserlerinin

sayfalannda yer yer çıkmalar yapmış, şerhler düşmüştür. Biz bir sayfasından örnek vermek istiyoruz. Dikkatimizi çeken, kelimelerin açıklamalarını yaparken çok etraflı ele alışı ve deyimlerle örnekler verişidir. Örnek veriyoruz: İzbudak'ın bu derya lügatından aldığımız bazı keli­ meler:

İnsan

: Adam, beşer, insan akıl ve zekasıyla sair

hayvanattan mümtazdır. İnsaniyetli, vicdanlı adam, M ertli Kamil. (Ben onu in­ san zannettim)

İnkılap

: Başka kalıba dökülme, ifrağ olma, deyişim,

tahavvül, ters dönme .

Ev

: Nevii beşerden beher ailenin ayrı olarak ikameti­

ne mahsus mahalki taş ve keresteden veya tahtadan olur.

Ev adamı (Pek teklifsiz mahrem adam) Ev eşyası: döşeme takımları, ev bark çoluk çocuk hane halkı birlikte, Evce bütün hane halkı birlikte, ev, aile .

Bey :

Büyük, zengin, bay, ileri gelen adam, baş, reis,

aşiret beyi, hakim, emir, vali, prens, amir, zabit, kuman­ dan, aleybeyi , sancak beyi , Ali b ey, Hasan b ey . . kayma­ kam bey, iskambil oyununda kaat birlisi, kupa beyi, arı beyi (Arılann klavuzu) alay b eyi (Jandarma alay kuman­ danı) miralay rütbesine muadil rütbeye haiz. B ey balığı, Mersin balığı, p eygamber çiçeğinin bir nev'i bey burun, boy b eyi (küçük aşiret ağası) çiçek b eyi (çiçeğin kabacası) Rumeli, Beylerbeyi, külhanbeyi (Sokak çapkını, haylaz, derbeder çocuk)

Beg : İmam, melik, padişah . Peygamber : Taraf-ı ilahiden

haber getirip evamir ve

nevahi-i İlahiyeyi tebliğ eden zat. nebii resul. .

"Ateş

: Yakıcı, parlayıcı madde. Aslı Süryani olup Fa­

risi, Azer, Türkçe od'dur. Muhittülmaarifte tafsil edildiği

75


veçhile od ile ateş bir asıldandır. hatta Azer de öyledir. Ateş eski Türkçe'de (o taş) tır. Anadolu'da bir kısım halk (ataş) ve bir kısmı da (ateşde)ler ki her ikisi de ahenge muvaffıktır. Ateş hem ahenge mugayır hem de lehçemize mal edilmemiştir.

Ateş

Hareret, humma hastası, ateşi pek çok

Ateş

J'�l\:_ere silah attırmak için kuma.11da

Ateş talimi Ateş vermek

Silah atma talimi Yangın yapmak, yıkmak, fitile ateş tutmak.

Ateş yakmak

Yakıcı bir madde ile yanıcı şeyleri ateşe tahvil etmek.

Ateş almak

Yanmak, patlamak, iştigal, feveran-ı gazab , kızdırmak hiddetlenmek.

Ateş etmek Ateş pahasına Ateş balığı Ateş püskürtmek:

silah boşaltmak Pek pahalı taze sardalya, tirhoz. Pek hiddet etmek, ağır sözler söyle­ mek.

Ateşçi

Fabrikalarda, vapurlarda ocak yakan amele

Ateşlenmek Ateş çıkmak Ateş çıbanı Ateşi

Kızmak hiddetlenmek

Ateşi meşreb Ateş gecesi

76

Bir mahalden ateş zuhur etmek Uçuk Ateşli, ateşe müteallik, ifadeleriyle li­ sanımızda bazı tabirlerde kullanılır. Gayet hiddetli Hazreti Yahya'nın doğduğuna tesa­ düf eden onikinci gecesi (Putperestlik zamanında köylülerin ateş yakıp oy­ nadıkları gece)


Ateş böceği

: Erkeği kuyruğundaki fosfordan gece­ ri şule verir. Uğur bir böcektir. Şeb­ tab şeb-efruz

Yaylım ateşi : Askeri birlikte ateş zamanı Ateş uyandırmak : Ateş yakmak Ateş yağdırmak : Gazabın şiddetinden bağırıp çağır­ mak

Ateşe vermek Ateşbaz

: Yangın yapmak-yakmak : Hokkabazlardan ateşle icra-i sanat eden

Ateşperest

: Ateşe tapan-mecusiler, zerdüşt mez­ hebine mensuplar.

Ateşgede

:

Mecusi mabedi

Yukarıda verdiğimiz örnekler içinde kelime açıklama­ ları , yer yer halk edebiyatından, divan edebiyatından de­ yimler, atasözleri, mısralar ve beyitler ile süsleniyor. (24. sayfa)

Ateş kayığı

: Yangın tulumbası nakline mahsus büyük filika

Ateş gibi

Faal, işgüzar, seri, zeki, hiddetli aya­ ğına çabuk

Ateşi kesmek

düşmana karşı top tüfek atmayı bı­ rakmak

Ateş kesilmek Ateşlenmek

hiddetlenmek, kızmak

Ateşlik

Ateşli

: Topu tüfeği vesaire yanıcı şeyleri tu­ tuşturmak. : Ateşi koymağa mahsus kap ki ekse­ riya kahvehanelerde olur. Ayaklı saplı küçük kaptır. İçine bir parça kül, bir parça ateş koyarlar. Hararetli .

77


Tanrı: Tenri : sema ve şafak demek olan tan' dan -ilah, mevla huda. Osman Gazi Oğlu Orhan, vasiyeti meydanında dedi ki: Bir kimse kim sana Tann buyurmadığı sözü söylesin, anı kabul etme, eğer bilemezsek bilene sor didi.

Tenri: Tibet dilinde (Tank) yüksek ve ali manasına­ dır. Tann yarlığasuni

Taassup: Kendi doğru sandığı şekl-i islamisinden başka hiçbir din ve mezhep , tarikat ve meşerebin usul ve adabını, doğru eğri muhakemeye lüzum görmeden onlara karşı münaferet göstermektir. Bu günkü taassup İslamiyete isnad olunan birçok gayr-i makul ve gayri matlüb hurufü.ta körü körüne sadakattir. İslam din-i cihandır, onda taassup olamaz.

Türk: Dünyanın en büyük en şerefli en yiğit milletidir ki tfuif ve tavsifden müstağnidir. Esasen Asya Kıtasının şimali garbi cihetinde münte­ şir bir büyük ümmet ki: Oradan tevarih-i muhtelifede cihangirlikle cenup ve garba doğru yayılarak Avrupa'nın dahi şarkı cenubi cihetlerine sokulmuşlardır. Şuabat-ı muhtelifeye münkasim olup gablel islam (uygur) ve el­ yevın (Çağatay) ve (Osmanlı) şiveleri lisans-ı edebiye nail olmuşlardır.

Töre : Kanun, nizam, yasa, adet, temel, esas, kök, kanun esası, Oğuz Peygambere nazil olan kitap esmfuııdır. Tüzük, Örf, her kavmin, her adamın ittihaz eylediği usul ve kaide, terbiye. Türkistanda asil manasınadır. "Bu adam töredir. "

Tahkik : Bir şeyyin hakikatini arama, sarih olup ol­ madığını meydana çıkarma. Cemaat : Bir yere toplanmış insanlar, takım, bölük. 78


Bir imama uyup namaz kılan müslümanlar heyeti. (Cemaate göre imam)

Hak

:

Doğruluk.

doğru ve gerçek olan

şey.

Batıl

mukabili, adil adalet, hakkaniyet insaf, bir adama ait olan şeyi alacak, (hakkım isteyen.) Bir fiil ve amel ve rahmetin ecri.

Emek hakkı, Ayak hakkı:

bir adamın sebk itmiş

emeğine mukabil müstehak olduğu ecri, maddi veya ma­ nevi, (muallimin hakkı büyüktür.) Pay, hisse, (Makas hakkı, makas payı) (Allah hakkı için) (Hakkından gelmek.)

Cenab-ı Halik kazanmak.

Devlet :

: Hak Teala (Allah) Hak itmek, istihkak

Nimet, talih, saadet cah ve nimet: servet ve

saman, müstakillen idare olunan hükumet ve ülkesi.

Din :

Allah, ibadet ve maneviyata itikat hususunda

her milletin tuttuğu yol. Paygamberin Tanrı tarafından getirdiği kitap duru­ munda insanların Tanrısına, Peygamberine karşı vazife­ sini dünyada ve ahirette hak rızasına saadetini muntaza­ man camii ahkamından ibarettir. Soluk

nefes,

manasına

can

ruh

manasına

da

müstamildir.

Sevgi : Muhabbet, aşk, şefkat. Sevgili : sevilen, mahbüb , habib , dost, aziz. Sulh : Barışık, banşma, iki muharib , iki davacının sulh olması.

Kadın :

Aslı emretmek olan (katlamak) dan kadun.

Hatun (kibar karısı) hanım, ünas taifesi, hanımdan dün (aşağı) olarak teşrif ünvanı, kadın kadıncık (terbiyeli, toplu ve müdebbir kadın) kadın göbeği, kadın nine , kadın efendi, emire , kraliçe.

Koca : Büyük ağaç , azim, cesim, bina, ihtiyar, yaşlı, pir, eski, kadim, meşhur, muktedir, müdebbir, büyük,

79


akil, er, zevç . Farsça havace kelimesi hoca şeklinde Türkçeye gir­ miş, bazen ekabir ve eşrafın, bazen benami Tüccarın ün­ vanı olmuş, B edehu muallim manasına elyevm şayidir.

Millet

cemaat.

: Din, mezhep , bir din ve mezhepte bulunan

Fazilet : Değer, kadir, meziyet, hüsnü ahlak, ahlak-ı hasane, iffet, ismet ve namus . Aşk :

sevgi, sevda, muhabbet, alaka, ibtila.

Allah aşkına, pir aşkına, filanın aşkına. Aşk kelimesinin halis Arabi olduğu mesşükdur. Lugatlar (aşka=lebelab öksüz oğlan urganı) denilen şar­ maşık manasından alınmıştır. diyorlar. Aşk'ın cahili­ ye'den delili yoktur. Kuran'da Hadis'de yoktur. Hulle-Ahlak : İyi ve kötü huy

Mevlana :

Bazı büyük ülema ve meşayihe verilen

ünvan. Mevlana Celaleddin Rümi Hitap'da yahü! makamında kullanılır. : Mevlana Celaleddin Rumi hazretlerine mensup ve tarikatı filiyelerine tabi olan. Mevlevilik : M evlevi olma, tarikatı mevleviyeye in­ tisab.

Mevlevi

Mümin : Vahdaniyete ve Muhammet Mustafa (A.A.V.) efendimizin nübuvvetine ve sair erkan-ı dini islama ina­ nan, iman sahibi, müslim.

Münafık : Nifak ilga eden, iki yüzlülük eden, vakt-i saadette yalandan izhar-ı islam edip hafiyyen küfürde sabit bulunanların b eheri. Ahiret : Sonraki demek olup , insanın öldükten sonra varacağı alemdir.

80


UGUZ ATA ORHUN ABİDELERİ Veled Çelebi İzbudak'ın Uğuz Ata Orhun Abideleri adlı kitabı iki kısım halinde kaleme alınmıştır. Birinci kısmı Uğuz Ata, ikinci kısmı ise Orhun Abideleri, adını taşımaktadır. Cumhuriyetin kuruluşunda milletimize ye­ ni ve milli bir kimlik araşıyı esnasında Orta Asya Türk Tarihine el atılmış ve bu konudaki Türk eserleri, yazarın kalemi ile Türkiye Türkçesine kazandınlmıştır. Bugünkü kuşaklar için de çok önemli ve uyarıcı bilgi kaynağı olan bu anıtlar bugünkü Kazakistan topraklarında Orhun Nehri yakınında dikilmişlerdir.

Eserin ilk bölümünü aşağıda veriyoruz: Uğuz Ata Tarihin erişemediği on binlerce yıldan b eri Türklüğü , Türkleri idare eden atalarımızın yalnız kahramanlıkta de­ ğil halkın terbiye ve idaresinde de ne hakim, ne terbiye görmüş, ne cihan gezmiş büyük adamlar olduklarının küçük bir nümunesi olmak üzere Uğuz Ata'nın bize eri­ şebilen idari ve içtimai kelamlarından en mükemmelini yazıcı Ali, (Selçukname) si başında yazmıştır. Ünlü ve ulu atalarımızın kendi usulü ile birlikte türlü milletleri egemenlikleri altında nasıl yaşadıklarını bizden sonraki nesle anlatmak için o mübarek ve kutsal sözleri bu günkü dilimize çevirdim. Eskiden kullandığı halde sonraları unutulan kelime­ lerin bu günkü karşılıklarını da ayrıca gösterdim. İmlada dahi bu günkü şivemizi tercih ettim. Veled Çelebi İzbudak

81


Uğuz Ata Uğuz ata, tamam Türkistan ve İyran ve Turan'ı zabt ve teshir edip iksi yurduna vardığı vakit mecmuu oğulla­ rın ve oğul oğulların devşirip her yerden ve illi ilinden; boylu boyundan getirip bir ulu toy etti. Her birine cevahir, altın, gümüş ve murassa'hil'atler ve mertebeli mertebesince vilayetler verdi. Dahi eyitdi ( l l : ey benim oğullarım ve ciğer köşelerim! üş (2) ben pir oldum, ahirete nakletmem yakın oldu, size

l1er ııasilıat ve öğüt ki veririm gerel�dir ki: ca..-rı kulağıyla işidip onu saadet ve devlet bilip onunla amel kılasımz ve oğlanlarınıza ve zürriyeta soyunuza dahi b enim öğüdüm ve sözüm ve vasiyetimi deyiniz. Onlar da anınla amel edip zeman döndükçe oğul oğullarına söylesinler, yetirsinler( 3l madem ki dünyada olasınız oruk ve soyunuz bu öğütler ile amel ederlerse dünya memleketlerine sahip olalar. Hiç düşman onlara zafer bulmıya ve dinlerin yavu(4l kılıp azmıyalar. Hemşire din ve dünyaları mamur ola. Şal vakit ki benim öğütlerim ve türüm(5 ) ile amel et­

miyeler lacerem bir birine uymıyalar olsebeble onların üzerine düşman galib ola, her biri bir iklime düşe. Tacik(6l ve oturak(7) ile karşılar, boylu (Sl boyunu ve süğük(9 ) ünü unudalar. dedi. Dahi halvet edip altı oğluna ve yirmi dört oğlanları oğlanlarına eyitti. Biriniz bir ok verin! aldı elile ufaltdı ve ikisine iki ok verin dedi; verdiler, aldı; ufaltdı. Üçünden birer ok diledi, dizine vurup ufaltdı. Altısından birer ok diledi, dizine vurup ufaltamadı.

( 1 ) Ayırtmak, eyitmek: söylemek, demek. (2) üş : i şte. (3) Yetirmek: yetiştirmek, nakletmek, söylemek haber vermek. (4) Yavu: gaib , yitik. (5 ) Türü: Türe, nizam, kanun, adet. (6) Tacik: Tazi, Türkün gayıi: tak, yabancı. (7) oturak: Mükim, yerli, şehirli (yürük ve göçebe olmıyan) . (8) Boy: Ulus' dan sonra en çok Türk cemiyet ve cemaatı. (9) Sügük: Kemik, Bir Türkün kendi ailesi yedi atasının mensub olduğu hanedan, daha ilerisi (oruk) ve soydur.

82


Onikisinden birer ok diledi alıp birer iple bağlad1, el­ lerine verdi. Eyitdi: güç ve kuvvetiniz varsa çalışın, görün, ufalta­ bilirmisiniz? Eyitdiler: ufalmaz! Eyitdi: İşbu temsil delilince gerekdir ki biri birinize uyup vasiyetim mucibince: "Gün" Han ola! onun ardınca oğlu "Kayı" Han ola! Madam ki "Kayı" soyundan Han var ola: "bayat" Han olmıya, kendi boy'una Bay ola! "kayı" Han olunca "Bayat" (Sağ kol B eylerbeyi) ola, (Sol kol Beylerbeyi) "bayındır" dir. İşbu tertibce Ağa varken İni sağlık etmiye! yani ulu kardaş varken kici ( IJ kardeş Bay olmıya! "Kayı" han olunca on iki boy sağ koluna ve on iki boy sol koluna dururlar ve altı boydan kendi boy'una oğlunu ve kardeşini (Beylerbeyi) dike. "Gündüz" Hanlarham boyuna dört han ola fakat (ka­ ravol)un başı ve ağası "Bayındır" ve (Çağdol) un "Kınık" dır dedi. Uğuz buyurdu : mecmuu halkı üç bölük ettiler. Akillere ve bilginlere ve ınuhasiblere mal, davar[2) ve vergi toplamak, kahyalık ve vezirlik ve yazıcılık verdi. Güçlü, kuvet.li olanlara okruk(3J verip at gütmeğe gönderdi. Bön ve ebleh kişilerin eline deynek verib deve, sığır, koyun gütmeğe yolladı ve eğitdi ki: kaçan(4J bir yüzbaşı ve

(1) Kiçi: küçük (2) Davar: Her nevi mal , hayvanatı ehliye, koyun keçi [3) Okruk: Kemendi

[4) Kaçan: Haçan, vaktaki

83


elli başı ölse yarar oğlu kamasa onun bölüğünden at'dan anlıyan, ata eyi bakan ve yancıkl l l ında sınmdan kava, çalmaktan, Andız (2) dan ve at gözüne koyacak ot(3) dan gereği kadarını da ima eksik etmiyen kim varsa, başkaları kendinden korkar ve utanır olsa ve kendisi eyer uyanık(4) mı ve oyan (5) söküğünü düzüb dike bilse, yay kurmak ve sarmak da bilir olsa: Onu ol bölüğe ağa edeler. Bin beyi Tümen beyi ölse, yarar oğlu kalmasa: Bin ve Tümen içinde hangisi, bahadır, i:;ı görmüş , çeri kolay(6) ını bilir, savaşlar sınamış kişi ise onu Bay ve Tümenbay edeler. Daima göç edeler, oturak olmayalar. Yazın yaylak(7l yerlerede yürüyeler. Kışın kışlak ve sahil yerlerde yürüyeler, kıtlık görmiyeler. Davarları ank'lamıya (S) kımız (9) ve kanıran ( 1 0) ve süt yoğurt eksik olmıya. Iş ve çırgamakO 1 ) çok olup dinleneler. Onlar sonra eğer beşyüz yıl; bin ve onbin yıl oğlanlar doğup vucuda geleler ve ataları yerine oturalar. Bu yosun0 2l ve türe0 3) ve yasa( l 4) ki beden yadigar kalır, saklayıp ayruksu l l 5J etmiyeler, hem gökten anların devletine meded gele. Daim iyş ve işret içinde olalar. Hak Teala onlara eyilik (1) Yancık: Menşinden yapılmış kese torba, canta (2) Andız : Andız otu (tıb) : Ardıç katranı (3) Ot : İlaç (4) Uyanık : Kırk, parça

Oyan: At gemi Kolay: Malzeme (7) Yaylak: Hayvan yalılacak, otu bol olan yer, büyük mer'a (8) Arık: Zayıf (9) fümız: Kısrak sütü ( 1 0) Kamran: sert bir nevi içgi ( 1 1 ) Çırgamak: Eğlence ( 1 2) Yosun : Tabrat adet ( 1 3) Türe : Adet, usul ( 1 4) Yasa : Ceza ( 1 5) Ayruksu : Muhalif (5) (6)

84


nimetler vere ve alem halkı onlara dua edeler. Ö mürleri uzun ve devlet nimetden berhudar olalar. Vedahi eyitmiş; Çok oğullar ki bundan sonra Hanlardan vücuda ge­ leler onların katında( l ) olan ulular v beyler ve pehlivanlar yasayı kati (2J tutmazlarsa Hanlık ve hükümdarlık işi bo­ zulur ve munkati olur. Vedahi eyitmiş: Tümen beyleri, bin beyleri ve yüz beyleri ki evvel ve ahar geleler ve onlar ki Uğuzun öğüdünül3l tutmıyalar: onlar çerilere başbuğluk edebilirler mi? Onlar ki kendi yurtlarında oturalar, kalalar ve öğüt işitmiyeler: Şol it'e benzerler ki suya düşüb çıkamaz! Veya şal ok'a benzerler ki: Gür(4) saz(6) içinde atarlar yavi(6) kılınır. böyle kişiler serverliğe yaraşmazlar! Vadahi eyitmiş: Herkim kendi evinin düzenin bilirse onbaşı olmağa yarar. Herkim onkişi başarabilirse Binbeyi; bin kişi başaran Tümen beği; bir Tümen başaran Boybaşı ve bir b oya Han olmağa yarar, il ve iklim padaşahlığına yarar. Vedahi eyitmiş: Herkim ki kendi evinin içini arı(7) tutabilirse yurt ve iklimi dahi uğru lSJ dan, yalancıdan arıdabilir. Vedahi eyitmiş: Her onbaşı ki kendi evine yasa koymazsa onu suçlu edip avret ve oğlanile birlikte kabahitli tutmak ve kendi on'undan birini onbaşı etmek gerekir. ( 1) (2) (3) (4)

Katında : Nezdinde, yanında kati : sıkı Öğüt: Nasihat Gür: Çok kesif (5) Saz: Kamış (6) Yavi: Gfilip, yitik (7) Arı: Temiz (8) Uğru : Hırsız 85


Yüzbey, binbeyi ve tümen beyi ve çiriden taşrada kü­ çük bir suç işlese tümenbeğine buyuralar ki binbeylerine

verhem(lJ ede, azarlıya ve bin beyleri yüzbaşlannı dövme­ lidir ki ol suçluyu tutup getiriler, cezası ne ise verile.

Uğruyu ve haramiyi dahi böylece bulub çıkaralar. Suç her kimin hükmettiği yerde işlenmişse ona bulduralar. Vedahi eyitmiş: Her sözki üç bilge ( 2) ona ittifak edeler , ol sözü her yerde demek olur: ve illa ona itimad etmek olmaz. Kendi sözünü ve ayrok kişi sözüdü ol bilgeler sözüne kıyas et, eğer muvafık düşer ise onu söyle ve illa hiç söy­ leme. Vedahi eyitmiş: Her at ki: semizken eyi seğirde ( 3) ve oıta etli ve ank(4 J oldukda dahi yahşi seğirde ol ata yahşi at demek olur. Amma şol atki bu üç halden birinde eyi seğirtmeye ona yahşi at demek olmıya. Vedahi eyitmiş: Ulu beğlerki başbuğ olalar ve tamamen çerici ( 5Jleri birle (6) çün ava giderler : kendi adlarını muayyen kılalar ve daim Hak Teala'ya hayır dua kılıp gönüllerin ona bağ­ layıp hudu d ve cevanibin (. . . . burada bir satır eksiktir) ve "çevriye girince yeni doğmuş buzağı gibi epsem olun. Ve savaş edilecek şol aç doğan gibi k i av üzerine uçar gibi cenge girin" demek gerektir. Vedahi eyitmiş: Er kişi güneş denlu dökeli (7) yerde kendini halka göstere .

