Baran Dural - Milliyetçiliğe Farklı Bir Bakış ve Turan İdeali'nin Doğuşu

Page 1



MİLLİYETÇİLİG� FARKLI BiR BAKI Ş •

VE •

TURAN iDEALiNiN DOGUŞU ""'

BARAN DURAL

KAMER YAYINLARI Beyazsaray Kitapçılar Çarşısı Nu: 3 Beyazıt I İST. Tel: 518 26 48


KAMER YAYINLARI

İSTANBUL

1992

İdeoloji -1

: Dizgi Düzenleme : : Baskı Cilt : Kapak : : Tasih

ARI

SAN Dizgi Servisi Dilek AKSOY Coşkun Ofset Söz Mücellithanesi Devlet Latif UG U RTEKİ N -


Selam Dünya Türklüğünün Tek �ideri... Ve BÜYÜK TURAN ÜLKÜSÜ'NÜN YILMAZ SAVASÇ ILARINA ..


ÖN SÖZ 21.ci Asır Aynı zamanda Milletler ve Milliyetler asrı­ dır. Ve olmak zorundadır. Artık ufak Afrika kabilelerinin bile silaha sarılıp be­ yaz ·adama baş kaldırarak "defol buralar bizim" de­ mesi milliyetçiliğin dışında bir ifadeyle anlatılamaz. Utanç duvarının yıkrlması ardından iki Almanyanın bir­ leşmesi Alman milletinin hayaliydi, gerçekleşti. Şimdi sıra yeni büyük Alman imparatorluğunda. Bu da Alm,· milliyetçiliğidir. Varşova paktı ve Noto'ya karşı Avrupa. birliğini kurup bunun başına geçerek eski kolonilerine kavuşmak ideali de Fransız milliyetçiliğidir. Daha dün istiklalini ilan eden ve biz bir milletiz diyen "tartışıltr" Ermeniler, Azerbaycan toprak/arma ağaç dikmek için saldırmıyorlar. Ermeniler saldırganlıklarına erme­ ni milliyetçiliği adı veriyorlar. 75 yıllık marksist- ko­ münist rejime karşı yılmadan asil bir savaş veren Türk­ ler ise asimilasyona karşı dillerini ve milli benliklerini koruyarak Türklüklerini ve Türk milliyetçisi olduklarını ispat etmişlerdir. Milliyetçi ve ülkücü olmayanların bu asırda yaşama­ ya gerçekten hakkı yoktur. Bizim milliyetçilik anlayışı­ mız diğer milletlerin milliyetçilik anlayışından farkltdır. Biz bir milleti diğer milletlerin uzerine çul/andırmayı esas görmüyoruz. Bizim milliyetçiliğimiz, esir soydaşla­ rımızın ilk etapta istiklallerine kavuşması, Türkiyede ve diğer Türk Cumhuriyetlerinde milliyetçi iktidarların ha­ kim olması esasına dayanır. Türk milletini ilimde, tek­ nikte ahlak ve nizam anlayışında bütün normları geliş­ miş olarak görmek istiyoruz. Zaten bütün Türk Milliyetçileri birer Turan'cıdır. ·


İÇİNDEKİLER 1. * * * * * * � * * * * * * * *

BÖLÜM

Milliyetçilik Ve Fransız İhtiıati. . . 18. Yüzyılda Fransız Entellektüel Oluşumlar. . .. . Jean Jaques Roussetu'nun Milliyetçilik Ve Milli Şuur Anlayışı Kimdir Bu Fransızlar . . . .. . Alman Milliyetçil!ği Ve Problemleri . Milli Karakterin Ozellikleri . Dil Meselesi Ve Milliyetçilik . . . . . . .. . Politik Çatışma Ve Bağımsızlık . . . Değişik Açılardan Milliyetçilik . . . . Liberalızmin Milliyetçilik Hakkındaki Görüşleri . Marksizm Ve Milliyetçilik . . . Milliyetçiliği Anlama Ça!>aları.. .. . . .. . . Afrikada Hızla Gelişen ideoloji - Milliyetçilik . Hindistan'ın Meselesi- Tembellik . . . . . Milliyetçilik Ve Tutucu Çevreler .. . . .

................... ............... ........ ........................ ................. .

7

.7

.. .................. .

13 17 ....... ......................................... ...... .... 20 ............................ ................................... . ....... 26 ..... ... .... ..... . ... . ........ ............................... 31 .... ....................... ........ ......................... 36 .. ......... ........................... ............... . ........ 45 .................. ...................... 46 ........ ...... .... ..................................................... 50 . . ......... ..... . . . . ............................ . ........ 56 ................ ...... . . . . . . . . . . . . ...... .. 61 ......... ...... ....... .......... ........ ... ... ........ 70 ................. .................. ......... ............ .. 74 ................

.. ......... ..................... .

............... ..........................

BÖLÜM Türki Cumhuriyetler- Türkçülük .. . . 81 Turan İdealinin Doğuşu . . . . . . . .. . , .. ,........81 Kırım Türkleri . ,....................................................................82 Kazaklar 85 Özbekler . . .,................................................................................86 Türk Milliyetçiliği Ve Osmanlı . . , .............................................. 93 Ziya Gökalp Ve Türkçülük . 93 İsyanlar Başlıyor .. . . . ... .. . 98 Türkçülük Uyanıyor . . . . 107 Yusuf Akçuraoğlu . . . . 111 Enver Paşa . . . . , ........................................ 115 Komünist Doktrin - Türkiyede Miltiyetçiük . . . 118 Propaganda Metod - Türkiyedeki Türk Milliyetçileri . . . . .. 124 Türk Milliyetçiliği Ve Turan idealinin Geleceği . . .. 133 2.

* , * * * * * * * *· iır * * * *

....

* * * * *

*

.... . .

.... ...............

....... ... ...........

.............................................................................................. .... ....... .. .....

... ......... .....

.......................................................... ............

............

.. ....................... ................... ... ..

.

... . . ........

......... ............................ .................. ....... .............

.. ....................... ... .................................... ..............

.... .......................... .... ........ .....

... . . .......... ....................... ....

3. *

............ .......... ...............................

.. ......... ...... ...........

... . . .... ....... . .

......

....... ................ . . . . . .

......

BÖLÜM

Sosyologların Milliyetçiliğe Yaklaşımı. . . <Türk Milliyetçilerinin Zaferi> Sosyal Sınıflar Ve Millet Gerçeği. . . . . Savaş Ve Milletler . . . . .. . Türkçülük Nedir? <S.Ahmet Arvasi> Türkçülük Ve Turancılık <Ziy� Gökalp> Halkçılığın Sosyal Temelleri Uzerine Düşünceler <Prof.Dr. - Erol Güngör>

. ....... ................................ .........

142

.

144 147 .................................... . ...... ... ....... 149 ........................ .... ......... .. .. ....... 156 ......................... . .. ..... 161

.... .. ..... .. .................................... ....

.

.... ......... .... ..... ............... . . . ........................... ......

Nasyonal Sosyalizm Nedir? <K.A. Moren>

.

.

.. .

............... .... ......... . ... ......

175


Yüzyıla yaklaşırken, yükselen bir ideolojinin değişik açıdan tahlili

21.

- BİRİNCİ BÖLÜM -

MİLLİYETÇİLİK VE FRANSIZ İHTİLALİ Milliyetçilik Osmanlı'nın imparatorluktan millet olma sürecine geçişi ve Fransa'nın ideali akılcılığa taşımasıyla pragmatik hüviyete bürünmüş bir fikir akımıdır. Politik değişimlerin aktif silahı haline ge­ len milliyetçilik pekçok filozofun düşüncesinden farklı olarak, oldukça göreceli bir fikir akımıdır. Bu öyle bir akımdır ki eğer art niyetli kişilerin eline ge­ çerse ölümcül bir cinayet mekanizmasından farkı kalmaz. Ama eğer basiretli kadrolarca ele alınırsa milliyetçilik bir yurdu kalkındırıp, top yekün refaha eriştirecek tek fikri akımdır. Kısaca anlatılmak ge­ rekirse bu akım insanların hayatları uğrunda feda ettikleri bir hayat şeklidir. Biz bu yazımızda değişik açılardan 18. yüzyıl Fransız siyasi hayatını ve bu hayatta zaman zam an adeta coşar hale gelen milliyetçiliği anlatacağız •

YÜZTIL'DA FRANSIZ ENTELLEKTÜEL OLUŞUMIARI: 18.

18. yüzyılda Avrupa'nın kozmopolit bir şekle sa­ hip olduğu söylenebilir. Bu dönemde değişik açılar­ dan 18. yüzyıl Fransız siyasi hayatını ve bu hayatta zaman zaman adeta coşar hale gelen milliyetçiliği incelemek faydalı olacaktır. 7


Bu yıllarda Avrupa'nın neresine giderseniz gidin entellektüellertn diğer Avrupa'lı ülkelere gidip, öğre­ nim görmüş kişilerden oluştuğu görülecektir. Filo­ zofların şart ve hüumanist akıma bağladıkları bu garip tavır Fransız entellektüellerinin başlattığı bir hareketle son bulacaktır. Fransız yönetimi bu aydın hareketin dilini Latince'den genel Hristiyan alfabe­ sine çevirerek destekleyecek ve unutulmuş bir ül­ keye milliyetçilik yavaş yavaş girecektir. Fransa di­ ğer Avrupa'ya militarist açıdan geçiremediği sözünü kendisini Roma'nın kültürel hegomanyasından kur­ tararak geçirmeye çalışacaktır. Avrupa'da milliyetçi­ lik parelelinde Fransa'nın önlenemeyen yükselişi kabul edilmek zorunda kalınacaktır. Fransa açısın­ dan yakalanan bu müspet oluşum kuşkusuz Fran­ sız klasizmi yada Fransız dilinin arılığından gelme­ yecek bu yeni oluşumda yukanda saydığımız iki kavram yardımcı unsur görevi yükleneceklerdir. Ya­ kalanan oluşum ise bugün filozoflannca da kabul edildiği gibi büyük ölçüde Fransız eserlerinin yaka­ ladığı o güçlü eda ve milli karakterlerinin yerine kullanılmaya başlanmasının bir tezahürüdür. Artık Fransız düşünürleri Pers, Çin ve özellikle Roma (ve kısa süre etkisi altında kaldıkları Adalar küllürü) kültürlerinden özerk düşünmeye başlayacak ve Fransız'ın düşüncesini ortaya koyma sevdasına dü­ şeceklerdir. Eski bağımlılıklarından kurtularak sağlıklı şuur­ lu bir yolu seçmenin gerekliliğini kavrayan Fransız düşünür bu yıllarda yavaş yavaş bir senlezin arayı­ şına girmekte ve o zaman a kadar etkisi allında kal­ dığı ülkelerin Fransız halkına en yakın olanlarını seçme yoluna sapmaktadır. Montegü İngiltere de­ mokrasisini Liberal bağımsızlık, Voltalre New­ ton'un sistemini pragmasizm için, Locke'da gerçek İngiliz radikalliğini daha iyi düşünebilmek için se­ çerek ülkelerinin savaş dolayısıyla yakın mü�ase-

8


bette bulunduğu İngiltere kültürünü işleyerek bu metodları Fransız halkına uydurabilmek mücadele­ sine girmişlerdir. Böylelikle de Fransız siyasi haya­ tında politik, kültürel ve bilimsel açıdan ayn ilim adamlarınca işlenmiş ve gelişim devresinde yaşana­ cak yavaşlatıcı faaliyetler bertaraf edilmiştir. 18. yüzyılda Fransız felsefesi Avrupa'nın yüz akı haline gelmiş, Avrupa'da yaşanan oluşumlar, milli­ yetçi bir açıdan Fransız'a göre çok iyi tahlil edilmiş­ lerdir. Dış ve iç münasebetler üzerine kitaplar ha­ zırlanmış, tarihe, coğrafya'ya · ilmi açıdan yüklenilmiş, milli sözlük ve en önemlisi Büyük An­ siklopedi hazırlanmış köklü bir kültür devrimi ya­ şanmıştır. Bu devrin düşünürlerinin hepsi Fransız olmaktan gurur duymayı entellektüelliğln birinci şartı saymış bu şart daha sonra şahsiyetli bir kök­ ten milliyetçiliğe dönüşmüştür. Ansiklopedide Vol­

taire "Fransız felsefeden aynlamaz çünkü o en çok düşünendir'' demektedir. Londra hariç kültü­

rün en çok Fransa'da olduğunu iddia etmiştir. Hatta düşünür işi ı 783'te verdiği bir brifingle "Eğer

bilimsel derecede anlaşılmayacak kadar zorsa biün­ ki Frwısız'dır" demeye kadar götürmüştür. Bu ara­

da her ne kadar birbirleriyle çalışmıyorlarsa da Fransız düşünürlerin oldukça belirgin farklılıklar gösterdikleri açık bir gerçektir:. Mesela TocgueviWe politika ile literatürün karıştırılmaması gerektiğini iddia etmiş ve edebiyatta en zararlı katkının politik katkı olduğunu savunmuş ve Voltaire'nin tersine insanı, bireyin düşünmeden uygulayan bir meka­ nizma olduğuna inandırmaya çalışmıştır. Fransız halkı ise ancak geriye doğru bir inkılabı hayal edebiliyordu. Liberalizm, özgürlük ve kaybe­ dilen hakların kazan ılması meselesi onlar için ya­ bancı kavramlar değildi belki ama halk bunları o an için ulaşılamaz görmeyi sürdürüyordu. Pek çok yazar ve entellektüel bunu milliyetçiliğin o zamana

9


kadar politik bir akun haline dönüşmemesinden ve İslamın ümmet anlayışının Fransa'da kralcılık anla­ yışı şeklinde sürüp gitmesine bağlıyorlardı. Onlara göre bütün suç eski radikal dini anlayışın hala halk içinde rağbet bulmasından kaynaklanıyordu. Ay­ dınlar bu 16. yüzyıl akışkanlığının ancak milliyetçi­ lik sayesinde yok edileceği konusunda istisnasız hemfikirdiler. Milliyetçiliğin doktrin haline gelmesi ise bu aydın yığınında dahil bulunduğu ve gerçek özgürlüğün ancak politik kadrolaşmayla getirilebi­ leceğine inanan bir kitlenin sesini yükseltmesiyle geldi. Ne kadar konuya yabancı olsa da yukarıdaki inanış Tocguevllle'nin Ve onların 16. yüzyıl Hristi­ yan kaynaklı ideolojileri artık tarih olmuştur. Bu herkesçe anlaşılmalıdır" Sözüne dayanmaktadır. Yukarıda sözünü ettiği­ kitleye karşı ise halk içinden çıkıp hızla filizle­ nen bir başka aydın grubu daha vardı. Kökten mu­ hafazakar bir anlayışa sahip olan bu grup kralın yanında yer almakla beraber süre gelen savaş orta­ mının ancak kralın da destek vereceği bir dini ideo­ lojiyle yok edileceğine ve karşılıklı toleransın hü­ küm süreceğine inanmış kimselerdi. Yavaş yavaş politik ideolojiye dönen bu inanç kendi içinde geli­ şerek yeni ideolojileri ve yeni ideolojilerden kendile­ rine yarayan dini açıklamaları beraberinde getirdi­ ler.

miz

Kim nederse desin başlangıçtaki Fransız milli­ yetçi ideolojisi dine ve kiliseye bağlı bir akım değil­ di. Bu bir akımın Filozolar diğerinin ise fanatiklerce yürütülmesir).den ileri gelmekteydi. Çok iyi öğrenim gören filozoflann çoğu dini pragmatik olarak incele­ meyi seçerek dini politikaya alet etmekten kaçınan kişiler olmuşlarken diğer grubun öncüleri su içip iç memeyi bile dine bağlayacak raddede fanatik bir tutum izlemişlerdir. F ınsa'yı incelemeyi hazmede·

10


meyen kişiler bugün bile utanmadan bu iki grubu karıştırmakta ve eğitimin fanatisizme döndüğünü iddia etmektedirler. Felsefe ve politika arasında farklılık... Felsefe gerçeği inceleyen bir bilimdir. Dünya· güneşin etra­ fında mı döner. Veriler gerçeğe nasıl dönüştürülebi­ lir, dönüşemez mi? Halkı mı devlete, devleti mi hal­ ka hizmet eder? Bu tür sorular Filozofların işidir. Politika ise sosyal yardımın halk için de adaletli da­ ğıtılması, savaş z.amanında grevl.erin askıya alınıp alınmaması, politikanın nasıl daha demokratik hale getirilebileceği gibi meselelerle uğraşır ancak her z.aman doğru patenti izlemez. Filozoflar birbirlerini eğitmek için politikacılar birbirlerini inandırmak için tartışırlar.

g

Eğer bu durumu erçek olarak ele alırsak filozof bir politikacının gerçek yolunda hareket edeceğine ve gerçekçilikle istediği sonucu alamazsa sinirlenip, ayaklanacağını görmemiz güç olmayacaktır. İşte burada filozof politikacı öğrencisi olarak ele aldığı halkında doğrusunu farkedememesi iyice küplere binebilecek ve halka zavallı gözü ile bakarak işi elindeki kolluk kuvvetleriyle fiili icraata dönüştüre­ bilecek sonuçta ise infaz ve karar ikilemi yaşanabi­ lecektir. İşte bu noktada fanatikliğin avantajını gö­ rüyoruz çünkü filowf doğru bildiği yolda kendisini satacak kadar çılgın olup yalan söyleyebilecek bir hale gelirken, mayasını saflıktan alan fanatistzim, hatalı da olsa destekleyicisini masumiyetinin verdi­ ği dürüstlükle prim alacak hale getirebilecektir. Ama Fransa'da bu yaşanmamıştır. Yaşanmama­ sının sebebi ise filozofların ayrılarak zamanın'da ay­ nı konulara yönelmemeleri ve birbirlerine düşme­ meleridir. Fanatik muhafay..akarlara karşı akıllı açıklamaları benimseyerek benini milletim-benim dilim" gibi şahsiyetli bir milliyetçilik kavgasına dü­ şen filowf politikacılar bu yurtta fanatiklere prim "

11


fırsatı vermemişlerdir. Bütün dünyada geçerli olabi­ leceğini varsayan ve hakikatte bir hayal aleminde olan dünyacı hümanist görüş ilk ctddi darbesini Fransa'dan ve daha sonra 20. yüzyıl Türkiye'sinden yemiştir. Yalnızca milli doktrine basit bir alternatif olarak getirilen hümanist sistem ciddiyetini daha 18. yüzyılda Fransız milltyetçilerinden yediği darbe­ lerle yitirmiş ve ezilen halkların sömürülmesi yo­ lunda iyi bir propaganda amacı ve marksizmln sila­ hı olmaya itilmiştir. Hümanist görüşün yaşadığı yıkımı.Fransız milliyetçilerinin 18. yüzyılda gerçek­ leştirdikleri endüstri devrimine bakarak rahatça anlayabiliriz. İlk milliyetçilerin karşı çıktığı sentez­ ctlik anlayışının daha sonraları benimsenmesinden sonra hızla gelişmeye başlayan milli doktrin ciddi bir biçimde çalışmayan Fransız'ın elindeki cevheri işleyebilecek tarzda oluşumları Fransıza katarak ülkenin önemli mesafeler kat etmesine yol açmıştır. Ellerinde yeterli birikim olmadığından dolayı slen­ tezciliği, kaybolan milli hedefler olarak gören ilk milltyetçilerin 7,arnanla yerlerini yavaş yavaş şuurlu filozof milliyetçilere bırakmalarından sonra görülen ekonomik devrim Fransa'da milliyetçi bazda idare edilen bir açık pazar ekonomisini zulasında getire­ rek dışarıya göre daha ucuza imal edilen Fransız mallarının sürümünü arttırmış ve burjuva sınıfının (milliyetçi buıjuvanu�) güçlenmesine sebep olmuş­ tur. Hızla yasanan hu güçlenme tabi olarak kültü­ rel bazda da baı;;mılı olmaya ve Fransız kültürü ağırlık kazanmaya başlarnıstır. Diğer milletler de iş­ te bu yeni oluşuma tepki olarak ııııllı)l'Lt.ıll'-;nw. kendi milletlerini ileri götürme gereğini duymuş ve pekçok faşizan eğilim kadrolarıyla beraber yerlerini ilmi milliyetçilerin ağırlıkta bulundukları yığımlara

12


bırakmak mecburiyetinde kalmışlardır. Aydınlık ça­ ğının fazi1etleri hakkında o kadar görüş belirten ve milli sembollere karşı düşmanca tavırtakınan GeOt­ he bile kendine gelerek Fransa'nın bu hareketlenişi karşısında endişelerini belirtmek durumunda kal­ mış ve Fransız aydınların matematik başta olarak pozitif ilimleri kendi dillerine çevirerek genel ilim düzeyinin seyrini değiştirmelerinden yakımnaya başlamıştır. Hatta 18. yüzyılda Herder'in Fransız milliyetçile­ rinin karşı gösterdiği tepki ancak yüzyıl sonra anla­ şılabilmiş ve bu düşünce haklı görülmeye başlan­ mıştır. Ama bütün bu tepkilere rağmen köklü bir milliyetçiliği benimseyen Fransa, kültür hegoman­ yasını bütün Avrupa'ya yaymayı başarmıştır.

JEAN JAQOUES ROUSSEAU'NUN MİLLİYETÇİLİK VE MİLLİ SUUR İNANCINA BAKIŞI Aslında düşünürün milliyetçilik anlayışı ve bakış açısı demek yanlış oldu çünkü onun inancı kendisi­ nin de belirttiği gibi yurtseverlik çizgisinde kalmış bir inançtır. Yurtseverlik 18. yüzyıl sonundaki ha­ reketlenmeye kadar milliyetçiliğin yerini almış olan görüşler üstü bir harekettir ve milliyetçilik inancını görüşe göre değil yurt adına verilen mücadeleye gö­ re tartar. O yüzden de milliyetçi görüşün ağırlık ka­ zanarak alternatif hale gelişine geçmeden önce yurtseverliği tanıtmak faydalı olacaktır. Yurtsever olarak tanınan, bu etiketi alan kişi yurdunu, insanını seven ve bu uğurda bazı feda­ karlıklara katlanabilen kişidir. Cenova'da doğan ve hayatının çoğunu Fransa ve İsviçre'de geçiren Ro­ lısseau dünyaya sağlıklı yaklaşımlar ve güçlü tes­ pitler getirebi1miş nadir kişilerden olduğu halde 13


kendisini filozof sayan insanlık düşmanlarının gö­ rüşlerinde yaptıkları tahrifatlardan dolayı heba edilmiş birisidir. O pekçoklarının iddia ettikleri gibi vatandaşlık haklarını sadece insanlık için değil ah­ laki değerler için de getirmiştir ki düşünürün ger­ çek fikirlerinin temeli de esasında kaybolan ahlak üzerine inşa edilmiş düşüncelerdir. Dünyaya ahlakı tanıtan Hz Musa ve İsa'dan sonra yaşamaya başla­ nan sömürü ortamının izleri ve mahiyetini tespit eden düşünür, esas sorunun ahlakın oturtulması meselesi olduğuna inanarak mevcut Hak dinlerini taramış ve bu dinlerden yola çıkarak güçlü ve me­ deni bir insanlık, vatandaşlık haklan, özgürlük tek­ lifi inşa ederek dünyanın hizmetine sunmuştur. İn­ sanlığın bozukluğuna yazdığı reçete ise tamamen ahlakidir, salt insancı] değil. Düşünürün sıkça yinelediği görüşü ise ana hat­ ları itibariyle şöyledir: "Şu hu.sus son derece açıktır

ki hırs.ızlık. talancılık, zehirlenme, kan dökme. insan ezme gibi hürriyetlerimizi kısıtlayıcı davranışlan tat­ bik etmede çalışanlara ağır dersler vennemiz en tabi insanlık hakkımız haline gelmiştir. z.aten bozuk dü­ zenin zulasında gelen bu vahşet daha korkunç kim­ liklere bürünüp pekçok insanı yok etmeden zulümün şubelerini cezalandırmak bütün vatandaşların asli görevlerindendir." Çocukların yaşlılan kontrol altına almaları ve aptalların kendilerini akıllılara yetiştir­ meleri gerektiği, insanlığı yarısından çoğunun ezil­ diği bir devirde rahatlann rahatlarına bir son ver­ meleri, diğerlerine yardım etmeye başlamalarının şart olduğunu söyleyen düşünürün bu fikri, günü­ müze kadar ulaşmıştır ve fikir halen geçerlilğl koru­ maktadır. Onun ezilen sınıfa yapılan baskıya karşı kalkan yumruğu da sosyal mobilitenin getirdiği o birbirinden geçersiz fikirlerden çok farklıdır. O hal­ kı ezerek bulunduğu yere gelen zenginlerden, halkı eğlendirmekten başka görev ifa edemeyen, yalanı

14


hayat biçimi addetmiş zavallı politikacılardan kısa­ ca bireysell1kten nefret ederdi. İnsanın kendi nef­ sinden sorumlu olduğu felsefesi ise onu çıldırtırdı. O, köklü değişimi ancak ve ancak ahlaki temeller üzerinde yükseldiği takdirde mümkün olabilecek bir kavram olarak görüyordu. Sonuç olarak ilerle­ menin vatandaşların kendi kendilerine yapacakları bir ahde ve diğer vatandaşların da bu ahde uyması­ na bağlı olduğunu savunan Rousseau ölümünün hemen ardından güçlü takipçiler bularak günümü­ ze değin gelebilmiştir. Biz onu sosyal birleşmenin ve milletleşmenin azizi olarak gösterebiliriz. Bir kere milli bütünlüğü kaybeden Fransa'nın toparlanmasının tam bir asır sürdüğünü belirten düşünür Fransız halkı arasın­ daki dengesizliği giderebilmek amacıyla bir hayatı, kendisine ait olan bir hayatı tüketmiştir. O lideri ol­ mayan bir yutseverdi ve bu yüzden milliyelçl sayıla­ mıyordu. İşte bugün sol sırt bir lidere ait olmadığı için düşünürü kendi adamlarıymışcasına gösterme­ ye cüret edebiliyor. Fakat onun lidere bağlı olma­ dan dahi yurtsever kalabildiğini fakat solcu düşü­ nürlerin ancak ve ancak liderlerinin söylediği ölçüde yurtsever tavırlar sergileyebildikleri gerçeği gözardı ediyoruz. Eski dünyaya özlem içinde olan düşünür hemen her fırsatta Sparta'lılann, Roma'lıların birbirlerine olan sadakatinden bahsetmiş ve o zamanlarda dü­ zenlenen ve mutluluk içinde tüm sorunları halledil­ diği festivaller, günler yarışmalardan dem vurmuş, milli birliklerini kaybederek Avrupalılaşan topluma sert bir dilde çıkışnuştır. Yeni Avrupa'nın milli ah­ laklarını boşvererek birleştiği gerçeğini dile getiren Rousseau yeni oluşumun sadece hırsızlık ve katli­ amdan ibaret olduğunu belirtmiştir. Polonya tari­ hinde görülen muazzam yükselişlerin EOatun dö­ neminden kalan ahlakı eksenin Polonya halkına

15


Rousseau uygulanışının sonucu olarak gören Jac­ ques pekçok konuşmasında günümüz sol kafasının. anlayamayacağı kadar mantıklı bir eksen izlemiştir. Biz burada sizi Rousseau'nun milliyetçi görüşleriyle beraber bırakmak ve yorumu sizin tarafınızdan al­ mayı diliyoruz.

