Muammer Dizer - Uluğ Bey

Page 1


KtlLTllR llAKANLI�I YAYINLARI

ULUG

:

1106

BEY

MUAMMER DİZER

TÜRK BÜYÜKLERİ DİZİSİ

:

125


Kapak Düzeni: Ümit YÜKSEL

@ KfiltQr Bakanlığı, 1989 ISBN - 975- 17-0496-0

Onay, 19/10/1989 tarih ve 928-1-3-4538 sayı Birinci baskı

Baskı Sayısı

:

15.000

Başbakanlık Basımevi

-

ANKARA


ÖNSÖZ Milattan yüzyıllar önce varlığından söz edilen Türkler'in Orta Asya'da bir uygarlık kurdukları, bugün yapılan arkeolo­ jik kazılardan ortaya çıkmaktadır. ettikten sonra da lslam uygarlığına hatta askeri alanda büyük katkıları

Türkler lslamiyeti kabul bilim, kültür,

sanat ve

olmuştur. Birçok doğulu

ve batılı yazar, Ortaçağ lslam bilimini Arap bilimi ve hatta bu bilime katkı'da bulunanları Arap ve lran'lı

olarak

tanımlar.

Şüphesiz, Ortaçağ lslam biliminin önem kazanmasında bölge­ deki Türklerin çok önemli katkıları olmuştur. lslam bilim ttz,.

rihi dikkatle incelenecek olursa, bu bilime bilim adamlarının çoğunun Horasan

katkıda bulunan

ve Maveraünnehr bölge­

sinde yaşamış oldukları görülür. Bilindiği gibi, bu bölg� halkı­ nın önemli bölümü Türk kökenlidir. Doğal olarak, bu bölgede doğan bilim adamlarının çoğunun Türk veya Türk kökenli ol­ dukları kabul edilebilirse de, milliyeti hakkında kesin bir so­ nuca varmak bazen imkansızd�r. Bilindiği gibi, özellikle lslam bilim adamlarının hayat hikayesini bulmak ; b6).zen ·tamamen imkansızdır. Nadir olarak,

bazı bilim

adamları ·ıranı, veya

Farsi gibi lakaplar kullandığı gibi diğer

bazıları da «Türk»,

«Türk'i» veya cdbn-i Türk» gibi lakaplar kullanmışlardır. Şüp­ hesiz, bu lakaplara sahip insanların lranlılığından veya Türk­ lüğünden şüpde etmek tamamen

imkansızdır.

Mesela, lsldm

bilim tarihinde önemli bir yeri olan, Amacur ailesi, ünlü Filo­ zof Farabi (öl.

950/951) ve meşhur lugatçı Ebu Nasr lsmail el 1002) ecel-Türki» lakabını tkullanan Türk

Cevheri el-Farab'i (öl.

bilim adamları idi. Cebirci,

Abdülhamid ibn-i Türk de sözü

edilen bilim adamları arasında, en eskilerinden biridir. v


lsldm bilimine katkıda bulunan, Türk lakabını kullanma­ yan, fakat Türk oldukları

kesin olarak

bilinen

Ebul Vefa,

Biruni, lbn-i Sina, Uluğ Bey gibi Türk kökenli bilim adamlan da vardır. Bununla beraber, Türk oldukları kesin olarak bilin­ mesine rağmen bazı yazarlar bilerek veya bilmeyerek bu bilim adamlarını

başka

sanları

uygarlıklarının

bilim

da

adamlarını

ülkelere

ınaletmektedirler. nişanesi

olarak,

benimsemektedirler.

örnek Biruni'dir. lran kökenli

Türk

Bunlara

in·

kökenli

en

giizel

edilen

Biruni aslında

Harezmli ve Türk'tür. Biruni, tanınmış eseri

«Kitab·us·Say­

dene»

adlı hekimlikle ilgili

kabul

Bu ülke

kitabının

önsözünde

şöyle der:

«Ben ne Arabım ne de Acem. Eğer eserlerimi kendi dilimde ya­

zacak olsaydım bunlar, saf Arap cinsi atlar

sürüsü arasında

zürafalar gibi garip şey olurdu». Kitapların satırları arasında milliyeti gizlenmiş Türk bi­ lim adamlarını gençlerimize tanıtmak, kültür zenginliklerimizi ortaya koyma

yanında gençlerimize

gurur kaynağı olacağı

inancındayım. Bu nedenle, Uluğ Bey'in tanıtılması ile ilgili öne­ riyi düşünmeden kabul ettim. Bu kitap içinde Uluğ Bey'in bir hakan olarak yaptıkları ve dönemi özet olarak fakat bilimsel kişiliği ile ilgili özellikleri ve çabaları daha etraflı açıklanacak­ tır. Gençlerimize, bilim tarihine imzasını koyan bilim adamla­ rının örnek olmasını, en iyi dileklerimle temenni ederim.

Muammer DİZER

VI


�� f _ / ' : � _lı -- :=� �, ır r-

µ r � - '/ '

1 1

"

.

"'

: . 1 :

----..

' J �,.

::ı::::

,

.....k--------=-=- - . �-= ::

: :

'ıı,.

Şekil

ı.

j i

Uluğ Bey'in temsili gravürü.

VII



İ ÇİND EKİLER v

ÖNSÖZ 1. GİRİŞ

1

2. ULUG BEY'İN QOCUKLUGU

3. ULUG BEY'İN RAATI

.......................

.

MAVERAÜNNEHR'DEKİ İC-

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

4 . ULUG BEY'İN SALTANA:TI .........................

..

5 . ULUG BEY'İN BİLİMSEL UGRAŞISI ...........

6. ULU(; BEY'İN DİGER MERAKLARI

7 . ULU(; BEY'İN AİLE HAYATI 8 ULUC BEY'İN ÖLÜMÜ . 9. ULUG

.

10. ULUG BEY'İN ZİYCİ AVRUPA'DA

· · - ·· · - - · · - ·

53

. .

. . . . . . . . . . . . . . . .

1 1 . SEMERKAND RASATHANESİ

. .

.

. . .

GÖZLEM ALETLERİ

. . . . . .

.

.

. .. . . . .

. . . . . . . . .

12. ULUG BEY RASATHANESİ'NDE . . . . . . . . . . .

.

. . .

.

.

IX

. .

57

60 67

. . . .

75

. . . . . . . .

· · ·· · · - · · · · · · · · · · · · · · · · · · - · · · · · - · · · · · · · · · · - · · · · ·

Y.NRARLANILAN ESERLER

54

. . . ... .

KULLANILAN . .. .. . . . .

38 46

...................

. . . . . . . .. . . . . . .

29

.

BEY'İN ASTRONOMİ ÇALIŞMALARI

AÇIKLAMALAR

25

. .. .. . . .. ... . .. .. . . .. .

79

83 97



1.

GİRİŞ

Bir bilim adamı ve yaptıkları değerlendirilirken, yaşadı­ ğı ortamı ve çağın etkisi yanında bölgenin eriştiği kültür düze­ yinin de göz önüne alınması gereklidir. Bu nedenle Uluğ Bey' in bilimsel kişiliğini daha iyi anlayabilmek için İslam astrono­ misi ve buna etki eden astronomi çalışmalan üzerinde kısaca durulacaktır. Uluğ Bey'in bilimsel kişiliği ve onun Semerkand Rasatha­ nesi'ndeki çalışmaları hakkındaki bilgimiz eksik olmakla bera­ ber onun yöneticiliği ve saltanatı ile ilgili bilgi de çok azdır. Uluğ Bey'den söz eden astronomlar, onun Ziyc-1 Uluğ Bey i yaz­ mış olması nedeniyle hükümdarlığı ve tarihi kişiliğini daima gölgelemişlerdir. Şan ve şerefi seven ve Acem yazarlarının ta­ biriyle şahsında «Eflatun'un bilgisi ve Feridun'un haşmetini» toplamış olan Uluğ 1Bey, bilim tarihçilerinin yazıları ile, küçük yaşından itibaren siyasete arkasını dönmüş ve bütün ömrünü matematik ve astronomiye ayıran gerçek bir bilgin olarak ta­ nıtılmıştır. Rus bilim adamlarından biri : «Uluğ Bey, hayatını yalnız ilme ayıran ve dünyevi işlerden uzak olan idealist bir alimdir» der. Gerçekten, Uluğ Bey hakındaki bilgimiz, onun babası ve büyük babasına oranla daha azdır. Böyle olmakla beraber Uluğ Bey'in kişiliği ve saltanatını açıklamak amacı ile elde mevcut bilgiler biraraya getirilerek bu kitap içinde toplanmaya çab.şıl­ mıştır. '

a) Başlangıçtan Uluğ Bey Dönemine Kadar Astronomi­ ye Kısa Bir Bakış : Gökyüzü olaylarının insan merakını ne zaman çektiğini ta­ rih kitaplarından öğrenmek mümkün değildir. Muhtemelen in1


san zekasının gelişimi ve çevresini bilinçli

olarak gözlemesi

gökyüzünün incelenmesinin başlangıcı olmuştur. Şüphesiz baş­ langıçta insanların açıklayamadığı doğa olaylan, insanlara dai­ ma korku vermiş ve huzursuzluk yaratmıştır. Bunun sonucu olarak da gökyüzü olaylan yüce tannlar ve kutsal güçlere mal edilmiştir. Zira o dönemde mAbetleri ve insanları yöneten din adamlarının en büyük dayanağı gökyüzü olaylan ve gökcisim­ leri olmuştur. İnsanların dikkatini gökyüzüne çevirmesi, astronominin başlangıcı olarak düşünülürse de, bu bir yerde insanların di­ ni esaslan gökyüzünde aramasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, başlangıçta astronominin amacı, astroloji ve dine hiz­ metten başka bir şey olmaması, bu iki konuyu birbirinden ayırt edemez duruma getirmiştir. Mamafih bu durumun bir yerde astronominin gelişimine katkıda bulunduğu da bilinen bir gerçektir. İster gaipten haber almak ve isterse gelecek hak­ kında b'ilgi edinmek olsun, bu ça:ba astronomi ve hatta hesap ve geometrinin gelişimine hizmet etmiştir. Bugün insanların astronomi

ile ilgilendiği tarihi ancak yazının başladığı tarihe kadar indirebiliyoruz. Yazının kulla­ nılmaya başladığı tarihten önceki astronomi bizim için tama­ men karanlıktır. Şu halde astronomi insan uygarlığı kadar eski bir bilimdir, sözü bir gerçeği vurgular. Böylece genel olarak astronominin gelişme süreci 4 - 5 bin yılık bir süreyi içine al­ maktadır. İslam ve Hıristiyan kültürüne etki eden en önemli kültür, Akdeniz çevresinde yaşamış olan uygarlıklar olup bunlann en önemlileri Nil nehri civarında Mıs ır ve Dicle-Fırat nehirleri arasında yer alan Mezopotamya uygarlıklandır. Şüphesiz Uzak Doğu ülkelerinden Hindistan ve Çin'de de Eskiçağlarda dikka­ te değer uygarlıklar olduğunu biliyoruz. Bununla beraber ger­ çekte Çin ve özellikle Hindistan matematik ve astronomisinin 2


çeşitli dönemlerde Mezopotamya' dan etkilendiği de bilinen bir gerçektir. Astronominin temelini oluşturan Mısır, Mezopotamya ve Yuna . n astronomisinden kısa da olsa söz etmenin astronomi ge­ lişiminin sürekli olarak göz önünden geçmesini sağlayacaktır. Mısırlılar yazı yazmak için ibugün kullanılan kağıdın ben­ zerini değil de papüriis adı verilen bir bitkiden yararlanarak yazı yazılacalk bir çeşit kağıt yapmışlardır. Böylece, Mısır'da yazı yazılabilecek malzemenin kullanılması, bizim o uygarlık­ la temasa geçeıbilmemizi sağlamıştır. Mısır bilimi hakkın­ da elde mevcut M.Ö. 1700-1600 yıllan arasında Hiksuslar döne­ mine ait Rhind papürüsü, M.Ö. 1900- 1800 yıllarına ait Khun ve Berlin papürüsleri ve diğer bazı papürüs ve tahta tabletler kısmen de olsa Mısır matematik ve astronomisini gün ışığına çıkarabilmiştir. Bu malzemeden elde edilen bilgiye göre, Mısır'da mate­ matik işlemler on bazına göre düzenlenmiş olup sayılar sem­ bollerle gösterilmiştir. Mısır'da geometri, bazı problemlerin çözümü ile yüzey ve hacim hesaplan şeklinde ve bu geometri bir yerde geometrik şekillere uygulanan aritmetik yöntemler­ den �baret idi. Elde mevcut belgelerde, bazı geometrik prob­ lemlerin ispatsız ve formülsüz kullanıldığı görülmüş ve buna mukabil ispat ve teoremle karşılaşılmamıştır. Bu bize, Mısırlı­ ların daha çok pratik amaçlı problemler üzerinde durmuş ol­ duklannı gösterir.

M.Ö.

5. yüzyılda Heredot, geometrinin Mısır'da doğmuş

olduğunu ve Yunanlıların geometriyi Mısır'dan öğrendiklerini mealen bildirmektedir. Aristo ise matematiğin

Mısır'da baş­

ladığını ve Mısır raıhiplerinin böyle bir uğraşa saııfedilmesi gere­ ken boş zamanları olduğunu açıklamıştır. 3


İlkel bir matematik düzeyinin,

astronominin gelişimini

desteklemediği bilinen bir gerçektir. Bu nedenle ilkel bir mate­ matik düzeyinin mevcut olduğu Mısır'da, astronominin ileri bir düzeyde bulunmaması doğaldır. Diğer taraftan Mısırlılara ait

hiç bir tutulma kayıtlarının olmaması

hayretle karşılanacak

bir olaydır. Bu da bize, Mısır astronomisi hakkında sağlam bil­ giye sahip olabilmek için arkeologların

çalışmalarını bekle­

mek gerektiğini göstermektedir. Şüphesiz Mısır astronomisi­ nin üzerinde durdu� en önemli konu zaman ölçümü ile ilgili­ dir. Kısaca Mısırlılar yılı otuzar günlük on iki aya bölüp tatil ve bayram günleri olarak da beş günü kullanıyorlardı. Böyle­ ce yıl uzunluğu 365 gün olan, takriben güneş

yılına eşit bir

takvim kullanılıyordu. Gündüzün yere düşey çakılan bir çubu­ ğun (gnomon) gölgesinden yararlanarak gün sürelerini tespit ediyorlardı. Hatta taşınabilir güneş saatleri de

yapmışlardı.

Gece zamanını tayin için yıldız saati adı verilen bir yöntem kul­ lanılmıştır. Özet olarak Mısırlılarda astronomi zaman ölçümü ile il­ gili olup, özellikle pratik gereksinmeleri karşılamak amacı ile astronomi ile ilgilenmişlerdir. Diğer taraftan eski Mısırlılarda astroloji olmamasına rağmen, Mısır

astronomisi dini unsur­

larla iç içe idi. Başka bir deyişle, Mısırlılar gökcisimlerini tan­ rı

olarak ve olaylan da tanrıların faaliyeti olarak görüyorlardı. Diğer önemli uygarlığın geliştiği

lar,

Mezopotamya da sayı­

60 tabanına göre düzenlenmiştir. Bu düzenleme daha son­

raki İslam uygarlığında da kullanılacaktır. Fazla ayrıntıya gir­ meden sayıların köklerinin alınması ve hatta küp kök alma bi­ liniyordu. Pisagor teoreminin, Pisagor'dan 1700 yıl kadar ön­ celeri bilinmesi, aritmetik ve geometrik

dizilerin toplamının

yapılabilmesi, birinci ve ikinci derece denklemlerin çözülebil­ mesi, Yunanlılard an önce Tales teoriminin kullanılması çok yüksek matematik düzeyinin varlığını gösterir.

4


Başlangışta Mezopotamya astronomisi gök olaylan dev­ releri ile ilgili bazı bilgileri içeriyorsa da, daha çok dini un­ surlarla kanşık kozmogonik astronomi görüşü hakim idi. Me­ zopotamya'da matematiğin gelişimi astronominin dini etkiden kurtulup layik bir nitelik kazanmasını sağladı. Bu nedenle Me­ zopotamya'da astronomi Selökid'ler çağında en yüksek düze­ yine erişti ve Grek astronomisi üzerine büyük etki yaptı. Böy­ lece Mezopotamya astronomisi genellikle bilimin ve özellikle astronominin matematikleşmesinde başı çekmiş, ve Yunan ast­ ronomisi aracılığı ile bilim tarihinde fevkalade etkili olmuş ve çok önemli bir bilimsel düşünce akımını uzun süre etkilemiş­ tir. Başlangıçta Mezopotamya astronomisinde din ve mitoloji yanında astroloji de ön planda yer almıştı. Astrolojinin Mezo­ potamya'da bilim içindeki önemi, astrolojinin kısmen de olsa astronominin temelinde yer almasından kaynaklanır. Bilinen en eski şekli ile astrolojinin Akadlar dönemine kadar geri git­ tiği tahmin edilmektedir. Mezopotamya yaşamında astroloji­ nin önemli bir yeri vardır, fakat astroloji yardımı ile yapılan tahminler kişilerle değil toplumla ilgili idi. Halbuki diğer top­ lumlarda kehanet fertlere ait olduğundan, Akad astrolojisi bu özelliği ile diğerlerinden aynlmaktadır. Astrolojide olaylann yorumlanmasında gök olaylan ve gökcisimlerinin büyük öne­ mi vardır. Dolayısiyle astrolojinin gelişimi öte yandan astro­ nominin gelişimine de yararlı olmuştur. Mezopotamyalılar astronominin uzun yıllar boyunca ne­ denlerinden ziyade gök olayları ve bunlarla ilgili periyodlan in­ celemişlerdir. Mezopotamyada toplumu ilgilendiren en önemli astronomi konularından biri de takvim idi. Mezopotamya'da takvim, Ay'ın kavuşum ayı ile tanımlanan periyod, esas alına­ rak düzenleniyordu. Bu takvimde aylar, yeni hilalin ve yıl da ilkbahar gün dönüm noktasını takilben ilk hilalin görülmesiyle 5


başlatılıyordu. Buna bir yerde Mezopotamya'da kuJJanılan gü­ neş takvimi ile ay takviminin bağdaştınlması olarak da bakı­ labilir. Mezopotamya da layik takvim olarak güneşin hareke­ tine bağlı her biri 30 günlük 12 aydan ibaret takvim de kulla­ nılıyordu. Yıl sonuna eklenen 5 gün ile yıl uzunluğu 365 güne çıkarılıyordu. Mezopotamya'da, Güneş ve Ay takvimi arasında ıbir ilişki kurmak için bazı yıllar, ay takvimine bir ay eklenerek 13 aya çıkarılıyordu. Genellikle bir 13. ayın eklenmesi ekim za­ manını sabit tutmak ve duyulan bazı gereksinmeler nedeniyle idi. Bugün Metan periyodu olarak bilinen, Ay ve Güneş yıllan arasında mutabakatı sağlamakta kullanılan 19 yıllık periyod Mezopotamyalılar tarafından bulunmuştur. Mezopotamyalıların tutulma düzlemini koordinat sistemi olarak kullanması ve bu düzlemi 30 derecelik 12 kısma ayır­ ması geleneğini, Grek bilim adamlarının zamanımıza intikal ettirmiş olduğu bilinen bir gerçektir. Daha M.Ö. 650 civarında, yeni hilalden başlayarak dolunaya kadarki süre içinde ay yü­ zeyinin aydınlığının tedrici artışı sayısal olarak ifade edilmişti. Diğer taraftan yeni hilalin görülebilme koşullarını Mezopotam­ yalılar biliyorlar ve hesap yapmadan ay ile ilgili takvimlerin ay başlarını tespit ediyorlardı. Grek bilimine büyük etki yapan Mezopotamya bilimi hak­ kında bir değerlendirme yapabilmek için şu sorulan cevaplan­ dırmaya çalışalım. Mezopotamyalılar astronomi problemlerini incelerken ne dereceye kadar bilimsel merak ile hareket edi­ yorlardı? Bu araştırmalarının amacı evreni anlamak mı idi? Grek bilim felsefesinde var olan, saf bilimsel merak duygusu Mezopotamya bilim adamlarında var mı idL? Şüphesiz bu sorulan kesinlikle cevaplandırmak kolay de­ ğildir. Maamafih evreni tümüyle, nedenleriyle anlamak ve kav­ ramak istek ve duygusu ile hareket etmedikleri de bir gerçek­ tir. Fakat bununla beraber, Mezopotamya biliminin faydacılık sınırlan dışına çıkmamış olduğunu da kabul etmek yanlış olur. 6


Özet olarak Mezopotamyalıların Ay ve Güneş'in hareketleri üze­ rindeki çalışmalarının yalnızca takvimle ilgili olduğunu ve ge­ zegenleri incelerken yalnızca astrolojik gereksinmeleri için ele aldıklarını da düşünmek yanlış olur. Mezopotamya tariıhi ile ilgili elde edilecek veriler bugün mevcut bazı şüphelerimizi ay­ dınlığa çıkamoaktır. M.Ö. 1000 yıllarında Ege Denizi kıyılarına gelip yerleşen

Grekler, başlangıçta

ilkel bir kültüre sahip savaşçı kabileler­

den oluşmuş bir toplum niteliğinde idi. Grekler dünyayı

irili

ufaklı birçok doğa üstü kuvvetlerin yönettiğine inanıyorlardı. İlk ortaya koydukları efsaneler son

derece güzel masallardan

ibaret idi. Bununla beraber Grek uygarlığı birdenbire ortaya çıkmamış ve farklı bir gelişim göstermemiştir .. M.Ö. VI. yüzyılı kapsayan İyonya dönemi, eski cıvar uy­ garlıklardan en fazla etkilenen dönem

olup, bir yerde Grek

(Antik Ywıan) biliminin doğuş aşaması olarak da tanımlana­ bilir. Bununla beraber Hellen'den önceki döneme ait, elimizde astronomi ile ilgili orijinal bilgi

kaynaklan çok azdır. Öklid'

den evvelki eserlerin hemen hepsi

yok olmuş

ve bu nedenle

de Öklid'din •Elements»lerinin etkisi uzun süre devam etmiş­

tir. Grek eserlerinin kaybolmuş olması ve eski eserlerden ba­ zılarının da yüzyıllar sonra yazılmış olması, Grek bilimi hak­ kmda bugün tam bir bilgiye sahip olmayışımızın en önemli ne­ denidir. Maamafiih ilk Grek astronomisi hem kapsam ve hem de ilkelliği bakımından, Mısır ve Mezopotamya astronomisinin ilk dönemine benzemektedir. Grek filozoflarının ilki Tales'tir. Milet'te yaşayan Tales, düşüncelerini yazı ile değil de öğrencileri aracılığı ile yaydı ve bu nedenle yazılı hiçbir metin bırakmadı. Tales sahip olduğu bilginin çoğunu Mısır ve diğer ülkelere yaptığı geziler sırasın­ da elde etmiştir. Tales'e göre; evreni anlamak için onun yapı­ sal niteliğini anlamak gerekir. Bu ise maddeden başka bir şey 7


değildir. Böylece Tales materyalist felsefeyi başlatmış oluyor· du. Tales'e göre her şeyin başlangıcında su vardı. Toprak, hava ve canlı varlıklar sudan geldiği yani evrenin sudan oluştuğu şeklindeki teoriyi ilk ortaya atan filozofun Tales olduğu kabul edilir. Bu teori, açıkça görüleceği üzere Tekvin kitabındaki ya­ radılışla ilgili teoriyle benzerlik taşımaktadır. Bu ise ekime elverişli toprakların ancak bataklık araziden kazanılan bir del­ ta ülkesi için anlamlı olan bir Sümer yaradılış hikayesidir. Ta­ les'in bu teorisinin yeni yam, yaratıcıyı bir yana bırakmış ol­ masıdır. Gerçi Tales'in dünyayı bir tahta parçası gibi suda yü­ zen bir tepsiye benzeten çocukça düşüncesine rağmen, önem­ li olan bu tür konular üzerinde durmasıdır. Tales okulu temsilcisi Anaximander, Yer'in havada hiçbir desteği olmadan durduğunu ve Ay'ın ışığını Güneş'ten aldığını biLdirdi. Gerçekten, Yer gibi katı bir cismin hiçbir desteği ol­ maksızın durduğunu düşünme·k, bugün bile birçdk kimse için kolay kabul edilebilir bir düşünce olmadığı da bir gerçektir. Tales, Anaximander ve diğerleri tarafından başlatılan gö­ rüş, materyalist bir görüşe dayanmıyordu. Pitagor ise su, hava gibi maddi nesneler yerine sayıyı koyuyordu. Evren yuvarlak­ tır derken, Pitagor evren ile ilgili gözlemleri değil de düpedüz matematiksel bir ilkeyi dile getiriyordu. Pitagor'a göre evrenin kavranılması anahtarı sayılarda gizli idi. Pitagor okulu, Grek biliminin gelişmesinde hem teori ve hemde uygulamada önem­ li bir dönüm noktasını işaret eder. Antik Yunanlılar başlangıçta Mısırlılar ve Mezopotamya­ lılardan alabilecekleri hemen bütün bilgileri elde edip, ondan sonra kendi bilimlerini dış etkiler olmaksızın geliştirmiş de­ ğillerdir. Özellikle astronomide Antik Yunanlılar Mezopotam­ yalılardan Helenistik 'çağda da önemli ölçüde faydalanmışlar­ dır. Bir defa, Helenistik çağda Mezopotamya astronomisi en 8


yüksek düzeyde idi. Aynca Yunanlılar ancak Hellenistik çağ­ da, Mezopotamya astronomisinden faydalanabilecek düzeye varmıştı.

