Mehmet Önal - Yusuf Ziya Ortaç

Page 1

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI YAYINLARI: 670

J( Y lc k m e t Ö ^ a l

TÜRK BÜYÜKIERt DÎZÎSÎ : 11


KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI YAYINLARI

‘*Hayatı ve Eserleri’^

MEHMET ÖNAL

TÜRK BÜYÜKLERİ D İZ ÎS Î: 11


Kapak D ü zen i: Saim ONAN

Onay : 23.6.1986 gûQ ve S28.I -2517 sayî. Birinci baskı, Eylflî im Baskı sayısı: 2Ö.OOO Feryai Matbaacılık: San. va Tic. Ltd. Şti. - ANKARA


İÇİNDEKİLER

BÎRÎNCÎ BÖLÜM Yusuf Ziyâ Ortaç'm Hayatı, Edebî Şahsiyeti ve Eserleri ......... ..............................................................

7

Yusuf Ziyâ’nın İlgi Merkezleri ...............................

21

Yusuf Ziyâ'da Görülen E tkilen m eler...........

...

25

Yusuf Ziyâ’nm Şiirlerinde Muhtevâ ... ...............

27

Yusuf Ziyâ'nm E s e r le r i.......................... ......... ...

53

^ o n u ç ............................................... i ............... .........

68

ÎKİNCÎ BÖLÜM Eserlerinden S e ç m e le r ...............

... ...............

73

Faydalanılan Kakmaklar ...........................................

Î57


KISALTMALAR a.g.e. a.g.y. Ank. Bak. bsnıv. bs. c. Der. DTCF. Ens. f. Fak. Gaz. îst. Kitbv. Kit. Küt. Matb. Mec. nu. s. TKAE yay.

y. y.t.y.

y.y.y.

Adı geçen eser Adı geçen yazı Ankara Bakanlığı Basımevi Baskı Cilt Dergi, Dergisi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Enstitü, Enstitüsü Fasikül Fakülte, Fakültesi Gazetesi îstanljul Kitabevl Kitapları Ktitüphanesİ Matbaa, Matbaası Mecmuası Numara, sayı Sayfa Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları Yıl Yayın tarihi yok Yayın yeri yok


s Ö Z B A Ş I Yusuf Ziyâ Ortaç hakkında bugüne kadar yapılan çaUşmalar, dergi, gazete veya küçük bölümler halinde, bazı kitapların sayfalarında kalmış, şâirin hususiyeti ve eser­ leri, müstakil bir kitapta değerlendirilmemiştir. Üniversite' terde lisans tezi olarak yapılan incelemeler ise Yusuf Ziyâ'yt, bir veya birkaç yönü ile aydınlatmaya çalışmışlardır; bu­ nun yanında, bu tezlerin hiçbiri, henüz kitap olarak yayın­ lanmamıştır. Bu kitap, ortaöğretim ve üniversitedeki gençlere fayda­ lı olabilmek; bundan sonra konu ile ilgili olarak yapı­ lacak çalışmalara bir başlangıç teşkil edebilmek üzere ka­ leme alınmıştır. Kitap meydana getirilirken, yazarın bütün eserleri ve Yusuf Ziyâ ile ilgili nsşriyât incelenmiştir. Yusuf Ziyâ’nm, Şâir, îçtîhad, Diken Türk Yurdu gibi, ilk yazılarım yayın­ layan dergiler faranmz?;Aydabir, Heray, Akbaba, Çınaraîtı, Yecligün, T.B.M.M. Tutanak dergileri (8. dönem) gibi yayın­ ların ilgili kısımları gözden geçirilmiştir. Bu vesile ile, bir bibliyografya çalışması yapılmış, ancak, getirilen hacim sınırlaTnasî sebebiyle, Yusuf Ziyâ’mn süreli yayınlarda bu­ lunan bütün yazı ve şiirleri tek tek belirtilmemiş, sadece kaynak teşkil eden müracaat kitapları ve konu ile doğrudan ilgili olan bir kısım makâleler, ^^faydalanılan kaynaklar» baş­ lığı altında, kitabın sonuna ilâve edilmiştir. Bu inceleme, iki bölümden meydana gelmektedir : Bi­ linci bölümde, şâirin hayatı, eserleri ve sanatçı kişiliği an-


lattlmîştır. Bu bölümde ayrıca, yazarın siirleTÎnin genel bir değerlendirîlmesi yer almaktadır. Eserler, değerlendU rüîrken, öncelikle metinden hareket edilmiş, yeri geldikçe ha§ka kaynak ve belgeler, atıflar yapılarak belirtilmiştir. Yusuf Ziyâ’ mn şiirleri dışında kalan diğer eserleri de, ana katlan ile tanıtılmaya çalışılmıştır. İkinci bölüm ise, Yusuf ’liyâ'nın eserlerinden seçilen örneklere ayrılmıştır. Fakülteyi bitirirken hazırladığım ^lezuniyeî çalışmasımda Yusuf Ziyâ Ortaç ile uğraşmamı sağlayan hocam S. Tural başta olmak üzere, edebiyât araştırmalarında ufkumuzu genişleten bütün hocalarıma ve yardımlarım gördüğümüz Millî Kütüphane personeline alenen teşekkürlerimi bildir­ meyi zevkli bir vazife sayıyorum. Mehmet ÖNAL

i


B Î R İ N C Î

B Ö L Ü

TOSUF Z tY k ORTAÇ’IM İIAYATI, EDEBİ ŞAHSİYETİ VE ESERLERİ Yusuf Ziyâ Ortaç, 131 î rûmi (’), 1895 milâdi yahnin 23 nisan günü Beylerbeyi’nde dünyaya geîdi 0 . Babası, Mühendis Süleyman Sâmi Bey, annesi, izzet Bey'in kizı fîû iiye H anjm 'dır 0 . Yusuf Ziyâ'nın tahsil hayatı B eykrbeyi‘nde başladı, burada İstavroz Abdullah Ağa Mektebi'ne gitti. Son sınjiâ .kadar okuduğu Vefa İdâdisindeki tahsilinin yanı •'ıra “Süleyman Sâmi Bey, oğlunun Fransızca öğrenmesi!İ> (2)

îbBül-Emin Mahmısd Kemâl înai, Son Asar Türk Şâirleri cüz. 11, Maarif Matb., îst., 1941, s. 286. tfjnâlî Hikmet Erîaylan, Türk Edebiyatı Târihi, OsmanlJ Kismı, Yirminci Asır-, Azerneşr, Bakû, 1926, s. 321. Meiimet Behçet Yazar, «Edebiyatçılarımızı Tanıyalım; Yu­ suf Siyâ Ortaç», Ycclîgtm Mec., c. 17, nü. 426, 5 Mayıs 1941. .-î. 15. Yusuf Ziyâ’nın -babası mühendis Mi; ama, Yusuf Ziyâ’mn yazdığına göre «yalnız çizgi adamı, rakam, adamı de­ ğildi, kafa ve kalp adamı idi de... Ne güzel bir kalemi vardı.» Yusuf Ziyâ, babasından bahsederken, babasına olan hasretinin hissî telkini İle çok hassaslaşır ve söıaîerini şöyle bitirir: «Bir kere eli kallonadı bana. Bir kere öfke ile bak­ madı gözlerime... Bir kere kaşları çatılmadı dargın dar. gın.-.^ (Y .Z.O rtaç, Bizim Yokuş, Akhaha yay., îst., 1966, s. 344.) Babasının bn yumuşaklığı, şâirin sanat hayatında oldukça etkili olacaktır.


ni istediği için- Kuzguncuk'taki Alyans îzrailit Mektebi'ne altı yıl kadar devam etti. Yusuf Ziyâ, babasının tesirinde kalarak mühendis olmak istiyor, hesap ve hendese (matematik ve geometri) derslerinde çok başarı gösteriyordu O . Yusuf Ziyâ, hesap hendese derslerinin rüyalarını süs­ lediği bir dönemde (13 yaşında) komşu kızı Zekiye içir, bir şiir yazar : «Zerre kadar kalmadı bende tâkat Gece gündüz ağlatıyor bak hasret Yetiş imdâdıma benim ey âfet Hicranınla ağlıyorum merhamet.» 0 Bu dörtlük b ir akrostiştir. Bu dörtlüğün özelliği, mısrâlarmın ilk harflerinin bir araya getirilmesiyle, eski yazıya göre «Zekiye» isminin ortaya çıkmasıdır. Yazıl­ dığından 28 yıl sonra şâirin hâfızasmda kalan bu dört' lüğün hiçbir edebî değeri yoktur. Bu dörtlük, sadece, şâirin edebî hayatım süsleyen küçük b ir nükte hüviye­ tindedir. Yusuf Ziyâ'nın yazı hayatına ilk adım atışını yine onun kelimeleri ile ifâde etmeye ça lışalım : «Adımı bir (4>

(5)

t. Hikmet Ertayîan, Yusuf Ziyâ’nm «Sûret-4 husûsiyede evde ders görmüş» (bakınız dipnot 2) olduğunu söylemeî;:-ted'ir. Aynı bilgiyi Yedigün dergisindeki yazı ile M. B. Yazar da doğrulamaktadır; ancak, Y. Ziyâ’nm bahsettiğine göre («Mühendis olacaktım. Husûsi hocalar evde bana he­ sap hendese okutuyordular. Çok seviyordum bu dersleri». Yusuf Ziyâ Ortaç, «Nasıl Şâir Oldum?», Aydabir Mec., y.2, nu. 12, 1 Eylül 1936, s. 17.) evdeki dersler matematik ve geometri, üzerinedir. Edebiyâtla, şiirle alâkası olmayan bu derslerin, pek tabiîdir ki, Yusuf Ziyâ’nm şâirli|i İle İlcisi yoktur. Yusuf Ziyâ Ortaç, Aydabir Mec., a.g.y.


gazete kâğıdının üstünde ilk görüşüm 1912’dedir. Vefâ İdâdisi'nde öğrenci idim o zaman, 121 Yusuf Ziyâ Efen­ d i... İki yapraklı küçük boy bir gazete çıkardı o gün­ lerde : Fen..» (®). "Vusuf Ziyâ, Fen isimli haftalık küçük gazetede im­ zasını ilk defa bir matematik problem inin çözümünün al­ ım da görmüştür. îlk heyecanlarını matematik dersle­ rine hasreden ve hayallerini mühendislik hülyaları ile süslej'-en Yusuf Ziyâ, bu gazeteye o yıllarda çok önem vermektedir. Vefâ îdâdisi'nde talebe iken bir inat uğm na edebi­ yat derslerine çalışmış, edebiyat hocası Süleyman Şev­ ket Bey'in takdirini kazanmayı başarmıştı. O günlerde sınıfta edebiyat derslerinin birincisi Selâhaddin isimli bir öğrenci idi. Yusuf Ziyâ, çalışkanlığı ile sınıf arkada­ şı Selâhaddin'den birinciliği almıştı O . Yine aynı yıllar­ da, Hüseyin Câlüd ile Ali Kemâî arasında Meşrûtiyet'in ilânından sonra geçen kavga sebebi ile sınıf arkadaşı Abdüsselâm’la tartışan Yusuf Ziyâ, bu hareketi yüzün­ den okul idâresi tarafından cezâİandırılmıştır (®). Zira, o yıllarda Hüseyin Câhid'in bütün yazılarım okuyan Y u­ suf Ziyâ, Ali Kemâl'i savunan Abdüsselâm ile muhakkak tartışacak ve hayranı olduğu Hüseyin Câhid’i müdafaa edecekti. Yusuf Ziyâ, Vefâ îdâdisi’nde öğrenci iken sınıf ar­ kadaşlarından ikisi ile oldukça samimi ilişkiler içerisinde^/di. Bu arkadaşlarından biri. Akbaba, Aydabir, Çı­ tı gibi dergilerde yazılarını neşredeceği ve uzun yıl(6) (7) (8)

Yusuf Ziyâ Ortaç, Bizim Yokuş, Akbaba yay., îst., 1966, s.8 Yusuf Ziyâ Ortaç, a.g.e. Yusuf Ziyâ Ortaç, Portreler, AJîbaba yay., İst. 1960, s. 40.


iar arkadaşlık yapacağı Peyâmi Safâ, diğeri eski Millî Eğitim bakanlarımızdan Haşan Âli Yücel idi 0 . Yusuf Ziyâ'yı çok fazla etkileyen b ir başka şâir da­ ha vardır ki, o yıllarda, bu şâirin Elhân-ı Şitâ’sım gün­ lerce dilinden düşürmedi; Yusuf Ziyâ, Cenab Şehâbeddin'i Servet-i Fünûn M ecm uasında tanımıştı. Bu dergi' nin de etkisi ile hayatında yepyeni b ir dönem açılan Yu­ suf Ziyâ artık bir «edebiyat delisi» oldu; kendi kendine kulak dolgunluğu, ile aruz veznini kullanarak şiirler yaz­ maya başladı. Yusuf Ziyâ'nm şiire, edebiyâta olan merakınm bir tutkuya dönüşmesinden itibaren, Servet-i Fünûn'dan baş­ ka, diğer edebiyât dergilerini de heyecanla takip ettiğini görüyoruz : Devrin tanmmış yayın organları olan Rübab, Şehbâî, Genç Kalejııler, Yusuf Ziyâ tarafından okunu­ yor, bu dergilerdeki şiirler taklit ediliyordu. Yusuf Ziyâ' mn edebî hayatının bu merhalesini, tarih itibariyle 1910, İ91Î yıllarındaki edebî hareketlerin meydana getirdiğini bilmekteyiz Zamanın tanınmış dergiierİRden olan Rübâb'da, Hâîîd Fahri, Selâhaddin Enis, AU Nâci, Hakkı Tahsin, Şe* habeddin Süleyman gibi yazarlar, eski edebiyâtı devam ettirmek istej^enlere karşı çıkmaktadırlar. Rübâb'ı oku­ yan Yusuf Ziyâ, en çok Hâlid F ahriyi beğenmektedir* Daha sonraki yıllarda Hâlid Fahri'nin de içinde bulun­ duğu «hececiler» "rubuna katılacak oîan Yusuf Ziyâ, ay~ m zamanda Hâlid Fahri ile ço k şiddetli kavgalar edecek ve bu kavgaların bir kısmını edebî dünyaya aksettirecektir (” ). Yusuf Ziyâ, şâirliğinin bu ilk senelerinde Hâlid Rİn şu beytini dilinden düşürmez : (9) <lö) (11)

iO

Yusuf Ziyâ Ortaç, a.g.e., s. 189. Yusuf Ziyâ Ortaç, Aydabir Mec., a.g.y. Aşağıdaki yazılar sözkonusu kavgalar iîe İlgilidir: Yusuf Ziyâ, «Hafta Musâhabesi: Kardeşim Kâlid Fahri»


«Ayakiannıda çankîar, elim de değnek Sükût içinde yürürdüm semâyı dinleyerek» 19H yılında Selanik’te yayınlanan Genç Kalemler Dergisi, Yusuf Ziyâ'nın ileride savunacağı Millî Edebiyât, Millî Lisân davalarını anlatıyor; ancak, genç Yusuf Zi* yâ yı şim dilik aruz vezni ilgilendiriyordu. Hececilerden Orhan Seyfi ve Enis Behiç’in de yazıiarmı yayınlayan Şehbâl Dergisi, Yusuf Ziyâ'nm ilgi ile okuduğu dergilerden b ir id ir ; genç şâir, kendi ile mute­ ber olan şâirlik şöhretini duyurmak istemektedir. Bu amaçla Rübâb ve Şehbâl dergilerine ilk şiirlerini gönde­ rir fakat şiirler her iki dergide de yayınlanmaz. İ914 yıhnda Hâiid Falıri, Ali Nâci, Haşan Tahsin gibi yazarlarm devamlı yazılarını neşretmek gâyesiyle bir dergi ya ym lan ır: K elıkeşas... Aym yıi düzenlenen bir şiir yanşm asm da Yusuf Ziyâ'nm b ir şiiri birinci seçilir. Şâirin Kehkeşan’da birincilik kazanan şiirinin Ismim tam olarak hatırlayamadığını; hatıralarının b ir kısmmda bu şiirin adını «K ış» olarak,^ b ir başka yerde ise şiirin adınt «Gün» olarak ka>^dettiğini bilmekteyiz

(12)

Şâir Mec^ c. 1, nu. 14, 13 Mart 1919, s. 205-206; Çimdik, «Nedims-, Şâir Mec., c. i, nu. 6, 16 Kânûn-ı Sân! 1919, s. 92-93.; Yusuf Ziyâ, «Hafta Musâhabesi; Tornistan», Şâir M ec, c. 1, nu. 7, 23 Kânûn-î Sânî 1919, s. 97. M.B. Yazar'ın adı geçen iKiynaktan verdiği bilgiye göre Yusuf Ziyâ’nia Kehkeşan’da yayınlanan ilk şiiri «Gün» isimli aruz İle yazılmış İDİr şiirdir. İbnü’l-Emin M .K . inal, «Balkan Harbi’nin çıktığı gün» neşredilen bu ilk şiirin adım zikretmez. Yusuf Zİyâ’nın 1936 yılında Aydabir dergisinde yayınladığı ya2ida şöyîe denilmektedir: «Derken yeni bir mecmua daha doğuyor: Kehkeşan... Başında Hâlid Fahri, Hakkı Tahsin, Ali N âd var. Bir edebiyât müsâbakası açmış. Gün isimli bir şiirle müsâbakaya giriyorum. Son mısra hatıranda kalm ış:

İİ


Kehkeşan'daki şiir yarışmasının sonucunda Hâlid Fahri, Yusuf Ziyâya b ir boyunbağı hediye eder. Yusuf Ziyâ bu olayı hatırlarken şu cümle ile, şâirliğin -bugün de olduğu gibi- geçim sağlanabilecek b ir meslek olm a­ dığım, îmâ etmeye çalışır : «Bundan yirmibeş yıl evvel Hâlid Fahri'nin taktığı bu boyunbağı, beni b ir yular gibi, hâlâ bu nankör yolda sürüklüyor» Yusuf Ziyâ, artık şairliğini ispat etmiştir. B ir süre sonra İçtihad D ergisinin saliibi Abdullah Cevdet Bey'i© tanışır, îçtihad Mecmuası na şiirler göndermeye başlar, her çarşamba İçtihad'm edebî toplantılarına katılır. Bal­ kan Harbini konu alan ikinci şiiri bu dergide yaymlanır, Yusuf Ziyâ'nın, İçtihad D ergisinin toplantılarına ka­ tılmasından sonra bu mecmuada aruz vezni ile yazılmış şiirleri yayınlamaya başlar. Bu şiirlerden en dikkate de­ ğer olanı Tekke-İ Şitâ'dır. TEKKE-Î ŞİTÂ «Giyer eşcâr b ir külâh-ı beyaz; Deyr-i meşcerede zikreder her ağaç! Çıi'pımr bâzı b ir enîn-i niyaz; Kumlar üstünde vâz eder b ir genç. Karlı yollarda şeyh4 bâd ağlar; Nemli gözlerle hep bakar encâm! Sallanır kâh nâra-i rüzgâr; Dest-i zulmette ay b ir eski kudüm! «Saray-ı ufka ayak bastı bir ziyâ kralı:^. Şâir, aynı olayı, Bizim Yokuş’ta şöyle anlatır: «Kehkeşan ilk sayısında bir Şiir müiîâbakası açmış. Hemen o gün bir manzumemle bu yarışmaya katıldım. Adı « K ı^ tı. (s. İ4) (13) Yusuf Ziyâ Ortaç, Aydabir mec., a.g.y.

12


Servler şimdi b ir mürîd-i zaîf; Buzlu dallarda b ir gümüşten ney; Duyulur bâzı b ir bükâ-yı hafîf. Bâzı b ir of, bâzı b ir hey hey! Takkeler giymiş ihtiyar dağlar; Her kovuktan çıkar bir âh-ı hazîn; Gömülürken mezâr-ı berfe bahar Rûhuna rüzgâr okur 'Yasın'». (îçtihad, c. 5, nu. 122, 20. Teşrîn-i Sânî. 1330/19I4, s. 400) Şiir, aruzun fâilâtün (feilâtün), mefâilün, feilün (fa’ 1ün) kalıbı ile yazılmıştır. Yusuf Ziyâ, Tekke-i Şitâdan evvel İçtîhad D ergisinde şu şiirlerini yayınlam ıştır: «Ümîd Öldükten Sonra» (nu. 103, 24. Nisan. 1330, s. 59), «Derviş» (nu. 103, 29. Mayıs. 1330, s. 154), «Aşkın Hilka­ ti» -Ömer Seyfeddin’e İthaf- (nu. 116, 24. Temmuz. 1330, s. 400401), «Kan Bayram ı» -Nişanlısına îthai:- (nu, 121, 6. Teşrîn-i Sân. 1330, s. 337). İçtîhad’ta yayınlanan şiirler ve bilhassa Tekke-i Şitâ, Yusuf Z iy a yı şâir olarak kabul ettirmiş ama, onun şiir vadisinde henüz yolu çizilmemiştir. Nitekim Bebek’ te yeni b ir eve taşınmaları ve Rızâ Tevfik ile komşu ol­ malarından sonradır ki, Yusuf Ziyâ’nm Ziyâ Gökalp'a giden yolu açılmıştır. Rızâ Tevfik, Ziyâ Gökalp ile tanışması için. Yusuf Ziyâ'yı Bilgi Yurdundaki b ir toplantıya götürür. Orada Orhan Seyfi, Ali Cânib, Enis Behiç, Celâl Sâhir, Ömer Seyfeddin ve daha pek çok genç yazar, Yusuf Ziyâ’nın «büyük m ürşid» olarak kabul ettiği adamın huzurundadırlar; Ziyâ Gökalp, onlara, hece vezni ile yazmalarm ı tavsiye etmektedir. Ertesi hafta Yusuf Ziyâ, hece vezni ile yazılmış «Ge­ cenin Ham am ı» isimli b îr şiir ile toplantıya gelir. Türk

13


Yurdu dergisinde yayınlanan bu şiir, Yusuf Ziyâ'ya bir altın lira kazandırmıştır 0^). g e c e n i n HAMAMI «Ayın beyaz eli soyar esvabını karanlığın. Çıplak kalır bahçelerde gam gömlekli koruluklar. Gece yıkar saçlarını deresinde bir ışığın Ufku sarar bir sırmalı peştemala esen rüzgâr...

Parlar ,gümüş b ir tas gibi semâlarda yanan kamer. Bu kubbede pencereler ışıldayan rüzgârlardır! Esatiri havuzlarda çıplak, pem be kızlar yüzer; Ak saçmdan sonra kamer köpüklere nûr akıtır. Sâhillerin kucağında fıkırdayan deniz yatar. Kayaların kurnasında şarkı söyler bâzen rüzgâr. Sonra koşar ayağında yıldızların nalınlar Küçük çapkm dalgacıklar bir aşağı, b ir yukan.» (Türk Yurdu, y. 3, c. 6, nu. (69) 9, 29. Haziran. 1330/1914, s. 2277.) 1915 tarihinde Vefâ îdâdisi'nden mezun olan Yu­ suf Ziyâ, Dârü'l-Fünûn’da b ir imtihana girerek İzmit Sultânîsi’nde edebiyat öğretmeni olmaya hak kazanır; 1916’ da da Galatasaray Sultânîsi’ndc edebiyât öğretmenliği yapar. Yusuf Ziyâ, «Bfnnaz» isimli üç perdelik manzum bir oiyes yazmış, hece ile manzum piyes yazma yolunda Mil­ lî Edebiyât dönemine önderlik edenlerden biri olmuş­ tur. Binnaz, 7. Nisan. 1917 tarihinde Dârü’l-bedâyî sah­ nelerinde oynanmış ve büyük takdir kazanmıştır. 1916 yılında şâirin ilk şiir kitabı olan «Akmdan Akı­ na» yayınlanır. Devlet tarafından ısmarlanan ve şâirine {14)

Nüzhct Hâşim. Milli Edobiyâta Doğru, îst., 1917, a. 138 (y.y.y.)


ikiyüzylrmi lira kazandıran bu kitap, yirm iiki şiirden müteşekkildir. 1917 yiimda «Cenk Ufukları» isimli şiir kitabm ı ya­ yınlayan Yusuf Ziyâ, bütün gücü ile, savaşan orduya ve millete mânevî güç vermeye çalışmaktadır. Yusuf Ziyâ, 1918 yılından itibaren hiciv şiirleri yaz­ dı. 1918 yılı şâirin yaym cıbk dönemine de giriş senesi­ dir, bu yılda «Şâir» isimli b ir dergi yayınladı (12. Âraiık. 1918); yine aj^nı yıl, «Diken» dergisinde «Çim dik» mahlası ile şiirler yazdı. 1919 yılında «Şen K itap» adı altmda hicvî ve mizâlîî şiirlerini yayınladı. Şen Kitap'taki şiirlerin en önemli özelliği, devi'in sosyal ve idâri hayatını, bilhassa İstan­ bul u, mizahî ve hicvî b ir bakış açısı ile şiirleştirmele­ ridir ; bu manzumeler, şiiriyetten uzaktır. Kitapta yirm i şiir vardır ve tamamı 44 sayfadır (’®). Şâirin 1919’da yayınlanan bir başka şiir kitabî Âşık­ lar Y olu ’dur. Bu kitapta yirmi şiir b ir araya getirilmiştir. 20 Mart 1919 tarihinde pai'asızlık sebebi ile Şâir Mecmuası'sınm yayın hayatı sona' erer. Şâir’den sonra İnci ve Büyük Mecmua’da şiirlerini yayınlayan Yusuf Ziyâ, nihayet 1922 (7, Kânûn-ı Ev\'el. 1338)’de Orhan Seyfi ile birlikte Akbaba isimli mizah mecmuasını çıkardı; «Çim dik» ten sonra «îz ci» mahlâsmı da bu dergide kul­ landı. Cumhuriyet devrinin başlangıcındaki mizahî dergi ge­ leneğinin temel taşlarından sayılan Akbaba, Yusuf Ziyâ'(15)

M .B. Yazar adı geçen yazısında Şen Kitap'ı şöyle anla­ tır r «Şen KiUp, Haliç ve Kadıköy iskelelerinden, dünkü ve bugünkü hanımlardan ve mebuslardan, e^lU ve yeni düğünlerden, şâirlerden ve bazı paşalardan bahis açan bir kitaptır».

15


nın sanatkârlığını törpülemiştir. Y usuf Ziyâ, üm it vaat* eden b ir şâir iken, zekasını ve hayallerini, mizahî ya­ zıların birikim kaynağı olarak kullanmış ; böylece, şa­ irlik mesleğinde ileri gidememiştir. Yusuf Ziyâ, 1927-28 yıllarında tkdam Gazetesinde «Perde», 1932-33 yıllarında Cumhuriyet Gazetesinde «Akisler» başlıklı yazılarını yayınladı. Yusuf Ziyâ’nın 1928 yılında, içinde 41 şiiri bulunan «Yanardağ» isimli şiir kitabı yayınlandı. Yanardağ, şâ­ irin şiirlerinden yapılan b ir seçmedir, burada yayınlanan şiirlerin büyük b ir kısm ı daha evvel yayınlanmıştır, Yusuf Ziyâ, 1935 yılında Orhan Seyfi ile beraber «Aydabir» adlı dergiyi yayınladı. 1937'de kapanan bu dergiden başka 20 Mart 1935 tarihinde yine Orhan Seyfi ile beraber «H eray» adlı dergiyi çık a r d ı; Heray, sanat, iktisat ve siyâset dergisi idi. Yayın hayatımızda Y usuf Ziyâ ile Orhan Seyfi'den daha çok mecmua çıkaran iki ortak, iki bacanak ve dost şâir daha yoktur. Bu iki arkadaşın «Fiske»leri, «Çimdik»leri, yıllarca erbâb-ı mizah tarafından kabul gör­ müş, takdir edilmiştir. İbnü'l-Emin, bu iki şâiri şöyle vasfediyor; «...O rhan Seyfi ile Yusuf Ziyâ, güzel bir beytin iki mısrâına benzerler. Mâlûmdur ki, her mısrâ, yalnız başına mânâyı itmâm edemez, ik i mısrâ yan yana gelince mânâ da meydana gelir. Fakat Ortaç ve Orhon öyle mısrâlardır ki, mânâyı ayn ayrı itmâm edebilir­ ler» (’®). 1938 yılında Yusuf Ziyâ b ir şiir kitabı daha yaym1ar: «B ir Servi Gölgesi» ... Bu kitapta en fazla işlenen tema ölümdür. (16) tbnü’l-Emin M.K. tnal, 16

s. 286.


Orhan Seyfi ile birlikte çıkardıklan «Çmaraltı* isim­ li dergide uzun süre yazı ve şiirlerini yayınlayan Yusuf Ziyâ, derginin 71. sayısında Çmaraltı’dan ayrıldı; bu sıralarda Alman Sen Jorj okulunda edebiyat Öğretmen­ liği ve Sular îdâresi'nde Meclis üyeliği görevlerini ifâ etti. 1946 -1954 yıllarında iki dönem Ordu milletvekili olarak parlamentoda görev aldı. 1962 yılında son şiir kitabı oîan «B ir Rüzgâr Esti» yayınlandı. Bu tarihten ölümüne kadarki yayın hayatını Akbaba'da sürdürdü. Yusuf Ziyâ, 71 yaşında iken, 11 Mart 1967 tarihinde îstanbul’da hayata gözlerini k a p a d ı: Zincirlikuyu me­ zarlığına gömüldü.