"Bir çocuk d.oğwnundan ölümüne kadar tek şekü­ de işlenmelidir. Milletinin değerlerL Doğuşunda göz­ lerini ilk açtığı vatanında yaşaması gereken çocuk ölümüne kadar sadece bu toprak parçasını düşün­ melidir. Kutup insanı bile milliyetçüği hazmetmelidir. Bir kutup insanı insan pazarında tartıldığında bir kutup insanından başka hiçbir şey değildir ve ola­ mayacaktır. O yüzden de milli eğitim her çağa uyar� lanmalı halk milli yönde güçlendirilmelidir. Çocuğa evden başlanarak okulun ilk anlarına kadar gele­ nekleri, 1 O ya'.şının ardından UrünlerL 12 yaşını mü­ teakiben ülkesinin yollan.. barajları. 15'inıle tarihi ve l 6'sınd.a hukukü öğretilmeli hatta ezberletilmelidir. Çocuk kalbi ülkesinin haysiyet kapasitesiyle doldu­ rularak geliştirilmeli ve her çocuk ülkesi hakkında bir üniversite tezi hazırlayacak kadar bilgi sahibi ol­ malıdır. Bir mimar. savcı:. yönetici iyi bir vatandaş ol­ mayı öğrenmeden bulunduğu kademeye getirilmeme­ li. milli bilgi her yaşta aşılanmalıdır. Çünkü milli bilgi insanlık hukukunun meyvesi. o bilgiyi alan ise insanlık bahçesinin saygıya layık bireyidir." Geçmişe karşı olan büyük nostaljisine rağmen geleceğe mesajlar veren düşünür geçmişi unutma­ dan ileri hakkında kararlara varmak prensibinin başarılı bir uygulayıcısıdır . İçindeki boşlukları ve haksızlıklar karşısında insana azalan sevgisini yurtseverlikle kazanan Rousseau eski atalarının to­ taliter sistemini kaldırıp atmış ama onlann ahlaklı geleneksel hayallannı kendi çağına geçirmeyi ihmal etmemiş bir fikir öncüsüdür. Rousseau millet kelimesinin milliyetçilikten uzak bir manada kullamnış bir bakıma kendisinin 16


sevebileceği bir milleti oluşturma yolunda kullan­ mışbr. Onun amacı sarhoşun tekiyle evlenen kadı­ nın sarhoşu yenibaştan düzenlemeye yönelik ama ­ cıyla aynıdır. O vatandaş olmayı hazmetmiş kendisinden ziyade başkalarını düşünebilecek fikir sistemine erişmiş bir toplum için çalışmışbr. Siyasi bağlamda ise Fransa'da yaşanan milliyet­ çiliğin önlenemeyen yükselişi çok faideli bir sonuca daha vararak bir araşbrma yönü açabilmiştir. Kim­ dir bu Fransızlar?

KİMDİR BU FRANSIZLAR?.. Fransız tarihi incelendiğinde bu tarihin iki kesin çizgiyle ayrılmış olduğu görülecektir. Birincisi kral­ lık tarihi yani Burbonya, Valois, CapeUans gibi ai­ lelerin ayn derebeylikler halinde krallığa bağlı ola­ rak hüküm sürdükleri zaman birimidir ki bu birim, feodal çağ olarak da adlandırılır. İkincisi ise Cum­ huriyet tarihi.... Cumhuriyet devrinde hemen he­ men her başkan değişik fikirlere saygı göstermeye dikkat etmiş, böylece halk baskı albnda kalmaksı­ zın kendi siyasi ideolojisini hür bir şekilde seçebil­ miştir. Feodal çağın özellikleri ise esaret ve baskı­ dır. Ancak Fransız halkı bu baskıyı çok değişik bir biçimde yaşamıştır. Genelde diğer Avrupa devletleri feodal çağda kendi kralları tarafından ezilirken Fransız halkı krallarının oldukça basiretsiz olmaları dolayısıyla ya kralice ya feodal bey ya da ingiltz­ Germen imparatorlarının zulümüne maruz kalmış­ tır. z.aten bu hususta Fransa'da milliyetçilik akımı­ nın çıkmasına yol açmıştır. Fransa siyasetinin de şu anda ençok meşgul ol­ duğu soru Fransızların kim oldukları sorusudur. Yapılan derin araşbrmalar ve dünyanın çeşitli yer­ lerinde düzenlenen kazılar Fransızların Galya, kök­ ten-Fransız ya da Roma asıllı olabilecekleri yolunda 17


çeşitli fikirleri ortaya atmış durumdadır. Bu fikirle­ re son yıllarda komünistler de yeni bir bakış açısı kazandırmış ve Fransızların homojen bir asla sahip olmadıkları yani ırkın yukarıda sayılan üç ırkın ka­ rışımından oluştuğu yolunda bir söylenti çıkarmış­ lardır. Elimizdeki kaynaklara baktığımızda en ge­ çerli kaynağın 18. yüzyıla dayanan ve halen en çok inanılan Fransızların Galya kökenli olduklarını id­ dia eden kaynak olduğu görülüyor. İşte kamuoyunu ve Fransızları yaklaşık üç yüz yıldır meşgul eden bu husus ülkede siyasal akımlar arasında sosyal bir çatışma ortamı doğurmuş bu­ lunmakta ve bu çatışmayı önlemek henüz pek mümkün gözülonemektedir. Fransızlar için kısaca henüz kaynağını bulamamış bir millet diyebiliriz. Zaten muallak bir soy kütüğüyle işe başladıklarının bilincinde olan Fransız milliyetçileri son iki yüz yıl­ dır ciddi görünebilmek için her meseleyi ilmi açıdan ele almışlar ve bilimden taviz vermemişler. dtr. Fran­ sız milliyetçiliğinin bu denli akılcı görünmesinin bir nedeni de soy meselesi olsa gerek ... Fransız ihtilalinin karanlıkta kalan bir diğer yö­ nü ise ihtilalin milliyetçiler tarafından ba5latıldığı ancak sonuçta bu ihtilalden en zararlı yine milliyet­ çilerin çıktığı gerçeğidir. 18. yüzyılda hümanistlerce başlatılan mtttng çalışmalarından çok önceleri kral­ lık ailesinden hayır gelmeyeceğini anlayan milliyet­ çiler ev ev dolaşmış hatta bulvar toplantıları dahi düzenlemişlerdir. Zaten korkak bir hüviyete sahip olan hümanistler milliyetçilerin başanlı çalışmala­ nndan örnek ve cesaret bularak miting. çalışmaları­ nı başlatmışlardır. Aynca krallık divanına kadar çı­ karak kralı iki defa uyaran siyasi grup da Milliyetçi Hareketin bireylerinden oluşmuştur. Fransız halkı­ nın onu yüceltecek lideri seçmesinin en tabi yöne­ tim biçimi olduğunu defalarca belirten milliyetçiler halkın aklındaki demokrasi düşünü ilk defa belir18


ginleştirerek, dimağlarda özgürlük ışığını yakmış kişilerdir. İşte tam bu noktada "mal elden gidiyor. birşeyler yapalım" kaygısına düşen diğer ideolojik kitle aydınlarını da arkasına alarak istemeye iste­ meye birkaç cılız girişimde bulunmuş ama ihtilal­ den on yıl eweline kadar bu kitlenin başlattığı yü­ rüyüş pek rağbet görmemiştir. Uzun yıllar halkın desteğini de alarak çalışmala­ rını ilmi temeller üzerinde şekillendiren Fransız mil­ liyetçileri diğer kitle ve sarayın hain planına kurban gitmiş ve yavaş yavaş parçalanarak birleştirici özel­ liklerini yitirmişlerdir. Gruptan ayrılan pekçok de­ ğerli, ilmi yönü kuvvetli milliyetçi ise susmamış, kavgalarını tek başlarına yürütmüşlerdir. Böyle bir ortamda girilen son on yıllık dönemde milliyetçilerin dağılmasından doğan boşluğu çok iyi değerlendiren ihtilalciler yer altından, karanlık mahzenlerden yerin üstüne çıkarak milliyetçilerin hazırladıkları Fransız halkını rahatça örgüUemişler­ dir. Hareket aksiyona dönüşürken de milliyetçiler­ den büyük yardımlar alan bu ideolojik formasyon rahatça iktidara gelmiştir. İlmi Milliyetçiler için ise o günlerde krallığın kimin tarafından devrildiği pek önemli bir husus değildi ve mantıklı bir kafaya sa­ hip olması gereken yönetim o kadar yardım aldığı milliyetçi görüşe pek tabi ki "gereken önemi" vere­ cekti. Evet yeni yönetimin kafasında milliyetçiler çok önemli bir yeri işgal ediyorlardı ve ülkenin yönetile­ bilinmesi için bu yerin boşaltılması gerekiyordu. Yeni yönetim beş yıl içinde ileride kendilerine ayak bağı olabileceği milliyetçi gôrüşün pek çok liderini idama mahküm ediyor ve yaklaşık onbeş sene bu akımı susturmayı başarıyordu. Ancak bu onbeş se­ ne içinde kabuklarına çekilen milliyetçiler boş dur­ mayacak ve 19-20. yüzyılın en ciddi doktrinine sa­ hip olan bir akımı geliştireceklerdi. İlmi Milliyetçilik. .. 19


Fransız İnkılabı halen hümanist bir hareket ola­ rak görülmektedir. Bu görüşün pek tabi ki haklı yanlan vardır ancak işin en gerçekçi açıklaması Fransız İnkılabının dünyaya hizmet eden milli bir hareket olmasıdır.

ALMAN MİLLİYETÇİLİGİ VE PROBLEMLERİ 18 Ocak 1871 yılında Versaılles'te Prusya Kralı

1. wuuam'ın iktidarı ele geçirmesiyle birlikle Al­

man Milliyetçiliği gerçek emellerini ortaya dökme

fırsatı buldu. Zaten bu tarihten sonra yüz yılı aşkın bir süre Alman politikası milliyetçi hareketlerce be­ lirlenmiştir. Büyüyen Sosyal demokrat hareketin kendisini sınıf kavgasına adamasından sonra, Mer­ kez parti, karar ve yönetmeliklerini değiştirerek ka­ tolik tabanlı yeni Reich doğrultusunda çalışmaya başladı. Bismarck'ın başta olduğu yıllar içinde gizli gizli yürütülen Alman Milliyetçilerinin dünyaya ege­ men tek güç olabilme istekleri kendisini güneşin oğlu ya da başka bir deyimle yan -Tann gibi görme­ ye başlayan Kaiser zamanında tamamen açığa çık­ mıştı. ·

Kalser'le birlikte Alman milliyetçiliğinin istekleri pragmatiklikten uzaklaşmış ulaşılamayacak ideal­ ler peşinde koşuşturan potansiyelli bir aktif hare­ kete dönüşmüştü. 1806'dan 1945'e kadar güçlenerek çığ gibi büyü­ yen Alman Milliyetçiliği İdeolojisi bugün maalesef en usta kalemlerce bile sadece Hitler'in sapık dö­ nemi ve Nazi idealleri esas alınarak yazılıp çiziliyor. Bu yaklaşımda entellektüelleri, özellikle Avrupalı entellektüelleri şartlıyor ve milliyetçiliğin önüne çok büyük ve haksız engeller çıkartılıyor. Hitler'in sa­ pık fikirlerinin söz sahibi olduğu zaman biriminden

20


önce Alman Milliyetçiliği kendisini kontrol edebilen bir ideoloji görünümü verilen birlikte bu umut veri­ ci ideolojinin ne kadar sapık bir hale dönüştürüle­ bileceği herkesçe gözlendi. Wtler kitabında "Her­

şey milletin isteğine göre varolacaktır. Gerekirse insanlığın varlığı bile Alman Mlletlnln isteğine bağlı olacaktır'' gibi tamamen canice bir

filoi hiçbir tepki almaksızın yazabilmişti. Bu her ne kadar siyasi bağlamda söz sahibi olurlarsa olsunlar Alman Milliyetçilerinin hiçbir zam an tek başlanna iktidar olamamalannın bir tezahürüdür. Alinan Milliyetçileri bir türlü iktidar olamamanın verdiği endişeyle hırslannın kölesi olmuşlar, iktidar olmayı adeta ölümcül bir kompleks haline dönüştürmüş­ lerdir. İşte burada milliyetçiliğin eğer kötü art niyetli kimselerce yönetilirse dünyanın en vahşi ve acıma­ sız ideoloji haline gelip bir cinayet mekanizmasına dönüşebileceği gerçeğiyle karşılaşmaktayız. Ancak dünya tarihi göstermiştir ki iyi işlendiği, amaçları doğru belirlendiği takdirde milliyetçilik dünyayı re­ faha ve gerçek mutluluğa taşıyabilecek tek ideoloji­ dir. Alman Milliyetçiliğinin esasını anlamak için me­ seleyi 19. yüzyıldan itibaren ele almak yararlıdır. Bu yüzyıl içinde bir orta sınıf mücadelesi şeklinde başlayan milliyetçilik, kısa sürede sınıflar üstü bir konum ve itibar kazanmıştır. 1848-49 yılları ara­ sında düzenlenen Milliyetçiler Kongrelerinde milli­ yetçi liderler bütün Almanya üzerinde etkili olabil­ menin yollarını aramışlar ve çözüm olarak prens desteğni sağlamayı uygun görmüşlerdir. Berlin ve Viyana'da teşkilatlanan milliyetçiler kendi adaylan olan Prens John'u Avusturya kralı yapmayı istedilerse de bunda başarılı olamayarak 1862 yılına kadar iktidar yolunda oldukça pasif du­ ruma düşmüşlerdir. 1862'de Blsmarck'ın görevi

21


devralmasıyla birlikte ikiye bölünen ama başarılı olan mtlllyetçiler Blsmarck'lı Prusya'nın Almanya'yı her yönden hegomanyasına almasını pekiyi değer­ lendirmişlerdir. Mtlliyetçtler ikiye aynldılar demiş­ tik. Bu iki gruptan biri Prusya"nın yanında olan ve Blsmark'ın başanlannı, hayalertni paylaşanlar di­ ğeri ise Bismarck karşıtlarından oluşmakta idi. An­ cak şunu kimse inkar etmemeltdlr ki, Blsmarck devri Alman Mtlliyetçtlerinln tekrar kendtlerine gele­ rek . vönetim ideallerine sarılmaları açısından çok önemli bir devir olmuştur. ·

Daha başka bir açıdan Alman Milliyetçiliğine ba­ kıldığında ise Alman Dış Politikasıyla karşı karşıya kalırsınız. Son üç yüzyıl içindeki Alman Dış Siyaseti incelendiğinde bütün karar ve hareketlerin tek doğ­ rultuda başlatıldığı ·görülebilir. Güçlenmek, daha çok güçlenmek ve dünya imparatorluğu halini al­ mak. Bu bugün bu hedef Almanya için gene aynı­ dır, iki Almanya'nın birleşmesi ise Alman idealini daha da pekiştirmektedir. Almanya'nm jeopolitik yeri de milliyetçi akım için çok elverişlidir. Rusya, Fransa ve İngtltere gibi ezeli düşmanlann soluğunu devamlı ensesinde his­ seden Almanva birlikte kalmak, dağılmamak için milliyetçi olmak zorundaydı. Alman Milliyctçlltğinln bu kadar elverişli bir ortama sahip bulunması ve milletin genel özelliğinin muhafazakar yapıya uy­ ması çok gariptir ki Alman Mtlliyetçiliğlne faydadan ziyade zarar getirmiş Alman milliyetçileri ortama güvenerek ilmi çalışmalar yapmamışlar w aktif güçlerini bir türlü timi baza oturtaınamışlanlır. Ta­ mamen heyecan yüklü bu ideoloji entellektüeller arasında çoğu zaman taltif görememiş ve iktidara uzun yıllar tek başına gelememişUr. Alman Milliyetçilerini sarsan diğer önemli husus ise kimlik meselesidir. Fransız halkı gibi Alman hal­ kı da milli kimliğini tam oturtamamıştır. Anglio-

22


Sakson ve Latin uygarlık.lan arasında bocalayan Al­ man milleti arasına büyük miktar Slavın'da katıl­ masıyla tamamen bir bezeyen dönemine girilmiştir. Alman Milliyetçileri bu m'eseleler arasından sıyrıl­ ma yolunu ancak 1870'lerden sonra bulabilmişler­ di. Alman ordusu ise Alman tarihi boyunca iki sı­ nırda birden çarpışma tehlikesini bir karabasan gi­ bi üzerinde taşıriuştır. Alman eiıtellekt eller batı sı­ nırına bakınca kendilerini biraz daha rahat hissetmekte ve Avrupa üzerinde hissedilen Alman kültürel hegamonyasına güvenmektedirler. Ancak iş doğu sınırına geldiğinde hem entellektüel sınıf hem de ordu Barbar Bolşevik caydırıcı kuvvetinden oldukça korkuyorlardı. Almanya'nın gelişmeye ve değişmeye başladığı dönemde ise milliyetçiler oldukça buhranlı bir dö­ nem yaşanuşlar'dır. Almanya'nın yaşadığı denge de­ ğişiklikleri milliyetçi ideolojinin tam aksi bir rotayı­ takip ediyor ve Alman Milliyetçiliğinin "şeytani-abes bir oluşwn" olarak nitelendirdikleri büyük şehirlere göç ve gecekonduların yaygınlaşması bütün hızıyla devam ediyordu. Bu yıllarda fikiri yıkılmaktan kur� taran unsur hiç kuşkusuz Yahudilerdi. Siyonizm idealini milliyetçiliğin tam göbeği olan Berlin'de uy­ gulamaya çalışan Yahudilerin zevk ve sefa içinde yaşamaları ve Alman emekçisinin çektikleri çileleri çok iyi değerlendiren milliyetçi ideoloji Yahudiliğin gerçek amacını halka duyurarak büyük nispette ta­ raftar bulmayı başarmıştır. Daha sonra tarihte de görülebileceği gibi Yahudi düşmanlığı Alman Milli­ yetçi İdeolojisinin temel kavramlarının birisini oluş­ turmuştur. ı 9. yüzyılda Alman milliyetçilerinin çok iyi tespit ettikleri bir gerçek vardı. O da Almanya'run adeta birbirinden çok farklı iki bölümden oluştuğu gerçe­ ğiydi. Bir yanda Yahudilerin tekelinde olan modem

23


Al manya yani oportünistlerin, zengin ve burjuvala­ rın Almanya'sı diğer yanda ise ezilen işçinin, emek­ çinin, köylünün kısacası Almanya'yı sırtlarında ta­ şıyan zavallıların yaşamak zorunda oldukları çorak Al manya... 1890'larda bütün dünya milliyetçi hareketlerin yaptıklarını Almanya'da da uygulamaya sokan ve muvaffak olan Alman Milliyetçileri Almanya'nın bu adaletsiz düzenine yeni bir boyut katarak milli ben­ lik kavramanının gündeme gelmesini sağlamışlar­ dır. Bu kavramın gündeme girmesinde sonra ise Al­ manya'da ortaya yeni bir kavram çıkmışlır; Kitleler teorik olarak incelendiğinde kitle kavramının aktif bir dinamizm ve iyi örgütlenebildiği takdirde caydı­ ncı güç haline gelebileceği su götürmez bir gerçek­ tir. Bu dönemde milliyetçi ideolojinin izlediği ekono­ mik görüş ise antikapitalist bir düzeydeydi. Ekonomik görüşe uygun olarak zengin ve soylu sı­ nıfı kötüleyen, karalayan milliyetçiler marksizmin sınıf kavgası düsturunu özümseyerek Nasyonal­ sosyalizm yani Faşist Nazi Hareketinin temellerini atmışlardı. Alman Milliyetçilerinin iktidar olabilmeleri lçin ellerinde bulundurdukları en güçlü silah kuşkfusuz Yahudilerdir. 200 yıldır Alman halkının ezilmesine ön ayak olma görevini üstlenmiş olan Yahudiler halk içinde zaten hiç tutulmuyordu ve ülkede yüz­ binlerce yahudi vardı. Yani halkı birleştirebilmenin en etkin yolu halk içindeki öfkeyi dile getirmekti. İş­ te Alman halkı içinde ki Yahudi kompleksini kulla­ nan Alman Milliyetçileri milyonlarca insanı safları­ na çekmeyi başarmışlardır. Yahudi meselesi Alman Milliyetçiliğinin gelişmesi, iktidara giden doğru yolu bulmasını sağlamıştır. Yahudilere olan değişik ba­ kış açılan milliyetçiler içinde kamplar oluşmasına neden olmuş ve her kamp kendi doktrinini geliştir­ me yolunu seçmiştir. Yahudi aynlığı değişik fikirle-

24


rtn doğmasına, kampların fikri açıdan ilmi bir hüvi­ yet kazanmalarına sebep olmuştur. İşte faşist hare­ ket yaklaşık kırk yıl sonra her kampın en düzgün ve halkı galeyana getirebilecek fikrini alarak iktida­ ra gelmeyi başarmıştır. Ortaya çıkan kamplar ise kısaca şöyle sıralana­ bilir: Eski milliyetçiler, tabi milliyetçiler, Milli Mistik­

çUer, ırkçı hareket. radikal milliyetçiler ve Vagnerci milliyetçiler. Milliyetçiler arasında bu gelişimlerin

çok sakin bir tarzda geçtiği ve disiplinin bozulmadı­ ğını gören öğretmen "ve entellektüell" aydınlı bir ha­ reket olan milliyetçilik istediği noktaya kitleleri da­ ha rahat çeker bir hale geldi ve bu hızlı yükseliş Hitler'in iktidarı almasına kadar devam etti. Pek tabi ki Alman Milliyetçiliğini tam olarak anlayabil­ mek için akımın paradoksal yönünü göz önünde tutmak şarttır. Bir kere Alman halkında disiplinli, sert, katı kuralcı bir lider özlemi vardır ve bu özlem en iyi Führer kavramında birleşmektedir. Tek lider, yan-tanrı özelliğine sahip buh,ınan Adolf Hitler'de halkın içindeki bu isteği tatmin edebilmiş bir kişidir ve eğer biraz bilgiye ve dünya görüşüne sahip biri olsaydı ideallerini büyük ölçüde gerçekleştirmeyi · başarabilirdi. Alman Milliyetçiliğinin tarihi diyalektiği üzerine şunlar söylenebilir: İlk milliyetçiler dış baskı ve ya­ bancı hakimiyetine bir protesto niteliğindeyken di­ ğer milliyetçiler önce tenkitçi sonra saldırgan bir yapı içindeydiler. Milli Kimlik meselesini Yahudi düşmanlığı ile kapatan huzursuz bir dönemden sonra ise Yahudi meselesi beraberinde gelen kamp­ laşmalar ve bti kamplaşmaların faşistler tarafından birleştirilmesi, müteakibinde ise, Milliyetçi İktidar kavramı oluşmuştur. Sonuç olarak ise Alman Milliyetçilerinin en bü­ yük meselesinin kültürsüzlük olduğunu söyleyebili­ riz. Alman kültürü gibi büyük bir kavram dan hiç

25


nasibini alamayan Alman Milliyetçileri her zaman hamasi ve düşlere dayanan duyguların etkisinde kalmışlar, hatalarını göremeyerek gereksiz bir öfke­ ye kapılmış ve dengelerini yitirmişlerdir. Alman Mil­ liyetçiliği hiçbir zaman bir kültür milliyetçiliği idea­ lini ele almamış ve bunun acısını çekerek marjinal, uyumsuz bir kitle haline gelmiştir. Hider zamanın­ da sözümona başlatılan sanat faaliyetleri _ise lü­ zümsuzdur çünkü bunlarda kültür birikimi yerine abuk-sapık bir ideoloji salatası hedeflenmiştir. Gü­ nümüz ( 1971 'lı yıllarda) Alman Milliyetçilğl halen kültüre gereken önemi vermemektedir. Hider za­ manında, ciddi kültür çalışması yapan tek kişi ta­ rih konusunu ele alan Gobels ve onun taraftarlan­ dır. Zaman zaman ellerinde bulundurdukları Wagner gibi ünlü sanatçılardan dahi yararlanmak­ tan aciz bir hareket olan Alman Milliyetçiliğinin en büyük meselesi kültür meselesidir. Tabi diğer me­ seleleri arasında Almanların o kendilerine has dün­ ya benimdir göruşleri ve Yahudilik kompleksleri de sayılabilir. Eğer kültür birliğine gereken önemi ver­ mezse A1maıi Milliyetçiliği hiçbir zaman başa gele­ meyecektir zaten bu durumda böyle bir isteğe ideo­ lojinin hakkı da yoktur...