M.Ö. V. yüzyılda yaşamış olan Sokrat'ın ölümünü takiben öğrencisi Plato (Eflatun), kurduğu akademisinin kapısına «Bu­ raya matematik bilmeyenler giremez» ibaresini asmıştır. Pla­ to, kendinden evvel gelen pek çok kimse gibi, evrenin başlan­ gıçta kendiliğinden var olan bir kaos olduğuna inanıyordu. Kaos'un evrene dönüşümü, İyonyalı filozofların ileri sürdüğü gibi mekanik bir süreç sonucu değil, olağanüstü bir gücün so­ nucudur. Evren, bu tanrısal gücün tasarladığı rasyonel bir plana uygun kurulmuştur. O dönemde mevcut olan görüş, gök­ yüzü cisimlerinin özellikle Güneş, Ay ve gezegenlerin ilahi bir yaratılış oldukları şeklinde idi. Bu nedenle o dönemin geri ka­ falıları, İyonyalıların bu gökcisimlerinin ateş küreleri oldukla­ n iddialarını dinsizlikle suçluyorlardı. Plato, astronomlara gökyüzüne değil de kendi içlerine, yani akıllarına müracaat et­ melerini önerdi. Akıl onlara yıldızlı gökyüzünün dünya etrafın­ da çembersel döndüğünü gösterecektir. Zira dairesel hareket, hareketlerin en iyisidir ve esasen gökyüzüne yakışan da budur. Nitekim Plato, gezegen hareketlerinde görülen düzensizliği kabul etmiyor ve böyle bir hareketin olamayacağını ileri sürü­ yordu. Ona göre, aslında dairesel olması zorunlu olan birtakım hareketlerin sonucu olarak gezegen hareketlerindeki düzensiz­ lik ortaya çıkmaktadır. Plato'nun evrenle ilgili iki temel ilkesi : Yer'in evrenin or­ tasında sabit olduğu ve gökcisimlerinin onun etrafında dairesel hareketleridir. Filhakika, Plato'nun bu düşüncesi ile dönemin geri kafalıları tatmin edilmişti, fakat bu düşünce bilim dünyası için çok pahalıya mal oldu. Kepler'e gelinceye kadar, 2000 yıl, Plato'nun bu görüşünün doğru olmadığını ispat çabasiyle, geç­ ti. Plato'nun bu önerisine rağmen öğrencileri pek onun yolunda gitmediler ve gökyüzünü incelemekte gö:r.leme gereksinme duy9


dular. Bunlar arasında Eudoxes (M.Ö. 403-356), gözleme da­ yanan astronomi ile spekulatif kozmolojiyi birleştirdi ve böy­ lece evrenin düzenini belirlemede gözleme gerekli yeri tanı­ yan ilk teorisyen oldu. Eudoxes, her basit periyodik hareketi çember veya bir kü­ re ile tanımladı. Bir küre, gökyüzünün görünen günlük hareke­ tini, bir başkası aylık veya yıllık dönüşlerini gösteriyordu. Bü­ tün bu çember ve küreler ortak merkezli olup, Yer bu sistemin merkezinde yer alıyordu. Kürelerin merkezleri ortak olmakla beraber çaplan ve dönme eksenleri değişik idi. Bu değişiklik her kürenin farklı dönüşünün nedeni idi. Bu küreler fiziksel değil matematiksel nesnelerdi ve bu nedenle de görülmezlerdi. Eudoxes, gökcisimlerinin hareketini açıklamak amacı ile 27 kürenin varlığını kaıbul ediyordu. Bunların biri sabit yıldızla­ rın, üçü Ay'ın, üçü Güneş'in ve o dönemde bilinen beş gezege­ nin her birinin hareketleri için de dörder küre tanımlanıyor­ du. Yeni gözlemlerin ortaya koyduğu her periyodik hareket de diğer bir küre ve çember ile açıklanıyordu. Zamanla bu küre­ lerin sayısı 80 çıktı. Şüphesiz yeni gözlemlerle elde edilen so­ nuçlan, teori açıklamakta yetersiz kalıyordu. Esasen teori, her gökcisminin Yer'den aynı uzaklıkta olduğu varsayımına dayan­ dığı için, daha başlangıçta bilinenlere ters düşüyordu. Mesela Venüs ve Mars gibi gezegenlerin parlaklık değişiminin, Yer'e bazen yaklaşması ve bazen de uzaklaşması sonucu olduğu bili­ niyordu. Diğer taraftan bilinen diğer bir olay da tutulmaların bazen halkalı ve bazen de tam tutulma olmasının nedeni idi. Diğer taraftan Aristoteles (M.Ö. 384-322) gökcisimle­ rini taşıyan kürelerin geometrik değil de fiziksel niteliğe sahip olduğunu açıklıyordu. Bunlar saf, bozulmayan bir maddeden yapılmış nesnelerdir. Fakat bu kürelerin yapıldığı madde, yer­ yüzünde mevcut maddeden apayrı nitelikte bir nesnedir. Dün­ yamız bu evrenin merkezinde olup toprak, su, ateş ve havadan yapılmıştır. Nesnelerin mükemmeliyeti evrenin merkezinden 10


uzaklığına bağlıdır. Gökcisimleri arasında en az mükemmel olanı, merkeze en yakın olan Ay' d1r. En mükemmel olanı ise, en uzaktaki küre ile onu harekete sevkeden, ilk hareket ettirici yani Tanrı idi. Gökcisimlerinin parlamaları, onların ateşten ya­ pılmış olduğu intibamı veriyorsa da gerçekte bu yanlış bir dü­ şüncedir. Zira onlar esir denen bir beşinci öz maddeden mey­ dana gelmiştir. Çağının önde gelen astronomlarından biri olan Samos'lu Aristarchos, ilk defa Güneş merkezli sistemi ileri sürdü. Aris­ tarchos, Yer büyüklüğünün ve hatta Yer yörüngesini ihtiva eden kürenin, sabit yıldızlar küresine oranla ihmal edilebile­ cek kadar küçük olduğunu açıkladı. Ne varki Aristarchos'un ileri sürdüğü Güneş merkezli teori zamanına nazaran çok ileri bir görüştü ve o dönemde bu teorinin kabulü beklenemezdi. Filozoflarla birlikte herkes Yer'in evrenin merkezinde olduğu­ nu ve hareketsiz durduğunu kabul ediyorlardı. Diğer taraftan Eudoxes, Aristoteles ve daha sonra gelenlerin geliştirdikleri Yer merkezli teori, hem o döneme kadar elde edilen gözlem sonuçlarına ve hem de sağduyuya uygun düşmekte idi. Astronominin matematiksel temeli Eudoxes'ın küreleriy­ di, fakat araştırmalarda kolaylık sağlamak bakımından geze­ gen hareketlerini bir düzlem içinde düşünmek gerekiyordu. Gö­ rünüşü kurtarmak için «tekerlek tekerlek içinde» kavramı or­ •taya atıldı. Bu kavramın sahibi, Kadim dünyanın en büyük gözlemcisi, sonraki 2000 yıl içinde astronomi gözlemlerinde kullanılan aletlerin çoğunun mucidi ve ilk yıldız kataloğunu düzenleyen Hipparchos idi. Hipparchos, gezegenlerin ve esas it�bariyle Güneş ve Ay'ın hareketlerini açıklamak için eksantrik ve episikl dairelerini Yer merkezli sisteme uyguladı. Eksantrik daire, merkezinde Yer'in bulunmadığı fakat Yer'i çevreleyen dairedir. Episikl ise, mer­ kezi Yer etrafında bulunan daire üzerinde hareket eden küçük bir dairedir.

11


Güneş ve Yer merkezli görüşler yanında Heraclides, daha sonra Tycho Brahe tarafından da geliştirilen Yer-Güneş mer­ kezli sistemi açıkladı. Bu görüşe göre Güneş, Ay ve dış geze­ genler yer etrafında, Venüs ve Merkür gezegenleri ise güneş etrafında dönerler. Helenistik çağ astronomisinin en önemli özelliği, gözlem ile matematiksel yöntemlerin birleştirmesidir. Bu dönemin sonlarında parlayan en önemli bilim adamı, Claudius Ptole­ maeos (Batlamyus)'tur. M.Ö. r.5 yıllarında İskenderiye'de do· ğan Batlamyus'un özgün bir sistem kurduğu söylenemez. Bat­ lamyus'a kadar gökyüzündeki periyodik hareketlerin sayısı 80'e ulaşmıştı. Bütün bu küreleri içeren yeni bir sisteme gereksin­ me meydana gelmişti. Batlamyus, Eudoxes ve Arsitoteles'in fikirlerine yaptığı bazı yeniliklerle, Hipparohos'un eksantrik ve episikl dairelerini birleştirerek, sistemini kurdu. Şüphesiz Batlamyus'un sistemi fiziksel olmaktan çok geometrik bir açık­ lama idi. Bununla beraber gökcisimlerinin hareketlerinde göz­ lenen sapma ve aynlıkları matematiksel bir şekle sokma, bi­ lim tarihinde erişilen en önemli bir gelişmedir. Batlamyus'un birçok eseri arasında yer alan Almagest bütün Ortaçağ İslam astronomisinde ve hatta Batı astronomisinde Newton'a kadar etkili olduğu bir gerçektir. M.Ö. II. yüzyılın ortalannda anarşik bir ortama giren Hel­ lenistik İmparatorlukları, Roma'nın daha dinamik gücünün ağırlığı altında çökmeye başlamışlardır. Roma İmparatorluğu' nun yayılmasının kültür üzerindeki etkisi ise, İskender'in fe­ tihlerine oranla çok farklı oldu, Romalılar, sahneye çıktıklan vakit, Antik Yunan uygarlığının soluğu çoktan tükenmiş, bi­ limde ve sanatta çöküş tam idi, bir başka deyişle, Romalılar Antik Yunan uygarlığına yetişemediler. Tüm Akdeniz bölgesini kendi, kültür alanına katan Ro­ malılar, Astronomi bilimine büyük bir katkıda bulunmadılar. Avrupa'daki egemenlikleri de Germenlerin akınlan ile sona 12


erince yüzyıllardır toplanmış gökbilim verileri unutulmaya bırakıldı. Aynı durum Bizans için de geçerli idi, o dönemdeki astronomi gereğinden çok fazla din baskısı altında idi. Fakat Roma İmparatorluğu'nun sınırlan dışında, İskender'in akınlan ile Helenistik etkilere hedef olan İran, Hindistan ve Orta Asya da dahil olmak üzere, bütün bu bölgede uygarlık, klasik kül­ türün son zamanlarının bilimsel sınırlamalarından kurtularak gelişmeye devam etti. İran'da Sasani (M.S. 226-637), Hindis­ tan'da Guptalar (M.S. 320-480) ve Çalukyalar (M.S. 550-750) ve Orta Asya'da Çorasmianların adı az duyulmuş krallıkları (M.S. 400 -600), hep karanlık çağ olarak tanımladığımız V. ile IX. yüzyıl kesimine rastlar. Bu ülkelerin daha doğusunda Çin' de, Wei (M.S. 386- 529) ve Tang (M.S. 618-906) sülaleleri, eşi görülmemiş kültürel ve ekonomik başarılar sürdürdüler. Bu dönemde bilim tarihi bakımından en önemli olay özellikle ma­ tematik ve astronomide gerçekleştirilen büyük aşamadır. Bu konuda en önde gelenler V. yüzyılda iki Aryaphata'lar ile Vi­ rahamira ve VII. yüzyılda Brahmagup'tadır. Kuşkusuz bu aşa­ manın temelinde, Babil'den ve olasılıkla Çin'den doğrudan doğ­ ruya alınan bazı eklemelerle beraber Hellen bilimi yatıyordu. Başlangıçtan M.Ö. 600 yılına kadar Mezopotamya ve Mı­ bilimde ön safta yer alırlar. Bu uygarlıkların bilimde ulaş­ tık]an aşamadan hız alan ve onlardan faydalanan Antik Yu­ nanlılar bilim tarihinin bunu takip eden devresinin en önemli temsilcisini teşkil ederler.

sır,

Ortaçağda İslam dininin dünya sahnesine girişini takiben İslamiyet, kısa bir sürede geniş bir alana hızla yayıldı. Bu ara­ da Müslümanlar temasa geçtiği eski uygarlık kalıntılarından yararlanmaya büyük önem verdiler. Zira o döneme kadar ast­ ronomi alanında erişilen bilgi, İslam dünyasını çok yakından ilgilendiriyordu. Esasen mevcut bilginin kabul edilmesinde de büyük gereksinme vardı. Bilindiği gibi İslam dininin iman, ibadet ve ahkam esaslarını içeren Kuran-ı Kerim ve Hadiste 13


iıbadet zamanlan ve dini günler, Güneş ve Ay'ın gökyüzündeki hareket ve durumuna bağlanmıştı. Bu zorunluluk ister istemez İslam devlet adamlarının astronomiye ilgisini arttırdı ve sonuç olarak da yüzyıllarca İslam aleminin astronomi ve hatta bilim konusunda önderlik etmesini sağladı. Emevi Halifeleri (M.S. 661 770) saltanatını takiben kısa bir süre sonra hüküınet merkezlerini Şam'a naklettiler. Yu­ nan ve Suriye bilimlerinin merkezi olan Şam'da Emeviler, bi· limi destekledilerse de bilim Müslüman olamayan kişilerin elinde kaldı. Buna rağmen Emeviler döneminde, Basra ve Klı­ fo yeni bilim merkezleri olarak gelişmeye ve Müslüman, Hıris­ tiyan ve Yahudiler bu şehirlere gitmeye başladılar. İslam dün­ yasının astronomi eserleri ile ilk teması, M.S. VIII. yüzyılda Hindistan'dan getirilen iki astronomi kitabının Arapçaya çe· virisi ile oldu. M.S. 628 yılında Brahmagupta tarafından yazıl­ mış olan Brahmasphutasiddhanta adlı kitap, Halife Mansur zamanında, Muhammed ibn İbrahim el-Fenari ve Yakup b. Ta­ nk tarafından Arapçaya çevrildi. Diğer Hind eseri ise M.S. 500 yılında yazılmış olan Aryabihata'dır. İslamda bilimin bilinçli olarak teşvik görmesi, Abbasiler dönemine rastlar. Abbasiler, başkentlerini Şam'dan yeni kurulan Bağdat şehrine taşıdıktan kısa bir süre sonra Bağdat tam bir kültür merkezi oldu. -

Müslümanlar, Hind kitaplarından geometri ile ilgili ceyb (sinüs) fikrini aldılar. Gerçekte Hindliler ceyıbi, ne trigono­ metrinin bir unsuru olarak düşünmüşler ve ne de bir sinüs bağıntısı kurmuşlardı. Trigonometrinin gelişimi İslam bilim adamları tarafından gerçekleştirilmiştir. Abbasiler, İslam bi­ limine temel olarak, Antik Yunan elyazmalarının çevirilerini esas olarak aldılar. Bu aile içinde el-Mansur (M.S. 754-775), Avrupa'da efsaneleşmiş Harun el-Reşit (M.S. 786-809) ve Ha­ life el-Memun (M.S. 813-833)'nun bu konudaki çabalan, çok önemli bilimsel gelişmeyi sağladı. Özellikle Halife el-Memun, Bizans İmparatoru Michael III. den eski Yunanca tüın eserle14


rin Arapçaya çevrilmesi için izin aldı, bu çevirilerin başında ilk temel eser Ptoleme'nin Almagest'i gelir. Böylece antik dö­ nemi:n tüm astronomi ile ilgili bilgileri ve verileri, İslam astro­ nomisinin tabanım meydana getirdi. İslam gökbilim çalışma­ larının belki de en önemli aşaması, rasathanelerin ilk kez İs­ lamda kurulmuş olmasıdır. Bu kuruluş çok sonra Avrupa'ya intikal etmiştir. İskenderiye'de gökcisimleri ile ilgili gözlemler yapılmış olduğu genellikle kabul edilmektedir. Fakat bu gözlemler, muh­ temelen kolaylıkla taşınabilir aletlerle yapılmıştır. Halbuki İslamda kurulan Rasathaneler, içinde birbirine yardım eden kişilerin, sabit gözlem araçlarının bulunduğu bir kuruluş olup bugünkü genel rasathane tanımını taşımaktadır. Mu'aviye (661-680)'nin saltanatı yıllarında Şam'da, bir rasathanenin bulunduğunu bazı eserler işaret etmekte iseler de, bu iddialar sağlam kaynaklara dayanmadığı için varlığına kuşku ile bakıi­ maktadır. Diğer taraftan İslam ülkelerinin dışında Çin'de gü­ neş saatine benzer meridyen doğrultusunu işaret eden bir aletin kullanıldığı bazı yerlerde yer 1.lırsa da bu alet rasathane varlığı için güvenilir bir kanıt değildir. İbni YCı.nus'a göre Abbasi Veziri Yahya İbn Halid İbn Bamak'ın yaşamı boyunca Nihavendi, Jundisapur'da «el Ziyc-i MustaMil»in derlenmesi amacı ile gözlemler yapmıştır. Fakat İslam yazarları, Niha­ vendi'nin bu gözlemleri bir rasathanede yapıp-yapmadığı ko­ nusuna hiç değinmemişlerdir. Her ne kadar gökbilimde gözlem ve çalışmalar, aletleri ve birkaç kişinin işbirliğini gerektiri­ yorsa da Nihavendi'nin ne aletleri ve ne de bu konudaki çaba­ lan hakkında tam bir bilgiye sahip değiliz. Genellikle birçok kaynakta özellikle Biruni, «Tahdid»inde El-Memun'un rasat­ haneler kurduğundan söz eder. Bu ilk rasathaneler Bağdat'da Şemmasiye, Şam'da Kassiyi'm adı ile kurulmuştur. Şemmasiye ve KassiyCı.n rasathanelerinden sonra hemen hemen X. yüz­ yılın sonlarına kadar, büyük rasathanelerin yerlerini bir iki 15


bilim adamının çalıştığı gözlem istasyonları almıştır. Bunların er:. tanınmışı, IX. yüzyılın başlarında Bağdat'ta yaşayan Musa bin Şakir'in üç oğlu Muhammed., Ahmf.d ve Hasan'ın gözlem­ lerini yaptığı özel Rasathanedir. Üç kardeşin en yaşlısı Mu­ hammed (Ebu Cafer bin MO.sa Şakir) uzun yıllar yaptılı. göz­ lemlerden gökcisimlerinin hareketleri hakkında bilgi veren Alsendnend adı verilen .ta'hlolan hazırladı. Bu eser uzun süre bilim adamları tarafından kullanıldı. Newton'un öncüsü ola. rak düşünülen bu yazar, oıçeklm gücü» hakkında bir kitap da yazmıştır. Üç kardeş ekinoksun hareket olayını tespit amacı ile çalıştıkları rasathanede yedi yıl süre ile yıldız göz­ lemleri yapmışlardır. Fırat nehri yakınında Rakka'da özel bir rasathanesi olan Ebu Abdullah ibn Sinan el-Battfuıi, 887 -918 yıllan arasında gözlemler yaptı. Battani gözlemlerini Ziyc el-Sabi adlı eserinde topladı. Bunlardan başka el-Dinavari, ibn Al-a'lam ve Ebü'l Vefa gibi bilim adamlarının gözlemlerini yaptığı yerleri de birer rasathane olarak düşünebiliriz. X. yüzyılın sonunda gözlem istasyonlarının yerini büyük

rasathanelerin aldığını görüyoruz. Bu yüzyılda kurulan rasat­ haneler gelişim bakımından yeni bir dönemi temsil eder. Zira rasa'thaneler belli yerlere yerleşmiş ve uzmanlaşmış kuruluşlar haline getirildikten başka, büyük ve dolayısiyle duyarlı alet­ lerle donatılmıştır. Zamanın en önemli rasathanesi Şeref-ül Devle'nin, Bağdat'taki sarayının bahçesinde yaptırdığı rasat-­ hanedir. Mısır'da gökcisimlerinin gözlemine X. yüzyılın sonlarında Fatimi halifelerinden Aziz döneminde başlandı. Kahire'de inşa edilen rasathaneye Halife el-Hakim (996- 1021)'de yardım et·­ miştir. İslamın en büyük gözlemcilerinden ve Ziyc el-Hakim

adlı eserin sahilbi Ebu'l Hassan Ali ilbn Abdurrahman ilbn Yu­ nus, gözlemcilerini söz konusu rasathanede yapmıştır.

16


XI. yüzyılın en önemli rasathanesi Sultan Melikşah ( 1072 - 1092) tarafından Isfahan'da kurulmuş olan Melikşah Rasathanesi'dir. Bu kuruluş o zamana kadar İslam aleminde en uzun yaşamış rasathanedir. Bu rasathanede dönemin en değerli bilim adamları bir araya gelmiştir. Bunlar arasında Ömer Hayyam, Ebu Muzaffer İsfizaıi, Meymun bin Necile gibi bilim adamları bulunuyordu. Bu rasathanede takvim reformu yapılmış ve bu takvim, •Takvim-i Hakaniıt veya •Celalb adı ile tanınmaktadır. Bugün kullandığımız takvime nazaran daha doğru bir takvim olup çok uzun yıllar sonra düzeltilmesi gerek­ mektedir. XIII. yüzyıl, İslam gözlemciliği bakımından çok önemli bir dönemdir. Bu döneme bir yerde İslam astronomisinin rö­ nesansı olarak bakılabilir. Bu yüzyılda Nasır el-TO.si yöneti­ minde Meraga Rasathanesi kuruldu. Bu rasathane gerek alet-­ lerinin zenginliği, gerekse içinde çalışan bilim adamlarının sayısı ve seçkinliği bakımınadn önem taşır. Meraga Rasatha­ nesi'nde biri Çinli olmak üzere tanınmış 1 5 1:-ilim adamının ça­ lıştığı bilinmektedir. Meraga Rasathanesi'nden sonra XIV. yüz­ yılda tlhanlı Hükümdarı Gazan Han'ın kurduğu rasathaneden. de söz edilir. Bu yüzyıl İslam rasathaneciliği bakımından pek parlak bir dönem değil ise de, Gazan Han'ın bir buluşu olan bir yan küre, çeşitli gözlem araçları ve bir saatin varlığı önemli bir olay olarak kabul edilmektedir. XII. ve XIV. yüzyıllar ara­ sında yukarıda açıklanan rasathaneler dışında, astronomi eği­ timinin medreselerde yapıldığını biliyoruz. Bu medreseler ara­ sında başta Kırşehir ve Kütahya medreseleri gelmektedir. 1272 yılında Kırşehir'de kurulan Cacabey Medresesi'nde ve 1308'de yapılan Kütahya'mn Vacidiye Medresesi'nde, özellikle XIV. yüzyılın ilk yansından itibaren astronomi dersleri okutul­ muştur. xv. yüzyılda da İslam aleminde rasathane kurma gele­ ıneği devam etmiştir. XV. yüzyıl, özellikle Türkistan bölge­ sinde, kültür ve güzel sanatların ele alındığı dönemdir. Ti-. 17'


µıur'un torunu Uluğ Bey

zamanında ise bilimsel çalışmalar

püyük hız ve önem kazanmıştır. Bu nedenle bilim tarihinde

önemli bir yeri olan Uluğ Bey ve dönemi bu kitap içinde ay·

nntılı olarak açıklanacak ve böylece İslam biliminin evrensel

bilime katkısı gözler önüne serilecektir.

b) Timur Dönemine Kısa Bir Bakış : 1071 yılı nda Bizans İmparatoru IV. Diyoj en'in Sel çuklu Sultam Alpaslan'a esir düşmesi üzerine Küçük Asya'nın kapı· lan kesin ol arak Türklere açıldı. Türkmenler yeni topraklar

elde etmek amacı ile rahatlıkla Doğu Anadolu'dan bütün Ana­

dolu 'ya yayıldılar. Bu arada Selçuklular XII. yüzyıl ın o rtala

­

ırına d oğru, es ki İ slam dünyasına sırt çevirerek, yine İ s lclmiyet )IIlo deli çerçevesinde, merkez şehri Konya olan bir devlet kur­ du lar. Selçuklular Roma İmparatorluğu'nun varisi olarak gö· ırüldüğünden, İslam ülkeleri , bu yeni devleti Roma İmp ara· torluğu anlamına gelen Rum (Arap ilinden başıka ilden olan kimseye) Sultanlığı olarak adlandırmışlardı. Büyük Selçukl u İmparatorluğu'nun bir devamı olan Anadolu Selçuklu Devleti, her bakımdan kudretinin doruğuna XIII. yüzyılın ilk yansında eriş ti . Bu durum, uzun süre devam edemedi . Yüzyılın başında Cengiz Han'ın yönettiği istila , şi mdi onun yerine geçenler tara­ fından devam ettiriliyordu. 1 243 yı lında Moğol orduları , Köse­ dağ savaşından sonra, Anadolu'daki Selçuklu ordusunu silip süpürdüler ve önlerine çıkan bütün şehir ve kasabaları yerle bir ettiler, yağmaladılar ve öl dürdü ler. Bir gün içinde, Küçük

Asya'da tarihin akışı değişiverdi. Büyük Selçu klu İmparator­ luğu'nda olduğu giibi Anaıc!olu Sclçuıklu egemenliği de ort ad an kalktı. Selçuklu Sultanı, artık Hülagu tarafından yönetilen

Moğol İmparatorluğu'nun himayesindeydi. Bunun sonucu ola­ rak Küçük Asya 'da, yeniden eskiden olduğu gibi kendi başına buyruk, m erk ezi otoriteden yoksun, küçük devletler ortaya �ı'ktı.

18


Özellikle, Bizans'la sınır olan yörelerde yaşayanlar, Bizans savunmasının zayıflığından yararlanarak, akınlar düzenliyorlar we sınırlarını genişletiyorlardı. 1300 yıllannda Batı Küçük Asya, hemen hemen tümü ile Bizans'ın elinden çıkmış idi. Kendi top­ ll"ak istekleri için, kendi aralarında da savaşan beyler, yaklaşı\: on ayrı beylik kurarak Küçük Asya'ya yerleştiler. İşte bu bey­ Jiklerden biri Asya'dan Anadolu'ya geçen Kayı aşireti olup bunlar sonradan, Batı ve Doğuya genişleyecek olan Osmanlı İmparatorluğu'nun temellerini attılar. Osrnanlılar'ın ilk döneminde, İranlılar'ın Timur-leng, Türklerin Aksak Timur diye adlandırdıklan Asyalı fatih büyük emir Timur, 9 Nisan 1336 (Hicri, 25 Şaban 736) tarihinde, ve Türk takvimine göre Sıçan yılında, Keş (Şehr-i Sebz ) şehri yakınlannda Hoca Ilgar köyünde dünyaya geldi. Timur'un an­ nesi Tekine Hatun, babası ise Çağatay ulusunun en tanınmış ailelerinden Barulas aşiretiniın başbuğlarından Emir Turagay' dır. Cengiz Han, oğlu Çağatay Han ( 1 227 - 1242) 'a Türkistan ülkesini verdiği zaman, Barulas başbuğlanndan Karaçar No­ yan'ı da kabilesi ile birlikte onun hizmetinde görevlendirmişti. Mezar kitabesinden ve Timurlular dönemine ait kaynaklardan öğrendiğimize göre Karaçar Noyan, Timur'un beşinci derece­ den atasıdır. Semerkand'da bulunan mezar kitabesinden anla­ şıldığı üzre, Cengiz Han'ın ve Timur'un kökenleri birleşmek­ tedir. , Timur'un mensubu olduğu Barulas kabilesi, Keş, Gülab (Huttalan) ve Taşkent çevresine hakim idi ve Tiburda bu kabilenin emirleri sülalesinden gelmektedir. Timur'un ortaya çıktığı dönemde Çağatay Hanlığı sarsıntı geçirmekte idi. Çağa­ tay ülkesinde hakimiyet, Çağatay sülalesinden çok, devletin �etimi güçlü emirlerin elinde idi. Bölgedeki emirler, Çağatay sülalesinden birini han yapıyorlar ve onun adına hakimiyeti kendi ellerinde tutuyorlardı. Emirlerin yaptrklan bu işe •han· bazı• yani «han oyunucluğu• deniliyordu. Bu dönemde takip 19


etmiş olduğu hareket tarzından, Timur'un ileri görüşlü ve kud­ retli bir siyaset adamı olarak yetiştiği anlaşılmaktadır. Dost­ larım iyi seçmiş ve rakipleri ile gücü yetmeden çatışmamıştır. Türkistan'da

saltanat

sürme'kte

olan

Tuğluk-Timur

Han

{ 1308 - 1 362 ) Maveraünnehr'e girmesi üzerine Emir Hacı Ba· rulas ve diğer bazı Emirler ülkeyi terk ettiler. Timur, memle­ ketinin harap olmasına engel olmak ' çin, Hacı Barulas'tan izin alarak ülkesinde kaldı ve Tuğluk-Timur'a bağlılığını bildirdi.