( 1 ) Verhern: Azarlama, tekdir. (2) Bilge : Görmüş, akıllı. (3) Seğirtmek : Koşmak (4) Arık : Zayıf ( 5) Cerici : Asker (6) Birle : Birlik, beraber (7) Dökeli : Hep, cümle

86


Hatun kişi gerekdir ki çün, eri ava ve çeriye gitmiş ola ilkin evini müretteb ve bezenmiş tuta. Şöyle ki eğer elçi ( ll veya gayrı konuk (2) eve kona, dökeli nesneyi tertib birle ve düzenli göre. Ve eyi aş pişirip konugun eksik ve gediğini gözete .

La cerem evinin eyi adın çıkara ve kendinin dahi eyi adı her yerde söylene. Eyi er; hatun kişiden malum olur. Eğer hatun kişi yaramaz kedbanu (3 ) olmıyacak olursa erin yolsuzluğu ve tedbirsizliği ondan malum olur. Vedahi eyitmiş: Şöyle ki bezirganlar;

altınlı,

kumaşlar ve

tansuk

(4llarla gelirler assi ( 5) umudu ile gönülleri kutlu ve umutlu olur. Çeri beyleri dahi -gerekdir ki- oğlanlarına ok atmak,

atmak at koşturmak, güreş tutmağı eyi öğreteler; ve onları bu işlerle sınayalar. Şöyle bahadır ve alp edeler ki bezirganların assıya gönülleri inandığı gibi onların da kendi marifet ve bilgile­ rine gönülleri inana, yürekli alp olalar. Vedahi eyitmiş: Bizim oruk'umuzdan (6) mukarrer olmuş yasağa bir kerret hilaf etse: Ona dil ile öğüt vereler. Ve eğer ikinci kerre muhalefet ederse gereği gibi tehdit ve eza ederler.

Üçüncüsünde ona Irak yere: Huten (7) tarafından ıssız yazı (SlJara ki -onda il yokdur, yılda iki kere avcılar varur.

( 1 ) Elçi : Gelip geçen seyyah

(2) Konuk : Misafir

(3) Kedbanu : Ev kadını

(4) Tansuk : Tuhaf, kıymetli ( 5) Assi : Kar, kazanç, fayda

(6) Oruk : Cins, ırk (7) Huten : Çin (8) Issız yazı : Çöl

87


Oraya göndereler. Bir müddetten sonra gert getireler. Us­ lanub akıl olursa ne ala illa zindana bırakalar. Oradan çıktığı halde gene akıllanmasa cümle ağa (ll ve ini (2) diıi­ lib danışalar, onun maslahatını görüb yasağa yetüreler (3) , Vedahi eyitmiş : Tümen beyleıi, bin ve yüz beyleri gereklidir ki kendi çertsi ile yoldaşlaıım yasayıb (4) hazır duralarki her vakit hüküm ola: Gece, gündüz demeyip bineler. Hükümdarlar: Gecelert Hak Teala kapısında dilenci olup eylik ve keramet dilemek ve gündüz halka hükümdar olmak gerekir. Vedahi eyitmiş: Sonra gelenler, önden gelenlerin eser ve hayrını boz­ mıyalar, ta onların da hayır ve eserleri cihanda baki ka­ la. Hükümdarlarla bile oturup duran kişiler: şunun gibi kişiler gerekir ki akıllı, ulu ve görgülü , ulu asıl, eyi adlı, an ve pakdamen, tatlı dilli ve cihan görmüş, iklimler gez­ miş eyi ve yavuz sınamış kişi ola! Vedahi eyitmiş: Hükümdarların kedhüda ve veziri bir kişi gerek ki: padişahın malinden dinine yeğrek(5) şefakat ve eda ve ıi­ ayetine hayfetmek reva görmiye. Vedahi eyitmiş: Kulluk etmiş ve kullukdan kalmış kocalan, muhtaç­ ları gözede, nzık vermekle ellerini tuta. Eyitmişlerdir ki: herkim ki düşmüşler elini almıya, serverliğe yaramaya. ( 1 ) Aga : Büyük

(2) İni : Küçük

(3) Yetür : Hüküm ve karan icra (4) Yasamak : Tanzim et, yetiştirmek (5) Yeğrek : Daha iyi, daha ala

88


Vedahi eyitmiş: Hükümdar: Öksüzlerin ve yetimleıin atasıdır, gerek­ dirki öksüzlere şefakat ederler ki atasından yeğ şefkati ola taki bay atayile yoksul ata arasında fark olmıya. Vedahi eyitmiş : İl, ulus ve yurd tutmak ulu işdir. Hükümdar daim öğlü(l) ve her işden haberdar gerek ve her vakıtda Hak Tealaya dua ve münacat etmek de gerek ki onun elinden ve dilinden ve kalem ve kademinden şol nesneler sadır ola ki il ve ulus mülk ve memlekete, dine ve dünyaya yarar ola. Vedahi eyitmiş: Hükümdar ulu işleıi, defter ve diyvan işleıini hünerli ve işler sınamış kişilere ısmarlamak gerek. Sınamadık ki­ şilere iş ısmarlamıya: sonra p eşiman olur. Vedahi eyitmiş: Hain ve suçlu kişiye elbette yasağa yitirmek gerek ki dahi kimse hiyanet ve uğurluk(2) ve haramilik etmiyeler. Güç ve zulum görmüş kişilere dad(3) vermek gerek ki güç ve zulum edici daha beter olmıyalar ki padişah uğru ve haramiyi defetmezse kendi elile il ve kervanını vurur demişlerdir. Zira padişahın ilden temettu ve fayda gördü­ ğü şol helal olur ki yavuzları ilinden defederler, bu sözün kuvvetli delili şudur: Enuşirevanı adil ki küfür üzre öldü, düşde gördüler. Bir hoş hurrem yerde oturur, ayitdiler "bu makama neden erdin" eyitdi: (Mücıimlere şefakat etmedim, suçsuzları incitme­ dim.) Vedahi eyitmiş: Mürüvvet ve kişilik(4) oldur ki: çün bir kimse bir kim( 1 ) Öğlü : Zeka, feraset

(2) Uğı.u-luk : Hırsızlık

(3) Dad vermek : Hakkını kanunla almak (4) Kişilik : Mertlik, asalet, yiiğitlik

89


seden hayır ve eyilik görmüş ola; onun minnetini kendi üzerine sabit bilmek gerek. Ona riayet edip eyilik ve ihsan etmek gerek ve onun h akkını yerine getinnek gerek. Hakikatte padişahların devleti ve hürmeti çeri ve il ve memleketledir. Eğer asker, il ve raiyet olmıyacak olursa hükümdarlık mümkün değildir. Asker, il ve raiyetin kad­ rini bilmez ve onları hoş tutub riayet etmezse, mürüvvet­ sizlik etmiş olur. Vedahi eyitmiş: Yavuzun kulağını bürüb, tedib edib koyvermek şuna benzer ki: kurdu tutub and vereler, koyvereler. Uğru ve harami şerirlerine inanmak olmaz. Şal kişinin ki şerri biline onu öldürmek yeğrekdir, koyub ilden çıkarmakdan ki yılan ve kuyruğu ün:iyülll kendi evinden alıp komşu evine bırakmak eyi olmaz. Vedahi eyitmiş: Hükümdar hışım ve kakımak(2) vaktında iyvmek ve ta'cil etmek gerekmez. D iriyi öldürmek olur, ölüyü diri kılmak olmaz. Nitekim sınığı(3) bütün etmek olmaz, bü­ tünü sındırmak olur. Vedahi eyitmiş: Ölmüş kişilerin mal ve davarını öksüzlerine vereler. Hükümdarların himmetli ve devletli elleri o gibi male bulaşmak layık değil ve kutlu olamaz. Dünyada eyi addan başka bir şey kalmaz. Vedahi eyitmiş: Düzenlik(4) ve muvafakat etmiş düşmanları dağıtmak olmıya. Meğer şol vakıt ki onlardan bir kaçını dost edeler götüreler. ( 1 ) Kuyruğu ürü : Kuyruğu iğri, akrebürü dimdik (2) Kaknnak : Öikelenmek, hiddet (3) Sınık : Sınmış, kırık (4) Düzenlik : Uyuşma

90


Vedahi eyitmiş: Şol padişah ki adletmiye : şol ekinciye benzerki taru­ yaf l l arpa eke ve buğday uma. Vedahi eyitmiş: Zayıf ve güçsüz kişileri kati(2J incitmeyeler, zahmet vermiyeler ki kannca ittifakla kagan(3J aslanı aciz ve der­ man de kılarlar. Çok uyaz( 4l , fili dermande kılarlar. Vedahi eyitmiş: Şeylan (5) ve taamı geç yiyeler ki iştiha galib ola. Söz ve gelici(6) yi ol vakti ederler ki bir zaruret vaki ola. Uykuyu ol vakit uyuyalarki: Uyku galib ola. Cimaı şol vakit edeler kim iştiha ve şevk galib ola, oğlan olursa körpe (7) ve kuvvetli olur. Han ve Beyler ki taam ve şeylan yedikleri zeman her beğin önünden artan yemeği ayak üzre duranlara vereler, hiç kimse mahrum kalmıya.

(1) Tarumak : Yeri sürmek

(2) Kati : Çok (3) Kagan : Kızgın, hışımlı (4) Uyaz : Sivrisinek (5) Şeylan : Taam, yemek (6) Gelici : Söz ve sohbet (7) Körpe : Gösteıişli, sağlam

Yazarın Notu : Bu eser orğinalindeki baskı şekline göre

yazı[mıştır. İmUi hataları bu nedenledir. "Ve dahi" sözü me­ tinde "Vedahi" şeklinde bitişik yazılmaktadır.

91



TÜRK DİLİNE MEDHAL Veled Çelebi'nin Türk Diline Medhal isimli eserinin ilk sayfalarından bir örneği de aşağıda veriyoruz: "Dünyanm en büyük milletlerinden olan Türklerin dilleri dahi lisanların en büyüğüdür. Diğer lisanlarda bu­ lunmayan birçok havassı şamildir. Halikatten bu ana kadar zabt olunmayıp kadim mektubat ve mahkukatı dahi p ek az bulunabildiği halde bugünkü Türk şuabatın­ dan lugatı cem edilecek olsa usul ve füruunda kavfild ve zevabıtında dünyanın en zengin, en muntazam lisanı ol­ duğu tezahür eder. Bu lisan billur gibi safdır. İlm-i lisana hakiki intisabı olanlar atide görüleceği vechile c evherler­ den kısm-ı a'zamının pek kadim zamanlarda bazılarının belki de ibtida-yı ketellümde hangi ma'naya mevzu oldu­ ğunu şişe derunundaki madde gibi müşade eyler. Cevhe­ rin telaffuzunda gerek sa.mitin gerek sa.itin ince ve kalın olması ve her birerlerinin başlıca hassası ve hangi ma'naya delalet eder bir cevheri teşkil eyledikleri esna-yı telaffuzda ağzın vazını ve lu'gatın mevzuunun en ziyade nazar-ı dikkate çarpan hali, şanı, rengi, taamı, sesi ilah . . . gibi havassı her ne ise ona o yolda bir isim vaz olunur. Mevzular o yolda tasrif edilir. Bunlara şu mukaddimede misal getirmek münderecat-ı kitabı tekrar eylemek demek olacağından bittabi mahallinde görülecektir. Esna-yı tas­ rif ve terkibde cevher tegayyür eylemediğinden ve ahengi-i savtı muttarid bir kaide tahtinde bulunduğun­ dan ekser lugatm kadimden b eri asıl mana-yı mevzuuna

93


intikal edilebilir. Bu sebebdendir ki bazen binlerce keli­ meler müştak oldukları bir cevherin zimmetinde içtima ederler. Cevherin başdan, ortadan fazla bir şey kabul et­ memesi de buna sebebdir. Aheng-i savtı aşağıda geleceği vechile adeta mucize nevinden bir hassadır ki naziri hiç bir lisanda görülmez. Hatta halis Türkçe bir kelimenin yegane mi'yari işbu ahengidir. Ahengi bulunmayan kelime de halis Türkçe degildir O l . Veled Çelebi b u eserde, lisammızın güzelliğini anla­ tırken Türk Dili'ne hizmeti kendine bir borç bildiğini be­ lirttikten sonra "Bu alanda başarılı olunursa o vakit dili­ mizin milletimize ne büyük bir hediye olduğu ortaya çı­ kacaktır." diyor. Yukardaki "Türk Diline Medhal" isimli eserinden ver­ diğimiz bölümün sadeleştirilmiş şekli aşağıdadır: Türk D ili'nin başka lisanlarda bulunmayan pek çok özellikleri vardır. Başlangıçtan bu yana ortaya çıkarılma­ mış eski yazıtları pek az bulunabildiği için bugünkü Türk kelime çeşitleri lügat olarak toplanacak olsa usul ve kural yolunda Türk D ili'nin dünyanın en zengin, en düzenli dili olduğu ortaya çıkar. Bu dil billur gibi saf, temizdir. Lisan ilmiyle gerçek ilgisi olanlar ilerde görüleceği gibi esas kaynaklarda bulunabildiği gibi pek çoğunu çok eski za­ manlardaki kullanışlarında hangi anlama geldiği konusu şişe içini görür gibi ortaya çıkarırız. Bu değerli kelimelerin söylenişinde gerek sessiz harfin gerek sesli harfin ince ve kalın olması ile ayn anlamlar taşıması bakımından, söy­ leniş ve ağızdan çıkış bakımından en fazla dikkati çeken şekli ahengi ne ise o kelimeye o isim verilebilir, konular bu yolda şekillenir. Bunları eserin bu giriş bölümündeki ya­ zıda örneklendirmek kitabı tekrar etmek olacağından ki-

( 1) Veled Celebi, Türk Diline Medhal, TBMM Hükümeti Maarif vekfileti neşriya":tından, İstanbul, Matbaa-i amire, 1 33 9 , 1923

94


tap içinde yerinde bildirilecektir. Açıklama ve tertiplerin esas gelişi önem taşıdığından lügatdaki kelimeleıin asıl anlamlarıyla açıklanabilir. Binlerce kelimelerin anlamla­ rında yakınlık ortaya çıkar ve kelimelerin baştan, ortadan ek kabul etmemesi ve ahengi Türkçe kelime olduğunu kanıtlatır. Veled Çelebi'nin eserlerinde çeşitli sayfalarda müh­ rüne rastlanmıştır. Aşağıda bunlardan bir sayfayı örnek veriyoruz:

:.;Nı :.:.: ı

,

u,, )) ' ·..// : v .-�

1

,

1

: ;__. _y_,_ _,;:J ..r--: .._� J //. :;:f! � •

,

,

95


LET.Ai:F-İ NASREDDİN HOCA Bu eserde Nasreddin H oca'nın Sultan Orhan ya da Beyazıd zamanında yaşadığından, çeşitli bilimlerle Islam bilimleri konusunda o dönemin seçkin bilginlerinden biri olduğundan söz edilmiştir. Veled Ç elebi "Letaif-i Hace Nasreddin" isimli eserin başında şöyle yazar! (Eser Bahai adı ile yazılmıştır.) ( 1 ) "Matbu v e meşhur hikayatın ı zeylen nısfı derecesinde gayr-ı matbu hakimane ve arifane bir çok letfüf-i ber­ güzidelerini şamildir." Aşağıdaki başlık şudur: D ers-i Hikmetin imamet ilm ve mevsuk Hoca Nasrettin Efendi Rahmetullah ileyhi

·;m � .:.--- 1.':(I "ıw-� ,

' ' � /);:.(;.;.' (/ :� ,,

_ ·

�. ı ��;v ...

_

__:--

�tj t ·�� \.. �'{� i._J<.� �t.. '-;."? -.J_ · � '."- ...1. �j tJ._iF.> ."- � l..ı L:.1.•L :..lz...t..'-....� .:....l.J.ı.. l

;:;�/:

( 1 ) Veled Çelebi (Bahai) Hilal Matbaası-Babıfili-N. 66, Dersaadet. İst. 1 325

96


- ; l· _.

..... _ ) _·� ' ·�·�: \ _r ,, _;.:._:�·-.��, .. .

'

-:

_;.:" }-7'. , ..ı::.. J ;.. .:,__.... L. \ ) C.l� - _.• ..). _. .. � ) _:-_ L.:-:.. ...ı. J � ı� ;_

: � ) ...

�·� I _, \

.

_,· -ı. :.. .. .-.'l_ \ � =>- '-: -

,,,. :_>--L...:: �

.._:__

_,.l� ..

ı-

�· X-� '•, i >-L. J

�� 'J'J

·\ ,ı •I \ . \ _, , v... ·/ 1 _ \ _J \ .) '-:-�__.::;ıj. - .\ _) _,, . _,.:� ) L; - j_ L: ı..:,.•.ı.. L5 j_ ..__ b . ...._-,.,. ,.,. . -- �-· ) L ,__>-.___,. •·ı�:- • :\ C .___,. , - l - ' - " 1 .) ' . • \L. . .-.-� .: J _)_ u ( ._.. J , r. J � ı, j \,.,, ,, _ '': - 4 ;_,,.-J ( ı__.J. • 0ı�-� 1 \1...... ı: 1 0...ı. '. _,/>•. ... ,) ....) • 'ı - _.· �

( _,( ��ı;

J

j,.•.;_ı

. _, J.:_ .. '-.• J_ J ..,\ �

�·--: _..\.� ...�_ \

�----=&t. \ �:_�

�)J ---:- f·

...: � )}�

�t-· ı..... ) J _j ;_ ] _; \ _::;-- \ � -· ; )' �. . _,..'

0 - ' )�-J

.).. }I.

�\ } L;.. J _ _:� J J �' ) '

Lç\�-�'J\ �_... _, J _: . �·--..ı.

. �·\�.

\ \ � \ .) �_.:ı __r " J ·

�_)

0+ lJ .__-;.-.... '-:"' .,J � \ �p �--��>- 0\ .. �\ L!7 -�_}_:S___.

97


. .:... \(�.:_; J J\:J �-�.ı.... ı v"" J ...ı.� t.�.;_:; _;

LS- · � ..:

�;.;:: ıS)-r_·

98

_;\;...,,, �;. � :__.2;

... :;�ç

.__�l-�

�. J __....T 1\.:>- .:.; L. �;

._:_�- .... � ı >;_

.

( ) .> .._,:-- ..<:

0 � _r...:-JiST

__

._;,_::;ı


f

, .....:. t t..,,_ f�-. l.J ı-�J(":-' l t_ l � .:.�_ -=\_._:S

l_v� • ..:_;._\..

.

-::.iL =:.-:v 't [_,.

i t l 1. ...:.>

l�:lG

l ı..:.. _J

C;,.6-t. . [ry]

.;t t�, "- ....... .. 1-:... :·...... �

-.:)L(J q ı_ ....:. t. -:_ l.: J t .{. t ..: • -!c. • tJ'-:.__, \. ( ;'.'";... '.!> tl�t• ..1/ .:.J.. (.., \.. 0 ;\. "":)'JL t.f:L lltli,ı... (. ı;ı l·•.q_ • L_�'ı.. (..,� �t l ...!..._ l.: .d.. �l1� .ı�-��Li�"ı

l ''-1:1> �._�< l · t··, � ·.ö .;J,"'.:' ?:\11�''7 ! < -J J'�

! •K�.'..J. c

.. ;.;#-·.._.

>

-'

-ı:i.iı

( ., ] J·..ı.. t•; )

'- ."' / ._>

:".v;:_;> l,�l � �i- l�tG!.;tt•

·

99


______,,_.., ----"'""-...... -"------...:... ------ - --


EL

-

İDRAK HAŞİYESİ

EL-İDRAk HAŞİYESİ adlı kitaptaki Veled Çelebi'nin yazdığı önsöz şudur: "Öndün Arkadaşım Kilisli Rifat Bey. aşağıda gelecek malumat ile bertafsil (açıklamak üzere) anlattığı veçhile (anlattığı gib) Elidrak Haşiyesi'nde gördüğü şu 1 3 5 9 lügatı havi (kapsayan) ilaveleri birkaç sene evvel istinsah (kopya et­ miş) edip bana hediye etti. Malümatında bu lügatlan bi­ zim Türkçe'mize göre izah eylemekliği arzu eylediğini ya­ zıyordu. Arkadaşımın bu arzusunu yerine getirmek için ben de çalıştım ve her Türkçe lügatın tercümesi olan Arapça'lannın hal ve izahı için (Kamus, Babus, Kestelli, Ahteri, Çullukkapan) gibi eski lügat kitaplarına bakarak bütün bu eski lügatlann hepsinin manasını ortaya koy­ dum. Bu kitap ehemmiyetçe D ivanü Lügat-it-Türk'ün ay­ nıdır. Onun itmam (tamamlama) ve ikmal (tamamlama) eden mühim bir eserdir. Büyük Gazi'nin en mühim ilmi inkılabı olan Türkçe'yi müstakil (bağımsız) yapma ve yükseltme hususuna bu eser de hizmet edeceğinden Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin bu eseri tab (kitap basma) ve ihya (canlandırma, onarma) eylemesine çok sevindim. Tanrı büyük başın gölgesini üstümüzden eksik etmesin, Amin. Veled İzbudak Bu eserden birkaç örnek kelime veriyoruz: Ameldar

: Ücretli hizmetçi.

Anan

: Cihet beyan eder. Bağdan anan geliyor­ du. Bağ tarafı.

101


Anıtmak

: Anıttım, bir şeyi yapmağa kalbinden hazırlanmak, niyet etmek. Mücerret bir şeyi hazırlamak. " ( l l _ Bu eser hakkındaki açıklamamız:

Kilisli Muallim Rifat, Veliyyüttin Efendi Kütüphane­ si'nde bir kitabenin sayfa kenarlarına, satır aralarına açıklamalarla yazılan lügatı bulmuş ve bu eklenen lügatları ilginç görerek El-İdrak Haşiyesi isimli eserde toplamış. Topladığı lugatlara kaynak olarak da lügat ke­ narındaki açıklamaları gönnüş, bu lügatlan kitapta nasıl gördüyse aynen almış, bazı kelimelerin Divan-Ü Lügat-it­ Türk'de de bulunduğunu saptamış. Bu kitabın çıkması için Veled Çelebi'nden de yardım istemiş, lügatları bizim Türkçemi'ze göre açıklamasını arzu etmiştir. Veled Çelebi de her lügatın açıklamasını birçok değerli lügatlara ba­ karak yapmıştır. Veled Çelebi El-İdrak Haşiyesi isimli kitabın Divanü Lügat-it-Türk gibi değerli bir kitap olduğunu söylemiştir. Esere yazdığı önsözde Veled Çelebi, Atatürk'ün (Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın) en önemli inkılabının Türk Di­ li'ni yabancı dillerin etkilerinden kurtarmak olduğunu vurgularken Türk Dili Tetkik Cerniyeti' nin (Türk Dil Ku­ rumu) bu eseri yayınlamasına sevindiğini de bildirmiştir.