MİLLİ KARAKTERİN ÖZELLİKLERİ Milliyetçilere göre ülkenin dağları, ovalan ve de­ nizleri o ülkenin sınırlarını oluşturur. Milliyetçi di­ yalektiğin ortaya koyduğu önemli kurumlardan biri de o ülkenin jeopolitik değerliliğidir. Dünya'da belli bir şahsiyetli insan grubunun yaşadığı belli bir top­ rak parçası olduğuna inanan milliyetçi ideologlar bunun Orta Avrupa-Orta Asya arasındak( toprak­ larla sınırlı kaldığına inanmaktadırlar ... Bugün yeni kurulmuş olan pek çok millet çok

manalı bir bayrak tôrerine sahiptir. Bu milletler ge26


ceyansı imparatorluktan kalma eski bayrağı direk­ ten indirip yeni Cumhuriyet bayrağını onun yerine göklere çekerek yeni güne başlıyorlar. Bunun ma­ nası ise şüphesiz "eski. karanlık devir geride kaldı

artık herşeyimizi yeniledik

ve

ak şafağa hazırız"

Bayrak bir milletin bütünlüğü ve zor anlardaki yol­ daşıdır. Gerek bayrak ve gerekse milli marş bir mil­ lete özgünlük ve adaleti çağrıştıran çok önemlt un­ surlardır. Mesela evlerinden kopup belki günlerce uzaklıktaki bir kıtaya ayak basmış olan göçmenler için birlik ve beraberlik açısından millet olabilme, teşkil edebilme meselesi ne kadar önemlt bir kav­ ramdır. Ülkeye her katılana sosyal formasyon için bayrakta özerk bir yıldız aynlması ise pek tabiki milli birltgi pekiştirici bir faktördür. Aynca bayrak unsuru milli politikanın muhteviyatını anlatması açısından da önemltdir. Arap ülkelerindeki müslümanlıgı temsil eden hi­ lalli bayrak, pekçok Avrupa ülkesinin bayraklann­ da yer alan haçlar ve bağımsızlıklarına geç kavuş­ muş olan Afrlka ülkelerinin bayraklarındaki özgürlügü çağrıştıran açık tonda renklerin kullanıl­ ması milli politika hakkında genel bir bilgi verebil­ mektedir. Yapılan devrimler ve halk hareketleri de milli bazda onayını bayraklar vasıtasıyla alırlar. Orak çe­ kiçli bayrağın kabulünden sonra resmi olarak onaylanan Bolşevik devrimi ve Fransız ihtilaliyle de­ ğişen Fransız bayrağı bu tezimizi doğrulayacak en açık deltlerdir. Uzun bir zam an lktidan elinde tut­ muş görüş ve yönetimin unutturulması ve halk içinde yeni harekete kar&ı bir sempati uyandırılma­ sı açısından önem taşıyan yeni bayrak kavram ı eski zihniyetin yerini yeni fikir ekseniyle değiştiren öncü bir unsurdur. Başkentlerin bir özelliği de ekonomik açıdan kuwetlendirilrneleridir. Milliyetçi ideoloji başta ol-


mak üzere bütün ideolojiler başkentin refahını ölçü olarak almakta, kurdukları kaynaklar vasıtasıyla başkenti besleme yolunu tutmaktadırlar. Milli marş da üzerinde önemle durulması gere­ ken bir husustur. Zira bir milletin şahsiyetli olabil­ mesi demek önce o mılletteki bireylerin belli bir şahsiyette sahip olması demektir ki bu ancak mım değerleri tam olarak oturtabilmiş toplumlarda ger­ çekleşebilir. Birbirine bağlı milletlere baktığımızda bu milletlerin milli marşlarının son derece özenle seçilip, hazırlamış marşlar olduklarını görüyoruz. Mesela Alman Milli Marşı Alman milletine yüksek idealerini hatırlatan bir marştır. Eski Fransız milli marşı ise gençlere Fransız sokaklarını düşman ka­ nıyla yalayıp, temızlemeleri gerektiğini telklnaden bir marştır. Buna karşı henüz tam bir millet şahsi­ yetine bürünmemış Birleşik Devletler marşının son derece basit idealler etrafında dönüp durduğu her­ kesce malum olan bir gerçektir. Afrika marşlarında­ kl trajiklik de özlenen bir birltkteltği çağırması açı­ sından önemlidir. Millete heyecan vermek maksadına hizmet eden milli marş unsurunun menfi olarak kullanılması çabalan ise şüphesiz hüsranla sonuçlanmaya mahkum bir harekettir. Bulgar Bolşevik marşını ele aldığımızda tezimiz haklılığını ortaya koyacaktır. İhtilalden sonra yazı­ lan "Lenin ve Stalin'in yüce güneşi etrajuıda ayduıla­ nacak yollar" mısrası ve buna benzer pekçok mıs­ rayla doldurulan marşın milli birliğe ne kadar katkıda buluııdıığu ve halkı blrleşttrdlgl halen şai­ besini ı.J.e,·am ettiren lııı husustur. Üstellk zorlama­ lara dayanan bu marş halkın içine ikilik sokmuş ve etnik çatışmalara yul .wrnıştır. :Yltlllvetçi ideologlar bir marşın görüşlerüstü nıtl'li(!f' salııµ ıılnrnsı gerek­ tiğini açıkça beyan etmişler ve ııııllct in yüce hislf'ti­ ne tercüman olması, gerektiğinde aksi halde başarı­ lı olamayacağını savunmuşlardır. Onlann haklılığı tepeden inen bir devrtmı yüceltmeye heveslt bulgar 28


marşında gündeme yeniden gelmiştir. Ama bir mar­ şın değiştirilmesinde izlenmesi gereken en akıcı me­ tod eski müziğe yeni sözler yazmakdır. Böylece es­ kiden yeniye uzanan bir köprü ve haklı kıyas yöntemi uygulanmış olur Zaten pekçok ülkede il­ kinden aynı olarak yazılan yeni marşların pek tu­ tulmadığı ve birliğin dağılma tehlikesini yaşadığı görülmüştür. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Milliyetçilere göre ülkenin dağlan, ovalan, denizleri o ülkenin sınırla­ rını oluşturmaktadır. Milliyetçi diyalektiğin ortaya koyduğu önemli kurumlardan biri de ülkenin jeo­ politik değeriliğidir. Orta Avrupa Orta Asya'nın dı­ şında ki bölgede kalan milliyetçiler ise jeopolitik önemin pekde geçerli olmadığını beyan etmektedir­ ler. 19. yüzyılda yaşayan ünlü milliyetçi Jahn Al­ manya'nın tam ortasına yeni bir şehir inşa edilmesi gerektiğini ve kale gibi kurulacak bu şehrin baş­ kent ilan edilmesi gibi bir fikir ortaya atmış ve des­ tek görmüştür. Brezilya'nın kurulup yeniden inşa edilmesi görevini üstlenen milliyetçiler ise başkent Rio De Jenaro'nun etrafına milli kaynaklan bir ağ gibi bağlayarak başkent ekonomisini sağlam temel­ lere oturtmuşlardır. Kozmopolit bir yapıya sahip olan istanbul'un başkentliğini iptal ederek başken­ tini ülkenin en iyi korunabilecek mevkiine yani An­ kara'ya alan Türklerde de bu açıdan milliyetçi bir zihniyet hakimdir. Mevcud jeopolitik fikrin ardında yatan gerçek ise bir milletin homojen yapıya sahip olduğu içinde azınlıkları da barındırdığı ve birleşti­ ricilik, korunma, her yere yakın olabilme gibi mak­ satlara hizmet edebilmek azınlığıyla, yerli halkıyla tam bütünlüğün korunabilmesidir. O yüzden de coğrafi dengeler ölçü ve sınır tespiti açısından çok büyük önem taşımaktadır. İsim şuuru da özellikle fakir devletin milliyetçi ideogoglannın başvurdukları bir metoddur. Afrika 29


ülkelerinde isim şuuru özellikle önemlidir. Pakis­ tan ismi son derece derin milli-manevi değer taşı­ maktadır. Aynen Gara ismi de eski ülkü imparator­ luğu hatırlatması açısından ilgi çekicidir. Rhodes, Jan Dark, Vlctorle, Leopoldlvllle, Klnshasa gibi isimlerde milli karakterleri yaşatmak ve hatırlat­ mak açısından çok önemlidirler. Çin'de de ihtilali hatırlatan Pekin'in başkent olarak kullanılması ol­ dukça mühimdir. Bazı ülkelerde milliyetçiliğin temel unsuru ola­ rak sayılan din kavramı da bir millet için oldukça önemli, değerli bir kavramdır . İzlanda Cumhuriye­ ti, İslam ülkeleri ve Portekiz'de din milli ideoloji­ nin parçası halta ana nedeni haline gelmiştir. Çağ­ daş politik mücadele ortamına ayak uydurma gayreti içine düşen milliyetçiler halkı kendilerine inançlar doğrultusunda yakınlaştırmayı yeğleyen bir tutum sergilemişlerdir. Faşist ve l olaliler milli­ yetçiler milli baskı ve yüksek idealleri dinle kuvvet­ lendirerek bu inancı yakalarken, Türkiye gibi İslam ülkelerindeki milliyetçiler de dine ve akılcılığı ağırlık vererek halka inmeye çalışmışlardır. Dinciliği gerici­ lik sayan devrimci gösterilen ama esasında Faşizan eğilimlere sahip olan castro gibi liderler de emek, halk, özgürlük gibi kavranılan seçmek zorunda kal­ mışlardır ve bunların anlayışları diğerleri gibi bir hayat tarzı olmadığından dolayı antipatik görül­ müştür. Milli değerler ve milletçe paylaşılan faali­ yetler hep birleştirici oluşumlara gebe olmuşlardır . Olimpiyatlar, özellikle Naziler tarafından düzenle­ nen Olimpiyat bunun açık, bariz bir delilidir. Pek tabi bu faaliyetlerin dışında milliyetçilerin hemen hemen tamamının sanldıklan büyük kuvvet ilimdir veya ilim olmak zorundadır. ilim dilini eline geçire­ memiş , bilimi hayat biçimi haline getirmemiş milli­ yetçi ideoloji marjinal kalmaya hamasiyette debe­ lenmeye mahkumdur. Teknikçilik milliyetçiliğin önemli silahıdır, propaganda yoludur.

30


DİL

MESELESI

VE MİLLİYETÇİLİK;

Bir milletin herşeyden önce eskiyi ve ileride yapı­ lacak en büyük faaliyetleri anlatacak bir edebiyata ihtiyacı vardır. her milletin kendisini savunacak milli bir şaire ihtiyaç duyduğu ise çok açık bir ku­ raldır. Mesela ilk milli Şair olan Sheakespeare bu tanıma son derece uyan bir kişidir ancak ondan sonra gelen ve milletlerine malolmuş olan Dante Goethe milli sair olmayı reddetmiş kendilerini dün­ ya vatandaşı olarak göstermeyi benimsemiş şairler­ dir. Bu iki şairin mensup oldukları ülkelerdeki mil­ liyetçiler yıllarca bu iki şairi kendi görüşlerine yakın göstermeye çalışmışlar, bunu beceremeyince ise bahsettiğimiz iki şairin yerine alternatifler bul­ ma arayışına gitmişlerdir. Ancak yakından bakıldı­ ğında görülecektir ki her millet benimseyeceği bir "master piece" ve onu yazabilecek kabiliyetteki sa­ natçıları dört gözle arar ve hatta bekler. Yakın edebiyat tarihleri incelendiğinde bazı bü­ yük sanatçıların milh sanatçılık özelliğini benimse­ yerek bu yolda .eserler verdiklerini görebiliriz. Mese­ la Finlandiya'lı müzisyen Sibellus milli sanatçılığı hazm etmiş ve milliyetçi ideoloji taraftarı müzik yap­ maya başlamış bir sanatçıdır. Peki ya bu oluşumu hazm edememiş ülkeler, bunları hangi kategoriye sokabiliriz? Bu soruya verilecek en kesin cevap böyle ülkele­ rin hala büyük bir milli eser bina edememiş ülkeler oldukları cevabıdır. Kendilerine uyan ve milli değer­ leri tam olarak ihtiva eden eserlerin yazılmasını bekleyen ülkeler henüz kültürel anlamda ilmi açı­ dan milliyetçileşemeiniş ülkelerdir. Bu bekleyişi en yakından yaşayan ülkelerin ba­ şında şüphesiz Birleşmiş Devletler gelmektedir. He­ püz milliyetçilği bile tam olarak oturtamamış olan Amerikan romancılığı incelendiğinde bu türün :rpil-

31


Jetine inebilmekten çok uzak kalmış bir gariplik yu­ mağı olduğunu söylemek mümkündür ki bu bize Amerikan yazarının homojen bir yapıya sahip olan Amerikan halkını tam olarak tanıyamadığı gerçeğini gösterir.

Hemlngway, Faullmer, Drelser, James, Ailen

Poe gibi ya.zarlarla arasıra çıkışlar yapan Amerikan

edebiyatı rnilltyetçi bir şair olan Walt Whltman'ın eserlerinden müstesna bir özgünlük gösterememiş ve bir taklid edebiyatı olarak kalmıştır. Amerlka'da kültür milliyetçiliği kavram ı yerleştirilemediği için milliyetçilik ırkçılık adı verilen cinayet mekanizma­ sının ve Faşizmin çarkları arasında ezilmeye mah­ kum kalmış, şuurlu milliyetçiler ise maıjinallik sı­ nırını hiçbir zaman aşamamışlardır. İngiliz e4ebiyatı ve dil grubunun bir parçası olma sınırını aşamayan Amerika'da milli şuur olntaınası kültürel milliyetçiliğin eksikliğinin bir tezahürüdür. Kendine özgü edebi değerleri olmayan bir mille­ tin yaşaması Allah'a kalmış bir olaydır , boş bir umuttur. Peki ya milletine inen dil anlayışını yaka­ layamamış olan milli edebi değerlerin durumu • ne­ dir? İşte bu noktada bizi çözülmesi imkansız bir mesele beklemektedir. Bu tip bir kısır döngüye hap­ solmuş değerler unutulmaya, fonksiyonsuz kalma­ ya mahkumdurlar. Herder'in milliyetçi ruhun dil yapısının millete uygun olarak seçilmesinden doğ­ duğu yolundaki fikirleri ne kadar doğru fikirlerdir. Kendi dilini ya da halkının anladığı dtli konuşama­ yan edebi kadrolar edebiyat alanında her ne kadar iddialı ve kuvvetli olurlarsa olsunlar kısa sürede dağılıp yitıneye mahkumdurlar. Milliyetçiliğin dün.­ yanın en tabi ve üzerinde en çok düşünülmüş ideo­ loji olduğunu söyleyen teoriyi kabul ettiğimizde mil­ letine uygun olmayan bir dili veya herhangi bir nedenle başka bir dili kullanma zorunluluğunda kalan milletlerin milliyetçilik anlayışının ne kadar 32


gerçekten uzak , sun! bir yapıda oldukları üzerine sanının fazla durmaya gerek yoktµr. İsviçre'ye bak­ tığımızda İsviçre'nin yıllar yılı sömürüldüğünü ve kendine has sağlam bir dili olmadığını görmemiz mümkündür Yukanda sunduğumuz teoriye ters bir yapı arz eden bu ülkenin ayakta durabilmesi ve is­ tisna olarak kalması İsviçrelinin inat dolu direnişle­ rinin tezahürüdür. Çünkü bu halk geleneklerini çağlar boyunca ayakta tutmayı ve beraberliğini bü­ tün baskılara rağmen korumayı başarmış ender halklardandır. Ancak şunu belirtmeliyiz ki küllürel alanda edebi dengeyi kuramamış , milli edebiyat akımını alternatif olarak sunamamış olan İsviçre'de kültürel milliyetçilik kurulamamış, sonuç olarak İs­ viçre halkı sosyalizmi benimsemek mecburiyetinde bırakılarak psikoloj ik baskıya maruz kalmıştır. Ancak dil birliğinin milliyetçiliğin bir şartı oldu ğunu savunan yukarıda bahsettiğimiz teori pekçok milliyetçi ideolog tarafından bir komleks haline geti­ rilmiş ve ekseninden çıkanlmıştır. Bazı yerlerde Fransızca kelimelerin kullanılmasının vatana iha­ net olduğunu savunan ilk Alman milliyetçiler ve As­ ya'h Milliyetçiler zam an zaman çok komik durumla­ ra dü şebilmişlerdlr. İrlanda milliyetçileri bu komik durumu çok derinden yaşayarak yok yere haksız duruma düşmüşlerdir. Oysa dili ekonomik ve kül­ türel bağlamda ele alan İskoç Milliyetçiler İskoç di­ lini mahalli bazdan alarak yurda yaymışlar ve halk desteğini toplayarak Faşizan bir eğilim olmadıklan­ nı bilhakis son derece çağdaş ve bilimsel bir ideolo­ jinin bireyleri oldukların ispat etmişlerdir. K:üllür emperyalizminin bütün şiddetiyle hüküm sürdüğü Asya ve Avrupa'da, hele Hindistan'da du­ rum milliyetçiler açısından oldukça menfi bir görü­ nümdedir. Hint Milliyetçiliğini savunan milliyetçi ideolojinin kültür kadrosunun İngilizce'ye Hint­ çe'den çok daha hakim oldukları gerçeği bu ideolo-

33


jiyi oldukça güç bir durumda bırakabilmektedir. Bütün menfi oluşumlara rağmen dil milliyetçiliğini seçen Hint milliyetçi hareketi yaptığı ancak toplan­ tıdan sonra sadece İngilizcenin resmi dil olmaması gerektiğini öne süren bir karar alabilmiş ancak al­ ternatif dil sunamamış . Yüzlerce dile sahip olan Hint halkına modern eğitim götüremeyeceğini hesa­ ba katmayan H int M illiyetçiliğine gerici bir ideoloj i görünümünü vermiştir. Afrika'lı milliyetçilerin en büyük meselesi de dil meseledir. İngilizce, Fransı7..ca ve Portekizce'den başka bir dil bilmeyen milliyetçilğin Afrlkalı ağır topları kısacası aydınlar bütün Afrikalı siyah ları tek bayrak altına toplayabilecek bir devlet ve bu devlete has bir dil bulmayı yüzyıldır hayal ediyor ama bu ülkülerinde bir türlü muvaffak olamıyorlar. Bir nevi Turan idealine sahip olan Afrika'h milliyetçiler dil problemlerini çözmeden tam bağımsızlıklarına sa­ hip olamayacaklarının bilincindeler. Hatta 1 959'da toplanan 2. zenci Yazar-Sanatçılar Kongresin'de bu mesele dile getirilmiş ama müspet bir neticeye gidilememişti . Miliyetçl dil teorisi bize milliyetçiliğin temel prob­ lemleri h.akkında bilgi veren bir anlayış . . . Biz bun­ lardan ikisinden bahsedeceğiz. İlk olarak koloniler­ de yerleştirilmeye çalışılan mahalli lehçelerin başarısızlığını ele aldığımızda bazı kadroların sami­ mi olunması gereken makamları işgal et tikleri hal­ de bir türlü samimi olamadıkları gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz. Entellektüel olarak bilinen milli­ yetçilerin bu ülkelerde getirecekleri lehçeden birha­ ber bir halde oradan oraya sürüklenmeleri ve mese­ lenin üzerine gitmeyişleri düşündürücü . Bazı kolonilerde pek fayda sağlamayacak olan lehçeler üzerinde duran milliyetçi liderlerin gerçek milliyet­ çiliği bildikleri ise başka bir şüphe unsuru. Aşırı tu­ tuculuğun düşmanı olan ve teknikçiliğe ağırlık ve-

34


ren idealist bir hareket olan milliyetçilğl yönlendi­ ren bu liderlerin hiçbir ilmi işlev görmeyecek, kök­ ten fonksiyonsuz dil lehçesini oturtmaya çalışmala­ rı ancak abes bir hareket diye lanse edilebilir. Dildeki kaymanın getirdiği bir yanlış anlamayı ise bu arada düzeltmek, unutmadan bu konuyu gündeme getirmek istiyonız. Komünist tavrın orta­ ya çıkıp sol kanat hüviyetini alması sonucu miİli­ yetçiliğin sağ kanat olduğu gibi garip bir fikir orta­ ya çıktı. 19 19- ı 939 arkasından Faşizan sloganlara sanlan bazı milliyetçiler bunu doğrular mahiyette bir görünüş sergilediyseler de Argon' un dediği gibi milliyetçiliğin sağ-sol gibi temel bir iddiası yoktur. · İdeoloj inin temel isteği halkı için en doğnı tarafı seçmektir. Argon milliyetçilik için aynı liderlere hiz­ met götüren doğrular yığını demiştir. Bu h ususa ileriki bölümümüzde daha detaylı değineceğiz. Ge­ lelim dil meselesinin öteki yönüne. Kolonilerde yeni dil yapısına dönülmesi yeni bir eğitimi getirebilecek ve bunun zulasında modem dünyadan kopukluk gibi bir tehlike doğabilecektir. Burada bizi bekleyen soru gelişememiş ülkelerin illa Avrupa dillerinden birisinin mi seçmesi lazım sonısudur. Tehlikeyi sezen bazı kültür milliyetçileri düz an bir dil anlayışından vazgeçerek 'çoğu birey tarafından anlaşılabilir bir dil anlayışını tercih et­ tikleri gerçekler. İki aşamalı olan bunlar da ilk bö­ lüm halledilince ikinci bölüm yani yavaş yavaş dil zenginleştirilmesine gidiliyor. Afrikalı milliyetçiler uzun 7.amandır sömürü olarak yaşamak mecburiye­ tinde bırakıldıkları için topyekün bir şahsiyetsizlik buhranıyla karşı karşıya olduklarını ve iki aşamalı bir planı yürürlüğe koyacak vakitleri olmadığını be­ lirtiyorlar. Onların korkusu tamamen şahsiyetsizle­ şerek zorunlu olarak köleliğe muhtaç duruma düş­ mek. Ancak şu soruyu sormamız gerekmektedir.