Yusuf Ziyâ, aruz vezni ile yazdığı ilk şiirlerinden sonra Ziyâ Gökalp'm etkisiyle, hece veznine dönmüştür. Hece vezninde yaymlanan ilk şiiri Türk Yurdu'nda neş­ redilen «Gecenin Hanfâmı»dır. Vasfi Mâhir Kocatürk tarafmdan 1936 yılında yavınlanan Yeni Türk EdebiyâU isimli eserde (s. 6 4-65), Gecenin Slaıaamı isimli şiir hareket noktası olarak ka­ bul edilmiş ve bu şiirin şâiri bir hayli hırpalanmıştır. Vasfi Aiâhir şÖyle demektedir : Yusuf Ziyâ nm îirızmi, Orhan Seyfi’den daha az fa■•at hayâli b ir parça geniş gibi. îik şiirlerinde istidada benzer bir şey göze çarpmıştı. Gecenin Hamamı pek de fena değildi. Fakat ne çare ki, m odern şâirlik hayâlle değil külıLirle oluyor. Bunun için Yusuf Ziyâ da bu mevzûlarda genişleyemedi, bilakis gittikçe zayıfladı lisânı düz­ 17


gün, vezni kafiyesi yerinde, şiir ruhu eksik yazılar yaz­ maya b a şla d ı: «Şehzâde başından önce rast gelir Sonra Kuşdili'nde b ir adres verir. Gönül dayanmaz bu iftirâka Bir gün buluşarak giderler parka...» Yukarıda Vasfi Mâhir’in iktibas ederek iddialarına örnek gösterdiği kıt'a, Yusuf Ziyâ’nm fantezi şiirleri gru­ buna dahil edilmesi lâzım gelen b ir parçadır. Bu tek kıt'a ile bir şâirin sanatçı kişiliği hakkmda pek fazla söz söylenemez. Vasfi Mâhir’in fazla mübalağa yaptığı gözden kaçmamaktadır. Bunun yanı sıra, Nüzhet Hâşim de, Yusuf Ziyâ'dan bahsederken, şâiri göklere çıkarmakta, objektifliği elden kaçırarak hissi davranm aktadır: Yusuf Ziyâ, «hece veznine başka b ir ahenk, başka bir üslup veren gençlerin birincilerindendir. Eğer husû­ sî hayatında, sanatını sevenleri m ükedder eden muva­ zenesizlikleri olmasaydı, bugün hiç şüphesiz Millî Edebiyât'ın bir muhterisi tanınacaktı. Lisânı son derece sağ* lanıdn\ Kafiyeleri zengindir. Hayâlleri de ekseriya pek güzeldir. Ara sıra mutarrid ve muayyen tasvirler yapı­ yorsa da, zaman geçtikçe, bunları genişleteceği üm id edi­ lebilir. Vaktiyle îçtihad risâlesinde aruz vezniyle yazdığı birkaç parçası hiç de nazar-ı dikkati ceibetmemişken, sonraları hece vezniyle yazıp Türk Y urdunda bastırdığı «Gecenin Hamamı» manzûmesi derhal kendisine b ir mev­ ki verdirmiştir. Bu hâl, o zamâna kadar işlenmemiş olan hece vezninin san’atkâr elinde ne kıymetli b ir nazım aleti olabileceğin i; sahibine neler kazandırabileceğim,ı de ispat eder» <İ7)

Nüzhet Hâşim, a.g.e., s. 130,


Her iki yazarın fikirlerinden sonra Yusuf Ziyâ'nın sözlerine kulak verirsek, zaten onun, kendisini şâir ka­ bul etmediğini görürüz. «B ir Rüzgâr Esti» isimli kitabı­ nın önsözünde Yusuf Z iy â : «Ben şiirin en iddiasız ada^ mıyım. O büyük işe benim gücüm yetmez. Yıllardır yeni denemelerle kendimi zorlamayışımın sebebi budur ve gü­ zel şiire, büyük şiire. Tanrısal şiire duyduğum erişilmez saygıdır» demektedir. Yusuf Ziyâ’nın manzûmelerindeki şiiriyet zaafı or­ tadadır. Bununla beraber Yusuf Ziyâ'nın dili, hececiler grubundaki şâirlerin hepsinden daha kıvrak, manzumegrubundaki şâirlerin hepsinden daha kıvrak, manzûme­ lerindeki espri ve hayâl gücü daha fazladır; gerek Yu­ suf Ziyâ’da ve gerek bu dönemin hececi şâirlerinde konu ve tema (sınırlı konu) yönünden bir fakirlik görülür. tsm âil Hikmet Ertaylan b u husustan bahsederken şöyle söyler : Bu dönemde, «gençlik mevzû ve şiir itibariyle daha bariz b ir m evcudiyet gösterememiştir. Bu da, Önlerinde b ir rehber (...) dimağlarında bir niefkûre olamamasın­ dan ileri geliyor. Lisân itibariyle sadeleşen ve güzelleşen edebiyât, bu son devrede mevzû, ilham, hissiyat itiba­ riyle kurulaşmış, zayıflamış, sathîleşmiştir» (’^). Ertaylan’ın, Yusuf Ziyâ'nın ve o devrin şiirlerini sathî olarak kabul etmesi, birçok ilim adamı tarafından söylenen sözlerin paralelindedir; ancak, Yusuf Ziyâ'ya ve diğer hececilere önder olan Ziyâ G ökalp'ı rehber ka­ bul etmediğini söylemesi, tartışmaya açık b ir iddiadır. Bu dönem in hececilerinde ve Yusuf Ziyâ'da hiçbir ön­ derin varlığını ve etkisini kabul etmemek son derece yanlıştır. <l&)

Ism&il H, Ertaylan, a.g.e., s. 321.

19


Ertaylan’m iddialeınna Yusuf Ziyâ'nm ifâdeleri ile cevap verilebilir : «Kalemi elimize aldığımız gün, Ziyâ Gökalp'ı kar* şımızda bulduk. O bizim mürşidimizdi. Sesindeki veli' kudretine inanmıştık.» «Hece vezinin gizli kalmış şekillerini ondan aldığı­ mız ilham ile arayıp bulduk. Türk esatirine, Dede Korkud masallarının hâzinesine, onun izinden yürüyerek ka­ vuştuk. Halk Edebiyâtı'ndaki millî m otifleri, onım ir­ şadı iie aradık» (’®). Yusuf Ziyâ'nm ve diğer hececilerin, Ziyâ Gökalp’t önder tanımaları ve kafalarında «m illî olm a» gibi bir idealin bulunması, Ertaylan hocanın iddialanm çünitTiektedir. ** (Î9)

Yusuf Ziyâ Ortaç, «Türk Edebiyâti Nasıl ve Niçin Bir Buhran Geçiriyor?», Çınaraltı Mec., nu. 1, 9 Ağustos 1941,, S.I3.

Yusuf Ziyâ, sadece nesirlerinde değil, şiirlerinde bile reh­ berinden bahsetmiştir. 1919 yılında yayılanan «Şen K itaj^ Jük'i «Şair» isimli şiir buna örnek teşkil etmektedir: Mecmualara Dâir: Şâir «Geldi matbûaLa bir yeni civân, Mefkûresi hâşâ îıuzûrunuzdan Parmak hesabıyla şiir yazmakmış! Aruza bir derin mezar kazmakmış! Ne kadar yamandı o ^şm akale, Îîisanı sokuyor zorla vebâle! Ziyâ Gökalp Bey’e veriniz haber, Vaktiyle bunlara olmuştur rehber!

(Yusuf Ziyâ, «Mecmûalara Dâir: Şâir», Şen Kitap, îcanâ&îr Matb.. îst., 1919, s. 32)

20


YUSUF ZİYÂ'NIN İLGİ MERKEZLERİ Yusuf Ziyâîu n şiir vadisiiîc girerken okuyucuyu exİdleyen unsurların dört maddede toplandığını görürüz : Tabiat, kadın, romantik tarih anlayışı ve bohem hayat... ■Şiirlerde görülen bu dört unsurun, dört kefesi olan bir mizah terazisinde tartılıp okuyucuya ulaştırılması ise, dikkate değer bir başka n ok ta d ır; tabiat, kadın, roman­ tik tarih anlayışı ve bohem hayat, Yusuf Ziyâ’nm şiir­ lerinde dört çeşit ışık kümesi meydana getirirler, bu ışık ‘demetleri, mizahın aynasından yansıyarak okujoicunun hislerine tercüman olmaya çahşır. Yusuf Ziyâ'nın ilgi merkezlermden birinci basamağî, tabiata olan bağlılık duygusu şeklinde tezahür eder; •onun şiirlerinin büyük bir çoğunluğunda tabiata dair mesajlar vardır. Yusuf Z iyân m Cenk Ufukları isimli kitabı, kahra­ m anlık duygularını terennüm eden b ir risale ve aynı za­ manda, b ir tabiat risalesidir. Kitabın ilk şiiri riian «Şe­ hidin Kalbi» şöyle başlar : «B ir köpüklü deniz gibi gÖk bembeyazdı Gün batarken bulutlara bir destan yazdı : Çöktü karlı dağlara yer yer karartılar; Uçuşuyor enginlere doğru martılar. Fırtınalar ugulduyor şimdi derinda Mâcerâlı Çanakkale sâiıülerinde.» Aynı kitabın dördüncü şiiri, yine tabiatı na-onederck ası] konuya girer : «Gözleriyle dinliyor engin karanlıklan Rüzgârlarda barut, ölüm kokusu a r a r ; Karşı dağın üzerinden yükselen san Donuk yüzlü aydan gizli b ir haber sorar!» (Gece Nöbetinde)

21


«Kafkas'ta Kalanlara» isimli şiirin girişinde de, şâir, tabiatın o münbit zemininden medet beklemektedir: «E y yüksek dağlann karlı göğsünde Ebedî uykuya dalan yiğitler! Bir gecenin elinde b ir sedef yelpaze. Ölgün sular gök halkm m rûyâlı yurdu... Şâirin çok tanmmış şiirlerinden biri «N öbetçi ve Y ıldız»dır P ). ism inden de anlaşılacağı üzere, şiirin tabiatla doğrudan ilgisi, anafikre ışık tutacak kadar kuvvetlidir. Şâir bir tabiat tasviri ile şiire b a şla r: «Sükûn indi karanlıktan yorgun denize. Ufuklarda uğuldayan rüzgâr uyudu. Bir gecenin elinde b ir sedef yelpaze, Ölgün sular gök halkının rûyâlı yurdu... Yukarıdaki iktibaslara dikkat edilirse tema veya anafikir ne olursa olsun, şiirlerin girişi bir nev'i tabiat tasviri ile başlar. Şâir, öncelikle tabiatın -kendi rûh hâ­ linden akseden- parçalarma şiiriyet kazandırmaya çahşır. Bu özelliği ile Yusuf Ziyâ, kaside, gazel gibi na­ zım şekillerini tabiat tasviri perspektifinden nakleden Dîvân Edebiyatı şâirlerine yaklaşır. (20)

n-y

Bu şiire ait bir iki noktayı Yusuf Ziyâ’nın ifâdeleri Ile anlatmaya çalışalım: <^0 günlerde (1915) Türk Yurdu'nda çıkan bir şiirim (Türk Vurdu, c. 9, nu. 7, Kânûn-ı Evvel. 1331, s. 2839) Nöbetçi ve Yıldız, beni, ondokuz yaşımda mek­ tep kitaplarına geçirivermişti. Bunu, Hammer tarihini dili­ mize çeviren Nuruliah Ataç'ın babası Mehmet Ata Bey'e borçluyum. Ortaokulların, liselerin tek antolojisi, ‘ tktitafa benim Nöbetçi ve Yıldız’ı da almıştı. Artık öğrencilerin ez­ berlediği. törenlerde okunan bir şâir olmuştum. (Bizim Y o­ kuş, s. 33)


Yusuf Ziyâ'm n ilgi merkezlerinden İkincisini, be­ şerî aşkın odak noktası olan kadın m otifi teşkil eder. Üçüncü m otif ise romantik tarih anlayışıdır. Bu iki bahis, kitabımızın ikinci bölümünde «Beşerî Aşk» ve «Ta* rih Şuuru» başlıkları altında uzun uzadıya incelenmiştir. Şâirin dördüncü ilgi merkezi olan bohem hayatı, uçarı gençlik duygularının nazmedildiği kaynaktır. Bu şiirlerinde »sorumsuz, vurdumduymaz, zevk ü safâya düş­ kün bir insanın ruh hâli sergilenir: «GÖNÜL YOLCUSU» «Kendimden uzaklaştım. Hayâlime yaklaştım İçim neş'eyle doldu!.. Gecesi sanki gündüz Dağları bile dümdüz Ne hoş bu sevda yolu!.. Âşığım bilmem kime? Elbette sevdiğime B ir gün kavuşacağım!.. Geziyorum serseri Bu şâirlik eseri; Gözümde hiç bir şey yok ... Sen her şeye bedelsin, Bırak kalbimi delsin Ey aşk ,o sihirli ok.» (Dördüncü Kitap, (Şiir-Hikâye-Temâşâ), Ahmed İhsan ve Şürekâsı Matb., İst., Nisan 1336/1920)

23


Yusuf Ziyâ, bohem hayatı şâirliğin mütemmin cüz’ü oiarak gören şâirlerin içinde kabul edilmektedir (2^). Bo­ hem hayatı işleyen yukarıdaki iki manzûme, şiiriyetten uzaktır. Bu manzûmelerde, bohem hayatın içindeki be­ şerî aşkın ve sorumsuzluğun, hiçbir ciddi endişeye ve bediî tefekküre yer bırakmayan dünya görüşü nazmedilmiştir. Bu tür manzum eserler, Nüzhet Hâşim'in de belirttiği gibi, şâirin, dengesiz rûh hâlleri yaşadığı za­ manlarda kaleme almmış olm alıdır ( ^ . En iyimser bir ifâde ile, bu manzumelerin, Yusuf Ziyâ'daki muzip ta­ rafı, mizah anlayışını ortaya koyduğunu söyleyebiliriz Yusuf Ziyâ'm n ilgi merkezleri konusunda sonuç ola rak diyebiliriz k i ; şâir, gönlüne dolan ilhamı, kadın tut kusu, romantik tarih kabulü ve bohem hayatın verdi, uçarılık ile süsleyerek, fikirlerini, duygularını ve hayal lerini nazmederken, tabiat temasını da yardıma çağı r ı r ; böylece onun şiirinin ana hatları ortaya çıkmış olur Yusuf Ziyâ, bu dört temel yorum anlayışını, mizahm perspektifinden okuyucuya aktarmıştır. Bunun yanı sıra, sosyal hayatı konu edinen mesajların bir kısmının, aile­ ye bağlılık duygusu ile şiiriyet kazandığı da g ö rü lü r; «Evim » adı ile yazılan şiirlerin çokluğu, şâirin bu ilgi merkezini de ortaya çıkarır. (21)

Yusuf Ziyâ’mn bohem yaşamaya oîan düşkünlüğünü Tâhir Alangu şöyle belirtir: «Hikâyeci Ömer Seyfeddin, karısından ayrıldıktan sonra Münferid Yalı adı verilen bir evde tek başına yaşamaya başladıktan beri, evi âdeta bir edebiyât meclisi olup çık­ mıştı. Zaman zaman baskın verip bekâr evinin düzenini alt üst eden o günlerin bohem davranışlı öncü sanatkâr­ larından başka, Ahmed Râsim, şâir Sâlih Zeki, Yusuf Z i­ yâ (...) gibi kimseler de ona konuk olarak geliyorlardı», (Tâhir Alangu, Ülkücü Bir Y asana Romanı: Ömer Seyfeddin, May yay., îst., 1968, s. 316) Nüzhet Hâşim, a.g.e., s. 139.


YUSUF ZİVÂDA GÖRÜLEN ETKİLENMELER Zîyâ Gökalp'm Etkisi : Yusuf Ziyâ’nın sanat hayatındaki etkileyici rüzgârlann en şiddetlisi, hiç şüphesiz, Ziyâ G ökalp’tan gelmiş­ tir. GÖkalp, 1 9 ir d e Selanik'te Genç Kalem ler’in neşre­ dilmesinden sonra îstanbul'da b ir dizi konferans ver­ meye başlamış ve gençlere, Türk'ün târihini, töresini, edebiyatım, şiirini -bilhassa hece veznini- tanıtmak gibi bir büyük idealin gerçekleşmesi için çalışmalara koyul­ muştur. îşte bugünlerde, Yusuf Ziyâ da, büyük mütefek­ kir Gökalp'm talebeleri araşma girmiştir. Yusuf Ziyâ, o günleri şöyle an latıyor: Bilgi Dem eği, îçtihad evinin ikinci katında, Orhâniye Matbaası'nın karşısında idi. Rızâ Tevfik bana : — Seni Ziyâ Bey tanımak istiyormuş, demişti. Ziyâ Gükalp... Orada başka yüzler göreceksin, başka sesler duyacaksm... «Kapıdan içeri girdiğimiz zaman, içeride yeşil çuha örtülü, uzun b ir masa başında tek adam oturuyordu : Dolgım yüzlü, pos bıyıklı, yaygın b ir adam. Gömleğinin yakası ve kravatının düğümü, gerdaıun altmda kaybol­ muştu.» «Hayalimdeki dev, Ziyâ Gökalp, işte bu adammış». « ....................................................................... ».

«Ziyâ GÖkalp, üç dilden, Türkçeden, Arapçadan, Farsçadan karma bir dil yapılamayacağını anlattı... Ya­ zı dilinin konuşma dilinden aynim ayacağmı anlattı ve 'Anadolu'nun bHe, 'Karadeniz'in bile giremediği arûzun, bizim veznimiz olamayacağım anlattı». «Ertesi gün cuma günü Bügi D em eği’ne geldiğimin zaman, Orhan Seyfi’nin de, Enis Belıiç'in de, benim de


ceplerimizde hece vezni ile, güzel Türkçe ile yazılmış birer şiir vardı» p ) . Yusuf Ziyâ, Gökalp ile tanıştıktan sonra Gecenin Hamamı isimli hece vezni ile ilk şiirim yazmış ve o ta­ rihten sonra bir daha hece veznini bırakmamıştır. Yahya Kem âl’in Etkisi ; Yusuf Ziyâ'nm Akmdan Akma isimîi şiir kitabının aynı ismi taşıyan ilk şiiri ile Yahya Kemâl'in Akmcılar isimli şiiri arasında büyük bir benzerlik old u ğu n u ; Yu­ suf Ziyâ'nm şiirini yazarken, Akıncılar’dan etkilendiğini iddia etmek pek garip karşılanmasa gerek... Her iki şiiri yan yana getirerek bir kere okuyunca, Yusuf Ziyâ’nın üzerindeki etkiyi anlamak mümkün olacaktır. Önce Yahya Kemâl’in şiirini okuyalım : AKINCILAR «Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şen d ik ; Bin atlı, o gün, dev gibi bir orduyu yendik. Ak tolgalı beylerbeyi h a yk ırd ı; îlerîe U. Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kâfilelerle... Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan, Şimşek gibi, Türk atlarının geçtiği yoidan. Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla. Yerden yedi kat arşa kanatlandık, o hızla... Cennette, bu gün gülleri açmış görürüz de. Hâlâ o kızıl hâtıra titrer gözümüzde. Bin ath akınlarda çocuklar gibi şen d ik ; Bin atlı o gün, dev gibi bir orduyu yendik.» Yahya Kemâl Beyath (23)

26

Yusuf Ziy Ortaç, Bizim Yokuş, Akbaba yay., tst., 196S, s. 22-23.


Şimdi, Yusuf Ziyâ'nın Alcından Akına isimli şiirini okuyalım : AKINDAN AKINA «G ece bastı... Ova sanki bir kara zindan; Titriyordu yer. gÖk, adımların hızından! Serdar bakıp at üstünden, d e d i : î l e r i ! Bir ağızdan uğuldadı cenk türküleri. Yamaçlardan coşkun bir sel gibi boşandık. Bu illere eskiden de yine biz şandık 1 Geçtik Tuna kıyısından üç yüz akıncı. Bakışlarda âşikârdı ordunun h ın c ı! Uçlarından kan damlayan kılıçlar k ın sız; Tanrı öyle emretmiş : Türk durmaz akınsız.» Yusuf Ziyâ Ortaç Birbirine çok benzeyen bu şiirlerden Yahya Kemâl' in şiirinin, Yusuf Ziyâ‘nm şiirini etkilememesi imkânsız görünmektedir. Zira, şiirlerin isimleri (Akıncılar-Akmdan Akma), ve bazı kâfiyeler (tlerle-îleri) bile aynı kelime­ lerden oluşturulmuşlardır. Bu iki etki merkezinin yanında, Yusuf Ziyâ'da, Ah­ m et Hâşim’in, Orhan Seyfi'nin, Faruk Nâfiz’in, K öroğlu'nun, Rızâ Tevfik'in ve Enis Behiç'in etkileri de görü­ lür; ancak, bu etkiler uzun süreli olmamış, periyotlarla, kısa süreli ve geçici olmuştur. Yusuf Ziyâ'nm romanların­ dan, Üç Katil Ev isimli eserinde ise Necip Fâzıl'ın etki­ si kuvvetle hissedümektedir. (Bakınız dipnot 33'e). YUSUF ZİY Â ’NIN ŞİİRLERİNDE MUHTEVA A.

Yeni Edebiyâttaki Kavram K argaşası:

Millî Edebiyât'm meydana getirildiği 1910-1911 yıllarmda, Türk edebiyatındaki kavram kargaşası devam

27


etmektedir. Devam etmektedir diyoruz, çünkü, bu kanşîklığm başlaması Tanzimât-ı Hayriye’nin ilânuıa kadar uzanır. Tanzimat dönemi yıllarındaki (1839 ve sonraîd y ılla r ) kaside ve gazel, eskilerin kasidesi ve gazeli d e ğildir. Dîvân Edebiyâtı’ndaki sitayişler belki devam eder, ama, kasidelerin bünyesinde batıdan gelen kavramlar, edebiyâtımıza girmeye başlamıştır. îbrâhim Şinâsi Efen* di (1826- 1S71) Büyük Reşid Paşa’ya sitayişle hitabettiği kasidesinin bir beytinde şöyle dem ektedir: «Adi ü ihsânmı Ölçüp biçem ez Newtonlar Akl ü irfânmı derk eyleyemez Eflâtunlar» (2^). Görüldüğü üzere, Reşid Paşa'nın büyüklüğü, Newton ve Eflâtun'un yeteneğinde gizli olan mihenk taşma bakılarak anlaşılır; büyük Newton ve büyük Eflâtun da anlayamazlarsa, Reşid Paşa'nm büyüklüğü ortaya çı­ kar! Kısaca gulüv derecesindeki medhin sebebi, Reşid Paşa'nın iyi Osmanlı olduğu için değil, iyi Avrupalı ol­ duğu içindir. Servet-i Fünûn dönem indeki duırum kısaca şöyle özetlenebilir: Büyük bir çoğunluğu, sosyal şartlann ge­ reği olarak değiştirilen ve yerine tutarlı bir edebî ölçü getirilemeyen şiirimizin teknik ta ra fı; kavramların için­ deki dünya görüşünü sırtında taşıyan kelimeler, artık, altıyüz yılın kültür m irâsım aksettirecek yapı taşlan de­ ğildi (^). Servet-i Fünûn un b ir devamı sa5alan Fecr-i (24)

Mehmet Kaplan-tnci Snglnüîi-Birol Emil, Y m i Türk Edebiyâta Antolojisi, I, (183^1805), Edebiyât Fak.. Matb., 1974, s. 492. (25) OsmanlI İmparatorluğu kuvvetli, ırâdeli ve zengin idi; çö;k zengin bir kültürü vardı. Toplumun ihtiyaçları karşılandığı ve halicin mesud ve mûreîteh olduğu düşüaüJûrse, dözen değişikliğinin aranmadığı İddk edilebilir. Ne zaman ki, ah­ lâkî çöküntü başladı, ordu boizuidu, idare eslö iradesird


Atî yazarlan ise, kavram kargaşasına bir çözüm getir­ mek şöyle dursun, devrinin eu karışık, anlaşılmaz ifâ­ delerini kullanmışlardır. Millî Edebiyât'ın ilk ışıklarını aksettirdiği yirminci asnn başından itibaren cemiyet değiştikçe, şartlar deva­ ma uygun oldukça ve Avrupa'nın tekniği ileri gittikçe, edebiyâtımızda kavramlar yeni b o 50itlar kazandı. Avru­ pa’daki milliyetçilik cereyanından Türk Edebiyâtı da et­ kilendi. Bu yıllan izleyen savaşlar (Balkan Savaşlan, Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı), edebiyâtımızda son derece önem kazanan «kahramanlık» kavramının an­ latıldığı b ir edebî geleneğin başlamasına yol açtı. Hece vezni iie şiir söyleyen şâirler, cephedeki askerin okuması için şiirler vücûda getirdiler. Hececilerden Yusuf Ziyâ, hükümet tarafından ısmarlanan kahramanlık şiirleri yazdı. Yusuf Ziyâ'yı yaşadığı tarih dilimi içinde ve yetişti­ ği çağdaşlan arasında incelemek, bizlere yeni bir bakış açısı ve yeni b ir değerlendirme fırsatı kazandıracaktır. îkinci Meşrûtiyet (1908) ve Balkan Harbi (1912) Türk siyâsi ve kültürel hayatında büyük değişiklikler kaybetti: işte o zaman haîk fakirleşti, meydana gelen rahaisızlığm sebebi olarak sistem suçlu bulundu ve bir bütüiî olan sistemin değiştirilmesi yoluna gidildi. 1839 yılında de­ ğişikliğe irâde-i şâhanenin İzni olunca, değişme resmiyet kazandı. Batı felsefesi Türkün idaresinde Jaakimiyet Ka­ zandı. Bu değişikliğin bir nev’i devamı sayılan Servet-1 Fünûn yazarlan, her ne kadar Arapça ve Farsça kelime­ ler ile onların dil kâideîcrini kullanmış îseler de, bir Tevfik Fikret, bir Cenab, batıdan gelen alomlarm tesirleri üe kalem oynatmışlardır. Servet-1 Fünûn yazarlarına göre Türk edebiyatındaki nazım şekilleri, kelimeler, tâbirler, ıstılahlar artîk bir bina inşa edemezlerdi. Çünkü yapı taşlan değiş­ miş, binanın kalıbı farklılaşmıştı.


meydana getirmiş iki mühim vak'adır. Bu olaylar vuk'u bulmadan evvel Osmanlıcılık, İslamcılık, Ümmetçilik, Garpçılık ve nihayet Türkçülük serlevhaları ile münakaşalar başlamış, Türkçülük görüşünün b ir bakıma en fazla taraftar topladığı devreye gelinmiştir. Ziyâ Gökalp ve Ömer Seyfeddin ile Ali Cânib, Türkçülük görüşünü kabul etmiş ve bu görüşün edebiyâtta yorumlanmasına önem vermişlerdir. Önce edebî bir hareket olarak baş­ layan Türkçülük görüşü, sonradan İttihat ve Terakki' nin programında yer almış ve siyâsî çalışmaların hedef tayininde etkili olmuştur. Adını zikrettiğimiz bu üç fi­ kir ve sanat adamımız, dilde sadeleşme hareketlerine de önderlik etmektedirler. Selânik'te Ömer Seyfeddin ve Ali Cânib’in çıkardığı Genç Kalemler Dergisi, dil hakkmdaki görüşlerini sadeleştirmenin lehinde yorumlamaya çalışırlarken bu dergide Ziyâ Gökalp, ünlü Turan manzûmesini neşretmiştir. Turan (manzûmesi, muhteva ba­ kımından tamamiyle yeni ve millî bir duyguyu, Turan­ cılık Ü lküsünü Kızılelma hayalini anlatıyordu. Muhte­ vanın yeni olmasına karşılık vezin aruz vezni idi. Kısa bir zaman sonra Ziyâ Gökalp îstan b u la gel­ miş, Türk Dili hakkında Türkçülük hakkında konferans­ lara başlamıştı. Edebiyâtımızda «Beş H ececiler» olarak bilinen şâirlerden biri -Yusuf Ziyâ- bu konferansları dinleyenler arasında i d i : Orhan Seyfi, Fâruk Nâfiz, Enis Behiç, Yusuf Ziyâ, Hâlid Fahri, ve diğer hececiler, Ziyâ Gökalp'ı dinledikten sonra aruz vezni, Dîvân Edebiyatı nazım şekilleri gibi eski edebiyatın b ir kısım özelliklerini büyük ölçüde bıraktıkları gibi şiirde millî b ir muhteva aramaya başladılar. Hececi şâirlerden b ir kısmına ne sebeple ve hangi ölçülerle «Beş Hececi» ismi verildiği kesinlikle belli de­ ğildir. Bir görüşe göre Fransa’da o yıllarda faaliyetine de­ 30


vam eden «Beş Yazarlar D em eği» adlı b îr edebî grup, mesîekdaşlarmdan ayrı b ir yoî tutmuşlardır. Türk Edebiyâtın da ilk defa î. Habib Sevük tarafından kullanılan bu «Beş H ececi» tabiri b ir bakıma yanlıştır. Çünkü o yılîai'da ve zamanımıza kadar eserlerinin etkisini gördü­ ğümüz hece vezni ile yazan başka şâirler daha v a rd ır: Aîelımet Emin Yurdakul, İhsan Râif Hanım, Mehmet Ali Tevfik, Hâilde Nusret, Ahmed Ham di Tanpınar, Rızâ Tevfik ve nihâyet Ziyâ Gökalp ile Ömer Seyfeddin hece vezni ile yazmışlardır. îsm ini saydığımız ve saymadığı­ mız şâirler hece ile yazdıkları halde niçin sadece bu beş isim hececi sayılmışlar ve nasıl bir edebî ölçü ktıllaiııîmış ,bunu anlamak mümkün değildir. H ececiler genellikle, Türk Halk Edebiyâtı'm n na­ zmı şekilleri olan dörtlükleri kullanmışlar ve çoğunlukla, 74-7, 7 -1-4 duraklı şiirler yazmışlardır. Mısra sayısı itibariyle şiirin nazım şekillerinde serbest b ir an­ layışı takip etmişlerdir. Muhteva millîdir. Kahramanlık şiirleri, Anadolu'yu konu alan şiirler, çeşitli tarihi olayları hikâye eden şi­ irler, aşk şiirleri, tasavvufî ve rind meşreb şiirler bu dö­ nemin belli başlı edebi mahsullerini teşkil ederler. Yusuf Ziyâ, yukarıda özetlemeye çalıştığımız hece­ cilerin karakteristik bir üyesidir. B,

Şiirlerde tşlenen Tezler:

«Beşerî aşk» kavramı içerisine kadın aşkı yanında tabiat sevgisi, vatan aşkı, insan sevgisi, millî değerlerin sevgisi v. b. konuların da girmesi gerekirken. Yeni Türk Edebiyâtı'nda bu ifâde, sadece, ‘kadın aşkı’ anlamında 31


kullanılmıştır. Bu kitapta şim dilik biz de, aym tâbiri, söz konusu mânâyı ifadelendirmek için kullanacağız. Yusuf Ziyâ’nın şiirlerinde kadına dujnılan sevgi, ala­ ka ve ihtiyaç, yaşadığı zamanın kültür değişmesini kuv­ vetle hissettirecek derecede işlen m iştir: Dönemin kadı­ nı, Avrupa’nın ısmarlama kalıplarına girmeye zorlanmaktadır, bu hareketin içerisinde 'm illî Türk Kadını’ tipi vücûda getirme çalışmaları da yapılm aktadır; an­ cak, millî Türk kadınının m odeli Avrupa’da aranmak­ tadır. Bu ölçüler içerisinde Yusuf Z iyân m âşık olduğu kadın tipi, bütün özellikleri ile Avrupalıdır. Bu Avru­ palI kadın, mısrâm b ir ucundan sarkan yemeniyi acele iîe başına iliştirmiştir, çoğu zaman da yemeniyi tama­ men unutmuştur. Yusuf Zlyâ, kadım şöyle tasvir eder : «Şâir, kadın kalbi ulvî b ir mâbed değil, Her yolcuyu sarhoş eden b ir meyhânedir.» («Kadın Aşkı», Âşıklar Yoiu) Eğer kadın, yolcuları sarhoş eden bir meyhane ise, bu kadmm Avrupalı olm adığı iddia edilebilir m i? Yusuf Ziyâ’nın aşk şiirlerini şöyle sınıflayabiliriz : a ■— Vuslatlı aşkı anlatan şiirler. b — Vuslatsız aşkı anlatan şiirler. c —“ Romantik duyguların aşılarak cinsî duygulann ağır bastığı şiirler. ç — M itolojiden etkilenen aşk şiirleri. d — Fanteziler. Şimdi herbir aît başlığı tek tek inceleyelim ; a — Vuslatlı Aşkı Anlatım Şiirler : Yusuf Ziy&mn şiirlerinde genel olarak vuslatlı aşkı bulmak mümkün 32


değildir. Öîüm sebebi ile veya üçüncü şahısların araya girmesi ile, şâirin bıkkınlığı sebebi ile veya herhangi bir sebep ile aşk şiirlerinde biteviye ayrılık teması işle n ir; vuslat gerçekleşmez. b — Vusîatsız Aşkı Anlatan Şiirler : Bu bahiste iş­ lenen şiirler şunlardır : Senden Sonra, Kalbimin Masa­ lı, Yıllardan Beri, Eski Sevgiliye, Kimsesiz, Dâvet, Şar­ kılar, Seyyah, Ölmeyen Sevgi, Aşk Buhranları, Gelmez m i?. Gözlerin, Hâtıralar, Sevmiyorum, Aşk ve Ben, Bal­ kondaki Kadm. incelem eye çalıştığımız aşk şiirlerinin b ir kısmında vusîatsız aşkın yorumlandığı görülür. Bu şiirlerde ka­ dına duyulan ilgi, bazen devam eder, bazen kesilir. Aşk bazen, ölüm düşüncesi ile beraber işlenir, bu yol ile ve­ rilen mesaj pekiştirilir. Öyleyse Yusuf Ziyâ'da görülen ayrılıklar, Dîvân Edebiyâtı’nda görülen plâtonik »idea­ list- aşklardaki ayrılıklara kesinlikle benzemez. Dîvân Edebiyâtında görülen plâtonik aşk, b ir kadına âşık o l­ makla başlayıp, b ir ikinci kadm söz konusu olmaksızın, İlâhî aşka dönüşen çok kuvvetli b ir duygudur, bu aşkın temel vasfı idealizasyondur. Yusuf Zfyâ’nm aşkı ise hercâîdir; onun şiirlerindeki erkek tek b ir kadına bağlana­ maz. Şâir, b ir şiirinde şöyle der : «Esiriyim b ir bûsenin Bugün onun yarm senin Bütün bütün olamadım Hayâtımda hiç kimsenin.» («İtiraf», Üçüncü Kitap) Yusuf Ziyâ'daki vuslatsızlığın sebebi ,bir tek kadı­ na bağlı kalamama duygusudur. O, şiirlerinde, kendini kucaktan kucağa atar. Her gördüğü güzeli, geçici bir heves ile sever. Bir kadından ayrılırken, b ir başka ka­ dına kavuşur. Böylece vuslat gerçekleşmez. 33


galann Ağır Bastığı Aşk Şiiri : Yusuf Ziyâ, b ir kısım aşk şiirlerinde, kadınlara, cinsî câzibeleri açısından bakar. Bu tür şiirlerde romantizm bitmemiştir, ama, İnsanî va­ sıflar, harc-ı âlem duygularla yer değiştirmiştir. Erkek ve kadın, estetik ölçünün smırlarmı aşan b ir sanat an­ layışı ile yorumlanmaya çalışılmıştır. ç — M itolojiden Etîdlenen Aşk Ş iirleri: Yusuf Ziyâ'nm bir kısım şiirleri Yunan m itolojisinin izlerini ta­ şır. Edebiyâtımızda, Akdeniz medeniyetinden etkilenerek bu u ça n ilham ile eserler veren «N âyîler» ve «Nev-Yunânller» (^) isimli edebî toplulukları hatırlayacak olursak^ Yusuf Ziyâ'nın, bu geçici cazibe merkezlerinden etkilendiğini söyleyebiliriz. Yusuf Ziyâ, Millî Edebıyât akımı­ na gönül verene kadar çeşitli edebî kabulleri benimse­ yecek, ancak millîlik ağır bastıktan sonra, diğer akım­ larla mücadele edecektir. Türk destanlarını kendisine uzak bulduğu anlarda «Aşk Yaratılırken» isimli şiiri yazan Yusuf Ziyâ, şiirinde b ir destan havası yaşatmak istemiş ; destanında, Yu­ nan m itolojisinin birtakm ı kabullerini tez olarak iş­ lemiştir. Şiirin konusu kısaca şö y ied ir: Tann, dünyayı yaratırken, Âdem ve Havvâ'nın aşklarını da yaratmış ve diğer dünya insanlarına bu büyük aşkı örnek aım alan gerektiğini tavsiye etmiştir. Bu sebepten tabiatın her k ö­ şesi kadın aşkını hatırlatır. (26)

34

Bu konu ile ilgili olarak bakınız: — Doç. Dr. Sadik Kemâl Tural, «Yahya Kemâl'in Arayışla­ rının Yol Açtıgi Bir Edebî Topluluk: Nâyîler». O^Ümüiîöa yirınibsşind Y ıîm d a Yalıya Kemâî TKAE yay., nu. 55* Ank., Kastm 1953, s. 1IM22 — Şehabeddin Süleyman, «Nâyîler: Yeni Bir Gençlik Kar­ şısında», SjıfaliâU Şîr ü Fikr Mec., c. 1, nu, i, 6 Mart


Bilindiği üzere tasavvuf düşüncesinin ana kaynağı K ur’ân-ı Kerîm, Hadîs-i Şerîf, Hadîs-i Kudsî, Kıyâs-ı Fukaha ve îcm â-i Ümmet'tir. Tasavvuf düşüncesi, bu ka}^nakîan kullanırken, sevgi (aşk) konnsuna özellikle önem vermiş, her konuya, aşkm ışık tuttuğu mercekten bakageîmiştir. Burada söz konusu olan aşk, «ilâlıî aşk»tır. Yunan m itolojisinde de aşk konusuna ağırlık verilmiş­ tir ; fakat onlar, dünyevî aşka ağırlık vererek, çok sa­ yıdaki tanrılarını insan gibi düşünmüşler, tannlanna, sevginin yanında, nefret, eğlenceye düşkünlük, hased gi­ bi tipîeştîrîlmiş Özellikler atfederek, tanrılar ile insanlalara bu dünyada istedikleri gibi diyalog kurma gibi saç­ m a ve gayr-i ciddi bir düşünceyi benimseyerek, bu dü­ şünceyi, sanatlarına kaynak olarak kabul etmişlerdir. Millî şâirlerimizden sayılan Yusuf Ziyâ, «Aşk Yara­ tılırken» isimli şiirde, kültürümüze ışık tutan tasavvuf düşüncesinden hareket etmez, }^ k a n d a anlatmaya ça­ lıştığımız Yunan m itolojisinden etkilenerek yola çıkar. Aynı kaynaktan etkilenerek yazılmış b ir başka şiir, Ömer Seyfeddin'e ithaf edilmiş olan «P iç» isimli şiirdir. Fazla derine inmeden kısaca şiirin konusunu belirterek bu alt başlığı noktalayalım : Tannm n lütfü ile var oJan ço k güzel b ir göl perisi ile kim olduğu bilinmeyen bir erkek, göl kıyısmda sevişirler. Bu birleşmeden «aşk» isim li ımr topu gibi bir çocuk doğmuş, bütün insanlık o çocuğu kutsal bir varlık olarak kabul etmişlerdir- Bu şiirdeki yorum ım kaynağı da batılıdır. d — Fanteziler: Türk mûsikîsinde ve Türk şiirinde heıcâî, hafif meşrep, uçan, harc-ı âlem duygulan bünye­ sinde taşıyan ve sadece eğlenmek için yazılan, sathî ve özeiUkle ritmik olmasına dikkat edilen eserler vardır. S’ö ı konusu eserler, Türk mûsikîsinde rast, nihâvent v.b. gibi


eğlenmeye çok uygun makamlarla, Türk şiirinde de ge­ nellikle yedili, sekizli, onbirli hece vezni veya serbest vezinle meydana getirilirler; bu tür eserlere «fantezi» ismi verilmektedir. Fantezilerde hüzün isimli dâvetsiz m isafir şiire kesinlikle giremez. Hüzünlü b ir havası var olduğu zannedilen fantezilerin bir kere okunmasıyla gö­ rülecektir ki, bu hüzün m inicik bir neş’e esintisiyle da­ ğılıp kaybolacaktır. Fantezilerde aşktan, ölümden, dert ve ıstıraptan bahsedilse bile, bu kavramlar eğlenceye dö­ nüşecek, her türlü m enfî mânâlarını kaybederek misrâm bir ucundan okuyucuya gülümseyeceklerdir. Yusuf Z iyân m aşk şiirlerinden b ir kısmı, fantezi başlığı altında incelenebilir. Bu şiirlerden «Rüya Kırla­ rında», «İtiraf», «G önül Y olcusu» ve «Sevgililer» isim­ lerini taşıyanları örnek olarak alabiliriz. «Y er sıcak hava sıcak Kırlarda kucak kucak Papatyalar yayılmış... Herkesin bir eşi var Kalbinde ateşi var Bir benim yapayalnız...»

«Rüya Kırlarında»

îtiraf «Hem aldandım, hem aldattım Bugün sevdim yarm attım Her havadan çalmak için Hem ağladım, hem ağlattım. Esiriyim b ir bûsenin Bugün onun yarm seni Bütün bütün olamadım Hayâtımda hiç kimsenin ! 36


Kırık dökük b ir sazım var Anlayana çok nazım var Gayri bıktım yalnızlıktan Bir küçücük niyazım var. İstediğim zengin değil. Güzel değil çirkin değil, Vazgeç deli gönül vazgeç, Bu yosm alar dengin d e ğ il!..» Yukarıda görüldüğü gibi, «yalnızlık», «ağlamak», «ihtiyarlam ak», «aldanmak», «aldatm ak» v.b. gibi keli­ meler, hüzün verecek b ir kıymet hükmü taşımaz. Hayatında şiire tutkun olan Yusuf Ziyâ, kendilerini tenkit eden Garipçiler (Garipler) akımına şiddetle karşı çıkm ış, onlara Akbaba dergisinde savaş a çm ıştır; bu­ nunla birlikte, yukarıdaki şiirleri ile hayatı ciddiye al­ mayan G ariplerin şiir anlayışma zemin hazırlamış, far­ kında olmadan, edebiyâtımıza «Süleyman Efendi'nin na­ sırlan» nı solanaya çalışan Orhan Veli ve arkadaşlarına mesajlar göndermiştir. 2)

ÖLÜME BAĞLI DUYGULAR :

a.

Ö lüm K av ra m ı:

Yusuf Ziyâya göre ölüm, müthiş bir ıstıraptır. Bu dünyada herşey ölüm le bittiği gibi, aşk ve kadına du­ yulan sevgi de biter. Yusuf Ziyâ, ölüm geldiği vakit, en kıymetli varlık olan kadmm elden gideceğini ve ölen insanın aşktan mahrum kalacağını düşünür. Şiirlerinde aşksız insanların, yani sevmeyenlerin yaşamadığı, ö l­ düğü intibaını vermeye çalışır. Yahya Kemâl, insanla­ rı hayâl ettiği m üddetçe yaşatırken, Yusuf Ziyâ, insanı, sevdiği kişi ile duygu alış-verişi yaptığı m üddetçe yaşatır.


Yirminci yüzyılın birinci çeyreğinde yaşayan b ir kı­ sım Türk aydınlan, m illiyetçilik cereyanının etkisi ile, milliyetçilik duygularının ağır bastığı şiirler yazmışlar­ dır. Osmanlı İm paratorluğunda asırlarca izlenen İslâm Şeriatî’ne göre savaşta öîen askerin, Dîn-i Mübîn için şehit olduğu kabul edilirdi. Yusuf Ziyâ ve o dönem de yaşayan bazı şâirlere göre, şehitliğin sebebi vatan ve m il­ let uğruna ölm ek kabul edildi. Her iki şekilde de Türk askeri mânevi değerleri için ölm ek ted ir; zira, İslâmî de­ ğerler ile vatanın ve milletin şekillendiği değerler bir­ birine eşittir, Müslüman Türk askeri dîni için, vatanı ve milleti için ölmüştür. Yusuf Ziyâ, şehitliğe saygı duyar, bununla birlikte İslâmiyet'ten çok az etkilenir ve ölen insanın sadece bu dünyada bıraktığı izlenime kıymet verir. b.

İkiîîci Şahısların Ölümlerinin Verdiği Y e’s :

Yusuf Ziyâ, kendisinden başka insanların ölüm leri­ ni iki şekilde değerlendirir: 1. Savaşta şehit olanlar, 2. Savaştan başka sebeplerle ölenler î.

SAVAŞTA ÖLENLER :

Yusuf Ziyâ'mn şiirlerinde, savaşa giden askerler ge­ nellikle geri dönmezler, vatan uğrunda şehit olurlar. Türk askeri, vatanı uğrunda hayatını kaybettiği için övü­ lür, takdir edilir, coşku ile alkışlanır. Savaşa giden Türk köylüsünü, köyde yavuklusu bek­ ler, Bu yavuklu ya nişanlıdır veya gözün görüp gönlün sevdiği bir Türk kızıdır. Şehit askeri eğer yavuklu bek­ lemiyorsa, mutlaka anası bekler. Kısaca savaşa giden bir Türk köylüsünü muhakkak b ir kadın bekler; çünkü, Yusuf Z iyâ ya göre kadınsız kalan b ir erkek, ölmüş sayılmalidır. Bu anlayışa göre şehit olm anın en acı tarafî, kadın sevgisinden mahrum kalmaktadır. 5S


Birden bire dalgalandı b ir kar kümesi, Yükseldi b ir genç askerin titreyen sesi "K arga... Biraz dinle beni son vasiyyetim : Bugün artık yııvam öksüz, evlâdım y e tim ! Şimdi belki pencereden gözleri yaşlı, Benden mektup bekliyordur o kumral başh. Git... Söyle ki, tekbirlerle titretip arşı Süngümüzle durduk yedi düvele karşı I Yalnız işte göğsüm de buz tuttu sızan kan... Karga... Oysun şu yaramı demirden ga g a n ! Benden haber soranlara götür k a lb im i! Rûhum artık semâlarda buldu Rabbi'm i... Hâlâ karlı cesetleri yiyor kargalar 1 Ölüleri didikliyor kanlı gagalar Karşı yardan iniyor b ir ?.afer m e v k îb î; N öbetçiler bekliyor tunç heykeller gibi.^.» «Şehidin Kalbi» Yukarıdaki şiirde askerin ölümüne üzülen şahıs ya­ vukludur, b ir kadındır. Asker, her 'türlü acı b ir tarafa, kadından a yn kaldığı için büj^ük b ir ısîırabm içindedir. Aynı örneği «N öbetçi ve Y ıldız» şiiri için de vere­ biliriz : Çanakkale Savaşı sırasında cephede nöbet tatan bir Türk askerine gökteki b ir yıldız bağırır, selam verir ve şöyle konuşur : Her yer tenha... Uzaklarda b ir gölge yalnız. Semâları dinleyen b ir kahraman n e fe r ; H iç bir ses yok ... Sâde gökte küçük b ir yıldı?S eslen iy or: — Ey bayrağa şan veren asker Me var ne yok ? Seni görm ek için geldim ben. Sor köyüne âid her ne istersen


Alı anladım, gözlerinde yalnız b ir şey var Yalnız onun, nişanlının sönmez g ö lg e si! Geçen akşam harmanlıktan dönerken kızlar Gördüm onu pek solmuştu pem be çehresi. Bütün gençler söylüyordu yanık b ir türkü. Yalnız siyah b ir sessizlik içinde yorgun, Hazîn hazîn ağlıyordu nazlı yavuklun!... Dedim : — «Nen var ey köylü kız, gözlerin tıpkı Yağmur dolu bir sonbahar gibi m ükedder?» Bir kuş gibi hıçkırdı, «ah, yok hiç b ir haber. Beş ay oldu... İşte burda biz ağlaştıktı, Bu çeşmenin karşısında vedâiaştıktı !... Gitti bütün gençliğimin rengini yolup, O gün, bu gün bekliyorum yok hiç b ir mektup !...» «N öbetçi ve Yıldız» Bu şiirin sonunda Türk askeri şehit olur, köydeki vavuklu Ayşe kız ağlar. Şiirde çizilmeye çalışan ağıt ve ölüm tablosu, kahramanlık duygulan uyandıran heyecan dolu mısrâlardan başka, kayda değer en önem li tablo­ dur. Şehitlik, yavuklu ağladığı için b ir başka değerli, bir başka güzeldir. Yine aynı şehitlik, kadından ayrı bı­ raktığı için de çok acıdır. Bu şiirde de gördüğümüz ölüm ve ağlayan kadın tabloları, yukarıdaki fikirlerimizi doğ* rulamaktadır. 7

SAVAŞTAN BAŞKA BÎR SEBEPLE ÖLENLER :

Yusuf Ziyâ'nm ölüm temasını işlediği şiirlerinde eğer savaş söz konusu değilse, ölen insan genellikle ka­ dındır. Bu şiirlerden b ir tanesi aşağıdadır: «Dalların gölgesi titriyor suda, Yapraklar üstünde m ehtâbm aksi, Kıvrılan yollara güller dökülmüş. 40


Gök, mâvi bir atîas, dalgalar gümüş, Bulutlar, mehtâbın gül ferâcesi, Lambasız yalılar şimdi uykuda... Derin gözlerinde bir yeni sevda Bir genç kız, yanmda solgun annesi Saç’ arı ağarmış, belli bükülmüş, Kansız dudağında bir mesûd gülüş Aichtapla örtülür soluk çehresi Hayâta okuyor bir gizli vedâ 1» «Vakitsiz Gurûb» 3 — ŞÂİRİN KEMDİSİNÎN ÖLÜMLE BAĞLANTISI: Şâirde kuvvetli bir teslimiyet olm adığı için ölüm karşısında çaresizliği yaşar. Ölüm akima gelince şâir çok yalnızdır, soğu’ctan ve sıcaktan muzdariptir; ölüm, şâir için ıssız ve sonsuz b ir yol olarak kabul edildiği zamanlar, yardıma çağrılan eski sevgililer, şâiri yalnız bırakır. Yusuf Ziyâ ölüm ü düşünürken, ölümün sadece bu dünyadaki görüntüsünü ve etkisini hayâl etmeye çalışır. Bu anda kafasını birtakım sorular meşgul eder : Acaba kendisi ölünce kadınlar arkasından ağlayacaklar m ıdır? Mezarının etrafında gezinen kadınlar kendisine çiçek bırakacaklar m ıdır? Bu endişeleri, şâirin bir şiirinden takip etmeye ça* hşabm : ÖLÜME DOĞRU «Yanıyorken üşüyordum ... Nedir bu buhran? Ne cehennem soğuğu bu, ne yakıcı kış! Hangi çölün ateşidir beni kavuran? Vücûdumu kutuplann havası saımış! 41


Her çehreyi yadırgıyor şimdi gözlerim, Sanki eşya siyah bir tül altmda gizlil Bir yabancı bozuk âhenk aldı sözlerim; Sesim kısık, nefesim dar, gözlerim sisii! îşte b ir b ir uyanıyor geçmiş zamanlar, Artık eski m yâlann seyrine daldım! O ses nedir?... Yanımda b ir ağlayan m ı var? Kanatlarım kapanıyor havasız kaldım !...» Şâir, ynkandaki şiirde, ölümün korkusuna kapıla­ rak dünyayı yeniden yorumlamaya başlar; ölüm düşün­ cesinin yakıcı havasından ürkerek hatıraların serinliği­ ne kaçmak ister, yine öiümün soğukluğundan ürpererek geçmiş zamanların gülümseyen sıcaklığında kaybol­ mayı arzu eder. «Cehennem soğuğu» ve «yakıcı kış» tezatlarını kul­ lanırken şâirin başarılı olduğunu iddia edebiliriz. Ölü­ mün korkusunu yaşarken «eşyannı siyah b ir tül aîtmda» kalması, «nefesin daralması», «sesin kısılması» ifâ­ delerini de aynı başarıyı tekrarlayan m otifler olduğunu söyleyebiliriz. Son mısrâda, şâirin kanatların kaî>anması» ifâdesi ile, «benim gönlüm bir kelebek» diyen bir başka şâirin ifâdeleri arasındaki benzerliği işaret etmek­ le yetiniyoruz. Yusuf Ziyâ, «Ölüme Doğru» isimli şiirde, bu dünya­ dan ayrılmanın çilesini, b ir insamn duygu dünyasında nazmeder. Kendi ölümünü düşündüğü zaman nasıl bir çileye talip olduğunu görm ek için Yusuf Ziyâ'nın b ir başka şiirini okuyalım :


SON ARZU «Siyah uzun saçların beyazlandığı zaman, Aşkımızın şâhidi olan yollardan gezin... Yıllarca seni candan seven bu âşığı an, Bir sonbahar yaprağı gibi solunca benzin... Ey güzel, işte o gün sana en son hediye Gönderdiğim bu şiiri oku da 3'avaş yavaş, Ağla: Ben bu şâiri pek çok ağlattım diye; Rûhumu sevindirsin o b ir iki dam la yaş.., KöjiAıı nıezarlığmdan geçersen bir gün eğer Bir kaç dakika durup bak yosunlu taşlara; Görürsen etrâfını otlar bürümüş b ir yer, Tâ yanına yaklaşıp benim adımı ara... Sonra, bırak göğsüne taktığın beyaz gülü, Bâri kabrinde gülsün bu bahtı siyah ölü.» Yusuf Ziyâ'mn, sevgilileri ve uçarılığı iİe b ir kısım Avıoıpaîı şâirlere benzemek istemesi ve bohem hayatı özlemesi, «ölü m » m otifini işlerken de karşımıza çıkar. Yusuf Ziyâ'nm şiirlerinde anlatılmaya çalışılan «ka­ dınsın kendi şartlan içinde tipleşmiş b ir Avrupalı olduğımu daha önce söylemiştik. Y usuf Ziyâ, öldükten sonra mezarı başma gelen kadından, kendi ruhu için b ir «Fâtiha» okumasını isteyemezdi; bu kadın, meza­ rına beyaz b ir gül koymalıydı. Kısaca söylemeye çalışırsak; Yusuf Ziyâ’daki ölüm düşüncesi, şiirin, edebiyâtın ve dolayısıyla hayatm sona ermesi, bütün güzelliklerin yok olm ası anlammı taşır. 3 — TARİH

ŞUURU:

Yusuf Ziyâ'nm şiirlerinde tarihin şanlı, şerefli gün­ lerine duyulan hasret, aşk şiirlerinde gördüğümüz şahsî 43


husûsiyetlerinden doğar ve şâirin hevesleri arasında bir fantezi veya romantik b ir tutku, b ir vazife iştiyâkı olu­ verir; b ir bakarsınız, kaval ile m ûsikî icrâ eden b ir vezirin veya Hindli ve Çinli sâkiİerin fağfur destilerinden kımız içen b ir hakanın halleri şiirleşiverir :

Kahkahalar aksediyor şim di derinden; Üstü binbir nakışlı Çin kadehlerinden Taşan beyaz içkileri sunuyor kızlar; Çadırından sesleniyor ak tuğlu serdar; — Sâkü... Fağfur destilerden bitm eden kımız Sun!... Bir daha sun ki tamam olsun aşkımızl Elden ele dolaşırken Çin kâseleri, Göz süzüyor Hind'in âhû rakkâseleri...»

« ................................................................... Güneş ufkun alnında bir altın sorguçtu... Kuş, zümrütten kanadını çırparak uçtu. Yine bütün kabilenin boynu büküldü... Şimdi vezir üflüyordu ince bir kamış! Sihirli kuş, nağmesini ona bırakm ış!» (Ozan) Onun şiirini bir başka açıdan incelersiniz, Sultan Osman Bey, kuracağı Türk devletinin plânları ile Şeyh Edebâlî'nin kızma duyduğu yakınlık arasında değişik heyecan nöbetleri yaşar, yaşatır. Çanakkale Savaşları’nı konu olarak alan şiirlerin olayları, yavuklusunu sılaya bırakan Anadolu gencinin, veya yârine olan hasreti ile bîtâb düşen sıladaki sevgi­ linin —^bazen annenin— dilinden manzumlaşır. Yusuf Ziyâ’nm, tarihî şiirlerinin hemen hepsinde görülen bir ortak nokta şudur: Bu şiirlerde, tabiat, çok mühim yer tutan bir m otiftir. Konu yorumlanırken yıl44


diz, ırmak, toprak, yağmur, güneş, ay, akşam, gündüz v.s. gibi coğrafya ve kozm oğrafyanm unsurlarını taşı­ yan tabiatın bazı elemanları şiire dahil edilir. Bazen şehit olm ak üzere bulunan b ir asker, yıldız ile dertle­ şir (N öbetçi ve Yıldız); bazen, baharın tahrik, teşvik ve uçarılığa azmettirdiği mısrâlar karşımıza çıkar. Y usuf Ziyâ’nın tarihî şiirlerinde görülen b ir başka özellik, nostalji mahiyetini taşıyan 'hasret' duygusunun ağırlık kazanmasıdır. Şâir, Osmanlı dönemine veya Ortaasya Türklerinin yaşadığı şanlı zaman dilimine kar­ şı sonsuz bir hasret duyar. Bunun yanında, tarihî şiirin temsil ettiği zamana olan uzaklık, Yusuf Ziyâ’yı rahat­ sız eder; çünkü şâir, hatalarıyla, başarılarıyla ataları­ na hayrandır. Bu hayranlık, Ziyâ G ökalp'm etkisiyle ç o ­ ğalmıştır. Şimdi, Yusuf Ziyâ’nın tarihî şiirlerinde tespit ede­ bildiğimiz m otiflerin tasnifine geçebiliriz : a — Ortaasya Türk Tarihine Bağh Kavram ve M o tifle r: «Ozan» isimli şiirde en bariz izlerini gördüğümüz Ortaasya Türk tarihine duyulan hasret, yine, tabiat m o­ tifi ile beraber işlenir. Göktürk Devleti’nin yıkılmasın­ dan sonra, Türk Milleti’nin hakan ve veziri ile birlikte Çin'e tutsak düştüğü yıllan konu alan bu şiir, ‘Millî Efsâneler’ isimli b ir seri olarak düşünülmüş, fakat seri tamamlanamamıştır. Ortaasya Türklerine duyulan has­ ret, ak tuğlu serdarın yüceliğini aksettirirken, Hindli ve Çinli rakkâseler ile birlikte kaval çalan vezir m otofini de getirir. Ayrıca, tarihi şiirlerde, tabiatın yanında aşk kavramı işlenmesinin getirdiği yorum çeşidi de bu şiir­ de görülür.

45


«Efsâneler a sn ... Evvel zaman içinde Gezermiş Türk orduları Hind ile Çin'de; Mızrakları en kahraman erleri yenmiş! Fil dişinden oklarını gökler beğenmiş!

« ................................................................... Gece gökte parlam ıyor bir yıldız bile Mezarlıklar gibi susmuş bütün kabile. İlâhîler aksediyor yalnız ormandan, Ağjr, ölgün bir âhenkle inliyor meydan. Hıçkırıyor gibi şimdi: Dağ, bayır, dere; Yine düşmüş gönüller o eski kedere.» (OZAN) Aynı konuya bağlı olarak «B ir Gönüllünün Sözleri» isimli şiirde, savaşa giden bir Türkün, Ortaasya Turan m otifleri ile Osmanlı Devletine ait m otifleri bir arada temsil ettiği g ö rü lü r: Büyük dedem Çelikoğlu anlatırdı bir zaman, Gün batısı tarafında, nazlı yurdum Tûran'a Bayrağını sokmak için palasını bağlayan Kuduz düşman sürüleri varmış, bunlar her yana Fitne saçıp, sınırlarda bîrden ateş açarmış Hey gidi hey!... Bir nârayla tozdan bulut yaratan Kahramanlık derneğinde yiğitlikle şân alan Tûranlının yavuz nesli tükenmedi çok şükür, Bir damla Türk bir kocaman deniz gibi köpürîirl b — Osmanlı Dönemine Ait Kavram ve M o tifle r; Yusuf Ziyâ’nın tarihî şiirlerinin hemen hepsinde Osmanlı İmparatorluğu'nu telmih veya — doğrudan doğ­ ruya— temsil eden kavram ve m otiflere rastlanır; an­ cak, şunu hatırlatmak gerekir ki, Çanakkale'den, Bal'


kanlar'dan veya Kafkaslar'dan bahseden b ir şiirin, Os* manlıîara ait kavram ve m otifleri taşımaması imkân­ sızdır. Keza, Osmaıılıların son dönemini konu alan şiir­ ler d e Kafkaslar veya Balkanlar’a ait m otifler taşıya­ caktır. Bu bölüm ler, kitabmıızda ayrı a y n incelenmiş» tir. Osmanlı İm paratorluğunu konu alan «Hilâl*i Ahm er» isimli şiirde, askere, her türlü felâkette millete hizmet eden «K ızılay» kuruluşu anlatılır. Bu şiirde kah­ ramanlık ve millî dayanışma tezlerine de yer verilmiş­ tir. «Sultan Osman’ın Rüyâsı» isimli şiirde Osmanlı D evletinin kuruluşu konu olarak almmış, «Gem iciler» şiirinde, bilhassa kahramanlık duyguları terennüm edil­ miştir. c — Birinci Cihan Savaşlarına Ait Kavram ve M o­ tifler : 1, Kafkas Cephesi’m AH Kavram ve Motifler : 1 Kasım Î914’te Ruslar'a karşı, Harbiye N âzın En­ ver Paşa komutasında açılan Kafkas Cephesi, soğuk kış aylarında doğu sım rlanm ızı korumaya çalışıyordu. Har­ b e fiilen iştirak edeli 4 gün oimuştu ki, dondurucu kış­ ta Sarıkamış Harekâtı adı verilen bir taarruz başlatıl­ mış, fakat 60.000 Türk askeri şehit verilmişti; Allahü Ekber dağlan aşılmış, ama hiçbir sonuç alınamamış­ tır (2^). «Kafkaslar Doğru», «Kafkas'ta Kalanlara», «Türk Ordusu» isimli şiirlerinde bu harekâtı veya bu hare­ kâtın hedeflerini anlatan Yusuf Ziyâ, milletin manevi­ yâtını yükseltmek için zafer m üjdeleri veriyor; bundan (27)

Tahsin Ünal, 'Fürk Sîyâst Târihî, Emel yay., Ank., 1977,


sonraki savaşlarda zafer üm îdi besleyen nıısrâlar Haz­ mediyordu. «Gökte uçan süngülerle bir sabah erken Cengâverler Kafkaslar'a akın ederken Karlı dağlar üzerinden b ir ses gezindi Nâralarla kişnemeler ürperip d in d i: Her ne zaman cengi îlân ederse hâkân Kâinâtı baştan başa bürür ateş, kan! Toplar kızıl bir sevinçle haykırır, güler, Bir ufuktan b ir ufka kalkar süngüler!...» (KAFKASLAR'A DOĞRU) l^ r k askeri b ir taraftan Ruslar ile savaşırken diğer taraftan soğuk ile mücâdele ediyordu. Sonuçta Türk askeri, Rus ordusuna değil soğuğa yenildi. Mehmetçik, cephede düşmana ulaşamadan donarak şehit oldu. Neler diyor size vatan rüzgârı? Haber veriyor m u sevgilinizden? Soğuk m u Kafkas'ın karlı dağları? Mektup bekleyenler var hâlâ sizden! Ey yüksek dağların karlı göğsünde Ebedî uykuya dalan yiğitler! Ey taçsız, nişansız kabri üstünde Yıldızdan kandiller yanan yiğitler. Cihanın taptığı yiğitlerdiniz; Geçtiniz en kanlı, en korkunç izden! Efsâneye bugün kıymet verdiniz; Diz çöküp şefâat dileriz sizden!» (KAFKAS’TA KALANLARA) 4S


Sarıkamış Harekâtı'nın ve diğer Kafkas savaşları­ nın, Y usuf Ziyâ'nın şiirlerinde kahramanlık, vatan ve zafer m otifleri ile birlikte işlenmesi, b ir nev'i savaş hi­ lesi sayılabilirdi. Bu şiirler, ekmek gibi, mermi ve si­ lah gibi, battaniye ve çadır gibi savaşan askere gönde­ rilecek, onların üm idi ve mâneviyâtı yükseltilecekti. 2. Çanakkale Savaşlarına Ait Kavram ve Motifler (2â) ; Çanakkale Boğazından gizlice Marmara Denizine girmeyi başaran b ir İngiliz denizaltısı, Mesûdiye Zırhîısı'nı batırdıktan sonra 19-25 Şubat 1914 günlerindeki kanlı çarpışmalar ile Çanakkale Savaşı, fiilen başlamış oldu (2^). 10 Ocak 1916 yılına kadar süren bu savaşın neticesi şu idi: Çoğunluğu Türkocaklı aydın gençler ol­ mak üzere yüzbinlerle ifâde edilebilecek kadar şehit ve şanlı b ir zafer... Yusuf Ziyâ'daki tarih şuurunun heyecanları içeri­ sinde yazılmış kahramanlık ve savaş şiirleri arasında Çanakkale'den bahsedenler ayrı bir yer tutar. Bu şiirler, diğerlerine oranla «şiir tekniği» açısından daha değer­ lidir; bu şiirler, üzerlerinde daha fazla çalışmış inti-

11 Temmuz 1&15 tarilımde Harbiye N^âreti, Çanakkaie Savaşi'nm meydana geldiği alanlara bir gezi düsenlerniştir. Bu geziye, «şiir ve sanat müntesibl» yirmi-otıız kişi dâvet edümiş, savaş alanında gördüklerini yazınalan isteniBiştir. Yazarlar, savaş alanım gezerek müçâhadelerini not etmişlerdir. Böylece, milletin ve öncelikle askerin mâneviyâtını yükselterek savaşı kazanmak üzere bir savaş edebiyâtı kampanyası açılmıştır. Bu geziye Yusuf Ziyâ’nın da katıldığı iddia ediliyorsa da, Tâhir Alangu’dan edindiğimiz bilgiye göre, şâir bu geziye katılmamıştır. (Tâhir Ülfeücü Bir Yazarın liomani: Öîöe? Seyfeööin, yay., tst., 1968, s. 360, 361. 364). (2ö) Tahsin Ünal, a.g.e., s. 449.