( 1 ) İzbud ak, Veled Çelebi -El - İdrak Haşiyesi. İstanbul 1926. D evlet Matbaası, 55

1 02

s.


LİSAN-! FARİSİ Veled Çelebi İzbudak'ın Lisan-ı Farisi isimli eseri hakkında bilgi sunuyoruz. Eserin ilk sayfasını aynen ya­ zıyoruz: "En zaruri ve kesirü'ül-istimal Kava'id ve zavabıtın hıfzı ve Emsileye hüsn-i tatbiki sayesinde Az zamanda hsan-ı Farisi 'ye intisab müyesser

olur . "

(En gerekli ve çok kullanılan kuralların ko­ runması iyi bir biçimde uygulanmasının yar­ dımıyla kısa zamanda Fars dilinin öğrenilme­ si mümkün olur.) Musannifi (Derleyen/düzenleyen/tasnif eden) Çak-i al-i Muhammed İbn-i Mevlana Veled el­ Mesnevi-han oğlu Muhammed soyunun öğ­ rencisi/ çırağı)

LİSAN-I FARİSİ adlı eserden bir bölüm de aşağıda ve­ rilmiştir: "Dinleri,

ilimleri,

hünerleri,

marifetleri,

sanatlan,

eserleri yekdiğerine karışmış münasabat-ı İslamiye (İslam ilişkileri)

kendilerini birbirlerine

şiddetle

kaynaştırmı ş

olan Arabi, Türki, Farisi olmak üzere üç büyük lisan ile tekellüm eyleyen Akvam-ı İslamiye'nin (İslam topluluğu) ulum ve asarına (ilimler ve eserler) intisab (katılma) ve bugün okuyup yazmakta olduğumuz lisanımızın dakayı­ kma (anlaşılması güç) vukuf (anlamak) ve hadsiz payansız asar-ı güzin-i eslafa ıttıla (öğrenme, geçmiş, seçkin eserleri tanımak için) hasıl etmek için , behemehal Faıisi lisanını

]03


öğrenmek lazımdır. Bizim burada maksadımız olan lisan-ı Farisi lisan-ı muciz-beyan Kur'an olan Arabi gibi kendi ehli beyninde bile bir Hace'den okumak suretiyle elde edilen lisandır. Lisan-ı amme değildir. (Hocadan öğrenilen dildir, halkın konuştuğu dil değildir.) Kavaid-i e azim (en büyük) ulemanın asarından toplanılıp en lüzumlu kesirü'l-istima1 (çok kullanılan) olanların talebeye ezberletmek ve az lüzumlu olanlarını da esna-yı talimde (çalışma sırasında) ahtardan hali (tehlikelerden uzak) kalmamak üzere talim edileceğinden kavaid-i Farisi tedvininde (kitap yapma) büyük bir dikkat ve gayret gösterilmesi iktiza eder (gere­ kir. ) . Matbu v e meşhur hikayatın zeylen nısfı (yarı eki) de­ recesinde gayri matbu hakimane ve arifane birçok letfüf-i bergüzidelerini şamildir." Ol (Kapsar. ) Veled Çelebi'nin Lisanı-ı Fharisi adlı eseri hakkındaki açıklamamız aşağıdadır: "Eski kültürümüzde Farsça'nın önemli bir yeri vardır. O dönemin edebiyatçıları duygu ve düşüncelerini çoğun­ lukla bu dilde ifade etmişlerdir. Ancak bu uygulamayı ustaca yapabilmek için o dilin kurallarını çok iyi bilmek gerekiyordu. Şiir ve nesirde ince duyguları ayırt edebilmek için Farsça'nın özgün kurallarına dayanmak zorunluluğu vardı. Veled Çelebi bu kitabında Farsça'nın iyi bir edebi­ yat dili ol duğunu, kolay öğretildiğini anlatmıştır."

( 1) ve

Veled Çelebi, Lisan-ı Farisi, 1 325- 1 32 7 İkbal Kütüphanesi, Tabii naşiri Hüseyin, İkbal Kütüphanesi, Babıali Caddesi. Na. 2

1 04


ATALAR SÖZÜ Veled Çelebi atasözlerine çok önem verdiğini "ATALAR SÖZÜ" isimli kitabıyla belirtmiştir. Bu kitapta Azeıi, Öz­ bek, Tatar ve Kırgız diyarlarından toplanan atasözlerinden bizim atasözlerimizi pekiştiren, önemini artıran biçimde olanlar gerçek atasözlerini ortaya çıkarmaktadır. Bu söz­ lerin önemi Türkü daha iyi alama yönünden de gözönünde tutulması gerektiğini Çelebi vurgularken asırların tecrü­ besi sonucu ortaya çıkması nedeniyle atasözlerinin her evde okunması gereken bir kitap olduğunu açıklamıştır. Aşağıda verdiğimiz Veled Çelebi'nin Atalar S özü kita­ bının önsözünde Çelebi'nin parantez içindeki şu ifadesi çok ilginçtir. Bu kısmı aynca aynen alıyoruz: (Bana öyle gelir ki: Türk'ün hakiki idare temelleri bu sözlerin müfü.dına (anlamlarına uygun) olarak atılacaktır. Bu numuneyi de Büyük Gazi gösterecektir. Zaten teşkilatı esasiyemizin birçok hükümlerinin altına delil olarak bir ata sözü yazmak, yani bu kanunların Türk'ün öz ruhuna muvaffık (uygun) olduğunu göstermek mümkündür.) ATALAR SÖZÜ kitabının önsözü: (ll "Öndün Türk'ü anlamak için malum olan bir çok vasıtaların birincilerinden sayılan tarihten, hatta Türk'ün kendisin­ den ve lisanından ve eş'arından adatından ve asarından ziyade bence Atalar Sözü hepsine tercih olunur. Atalar Sözü, zaman zaman istimalden sakıt olan kelimeler ve tabirler değişse bile müfat ve mazmunu cihetinden tahrif kabul etmeyen mübarek naslardır. Çünkü hepsi tevatürle asırlardan beri atalarımızdan bizlere nakolunmuşlardır. Ahmet Vefik Paşa'nın Atalar Sözü kitabında ve hemen ( 1 ) Veled Çelebi, İzbudak, Atalar Sözü, Türk Dil Kurumu Yayınları 82

s.

105


onun aynı ve biraz eksiği olarak Şinasi'nin ve diğerlerinin neşrettiği bu kabil eserlerde atalann söylemediği yani s e­ nelerce birçok Türkler'in ağzında çalkanmayıp belki h er­ hangi bir adamın uydurduğu sözler de vardır. Bunlar yine Türk'ün sözüdür. Şu istinsah . şerh ve izah eylediğim Atalar Sözü kitabı Fatih Kütüphanesi'nde tıptan. Türkçe ve eskiden yazıl­ ırnş, Mevlana Ş emseddin namındaki tıp aliminin yazdığı Teşhil kitabının sonuna kadim sülüs hattı ile ve eski ımla ile harekeli olarak yazılmıştır. Kitabın numarası 3443 tür. Zannıma göre bizde en eski yazılan Atalar Sözü kitabıdır. Onun için bu kitap kıymetlidir ve doğrudur. Bu kitap Dede Korkut kitabından da eskidir. Atasözlerinin sayısı 695'tir. Başka başka kimseler tarafından toplanılmış atasözleridir. Türkiye Türklerinden başka Azeri. Özbek, Tatar, Kırgız diyarların dan toplanan Atalar sözleridir. Bunlar bizim atasözlerimizi teyit ederse o meselenin sıh ­ hatinden şüphe olamaz. Bir de bunların fevkinde bu kabil ilimlerle meşgul olanların bir zevki selimi hasıl olur ki bir sözün atasözü müdür, yoksa herhangi bir kimsenin lafı mıdır, anlaşılır. Atasözünü Türk'ü anlamak için, en yüksek ve en doğrn , en birinci sermaye saydığımın sebebi bu kabil sözler Türk'ün kabulüne mazhar olup benimsenmiş ve her münasebet düştükçe hayet irat eder gibi söyleyerek "Artık buna da diyeceğimiz yok ya, işte atalarımız b öyle buyurmuşlardır" diyor. "Bu işin Türkçesi budur. " dedik mi, artık o dönülmez hakikattir. Bu sözler öyle alelade laflar değildir. Asırlarca tecrübe mahsulüdür. Kısmı azamı ammenin kabulunü mazhar olmayarak dökülmüş kalmış ve en nihayet süzüle süzüle bir veya birkaç tanesi dillerde destan olabilmiştir. Ata­ sözleri her evde bulunacak ve her Türk'ün okuyacağı mukaddes kitaptır. Atalar sözü aynı zamanda Türklerin hüviyetini gösterdiğinden birçok sözler -alelhusus nüs1 06


hası kadim olursa tarihin bazı cihetlerini tashih ve bazı cihetlerini de tenvir eyler. Nitekim bu eserin D ede Kor­ kut'tan evvel toplandığını ve daha eski olduğunu balada izah ettik. Kezalik, mesela, bu kitapta bir atasözünde (Türk Şehre gelince köpeği bile Farsça söyler) diyor. Ta­ rihçe malumumuzdur ki, Selçukiler zamanında büyük şehirlerde memurin, eşraf, tüccarın Farisi konuşur ve yazarlardı. Türkçe , avamünnas dedikleri halk ile köylüler arasında konuşulurdu. Selçuk diyarlarında bütün eserler ve şiirler Farisi dille yazılmıştır. Hazreti Mevlana da bu sebepleren dolayı eserlerini babasının memleket acemce­ siyle yazmağa mecbur olmuştur. Türkçe yazsaydı oku nıalarını ve ıslah olmalarını istediği kimseler okumaya­ caklardı. Kaldı ki Aşık Paşa mesneviyatını Türkçe yazmış, fakat yine kimse okumamıştır. Edebiyat noktai nazarından da atasözleri enbirinci numunelerdendir. Bizim hakiki edebi yazılarımız işte on­ lar gibi ve fakat bugünün iktizasına göre yazılacaktır. Atasözlerinin ibare cihetinden bozulmayıp eskiden kalan­ ları o kadar fasih ve beliğdir ki insanı meftun eder. Sanayii bediiyeden gayet güzel kafiyeler, lafzi ve manevi cinaslar, telmihler, kinayeler vesaire hepsi görül ür. Gerek lafız, ge­ rek mana cihetinden numunei imtisal addedilecek b eya­ natı aliyedendir. Şu elimizdeki eski nüshanın da kıde­ minden dolayı birçok kıymeti vardır. Sonradan tabedilen nüshalardaki bazı mesellerin başkalanna ait olduğu gö­ rülür. Sonradan Türk'ün ekmeğiyle adam olan ırklar ta­ rafından uydurulmuştur. Bazı halis Türkçe meseller var­ dır ki sonradan kelimeler yabancı sözlere tebdil edilmiştir. Bu kitapta bir hayli lügavi faide vardır. Birçok mesel­ de mühim halis Türkçe kelimeler vardır. Onları Türk Dili Lügat kitabıma nakl ettim. Bu kitapta meseller her kılıçla oktan balıseder. Çün­ kü henüz barut ve tüfek halka dağıtılmamıştır. "Ulu bey­ lerin kanlısı tavşan avlar" meseli bunların Osmanlıları

107


bilmediklerini gösterir. Çünkü bu mesel billahere , "Os­ manlı tavşanı arabayla avlar." olmuştur. "Yoksul, ala ata binse, selam almaz. " sözü sonradan "Türk ata binince Bey oldum sanır, kimseyi tanımaz. " şekline girmiştir. " Atalar Sözü isimli kitaptan birkaç örnek: "Ulu sözi yirde kalmaz: Büyüklerin sözü altın gibidir, yerde kalmaz, biri almazsa öbürü alır. " "Ulusun bilmeyen Tannsını bilmez: meyen Allahını bilmez.

Büyüğünü.

bil­

Dağ ne kadar yüceyse yol üstünden aşar: Dağ ne ka­ dar yüksek olursa olsun, yine de bir geçişi bulunur, azim ve tedbir her güçlüğü halleder."

108


MESNEVİ Milli Eğitim Bakanlığı Şark İ slam Klasikleri serisinden M esnevi'nin IIl N V VI ciltleri İst. 1 990- 1 99 1 yıllarında yeniden yayımlanmıştır. -

-

-

Mesnevi tercümesi Abdulbaki Gölpınarh tarafından muhtelif şerhlerle karşılaştırılmıştır. Abdulbaki Gölpınarlı önsözünde şöyle yazmaktadır. "Yıllarca M esnevi ile uğra­ şan, fani ömrünü mensubolduğu milletin yücelmesine vakfederek ebedileştiren, Türklüğü ve Türkçülüğü kendi­ sine samimi bir inanç haline getirmiş bulunan Veled Çe­ lebi İzbudak, bir hayli uğraşarak Mesnevi'yi tercüme et­ miştir. " Mesnevi'den bazı satırlar: "Simurg yahut Anka, mevhum bir kuştur. Yüzü insa­ na benziyen bu kuşun boynu uzunmuş . . . Vücudunda her hayvandan bir alamet bulunurmuş. . . . Halk bu kuşa Zümrüdü Anka der, masallarımıza kadar girmiştir. " ( 1 . Cilt, S . 30, B . 375) Gönül sarhoşluğu nerdedir? Görmezsin. Onu N erkise b enziyen mahmur gözlerde ara. " 'VI. Cilt, S . 1 06) "İnsanların uğradıkları b ela ve mihnete dikkat eder­ sen anlarsın ki alışamadıkları şeylerden meydana gelir." (III. Cilt, S. 50)

1 09



B·· MAKALELER

VELED ÇELEBİ'NİN MAKALELERİNDEN BAZILARI "Osmanlı Taıih-i Edebiyatına Dair! ll Henüz adamakıllı tarihi, tarih-i edebiyatı yazılma­ dan münderis olan Osmanlılığın edebiyat tarihinden ara sıra bahs etmek de bizim için faideden hali değildir. Tan­ zimat-ı Hayriye namıyla Osmanlılıkda yapılan mühim bir inkılab Osmanlılığın ve Türklüğün aleyhinde semere bahş olmakla beraber ne kadar olsa bir inkılab olduğu için ha­ kiki inkılapların taliası olmak itibariyle az çok müfid oldu. Zaten bizde ötedenberi pek nafi bir fikirle bir esas vaz olunur. Fakat ekseriya iyi tatbik edilmez. Halk hiçe sayı­ larak yapılan işin güya onlara taalluku yokmuş gibi nef ve zararı onlara bildirilmez. Onların mezhebi, meşrebi, adeti, seciyesi kaale alınmaz. Bu hal devam ede ede halk bittap herhangi bir hümüketi kendinin bilmez. B elki kendi saa­ detine bigane, menfaatine musallat bir saltanat-ı müste­ bide bilir. Ondan kendini korumağa mümkün mertebe temas etmeyerek asude hayatını te'mine çalışır. Hükü­ metin halkda inkişaf ettireceği her nevi terakki ve teali esbabı, akim kalır. Bila ihtiyar, başka vadiye sapan silsile-i kelamı sa-

( 1 ) Veled Çelebi, Türk Yurdu Mecmuası, s . 45

111


dede irca edelim. zaten sadediıniz de budur. Güya mütenevvi milletleri bir nevi hayat-ı medeni ile yaşatabilmek emeliyle ınehakiın-i şeriyeye bir de ınehakiın-i adliye, medreselere de bir ınekatib-i rüsdiye ve ihtisas ınektebleri ilave edildi. Bittab , hınstiyan ınekteb­ leri de ibka edildi. Edebiyata gelince o zaten tam istedikleri gibi idi. Yani vezni de kafiyesi de mazmunu da sanayii ve bedayii el � ;:ı ksam-1 şiiri de hepsi meçhul idi. Hiç bir kavmin malı değildi. Aktar-ı beladda Osmanlı namı-ı umumisi altında birleşen Arablar, Acemler, Rumlar, Ermeniler, Kürdler, Arnavudlar ila ahiri v.b. yetmiş iki milletin kendi edebiyatı diğer bütün varlıkları gibi yaşıyordu. Hatta bizim biz Türklerin kendi edebiyatımız dahi halkımız arasında alil ve yetim bir vaziyette yaşayıp gidiyordu . Osmanlı üdebası dediğimiz yukarda saydığımız ırkların hepsine mensup adamlar bittab Türk Edebiyatı'na hiç ehemmiyet vermi­ yorlardı. Onların meyanında bulunan Türk ırkına mensub şairler de Türk edebiyatına ufak bir hidmet etınekliği ha­ tırlarına getirmiyorlardı . D ivanlarında ancak Şarkı namı altında bir iki manzume görülebilir. Bununla beraber halkın elinde Leyla-Mecnun Ferhad-Şirin, Kan Kalesi, Hayber Kalesi vesaire namları altında birçok aşıkane ve hamaset pervarane eserler var idi. Sonra Yunus Emre, Kemal-i Ümmi, Eşref-i Rumi, Aşık Ömer, Şem'i D erdli gibi on'a baliğ olacak şairleri vardı. Daha düne kadar sazları omuzlarında diyar diyar gezer aşıklar ise sayılmaz bir adede baliğ olmuşlardı. Şimdi altı asra karib ömür süren Edebiyat-ı Osmaniye ile Türk'ün samimi ruhundan kopan ve fakat asla himaye görmediğinden dolayı ibtidfü bir hal­ de kalan bir memleketde yaşamış şu iki edebiyatı bir muvazene edelim, tartalım bakalım. Mesud Gülşehri, Aşık Paşa, Şeyhi Ahmed gibi Os­ manlılık evailinden bulunan üdebanın asarında celi bir suretde görülen mütercimlik sayesinde tab'ı nazına kadir 1 12


olanlar bülega-yı Acem divanlarını yağma eylemek sure­ tiyle birer şfür-i mütemayiz olarak Osmanlı Edebiyatı te­ essüs eylemişti. Bugünkü bir kısım gençliğin Avrupalıla­ rın asar-ı nafiasından istifadelerine bedel, alayiş kabilin­ den gayr-ı marazi halatının taklidine daha ziyade in­ himaklerinden şikayet eyleyen benim gibi muhafa­ zakarlann rana cevabı olmak üzere, her nerede Türklerin şarkında da garbında da okumuş yazmış ve yahut mü­ nevver denilen ediblerin Arab edebiyatını taklide bedel Acem edebiyatına meyillerini misal olarak gösterebiliriz. Türklerin Acemlerle Arabdan ziyade cihet cihet münase­ betleri vardır. Acem lisanı daha kolay öğrenilebiliyordu. Fakat Arab lisanı -din lisanı olduğundan- güya şanına ihtimam kasdıyla olacak, kavaidi, hakayıkı o derece dal­ landınlmış budaklandınlmışdır ki insan bunlann hepsini ihata etmek isterse, ömrü kavaidcilikle geçer, o kavaidi maksad-ı aksa olan Allah ve Peygamber kelamına ashab­ ı hayru'ı-kurün asanna tatbikle bil -istiklal, kendi dinini anlamak, dininin ricalinden bulunmak şerefinden mah­ rum olur. Arabcanın tahsilinde Allah'ın Peygamber'in nehy ettiği tekellüf bulunduğundan, Türklere Acemce öğ­ retmek, Arabcadan kolay gelmiş, onun çün Arabca öğre­ nenleri az. Acemce bilenleri pek çok olmuştur. Gerçi üdeba-yı Arab meyanına Acem Türk Hind ve Rum okumuşları da dahil olarak Müvellidün ve Muhad­ disün yani Arabistan'da doğma ecnebi veya yeni çıkdı namı altında bir kısım üdeba ve edebiyatlan zuhura gel­ miş Ebu Temmam, Bahteri, Bedi-i Hemedam, Ebu Bekir Hartzmi gibi yüzlere baliğ olmuşsa da, fakat din lisanının kitab edebiyatı dahi Mıshaf-ı edep gibi mazhar-ı ihtiram olduğundan bu lisanda şiir söyleyen kudemanın aksam-ı şiirine riayete mecbur olmuşlardır. Yani Arab edebiyatı müvellidü.na hakim olmuştur. Binaenaleyh müvellidün dahi, milliyetperverane, hamaset-kara.ne, ahlak-şiarane, dindarane şiir söylemekle kudemanın aksam-ı eş'anna

1 13


riayet eylemişdir. Bu müvellidünün Arab edebiyatına ma­ zarratlan ancak müennes ışkıyatı müzekkerleşdimıek ile bir de şarabiyat ve mücevvel kısmında biraz daha ifratları olmuştur. Acem edebiyatına gelince: İlk şiirler medayih . dastan-ı eslaf hikemiyat ve ahlakiyat vadisinde görülürse de akabinde müstevli suretde şiirlerin h epsi mutasav­ vıfane söylenmiştir. Gerçi Mevlana, Şeyh Attar gibi ınenakıb-ı seniyeleri ammenin ma'lümu bulunan ecle-i evliyaullahın eşar-ı seniyeleri kamilen neşe-i tasavvufla söylemniş ve aşıkane sermestane zuhur eden ve zahir şe­ riata göre ta'nı icab edecek bir tarzda sadır olan şiirlerinin behemehal İslamiyete muvaffık bir mahmil-i sahihi ola­ cağı ve hiçbirinin zahir mefhumu matlüb olmadığı mu hakkaktır. Yani eşar-ı Mevlana'daki mey ve mahbüb süri bir manaya masruf değildir. Mevlana'nın haşa muhane­ matın bir katresini mürtekib olmadığı ve nıahbüb namına bir müslüman masumunu dilber yerine koymadığı şüp­ hesizdir. Şu satırları yazarken bile kendime itab ediyo­ rum. Mevlana cihan-ı İslam'da hayatında şan ve şöhreti afakı tutmuş vefatından sonra, an-be-an mütezayid ol­ muştur. Kendi alıdinde oğlu sultan Veled Efendi'mizle halifesi Sipehsalar tarafından menakıb-ı seniyeleri yazıl­ mıştır. Binanaleyh keramat ve kemalat-ı seniyeleri hak­ kındaki eşannda görülen mey ve mahbub enva-ı ahval-ı aşıkaneyi zahirine ltaml etmek, biaynihi bedaheti terkle amden vehme mahiyet vermek gibidir ki ilim aleminde bu günah hareketler -en hafif tabiriyle- ayıbtrr. Kezalik böyle neş'e-i tasavvufla şiir söyleyen bir kısım evliyaullah-ı kiram cümleye ma'lümdur. Bunlann cümlesi de feradi olmasa bile, şan-ı velayeti mütevatırdır. Binanaleyh , ta­ arruzdan mas:Undurlar. Bütün şuara-yı İslamiye-ye nisbetle kendi meratib-i yed ü sülükundan neş'e-i tasavvufla hakiki bir suretde şiir inşad eyleyen evliya-yı kiram ve salikin-i tarikat şüphesiz