Korku milli bir meselede ne kadar gerçektir?

35


POLİTİK ÇATIŞMA VE BAGIMSIZLIK Milliyetçi hareketlerin politik açıdan en büyük özelliği ve kavgası milli bağımsızlık ve şeref üzeıine olanıdır. Devamlı bir çatışma halinde olan mtlliyetçi ideoloj i aktif yönünü milli bağımsızlık mekanizma­ sından yoğunlaştırmıştır. Fakat bağımsızlık ne de­ mektir? En basit açıdan açıklanması istendiğinde bağımsızlık yabancı bir kültürün kurallannın yü­ rürlükten kalkmasını müteakiben cereyan eden oluşumlardır, şeklinde bir yoruma vanlabillr. Çoğu zaman pnagmasizmden uzak bir fikir düzeyinde ta­ sawur edilen özgürlük kavramı yakalandığında li­ derler o ana kadar akılcı davranmadıklarını farke­ derek mevcud görüşlerinde radikal değişiklere başvurmak zorunda kalırlar. Bağımsızlık kazan ıldığında yani, sömürü düzeni ortadan kalktığında ülkedeki sosyal smıflann du­ rumlarında değişiklikler görülebilir. Başa gelen yeni rej imin takipçilerinin ekonomik düzeyi genişler ve bu sınıf ülkedeki refah pastasından daha büyük bir dilim koparabil irler. Ancak milliyetçi ideolqj inin ge­ tirdiği bağımsızlık kavramı bu yu.kanda bahsettikle­ rimizden oldukaça farklı bir yapı ar1.: eder. Belli bir noktaya kadar (ki bu nokta seçilen yolun ne kadar pragmatik olduğuna bağlıdır) halk şuurlanır ve kendisine yeni ülküler seçerek yıllar yılı sömürül­ müş olmanın verdiği eziklikle eski devirden utanç duymaya başlayarak milli şuur kavramına daha sı­ kı bağlanır. Bazı ülkelerde ise milliyetçiler tarafından kazanı­ lan bağımsızlığın kutsal olduğu inancı yerleşmiştir. Mesela h içbir zaman N ij erya'yı yenemeyen Gana milli futbol takımı bağımsızlıktan sonra rakibini yenmiş ve bunu mllliyetçiliğin kutlu ışığıyla aşılmış bir büyük engel olarak nitelendirmiştir. Maçtan sonra bu ya da buna benzer bir tavırdı açıklamalarda bulunan Gana'lı futbolcular ülkele36


rtndeki milliyetçi alnının pek de ilmi bir akım olma­ dığı yolunda ki sorulan da gündeme getirmişlerdir. Fakat bu n oktada esas üzerinde durulması gereken konu milli bağımsızlığın beraberinde, ekonomik külfeti de getirdiği konusudur. 7iabancı bir kültür­ den yönetimi devralan milliyetçi ideoloj i ülkesinde ekonomik bağlamda ister istemez bir kumar oyna­ mak zorunda kalır. Ülkenin mali kaynaklarını ve girdilerini yeniden tespit etmek mecburiyetinde ka­ lan yeni yönelim eğer hesabı şaşırırsa ülkede yeni ve "milli" bir sömürü dönemini filen başlatmış olur. Sömürü düzeni terkedildikten sonra getirilmesi mecburi olan egemenlik kavramı ise özellikle h omo­ j en toplumlarda büyük meselelere yol açabilmekte­ dir. Her ülkede belli bir çoğunluk yönelimi devralır. Ancak ya bu çoğunluğun kültürel ve geleneksel ya­ pısı ayn ı yerde, aynı toprak parçasında yaşayan azınlıkların kültürel ve geleneksel de karşılaşabile­ ceğiniz en büyük ve somut gerçek özeJlikle Afrika"h kolonilerde bağımsızlığın ardından sağlıklı bir ege­ menlik yapısının kurulamadığı gerçeğidir. Hindis­ tan, Malezya ve Gana' da bağımsızlıktan sonra yaşa­ nan zafer sarhoşluğu etnik grupların anlaşamaması sebebiyle kanlı bir biçimde çok kısa zaman zarfından bozulmuş, halta ezilen-proleter kil le tarafından koloni rej imi aranır hale gelebilmiş­ tir. Vl illiyetçi teorinin en sıkıntılı anlannı yaşadığı durumlardan biridir yukarıda verdiğimiz örnek. Sağlıklı bir mantık yürütüldüğünde milliyetçi ideo­ logların konuya iki açıdan yaklaşabileceklerini gör­ mek mümkündür. Mesela Kenya'yı ele alalım. Milli­ yetçi ideoloj iye göre Kenya'nın ya ülkedeki en büyük azınlık olan Kikuyu kabilesi tarafından ya da siyah , vatandaşlardan kurulacak bir halk mecli­ si tarafından yönetilmesi gerekecektir. Böyle bir re­ jim kurulduğunda ise milli birliği tehdit etmedikleri takdirde Kenya'da yaşayan beyaz ve Asya kökenli halk misafir ya da azınlık sayılacaktır. Ancak bu iki

37


bakış açısına ilmi mtlliyetçilerce getirilen bir bakış açısı daha vardır ki bu bütün Kenya tarihini yeni baştan ele alarak, değişik bir diyalektiği benimse­ mek ve Kenya milletini oluşturmaktır. Daha sonraki yıllarda Kenya'lıları uzun süre dü­ şündüren yeni hükümet kurma kavramı teoriye gö­ re düzenlendi fakat sorunlar halledilemedi. Ken­ ya'da Afrika milliyetçiliği , Kenya mtlliyelçlliği ve etnik milliyetçilik 'birarada başgöslerdl ve halk mil­ liyetçilikten adeta bezdirildi. Bu noktada durup du­ rumu müı.ala etmemiz istenirse mllliyelçlllğin göre­ celi bir hal almamasının _şart olduğu ve bir ülkede ancak tek bir tip milliyetçilik anlayışının varolabile­ ceğlnl diğer alternatiflerin nifak olarak de�erlendi­ rtlmesi gerektiğini söylememiz gerekecek! ır. Yeni bir hükümet ve bağımsız bir düzen kuru­ lurken milliyetçi ideoloj inin dikkat etmesi gereken hususlardan biri de bütün halkın, istisnasız tüm sınıfların temsil edileceği bir halk meclisinin kurul­ masıdır. Ülkenin ahlaki ve psiko-sosyal yapısını ta­ bi imanada tespit edilip, bütün azınlıklann mutlu edilmesi, ileride çıkarılabilecek isyanlara mahal ve­ rilmemesi ya da haklılık payı bırakılmaması açısın­ dan zanıridir. Aynca kurulan yeni sistemin mantık ve sosyal muhtevalı bazı güçlendirici ögelere ih tiyacı vardır. Milliyetçi ideoloj inin bağımsızlık savaşında devamlı olarak kullandığı slogan hiç kuşku yok ki demok­ rasi ve tam bağımsızhktır. Ancak burada mtlllyet­ çl liderleri son derece korkutan bir oluşum mevcut­ tur, o da demokrasinin etnik gruplar ve azınlıklara yeni haklar sağlaması dolayısıyla da bu hakların azınlıklar tarafından suistimal edilmesi meselesi. Taıihi diyalektik mtlliyetçi liderleri yalanlamamak­ tadır. Çünkü yeni rej im ülkede azınlıklar meselesini ilk etapta halledememişse o ülkeyi isyanların bekle­ diği gerçeği tarihin çok basit bir kuralını oluştur-

38


maktadır. Milliyetçi liderlere düşen görev pek tabi ki kanlı bir yolu tutup, bölücülüğe prim vermek de­ ğil uzlaşmacı olmak ve azınlıkları milli birliğe ka­ zandırmaktır. Zaten çoğu akılcı lider de bu yolu tu­ tarak yöneteceği azınlıklara geniş haklar vermektedir. M illiyetçi Hareketlerin demokrasiyi seçmeleri ba­ zı yer ve durumlarda zararlı olabilmektedir. Misa1 olarak İngiltere ve Amerika ele alındığında bu iki ülkede demokrasinin milliyetçi akımlarla beraber yerleştiğini ve sıkıntı çekilmediğini muşahede et­ mek mümkündür. Demokrasinin en büyük özelliği karşıt görüşün mecburi olmasıdır. Westmlnisten demokrasi planı ele a1ındığında İngiltere'de ancak iki partili biri sis­ temin geçerli olabileceği görülmüş ve buna hak ta­ nınmıştır. Uzun zaman sürdürülen bu metodun Amerika için ideal olduğu farkedilince Amerika1ı man tıklı muhafazakarl ar (milliyetçiler değil çünkü Arnerika'da yerleşik bir milliyetçilik benimsenme­ miş ve ha1en ırkçılık milliyetçiliğin yerinde görevini sürdürüyor) iki partili sistemi Arnerika'da yürürlü­ ğe sokmuşlardır. Avrupalı ülkelerde de çok partili sistem benimsenmiş ve halk hareketiyle iktidar olan milliyetçi ideoloj ilerden bazıları muha1efet ol­ mayı onurlu görerek kabul etmişler, yerlerini diğer görüşlere bırakarak kavgalarını muhalefet bazında sürdürmüşlerdir. Mantıklı milliyetçilerin burada gösterdikleri sağlıklı tavır bütün yurtsever görüşler­ ce de benimsenmiştir. Çünkü yurtsever bir politika­ cı için temel amaç iktidar olmak değil memleketin refahına katkıda bulunmaktır. İşte milliyetçiler bu şiar üzerinde hareket ederek başarılı olmuşlar, bu yolu takip etmiyenler ise marjinal olarak ka1maya ha1k tarafından mahkum edilmişlerdir. Oysa homojen yapıya sahip olan bölgelerde du­ rum hayli değişk ve sorunlara gebe bir açıyı izle39


mektedir. Demokrasinin kesinlikle işlemediği ve ha­ yal olarak kalmaya mahkum olduğu Afrika toprak­ larına bakalım. Su bölgenin herhangi bir bireyine demokrasiyi uygularsanız bütün etnik gruplann se­ çimlere girdiklerini ve kısa, süre içinde iç savaşa gi­ dildiğini görebilirsiniz. O yüzden de bu topraklara en faziletli rej im demokrasidir siz bunu uygulamalı­ sınız gibi bir bakı yapmak insanlık suçudur. Otori­ ter bir yönetimle yönetilmesinin zorunlu olduğu bu bölge halkları için önemli olan referandum hakkı­ nın tan ınmalıve iyi idarecilerin halkın gönül deste­ ğini alarak başa geçmesidir. Pek tabi ki modernleş · meye çalışan bir ülkenin demokratikleşmesi avantaj dır ama ille demokratikleşelim diye bir böl­ geye h iç oturmayacak bir görüşü sokmaya kalk­ makta çılgınlıktır, bhrandır. Yeni bir milletin en çok ihtiyacı olan kavramlar­ dan biri de yeni başkan ın özelliklerinin tesbitidir. Bu meseleyi çözmek için bulunan yollan değişik milletlere göre incelediğimizde İtalyanlann genel bir aday, Almanlann kollektif başkanlığa. Roman ve Yunanlılann ise otoriter bir başkana sanldıklan açıklık kazanacaktır. Ancak milletler mozaiği bir bütün olarak ele alındığında genci �·özümün şahsi­ yetli bir prens kavramında birleş! iği daha sonra prenslerin yerine diktatörlerin görev aldıklan görü­ ' lecektir. ı 9 1 9-39 döneminde ise başkanlann "ben devle­ tim" anlayışını güttükleri oldukça açıktır. Nehrri,

Nasır, Sukamo, Nikrumah, Castro ve Ben Bella

bu devrin başkanları arasında sayılabilirler. 20. yüzyıl başkanlannın temel niteliği ise dinamiklikUr. Her lider ülkesinde milli şuur olgusunu gelişlirmek, azınlıklan milli bünyeye dahil ederek halkın milli hislerini ayakta tutma çabasına sahiptir. İyi işlendi­ ği ve sağlıklı liderlerin elinde bulunduğu sürece sürdürülen bu aktif otoriter rej imin 1 940'1ı yıllarda 40


basiretsiz kadroların eline geçmesi sonunda gelen isyanlar 1 940 ve 1 950'leri askeri i htilaller dönemi yapıp çıkarmıştır. Yeni bağımsızlık kazanmış devletler ve günümü­ zün bağımsızlık anlayışında ise mesele daha değişik bir boyut kazanmış, kapalı sistemler kalkmış ve devletlerin kendilerine sağlıklı bir iç ve dış politika anlayışı seçmeleri gerekmiştir. Birkaç kör denebile­ cek kadar cahil Komünist ve Faşizan milliyetçi lider hariç bülün çağ:daş milletler artık dünya siyasetine ayak uydunnak zorunda old uklannın şuuruna er­ miş durumdalar. Pekçok ülke paktlar ve antlaşma­ lar yoluyla güven kazanıyor, itibarlannı artınyorlar. Baktlara girmeyenler ise en azından temeli sağlam ikili antlaşmalar yoluyla dünya siyasetine yerleşma yollan arıyorlar. O zaman bu noktada çağımızda tam bağımsız bir milletin uzlaşmacı iyi niyetli bir tavır sergilemek durumunda olduğunu kavrayabili­ yoruz. Yeni Kurulmuş devletlerin temel anlayışına gel­ diğimiz bu dönemde ise bu anlayışın milletin bekası üzerinde yoğunlaşlığı görülecektir. Daha önceki pa­ ragraflarda azınlıkların belli haklar peşinde koştuk­ larını ve aldıkları imtiyaz nisbetinde h ür kaldıkları meselesi üzerinde dunnuştuk. Genellikle dış güçler tarafından desteklenen azınlıklar dış sennaye ve yardımlar suretiyle ülkedeki egemen kadroya karşı teşkilatlanırlar ve ülke üzerinde hak iddia etmeye başlarlar. Destekleri kesilmediği takdirde ciddi bir tehdit unsuru olarak milli bağımsızlık prensibinin karşısında çal ışan azınlıklan suslurmanın tek yolu azınlık vatandaşlanyla azınlık teşkilatlan arasında­ ki ilişkiyi kesmek ve teşkilatları bizza t o teşkilalın halkı önünde bölücü pozisyonuna sokmaktır. Buna erişebilmek için ise ülkedeki iktidarın kesin olarak ekonomik meseleleri ve sınıflar arasındaki uçurum­ ları asgariye indirmesi gerekmektedir. Azınlıkları da 41


ülke halkına tam manasıyla dahil edebilmiş bir hü­ kümetin, azınlıklara da ülke refah pastasından adaletli pay ayırmış ülkelerin milletin bekasını sağ­ lamak yolunda engel kalmamıştır denilebilir. Ada­ letli dengeyi her ne kadar çağdaş görünürlerse gö­ rünsünler bir türlü kuramamış olan Fransızlar Kanadalılarla, İngilizlerin İskoçlarla Türkiye ve Irak'ın Kürtlerle meseleleri bir türlü bilmemiş ve saydığımız azınlıklar ülkenin öz vatandaşlanndan dahi taltif görür hale gelmişlerdir. Yukarıda bahset­ tiğimiz ekonomik yeterlilikten bu ülkelerden bahse­ derken yine söz etmemiz yerinde olacaktır. İngilte­ re, Fransa ve Irak yakın tarihte ekonomik krizleri çok yakından yaşamış ülkelerdir. Üç ülkede yaşanı­ lan buhranda adaletli politika gütmekten ısrarla kaçmışlar ve azınlık haklarına tecavüz etmişlerdir. Her geçen gün ve her ekonomik krizden öz benlikle­ rinden refah paylarından daha büyük parçaların gasp edildiğini gören azınlıklar ise yaşanan anti­ demokratik oluşumdan yavaş yavaş sıkılmış ve ses­ lerini duyurmaya karar vermişlerdir. Azınlıkların aldıkları kararın tezahürü olarak ise bu azınlıklann bağlı bulundukları milliyetçi akımlar güçlenmiş ve iş silahlı mücadeleye kadar gıdebilmiştır. Ekonomik bağımsızlık milliyetçi liderlerin düşleylpte başara­ madıkları olaylan müspet biçimde sonuçlandıran bir ögedir. Aynı şekilde temel kuran azınlık olma­ yan milliyetçi hareketlerde de geçerlidir. Misal ola­ rak Bitler ve onun getirdiği Faşist görüşü ele ala­ lım. Hltler'in verdiği o muhteşem nutukların kazandığı zafere yalnız yardımcı faktör olarak hiz­ met etliği artık herkese bllinen bir gerçektir. Bitler zaferini ülkenin ekonomik dengesizlik ve bağımlılı­ ğına borçludur. Yeniden milletin bekası kavramına dönmemiz gerekirse bu kavramın üçlü bir planla başanlabileceğlne değinmemiz gerekecektir. Önce­ likle iç planlama şarttır. Bütün milliyetçi ideoloj iler

42


milletin genişlemesini istemektedirler. Genel milli­ yetçi doktrin bu yüzden her ailenin en azından üç çocuk yapmasını öngörür. Bu çocuklardan ikisi ai­ lenin üçüncüsü ise milletin bekası içindir. Buna karşın ülkedeki azınlıkların da milliyetçi liderleri doğum kontrolüne karşı bir tavır sergilerler ve va­ tandaşlanna bol çocuk doğurmalarını söylerler. ikinci aşama ise ekonomik bağımsızlıktır. Özellikle 1 7. yüzyıldan sonra bir miletin bağımsız olarak ha­ yatını idame ettirebilmesi için kesinlikle ekonomik seviyesini yükseltmesi gerekmiştir ve bütün milli­ yetçi ideologlar bir milletin haysiyeti olarak nitelen­ dirmektedirler. 19. yüzyıl ve sonrasında bir millet için hayati önem taşımaya başlayan dış politika meselesini milliyetçi ideolojiye göre incelememiz ge­ rektiğinde ise ilmi olmayan milliyetçi ideolojilerin tuttuğu yolla başlamak sanınz faydelı olacaktır. ·

İlmi olmayan milliyetçi görüşler genellikle "küçük dünyaları ben yarattım" mantığını gütmeyi esas al­

mış görüşlerin temel amacı soğuk yada sıcak sava­ şa girerek milletlerini bir arada tutmaktır. Zaten gö­ rüşün benimsendiği ülkelerde rejimden çoğunlukla hoşnutsuzdur. Askerle birleşebildiği halde hemen bir isyanı göze alabilecek dunımdaki halki bir ara­ da tutmak ilmi olmayan milliyetçiliğin h ayatta kal­ masını söyleyecek tek kurtuluş yoludur. Sık sık çı­ karılan savaşlar veya sürtüşmeler yoluyla ayakta kalmaya. tutunmaya çalışma bu görüşlerin öyle pek uzun ömürlü oldukları söylenemez.

İlmi olan milliyetçilik ise uzlaşmacı ve barışçıl yollan dener. Onun liderlerinin amacı halkını ezdir­ meden rahat bir ortamda yaşatmak ve zaferlerini savaş metoduyla değil ilmi yollardan, masa başında kazanmaktır. Dış siyaseti bir sa tranç oyunu gibi ele alan ilmi milliyetçiler kendilerinden daha güçlü devletlere bulaşmazlar ve dış kaynaklı anarşiye hiç­ bir zaman ve surette mahal vermezler. İlmi milliyet-

43


çi bir lider önce ülkesini kalkındırarak muasır me­ deniyetler seviyesine çıkarmak. daha sonra ise kuv­ vetli paktlara imza atarak dış güvenliğini sağlamak. önemlidir. İlmi olmayan Faşizan anlayışın imza at­ tığı paktlar kesinlikle bir güven unsuru teşkil et­ mezlerken ilmi milliyetçilerin imzası dünya siyasi konjöktüründe her zaman muteber bir yere sahip olmuşlardır. Fakat haysiyetli bir millet tam manasıyla ne de­ mekti(? Haysiyetli bir millet varmıdı(? Bir milletin içinde yaşayan hainlerin oranı o ülenın haysiyetine ne kadar etki ede(? Bütün bunlar karanlıkta kal ­ mış sorulardır. Ancak dünya siyası tarihi göster­ miştir ki bir milletin şahsiyeti temel olarak iki un­ surun tahliliyle alaşılabilir. Halk ve teknik -ekonomi bir milleti o milletin hüküm sürdüğü topraklar üze­ rindeki halk oluşturduğuna göre o millet de o kadar faziletli ve haysiyetli olur . Mill�te haysiyetli ya da kudretli diyebilmemiz için o milletin tam bağımsız, hürriyetçi ve birlik içinde olması şart tır. İkinci temel özellik teknik ve ekonomidir demiş­ tik. Evet günümüzde şöyle bir etrafımıza baktığı­ mızda bırakın devletleri tek bir bireyin dahi ekono­ mik açıdan refaha eremediği takdirde kaale alınmadığı gerçeğini görüyoruz. Dinin Avrupa'dan başlayarak Amerika ve Afrika'da eski önemini entel­ lektüel sınıfın gözünde yitirişinin tezahürü olarak beliren materyalist görüş bugün dış siyaseti etkisi allına almış ve dış ilişkilerde milli itibar değil eko­ nomik alanda başarılı olmayı geUmıiş, milliyetçiler ise ekonomik aC'ıdan sürekli bir denge anılması için teknik alanda ba!;> ı < · ı>kmek gerektiği gerçeğini idrak edebilmişlerdir. İşte bu lPn de pekçok ilmi milli­ yetçi teori kendisine ülKesırnk ı ı>·gı ı layabileceği ye­ ni ve adaletli bir ekonomik model seçerek teknik alanda buluşlara yön vermenin savaşına girmişler­ dir. Bugün etrafımıza baktığınızda teknik alanda is_

44

.


tediği yere gelmiş bir milliyetçi idarenin halkın gön ­ lüne taht kurduğu açıkça görülebilir. Artık doğmatik kanunlar ve bilimsel çizginin dı­ şındaki kavramlar geçerliliğini yitirdi. Ç ağımız mil­ letlerinin h aysiyeti ise hamasi (ancak ilimle kordl­ neli bir hamasiyet) ve teknikçilikle ölçülüyor. Değişmeyen ise tek bir kavram, İnsan . Bir milletin vatandaşlan ne kadar haysiyetli ve öz benliğine bağlıysa o millet o kadar itibar ka.7.-ani.yor, milletler mozaiğinin başına kuruluyor bir kez daha yineliyo­ ruz. İlmi olan milliyetçilik ise uzlaşmacı ve barışçı yollan dener. Onun liderlerinin amacı halkını ezdir­ meden rahat bir ortamda yaşatmak ve zaferlerini savaş metoduyla değil, ilmi yollarla masa başında kazanmaktır. Dış siyaseti bir satranç oyunu gibi ele alan ilmi milliyetçiler kendilerinden daha güçlü devletlere bulaşmazlar . . .

DEÖİŞİK AÇILARDAN MİLLİYETÇİLİK Şu ana kadar milliyetçi ideoloj inin temel görüşle­ rini anlatmaya, tartışmaya çalıştık. Bu bölümü­ müzde ise değişik görüşlerin milliyetçilik hakkında düşündüklerine göz atmak istiyoruz. Bilindiği gibi her ideoloj i , benimsensin ya da benimsenmesin di­ ğer ideoloj iler hakkında tenkidlere sahiptir. Kendi takipçilerini tatmin etmek ve diğer insanları etkile­ yebilmek için bütün ideoloj iler diğerleri hakkında yerici sözler sarfetmek zorundadırlar. Ancak yakın­ dan incelendiğinde bazı ideoloj ilerin diğer ideoloj ile­ re pekçok yönden destek verici açılardan yaklaştık­ ları görülecektir. Milliyetçi ideoloj ilerin en şanssız yönü de işte bu noktada yatmaktadır. D ünyayı re­ faha taşıyabilecek kapasiteye sahip bir ideoloji olan milliyetçilik, günümüzde diğer ideoloj ilerin istisna45


sız hepsinin çekindikleri tek ideoloj idir. Bu sebeple hiçbir ideoloji milliyetçilik hakkında güzel sözler sarfetmez, hatla pekçok ülkede bütün ideolojllerin milliyetçilik karşısında adeta bir pakt imza lamışlar­ rasına birleştikleri artık bir sır olan bölümdeki amacımız milliyetçiliği iki aşamada incelemektir. İlk aşamada liberalizm ve marksizme; ikinci aşamada ise tarihciler ve sosyologlann mililyetçilik hakkın­ daki görüşlerine yer vereceğiz. Bu arada tarihçile­ rin, miliyetçilik hakkındaki görüşlerine yer verece­ ğiz. Bu arada tarihçilerin, milliyetçiliği tarihi diyalekliğin kuşku götürmeyen ideoloj isi; sosyal bi­ limcilerin , sağlam bir birliktelik; filozolların ise dü­ zenli bir dünyanın kurulmasına hizmet edebilecek tek ideoloji olarak gördüklerini belirtmek faydalıdır.