ıBunun üzerine atalarının yurdu Keş ve civarının yönetimi han tarafından kendisine bırakıldı. Tarihin büyük cihangirlerinden biri olan Timur, birçok farklı yönleri olmasına rağmen, hayat mücadelesi bakımından, Ctngiz Han'ı andırmakta ise de, kurduğu imparatorluk kısa bir süre de sarsılmış ve dağılmaya yüz tutmuştur.

35 yıl de­

vam eden bir hükümdarlıktan sonra, 69 yaşında ölen Timur'un 36 oğlu, 1 8 kızı olmuştur Batı Anadolu'da genişlemekte olan Osmanlı İmparator· luğu padişahı Yıldırım Bayazıd ve Timur arasında en önemli mücadele, 28 Temmuz 1402 günü iki ordunun Çubuk ovasında yaptıkları savaştır. Bu savaşta Yıldırım Bayazıd mağlup olmuş ve esir edilmişdir. 1 405 ile 1 506 yılına kadar Timur tarafından işgal edilen yerlerin tamamı gerek hükümdar, gerekse bey veya genel vali olarak yöneten kişiler, Timur'un ahfadı olduğundan bunlara Timurlular adı verilmiştir . Bu dönemde başarılı faaliyetler ne askeri alanda ve ne .de devlet idaresinde görülmemesine rağmen san'at sever Ti· murlular himayesinde, gerek İran ve gerekse Türk bilim adam· larımn katılması ile oluşan kültür ve fikir hayatı en yüksek ..düzeye erişmişti. Timurlular döneminde de astronomi ve ma­ tematik gibi eserler de Farsça yazılmıştır. Edebiyatta ise, Ti· rour'dan önceki zamanlarda hiçbir örneğine rastlanmayan Ça20


�atayca (Doğu Türkçesi) yazılmış eserler yer alır. Bunun ilk örneği bir Maveraünneıhr şairi olan, XV. yüzyılın ilk yansında ölmüş bulunan Sekk§.ki'dir. Bu şair eserini belki Timur'un sağlığında yazmış ise de adı, Sultan Halil ve Uluğ Bey'in saray şairi olarak geçmektedir. Sekkaki'nin Halil-Sultan, Muhammed Parsa ile birlikte Uluğ Bey için yazdığı şiirleri vardır. Şiirle­ rinden birinde, şair gayet mütevazı mısralarla hükümdardan yardım rica eder. Diğer bir yerde de Uluğ Bey ' in ilmine, klasik ve İslam dünyasının büyük alimlerinin ilminden daha yüksek mevki verir. Diğer bir şiirinde ise gururla : «Dünya benim gibi bir Türk şairi, senin gibi bir alim hükümdar vücuda getirmez. den evvel felek daha birçok yıllar devrini icra edecektir• diyor. Bu dönemin diğer şairi Lütfi, bir divanı ve «Gül ve Nevbahar» adlı manzum eseri ile dikkati çeker. Uluğ Bey'le çağdaş, Acem şairlerinden İsmetullah Buharf Maveraünnehr'de yaşamıştır. Bu şair, Halil Sultan'ın ölümünden sonra sarayı terk ederek, Uluğ Bey için hiç bir şiir yazmamıştır. Hayatının geri kalan kısmını resmi ortamdan uzak geçirmiştir. Uluğ Bey'in sarayın­ da « Şairlerin Padişahı» olarak, Devletşah zamanında da Mave­ raünnehr'de şiirleri az çok şöhret kazanmış, Kemal Beharşi ya­ şamıştır. XIX. yüzyıl tarihini yazan Ebu Tahir Hoca, Uluğ Bey'in Farisi şiirler yaııdığını bir iki örnek vererek değinmiş ise de Devletşah, Uluğ Bey'in şiirlerinden hiç söz etmemiştir. Zira o dönemde bir hükümdarın şiir yazması, kendisini küçültmesi demek olduğu fikri hakimdi. Timur'un oğullarından Oihangir 1375'te, Ömer Şeyh ise, 1391 'de öldü. Üçüncü oğlu Miran Şah ise, geçirdiği bir kaza sonucu etrafını rahatsız edici dengesiz hareketler yapmaya baş­ lamıştır. Timur'un dördüncü oğlu, 1 377 doğumlu, Şahruh ise hükümdarlıkla bağdaşmayan bir yapıya sahip olup pek mü­ tevazii, sulh sever ve sofu olarak tanınıyordu, Timur, 1376'da doğan ve 1392'den beri Gazneli Mahmud'un tahtında oturan torunu Pir Muhammed b. Cihangir'i kendisine halef tayin et21


ınişti. Pir Muhammed, Timur'un vefatı sıralarında Kandehar'da bulunuyordu Yakınlan tarafından yeterin ce desteklenme diğin­ den, ve2liri tarafından 1407'de öldürüldü. 3'0 yıllık fütuhaıt so­ .

nucu oluşan Timur devleti, yerine devam eden Timurlular, daha çok münferit bölgelere vali olarak atanan oğullar ve to­ runlar tarafından, yan muhtar yönetilmiştir. Timur'un sağlı­ ğında, büyük kumandana gerçekten herkes saygılı idi, fakat

kendinde güç görenler kendi hakimiyeti altındaki bölgede hutbe okutup, sikke bastırıyorlar ve böylece müstakil bir dev­ let olma ümitlerini taşıyorla rdı Gerçekten bu durum, Timur'un kurduğu devlet düzeninin bir zaafı idi. Şüphesiz bu düzen kud­ retli hükümdar Timur'un sağlığı zamanın da devletin birli�ni bozmuyordu. Fakat, Timur'un vefatı ile ülke birçok hakimiyet bölgelerine aynlıp parçalandı Ortaya çıkan taht davası ve bü­ yük karmaşa birkaç yıl devam etti. Timur'un başşehri olan Semerkand, Hind seferinde büyük yararlılık gösteren ve 1402'de Fergana valisi olan ve Dedesi Timur'un sevgisini kazanan Şeh2Jade Halil Sultan b. Miran-Şah'ın eline geçti . 13 Mayıs 1409'da Semerkand'ı işgal eden Şahruh, Maveraünnehr gene l valili­ .

.

ğine evvela Timur'un yararlık gösteren

kumandanlanndan

Amir Şah Malik'in vesayeti altında olmak üzere, büyük oğlu Uluğ Bey'i tayin etti.

Sultan Hüseyin'in katli ve Pir Muhammed'in öldürülme­ siyle ve nihayet Halil Sultan'ın vefatı ile ortada rakip kişiler kalmayınca Şahruh, babası Timur'un halefi oldu. Her ne kadar Timur, Şahruh'u tahtta varis görmemekle beraber, devletin en merkezi b ölgesi olan Horasan'a vali atamıştı. Şahruh ise, bölgeyi Herat'tan yönetmekte idi. Timur'un vefatı ile çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalan devlet, Şahruh'un 40 yıl süren iktidarı döneminde, eski kudretli haline gelmemekle beraber

bazı bölgeler yanlız iktisadi değil, aynı zamanda kültür ala­ nında da büyük bir yükseliş kaydetti. Bu iyiye doğru gidişi, ilk bakışta Şahruh'a ma l etmek mümkün ise de, kendisinin yöne--

22


ticiliği konusunda yapılan çelişkili değerlendirmeler gerçeğin böyle olmadığını göstermektedir. Gerçek olan birşey varsa, o da, daha çok Herat sarayında hükümeti yöneten başka kişi­ lerin, Şahruh'tan daha güçlü nüfuza sahip olmaları idi. Özel­ likle bunlar arasında, Şahruh'un ilk eşi Gevher-Şah, oğullan ve birkaç yüksek rütbeli yönetici bulunuyordu. Şahruh'un, Uluğ Bey'in de rol oynadığı, Çin ile ilişkileri ımeşhurdur. Bu ilişkiler yalnızca elçi teatisinden ibaret olmayıp daha çok ticari ilişkileri de kapsamıştır. Özellikle, Mısır ve Hin­ distan'la da olmak üzere başka ticari ilişkiler kurulmuştur. Bu arada zirai gelişmeler yanında Herat ve Merv bölgesindeki ne­ hirlerin ıslahı ve sulama tesislerinin yapımı da bulunmaktadır, Şahruh'un hükümdarlığı döneminde kültür ve herşeyden evvel sanat ve fikir hayatında göze çarpan önemli atılımlar görülür. Bunlar resim, özellikle minyatür ve hattatlık, mimari, musiki, tarih yazarlığı, İslam hukuk ve ilfthiyat gibi, sanat ve fikir alanındaki faaliyetler, yalnız hükümdar tarafından değil, aynı zamanda onun oğulları ile akrabaları ve sarayın ileri ge­ lenleri tarafından da büyük teşvik ve himaye görmüştür. Emir Baysungur'un hattatlığı ve Şiraz'da Emir İskender b. Ömer Şeyh'in ilmi himaye etmesi bilinmektedir. Şeyh'in himayesine mazhar olan kişiler arasında riyaziyeci ve hey'et-şinas ve son­ radan Uluğ Bey'in hizmetine giren Gıyasüddin Şernşid b. Me­ sud Kaşi de bulunmakta idi. Aynı zamanda edebiyat alanında sufi şair Kasım el-Envar ve şah Nimet Allah Veli gibi önemli şahsiyetler de vardı. Bu dönemde İran edebiyatı yanında ilk Doğu Türkçesi edebi eserlerine de rastlanır. Şahruh'un ölümü ile Orta Asya'nın belli başlı siyasi gücil olan Timurlular devleti çökmeye yüz tutar. Buna mukabiJ Os­ manlı İmparatorluğu başında bulunan Sultan Murad, Tuna'ya kadar olan topraklar üzerindeki denetimi ele geçirir. 1444 yılı· nın sonlarında oğlu Sultan Mehmed lehine padişahlıktan fe ragat eder ise de 1446 baharında Baş vezir Halil paşanın çal· ..

23


nısı üzerine tekrar Edirne'ye gelen Murad., Kosova savaşı ile Sırp bağımsızlığına son verirken, Macaristan'm askeri gücü uzun süre toparlanamayacak ölçüde sarsılır. Bu arada Bosna Osmanlılara bağlı beyli k haline gelir. Şahruh'un öl ümünden sonra ahvadının iktidara geçme mücadelesi, bölge de büyük karmaşaya ne den olur. Uluğ Bey'in harp ve siyaset konusunda beceri ks izliği, son iki yılını başa­ rı sız ve hatalarla geçirmesine ve ölümüne neden olur. Bütün bunlar Uluğ Bey'in tarihi kiş iliğini hiçbir zaman zedelemez. Maveraünnehr bölgesinin hükümdarı olarak 40 yıl süren hü­ kümdar l ığı sırasında meydana gelen, kendi adını taşıyan ve hatta şahsına izafe edilen kültür faaliyetleri örnek hareketler­ dir. Bu gibi fa aliyetler, Uluğ Bey'e «tahtta oturan alim » deyimi­ ni k aza ndı rmı ştı r. Bütün bunlar söz konusu şhretini ne kadar desteklerse des tekl esin, Uluğ Bey'in şöhretini evrenselleştiren daha ziyade, bugün müsbet bi l imler diyeceğimiz ulum-i riyazi ve hükmi'ye karşı duymuş olduğu ilgidir. Uluğ Bey, Ön Asya' da, özellikle İran'da, Moğol haki m iyeti döneminde önem kazanan ilahiyat ve edebiyatın aksine doğa ilimlerinin incelenmesinin insanın devamlı üstünlüğünü sağlayan uğraş olduğunu kabul

etmesi, bilim adamlı ğı kişil iğine çok iyi bir örnektir. Ulut Bey'in emrinde bulunan bilginler ( alimler) arasında hey'et ve riyaz i 'yeçi ler , özellikle Kadı-zade-i Rumi, Gıyasüddin Cemşid b. Mesud el-Kaşi, Alaeddin b. Muhammed Kuşçu, ve Muhiddin Kaşanı zi kred ilmektedi r. Şeirattan ziyade yasa hükümlerine b ağlı ol an Uluğ Bey, cevval fikirli uygar kimse olmasına rağ­ men siyasi ve askeri yeteneği yoktu. Bu kitapçık içinde devlet adamı ni teliğinden çok uygar bir bilim adamı olan Uluğ Bey hakkında ayrıntılı bilgi verilecektir.

24


2.

ULUG BEY'İN ÇOCUKLUGU

Timur'un torunu ve Şahruh .ile 1Gevher Şad'ın büyük oğlu Uluğ Bey, Timur'un 'İran ve Asya ülkelerine yaptığı büyük se­ ferinin ikincisinde, 22 Mart 1394 ( 19 Cem aziyülevvel 796 ) 'te Sultarıiye'de doğmuştur. Timur sefere çıktığı sırada ekseriye «uğnıkı>ını (nakliye katırını ) Sultaniye'de bırakıyordu. Bu sı­ rada uğruk.la beraber eşler ve diğerleri de Sultaniye'de kalırdı. Aynı hal 1 393 94 yıllannda da olmuştu. Bu ikamet sırasında, -

Çağatay asilzadelerinden İ yaseddin'in kızı, 17 yaşındaki Şahruh' un eşi Gevher-Şad-Ağa bir erkek çocuk doğurdu. Bu sırada Ti­ mur Mezopotamya'da savaşmakta idi . Timur'un eşi Saray Mülk Hanım tarafından Sultaniye'den gönderilen elçi, Mardin'in tes­ lim olduğu günün ertesi, Timur'a mutlu haberi ulaştırdı. Bu ha­ ber üzerine Timur, ,Mardin Meliki İsa Bey'i affetti ve şehri talan etmekten ve alınması gereken harp tazminatını almaktan vaz geçerek şehri ahalisine bağışladı. Doğan çocuğun adı Mehmet Taragay konuldu. Fakat, Timur zamanında bile bu çocuğa Uluğ Bey denilirdi. Timur devleti dahilinde Türkler tarafından « beg» ( bey) ve bazen de « bek» den ilirdi. Acem yazarlanna göre, Eflatun'un biJ.gisi ve Feridun'un haşmetini » toplamış olaıı U luğ Bey, küçük yaştan itibal'en siyasete arkasını dönmüş, bü­ tün gücünü astronomiye vermiş bilgin bir hükümdardır. Ger­ çekten o zamana kadar, bilim tarihinde, bilimle uğraşan hiçbir hükümdara rastlanmamıştır. Uluğ Bey hakkındaki bilgimiz onun babası ve büyük babasına oranla çok daha azdır. Zira, ne Uluğ Bey'in sarayında yazılan tarihi bir eser ve ne de Uluft Bey'in şahsiyeti ve sarayı hakkında ayrıntılı bilgiye sahip de­

ğiliz. Timur ,torunu Uluğ Bey'i çok severdi, hatta Hi ndistan seferi sırasında Saray Mülk Hanım ile küçük torunu Uluğ Bey'i 25


Kabil'e kadar götürdü. Fakat kötü hava koşulları küçük Uluğ Bey'i rahatsız etmesin diye 1398 yılında tekrar Semerkand'a

e derken, Timur'un çok Hindistan i1di­ korktuğu için geri gönder­

gönderdi. İyaseddin Ali bu olaydan söz

sevdiği torunundan ayrılmak istemediğini, fa:kat minin çocuk üzerindeki etkisinden

diğini

yazar.

Uluğ Bey'in şaşılacak derecede bir hafızaya sah.ip olduğu, kitaplarda yer almıştır. Bunu teyid eden şu hikaye anlatılmak· tadır. Bu hikaye, Uluğ Bey'in Karabağ'da kışı geçirdiği çocuk­

luk dönemine aittir. Timur'un « Sarayında Kıssa Han• olan ki­ şinin kız kardeşinin oğlu, Uluğ Bey'in oyun arilradaşı idi. 1448 yılında Horasan'da Uluğ B ey, derviş giysileri içinde bu arka· daşını tanımış ve ona :

diye

- Sen bizim Kıssa Han'ın kız kardeşinin oğlu değil misin

sual

yöneltmiştir

ve o arada U luğ Bey çocukluk dönem.in­

deki olayları bütün ayrıntıları ile hatırlamıştır. Uluğ Bey, 10 yaşına geldikten sonra Semerkand civarında­

ki sarayda düzenlenen muhteşem toplantılara iştirak etmeye başlamış, hatta Timur 7 yıllık seferinden sonra 1404 yılının son­

baharında Semerkand civarındaki saraylarda

tertip edilen zi­

yafete iştirak etmiş, Çin ve İspanyol sefirleri ile tanışmıştır. Timur, sefirlerin kabulü sırasında küçük prensler, elçiler hü­ kümdarlarının mektuplarını Timur'a arzederken tahta kadar elçilere refakat e derlerdi. Uluğ Bey de bu gibi kabul merasim­ lerine iş tirak etmi şt ir.

Uluğ Bey, 10 yaşında iken amcazadesi Muhammed Sul­ tan'ın kızı Öge Begüm ( Öge Biki) ile evlendi. Timur'un evlenen 17 ile 9 yaşlan arasındaki torunları arasında Uluğ Bey de bulu­

nuyordu. 1402 yılında Osmanlılar'la yaptığı savaş sırasında

Timur tarafından esir alman, Bursa'da Osmanlı Sultanı Ba­ yazıd'ın ülkesinde yaşayan Suriyeli ilim Şeyh Şemse ddin Mu­ hammed ibn Cezeri'nin hutbesinde söz konusu evlenme zikre­ dilmiştir. Semerkand'ın Baş kadısı Selahattin, ftdet olan sual­

leri (rızalık suali) somıuş ve cevaplar alındıktan sonra dlııl

26


merasim sona ermiş ve daha sonra adet olduğu üzere ziya­ fetler verilmiş ve misafirlere kımız ve diğer içecekler ikram edilmiştir. Uluğ Bey ve kardeşi İbrahim çok küçük yaşta ev· lendirildikleri için, düğünden sonra da Timur ölünceye kadar mürebbiyelerinin nezareti altında kalmışlardır. 1404 yılında Timur, Semerkand'dan hareketinden evvel, hudutta oluşturulacak ülkeleri oğlu Şahruh'un küşük yaştaki çocuklarına vermeyi kararlaştırdı. Taşkent, Sayram (Evliya Ata), Aşpara ve Çin'e kadar uzanan bütün Moğolistan Ulu� Bey'e verilmişti. Timur'un ölümünden sonra başlayan savaş 1409 yılında sona erince, Şahruh, Maveraünnehr genel valili­ ğine Timur'un yararlık gösteren kumandanlarından Amir Şah Melik'in vesayeti altında olmak üzere, büyük oğlu Uluğ Bey'i tayin etti. Semerkand'ın idaresi «en büyük emir ,en adil en merhametli olan» Şah Melik'e tevdi edilmişti. Otrar'daki Şeyh Nureddin ile Hisar'daki yaşça küçük olan Muhammed Cihan­ gir'in vasisi, Şah Melik'in yükselmesini çekemediler. 1410 yı­ lında Uluğ Bey ile Şah Melik'e karşı hareket ederek Semer­ kand'ın batısında Kızıl - Rahat mevkiinde zafer kazandılar. Şahruh'un geri döndüğünü haber alan Şeyh Nureddin Semer­ kand'ı terk etti. Bunun üzerine Şah Melik, Şeyh Nureddin kuv­ vetlerine hücum etti ise de, tekrar hezimete uğradı. Bu defa Şah Melik Semerkand'ı terk etti. Şeyh Nureddin ve Mehmed Cihangir'e karşı savaş, Şahruh'un galebesiyle nihayet buldu. Şahruh, şehri tekrar Şah Melik'e teslim etti. Şeyh Nureddinin öldürülmesi üzerine, Şahruh ve Uluğ Bey'in Maveraünnehr' deki hukukunu tanımayan son Başbuğ da ortadan kalkmış oldu. Uluğ Bey, 141 1 - 1447'ye kadar Maveraünnehr'i idare etmiş olmasına rağmen, sikkelerde ve hutbelerde babası Şahruh'un adı zikrediliyordu. Bununla beraber Uluğ Bey'in çağdaşları ona yalnız Genel Vali veya Melik olarak bakmıyorlardı. Nitekim, Cilanutu vadisindeki bir kaya üzerine 1425 yılına ait bir kita­ bede Uluğ Bey, «Sultan-ı azam, fatih, mülükül akvam ve yer üzerinde Allah'ın gölgesi» diye tanımlanmıştır ve Şahruh'un adından hiç söz edilmemiştir. 27


Giyasüddin Çemşid Kaşi, Uluğ Bey'e ithaf ettiği riyazi eserinde onu, «Sultanlann en büyüğü, en adili, merhametlisi, en !limi, milletinin sahibi, Arap ve Acem sultanlannın efen­ disi, doğunun ve batının sultanı vesaire .... » sözleri ile tanım­ lamıştır. Timur'un ölümünü takiben iç harpler sonucunda memle­ kette büyük bir karmaşa meydana geldi ise de, Şahruh'un aldı­ ğı tedbirler sayesinde ülkede düzen sağlanabildi. Gerçekten, Şahruh yalnızca ismen bir hükümdardı; memleketi Uluğ Bey'in annesi ana kıraliçe Gevher Şad, onun oğullan ve büyük me­ murlar idare ediyordu. Şahruh, şeriatın hareretli taraftan ol­ duğu için merasime fazla önem vermezdi. Bu nedenle de Baş Emir, büyük bir yetki ile saray ve askeri işleri istediği gibi idare ederdi. Diğer taraftan, Semerkand' da askeri işlerle il­ gili her türlü emirler doğrudan doğruya Uluğ Bey tarafından verilirdi. Uluğ Bey, babasından farklı olarak da saray ve as­ keri idare hususunda Moğol ananelerine çok önem verirdi. Uluğ Bey, tıpkı dedesi Timur gibi, Cengizlerle olan ak­ rabalığı nedeniyle ccgürganl» lakabını almıştır. Bu ünvanı ne Şahruh ve ne de Şahruh'un diğer oğullan kullanmamışlardır. Uluğ Bey'in ilk eşi, anne tarafından Özbek Han'a mensup, Mu­ hammed Sultan'ın kızıydı. Muhtemelen Uluğ Bey, bu ünvanı ta­ şımakta kendini haklı görüyordu. Nitekim, Uluğ Bey'in bu eşinden dünyaya gelen kızı da annesi gibi hanzade Unvanını taşıyordu. Uluğ Bey'in Sultan - Mahmut Han'ın kızı Ak - Sultan Hanike ile evlenmesi, gürgan Unvanını pekiştirmiştir. Uluğ Bey, babasının hükümdarlığı zamanında Herat'a seyahatten başka, Timur İmparatorluğu'nun başka hiç bir yerine seyahat etmemiştir. Diğer taraftan Şahruh'un seferlerine de bizzat kendisi değil de gönderdiği askerleri iştirak etmiştir. Hatta, Uluğ Bey kendi ülkesi yakınındaki savaşlara bile iştirak et­ mekten daima kaçınmıştır. Bu nedenle de Uluğ Bey, harp ve siyaset konulannda oldukça başansızdı. 28


3. ULU� B EY'İN MAVERAÖNNEHR'DEKt İCRAATI

Uluğ Bey, büyük babası Tinıur'un askeri icraatından çok. hakim olduğu bölgenin refahı ve başşehrin sanat, kültür ha­ yatında gösterdiği faaliyetleri taklid ediyordu. Semerkand, Timur döneminde yaşadığı hayattan çok daha üstün sosyal ve kültürel hayat kazanmıştı. Bu nedenle Uluğ Bey'in sarayı, Herat'taki babasının sarayına hiç benzemiyordu. Herat'taki hükümdarın yaşamı herhangi bir Müslüman gibi olup, yanında muhafızları olmadığı halde cuma günleri camiye giderdi. Hat­ ta bu ihtiyatsızlığı Şahruh'un 1427 yılında bir suikaste uğ­ ramasına neden oldu. Şahruh, haftanın çoğu günü sarayına ha­ fızlan davet eder ve Kur'an-ı Kerim okuturdu. Şahruh'un di­ ni bütün olması, bir yerde hadisteki bir rivayetten kaynak landığı üzerinde durulmaktadır. Hadisteki rivayet şudur : Heı­ yüzyılın başlarında bir din koruyucusunun ortaya çıkışı ile ilgilidir. Şahruh, bu rivayete göre kendisini din koıuyucusu olarak kabul ediyordu. Dolayısıyle dindar bir hükümdar ola­ rak şer'an yasak olan içki ve eğlence gibi dünyevi zevkleri şid­ detle yasaklamıştı. Hatta, şehirde konan yasakları takip eden iki memuru vardı. Bu memurların evler içinde olup bitenlere karışma yetkisi olmadığı halde, eşrafın evine girmek ve şarap buldukları taktirde dökmek hakkına haizdiler. 1440 yılında Şah­ ruh'un oğlu Cuki ve hafızı Ala'üd-Devle'nin evinde şarap mah­ zeni olduğu ihbarı üzerine Şahruh memurları ile beraber eve giderek şarapları döktürmüştür. Herat'taki bu duruma karşı Sernerkand'da musiki ve şarkıcılarla ziyafetler düzenlenmekte idi. Hatta, Semerkand'daki musikişinaslar ve şarkıcılar diğer civar şehirlerin zenginleri tarafından da davet ediliyordu. Hoca Ahrar'ın öz geçmişinde görüldüğü üzere, XV. yüzyılın başla29ı


rında Taşkent zenginlerinden birinin düzenlediği bir ziyafete, Semerkand musikişinasları ve şarkıcıları davet edilmiştir. Bu duruma, Semerkand Şeyhülislamı Abdül Melik'in oğlu ve Ab­ dili Evvel'in halefi İsameddin'in Uluğ Bey'e arka çıkması, o dönem için oldukça ilginçtir. Şeriata karşı hareketlerde bulun­ duğu için Uluğ Bey'e hücum eden dervişlerin şeyhleri, aynı za­ manda İslamiyet'in resmi ruhani reisi olan Şeyhülislama da it­ hamlarda bulunuyorlardı. Şeyhülislam, inşa ettirdiği yeni ha­ mamının açılışı nedeniyle düzenlediği merasime şarkıcıları da davet etmişti. Uluğ Bey'in atadığı memurlar, şeyhülislamı kı­ nayarak : - Ya! Müslümanlıktan yoksun bir şeyhülislam, hangi mezhebe göre erkek ve kadınların beraber bulunmaları ve şarkı söylemeleri caizdir, diye feveran etmiştir. Aslında Semer­ kand Şeyhülislamları için bu çeşit hareketler yenilik değil­ di. Daha XII. yüzyılda bile Buhara Sadr-ı cihanları (Ekber Şahin Vezirleri) zamanında din adamlarının debdebeli hayat­ ları müminleri çileden çıkaracak derecede idi. Gerek Buhara Sadr-ı cihanları ve gerek Semerkand şeyhülislamları o dönem yönetimin başında bulunan aristokrasi sınıfına dahil idiler. Bütün bunlara rağmen Uluğ Bey, Buhara ruhanilerine değer ve­ rerek onların teveccühünü kazanmak istiyordu. Bu nedenle Uluğ Bey'in inşa ettirdiği yapıların ilki Buhara Medresesi'ydi. 1 4 1 9 yılında Buhara'ya geldiğinde bu binada kalmış ve öğ­ rencilere ve diğer halktan kişilere hediyeler dağıtmıştır. Uluğ Bey'in Semerkand'da yaptırdığı binalar arasında dini kuruluşlar ön sırada yer alır. Buhara ve Semerkand'da XV. yüzyılda ve daha evvel yapılmış binalar bugün iz bırakmadan kaybolmuş olmalarına rağmen Uluğ Bey'in medreseleri ayakta kalmış ve dini niteliğini korumuştur. Semerkand'da medrese inşa ettirenler arasında Uluğ Bey'in vasisi Şah - Melik de bu­ lunmakta idi. Uluğ Bey, şeriata pek ilgi göstermemesine rağ­ men Kur'an-ı Kerim'i yedi türlü kıraate göre ezbere okuyabile­ cek kadar deneyim kazanmış bir din alimi idi.