1 14


ekalliyetde olup diğer Acem şairleri işbu vad-i sasavvufu kendilerine meslek ittihaz eylemişlerdir. Bunlardan bazısı gerçi seyr-ü sülük ashabından değilse de fakat ashab-ı selahdan olmağla teberrük ve teşebbüh tarikiyle meratib-i tarikatın enva'mdan şiirinde dem urmuşdur. İn lem tekünü misluhum fe-tuşbihü İnne't-teşebbuh bi'l-kiram felah (Onlar gibi olmazsanız bile onlara benzemeğe çalı­ şınız. Kiram arifine benzemeğe çalışmak da mucib-i felahdır.) gibi arifler kelamını kendilerine huccet ittihaz eyle­ mişlerdir. Mamafih bu mebhas çok su götürür, burası yeri değildir. Diğer bir kısım ise kendisi hilkaten rindandan ve mebalat-ı diniyyesi kısa olmakla şiirin bu yolda söyle­ mekde olduğunu görüb o da fütursuz bir suretde makamat-ı tasavvufun hepsinden icabına göre dem-güzar olmuştur. Bir de aceze kısmı var ki tab'ı cüz'ü nazma kadir olub kendisi tevsi-i malumat etmemiş, ömründe to­ pu topu birkaç divan okumuş, tab'ının müsadesiyle oku­ duğu eş'ara benzer, her yolda şiir söylemişdir. Bunların hemen hepsine görenek ve alışkanlık pek büyük tesir yaptığından mesela en aciz ve esrar-ı tarikatdan ve ahkam-ı tasavvufdan asla haberdar olmayan bir şairceğiz kalbinde hiç tereddüd duymadan e'azım-ı evliyaullahm makam-ı bülendinden dem urmakda ufak bir tereddüde duçar olmamaları da mümkündür. Meşhurdur ki, İsmail Paşazade Kör Hakkı B ey'e Şair Kazım Paşa "Ulan Hakkı, Acem Şahı'nın medayihinde mubalağa edeceğim derken gavur olmuşsun, habeıin var mı?" demiş. Hakkı Bey cevaben "Kazım, sen çok eşek­ mişsin, ulan gavurluğa kim bakar, ben Nefi geçmeğe uğ­ raşıyorum" demiştir. Bu şiirden, bir de sarhoşluktan başka sermayesi olmayan, meşhur Kaside-sera Hakkı

115


Bey'in topu bir emeli vardı ki, o da Nefi'yi geçmektir. Am­ ma mesela Nefl'nin bir Nat'ı-ı Şerifine nazire olarak Acem Şahı hakkında bir kaside söylüyor. Nefi Şan-ı Nebevi'de neler söylemişse Hakkı B ey naziresinde kendisini Şah hakkında daha mubalağaya mecbur tutuyor. Herif şair­ likde o kadar fani olmuş ki maksad Şah-ı Acem değil, o vesileyle Nefi'yi geçmek, amma o esnada Şan-ı Nübüvvet fevkinde medayihi Acem Şahı' na reva görüyor. Onun umuru bile değil. Ben bunu taavvudun insanlara şiddeti-i tesirini göstermek için irad eyledim. Yukarıda izah eylediğim tarz-ı süfilanede söylenilen şiirlerde tevhld-i sarf, fena fillah , makamatü'l-artfin enva-ı ışkıyat naz ve niyaz-ı aşıkane niyaz ve münacat, sükr ve istiğrak, şathiyat gibi enva-ı nazın hiç de bu ma­ kamın ehli olmayanların tarafından taavvüd ilcasıyla fü­ tursuzca taklid edildi. Herkes her makamdan ağzına ge­ leni söyledi. Bittab eşan içinde ınutasavvufane olmayub hekimane, medihe- karane, ahlak perverane, vaizane şi­ ir'ler de bulunuyordu. Tarz-ı süfiyanenin taklidi olarak şiirler şu şekle gir­ di. Medayih inedh-i maşuk, ahvfil-i ışk ve aşık, tefahur, hamriyyat, güft-ü guy-ı rindane, hezeliyat vesaire . . . Bunların bazılarının açıkça tabiri : Ekserisinde vü­ cudu olmayan hüsn-i mücerredi bazılarında muayyen bir güzel oğlanı medh, maşukla olan enva-ı macera, bu maceranın ibadete tercihi sarhoşluk mahbub-perestlik ile tefahur, şarabın ve işretin payansız evsafı, dini ulemayı zahidi sufiyi zem, dünyayı, çalışmayı, servet ve saadeti ınezemınet, harabatiliği terviç, safahatı tavsiye, dindarlığı hüsn-ü ahlakı zem ve bunlardan tenfir, daha sonra hezl­ amizmiz şehvet-engiz, gunagun manzumat ve bütün di­ vanlar aransa bazı kudema müstesna olmak üzere hep­ sinde ve zann-ı gayret ve muhabbeti, i'la-yı kelinıetullah teali-i vatan hevesi, saadet-i b eşeriye gayreti, daha bunun

1 16


emsali pek az görülür. Gayreti ilcasıyla hiç bu kadar di­ yemiyorum. İşte Osmanlı Edebiyatı, Fcirisi'nin bu edebiyatının aynen taklid ve hatta payansız güzel mazmumlarını ter­ cüme suretiyle yağma ettiler. Edebiyat bir milletin mü­ rebbisi olduğuna göre, bu şekil Osmanlı edebiyatı, İstan­ bul'u baştan başa sefahat ocağı haline koydu . Fesad-ı itikad ve fesad-ı ahlak, terk-i mesai ve tembellik, rindlik

ve ariflik nişanesi oldu. bu kabil kimseler selatin ve kü­ bera nezdinde itibar buldu. Bu hallere revac verildi. bu halde olmayan dindaran, ahlak-perveran kaba ve humeka sayıldı.

erbab-ı mesai,

Onlar h er vechle hınnarıa

mahkum oldu. Bu sebeple ulema ve meşayih bile biraz fedakarlığa mecbur olarak kendilerini küberaya sevdire­ cek yolda göründüler. Bu edebiyatın son neticesine hepimiz şahid olduk. "Ançe ayanest hacet beyanest" (açık olan anlaşılır) . Bizim halis Türk Edebiyatı'na gelince : Saadet-i di­ niye ve dünyeviye aleyhinde hiç bir söz bulunmaz. Din ve dünya ulularını medh eder, Yurdunu sena eyler. Hele bahadırlık

destanı

baştan

başa

şiirleri

kaplamıştır,

muaşıkatı hakikidir. Meşru bir yolda sever ve söyler. Aş­ kını terennüm eder. Hikmet ve ahlak yegane şiarıdır. Arabın kadim edebiyatı da böyle idi. bilahare müfsid ede­ biyat galebe çaldı. Arab hükümetini batırdı. Osmanlılığın başını yiyen de edebiyatıdır. Zira umdesini dinle, ahlakla vatanla mukayyet değildir . Beş o n kağıd üzerinde ü ç lisan edebiyatından bahs etmek pek mücmel ve adeta mübhem olur. Sahib-i makale aleyhinde neticelenebilir. Gelecek makalatımızda her li­ san edebiyatından ayrı ayrı tafsilatlı malumat vererek isbat-ı müddea eyleriz ve böyle yalnız seyyiatını değil, payansız mefahir ü muhassenatını da yazarız. " (Yukarıdaki makalenin sadeleştirilmiş biçimini aşa­ ğıda veriyoruz.)

1 17


(Anlaşılması güç kelimeler yeri gereği açıklanmakta, bir kısmı da sözlük bölümündedir. Makalenin orijinalin­ deki bazı kelimeler parçadaki gibi alınmıştır, yanlışlar orij inaline sadık kalındığındandır.) "Bir edebiyat tarihi yazılamadan, eseri kalmamış bulunan Osmanlılığın edebiyatından söz etmekte yarar vardır. Tanzimat-ı Hayriye adıyla Osmanlılıkta yapılan in­ kılap Türklerin ve Osrnaulılar'm aleyhine sonuçlanmakla beraber, İnkılap hareketlerine öncü olması nedeniyle az çok yararlı olmuştur. Ötedenberi bizde, faydalı bir fikirle temel ortaya konur, fakat iyi uygulanamaz. Halk hiçe sa­ yılarak yapılan işin onlarla ilgisi yokmuş gibi, yararı ve zararı onlara bildirilmez. Halkın inancı adetleri, töreleri, ahlakı gözönüne alınmaz. Bu hal devam eder, durur, tabii olarak halk da hükümeti kendinden bilmez. Hatta kendi mutluluğuna uzak ve yararlarını düşünmeyen baskıcı bir hükümet kabul eder. Hükümetle mümkün mertebe temas etmeyerek çekingen hayatını sürdürür. Bu nedenle hü­ kümetin ilerlemeği sağlıyacak olan çabası, yükselişi sağ­ lıyamaz ve yanda kalır. Başarısız olur. Çeşitli milletlere medeni hayatı yaşatabilmek ama­ cıyla adalet ve dinsel temellere dayanan ihtisas okulları açılır, Hıristiyan mektepleri olduğu gibi kalır. Edebiyat konusuna gelince, istedikleri gibi idi. Eserlerde şiirlerde vezin kat1ye vs belirsiz, bilinmez du­ rumda idi. Hiçbir topluluğun malı değildi. Osmanlı adı ile genel olarak birleşen Araplar, Acemler, Rumlar, Ermeni­ ler, Kürdler, Arnavutlar ve bunun gibi bazı toplulukların yani yetmiş iki milletin edebiyatı yaşıyordu. Türklerin kendi edebiyatı dahi halk arasında kimsesiz, sahipsiz kalmıştı. Osmanlı edebiyatçıları dediğimiz yukarda saydı­ ğım ırklar Türk edebiyatına önem vermiyorlardı ve aynı şekilde düşünenler Türk edebiyatındaki şairler de edebi­ yatımıza hizmet etmiyorlardı. Divanlarda şarkı adı ile bir 118


iki manzume görülüyordu. Bununla beraber h alkın elinde aşıkane ve kahramanlıkları dile getiren Leyla-Mecnun, Ferhad-Şirin, Kan Kalesi, Hayber Kalesi gibi ünlü eserler ve Yunus Emre , Kemal-ı Ümmi, Eşref-i Rumi, Aşık ömer, Şem'i, Derdli gibi şairler de vardı. Sazları omuzlarında gezen aşıkların sayısı çok azalmıştı. Altı asra yakın sürmüş Edebiyat-ı Osmaniye ile Türk'ün ruhundan kopan ve fakat hiç korunmadığından ilkel kalan bu edebiyat, bu iki edebiyatı bir kıyaslayalım, bir tartalım bakalım derim.

Mesud Gülşehri, Aşık Paşa, Şeyhi, Ahmed gibi Os­ manlılık ilk dönemlerinde yetişen edebiyatçıların eserle­ rinde açık bir şekilde görülen çevirmenlik sayesinde, na­ zım türünde yazma gücü olanlar, Acem Edebiyatı divan­ larını yağma eyleyerek birer seçkin şair olarak Osmanlı Edebiyatını oluşturdular. Bugünkü bir kısım gençliğin Avrupalıların eserlerinden yararlanma yerine, Acem Ede­ biyatına meyillerini anlayabiliyoruz, gösteriş gibi hasta durumları taklid ve daha ziyade eğilimlerden şikayet eden benim gibi muhafazakarların en güzel cevabı olarak Türk'lerin doğusunda da batısında da okumuş yazmış münevver denilen edebiyatçıların Arap edebiyatlarını taklid yerine Acem edebiyatına meyillerini örnek göstere­ biliriz. Türklerin Acemlerle Araplardan daha çok yön sınır bakımından münasebetleri vardır. Acem dili daha kolay öğrenilebiliyordu. Arap dili din dili olduğundan, sanki şöhretinin büyüklüğünden gramer kuralları dallandınl­ mış, zorlaştırılmıştı. İnsan her kuralı öğrenmek isterse, ömrü kuralcılık­ la geçer ve böylece Allah Peygamber sözlerini Allah uğruna uygulamak, sürdürmekle kendi dilini özgürce anlamak, dilinin özellik ve üstünlüklerini kavramak şerefinden uzak kalırdı. Arapça öğretiminde Allah' ın Peygamber'in yasak ettikleri külfetli bulunduğundan Türklere Acemce öğretmek Arapçadan kolay gelmiş ve Arapça öğrenenler az Acemce bilenler çok olmuştur. 1 19


Gerçi Arap edipleri sırasında Acem, Türk, Hind ve Rum okumuşları da olmak üzere meydana getirilen ünlü şerefliler, yani Arabistanda doğma, okumuşlar olarak bir kısım edipler ortaya çıkmış ve eserleri belirmiş, Ebu Temmam, Bahteri, Bedi-i Hemedani, Ebu Bekr Harizmi gibi isimler yüzlere çıkmışsa da din lisanı kitap edebiyatı bile terbiye, ahlak kitabı gibi saygıya layık olduğundan, bu lisanda şiir söyleyen ileri gelenlerin şiir şekillerine tabi ol­ maya mecbur olmuşlardır. Yani i\rap Edebiyatını ortaya çıkaranlara hakim olmuştur. Bu nedenle edebiyatı mey­ dana getirenler bile milliyetperveranı kahramanlık ve dine uygun şiir söylemekle ünlü büyüklerin şiir söyleme yolla­ rına katılmışlardır. Bu oluşun Arap Edebiyatına zararları ancak kadın aşklarını erkekleştirmek ve bir de şarap içki ve hareketli biçimde biraz büyütmeleri sonucunu ortaya çıkarmıştır. Acem Edebiyatına gelince: İlk şiirler, övülmeler, ön­ ceki ünlülerin ahlak ve yaradılışını anlatma ile ilgili görü­ lürse de şiirlerin hepsi tasavvufu içermeği ele almışlardır. Mevlana, Şeyh Attar gibi büyük ermişler bütün toplumca bilinen yüksek eserlerinin hepsi tasavvuf neş' esiyle söy­ lenmiştir. Gerçi Mevlana, Şeyh Attar gibi hayat hikayeleri herkesçe bilinen ermiş kişilerin şiirleri, tamamen tasavvuf neş'esiyle söylenmiş , aşıkane ve sermeştane ortaya çıkan ve açıkça şeriata göre yerilmesi gereken bir tarzda yazılan şiirlerinin her halde İslamiyete uygun bir yeri olacağı ve hiç birinin açık anlamının istenmediği muhakkaktır. Mevlana'nın eserlerindeki mey ve aşık, sevgili açık bir mana taşımaz. Mevlana kesinlikle haram edilmiş bir şeyi yapmadığı ve sevgili adı ile bir müslüman masumu. suç­ suzu dilber, sevgili yerine koymadığı şüphesizdir. Şu sa­ tıdan yazarken bile kendimi ayıplıyorum. Mevlana İslam aleminde şan ve şöhreti hayatından uzak tutmuş ve bu ünü vefatından, ölümünden sonra da gitgide artmıştır. Kendi zamanında oğlu Sultan Veled Efendimizle halifesi

1 20


Sipehsalar tarafından yüce menkıbeleri yazılmıştır. O halde ermişler, yücelikler hakkındaki eserlerinde görülen mey ve sevgili'yi aşıkane durumlar olmuşcasına kabul etmek, aslında açık olanı bırakarak şüpheye yer vermek gibidir ki ilim aleminde bu günah hareketler en hafif tabiriyle ayıptır. Hem de böyle tasavvuf neş'esi ile şiir söyleyen birkısım ermiş kişiler, yüksek bilginler herkesçe bilinir. Bunların hepsi de çok olmasa bile yine böylelerine rastlamak mümkündür. O halde bunlar hücumdan, ifti­ radan uzaktırlar. Bütün İslam şairlerine göre kendi yollarına katılmış olanların tasavvuf neşesi ile gerçek şiir yazan ermişler, ulular tarikat yolundakiler azınlıkta olup diğer Acem şa­ irleri bu yoldaki tasavvufu kendilerine meslek edinmiş­ lerdir. Bunlardan bazıları, gerçi yolunu tutmuş olanlar değilse de kurtulanlar olup mubarek olan, özenme yo­ lunda olmaları nedeniyle tarikat derecelerinin çeşitlerin­ den söz etmişlerdir. "Onlar gibi olmazsanız bile onlara benzemeğe çalı­ şınız. Yüksek bilginlere benzemeğe çalışmak da bir kur­ tuluş yoludur." Sözündeki gibi kurtuluş yolundakiler kendilerini ödüllendirmişlerdir. Fakat bu konular su gö­ türen konulardır. Ve şimdi burası yeri değildir. Diğer bir kısım edipler ise, yaradılıştaki dindarlık ve dini durumu kısa, yetersiz olmakla beraber şiirin bu yolda söylenmekte olduğunu görmüşler, onlar da bu yolda çe­ kinmeden, tasavvuf ahengi türünün icabında hepsinden eserlerinde değinmişlerdir. Bir de zayıflar, güçleri az olanlar kısmı var ki nazma çok az kabiliyeti olup bilgisini geliştirmemiş, ömründe topu topu birkaç divan okumuş, yaradılışının gereğiyle okuduğu şiirlere benzer her yolda şiir yazmıştır. Bunların hemen hepsi görenek ve alışkanlıkların pek büyük etkisi olduğundan en küçük bir şekilde tarikatın sırlarından ve tasavvuftan haberdar olmayan bir şaircik. Büyük ma-

121


kamlardan. yüceliklerden, Allah'ın yüce makamından ya­ zılar yazmakta hiç tereddüte düşmedikleri görülür. Şu olay p ek ünlüdür : " İsmail Paşa-zade Kör Hakkı Bey'e, Şair Kazım Paşa "Ulan Hakkı, Acem Şahı'rn öveyim derken gavur olmuşsun. " demiş. Hakkı B ey cevabında "Kazım, ulan gavurluğa kim bakar, ben Nefi'yi geçmeğe uğraşıyorum . " demiş. Sadece bu şiirden bir de sarh oş­ luktan başka bir eseri, başka bir hüneri olmayan, meşhur kaside söyleyen Hakkı B ey'in sadece bir amacı vardı ki, o da Nefi'yi geçmekti. Amma nefi'nin bir Natt-ı Ş erifin na­ zire, karşılık olarak Acem Şah'ı hakkında bir kaside söy­ lüyor. Nefi, Şan Nebevi'de neler söylemişse Hakkı B ey de karşılığında kendisini Şah hakkında daha aşırılığa mec­ bur tutuyor. Şairlikte o kadar geçici ki Acem Şahı'nı öv­ mek, övmek maksadı olmadığı halde, Nefi'yi geçmek iste­ diği için $ah hakkında daha büyük öv�üler sıralıyor. Maksadı Acem Şili'ı'm övmek değil, bu kaside ile Nef'i'yi geçmek, runrua bu sebeble Acem Şah'ını Hazret-i Pey� gamber'in üstünde gösteriyor ve umursamıyor bile. Ben bu durumu , ortamın şiddetini göstermek için anlattım. Yukarda açıkladığım tasavvufu içeren şiirlerde Allah'ta yol alma, dualar içinde yok olma ve mutlu olma, Allah'a yalvarma, kendinden geçme, bilginlerin düzeyi, Tann sevgisi gibi motiflerini kapsayan nazım şekilleri dikkatsizce taklid edilmeğe başlandı. Herkes ağzına gele­ ni, aklına geleni söyledi. Fakat çok tabii şiirler içinde sa­ dece tasavvufa ait değil, bilgece över biçimde ahlaka bağlı dinsel şiirler de bulunuyordu. Tasavvuf taklidi şiirler şu şekle girdi. Övme, aşıkı medhetme, aşikar aşk, aşıkın ve aşkın anlatılış şekli gu­ rurlanma, içki alemine ait dedikodular ve çeşitli saçma­ lıklara ait konuları kapsar şekle girmiş oldu. Bu eserlerin konuları açıkça Şöyle : Ekseriya ortada olmayan bir zavallı güzeli, bir güzel masum oğlanı övme, sevgili ile olan çeşitli maceraları ibadete tercihi, sarhoş-

1 22


luklan ve sevgili ile maceralarla gururlanma şarabın iş­ vetin övgüsü ve çeşitleriyle oyalanma, din insaı1lann, okuyanların, gerçek tasavvufçuların aleyhinde olmak, dünyadal1, çalışmaktal1 zevk almamak, mutluluğu ha­ rabatilikle değişmek, sefahatı tavsiye ederek dindarlığı, iyi ahlak sahibi olmayı zemmetmek, aleyhinde olmak gibi bir yaşam biçimi yal1ısıra o zamal1ların divanlarına bakılsa bazı büyükler hariç hepsinde Allah sevgisi, yaşama gay­ reti ve sevgisi, insal1 sevgisi gibi duygular p ek az görülür­ dü . İşte Osmanlı Edebiyatı, Farisi'nin bu edebiyatını aynen taklid ediyor, hatta bazı mal1zemeleri aynen tercü­ melerle bu edebiyatı adeta yağına ettiler. Edebiyat bir milletin öğreticisi, eğiticisi olduğuna göre, bu uygulanal1 şekildeki edebiyat, İstanbul'u sefahat ocağı haline getirdi. Bozulan imal1 ve inançlarla tembellik, başlıca büyüklük olup insanların işlerini ihmal etmelerine neden oldu. Bu hal üstelik kadercilik, okumuşluk payesi gibi oldu. Hatta bu türlü insa11lar namaz kılan değerli insanların yanında değer kazandılar. Bu hallere imkan verildi ve bu alışkan­ lıkları olmayal1lar dindar, ahlak sahibi kişilere ve iş sa­ hiplerine, kaba, ahmak denildi. Bu durumda böyle kişiler ümitsiz duruma düşmüşlerdi. Hatta bu kişiler okumuş şeyhler, değerli kimseler bile fedakarlıklar ederek büyük­ lere kendilerini sevdirecek yolda görünme çabasında ol­ dular. Bizim, asıl Türk Edebiyatının sonuçlarına hepimiz şahid olduk. Dilekler bütün sözlerimin içindedir. Bizim Türk edebiyatımızda dünya ve din ala11ındaki mutluluk aleyhinde hiç bir söz yoktur. Din ve dünya büyüklere övülür. Yurt sevgisi ele alınır, hele kahramanlık destanları baştal1 başa şiirleri kaplar. S evgiler gerçektir ve açık açık yazılır. Ahlak en önde gelir. Arapların eski edebiyatı da böyle idi, sonra çökerten edebiyat galip gelmişti ve Arap hükümetini batırdı. Osmanlının başını yiyen de edebiyatı