\îv8>

49


bam ı verir. Yeterince sınırlandırılmış genel b ir konu; din, vatâiî, kahramanlık duygularının coşkulu bir antım ı ve şekle ait nüanslar... bu şiirlerin özelliklerini be­ lirtir. «Şehidin Kalbi» ile «N öbetçi ve Yıldız» isimli şiir­ ler, Çanakkale Savaşları’nı manzumlaştırarak, milli be­ raberlik nıhu telkin etmekte; Türk askerlerinin, dünya nimetleri yerine şehâdeti tercih etmesinin sebeplerini ve sonuçlarmı yorumlamaktadır. Millî ruhun şiirleşmesi, Çanakkale zaferinin man­ zum olarak yorumlanması, b ir Mehmed Âkif kadar ba­ şarılı değildir; ama, yukandaki paragrafın ikinci hük­ müne çekirdek teşkil eden «dünya nimetleri yerine şeIıâdeti tercih etmenin sebeplerini izah etm ek» bahsinde bu şiirleri başarılı olarak kabul edebiliriz. Bu şiirlerde­ ki Türk genci, aile birim i ve bu birim in temel Ölçüt­ lerinden sayılan sevgi, bağlılık gibi duygulara sahiptir; çiftinde çubuğunda çalışır, sevdiğine (yavuklu, nişanlı, zevce), sevdiklerine (ailenin diğer fertleri) kol kanat gerer. Eğer Türk genci savaşa gider ve şehit olursa aile­ nin îamaramül etmek zorunda olduğu çileye, katlanma­ sı gereken fedakârlığa göre bu şiirler b ir başka açıdan değer kazamr. Çanakkale Savaşı’nda ağır yara almış bir askerin, ruhunu teslim edeceği sırada, ölülerin etlerini yemek için dolaşan bir leş kargası ile diyalogu aşağıdadır. Şiirin bu kısmmda, şelıâdet ile aileye bağlılık duygusu b ir ara­ da işlenmiştir :

Birden bire dalgalandı b ir kar kümesi. Yükseldi bir genç askerin titreyen sesi


— Karga! Biraz dinle beni son vasiyetim : Bugün artık yuvam öksüz evlâdım yetim! Şim di belki pencereden, gözleri yaşlı. Benden mektup bekliyordur o kumral başlı, ‘Git... Söyle ki, tekbirlerle titretip arşı Süngümüzle durduk yedi düvele karşı! Yalnız, işte göğsüm de buz tuttu sızan kan... K arga... Oysun şu yaramı demirden gagan; Benden haber soranlara götür kalbimi! Rûhum artık semâlarda buldu R abb'im i...» (ŞEHİDÎN KALBÎ) Âkmdan Akına isimli şiir kitabında yer alan bir -şiirde de, çok az b ir zaman sonra şehit edilecek b ir asfkerin yıldız ile konuşması aktarılır. Y usuf Ziyâ, Çanakkale Savaşı'nda şehit olan genç­ lerin aileleri ile olan bağlılıklarını ve beşerî aşklarım (kadın aşkı, anne sevgisi v.s.) rom antik sahneler, trajik epizotlar ile manzumlaştırır. Yukarıda bazı bölümlerini .aldığımız her iki şiirde de diyalogların tabiata yönelik •olması dikkat çekicidir; birinci şiirde kargaya, ikinci :şiirde yıldıza insan şahsiyeti verilir. ç

Bilinen Şahıslan K onu Edinen Ş iirleri:

Cenk Ufukları isimli kitabın onbir numaralı şiiri olan «Sultan Osman’ın Rüyâsı», Osmanlı Devleti'nin ku* rucusu Osman Bey'in rivâyet hâlinde nesilden nesile aktarılmış olan meşhur rüyasını konu almaktadır; bu rüya, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunu m üjdelem ekte­ dir. Tarihe malolan rüya, Yusut Ziyâ tarafından bir kere daha tekrarlanmıştır. Sultan Osman Bey, b ir rüya görmüş ve Şeyh Edeîbâlî'yi otağına dâvet ederek rüyâsmı anlatmıştır. Ede*

51


bâlî, rüyayı yorumlamak üzere manzum b ir dille konu­ şur. Edebâli'nin konuşması, Türk halk şiirindeki «mâni» türünün özelliklerini ta şım ak tad ır: Ey oğul, pirimiz bak ne buyurdu, îki âşık gönül burda uyurdu Halâs etsin diye b u canlı yurdu, Tanrımız kondurdu Sultan Osman'ı I.» Bu illerde yeni güneşler açar. Saltanat rûhunu eflâke saçar. Karanlık geceler ürperip, kaçar, Damarlarda yanan vahdetin kanı!.. Rüyada cihanlar kuran ay sensini Ordımla fırtına gibi esensin! Baştan başa arzı titretip sesin Gökler selâmlasın yeni Tûran'ı!..» (SULTAN OSMAN'IN RÜYÂSI) Bu şiirin öncelikle üzerinde düşünülmesi gereken tarafı, ı-omantik Türkçülüğün siyâsî platform daki adı olan Turan ideali ile Sultan Osman'ın hayallerinin bir­ leştirilmesidir. Öyleyse Yusuf Ziyâ, etkisinde kaldığı Millî Edebiyât Akımı'mn Turan idealini, eski tarihe duyduğu hasretine tercüman olan Osmanlı Devleti'nin Kızılelma ülküsü ile beraber yonmılamıştır. Şâir, aşk şiirlerinden sonra ikinci dereceden bir konu olarak tarihî şiir sahâsmı seçmiş, bu sahada ka­ lem oynatmıştır. Bir bakıma aşk şiirleri ile hissiyatı­ nın ihtiyacına cevap vermiş; tarihî şiirleri ile de milis bir vazifeyi yerine getirmiştir. Bu bölüme sonuç olarak diyebiliriz ki, Yusuf Ziyâ, tarihî şiirlerinde Türk askerinin değerli bildiği vatan, 52


bayrak, din gibi millî-dinî değerlerin yanı sıra, aile gibi sosyal bir müesseseyi ve beşerî aşk gibi vazgeçilmez bir duygunun tezâhürlerini de işlemiştir. YUSUF ZİYÂ'NIM ESERLERİ ŞİİR KİTAPLARI: 1. Akından Akına (1332/1916) : Birinci Cihan Savaşı'na katılan Türk ordusunun mâneviyâtını yükseltmek için Harbiye N âzın Enver Paşa tarafından ısmarlanan b ir kitaptır; konusunu kahram anlıktan alan şiirler bir araya getirilm iştir (^). Bu kitaptaki manzûmeler, sâde ve ritm ik b ir Türk­ çe ile yazılmıştır. Yer yer diyaloglar manzıımlaşırken, (30) Alandan Akaıa’nm nasıl meydana geldiğini Yusuf Zlyâ şöyle anlatır: «(Türk Yurdu’ndaki toplantılardan birinde Celâl Sâhir, En­ ver Paşa’dan bir mesaj getirdi bize; Orhan Seyfi’ye, Enis Behiç'e, bana... Harbiye Nâzın savaş şiirleri istiyor­ du genç ozanlardan...» «Kalemim birkaç ay içinde cephö cepbe dolaştı: Karlı dağlardan susuz çöllere kadar». «Hepsini güzelce, bir deftere özene özene yazdım, üs­ süne de adını oturttum: Akından Akma...» Aynı kaynaktan Yusuf Ziyâ’nm yıllar sonra Akından Akına’ya utanarak baktığını öğreniyoruz: «Hilâl Matbaası’nın sahibi Efîat Bey b ir kâğıt seçti ki, aman efendim aman, kaymağı sütle yoğurup yufka yufka açmışlar sanki... Şimdi masamın üstünde yılların sararttığı •bir Akıadan Akına var, kâğıdına müreîtkebîne, kartonuna imrenerek, şiirlerine iğrenerek bakıyorum». (Yusuf Ziyâ Ortaç, Bizim Yokuş, Akbaba yay., tst., 1956, s. 41, 42). îlçinci bir kaynak olarak yazarın Göç adlı romanından öğrendiğimize göre, Yusuf Ziyâ’ya kahram anlık şiirleri yazmasını Ziyâ Gökalp tavsiye etmiştir. (Yusuf Ziyâ Ortaç, Göç. 2. bs. Akbaba yay.. Yeni Matbaa, İst., 1961).

53


tabiata şahsiyet verildiği göze çarpar; cansız varlıklar,, intak sanatı iîe konuşturulur. Kitaptaki 22 şiirin isimleri şöyledir: Akından Akı* na, Kafkaslar’a Doğru I, K arpatlar'da I, Nöbetçi ve Yıl­ dız, îki Hançer, K arpatlar'da II, îsyan, Türk Ordusuv Karadeniz'de, îki Asker, Bir Gönüllünün Sözleri, Za­ fer Beldesi, Şâir ve Rüzgâr, Kan Bayramı, Yarınki As­ ker, Kafkaslar’a Doğru II, Benim Yârim, Tuna Boyun­ da, Yabancı Ellerde, Beklenen Bayram, Hilâl-i Ahmer,, Fakat Düşün Yarını... Bu şiir isimleri, kitabın konusu hakkında bize bir fikir vermektedir. Bu kitapta, en fazla 13’lü hece vezninin 4-|-4'f-5 du^ rağı kullanılmıştır. Diğer duraklar 4 + 4 = 8, 6 + 5 = 11, 4 + 4 + 4 + 3 = 15, 4 + 4 + 4 + 4 — 16'dır. Şiirlerin kâfiyelerigenellikle tam ve zengindir; en fazla kullanılan nazım^ şekli, yeni mesnevidir. 2. Cenk Ufukları (1333/1917) : Ism arlam a olarak ya* zılan ikinci şiir kitabıdır; kahramanlık duyguîan aşıla* yarak askerin ve milletin moralini yükseltebilmek üze^ re kaleme alınmıştır. Kahram anlıktan başka, ona bağ* İl olarak, tarihî nostaljinin temalaştırıldığı şiirler de bu kitabın muhtevâsı içerisindedir. Eserde 11 şiir var dır, isimleri şu n lard ır: Şehidin Kalbi, Asker Şarkısı, Şâirlere, Gece Nöbe­ tinde, Bir İhtiyar Zâbitin Mektubu, Askerin Annesi, As­ ker Şarkısı, Zafer Perisi, Kafkas’ta Kalanlara, Gemici* 1er, Sultan Osman'ın Rüyâsı. Bu kitaptaki şiirlerde kullanılan kâfiyeler, tam ve' zengindir. Şiirlerde 131ü ve İTİİ hece vezninin 4+4+5^ ve 6 + 5 durakları kullanılmıştır. Şiirlerin nazıra şeki^ leri ise, yeni mesnevi ve koşma türündeki ©mekîerden 54


seçilmiştir; ayrıca, bir şiirde de türkü nazım şekli kul­ lanılmıştır. Bu küçük hacimli eserdeki şiirlerin bir kısmı Yanardağ, Bir Rüzgâr Esti ve Bir Servi Gölgesi isim­ li kitaplarda, Lâtin harfleri ile yeniden yayınlanmıştır. 3. Âşıklar Yolu (1335/1919): Şâirin, kadına, aşka, ölüme ait duygularının işlendiği eserde, fanteziler, bo­ hem hayatı anlatan ve uçarılığı m anzum laştıran örnek­ ler dikkati çekmektedir; ayrıca, şâirin mitolojiden et^ kilenerek dünyayı bu bakış açısı ile yorumlayan şiirleri de, kitapta kendi başına bir bölüm teşkil edebilir. Eser­ de bulunan 19 şiirin isimleri şöyledir: Aşk Yaratılırken, Kalbimin Masalı, Senden Sonra, Piç, Kadın Aşkı, Yıllardan Beri, Eski Sevgiliye, Kimse­ siz, Dâvet Şarkılar, Seyyah, Ozan, Vakitsiz Gurûb, ö l­ meyen Sevgi, Aşk Buhranları, Gelmez mi?. Gözlerin, Ölüme Doğru, Beyaz Bulut. Eserde 8’li hece vezninin 4 + 4 , ll'lî hece vezninin 4+4-1-3 ve 6-}-5, 13’lü hece vezninin 4+ 44-5 ve 84-5 durakları kullanılmıştır; en fazla rağbet edilen durak 4-f-44-5'tir. Kâfiyeler, tara ve zenğindir. Nazmın sâbit şekilleri içerisinde en çok yeni mesnevi türü tercih edil­ miştir. 4. Şâirin Duâsı (1919): 8 adet şiirden müteşekkil eser, şu temaları işlem ektedir: Vatan, millet, Osmanlı Devleti, İslâmiyet, savaş... Şiirler, hecenin 6 + 5(11), 7+5(12), 4 + 4 + 5(13) ve 7 + 7(14) duraklan ile yazılmış­ lardır. Eserdeki şiirlerin isimleri şunlardır : Şâirin Duâsı, Ölü Evinde Düğün, Çınar, Kara Bayrak, İstanbul, Zey­ bekler, Guruba Doğru, Son Söz... Bu şiirlerde de kâfi­ yeler tam ve zengin, dil, İstanbul Türkçesinin konuş­ ma dilidir; yine, nazım şekillerinden yeni mesnevi ter­ cih edilmiştir.


5. Şen Kitap (1919): Yazann, Cumhuriyet'in ilâDindan ev\'el yazdığı mizahî ve hicvî manzûmelerindetı meydana gelen b ir eserdir. Buradaki şiirlerin en önem­ li özelliği, devrin sosyal hayatını, mizahî ve bilhassa hicvî b ir anlayışla Hazmetmeleridir. Bu kitapta, İstanbul hayatının sosyal ilişkileri, güldüren manzumelerin mıarâlarm da tasvir edilir. Kitabm ikinci ve üçüncü derece­ de işlenen konuları, basın-yayın hayatı ve bürokrasidir. Kitapta, Harb Zengini, H arb Fakiri, Dünkü Hanım­ lar, Bugünkü Hanımlar, Dünkü Mebuslar, Bugünkü Me­ buslar, Haliç İskelesi, Kadıköy İskelesi, Paşalar Uğurlar Ola: Enver Paşa, Cemâl Paşa, îsm âil Hakkı Paşa, Sesli Para, Sessiz Para, Mecmûalara D â ir: Şâir, Nedim, Gazeteciler Arasında: Tasvir Diyor ki, Eski Düğün, Ye­ ni Düğün, Dârü'l-Bedâyî, Mevkûflara Dâir isimlerini ta­ şıyan 20 mizahî-hicvî manzûme vardır. Şen K itap tak i manzûmelerin hepsi U'U hece vezni ve yeni mesnevi nazım şekli ile yazılmışlardır; iTIi hece vezninin 6 + 5 ve 4+4-{-3 duraklan kullanılan şiirlerde kâfiyeler tam ve zengindir. 6 . Yanardağ (1928) : Yazann seçilmiş şiirlerinin bir araya getirildiği derli toplu b ir şiir kitabıdır. Eserde bulunan 28 şiirin duraklarına göre tasnifi şöyledir:

9 şiir (Yanardağ, Kalbim, Kurumuş Menbâ, Hâtı­ ralar, Açık Söz, Son Arzu, Teselli, Sevgililer, Türk Gü­ zeli) 7 + 7 = 1 4 'Iü hece vezni ile; 5 şiir (Piç, Seyyah, Zey­ bekler, Dâvet, Giden Gelmez) 4 + 4 + 5 = 13'iü hece vezni ile; 9 şiir (Hayâl, Moskof Güzeli, Sanatkâr, Mûsikî, Koşma I, Koşma II, Evim I. Evim II, Evim III) 6H-5 = i r i i hece vezni ile; 2 şiir (Mâniler, Gönül Yolcusu) 3 + 4 = 7 'li hece vezni ile; 2 şiir (Bir Yaz Günü, İtiraf) 4 -|-4 = 8 li hece vezni ile yazılmışlardır. 56


Daha evvelki şiir kitaplarında işlenen konuların he­ men hepsi bir kere daha işlenmiştir. Bu eserde dikka­ ti çeken iki özellik v ard ır: Birincisi 6 + 5 = i r i i hece vezni ile yazılmış iki koşmadır ki, halk şiiri etkisi ile (bilhassa Karacaoğlan etkisi ile) yazılmışlardır; ikinci Önemli özellik ise, Evim ismini taşıyan üç ayrı şiirin bulunmasıdır, bu şiirler Yusuf Ziyâ'nıu aileye verdiği önemi pekiştirmektedir. 7. Bir Servi Gölgesi (1938): Yine seçme şiirler ih* tivâ eden bu eserin manzum hikâye başlığını taşıyan bölüm, diğer şiirlerden ayrı b ir özellik arzeder. Tahkiyeli ifâde ile zenginleştirilen dört şiir, Manzum Hikâye­ ler isimli eserinden alınm ıştır (Manzum Hikâyeler, -Ni­ kâhta Kerâm et ile birlikte-, Halk Kütüphânesl» İst., 1342/1926). Eserdeki 10 şiir (Bir Servi Gölgesi, Radyo, Genç Ölü, Yanardağ, Kalbim, H âtıralar, Bahara Girerken, Çiftlikte Düğün, Baskın, 1919-1938) 7 + 7 = 1 4 'lü hece vez­ ni ile; 5 şiir (Piç, Zeybekler, Akından Akına, Nöbetçi ve Yıldız, Ozan) 4 + 4 4 - 5 = 13'lü hece vezni ile; 5 şiir (Sokaklarda Sabah. Hayâl, Evim, 'Nöbetçi ve Yıldız, Ozan) 6 + 5 = n 'l i hece vezni ile; 2 şiir (Ayna Karşısmda, B ir Yaz Günü) 44-4= 8’li hece vezni ile; I şiir (Rüyâ) 4 + 3 = 7 'li hece vezni ile yazılmışlardır. Bu eserdeki şiirlerin konularmı beş ana tema ile smırlandırabiliriz ; Eldeki 22 şiirde tarihe, içtimâi ha­ yata, kahramanlığa, aşka ve aile hayatına ait duygularm işlendiği görülür. Bu eserde neşredüen şiirlerin bü­ yük b ir kısmı, daha evvel yayınlanan kitaplarında mev­ cuttur. Bu eserin göze çarpan b ir başka özelliği, «Ozan» isimli şiir hariç, başarı ile yazılmış üç manzum hikâye­ yi bünyesinde toplamasıdır; «Çiftlikte Düğün», «Baskın», «1919-1938» isimli m aı^um hikâyeler, hem yazarın içinde 57


yaşadığı sosyal ve siyâsî hayatın aynası olmakta, hem de Cumhuriyet’in kuruluşunun verdiği coşku ile tarihî coşku b ir arada işlenmektedir, 8. B ir Rüzgâr Esti (İ962) : Yusuf Ziyâ'nm son şiir kitabı olan Bir Rüzgâr E sti’nin şüphesiz en önemli j^önü önsözüdür; şâir önsözde, şöyle sö y ler: «İnsan budur: Yaşı çoğaldıkça, arkada kalan anıla­ ra bağlılığı da çoğalır». «Bir Rüzgâr Esti, o bağlıhğm kitabı». «Ben, şiirin en iddiasız adamıyım. O büyük işe be­ nim gücüm yetmez. Yıllardır yeni denemelerle kendimi zorlamayışımm tek sebebi budur ve güzel şiire, büyük şiire. Tanrısal şiire duyduğum erişilmez saygıdır». «Bu kitapta benim yirmi yaşım var. O yaşın çaba­ ları var...» «Benim yirmi yaşımda dil Osmanlıca idi. koyu Osmanlıca... Vezin aruz vezniydi: Bugünün dili dönme­ yen fâilâtün'lerle...» «Eğer yarının büyük heykelini yapacaklara biraz kum, biraz taş hazırlayabildimse, balıtiyâr olmama ye* ter... Yarım yüzyılın gerisinde, m ısrâlar kalıbına bugü­ nün Türkçesini dökmeyi küçümsemezsiniz sanınm » Eserde yer alan şiirlerin isimleri şu n lard ır: Bir Yaz Günü, Yanardağ, Kalbim, Dâvet, Genç Ölü, Anah' tar, Bir Rüzgâr Esti, Evim, Toprak, Radyo, Zeybekler Ayna Karşısında, Bir Gün, O Gün, Bu Gün, Ozan, Piç Bir Kuş, Nöbetçi ve Yıldız, Şâirin Duâsı, Asker Mek tubu, Türk'ün İstanbul'u, İki Hançer, Öyle Bir Günde Arzuhalci, Yaz, Eski Ev, Marş, Mehmetçik, Geleceklerse. (31)

Yusuf Ziyâ Ortaç, B ir 75 s.)

58

Esti, Akbaba yay., İst. 1963,


Bu şiirlerde kullanılan tem alar başta ölüm olmak üzere, kahramanlık, aşk, aile ve tarihe hasrettir. Kitap­ ta, hece ile yazılan 26 şiirin duraklan 4 + 3, 4 + 4 , 6 + 5, 4 + 4 + 5, 7 + 7'dir. Aruzla yazılan Marş ( //. .//. .//. .//)» Mehmetçik ( / ./ / / . / / / . / / /./) ve Geleceklerse ( . . / / . . / / ..// ../) isimli şiirler de dahil olmak üzere bütün şiir­ lerde tam ve zengin kâfiyeler tercih edilmiştir; şiirler­ de en çok kullanılan nazım şekli ise, yeni mesnevidir. TİYATRO KİTAPLARI: 1. 2. 3. 4.

Binnaz (1917) Kördüğüm (1335/1919) Nikâhta Kerâmet (1923) Nâme veya Eski Mektup (1938)

Hece ile yazılmış ilk manzum tiyatrolardan biri olan B in n ^ , 1917 yılında yaymlanmış, 7 Nisan 19l7'de Dârü'î-bedâyî’nin sanatçıları tarafından Tepebaşı’nda sahnelenmiştir. Blnnaz’ın ana çizgileri ile vak'ası şöyledir: Üçüncü Ahmet devrinin (1703-1730) düşmüş kadın­ larından olan Binnaz, İstanbul’u aşan şöhretinin kendi­ ne verdiği güven duygusunu, en geniş bir şekilde mes­ leğine katarak sermayesini artırm akta çok rahat bir ha­ yat sürmektedir. Kendisi ile aynı yolun yolcusu olan Fâika admda bir cariye ile beraber oturm aktadır. Tuna kıyısındaki vilâyetlerin birinde Hamza isminde bir bey çocuğu, Binnaz’m adını duymuş; bir karışık rivâyetler silsilesi içinde Binnaz'ın şöhretine vurulm uştur. İstan­ b u l’a gelerek onunla görüşmek ve evlenmek istemekte­ dir. Binnaz ise, her âşuftenin derdi olan şeye, belalı bir sevgiliye duçardır; Binnaz'ın belalısı, Yeniçeri Efe Ahmet'tir. 59


Hamza İstanbul'a gelir. Binnaz'ın evini ararken gece serseri takımının saldırısına uğrar. Serseriler Hamza’yı tam öldüreceklerken, Efe Ahmet Hamza'yı ku rtan r. Hamza da. Efe Ahmet’e b ir hançer hediye ederek şük­ ran duygulannı bildirir; ancak kavganın olduğu sokak hiç aydınlatılmadığından, birbirlerinin yüzünü göre­ mezler. Hamza Binnaz'ı bulur, konuşur ve memleketine kendisini gelin götürmek istediğini anlatır. Binnaz, Hamza'yı b ir bahane ile o gün için atlatır. Bu arada Hamza, vakit geçirmek için b ir yeniçeri kahvesine gider. Kahvehanede Binnaz'dan bahsedilmektedir; ileri ge­ ri sözlerden sonra b ir kavga çıkar. Hamza ile Efe Ah­ met, Binnaz için birbirleriyle kavgaya tutuşurlar. Ham­ za, kendi hediye ettiği hançer ile Efe Ahmet tarafından yaralanır, kollukçulara yakalanan Efe Ahmet, idam edil­ mek üzere götürülür. Hamza b ir beyzâdedir ve beyzâdelerin kanını akıtan, o devirde öldürülmektedir. Ham­ za, kendisini ölümden kurtaran arkadaşına minnet bor­ cunu ödemek için babasından b ir ferm an alır, fakat. Efe Ahmet, kendisine hayatını bağışlatacak olan fer­ manı yakar; Binnaz Hamza'ya kalır. Efe Alımet ölü­ mü tercih eder. Eser, Dîvân Edebiyatında ve halk hikâyelerinde te­ sadüf edilmesi mümkün olan b ir konuyu işlemektedir; hatta okuyucu, hikâyenin gerçeğe yakın sım rlannı zor­ layarak masalımsı hayâl dünyasını tasvir eden bir ko­ nu ile karşı karşıya bırakılm ıştır. Bu m ânâda b ir yeni­ lik söz konusu değildir. Hayâlin pembe tonunda seyre­ den konu, eski edebiyâtın devamı mâhiyetindedir. Eserin en büyük özelliği, durakları ayan beyan be­ lirtilen 6-f'5 = i r i i hece vezni ile yazılmış b ir manzum


piyes olmasıdır; b ir başka ifâde ile, eser, hece vezni ile yazılmış tiyatrolar arasında ilk duraklı olanıdır. Fuat Köprülü, Yusuf Ziyâ ve eseri için şunları söylemekte* d i r : «Son nesil şâirleri arasında yeni vezin ile ilk pi­ yes yazmak şerefi Yusuf Ziyâ Bey'e nasip oldu. Başka türlü olsa, şüphesiz garip olacaktı; çünkü, genç şâirler arasında hece veznini -teknik itibariyle- onun kadar mu­ vaffakiyetli ve kolay kullanan, onun kadar her mevzû.da ve her şekilde yazan kimse yoktur diyebiliriz, tşte Akından Alana şâirinin bütün kusurları, bütün mezi­ yetleri buradadır. Şiiri, ruhun derin ve İlâhî b ir ihtiya­ cı gibi değil, muhayyilenin b ir eğlencesi yahut teknik b ir mümâresesi telakki ettiği için, her tü rlü mevzûlar üzerinde muvaffakiyetle yürütebilen Yusuf Ziyâ Bey, tenıâşâ edebiyâtına atılmakla çok doğru b ir harekette b u lu n d u : Nazım lisânına kuvvetli tahakküm ü ve şiir­ lerinde eskiden beri derinlikten ziyâde sathî b ir gü* zellik mevcut olması. Onun bu sahadaki muvaffakiye­ tini büyük b ir mikyasta te'm in edebilir sanıyorum. Çünkü temâşâ şâiri olmak ve manzûm piyeslerini hal­ ka lezzetle, alakayla dinletebilmek için evvela temiz, pürüzsüz b ir lisân, kuvvetli b ir nazım kabiliyeti elde et­ mek, sonra da karanlık ve derin mevzûîardan, hatta m ısrâlardan sakınmak icap eder. Selâmet ve vuzuh! îşte temaşa şâirleri için en büyük iki muvaffakiyet şartı! Şâir kusurlarm a rağmen bu meziyeti bütün şiirlerinde gös­ teren Yusuf Ziyâ Bey'in temâşâ edebiyâtmda muvaffak olması imkânı, görülüyor ki, çok büyük b ir nisbette mevcuttu; Binnaz, bu imkânın tahkikine sebep oldu»(®). (32)

Köprülü-zâde Mehmet Fuat, «Binnaz», Büyük Mec., c. I. nu. 5, 4 Nisan 1&19, s. 71-72. Aynı konu için bakınız: H. PetM Güzler, Hece Vezni ve Keçenin Beş Şâiri, İnkılap ve Aka Kitabevi, î s t , 1980, s. 184-185; Metin And, Meşrûtiyet Döneminde Türk Tiyatrosu, îş Bankası K ültür yay., Ank., 1971. s. 171-241.