30


Ĺžekli

2.

Ulug Bey medresesL 31


Vasıf'ın bir sözüne göre, Semerkand'da bir medresenin inşaatının sonuna yaklaşıldığı günlerde, Uluğ Bey'e bu medre­ senin müderrisinin kim olacağı sorusu tevcih edilmiş ve Uluğ Bey de : - Her çeşit ilme sahip birisini tayin edeceğim, o sırada pejmürde elbiseleri ile tuğla yığınları üzerinde oturan, Şem­ seddin Muhammed Havefi, Uluğ Bey'in sözleri üzerine, kendisinin bu göreve uygun olduğunu beyan etmiş, Uluğ Bey, Havefi He yaptığı sohbet sonunda, Havefi'nin gerçek bir alim oldu­

ğuna kanaat getirdikten sonra, Şemseddin'in hamama götürül­ mesini ve kendine

temiz elbiseler verilmesini

emretmiştir.

Şemseddin, medresenin açılış gününde verdiği derste, hazır bulunan doksan alimden yalnızca Uluğ Bey ve Kadı-zade-i Rumi konuyu takip edebilmişlerdir. Bu medresede öğrenim gören öğ­ rrncilerin sayısı yüz civarında idi. Birçok odası

olan

Uluğ

Bey Medresesi'nin cephesinde şu yazı yer almaktadır « Bilgili olanların olmayanlara fadıl ve rüchan (üstün) olması, on be­ şinci gecesinde kamerin

(Ay'ın) diğer yıldızlara karşı

par­

laklık farkı kadardır» (Şekil : 2) . xvı. yüzyılda medreselerde öğrenci sayısı arttığı için müderrislerin sayısı onu bulu­ ycrdu. Baş müderris, bütün Semerkand alimlerinin başı sayılı­ yordu. XVII. yüzyıldaki kargaşalıklar nedeniyle medresedeki öğrenim yavaş yavaş zayıflamaya başladı ve XVI II . yüzyılın başında medrese tamamen boşaldı. O dönemde kaleyi işgal eden asiler tarafından medrese kaleden yüksek olduğu için, üst kc. tı yıkılmıştır. 1752 yılında emir ve sonra han olan Muham­ med Rahim'de boş olan Semerkand medresesi binalarını hubu­ bat ambarı olarak kullanmıştır. Ancak XIX. yüzyılda medrese­ lerin ihyası cihetine gidildi ve Emir Haydan döneminde (1799 1 825) Uluğ Bey Medresesi öğrenime açıldı. Uluğ Bey'in Semer32


33


kand'da yaptırdığı medresesi ve hankah'ına (tekkesine) yakın bir yerde, o dönemde, «Mirzalar hamamı» adı ile tanınan bir hamam inşa edildi. Zemini düzgün taşlarla döşenmiş olup ne Semerkand ve ne de Horasan'da böyle hamam yok idi. Bugün bu hamamdan, yaptırdığı diğer binalardan, çeşmelerden hiç bahsedilmemektedir. Hatta zamanında Timurluların merkadı (kabri) olan ve XX. yüzyılda tamir edilen Gur - Emir binasından bile bahsedilmemiştir (Şekil : 3). Uluğ Bey'in şehir dışındaki inşaatına dair bilgi ise tamamiyle Babur'un eserinden intikal etmektedir. İleride açıklayacağımız rasathane binasının he­ men batısında «Bagi - Meydan» bulunmakta idi. Bu bahçe Ti­ rnur zamanında da mevcut idi. Bu bahçelerin yanındaki bah­ çeye «Mirza Uluğ Bey'in bağı» adı veriliyordu. Bir sanatkar olan Uluğ Bey, Semerkand'ı muhteşem yapılarla zenginleştirdi : Bunlardan tekke, dünyanın en yüksek kubbesine sahipdir. Mu­ katta adı verilen, oyulmuş cami (veya Uluğ Bey Camii) , bu adını, Çin tarzındaki süslemelerinden_. parça halinde ve renkli tahtalardan almış olup, 823 (1420) 'te bitirilmiştir. Şah Zinda'mn yapımı ise, 838 (1 434)'de ikmal edilmiştir (Şekil : 4) . 828 (1424) 'de, harikulade mozaiklerle süslenmiş hamamı da bulunan, bir medrese yapılmıştır; saray, 40 yekpare mermer sütun ve kanatlarında yer alan dört yüksek kule ile süslen­ miştir. Taht odası zemininin uzunluğu 15 m . , genişliği 9.60 m . olup, duvarları, Semerkand beyinin eserlerini beğendiği Çinli san'atkarlardan biri tarafından yapılan fresklerle süslenmiştir. Gerek Timur ve gerekse Uluğ Bey döneminde Semerkand dı­ şındaki saraylar hükümdarların eğlence mahalleri idi. Uluğ Bey, küçük oğlu Abdülaziz'in sünnet düğününü bu saraylardan birinde yapmıştır. Saraylarda ziyafet devam ederken eşraf ve avam tabakası da Kan-ı gil meydanında şarap içerlerdi. Bu du­ rumu gören muhtesib Belediye Başkanı Seyit-aşık, Uluğ Bey'e şu sözleri söyledi. Sen Muhammedin dinini mahv ile kafirlerin adetini ithaf ettin . Bu duruma çok sinirlenen Uluğ Bey kendi­ sine « Seyitlerin halefi ve ilim sahibi olmakla şöhrete sahipsin, 34


35


artık ihtiyarladın, sen galiba işkence içinde ölerek şehit olmak istiyorsun ve bunun için de kaba kelimeler kullanıyorsun, fa­ kat ben senin arzu ettiğini yerine

getirmeyeceğim» sözleri ile

hitap etmiştir. Ruhanilere göre Uluğ Bey gayri adil

bir hükümdardı.

Onun zamanında şeriat mümessili, kendi şerefine halel getir­ meden kadılık makamını işgal edemezdi. Uluğ Bey, yanlış bir karar veren kadının sakalını

kestirerek şehrin caddelerinde

gezdirmek istemesi üzerine, yakınlanndan Abdül Mü'minin ri­ casiyle kadı affedilmişti. Fakat buna at vermek mecburiyetinde

karşılık Uluğ Bey'e 20

bırakılmıştı. Abd ül-Mümin atları

kendine almış ve Uluğ Bey bir süre sonra atların ne olduğunu sorunca Abd ül-Mümin, kadının bu kadar at almaya durumu­ nun elvermediğini ve sakalını kestirmeye razı olduğunu söyle­ yince, Uluğ Bey gülmüş ve mesele bu konuşma ile kapanmıştır. Semerkand'da kadılık makamını Şemseddin Muhammed mis­ kinin işgal ettiği dönemde, kadının adaleti ve cesareti hakkında şu hikaye anlatılmaktadır : Herat şeyhülislamı Seyfeddin Ah­ med Teftazani'den rivayet edilmektedir. Uluğ Bey diğer İslam hükümdarları gibi tüccarlara kazançlarından bir kısmını ver­ mek üzere hazineden para verirdi .. Uluğ Bey'den sermaye ola­ rak kıymetli bir taş alan tüccar,

kazanç ve taşı vermeden

ölür. Uluğ Bey şahitler getirerek ölünün mirasına el koymak ister. Bu olayı öğrenen kadı, Uluğ Bey'e «Bu işi gündeme

haber

göndererek,

getirmek ve şahitler getirmek size

hiçbir

fayda sağlamaz, zira bu olayın iç yüzü bence malumdur. Eğer lehine

karar vermemi istiyorsan, soğuk

bir havada el ve

ayaklarımı bağlayarak beni soğuk suya sokunuz ki, kendimden geçerek lehinize

karar verebileyim » bu sözlerin

etkisinde

kalan Uluğ Bey mahkemeden vaz geçmiştir. Daha sonra bu kadı Uluğ Bey'in öldürülmesiyle ilgili karan imzalamayacaktır. Uluğ Bey döneminde arazi vergisi en aşağı düzeye indi­ rilmiş ve böylece çiftçi sınıfının da refahı sağlanmıştır. Hatta

36


Uluğ Bey, küçük oğlu Abdülaziz'in sünnet düğünü onuruna Semerkandlılan vergiden muaf tutmuştur. Uluğ Bey, tamga, yani sanat ve ticaret vergilerine de önem veriyordu. Uluğ Bey'in tamgaya önem vermesi ruhanilerin görüşüne göre, kefereliğinin belirgin alametlerinden birisi idi. Zira bütün İslfun dünyasında Maveraünnehr dahil bu çeşit bir vergi şe­ riata aykırı bir hareket sayılıyordu Her ne kadar İslami ina­ nışlara göre, Uluğ Bey, bütün hükümlerinde şeriatı uygulayan ideal bir hükümdar değilse de kendi arzulan için şeriattan ya­ rarlanan bir kişiliğe de sahip değildi. Bir edip, san'atkar ve bilgin (alim) olan Uluğ Bey, Semerkand'ı İslam uygarlığının merkezi yaparak, Timur'un rüyasında görmüş olduğunu ger çekleştirmiştir. .

­

37


4.

ULUG BEY1N SALTANATI

1384 yılında doğan, Miranşah'ın oğlu Halil - Sultan, Uluğ

Bey gibi kıraliçe Saray - Mülk hanımın gözetimi altında büyü­ müştür. Hindistan seferinde büyük yararlıklar gösteren Halil ­ Sultan, daha o zaman Timur'un büyük sevgisini kazanmıştı. Fakat 1404 yılında Timur'un onayını almadan, sevdiği bir ka­ dınla evlenmesi büyük babasının kızmasına neden oldu; fakat Timur, yeteneğini bildiği için ordunun önemli bir kısmını onun komutasına verdi. Timur'un vefatında, başkent olan Semerkand, 1402 yılın­ da Fergana valisi olan Halil - Sultan'ın eline geçti. Esasen o, evvelce Taşkent'te iken, emirlerini kendisine tabi kılarak, keıı­ disini dedesinin halefi ilan etmişti. Bu durum karşısında Şah­ ruh, ordusuyla birlikte Herat'tan Amu - Der'ya ya sefer hazır­ ladı ise de, Miran - Şah'tan korktuğu için Halil - Sultan'a karşı herhangi bir harekette bulunmadı. Şahrud ile Halil - Sultan arasında sonuçsuz kalan birçok savaş oldu. Çoğu defa başarılı olan Halil - Sultan idi. Halil - Sultan, Semerkand' da genel bir hoşnutsuzluk uyandırmıştı. Emirleri onun, eşi Şad Mülk'e sağ­ ladığı büyük nüfuzdan dolayı kırgındılar. Zira bu yüzden aşağı tabakadan kimseler, Timur'un eski savaş arkadaşları aleyhine olarak, daha yüksek memuriyetlere getirilmişlerdi. Bu arada ül kede başgösteren genel bir kıtlık, hoşnutsuzluğu daha da arttırdı. Halil - Sultan ile varılan anlaşma gereği 1 3 Mayıs 1409'da savaşa son verildi, ve Şahruh da Semerkand'ı hiç bi r direnişe uğramadan işgal etti. Halil - Sultan kendisi için tayin edilen Rey'e sevgili eşi Şad-Mülk hanımla gitti. Bu şehirde ölü­ müne kadar yaşadı ve Şad-Mülk hanım da zevcinden sonra ya­ şamak istemediği için hayatına son :Verdi.

38


Şahruh, Semerkand'ı terk ederken Uluğ Bey'i, Şah Me­ lik'in ihimayesinde Semerkand Melik'i tayin etti. Şahruh'un diğer oğlu İbrahim Belhin, Muhammed - Cihangir, Hisar ve Sali - Sarayın (Amu - Derya üzerinde), Ömer - Şeyh'in oğlu Ah­ med' de Fergana hakimi tayin edilmişlerdi. Ahmed dışındaki bütün prenslerin yaşı küçük olduğu için o memleketin gerçek yönetimi emirlerin eline bırakılmıştı. Bu nedenle, Semerkand' ın yönetimi «en · büyük emir, en adil en merhametli olan» Şah - Melik'e verilmişti. Bundan başka Uluğ Bey, Semerkand' ın !babadan oğula geçen şeyh'ülislamlanna da tam bir saygı gösterecekti. Otrar'daki Şeyh Nureddin ile Hisar'daki yaşça küçük olan Muhammed - Cihangir'in vasisi, Şah - Melik'in yükselmesini çe­ kemediler. 1410 yılında müştereken Uluğ Bey ile vasisi Şah Melik'e karşı harekete geçtiler ve Semerkand batısındaki Kızıl Rabat mevkiinde galibiyet kazandılar. Şeyh - Nureddin Semer­ kand'a girmek isteyince, ·şeyh'ül-islam başta olmak üzre şehir halkı Şahruh'un emri olmaksızın şehir kapılarını açma­ yacaklarını bildirdiler. Şeyh Nureddin, Semerkand etrafını iş­ gal etti ve Timur'un yaptırmış olduğu Dilküşa Sarayı'nda bir­ kaç gün geçirdi. Fakat buna rağmen, şehir teslim olmadı. Se­ merkand dışında, Amu - Derya'ya kadar bütün ülke asilerin eli­ ne geçti. Bunun üzerine Uluğ Bey, Kelf şehrine çekilmek mec­ buriyetinde kaldı. Şeyh Nureddin, Timiz ve Kelf'e asker gön­ derdi ise de Şahruh'un ordusu gelinceye kadar bu şehirleri işgal edememiştir. Şehruh'un ordusu ile yaklaştığı !haberini alan Şeyh Nureddin, Semerkand'ı terk etti. Bunun üzerine Şah - Melik, Şeyh Nureddin'e hücum etti ise de tekrar hezimete uğradı. Şah · Melik'in Semerkand'ı terk etmesi üzerine şehir büyükleri tarafından büyük tenkide uğradı. Şahruh, Uluğ Beyi'n mağlup olduğu Kızıl - Raıbat'ta iki gün süren bir savaş sonunda, Şeyh Nurettin'in ordusunu mağlup etti ve Semerkand yeniden Herat kuvvetleri eline geçti. Şahruh, Semerkand'ı terk 39


ederken Şeyh Nureddin'e karşı mücadeleyi de Şah- Melik 'e bı­

raktı. Fakat, Şah - Melik, Şeyh Nureddin'e karşı sefere 141 1 Bey, ne bu sefere ve ne de Sir - Derya bölgesinde cereyan eden sava şlara işt irak etmedi.

yılının başlarında ba şlayabildi. Uluğ

Uluğ B ey ile vasisi arasında başl ay an geçimsizlik üzerine,

Uluğ Bey, Şah - Melik'i b abasına şikayet etti.

Bunun üzerine

Şahruh, emirlerinden Seyit Ali Tarhan'ı durumu incelemek üzere Semerkand'a gönderdi . Seyit Ali Tarhan, Şahruh'a : « Şah Melik'in ülkeyi iyi yönettiğini ve Uluğ B ey'e yararlı n asihatla rda

şehzadenin izzeti nefsini incittiğini ve bundan da kötü niyetli kişilem faydalandığını• an:etmişti . bulunduğunu, fakat bu nasihatların

Şah - Melik, Moğollarla yaptığı savaş sırasında Uluğ Bey'e görünüşte ısaygı göstermeye devam ediyor ve ele geçen esir· Ieri bağlanmış olarak Semerkand'a gönderiyordu . Daha sonra bu esirler, yazı Badgist'te geçirmekte olan Şahruh'a gönderi· liyordu. Maveraünnehr'den aldığı haberlerden çok memnun olan Şahruh, Çabanata tepeleri civarındaki Kani-gil denilen dilzlük yerde ordug!hını kurmuştu. Şahruh'un bu bölgeye ge­ lişinden altı gün sonra, Şeyh Nureddin'in başı kesilmiş olarak getirildi. Bu olaya çok üzülen Şahruh, Şah - Melik'i derhal Se­ merkand'a davet ederek çok şiddetli bir şekilde tenkid etmiş­

tir. Ş eyh Nurettin'in katili de dayak atılarak cezalandırıldı. Şahruh, her ikisini de affedinceye kadar yüzlerine bakmadı.

Gerçekten, Şahruh ve Uluğ B ey'in Maveraünnehr' de hukukunu tanımak istemeyen son başbuğ

ortadan kalkmıştı. Şahruh,

Semerkand 'ı terk ederken, Şah - Melik'i de y anına almıştı. Böy

lece Uluğ Bey, ilk defa Semerkand 'ın sahibi sıfatiyle, babasına ziyafet vermiş ve kıymetli hediyeler takdim etmiştir. 17 yaşın­ daki pr ens , vasisinden kurtulmuş, kuzeybatı Amu - Derya 'dan Sağanak'a ve kuzeydoğuda Aspara'ya kadar uzanan µlkenin gerçek hakimi olmuştu. Böylece Uluğ Bey, 141 1 'den 1447 yı­ lma kadar , 36 yıl Maveraünnehr'i idare etmiş olmasına rağmen, 40


sikkelerde ve hutbelerde babası Şahruh'un adı zikrediliyordu. Bununla beraber çağdaşları, ona genel bir vali veyahut bir me­ lik olarak bakmıyorlardı. Nitekim Cilanatu vadisindeki kaya üzerinde, 1425 yılına ait bir kitabede Uluğ Bey, « Sultan-ı-azam, fatih mülükülakvaın ve yer yüzündeki Allah'ın gölgesi» diye ta­ nımlanmış ve Şahruh'un adı hiç zikredilmemiştir. Uluğ Bey, babasının hükümdarlığı döneminde Herat'ı zi­ yaretten başka Timurlular İmparatorluğu'nun diğer hiç bir ülkesini ziyaret etmemiştir. Şahruh'un seferlerine bile, gönder­ diği askeri birlikler iştirak ediyor ve hatta Uluğ Bey, ülkesi civarındaki savaşlara dahi iştirak etmiyordu. Maveraünnehr'de sükftnet sağlandıktan sonra en önemli olay, Timur'un ölümün­ den sonra Özbeklerin işgal ettiği Harezm'i tekrar ülkeye dahil etmekti. 1413 yılı başlarında bu olay, Şah - Melik tarafından Maveraünnehr'e gönderilen askerin iştirakiyle halledildi. Bu zaferden sonra Şah - Melik, Harezm genel valisi tayin edildi ve bu görevde ölümüne kadar kalmıştır. Şah Melik, Uluğ Bey'den farklı olarak birçok defalar ülkesini terk ederek Şahruh'un ba­ tıya düzenlediği seferlere iştirak etmiştir. Uluğ Bey, sabık va­ sisi ile daima iyi komşuluk münasebetlerini sürdürmeye azami dikkat göstermiştir. 1419 yılında Uluğ Bey, Buhara'ya geldiğin­ de Şah - Melik, onu selamlamak ve hediye olarak atmacalar takdim etmek için nökerlerini göndermişti. Uluğ Bey, Fergana sahiıbi Şehzade Ahmed'i savaş hakkın­ da konuşmak bahanesiyle Semerkand'a davet etti. Fakat Ah­ med, Uluğ Bey'in karakterini bildiği için bu davete icabet etme­ ye cesaret edemedi. Bunun üzerine Uluğ Bey, müzakere için Endican'a emirini gönderdi. Ahmed'in bir kaç gün sonra oğlu­ nu göndermesi kararlaştırıldı ise de bu karar gerçekleşmedi. Bunun üzerine Uluğ Bey, Fergana'ya hücum etti ve Ahmed'de kalelerde asker bırakarak dağlara çekildi. Uluğ Bey, Ahsi ile Endican'ı işgal etti ve bu yerlere kendi adamlannı atadı. Daha sonra Ahmed, Moğollardan aldığı askeri güçle ülkesine geri

41


geldi ise de Endican'ı zaptemedi. Moğollar, Fergana'yı yağma­ layarak memleketlerine geri döndüler ve Ahmed'de Kaşgar'da kaldı. Uluğ Bey'in Fergana'yı zaptı kendi girişimi ile mi, yoksa o zaman öber - Şeyh'in diğer oğullarına karşı mücadelede :bu­ lunan Şahruh'un isteği ile mi yapılmış olduğu belli değildir. Fakat Şahruh, o�lunu, bu hareketi nedeniyle cezalandırmadığı gibi , bu girişimden ortaya çıkan hiç bir sorumluluğu da üs­ lenmemiştir. 1414 yılında Uluğ Bey, Herat'ı ziyareti sırasında babasının tahtı yanında kardeşi Baysungur ile yan yana dur­ ması, Şahruh için bir övünme konusu olmuştur. Şahruh, böyle iki oğula sahip olmaktan gurur duyduğunu beyan etmiştir. Şahruh Şehzade Ahmed'e bir mektup göndererek, 1414 yılındaki savaşın kendi yokluğundan ortaya çıkan bir anlaşmaz­ lık olduğunu ve kendisini Herat'a davı:rt ettiğini ve affedile­ c�ğini bildirdi. Herat'a gelen şehzade Ahmed, diğer şehzade­ lerle beraber bir isyan hareketi hazırlamakla itham edilerek, Herat'ta alıkonulmuştur. Fakat, Şehzade Mekke'ye gitmeyi başardı ise de bir daha geri dönmedi. Ahmed'in Kaşgar'da bırakmış olduğu oğlu, Melik Şeyh ­ Ali Tugay, yaptığı anlaşma ile, Uluğ Bey'in vali olarak atadığı Sıddık ve Ali'ye şehri teslim etmiştir. Altın - Ordu'da meydana gelen olaylar, Toktamış oğulla­ rmdan Cabbar - Berdi'nin tahta çıkması ve evvelce Timur'un hizmetinde bulunan Çingiz oğlanın hezimeti gibi olaylar, Sir­ Derya'da ordusu başında bulunan Uluğ Bey'in Semerkand'a dönmesine neden oldu. Bundan seferin Özbek'lere karşı tevcih edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Aym kavime karşı 1419 yılında da sefer yapılması düşünülmüştü; bu yılın mayıs ayında, Ti­ mur ile savaş yapan Urus - han'ın torunu Şehzade Burak Ö�bek, Uluğ Bey'e müracaat ederek kendisine yardımda bulunulma­ sını istedi. Bunun üzerine Uluğ Bey, şehzadenin düşmanlarıyla mücadeleye karar verdi ve Semerkand'da bir doruğa tayin 42


ederek sefere çıktı. Taşkent civarında, Uluğ Bey. Özbek asker­ lerinin dağılmış olduğunu öğrendi. Bundan sonra Uluğ Bey sefere devamdan Va2geçerek Semerkand'a geri döndü. 1423 yılında Burak'ın başansı ve Özbek han Muhammed'in ordusunu ele geçirerek ülkesinin büyük

bir kısmı üzerinde

hakimiyetini yeniden elde etti. Burak'ın tam bir zafer kazana­ rak. «babalan ve cetleri tahtını» ele geçirdiği haberi Uluğ Bey'e 1425 yılının

başlarında gelmiştir. Uluğ Bey,

Burak'ın tahta

çıkmasına yardımcı olduğu için Burak tarafından Maveraün­ nehr'e hiç bir tehlike gelmeyeceğini düşünerek, dikkatini Mo­ ğollara çevirmişti. Bu yıllarda Moğolistan'da, Özbek ulusunda olduğu gibi kanşıklıklar devam ediyordu. Moğolistan ile ilgili bilgi, Uluğ Bey'e Kaşgar Valisi Sıddık tarafından iletiliyordu. Uluğ Bey, Maveraünnehr'e hudut olan göçebe devletin ba­ şına kendi adamlarını, Burak ve Şir - Muhammedi getirmişti. Toktamış nasıl vaktiyle Timur'un ümitleri ettiyse, bu hanlar da

hilafına hareket

Uluğ Bey'e karşı benzer

siyaseti takip

ediyordu. Her ne kadar Şir - Muhammed, Maveraünnehr'e karşı askeri harekatta ibulunmadıysada

Şir - Muhammed, kendisine

bağlı olmak istemiyordu. Uluğ Bey'in 1416'da Kaşgar'a gönder­ diği başbuğlardan birisi bekrit soyundan Ali idi. 1423 yılında bu adamın oğlunun Moğollara sığınması üzerine Uluğ Bey, onun iadesini istemişti. Müzakereler Şir - Muhammed Han ile değil­ de, Sadr - İslam Unvanına sahip Moğol büyüklerinden yapılmıştı. Sadr - İslam, 1424 yılında firarinin üzere adamlar

biriyle

affını istemek

göndereceğini ve af sağlanamaz ise firarinin

Uluğ Bey'e teslim edileceğini vaadetmiş olmasına rağmen bu

v::ıad gerçekleşmedi.

Bunun üzerine Uluğ Bey, Moğolistan se­

feri hazırlıklarına başladı ve düşünülen seferden Şahruh ha­ berdar edildi ve onayı alındı. Uluğ Bey,

Sir - Derya boyunda

askeri yığınak yaptıktan sonra, Şahruh bu defa onayını geri aldı. Fakat Uluğ Bey, geri çekilmenin korkaklık işareti ola­ cağı şeklinde kabul

edileceğini düşünerek, sefere

17 Şubat

43


1425 'te başlanıldı. Savaş Moğolların hezimeti ile sonuçlandı, esirler huzura getirildi ve hepsi kılıçtan geçirildi. Uluğ Bey'in Scmarkand'a varışı büyük şenliklerle kutlandı. Elde edilen haşan haberi Herat'a yetişti ve bunun üzerine Şahruh ve hükü­ met, bu seferin başarısızlık.la sonuçlanacağı endişesinden kur­ tulmuş oldu. Her ne kadar bu sefer Şahruh'un isteğine karşı gerçekleşti ise de, haşan nedeniyle konu gündeme getirilmedi. Vluğ Bey, Herat'a geldiğinde Şahruh tarafından merasimle karşılandı ve onuruna eğlenceler düzenlendi.