1 23


oldu. Zira edebiyat ahlakla vatanla şartlanmaz ve rahat yaşama yolunu sağlar. B eş on kağıt üzerinde üç lisanın edebiyatından söz etmek pek özet ve belirsiz olur. Ve makaleyi yazanın aleyhine sonuç verir. Gelecek yazılarımızda her lisanın edebiyatından ayrıntılarla bilgi vererek fikirlerimizi kanıt­ larız, böylece yalnız yapılanları suçlamaz, en iyi yönlerini de yazarız. "

Veled Çelebi İzbudak'ın "Mevlana'nın Eserleri'' isimli Makalesi M evlana'rnn Mecalis-i Seb'a isimli eseri M evlana to­ runlarından Feridun Nafiz Uzluk'un gayretleri ile yayım­ lamıştır. Basma işlerini Ahmed Remzi Akyürek yapmıştır. Düzeltenin Sözleri bölümünde Ahmed Remzi Akyürek şöyle yazmaktadır : "Mecfilis-i Seb'a nın nasıl kıymetli bir kitab olduğu Kastamonu Saylavı Veled Çelebi İzbudak'ın pek değerli ve bilgili sözlerinden anlaşılmış ve basıma Üs­ küdar, Atlama taşı, Hacı Selim Ağa kütüphanesinde saklı bulunan elyazısı (Gumadi ahir 788 Temmuz 1 386 nusha) esas ittihaz olunmuştur. " Kitabın içindeki "Mevlana'nın Eserleri" isimli baş makaleyi Veled Çelebi İzbudak yazmıştır. 1 937'de yayım­ lanan eserde Feridun Nafiz Uzluk da şöyle der : "Mecalis'in tabına tashihine üstad Ahmed Remzi Akyürek nezaret buyurdu . Elhak büyük himmet gösterdi. Ulu üstadımız Veled Ç elebi İzbudak, istihkakımızın fevkinde iltifatlarla mukaddime ihsan etti . D erin teşekküratımı arzeylerim. " Veled Çelebi'nin makalesini aşağıda veriyoruz : O l "Mevlana'nın Eserleri Hazreti Mevlana'nın kendisi kadar cihanı dolduran eserlerinden son kitabı Mesnevi-i Şeriftir ki hakikaten ( 1 ) Mecfilis-i Seb'a -Mevlana'nın Yedi Öğüdü- Düzelten Ahmet Remzi Akyürek Mütercimi Rizeli Hasan Efendioğlu, M . Hulusi- M . F . Nafiz Yönünden Bastırılmıştır. İstanbul Bozkurt Matbaası 1 9 3 7

124


irfan aleminde bunun kadar bir kitap \'Ücude gelmemiştir. Ondan sonra diğer en büyük eser Hurüf-ı heca adedince müstakil birer büyük divanının mecmuu olan Divan-ı Kebir'dir ki ebyatı milyona baliğdir. Mevlana'nın bu iki eseri alilerinden sonra aşık-an anfan meyanında şöhret­ yab olan Fihi-mafih risalesidir. Bunlardan başka Cenab­ ı Pir Efendimizin Mecalis-i Seb'a adlı yedi mevizadan mü­ rekkep bir eseri vardır. Bir de Mektubat ünvanlı müdev­ ven bir kitabı vardır. Mevlana'nın eserlerinde lisan ve beyan, mevzuuna göre biraz değişiklik gösterir. Divan-ı Kebir'i mütalaa edenler görürler ki aşıkane bir lisanla bir aşıkın canını tavsifi, onunla muaşakası , ona derdini dökmesi her ga­ zelde müzeyyen, parlak, derin bir lisanla ifade edilmiştir. Farisi lisanında tam gazel tabirine mustahak olarak ga­ zelseralık kapısını Mevlana açmış ve her vadide birer di­ van denilecek kadar yüzlerce, binlerce gazel inşadıyla ko­ caman bir Divan-ı Kebir vücuda getirmiştir. M evlana nasıl bir lisan kullanmış, ne yolda bir ifadede bulunmuştur, başkaları bu lisana malik değiller miydi? Bu suale nefy ile cevap vereceğim. Şayh Galib'in "Bir başka lügat tekellüm ettim" de­ diği gibi Mevlana'nın Mesnevi' deki gerek lisanı gerek be­ yanı bambaşkadır, Fihi Mafih ile "Mecalis-i S eba'nın Lisanı birdir. Arifane bir lisanla aşıkane irşad için türlü delil ve cazip ifade ile Ayetli, Hadisli, Delilli, Şahidli beyanattan ibaret­ tir. Mecalis-i Seba daha şamil olmakla biraz karışıktır." Mektubat'a gelince, bunlar tanıdığı her kısım zevata yazdığı, şuna buna ait tavsiyeler ile bir kaç tane de evlat ve yaranına gönderdiği mektuplardır. Şam'da tahsilde bulunan oğulları Sultan Veled Bahaeddin ile Ç elebi Aladdin'e yazdığı mektub şaheserdir.

125


Şu mukaddime yazmağa badi olan Hazreti Mevlana'ya nisbeti nesebbiyyesi ile müftehir bulunan oğ­ lumuz Feridun Nafiz UZLUK'un ceddipakine fartı nisbeti alaim-i maddiyesinden olmak üzer Mecalis-i Seb'a ve Mektubat'ı tabettirmesidir. Öteden beri kendileri bu fakire büyük teveccüh göstergelmekte olmalarıyla iş bu eseri hayırlarına bir mukaddime yazmakhğımı fakirden taleb eylediklerinden şu bir kaç satın karaladım. Sultarı Veled Hazretlerinin de -Mevlana'mn altı cilt Mesnevisine mulabil- üç cilt İbtidaname , İntihaname, Re­ babname adlı mesnevileri, yine babasının Divanı yarısı kadar büyüklükte D ivanları ile Maarif adlı mensur eserleri vardır. Bu eserlerin İslam ve Türk alemine hizmetleri ci­ hanın malumudur. Medeniyet tarihini yazan müverrih , Mevlevi Oymağının Türk'lüğe faydasını anacaktır. Mecalis-i Seb'a ve Mektubat, Mevlana'nın eserleri olnıak haysiyeti ile mühinldirler. Müslüman Türklere öğüdler söyleyen Mevlana nasıl bir üslü.b-ı ifade kullan­ mıştır anlıyoruz. İslam ve Mevlevilik Tarihi ve Maarif-i islamiye, edebiyat, arif ve zarif, nüktedan insan yetiştir­ mek yönünden insanlığa çok nafi eserlerdendir. Bu kitabı forma halindeyken ınuntazamam oku­ dum, tashihleri elhak muvafıktır. Himmetleri meşkur, kendileri me'cur olsun. ANKARA, 1 8 V. 1 937

VELED ÇELEBİ İZBUDAK"

Mecalis-i Seb'a (Mevlana'nın Yedi Öğüdü) isimli eserin içindeki Veled Çelebi İzbudak'ın "Mevlana'nın Eserleri" adlı makalesinin açıklaması : Hazreti M evlana'nın eserlerinden son kitap Mes­ nevi-i Şerif'tir ki irfan aleminde, bunun kadar cihanı dol­ duran bir eser ortaya çıkmamıştır. D iğer en büyük eseri büyük divanın toplamı sayılan D ivan-ı Kebir'dir. M evlana'nın bu iki eserinden sonra ünlü olan Fihi Mafih

126


risalesi ve Mecalis-i Seb-a adlı eserleri vardır. Bir de Mevlana'nın dostlanna ev1ad1anna yazdığı Mektubat isimli bir kitabı daha vardır. Diyebiliriz ki Mevlana'nın eserlerinde lisan, ifade ve konulara göre değişiklikler gö­ rülür. Divan-ı Kebir'i okuyanlar görürler ki aşıkane bir dille, gazel kelimesinin anlamının aslına uygun, her ga­ zelde aşıkın canan'ı tanımlaması. onunla sevgisi, ona derdini dökmesi, derdinden dolayı çektikleri, bu eserde derin bir lisanla anlatılmaktadır. Edebi bir divandır. Ba­ şarılı gazel yazma kapısını M evlana açmıştır ve her ko­ nuda birer divan denilecek kadar yüzlerce , binlerce gazel vererek kocaman bir Divan-ı Kebir ortaya koymuştur. M esnevi'ye gelince bu eserde Mevlana, nasıl bir lisan kullanmış , ne yolda bir ifadede bulunmuştur? Bu suale Şeyp Galib 'in "bir başka lügat tekellüm ettim" dediği gibi M evlana'mn Mesnevi' sindeki gerek lisanı, gerek ifadesi bambaşkadır. Fihi Mafih ile Mecalis-i Seba eserlerindeki lisan bir­ dir. Aşıkane bir cazip idade ile ayetli, hadisli, delilli, şa­ hidli bir ifade kullanmıştır. Fihi Mafih , aşıkane söyleyiş şekli içinde eğitim neşş'esine sahiptir. Mecalis-i Seb'a'da bu konular karışıktır. Mektubat eserlerindeki (Sultan Veled Bahaddin ile Ç e lebi Aladdin'e) o sırada Şam'da bulunan oğullarına M evlana'nm yazdığı mektuplar birer şaheserdir. Mevlana'nın oğlu Sultan Veled Hazretleri'nin de 3 cild İbtida-Name, İntiha-Name, Rebap-Name adlı mes­ nevileri ve divanları ile Maarif adlı eserleri vardır. Mev­ levilerin eserlerinin İslam ve Türk alemine hizmetleri ci­ hanın malumudur, dünyaca bilinir. Medeniyet tarihini yazan tarihçiler Mevlevi'lerin Türklüğe b üyük yararını anlatacaklardır. Mecalis-i Seb'a ve Mektubat, Mevlana'nın eserleri olmak şerefini taşıyan önemli eserlerdir. Mevlevilik Tarihi, Maarif-i İslamiye ve İslam eserleri, edebiyatta zarif ve

127


nüktedan insan yetiştirmek yönünden insanlığa çok ya­ rarlı eserlerdendir. Bu yazımı, Mevlana torunlarından oğlumuz Hekim Feridun Nafiz Uzluk'un M ecalis-i Seb 'a ve Mektubat eser­ lerinde yayımlamaları bana göterdikleri bir teveccühtür.

VELED ÇELEBİ'NİN "NEVAİ

ve

DİLİMİZ "

ADLI MAKALESİ Ali Şir Nevai'nin MUHAKEMET-ÜL LÜGATEYN adlı eserini şairin beşyüzüncü doğum yıldönümü dolayısıyla şimdiki dile çeviren İshak Refet Işıtman, bu kitabı 1 94 1 de yeniden bastırmıştır. Eser, maarif Vekili Hasan Ali Yü­ cel'in bir yazısını ve Türk Dil Kurumu Genel sekreteri İ.N. Dilmen'in önyazısını kapsamaktadır. Dilmen eserin önsözünde Veled Çelebi İzbudak için şöyle yazar: "Günümüzün en eski Türkçüsü Sayın Veled Çelebi İzbudak'tan ilk basımını ve çevrimini (( 1 897de) yaptığı bu yeni hazırladığımız esere (Muhakemet-ül Lugatteyn'in ye­ ni basımına) bir yazı vermesini dilemiştik. Ustamız şu değerli yazıyı verdi . Uzun bir didişme tarihinin canlı örneği olan bu değerli Türkçü'nün yazısını buraya olduğu gibi koyuyoruz. Kendilerine candan teşekkür ve saygılarımızı sunarız. Ustamız, bu yazılarında çok önemli noktalar üze­ rinde durmuşlardır. Yazının dilinde kendi özleyip istedik­ leri açık, sade, terkipsiz Türkçeyi kullanm amaları alış­ kanlıkları bakımından hoş görülür umudundayız." Veled Çelebi İZBUDAK "Nevai Ve Dilimiz" başlıklı yazısında Reisicumhur Atatürk'ün dilimizdeki yabancı terkiplerin atılması ve dilimizdeki yabancı kelimelerin de

1 28


dilimiz yapısına uygun olmayanları Türkçeleştirmek hu­ susundaki tavsiyelerinin gözönünde tutulması gereğini hatırlatıyor ve şu açıklamaları yapıyor : ( 1 )

"Reisicumhur Hazretleri kendileri dahi bu mesele­ lerin bazı kısımlarını izah suretiyle bir dilin başka diller­ den icabında kelime alması tecviz olunsa bile hiçbir za­ man kaide almaması lazım olduğunu tasrih eylemişlerdir ki hakikaten yazıda bu husus külfetsiz ve tabii bir tarzda bizim gibilere müyesser olmasa bile çocuklarımıza muta­ assıbane bir şekilde öğretilmeli ve yollar gösterilmeli; bu yola imtisal edenler takdir olup. aksi yola yeltenenler muaheze edilmelidir. Gene şu son yarım asırlık uyanıklık devresinde di­ limizden yabancı terkipleri atmakla dilimizin çok açıklık kazandığını izah eylemişlerdir. Ve en mühim bir teşebbüs olarak da dile alınacak ve yahut dilde bırakılacak yabancı kelimelerden dilimizin yapısına uygun olmıyanları Türk­ çeleştirmek hususunu tavsiye buyurmuşlardır. Milletini kalkındıracak, yenileştirecek, sağlamlaştı­ racak, yükseltecek müstesna başların h emen hepsi az çok bir yoldan gittiklerine, bir tarzda düşündüklerini arzede­ ceğim. "Ekabirin tevarüdü" misali en bariz delildir. Gerek Hüseyin Baykara, gerek Ali Şir Neval, Türk dilinin güzel­ liği, genişliği , harika denilecek surette adeta musiki p er­ deleri gibi birbirine uygun kelime ve terkipleri bizim kai­ delerimize bir cihetten uyamayıp daima iğreti ve yabancı olduklarım göstermeleri gibi bir çok şerefli, değerli husu­ siyetleri konuşurlar, münevver emirzadeleri vesair oku­ yup yazanları kendi dillerine hizmet hususuna teşvik ederlermiş . Kezalik, zamanımızda firenk dilleriyle konu­ şanlar, onları taklide yeltenenler gibi o zaman modasınca

( 1 ) Ali Şir Nevai, Muhakemet-ül Lugateyn (Çeviren: İshak Refet Işıtman) 1 04 1 . (Kitap içinde Veled Çelebi İzbudak'ın Makalesi)

129


başka dillerle şiir söyleyenleri ağır vasıflarla muahaze ey­ ledikleri Muhakemet-ül Lugateyn'in içinde görülecektir ki hakikaten onları çok şiddetli bir lisanla haşlıyorlar. Ar­ zettiğim veçhile bu hususlar ariz ve amik metn-i kitapta geçeceği cihetle burada tekrara veya o kabil beyanatı ay­ nen nakleylemeğe lüzum görmedim. Fakat Türk gençliği­ ne behemmehal bu kitabı ağır ağır okuyup mealini derin derin düşünmelerini; ihtiyar ve emektar bir hoca sıfatıyla tavsiye ederim. Benim bildiğim Anadolu cihetinde türlü Türk hü­ kümetleri teşekkül ettiğinde oralarda yetişen halk mü­ rebbileri dediğimiz zevatın asarını esaslı iki kısma ayın­ yorum. Birincisi asıl halkı tenvir edenlerin asan ki Aşık Kerem, Leyla ve Mecnun, Ferhat ve Şirin gibi edebi ve Muhammediye, Siyret-i Nebebi, Kan Kalesi, Hayber Kalesi gibi dini ve içtimai eserler ile açık Türkçe yazılmış Bostan tercümesi, Süheylü Nevbahar, Ferhengname tercümesi ve emsali ; ikincisi ise Arapçası, Acemcesi çokça, saneyi ve bedayi-i edebiyesi fazla olup şiirin envaını şamil bulunan Ahmet Paşa, Necati'nin divan ve mesneviyatıdır. Türkçülük, arzettiğim yarım asır evveline gelinceye kadar işte bu minval üzre bir kaç yoldan gidiyordu. O es­ nada Üstat Şinasi, Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi vesair münevverler Avrupa terakkiyatını görerek ve onların bu yükselmeleri bilhassa ilim, irfan, terbiye cihetinden oldu­ ğuna akıl erdirerek milletimize bu terakki yollarını gös­ termişler ve şiirlerini vesair edebi eserlerini bu yola dök­ müşlerdir. Ve hatta müstebit. ilim ve irfan düşmanı , mü­ nevveranı asla çekemez olan o zaman hükümetinin ken­ dilerine türlü ezasına, hakaretine tahammül edemeyip Avrupa'ya firar eylemişler ve orada (Hürriyet) gazetesini neşreylemişlerdir. Bir kış gecesi Hürriyet kolleksiyonunun gizlice mü­ taleası benim de sebebi feyzim oldu ve memleketimden İstanbul'a azimetle urefa, ulema, üdeba sohbetleriyle her

1 30


veçhile tahsilimi artırdım. Bu zatların gizli gizli İstanbul'a gönderdikleri Hürriyet gazeteleri vesair edebi eserler o zaman gençlerinin uyanmasına ve edebi fikir ve kalemle­ rinin haylice değişmesine sebep olmuştur. Türkçülüğümüzün edvar-ı tarihiyesi hakkında bit­ tabi (Divanü Lügat-i Türk) gibi eski eserlerden ve Müter­ cim Asım Efendi ve Kütahya'h Abdürrahman Efendi ve Süleyman Paşa gibi zatlardan sonra benim bildiğim Na­ mık Kemal, Hamit, Ekrem merhumlar ile akranları yurt sevgisini, hürriyet aşkını gençlere aşılamışlar, şiirde dahi bu yolda teceddüt göstermişlerdir. Hiç şüphe yoktur ki, Namık Kemal bunların pişvası olmuş ve müstebit hükü­ mete karşı akidesinden bir zerre feda eylememiştir. Keza­ lik muallim Naci merhum ile Sefa, Safi, Şeyh Vasfi gibi peyrevleri de şiirde, fikirde teceddüt göstermişlerdir. Fa­ kat saydığım güzide zatların şiirlerinde de nesirlerinde de dilin istiklaline, açıklığına dair himmetleri görülemez. Hatta hüner göstermek daiyesiyle çok ağdalı tabirlerle ahlaki Alailere, Hümayunname'lere vasaireye bile taş çı­ karmışlardır. Şu kadar var ki Kemal Bey tiyatrolarında ve mektuplarında tabii lisanı kullanmış yani açık yazmıştır. Ben o devre ait açık yazma himmetini Ali Suavi'de görü­ yorum. Ondan sonra da (Hace-i Evvel) şerefli lakabını alan Ahmed Midhat'ı biliyorum. Bilmeyenlere arzedeyim ki Ahmed Midhat Rodos'ta merıfai bulunduğu esneda vatan yavrularına dilimizi kolayca öğretmek için (Hace-i Evvel) adlı Elifba ve Kıraat kitabını yazmıştır. İtlakından sonra senelerce devam eylediği romanlarını açık bir dille yazdığı için de milletin ilk hocası manasına olarak üdeba arasın­ da kendisine de (Ha.ce-i Evvel) denilmiştir. H akikaten merhumun romanlarını memleketin milyonlarca evladı o zamanlarda tehalükle okuyarak öyle mektepte, medrese­ de uzun tahsil görmemiş birçok kimse , bilhassa kadınlar; onun himmetiyle okuyanlar ve düzgün konuşanlar sıra­ sına geçmişlerdir.

131


Hüsnü'l-hitam olarak biraz da Türkçülükten bah­ sedeyim. Buraya kadar arzeylediğim veçhile balada evsafı geçen üstatlar nazım ve nesri tecdit edip vatan muhabbeti ile hürriyet şevkını da gerçi memleket çocuklarına zerk eylemişlerse de Türklük, Türkçülük ve açık Türkçe yazıp konuşma aşkı ile kelimelerde huruf-ı imlayı kısırganına­ mak yani makul bir imla iltizam etmek hususunun çok sonraları hezaran ihtirazla yavaş yavaş tatbikına başla­ mıştır. Bütün arkadaşlarımla b eraber onların yetiştirdikleri Türk Dili üstatları bilirler ki dilimizin imlasında bol bol imla harfi kullanmak şerefinden şu emektar yazıcının aciz kalemi dahi nasibedar olmuştur. Bugün hiçbir kıymet verilmeyen bu mesele o vakit adeta büyük cüretkarlıktan ve yaman küstahlıklardan addolunurdu. O zamanda (başka-bşke} , (sonra-skre) yazılırdı. İşte o zamana kadar milletimizin şerefli adı (trk) şeklinde yazılırken bu aciz yazıcı (türk) yazmıştır. O zaman Bab-ı Ali memurlarının ve bütün gazeteci ve kitapçıların kaynaştığı mahal olan Bab-ı Ali Caddesi'nden bu aciz geçtikçe bütün genç gaze­ teciler, muharrirler, Bab-ı Ali mülazimleri (vavlı Türk gi­ diyor, vavlı Türk gidiyor) diye beni gösterirlerdi. ( 1) Bugün bu gibi mesail, umur-ı adiyeden oldu. Fakat o zamanda bu inkılabı yapmak büyük fedakarlık idi. Benim milletime, dilime, dilimin kaidelerine olan aşk ve şevkimden dolayı kendi tarifemden ve akrabamdan bazıları bana adeta münfail olmuş: "Eslaf-ı kiramın isr-i Pakine imtisal icap ederken onun böyle müfrit müteceddit ediplerle karılıp katılması, hatta yazıyı bile herkese ve kaide-i eslafe mu­ gayir bir şekilde yazması ona yakışır mı?" diye beni çe­ kiştirirler ve buluştuğumuz meclis'te kendilerine bakiy­ ye-i eslaf-ı kiramdan bir arif-i kamil süsü verip bu fakiri (1)

O zaman Türkçe, eski Arap harfleriyle yazıldığından ve milletimizin TRK şeklinde seslisiz yazanlara karşı Türk şeklini yazmak için kulla­ nılan -V, o , ö, u, ü harflerinin beşine birden karşılık olan- harfin adı da vav olduğundan- Ustamıza "Vavlı Türk" demişlerdir.