LİBERALİZM'İN MİLLİYETÇİLİK HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ Sömürgeci bir sistemi benimsemiş oları İngiliz Liberalleri, milliyetçiliği isyankarlık olarak ele al­ mışlardır. dünya refah pastasındaki yerlerini sade­ ce ve sadece Afrika ülkelerini sömürmeye borçlu olan İngiliz Liberalizmi, 1 9. yüzyıl içerisinde milli ­ yetçilik akımlan dolayısıyla oldukça çile çekmiş, za­ rarına uğramıştır. Bu sebeple de liberaller, milliyet­ çiliği bugün bile sık sık yermeye. diğer ideoloj ileri milliyetçiliğe karşı kışkırtmaya çalışırlar . İngiliz hal­ kının liberal kanadının, yarıl halkçı liberallerin ba­ kış açısı ise oldukça farklıdır. İtalyan lider Mazzi­ nl'nin milliyetçiliğinden dolayı İngiltere sömürülmesiyle birlikte İngiliz liberaller. halkçı li­ beraller ve orta liberaller diye ikiye aynlmıştır. İyi bir lider ve demagog oları Mazzlni halkın arasına kanşarak böyle bir oluşuma temel atmış, inglliz halkına ise ona destek ve görüşlerini beyarı etme ·

46


fırsatı vermiştir. Halkçı liberaller ki, bunlar Mazzi­ ni'ye destek verenlerdir, kısa süre içerisinde milliyet ve milliyetçilik hakkındaki görüşlerini değiştirerek milli-muhafazakar ideoloj inin saflanndan gözükme­ ye başlamışlardır. John Stuart Mili 1 86 1 yılında milliyetçilik hakkında şunları yazmıştır: "Milliyetçi­

lik riızgdn beraberinde refah ve halkın birleşmesini de getirmiş. mantıklı bir mület şuurwıa erebüen ülke­ ler hızla ilerlemişlerdir. Biz. yani halkı düşünen libe­ raller toplumsal bağlamda müliyetçiUk. ekonomik alanda liberal görüşü seçmeli ve bir senteze vannalı­ yız. " Mill' in bu görüşleri ileriki tarihlerde İngilte­

re'de tutulmuş ve demokratik, çok partili, toplum­ sal alanda milliyetçi, ekonomik alanda l iberal bir İngil tere kurulmuş; ikinci grup liberaller ıse maıj i­ nallığa mahkum edilmişlerdir.

Politik bağlamda milliyetçiliğe ve liberalizme baktığımızda ekonomik platformdaki farklılıklar he­ men dikkatimizi celbedecektir. Liberal ekonomistler "çok çalışan kazanır" ya da "güçlü olan güçsüze hükmeder" görüşünü benimserken. milliyetçi eko­ nomistler tam bağımsızlık . hürriyet ve adaletli milli gelir dağılımından yanadırlar. İdeoloj ik alanda ise muhafazakarlar ve liberaller özellikle 1 7. yüzyıldan sonra başlayan (tüm dünyada) kolonilerin bağım­ sızlaşma isteğine prim verirlerken liberallerin mili­ yetçilcrin bu tavırlanna ateş püskürdükleri ve libe­ ralleİi vatana ihanetle suçladıkları görüldü. Çünkü milliyetçiler koloni halklannı da kendi milletlerine bağlı olarak görüyorlar ve bu halklann bağımsızlık isteklerini millete isyan addediyorlardı. Tabii bu is­ teklere izin verenler isyancıların anavatanlı işbirıik­ çileriydiler. Milliyetçilik bir ülke halkının azınhkla­ nyla bir bütün olduğunu ve bölünemeyeceğini iddia ediyor ve o toprak parçasında yaşayan bütün in­ sanlara eşitlik vaadediyor; buna karşın liberalizm ise azınlıkları ayn halklar olarak görebiliyor. Bu de­ ğişik yapı, milliyetçiliğin liberaller tarafından faşlzn47


lıkla suçlanmalarına neden oluyor, oysa filozoflar

"eğer milliyetçUik ad.aletli bir bazda uygulanırsa libe­ ral aynmcılıktan d.aJı.q iyi neticelere varılabilir" diyor­

lar.

Mill'in görüşlerinden sonra milliyetçilik üzerinde geniş bir araştırma yayınlayan ünlü liberallst tarih­ çi Acton, milliyetçiliğin Mill'in düşündüğünün tam tersine. liberalizme en karşıt düşünce olduğunu söylüyordu. İtalya ve Fransa'da yaşanan yenilik ha­ reketlerini ele alan Acton. bu hareketlerde azınlık liderlerinin de önemli mevkilere sahip bulundukla­ nnı hatırlatarak, milliyetçilik düşüncesini aşağılıyor ve millietçiliğe bağlı kalınsaydı bu yeniliklerde asla başanlıolunamayacağını söylüyordu. Milliyetçiliği başlı başına apayn bir toplumsal kunım olarak ele alan Acton. muhafazakarlar ve liberallerden destek görmüştü. Bu noktada muhafazakarların milliyetçi­ liğe niçin karşı olduklannı belirtmekte fayda vardır. Alman milliyetçiliğinde de gördüğümüz gibi, milli­ yetçilik inkılapçı yenilikçi bir harekettir ve mevcut putlara karşıdır. Hayatlarını belli putlar üzerinde şekillendiren muhafazakarlar ise değişime karşıdır­ lar , tutucudurlar. Milliyetçiler ise vatanın iyiliği ve bekası için her türlü hareketi destekleyebilecek bir kapasiteye sahip kişilerdir. İş böyle olunca muhafa­ zakarlar, milliyetçilikten , kendi rahat ve düşüncesiz hayatlannı yok edeceği için korkar ve çekinirler. Bu yüzden de muhafazakar görüşler ya da köktenci akımlar. milliyetçiliğe karşı oldum olası ters bak­ mışlardır. Sosyalizmin sol olarak nitelendirilmesin­ den sonra, sağcı diye tartılmak istenen milliyetçiler bu isnatlardan oldukça ağır yaralar almışlardır. Milliyetçi ideoloj i bütün halka yönelik olduğu için, belli bir konuda angaje olmak istememiş, ancak ge­ rek sosyalistlerin ve gerekse liberallerin yoğun pro­ pagandalan sonucu sağcı olarak gösterilmiştir. Oy­ sa milliyetçilik diğer fikirlerin üstünde bütün yurttaşlara hizmet etmeyi şiar edinmiş bir fikir akı­ mıdır.

48


Liberaller milliyetçiliğe karşı yurtseverlik kavra­ mını devreye solanaya çalışmışlar ama bu yolla dü­ şünen beyinlere etki edememişlerdir. Bu çaba so­ nucu.kavram kargaşası içinde binlerce megaloman ı içine kabul eden liberaller, entellektüelleri aralarına alamayarak esas amaçlarına erememiş oldular. Li­ beraller milliyetçiliği Faşist, yurtserverltği ise ahlak­ lı bir hareket olarak göstermenin çabasındadırlar. Acton, milliyetçiliği (liberallerin milliyetçiliğe düş­ man olan kısmına yıllar yılı yön vermiştir) bir cina­ yet ve suç odağı olarak açıklamıştır. Ac�on, milliyetçiliğe karşı model ttp olarak " birle­ şik devletler" kavramını ortaya atarak, milletin üs­ tünlüğüne önem vermeyen karma toplumların ba­ milliyetçi mesafeler katettiklerini; şanlı ekonomistlerin ise kör bir kapalı düzen içinde, hem kendilerini hem halklarını heba ettiklerini söylemiş­ tir. Liberalizminin işlendiği birleşik devletlerin her zaman başarılı olduklarını ve dünya refah pastasını zorladıklarını belirten Acton, Mlll 'in amacının mil­ liyetçiliği değil, yurtseverliği anlatmak olduğunu, ancak bu yazann kavram kargaşasına düştüğünü belirtmiştir. MUl'in fikirleriyle Acton'un görüşleri kıyaslandığında ise asıl kavram kargaşasına Ac­ ton'un düştüğü açıklık kazan acaktır. Çünkü birle­ şik devletlerde milliyet özelliği olmadığı resmen ya­ landır. Birleşik devletler tarihi başta Amerika olmak üzere incelendiğinde, Acton'un sadece bu devletlerin tarihlerinin başlangıç tarihinde haklı ol­ duğu görülecektir. Birleşik devletler Acton'un da belirttiği gibi, eşit ve karma bir politikayla işe başla­ mış ama aynı politikada tutunamamışlardır. Acton bize göre milli hars ve insanlara özgü öne çılana ka­ nununu gözden kaçırmaktadır. Birleşen milletler­ den biri kesinlikle ·birleşik devlette ötekilerin önüne geçerek bir sömürü düzeni kurmuş ya da Ameri­ ka"da olduğu gibi, liberaller ve milliyetçiler ayn saf­ larda çalışıp milli bütünlüğü kurma yolun tıkamış-

49


lardır. Eğer Acton 1 940 yılındaki Amertka'yı gör­ seydi tüm fikirlerini değiştirmeye mecbur kalacaktı. Zira 1 940 yılından itibaren Amerika belki de bütçe­ sinin en önemli bölümünü eğitim yoluyla öğrencile­ rin beyinlerini yıkamaya ayırarak bir Birleşik Ame­ rika Milliyetçiliği kurma yoluna gitmiştir. Modem liberal görüş ise milliyetçilikte oldukça zıt bir tavır içine girmiştir. Milliyetçiliği bir ayak ba­ ğı olarak alan bu görüşün yukarıda belirttiğimiz fikri, yeni liberalistelim ı 7. yüzyıl sömürgecilik po­ litikasını benimsemiş kişiler olmalarından ileri gel­ mektedir. Bir dünya hükümeti kurarak güçlünün güçsüz üzerindeki hegamonyasını meşrulaştinnak isteyen modem liberalistler, milletlerin haklarını hi­ çe saymakta ve en büyük düşman olarak milliyet.çi görüşü görmektedirler.

MARKSİZM VE . MİLLİYETÇİLİK 1 848 yılında Marks, Komünist Manifesto'yu ya­ yınlayarak dünyaya yepyeni, iletide kendi adıyla anılacak bir görüş getirmiştir. Manifestonun haklı yanı, Avrupalı liderlerin zevk ve sefalarından başka birşey düşünmeyen, feodal zihniyete sahip kişiler olduklarıydı. Ancak Marks bu liderlere yön verebi­ lecek (kitabında iddia edildiği gibi) bir lider değildi . Marks . artık dünyanın bir ihtilaller çağı yaşayacağı­ nı haber veriyordu ve dediği gibi de oldu. Bu ihtilal­ ler, yani Viyana. Berlin. Frankfurt, Paris ihtilalleri­ nin hepsi de , ezilen işçi sınıfının derebeyi zihniyetine sahip liderlere karşı bir tepkisini dile ge­ tirebilmek için yapılmış ihti1la11erdi . Mi1liyetçi men­ şeli olan bu ihtilallerde, ayaklanmalarda milliyetçi liderler, toplumsal bir yara halini alan yoksulluğu hazm edemeyerek, vatan haini ilan ettikleri döne50


min liderlerine karşı bir halk hareketi başlatmış ve müspet sonuçlar almışlardı. Bu bakımdan Marks'ın ününü milliyetçiliğe borçlu olduğunu, çünkü yapı­ lan milJiyetçt hareketlerin ona ilmi bir h üviyet. sağ­ ladığını söylemek mümkündür.

Ancak Marks tamamen radikal bir görüşe sahip olduğunu şöyle açıklıyordu: "Milliyetçiler devlete ve otoriteye karşı değil. mevcud sömiı.rüye karşı belli bir süreye yönelik ayaklanıyorlar. Onlar ihtilô.ci ya da zıt bir görüşü temsil edemezler. dünyanın refahı için ise zıt görüşlere ihtiyaç vardır ve benim görüşüm. olabilecek en mantıklı, en zıt görüştiı.r. " Esası itibariyle ise gerek milliyetçi gerekse Mark­ sist görüşün , ihtilalci pratiğe dönüşmesi halk hare­ ketleriyle de mümkün olabilecek görüşler, ideoloj i ­ lerdir. İkisi d e mücadelecidi.rler ama mücadelede farklılıklar vardır. Her iki görüşün de yönü ve kavga esaslan ayn ayndır. M illiyetçiler dünyayı bağımsız milliyetler halinde tasavvur ederlerken , Marksistler bir dünya görüşüne sahiptirler ve bütün dünyayı işçi sınıfının yönetimine teslim etmeyi hedeflerler. Daha sonra diğer sınıflardan tepki alan Marksist­ ler, işçi sınıfını emekçi, yani çalışan sınıf olarak de­ ğiştirmek zorunluluğunda kalmışlardır. Fakat şu husus oldukça açıktır ki, ezilen bir insana "sen mil­ letinin şiarlarını uygulayarak mı. yoksa belli bir sını­ fa angaje olarak mı bu durumdan kurtulmak ister­ sin" sorusu sorulduğunda çoğunlukla, hem de ezici çoğunlukla, hem de ezici çoğunlukla, "kendi milleti­ min şiarlarına uyarak kurtulmayı (daha zor olsa bi­ le) yeğlerim" olacaktır. Yani Marksizm insanların içinde bulunduğu toplum ve millet sevgisi, kavram­ larını hesaba katmamaktadır Zaten bu durum ı . ve 2. D ünya Savaşlarında kendisini göstermiş, Alman sosyalistleri ve sosyal demokratları başta olmak üzere pekçok Marksist. vatanları için Bolşeviklerle gözlerini dahi kırpmak51


sızın savaşmayı kabul etmişlerdir. Burada ise şöyle bir sonuca vakıf olabiliyoruz: Millet sevgisi ve yurt­ severlik her türlü ideolojinin önündedir. Savaşlar­ dan önce devletine karşı savaşan Marksistlerin ço­ ğu, savaş zamanında devletler dinin yanında savaşmayı seve seve kabul etmişlerdir. Millet kavra­ mını soyutlayan bir ideoloji olan Marksizmin nasıl olup da iktidar olabildiği aşağıda incelenecektir. Komünistlerin Rusya'daki başarılarının tek sebe­ bi, kendilerinden önceki rej imin tamamen vurgun ve sömürü üzerine kurulmuş olmasıdır. Zaten dün­ yada Marksist teorinin anlattığı sömürü ortamına her yönüyle eksiksiz olarak benzeyen yegane yer, devrimin yapıldığı Rusya'dır. Kapitalizmin tam bir felaket halini alması, yöneticilerin halkın uyanları­ na kulak asmayan bir tavır takınmaları. karaborsa ve vurgunun neredeyse meşru sayılır bir hale gel­ mesi ve proleter halkın adeta köle durumunda ya­ şaması komünizme çok uyan bir ortamdır ve mark­ sistler bu ortamı gayet iyi değerlendirerek 1 9 1 7 yılında iktidar olmayı başarmışlardır. ı 94 ı yılında Rusya'nın Alman çizmesi altında ezilmeye başlama ­ sına kadar Marksist teori tarafından yasaklanan milliyetçilik yurtseverlik teması, bu yıla kadar işle­ nemez bir durumdaydı. 1 9 1 7- 1 94 1 yıllan arasında yeni rej im halka belirli özgürlükler ve haklar tanı­ mış ve milliyetçilik kavramını unutturmaya , çalış­ mıştı, ancak 1 94 1 yılında gelen işgal tehlikesinden kurtulmak için milliyetçi hislerin canlandınlması zanı ri bir hale gelecek ve komünist teori önleneme­ yecek bir yıkıma kurban gidecekti. Esir proleter sı­ nıfın özgürlük mücadelesi ve buna benzer sioganla­ nn Alman tankları karşısında fonksiyonsuz kaldığını gören Stalin, ülkedeki milli hisleri önce uyandıracak, milliyetçi liderleri lallif edecek tehlike geçtikten sonra ise çok güçlendikl�ri ve rejimi yık­ mak. isteyebilecekleri bahanesiyle gözünü kırpma­ dan öldürebilecekti.

52


Zaten Marksist hareket ilk yenilgisini Stalln sa­ yesinde almıştır. Marka'ın boş bıraktığı milliyetçilik gerçeği konusuna Marksist açıdan çözüm bulmak gayesiyle Stalln tarafından kaleme alınan ve Mark­ sist teorinin kültürel açıdan en yüksek eserlerinden biri olan "Marksizm ve Milliyet Sorunu" adlı kitap, Komünist Mantfesto'dan yapılan "Artık insanların

içindeki milliyetçilik istibdatı günden · güne eriyor. Milliyetçiliğin yok olma ve kominist teori önünde eğil­ me zamanı gelmiştir" gibi alıntılarla bayağı iddialı

bir görünüm ortaya seren bir çalışmadır. Ne varki 1 9 1 3 yılında yazılan bu eserdeki hesap çarşıya uy­ mamış ve Marksizm 2. Dünya Savaşında milliyetçi­ likle bağımsızlığını, iktidarını korumayı başarmış­ tır. Stalln 'in bu dönemdeki en büyük ve affedilmez hatası ise, ülkenin kuruluşunun esas mimarları olan milliyetçi liderleri halktan tam destek almışlar­ ken astırması olmuştur. Bu hatasıyla yetinmeyen Stalln Savaş boyunca) bütün milliyetçi sloganları unutup "yaşasın proleter cephenin özgürlük müca­

delesi. yaşasın dünya halklarının devrimci mücade­ lesi" ya çla "kahrolswı kapitalistler ve onların milli­ yetçi uşakları" gibi sözler sarfetmiş ve Marksist

diyalektik boyunca ilk defa liderlik makamını kü� çük duruma düşürmüştür. İşte Stalin'in bu menfi icraatlarının zulasından gelen hoşnutsuzluk ve des­ tek kaybı Marksist diyalektiğin yıkımına ön ayak ol­ muştur. İleride Hostler'in fikirlerine değindiğimiz zaman görülecektir ki, şimdilik baskı altında tutu­ lan halk hareketleri canlılık kazarıacak ve habis bir rejim haline gelen komünizm ilelebet bir mahfı . ya­ şayacaktır (yazar bu kitabı l 967'de yazmıştı ve halk cepheleri o yıllatda yent yeni filizlenmeye başlıyor­ du). Marksist bir teorisyen her zaman sıkıntı içinde­ dir, çünkü baskı altındadır. Bu baskı Marksizmin milliyetçilik gibi halkın içinden gelen tabti bir akım olmayışından dolayıdır. Milliyetçiler olaylara halkın

53


dünya siyasetindeki yeri, mtlletlerin genel direnci ve teorilerinin karışımını süzerek yorum getirirler, ya­ ni seçme şansları vardır. Marksistlerde ise durum çok daha değişiktir. Milliyetçi teorisyen ülkesinin jeopolitik önemini ya da milletine en çok uyan reji­ mi inceleyerek kendini yenileme şansına sahipken, Marksist teorisyen bilmem kaç yıl evvel bir ideolo­ ğun yazdıklarına harfiyet uyma ve dünyanın hangi global kesiminde olursa olsun aynı teoriye bağlı kalma durumundadır. Kısaca marksizm gelişen yıl­ lar ve değişen psiko-sosyal yapıyla birlikte basit bir daire halini almıştır denilebilir. Ona göre istisnasız bütün burj uva ve milliyetçiler kötü , bütün proleter­ ler iyidir, yani önemli olan hümanizma değil, etiket­ tir.

Stalln, milliyetçiliğin burj uvazizmden kaynakla­ nan bir hastalık olduğunu söylemiştir. Ona göre burj uvaların içini kavuran amansız herşeye sahip olma hırslan bir etiket olarak milliyetçiliği işlemiş ve dünya proleteryasının başına sarmıştır. Burj uva destekli bir hareket olarak lanse ettiği milliyetçilik hakkında Stalin şunları söylemiştir: Milliyetçiler

burjuvalar tarafından desteklenen sömürgeci asalaklardır. Onlar halkı ve proleteryalan kandı­ rarak sömürürler. Sadece kendi proleteryasını kanciırarak sömürürler. Sadece kendi proleterya­ sını sömürmek milliyetçlllğinin prensibine ters düşer; bu nedenle mllllyetçi dünya, tüm dünya proleteryalannı sömürür. Sonuçta kazançlı çı­ kan tek kadro ise milliyetçilerin gereksiz devlet­ leri ve burjuva sınıfıdır." Ancak Stallnist beyinin düŞünemedlği bir nokta vardır. O da milliyetçlllğin temel mantık ilkesi. MIWyetçller keslnllkle savaşı ve sömürü­ yü isteyen insanlar değildirler: zaten milliyetçi­ lik özü itibariyle sömürüye karşıdır ve eğer mil­ liyetçi hükümet, savat açarsa, bu savaşı belli


zümre için değil, tüın ülke için açar. Tabiatıyla

Stalln istese de istemese de devlet güçlenecektir, aksi takdirde halk güçlenemez ve Stalln şunu gö­ zünden kaçırmaktadır ki, milliyetçilerin kazandıkla­ rı zaferler hiçbir zaman sadece buıj uvazizmin işine yarar seviyede kalmaz, aynı gelirden ülkenin prole­ ter sınıfı da istifade eder. Stalln işte bu noktada da başarısız kalmış ve milliyetçilik üstüne asılsız is­ nadlarda bulunan bir lider olarak tarihe adını yaz­ dırmıştır.

·

DEGİŞİK BİLİMLER VE MİLLİYETÇİLİK .

Ukrayna ve 1ürk kökenli cumhuriyetleri kendile­ rine bağlamak ve ileride çıkarılabilecek problemle­ rin önlemlerini önceden alabilmek için , Bolşevik hükümetı milletler masası komserliği bir dizi kitap yayınlayarak; milliyetçiliğin kanlı bir bölücülük me­ kani zması halini aldığını ve Rus topraklan içinde hiçbir milliyetçi akıma yer verilmeyeceğini, bu tür akımları doğuranların ibret verecek bir şekilde ce­ zalandınlacaklarını açıkladı. Stalln tarafından biz­ zat hazırlanan bu kitaplar, otuz yıllık bir süre içeri­ sinde güçlenecek olan milliyetçi akımlar sayesinde komünizmin halkla arasını iyice açacak ve · bütün tavizlere rağmen bolşevik hükümetinin her tavın çok sevimsiz olarak görülmeye, değerlendirilmeye başlanacaktır. Sovyetlerde yayınlanan bildirge ve kitaplara inat olarak başlatılan milliyetçi akımlardan ilki Ukray­ na' da cereyan etmiş, ı. Ukrayna MUliyetçUer Kongresi Bolşevik askerlerince basılmış ve üç yüz kadar izleyici kadın-erkek katledilmişlerdir. Bolşe­ viklerin milliyetçilik karşıtı düşünceleri ve milletsiz bir ülke, hatta imparatorluk kurma haycılleri, abes­ le iştigal etmekten başka birşey değildir ve ilmi ger­ çeklere dayanmamaktadır.