Uluğ P.ey'in askeri şöhreti pek uzun sürmedi. Başlangıç· ta Burak, Uluğ Bey'e minnettarlığını gös terdiği halde, daha son­ ra Cuci haleiflerine ait olan ve yanlııı Timur döneminde Çağa· tay devletine ilhak edilmiş olan, Sir - Derya boyundaki yerlere hakimiyetini iddia etti. Burak, gerek şeriat ve gerek adetler ge­ reği, şehrin büyük babasından kendisine miras kaklığını iddia edereık, Özbeklere karşı harekete hazır olduğunu Şahru:h'a bil· dirdi. Şahsuh büyük !bir kararsızlık içinde idi. Her ne kadar 'oğ­ luna harbi yasakladı ise de, yardımcı olmak üzere 1 5 Ş ulbat 1427'de oğlu Çuki kumandasında Herat'tan hareket eden bir kuvvet gönderdi. Çuki, Uluğ Bey'e Semerkand'ıdan Sağnak'a giden yolda iltihak etti . İki ordunun birleşmesi sonucu, şehza· deler kendilerini o kadar güçlü hissettiler ki, hic 'bir ihtiyati tedbire dahi gerek görmediler ve Burak.'ın af ve sulh dilemek için gönderdiği elçiler bile geri çevrildi. Sağnak'a yakın bir te· peınsi yeııde Çağataylardan daha az olan Öııbek askeri Şehzade İbrahim üzerine hücum ettiler. Çağataylılar bu ani hücum kar­ şısın.da firara koyuldular ve böylece iki ş ehzade savaş meyda­ nını terk edip geri çekildiler. Uluğ Bey'in bu hezimeti Maveraünnclır halkı üzerine bü­ yük etki yaptı ve hatta hezimete uğramış bir orduya şehrin ka­ pılarının açılmamasını talep eden bir grup oluştu. Şehrin ileri gelenleri duruma hakim oldular ve Uluğ Bey ile Cuki Semer· kand' a avdet edtıbildi. Her ne kadar galip ordu başşehre kadar 44


gelm e di ise de meml eketi tahrip ettiler· Haber Herat'a ul aştığı

sıralarda, Şahruh bir suikastçiden aldığı yarası tamamen iyi ol­ mamasına rağmen para ve asker göndererek yardımda bulun­ du. Bunun üzerine Uluğ Bey, kendi kuvvetlerine Cuki ve He­ rat'tan gelen kuvvetleri de ekleyerek, Sir Derya'yı geçti ve Taş kent'e kadar geldi ve Öibeklerin geri çekildiklerini öğrendi. -

­

Böylece tehlike bertaraf edilmişti, buna rağmen Şahruh, ya­

nma oğlu Baysungur'u da alarak Herat' t an hareket etti. Ordu­ da bir prensin bulunuşu, Uluğ Bey'i şüphelendirdi ve Şahruh'­ un Maveraünnehr'i kendisinden alıp Baysungur'a vereceğinden korkmuştu. Uluğ Bey'in isran üzerine Şahruh, oğlu Baysun gur'u geri gönderdi. Bu arada Şahruh, Amu Derya'ya yaklaştı ve askerlerini nehiııden 200 kayıkla k arşı sahile geçirdi ise de bu hareket bir ay kadar devam etti. Uluğ Bey, askerlerini terk ederek baıbasının yanına geldi Şahruh, Uluğ Bey'den askerinin durumunu sorduğunda atlannın büyük bir kısmının telef ol­ duğunu öğrenince ordusunu dağıtmasını emretti. Şaıh.ruh, Se­ rnerkand' a gelerek savaşda felakete neden olanları sorumlu tu­ -

.

tarak, dayak atm ak suretiyle cezalandırdı. Bu arada Uluğ Bey'­

de şiddetli bir şekilde tekdir edildi. Hatta belli bir süre için Se­ rnerkand' ın id aresi elinden alın dı ise de daha sonra kendisine hakimlik geri veril di .

1427 yılındaki bu ol ayl ar Uluğ Bey'in daha sonraki salta­ natı üzerinde de etkili olmuştur. Sonraki 20 yıllıık i daresi sıra­ sında hiç bir sefere iştirak etmedi ve dolayısiyle ordu daima

baş arısız oldu. Nitekim Uluğ Bey'in saltanatının son yıllarında gerek Moğollar ve gerek Ö�ekler Maveraünnehr'e akınlar yap­ tıkları halde hiç bir karşı harekette bulunulmamıştır.

45


5.

ULUG

BEY'İN BİLİMSEL UGRAŞISI

Uluğ Bey'e gelinceye kadar, bilimi destekleyen birçok hü­

kümdar gelmiş geçmiş ise de,

alim olan bir hükümdara rast­ a"Stronomisinin en son eserini ve­ ren Uluğ Bey'in ilme ilgisinin ne zaman ve kimin telkini ile

lanmamıştır. Ortaçağ İslam

başladığı bugün kesin olarak bilinmemektedir.

İlk terbiye ve

eğitimini aldığı Saray - Mülk hanıma veyaıhut büyük mur'a medyun olduğu da bir hayli şüphelidir.

balbası Ti­

Diğer taraftan

Emir Şah Melik'in nezaretinde bulunduğu yıllarda, bu merakı­ nın haşlamış olması da şüplıelidir. Di ğer taraftan Ulu�

Bey'in diğer Timurlular'dan farklı bir eğitimi ve öğrenim gör­ mediği de bir gerçektir. Her ne kadar Uluğ Bey'in ilimle ilgilen­ mesi Maveraünnehr'.e

hakim olduktan

sonra başladığı

yazı­

lırsa da Uluğ Bey'in çocukluk döneminde Meraga Rasathanesi' ni ziyaret etmiş olması, daha bu hevesinin çocukluk dönemin­ de başlamış olmasına kanıt olarak kalbul beraber

edilebilir. Bununla

Timur döneminde Semerkand'a getirilen bilim adam­

larının bir kısmı, U luğ Bey zamanında da mevcut idi. Dolayısiy· le Moğol istilası döneminde İran'da, Meraga'da Ab.durrahman el - Tı1si ( Tus 120 1 Bağdat 1 274 ) tarafından kurulan, dünya­ nın en büyük Meraga Rasathanesi ve fbu kuruluşta yapılan ça­ -

lışma ve gözlemleri İran'lı bilim

adamlarının açıklamaları ve

dolayısiyle Uluğ Bey'in ilgisini astronomiye çekmiş olmalarıda

çok m ümk ündür Uluğ Bey, geometrinin en gLiç problemlerini çözeıbikn bir riyaziyeci, fakat hepsinin de üstünde bir astrono­ mi alimidir. Semeı:ıkand'da Uluğ Bey' in ilk öğretmenlerinden, .

zamanın Eflatun'u olarak tanımlanan, Bursalı Selahattin Mu­

sa ibn Muhammed Kadı

-

zade Rılmi'dir. Diğer bilim adamı,

Ka­

dı - zade'nin önerisi üzerine Uluğ Bey tarafından Keşan' dan da-

46


vet edilen Giyasüddin Cemşid ibn Mesud'dur. Tanınmış yazar Aıbd ür Rezzak, diğer Keşanlı al imlerden Muhiddin'in de Se· merkand'da bulunduğunu yazarsa da, Uluğ Bey bu bilim ada­ mından söz etmez. Bunwıla beraber bu alim!in bırakmış oldu­ ğu mektuptan dönemle ilgili bilgi edinmek mümkün olmuştur. Bu mektupta astronomlar arasında oğlu Mansô.r Kaşi'nin ve öğrencisi Abdül Ali ibn Muhammed Bircandi'den söz edilmek­ tedir. Abd ür Rezzak, 1420 yılı olaylarını açıklarken o yıl yapı­ lan medrese ve tekkeler nedeniyle rasathane inşaatından da söz etmektedir. Bununla 'bera'ber bu rasadıanenin diğer bina­ larla aynı yılda yapılmış olması gerekmektedir. Giyasüddin Cemşid, Uluğ Bey in hizmetine girmeden ev­ vel 1416 yılında Kara Koyunlu Sultanı İsıkender için, astronomi aletleri ile ilgili küçük bir eser yazmıştır. Cemşid, 2 Mart 1427 tarihinde Uluğ Bey'in kütüphanesi için düzenlediği matematik ile ilgili eserini tamamlamış olduğuna göre, Cemşid 1416 ile 1427 tarihleri arasında Semerkand'da Uluğ Bey'in hizmetine girmişfk. Bu eserin giriş kısmında cZlyc-1 Hakanı fi Tekmll-i Zlyc-1 İlhanl ft'n Nücftm» adını taşıyan eserinden söz edilmiştir Bu eserde, Meraga Rasathanesi kurucusu Tusi'nin zic'inin açık­ laması da yer alır. Bu eserini ithaf ettiği Hakan muhtemelen Uluğ Bey'in b.aıbası Şahruh'tur. Bu da Cemşid'in Semerkanda' gelmeden evvel bir süre Herat'ta kaldığını gösterir. '

.

Giyasüddin Cemşid'in zic'i zamanımıza kadar ulaşamadı­ ğından, Uluğ Bey'in ziyci ile aralarında ne gibi fark olduğunu bilmiyoruz. Giyasüddin Cemşid'in haşin ve nazik olınaıdığı hak­ kında bazı rivayetler varsa da, Uluğ Bey ilmine verdiği değer nedeniyle söz konusu hareketlerine tahammül etmiştir. Bunun­ la beraıber Cemşid yazdığı matematik ile ilgili eserinde Uluğ Bey'e ithaf, oldukça tumturaklı bir dil ile yazılmıştır. Hatta o yıllarda Şahruh hayatta olmasına rağmen «Alemin insanlarla meskun krsmında Uluğ Bey'in hilafet ve saltanatının ebedi ol· ması . » gibi satırlar yer alır ( şekil 5 . ) .

.

47


Şekil

48

5.

Uluğ

Bey'in Semerkand'daki heykeli.


Uluğ Bey zamanında, Batlamyus olarak tanınan, daha sonra Fatih Sultan Mehmed'in hizmetine giren Alaedıdin i'bn Muhammed Kuşçu da ( ölümü, İstanbul 1474) Semerkand ast­ ronomları arasında yer alır. Uluğ Bey'in Ali Kuşçu'ya oğlum diye hitap etmesi, bir yerde hakanın etkisiyle astronomiye me­ rak sarmış olduğu intibamı uyandırmakta ise de, Ali Kuşçu'nun bu merakı hakana yaranmak için olmamış, ölümüne kadar devam etmiştir. Ali Kuşcu, Kadı - zade i Rumi'den ve Uluğ Bey'in kendisinden matematik ve astronomi okudu. Öğrenme hırsı bir türlü sona ermeyen Ali Kuşçu gerek Uluğ Bey'den ge­ rekse Kadı - zade' den izin almadan habersizce Kirman'a gider. Orada, önce okuyarak öğrenimini tamamlar ve Nasır el - Din TO.si'nin «Tecrld el - Kelamı» na «Şerh - i Cedid - i Tecrid »i ha­ zırlar. Hazırladığı eserini Ebu Sa'id Han'a itıhaf ile armağan et­ miştir. ( Üniv. Kütüp., Nr. 82016) . Evvelki şerhlerin içeriğinin özeti de dahil, Ali Kuşçu'nun açıklama ve fikirlerini de içeren bu şerh, öğrenciler arasında (yeni açıklama) olarak şöhret bul­ muştur. Celaleddin - i Dervani, bu esere güzel bir haşiye de yaz­ mış, fakat Mir Sadır el - Din ve Şirazi'nin tenkidlerine uğramış­ tır. Bu eserin kazandığı önem nedeni ile Ali Kuşçu, Maveraün­ nehr'de ve diğer İslam ülkelerinde büyük üne kavuşur ve özel­ likle de Ali Kuşçu, İran da Şarih - tecrid diye anılır. Ali Kuşçu, Kirman'da iken bir süre kendisinden haber alınamaması ve ani kayboluşu kendisini tanıyanlarda biraz endişe uyandırmıştır. -

Ali Kuşçu, Kirman' da nakli ilimleri öğrenirken akli ilimlerle <le uğraşmayı iıhmal etmez. Tıpkı gidişinde olduğu gibi, bir gün ani olarak çıkagelir ve doğru hocası Uluğ Bey'in huzuruna gider ve uzun bir süre kendisinden uzak kalışı nedeniyle özür diler. Uluğ Bey özürünü kabul eder, lakin : - Bana Kirman'dan ne hediye getirdin? diye sorar, - Bir risale getirdim ve bu çahşmada Ay'ın safhalarını hallettim, bundan başka armağan sunmaya gücüm yok dedi­ ğin.de, Uluğ Bey, 49


- Getir göreyim, nerelerde hata etmişsin anlayalım em­ rini verir. Ali Kuşçu biraz heyecan biraz da kızmış olarak ayak­ ta, «Risalat hall el - eşkal el - kamer;) adlı telif eserini başından sonuna kadar okur. Uluğ Bey, Ali Kuşçu'nun bilgisine hayret eder ve ayağa kalkarnk onu kutlar. Uluğ Bey'in takdirine mazhar olan Ali Kuşçu, K'a dı - zade' nin ölümü üzerine Semerkand Rasathanesi'ne müdür olur. Böy­ lece Ali Kuşçu 'nun titiz çalışmasiyle «Ziyc - i Gürgani»de ta­ mamlanır. Esasen tertiıbine çok önceden başlanan «Ziyc-i Gür­ gani » n in giriş bölümünde Ali Kuşçu'nun eserin tamamlanma­ sında yardım ettiği ile ilgili satırlar yer alır. Uluğ Bey, eserinin mukaddimesinde, öğrencisinden bahsederken, «ferzand - ı ercü­ ment ve mahrem - i mast» sözünü kullanmaıktadır. Görülüyor ki, Uluğ Bey, Ali Kuşçu'ya bir öğrencisinden çok evlat ve ger­ çek bir dost muamelesi yapmış ve onu kendine çok yakın say­ mıştır ( Ziyc-i Uluğ Bey, Beyazıt Genel Kütüp. Nr. 46121 , 1 ) . 1908 yılında Rus arkeoloğu V. L. Viatkin tarafından orta­ Albd ür Rezzak ve Balbür'ün eserindeki Uluğ Bey kısmında çok az bilgi bulunmaktadır. Ra­ sathanenin bulunduğu meydan üzerinde yapılan kazılarda hiç ıbir sonuç elde edilememiş, fakat toprak altında daire yayı şek­ lindeki devasa gözlem aletinin bir kısmı gün ışığına çıkmıştır. Bu dairenin yüksekliği Ayasofya Camii yüksekliği kadardır. Ba­ bür'ün sözlerine göre, bütün bina üç katlıdır ( Şekil 6 ) . Alb d ür Rezzak, bu rasathane içindeki aletlerden söz ederken, dokuz gök katının derece, dakika, saniye ve saniyelerin ondaibirlerini gösteren ve 7 gezegen, yıldızları içeren gök küresinden, iklim ve dağlar, denizler, şehirler v.s. gösteren yer küresinıden de söz eder. Büyük b ir kitapsever olan Uluğ Bey'in kütüphanesinin rasathanede mi yoksa saraylardan herhangi birinde mi olduğu hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz. Diğer tarafdan, Tebriz' da Gazan Han Rasathancsi'nde olduğu gibi, dünyevi bilimleri (doğa bilimlerini) öğreten ibir okulun olup olmadığı da kesin değildir. ya çıkarılan rasathane He ilgili,

50


•

51


Uluğ Bey'in ziycinin tamamlanması 1437 yılı olarak kabul edilmektedir. Bununla beraıber. Uluğ Bey eseri üzerinde çalış­ maya son vermeyip eksikliklerini 1449 yılında tamamlamıştır. Bazı eserlerde ziyc'in düzenlenmeye başladığı tarih olarak 1439 gösterilmektedir. Fakat ziycin kronoloji bölümünde, İslam tak­ vimi ( Hicri Kameri takvimi). Çin takvimi ile karşılaştırırken, Şan - Ven siklinin başlangıcı olarak 8 Şeyval 448 (28 Ocak 1444) göst ermesi ziycin 1439'dan sonra da, hala' ,üzerinde çalı· şılrnakta olduğunu göstermektedir. Her ne kadar Uluğ Bey, 1259'da inşa edilen ve 1300'de Gazan Han tarafından gezil diği zaman faaliyet halinde olan Meraga Rasathanesi'ni örnek almış ise de, Semerkand Rasathanesi, Meraga Rasathanesi k adar uzun ömürlü olmamasından başka pek etkili de olamamı ştır Üstelik Uluğ Bey'in katlinden hemen sonra rasathane yıkılmış ve hatta çalışma arkadaşları ülkeyi terk etmişlerdir. .

52


6. ULU(; BEY'İN DİÔER MERAKLARI Uluğ Bey'in devlet idaresi görevi, matematik ve asrono­ miye ilgisi dışında bazı meraklan da vardı. Bu meraıklan ara· sında avcılıık ön sıraları işgal etmekte idi. Nitekim XI. yüzyıl­ da yaşamış Selçuk Sultanı Melikşaıh giıbi, avda öldürdüğü kuş­ ların listesini tutardı. Devletşaıh, Uluğ Bey'in fev.kalade bir ha­ fızaya sahip olduğunu vurgulamak için şu hiıkayeyi anlatır :

Uluğ B ey, bir gün avla ilgili düzenlediği defterini kay-beder ve bütün aramalara rağmen bulunamaz. Bunun üzerine Uluğ Bey, kaYbettiği defterinde yer alan listeyi yeniden düzenler. Bir SÜ· re sonra kaybolan defter bulunur. Kaybolan defterdeki liste ye­

niden hazırlanan defter ile karşılaş tınldığı zaman, ancak dört beş yerde fark olduğu görülür. Bu bir yerde Uluğ Bey'in hafıza kuvvetini ve ava merakını kanıtlama.kıtadır. Uluğ l3ey'in edebiyat ile de ilgisi olmasına rağmen, İran

edebiyatı hakkında az çok bilgi s aıhilbi idi. Zaman zaman kar­ deşi Baysungur ve İbraihim ile aralarında edebiyatla ilgili soh­ betlerde bulwıurlaııdı. Uluğ Bey, İran 'ın büyük şairlerinden

Nizami'yi Baysungur ise, Hind şairi Hüsrev Dehlevi'yi takdir ederdi. Uluğ Bey'in şiirden zevk alması, şair İsmeti Buil1ari ile Barandak, Rüstem · i Huryani ve Taıhir - i J\biverdi gibi şairle­ rin hamisi olma:sına neden olmuştur. Uluğ Bey sadece araştır­ ma yapmayı teşvik etmekle kalmamış, aynı zamanda kendisi de bizzat Cengiz Han hanedanındaki 4 ulusun tarihi hakkında bir eser yazmıştır. «Ulus - i arba'a - 1 Cinglzi» adını taşıyan bu eser, maalesef kayıptır. Bu eser ihtimalle İran'daki Tuluy ve Çağa­ tay ulusunun tarihleri bakımından değerlidir. XIX. yüzyıl ta·

rihini yazan müverrih :Bbu Taıhir Hoca, Uluğ Bey'in Farisi şiir­ ler yazıdığından söz ederse de Devletşah, Uluğ Bey'in bu özel­ liğinden hiç söz etmez.

53


7.

ULUG BEY'İN AİLE HAYATI

Bey hayatı boyunca beş evlilik yapmıştır. Şüphesiz, saray geleneklerine uygun olarak çok sayıda cariyesi bulun­ makta idi. Beş evliliğinden yalnız üç eşinin adı bilinmektedir. Uluğ

1 . Muhammed Sultan'ın kızı Öge - Begüm Uluğ Bey'in eşidir; onunla 1404 yılında 10 yaşında iken evlenmiştir. 1419 yılında ölen Öge - Begüm, Gür - Emi r'd e ibabasımn kabri yanına defnedilmiştir (Şekil 3). Uluğ B ey'i n 'bu e şinden ilk ço­ cuğu 1412 yılında doğmuş ve Haıb]be Sultan adı verilmesine rağmen bu kız çocuğu Muhammed Sultan'ın torunu olması ne­ deniyle Hanzade - Begüm adı ile anılrmştır. Fakat bu prenses ancaık iki yıl yaşamıştır. ilk

2. Yalnız ismen Han olan ve

Timur zamanında adına sik­ Sultan Mahmud Han'ın kızı Ak - Sultan - Hanike, Uluğ Bey'in ikinci eşidir. Ali Kuşçu'dan rivayet ediLdiğine gö­ re, Uluğ Bey, falcılık yapan Muhammed Ardistani'den cereyan edecek olaylar hakkında bilgi edinmek ister. Ardistani, en önemli olayların harem ile ilgili olduğunu söyler, fakat Ali Kuş­ çu'nun Uluğ Bey'in yanı nda bulunması nedeniyle fazla bir şey söylemek istemez. Uluğ Bey, Ali Kuşçu'nun çok yakın bir dostu olduğunu ve ondan gizlenecek bi r şeyi olmadığını ve her şeyi serbestçe söylemesini ister. Bu sözler üzerine falcı, Uluğ B ey'in eşlerinden birini !birkaç gün için de ö l düreceği ni ve zevcesi Han - kızını boşayacağı kehanetinıde bulunur. Bu falın i kinci kı:smına Uluğ Bey inanmamıştır. Zira Uluğ Bey Han - Kızı'ru çok sevdiği için o güne kadar yanından bi le ayırmamıştır. Fa­ kat falcının ilk kehaneti gerçekleşince Han - Kızı, memnuniyeti­ ni o kadar açık bir şekilde belirtmiş ki, bu duruma kızan Uluğ keler basılan

54


Bey'de Han - Kızını boşamıştır. Şüphesiz, bu kehanet ile bo­ şanma işinin bir ilgisi yoktur. Herhalde nedeni bilinmeyen ailevi geçimsi zlikten dolayı Uluğ Bey eşini /boşamış olması çok

mümkündür.

3 . Bilinen üçüncü eşi ise Halil Sultanın Kızı, Hüsnü Ni­ gar Hanike'dir. Uluğ Bey'in eşlerinden ve cariyelerinden yedi kızı olmuş­

tur. Ak - Baş ve SultaR Baıht'ın annesi Rukiye Sultan Hatun' dur. Kutluğ Türkan Ağa'nın annesi Buyan Kükeltaş olup, Dev­

let Baht - ı Saadet'in kızıdır

.

Ralbia Sultan Begüm, Semerkand'ın Mirza EJbu Sa'id ta­ rafından işgalinden sonra ( 1451 ) özbek Hanı Ebiillıayr'ın eşi

olmuş ve daha sonra ıhan o lan Küçküncü ve Süyüncü adlı erkek çocukları doğurmuştur. Kabri Türkistan'da IOlup halen

mevcuttur.

Hondemir, Uluğ Bey'in kızlarının bazılarından söz eder­ ken annelerinin adlarını da belirtir. Fakat, oğullarının anneleri hakıkmda hiç bilgi' vermez. Genç yaşında ölen .A!bdullah, 1420 Temmuz'unda doğmuştur. 1421 yılında doğan Abdurrahman, 1432 yılın.da Semerkand' da ölmüştür. Uluğ Bey'in öldürühnesine neden olan halefi Aıbdül - La­ tif'in doğum tarilhi gösterilmemektedir. Gevlher - Şad'ın göze­ timinde yetişen A!bdül Latif, 1437 yılında Herat'ta sünnet etti­ rilmişti. 1439 yı lında Mısır sefaret heyetinin kalbul merasimin­ de şehzadeler arasında bulunuyordu. Herat sarayında Baysun­ gur'wı oğlu Ala ad - Devle'nin daha çok iltifat görmesine kızan Abdili - Latif Semerkand'da balbasının yanına dönmüş ise de, daha sonra Herat'a dönmeye ikna edilmiştir· Uluğ Bey'in yan­ lız bu oğlundan torunları olmuş, fakat 1457 ve 1464 yıll arında bü�abalan ve 'balbalannın uğradıkları felakete uğram1şlar, yani katledilmişlerdir. Abdül - Latif'ten daıha genç olan karde-

55


şi .Afbdülaziz'in do�m tarihi hakkında kesin bir bilgi yoktur; 1435 - 36 yılında han ünvanını taşıyordu. Abdülaziz, ağabeyinin

aksine Semerkarıd'da yetişmiş adına binalar yapılmıştır. Şah­ ruh döneminde şehzadelerin eğitimine Timur dönemindeki gi­ bi, itina gösterilmiyordu. Timur döneminde şehzadelerin eğiti­ mi, hakanın sarayında belli kişiler nezaretinde yapılıyordu. Halbuki Şahruh döneminde şehzadelerin eğitimine gereği ka­ dar önem verilmemiştir. Uluğ Bey ve oğlu arasındaki

şiddetli geçimsizliğe rağ­

men Aıbdül Latif, baıbası gilbi ilim ve alimleri sever, astrono­ -

mi, nazını ve tarih ile ilgileniııdi. Hatta bir rivayete göre astro­ nomiye düşkün olan balba oğul astrolojiyle de ilgileniyorlardı. Bu nedenle güya her ikisi de zayiceleri yardımı ile birinin di­ ğerine fenalığı dokunacağına kanaat ıhasıl etmişlerdi. -

56


8. ULUÔ BEY'İN ÖLÜMÜ Uluğ Bey, babası Şalının hayatta olduğu zaman, impara· torluk sarayında bir misafir olarak bulunuyoı:ıclu. Her ne kadar Uluğ Bey, Şahru!h'un en büyük oğlu olmasına rağmen devleti

il­

gilendiren sorunlara doğrudan doğruya iştirak edemiyordu. Zi­ ra, Şahrun döneminde, ilan edilmiş bir veliaht yok idi. Bütün

hakimiyet Kıraliçe Gevıher Şad'da idi ve o da B aysungur un 17 '

Haziran 1417'de dünyaya gelen oğlu Ala � Devle'yi seviyordu;

fakat, Uluğ Bey ve Herat'ta

babasının çıkarl arını gözetmeye

memur edilmiş Abdili Latif'ten korktuğu için, onu veliaht ilan etmeye çekiniyordu. Bundan başka Herat tahtına ad.ay olarak, fimur'un ölümü sırasında üç yaşında olan Befilı hakimi Şah­ ru'.h'un oğlu Muhamme d Cuki düşünülüyordu. Şahruıh, aleni değilse bile ibu oğlunu halef tayin etmek istiyordu. Devlet ida­ resini elinde tutan Gevher Şad ise, Muıhammed Cuki'yi, Ala ad

Devle ve Abdül Latifin iştirak

ettikleri «divan» işlerine bile

karıştırmıyordu. 1444'te Şahrun'un il:ıastalarunası ve ölümünün yakın olduğu düşüncesiyle, Gevher Şa.d'ın israrı üzerine askeri kumandan Celaleddin Firuz Şah, Ala ad Devle'yi velillat sıfatıy­ le biat etti. Şahruıh'un iyileşmesi üzerine her şey kanştı ve

tel-i'k

üs­

aynı yıl Muhammed Cuki öldü. Celaledıdin Firuz Şaıh'ın

ölümü üzerine de, taht veraset meselesi de açıkta kaldı. Bey'in hakkının kay:bolmaması

Uluğ

veya düzenin tamamen karış­

maması için de, Ala ad Devle, devlet başkanı olarak ilan edil­ mekten kaçınıldı.