1 32


de içlerinden, bir "dekadan" ( l ) diye geçirirlerdi. Gelelim Ali Şir Nevai'nin bu kitap içinde Türk dilinin Fars lisanına cihetlerle faik olduğuna dair beyanatına : Müşarünileyh bu davasını başlıca Türkçe' de bulunan bir çok sözlerin lugatların Farisi'de karşılığı olmadığını ve di­ limizin bu sıygalarının keza Farisi'de naziri bulunmadığı­ nı enine boyuna bir çok misallerle izah eylemiştir ve şim­ diye kadar bu esere bir cevap verilememesi bu davanın çok metin ve çok haklı olduğuna kuvvetli bir delildir. Ha­ kikaten gerek dilimizin binlerce mühim lugatları havi ol­ masından, gerek hatta huruf hecası bile her veçhile mü­ kemmel olup ilm-i maharice göre tasrifünde görülür ki Türk hançeresinden çıkmayacak bir harf ve savt olmadığı gibi bütün yabancı dillerin en iptidai en çetrefil, en vahşi harf ve savtını dahi Türk hançeresi taklit eder ve kendi yazısı ile de tespit eyler. Bu abd-i aciz eski bir dilci ol­ maklığım hasebiyle ecnebilerin lisan alimleriyle sohbeti­ miz esnasında onların bazı harfleri telaffuz edemedikleri ve bazı milletlerin huruf-u hecasında bazı harfin şekli bulunmadığı kerreatla malum ve manzurum olmuştur. Gerçi bizde samit, sfüt cihetinden tasavvutun tabii terti­ batına muvafık olarak harflerimiz dizilmemiş ve ilm-i iş­ tikak ve felsefe-i lugaviye yönünde (Elifba) kitabımız ilmi bir şekilde yazılmamış, her halükarda eski tertip üzerine - ve fakat noksansız denilecek bir halde bir çok lisan ve kavaid kitaplarımız vücuda gelmiştir. İşte Ali Şir Nevai de dilimizin bir çok faziletlerini ve üstünlüğünü sayıp döktüğü sırada şu atide arzedeceğim noktaları da izah buyursalardı müddeaları daha çok kuvvet kesbederdi: Malumdur ki, dilimizdeki sa.itlerin ilmi tertibi şudur: ( 1 ) XII. Asır sembolist alnını hazırlayanlara verilen isimdir.

133


(kalın sa.itler) : o-u-a-ı; (ince sa.itler) : Ö-ü-e-i. Dilimizde sfunitlerle beraber söz teşkil eden saitlerin bu tertibe tabi olacağını uzun seneler pek çok tetebbu ve tatbik neticesinde anlayıp hakikate erdirdim ve bu tertibin zaruri olarak bu tarzda olmasına yakin hasıl eyledim. Mesela (o) kelimeyi kalın ötre ile okutan ek ayn saittir ki Türk dilinde daima başta gelir. Asla ikinci ses olarak ge­ lemez. Meğer ki bazı tabii savtlarda görülebilir. Buna ör­ nek olarak "ben öyle loloya gelemem" sözü aklıma geliyor; başka misal bulamıyorum. Burada da tekerrür sebebiyle ikinci olmuştur ki hakiki ikinci bile sayılamaz. (Toros, horoz, hotoz, tonos) gibi bazı kelimeler var ki hiç biri Türkçe değildir. Kalın sfütlerde sıra ile bir kelimede top­ lanınca mesela (okuyalım) misalimiz bunu sıra ile bir ke­ milede toplamıştır. Bu misalde mesela ikinci sait olan (u) yu birinci olarak kullanıp da birinciyi ikinci yerine getir­ mek kabil değildir. Yani (ukoyalım} gibi bir kelime yapıla­ maz. (Kuyodatım) şeklinde Türkçe bir kelime olamaz. Bir kere kalın sfütli Türkçe mücerret bir kelime içinde ince sfüt bulunamaz. Sonra da kalın sfütle yapılan bir kelimede de (o) mutlaka birinci ses olarak gelir. İkinci ses olan (u) kelime içinde tekerrür ederse ondan sonra ancak (a) gel­ meli; dördüncü ses olarak (ı) gelemez: (Okuduğum­ okuduğum) denilemez. mutlaka (okuduğım) denilecekken yani bu kelimenin ikinci satinide (o) telaffuz edemeyiz; doğrusu (u) olmalı. İnce seslerde de tabii tertibe riayet olunur. Mesela (götürelim) kelimesi (gütorilem) gibi bir kelime yapılamaz. Yani ince saitle başlıyan bir kelimede ilk sfüt birinci ,ince sfüt ise ikinci olarak da yanına ikinci ince sfüt olur, yahut üçüncüsü gelir, Atlayıp da dördüncü sfüt gelemez (götü­ rürüz) yerine (götürüriz) denilemez. İşte dilimizde sıygalar böyle bir harika vücuda geti­ rir. Bundan iki fayda kazanılır ki birincisi sfütler tertibi 1 34


kelimenin fasih Türkçe olduğunu gösterir. İkincisi de di­ limize giren yabancı kelimelerde bu tertibe riayet edilme­ dikçe dilimizde kaynaşmaz iğreti durur. Kelimelere gelince onlar da mürekkep, basit ne olursa olsun sıygalar gibi sfüt tertibine tabidir, sokurdayı, söğürrneci kelimelerinin topladığı sfütlerde tertip görülür, Mesela (limon) Türkçe kelime değildir. Zira öyle ilk saiti (i) olan bir kelimenin ikincisi sa.iti de behemehal (i) olmak lazım geler. Çünkü (i) ince sa.itlerin sonudur. Türkçe ol­ saydı (limin) yahut (limen) olması lazım gelirdi. zira gerek kalın, gerek ince sfütlerin sonuncusu başa gelirse onun üstündeki ikinci sfüt olarak geldiği vardır: Sıcak, sinek gibi. Fakat ikinci, birinci ince sfüt gelemez sıcuk, sinök gibi Türkçe kelime olmaz. Şimdi şu kadar tafsilattan sonra artık bir çok ya­ bancı kelimelerin hakiki: Türkçe olmadığı saitlerle müva­ zene sayesinde meydana gelir. Mesela (abajur) Türkçe değildir. Çünkü hem üçüncü sfütin (ı) olması lazım gelirdi. Hem de Türkleştirmek için (j) harfi de (c) telaffuz edilmeli idi. yani (abacır) olmalıydı. (Abdest) Türkçe değildir. (Abdaz) yahut (avdaz) olursa Türkçeleştirilmiş olur. (Ateş) Türkçe değildir. Türkçesi yani fasihi (ataş) tır, aslı da (otaş) tır. (Ahur) Türkçe de­ ğildi. (Ahır) olursa Türkçe olur. (Altun)un fasihi (altın) dır, çünkü (a) sesinden sonra (u) gelemez. İstanbullular (al­ tun) telaffuz ederler (kabık)a da (kabuk) derler, ama (sa­ rık) a (saruk) demezler. Anadolulular ise muttariden (al­ tın, kabak, kaşık, sarık) derler. Bu misallerimizle şunu anlatmak isteriz ki herkes Türkçü değildir. Türk lügatlarını ihata edemez. Bütün kaideleri de bilemez. Fakat şu söylediğim kaideyi bilmekle kelimenin Türkçe olup olmadığını tartmış olur. Kezalik dilimizin havassından olarak bazı harfleri hiç kullanmayız. Bazısını az kullanırız. Bazısı başta gel­ mez bazısı bilakis. Sonra dilimizde Türkleştirme kaideleri 135


vardır ki bu da bir harikadır. Dilimizin mucize kabilinden intizamını bildirir. Hakiki Türk olmıyan biraz da Türkçü­ lükle meşgul bulunmıyan bunları bilemez. Araplar sarf ve nahiv ilimlerinde gayet yüksek ve mufassal eserler vücuda getirmişlerdir ki bu ilimlere hizmet edenlerin bir çoğu Türklerdir. Eğer zamanımızın Ttürk alimleri o eserleri gözden geçirip onları nümılne-i imtisal ittihaz ederek Türkçemizi de öyle arayıp tarasalar dilimizin bütün dille­ rin baştacı olduğunu görürler. "

"Veled Çelebi İzbudak" yazarlarımızdan Hakkı Tarık Us,cıı 1943 de yayınladığı Muharrirler Jübilesi isimli kitabında 50 yaşını doldurmuş, çok evvel yazı alemine katılmış o tarihteki ünlü yazarların resimle­ rini kendi el yazılarıyla kısa öz geçmişlerini toplamış­ tı. Veled Çelebi'nin bu esere verdiği yazıyı aşağıda su nuyoruz : " Harabat müellifi Ziya Paşa'nın yetiştirdiği Nazım Paşa bizde mektupçu idi. Onun maiyetinde Konya gaze­ tesini neşreyledik. O benim şiirlerimi tashih eder, altına bir iki kelime takdiriye yazardı ve neşreylerdi . O bana Pa ris'te çıkan Hürriyet kolleksiyonunu verdi. Onu hatmey­ ledim. Türkiye'yi, Avrupa'yı, Dünya'yı, Konya'yı o vakit öğrendim. Konya'da duramayıp İstanbul'a azimet eyledim. O vakit galiba 1 8 yaşında idim. Zaten Ahmed Midhat, Muallim Naci, Şeyh Sefa, Vasfi ile Konya'dan beri tanı­ şırdım. İstanbul' da onlarla görüştüm, devrin gazetelerinde yazılar yazdım. Ben de erbabı kalem arasına katılmış ol­ dum. Son zamanlara kadar yazılarım neşriyet meyanında görülür. Asarım, tercüme-i halim oralarda bulunur. Ben şimdi ihtiyarladım, kolleksiyonlar ve mecmuaları karıştı-

(1) Us, Hakkı Tarık, Elli Yıl, 1943, s. 1 7

1 36


np tercüme-i halimi, asanm1 toplaınağa kadir değilim. O himmeti, genç üstatlanmJZ deruhte buyuracaklardff. 24 Ekim (Kanunu evvel) 1 94 1 "

1 37


1 926 yılında "İleri" isimli gazetede Mevlevilik aleyhinde çıkan yazıya, tekzib olarak Veled Çelebi bir makale yazmıştır. Veled Çelebi Mevleviliğin mükad­ desatını (kutsallığına) inanan, aleyte her türlü yazılara razı olmayan bir Mevlana evladıdır. Bu konularda ya­ zılan yazılar bir küçük kitapçıkta toplanmıştır. Biz Veled Çelebi'nin makalesinden bazı bölümleri almayı uygun bulduk. Aşağıda veriyoruz: "Dirbiriuıizi Kınnayalını İleri Gazetesi'nin 1 2 Şaban 342 ve 1 8 Mart 1 340 ve 2 1 8 5 rakkarnlı nüshasına reddiyedir. Geçen salı günü 1 8 Martta neşrolunan İleri gazete­ sinde M evlevilik hakkında çok şümullü, ağır iftiraları havi, celi hattan dizilmiş (kalın okunaklı) bir serlevha (başlık) vardı ki altmda pek çirkin mana itham eder (anlatan) . Mahsus yapılmış serapa gayri tabii garezkarane (tama­ men düşmanlık dolu) tezyin edilmiş (düzenlenmiş) kıy­ metsiz bir resim bulunuyordu. Bakın ey ahali, . Bir M evlevi zındığı (Allaha inanmayan) oğlan oynatıyordu, denilmek isteniyordu. İnsaf edelim İstanbul'da 5 tane Mevlevihane var. Hangisinde bu şeria irkikab (suç işlenmiş) edilmiş ve ediliyor? Hey alesselal, Dergahlar herkese kürşadedir. (açıktır.) D eruni makalede denildiği veçhile, böyle irşad makamları na-ehillere tevcih edilmişse, oralarda da usül-i tarikate muhalif (karşı) olarak velev ki şeni zade ve muhibzade bazı masumları ve genç efendilere sema meşk edülüp ayin-i ülyaullaha ithal edilerek erbabı tevacüd içinde melekler gibi bazı masum evladımızın da sema ey­ lemesine müsaade edilınişse, bundan Ulyaullah müesse­ selerini gayr-i ahlaki mi olması lazım gelir, kaldı ki itiraf ediyorum Mevlana ocağına saçı sakalı gelmemiş gayr-i mükellef efendiler kabul olunnmaz. Bu muhaddestir (şükranla bildirilir) . Abur cubur tevillerle kitabı kendine uydurarak dini mel'abe (oyuncak) ittihaz etmekten veya­ hut din kisvesi aldında , mal'anete, gayr-i ahlaki çirkin138


Uklere tenezzül eylemekten tenzih ederim." ( l l Yukarıda verdiğimiz Veled Çelebi'nin makalesi bir hayli uzundur. Anlıyoruz ki Veled Çelebi, Mevlana tari­ katına ait tüm o zamanların aleyte yazılarına karşı çok duyarlıdır.

Veled Çelebi zamanın ünlü Mekteb Mecmua­ sı'nda çeşitli makale ve şiirler yazmıştır. Bunlardan Mekteb Mecmuası'nın 15. sayısında (y. 1 925) "Müstes­ na Güzellikler" başlıklı bir makalesi çıkmıştır. Bu ya­ zısında Selçuk Sultanlarının, dolayısıyla Mevlana'nın ve oğlunun Konya' daki türbelerinde sandukalarının yapılış şekillerinden bahsetmiştir. (2 l Veled Çelebi'nin mekteb Mecmuası'ndaki Bahai müstearı (takma adı ile) ile Şehr-i Ramazan başlıklı ma­ kalesi ise şu satırlarla başlıyor: "Ranıazan-ı Küfran-nişan ki sevatı-ı azam-ı İslfuniyet'in en aziz ve celil bir şehr-i bi-adilidrr. " (3J Açıklaması şöyledir: Ramazan geniş İslam ülkeleri' nin en sevilen eşsiz bir ayıdır. Veled Çelebi'nin gene Mekteb Mecmuası'mn 1 4 . sayısı v e 1 4 . sayfasında d a Bedayiül-efkar (Düşüncelerin Güzellikleri) başlıklı makalesinde bazı Arapça beyitler açıklanmaktadır. (4 ) Necip Asım, Sabah Gazetesi'nin 879 5 sayısında

"Türklere Tebşir, Maarif Nezareti'ne Teşekkür" isimli

makalesinde Veled Çelebi'nin Türk Dili adlı eserinin Ma­ arif Nezareti Celile'since yayınlanmasına karar verildiğini yazıyor. ( 1 ) İleri gazetesi, Birbirimizi Kırmayalım, 1 342, İstanbul ( 1 926). Evkaf Matbaası, s. 29. (2) Türk Derneği, s. 1, Y. , Cağaloğlu Matbaası, İst. 1 327. (3) Veled Çeebi (Balıfü müstearı ile) Mekteb Mecmuasının 5. s ayfası.

(4) Bahfü (Veled Çelebi) Bedayi ül Efkar 1 9 Mayıs 1 3 1 0, Nu. II, Karabet Matbaası, İstanbul.

1 39


C- VELED ÇELEBİ'NİN ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER "Millet Meclisi döneminde Kastamonu'dan, daha sonra Yozgat' tan Milletvekili seçilen Veled Çelebi'nin Mustafa Kemal'e kasidelerinden ilki, Bareka'ıllah el Huda'nın mucizat-ı ekberi Bas-i ba'de'l - mevte nail eyledim müminleri. . mısraları ile başlayan altmış beyitlik Kudılmiyye'sidir. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi'nin 1 922 yılında "M" imzasıyla beş beyitlik Başkumandanımız adlı bir şiiri de vardır. 9 Eylül 1 922'de İzmir'in kurtuluşundan 1 8 Eylül'de Anadolu'nun düşmandan temizlenmesinden sonra Mustafa Kemal, bu ayın 29'unda İzmir' den ayrılmış, 2 Ekim'de Ankara'ya dönmüştür. Kudümiyye'nin 3 Ekim'de yayınlanması Gazi'nin Ankara'ya dönüşü dolayı­ sıyla yazıldığını gösterir. Veled Çelebi'nin bu kıtasından başka, Sevgili Gazimiz başlıklı bir şiiri de vardır. Bu şiir 1 924'te Servet-i Funıln mecmuasında yayınlanmıştır. Gazi'nin Ankara'ya dönüşü ile Çelebi'nin yazdığı şiir şudur: Bütün İslam'ın üstünde seni Hak paydar etsin, Muvaffak eylesin Rabbim seni enva-ı hayrata. ( l ) " Açıklama: (Tanrı, seni bütün İslam üstünde var etsin, Her türlü hayırlara seni muvaffak etsin (Başarılı yapsın)

Serveti Funun Mecmuası'na yazarımız Veled İz­ budak'ın "Gözbebeğim, Tesella-yı Hayatımız, Ümid-i ( 1 ) Tansel, Fevziye-Atatürk Hakkında Aydın Sınıf Şairleıimizirı Yazdığı Şiirler. 1 9 1 5 - 1 8 , B elleten, Cild 1 4, sayı 1 77, 1 9 8 1 .

1 40


İstikbalimiz Sevgili Gazimize" başlığıyla yazdığı man­ zume şudur: "Şems-i ikbal-i vatansın asüman durdukça dur Bais-i sulhı sensin cihan durdukça dur Ey güneş, sen en uzaktan da olursan nur-paş Zerre zerre ben gibi bin bendegan, durdukça dur Hale-veş etrafını dönmek ne devlettir senin Tende canımsın benim, sen tende can durdukça dur. İzzü şanı, seyf-i meslülünle kaim devletin Devletinle satvetinde izzüşan durdukça dur Nur-ı Seyyal oldu şevkınla zebanımda beyan Ey meani şahı, iklimi beyan durdukça dur Görmez elbette iyanı kimse muhtac-ı beyan Matmanı ayn-i bedahetle iyan durdukça dur Fitne-i ahir zeman kaldırmıyor baş, korkudan Ey penah-ı ümmeti, ahir zaman durdukça dur Ey Veled, bir saye perverde dua-güsun ana Sayesinde Gazii sahip-kıran durdukça dur. ( l)"

( 1 ) İnal, İbnülemin Mahmut Kemal, Son Asır Türk Şairleri, s . 1 98 1

14 1


--

OJ! r

M v1�)�T 1� 3f;,, 01,-,,.b))'XiıLo� ci1b r4)) J ��afifa_;� j;;)Jj: o� 1 0f3,} !

,

1u

_;) ·l.o q//)_/;_ ()_J_;j_J !� �-> u),,,� ��� l u #�� �\pj, l(��;�),J 6)

cjl)yj l

.Jf� ��,.bO/)u·�<e� \? · c.PW?� ,�I/· � �

0

r/

'

/>

Alp Uluğ Atatürk'e Gün oldu ki taş yaslandın Karla toprak döşendin Yokluk içinde yılmadın Kara günlerde şendin

Bütün dünya bir uğurdan Yurdumuza saldırdı Ne dövüşmekten usandın, Ne kırmaktan üşendin. İZBUDAK

142

((

._IJ.J j � )

,..--

)

:> r-l C')�/


Q

�. ';-'{,,_,

Reis-i Cumhur İsmet Paşa Hazretleri"ne : İsmetle hamesetle hazakat dolusun Türk'ün ulusunda şüphesiz sen ulusun Mahsul-ı dimağını sen ettin tatbik Gazi baş ise sen onun sağ kolusun. ( ll

(1) Şahsi Kütüphanemde bulunan Veled Çelebi'nln özel defterinden.

143


cdd;· I'

Veled Çelebinin eski harilerle el yazısı ve imzası "D estur Daim sana bağladım ilahi özümü D erhfilıından ayırmadım hiç yüzümü Namusum ile çünkü ağarttım sakalım Yarap dem-i piride karartma yüzümü VELED ÇELEBİ Muharrem 1 307 ( 1 896) "

1 44


Vel ed Çelebi'nin yeni harflerle el yazısı

Veled Çelebi İzbudak'ın özel defteıinden

1 45


Veled Çelebi İzbudak'ın Adem ile Havva hakkın­ daki yorumunu ifade eden bir yazısı: "Havva Malümdur ki Adem atamızın eşi Havva'dır. Fransız­ ca, İngilizce İtalyanca gibi pek çok lisanlarda Eva, Eyva ve buna yakın sözler ile Havva kullanılır. Adem sözü hemen hep meşhur dillerde Adem, Atam'dır. Havva, Eva, Yuva kelimelerine yakındır. Onun için

"Dişi kuş yapar yuvayı" derler. Keza Aba, Abla sözlerimiz Eva'ya benzer. Boşuna dişi kuş yapar yuvayı dememiş­ ler. lll

(2) Yukarıdaki şiirin Türkçesi " Geçtim hevesat-ı dünyeviden Zevk aldım umur-i uhreviden Ya Rab beni bir nefes ayırma Kur'an ü hadis-ü Mesnevi'den Veled Ç elebi"

( 1 ) Veled Çelebi İzbudak'ın özel defteıinden

(2) Şahsi kütüphanemde bulunan Veled Çelebi'nin özel defterinden.

1 46


Mesnevi' den, "Gül solup mevsim gelince artık Bülbülden maceralar işidemezsun. . " O l

Kıp kırmızı fesle, kara çehreyle ömürsün Anber Lala, güya ucu ateşli kömürsün. (2) (Çelebi'nin evinde çok sık tekrarladığı iki dizedir.)

( 1 ) Veled Çelebi İzbudak - Mesnevi- cilt 1, 1 952

s.

67, Maaıif Matbaası, İst.

(2) Veled Çelebi'nin özel defterinden.

1 47


Veled Çelebi'nin açık Türkçe ile yazdığı bir şiiri : 0 :�

:ı_ : A>_,_.·)

o )_::'iJ -���,·· ��:.:J_) j\ _ o)_ ·- · 1}��J . J.. . oj - ; �-?Jv- � ·> ·\�;

·

1>,, J

;:::p/)

._(� 11: ..?' Ll .v;v-".Vl " - -G. j� 1 C:,1..Ju ,y/_..; · ·�,-" V ,!'") r-C '-'._(; ci,,ı b._,1 .J;.:0_ L L._,>.o ;) ) .

,o, _ _

.

_ _

' ·· .

TÜRK'ÜN DESTANI Sen nerdesin, Türk'lük nerde? O gökyüzünde , sen yerde Türk'lüğün, hüsnü nuruna Senin gibileri perde. Her gören kendi ilini Kaba sanan Türk Dilini Sormayın köylü halini Türk deme öyle namerde Köylüyü yabana atma Mazlum görüp ona çatma, Çalışana, çalını satma Efendilik köylülerde. O , çalışır, sana verir, Zavallı yemez yedirir Keyfin yerine getirir,

Bırakmaz seni kederde. ( 1 )

• ( 1 ) Şahsi kütüphanemde bulunan Veled Çelebi'nin özel defterinden.