61


Hakikaten, şekilde yenilik çok dikkat çekicidir; Tanzimat döneminde aruz ile yazan Ali Haydar Bey'in başlattığı manzûm tiyatro yazarlığımız, Yusuf Ziyâ’ya kadar inkişâf etmiş, Yusuf Ziyâ, hece ile yazdığı durak­ lı m ısrâlardan oluşan Binnaz ile, bu inkişâfm çehresini değiştirmiştir. Yazarın diğer tiyatro eserleri Binnaz kadar başa­ rılı değildir. Yukarıda zikredilen bu dört kitaptan baş­ ka yazann yayınlanmış tiyatro eserleri arasında Şüphe^ Aşk Mektebi, Mezad sayılabilir; ayrıca, yazann dergi­ lerde kalmış «Mukâleme» adı ile tiyatro sahasmda de­ ğerlendirilebilecek manzum diyalogları bulunmaktadır. ROMANLARI 1. Üç Katlı Ev (1953) 2. Göç (1961) Üç Katlı Ev, 1908 Meşrûtiyeti'nden sonra Osmanh toplumundaki kültür değişmelerini ve aile ilişkilerim konu alır. Üç nesli b ir arada barındıran üç katlı bir evde başlayan olaylar, yine aynı yerde son bulur. Dede, îkinci Abdülhamid’in paşalarındandır; oğul meşrûtiyetçi, torun ittihatçıdır... Eser, iki kardeş arasında kıyasıya b ir mücadele hâlini alan ideolojik göıüş farklılığını iş­ leyen ilk rom anlar arasındadır. Yusuf Ziyâ'nın, ideolo­ jik mücadeleyi aile fertleri arasında başlatarak öyle b ir ibret dersi vermek istemesi de gösteriyor ki; Yusuf Ziyâ’niD eserlerinde aileye ayrı bir önem verilmektedir. Eserdeki şahısların müşahhas dünyadan seçilecek iti­ bârı âlemde (fiktif yapıda) rollerini aile içinde almaları, bu önemin ispatı mâhiyetini taşır (^). (33) Üç Katlı Ev’in, Necip P’âzıl’a ait olan «Muhasebe» şliıİDr den etkilenerek yazıldığını söyleyebiliriz. Necip Fâzıl «Mu­ hasebe» şiirinde şöyle demektedir:


Otobiyografik b ir rom an olan Göç’te Yusuf Ziyâ'ıun hayatını adım adım takip etnıek mümkündür. Yazann batıra kitaplarındaki bilgiler ile Göç'teki olaylar karşıiaştınlnıca, Yusuİ; Ziyâ'nm babasının ölümünden, Ziyâ Gökalp ile tanışmasına kadar birçok gerçek olayın, daha bariz ^^önl-eri ile edebiyat tarihine geçtiği görülür. Romanda olaylar şöyle g elişir; Âhnıet Nihat, babasının ölmesinden b ir süre sonra tdâdl’den mezun olur. Annesi ile birlikte yaşayan Ah­ met N ihat’ın çevresi, komşuları Hasibe Teyze ile Boğaz’ da yalısı olan Gülter Yenge’dir. Gülter Yenge, alışılmış zi­ yaretlerin birini daha yaparak N ihat’ı ve annesini ya­ lıya m isafir götürür. N ihat bu evde filozof Ziyâ Refik ü ç katlı alî^ap evin her katı ayrı âlemt Üst kat; Elinde teşbih, ağlıyor babaannem. O rîa lîat: Mavs oynayan annem ve â şıü a n . Alt kat; Kîzkîirdcşimin taTnîamda çığlılclan. Bir fcurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim; Buyrun ve maktamdan seyredin, işte evlmJ

................................................ ............»■ (Necip Fâzî2, Çile, 7. bs., Büyiik Doğu yay., îst., Nisan 5. 316). 1^7 yılında yazılan «Muîıasebe» fiirinde cemiyet, bir ailenin raahremlyetinin çizgisinde de düşünülmüş, üç ne­ si] (babaanne, anne, kız) birbirinden kopuk hayat iarziaxı ile hayâ.1 edilmiştir. Bn hayâiin, şâirin yaşadığı dö­ nemdeki insanların hayatından, alınarak gelişUrlldiği o r­ tadadır. ö n c e îm azınlıkta ve büyük şehirlerde olan bu yaşama şekil, zaman geçtikçe yay^nlık kazanmış, bütün Türkiye’yi sarmıştır. Necip Fâzıl, 1947'den sonra Türk ce­ miyetinin bu hallere düşeceğini, ninelerin, dedelerin, tam ­ tam çığlıkları arasında, seccadelerini koyacak bir yer bu­ lamayacaklarını, Önceden, hayâl etme imkânı ile görmüştür, îşte Yusuf Ziyâ da, bu gerçeği, Necip Fâzıl’dan mül­ hem hayâller ile romanlaştırnııştır.


ile tanışır. Ziya Refik, Edebiyat Derneği'nde üyedir. Ah­ m et Nihat'ı b ir toplantıya götürerek, orada, Kemâl Fa­ hir, Cafer Nureddin, A. Şemseddin, Rıza Göktekin gibi fikir ve sanat hayatının önde gelen simaları ile tanıştı­ rır. Ahmet Nihat, burada bir şiirini okur; kendisini bu insanlara çok sevdirmiştir. Ahmet Nihat ve yengesinin kızı Şehnaz arasında hissî b ir alâka başlamıştır. Bunun sonucu olarak Şeh­ naz, Ahmet Nihat’a b ir m ektup yazar, m ektuba hemen cevap verilir. Bu sırada Ahmet Nihat, Türk Demeği Dergisi’nde yaymlanan b ir şiiri için b ir altın lira telif ücreti alır. Ahmet Nihat, bir yandan öğretmenlik, b ir yandan yayıncılık yaparak hayatım kazanır; Şehnaz ile evlenir. Savaş yıllan halkı perişan etm iştir. İzmit'e öğret­ menlik için giden Ahmet Nihat'ın tekrar İstanbul'a dön­ mesinden sonra, îzm ir ve İstanbul işgal edilir, Rıza Göktekin tutuklanır. Alımet N ihat'ın Şehnaz'ı bıraktığı yalı düşman bayrakları ile donatılmıştır. Ahmet Nihat, annesini de yanına alarak Ankara'ya doğru, millî mücâdeleye katılmak üzere yola çıkar. Eserde olaylardan başka, yer, şahıslar ve zaman da, gerçek hayatın içinden, gerçek âleme çok yaklaşan özelliklerini muhafaza ederek tahkiyeye katılırlar; za­ man 19Î8-1919 yıllarıdır, olayın geçtiği yer İstanbul'dur. Eserdeki isimlerin en önemlileri ve gerçek hayat­ taki karşıiıklıkları şu n la rd ır: Ahmet Nihat (Yusuf Ziyâ), Filozof Ziyâ Refik (Rıza Tevfik), Rıza Göktekin (Ziyâ Gûkalp), Cafer Nureddin (Ömer Seyfeddin), Kemâl Fa­ hir (Celâl Sâhir), A. Şemseddin (Orhan Seyfi). Göç, otobiyografik bir roman olarak, hâtıra de­ ğeri taşıyan bölümlerinde başarılıdır; itibarî âlemde ge­ çen olaylar yönünden ise aynı başarı söz konusu değildii*. 64


SEYAHAT KİTABI Göz Ucuyla Avrupa (1958): Eserde, Avrupa kar­ şısında hayranlığın, teknolojiye teslimiyetin rıih hâlini yaşayan bir yazarla karşılaşırız: Yusuf Ziyâ, o ince es­ prili, o mübalağalı Yusuf Ziyâ, her gördüğü Avrupa sokağını övgüler ile anlatır. Yazarın Almanya, îtalya ve Yunanistan gezilermin notlarını ihtivâ eden kitapta yazar şöyle şö y ler: «Adından da belli: Hiçbir iddiası vok bu kitabın. Göz ucuyla ne görebildimse o kadar... «Avrupa'yı, seyahat edebiyâtımn büyük üstadlan yıllarca ve ciltlerce yazmışlar. Bundan sonra da her yeni kalem, onun yeni bîr güzelliğini bulup yazacaktır». «Ben gezdiğim yerleri az gördüm, çok duydum. Bu küçük kitapta belki o duygunmı acı lezzeti vaiYÎır». (Önsöz) Hakikaten, Avrupa'daki sosyal hayatın minicik bir teferruatım dahi bizlere hissettirecek şekilde anlatan yazar, tek başına, ne hâtıra, ne fıkra, ne sohbet türünü tercih etm iştir; bu kitap, hepsinin kaynaşmasından mey­ dana gelmiştir. Yazar, Avrupa ile Türkiye'nin sosyal hayatmı, tek tek insan ilişkilerini, temizlik anlayışlarını, ahlâkî ba­ kış açılannı genel b ir değerlendirme ile karşılaştırm ak­ tadır; eserin en önemli tarafı, bu mukayesenin ortaya koyduğu sonuçlardır. FIKRA KİTAPLARI: 1. Ocak (1943) 2. S a n Çizmelİ Mehmet Ağa (1956) 3. Gün Doğmadan (1960) Ocak, kültür değişmeleri başta ohnak üzere, Cum* huriyet’ten sonraki hayat, edebiyât, şiir, teknoloji, evli­ lik ve aile, siyâset ve bürokrasi konulai'mı, mizahın ay-


risısmdan bizlere aksettirir. Yazarın ruh hâîi sebebi iîe bu kitapta, tabiatın, kışın ve baharın, aşk konusu ile şiiriyet kazandığı görüiür; kitapta 40 adet fıkra buluna maktadır. S a n Çİzmeli Mehmet Ağa, yazarın 1953-1956 yıllan arasında yayınlanan fıkralarından derlenmiş bir eserdir. Buradaki fıkraların en büyük özelliği, Ocak'ta olduğu gibi, kültür değişmelerinin, mizahî bakış açısı ile nak­ ledilmeleridir. Kitapta bulunan 64 adet fıkrada konu olarak, halkın dertleri, pahalılık ve kem er sıkma po* litikaları, bürokrasinin problemleri, şehirleşmenin sos­ yal yönleri, zenginler ve fakirler arasındaki uçurumlar işlenir. Gün Doğmadan isimli fıkra kitabı ise, yazarın 1960 yılmdan evvel yazılmış yazılarından derlenmiştir. Eser­ deki 47 adet fıkranın hepsi 1954-1959 yıllan arasında yayınlanmıştır. Gün Doğmadan, siyasi yazıların ön plân­ da olduğu bir kitaptır; yazar, çok partili hayatın siyâsî panoramasını, mizahın ve hicvin elinde işleyerek orta­ ya koymaya çahşır. Eser, 1960 înkılâbı'ndan önceki basm-yaym hayatının b ir göstergesi olması bakımından da oldukça önemlidir. HÂTIRA KİTAPLARI 1. B ir Varmış B îr Yokmuş: Portreler (1960) 2. Bizim Yokuş (1966) Portreler, Yusuf Ziyâ’nm bakış açısı ve h âtıralan ile Türk edebiyâtındaki m eşhur yazarların anlatıldığı bir kitaptır. Eserde yer verilen şahıslar şu n la rd ır: Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret, Cenab Şehâbeddin, Hâlit Ziyâ, Hüseyin Câhit, Süleyman Nazif, Rızâ Tevfik, Meh­ m et Akif, Celâl Sâhir, Abdullah Cevdet, Mithat Cemâl.


Ahmet Hâşim, Emin Bülent, Ziyâ Gökalp, Mehmet Emin, Ömer Seyfeddin, Enis Behiç, Yahya Kemâl, Ercüment Ekrem, îbrâhim Alâaddin, Haliİ Nihat, Reşat Nuri, Mahmut Yesâri, Îbnü'l-Emin... Y'usuî Zîyâ’mn bildiği tanıdığı h u edebiyât adam ian sadece bilgi birikimi ile değil hâtıraların ışığında anlatılması, ayrıca bü^lik önem taşır. i Bizim Yokuş, Yusuf Ziyâ'nm 16 yaşında iken ilk adamını attığı Bâbıâli Yokuşu'ndaki basm-yayın baya­ tını anlatan bir hâtıra kitabıdır. Yazarın ilk eserlerin­ den, Akbaba’nın son durumuna kadar içinde bulundu­ ğu edebî topluluklar, mizahî bir dille anlatılmıştır; ki­ tapta, edebiyât tarihimiz için önemli malzemeler teşkil edecek bilgiler vardır.

1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. îl. 12.

13. 14.

Diğer E se rle ri: Manzum Hikâyeler, Halk Kütb., îst., Î926 Mektep Şiirleri, Kâğıt Pazarı, îst., 1928, 30 s. Dinimiz, Smîf: 5, Kanâat Kit., îst., Î929, 114 s. Dinimiz, Sınıf: 3, Kanâat Kit., îst., 1930, 94 s. Dinimiz, S ım f: 4, Kanâat Kit., îst., 1930, 104 s. İslâm Dini, Orta Mektep, Snuf: 2 , K anâat Kit., îst,, 1930, 85 s. Kürkçü Düldkâm, îkbaî Kit., îst., 1931, 51 s. Şekeı* Orman, Sühûlet Kit., îst., 1932, 51 s. Seyrânı, Sühûlet Kit., îst., 1933, 48 s. jOivâm, Sühûlet Kit., îst., 1933, 64 s. Halk Edebiyatı Antolojisi, Kanâat Kİt., İst., 1933, 75 s. Edebiyat Bakalorya Kitabı, Kanâat Kit., îst., 1933, 240 s. Faruk Nâfi2, Hayâtı ve Eserleri, Ahraed Sâid Kit., îst., 1937, 64 s. Ahmed Hâşim, Hayâtı ve Eserleri, Ahmed Sâid K it, İst., 1937, 79 s. 67


İ5. Ocak, Akbaba yay., îst., 1943, 63 s. 16. İsm et İnönü, Ulus Basnıv., Ank., 1950, 151 s. Çınar yay., îst., 1943, 78 s. SONUÇ

Yusuf Ziyâ, Millî Edebiyât döneminde GÖkalp'm izin­ den bürüyen şâirlerden biridir. Gökalp'la tanışmadan ev* vel İçîilıad'da aruz ile şiirler yazmış, Türk Y urdunda yayınlanan «Gecenin Hamamı» isimli şiirle birlikte anızu terkederek, ölümüne kadar hececi b ir şâir olarak kalmıştır. Ismarlama kahram anlık şiirleri, ilk kitaplan oîaE Akmdan Akma (1916) ve Cenk Ufukları (1917)'nin için­ de yer alır; şâir aynı konuyu, ayrıca, Şâirîn Duâsı isimli küçük hacimli eserinde işlemiştir. Yazdığı şiirlerinde uçarı, üzüntüden uzak gönüllerin hislerini dile getirmiş, onlan mizahî unsurlarla beslemiştir; Âşıklar Yolu (1919) isimli kitabında bu şiirlerini b ir ara­ ya getirmiştir. Yusuf Ziyâ, Yanardağ (1928), Bir ServS Gölgesi (1938), B îr Rüzgâr Esti (1962) isimli kitaplarmda şiirlerinden seçmeler yaparak, bilhassa, sonuncusun­ da, ölüm temasını işlemiştir. Yazarın aynca, mizahî ve liicvî şiirlerini toplayan Şen K itap (1919) ve çocuk şiir­ lerini ihtiva eden Kuş Civıîtıîan (1938) adlarında iki şiir kitabı daha yayınlanmıştır. Şiirlerinde kahramanlık, aşk, vatan, millet ve aile sevgisi, tarihe bağlılık, tabiat, bohem hayat, ölüm gibi tem elan işlemiştir. Şiirlerinin, konusu ne olursa olsun, giriş, gelişme veya sonuç bölümlerinden biri, genellikle tabiatı tasvir etmekte, tabiattan izler taşım aktadır. Şâir, tabiatın -kendi ruh hâlinden akseden- parçalarını nazmetmekte veya onlara şiiriyet kazandırmaktadır; özel­ likle tabiat tasvirini başa aldığı şiirlerde, kaside, gazâl


gibi nazım şekillerini tabiat perspektifinden naklederi Dîvân Edebiyatı şâirlerine yaklaşmaktadır. Şiirlerinde, 8’li hece vezninin 4+ 4 ; l i 'l i hece vez­ ninin 6 + 5 ; 13'lü hece vezninin 4 + 4 + 5 , 6 + 4 + 3 , 8+5; İ4’lü hece vezninin 7 + 7 , 4 + 3 + 4 + 3 duraklarm ı çok sık kullanmıştır. Bunun yanısıra serbest vezinle yazılmış Ştiirleri de bulunm aktadır. Yusuf Ziyâ'nm kullandığı nazım şekilleri koşma, tiU’kü, yeni mesnevi, serbest, sone, terzarima, şarkı ve semâîdir. Bunların içinde en fazla rağbet edilen nazmı şekilleri, yeni mesnevi ve koşmadır. Şiirlerinin kâfiye­ leri, tam, zengin ve kısmen yarımdır; nazım birim i be­ yit ve kıt'a olarak seçilmiştir, üçlük çok az kullanılmıştır, Yusuf Ziyâ, duraklı hece vezni ile ilk manzum tiyatroyu yazan şâir olarak bilinir: Binnaz (1917), Dârülbedâyî'de defâlarca o>Tianmış ve »Îbnü’l-Eniin'in, Son Asır Türk Şâirleri, cüz. 11, Devlet Kit., Millî Eğt. Bak., îst., 1970, s. 2037'de verdiği bilgiye göre- filme alınmıştır . Şâirin başarı ile yazılan en tanmmış piyesi budur; Kör* lİüğüm (1919), Nâme (1919) ve Nikâhta Kerâm et (1923) isimli tiyatrolarında aynı başanyı gösteremediği bilin mektedir. Dağlarm Havası (1925) isimli manzum romanında. Halka Doğru hareketinin temsilcilerinden biri olmuş; ¥ ç K ath Ev (Î953)'de, 1908 Meşrûtiyeti'oden sonra, Os­ manlI kültür yapısını ve aile ilişkilerini konu alarak iş­ lemiştir. Göç (1961) isimli romanı ise, kendi hayatını adım adım takip eden b ir biyografi niteliğini taşn\ Yusuf Ziyâ, Avrupa gezilerine ait yazılarını Göz ’Ucuy* lâ Avrupa (Î958) isimli kitabında toplamıştır: burada.


Avi-upah devletleri her bakım dan örnek almamız gerek­ tiğini savunur. Fıkraîannda ise, halkm dertlerini mizah ve alayın içinde dile getirmeye çahşır; Ocak (1943), Beşik (1943), S an Çizsîieli Melımet Ağa (1956) ve Gün Dogmadan (1960) isimli kitapları, bu tü r yazılarını ihtiva eder. Yusuf Ziyâ'nm en önemli kitaplarından ikisi. Port­ reler (1960) ve Bizim Yokuş (1966) adlı hâtıra kitaplandn*; burada yazar, Bâb-ı Âlî’nin 50 yıllık b ir panorama­ sını çizer. Yusuf Ziyâ, şâir olarak titiz bir usta sayılamaz; bu vüzden teknik mükemmelliğe erişemediği görülür. Onun fıkraları ve mizah yazılan, şiirlerinden daha fazla kabul görmüştür. Akıcı, ritm ik ve sade b ir Türkçe, nükteli ve alaycı bir ifâde, Yusuf Ziyâ'nm şiir ve nesirlerinde görülen, en önemli özellikler arasındadır. Yiîsuf Ziyâ, faal b ir yayıncıdır. 1918'de Şâir, Î922'de Akbaba, 1935'te Heray ve Aydabir, 1941'de Çmaraîtı der­ gilerini çıkarmış; çeşitli dergilerde ve Ulus, Cumhuriyet ve Valdt gazetelerinde yıllarca yazılarını yayınlamıştır. Bunların içinde A&baba, şâirin ölümüne kadar neşredil­ miştir. Akbaba, zamânımızda yaşayan birçok mizah yazarmm ve karikatüristin yetiştiği b ir ocak hüviyetim yıllarca korum uştur. Şâir, bugünkü şöhretini Akbaba ya borçludur. Yusuf Ziyâ'nm 1946-1954 yıllan arasındaki millet­ vekilliği, edebî hayatının renklenmesine vesile olmuş­ tur. T.B.M.M.’ndeki 8. dönem Tutanak Dergileri ince­ lendiğinde görülecektir ki, Ordu Lisesi'nin yapılmasın­ da büyük emeği geçen Ordu Milletvekili Y'usuf Ziyâ, bir


devlet adam ı olarak da Türk K ültürü'ne hizm et etraiş(34) Yusuf Ziyâ Ortaç, 1946-1950 ve 1950-1954 yıllan arasında İM dönem milletvekiligi yapmıştır. Bu dönemler, sekizinci ve dokuzuncu dönemlerdir. Sanatçının T.B.M.M. Arşivlerin* deki kendisi ile ilgili 8. dönem ö2lük dosyasından alınan tollgilere göre, Yusuf Ziyâ, 1946-1950 yıllan arasında m il­ letvekili seçilirken, Ordu ilinde toplam 142.549 seçmen bu* liînraaktadır. Bu seçmenlerden oylarını kullananlann sayia 92.569’dur. Yusuf Ziyâ, bu oyların 5D.126’L-ını alarak, ilk defa milletvekili seçilmiştir. Ortaç’ın aldığı oyların dağı­ lımı şöyledir: Ordu (Meriiez) 5071, Ünye 17.449, Patsa 20.769, Gölköy 12.763, Mesûdiye 2279, Perşembe 7095 oy. T.B.M.M. tutanaklarından öğrendiğimize göre, Ortaç, 1946-1950 yıllan arasında mecliste yedi konuşma yapmıştır. Bu konuşmaların konulan ve tarihleri şöyledir; 1) 27.12.1947 tarihinde 1948 yılı Bütçe Kanun Tasarısı’nm Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü, kısmının görü­ şülmesi sırasında bu kurum hakkında yaptığı konuşma, 2) 22.2.1949 tarihinde CumhurbaşkanUğı Bütçesi görü­ şülürken, Atatürk’ün Savarona yatı İle ilgili yaptığı konuşma. 3) 25.2.1949 tarihinde Mâliye Bakanlığı Bütçesi görti* şülürken, Halkevleri ile ilgili yaptığı konuşma. 4) 23.5.1949 tarihinde, Basın vö Yayın Genel Müdür­ lüğü kuruhış ve görevleri ve memurları haklımdaki 4475 sayılı kanunda değişiklik yapılmasına, Basın ve Yaym Ge­ nel Müdürlüğü kuruluş ve görevlerine ve Millî Turizm tdare.$i Kuruluş ve görevlerine ve yetkilerine dair kânun taşa­ nlarıyla, Eskişehir milletvekili İsmail Hakkı Çevik’in Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü kuruluş ve görevlerine dair olan 4475 sayılı kânunun 20, maddesinde değişiklik yapıl­ ması hakkında kânun teklifi ve îçişleri Komisyonu İle ge­ çici komisyon raporları görüşülürken, Radyo Yayınlan iîe ilgili olarak yaptığı konuşma. 5) 30.1.1950 târihinde, Ankara Milletvekili Arif Çutukçu’nun Millî Korunma Kânununun fcazı maddelerinin de­ ğiştirilmesi hakkındaki 5020 sayılı kânuna ek kânım teklifi ve geçici komisyon raporu görüşülürken Millî Korunma Kânunu ile İlgili olarak yaptığı konuşma.


Yusuf Ziyâ, şiirleri, nükteli fıkra ve sohbetleri, man­ zum tiyatroları, rom anları, hâtıra ve gezi yazılan iİe komik unsuA'lan birleştirmiş; ustalıkla kullandığı Türkcenin sade örneklerini edebiyatımıza kazandırmıştır.

6) S.2.195Ö tarihinde Ordu Milletvekili Yusuî 21yâ O tlaç’ın, Karadeniz T:)ölgesinde açlılt başladığı ve bu yüzdeo bazı köylerin boşaldığına dair olan neşriyat hakkmdaki sonı suna Eiîonoîni ve Ticâret Bakanı Vedai DicJeîl’nia srözîö ce­ vabı (6/443) görüşülürken yaptığa konuşma. 7) 20.2.1950 tariiıinde, Millî Eğitim Bakanlığı Bütçese görüşülürken, lise ve ortaokullann genel giderleri ile ilglîı olarak yaptığı kcmu^tma. (Daha fazla bilgi için bakınız: Tutanak Der., Dönem; B, Toplantı. 2, 24. birleşim, 27.12.1947, s. 404-405. dönem. 8, c. 12/2, toplantı. 3, 49. birleşim, 22.2.1949, s 426-527; c. 16, toplantı. 3, 52. birleşim, 25.2.1949, s, 614: c, 19. toplantı. 3, 90. birleşim, 23.5.1949, s. 629; c. 23, topiHüti. 4, 38. birleşim, 30.İ.1950, s. 412-413; c. 24, toplantı. 4. 39. birleşim, 6.2.1950, s. İ04; c. 24. toplantı. 4, 51. 20.2.1950. S. 20.2.1950, S. 868-869).


î K î N C i

B Ö L Ü

ESERLERİNDEN SEÇMELER Ş E H ID ÎN KALBÎ

Bir köpüklü deniz gibi gök bembeyazdı, Gün batarken bufutiara bir destan yazdi: Çöktü karlı dağlara yer yer karaltılar: Uçuşuyor enginlere doğru martılar. Fırtınalar uğulduyor şimdi derinde Mâceralı Çanakkale sahillerinde -Vücûtları b ir kırmızı kanla örtülüGözlerini ufka dikmiş binlerce ölü; Kan pıhtîlı kılıçlan ellerde kalmış, Mazarları b ir uhrevî i'üyâya dalmış, Yüzleri mosmor, hepsinin köpürmüş ağzı. Bugün b ir ses. bir hırıltı gelliyor bâzı. 73


Uçuşuyor kara bulut gibi kargalar; Ölüleri didikliyor dem ir gagalar; Birden bire dalgalandı b ir k ar kümesi, Yükseldi b ir genç askerin titreyen s e s i: — Karga... Biraz dinle beni; son vasiyetim Bugün artık yuvam öksüz evlâdım yetim! Şimdi belki pencereden, gözleri yaşlı, Benden mektup bekiiyordur o kum ral başlı, G it... Söyle ki, tekbirlerle titretip, arşı Süngümüzle durduk yedi düvele karşı! Yalnız işte göğsümde buz tu ttu sızan kan.,. Karga... Oysun yaramı demirden gagan; Benden haber soranlara götür kalbimi! Rûhumu artık semâlarda buldu Rabb’imi... Hâîâ karlı cesetleri yiyor kargalar; Ölüleri didikliyor demir gagalar Karşı yardan iniyor b ir zafer mevkibi; Nöbetçiler bekliyor tunç heykeller gibi... ı, s. 3.

74


Ey şâir, uğraşma kendi derdinle; Milletin ağlayan kalbini dinle. Bak hudutlar tıpkı b ir kızıl yara, Ölüm kanat germiş bu şen diyâral Âtılmış meydanlara yüzbinlerce genç. Kalbinde şehitlik için b ir özenç! Bir yanda yuvalan yıkılmış, yanmış; Günahsız kanlarla toprak boyanmış! İşte yine bir genç kız isk eleti: Gözleri oyulmuş, doğranmış etil Sarmış her tarafı b ir çete zulmü. Ey şâir rübâbm artık ölü mü? Ağlıyor vatanın, b u dertli nine. Şiirinle teselli ver b u enîne!... (Cenk UfuHan, s. 75


KAFKAS'TA KALANLARA Ey yüksek dağlarm karlı gö| Ebedî uykuya dalan yiğitler! Ey taçsız, nişansız kabri üstünde Yıldızlardan kandil yanan yiğitler? Bir öksüz aşk ile andıkça sizi Kalbimiz titriyor hıçkırıklarla. Gönüller özlüyor hayâlinizi Hummâlı b ir hicran içinde hâlâ. Neler diyor size vatan lüzgârı? Haber vermiyor m u sevgilinizden? Soğuk mu Kafkas’m karlı dağlan? Mektup bekliyenler var hâlâ sizden? 76


Vaktiyle bu ilde gazâlar eden Yiğit ceddinize kavuştunuz mu? Sîzi yâdettikçe bilemem neden. Bir gurur yakıyor dertli rûhumu!.., Cihâniîi taptığı yiğitlerdiniz; Geçtiniz en kanlı, en korkunç izden! Efsâneye bugün kıymet verdiniz; Diz çöküp şefâat dileriz sizden!... (Cenk Ufuklan, s. 15,


SULTAN OSMAN'IN RÜYÂSI B ir vakitler bu toprağın bizlerdik beyi, Oklarımız karartırdı şu gök kubbeyi! Mâzimiz b ir gürültülü destanla doldu. K ahram anlar ocağıdır bu Anadolu! Bulutlara sürünen o karlı ihtiyarDağlanyla yâdedilen bir yeşil diyarÜzerinde biz dört nala a t koştururduk. Kargımızla kâinâta karşı dururdukl Osman Gâzi daha henüz olmamıştı han, O vakitler sevgi, hasret gönlünde nihâni Meleklerin kalbi gülümserdi sesinde! Edebâlî denen şeyhin zâviyesinde!


Bir gün coşmuş, zikrederken, gözleri âhûBir güzel kız görür görmez titredi rûhul Günler aylar geçti, aşkı hiç eksilmedi Gözlerinden zaman o genç kızı silmedil Yıldızların mehtabıyla parlarken kubbe Diz çökerek yalvarırdı her gece Rabb'e! Yine böyle b ir geceydi, duâdan sonra Dalgın dalgın bakıyorken karlı dağlara Gözlerini bulutladı bir tatlı uyku, Açılmıştı O'na engin b ir rüyâ u fk u : Çiçeklerle, çemenlerle dolu b ir gül bahçesi, Uzaklardan serpiliyor b ir sevdâli bülbül sesi. Ağaçların arasında tanıdığı b ir ihtiyar. Yüzünde b ir İlâhî nûr, gözlerinde din aşkı var! Gelip durdu, b ir elinde demir asâ, birinde yâr, Kuşağının arasından doğdu gümüş renkli bir ay, Genç Osman'ın ak alnına bir kuş gibi kondu hemen, B ir kocaman ağaç çıktı sonra parlak sinesinden. K anatları gölge yaptı bu dünyânın her yerine, Y apraklan gönül verdi yıldızlann gözlerine! Şurda, dere kenânnda türkü çağıran kızlar vardı. Kayalardan çağlayarak billûr gibi su akardı. Yamaçlarda sürüsünü otlatırdı bir genç çoban, Yanık b ir ses dökülürdü dalga dalga kavalından, B ir tarafta engin yeşiî bir ovanın üzerinde Süvâriler koşuşurdu, hepsinin tunç miğferinde Parıldardı semâları yâdettiren b ir gümüş ay, Ayaklarda demir çank, belde kılıç, ellerde yay! Sabahleyin gün doğarken Osman uyandı.