1446 yılında Baysungur'un genç oğlu Mu­

hammed çok yaşlanan büyük babası Şahruh'a isyan ederek Hemendan ve İsfahan'ı zapt etti ve Şiraz'ı kuşattı. Bu sıralarda Ala ad Devle Herat'ta, fakat Cevıher Şad, Albdül Latif ve Şahruh ise savaşan ordunun başında idi. Şahruh torununa karşı yaptı-

57


ğı savaşta, Batı İran'da hiç bir direnmeyle karşılaşmadı. Sul­ MUhammed dağlara 'kaçtı ve i syancılar şiddetle cezalandı­ nldılar. Timurlular İmparatorluğu bir karmaşa içine girmişti. tan

Uluğ Bey'de ordusunun başına geçerek Ala ad Devle ile sava­ şa girdi ve başarılı savaş sonunda Ala ad Devle Meşhed'e ve oradan da Kuçan'a kaçarak biraderi Baibür'ün yanına iltica etti. Uluğ Bey'in Horasan seferi oğlu ile aralarındaki husume­ tin su yüzüne çıkmasına neden oldu. Bu anlaşamamanın sonun­ da, Uluğ Bey ve Abdili Latifin orduları Aınu - Derya nehrinin iki sahilinde karşı karşıya geMiler. Bu durumda takriben üç ay kaıdar kaldılar. Arada sırada nehri geçme girişimleri yapıldı ise de, genellikle başarısızlıkla sonuçlandı. Buna rağmen Abdili

Latif, babasına oranla daıha başarılı idi. Bu sıralarda Uluğ Bey' in Semerkand'da bıraktığı Albdülaziz'in, orduda bulunan Emir ailelerine yaptığı baskı haıberi, harp alanında gayri memnun bir grubun oluşmasına neden oldu. Hatta bir ara bu gayri mem­ nunlar, Uluğ Bey'i yakalayıp oğluna teslim etmeyi bile planla­ dılar. Bu durum karşısında Semerkand'a dönen ve işleri düze­ ne sokan Uluğ Bey, şehrin yönetimini Miranşah Kuin'e teslim etti. Semerkanıd'da asayişin sağlanması üzerine ordusunun ba­ şına dönen Uluğ Bey, tekrar oğlu üzerine yürüdü. Baba - o6rul arasındaki savaş Semerkand cıvannda Dimşik'te 1449 yılının eylül veya ekim ayında meydana geldi. Uluğ Bey'in ordusu sa­ vaşı kaybetti. Bunun üzerine Uluğ Bey Semerkand kalesine sı­ ğınmak istedi ise de, Miranşah ona kapıları açmaıdı. Bunun üze­ rine Uluğ Bey ve oğlu Abdülaziz ve birkaç yoldaşı ile beralber Şahruhiye kalesine sığınmak istedi. Fakat kale komutanı Pu­ latoğlu Memluk İbrahim, onları yakalayarak Abdül Latif'e tes­ liın etmek istemesi üzerine Uluğ Bey, kendi arzusu ile oğluna teslim olmaya karar verdi ve Sernerkand'a geri döndü. Tes­ liın olan Uluğ Bey öldürülmedi; fakat bütün yetkisini kayı'betti. Uluğ Bey'in hacca gitme isteğini kabul eden oğlu, diğer taraf­ dan Uluğ Bey'in ortadan kaldırılması için de gizli gizli planlar 58


yapmaya başladı. Albdül Latif, Uluğ Bey'in daha önce öldürdü­ ğü bir adamın oğlu ile ilişki kurarak gizli bir muıhaikeme kurul­

masını sağladı. Ölen adamın oğlu �bbas, Han'a başvurarak şe­

riata müsteniden !baıbasının intikamının alınmasının kendisine verilmesini talep etti. Bu istek üzerine Abdül Latif, şeriata gö­ re ne lazımsa, onun yapılmasını emretti. Bu emir üzerine ruha­ ni ülema tarafından gerekli fetva hazırlandı; fakat bu fetvayı Semerkand 'ın bütün :kadı.lan. mühürlemesine rağmen Kadı Miskin mühürlemedi. Bu muhakemeden habersiz Uluğ Bey, kendine yoldaşlık eden hacı ve

berafberindekiler Semerkand'ı

terkettiler. Fakat kısa bir süre sonra kendisine yetişen bir ha­ berci Uluğ Bey'in lhazırlıklarının gereği gibi yapılmadığı, kü­ çüle ve büyklerin, Tacik ve Türklerin hoşuna gidecek şekilde

bir uğurlamanın yapılması amacı ile cıvar bir köyde konaklan­ ması istendi. Köye gelen Uluğ Bey, daha önce hazırlanan dü­ zen üzerine yakalanarak elleri arkasında iple

bağlandı. Elleri bir kılıç

bağlı Uluğ Bey diz çöktürülerek, .Albbas tarafından

darbesi ile başı gövdesinden ayrıldı. Bu olay Hicri 8 Ramazan

853'te vuku bulmasına rağmen, kabri üzerindeki kitaıbede 10 Ramazan olarak tariıh bulunmaktadır.

59


9.

ULU� BEY'İN ASTRONOMİ ÇALIŞMALARI

M·S. il. yüzyılda !skenıderiye okulunun çok tanınmış ast­ ronomu Batlamyus, bilim tarilhinde Almagest Arapça adı ile bi­ linen, antik Yunan astronomisi ile ilgili ansiklopedisinde, Hip­ parlros'un gözlemlerine dayanan 1 022 yıldızın ka:taloğunu ver­ miştir. Almagest'te yayınlanan kataloktaki hataları farkeden Uluğ Bey, Semerkand'daki diğer bilim adamları ile beraber 1018 yıldızın konumlannı içeren kendi adı ile anılan a:Ziyc - 1 Uluğ Bey»i düzenlediler. Bu eser «Ziyc - 1 Gürgani», a:Ziyc - i Cedid - i Sultani», a:Ziyc - i Uluğ Bey» adlan ile ün kazanmıştır. Uluğ Bey'e evrensel bir ün kazandıran bu katalog, Sernerkand civarında inşa etirdiği Rasathanede yapılan gözlemlerle dü­ zenlenmiştir. cZiyc - l Uluğ Bey»in birçok müze ve kütüphane­ lerde kopyaları, çevirileri ve açıklamaları bulunmaktaıdır. Uluğ Bey'in bu ünlü ki taıbı hakkındaki en önemli açıklamayı, ziyc - in hazırlanmasında hizmeti geçen, Ali �şçu yapmıştır. Kandilli Rasathanesi El yazmaları Kütüphanesi'nde No. 262/ l 'de kayıtlı «Şemü Ziyc-i'l Cedid» adındaıki kitabıdır. Kandilli Rasathane sindeki bu kitaJbın kopya kaydı şöyledir : «Terrımet fi evaihiri Zilıhicce sene 879 bi - medineti'I Kostantiniye». Bu satırlar, özet olarak kitabın İstanlbul'da Hicri 879 yılının zilhicce ıayının son­ larında yazımının bittiğini açıklamaktadır. Uluğ Bey Ziyci'ni açıklayanlar arasında özellikle Uluğ Bey ziyci'ni açı:klayıcı ola­ rak tanınan Derviş el-Hace Abbas Vesim et Tabib bulunmakta­ dır. Abbas Vesim'in Uluğ Bey Ziyci'nin aç:ıklaması a:En Nehcü'J.. Buluğ Şerhi Ziyc-i Uluğ» adını taşır. Bu kitabın Hicri 1 1 80'de kopya edilen bir nüshası Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi'nde No. 208 ile kayıtlıdır. Diğer önemli açıklamalardan biri de Ka­ dı - zade-i Rurni'nin torunu Mirim Çelebi (Mahmud b. Muham60


med b. Kadı

-

zade er - Rumi el Müş.tehir bi - Mirim) 'nin yazdı­

ğı «Düsturu1 �l fi tashllıi'l cedvel• adlı eserdir. Bu eserin ·

özgün olanı ır. Beyazıd'a sunulmuş olup, bir kopyası Kandilli Rasathanesi El Yazmaları Kütüphanesi'nde No. 199'da kayıtlı­

dır.

Uluğ Bey, bu ziyci dört bölüm olmak üzere düzen1enmiş· tir. Eserin giriş kısmında, Uluğ Bey'i bu eseri yazmaya sevke­ den nedenler açıklanır ve bu esere yardım eden bilim adam­ ları adlan ile tanıtılır. Böylece, dünyaca meşhur

Semerkand

Rasathanesi'nde çalışmış olan bilim adamlarının en önemlileri­ nin adlanm öğrenmiş

bulunuyoruz. Giyasüddin Cemşid, Ka­

dı-zade-i Rfuni ve Ali Kuşçu bu eserin düzenlenmesine yardım

eden astronomlardır. Uluğ Bey kendisine yardım eden Gıya­

süddin Cemşid'e « İftiharül Hükema» ve hatta Ziyc-i'nin ön \sö­ zünde Gıyasüddin için «Evail ilimlerinin mükemmelleştiricisi

ve meselelerin çetrefil noktalarının çözücüsü diye de söz eder. Ali Kuşçu'yu da «Ferzendi, Ercümend »

(ibüyük alim, şerefli

oğul) olarak tanımlanmıştır. IQmdilli Rasathanesi El Yazması Kütüphanesi'nde No. 261 'de kayıtlı, hicri XII. yüzyılda kopya edilmi'Ş nüshasında, cZiyc»in yazılmasında katıkıda !bulunanlar

şu satırlarla açıklanmaktadır : « Kitalb-ı ziyc te'lif'ül-M.elik el­

al'im er ra1'bam Uluğ Bi'k b.

Şalhrun b.

Timür-i küreden. Kar'a

ala'lmevla el-müştehir bi Kadi-zade er-Rumi. Ve bena rasadan

bi - Semerkand. Ve sarrafa fihi malen azirnen ve tevellahu ev­

velen Gıyasüdıdin Cemşid sü:mme tewellahu'l-mevla Kad.ı-za:de er-Rumi.

Fe-teveffahu'llahu kreble

itmaıhimi ve i'krnalihi. Ve

kemlehü'l-rnevla Alauddin el-meşhur bi Ali el-Kuşçu». Bu eserin birinci bölümü, cıvar bölge ülkelerinde kulla­ nılan takvimler hakkında ayrıntılı açıklamalar içerir. Ele alı­ nan takvimler, Yunan, Arap (Hicri ) , İran, Meliki veya Celali, Hitay veya Uygur takvimleridir. Bu

takvimlerin

birbirine

çevrilmesi hesaplan yanında her ülkenin takviminde yer alan

önemli günlere de yer verilmiştir. Bu eserin ikinci bölümü de

61


trigonometrik fonksiyonlar, ekliptikel

ve ekvatoryal koordi­

natlar, meridyen doğrultusu, enlem ve boylam tayini, iki yıl­ dızın veya gezegenin uzaklıkları tayini gibi astronomi ile ilgili tanımlar yer alır. Üçüncü bölümde, güneş ve gezegenlerin ha­ reket teorisi, Ay ve Güneş tutulmaları ve bazı as tronomi ile il­ gili konubr açıklanmıştır. ayrılmı ştır. Kuşkusuz

Dördüncü Bölüm ise

Uluğ Bey'in hazırladığı bu

astroloj iye eser, yer

merkezli yani Güneş de dahil bütün gökcisimlerinin yer etra­ fında dön düğünü kabul eden B atlamyus evren görüşüne daya­ nır. Uluğ Bey'in Semerkand civarında inşa ettiği dönemin en modern rasathanesi, en duyarlı gözlem araçları ile donatılmış­ tı. « Fahri Sekstant» adı verilen bu aletlerden doğrultusunda yerleş t i rilmiş, takriben 60

biri, meridyen

derecelik tuğladan

yapılmış bir yaydır. Bu yayın çapı ise takriben 40 metre, yani

Ayasofya Camii yüksekliğinde idi. Astronomi tarihinde, o dö­ neme kadar böyle devasa diğer bir alet yapılmamıştır. ( Şekil :

7)

B u alet i l e Semerkand astronomları yanızca gök cisimlerinin konumlarını değil, aynı zamanda büyük duyarlıkla astronomi sabitlerini de tayin etmişlerdir. Bu sabitler arasında tutulma düzleminin eğimi, yıllık presesyonu, dönencel yıl uzunluğu da bulunmaktadır. Uluğ Bcy'in kişiliği ile i lgili bilgi çok az ise de, G iyasüd­ din-i Kaşi'nin yazdığı mektup bize Uluğ Bey

ve o dönem Se­

merkand'ındaki bilimsel faaliyetler hakkında yeterince

bilgi

vermektedir. Gıyasüddin-i Kaşi, Uluğ Bey'i bir devlet adamı V·e yönetici olmaktan

çok etrafına topladığı

ibilim adamları

arasında bir bilgin ve b ilmi destekleyici olarz.k tanıtır. Bu mek­

tup yazıldığı sıralarda

Uluğ Bey 26 27 yaşlarında -

ol duğuna

göre verilen bilgi, daha o yaşlarda Uluğ Bey'in, gerek akli

ve

gerekse nakli bilimlerde oldukça derin bilgiye sahip olduğu­ nu, özell i kle matem ati k ve astronomi konusunda bilgisini art­ tırmak için büyük çaba sarfettiğini göstermektedir. Mektubun

62


°' w

Şekil

7.

Semerkand'daki Sekstantın

arke ol o j i k kazılarda ortaya kalıntılan.

çıkarılan Fahri­


yazılışı sıralarında Semerkand'daki sistemli ve düzenli ilmi ça· lışmanın on ilci yıllık bir geçmişi olduğunu da

öğreniyoruz. De­

mek ki bu ilmi faaliyet 1408 - 14 1 0 yıllarında başlamıştı. Bu yıl­ larıda ise Uluğ Bey çocuk denecek yaşta idi. Şüphesiz, böyle bir faaliyetin Uluğ Bey tarafından başlatılması mümkün

göriil­

memektedir. Kadı-zade-i Rumi, bilgisini artırmak için uzun bir yolculuğa katlanarak Bursa'dan Semerkand'da geldiğine göre, Uluğ Bey 'den önce Sernerkand önemli bir ilim merkezi idi. Bu­ nunla beraber daha sonra, Uluğ Bey'in teşvik ve himayesi ile Semerkand'ın bir kültür ve bilim merkezi olarak önem kazandı­ ğı da bir gerçektir. Bailey, Uluğ Bey'in etrafında yüze yakın bilim adamı ol­ duğunu eserinde yazar. Her ne kadar Bailey, hiç bir

kaynak

göstermiyorsa da, bu sayının doğru olm·ası mantıklı göriilüyor. Zira, Gıyasüddin mektubunda Uluğ Bey'in yanında 60-70 . ma­ tematikçinln bulunduğunu ve aynca, hesap uzmanları ile ast­ rologların varlığını işaret eder. Giyasüddin'e göre matematikçi olarak gösterdiği kişiler, bilgilerini arttırmaya gayret eden ki­

şilerdi. Değişik bilim dallanın temsil eden bu bilim adamların­ dan bir kısmı medreseye dahil, diğer bir kısmı da medreseye

dahil değillerdi. Bunlar medreselerde verilen konferans ve dersleri takip ederek tartışmalara da iştirak

edebiliyorlardı.

Medrese dışında, genellikle Uluğ Bey'in sarayı da bir kültür merkezi halinde idi, burada bilimsel toplantılar ve tartışma­ lar yapılıyordu. Semerkand' da büyük ün

kazanan Kadı-zade,

bir medresenin başında bulunuyor ve verdiği dersler diğer mü­ derris ve öğrenciler tarafından takip ediliyordu. Uluğ Bey'de zaman zaman Kadı-zade'nin derslerine

devam

ederdi. Uluğ

Bey'in hocası Kadı-zade'ye büyük saygısı vardı. Hatta, şu gerçek hikaye, Uluğ Bey'in hocası hakkındaki duygularına iyi bir örnek­ tir. Günün birinde Uluğ ,Bey medresenin dört müderrisinden birinin işine son verdi ve ders vermekten menetti. Bunu duyan Kadı-zade, olayı protesto etmek 'çin derslerini vermekten vaz64


geçerek inzivaya çekildi. Kadı-zade'nin hastalandığını zanne­ den Uluğ Bey, olayın gerçek yönünü öğrenince hocasını ziyaret ederek ondan özür diledi, ve hakan da olsa, bir bilim yuvasın­ da bir daha keyfi davranışlarda bulunmayacağı hususunda vaadde bulundu.

65


cı. v. IoH A N N ı s B• ı N a ı u c ı ı ,

- --

- --

Afironomıa:,

ln crlrberrım.'i A(ııdcmı.l Jjoru S., vılıant, C A � 1 C V L A R 1 A.

Proj(

Oxo1ıınıfi, 1

Una cum dcmonftr.ıtıonc O rcus Sırtı hcli.tcı. Pto p.ıraUcle> anfcraow. �gypu•

.Auflore I O H A N N E G R. & V ı o .fı!ıbu,

•Cet/ftr•nı., ı f11[ıJ,Pııorımı a.l ıq11ot Stt!/,ırum Lrm. gu ud1ncJ , & LıJt11Miınıs,

Ex A f h ono a1 1cı � O bfcrvauonibus P/111, J)eı�ı., Tamcrlanı Af.1gni

� epons.

txcud�bat H 1: N " ı <.. u s UA L L ,lmpcnfis l Hu » .e R.o o ı fl s u N . 1 648. o X o N ı tA.,

Şekil 66

B.

John Greavas'ın 1648 yJlında yayınladığı Latince kitabın kapağı .

ziyc-i tnuğ Bey'm


10.

ULUC BEY ZİYCİ AVRUPA'DA

Avrupa'da XV. yüzyılda büyük önem kazanan denizcilik,

aynı zamanda astronominin de bir meslek olmasını

sağladı.

Denizcilikte yön, zaman ve gemi yerinin tayini gibi önemli ko­ nular, yıldızların doğru olarak konumlannın bilinmesini ge­ rek tirmektedi r . XV. yüzyıl ve sonraki dönemlerde Avrupa'da yıldız katalogları düzenleme çabalan devam etmiş ise de, bu çabalar daha çok Ortaçağ İslam astronomlarının düzenledik­ leri yıldız kataloglarını kendi boylamlanna göre düzenleme şeklinde idi. Uluğ Bey'in kataloğunun mevcudiyetini farkeden Avrupalı bilim adamları bu kataloğun birçok çevirisini yap­ tılar. İngil tere 'nin en eski bilim merkezlerinden biri olan Oxford'da profesör olan John Greavas, Uluğ Bey'in düzenledi­ ği «Zlyc-1 Uluğ Bey• deki yıldız konumlarını içeren cedveller dikkatini çekti ve «Zlyc-l Uluğ Bey•in bir bölümü 1648'de : •Qulbus acceserunt, lnsignlorum Allquot d.lnes, et Latltudines, Ex Astronomicls

Stellarum Longltu­

Observationibus Ulug

Belgi, Tamerlani Magnl nepotls• ( Oxomiae, 1648 ) , adı ile ya­ yımladı ( Şekil : 8 ) . E serin yayımlandığı yıl, «Ziyc-i Uluğ Bey• den alınan Coğrafya ile ilgili tablolar da, «Binae Tabulae Geog­ raphlcae, una Nasslr Eddlni Persae, Altera Ulug Belgi Tatarı :

Opera et Studio J. Gravll» (Lugdum Batavoram, 1648 ) , başlı­ ğı ile yayımlandı. İki yıl sonra Londra'da •Ziyc-1 Uluğ Bey »in birinci bölümü olan kronoloji, «Epockae celebriores, Astrono­

mis, Historicls, Chronologis, Chataionun, Syro-Graecorum,

Arabam,

Persarum, Chorasmionum

usitatae : Ex traditione

Ulug Belgi» ( London 1650) başlığı altında yayımlandı. Söz ko­ nedeniyle iki yıl sonra çe-

nusu çevirilere duyulan ihtiyaç

67


virilerin ikinci baskısı yapıldı. 17 yıl sonra Oxford'da Bodleian Kitabevi'nin başkanı, şarkiyatçı ve çevirmen,

Thomas Hyde

« 1 639-1 707 ) , Semerkand kataloğunun Taj i k ve Latince yeni bir basımını «Tabulae Long , ac Lat. Stellarum Hxarum, ex obser­ vatione Ulug Beighi» ( Oxonii, 1 665 ) , « Uluğ Bey gözlemlerine dayanan sabit yıldızların boylamları ve enlemleri tablo1arııı adı

ile yaptı ( Şekil : 9 ) . Uluğ Bey tablolarının yayımlandığı sıra­ larda Avrupa'da böyle özgün yıldız

katalogları nadir ve hayli

kıymetli idi. Yer yüzündeki herhangi bir yerin konumunu tayin için,

yıldız

gözlemlerine

ihtiyaç

vardır.

Bu

nedenle,

bu

tabloların önemli uygulama değeri bulunuyordu. Zira, bu gibi tayinler büyük coğrafya keşiflerine neden olan denizciler bü­

yük ihtiyaç gösteriyordu.

Uluğ Bey'in yıldız tablolarının incelenmesi bu gözlemle­ rin, 39° 37,23" enleminde ve 99° 1 6' boylamında, Semerkand'da­ ki bir yerde ( yani rasathanede) yapılmış olduğunu kanıtla­ maktadır. Yıldız yerlerinin epoku ise Hicri 84 1 , Miladi 1 437 yı­ lına tekabül eder. Şu halde «Ziyc-i Uluğ B ey ıı i n düzenlenme­ sinden takriben ikiyüz yıl sonra, Avrupa'da değer çok önemli bir olaydır. Bu ise o zamana kadar

kazanması

hala Avrupa'

da Semerkand Rasathanesinde yapılan yıldız gözlemleri düze­ yinde, gözlemlerin yapılmadığını da kanıtlar. O dönemde yeni tanınan Uluğ Bey'in «Ziyc»ine b ilim ooamlarını gösterdiği şaş­ kınlık, ziycin düzenlendiği zaman, içerdiği yıldız sayısı ve kulla­ nılan yöntemlerin özgünlüğü ile M.S.

il.

yüzyılda Almagest'te

yayınlanan Hipparchus-Ptolemaeus kataloğundan sonra astro­ nomi tarihinde ikinci katalog olmasından ileri gelmektedir. Hyde'nin Oxford yayımından yirmibeş yıl sonra Polon­ yalı astronom Jan Hevelius ( 1 61 1-1 687 ) , çok tanınmış kitabı

« Prodromus Astronomiae» (Astronomi Habercisi) içinde Uluğ Bey'in tablolarına yer verdi. Bu kitap içinde, o tarihte bilinen Ptolemy, Tycho Brahe, Riccioli, Prens Hesse ve

Hevelius'un

katalogları ile Uluğ Bey kataloğu karşılaştırıldı, ( Şekil : 1 0 ) .

68


11

ı�ıai

a

---- -�����-

(6)

Ttbulı de lom Sıclhrnm � . ı tum fC"CUndlım Longiıudı· ıwm & t11ıc�d·n<m C\"lll Ob(trr ıtıoet ııol\ci ıın<W""" ''"''°'.... "''J" o11 ,,,,,.,ıfım, •'*'ur.,; .,.,.... Sııll.ı fıg ıraıum Borcılium. •·

sı1ıı.111Ş .,.,.;,, --

--

lı�. 1

l"'"/ıu m't.I /••;

.. ,.; •1'1"" �� ;:. 'i: � .. ... s,,ı,, ....

r

"; "'

l:?!°I

i!?ı

l••.

<.:'- � ·

f

-· -·

5Ttlla<1Uıt cl\ t.t1'rft'llİUft� -,j,/,, - - ;-",o 7sı � � J J

1

<llı r pot\

..,. ın ..

Qıa pot\ bıac el\

4 ; Stcl1a

,....

aec:ı

nıl'."C•

Aııtulıı lıı pıTcıtöC9ıı rt

tltıda !At•

Qptıagall

I qur rııııc ıe � bı.. 7 j Sıclla ......w.,. ooclrm ,.,.,.� SıeU• Borı.Je io � lacrt

41

Stclla Aut\nlicıt dun111 •

ı

°' \t:)

ı SıcUa

... ,,. luot

''S"'-

Adı&lıı qw

el\

'

• u

1

1

!s

1

,,/f..., 4

u�• Cupcr

Alııbf�

Şekil 9.

1 1

o H 1J 17 •J

•4

,l

/"

1

IJ

i l 11

o u

ol

..

4

1

J'

o I

\7• ·O IB 14

v.r '

_,.,;;,ı.� '-" �,. --

. .. - ı".1"V-ı'Y ....fs '��..1" --'J"""

..,,, ... . :·

c:- ı

�-,

1--r----1Ç: r· ---j

J'-J)

l•�A ·

� .r-:--)J"lı .J)�� vQ" e v:;> .. .. " e, <,S-. ..) .. r·�·:I , . .;-_,...;1 ....ı , .., �.,.. ''· " r '-"''"' ı .,.. �� • t.- • • I ı- t.' ... . .... ·:- ....>.- � .J'"' v.�;' "' • o'•y' ..... .- ' , ' p

.)..

......

... ...,.. 1 �1

._._..) ; �

.

�� t..� � ·,"

.4

, 7S o

•""'- ı• ''17J

. .. ,. ,,ı, .... ..

I

•1 ;�

.- 1 il

•ı; 1

J

r

J , ·· ( �

1

1ı1

.

.

·"·�� ;.ı

. .. ..

(?'

·•

c

el o;

�·

• .. .,. ....

-

.. V'

·r....

..,.�J"v'.1'..r.f'!' ""t+ I J

�iil ,1j>I ..>1 ..,-_, � "t.fc.ıl;•ll.,,.l@. I el.o V,_.. ) ._,.JW �fo ı .,1 ..

_:-•·��·:.::::�:.,.. V•\

· �.J'

il

:1 1 1

�.V:-1..,. " � O . .;, -·'-��-'-������.!-..�--�- -....� .. � -

Thomas H yde'ıtin yayınladığı kitap içindeki Latince ve Tajik­ ;e Zij'in s ayfası.

.......

..,..ı... �•} c,,ofj<ı- �fo ı o :•.f" t�.a.:.ı,..ı � � u� ;,1 ..,.11....:. �,'- i •

it

·

,...,,.,w

;


CJ

,

LY R A.

Nomina Srcllarum.

ıM:idam

a

10=���0

T YC.HONI I Lf��;�u;oo

Gr. Mr• llt. J)l fi•. J.f•• Sn-. .Dır . - • • ıo--Jll1 - -; j;;-14- 0 .,.. 61 47 17 B ôl 47 JO u ·-�------ 1 7 -ı � 14 7l6-; """7- io--,, J6 4 ıo li td 1 o li 6-p ' l1_ 1_ - 0- -.,; PIJ ! , 1 7il --

(equrns Borealis.

ucidam fequenı cidaı:n

E V E Lll

r,. J.� Jı..•• :Tfll

lf

4

Tmf.,. """'i'I

- - -- -- - --- · _

Ala feq. Vuk, Bomlis.

Şekil 10.