1 48


Veled Çelebi'nin "Mecmua-i Eş'arım" adıyla topladığı kitabdaki şiirlerinden biri şudur: : "O rütbe neşve-mend olmam seherden Gönülde çün meserretten eser yok Güzel tasvir eder hal-i derunum Garibim de guruba rağbetim çok Hasta gönlüm vakf-ı hicran oldu gel Sevdiğim hfilim perişan oldu gel! Nar-ı gamla sine süzan oldu gel! Sevdiğim halim perişan oldu gel! Nerde o bezm-i saadet-i iltifat Cümle amfilimle en yüksek hayat Çeşmime tar oldu şimdi kfünat Sevdiğim halim perişan oldu gel! (l l "

Veled Çelebi'nin bir Gazel'i de şöyledir : "Derunum keşf edersin nakş-ı didar-ı hazinimden Okursun nüsha-i takdirimi levh-i cebinimden Teşekkür eyle hayrü'n-nas isem artık sorup durma Ne anlarsın efendi, meşreb-i ayin ü dinimden N' ola teshir ederse sözlerim sükkan-ı lahuti Gelen hep hikmet-i arşiyedir rühü'l - eminimden Felek encümle işler sanihatım tak-ı gerdüne Seherler berk urur her hikmet -i halvet- güzinimden Ne zevkim ben de bilmem sohbetimdir meşreb-i ikan Gelen küfr-i siyeh iman gider bezm-i yakinimden Benim halvet -gehimde ilm ü hikmet hem- nişinimdir Beni iğfal edenler dür ederler hem-nişinimden Kelamımda dilerse ey Veled bulsun beni ahlaf Garib-i zevk olub tertil-i ayat-ı mübinimden (2) ( 1 ) Çelebi Veled, Hatıralarım, s . 7 1 .

(2) İnal, İbnülemin Mahmut Kemal. Son Asır Türk Şairleıi, 4. cilt, 1977.

149


Veled Çelebi'nin bir kaç beyti ve rubaisi:

�/� � b- � r:.;;.,� �;� � ��� �w��J�ifı ak>l.J� ,,,

.....

.

.

"Eğer olmazsa can canana vasıl Tasavvuftan tasarruftan ne hasıl"

"Dillnı cismi nazarın hali zarından sual eyler bir divanedir, kim gölgesiyle hasbıhal eyler. "

1 50


�)J (..f,L 1

�ı .;l/J°j:��JT

� ı)ı-> � .JT� �ı �'"1.�/_};> �p� Jt. ı.,,,.;-)-,.1 �) (...) � .

Rubai "Etrafımı aldı zulm, dad eyle Al hakkımı şimdi gönlümü şad eyle Bikes kaldım diyar-ı gurbette

aman

Ya hazreti Munla yetiş imdad eyle. "

a�)ı _,J,j o� l.Y � ' .

.o�v_,ı��� � J)..,- .;....P(J� � ->

�>�./

_J,, ;;ı;T,JJ; (,-!,,� ,� �

Kıt'ayı Veled Çelebi "Kibriya mazhanyız alemde Bize mevrus olan istignadır. Naz edersem nola, afaka Veled, Pederim Hazreti Mevlana'dır . "

151


, . l0�'·:" . \ �

)

. /

� )) 1 0 l_:;, ) ._J� ,,., � ),1 )c..r--- 1v r-·'Y) <.), ).) �1

'

....J

./

'

-

\

Veled Çelebi'nin bir dörtlüğü Bilmedik alçak olduğunu hayfa Sakafı gerduna baş urduk Namımız pek bozuk düzense ne gam Biz de kanun çarha uydurduk.

ı .O'<. /'

_,;, •'�\..:) '.!' -'? J ;, 1' ;; ,1 :ı 1 .

ı_-

. 1 ) / ' ) y:J

'

·! ,..ı;Jı:.J l.v

Geçen eyyam vuslatı kurduk Şeb-i firakında ağladık durduk Neye geldik bu dehre bilmem ki Ne biz onduk ne halkı ondurduk Ortada fol da yok, yumurta da yok Alemi gulgule ile doldurduk.

1 52


- - --

Mevlevi Dergahı kapandığı zaman Veled Çelebi şu şiiri yazmıştı: Hak ehli olunca içimizden mefu:ild Cahiller edince arş-ı irşada suüd Beyhude figan etmiyelim layıktır Dergahlarımız boş idi, oldu mesdild . ( 1 ) " (Yukarda Çelebi'nin el yazısı ile verdiğimiz dörtlük

32. sayfada da verilmiştir)

Veled Çelebi'nin bir rübfilsi : "Minnet yapamam bela sonu bulsa dahi Zehrabe-i gamle cam-ı dil olsa dahi Dünyada çekilmeyen felaket olamaz İnsan alışır azab-ı kabr olsa dahi. Belki denilir ateşe etme iş'al Belki kılınır güneş ziyası ibtcll İmkane girer belki bütün emr-i muhcll Yok tutmağa halkın dilin amma ki meccll (2) " ( l ) Şahsi kütüphanemde bulunan Veled Çelebi'nin özel defterinden.

(2)

İ nal. İ bnülemin Mahmut Kemal. Son asır Türk Şairleri. s .

1 982.

1 53


Veled Çelebi'nin bazı dizeleri :

r ıı

"Bi-hamdüllah ki bir nam u nişarumJZ, adırnJZ yoktur. Dil-i viranemizden özge bir abadnmz yoktur. " Açıklaması : (Şükrederiz ki nam ve nişanımJZ, adımız yoktur. Yıkık gönlümüzden başka mamur, malımız yerimiz yoktur. ) "Biz özge haceyiz herkes ile bazanmız vardır, Tükenmez fikrimiz, efkar olunmaz karımız vardır. " Açıklaması : (Biz bir başka hoca, çelebiyiz, ki, herkesle alışverişi­ miz vardır, Tükenmez, fikrimiz akıl ermez işimiz vardır.) "Arif-i billah olup alemde ey makbul-i nas, Herkesi halince Hak bildinse oldun hak-şinas. " Açıklaması : (Ey, alemde Tanrısını tanıyarak, insanların makbu­ lü olan, beğenilen kişi, Herkesi kendi halinde benimser­ sen Hakkı da tanımış olursun,) "Ehl-i suret bizi bir zerre kadar fark edemez, Ehl-i mana gözüne gün gibi mekşüfuz biz." Açıklaması : (Surete, görünüşe önem verenler bizi bir zerre kadar bile fark edemez Ama gönül zenginliğine (manaya) önem verenlerin gözüne gün gibi açığız, kolay anlaşılırJZ

( 1 ) Kütüphanemizde bulunan Veled Çelebi'nin özel defterinden alınmış­ tır,

1 54


"Bilmeyenler aşina sanmaz bizi mana ile Mevleviyiz aleme meşhü:ruz istiğna ile, Sine-çalnz döne döne şevk-ı hüy-ı hay ile, Devredüp girdik sema'a bir nemed illa ile. " Açıklaması : ( 1 . Bizi tanımayanlar bizim mana alemine aşina ol­ duğumuzu bilmezler 2 . Biz Mevleviyiz kanaatkarlığımızla, gönül genişli­ ğimezle ünlüyüz. 3. Utanma huyunun, yani ilahi edebin şevki heye­ canı ile döne döne sinemiz parça parçadır.

4. Dönerek semaya girdik sade bir hırka ile . . . )

Veled Çelebi'nin Türk Yurdu Mecmuası'nın 247 1 . sayfasında Muvazene isimli eserin neşrolunduğu sıra­ da Ziya Paşa'nın Harabat'ında şu beyti yazması yü­ zünden Dahiliye Müsteşarı Ahmed Refik Paşa'dan azar işitmiş, sonra affolunmuştu. Beyit şudur : "Mübtedayı rütbe-i aklü seda.d Mukteda-yı zabta fazlü reşad" Açıklaması: (Akıl ve doğruluk makamının başlangıcı Erdem ve üstünlük erlerinin önderi) Şiirdeki sedad ve reşad kelimelerinin Çelebi tara­ fından açıklanmasından sonra Dahiliye Müsteşarı tara­ fından Veled Çelebi affedilmişti. .

1 55


_..;;,__ __ __..;;... -

-- -


DÖRDÜN C Ü B ÖLÜM

A - BİBLİYOGRAFYA

1 57


--


Yazar Hakkında Kaynak Eserler ( ıı Asım, Necip, Veled Çelebi, Türk Yurdu, C . 7 , 1 9 1 4 , S . 247 1 .

Aksoy, Ömer Asım, "İki Dilcimizi Kaybettik" Türk Dili, Haziran 1 9 53 Beşer, Hayri, Türk Yurdu Özel Sayısı, 1 954, S . 7 5 . Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevltına'dan Sonra Mev­ levilik, İst. 1 983 S. 1 52

İnal, İbnülemin Mahmut Kemal, Son Asır Türk Şa­ irleri, C.4, Dergah Yayınlan, İst. S . 1 97 7 . Nevai, Ali Şir, Muhakemet'ül Lugateyn, İkdam Mat. İst. 1 94 1 .

Tansel, Fevziye Abdullah, "Atatürk Hakkında Aydın Sınıf Şairlerimizin Yazdığı Şiirler" , 1 9 1 5- 1 8 Belleten, Nu. 1 7 2 , 1 98 1 . S.47 . Us, Hakkı Tank, Elli Yıl, 1 943 . Uzluk, Feridun Nafiz, Mecdlis-i Sebil, Bozkurt mat. ist. 1 937.

Yazar Hakkında Kaynak Ansiklopediler (2) Hayat Ansiklopedisi, C . 4, S. 1 78 2 , Dergah yayın­ lan, 1 933, İstanbul Türkiye Ansiklopedisi, C . 6 . S . 1 89 , Ayyıldız Mat­ baası, 1 9 58, Ankara Türk Ansiklopedisi, C . 2 0 , S.463, Milli Eğitim Ba­ sımevi, 1 97 2 , Ankara. Türk Edebiyatı Tarihi, C. 2 , S. 1 07 9 , İnkılap ve Aka Basımevi, 1 978 , İstanbul. Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, C . 3 , S . 692 , Otağ ( 1 ) Yazar isimlerine göre yazılmıştır. (2) Eserlerin yayım tarihlerine göre yazılmıştır.

1 59


Matbaacılık Koll. Şti. İstanbul. 1 978. Görsel Genel Kültür Ansiklopedisi, C . 3 , S . 448 ,

Yazır Matb . Koll. Şti. İst. 1 98 1 . Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, c . 5 , S. 4 1 ,

Dergah yayınlan, İst. 1982. Büyük Larousse, C . 1 9 S . 1 2 1 37 , İstanbul, 1 973 -

1 985

Ana Britannica, C. 1 2 , S . 170, Ana Yayıncılık AŞ.

İstanbul, 1 953 - 1 986 Meydan Larousse, C. 6 , S . 623, M eydan Gazetecilik ve Neşriyat Ltd. Şti. İstanbul. 1 988.

Yazarın Eserleri

( ll

Veled (Çelebil ,

(Bahai müstearı ile) Bedayi'ül-Efkar, Karabet Matbaası ( 1 3 1 0) , 1 894, S. 488 .

Veled (Çelebil ,

Leyla ile Mecnun, Alem mat. İst. ( 1 3 1 1 ) 1 89 5 . 1 0 8 s .

Veled (Çelebi) ,

Muvazene, Kaşbar Mat. İst. ( 1 3 1 1 )

Veled (Çelebil ,

Birbirimizi

1 895.

Kırmayalım,

Evkaf-ı

İslamiye mat. İst. ( 1 3 1 1 ) 1 8 9 5 . Veled (Çelebi) , Veled (Çelebi) ,

(Bahaeddin) Arapça Gramer. Dersaadet Mat. İst. ( 1 3 24) 1 90 8 .

Letiiif-i Nasreddin Hoca, İkbal Kütüp . Babıali, İst. ( 1 32 5) 1 909.

Veled (Çelebi) ,

Lisan-ı Farisi, İkbal Kütüp . İst. ( 1 32 7)

Veled (Çelebi) ,

Darülfünun Dersleri, Sırat-ı Müstakim

191 1. Mat. İst. ( 1 328) 1 9 1 2 . ( 1 ) Eserlerin yayım tarihine göre yazılmıştır.

1 60


Veled (Çelebi) .

Vasiyetname-i Şerife Şerhi, Hayr'ül Kelam, Necm-i İstikbal Mat, İst. ( 1 330) 1 9 14.

Veled (Çelebi) ,

Türk Diline Medhal, M atbaa-ı Amire, ist. ( 1 338) 1 922.

Veled (Çelebi) .

Ferhang-name-i Sadi

Tercümesi,

Matbaaii Amire, İst. ( 1 340) 1 924 Veled (Çelebi) ,

(Mehmed Bahaeddin) Divan-ı Türk-i Sultan Veled, Matbaa-i Amire İst. 1 34 1 .

Veled (Çelebi) ,

Kur'an-ı Kerim Elifbası, (Ahmed Edip ile) Matbaa-i Amire, İst. ( 1 341) 1 92 5 .

Veled (Çelebi) .

El- İdrak Haşiyesi, D evlet matbaası, ist. 1 926.

Veled (Çelebi) .

Türkçeden Türkçeye Lfi.gat, TDKY

Veled (Çelebi) ,

Atalar Sözü, TDK.Y. 1 93 6 Oğuz Ata, Orhun Abideleri, Çankırı

1 926 Veled (Çelebi) ,

Basımevi, 1 937. Veled (Çelebi) ,

Canlı Tarihler, Hatıralarım, hazırla­ yan ; Enver Behnan Şapolyo, Türkiye Yayınevi, 1 946 .

Veled (Çelebi) ,

Mesnevi, 6. cilt, Maarif Mat. 1 942 - 46. M .E . B . Yayınlan, Şark İslam Klasikleri serisinden, 1 990-9 1 .

161



B- SÖZLÜK

1 63



A-

-

Aceze

Düşkünler, güçsüzler

Adap

Terbiyeler, utanmalar, usuller, yollar, kurallar, gelenekler

Adat

Adetler, alışkanlıklar

Afak

Ufuklar

Ahd

Söz verme, yemin

Ahir

Son, en sonunda, en sonra

Ahta.r

Tehlikeler

Ahter

Yıldız, baht

Akdem

İlk, önceki, eski

Akide

İman, dini inanış

Akim

Neticesiz

Aksa

Son

Aksam

Kısımlar

Aktar-ı bilad

Memleketin her yanı

Akvam

Toplum, topluluklar

Akvam-ı İslamiye

İslam kavimleri

Ala' im

Nişan, belgeler

Alamet

İşaret, iz, nişan, belge, usuller

Alem-şümül

Cihanı saran

Alil

Sakat

Arakiyye

En çok dervişleri giydikleri yün­ den yapılmışbir çeşit külah

Arif-ane

Bilgili olana davranış

Arızamık

Enine boyuna, uzun uzadıya

Asar

İzler, nişaneler, alametler, abide­ ler, ananeler, gelenekler.

Asar-ı atika

Eski eserler, anıtlar, kalıntılar

Asar-ı güzide

Beğenilmiş, seçilmiş eserler

yakışacak

uygun

1 65


Asar-ı nafia

Faydalı işler, eserler, gelenekler

Ashab

Sahipler, Hz. Peygamber'i görmek, dinlemek şerefine erişmiş olan­ lar.

Asitane

1) Dergah, zaviyeden büyük tek­ ke, 1 0 0 1 günlük hizmet görülen yer 2) İstanbul

Ateş-baz

Mevlevilikte aşçı

Atı

Gelecek zaman, istikbal, ilerisi

Avni

Yardımla ilgili

Ayet

Kur'an surelerini meydana getiren cümlelerin her biri

Ayete'l-Kürsi

Kur'an'da Bakara Suresi'nin 2 5 5 . Ayeti

Ayin-i Cem

Mevlevi tarikatında dönerek yapı­ lan özel tören Gitme, gidiş

Azimet

-B­ Badehu

Ondan sonra

Badi

Geçici sebep oları, başlangıç

Bakiyye Bala

Artan, geri kalan Yüksek, yukarı, üst

Baliğ

Tutan, vasıl olmuş, toplam

Bareka' Hah

Allah mübarek uğurlu olsun !

Ba'sü-ba'de'l-mevt

Yeniden doğmak, öldükten sonra dirilmek

Başkesmek

Baş eğerek selam vermek

Batıni

Dahili sır ve hakikatle ilgili

Bedayi

Eşi ve benzeri olmayan güzel

Bedayiü'l -efkar

Fikirlerin güzelliği

1 66

etsin,

hayırlı,


Bedevi

1 ) Göçebe 2) Çölde yaşayan kim­ se

Be- heme-hfil

Herhalde, elbette, nasıl olursa ol­ sun mutlaka

Ber-güzide

Seçme, seçkin, seçilmiş olma

Ber-tafsil

Açıklanmak üzere

Bigane

İlgisiz, yabancı, uzak

Bil' ahire

Sonra, sonradan, sonunda

Bi-mana

Anlamsız

Bin

Oğul, Bin Mehmed: Mehmed'in oğlu 2) Bölge

BHab

Bitkin, yorgun

Butün

Nesiller, soylar

Bülega

Meramını düzgünce anlatanlar

-C-ÇCart

G eç en, yürüyen

Cedd-i pak

Soyu temiz

Celal

Tanrı adı, hak'kın kalır ile tecellisi

Celi hatt

Kalın ve okunaklı bir çeşit sülüs yazısı

Cem

Toplantı

Cemaat

Topluluk, toplu halde namaz kı­ lanlar

Cesim

İri, büyük, kocaman

Cevher

Öz, çok değerli

Cüz

Bölük, parça

Çelebiyan

Celebiler, çelebi ailesinden

Çeşm

Göz

1 67


Çetrefil

Karışık zor, içinden çıkılmaz

Dfüye

İçten gelen bir duyguyu teşvik edici hal.

Dakayık

(Ka uzun okunur) İnce ve anlaşıl­ ması güç ve dikkate muhtaç olan şeyler, incelik

D ehan

Ağız, kırmızı sahtiyan, deri

D ekadan

D üşkünleşmiş anlamında olup 1 9 . yy. sonralarında bir takım şa­ irlere alay için verilen ad

D elfilet

Yol gösterme, kılavuzluk

D erç

Sokma, arasına sıkıştırma, topla­ ma, biriktirme, hattatların yaz­ dıkları meşk tomarı (Farsça' da nakışlı kağıda yazılmış yazı)

-D-

D em-güzar

Vakit geçiren

D erd-mend

D ertli

D ergah

Din konularının konuşulduğu yer, tekke, büyük kimselerin ka­ pısı

Deruhte

Yükleme

D erviş

Mevhum varlığından geçen, aşk ile Allah yolunda ilerleyen haki­ kat yolcusu

D ervişan

D ervişler

D estar

Sarık

Dügah

Musikide bir makam ismi -

E'azım

1 68

E-

Büyük adamlar


Ebyat

İki mısradan meydana manzum sözler

Edvar

Devirler, asılar, zamanlar

Ehl-i beyin

Tanıdıklar, kafadarlar

Ehl-i dil

Zevk sahibi, gönlü kalbi, güzel, değerli

Ekabir

1 ) Üzt düzeyde olan, görgü ve fa­ ziletçe büyük olanlar, 2) Devlet adamları

El-an

Şimdi, şimdiki halde, hala, bu ana kadar, şu anda

El-hak

Hakikaten, doğrusu

Elifba

otuz üç harften ibaret olan Os­ manlı alfabesi

Enva

Çeşitler, türler

Enva-ı ulum

İlim çeşitleri

Erbain

Yılın dördüncü ayı, dört kişi. kırk gün, kare

Erkan

1 ) Reisler, b üyükler 2) Destekler, direkler

Eshab

Sahipler, malikler ve mutasarrıf olanlar

Eslaf

Bir memurluk veya hizmette bi­ rinden önce bulunmuş olanlar, yerlerine geçen kimseler, geçmiş­ ler

gelen

Esna-yı ta'lim

Öğrenme sırası

Eş'ar

Vezinli sözler, şiirler

Eşraf-ı mahalliye

Bir yerin itibarlı kişileri

Evkaf

Vakıflar, Tanrı için bir şeye bağ-

1 69


lanmak,hayra hizmet Evlada mahsus, evlatlık, ebediyen kalan Evliya-yı Kiram

Soydan gelen şerefliler

Eyyam

Günler -F­

Ffüde Ffök

Yararlı Fevkinde bulunan, manevi olarak üstünlük

Fartsi

İran dili, Farsça

Fart-ı nisbet

Aşın ilgi

Fasih

Açık

Fehm

Anlam, anlayış

Felah

Kurtuluş

Felsefe-i lılgaviye

Mecazi

olmayıp ,

hakiki

bir

manaya delalet eden k elimeye ait felsefe Fena-fi-Hah

Allah'ın varlığı içinde yok olma

Ferade

Tek tek, teker teker

Fetva

Büyük makam kararı, şeyhülis­ lam tarafından verilen

hüküm,

karar Fevk Fıkıh

üst, üst taraf, yukarı Bir şeyi gereği gibi anlayıp bilme, şeriat ilmi, şeriatın usul ve hü­ kümleri, din kurallarına ait me­ seleler bilgisi

Fih-i Mafih

1) Onda, içinde 2)Hz. Mevlana'nın ünlü eseri

Firar eylemek

1 70

Kaçmak


Fuzala

Erdemli kişiler, fazıllar, faziletler

Fütur

Zayıflık, ümitsizlik, bezginlik

-G­ Garazkarane

Düşmanca

Gayr-ı matbu

Basılı olmayan

Gazel-sera

Gazel meydana getiren

Guy

Acem'lerin kullandığı bir tür oyun topu, yuvarlak nesne -H-

Hadd

Sınır, güç sının

Hadim

Hizmet eden

Hadis

l )Peygamberin kutsal sözü 2)Bu sözleri konu edinen İslam. ilmi

Hafa

Sırlar, gizli şeyler, gizlilik, kapak­ lılık

Hakayık

Doğru olan, gerçeklikler

asıllar, hakikatler,

Hakkak

Mühür kazıyan kimse

Hakimane

Hikmet sahibi kimselere yaraşır şekilde, bilgelikle

Hali

Boş

Hamaset

Kahramanlık

Hançere

Gırtlak

H areke

Bir harfin nasıl okunacağını gös­ teren işaret

Haşiye

Kenara yazılan yazı, eseri açıkla­ yan kitap

Havi

İçine alma, kapsama

Hayrat

Sevap için yapılan şeyler, hayırlar

171


Hayru-1 kurum

Allah'ın hayırlı ettiği

Hevesat-ı dünyevi

Dünya zevkleri

Heyü.la

Cisimlerin ilk maddesi, düşünü­ len şekli düşünce ile büyütülen şekil

Hidmet

İş, hizmet

Hikemiyat

Hikmet ve felsefe ile ilgili söz ve düşünceler

Hikmet

Felsefe, bilgelik

Hülefü

Halifeler

Humayıln

Padişaha ait

Humiiyat

Şarabı öğen kaside

Huruf-ı heca

Alfabetik sıra

Hutbe

Cuma namazlarından evvel, bay­ ram namazlarından sonra hatibin minberde halka verdiği öğüt, ki­ tapların başlangıcındaki süslü nesir başlangıcı

Huzılr-ı Pir

Büyük kişinin bulunduğu yer, makam, Hz. M evlana'nın yüce makamı, huzuru

Hünkar

Padişah, sultan, hükümdar

Hüsn-i Hitam

İyi bir şekilde sona erme -1-

Işkıyat

Aşklar

Ittıla

Öğrenme tanıma, haberli olma -i-

İbare

1 72

Cümle , paragraf, bir metinden çı­ karılmış bir kaç satır.