Düşünceli gözlerinde bir fikir yandı, Rüyâsmda gördüğü o büyük dervişi Dâvet etmek istiyordu, anlatm ak İşi! Kendisine hitap etti: Osman iyi bil 8 u rüyada b ir hayır var pek tehi düg H aber gönderildi EdebâJî'ye: Bir ricam var, lütfen buyursım diyel Bir m üddet sonra şeyh girdi odaya, Anlatıldı hemen geceki rüyâl Şeyh döktü saçını omuzlarına, Gönlünü kaptırdı Hakk rüzgârma, İstiğrak içinde kaldı çehresi, Nihâyet yükseldi ilâlıî s e s i: Ey oğul, pirimiz bak ne buyurdu, îk i âşık gönül burda u50irdu Halâs etsin diye bu canlı yurdu, Tannmız kondurdu Sultan Osman'ı! Bu illerde yeni güneşler açar. Saltanat nurunu eflâke saçar, Karanlık geceler ürperip, kaçar. Damarlarda yanan vahdetin kanıK., Rüyâda cihanlar kuran ay sensinî Ordunla fırtına gibi esensin! Baştan başa arzı titretip sesin Gökler selâmlasm yeni Turan'ı!... Bayrağının rengi kırmızı lâle, Benzesin b ir yeni doğmuş hilâle, Sütuvvetin sığmasın akla hayâle. Hükmetsin cihâna Türk’ün fermânı!... 80


Gözlerin olmasın hicrân denizi, Kalbinde kalmasın hasretin izi, Bii’l eştirip artık kızımla sizi Mâlhûn, zevcen olsun ey Türk hakânıl... Osman birden bire düştü iki sevince Biri hanlık, diğeri de sevdiği inceCeylân gibi eîâ gözlü kızı almaktı, Gözlerinden hemen b ir kaç damîa yaş aktı. Atlılarla haber saldı yedi çevreye, Türk beyleri hazırlanıp gelsinler diye! Biraz sonra sükûtta b ir kurultay oldu, Baştan başa kısraklarla her taraf doldu. Osman Gâzi koşup geldi, elinde yayı, Kurultaya nakletti o güzel rüyayı; Genç, kutlu sesler göğü sarsıp in le tti; «Osman!... Şensin hakanımız Tanrı emretti!.. Nâralarla göğe doğru kalktı mızraklar, Bir alevden dalga gibi uçtu bayraklar, Pembe güneş selâmladı doğudan Türk u, Dört taraftan geliyordu bir şanlı türkü!... , s. 18. 19, 20, 21, 22)


NÖBETÇİ VE YILDIZ Sükûn indi karanlıktan yorgun denize. Ufuklarda uğuldayan rüzgâr uyudu. Bir gecenin elinde b ir sedef yelpaze, Ölgün sular gök halkının rüyâlı yurdu... 0) Her yer tenhâ... Uzaklarda b ir gölge yalnız, Semâları dinleyen b ir kahram an nefer; Hiç bir ses yok... Sâde gökten küçük bir yıldız Sesleniyor: «-Ey bayrağa şan veren asker Ne var, ne yok? Seni (görmek için geldim ben. Sor köyüne âit her ne istersen!.. 0 (1) Yusuf Ziyâ, Bizim Yokuş isimli hatıra kitabında bu mîsrâı şöyîe y az ar: «Dalgalarda yalın ayak bir kız gezindi! (s, 33) (2) Bu mısrâ vezne uymamaktadır.


Ah, anladım, gözlerinde yalnız b ir şey var. Yalnız onun, nişanlının sönmez gölgesi! Geçen akşam harm anlıktan dönerken kızlar Gördüm onu, pek solmuştu pembe çehresi. B ütün gençler söylüyordu yanık b ir türkü, Yalnız siyah b ir sessizlik içinde yorgun, Hazîn hazîn ağlıyordu nazlı yavuklun!... Dedim: «-Nen var ey köylü kız, gözlerin tıpkı Yağmur dolu b ir sonbahar gibi mükedder?» B ir kuş gibi hıçkırdı, «ah yok hiç b ir haber, Beş ay oldu... İşte burda biz ağlaştıktı, Bu çeşmenin karşısında vedâlaştıktı!... Gitti bütün gençliğimin rengini yolup, O gün, bu gün bekliyorum yok hiç bir mektup!. Neş’em soldu, rengim uçtu, ümidim söndü, Dudağımda b ir karanlık inilti g ü ld ü : «-Ey sevdâlı k ır çiçeği, ey kalbi yetim, Ay sultanın başı için bil ki, ahdettim, Nişanlım bulacağım, m erak etme sen, Söyle ona anlatırım her ne istersen!..» Gözlerinde yaşlar güldü: «-Ey uzak yıldız! Duâcıdır yer yüzünde sana bu genç kız; Bir selâmcık götür benden, budur niyazım, «Ayşe» sini unutm asm ... Ancak o lâzım!...» Asker soldu, gözlerinde bir gölge yandı Gürüldeyen sesi göğe doğru uzandı: «-Uzak yıldız!... Ben ölüme karşı gülerken Çarpıntıyla doldu kalbim bu sözlerinden. Dikkatle bak, Çanakkale b u gördüğün yer. B ir çelikten kale gibi burda her nefer! Yıldırımlar, ateşlerle her gün çarpıştık,


Fakat düşman tutam ıyor meydanı artıkS «Allah Allah» diye her gün titretip arşı, Süngümüzle durduk yedi düvele karşı! Şimden sonra ölsem bile gam yemem aslâ!.^. Böyle günde hiç gelir mi hatıra sıla? «Ayşecik»e söyle merak etmesin Kavuşuruz...» Birden bire göklerde derin B ir g ü rü ltü d a lg a la n d ı, b i r a le v y a n d ı,

Kan içinde genç kahram an yere uzandı! Şaşkın deli b ir kahkaha koyverdi yıldız: «-Artık haber bekleme, ey uzaktaki kız! Nişanimm hayâlini kalbine göm sen, îşte ben de kaçıyorum bu ıssız köydenl Bir göz yaşı gibi düştü perişan, harap Uzak muhbir, yıldız değil, şimdi b ir şihâbi Arkasından hafif beyaz b ir yol göründü Biraz koşup karanlıklar içinde söndü 0 !., (Akından Akma, s. S, 9, 10, îî)

(S"» Son iki mısrâ B îdm Yokuş isimli hatıra kitabında YusKf Ziyâ tarafından şu şekilde ifâde ed ilir: «Arkasından beyaz, uzun bir iz bıraktı, Karanlıkta bir göz yaşı süzüldü aktı!»


t K î HANÇER îki hançer gördüm, birinin gümüşKabzasına yâkut güller örülmüş; Âîtm kmı, elmas, zümrüt içinde. Öyle inciler ki, ne Hint ne Çin’de Eşine tesadüf edilmez aslâ!.. Diğeri örtülmüş b ir kızıl pasla, Sapi tutulm aktan kararmış, eski, Fakat öyle mağrûr duruyor kİ, Altm hançer bile bakıp kıskandı, Çünkü onun süsü: Bir damla kandı!. s. 12)


ÎKÎ ASKER Birinin çehresi bahara gülen Hayâtın neş’esi solmamış gülü! Birinin çehresini, mahzûn dökülen Kurumuş dalların solgun püskülü! Birinin gözleri masum ve bomboş, Bakıyor bu günün kanlı ufkuna! Birinin gözleri hayattan sarhoş. Gülüyor mazinin şanh ufkuna! Birisi hürmetle öpüp seviyor Kan yüzü görmemiş bir yeni kılmç! Birisi şerefli sesiyle d iy o r: «Kalbimde tutuştu yine eski hınç!»


Birinin gölünde kavga duygusu B ir kızıl mânâ gibi düğümlü Birinin yıllardan beri uykusu Kanlı rüyâlarla bütün örtülü! Genç asker baktıkça kızıl bağlara Yanıyor kalbinde «millet» sevgisi! İhtiyar baktıkça kanlı dağlara Titriyor içinde «ümîd» in sesi! (Akmdan Akına, s. 22, 23)


BİR GÖNÜLLÜNÜN SÖZLERİ Cerideler hâkânımın buyruğunu yazdılar, Kavga açmış albayrağım yine yedi çevreye. Aııam, babam, T an n ’mıza em ânettir dayılar, Gidiyorum o kaltaban düşmanla boy ölçmeğel Büyük dedem Çelikoğlu anlatırdı b ir zaman. Gün batısı tarafm dan nazlı yurdum Tûran'a Bayrağmı sokmak için, palasmı bağlayan Kuduz düşman sürüleri varmış, bunlar her yana* Fitne saçıp, sınırlarda birden ateş açarmış Fakat yiğit atalarım dizgin k ın p akmca Kahbe düşman tabanları yağlayarak kaçarmış!


Ama onu Türk pençesi bırakır mı kolayca? Tâ ki, gelip yüz süreler eteğine otağın, Sığmalar kanadına ay-5aldızh bayrağm!... Bugün yine o nâmertleı* yurdumuza salmışlar, Pâdişâhım ferman etmiş: Erler çıksın meydanal Kahbe oğlu! Bilmiyor ki, yine biz de o kan var, Bilmiyor ki, yine b ir Türk bedel yirmi düşmanaK.. Hey gidi bey!... Bir nârayla tozdan bulut yaratan. Kahramanlık derneğinde yiğitlikle şan alan Tûranlımn yavuz nesli tükenmedi çok şükür. Bir damla Türk bir kocaman deniz gibi köpürür,î Vallah billah ak atımın yeleleri elimdenKurtulup da düşünceye kadar yarm cenkte ben Kana hasret kılıcımı çalacağım, ahdim var. Gidiyorum, hakkmızı helâl edin ağalarî...


ZAFER BELDESİ Yürüyorum... Kızıl b ir yol, sağıra solum uçurum, Ayakiarmı kan içinde, göğe «imdat» diyorum. Uzakta b ir ses ağlıyor: «Yolcu gökler sağırdır Kuvvetine güven yürü!... Kuvvet zafer yaratır!» Koştum, koştum b ir şey çıktı karanlıklar içinden. Gür ve coşkun sesler geldi tâ derinden derin d en ; «Ey Türklüğün öz evlâdı, şu İlâhî ufka b a k : Nasıl zafer neş'esiyle çırpınıyor albayrak!» Baktım, semâ b ir yakuttan deniz gibi kırmızı, Sinesinde parıldıyor ay ve şeref yıldızı! Hayretlerle göğe sordum : «Neredeyim ya Rabbi?* Dağlar taşlar cevap verdi b ir şimşekli ses g ib i: «Ey kahraman ruhlu asker, b u gördüğün, herkesiHuzûrunda diz çöktüren Türk'ün 'Zafer Beldesi!...'» (Akından Akına, s. 26,27)


BENÎM YÂRÎM —Bayrağım İçin— Benim yârim alyanaklı b ir kızdır. Gözleri pek sevimli b ir yıldızdır, Kaşı hilâl, Şâirlerin hayâlini süsleyecek b ir timsâl! Bakarsınız bu genç kız Pervâsız Oturuyor b ir kalenin üzerinde, N eşe dolu gözlerinde! Bakarsınız ufuklarda dolaşıyor zırhlılarla, Bakarsınız bir tepede öpüşüyor rüzgârla! Arkasında kadın, erkek, genç, ihtiyar Milyonlarca âşığı var!... İşte benim yârim bu güzel kız, Kanım canım ona fedâ yalnız!... (Akından Akına, s. 39)


TUNA BOYUNDA Dört çevreyi dolaşıyor yıidınm dan süngümüz, Zaptolunmaz bir sel gibi K arpatlar'dan aşarızs Yoldaşımız için hayat, düşman için ölümüz, Bir kasırga bulutuyıız gürleyerek taşarız! Ey üç günde Dobruca’darı bozgun verip kaçanlar Arkanızdan yetişiyor b ir fırtına bulutu! Firar eden ordunuzu alkışlasm hep çanlar. Târihlere yapılıyor isminizin tabutu! Ey asılsız türediler, karşınızda parlayan Süngülerde milletimin affetmeyen kini varl Alev saçan bayrağımın huzûrunda titi'e yani Hakk'a tapan kalbimizde gâlip olmak d!n.l var!


Güzel Tuna... Ey buradan abdest alan yiğitler, Türk askeri silah çattı yine eski vatana. Ey vaktiyle bu iUerde kjlınç çalan şehitler Öcünüzü bırakm adık o asırlık düşmana! Sen bir zaman hıyânete kurban oldun burada, Fakat bugün önümüzde diz çöküyor alçaklar! Beldeleri îaarâp olmuş bu ateşli borada! Kalbimizde onlar için aman bilmez b ir kin varî..


YABANCI ELLERDE Karanlıklar dağılırken sükûn ürperdi. Her vagonda coştu yanık yanık türküler. Mâsum yüzlü nefercikler bakıp gülerdi Ellerinde, parıldayan keskin süngüler! Al mendiller salanarak her pencereden Tiren kalktı yavaş yavaş b ir gelin gibi. Yeşil kırlar arasından akıp giderken Ağaçların helecanla çırpındı kalbi 1 Eski yurdun hüzn içinde bakan dağlan Sevindiler Türk askeri geçiyor diye. Rumelinin o sevimli güzel bağları Çiçeklerin kokusundan verdi hediye!


Bir ağızdan cenk türküsü çağırdı kuşlar; Şen dalgalı çağlayanlar coşup köpürdü. Bir bahçeden bir bahçeye dolaşan rüzgâr H aber soran yavukluya selâm götürdü! Akşam, güneş tutuşarak gurûb ederken Ufuklara açtı Türk'ün albayrağını! Bulutlar nûr alıp pembe bûselerinden Andırırdı b ir genç kızm tül yaşmağını! Gece olur, yıldızlarla konuşurlardı, Ay b ir gümüş yol açardı çimenliklerde Ah, hepsinin gönlünde b ir öksüzlük vardı, Sevgililer, yeşil tarla, koyımlar nerde?... (Akından Akma, s. 43.


Geçen akşam geziyorken sanşın, kumral, Bir sâhUde gördüm b ir çok deniz perisi. Rüj'â gören asırlara âit bir masal Seviliyordu içlerinden en sevim lisi: «O vakitler daha dünyâ kurulm am ıştı, Daba Âdem Havvâsma vum lm am ıştî. Biz, füsunlu bahçesinde yaşardık a\T.n, Karşmızda paılayan şu altm sarayın. Bir güxı nurlu beldemizde b ir rüzgâr esti.>> Bu, mânâlı bir şâyia, mübhem bir sesti; «Fezâlan seyretmekten bıktı Tanrımız, Meleklere em retti ki b ir yeni yıldız înşâ edin, şu esrarlı boşlukta diye, Ay’la güneş, ziyâsmı versin hediye! Kırlarında pembe güller açılıp gülsün;


Bir tarafta dalgalansın ıssız ormanlar; Yeşil çam lar arasında gezsin ceylânlar; Şâirlerin ellerinde birer piyâle; Mehtâp, ufka alçalırken dalıp hayâle İnildesin hüzn içinde coşkun bir rübâp Kalbin öksüz tellerinden uçsun ızdırapl Îİham, ayın tüllerini alıp bürünsün, Naz içinde raksederek çıkıp görünsün, Şâir artık uzaklaşsın kendinden bile, Ansızın ölen sevgisini ah, vah ile! Bir tarafta göz yaşları akıp dökülsün, Bir tarafta mesûd çiftler neş'eyle gülsün, Bâzı gelsin bûselerin oynak bestesi. Bâzı gelsin 'ölüm’ diyen baykuşun s e s i: Akisleri her gönülde b ir iz bıraksın; Bu âlemde herkes başka b ir gÖzle baksm!...» Ses kesildi... Bütün kızlar korkudan sustuk, Hiç kimseden çıkmıyordu ne ses ne soluk, Bir İlâhî ürpermeyle yere kapandık; Sonra her gün bu sesleri korkuyla andık. Günler geçti... Yine böyle bir gece erken, Bütün kızlar b ir ağızdan şarkı söylerken, K aranlıklar arasından bir nûr yükseldi, Karşımıza küçük, nârin bir şihâp geldi. Dedi: «-Kızlar, Tanrı bizi müjdeci yaptı, Artık yeni seyyarenin resm-i küşâdı, Yann icrâ edilecek, yıldızlarla siz, Bu füsunlu merâsime davetlisiniz.


Yolunuza karşıcılar çıktı şimdiden, Dolduracak fezâlan hep gelip giden; Elinizde olsun aşkın tılsımlı yayı, Ey dillere destan olan p e n alayı!...» Ben bir mâtem tülü giydim arkama, Göz yaşından inci dizdim yakama, Gerdanıma taktım ince b ir nişan. Eteğimde pırıldadı kehkeşan! Bütün kızlar b ir ağızdan şarkılar Söyleyerek yola çıkıp; b ir rüzgâr; B ir kanatlı bulut gibi uçuştuk. Yolda b ir çok karşıcı ile buluştuk. Uzaklarda gördük büyük b ir ata; Bir ney sesi inliyordu u fu k ta : «Ey hepsinin boynımda ay. Ellerinde tılsımlı yay. Uzak nûrlu bir ülkeden Yurdumuza kadar gelen Nazlı peri âilesi. Ey güzeller kâfilesi! Gördüğünüz âîem sizin Fezâ denen şu denizin Ortasında b ir sefine E srar dolu bir define, îsm i dünyâ imiş; her an Dönecekmiş, tıpkı nûrdaıı Bir top gibi; o döndükçe Olacakmış gündüz gece! Bilmiyoruz biz de nedir? Bu b ir mübhem efsânedir!...»

93


3 ir karanlık sarılmıştı dünyâya, Tutulm uştu sanki kara sevdâya; Buhurdanlar tütüyordu lıer yerde, B inbir nağme titriyordu dillerde... Birden bire gözlerimiz kamaştı, Ufukları bir sihirli nû r aştı; Boşluklarda dalgalandı bir alkış. Sanki nûrlu b ir buluta yaslanmış Gülüyordu meleklerle beraber. Ellerinde meşalelerle üç rehber Kâfilenin en önünde dört nala Uçuyordu, ak kanatlı atlarla! Birden bire dalgalandı her taraf Seyirciler sıralandı hep saf saf. Alay durdu karşısmda Enginleri inildetti b ir derin Uğultulu ses: «-Ey aı*zi kaplayan Büyük siyah bulut, artık açıl, yan!... Vecde geldi yıldızları nûrlu müvekkibi. Dünyâ tıpkı b ir sevdâlı mevlevî gibi Hiç durmadan dönüyordu, fakat çehresi Hüzn içinde; titriyor b ir bülbül sesi, Dağlar ıssız, çağlayanlar bütün kurumuş, Ne kırlarda b ir ceylan var, ne gökte b ir kuş. Her şey siyah bir mâtemin elinde esir, Dâvetliler bile şimdi hep müteessir. Şayialar dolaşıyor yine dillerde, Ay, güneş diyor: Ayol, haniya, nerde? Şelâleler coşacaktı dik kayalardan, Binbir nağme uçacaktı hani rüzgârdan?


Gözlerini daha henüz açan bu âlem Neden böyle baştan başa siyah bir elem? İçinde bu mâtem nedir bu hummâ? Rabbimizin mâlûmu m u bu loş mânâ? Meleklerin düşünürken solgun çehresi, Birden yeri, göğü sarstı Tanrı'nm s e s i: «Ey karşımda boynu bükük ağlayan dünyâ, Hüsnümden mi istiyorsun aşk ile ziyâ? Zâti her şey b ir menbâdan alıyor rûhu. Yarın, çamlı dağlannda, gözleri âhû Bir nazlı kız geziyorken, dünyâ güzeli Sanıp, ona tapanlar da benim ezelî Hüsnüm için secde etmiş olacaklardır! Bu ateşin tılsımıyla solacaklardır! Başlangıcı, sonu meçhûl olan zevâlsiz Nûrumdan b ir damla bu esîr-i deniz Bir güzellik hâlesiyle kuşatır seni; En füsunlu şaşaanla göster kendini!...» Bir İlâhî ürpertiyle sarsıldı dünyâ, Karşımızda açılmıştı sanki b ir rüya Bir hayâlet ufku: Bütün âlem neş'eli Tebessümler saçmış gibi K udret'in eli. Bir bülbülle süslü artık her ağaç dalı. Fettan güller naz içinde baygın edâlı. Adem, uzak bir adada inliyor şim d i: «-Ah bir zaman cennette bile eşimdi! Havvâ... Havva... Söyle çabuk, söyle nerdesin:? Titremiyor viran olan gönlümde sesin! Şu gökleri b ir fırtına olup da ezsem!


Havva... Havva, eğer seni ben göremezsem Yavaş yavaş öldürecek beni bu belâ... Böyle her gün dağ başında canavarlarla Boğuşarak bu hayâta vedâ etmeli, Kırsam, bizi iğfâl eden o şeytan eli!...» Günler geçti... Hiç bitmedi bu hıçkırıklar, Gece, hasret türküleri taşırdı rüzgâr, Mâbedler hep âşıkların âhıyla doldu, Kadın, bütün göklerin m ihrabı oldu! IŞâlr Der., c. 1, nu. 3, 26. Kânûn-ı evvel. 1918, s. 37) (Âşıklar Yolu, Birinci şür)


SENDEN SONRA Her gün yeni b ir mâcera peşinde koştum; Her gün yeni b ir ufukta gördüm gurûbu. Böyle hangi sevdâmn sihriyle coştum? Benliğimde esen hangi fırtm adır bu?... Şimdi ıssız bir sâhiide, şimdi dağdayım Her gün yeni bir rüzgârın oldum esîril Akşamlan tılsımlı b ir menbâdayım; Süzülüyor gönüllere aşkın iksîril Ben b ir sevgi menbamdan içtim bir yudum. Sardı bütün asabımı ince b ir sızı. Kadehlerden aldatıcı bir şifâ umdum; Bir âşuftesine, sende ağladım bâzı;


Şimdi: Ömrüm, b ir asâsı kaybolan seyyah. Ağlayarak meçhul ufuklarda geziyor. Kalbim, yetim itiraflar dinleyen, siyah B ir m anastır dehlizine tıpkı benziyor!

(Şâir 0er., c. i, nu. 1, 12. Kânûn-ı evvel. 1918, s. 5) (Âşıklar Yolu, Üçüncü şiir)


tnsaniarm aya, göğe taptığı demde, Sevda hissi doğmamıştı henüz âlemde. Şen kayıtsız gönüllerin hiç yoktu derdi, Kuvveî, ancak yıldınm a secde ederdi. Ormanlarda doiaşırdî sürüyle Biler, Arkasmda büst, aJnmda al karanfiller, Ceylân gözlü genç kadm lar giderdi ava. Örtülürdü baştan başa oklarla hava... Hiçbir insan olmamıştı aşkm esiri, Gönüllerin meçhulüydü sevda iksiri... Durgun bir göi, yıldızlarla işlenmiş bir su. Çiçeklerin yaj'ihyor baygm kokusu... Bir genç kadın yapraklarla saçı örgülü Yanakları, henüz açraış ilkbahar gülü KM


Bir mermerden heykel gibi vücûdu nâriıı, Loş sularda yıkanıyor, dalgalar serin, Rüzgâr ince, sahil ıssız, semâ rüyâiı, Ay, karşıki kıyıda bir altından yah... Sazlıkların arasından esti bir nefes Bu. sükûnet tellerini inleten bir ses ı • Göl perisi... Göl perisi... Nerden çiktm sen? Güneş yüzü görmedi mi hiç beyaz ensen?. . Göl perisi... Bakışların göklerin rengi; Gülüşünden mi öğrendi kuşlar ahengi? Göl perisi... Göl perisi... Ey beyaz kadın Vücûdunu böyle mehtapla mı yıkadın?.,. Kız, sazlıklar içinde bir beyaz zambaktı. Erkek, ona hasret dolu gözlerle baktıî Nazarları gizli bir şey yalvarıyordu, Hıçkırıklar, vücûdunu kalbini yordu, Kadın şaşkın, gülüyordu hâline gencin. Gözlerinde yıldızlan yandı sevincin! Kollan, bu ilk âşığa bir hâle ördü, Onun baygın gözlerinde semâyı gördü!,. Aylar geçti... Melek gibi bir çocuk doğdu, Onu gören, sandı güzelliğin mabudu. Beyaz yüzü b r lekesiz, ince mehtaptı! Kadın erkek, ona bütün kabile taptı! Hiç kimseye benzemeyen bu çocuk bir piç, .Aşk doğmuştu, her şey onun, km-vet artîk hiç!,, (Akmdan Alcma, Dördüncü şür)

105


KADIN AŞKI —Ömer Seyfeddin'e— Peçelerin eri ince, loş bulutlan. Süzülünce bakışları fettan şimşeği! Duyulur b ir kahkahanın oynak rüzgârı, Kabul eder gönülleri her genç erkeği! Şâir, kadm kalbi ulvî bir mâbed değil, H er yolcuyu sarhoş eden b ir meyhanedir! Aşk istersen m ısrâlann önünde egili Kadm aşkı, binbir renkli b ir efsânedir! H ıçkınr ağlar şimdi senin dizinde, Bir fırtına bulutu var kalbinde sanki! Biraz sonra, koşar yeni b ir aşk izinde... Kadmlarm sevgisi b ir öyle nisan ki! Şimdi güneş ziyâsıyla süslü her yanı, Şimdi çılgın bir yağmurla boğar hülyânı!.., (Âşıklar Yolu, Beşinci şiir)


YILLARDAN BERÎ tşittim ki benim için ağlıyormuşsun, Hâlâ adım düşmüyormuş dudaklarından! Geçenlerde b ir yolcudan beni sormuşsun, Metrûk, ıssız b ir m anastır gibiymiş odan! Çamlıklarda tek başına geziyormuşsun. Göz yaşların anıyormuş eski günleri... Ümidini siyah ufuklarda yormuşsun. Sanmışsın ki, giden günler gelecek geri! Artık elâ gözlerinin altı çüı-ümüş, Bahçesindeki kuşlar gibi susmuş kahkahani Kalbini bir tûl mevsimin hüznü bürüm üş... Akşamları son yolcular geçerken kırdan, Nazarların dalıyormuş yıllardan beri Bir seyyahın bekleniyor gibi haberi!... (Âşıklar Yolu, Altmcı şiir) m


DÂVET Benim gönlüm nihayetsiz tenhâ b ir göldür. Ayın gümüş akisleri titreyen bîtâb Sularmda küçük, beyaz m artılar yüıür, Yeşil dalların arasından süzülür mehtap... Yüksek, mağrur başlarına dik kayalarm Seher pembe güllerinden bir çelenk işler; Sazlıklardan ney çalarak gezen rüzgârın Dalga dalga nağmesinden sular genişler. Orta yerde yaseminler gibi masum, saf, Fii dişinden sütunlarla bir mâbed var ki, Mihrâbını hiç b ir kadın etmemiş tavaf, Kubbesinin hüzn içinde kararmış rengi î


Bir kimsesiz râhip gibi ben bu mâbedi Bekliyorum... Belki b ir gün o gelir diye. Yıllar geçti... Beklediğim hâlâ gelmedi, Saçlannda beyaz teller kaldı hediye... Ah ey meçhûl sevgililer, gün yaklaşıyor, Mabedimin kandilleri sönmeden gelin! îşte, güneş ufuklarla kucaklaşıyor, Benliğimde fırtm alar gibi yükselin! Kamışların yeşil, uzun perçemlerine Bağlı duran şu muhabbet kayıklarım Çözsün nârin elleriniz; artık engine Açılalım, seherin son ışıklarını Küreklerle okşayarak ey meçhûl kadın... Ah, o hayâl kim olacak, o gölge nerde? Hangi güzel bir bûseyle bana sevdânm Mânasını öğretecek, hangi gözlerde Bu ebedî İhtiyâcı söndüreceğim? Beni engin bakışıyla mestedecek kim? Ey sevimli meçhûî kız, ey gözleri âhû, B ir busenle teselli et bu dertli rûhu. Dudaklarım sana muhtaç, tutuşm uş b ir çöl. Kalbim, hisli dalgalarla çırpınan b ir göl. Esir olup gönlünüzde esen rüzgâra Ey güzel... Binin artık boş kayıklara!.. (Âşıklar Yolu, Dokuzuncu şiir)

109


ŞARKILAR 1

Gece koydan üç çifteyle geçtik, edâlı Suya mehtâp indi sandım geçen sandalı. Ey sanşm güller gibi hazîn sevdâlı, Suya mehtâp indi sandım geçen sandalı! Elinde bir ince tavüs tüyü yelpâze, Ferâcenin sınnaları vurmuş denize, Divan durmuş karşında bir yaşmaklj tâze Suya mehtâp indi sandım geçen sandahi

no


Gülüşerek o yollardan geçtik biz kışın Nerde şimdi gönülleri yakan bakışın? Ayrılırken ellerimi o bırakışın... Nerde şimdi gönülleri yakan bakışın? Bir ağlayan ney sesi var gülüşlerinde, B ir sonbahar inildiyor sanki derinde. Aşkımızın yâdı var m ı bu kederinde? Nerde şimdi gönülleri yakan bakışm? (Âşıklar Yolu, Onuncu şiir)


BÎR RÜZGÂR ESTÎ Bir rüzgâr esti başımda, Henüz onsekiz yaşımda... Mehtâbı içtim kadehten, Yıldızlar yüzdü aşımda... Bir rüzgâr esti başımdal Ayağım yeri unuttu, Alnımda saçlar buluttu. B ir tatlı sarhoşluk tuttu. Henüz onsekiz yaşımda! Bir rüzgâr eski başımda! (Bir Rüzgâr Esti, s. 5) 112


EVÎM Dedemden yâdiyâr olan bu evi, ’ Kışın fırtınası, yazın alevi Daha ben doğmadan ihtiyarlatmış... Gönlüm bir hülyaya bâzı dalar da Düşü-nür derim ki: Bu odalarda Kira bilir kaç kişi oturmuş, yatmış. Koltuklar eskimiş, perdeler hm*da, Annemin gelinlik aynası burda, Burda işlemeli, atlas cüz kesem! Baktıkça babamın resnn duvardan Bir dâvet işitmiş gibi mezardan Gözbebeklerimde büyür vesvesem..


Yapyaîmzım... Bir ben b ir de annem vat. Artık ondan başka dünyâda nem var? Benim ömrüm onun, onunki benim... Çniar sokağmda, akşam oldu mu. Kafesler ardm dan ıssız yoiumıı Ondan başka yok ki b ir bekleyenimi {Bir Rüzgâr Esti, s. 29)

14


YANARDAĞ /O dağa eş olamaz dağların hiçbirisi, •Sıra dağlar içinde o dağ bir genç irisi... B ir dağ ki, yeşil başı içinde ■yıldızların, Bir dağ ki, yuvasıdır gönül çeken kıziaım. Bir dağ ki, rüzgârları çiçeklerin nefesi, Bir dağ ki, orm anlan bülbüllerin kafesi. Bir dağ ki, üzerinde toplanmış sâde şenler, Koşanlar, gülüşenler, coşanlar, sevişenler! •Bir gündü, ağır b ir gün, kalbi bunaltan b ir ı^in. Ufuklardan morarmış bulutlar etti sökün! rBir aiev kamçı gibi esti kızgın b ir sıcak. K uşlar korku içinde kaçtılar bucak bucak. Çiçekler b ir lâhzada büktü boyunlarım, •Çobanlar ağıllara çekti koyunlarmı. .^Kadınlar kaçıştılar ağlaşıp yana yana, 115


Dağıldılar gittiler h er birisi b ir yana. Ah o dağ, o genç o dinç, o yemyeşil ,o şen dağ;. Ah o korulannda bülbüller ötüşen dağ, Bir lâhzada sarardı, b ir lâhzada kavruldu, Dalları parçalandı, yaprakları savruldu, Çiçek, filiz ne varsa hepsi döküldü artık, Yeşil dağ şimdi sıcak bir yığın küldü artık. Bu çırçıplak vücûdun göz gÖz oldu sinesi, O gözlerden fışkırdı kalbinin hâzinesi: Dumanlar, kaynar sular, kıvılcımlar alevler. Cehennemden soluyor sanki binlerce devler! Bu dağ böyle yıllarca yandı, dunnadan yandı,, , îçinin ateşinden gök kızıla boyandı. Yarın bugünden sıcak, bugünse sıcak dünden) Koca dağ yana yana kül oluyor gün günden! Gün günden alevleri kısılıp kor oluyor, Ateşten boğularak sanki mosmor oluyor! Bürümüş dik başını sıcak küllerin ağı. Söndü diyor, uzaktan görenler yanardağı! Hayır, hayır... Yanardağ sönmedi, sönmeyecek! Parmakların tutuşur, oynama, elini çek!... Kendisi için için böyle yandiysa nasıl, Sönmeyen b ir hırsı var, yakmak için m u ttasıl:: Yaklaşma! Sağ bırakmaz bundan sonra avmı^

116


-'Son gün için saklıyor, alevini lavını! Diyor kendi kendine: Ateşler saç, dök, yansmi Hava yansın, yer yansın, deniz yansın, gök yansıni â ıra başkalarında, çünkü çok yandı kendi, -Ama, sakın sanma ki harâreti tükendi! Ey güzel!... Biraz üfle, bir parçacık eş, çıkar: 3 u küllerin altından hâlâ b ir ateş çıkar!...