55


MİLLİYETÇİLİGİ ANLAMA

ÇABALARI Bir ideolog dükkan sahibine benzer. Elindeki materyali en can alıcı yönleriyle, hatta hatalarını güzel göstererek sunmak zorundadır. Milliyetçiliği burj uvazizmin tezahün1 olduğu yolundaki açıkla­ ma, ne kadar deli saçması olursa olsun, Marksist ideoglar bu alandaki hatalarını Marksist ideolojiyi tanıtımlarındaki başarılarıyla yıkayabilen tek ide.o­ loji Marksizm olmuştur. Mtlliyetçi ideolojilerin ise kendtlerini güzel gös­ termek için özel bir çaba h arcamaya ihtiyaçları yok­ tur. Onlar kaynaklaqnı milletlerinden almaktadır­ lar ve kendi milletlerinin fazilet ve erdemlilik düzeylerinin ölçüsünde taltif bulurlar. Kısaca milli­ yetçilik ideolojisini milliyetçi, idealist aydınlar değil, o milletin kendisi yazar . Aydın sadece milletinin yazdığı destanı açıklamak, kolay anlaşılır hale getir­ mekle yükümlüdür. Milliyetçi ideolojinin en büyük kaynağı tarihidir. O yüzden de homojen bir tarihi yapıya sahip olan milletllerde mtlllyetçilik pek önemsenen bir kavram halinde baş gösterememiş­ tir. Almanya bu hususta bir istisnadır. Daha önceki bölümlerde de belirttiğimiz gibi, milliyetçilik her ülkede ayn bir yaptırım gücüne ve açıklamaya sahiptir. Milliyetçiliğin temel maksadı her türlü hal karşısında ülkesinin tam bağımsız ve ekonomik rafah içinde yaşaması olduğundan dola­ yıdır ki, her ülkenin milliyetçi aydını, halkına kendi ülkesine uyan şartlar ve düşünceler empoze etmek mecburiyetindedir. Bu yüzdendir ki değişik ülkeler­ de milliyetçilik kavgası değişik yollarla yapılagel­ mektedir. Misal olarak, 1 922 yılında başlatılan Ba­ ğımsız, Hür İrlanda Milliyetçiliğini ele aldığımızda, Irlanda'nın köklü bir tarihi diyalektiğe sahip olma­ dı�ını ve bu ülkede başlaWan mücadelenin fikre de-

56


ğil kabJ. güce dayalı olarak başgösterdiğlni söyleme­

�'?: gerekeaekttr. Emest Jones İrlanda Milliyetçili­ ği.ı1i Pstko ı-ınalltik düzeyde "ingUtere" kitabında iş­ lemiştir.

. Jones kitabında İrlanda'nın bir ada olduğunu ve başından beri İngiltere'ye bağlı olduğunu iddia et­ mektedir. Ada olarak zamanında imparatorluğun İrlanda'ya önem vermediği, bu sebeple de ada hal­ kında İngiliz düşmanlığının bir kompleks halini al­ dığını, bugün ise bu kompleksin milliyetçilik yoluy­ la dışavurulduğunu belirten Jones. tarihi, geçmişi olmayan bir halka millet demenin yanlışlığını gös­ termeye çalışıyor. Tezini ispat etmek için de mesele­ nin basit bir öfke çıkarma halini aldığını , İrlandalı­ nın tek isteğinin unutulmuşluk kompleksini kanlı bir yolla giderebilmek olduğunu anlatıyordu . Fakat Jones'un hayatı incelendiğinde yazarın milliyetçili­ ğe karşı olan duygulannın bir kompleks halini aldı­ ğı açıkça görülecektir. Kitabında doğruluk payı bu­ lunan bu kişinin esas amacı, İrlanda milliyetçiliğini temel alarak bütün milliyetçiliği ideolojik düzelme­ de kötüleyebilmekttr. Milliyetçiliğe getirilen menfi yorumlardan bir di­ ğeri de Hans Kohn'a aittir. Özellikle Marksist düşü­ nürlerce çok tutulmuş. rağbet görmüştür. Kohn, milliyetçiliğin insanların psikolojik komplekslerini gidermek için uydurduktan bir fikir akımı olduğu­ nu söylüyor ve insan içinde gizli olan, bir grup veya kitleye bağlanma duygusunun milliyetçilerce istis­ mar edildiği görüşünü öne sürüyordu . insanın psi­ kolojik mantığının egolarla bölündüğünü ve her egonun beraberind� bir kompleksi getirdiğini iddia eden Kohn, milliyetçiliğin de bu egolardan en bü­ yüğü olduğunu söylüyordu. Özellikle erkekler başta olmak üzere. bütün insanlarda bir kitleye mal olma isteğinin bir ukte olarak görüldüğüne değinen ya­ zar, düşünceye eğilimli olan beyinlerin milliyetçilik 57


yoluyla tatmin olduklarını ve milliyetçiliğin bu yolla beyin çaldığını. düşünsel bir �eptomanyakhk örne­ ği sergilediğini belirtiyordu . Bu teori, milliyetçiliği psikolojik doğma ideoloj isi olarak ele almaktadır. Tabii, bu açıklaman ın çizgisinde milliyetçi)iğe is­ natlarda bulunabilmek oldukça basittir. Ancak ça­ ğımız gerçekleri göstermiştir ki , milliyetçiliğe gönül veren ondan bir daha ayrılamıyor. Yani milliyetçilik bir doğma olsaydı kendini beli bir süre tatmin eden bu insanlar tatmin olduktan sonra milliyetçiliği ter­ kederlerdi. Bu açıklamalar. milliyetçiliği bir kadın­ severler veya Maria'nın genç aşıkları kulübü gibi basit bir mefhum olarak ele almış ve ciddiyetten uzak bir tavır sergilemişlerdir. Milliyetçiliğin temel unsurlarından bili olarak Dinin ele alınması her zaman doğru değildir. Dedi­ ğimiz, üzerinde durduğumuz gibi her ülkenin deği­ şik, kendi tarzında bir milliyetçilik anlayşı vardır ve Din bazı ülkelerde kullanılmayabilir. Ancak şu ke­ sinlikle belirtilmelidir ki, milliyetçilik dine, ne kadar baWı olursa olsun çağa ayak uydurmayacak olan kökten_Dinci teoloj ik iddialara sahip bir ideoloj i de­ ğildir. Milliyetçiliği gertcilik olarak göstermek ise şe­ ref kurallarıyla bağdaşmaz. Çünkü milliyetçi, dev­ letinin bekasını ve ilerlemesini düşünür, o yüzden de her türlü irticai akımın karşısındadır. Hatta pek­ çok ülkede milliyetçi teoriyle dinci teorinin (her ne kadar milllyetçi ideoloj i dine önem verirse versin) yıldızının barışmadığı görülmektedir. Avrupa ve Türkiye'deki milliyetçiler dine dayalı bir ideoloj i çiz­ mişler ve yürürlüğe sokmuşlardır. Ancak Avrupa'h mil1yetçiler, dini propoganda amacıyla programları­ na almışlar, Türkler ise hayat görüşü haline getir­ mişlerdir. Bu, Türklerin yaklaşık 700_800 yıl İsla­ mın hamiliğini , liderliğini üstlenmelerinden ileri gelmektedir. Edmund Burke tarafından işlenen Av­ rupa milliyetçileri ve Din hususu ise krallar, buıju-

58


valar aydınlar tarafından , ezilen halka bir alternatif sunulması olarak tabir edtlebtltr. Aıistokrat ve Dini hiçe sayan generaller. hızla yok olan ahlak kavram­ larına karşı şereflt bir toplumu ancak dinin beka­ sıyla kurabileceklerini anlayan idegoglar, Dini, poli­ tikaya· olduğunca alet etmeye çalışmışlardır. Bu yolla başarı sağlayan tek Ulke Fransa'dır. Mtlliyetçtltğin başka bir açıklaması da necip ırk teorisine dayanmaktadır. Belli bir toprak parçasın­ da yaşayan devletler tarafından çıkarılan bu teori, Avrupa ve Orta Asya arasındaki topraklardan necip ırkın çıkacağını iddia eder. Bu topraklarda filizle­ nen Milliyetçi akımların temelinde işte bu necip ırk mefhumunu yakalayabilme kavgası vardır. Bu · kav­ ga iki türde görülür. Birincisi sait ırkçılığa dayanır ve kendisi necip ırk nan eder. Böyle bir görüşün ta­ bii olarak diğer ırklara nezakettle yaklaşması ve kan dökmemesi düşünülemez. Bu görüşü gerçek­ leştirmek isteyen teorisyenler kendtlerini necip ırk kabul ederler ve anlayamadıklan bir kompleksin içinde dağılır giderler. Pragmatik düşünen ikinci kı­ sım ise henüz bir necip ırk olmadığını. ancak bu necip ırkın çalışılarak yaratabileceğini iddia eder. Diğer milletlere, halklara ve hatta azınlıklara da saygı gösteren· bu grup, milliyetçiliğin temelini ça­ lışmaya dayandırır ve bilimsel metodlarla akılcı bir çizgide çalışarak necip ırk kavgalarını sürdürürler. Tabi kimseye 7..arar vermeden . . . . Psikoloj ik aÇıdan ise milliyetçilik daha değişik bir görünüm arz eder. Psikoloj ik milliyetçiler her işi güçlü ve güçsüzün arasındaki fark ve adaletin tan ­ zimine bağlarlar. G üçsüzün tarihi diyalektikte güç­ lüden alacağını savunan bu tez, güçlü-güçsüz kav­ ramını adalet kefesinde sürdürür. Ancak adaleti tam kavrayıp ortaya dökemeyen bu görüşün man ­ bksız yönleri vardır. Hatta bu yönier oldukça fazla­ dır. Bu görüşe altyapısı olmayan görüş demek 59


mümkündür. Şu aralar yeniden canlanmaya başla­ yan Afrika milliyetçiliği psikoloj ik milliyetçiliktir. Psikoloj ik açıdan Avrupa'nın kölesi durumuna ge­ len Afrika'lı, kurtuluşu yine psikolojik açıda bul­ maktadır. Beyaz adam ateşli silahlan, yüzen evleri ve kendi kendine pişen sıcak aşlanyla son derece basit yaşayan Afrika'ya ayak basmış ve psikoloj ik olarak Afrikalıyı etkilemiştir. Etkilenerek beyaz ada­ mı bir nevi ''Tann" addeden Afrikalılar. Psikoloj ik açıdan sömürgeye davetiye çıkararak, beyazlarla ilişkisini emir-komuta zinciri halinde geliştirmişti. Kısa süre sonra gerçeği anlayan Afrika'lı, gelen sö­ mürü ortamının ve güçsüzlüğünün suuruna vara­ rak psikolojik milliyetçi anlayışla bütünleşmiştir. Beyazlann topraklarında öğrenim görerek gerçeği kavrayan öğrencilerle başlayan Afrika Milliyetçiliği, bugün halk içine sızarak kitlevi bir halk hareketini başlatmıştır. Dine dayanmayan gücünü halk inanç­ larından alan milliyetçilik, Afrika'da kabilelere özgü olmaktan çıkarak, büytik Afrika idealine geçmiştir. Bü istek 1ürkletin ünlü Turan isteğine benzemek­ tedir ve temelini de buradan almıştır. Afrika· Milliyetçiliği bilimsel midir? Hayır, çünkü �uygusaldır; insan psikoloj isi içinde yapılanmıştır. işte bu yüzden psikoloj ik milliyetçilik insani hatala­ rı içinde taşır ve faşizme meyilli durumdadır. Milliyetçiliğin anlaşılması için üretilen teorilerin çoğunluğu sosyoloj i patentlidir. Daha çok ilmi açık­ lamalara dayanan sosyoloj ik açıdan milliyetçilik kavramları , milliyetçiliğin temeliyle ilgilenen bir sis­ tem üzerine inşa edilmiştir. Misal olarak Amerikan Milliyetçiliği alındığında. göçmenlerin Amerika'ya göçünden sonra politikacılar tarafından ideolojinin ırkçılık patentiyle beraber milli bağların kuvvetlen­ dirilmesi amacıyla ortaya atıldığı görülebilir. Sosyo­ loj iye göre iki tür milliyetçilik vardır. Zorlama milli­ yetçiliği ve tabu milliyetçilik. Zorlama milliyetçilik,

60


milli hakimiyet kurmanın tehlikeye girmesiyle görü­ nen bir can simidi gibidir. Ekseri politikacılar tara­ fından başlatılan bu milliyetçilik, işlevini gördükten sonra başkanlıktan ayınlması gereken bir !stepne gibi düşünülür. Milliyetçilerin çoğunu ise bu zihni­ yeti hazmedemeyerek işlevleri bittikten sonra ikti­ darda kalma çabası gösterdikleri ve ekseriyetle kan­ lı askeri darbelerle görevden alındıkları son çağın gerçekleri arasındadır. Tabu milliyetçilik ise halkın bağrından filizlenen bir kitlevi tepki mekanizması­ dır ve genelde başarılı olur. Sonuç olarak milliyetçilik için haklı bir özgürlük ve hürriyetçilik mücadelesinin tezahüründe filizle­ nen bir akım olduğu söylenebilir. İlmi temayüller içinde güdülen milliyetçilik bir toprak parçasını va­ tan yapmakla kalmaz, aynı zamanda o tapriık par­ çasına tam bağımsızlığı, hür düşün� --vi geleceğin­ den korkusuz nesilleri de armağan eder. Katillerin eline peşkeş çekilen mtlliyetçtlik ise dünyayı mahfe­ debllecek sonuçlara dek .ulaşır. Kısacası milliyetçi­ lik, ilmin bir milletten diğer milletlere ulaşmasını, uygulanmasını �ağlayan bir köprü, refaha . uzanan yol ve halkın öz��k . feryatlarından oluşan bir dünya ideolQj i_si o -�. 2 1 Asra doğru l;lüyük bir •h\i :ışa geçen kölQü bii ideoloj idir. ..

·

AFRİBA'DA lllZLA GELİŞEN İDEOLOJİ MİLLİYETÇİLİK Dünya mtlletleri incelendiğinde Afrika Milletler Topluluğunun diğerlerine oranla çok daha değişik bir yere sahip olduğu görülecektir. Gerek gelişimi, gerek fraksiyonları, gerek ortaya koydukları yapı açısından Afrika milletleri maküs bir talihin esiriy­ mişlercesıne bir görünüm arz ederler. Bilindiği gibi istisnasız bütün Afrika · Devletleri kuruluşları artfe61


sinde birer kabileydiler. Bu devletlerin ortak olarak paylaştıklan bir diğer mesele de sürekli bir lidere sahip olmayışlanrdır. Afrikalı derlerin yıldızlan ta­ rih boyunca çok kısa � birimleri arasında par­ layıp sönmüştür. İşte bu yüzden de bu devletlerin pek azı tam bağımsız hale gelebilmişlerdir. Kabile literatürünün yarattığı sosyoloj ik bir ger­ çek Afrika'nın tekbayrak altında birleşmesini im­ kansız kılmıştır. Bilindiği gibi kabilenin kökeninde aile ve boy kavranılan yatmaktadır. Bu boylar ayakta kalabilmek için tarihin çok eski çağlarından günümüze değin yoğun bir kavganın iÇinde boğu­ lup gitmişlerdir. Hayatta kalabilmek için diğer boy­ lan yok etmek ya da egemenlikleri altına almak mecburiyetinde olan boylar arasında çok eskiden beri süregelen bir düşmanlık ve çekememezlik var­ dır. Kabilelerin birbirleri karşısında verdikleri amansız hayatta kalp.bilme mücadelesi 1 880 yılına dek sürmüş, bu yıldan sonra mevcud kavga zorun­ lu bir sükuta dönüşmüştür.

1 880 yılında beyaz ırkın Afrika'ya ayak basması ve beraberinde kendi kurallarını getirmesi Afrika milletlerini zorunlu bir birlikteliğe · ve ortak bir kav­ gaya sürüklemiştir. Kabileler Fransız, İngiliz ve Por­ tekiz zulmüne karşı savaşmak, kendi hakimiyet haklarını meşrulaştırmak için eskisinden de yoğun bir savaşa girmeye mecbur kalmışlardır. Afrika'nın sömürgeleştirilme süreci incelendiğinde bu sürecin yerini oldukça müspet bir gelişime terk ettiği gerçe­ ğine varılabilecektir. 1 955 - 1 965 yıllan arasında yaşanan bağımsızlık dönemi Afrika milletlerini bir­ birlertne daha da yakınla$tırmış ve pekçok yeni olu­ şumu beraberinde getinniştir. Bu yıllan müteaki­ ben Afrikalı, demokrasi, · devletleşme, birleşme ve siyaset kavramlarıyla tanışmış ve zamanla bu yeni kavramları dimağından geçirerek sevtneyi öğren­ miştir. Yeni kurulan siyasi kuruluşlar ilk yıllarda 62


iki değişik fikıi ortaya çıkarnuş ancak zamanla bu iki fikir halk tarafından tasvip edtlmeyince üçüncü bir alternatif kendi kendisini göstermiştir. Libera­ Itzm ve marksizmden umduğunu bulamayan halk bu üçüncü altematife. yani Pan-Afrikanizm'e rağ­ bet etmiştir. Bu akımın liderleri tam bağımsız, hür­ ıiyetçi, siyah ırkın önderltğinde yepyeni bir Afrika önererek halktan taltif görmüşlerdir. Genel olarak Pan-Afrikanizm bütün Afıika Mtll�tleıinin temsil edildiği bir Büyük Afıika Yönetim divanı ya da tam bağımsız Afıika Cumhuıiyetl'ni kurmayı hedefle­ mektedir. Fakat Afrika b irleştiıilebilir mi?İşte bu sorun Pan-Afrikanizm"in önünde ciddi meselelerin belir­ mesine yol açmış ve Milliyetçtlik rüzgarlan yer yer sönme tehlikesiyle karşılaşmıştı_r. Milliyetçiliğin Af­ rika topraklannda karşılaştığı en büyük mesele bu topraklarda tek bir ırk olmayışıdır. Afrika'lı milletle­ rin çoğu aynı soydan ve j eopolitik bölgeden doğma­ mışlardır ve bu kıtada göze çarpan oldukça geniş bir milletler mozaiğidir. Antropologların da açıkça tespit ettikleri gibi bugün Afrikalıları Araplarla ve küçük bir azırılık olmalarına rağmen beyaz nüfusla birleştirmek oldukça güçtür. Sosyologlar antropo­ logların bu görüşünü doğrularlarken Afrika Milli­ yetçtleıine emperyalizme karşı verdikleri savaştan dolayı hak vermekten de kendilerini alamıyorlar. Bu arada sosyologlar Afrikalılarla Arapların birleş­ mesi yolundaki en büyük engelin din faktörü oldu­ ğunu vurgularlarken Afrikalıların hepsinin İslam'ı tercih etmelerinin ancak uzak bir hayal olduğu gö­ rüşünde birleşiyorlar. Afrika'nın karşı karşıya olduğu problemlerden bir diğeri de , eskiye göre azalmış olmasına rağmen kabileciliğin halen beltrlt kısımlardan rağbet görü­ yor olması. Avrupa milletleıiyle yakın temas kura­ mayan, yani sömürü yıllarını tam yaşamamış top63


luluklar kabilecilik görüşünd• birleşerek bu kıtada kapanması güç yaralar' açmaya devam ediyorlar. Yapılan araştırmalardan elde edtlen sonuçlara göre bu toplulukların çıkarttıklan çatışmalarda sömürü yıllarına oranla çok daha fazla Afrikalı çeşitli şekil­ lerde canını yitirmiş, Kenya"daki Mau Mau isyanın­ da 3000 kişi ölürken; Nijerya'da beyazlara karşı ve­ rilen özgürlük mücadelesinde canını yitirenlerin sayısı 458 civarına erişmiştir. Afrika Mfll iyetçileri iki ayn grupta toplanabilir. Bunlardan biri aydınların başı çektiği dürüst ve toplumcu milliyetçi görüştür ki; bu kadrolar Afrika­ lının emperyalist çizmeden kurtulmasında başı çek­ mişlerdir. Diğer grup ise yalnız ve yalnız nefsinin esiri olmuş kabile lider�rinin statü kazan masına yarayan ya da yaramaya ·çalışan bir gruptur ve bunlar bağımsızlık savc..�ı sırasında İngilizlerle iş­ birliği yapmaktan bile kaçınmamışlardır. İşte bu hain zümre bugün Afrika Milletler mozaiğinden ka­ bile reislerine, ltderlerine pay çıkarabtlmek maksa­ dıyla yalan bir Milliyetçilik politikası gütmektedir-' ler. .

Afrika Milliyetçiliğinin temeltnde siyah ve beyaz kavramının yatması basit bir ırkçılığın tezarüler ha­ linde Afrikaya göçmüş ve burayı mesken edinmiş­ lerdi. Belli bir zaman yeni yurtlarında kıtanın esas sahiplerine 7..arar vermeden yaşayan Yahudiler içle­ rinde bulundukları mekana alışınca Afrika halkları üzerinde hak iddia etmeye ve yönetim kadrolarını ele geçirmeye çalışmışlardır. Afrika insanın zorla esir pazarlarına götürerek satan Yahudiler aldıkları tepki karşısında yine batıya müracat etmişler ve söo mürü çağına ışık tutmuşlardır. Afrika insanının bo­ şu boşuna ezildiği esir pazarlarında satıldığı bu yıl­ lardc,ı Yahudilerin cepleri dolmuş ve yerli halkta başlayan Yahudi düşman lığı yerini Yahudilerle iş­ birliği yapan beyaz ırka karşı doğan nefrete terket64


miştir. İşte Afrika Milliyetçiliğinin temelini oluştu­ ran siyah-beyaz ayırımının: gerçek sebebi budur. Af­ rika Milliyetçileri bugün, Yahudiler'i, içindeki deha­ ları Avrupa'ya satmakla suçlamaktadırlar. Pekçok milliyetçi ideoLog Şeksplr, Pastör, Lüther ve Gall­ le'nin Yahudiler tarafından Avrupa'ya saWan Afri­ kalı dahiler olduklarını iddia etmektedirler Öte yandan sömürü yıllarının Afrika'ya miras bı­ raktığı bir diğer müspet gelişim de eğitimdir. Eğitim sisteminin tezahüründe gelen Afrikalı aydın kitlesi, beraberlerinde romantik ve milliyetçi akımları da getirerek Afıika milliyetçiliğinin temellerini inşa et­ miştir. Kabile literatüründen kalma bir alışkanlık olan çok tanrılı inançla bütünleşen milliyetçilik özellikle son yıllarda korkunç aşamalar kat etmiş­ tir. Afrika Milliyetçileri kendi yaptırdıkları kazılara dayanarak çok ciddi bir iddia ortaya atmışlardır. Bu iddia demokrasinin Afrika'da doğduğu yolunda bir temele sahiptir. Zenci sanatçılar toplantısmda bir konuşma yapan Afrika Milliyetçi Hareketleri Ge­ nel Başkanı ( 1 959 toplantısı, son konuşma) "em­ peryalist Batının dünyaya zulüm veremediği çağlar­ da Afrika Halklarının tam bağımsızlık ve çok görüşlü üniter devlet yapısına sahip bir halde yaşa­ dıklarını söylemiştir. Bu açıklama oldukça değişik yorumlara yol açtı ancak genel görüş Afrika Milli­ yetçilerini bazı hususlarda gerçekleri çarpıttıkları yolunda. Genel politik hayatı ve j epolitik denge un­ suru gözönüne alındığında, Afıika'nın 640- 1 �26'lı yıllar arasında çok görüşlü, ya�i partili bir hayata sahip olmas ı oldukça gülünç bir düşüncedir. Pek gariptir ki; Afrika milliyetçiliğinin doğuşu Avrupa' da cereyan etmiştir. 1 958 yılına kadar yapı­ lan toplantılar incelendiğinde bu toplantı ve konfe­ ransların hemen hepsinin Avrupa'nın muhtelif yer­ lerinde tertip edildikleri ortaya çıkacaktır. Afıika milliyetçiliğini ilk olarak doktriner bir dille savunan