J

-

J

JO

b l<

6 1:aii-n-P:I 6o

6

o

B

14

l1

b Go

)6

o

B

J 16 �P ·, 7 - ı iO -� 8 o 8 19 :6 19 J J u ­ 4J - O -

-f:

7

,- 1 ,-�"):ı �-Oi 61 1f ı ı b 51 ı? " R 11 u P ıl ı? · -·o -.,,

Prıma ') - S l ı

Aullr.ııba: Xcund"i

fcqueııs Aurh'di

l

n�ı. __ B,��--o-

I�

�� � �·� � ı;:

HASS.� 1'. ICCIOLl LUO PTOLOMıE l ]16 >1'.811 1ı ,, j i)l9)1-�ı_-> , Plll1'C. Long•rudo

1.attNdo -��

Long.rudo

1-JııttUdo �··

i

S'4, I�

�� 1; !! tı�� !� �

..

BEIOH

H E \' E L l l

LongıNdo Looılf•do M<rnfıo-.•fü L1t,rucfo Urnudo Dtclıruıuo � ....! ! ! ..-2!1:� 2" --!:L �· � �� 1

� ':

: � � •! �

,.

ı:: �� �,)

, ,-- J 7P J O -_ iJJ; -. _ 1 _ iTJı_o 1_ ı.- ır -.ıi1 1 .-0-

t6

17

11 ı.. �!

4

JO

_• 9 4

)O

24

"

!4 S_,

•f f7

17 i l.

- 1 - �. • •

o I ı •6

)O

41

)O 41 ıo

8 f6

(ıO

. - 17

-- -- -

-----

'

O

o O

1I

16

10

il ,. ıı-.;.-- J l l f i !O O il

b �·

ıo

o

til60

41

o

o

ıo

I S -4.-; f.lö-ô -; T;Jj-

1f

O

)f

11

O

>

14

1147il

2f -

-:;. ;;--s O-;';Jlj- o-; i1111 -..

. ", . "" �

� t6

�·

)1

ı

o

o o o

19 ı ı ı r B rnll __ ı ı_ )1

17

'

"

,o

ıı

17

11

-"- ---- -- J IO )� '> ..---io

• • .. • ,. ıo ı ı j ,-, ,-.-;--; ,, . •1 •o JI 11

----

ıo d

o O

-- ll);l ,-

,.. ı;--;; -c;--;1m-.aP'ii' ı

Jan Hevelius'un ·Prodromus Astronomla»da yayınlanan muh­ telif astronomlara ait tabloların karşılaştırılması.

>O

O

b 76

)O J


Uluğ Bey Ziyci'ni öğrenen batılı bilim adanılan, eseri ha­ zırlayan astronomlara ve gözlemlerin yapıldığı Semerkand ra­ sathanesine büyük ilgi duydular. Nitekim Hevelius , kitabında, dünya grafik sanatında bir örneği olmayan, Uluğ Bey'in maha­ retle çizilmiş iki resmine yer vermiştir. Uluğ Bey, Hevelius'un kitabında kataloglarından söz edilen beş

astronom arasında

yer alır, ( Şekil : 1 1 ) . Bu resimde, yazarın büyük hürmet nişa­ nesi olarak, Uluğ Bey, Urania'nın sağındaki ilk sıraya yerleşti­ rilmiştir. İkinci resimde ise, Uluğ Bey, Timocharis (M.Ö.

il)'

den Hevelius'a kadar, farklı dönemlerde tanınmış onbir astro­ nom arasında bulunmaktadır, ( Şekil :

12) . Şüphesiz, Hevelius,

Uluğ Bey'e ait herhangi bir resme sahip resimler, hayal mahsulü, tasviri

değildi. Söz konusu

resimlerdir. Bütün

bunlara

rağmen gerek Uluğ Bey'in şahsiyeti ve gerekse Semerkand Ra­ sathanesi ile ilgili bilgiler çok azdır. Jean Hevelius'tan sonra da Uluğ Bey kataloğunun Avru­ pa'da ve Amerika'da da yayımlanması devam etmiştir. Nite­ kim Greenwich Rasathanesi'nin ilk müdürü Flamsteed ( 1646-

1719 ) , 1725 yılında yayımladığı «Historla Coelestis» adlı ese­ rinde kendi hazırladığı kataloğu da dahil Ptolemy, Uluğ Bey, Tycho Brahe. Prens Hess, Hevelius'un kataloglarını da yayım­ lamıştır. 1 767 yılında G. Sharpe, «Syntagına d!ssertationum quas olim auctor doctissimus Thomas Hyde S.T.P. Separatim edidit» ( Oxonii, 1 767 ) 'de Uluğ Bey kataloğunun ikinci baskı­ sını yayımladı. Fr. Bailly, diğer kataloglarla beraber üçüncü

baskısını «The Catalogues of Ptolemy, Ulug Begh, Tycho Brahe, Halley Hevelus» adı ile 1 843'te yayımladı. Bailly, ılm eserinde

Greaves ve Hyde nüshalarını karşılaştırdı ve yazmaları kulla­

narak bir önsöz yazdı. Uluğ Bey tablolarının bir kısmı, « Uluğ Bey'in astronomi tabloları » başlığı altında Fransız şarkiyatçı­ sı Sedillot ( 1 808- 1 876) tarafından da yayımlandı. Knobel tara­ fından hazırlanan Uluğ Bey kataloğunun eleştirili bir lenmesi, bir önsöz ile

Washington'da

yayımlandı.

düzen­

Bu

eser 71


cı:Ulug Beg's Catalogue of Stars»

( Ulug Bey Kataloğunun Yıl­

dızları ) adını taşır. « Uluğ Bey Ziyc»nin on nüshası Avrupa ve Asya kütüphanelerinde mevcuttur. Bu eserin Tajik dilinde ya­ zılmış, XV. yüzyıla ait nüshası, Özbek Bil imler Akademisi'nde bulunmaktadır. Türk

kütüphane ve müzelerinde

Ziyc'inin birçok kopya ve açıklaması bulunmaktadır.

72

Uluğ Bey


73


"'I ""'

Şekil

12.

Jan Hevelius'un •Prodromus Astronomiae• adlı eserinde Ur� nia etrafında tanınmış astronomların temsili resimleri.


11. SEMERKAND RASATHANESİ

XV. yüzyılda da İslam'da rasathane kurma geleneğinin devam ettiğine en iyi kanıt Semerkand'da kurulan büyük ra­ sathanedir. Bu yüzyılda, özellikle Türkistan bölgesinde kültür ve güzel sanatların en yüksek seviyeye eriştiği dönemdir. Ti­ mur döneminde, Semerkand doğunun en önemli kültür ve ti­ caret merkezi idi. Her ne kadar tanınmış Bilim Tarihçisi Sar­ ton, Timur'un Semerkand'da bir rasathane kurulmasını

em­

rettiğini yazarsa da konu ile ilgili hiç bir dikkate değer kaynak vermemiştir. Diğer taraftan, Cengiz Han'ın çağdaşı Çinli sey­ yah Ch'ang Ch'un, 1 222 yılında

Semerkand'ı ziyaret ettiğin­

de, Li adındaki bir kişi ile karşılaştığını ve bu kişi kendisine şehirde bir rasathane olduğundan söz ettiğini nakleder. O ta­ tihte kelimenin tam anlamı ile Semerkand'da

bir rasathane

yok idi, zira hiç bir İslam yazarı böyle bir kuruluştan söz et­

memiştir. Rasathane olarak söz edilen kuruluş muhtemelen bir

muvakkithane idi. Bilindiği gibi muvakkithane adı verilen ku­ ruluş, hemen cami yanındaki binalarda çalışan muvakkitler, astronomi yöntem ve aletlerini kullanarak takvim ve

namaz

vakitlerini tayin eden din adamlarıdır. Bu muvakkitler bir yer­ de güneş gözlemleri ile zaman tayin eden astronomlar gibi dü­ şünülebilir. Bu nedenle, Çinli seyyah muvakkithaneyi b ir ra­ sathane zannetmiş olabilir. Amin Ahmed al-Razi, «Heft ikllmıı adlı eserinde Uluğ Bey'in Semerkand'da yüksek öğrenim ve eği­ timin yapıldığı bir medrese, manastır ve yakınında da bir ra­ sathane inşa etmiş olduğunu yazar. Hindistan Türk-Moğol Ha­ kanı Şah Babür'ün ( 1 483- 1 530) eserinde şu satırlar yer alır : Kuhuk tepesinde astronomi tabloları hazırlamak amacı ile için­ de gözlem aletleri ·b ulunan rasathanede Uluğ Bey, «Ziyc i Gür-

75


gauJ.»yi hazırlamıştır. O döneme kadar, Nasirüddin Tusİ tara­ fından kurulan Meraga Rasathanesinde yapılan hazırlanan «Ziyc

-

i ilhani kullanılıyordu.

Bey'in kurduğu medrese, manastır ile Semerkand si'nden söz eder. Aynı

gözlemlerle

Khondmir' de Uluğ Rasathane­

eserde, uzman ustaların Uluğ Bey için

Semerkand şehri yakınında bir rasathane inşa etmiş olduğunu yazarsa da bu ustaların adlarından hiç söz etmez. Fakat bu rasathane planlarının Gıyasüddin Cemşid ve Muhiddin Kaşi ta­ rafından hazırlanmış olduğunu da ilave eder.

1 8 1 9 yılında Delambre, yazdığı «Ortaçağ Astronomi Ta­ rihi» adlı eserinde Uluğ Bey'e bir b ölüm ayrılmıştır. Bu bölüm­ de «Yıldızlar çok büyük bir kuadrant libne ile gözlenmiştir» satın yer

alır. Uluğ Bey

çalışmalarını

ilk

Greaves, bu aletin yarıçapının İstanbul 'daki

yüksekliğine eşit olduğuna inanmaktadır.

yayımcısı

John

Ayasofya Ca mi i

Bu veriler Semer­

kand Rasathanesi'ne ilginin daha da artmasına neden oldu. Se­ merkarı.d'dı ziyaret eden Avrupalılar, şekli bugünkü rasatha­ neye benzettiği için, Semerkand meydanında Uluğ Bey med­ resesi yanındaki Tilla Kari Mosket'in, silindir şeklindeki kub­ besini rasathane zannetmişlerdir. Orta Asya'da bir Türk der­ vişi gibi seyahat eden Macar şarkiyatçı, Wamberi ( 1 832- 1 91 3 ) ise, rasathanenin Uluğ Bey Medresesi

olduğuna inanıyordu.

Uluğ Bey Rasathanesi'nin, bugün yıldızların gözlendiği rasat­ hane şekline benzemesi gerektiğine inananlar, gerçek rasatha­ nenin bulunması çabalarını uzun yıllar sürdürıdüler. Kesin so­ nuç Rus arkeoloğu, W. L. Wyatkin ( 1 869- 1932 ) tarafından elde eıdildi. Bir dervişe hediye olarak verilen bir arazi ile ilgili bel­ gede Wyatkin, Taşkent yolunun sağ tarafında Semerkand'dan 2 km uzaklıkta rasathane yerinin tanımlanmış olduğu yeri bul ­ du. 1 908- 1 909 yılında yapılan kazılarda, bütün bilim dünyasının dikkatini çeken önemli keşif gerçekleşti. yapılan yüzeysel kazılarda

Tanımlanan yerde

rasathane ile ilgili önemli şeyler

bulunamadı, fakat kazılar derinleştirilince rasathanenin varlı-

76


ğırıı kanıtlayan bulgular ve toprak altında, zeminde kaya üze­ rinde i'ki paralel mermer yay bulundu. Kazıdan sonra arkeo­ loglar, meridyen ıdoğrultusuna yerleştirilmiş bir aletin iyi ko­ runmuş bir bölümünü ortaya çıkardılar ( Şekil : 6, 7 ) . Wyatkin, bunun 40,2 metre çapında dev bir kuadrantın bir bölümü ol­ duğuna inanmıştı. Bütün bunlar Delambre'nin «Ortaçağ Ast­

ronomi Tarihi» kitabındaki açıkiananlara

uymakta idi.

1914

yılında Wyatkin başkanlığında aynı yerde yapılan arkeolojik çalışmalar yeni bilgileri gün ışığına

çıkardı ise de bütün ra­

sathane kazılamadı ve arkasında çözüm bekleyen birçok prob­

lemi yeni araştırıcılara bıraktı. 1. Dünya har1bi nedeniyle kazı­

lara son veril di.

Yeni buluşların elde edilmesi için 1 941 yılını beklemek gerekti. Bu tarihte Özbek edebiyatının büyük şairi Ali Şir Ne­ vai'nin doğumunun 500. yıldönümü onuruna hazırlanan kut­ lama programı içinde, dönemin eserlerinin

ortaya çıkanlması

de:, planlandı. Böylece, Uluğ Bey Rasathanesi'ni ortaya çıkart­ ma kazılarına devam edildi. Fakat, harp nedeniyle

kazılara

uzun süre devam edilemedi. Özbek Cumhuriyeti Bilimler Aka­ demisinin Tarih ve Arkeoloji

( 1 893-1966)

Enstitüsü'nden

W.A . Shishkin

başkanlığında, rasathanenin temeli ve sabit kaya

üzerinde oturan binanın kısımlan ortaya çıkarıldı. Semerkan d Rasathanesi'nin içi ile ilgili muhtemelen hayali bir resmi, İ:s­ tanbul Ünversitesi Kütüphanesi'nde l .Ü .N .F. No. 141 8'de ka­

cRavzatül Müneccimin» : 13) .

yıtlı kil

adlı eserde bulunmaktadır. ( Şe­

77


Şekil

78

13.

Uluğ Bey

Rasathanesinde çalışma.


12. ULUG BEY RASATHANESİ'NDE KULLANILAN

GÖZLEM ALETLERİ

Yapılan arkeolojik kazılar sonunda rasathanede

gözlem-

1erde kullanılan alet ortaya çıkarıldı. Bugünkü araştırmacıla­ rın bir çoğunun bildiği gibi ortaya çıkarılan alet bir kuadrant olmayıp Fahri sekstant adı \'erilen devasa gözlem aletinin ka­ lıntılarıdır. Bu a let meridyen doğrultusuna

yerleştirilmiş , X.

yüzyılda yaşamış astronom Hodjendi tarafından keşfedilmiş, dairenin altı dabiri bir yaydan ibarettir.

Bu aletin hlıntılan

zemindeki kaya içine oyulmuş kanal içinde bulunuyordu. B u aletin güney bölgesindeki derinliği takriben 1 1 metre idi. Yay­ lar pişirilmiş kırmızı tuğladan yapılmış ve üzeri

parlatılmış

levhalarla kaplanmıştır. Alet üzerinde hareket eden gösterge­ lerin hareketini kolaylaştırmak için levha boyunca 1 5 mm. de­ rinliğinde yivler oyulmuştur. Bunlara dik yay derecelerine te­ kabül eden içi boş çukurlar bulunuyordu. Sekstandın batısın­ .da ebced sayılarını gösteren Arapça harfler bulunmakta idi. Bi­ lindiği gibi bu harflerden her biri bir sayıyı tanımlamaktadır. Bu yay üzerinde 80 dereceden 58 dereceye kadar taksimatlan­ mış iyi muhafaza edilmiş bir levha da bulunmuştur. Yayın ku­ zey bölümünde 2 1 -20 ve 19 dereceleri gösteren iki levha yer

almakta idi. Bunlar muhtemelen aletin yeniden yapımı sıra­ sında yayın öteki kısmına yerleştirilmiştir. Bu devasa alet güneş yüksekliğini ve astronomi sabitleri­ ni hesap etmek için kullanılmıştır. Bundan başka Ay ve geze­

genler gibi koordinatları değişen diğer gök cisimlerinin merid­ yen yüksekliğini tayin etmek için de kullanılmıştır. Her hal­ <le gözlemler için aletin merkezinden geçen bir alidad ( diopter)

79


bulunuyordu, fakat kazılarda böyle bir alidad'a rastlanmamış­ tır. Ortaya çıkanları alet, gereği gibi açık olmadığı da bir ger­ çektir. Böyle bir aletin için de bulunduğu binanın güney civa­ rında bir deliğin bulunması gerekmektedir. Fakat, bina tama­ men ortadan kalkmış olduğu için, bu del iğin varlığını ortaya koymak tamamen i mkansızdır. Bununla beraber bina ile ilgili diğer birçok ayrıntı da bilinmemektedir. Bugün bildiklerimize göre böyle bir aletin tam meridyen doğrultusuna yerleştiril­ miş olması g�rekmektedir. 1 941 yılında V.P. Sheglov, aletin ekseninin azimutunu tayin etti, ve 10'.4 lik bir değer kadar aletin meridyenden farklı olduğunu buldu. Her ne kadar böyle bir sapma, yıldızların meridyen yüksekliğini duyarlıkla tayin­ de önemli etkisi olmaz ise de, muhtemelen alet yapımı sıra­ sında tam meridyen doğrultusunda yerleştirilmişti. Fakat azi­ muttaki bu fark, 5. yüzyıl içinde farklı nedenlerden kaynakla­ nan deformasyonlardan ileri gelmiş olabilir. Şekil : 6'da sol da­ ki bina eski rasathaneden arta kalan yapıyı ve sağdaki ise ra­ sathanenin tasviri resmini göstermektedir. Diğer tarafdan ra­ sathanenin enlemi için, Uluğ Bey tabloların dan elde edilenden değer 39° 40'.6 dır. Sheglov'un tayinlerinden bir diğeri de rasathanenin enlemi ile ilgilidir. Yapılan tayinlerde bu en­ lem için 67° doğu bulunmuştur. Bu değer Uluğ Bey tarafın­ dan tayin edilenden 32" derece fark etmektedir. Diğer taraftan Uluğ Bey'in coğrafya tablolarında verilen şehirlerin boy­ lamları arasındaki fark da takriben aynıdır. Şüphesiz, bu sis­ tematik fark, Uluğ, Bey'in boylamları tayin etmekte kullan­ dığı başlangıç meridyenin farklı olmasından kaynaklanmak­ tadır.

80


Şekil

14.

Uluğ Bey arkadaşı ile çalışıyor.

81



AÇIKLAMALAR ı. Akli İllmler : Akli ilimler, teorik ıve uygulamalı ol­ mak üzere iki çeşittir. Teorik olan ilimler de, ilahi, matematik ve doğa bilimleri olmak üzere kısımlara ayrılır. İlahi ilimlere Hikemiyyat da denir. Fizik, kimya, hayvana t ilmi ve nebata t ilmi de doğa ilimleri olarak tammlanır. 2. Almagest : Batlamyus'un yaroığı , İslamda IX. yüzıyıl­ da Arapçaya çevrilen astronomi kitabının adı. İsl!hnda bu ki­ taba, el-Mecesti adı verilmiştir. El-Mecesti en büyük anlamında kullanılmaktadır. 3. Altroloji : İsldm yazarları bugün dilimizde astroloj i olarak kullanılan deyimi « ilm-ahkam el-nücO.m » ( yıldızların hükümleri ilmi) yahut kısaca «ilrn el-ahkam » olarak kullanmış­ lardır. Diğer taraftan « ilm el-nücurn », « ilm sm'at el-nücurn » dt:yimleri de ayırt edilmeksizin gerek astronomi gerek astrolo­ ji yahutta bu ilimlerin her ikisini birden tanımlamak için kul­ lanılmıştır. Astroloji ile uğraşana ahkami veya müneccim de­ nilirdi. Bugün bunların karşılığı olan, batı kökenli astrolog kelimesini kullanıyoruz. Genellikle çoğu defa müneccim keli­ mesi yanlış olarak astronomi ile uğraşan kişi anlamında da kullanılmıştır. Gerçekte XIX. yüzyıla kadar münneccim ( astrolog) ile feleki ( astronom ) arasında belirgin bir fark yok­ tu. Başlangıçda arkeolog tube astronom gibi ihtiyaç gördüğü gözlem ve hesaplan kendi yaptığı için biI1birinıdcn ayırt etmek mümkün olmuyordu. Bu nedenle başlangıçta as trol ogların astronomiye büyük katkısı olmuştur. Esasen ortaçağda yaşa­ mış birçok astronomun astroloji ile Hgili kitaplar yazdığını söylersek bir gerçeği de vurgulamış oluıuz. 83


Astroloji, yeryüzündeki gök cisimlerinin etkisi sonucu

an

bütün olayların gökyüzün,deki dayan

olduğu kuralına

l

bır

uğraştır. Bu yüzyılda bilim adı ile nelerin tanımlandığı ortada

olduğu için eskiden kullanılmasına rağmen bilim deyim yeri­ ne burada uğraş kelimesi kullanılmıştır.

Astroloji

uğraşının

astronomi kadar uzun bir tarihi vardır. Astrolojinin başlangıcı prehistorik zamana dek

Astroloj i M.Ö.

uzatılmaktadır.

yıJlannda Sümerlilerde gelişmiştir.

2500

Mezopotamya ile kültürel

ilişkide bulunm adıkları dönemde Mısır, Hindistan ve Çin gibi

astronomi ile uğraşan ülkelerde astroloj inin söz konusu olma­ dığı yani beşeri işlerde tahmin konusu ile uğraşılmadığı bilin­ mektedir. Gökyüzü ile istikbale ait olayların açıklandığı en es­ ki tablet Asurbanibal'in kütüphanesinde bulunmuştur. Astrcr lojide gökyüzü olaylan ile kişisel

ilişkiler

M.Ö. 250 yı1lanna

dek mevcut değildi. Genelleşme Babil ile Yunan arasında kül­ türel ilişkilerin başlaması sonucu Yunan'da yayıldı. Her ne kadar astrolojinin Ortaçağ sonunda ilmi etkinliğini kaybettiği söylenirse de İslamda ilgi gören astrolojinin batıda .da ilgi gördüğü bir gerçektir. Kepler'in

astroloji

tahminleri

yaptığını ve bu arada astronominin kız kardeşi astroloji olma­ sa idi aç kalırdık sözleri, 17. yüzyılda bile astrolojinin Avru­

pa'da bir uğraş olarak astronomlar arasında sürdürüldüğü bi· linen bir gerçektir. Bugün astroloji bilimsel bir uğraş

olmaktan çok uzak

.olmasına rağmen, batıda özellikle Amerika Birleşik Devletle­ ri'nde astroloji yaygın olarak kullanılmaktadır. 4. Ay'ın safhaları :

Ayın

gökyüzündeki

günden diğer güne, göze batacak şekilde yodik olan bu olaya Ay safhaları

görünüşü

bir

değişmektedir. Per­

denmektedir. Bu olay Ay'rn

Yer ve Güneş'e göre konumundan ileri gelir. Ay, Yer etrafında­ ki yörün gesi üzerinde hareket ederken Güneş ile Yer arasında bulunduğu zaman, Güneş ile

doğar ve

batar.

Bu durumda

Ay'ın karanlık yüzeyi Yer'e dönük olduğu için, bütün gün ufku:84


muz'

üzerinde olmasına rağmen görülemez.

Bunu takip eden

giin, ı,Ay Güneş'e oranla doğuya doğru hareket ettiğinden, gü­ neşe dönük aydınlık yüzeyinin çok küçük bir kısmı yerden in­ ce

parlak bir hilal olarak görülür. Ay'ın bu görünüşüne yeni ay

Güneş battıktan hemen sonra Güneş'den 90° lik açısal uzaklıkta bulunur. Bu konumda Yer'den Ay'ın yalnızca yansı aydınlık görülür. İlk dördün s afhası denen bu görünüşte,

safhası denir. Bu safhada Ay,

batar. Takriben bir hafta sonra Ay,

Güneş battığı sıralarda, Ay gözlem yerinin hemen hemen merid­ yen düzlemi civarında bulunur. Bunun sonucu olarak Ay, ge­ ce

yansına kadar ufkumuz

üzerinde

kalır.

Günler geçtikçe

Ay'ın Güneş'e olan açısal uzaklığı artar ve dolayısiyle Ay'ın ay­ dınlık yüzeyi de büyür. Yeniay'dan takriben iki hafta sonra, Ay'ın bütün yüzeyi aydınlanmış olarak görülür. Bu görünüşe dolunay denir ve bu durumda Ay ile Güneş arasındaki açısal uzaklık 180° 'dir. Bunun sonucu olarak Güneş batarken Ay do­ ğar ve Ay bütün gece ufkumuz üzerinde kalır. Dolunay'ı takip eden günlerde Ay'ın aydınlık yüzeyi

küçülmeye başlar. Dolu­

nay' dan takriben bir hafta sonra, Ay'ın görülen yüzeyinin batı

yansı tamamen karanlıktır. Bu görünüşe son dördün safhası denir. Gece yansı doğan Ay, Güneş doğduğu sıralarda gözlem yerinin meridyen düzlemi civannda bulunur. Bu halde bir süre gündüz de Ay'ı

görmek mümkün olur. Ay'ın aydınlık yüzeyi küçülürken sabaha karşı doğmaya başlar, yani Güneş'e açısal uzaklık olarak yaklaşır. Dolunay'dan takriben iki hafta sonra

Ay, Güneş'e çok yaklaştığı için artık görülemez. Ay'ın görü­ nümdeki bu değişim periyodik olarak devam eder. Ay'ın aynı iki görünümü ara.sında!ki zaman farkı

29.53 gündür

.

5. Batlamyus :Astronomisi : Ortaçağ İslam astronomisi­ ni etkilemiş olan Batlamyus astronomisinde evrenin merkezin­ de Yer'in bulunduğu kabul edilir. Yıldızlar, Güneş, Ay, burçlar ve o tarihte bilinen gezegenler Yer etrafında felek adı verilen bir kat ( küre) üzerinde hareket ederler. Yer dahil bütün kat85


lan içine alan dokuzuncu küreye « Felek-ül-Ala » veya «Felek-ül­ Bflak» denir. Oniki burcun üzerinde bulunduğu S ekizinçi kat veya küreye «Felek-i samin» dir. Yedinci, Satürn'e, Altınl!lı Jüpiter'e, Beşinci Mars'a, Dördüncü Güneş'e tl'çüncü Venüs'e, İkinci Merkür'e ve Birinci de Ay'a ait kattır. Buna •Feleki Esfel» denir.

Batlamyus astronomisine göre gezegenler, merkezi Yer etrafındaki büyük bir daire üzerinde bulunan epis ikl adı veri­ len daha küçük yarıçaplı bir daire üzerinde hareket eder. CJe. zegen episikl üzerind e hareket ederken episikl de yer etrafında hareket eder.