117


MEHMETÇİK Göğü bir fecre sarar açtığımız bayraklar Yurdu, topraklara mıhlanmış adım lar saklar.Çarpar ecdâdmıızm nabzı dam arlarda bugün, Koşar üç k ıta d a nal sesleri hâlâ Türkün!... Bir kâğıt parçası üstünde bakarken Hind’e On asır Gazneli Mahmûd’u bulur kalbinde! Yeni rüyâlara daldıkça bugün ırkım için Olurum gölgesi dünyâya vuran bir Timuçin! Bendim Aydıncık önünden suya seccâde salası.,«Yakasın Rûmeli’nin pençe-i himmetle alan!» 118


Bendim, elbet -ki bugün yâdı ölümden de acıDalkılıçlarla kılıçtan geçirenler Mohaç'ıl Adı üstünde, benim dir o şehirler, köyler, Nice dağlar, tepeler ismimi hâlâ söyler! Bendim elbet şu Çanakkale'yi göğsüyle tutan; Kara topraklara evlâdmı vermiş uyutan. Giydi al kanlarımın tuncunu yıllarca etim. Boğdu son düşmanı yurdumda, benim iskeletim! Bastığım yer mezarımdır diyen elbet ölmez, Silinir toprak olur belki... Müebbet ölmez! Bu çelik rûhu giyen etle kemikten madde. B ir aşılmaz granit k a la çeker serlıadde! Yedi kat toprağın altıyla bizimdir bu diyar. Can verirken, bizi ecdadımızın rûhu duyar. Kalbi A llaha dayanmış, dayanır dipçiğine, Güvenir onyedi milyon yine Melımetçiğinel (Bîr Rüzgâr Esti, s. 73-74)


DAĞLARIN HAVASI’ndan Üstlerini kaplayan karlardan silkindiler, İkisi de yan yana arabaya bindiler Kamçısı şaklayınca gürbüz arabacının Kalbine çöktüğünü duydu Laman acının. Yağız atlar kişnedi, sarsıntı oldu hayli, Nihâyet yola düştü son sür’atiyle yaylı, Kırk yıllık arabanın her yanı delik deşik. H er adımda sallanan çerden çöpten b ir beşik... Benzese de kar tipi İstanbul'un sisine Benzemiyor yolculuk Ada gezintisine. Kar indikçe etrâfa her an daha ziyâde . Atların kulakları görünüyordu sâde. Ne yol belli ne geçit... Yol beyaz, geçit beyaz, Bu kışı görse eğer dünyâya gelemez yaz. Arabanın içinde sessizdi ikisi de


Leman hemen uykuya dalacaktı gitgide Arkadaşı sarm ıştı yüklü şeylerle onu, Yalnız görünüyordu gül gibi pembe bum u. Bir sarsıntı, b ir feryâd... Benzi kül oldu kızın. Yaylının tekerleği kırılmıştı ansızın! Yanyana arabadan dışarı fırladılar, Savrulan eşyâlan tekrar hazırladılar. Gözden geçirdi kınk tekerleği Süreyyâ : — Arabada hayır yok yayan gideceğiz! — Yâ! Bu karanlıkta insan köyüne yol bulur mu? — Korkma hemşire hanım! — Arabada soğuktan donmuş, üşümüştüler, Artık kızışmak için hızla yola düştüler.

Sen varken korku

(Dağların Havası, s. 14-15)

12i



«BEŞİK» Garbın medeniyet döküntüleriyle dolu Beyoğlu Cad» desi’nde, zaman zaman bize bizi tanıtan bir mağaza, camekânına bir beşik koymuş. Acele adımlarla giderken durdum. Yolumu kesen, acaba hangi asırdı: On altmcı mı, on yedinci mi? Kuru tahtaya, bir Türk ustası b u altm yapraklan döktürmüş. Kansız renklerin, ihtiyar yaldızların asaleti içinde eski çağlan sallayan bu beşik, şimdi b ir hâtıralar me­ zarıydı. Sinan, böyle b ir beşikte sallanmıştır. Süleymaniye'yi kuran dehâ, ilk kavsi onun başhğmda gördü, ilk sütunu onun üstünde seyretti. Nedim, böyle b ir beşikte sallanmıştır. İstanbul'un ilk şairi, gözlerini dünyaya açtığı anda, yeşil bir duva­ ğın baharı arkasından bu bin bir nakışlı sanat bah­ çesini gördü. Nigârî, böyle b ir beşikte sallanmıştır. Şimdi yabancı müzelerdeki minyatürlerini, ilk rüyalarında gördüğü bu altm yaprakların ilhamıyle işlemişti. Hâfız Osman, böyle b ir beşikte sallanmıştır. Lâmelif'in iki şah damarına, Türk dehâsının asîl kanını mü­ rekkep yerine akıtan bu hattat, o sanat vecdine, koynun* da göz açtığı bu beşikte ermişti. 123


Benakis Müzesi'ni süsleyen Türk çinilerinin adsız ustaları, Kremlin Müzesi'ni süsleyen Bursa kadifelerinin eşsiz dokuyucuları... Edirne kavukluklarını, Üsküdar çatmalarını, Beykoz işlerini, eser-i îstanbulları ören, yuğuran, oyan muhterem eller... Hepsi bu beşilderde sal­ lanmışlardı. Tarihin uzak ikliminden gelen ihtiyar adımlarla camekânın önünden henüz ayrılmıştım. Karşıma bir, Ya­ hudi vitrininde, teneke topuzlu b ir çocuk kar>’Oİası çık­ tı. Bakıp düşündüm: Ya bunun içinde yatıp büyüyenler?. Karşı kaldırımda bir bob-stil geçiyordu!. (Beşik, s. 34) «ÇÖPÇÜ» Sokakta ıslak b ir rüzgâr esiyor. Pençe pençe çınar yaprakları, üşümüş seslerle kaldırım larda sürükleniyor­ lar. Tramvayın yağmur damlalarıyla yol yoi çizik, bu­ ğulu camından bakıyorum. Biraz daha büyüyen Taksim Meydanı’nda, zafer âbi­ desi, kış rüzgârına bürünmüş çıplak mermerleriyle biraz daha büzülmüş. Birden, orada, tarhların ıslak yolları üstünde gözü­ me b ir adam ilişti. Çisenti içinde kaybolmuş çehresiy­ le b ir hayal adam! Elinde süpürge, bulutların yıkadığı asfaltı süpürüyordu. Ürpererek gözlerimi açtım: Bu hayal adam kimdi?.. Bir tanzifat amelesi mi? Yoksa, şu zafer âbidesinden kopmuş b ir tunç mu? İskeletine yapışık keten ceketinin etekleri ve keten pantolonunun paçaları, çırpıntıdan ıslak, kazaya uğra­ mış b ir yelken parçası gibi rüzgârda uçuyordu... 124


Onu tanıdım: Göğsünde, iğnesi çıplak etine değen kırmızı kordelah İstiklâl Madalyası ile, bu hayal adam, etrafını süpürdüğü âbidenin somaki kemeri altından ba­ kan meçhul kahram anın ta kendisi idi! Onu, bu pembe mermerin hayali üstünden bu ça­ murlu kaldırımın hakikatine atan kimdi böyle?... Onu, düşman ordusunun süngüsünün ucuna takmış, Afyon yamaçlarından, Dumlupınar eteklerinden, Sakar­ ya kıyılarından sürerken görüyordum... Şimdi kurtardığı memleketin sokaklarında, kurtar­ dığı insanların geçeceği yolu süpürüyordu!... B îr gizli tokatın alevleri ile yanan yüzüm yere düş­ tü! (Ocak, s. 29-30)

Bu sene, yirmibeş yıl evvel, babamla beraber ölen evimizin âdetlerinden birini diriltmek istedim: Kurban kesmek! İlk zorluk kurban almakla başladı. İstanbul’un bir­ kaç meydanında, y a n şaşkın, yan ukalâ, saatlerce dolaş­ tıktan sonra, şunu anladım: Sürüden b ir koyun seçebil­ mek için, babamm alışkan elleri lâzımmış... Çaresiz işi ihtiyar b ir aile dostuna bıraktım. Akşam üstü, yüzüme şâir gözlerle bakan b ir kojom çıkageldi. Fakat, yirmibeş yıl önceki gibi b ir hamal sırtında nazlı nazlı kırıtarak değil, b ir otomobil için­ de şaşkın şaşkın sarsılarak... Ve Beylerbeyindeki dede yâdigârı evimize de değil, Nişantaşı'ndaki apartmana! Ermeni kapıcı, onu altımızdaki garaja çekti. Eskiden bahçemizin bir köşesine çattığımız sımdurmaya bağ­ lardık. 125


îçeriye seslendim t — Hayvana biraz su getiriniz... Rum hizmetçi, yüksek Ökçeler üstünde kırıtarak önüne bir küvet koydu. Vaktiyle bu suyu, başı namaz bezli, parm aklan kınalı nineler, içi sırh yeşil b ir ça­ nakla getirirdiler. Hâlâ gözümün önünde: Otunu karşısına asar, arpa­ sını tahta bir ölçekle önüne koyardık. Şimdi Maçka bakkallarmda bunların adım bilene bile rastlam ak mümkün değil! Sabahleyin kapımızı b ir oğlan ç a ld ı: — Kurban kesilecekmiş... B ir anda yine o yîrmibeş jal evveli döşündüm: Bay­ ram namazmdan çıkan babam, Eğinli kasap Ali Ağa ile beraber gelirdi. Ali Ağa hala gözümün önündedir. Şimdi eşine rastlayamadığımız, balta sakallı b ir çınar adam ... Bir yandan beş vakit abdestle aydınlanmış kollarını sı­ v a r, bir yandan bıçaklarm ı dizerdi: Kesmek için, yüz­ mek için, ayn ayrı, boy boy, biçim biçim bıçaklar... Kimi siyah kulaklı, kimi beyaz ve üstlerinde tâlik harf­ lerle kazılmış birer imza: Ameli Şaban Usta, Ameli Ahmet Usta... Ameli Şâhin Usta... Ötede, Türk sanatkârlarının göz nûrundan çiçekler açmış gümüş buhurdanlarda öd ağaçlarının dumandan sen-'ileri tüterdi... Ve kurban, gözleri ter temiz tülbent" le bağlı, bir çukura baş eğerken, Itrî’nin tekbiriyle ür­ perirdik... Geçen hafta, Nişantaşı'ndaki apartm anm moloz yı­ ğılı aralığında kesilen kurbansa, b ir sustalı çakıya bo­ yun verirken üst kattaki komşımun radyosu b ir Arjan­ tin tangosu çalıyordu. Meğer, bu çeyrek asır içinde ne kurbanlar vermişîzl (S an Çizmell Mehmet Ağa, s. 4142) 126


Bir sabah, kısa boylu, çıplak kafalı, kaîm gözlüklü, îiknaz bir adam, elçilik binasında beni buldu : Tilrk Yuîiaii Postîuk Demeği'nin kâtibi imişi Şaşmayınız. Yunanistan'da böyle bir demeğin adı var. H attâ odası da v a r : Bir sinemanın üstündeki kon­ ferans salonunda bîr köşe, sahipsiz b ir m asa ve ziyaret­ çisi?; iki koltuk! Yunan basını bu dostluğun düşmanıdır. Yunan ki­ lisesi bu dostluğun düşmanıdır ve en kötüsü, en ayıbı, en ahmakçası, Yunan üniversitesi bu dostluğun düşma* nîdır! Kader birliğimizi mi soruyorsunuz? O, yalnız hali­ tada kalmış! Ama, Yunan milletinin, hele Türkiye’den gÖç etmiş eski vatandaşların hasretler ve hâtıralar dolu kalblerinde bu dostluğa Iıâlâ bulabilirsiniz. Derneğin tıknaz kâtibi benim için b ir ziyaret prog­ ramı çizmişti: Gazeteleri gezecek, meslektaşlarla tanışa­ caktık, İlk girdiğimiz çok satışh b ir gazetenin yazı işleri odasında, kendimizi buz dolabmda sandımS Karşımdaki üç m uharrirden ikisi, başlarını, üstlerine eğdikleri yazı masalarından bir m erak bakışıyîe ol­ sun kaldnınadılar. Öbürüyle ancak az keiimeli b ir telg­ raf üslûbu ile konuştuk! Ertesi gün, Papagos kabinesinin ünlü devlet vekiii Sütnjîios, Belgrad seyahatine çıkarken bana ayırmak ne­ zaketinde bulunduğu yanm saat içinde, yaman b ir iç sezişiyle hep dostluk konusu üstünde durdu ve elimi uzun uzun sık a ra k : — Aman, dedi, bu körpe dostluğu kalemlerin sivri


o, bu sözleri söylerken, Atinalı b ir kalem, gazete­ sine şu satırları yazıyordu : «Türkler, Kıbrıs'ı güzel b ir odalık gibi İngiltere'ye sattılar. Ama, artık esir ticareti çağında değiliz!» Saym devlet bakanm ın korkm akta ne kadar hakkı varmış! «DÖNÜŞ» Atina'da son geceyi Turing Klüb'de geçirdim. Ye­ mekten sonra Yunan zenginleri bakaraya oturdular. Gözleriniz, «nasıl, bakara mı?» diye hayretle açıldı değil mi?... Durun size daha şaşacağınız b ir şey söyle­ yeyim : Kumar masasında sarı altın, kâğıt paradan çok dönüyordu! Yüz Guîden’e banko diyen cakalı b ir Yunan arma­ törü, halis İstanbul Türkçesi'yle kendisini şöyle tanıttı bana: — Kastamonu vilâyeti halkından b ir hemşeriniz!... Elçiliğin şoförü hastalanmıştı. Bir taksiye bindik. Burada taksiler küçük, ama rahat. Eski, am a temiz... İnerken, saat bizim para ile doksan kuruş yazmış-tı,, Bir Yunan lirası uzattık ve şoförün geri verdiği on ku­ ruşu almadık. Karşımızda b ir kasket havalandı ve b ir baş eğ ild i: — Efharisto poli... Türkçesi mi?... Teşekkür ederim de değil, çok teşek­ kür ederim! Ne dersiniz, İstanbul'da on kuruşa, çoğundan vaz­ geçtim, sadece teşekkür eden b ir dilenci bulabilir mi­ siniz? Güneşli, ılık bir ocak sabahı. Sarayın önünden geçiyomra. Kralın kapısında iri yapılı Efzunlar nöbet bekli


yor: FesU, patikli, cepkenli, fistanlı, püsküllü Efzun1ar...

Dostum, gözlerinin içi gülümseyerek soruyor: — Nasıl, bunları bir harb sahnesinde düşünebilirniisin?... — Hayır, diyorum, sadece b ir operet sahnesinde! Deniz yoluyla dönüyoruz. Güverteden uzaklaştığımız topraklara bakıyorum. Ama, renk, ışık, şekil farketmeden... Gözlerim görmüyor, düşünüyor! Daha ben, mektepte coğrafya okurken bu kıyılar bizimdi... îçimde, toprak olmuş b ir ses, hocam Faik Sabri nin sesi beni ayağa kaldırıyor: — Yüz yirmi bir Yusuf Zîyâ Efendi... Selanik vi­ lâyetini anlatmız! Güverte bomboş ...Baş tarafa doğru yürüyorum... Rumeli kıyılarından esen rüzgâr gözlerimi kuruluyor. (Göz Ucu tle Avrupa, s. 74-79) «ÖMER SEYFETTİNf» Hızla açılan kapıdan içeri girişi, hayır girişi değil, atılışı hala gözümün önündedir: Bu kadar gergin vücut, bu kadar kımıldanan insan, o gün bugündür hâlâ gör­ medim. Göğsü alabildiğine ileride, om uzlan gerideydi. San, uçlan az kıvrık bıyıkları vardı. Kaşlar seyrek ve altın kum ralı... Saçlar da öyle... Hafif çiçek bozuğu yü­ zünde alayla acı karışık tuhaf b ir gülümseme hiç eksik olmuyordu. Kirpiksiz gözleri b ir noktada duramayan iki damla mavi ışıktı. Elinizi sıkışından anlıyordunuz, çok kuvvetliydi. Bu adam, Ömer Seyfettin'dir. Kuvvetli dedim. Önce bunu anlatayım size: Ömer, eski bir Türk zabitidir. Harbiyede okurken, mektebin 129


sayıb fırtm alarm dan biri, onu bahçede terslemiş. ömeT, ucak tefek bir genç, ama, dayatmış... Kavga sonu, m üdürün huzuruna çıkmışlaı. Dev ya pılı belâimm yüzü, alnmdan akan kanlarla kıpkırmızı.. Kumandan sormuş: — Neyle vurdun başına? Ömer, telâşsız, cakasız, çocuğunısıı cevap veııniş: — Yumruğumla... Yaralı dev: — Yalan efendim, diye solumuş, ya demirle vurdu, )-a taşla! Mektep m üdürü, tekrar suçluya dönmüş: — Doğru söyle, neyle vurdun? Bu sefer Ömer, bacaklarm m üstünde yaylanarak, döğüşe hazır, cevap vermiş: — Yumruğumla efendim... İsterseniz b ir tane daha vurayım, patlatamazsam cezama razıyım! Ömer Seyfettin, izinsiz olduğu hafîalar, pencerenin iki demir parmaklığını iki eliyle tutup büker, aralıktan sokağa atlarmış. Edebiyâtımızdaki Ömer Seyfettin, sadece b ir yazar, bir hikâyeci değildir. Ziya Gökaîp’m diliyle söyleyelim: «Yepyeni bir cereyanın ta başında b ir inkılâpçı idi. O, bu cereyanın dallanarak genişlemesine, Türkçülük, hal­ ka doğruculuk, millî kültür hareketlerinin dogmasma sebep oldu». Gökalp haklıdır. Bundan kırk dokuz yıl önce, o, Bul­ gar hududunda, Yakorit'te altm bıyıklı toy b ir zabitken, bakınız, Ali Canip'e ne jm ıyor: «Size bîr teklifim var. Kanaatlerinize pek yakın ol­ duğu için kabul edeceksiniz sanıyorum. Bakmız ne!»


«Sâyîmin esasını teşkil edecek noktalar pek basit: Arapça, Farsça terkiplerin hiç lüzumu yoktuî'. Bunlar ancak süs içindir. Kimin gösterecek, teşhli’ edecek fikri yoksa onları çok kullanır.» «Geliniz Canip Bey, edebiyatta, lisanda b ir ihtilâl vücuda getirelim... Ah büyük fikir!... Sây, sebat ister!» Bugün yazdığımız güzel, ışıkİi Türkçeniıı rüyasını, Ömer Seyfettin, tam yarım yüz yıl evvel. Balkanlarda bir 5inır karakolunda gömyordu. Ömer’i m utlaka severdiniz. Tatlı, şakacı bir mizacı vardı. Ama, onun kahkahaları kadar hıçknığa yakın gülüş gömıedim. Balkan H arbinde cephe cephe döğüşmüştü: Komaîiova'da, Yanya’da... Sonra, esir düşmüş, b ir >ıl Yuna­ nistan'da kalmıştı. Bir tek dileği vardı: Kalemiyle yaşamak... Ayda, yal­ nız altı lira oca yeterdi... Bu parayı bulabilecek miydi acaba? K Yine Ali Cânip'e yazdığı mektuplarda; «Asla mem ur oirnak istemem. Ben yalnızım ve ya­ payalnız bir adam için, namuslu ve muntazam yaşarsa bu para az değildir». «Ben, çalışmamda -devam edecek tenha b ir köşeye muhtacım. En uzak yerleri İstanbul’a tercih ederim» diyor. Ömer Seyfetıin, İttihat ve Tcraîıki Ceniiyeti’ne bağkj’dı. /Inıa, bağımsız bir bağh... Tek hizmet, tek ni­ met istemek aklından bile geçmezdi. Çoğundan tiksinir^ di onların. Yine bir başka mektubunda: «Ben, Ziya Bey müstesna, onlarm hangisiyle b ir ara­


da bulunsam, kendimi, penceresiz ve kapısız bir ahırda sanıyorum» diyor. Birinci Dünya Savaşı'nda vagon vurguncuları, harp zenginleri türemişti. Ama, şimdiki bollukta her mahal­ lede bir milyoner değil, iki elin on parmağiyîe sayılacak kadar!... Ömer öfkeli öfkeli bunlardan şikâyet ederken, İttihat ve Terakki’nin m eşhur Doktor Nazım'ı ayağım kaldırırmış: — Baaak!... Tabanı delik ucuz b ir iskarpin!. Doğmdur: Onlar fakir yaşadılar, fakir öldüler. Ama Ömer, acı, merha­ metsiz b ir gülüşle Doktor Nazım'ı da hicvederdi: — Alı cancağızım, herifin siyasî namusu ayağınım altında!... İnanışlarında çok ciddî olan Ömer, dostluklarında çok şakacıydı. Onunla teklifli yaşayamazdınız. Biraz ağ­ dalı konuşan şair Mehmet Ali Tevfik'e, daha ilk tanış­ tıkları gün: — Vah vay cancağızım, niçin böyle kitap okur gibS konuşuyorsunuz? Diye sormuş, ama kırmamış, onu bile güldürmüştü. Bir aralık evlendi: Yirmi yıl önce Türkiye'nin en zevkli kadın terzisi olan Calibe H anım la... Sonra, bir kızlan oldu, ayrıldılar... Ömer, Kalamış'ta, deniz kıyısında, etrafm da tek bi­ na bulunmayan küçük sipsivri bir yalıya taşındı: Asker­ likte kendisinin ordu kumandanı olan Cavit Paşa'nm ki­ ralık yalısına... Burada, tek başına yaşıyordu: Durma­ dan okuyarak, durmadan yazarak... 132


Bu ayrılıktan çok yaralıydı Ömer. îk i kere şikâyet etti. Bir kere: — İçim sıkılıyor... Ama zamanla geçer, değil mi?... Diye, b ir kere de, eski karısı, yeni kocasıyla yalısının önünden kahkahalar atarak geçtiği gün! Ömer Seyfettin'in Babıâli Yokuşu'nda b ir hikâye de* posu vardı: Zaman Kütüphanesi... Hâlâ en bulunmaz sserleri bulduğumuz Zaman'm sahibi Misak Efendi ile pek dosttular. Ömer, yazdığı hikâyeleri ayrı ayrı zarf­ lara koyar, ağızlarını kapar ve üstlerine isimlerini ya­ zardı: İncili Kaftan, Diyet, Falaka, Aşk ve Ayak Par­ m akları... Hikâye isteyen gazete, dergi sahibi Misak Efendiye gider, zarflara bakar, bir tanesinin adım beğenir, alırdı. Fiatı beş liraydı h er hikâyenin... B ir gün, o yılların en güzel, en sürüm lü gazetesi Vakit’te Ömer'in b ir hikâyesi çıktı. Hoştu, sürprizliydi. Yalnız kısa kısa konuşmalar can sıkacak kadar uzatıl­ mıştı. Okurken gözlerini yüzümüzden ayırmayan Ömer: — Ne yapayım cancağızım, dedi. Hakkı T ank hikâ­ ye başına değil, satır başına para veriyor!. Bu denemeden sonra, yokuşumuzun en tatlı, en dost m sanlarından biri olan Hakkı Tarık, Ömer'in hikâyele­ rini satır hesabıyla satın almaktan vazgeçti. Ömer’in hikâyeciliği Türk edebiyâtmda b ir çağ baş­ langıcıdır: Diliyle, yapısıyla, konusu ile. Cömert, ışıklı bir ilhamı vardı. Kaç yaşında öldü biliyor musunuz?... Otuz altı!... Otuz altı yaşmda ve dokuz cilt hikâye bıra­ karak... 133


Hasta olduğunu duymuştuk. O kadar... ölüm , Ömer Seyfettin'le yanyana getiremeyeceğimiz tek düşünceydi. Ama b ir sabah. Celâl Sâhir’in Ayasofya'da toprak so'^aktaki evinde sanat konuşmalarıyla geçirdiğimiz gü­ zel bir gecenin puslu sahalımda, Sahir o solgun, o ince v-üzü balmumulaşmış, hıçkırarak odama girdi: — Ömer ölmüş! Bana: «Sen ölmüşsün» deseler bu kadar şaşmaz, bus kadar ürpermendim. Haslahğmı, otuz dokuz yıl önceki hekimliğimiz —ne hekimliği?!— Tıp Fakültemiz anlayamamıştı. Şimdi biliyoruz, o da Tevfik Fikret gibi şekerin kurbanıdır, 1920 yılının m art ayında, onu, Kuşdili ndeki Mahmut Baba Mezarlığına bırakm ıştık. Ama, dünya evinde ra­ hat etmeyen Ömer'ciğe âlıiret evinde de rahat yokmuş: Mezarlığın tramvay garajı yapılacağını söylenince, birkaç vefalı dostu, kemiklerini toplatıp Asri Mezarlığa götürGÜler... Şimdi orada, kitabesi Örtülü b ir taş akında yatıyorî Niçin mi kitabesi örtülü?.,. Çünkü bu telâşlı adam ölümde de acele etmiş, eski harfler zamanında gözlerini dünyaya yummuştu. Dirilebiiseydi bundan ne güzel bir hikâye çıkarırdı Ömer. (Portreîer, s. 121«SUSMAK SANATI!» Susmak bir sanattır. Güzel, ince, faydalı ve oldulsça güç b ir sanat.


Susmak sanatı yanında, konuşmak, zanaat kalır. Söz nedir?.., însanın, dimağ ve kalp isimli iki hazi’ nesini açan sihirli b ir anahtar. Yüreğinizde duygu ba­ şınızda bilgi namına ne varsa, b ir söz dudaklarmızm Idİidini açacak, herkese gösterecektir: İşte cevherlerim! Fakal, ağzı sükût ile mıhlanmış bir kafa ve kîjAp sç.indc neler gizli, bunu bilmeye imkân var mı? Atalanmızın «Söz güîniiş ise sükût altındır» sözü îic yanhş... Sükût altınsa, söz m uhakkak tenekedir! Dikkat ediniz: Susan bir adamda, yaz günlerinin îTiânalı sessizliği vardır. Sanu’smız ki, ağzını bir açsa, şimşekler, yıldırımlar boşanacak. Sonra, fırtına bulutuna benzeyen ne gevezeler var­ dır ki îtğızlanndan kelimeler, fikirler, bir damla rahmet olmadan kuru gürültülerle dökülür. Eski terbiye, çocuğa, her şeyden ew el bunu, bu ince sanatî öğretirdi: Susmak! Susmak sayesinde, nice cahiller âlim, nice şeytan­ lar- melek tanınmıştır. Söylemek yüzündense, bütün manevî sermayesini Kt-diye vükleten müflisler sa3^makîa bitmez. Cedlerimizin «bir söyîe, on dinle» tavsiyesini, nıümviinse «hiç söylerae, hep dinle» ye çevirelim. Çünkü, oelli ohnaz, insan bazı b ir söyler ama p ir söyler! Etrafıma bakıyorum: Susan insanlarda, para desieieriyle tıkanmış kasaların zengin sessizliği var. Söyle \'enlerde ise, dibinde birkaç kuruş şıngırdayan tene^vC kumbaraların züğürt gevezeliği! 135


Sükût... îşte dudaklarına bu selâmet m ührünü basabüenlerl mükâfatlandıran en cömert sanat! 6 Ocak 1955 (Güıı Doğmadan, n. Î3-14)

Ziya Gökalp ; — Maarif N âzın Şükm Bey sizi görmek istiyor, dedi. Bizim Yokuş'tan ayrılışımın hikâyesidir bu, anlat­ maya değer... Şimdi, galiba belediyenin b ir şubeciğine dar gelen Sultan Mahmut Türbesi'ndeki binaya Osmanlı İmparatorluğu'nun Maarif Nezareti bol bol sığardı. Kapıdan girince, insanın karşısına dikilen geniş m er­ diveni çıktım. Sağda, makâm-ı Nezâret. Önünde, yakala­ rı sırmalı, kolları sırmalı ve ikisi de burm a bıyıklı, Ka­ radağ Kralı gibi iki hademe... Protokol ne emrediyor, bilmem kİ... Selâm mı vermeli, divan mı durmalı, etek mi öpmeli?... Kaşları daha az çatık, gözleri daha az sert olanına yaklaştjm : — Nâzır beyefendiyi görmek istiyorum... Oturduğu yerde, tek kelime söylemeden şöyle bir süzüverdi beni... En az on kilo eksildim! — Kendileri çağırmışlar... Parmağı ile yandaki kapıyı g ö sterd i: — Kalem-i mahsusa m üracaat ediniz. Rüknettin Bey'di özel kalem müdürü. Genç, iyi yüzMı, yere bile incitmeden basan b ir yumuşak insan... Bi-


iiyornıuş benim geleceğimi galiba. B ir sandaİye gösterdi, içeri girdi, dışarı çıktı ve «ötmıru-tî» dedi... Kaim, ipek perdeli loş odasmda yalnızdı Şükrü Bey. Masa başında kmııldamadan oturuyordu. Kırmızı ya­ naklı, ablak yüzlü, okkalı bir adamdı nâzır hazretleri... Ayakta, el bağlamış duruyordum. — Yusuf Ziya. Bey siz misiniz? — Evet efendim... İnanmamış gibi baktı, inanmamış gibi sustu, inan­ mamış gibi s o rd u : — Ziya Gökalp Bey'in tavsiye ettiği... — Evet efendim... Gülmemek için kendim zorladı galiba... «Ne acayip adam şu Ziya Bey» diyordu içinden «otuzuna yaklaşmış gençlerin talebe olduğu b ir mektebe, b ir Mekteb-i Sul* tanî’ye, yirmi yaşında bir çocuğu muallim yaptırm ak is­ tiyor!» — Siz, dedi, edebiyat okutabilir misiniz? — Okuturum efendim... Yüzüme öyle b ir baktı ki, okut bakayım, diyecek diye titredim! — Başka talipler de var ama, dedi... Edebiyat Fakültesi’nde bir müsabaka imtihanı açacağız... Boynumu büküp sustum. — Girer misiniz imtihana? — Girerim efendim... Ve girdim : Önce, Zeynep Hanım Konağı’ndaki Za­ rif Bey'in odasına... Zarif Bey, Darülfünun Edebiyat Şubesi Müdürü idi. Siyah sakallı, güler }^üzlü b ir Osmanlı beyefendisi. Sonra, mümeyyizlerin huzuruna çık137


üm: Profesör Ali Ekrem ’in, Profesör Ferit Kam,'’m, Pro­ fesör Fuat Köprüiü'nün... — Aç bakayım şıı kitabı... Oku! — Kapa... Bir — Aferiiiin! Sorulan, Namık Kemal’in oğlu soruyordu hep : Kuınikii sakallı, biraz Hacivatımsı Ali Ekrem ... N ihayet: — Söyle bakaymı, dedi, şu beyit kiırûndir? Vezni nedir? Zülfü gibi ayağın koymaz öpem nigânm . Yoktur anın yanmda bir kılca itibârım! Koltuğunda şöyle bir gerilmiş, gülümseyerek yükü­ me bakıyordu. — Fuzuli'nindir efendim dedim... Vezni: M üstefilün faûlün, Müstef’iîün faûlün.., İzmit Sultanîsi'nde, dört kişi bana İstanbul’u ö/'lelmedi: îkisi öğretmendi bunların, ikisi öğrenci. Öğretmenler: Maarif Müdürü Kâzım Naıni Duru ile Fransızca muallimi Sakallı Celâl... Öğrenciler: Remzi Oğuz A nk'la Sedat Salim Pek... Remzi Oğuz, dokuzuncu smıfta idi, Sedat Salim on birinci sınıfta. İçeri girdim mi, bütün yüzler .silinirdi gözümden


Ya. A nk'ı görürdüm yalnız, ya Pek'i... Öylesine candan

dinlerlerdi ki dersi... Otuz yıl sonra, onlarla Büyük Millet Meclisi'nde buİuştuk yine: Üçümüz de mebus olmuştuk. Remzi Oğuz, sayılı kafa ve gönül adarolarmıızdan biri idi. B ir uçakta kaybettik onu, Toroslar’a çarpan bir Sedat Salim de, hırslı dövüşken bir parlâmento adamı idi. İkide b ir kürsüye fırlardı Meclis'te... Ben, ilk mecmuayı onunla beraber çıkarmıştım. Öy­ le bir adı vardı ki dergimizin, şimdi bile yazarken uta­ narak gülüyorum: Şair! Bizim Yokuş'u İzmit'e kadar uzatışmı, bu Şair Mec­ m uasını anlatm ak içindir. Birinci Dünya Savaşı, cephe cephe çöküşlerle bit­ mişti. İstanbul’a gelmiştim. Elimde, maaş artığı bir tor­ ba mecidiye vardı. İki ay, üç ay, sıkı tutarsam altı ay yeterdi bana... Sonra m ı? Yirmi üç, yirmi döıi; yaşın sonrası olur mu? Bir akşam, Sedat Salim le karşılaştık Bizim Yokuş’î-A. Ben onun öğretmeni idim, o benim öğrencimdi ama, aramızı ayıran birkaç yıldı ancak... Konuşarak Beyoğlu’na çıktık, Tepebaşı Bahçesi’ne girdik, bira içtik, sarhoş olduk, Halit Ziya'nm Mavi Ve Siyah’ını ko­ nuştuk: Tepebaşı Bahçesi, bu rom anda Türk edebiyatı­ na girmiştir. Yıldızlar b ir «inci ve elmas yağmuru.» bir «bârân-ı dürrü elmas» dır Mavi Ve Siyah'ta... Sonra, kafalarımız gibi, gönüllerimiz gibi, keseleri­ mizi de birleştirip b ir dergi çıkarmaya k arar verdik, Haliç'in yakamozlarla pınidayan karanlık sıüanna ba­ karak...