65


Amerikalı zenciler teorilerini uzun yıllar birlikte ol­ dukları beyazlardan kopye etmiŞlerdir. Bu teoris­ yenlerin 1 967 yılında Afrika Milliyetçiliği yoluna can koyan Afrikalı entellektüellerle tanışmalann­ dan sonra Milliyetçi doktrin daha özgün bir hal al­ mıştır. Gana başta olmak üzere Batı Afrika'nın bağım­ sızlığı için ilk ciddi teoriyi ortaya koyan Kwame Nkrumah 1 2 yıl boyunca kaldığı Londra'da Leni­ nist. İngiliz ve Amerikan milliyetçi doktrinlerin sen­ tezini araştırtıktan sonra kendi teorisini öne sürdü­ ğü.nü alenen beyan etmiştir. Onun istediği tam bağımsız, hürriyetçi Batı Afrika Devletiydi ve bu devlet temellerini milliyetçi doktrin'in üzerine inşa etmeliydi . Londra'da bu uğurda kurduğu gtzli teşki­ latın adını "Çember ôrgüt"ü olarak tespit eden genç lider görüşlerini ve eylemlerini şu üçgen paralelinde açıklamıştı. "Çalışmak, göğüs germek ve katlan­ mak". Nkrumah'ın görüşü içinde oldukça sert sa­ taşmalar ve ithamlar olması, teorinin ciddiliğini yi­ tirmesine sebep olmuş, ancak bu menfi oluşum Nkrumah'ın yardımcılan tarafından giderilmiştir. Afrikalı liderler günümüze dek türetilen milliyet­ çi doktrinleri iki çatı altında topluyorlar. 6. Casab­ lanca adı verilen ilk grup ekonomik ve kültürel ba­ ğımsızlığı milliyetçilikle yakalayabilme mücadelesi verirken Mon:rovia grubu tam bağımsız demokratik ve gelenekçi Afrika idealini gidüyor. Bu iki kitleye bakıldığında Afrlka'nın Milliyetçi Doktrininin ne kadar hızlı ve ilmi bir seviyeye erişti­ ğini görmek mümkün. İngiliz ve Amerikalı milliyetçi liderlerinin bile sahip olmadıklan bir siyasi litera­ tür, günümüzde Afrika'ya yerleşmiş durumda. Bu farklılık, eğer gelişmiş bir ülkenin siyasi dili içeri­ sinde yer alsaydı oldukça faydalı olabilecekti. An­ cak Afrika gibi az gelişmiş ve halkla aydının iletişi­ mini kopararak ülkeyi bunalıma sürüklemişti. Çok 66


kısa vadede çözümlenmesi gereken meseleler du­ rurken �on derece yoğun ve anlaşılmaz bir siyasi li­ sanı takip eden milliyetçi Afr ika aydını, kendin i ve görüşünü içindeki aşağılık kompleksine m i peşkeş çekiyor? Teknik ve teorik kavramlar arasında kay­ bolan Afrika Milliyetçiliğindeki kavram kargaşaları nelerdir sorusu uzun yıllar sosyologları meşgul et­ miştir. Daha ileri g itmeden isterseniz Afrika M illi­ yetçiliğinin yaşadığı kavram kargaşalarına ve ne­ denlerine şöyle bir göz gezdirelim : Afrika Mill iyetçilğinin en büyük kavram kargaşa­ sı muhteviyatındadır. Milliyetçilik , l iberalizm ve Le­ ninist teorinin sentezinden oluşan Afr ika Mill iyetçi­ liği çoğu zaman kendi kendini yalanlar bir ç izg i takip etmiştir. Afrikalı aydınların eğitim görmek için dünyanın dört bir yanına dağılmalarının bir te­ zahürü olarak , g ittikleri yerden dônen aydınlar, be­ raberlerinde değişik ideoloj ileri ülkelerine sokmuş­ lardır. Gelenlerin önerdiği ortak çıkar yol m illiyetçil iktir ancak her aydın değişik bir m illiyet­ çiliği isteyerek büyük bir karmaşaya sebep olmuş­ tl,lr. Aınerika'da okumuş olan liberalist görüşe ya­ kın bir milliyetç ilik , Rusya ve demirperde de okuyan marksist bir yurtseverlik , yektiştiğ i konum itibariyle kökten muhafazakar bir terbiye görenler ise bütün kurumlarıyla milliyetçi bir doktrini sa­ vunmuş ve halk ikileme sevk edilmişti. ·

Bütün bu kargaşa marksizm in Afrika'ya yayıl­ masıyla son bulmuştur. Rusya ve demirperdeden gönderilen marksologlar büyük paralar dökerek yaptıkları propaganda vasıtasıyla yanlarına pekçok aydını çekerek marksizmi Afrika'ya yaymışlardır. Bu yeni gelişmenin ardından kendini sorgulamak ve bell i k ararlar almak zorunda hisseden Afr ikalı Milliyetçiler uzun süre düşünüp, yer yer kavga et­ tikten sonra milliyetçi görüşü keskin çizg ilerle orta­ ya koymuşlardır.

67


Ancak yıllar yılı bir kararsızlık buhranının içinde sürüklenen milliyetçi doktrin, markstzmin ilk yılla­ nnda bu yeni akımdan oldukça ağır darbeler yiye­ rek gerilemek hatta yer yer çökmek durumunda kalmışlardır. Bu noktada ise durup şu soruyu ce­ vaplandırmak zorundayız. Afrika'da Marksizm niçin başanlı olmuştur? Özelikle Marksizm daha evvelden de belirttiğimiz gibi kendJ görüşünü çok iyi pazarlayıp satabilen bir ideolojidir. Ezilen, sömürülen halklann aşağılık komplekslerini gayet rahat sömürebilen Marksizm hayatında -yılgınlık ile esaretten başka bir kuram bulunmayan Afrika halkından rahatlıkla faydalana­ rak taltif görmüştür. Yaptıklan güçlü propaganda ve dışardan gelen yüklü yardımlar vasıtasıyla kısa süre içinde iktidar olmayı başaran Marksist, görüş kısa vadede başarılı olmuş ve özellikle Rusya'dan gelen parayı ezilen halka eşit dağıtmak yoluyla va­ tandaşlannın gönlüne taht kurmayı başarmıştır. Ancak yıllar geçip Rusya bu kıtadan beklediklerini elde edince yardımlar kesilmiş ve komünizmin bü­ tün albenisi stltnip gitmiştir. Marksizmle geçen yıllar içerisinde kendini man­ tıklı temellere oturtmayı başaran ve uğradığı haksız marksist zulümden de yararlanmayı bilen Milliyetçi Görüş Rus yardımı kestltp, halk eskisinden daha beter·ezilmeye başladığı an yükselerek iktidar yolu ­ nu zorlamaya başlamıştır. glinde baskı ve zulümden başka birşey kalma­ yan Afrikalı marksist iktidarlar milltyetçtltğin önle­ nemez hale gelen yükselişini zor kullanarak dur­ durmayı denemişler ve kıtada birbiri ardına iç savaşlar çıkmıştır. 1 988 yılına kadar süregelen iç­ savaş döneminin bu denli uzun sürmesi ise şöyle açıklanabilir: Mtlliyetçi Hareketler konumlan itibariyle diğer devletler ve mücahidlerden yardım alamazlarken

68


Marksist Yönetimler neredeyse birleşik bir ordu kurmak suretiyle isyancıların üzerine giderek, bazı isyanları bastınnayı başarabilmişlerdir. Ne var ki halk tarafından desteklenen milli isyanlar bastırıl­ dıktan hemen sonra birkez daha filiz vermiş ve marksizm yavaş yavaş kıtadan silinip gitmiştir. İşte, milliyetçi görüşün kıtada verdiği anlamlı mücadele bize bir sosyolojik gerçeği hatırlatmakta­ dır. Bu gerçek her ne kadar güçlü, her ne kadar baskıcı olursa olsun ve hatta her ne kadar sınırsız imkanlara haiz olursa olsun , halkın desteğini al­ maktan aciz bir yönetimin iktidarı elinde tutamaya­ cağı gerçeğidir. Afrika'da da bir kere daha ispat edi­ len bu gerçek, milliyetçileri, yani halkın desteğini alanları iktidara taşırken, haJkına yıllar yılı yalan söyleyen düzenbazları da alaşağı ediyordu. Kenyalı politikacı Tom Mboya kazan dığı zaferin hemen arkasından yaptığı açıklamada milliyetçi gö­ rüşün gerçekçiliğini şöyle açıklıyordu : Aslında emperyalist Avrupa ve Rusya bize aynı gözlükten baktı. Gözlüğün bir çerçevesi komünst, diğer çerçevesi ise sömürüye dayalı liberal camdan yapılmıştı. Biz onlara buradan soruyonız: Afrika ile ilişiği olmayan ideolojilerin Afrika'ya istedikleri açı­ dan bakma hakları vardır da. Afrikalıların kendi topraklarına Afrikacı bir ,açıyla bakma hakları niçin yoktur? Artık devir değişmiş ve Afrika'ya Afrika için, Afrikalı'ya göre ve Pan- Afrtkanizm doğrultu­ sunda yönetimler gelmiştir. Genel olarak bakıldığında ise Afrik;ılı Milliyetçi Gôrüş'ün en sonunda gerçekleri gördüğü söylenebi­ lir. Sürgün ve eğitim yoluyla Avrupa'ya gid�n aydın­ lar Afrika'ya devşirme, ithal bir milliyetçilik getir­ mişler marksizmtn günah galerisi halk tarafından seçilir hale gelince güçlenen Mtlliyetçi Akımlar birer ikişer geliştirdikleri mantıklı tezlerle önce halkın gönlüne nihayette ise yönetim bil1mlerine tahtlarını 139


sermişler ve ülkedeki buhranı yavaş yavaş dindir­ meye başlamışlardır. Geçtiğimiz dört ile altı sene arasında ise Afrika Milliyetçi metod çevresinde hızla modemleşmekted.ir.

HİNDİSTAN'IN MESELESİ: TEMBELLİK .. Hindistan, milliyetçiliğin güçlenip iktidara g�le­ bilmesi için oldukça elverişli bir toprak parçasıdır. Daha ewelden de belirttiğimiz gibi, bir ülkede milli­ yetçiliğin gerçek manada gelişebilmesi açısından o ülkenin kültürel ve sosyolojik açıdan kuwetli bir birikime sahip olması şarttır. Bu bağlamda Hindis­ tan'a baktığımızda Hindistan topraklarının tam bir fikir ve tarih bahçesi olduğunu görmemiz kolaylaşa­ caktır. Hindistan, hem dini, hem de ideoloj ik açı­ dan pekçok akım ve lidere beşiklik etmiştir. Felsefi açıdan da dünya fikir mozaiğinde önemli bir yere haiz olan bu ülke hakkında sormamız gereken soru buradaki milliyetçi hareketin başarılı olup olmadığı sorusudur. Dünya milliyetçi doktrinler kefesinde Hindu milliyetçiliğini tarttığımızda, aldığımız sonuç­ ların hiçte iç açıcı sonuçlar olmadığını söylememiz gerekmekledir. Pekçok sosyolog Hindu Milllyetçiltği­ ni Alman milliyetçiliği ile özdeşleştirmekte ve her iki ülkenin milliyetçi kadrolannı vasıfsızlık, tembellik ve ileriye dönük çalışma yapmamakla suçlamakta­ dırlar. Bu sebeple Hindistan'da M illiyetçilik, verilen bağımsızlık hudutları içerisinde kalmış ve kemik­ leşmemiştir. Bugün Hindistan'da Milliyetçilik dava­ sı azınlıklar ve çeşitli marjinal kuvvetler tarafından yürütülmektedir. 1 7. Yüzyılda Hindistan'da hegamonyasını kuran İngiltere tasarladıklarının hiçbirirıi gerçekleştireme­ den M illiyetçi kanadın tavizsiz mücadelesi sayesin­ de girdiği topraklardan 200 yıl içerisinde geri çekil-

70


mek wnında kalmışbr. Bu, İngiltere İmparatorlu­ ğu'nun üzerinde güneşin battığı ilk olaydır. Daha sonra İngiltere'nin üzerinde nice güneşler batacak ve sömürgeci Britanya İmparatorluğu, önce sömür­ düğü ülkelerden, daha sonra da tmparatorluk sıfa­ tından vazgeçmek wrunda kalacaktır. H indistan İngiltere tarihinde bir kara sayfadır çünkü, İngiltere girdiği onca ülkeden sadece ikisini fiilen sömüreme­ miştir : Hindistan ve Osmanlı-İmparatorluğu. 1 71 9. yüzyıllar arası süren Hindistan sefaleti , İngilte­ re'nin sömürgecilik politikasını da değiştirmiş, fiilen yapılan sömürgecilik, kültür emperyalizmi vasıta­ sıyla sürdürülmeye başlanmıştır. İngiltere gibi bir devlete bunca kuyruk acısı ya­ şatan Hindu Milliyetçiliği neden birden vasıfsızlaş­ mış ve etkinlik derecesini kaybetmiştir? Bu soruya cevap vermeden önce Hindu milliyetçiliğinin doktri­ nini ortaya koyarken örnek aldığı modelden bahset­ mek fayadeli olacaktır. Hint'li milliyetçiler temel model olan Türk Mllly l etçillğlni seçmişlerdir. Da­ ha önceki bölümlerde Türk Milliyetçiliğinin pekçok Afrika-Asya medeniyetine milliyetçilik hususunda kaynak teşktl ettiğini 7.aten belirtmiştik Özellikle Evren Paşa ve Ziya Gökalp dünya milletlerinin esirlikten kurtulma savaşlarında büyük rol oyna­ mışlar ve manevi lider konumu kazanmışlardır. Hindu Milliyetçiler de Enver Paşa'yı pratik, Ziya Gökalp't de teorik alanda ölçü almışlardır. Türk ve Fransız milliyetçiliğinin pragmatik milli­ yetçiliğin öncüsü olduğunu ilk yazılarımızda belirt­ miştik. Bu iki ülkeyi takip edebilen diğer milliyetçi doktrinlerde bağımsızlıklarını ve iktidarlarını sağ­ lam temeller üzerine oturtmuşlardır. Hindu milli­ yetçiler de Türk Milliyetçiliğini temel nokta olarak seçerlerken başarılı bir girişimde bulunmuşlar, an­ cak seçtikleri milliyetçi doktrini kendilerine uyarla­ makta geri kalarak hüsrana uğramışlardır.

71


Hindu Mtlltyetçilerin bu noktada en büyük hata.­ lan hazıra komnalan olmuştur. Marksist ideoloji� nin düştüğü hata olan eski ideoloj ik misyonu geliş­ meler ne olursa olsun sürdürme güdüsünü aynen tatbik eden Hindu Milliyetçiler, sermayeyi tüketmiş ve mtsyonlannı ölüm tehlikesinin eşiğine getirmiş­ lerdir. . Hindu Milliyetçiliğinin yaşadığı bozukluk ve çö­ küş 1 94 7 yılında gerçekleşmiştir. Bu yıl içerisinde İngiltere içindeki hıncının bir tezahürü olarak Ge­ neral Dyer'e e�r vermiş ve bu generalin kuwetleri Hind ordusuna saldırmış ve büyük bir arbede çık­ mıştır. General Dyer'in Hind ordusuna saldırdığı yerde can güvenliği kalmadığı için, bu bölgede yaşayan Müslüman azınlık ülkeyi terkederek Pakistan'a kaçmış ve o ülkeye sığımnıştır. Müslüman azınlığın kendilerine yardım etmediğini gören Hindular müs­ lümanlara karşı şuur altında bir nefret duymaya başlamışlardır. Ortaya çıkan gergin ortamı çok iyi takıp eden Hindu milliyetçiler, oy toplayabilmek için, 1 967'li yıllarda müslüman azınlığa karşı res­ men tavır alarak, halkın nefretini şuurlu bir isyana çevirmeye çalışmışlar ve gayelerinde oldukça başa­ nlı olmuşlardır. Ancak bu noktada büyük bir yanlış yapılmış ve milliyetç111k ideolojisini ırkçılık gibi fasit bir daireye düşürmüşlerdir. Hindu Milliyetçiliğini inceleyen sosyologlar konu üzerinde şu tespitlere varmışlardı: "Hindu Milliyetçiler Avrupa'ya olan düşmanlıklarından dolayı Fransız modelini seçme­ miş. Türk 'Milliyetçtliğine rağbet etmişlerdir. Ancak genel hata.lan Türk Milliyetçiliği modelini olduğu gi­ bi kabul etmelerinden ileri gelmektedir. Şu iyi bilin­ melidir ki.-' milliyetçilik, adından · da anlaşılacağı gibi mfili, bir. ideolojidir_ Evet milliyetçilik model olaıak dışandan- ömek·ahtıabiltF ama- esas önemli mesele, ahnan cmodelbrtıraıısfennasyonuy.la: . ilgJlfdlr HJodtı • ..

72


Milliyetçiler aldıklan model üzerinde hiçbir rotuş yapmadan o modeli olduğunca uygulamaya çalış­ mışlar ve başansız olmuşlardır. Bu başansızlık Hindistan'ın içinde bulunduğu felsefik hayat tarzın­ dan kaynaklanmaktadır. Miskin, fazla iş bitiıici bir felsefik hayat tarzından kaynaklanmaktadır. Mis­ kin, fazla iş bitiıici bir felsefik eksene Sahip olma­ yan Hint insanı yaşadığı felsefik ekseni terkederken eksenin faziletli yanlannı bırakmışlar, uhrevi derin­ ginliği de miskinlik bazına düşürerek kendilertne alıkoymuşlardır. Kaldı ki 20. yüzyılda mevcut gidişi beğenmeyen milliyetçi aydınlar ülkede yeni bir for­ masyona gitmiş ve model olarak yine Türk Milliyet­ çiliğini esas almışlardır. Yeni hareketlenmede esas alınan Türk Milliyetçi­ liği, Türk M illetinin verdiği istiklal Mücadelesinden devşirilmiştir, ancak hareketi yapan aydınlar kısa süre içinde tembel ırkçılann hışmına uğrayarak sü­ rülmüş ve transformasyon durmuştur. Sonuç olarak Hint Milliyetçiliği incelendiğinde Milliyetçiliğin ülkede bcışansızlığının sebebi olarak kültürel yozlaşma göstertlebilir. Güçlü felsefik ekse­ ni İngiliz sömürgeciliği altında kaybeden Hindu av­ dınına eski güçlü fikir dergahından, mistik unrevi­ yattan devşirilme bir tembellikten, başka birşey kalmamıştır. Burada eleştirilen kesinlikle uhrevi duygular kavramı değildir. Burada eleştirilen şekil­ ciliktir. İneğe saygı göstermeği fazilet sanan Hindu aydını, dinin vecibeleıini ihmal etmiş, ahlak ve fazi­ let gibi felsefik inancın ana gayelerini imha ederek kendi tükenişini kendi hazırlamıştır. Miskinlik ve tembellik ise milliyetçiliği yok ederek ırkçılık ve ni­ fak mekanizmasını geliştirmiştir. Bug\ınün Hinditan'ı incelendiğinde ırkçılığın tabi sonuçlan . alenen görülecektir. Hindistan bir kan gö­ lü halini almış. huzursuzluk ve sosyal çatışma uy­ yuka çıkmıştır. Hergün ara sokaklarda .katledilen 73


kadın ve çocuklar, şahsi menfaatlere peşkeş çekilen Müslüman azınlık; bütün bu saydığımız meseleler milliyetçi olmayı hazmedemeyip ırkçılık mekaniz­ masını devreye sokanların marifetleridir. Hindis­ tan'da suç, milliyetçi aydınların suçu değil, milliyet­ çi aydını dışlayıp, sürgüne gönderen, okuyup düşünen gençliğini asarı ırkçı haramilerin SUÇU­ DUR. Hindu milliyetçiliği ilmi olmadığı hatta milli­ yetçiliğin gereklerini tam yerine getiremediği için çöküş tehlikesiyle karşılaşmaktadır. Bu bölüme son verirken milliyetçiliğin ilmi bir çalışma sistemi oldu­ ğunu hatırlatıyor ve iyi uygularıdığı takdirde ülkeyi refaha erişti:febilecek tek fikir ve siyasi güç olduğu­ nu vurgulamak istiyorum.

MİLLİYETÇİLİK VE TUTUCU ÇEVRELER Aslına bakarsak tutucu ya da aşırı gelenekçi çevreler ve milliyetçilik kavramını işletmeden önce, Avrupa'da milliyetçilik ve gelişimi mevzunu irdele­ memizin şart olduğunu görebilirz. 1 9. yüzyılla bera­ ber korkunç bir sürat kazanan milliyetçi hareketler özgürlük, demokrasi ve tam bağımsızlığı da berabe­ rinde getirmiş ve güÇiü Avru pa'nın kurulmasına ön ayak olmuşlardır. Eski çağlar ve bu dönemin Avrupasmı ele aldığı­ mızda, milliyetçi tavınn demokrasinin sağlanabil­ mesi açısından ne büyük bir önem taşıdığını rahat lıklı farkedebillrlz. Akdeniz başta olmak üzere, büyük bir toprak parçası Roma imparatorluğu tarafından idare olan Avrupa İmparatorlukları çektiği zulümü bugün, mJlliyetçi teşebbüslere önem vermemesine bağlıyor. Bu kıtada başlayarı milliyetçi akımlar, yüzyılın orta­ sındarı itibaren tüm dünyaya yayılmış ve gittiği, eri­ şebildiği topraklardaki zulüm ve baskıyı silip süpü-

74


rüvermiştir. Bunun en büyük örneği Fransa"nın Ce­ zaytr'e girişiyle başlayan olaylarda yaşanmıştır. Yüzyıllarca milli şuur eksikliği sebebiyle Roma çiz­ mesi altında ezilen insanlık onuru, milliyetçi akım­ lardan aldığı des�ekle şahlanmış ve 1 830 yılında Cezayir'i işgal eden Fransa işgal ettiği topraklardan 1 962 yılında çekilmek zorunda bırakılmıştır. Girdiği hiçbir ülkeden 5-6 yüzyıldan evvel ayrılmayan ingil­ tere'nin Hindistan rüyası bile ancak 200 yıl sürebil­ miştir . Nereden kaynaklanmaktadır büt(ın bu öz­ gürlük mücadelelerinin başarısı? Esasında bu soruya cevap bulmak oldukça güç. Ancak elimizde­ ki ipuçlarını değerlendirdiğimizde bütün çıkarların tek noktada toplandığını görebiliriz. Yurtseverlik. Milliyetçi ideologların hemen her toplantıda üzerin­ de önemle durdukları, işledikleri konu olan emper­ yalizme karşı savaşın gerekliliği mevzuu, aradan geçen yıllar içinde esir Milliyetlerin kafasına iyice yerleşmiş ve bunu müteakip olarak hepimizin bildi­ ği İstiklal savaşları yaşanmıştır. Milliyetçilerin em­ peryalizme ve köleciliğe karşı verdikleri şerefli mü­ cadelenin meyvelerinin, kazanılan hürriyet savaşları olduğu bugün gözden kaçırılmayacak bir gerçek halini almıştır. ingtltere'de yaşanan iç savaş­ lar ve Fransız ihtilalinde milliyetçiliğin başarısının sınırları rahatça farkedilecektir. Avrupa'da yaşanan rüzgarları terkedip Afrika-Asya'dakilere bakıldığın­ da buradaki akımların başarılarının başka ögeler­ den kaynaklandıgı görülecektir. Avrupa'nın bu ül­ kelere uyguladığı taraflı kolonizasyon politikası bu başarının diğer adıdır. Avrupa devletleri. kolonileri olarak ilan ettikleri Afrika-Asya Milletlerini köle sta­ tüsünde görmüş. aldıklarına karşılık olarak birşey getirmemiş , hatta bu insancıklara oy hakkını dah i çok görmüşlerdi. İşte Afrika-Asya topraklarında ya­ şayan milliyetçi akımlar yanlış kolontzasyonu çok iyi tespit ederek halka iletmiş ve büyük yığınları 75


saflanna çekebilmeyi başarmışlardır. Milliyetçi ol­ mayan (genellikle sosyalist akım) görüş, mtlliyetçtli­ ğtn başarısını sadece kişilerin üzerine yükleyerek, affedilemeyecek bir hata işlemiştir. Onlara göre Av­ rupa'da eğitim görenlerin arasında milltyetçtlerin oranı azdır ve milliyetçiler empe:ı;yalistler tarafından eğitim hususunda alenen engellenmişlerdir. İşte bu noktada eski tezlerimizden birinin daha gerçeklik kazandığını görmekteyiz. Emperyalistlerin ve egemen güçlerin en büyük korkularının mililyet­ çi akımlar olduğunu daha önceki yazılarımızda sık­ ça belirtmiştik. Afrika bunun en canlı bir değildir. Egemen güçler Afrika'da sosyalistlerin eğitim gör­ mesine pek seslerini çıkartmamışlar, ancak milli­ yetçilere korkunç ambargolar getirmişlerdir. Buna rağmen Avrupa'ya ulaşan Afrika'h milliyetçiler ora­ da adeta bir lobi kurarak kendileriyle beraber bu kıtaya gelen görüşsüz gençleri kendi bünyelerinde eğitip milliyetçi yapmışlardır. Bugün milliyetçi akı­ mın lideri, Afrika'dakt uyanışın. halkın emperya­ lizm başta olmak üzere bütün izmlere karşı biltnç­ lerunestnin bir tezahürü olduğunu söylüyorlar. Bazı uzmanlar Afrika'da uyanışın beklenenden geçgeldi­ ği kanısını paylaşıyorlar. Bu uzmanlar öyle görülü­ yor ki emperyalizmin en büyük ve korkunç silal'ıın­ dan habersizler. Bu noktada durup emperyalizmin en caydırıcı dayanağı olan teknoloj ik güç mekaniz­ masını ele almakta fayda vardır. Yaklaşık yirmi yıl öncesine kadar Afrika-Asya halkları Avrupa'nın tek­ noloj ik gücünün temel faktörlerine dahi oldukça uzaktılar. Afrika silah , ilaç ve yardımcı malzeme gi­ bi temel imkanlara kavuştuktan sonra başarılı so­ nuçlar almıştır. Bu teknolojik gelişmenin mimarla­ rının milliyetçiler olduğunu söylemek, herlalde Afrika-Asya halklarının arasında milliyetçiliğin ne­ den bu kadar tutulduğunu anlamak yolunda yeterli olacaktır. Milliyetçilik çağımızda. pekçok sosyolog