6. Gıyasüddin Cemşid el-Kaşi : Gıyasüddin Cemşid bin Maruf bin Mahmud el Tabib el-Kaşi adı ile bilinen Türk mate­ ma tikçi ve astronomu, XIV. yüzyılın son yansında KAş'ta doğ­ muştur. Yaşamı ile ilgili çok az ş ey bilinen Cemşit, öğrenimini Ka ş 't a yaptı k t an ve I rak ve başka diyarlara gittikten sonra Uluğ Bey 'in daveti üzerine Semerkand'a gelmiştir. Cemşid'in eserleri : Meraga rasathanesinde yapılan gözlemlerle hazırla­ nan Z iyc-i İlhani Tablolarını yeniden hesap ederek kendi ilave­ leri ile hazırladığı Ziyc-i Hakani»dir. «Ziyc-1 İlhanl adını verdiği eserini Uluğ Bey'e ithaf etmiştir. « Sellemüs Sema» '(Sellümüs Semavat ) adlı eserinde gök cisimlerin boyutları i le ilgili tar­ tışmalar ye r alır. Risaletül Muhitiye», A rapça yazılmış ol an bu eser bilim tarihi bakımından önemli olup dairenin çevresi ile çapı arasındaki oran yeni bir yöntemle verilir. cRfsaletill Veter Vel Ceyp» Arapça yazılmış olup, bir dereceli'k yaya ili şkin kiriş hesabının nasıl yapılacağım açıklar. Bu yöntem Kadı-zade ta­ rafından da benimsenmiş tir . cı:Nüzhetül Hadalk• adlı eserde, So­ merkand Rasathanesi için kendi icadı olan Takabül Menatık adındaki gözlem aletinin yapımı ve kullanılışı hakkında bilgi verilmiştir. Bu aletle yıldızların konumlan ile Ay ve Güneş tu­ tul maları gözlemleri yapılma kta idi. Cemşid'in keşiflerinin �r aldığı eser cMlftahül Hesap» adını taşır. Bu eserde 3. ve 4. dere86


ce denklemlerin çözümünü başka bir eserinde vereceğini ya:u

masına rağmen sözü edilen eser mevcut

değil dir Bu ki tabın .

,

cTelhisül Hesap > adı altındaki özeti kendi tarafından yapıl mı ştır

­

.

7. Gök küresi

:

Eskiden gökyüzündeki yıldızlar taş ve­

ya ekseriya bakır küreler üzerine yıldızlan

işleniyordu.

g ö s termek için yap1lan en eski

Gökyüzün d eki

kürel erden birini

muhtemelen Endoxus (M.Ö. 409-356) kullanmıştır. Atlante Far­

nese küresi olarak bilinen ve M.Ö. 200 yıllarında mermerden ya­

pılmış en eski küre zamanımıza kadar gelmiş ve Napoli Ulusal Müzesi'nde muhafaza edilmektedir. Bu çeşit küreler İslam ast­

ronomlan tarafından da yapıldı ve geliştirildi. Bu sanat orta­ .çağ ve rönesans döneminde Avrupa'ya intikal etti. İslam sa­ natkarlan tarafından yapılmış

birçok küre

zamanımıza dek

ulaşmıştır. 1 080-108 1 yılında İb n Sa'id el-Sehli ve oğlu tarafın­

dan yapılan ve Valencia'da bulunan küre, bilinen en eski küre­ lerden biridir.

209 mm çapında pirinçten yapılmış ve ikiyan kü

-

re lehimlenerek küre

haline getirilmiştir. Kadirleri ile birl ikte

1015 yıld ız bu küre ilzerine işlenmiş olup 47 ta·kımyı ldızı ta­ Diğer tanınmı ş gök küresi, Yakın Doğu'da

nımlamaktadır.

1225 yılında Qaisar ibn Ebi'l Ka sım

tarafından

yapılmış ve

halen Na p o li Müzesi'nde muhafaza edilmektedir, 1 275-76 yılın­

da Musul'lu astronom Muhammed ibn Hilal tarafından yapı­ lan küre 240 mm çapında olup üzerine zodiak işaretleri ile bir­ likte 47 takımyıldız işlenmiştir. Bu küre halen Londra'da Royal Asiatic Society'de muhafaza edilmektedir. Meraga Rasathanesi kurucusu Nasıl el-Din el-Tiisi'nin çağdaşı ve hatta rasathane­ nin birçok aletlerini yapan Mu'ayyed el-Din el-Urdi el-Dimiş­ ki'nin oğlu Muhammed de

1279 veya 1289'da bir gökküresi

imal etti. Bu kü re üzerinde 48 takımyıldız gümüş ve altın ile işlenmiş olup, halen Dresden'da Mathematischer und Physko­ lischer Salonu'nda sergilenmektedir. Paris'te Ulusal Kütüpha­ ..ne'de bulunan

eski gökkürelerinden biri Urdi'nin

küresine

87


benzemekle beraber tarihi

bilinmemektedir. 19 cm çapındaki

bu küre üzerine 49 takımyıldız işlenmiştir. Louvre Müzesi'nde bulunan bir gökküresi ise 1285 yılında Muhammed b. Mehned el-Taban

tarafından

yapılmış

olup

el-Sufi'nin kataloğundan alınmıştır.

üzerindeki

yıldızlar

Müzeleri süsleyen diğer

eski kürelerden biri , 1322/63'de Cater ibn Ömer ibn Devletsah el-Kirmani tarafından yapılmış olup, halen Oxford Bilim Ta­ rilJ:ıi Müzesi'nde muhafaza edilmektedir. Şüphesiz 'bu gökküre­

leri dışında, daha sonraki tarihlerde yapılmış birçok gökküre­

si bulunmaktadır. Bunlardan biri de Kandili Rasathanesi'nde muhafaza edilen Oxford'daki küre ile yaşıt olandır. Bu küre,. 1 383/84 yılında Cafer ibn Ömer ibn Devletşah el-Kirmani tara­

fından inşa edilmiş ve üzerinde 48 takımyıldız bulunmaktadır. 8.

Guri Emir

:

Emirin (hükümdarın-komutanın-yani Ti­

mur'un) ımezan anlamına gelir. Bu türbe bazen Guri-Mir, Mirin (hocanın) mezarı olarak da anılır. Timur'un mürşidi -hocası­ olan Medineli Şeyh Sayid Bereke'ye izafen Guri-Mir (hocanın mezarı) adı verilmektedir. Anadolu'ya düzenlediği askeri seferden bir yıl önce ölen,. en sevdiği büyük oğlu Muhammet Sultan için 1404'te Timur bir türbe yapılmasını emretti. 1405'te ölen Timur da aynı tür­ beye defnedildi. Türbedeki diğer mezarlar iki oğlu Şahruh ve Miran Şah'a ve onun büyük oğlu,

büyük bir astronom olan·

Uluğ Bey'e ve Şah Hoca'ya aittir. Mimari yapısının ihtişamı, zera:feti, zengin ve renkli mo-· zaikleri türbeyi,

Orta Asya Mimarisinin nadide

bir abidesi'

kılmaktadır. Onun mavi çinilerle kaplı muhteşem oymalı kub­ besi unutulmaz bir intiba bırakmaktadır. Kubbenin bu güzel-· liği şairlere onu gök kubbesine eşkılma ilhamı vermektedir. Haziran 1941 'de Özbek Bilim Akademisi'nin arkeolojik araştırma grubu

Guri-Emir üzerinde geniş bir araştırma ger­

çekleştirdi Timur'un ve Uluğ Bey'in mezarları açıldı ve Sov)ret. 88


antropolojist Mikhail Gerasimov kafataslarına dayanarak bu iki kişinin resimlerini çizdi. 9. ffipparkos : Hipparkos, M.Ö. II. yüzyılda yaşamış Grek astronomu. Takriben 1 000 yıldızın konumlannı içeren, bilinen ilk yıldız kataloğunun yazandır. O, ölçtüğü yıldızların ekliptikel boylamlarından, ilkbahar ekinoks noktası konumu­ nun değişimine neden olan presessionu keşfetti. Hipparkos, ibüıyUk duyarlı.ıkla yıl uzunluğunu, bir Yer yarıçapı hata ile Ayın uzaklığını ölçtü. O , coğrafi koordinatları kullandı. ı o. Kirman : Kirman (Karman),

İran'da bir eyalet

ve

bu eyaletin bugünkü merkezinin adıdır.

1 1 . Kopemik : Kopernik, 1473-1 543 yılları arasında ya­ şamış Doğa bilimleri reformcusu, büyük Polonyalı astronom­ dur. Kopernik Tonm'da doğru ve Krakow ve Bologna üniver­ sitelerinde eğitimini tamamladı. O, bütün hayatı boyunca astronomi ile ilgilendi ve reform niteliğinde ve evren sistemi­ ne yeni bir görüş getiren eseri «De revolutionibus orblum celestum»u ölüm yılında yayımlandı. Bu kitabında Kopernik, çok eski bir görüş olan güneş sistemini yeniden gündeme ge­ tirdi. 12. Meraga Rasathanesi : Daha Avrupa'da ilim merkez­

leri kurulmadan önce Meraga'da dünyanın en ileri ve tanınmış ilim merkezi Nasır-el-Din el-Tusi tarafından kuruldu. Tfısi, İl­ hani sarayındaki geniş nüfuz ve kudreti sayesinde memleket v�kıflarının gelirinin 1 / IO'nu kurduğu ilim merkezine ayırdı. Bu sayede zamanın bilginlerinin ve bilgi elde etmek isteyen kişilerin rahatlıkla çalışma yapmaları sağlandı. Meraga şehri­ nin batı tarafında Rasat dağı denen yerde rasathanenin yapı­ mına Hicri 657'de başlandı. Bu rasathanede yapılan gözlemle­ rin sonuçlan Ziyc-1 İlhami adındaki eserde toplandı. Bölgede y::ıpılan arkeolojik araştırmalar Meraga Rasathanesi'nin göz89


lem ve araş tırma yapmak için birçok tesise sahip olduğunu or­ taya koyd u .

likle;

Tepenin yüzeyinde top lam 17 mi mari tesis arasında özel­ a.

Yıldız gözlemlerinin yapıldı ğı merkez kulesi ve müş­

temilatı,

b. Araştırmacıların ders vermeleri ve öğrencilerin mabr

nıatik, fizik, astronomi v.s. öğrenebilmeleri için medrese, c.

Kitap sayısı abartılan kütüphane ( mıtlıtelif k aynaklar

400 bin cilt kitap bulunduğunu yazmaktadır.)

d. Hocaların ve araştırıcıların

manlar, e.

barınmaları

içinde loj­

Alet yapmak için yapılan b inalar Meraga Rasatha.ııe-­

si'nin esasını oluşturuyordu. Kuzey-Güney doğrultusunda 1 10 m yükseklikteki 5 10 n;ı uzunluğunda ve 217 m genişliğindeki rasat tepesi üzerinde bu­

lunuyordu .

Meraga Rasathanesi'nin merkez kulesinde ana gözlem aleti Libne bulunuyordu. Bu rasathanede kullanılan aletler arasında Zatü'l Halak, Zatü'ş şu �eteyin, tutulma dairesi

eğimini ölçmekte, zaman tayin inde ve tutulmaları gözl emekte

özel aletl er kullanılıyordu.

Bu rasathanede Nasır-el-Din el-Tusi başkanlığında dönemin

en tanınmış bilim adamları çalışıyordu. Bu alimler arasında Müeyyedüddin Arazi, Necmeddin Debiran, Kutbeddin Şirazi ve

Fahrettin

Meragi gibi tanınmış bilim adamları bulunuyordu.

13. Maveraünnehr

: Türkistan' da bir b ölgeyi

yan Arapça bir kelime olup • nehrin

tanımla­

öte tarafında b ulunan •

anlamına geli r. Bu bölgeye Soğd, Fergana, Sur, Eşrusene vb.,

yani eski Buhara ve Hokand Hanlıklan ile Türkistan şehirleri dahil bulunur. Müslüman coğrafyacılar tarafından, Maveraün-

90


nehr'in mamurluğu, topra.ğımn bereketi, ekin, meyve vb., mah­

sülleri i1e ehli hayvanlarının bolluğu, nüfusunun çokluğu, cö­ mertliiti, misafirperverliği, yol ve geçitlerinin mükemmelliği

v.b., hayır kunıluşlannın çokluğu, time karşı meyli ve istidadı 14.

Medrese

:

halkın cesareti, ilim uzun uzadıya anlatılmıştır.

ve eği­

-

Medrese,

« ders çalışılan,

ders

okunan

yer• anlamında kullanılan, sonralan genellikle camiler ile bir­

likte inşa edilen eğitim müessesesi ve sonralan da bütün dere­ celeri ile okul anlamında kull anılmıştır Özellikle bir avlu et­ rafında yer alan odalardan meydana gelen medrese de İslam .

dini esaslarına uygun bilgiler okutuluyordu

.

XI. yüzyılın ikinci yansında oluşmaya başlayan medrese­

ler, yer ve faaliyet bakımından cami, imaret ve darüşşifa gibi

külliyelere bağlı idi. Medreselerin de dahil olduğu Türk-İslam külliyelerinin hem planı, hem muhtelif unsurları, İslamiyetten

evvelki Orta-Asya gel eneğinden doğmuştur. Genellikle bu ku­ olduğu i ddia edil­ mektedir. Medresenin çekirdeği niteliğindeki ilköğrenim kuru­ ruluşlann esasının Türk-Budist külliyeleri

luşu X. yüzyılda Taberan'da sonra da Bağdad'da açıldı. Bu gibi medreselerde fıkıh kelam hadis, tefsir, Kur'an ve öteki İs· lam bil imleri de okutuluyordu XI. yüzyılın ilk yan sında Gaz­ .

neli Mahmut (997-1030) zamanında özell i kle

Nişapur bölge­ sinde dört büyük medrese kuruldu, bunlar birer öğretim kuru­ luşu idi. Türk Sultanı Mahmud, Gazne şehrinde de yi.i:ksek eği­

tim yapan bir okul kurmuştur. Türk-İslam dünyası için son derece önemli olan olay, Alp Arslan ile Melikşah'ın vezirliğini

yapan Nizamü-1-mülk'ün ünlü İslam

hukuku alimi Ebu İsak

Şirazi için Nizamiye Medresesi'nin ( 1066 ) kurulmasıdır. B öyle

­

ce

öğrencilere maddi yardımda bulunarak rip barındıran okul tipi ortaya çıktı.

onları yedirip içi­

Nizamiye Medreselerinin en çok gelişme gösterdiği yer Anadol u olmuştur. Genellikle bu medreseler bir vakıf kurulu­ şu olarak kabul edildiği için devlet ileri gelenleri ve zengin

91


kişiler medrese kurabildikleri için, bu kuruluşların sayısı art­ mıştır. Osmanb Devleti'nin

kuruluşundan

kısa b ir süre sonra, tarafından kurul­

ilk Osmanlı Medresesi İznik'te Orhan Gazi du.

15. Mirim Çelebi : Arkadaşları arasında Mirim Çelebi olarak çağrılan, Ali Kuşçu'nun torununun asıl adı Mevlana Mahmut ibn Kadızade el Rumi e şşehir Mirim d ir . Zamanın değerl i bilginleri n den ders almış özellikle Fatih Sultan Meh­ rned bi l gin lerin d en Hoca-zade ve Sinan Paşa tarafından yetiş­ tirilmiştir. Tariki İ lmiyed e n yani İlim Mes le ğ i nd en mezun ol duğu için Gelibolu' da, Edirne'de Ali B ey Medresesi'nde ve Bur· sa'da Manastır Medresesi'nde MüderrisHk yapmıştır. B eyazıt II., Mirim Çelebi'yi kendisine hoca olarak görevlendirmiş ve on dan matematik dersleri almıştır. Beyazıt ır. isteği üzerine Ziyc-i Uluğ Bey i Farscaya çevirmiştir. Mirim Çelebi'nin eserleri arsında Semt-i Kıble (Kıble Doğrultusu) , Dedesi Ali Kuş­ çu nun ya zd ığı Fethiye adlı eserin Arapça çevirisi, özellikle nıbu tahtası ile ilgi l i birçok risaleler yer alır '

'

'

.

16. Nakli

İlimler

: Nakli ilimler; yük sek

ilimler, alet v'� vasıta ilimleri olmak üzere iki kısma ayrılır. Tefsir, fıkıh Usul-i fıkıh kalem v:e Aka id yüksek ilimlerdir. Alet ilimleri de; lugat, sarf ve nahiv ( grammer) , meani, bedi', beyan, şiir ve inşa, anız (bunlar edebiyat ve belagata d airdir) , tarih, muhadarat kısımlanna aynlır. 17.

Nasır el-Din el-Tiisi : Nasır el-Din el-Tusi, XII. yüz­

yıl da yaşamış Arapça ve

Farsça eserleri bulunan, İslamın en büyük matematik, astronomi , fizik, filozof ve bilim adamla­ nndan biridir. Tfısi, İran'ın doğusunda Horasan bölgesinin başkenti, Tus şehrinde 18 Şubat 1 201 'de doğdu. Çağının gele­ neğine uyarak bilgin olmak amacı ile bütün bilimleri öğren92


mesi gerekiyordu. Arap çasını bilim dili

d üz eyin e

kelam ve felsefeyle ilgilendi. Feriduddin-i

eriştirince

Nişaburi'den

İbni

Sina'nın « İşarat» adlı kitabını okudu. Mantıkta ilerlemek için ma tematik gerekiyordu, bunu Kemal el-Di-n İbn Yunus'tan öğ­ ren d i . Din bilimleri için Burhaneddin-i

Hamedani'den

had i s

dersleri aldı. Artık ünü her tarafa yayılmaya başlamıştl. İma­

rrıiye mez hebini n kurucusu Kuhistan valisi tarafından kaçırıl­ dı ve Alarnut'a, büyük İ sm ailiye kalesine

bu yerde bir hapis

hayatı

değil de bir

gönderildi.

Kaldığı

misafir gibi

yaşadı.

Tusi'nin bu misafirliği, 1 258 yılında bölgeyi Moğolların işgali­ ne dek devam etti. Ü l kesini Hint denizi n den Akdeniz'e

ge nişleten ve

dek

İran'a yerleşen Hul a gu . TO.si'nin ününü

duyunca onu yanına

altında bile, bilimsel çalışmal ara imkan

buluyordu. Böylece

getirtti ve saray bakanı yaptı. Tılsi, bu çok ağır

eserleri birbirini izledi. Bir bakan olarak ile Hulagıl üzerinde artan bir etki ile

Moğol

Tusi'nin, HulagCı. üzerindeki etkisi o kadar

görevin yü kü

ve astro l oj i bilgisi

hizmetinde çalıştı. büyüktü ki, hatta

HuJagli'nun Tılsi'nin öğütünü almadan hiçbir iş yapma d ığı rı­ vaye t olunur. Tılsi'nin yazdığı birçok e sere rağmen yaptığı en büyük iş,

o dönemde dünyanın en büyü k rasathanesini kurup, tanınmış bilim adamlarını aynı çatı al tında toplamasıdır. Tılsi, baş ı n da

bulunduğu vakfın gelirini

kurduğu

Meraga

Rasathanesi ve

tesisleri için kullandı. Tı'.i si, 1259 yıl ın d an hemen hemen haya­

tının sonuna dek Meraga'da yaşadı. 1 274'te 26 Hazi ran'da öldü.

18. Prlnce Hesse

:

gittiği B ağda d ' d a

1532 1 592 yıllarında ·

yaşamış olan

Prince Hesse, .1561 yılında Kassel'da bir rasathane inşa etti ve yıldız gözlemleri yaptı. Avrupa'nın ilk rasathanesidir.

Takriben

800 yıldızın konumlarını içeren, Avrupa'nın ilk yıldız katalog­ larından birini yayınladı. Hesse'nin

,astronomi çalışmalanm

Danimarkalı astronom Tycho Brahe fazlasıyle etkilemiştir. 93


19. Ptoleme (Batlamyus ) : M. S. il. yüzyılın başlarındae

Mı sır'da doğan Ptoleme İskenderiye'de tanınmaya başlandı ve

1 6 1 yılında öldü. İsl�.m dünyasında Batlamyus olarak bilinen

Ptoleme'yi

yüzyıllardır

meşhur

eden eseri Yer

( Arz,

Dünya)

merkezli evren hakkındaki teorisidir. Almagest adlı eserde söz konusu evren sistemi açıklanmış ve bu sistem ortaçağ dan Rö­ nesan sa dek astronomlar ve özellikle din

adamları tarafından

savunulmuştur.

ad.

20.

Rum

: Arap memleketlerinden başka yerlere verilen

2 1 . Şah-ı Zlnda : Şah-ı Zinda mezarlığı Semerkand'da es­ ki mimarinin önde gelen abidelerindendir. Afrasiab'ın güney

doğu

eyiminde yer almaktadır. Külliye onbirinci yüzyıldan on­

dokuzuncu

yüzyılda kadar

y aklaşık 900

yıl boyunca

geliştiril�

miştir. Çeşitli devirlere ait 20'den fazla yapıya sahiptir. Yapılar Semerkand'da sadece türbe inşa sanatını temsil etmez gerçekte tiim Mavaünnehr mimari okulunun gelişimi temsil eder. Şah-ı Zinda Semerkand'da yapılan ve kültürel gelişiminin 2500 yıllık tamamını kapsıyan tek arkeolojik ve mimari yapıdır. Ş ah-ı Zinda'nın giriş kapısı külliyedeki en son yapılardan biridir. Girişindeki kitabede «Bu şahane yapı Hicri 883 ( M.S.

1434 ) yılında Emir Timur Guragan oğlu Şahruh'un oğlu Ulug

Bey'in oğlu Abdülaziz han tarafından yaptınlmıştır» diye yaz­ maktadır. Tamir ve yenilenme işlemleri Şah-ı Zinda zamanımı­ za kadar ayakta kalmasını sağlamıştır. Girişten itibaren dar ve karanlık koridorlara kadar uza­ nan merdivenlerden yürüyen ziyaretçiler zamanın derinlikleri­ ne doğru bir gezinti yaparlar. Ne kadar uzağa giderlerse o ka­ dar eski devirlere ait yapılara ulaşırlar. Basamakların solunda bir onbeşinci yüzyıl terasının üs­ tünde çift kubbeli bir türbe

bulunmaktadır. Son zamanlarda

bu türbenin Ulug Bey'in hizmetinde 94

çalışan büyük astronom


ve matemati'k.çilerden biri olan

sanılmaktdır.

Kla.dı zade-i Rf:uni'ye ait olduğu

22. Tlmocharis : Tim ocha ris , M.Ö.

III. yüzyılda yaşamış ,

lskenderiye okulunun en tanınmı ş astronomudur. Çağdaşı Ari s­

tyllus ile birlikte, gökyüzündeki sabit nok talara oranla bir­

çok

yıldızın

konumlarını tayin etti. Bu astronomlar ilk yıldız

k a talogçusu olarak kabul edilirler. Yaptı kları tay inl er , 150 yıl

sonra Hipparkos tarafından kullanıldı ve presessiuo'nun keş­

fine neden oldu.

23. Tycho Brahe : Tycho B rahe, 1 546 - 160 1 yıllan arasın­ clı- yaşamış olan tanınmış Danimarkalı astronomdur. Tycho Brahe Kopenhag civarında Hveen adasında bir rasathane inşa

etti ve zamanın en duyarlı aletleri ile rasathanesini teçhiz etti. Osmanlı bilim tarihi bakımından bu rasathanenin önemli bir

değeri vardır. Zira hemen hemen aynı tarihlerde 1 577 yıl ında

hem.er özelliklere sahip İstanbul'da da bir rasathane Takiyüd­

din t ara fından kuruldu. Tycho Brahe, Rasathanesi'nde o döne­ gözlemleri yapmı ş ve birçok keşiflerde bulunmuştu r. Tycho B r ahe , 1 000 yı l dızın koordinatlarını içeren bir y ıldı z k ataloğu düzen ledi .

me dek erişilemeyen duya rlılıkla yıldız

24.

Uranla :Urania, Mitoloj ide

dokuz Musa' dan biri olup

astronomiyi yönetirdi. Apollon 'un aşık olduğu

Urania,

genel­

likle elinde bir küreyle tasvir elilir. Eski efsanelerde adı geçen Afrodit Urania ise ideal bir gök

tanrıçasıdır. ve cinsi arzular

uyandırmaz. 25.

Zlyc-1 Gürgani : Ziyc kelimesi, gök

cisimlerinin gök

yüzündeki konumlarını ve hareketlerini bulmaya yarayan cet­

velleri tammlamakta kullanılır. Bu kelime

Fars çadan

Arapça­

ya ·intikal etmiştir. Uluğ Bey Rasathanesi'nin en ön emli eseri, bu rasathanede yapılan ve dönemin en doğru gözlem s onuçla­ nın içeren Zi yc'dir. Bu Ziyc , genellikle Ziyc-1 Uluğ Bey veya Ziyc-1 Gürgan! adı ile tanılır. Zlyc-1 Gürganl, 1018 yıldızın ko­ numundan başka astronomi ve astroloji ile ilgili k on ul an içerir. 95



YARARLANILAN ESERLER ı.

Adıvar, A.A.

2.

Amin Ahmed el-Razi

:

Osmanlı Türklerinde ilim, Remzi Kitabevi, 1943.

Bukharal Paris,

:

Haft İklim,

C!Bk.

Nıarshaıkhi,

History ot

1892.

3.

Babur : Baburname, E.J.W. GiLbb Memorial Series, vol. 1, 1905, tr.

4.

Bailly, J.S.

Lucas King. 2 vols, London 1921. ı

Histoire de l'Astronomie. Mo derne depuis la Fondation

de l'Ecole d'Alexandrie Jusqu"a l' Epoque de MDCCXXX vol. ı. Pa·

ris 1785.

5.

Ba.rthold,

W.

:

Ulug Beg und Seine Zeit,

Abh an dlungen

Kunde des Morgenlandes, V. 21, No. l, 1935.

6.

Delambre, J. : Histoire de l'Astronomie

7.

Kari-Nüazov, T. H.

:

du Moyen Age,

für die

1819.

Astronomischeska Shkola Ulugbeka, Moskova,

1956.

B.

Khondmir, Ghiyas el-Din, Habib el Siya.r, 4 vols., Thehran

9.

K.itab-ı Ravzatü Müneccim'in I. Ü .N.F. 1418.

1271 H.

10.

Publ. Inst. History and Archeology Ac. Sci. Uz. SS. R. V5, Taşhkent

11.

Sarton, G.

:

Baltimore,

1948.

1953.

12.

13.

Introduction to the History of

Sayılı, A. : The Observatory in Islam, Publ. of the Society series VII . No. 8, 1960.

Sayılı, A.

,

Ulug Bey ve Semerkanddaki İlim

Gıya.süddin-<j Kaşi'nin mektubu. Türk Tarihi

VII. Seri-No 14.

15.

Science , V. 3, Part II,

Turkish Hist.

Faaliyeti Hıakkında

Kurumu

Yayınları,

39, 1960.

Seclillot, L.A., Tables Astronomique d'Oloug Beg, vol. l, Paris, 1839. Sedillot, M.L.P.E.A, Prolegomenes des Tables Astronom.iques d ' Oloug

Beg, Text, Chrestomathie Persane, vol l, 1847.

97


16.

Sedillot, M.L.P.E.A. Prolegomenes des Tables Astronomiques d'O­ loug-Beg, translation

,

Paris 1853 .

17.

Smolik, J. : Die Timuridischen Baudenkmaler in

Sam.arkand

18.

Teşköprüzıule, A. :

çev.

N. Mecdi,

19.

Ünver,

!st. Üniversitesi Fen Fakültesi,

Monografi,

98

Zait Tamerla.ns Wien 1029. 1269 H.

1948.

Şakaıik-i

A. S. : Ali Kuşç:i,

Numaniye, Türkçe

aus


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.