İbka

l )Devamlı, baki, sürekli 2) Sınıf geçememe

İcazet

Diploma, ruhsat

İcra

Yerine getirme, bir işi yürütme

İ dhal

Dıştan alma

İ drak

Akıl erdirme, anlama

İhata

İçine alma, tam kavrayış, geniş bilgi

İhtiva

İçinde bulundurma

İhya

Diriltme, canlandırma

İkamet-gah

İkamet olunun oturulan yer

İkmal

Tamamlama

İktidar

Güç etme, yapabilme , iş başında bulunma

iktiza

Gerekme, işe yarama

İlca

Mecbur etme zorlama

İltihak

Kablma, karışma, ekleme

İltizam

1) Kendi içinde lüzumlu sayma 2) Birinin tarafını tutma, 3) İcabet­ tirme, gerektirme

İlm-i Hadis

Hz. Muhammed'in sözünden ve hareketleıinden bahseden ilim

İmtisal

1 ) Gerekeni yapma, bir örneğe göre hareket etme 2) Alınan emre boyun eğme

İnhimak

Bir şeyin üstüne fazla düşme

İnhisar

Bir işin sadece bir kişi veya ku­ rumun üzerinde olması, tekel

İnhitat

Düşme, aşağı inm e , aşağılanma, kuvvetten

düşme ,

yaşlılığa yüz

tutma İnşa

Yapma, meydana getirme, kaleme

173


alma, nesir yazısı İntikal

Bir yerden başka bir yerek geçme

İntisab

Bir kimseye mensub olma, bir ye­ re bağlanma

İrade-i Seniyye

Padişah emri, buyruğu

İrşad

1) Doğru yolu gösterme , 2) İıfan sahibi birinin Tann yolunu, doğru yolu göstermesi

İsr

İz. eser. alamet, nişane

İsti'dad

Yetenek, bir şeyin kazanılmasına olan tabii meyil

İstiğrak

İçine dalma, kendinden geçme

İstihbarat

Alınan, duyulan haberler, haber almalar

İstihlaI

Ödeşme, helalleşme

İsti'mal

Kullanma. güzel kullanma, yerine kullanma

İstinaden

Dayanarak

İstinsah

Kopye etme , suretini çıkarma

İstintak

Birini söyletme, sorgulama

İtab

Azarlama, tersleme

İtham

suçlandırma, Töhmetlendirme, birine kabahat yükleme

İ'tina

Çok dikat etme, özenme

itla

Başkasının üzerine bırakma

İtmam

Tamamlama

ittihaz

Edinme, edinilme , kabul etme, kullanma. düşünme -K-

Kadim

1 74

Eski, eski dost 2) Ayak basan ulaşan


Kaide-i eslafa

Bir hizmette bulunmuş olanlar, daha önceden konulan kurallar, prensipler. usuller

Kamil

1) Tam, noksansız 2) Kemale er­ miş olgun , 3) Yaşını b aşını almış , görgülü, geniş bilgili.

Kar-gir

1) İş tutucu 2) Taştan, tuğladan yapılmış bina

Karib

1) Yakın olan, yakm 2) Soydan yakın, akraba

Kaşide-sera

Kaside söyleyen, yazan

Kavaid

Kurallar

Kavi

1) Kuvvetli, güçlü , 2) Güvenilir, sağlam

Kavsi

Yay b içimi

Kebir

Büyük, ulu

Kemalat

İnsanm bilgi ve ahlak güzelliği bakımından olgunluğu

Keramat

1 ) Keremler. bağışlar, ikramlar. 2) Velileıin gösterdikleıi üstün hal­ ler 3) Ermişlere yaraşan söz ve hareketler

Kerim

Kerem sahibi ,

cömert, verimcil ,

ulu, büyük Kesb-i irfan

İrfa.rı , bilgi, olgunluk kazanma

Kesir-ül istimal

Çok olan kullanış

Keşf-i ihata

Bir konuda gemş bilgi, bir sır ha­ kında gen iş bilgi sah ibi olma

Keşkül

Dervişlerin kullandığı çanak, bir

Kezalik

Keza, bu da öyle, aynı zamanda

Kıraat

Okuma, devamlı düzgün okuma

çeşit süt tatlısı

175


Kısm-ı azaın

Büyük b ölüm

Kiram

Soydan gelenler, soyu temiz olan­ lar, ulular, şerefliler

Kisve

Kılıf, özel kıyafet

Kudema

Eskiler, eski ileri gelen adaınlar

Kudümiyye

Uzak yoldan gelen bir büyüğe o yerin halkı

tarafından sunulan

armağan

Küy

Köy,

mahalle,

sevgilinin bulun­

duğu yer Küşad

Açılış töreni -L-

Lafa

Kelimenin söylenişine ve yapısına ait onlarla ilgili söz

Lağv etme

Faydasız.

Hükümsüz bırakma,

kaldırma Lahd

Çukur, mezar, kabir, tahta veya mermerden mezar kaplaınası

La-kayd

Kayıtsız, ilgisiz

Leb

Dudak

Leb-riz

Ağzına kadar dolmuş

Letfüf

Latifeler, güldürecek güzel sözler, fıkralar

Letfüf-i ber-güzide Liva

Seçme latifeler

1) Bayrak 2) Vilayet ile kaza ara­ sında olan, 3) Sancak -M-

Mahal

Yer

Mahfilli

Bir yere mahsus, yerli

176


Mahbub

Sevgili

Mahbub-ı Hüda

Hz. Muhammed

Mahkukat

Kazılmış, hak edilmiş , kazınmış yazılar, resinıler

Malum-ı alileri

Yüksek malumları, bilgileri oldu­ ğu üzere . . .

Manzur

1 ) Bakılan , görülen 2) Gözde olan, beğenilen

Matbu Mazmum

Basılmış Ötüre ile okunan 2) Zammolun­ muş, eklenmiş

Mebfilat-ı diniye

Dinin çıktığı yer, dinin kaynağı, özü

Mebhas

Araştırma yeri, bir şeyin arandığı yer

Meblağ

Toplanan para

Meclis-i idare

1 ) İdare meclisi, yönetim kurulu 2) Oturulacak toplanacak yer

Me'cur

Ecr ve sevabı verilmiş olan, kiraya verilen varlık

Medayih

Övülmeye layık işler, hareketler

Medh-i maşuk

Sevgiliye övme

Medhiye

1 ) Övme 2) Birini övmek için ya­ zılmış şiir

Mediha

Övme konulu kaside , şiir

Mefkure

Ülkü, ideal

Me'huz

1) Ahzolunmuş, alınmış , çıkarıl­ mış 2) Ödünç olarak alınmış

Mekteb-i Sultaniye

Galatasaray Lisesi

Mektılbat

Yazılı şeyler, mektuplar

Mektılbi kalemi

Nezaretlerle vilayetlerde yazı işle-

177


rine bakan kalem, büro Mel'abe

Oyun, oyuncak

Memduh

Övülmüş, övülmeye değer

Menakıb

Menkıbeler, övünülecek vasıflar

Menfi

1 ) Sürgün edilmiş 2) Her şeyin ol­ mayacak tarafını tersini düşünen 3) Olumsuz

Merci'

Müracaat edilecek, başvurulacak yer, kimse

Mesfül

Meseleler

Mesail-i arnika

Derin meseleler

Mesele

Problem, sorun

Mesnevi

Her beyti kendi arasında kafiyeli olan hikaye türü manzume (Mes­ nevi-i Şeıif : Mevlana'nın ünlü eseri)

Mesnevi-han

1) M esnevi okuyan 2) Mesnevi okumaya ve okutmaya yetkisi olan kimse

Mest

Sarhoş.keyif halinde, çok beğen­ miş

Meşahir-i İslam

İslamın meşhurları, ünlüleri

Meşhed

Bir adamın şehit olduğu veya bir şehidin gömüldüğü yer

Meşkür

Şükre, teşekküre değer, beğenil­ miş, övülmüş

Meşreb

Yaradıhş,mizaç , huy, ahlak

Mev'ize

Öğüt

Mevkut

Vakti, zamanı belli olan

Mezheb

1) Gidilen, tutulan yol 2) Felsefe çığın 3) Dinin kollarından her biri

1 78


Mezkur

Zikrolunmuş, adı geçmi, anılan

Minhac

Açık; geniş yol,metod

Minval

Tarz, yol, suret, şekil

Mi'yar

1 ) Ölçü 2) Bir şeyin halislik dere­ cesini anlamaya yarayan alet, ayıraç

Muaheze

1 ) Azarlama 2) Tenkid

Mufassal

Tafsilatlı, uzun uzadıya anlatılan

Mugayir

Aykırı, uymaz, başka türlü

Muhaderat-ı ragıb

İsteklerin açıklanmamış olması, üstü kapalı istekler

Muhaddes

1 ) Tahdis olunmuş , haber veril­ miş 2) Şükranla bildirilmiş

Muhaddisin

Hadis ilmi ile meşgul olanlar. Hz. Muhammed'in sözlerini toplamış olan kimseler

Muharremat

Dinen yasaklanmış olan şeyler

Muharrerat

Yazılmış şeyler, mektuplar

Muhibb

1 ) D ost, seven 2) Mevlevilikte sik­ ke giyip yola girme

Muhibban

1 ) Sevenler, dostlar 2) Mevlevilik taraflısı olanlar

Muhibzade

Mevlevilikteki bir rütbede olan evlatlar, dost aileden gelenler

Muin

Yardım eden, iane veren, yardım­ cı

Mukabele

1 ) Karşılık verme 2) Karşılıklı ya­ pılan Mevlevi 3) okuma, ayinlerinde tarikat mensuplarının cezbe haliyle ayakta dönmesi (metinde)

Mukaddime

Başlangıç, giriş, önsöz 179


Murakabe

Bakma, gözetme 2 ) (Tasavvufta) Kendi iç dünyasına yönelme, dal­ ma, kendinden geçme 3) Kontrol. denetim

Mushaf-ı Edeb

Edeb kitabı, Kur'an

Muvaffak

Hak eden, hak kazanmış, başar­

mış Mutrib

(Metinde) M evlevi musikisinin icra heyeii, çalgı 2) Mevlevi musikisi­ nin eserlerini okuyan, şarkıcı

Mücelled

Ciltlenmiş

Mücerret

Soyut

Mücevver

Sıkı altında bulundurulan, çevril­ miş olan

Mücmel Müdevven

Kısa ve az sözle anlatılmış söz

1) Bir araya getirilmiş 2) Kitap haline sokulmuş

Müfüd

Mana, kavram

Müfrid

l)Tek başına bırakan izolatör 2) haddini aşmış

Mükellef

1) Sorumlu 2) En iyi şekilde ha­ zırlanmış (sofra v . s)

Mülahaza

1 ) dikkatle bakma 2) İyice düşün­ me 3) Düşünce

Mülahazat

Düşünceler

Mülasık

Bitişik, yanyana bulunan

Mülazım

Teğmen

M ülhakat-ı vilayet

İl'e bağlı yerler

Mülki

1) Bir ülkeye ait 2) Asker ve din adanılan dışında kalan memur ·

sınıfı

180


Mümeyyiz

1 ) İyiyi, kökütü ayırd eden 2) Katip 3) Sınavlarda öğrencilerin bilgisini ölçen öğretmen

Mü'min

İslam

dinine

inanmış

kimse,

Müslüman Münasebat-ı İslamiye : İslami ilişkiler Mündericat

İçindekiler (kitap , gazete gibi)

Münevveran

Aydınlar

Münfail

1) Kınlmış, gücenmiş 2) Tepki gösteren

Mürebbi Mürid

Çocuğu terbiye eden

1) Emreden

2) Bir ş eyhe bağlı

olan kimse Mürşid

1 ) Doğru yolu gösteren 2) Tarikat piri, şeyhi

Mürtekib

Yakışıksız iş yapan, rüşvet yiyen

Müstahak

Hak etmiş, hak kazanmış

Müstakil

B1r yerle bağlı bulunmayan, tek başına, başlı başına

Müstefid Müstevli

İstifade eden, yararlanan

1 ) İstila eden, ele geçiren 2) her tarafa yayılan

Müşahid

Gören, müşahade eden, bakan

Müşarun-ileyh

Kendisine işaret olunan, adı ge­ çen.

Müştak

Özleyen, göreceği gelen, iştiyaklı, can atan

Müteallik

1 ) Asılı, bağlı 2) Taalluk eden, il­ gili, ilişiği olan

Müteceddid

Yenilenen, yenileşen

181


Mütenevvi

Çeşitli değişik

Mütevatir

Rivayet

olunan,

halk

arasında

ağızdan ağıza dolaşan Müverrih Müvellid

Tarih yazan, tarihçi

1 ) D oğuran 2) Doğurtan, meyda­ na getiren

Müvezzi

D ağıtan,

posta,

mektup ,

gazete

dağıtan Müyesser

Kolayı bulunup yapılan, kolay ge­ len, kolaylıkla olan -N­

Nafi

Faydalı

Nahif

Zayıf, arık

Nas

İnsanlar, halk, herkes

Nazari

1) Nazar'a, bakışa ait, nazarla, 2) Yalnız görüş ha­

bakışla ilgili

linde bulunan, tatbik edilmemiş. Nef Nefise

Menfaat, fayda, çıkar, kar Çok güzel, sanayi-i Nefise : güzel sanatlar

Nefy

Sürme, sürgün etme

Nehy

Yasaklama

Nesebi

Soya, kuşağa ait

Nısf

1) Yarım, yarı

2) Bir yazı tarzı,

stili Nigar

1) Resim

2) Resim gibi güzel,

savgili 3) Resmedilmiş, resmi ya­ pılmış Nokta-i nazar

1 82

Bakış açısı


-P-

Pay

1) Ayak 2) Kök, dip

Payan

1 ) Son, nihayet 2) Uç, kenar 3) Sofinin ulaŞacağı birlik filemi

Peymane

Büyük kadeh , şarap bardağı

Peyrev (pey-rev}

Arkası sıra giden, izinden giden, uyan

Pir

1 ) Yaşlı, saygın kişi 2) Tarikat kurucusu 3) Hz. Pir Hz. Mevlana

Pişva

Reis, b aşkan

Post-nişin

1 ) Tekke şeyhi 2) Hz. Mevlana dergahında Post'da oturan, Post'a geçen en büyük kişi

Ra'na

Güzel, hoş , latif

Rebi'i

Bahara ait

Reddiyye

Bir fikri reddetmek için yazılan yazı

Resm-i küşad

Açılış töreni

-R-

Re's-ül-evvel

1) İlk başkan 2) ilk b aşlangıç

Reşad

Manevi doğru yolu bulup o yola girme, Hak yolunda yürüme

Rık'a

Bir yazı stili

Rıkk

Kulluk, esirlik, kölelik

Rical

1 ) Belli mevki sahibi kimseler 2) Erkekler

Rindan

Kalenderler, dünya işlerini hoş görenler

Risale

Küçük kitap

Rü.mi

Anadolu'lu

Rü.-şinaz

Bilen , tanıyan 1 83


Rüşdiyye

Ortaokul

Sfüt

Sesli, ses çıkaraıı

Salik

1) Bir yola giren, bir yoldaıı giden 2) Bir tarikata girmiş bulunaıı

Samit

1 ) Suskun kimse , sessiz 2) Sağır �) C:::ınsız 4) S<".ssiz

Samüt

Suskun, az konuşaıı

-

Saııdüka

s

-

Mermerden veya çuhadan yapıl­ mış mezar üstü

Sarf

1 ) Harcama, masraf etme, gider 2) Para b ozma 3) Çevirme, dön­ dürme

Savn

Koruma, muhafaza

Savt

Ses, seda

S eciyye

Tabiat, huy, karakter

Sedd

1 ) Kapama, engel olma 2) Perde 3) Set, tümsek

Segah

Türk musikisinin

en

eski

ma­

kamlarındaıı biri S ekmen S ema

Yüksek yer, kaldınm

1 ) İşitme, duyma tiğrakla

2) Vecd ve is­

(Coşkuyla)

İsm-i

Celal

okuyarak cezbe halinde dönme Ser-levha

Başlık

S eyrü sülük

Tarikatta takibedilen usul

S eyyiat

1) Fenalıklar, kötülükler 2) suç­ lar, kabahatlar

Sicill-i ahval

Memurların hal tercümelerinin resmi işlerle ilgili bulunaıı hu­ susları

1 84


Siga

Fiilin çekiminde meydana gelen şekilerden her biri

Sulbi Süri

Soyundan gelen, kendi evladı

1 ) Düğüne ait 2) Görünürde olanı gösterişten ibaret olan.

Sühan - Paş

Söz söyleyen

Sülüs

Bir çeşit eski yazı

Şamil

İçine alan, kaplayan, çevreleyen

Şayan

Yakışır, yaraşır, değer

Ş enizade

Utanılacak

-Ş-

Şerh

1 ) Açıklama, açma 2) Açıklamalı kitap 3) Açıkça anlatma

Şer'i

Şeriata uygun

Ş erif

Kutsal, soylu mübarek

Şetaret

Neş'e, şenlik, sevinç

Ş eyh

1 ) Yaşlı adam 2) Tarikatlarda ol­ gunlaşıp o yola görenlere yol gös­ teren reis, başkan

Şimendifer

Tren

Şöhret-yab

Ün, ad yapan, şöhret kazanan

Şuara

Şairler

Şufıb

Cemaatler, kabileler

Şükr

Görülen

iyiliğe karşı

gösterilen

mutluluk, minnettarlık Şümül

1) İçine alma, kaplama 2) Ait ol­ ma

185


T-

-

Taassub Tab'

1) Bir konuda ısrarlı taraftarlık 2) Din işlerinde aşın taraflı olma 1) Tabiat, huy, yaradıllış

2) mü­

hür , kitap basma Tagayyur Tahallüf

Başkalaşma

1) Geride kalma 2) Uygun gelme­ me

Taharri Tfüfe

Araına, araştırma l)Bölük, takım, güruh

2) Fırka,

kabile Takdir

1) Beğenme 2) Anlama 3) Ezelde Allah'ın olmasını istediği şeyler, kader

Taleb

1) İsteme, istenme 2) İstek

Talebe

1 ) İstekliler 2) Öğrenci

Talim

1) Öğrenme, öğretme 2) Okutma, ders verme 3) Meşk ile yetiştirme , egzersiz

Ta'rifat Tasavvuf

Etraflı anlatmalar Gönlümü Allah sevgisine bağla­ ma

Tavsiye

1) Vasiyet bırakma 2) Birini ta­ nıtma 3) Ismarlama

Tavzih

Açıklama, açık anlatma, aydınlat­ ma

Teali Teberrük

Yükselme, ululanma Mubarek sayına, uğur kabul et­ me

Tebligat

Eriştirme, yetiştirme, götürme

Tecavüz

Başkasının saldırma

1 86

hakkına

dokunma,


Tecdit

Yenilenme , tazeleme

Teceddüt

Yenilik

Tecviz

Caiz görme, görülme, izin verme, izin verilme

Tedarik Tedvin

Hazırlama, araştırıp b ulma 1 ) Kitap haline getirme 2) Divan şekline sokmak

Tefahhur

Övünme

Tehalük

Can atma, istekle atılma

Tekellüf

1 ) Külfetli, zahmetli iş görme 2)Özenme 3) Gösteriş, yapmacık

Tekellüm

Konuşma, söyleme

Te'lif

1 ) Uzlaşma 2) Eser kaleme alma

Tenezzüh

Gezinme

Tenzih

Kusur kondurmama, kabahat ve kusuru yok etme

Terakkiyat

İlerleme, yükselmeler

Tercüme-i hal

Özgeçmiş

Terk-i diyar

Evini, vatanını bırakıp gitme

Terkib

1) Bir kaç şeyin karıştırıp oluşan şey 2) Birleştirme

Teshil

Kolaylaştırma

Teşkil

Meydana getirme

Teşvik

Şevklendirme, isteklendirme, yol gösterme

Tetebbu

Bir şeyi etraflıca araştırıp incele­ me

Tevacüd

Kendine vecid davet etme, kendi içine dönme

Tevcih

1) Yöneltme, çevirme 2) Söz atma, bakma 3) Rütbe, makam verme

Tevhid

1) Bir etme , birleştirme lah'ın Birliği'ne inanma

2) Al­

1 87


Te'vil

Sözü çevirme, söze başka bir an lam vermeye kalkışma

Tevsihad

1) Paslandırma, eskitme letme, pisletme

Tezahür

1) Meydana çıkma, belirme 2)be­ lirti

Tezhib

1 ) Altın sürme dızlama

Tezkere

1 ) Pusula 2) Hükumetten alınan izin kağıdı

Türbe

1) Mezar mış yapı U-

-

2) Kir­

2) Süsleme, yal­

2) Mezar üserine çatıl­

Ü

­

Uhrevi

Alıiretle ilgili

Ulema

Alimler

Ulum

Bilimler

Umre

Haç mevsiminin dışında Kabe'yi ve mubarek yerleri ziyaret

Umür-ı Adiye

Alışılmış işler

Urefa

Arifler, irfan sahibi kimseler

Üdeba'

Edipler, edebiyat alanında çalı­ şanlar V-

-

Vfüzan

Dini öğütlerde bulunanlar

Vakıf olma

Öğrenme, bölme, haber alma

Vasıf

Bildiren, öven

Vecd

1) Kendinden geçecek dercede dalgınlık 2) Kendini kaybederce­ sine ilahi aşka dalma

Vechile

Bu nedenle, bu yüzden

1 88


beşer Vüs-i 1) İnsan gücü, insan takadi 2) Bolluk, genişlik. zenginlik Y-

-

Yaran

Dostlar, sevgililer, Bezm-i yaran: Dostlar meclisi

Yek-diğeri

Bir başkası, öbür tarafı

Zahir mevhum

Apaçık vehim, kuruntu

Zavabıt

Kaideler, usüller

-Z-

Zaruret

1) Çaresizlik 2) Yoksulluk , sıkın­ tı

Zaviye

1 ) Köşe 2) Küçük tekke

Zeban

Dil, lisan

Zeban-ı şuara

Şairlerin dili

Zevat

Zatlar, kişiler

Zeyl

1 ) Bir şeyin devamı, altı, ek Son

Zımn

1) İç taraf 2) Açıkça söylenmeyen, dolayısı ile anlatılmak istenen söz, gizli istek

2)

1 89



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.