Benim için her şey şiirdi... Dünya bile, b ir öküzün boynuzunda değil ama, muhakkak bir m ısram ucunda dönüyordu! Öyle ise, dergimizin admı da «Şair» koyacaktık... Şimdiki Ahmet Halit Kitabevi’nin üstünü kiraladık ilk önce. Sonra, iki masa, dört sandalye... Tamamdı her şey. Ziya Gökalp, bize «Türk Esatiri»ni yazacaktı. Ben, her hafta gidiyordum evine. Loş b ir odada karşı karşıya oturuyorduk. O, ağır ağır, tutuk tutuk söylüyordu, ben not alıyordum. Sonra, Ziya B eyi alıp götürdüler Bekir Ağa Bölüğü'ne... Orada da, demir karyolasının b ir ucu­ na o otururdu, b ir ucuna ben, ikimiz de m ütareke zin­ danında olduğumuzdan habersiz, b ir hafta Önce bıraktı­ ğımız yerden başlardık Türk Esatiri'ne... Bütün Ömrüm Bizim Yokuş'ta kavga ile geçmiştir. Bedavadan düşman milyoneri oldum sanmayınız! İlk edebiyat kavgasına Ş airle başladım: Hıfzı Tev* fik in bir şiiri ile alay ederek... Sonraları, Boğaziçi Lisesi'nin başarılı m üdürü, başan lı edebiyat hocası Hıfzı Tevfik, gençliğinde şairdi. Bir gün, nasılsa aklıma esti, onun yeni bir şiirini, yukardan aşağı okuduktan sonra, bir de aşağıdan yukarı oku­ mayı denedim... Aaa, oluyordu, hiçbir şey aksamadan oluyordu! Sonra denemeyi beyitlere yer değiştirterek yaptım, şiir, ne ise yine o! Kalemi aldım ve kâğıda yazının başlığını oturttum : Tornistan! 140


o gün, Bizim Yokuş’ta iîk düşmanı kazanmıştım; O tatlı, o şakacı, o gülümser dost Hıfzı Tevfik’le galiba beş altı ay selâmlaşmadık... Sonra ne mi oldu Şair?... Onyedinci sayısında ka­ pandı; İkimizin de cebinde kâğıt alacak p ara kalmadığı için! (Bizim Yokuş, s. 59-64)

ÎKtNCÎ PERDE (Üçüncü Alımet devrinin havuzlu kahvelerinden biri. E traf çepçevre peykelerle kuşatılmış; yerde birkaç is­ kemle »yeniçeriler oturm uş nargile, çubuk içerler, dev­ randan bahsederler.) BlRÎNCÎ MECLÎS Derviş -Birinci, ikinci, üçüncü yeniçeri- Kahveci ve çırağı Birinci Yeniçeri Vezire emniyet ediyor Hâkan... İkinci Yeniçeri Ağlar memleketin hâline bakan; İstanbul sanki bir lâle bahçesi, Kadınların bile al ferâcesi! Derviş Gündüz yetişmiyor gibi her gece Sabahlara kadar çalgı, eğlence, Sam ur kürk omzunda, yanında Nedim, Çağlayan Kasrı nda her gün efendim! Lâleler kadehtir, kadehler lâle; 141


Düşmüş civankaşî sarık iıilâlel Akşam şehneşiiıdea uzanan b ir âh. Dağ dağ dolaşırken açılır sabah! Son yıldız, ağaran göklerde söner, Paşamız, üç çifte kayıkla döner, Kıyıdan süzülüp geçerken dânıat Alkışlardan inler bütün Sâdâbâti Halbuki, meydanda vatanın hâli. Bizi saymaz olda artık ahâli! Vükelâ, vüzerâ daldı keyfine, Rüzgâra kapıldı koca sefire! Eğlence yüzünden unuttuk dini... İkinci Yeniçeri Ne desen nâfÜe, üzme kendini! (Birinci yeniçeri, m arpucun ucuyla masaya vurarak kah­ veci çırağını çağırır.) Birinci Yeniçeri Çubuğu doldursun söyîe babana... (Çocuk, yeniçerinin önünde nargileyi, kahve fincanmj ahr.) Üçüncü Yeniçeri Ağırca b ir kahve pişirsin bana... (Dei'viş pencereye dikkatle bakar. Kahveye doğru y ak ­ laşan Harazayı işaret eder.) Bu körpe çocuk kim? t)çüîicü Yeniçeri O mu? ...B ir âşık! İkinci Yeniçeri Sam nm işleri hayli dolaşık! 142


üçüncü Yeîiîçerİ Galiba kızı da görmeden sevmişi İkinci Yeniçeri Öyle söylüyorlar... İkincs Yeniçeri Amma tuhaf işi Üçüncü Yeniçeri Doğnısu Binnaz da cilıanîar değer! İkinci Yeııiçerl Efeye bir oyxm oynarsa eğer 11 ... Dsrviş Onlardan her şeyi bekle! Bîriaci Yeniçeri Muhabbet oiur mu b ir kelebekle!... (İkinci yeniçeri karşı yola balcar. Sonra telaşla arkadaş­ larına döner.) İkinci Yeniçeri Galiba buraya geliyor... Durun... (Hajnza, ürkek bir bakışla yaklaşır.)

IKÎNCÎ MECLİS (Evvelkiler-Hamza) Hamza Merhaba ağalar... Yeniçeriler (Hep birden) M erhaba... Î43


Buyurun!... (Hamza, dervişin yanına oturur.; Ne kadar sevimli îstanbulunuz! Ber\'îş Dilerim daima safâ bulunuz! Birinci Yeniçeri Yurdunuz ne taraf... uzak mı?... Hamza (Eliyle bir işaret yapar) Tuna! Birinci Yeniçeri Ah... îçimde coştu eski fırtma! O m übârek elden geçti atımız, Dillerde destandı saltanatımız! Hey gidi günler hey... hep rüyâ oldu! İkinci Yeniçeri Kahbe İstanbul’da çilemiz doldu! Hamza (Hayretle yeniçerileri süzer) Dünyânın cenneti bence burası, İnsan unutuyor hicranı, yası! Rüyâ görüyomm sandım evvelâ, Benliğim şaşkınlık içinde hâlâ! Fener alayları, saz âlemleri. Gönülden siliyor hep elemleri. Kadınlar ateşten oynak bir ,lâle! Saçlar, alınlarm üstünde hâle! 144


B ir ince yaşmakla yüzler örtülü, Rüzgâr/uçurdukça o ipek tülü Buluttan çıkan ay gibi her sîne Açık, âşıkların b ir bûsesine! Sonra,o j^ürüyüş, o çapkın edâ, Uzaktan gözlerle edilen vedâ. Derinden derine bakışları var, Süzülüp, tâ â â â ..v rûha akışları,varl Birinci Yeıüçeri Evet... Aldatırlar önce nâz ile, Ağlarsın,önünde bin niyâz ile, Nihayet aşkına gûyâ râın olur. Gûya, ona başka y ü z harâm olur, Heyhât!... Üç gün bile oturm az sende. En cömert aşkmla onu sevsen del... îşte o fettana benzer bu diyar. Seven de sevmeyen kadar bahtiyâr!... Ben sevdim doârusu Bizde sevmiştik, Geçen zamân ile pek çok değiştik! Hamza Dün akşam, kayıkla gittik Haliç'e, Görmedim ömrümde böyle bir gece! Sularda mehtâbm menevişleri, «Seraser» üstünde altın işleri! Kayıklar, derede b ir gümüş yılan; Sahilde ağlayan, gülen, bayılan, Bir kemençe sesi, b ir tam bur sesi, H er elde b ir fağfur §arap kâsesil Serpilmiş bir demet kadm sâhile,


Gönüller dolu gizli bir âh iie! Dex'v!ş l'.’ıı gördükçe ağîar baht’.’iuz: C-a^arıda eş^izUlı pâyitaiıtımız, A ğ !a r h u bi;: b ö y ie d i y a r a d ü ş e n ?

Balcın şu Sâdâbât halkı n:.ısıl ven! ıK.ahvenra önündeki yoldan kırıtarak geçen feraceli dınLıra doğm giderek) Şu rüzgârda fidan gibi bükülüş, Şu yaşmak altından yan gözle gülü^, Hele şu... Ne desem, ne söylascm. lîer adîm bir işve... B îılâ ic i

Y e n iç e r i

Her bakiş bin naz! Kaıma Einnaz m??... Sözlerin b lıaz nükteli! Titredi kalbimin en ince telk.. Üçüncü Yeniçeri İşittik... Ateşler içindesiniz... İkinci Yeniçeri Tiîrlyc-r kalbinim' gibi sesini^^... Derviş îşıe, istanbuluri bu ilk te’siri!

îL'iimza Ben, onu görmeden oldum ei5Îrx! .‘\ilei kiis\u*uınu bsba erenler, liep b'.>yle rai oka' gönül verenler? .. 146

ka-


â%şk o bin çiledir, doldurmak gerek,

îçi kan ağlarken yüzü gülerek! Ya kırk gün, ya kırk yıl sürer yalvarış, Sonunda, nur olup, câna vanşî (Dervişin elerine sarılır) Pîrim, söyle bana, b u gerçek m i ki? O gün, o m utlu gün gelecek m i ki? Üçüncü Yeniçeri Ne yaman kızmış be... Amma nam verdi! Hamza Medhini duyunca rûhum ürperdi! Anlatsam, pek uzun sürer masalım... i^îkinci yeniçeri, kahveye doğru gelen Efe Ahmed'i gösİkinci Yeniçeri Aman... Efe Ahmed geldi susalım... Haınza Kimdir bu? Üçüncü Yeniçeri Kıztaşlı Binnaz’ın dostul Birinci Yeniçeri Vaktiyle hepimiz senniştik postu! Şimdi nöbet onun... İkinci Yeniçeri Yarın da sizin!


Hamza Bakalım... Taliim verirse izin, Beni düşürmezse eğer oyıma. Atacağım onu Tuna boyuna!.., Birinci Yeniçeri Efe işitmesin... İkinci Yeniçeri Pek tu t a&zını!

148


YUSUF Z İ Y A ORTAÇ'IN T.B.M.M. ARŞİV ÖJXÜK DOSYASÎ'NÖAN EJcz I-O OjumJuk (Kısaca)

^.Uvn.. Jİ£%’

y>‘%.^':

’^ıAıAf'A^&‘n&. r

/2A<f?

ivlaS /^

^S j3-/U !:i^

\ ,

* < ^ ^ 1 & w * . ^ w - ^

Z ^x.-‘‘‘^ İ> L . ^ s x i'^ 'i--{î'2 jJ ı-ı.^ ziC z^

. ^ ‘-'■^A<p&yf-^^ıH'*K. ■

■ i.'^ ^ ^ û A ^

...................

^»»-4c

«ft

,,;‘___

•‘^<^^!i«'*^£ı»<-»*<*.--j3^-yI^«3:4^56i^faSk»«t-t ^iffLğ:x ^•*^La:^'»yt. - ......

.* £*.■*«1^

ttj,^î-Jl3,ıSir

--- <£u^.>c^

^ ............. -'*.-^tfA--€fr*>‘t^

..................... -

sSı/n-n-ei-^ ,^..-T»^.£}^~-y. '^’-ı y^^jS-"--»'/ - İ!?,*'i'

............... .

'

<^.-x>'i'-^;^İTE-t‘ *

„^?î^«ı^-^arJ«<at.' ....... — î49



’M : Î9 4 6 -1 9

1 fl(u< tMİM si m A)<>%f«b't Vi' İ;İ>:ûuü

' t ! . h Mİuı^ ijUhudi' Q

1

t

^

1 t i i r k».;

r

.*«nı*;a

1 Uu^A^<Uiıu

S(v; h<mIoii r\Vv*U.İ

vv ;U;:b\ıirTH b>l*

.

Mc<mUI‘ *1ı^İİ.'W MJ ,u m U u H \ u t misi

Ikjiiıhûu y v f

............ “ V -.............. ;

...................

........

^

i\xUMinV K«

Ilıt •l'mı'^nkT'

iİc fiilil i kC'lili »«• /

8

t İUhU

İ«-

'

’9\İM

....................

\\-,[.r\ {ırTiN*4tf*ıuu

ilûr.SMmi

5

KvS-t*'! 4 (4ltll(«

Pİiia^ıUur

iM U u ru tii.a J.h f.

" /

/

^

. /

.......................

'i

Kn*

(NMr«ı>ı*u 4*uM<M<j.isı (ı>nl)i l * j

i5

H »n vl'

V^tr.tnjUMdtı

NısK İUMMU^*

'

li

h)H w < < > İv;u: ».yU \xi.\i, ^

I*,

•'

.............. .......................

■ /

? İA '

i



FAYDALANILAN KAYNAKLAB 1. AÇIKGÖZ, İlkay, Y usuf Ziyâ O rtaç’m T iyatro Eserleri, DTCF, T ürk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Lisans Tezi, Ank, 1&69. 2 . AKYÜZ, Prof. Dr. K enan, «Modern T ürk E debiyâtının Ana Çizgileri», T ürkoloji Der., c. 2, nu. 1, D TCF yay., 1965, s. 154-190. 3. ALANGU, T âhir, Ö m er Seyfeddin: Ülkücü B ir Y azarın Ro« m am , May yay., İst., 1968, s, 36i, 378, 384, 385, 353. 4. AND, M etin, M ^ rû tîy e t Dönem inde T ü rk Tiyatrosu, İş B an­ kası K ü ltü r yay., Ank., 1971, s. 171-241. 5. BANARLI, N. Sâmi, ResimU T ürk Edebiyâtı T ârihi, f. 15, Millî Eğitim Bak., Basımevi, îst., İS78, s. 1141-1143. 6. (BEYATLI). Y ahya Kemâl, Edebiyata D âir, İst. F e tih Ce­ m iyeti, Y ahya Kem âl Ens. yay., îst., 1984, s. 20, 70, 222, 272, 307. 7. NECÂTİGÎL, Behçet, Edebiyâîm iızâa İsim ler Sözîüğli, 10. bs., V arîîk yay., İst., 1930, s. 271-272. S. ENDER, Muzaffer, M illi E debiyat' ve Sonrası, Y eni Matb, İst. 1&67, S. 5-17, 34-35. 9 . ERTAYLAN, îsm âil Hikmet. T ü rk Edebiyâtı T ârihi. ^OsmanlI Kısmı, Y irm inci Asır-, Azerneşr, Bakû, 1926, s. 321-332. 10. ES. Hikm et Feridun, Bugün de D iyorlar ki: H arpten Evvel­ kiler, H arpten Sonrakiler, Rem zi K üt., îst., 1932, s. 132-134, 11. GÖZLER, H. Fethi, Hece Vezni ve H ecenin Beş Şâiri, İn k ı­ lap ve Aka yay., st., 1980, s. 182-204. 12. HATÎPOĞLU, Necip, Hecenin Beş Şâirinde M iıah ve Hiciv, DTCF, T ü rk Dili ve Edebiyâtı Bölüm ü, Lisans Tezi, Ank., ıs .

ÎNAL, Îb n ü ’l-Em in M. K em âl, Son Asır T ü rk Şâirleri, cüz. 11, Devlet K'lt., Millî Eğitim Bsmv., îst., 1970, s. 2037-2039; M aârif Malb., îst., 1941, s. 2085-2088. 14. İSTANBUL Güzel S an atlar Matb., Y usuf Ziyâ O rtaç, y.t.y.. (Tek sayfa, resim ve biyografi).


),5. KAEAîîASANOĞLU, Vahap, F a ru k Nâfîa Çamlıfeeİ, T o tef yay., nu. 35, îst., 1979, 148 s. 16. KABAKLI, Ahmet, Ttlirk Edeîjîyâti, c. S, T tr k Edebiyâü yay., îst., İ972, s. 11-82. 17. KAPLA>î, (Prof, Dr.) M ehm et - (Prof. D r.) İn ci Eııgirıtin ■ (Prof. Dr.) Birol Em il. YeıU T ü rk EfieMyâtî Aiitoliijisi 1895) I , Edebiyat Fak., M atb., îst., 1974, s. 492. İS. KOCAHANOGLU, O.S., Beslıececlîei*. Tofeer yay.. £sî.. 147 S. 19. KOCATÜRK, V. M âhir, Yeni T ürk Edebiyâiı, îst., İ938, s. §4 20 KÖPRÜLÜZÂDE M ehmet F u at, «Binnaz», Büyüis Mec.. c. l. n u . 5, 4. Nisan 1914, s. 71-72. 21. KÖYLÜOGLU, C. Işın, Yusiîf Ziyâ O rtaç’m liiU. DTCF T ü ık Dili ve Edebiyatı. Lisans Tezi, Ank., ÎÖ68. 22. NÜZHET Hâşim, Miilî Eclebiyâia Boğru, îst., i m , s. 13S44L 23. KURDAKUL, Şükran, Şâirler ve Y azarlar Sözlüğü, Bilgi yay., îst., 1971, s. 3Ü0-301. 24. (ORTAÇ), Yusuf Ziyâ, Â kından Akına, H ilâl Matb., İst., 1332/1916, 51 s. 25. (ORTAÇ), Y usuf Zjyâ, Binnay, K a n â a t K üt., 1&17, 76 s, 26. (ORTAÇ), Y usuf Ziyâ, «Millî Edebiyat ve G«rîbeotlîkı>. Se? ’ vet-i F ü n û n Mec., nu. 53, 1917, s. 1374. 27. (ORTAÇ), Y usuf Ziyâ, Aşıklar Yolu, K ütübhâne-j Sûdî, Evkâf-ı İslâm Matb., îst., 1335/191». 28. (ORTAÇ), Y usuf Ziyâ, Şen K itap, K an âat Matb.. îst., 19i§.

44 s. 29. 30.

(ORTAÇ), Y usuf Ziyâ, Nâme, Büyük Mec.. M at., îst,. m r > / 1919, 16 s. (ORTAÇ), Y usuf Ziyâ, K ördüğüm , K ütübhâne-l Sûdî, 1335/1919, 96 S.

sı.

(ORTAÇ), Y usuf Ziyâ, Ş âirin D uisı, Ttirk Dünyâsı Matb. îst., 1919, 16 s. 33. (ORTAÇ), Yusuf Ziyâ, «Şâirin Yolu», Ş âir Mec., a 1, iîu . Î, 12. K ânûn-ı Evvel. 1918, s. 1 33. (ORTAÇ), Y usuf Ziyâ, €H afta M usahabesi: Siyâset ve Ede* biyat». Ş âir Mec., c. 1, nu. 4, 2. Kâııûn-ı Sânî. I9'19, s. 4ü. 34. (ORTAÇ), Y usuf Ziyâ, «H afta Mu.^âhabesi: BMebiyâtımîzda Aşk», Şâir Mec., c. 1, nu. 9, 6. Şubat. 1919, .'5. 129-130. 35. (ORTAÇ). Y usuf Ziyâ, Cenk U fukları. K ader Matb.. Î33Ö/1920, 23 S.

154


38. 87. 38. 39. 40. 41. 42. İ3. 44. 45. 46. 47. 48. 49. 59.

31. 52.

(ORTAÇ), Y usuf Ziyâ, D ağîarm Ha\'ası -Manzum Rom&n-, Alibaba yay., nu. 1, M ârifet Matb., îst., 1341/1925, 32 s. (ORTAÇ), Y usuf Ziyâ, N ikâhta K erâm et, H alk Küt.., Ist.. 1342/Î926, 122 s. (ORTAÇ), Yusuf Ziyâ, Mansımı H iM yeîer -N ikâhta K erâm et ü e birlikte- H alk K üt., tst., 1342/1926. (ORTAÇ), Y usuf Ziyâ, Y an ard at, M ârifet Matb., tst., 1928. (ORTAÇ), Y usuf Ziyâ, Birümiî!, (İlkokullar için 3 k itap ), Ahmedî Matb., tst., 1929-193Ü, 94 + 114+114 s. (ORTAÇ), Y usuf Ziyâ, İslâm Dini, M illiyet Matb., tst., 1930. 289 s. (ORTAÇ), Y usuf Ziyâ, Şeker Osman, O rhâniye Matt>., tst.. 1932, 64 s. (ORTAÇ), Y usuf Ziyâ, Nedim, Suhûlet M atb., 1932, 64 s. (ORTAÇ), Y usuf Ziyâ, Seyrânî, A nkara Matb., î s t , 1933, 48 s. ORTAÇ, Y usuf Ziyâ, «Nasıl Şâir Oldum?» Aydabir Mec., y. 2, nu. 12, 1. Eylül. 1936, s. 17-18. ORTAÇ, Y usuf Ziyâ, Ahmed Kâşim, H ayâtı ve Eserleri, Aîı> m ed Sâid K itb., N üm ûne Matb., tst., 1937, 79 s. ORTAÇ, Y usuf Ziyâ, Faruîs Nâfız, H ayâtı ve Es<»leri, Ahm ed Sâid K itb., N üm ûne Matb., tst., 1937, 64 s. ORTAÇ, Y usuf Ziyâ, B ir Servi Gölgesi, Ahmed Sâid Kitfe.» îst., 1938. ORTAÇ, Y usuf Ziyâ, N âm e veya EsM M cSlİ up , Ahmed Sâiö Kitb., îst,., 1938. ORTAÇ, Y usuf Ziyâ, «Türk Edebiyâtı Nasıl ve N için Bir B u h ra n Geçiriyor?». Ç m araltı Mec., n u . 1, 9. Ağustos. 1941. s. 13. ORTAÇ, Y usuf Zİyâ, Ocak, Akbaba yay., îst., 1943, 63 s. ORTAÇ, Y usuf Ziyâ, İsm et İnönü, Ulus Bsmv., Aak., 1950, 151 S.

53. ORTAÇ, Y usuf Ziyâ, Üç K a tlı Ev, Aydabir yay., İst., 1. Ocak 1953, 122 3 . 54. ORTAÇ, Y usuf Ziyâ, S a n Çizmeîi M eîîmct Ağa, Akbaba M izah yay. nu. 13, Y eni Matb., îst., 1956, 110 s . 55. ORTAÇ, Y usuf Ziyâ, Göz U cayla A vnıpa, Akbaba yay.» Yeni Matb., îst., 1958, 79 56. ORTAÇ, Yusuf Ziyâ, B ir V arm ış B îr Yokmnş: Portreler» Akbaba yay.. Yeni Matb., îst~, 1960, 187 s.

155


Ğ7. ORTAÇ, Y usuf Ziyâ, GüB IKüğmadan, Aö>aba yay., YenJ Matb., İst., 1960, 111 s. 58. ORTAÇ, Yusuf Ziyâ, Göç, 2. bs., Yeni Matb., İst., 1961, 141 s. 59. OR.TAÇ, Y usuf Ziyâ, B ir R üzgâr E sti, Akbaba yay., Yeni Matb., İst., 1962. 75 s. 60. ORTAÇ, Y usuf Ziyâ, Bizim Yolaış, Akbaîıa yay., tst., 1966, 352 s. 61. OZANSOY, lîâ lid F ah ri, Edebiyatçılar Çevremde, Süm erbank K ü ltü r yay., Ank, 1970. 62. OZANSOY, H âlid F ah ri, Edebiyatçılar Geçiyor, A nkara K ûtb., 1937, S. 31

63. ÖNERTOY, Dr. Olcay, «DTCF T ü rk Dili ve Edebiyatı Bdlüm ü Çalışm aları», T ürkoloji Der., c. 1, nu. I, Ank., 1964, s. 148-164. 64. ÖZÖN, M ustafa N ihat, Son Asır T ü rk Edebiy&tı T ârih i, îst., 19İ1, s. 96484. 65. POLAT, Nazım H., «Yeni Nesil T a ra fın d a n R übab Mecmua­ sında Fecr-i A tî’ye K arşı Y ürütülen Mücâdele», T ürk Dünyâsı A raştırm aları, mı. 19, Ağustos 1982, s, 138-150. 66. SAKMAR, Nihâi, Y usuf Ziyâ O rtaç’ra Şiirleri, tstan b u l Ü ni­ versitesi Edebiyât Fak., T ürk Dili ve Edebiyâtı Bölümü Li­ sans Tezi, îst., 1972. 67. ŞEHABEDDÎN Süleym an, «Nâyîler; Yeni B ir G ençlik K arşısmda», Safakât-ı Şi’r ü F ik r Mec., c. 1, nu. 1, 6. M art. 133D/1914. 68. TURAL, Doç. Dr. Sadık Kem âl, Z araâm n Elinden Tutm ak, Ö tüken yay., îs.t., 1982, s. 153. 69. TURAL, Doç. Dr. Sadık Kemâl, «Yahyâ K em âl'in Arayışla­ rın ın Yo-i Açtığı B ir Edebi Topluluk; Nâyiler», ö lü m ü n ü n Yirmibeşinci Yılında Y ahya K em âl Beyatlı, TKAE yay., nu. 53, Ank., Kasım 19S3, S. i l i 122. 70. ÜNAL, Tahsin, T ürk Siyâsi T ârih i, Emel yay., Ank., 1977, s. 444 71. YAZAR, M. Behçet, «Edebiyâtçılanm ızı Tanıyalım : Yusuf Ziyâ Ortaç», Yodigüa Mec., c. 17, nu. 425, 5. îtîayıs. 1941, s. 15. 72. Y SNÎ Y ayınlar Dergisi, «Yusuf Ziyâ Ortaç», H aziran 1968, 203. 73. YÜCEBAŞ. Hilmi, Siiciv Edebiyâtı A niolojisl, Aka Kitbv., îs t . 19Ö1, s. 244-245.

156


YUSUF ZİYA ORTAÇ Y usuf Z iyâ O rtaç 1895 yılında İstanbul'da doğ­ du. 1915 tarihinde Vefa İdâd&i’ni bitirdi. Aym yıl Dârülfünun'da girdiği bir im tihanı kazanarak İzmit Sultânîsi'nde, bir yıl sonra da Galatasaray Sultânîsi' nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Uzun yıllar yaymcıbkla uğraştı; " Ş â ir" , "H eray", "A ydabir", "A kba­ ba" gibi dergileri yönetti ve birçok yayın oıganında eserlerini yaymladı. 1946-1954 yılları arasında iki dönem , milletvekili olarak parlem entoya gjrdi. 1967 tarihinde hayata gözlerini kapadı. Y usuf Ziyâ, Milli Edebiyat Akımı içerisinde hece vezni ile yazan ilk şâirlerdendir. "A kından Akı­ na", "Cenk U fuklan", "A şıklar Y olu" ve "Y anar­ dağ", şâirin başlıca şiir kitaplarıdır. Hece ile yazılan iUc durakh manzum tiyatrolardan olan "Binnaz" isimli bir piyeâ vardır. Yusuf Ziyâ, şiir ve manzum tiyatro yanm da, roman, hâtıra, seyahat, fıkra, biyog­ rafi ve hiciv türünde eserler verdi. "A kbaba" dergisi ile de mizah edebiyatım ızın önde gelen temsilcilerin­ den biri oldu. Bu kitapta, Yusuf Ziyâ'nın hayatı, sanatı, eser­ leri hakkında genel bilgiler verilmiştir. Şiirlerinin bir kısmı, şâirin sanat anlayışına ışık tutm ak üzere, ince­ lenmiş; ayrıca, şiir ve nesirlerinden seçmeler yapılmış­ tır.

F iy atı: 425 .-TL (KDV dahü)


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.