76


tarafından "Modem dünyanuı adlandırılmaktadır.

en.

güçlü ışığı" olarak

Afrika'da özgürh1ğün geç sağlanmasının bir di­ ğer nedeni de tutuculuktur. Afrika-Asya medeniyet­ lerinin müptelası oldukları ve bir türlü kurtulmayı başaramadıkları totaliter rejim sevdası, bu kıtalar­ da yaşayan halkların belleklerine tutuculuk illetini işlemiş ve özgürlükçü akımlar istenilen hıza erişe­ memişlerdir. Geleneksel boy içi rejimleri, sultanlık­ lar, emirlikler kendi kuralcı niteliklerini halkın içi­ ne serpmek suretiyle insanları aldatarak, halkın düşüncesini yok etmiş yerine "Ben ne dersem diye­ yiTn, o doğrudur" gibi son derece irticai bir düşünce biçimini yerleştirmiştir. Gelişen çağlar ve yeni kazanılan alışkanlıklar, eski alışkanlıkların bir kısmının tarihe kanşmasmı zorunlu kılar. Millet benliği denen mekanizmanın sınırlı bir kapasitesi vardır ve yeni oluşumlar eski­ siyle değişmezse bu kapasite bozulur Ülkelerde kavram kargaşaları doğar. Pek tabii ki Afrika-Asya medeniyetlerinde emirlik statüsü, statünün ilk yıl­ larında varoluş sebeplepni haklı bir takını gerekçe­ lerle teyit ediyordu. Ancak emirlik bir gelenek hali­ ne gelip, yönetim bir ailenin kısıtlı kafa yapısı içine hapsolunca, bu statü haklı sebeplerini tamamen kaybediyor ve tutuculuğun en ağır noktası olan ge­ riciliğe dönüşüyordu . Bu dönüşümün paralelinde gelen şahsi menfaat ve sürekli iktidarda kalabilmek için adam öldürmek, halk'ın haklarını gasp etmek kavramları halkı tedirrgin ediyor ve yönetim tepki almaya başlıyordu. Bu tepkiler isyan noktası aldı­ ğında ise memlekette istikrar bozuluyor, halkın tep­ kisi artıyor ve ülke yavaş yavaş müstemleke statü­ süne düşüyordu; Afrika-Asya medeniyetlerinin milliyetçi akımı incelendiğinde, akıma karşı olan bir yerli halk kitlesini açıkça seçebiliyorsunuz. Bu hal­ kı irdeleyen sosoyologlar, bu kesimin aşırı tutucu n


ve kökten gelenekçi bir çevreye mensup olduğunu ortaya koymuşlarıdr. Yeni kurulacak olan milliyetçi rejimin çağın gereklertne uyabilmek gayesiyle emir­ lik haklarına rtayet etmeyeceğini anlayan tutucu kesim, müstemleke kalma pahasına ülkelertne iha­ net etmiş ve İngiliz Sömürgecilerin emirlere sağla­ dıkları imtiyazları savunmak için mücadele vermiş­ lerdir. İşte aşın gelenekçilikten dolayı günyüzüne çıkan ve sürtüşme, Afrika-Asya milletlerinin hürrt­ yet mücadelesinde yirmi beş yıla mal olmuştur. Diğer yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, milliyet­ çilik, her zaman ül esinin çağa ayak uydurup, mu­ asır medeniyetler seviyesine erişme yoluna taş ko­ yacak olan bütün köktenci inci , radikal, aşın gelenekçi tutucu ve bölücü hareketlerin karşısında­ dır ve bu tip akımları bertaraf etmeyi gaye edinmiş bir ideolojidir. Milliyetçiler mevcudu muhafaza ederlerken çağın getirdiği yenilikleri de takip . ederek faydalı bir geçmiş-gelecek zinciri içinde hareket ederler. Maziden aldıkları müspet değerleri geleceğe aktarırlar. "Kısacası, milliyetçi, muhafazakar olan ama tutucu olmayan yararlı bir bireydir. " Bu tespite bugün bütün dünya katılmaktadır.

1f

Afrika-Asya mllletlerini kalkmdıran çağa ayak uydurabilme metodu, milliyetçi hareketlerde elit, aydın tabakanın üst düzeyleri elinde bulundurma­ sının bir tezahürüdür. Bu aydın kitle her zaman uzlaşmacı bir tutum içinde olmuş ve tutuculuğun kaynaklarını çürütmüştür. �utuculuğun kaynağı olan lider ve emirlere giderek onlara kısmi bir özerklik sözü veren aydınlar, ingiltere'de oluşturu­ lan düzeni bir nevi Afrika ve Asya'da da kurmuş ve eski liderleri onure etmek suretiyle destek sağlaya­ riık ülkelerinin üniter yapılannı kurtarmışlardır. Bu noktada çok önemli bir mesele olan eğitim meselesine parmak basmak yerinde bir iş olacaktır. Devamlı çağı takip etmek ve yeniliklere göre karar

78


vermek gibi mühim bir mesuliyettı taşıyan milliyet­ çi ideoloji, eğitim üzerinde ihtisas sahibi kişilerin tekelinde bulunmalıdır. Evet milliyetçilik sınıf ayrı­ mı gözetmek, ancak eğitimli Kadroya görev önceliği vermek, sınıf ayrımına düşmek değil, milliyetçiliğin zaten temel şiarı olan thtisaslı kişiye hürmet göste­ rtp, hakkını vermek demektir. Afrika-Asya· milliyet­ çiliğinin büyük başarısı da buradan gelmektedir. Sosyalizmin resmi çıkışıyla beraber ikileme düşen milliyetçi doktrin, o güne kadar üçüncü sınıf adam yerine koyduğu aydın tabakayı hatırlamış ve sosya­ lilizm belasını bertaraf etmiştir; Japonya'da, Malez­ yada ve Kamboçya'da milliyetçiler aydın tabaka ön­ derliğinde tutuculuktan ve faydasız gelenekçi yapılarından kurtularak bugünkü yerlerine gelmiş­ lerdir. Şimdi cevap vermemiz· gereken soru ise, Afrika­ Asya medeniyetlerinin tutuculuktan kurtulup ken­ di bağımsız hür üniter devlet yapılarını kurabilme­ leri için Avrupa'dan ne kadar yararlanmaları gerek­ tiği sorusudur. Avrupa'da eğitim görevi ayqınlar, ülkelerine götürecekleri Batı normlarının oranına çok dikkat etmelidirler. Öncelikle şu açıkça belirtil­ melidir ki, Afrika-Asya milletlerinin Avrupa'dan tek faydalanacakları yön teknikçilik yönüdür. Her ne ideoloji hakim olursa olsun, bir ülkenin, üniter dev­ let yapısını sağlıklı temele oturtabilmesi için teknik­ çilik ve sanayi hamlesi girişimciliğinde aktif olması gereklidir, şarttır. Teknik açıdan kuvvetlenemeyen bir devlet müstemleke olmaya sosyal statüsü•itiba­ riyle layık bir devlettir. Milliyetçi liderlerin dikkat etmeleri gereken bir diğer husus da, tekniği devamlı takip etmeleri, sa­ nayi literatürünü yakından izleyebilmeleri için ko­ nuyla ilgili teşebbüslerde bulunmaları mevzuudur. Avustralya kökenli bir kabile, taştan yapılan sanayi maddelerini ihraç ettikten sonra kapısını modern 79


dünyaya kapamış, çeliğin hammadde oluşundan sonra ise çaptan düşerek kısa sürede müstemleke pozisyonuna inmJştir. ôzellikle Afrika medeniyetle­ rinde sıkca görülen bu hadise, ilme ağırlık veren milliyetÇi kadrolarla, arasındaki derin uçurumun bir göstergesidir. İlmi milliyetçi bir görüşün mensu­ bu olan ülkeler devamlı sosyoljik değişmeleri izleye­ rek, hem rejimin bekasını, hem de milletin refahını sağlamakta; diğer yönetimler ise bir hamle yaptık­ tan sonra, sanki bundan böyle hiç teknik değişim olmayacakmış gibi, teknik dünyaya kapılarını ka­ payara)< kısa sürede müstemleke durumuna düş­ mektedirler. Bu bize. miliyetçiliğin ilimle atbaşı yü­ rümesinin gerekliliğini göstermektedir. Afrika-Ai>ya medeniyetler zinciri bugün milliyetçilikle yönetilme­ nin eşiğine gelmiş bulunmaktadır. Şu an önümüz­ deki en köklü mesele savaş meselesidir. Görülecek­ tir ki, ilmi yapıya sahip milliyetçtlerce idare olunan devletler banş içinde kalkınacak, diğerleri eski hü­ viyetlerine ya da kabile bazına döneceklerdir.

80


TÜRKİ CUMHURİYETLER TÜRKÇÜLÜK. - İKİNCİ BÖLÜM -

'rURAN İDEALİNİN DOÖUŞU . !3aşkırlar Orta Volga-Ural bölgesinde teş­ kilOAtlanan en büyük üçüncü 1ürk topluluğudur. 1 7 . yüzyılın sonlannda demir rezervlerinin keşfi, Rus baskısının Başkırlar üzerinde yoğunlaşmasına sebep olmuştur. 1 724 yılında Başkır orrnanlannın devlet malı statüsüne konması, huzursuzluğun orta­ ya çıkmasının temel sebebi olmuş, ormanlar zama­ nın parasına göre son derece komik sayılabilecek bir flata devletleştirilmiştir. Ancak haksız politika bu­ nunla da sınırlı kalmayarak, 30000 Başkır 1ürkü maden rezervlerinin işlenmesi ve çıkanlması çalış­ malannda, karın tokluğuna beş kuruş maaş almak­ sızın. köle statüsünde çalışmaya zorlanmıştır. Başkırlann üzerine uygulanan baskı ve milletin Hristiyanlaştırılması 1 755 yılında molla Baturşah Ali taraftarlannca başlatılan ayaklanmaya kadar sürmüş, Rusların ülkeye getirdikleri pekçok fabrika ve açılan maden rezervleri yok edilmiştir. 1 832 yılına kadar büyük bir azimle sürdürülen direniş hareket­ leri , emperyalist Rusya'yı bir adım geri çekilmeye mecbur etmiş ve topraklar Başkırlar başta olmak

81


üzere , yerli halka devredilmiştir. Fakat bu demokra­ tik süreç ancak 1869'a kadar sürmüş ve bu yılın Ey­ lül ayında topraklar Rus kökenlilere ucuz fiatlara ve zorla satılmıştır. Yoğun baskı yeniden devreye gir­ miş, halk kredi faizleri ve yok pahasına alınan emek kıskacında yılgınlığa sürüklenerek, otonomi istemle­ ri engellenmiştir. 1905 Bolşevik hareketleri de Başkırlara hiçbir öz­ gürlük hakkı tanımamış, komünizmi kurtuluş ümidi gibi gören bir kısım Başkır Türkü , bu ideolojiden ay­ nlarak milliyetçi cereyanı alevlendirmişlerdir.

ı 9 19

yılında Otonom Cumhuriyetini ilan eden Başkırlar, Türklerin o bitmek tükenmek bilmeyen teşkilatçı ve özgürlükçü yönlerini bir kez daha tarihi bir lisanla göstermişlerdir. Bilindiği gibi Türk kaynaklan Baş­ kırlan Başkurtlar olarak adlandınnrlar. Daha sonra­ ki yıllarda emperyalist sosyalist imparatorluğun bas­ kılanna dayanamayan Başkır devleti, birliğin , daha doğrusu imparatorluğun bir kolonisi , uydusu halini almış ve Kril alfabesini zorla kabul etmlşdir.

- KIRIM

TÜRKLERİ -

Kının Türkleri , Kınm'a Batu Kaan l'A.manında. 13. yüzyıl içerisinde yerleşmişler ve İstanbul'un fet­ hine müteakiben bölgenin efendisi olmuşlardır.14 78 yılında Osmanlı imparatorluğuna bağlanan Kı­ nın. üzerinde Rusya'nın çok eski tarihlerden beri emelleri vardır. Ancak güçlü Osmanlı imparatorlu­ ğundan ve jeopolitik öneminden dolayı . Fransa'dan aldığı destekle , Osmanlı sınırları içerisinde barış ve mutlulukla yaşayan Kının türklerinln konumu, Os­ manlının çöküş devriyle beraber zayıflamıştır. Artık, Rus'un bitmek tükenmek bilmeyen Kınm'a hakim olma isteği bir kompleks halini almış ve Osmanlı , soydaşlarını kollayamaz duruma gelmiştir. İşte ta-

82


ıihler 1783'ü gôsteıirken Rus imparatorluğu bir punduna getirerek Kınm'ı güya "bağımsızlaştınruş" ve aradan geçen yıllar içeıisinde kendisine bağımlı hale getirmJşdir. 1862 yılında Ruslar Kının lürkleıi­ ni vatanlanndan sürmeye ve yerlerine diğer Türk ol­ mayan CumhuıiyeUerden gelen insanları yerleştir­ meye başlamışlar ve Kının lürkleri kendi vatanlarında bir azınlık kabile olarak yaşamaya mecbur bırakılmışlardır. Büyük reformtst ve hüriyet­ çi ismall Gaspıralı tarafından başlatılan kili tür dire­ nişi, i1eıiki yı11arda kendisini göstermiş ve yarattıkla­ n zulüm ortamını örtbas edebilme gayesiyle Kının lürklerine kültürel serbestlik vermekte bir sakınca görmeyen Rus hükümeti . mevcut kültür direnişini, gayesine kısmen de olsa erdirmiştir. Gaspıralı'nın ü1küdaş1annca çıkan1an Tercüman ve Kırım Aydınlar Ocağı nın oluşturulma­ sı , mi11iyetçi Kının Gençliğine meşru bir zemin hazır­ lamış ve bu üç kuruluş 1 9 17 yılında sistemin karşı­ sına organize bir güç olarak çıkmışlardır. Yusuf Akçoraoğlu'nun aktif rol aldığı direnişte Vatan gru­ bu, sistemin karşısına üç alternatifle çıkmıştı. Oto­ nom Cumhuriyet. Rus himayesi ya da tam bağımsız­ lık 22 Kasım 1 9 17'de Ukrayna'nın bağımsızlığını ilan edişi, Kınrn Türkünün hüıiyet tutkusunu alevlendir­ meye yetmiş, 30 Kasım'da mi11i Şura (mecHs) için se­ çim yapılması meydanlarda kararlaştınlmışlır. Çele­ bi Sinan'ın bu seçimlerden başbakan olarak çıkmasını müteakiben , geçen 25 gün içerisinde ise, bütün hazırlıklar tamamlanarak, bağımsızlık nan edilmiştir. 1918 Temmuz'unda bağımsız kının Devl e­ ti ile Ukrayna arasındaki soğuk savaş kızışarak, ikJ ülke arasında müyeldde1er uygulanması kararına varılmıştır. Ancak Osmanlı Devleti ve Alman İmpara­ torluğunun devreye girmelerini izleyen iki ay içinde yapılan bütün diplomatik mücadelelerden Kının dip­ lomatları galip çıkmış ve müeyyide kaldınlmıştır. As­ lında Osmanlı Devletinin Kınm'la o kadar zor bir ko-

Gazetesi

'

83


numdayken ilgilenmesinin bir tek sebebi vardı . Os­ manlılar ülkelerinde hızla gelişen ve tarihe adını ta­ şıyan Türkçülük akınuyla ters düşmekten kaçını­ yorlardı. mevcut akımlar arasında, bünyesinde güçlü aydınları toplayabilmiş tek ideoloji olan 1ürk­ çülüğü savunan 1ürk aydınının, Kının meselesine tavizsiz yaklaşması da, Kının Devletinin ayakta kal ­ masının tek nedeni olarak gösterilebilir. 1. Dünya savaşının havasına kendilerini kaptır­ nuş olan 1ürk basını da, Kının halkını desteklemeye başlanuş ve özellikle ikdam ve Tasvlr-l Etkir gaze­ teleıinde, Karadeniz'in Müslüman -Osmanlı denizi ol­ duğuna dair haberler birbirinin peşisıra boy göster­ meye başlamıştır. Radikal Tanin gazetesi ise 1ürkçülük adı veıilen kutlu akımın Kafkasya'ya Si­ vastopol limanını ana merkez gibi kullanarak açıla­ cağını çoktan ilan etmişti bile. Bu noktada ise du­ rup, Almanya-Osmanlı dayanı şmasının savaştan galip aynlması durumunda olabilecekleiin boyutları­ nı incelemekte fayda vardır. öncelikle 1 . Rus imparatorluğu hiçbir zaman, sosyalizm kisvesi altında kurduğu 2. imparatorlu­ ğun yarattığı etki ve güce erişemezdi . Aksine Osman­ lı Devleti Sivastopol 'u gerçekten üs olarak kullanıp, Büyük Turan Devletini kurabilirdi ve en önemlisi 1ürk Milliyetçileri bundan tam yetmiş üç yıl önce 1ürkiye'de iktidara gelebilirlerdi. Çünkü ülkenin yö­ netiminde kiltt noktalara gelmiş bulunan milliyetçi­ ler savaştan galip çıkan bir halkı daha rahat kendi­ lerine bağlayabilirler ve kolaylıkla iktidarı ele geçirebilirlerdi . Böylece de günümüzün süpergücü Rusya yerine Büyük Türk Devleti olurdu . İşte bir sa­ vaşın Türk milletine ödettirdiği böylesine ağırbir fa­ turaydı .

Savaşın kaybedilmesinden sonra ise, Rus hükü­ metinin Kının Halkına uyguladığı politika diğer 1ürk topluluklarına uyguladığından pek farklı oJmayacak ve Kırımlıları korkunç bir baskı , yıllar boyu pençesi-

84


nın altında inletecektir. Hristlyanlaştınlan halk, ana ve babalarından alınan yavrular ve Kının Türkü'nün ürettiklerinin yaklaşık yüzde yetmişinin vergi adı al­ tında çalınması . . . Bu sebeple, doğuştan mücadeleci bir ruha sahip olan Kının Türkü , ikinci Dünya Sava­ şı sırasında Almanya'yı destekleyerek, Türk S.S. tim­ leri kuracaktır. Pek tabi ki, buradaki S.S. timleri , Kı­ rımlıların faşist olduklarını falan belirtmemektedir. Yirmi yıllık bir ezilmişliğin. hor görülmüşlüğün, aile­ lerinden alınıp kızıllaştınlmış yavruların yarattığı öf­ ke selinin basit bir tezahürüdür. Kınm'da kurulan timler ve direnişçi Kının kaynaklan , bu timleri halen Kurtuluş Ordusu diye tanımlar.

- KAZAKLAR 16. Yüzyılın başlarına kadar. toprak ağlarının yö­ netimi allında idare olunan Kazak topraklan , bu de­ virden itibaren devletleşmeye başlamış, 1 7. yüzyılın başlarında ise, üç ayn mini Kazak devleti kurulmuş­ tur. Büyük, Küçük ve Orta beylikler adı verilen bu mini -devletlerden, küçük ve orta beylikler 18. yüzyıl­ larda birleşmişlerdir. Ancak beylikler üzerine gelen dış baskılar, Kazak beylerini Rus İmparatorluğun­ dan yardım istemeye mecbur etmiş. Büyük Peter'in uzattığı yardım eli sayesinde de, dış baskılar ·berta­ raf edilebllmiştlr. Küçük ve Orta beyliklerin , yardı­ mın şartlarından biri olan himayeyi kabul kararları­ nı açıklamaları, milliyetçi bir toplum olan Kazak toplumundan, beklenenin de üstünde tepki görerek, beyl ere karşı mücadele, hatta isyan boyutuna ulaştı. Bunun üzerine Kazak topraklarına giren Rus impa­ ratorluğu, son derece dağınık ve her nedense bir tür­ lü birleşmeye yanaşmayan üç küçük orducukla kar­ şılaştı ve büyük bir zafer elde etti. Rus İmparatorluğunun verimli Kazak toprak.lann Slav kökenli halka dağıtmasını müteakiben başlayan fakirlik bugünlere kadar ulaşmış ve Kazak

85


1ürk'ünün haklı öfkesini yönetime çevirmesine se­ bep olmuştur.

KaY.ak lürk'ünün şiddetle ezilmesi ve bir zaman­ lar efendisi olduğu Slav azınlığın eline bakar hale ge­ tirilmesi , Kazakistan'da üç ayn mücadelenin başla­ masını sağlanuştır. 1 9 1 8 yılında iyice ateşlenen bu mücadele Kralcı Ruslar, Kızıllar ve Milliyetçi Kazak­ lar arasında verilmiş, çıkan iç savaş Kızılların ülkeyi ele geçirmesine dek sürmüş ve pekçok kazak - milll ­ vı>tçisinin idam edilmesiyle sona ermiştir. Büyük ı ı. ı skı ve fiili zulüm altında toplanan Kazak parle­ mentosu kendini fes ederek, Sovyetler Birliği'ne ka­ tılma karan almış, ancak Şubat l 920'de çıkan bu karar, halk tarafından hiçbir zaman kabul edilmeye­ rek. 70 yıl sürecek yeni bir iç savaşın patlak verme­ sini sağlanuştır. İ leriki yıllarda milliyetçi Kazak 1ür­ künün yapısını bilen Kızıl yönetim, ·Ka.7.ak 1ürk'üne. devletleştirdiği topraklardan bir kısmını geri vermiş, fakat direnişi kırmayı bir türlü becerememiştir. So­ nuçta çareyi kanlı yıldırma operasyonunda bulan hükümet, bu direnişi de diğer bütün 1ürki Cumhu­ riyetlerde olduğu gibi, kanla durdurabilmiştir. Geniş Kazak topraklarının güzelim yerlerinin son yinni­ otuz senedir Nükleer Denemeler için kullanılması. l{azak Türk'ünütekrar harekete geçirmiş ve çeşitli adlarda direniş örgütleri faaliyetlerine her türlü bas­ kıya karşın. halkın desteğini de alarak devam etme­ ye başlamışlardır.

- ÖZBEKLER Özbek Kağan'dan gelen Özbek ismi, oldukça si­ yasi ve tarihi bir isimdir. 1 4- 1 5 . yüzyıllarda İslam'ı içine sindiren Özbek Türk'ünü, şimdi ki topraklarına Buhara Kağan yerleştirmiştir. 1 8. yüzyılın başların­ da başgösteren ekonomik bunalımdan nasibini alan Ôzbekistan'da, Kağanın otoritesi zayıflamaya başla­ nuş, sonuçta ise özbeklstan, Sovyetler Blrliği 'nin bir 86


uydusu halini almıştır. 1 869 yılında Rus hakimJyeti­ ne gtren ÔZbeklertn direnişleri . tam olarak ancak Rus İhtilalinden yedi yıl sonra mümkün olmuştur.

Bugün Ôzbekistan'da direniş halen sona erme­ mJştir. Bundan yıllar evvel kurulan birlik Hareketi, uzun seneler süren yeraltı çalışmaları sonunda, hal­ kın yaklaşık % 70'nin taltifini alarak, bağımsız'lık bayrağını açmış ve mücadelesini kanuni yollardan sürdürür hale gelmiştir. Hareketten b1lli bir zaman sonra kopan Erk Partisi de milliyetçi çizgisinden ta­ viz vermemiş ve Birlik Hareketini milli meselelerde kollama sözü vermiştir. Zaten Özbekistan'da iki dire­ niş partisi bulunmasına da şaşmamak lazım lürkle­ rin teşkilatçılık niteltğini en iyi gösteren 1ürki Cum­ huriyeti Özbekistandır.

Şimdi bu noktada Hostler'in özetlediği , belli başlı 1ürk Cumhuriyetlerin yaşadığı buhranlı. baskı dolu yüzyılları ve 1ürk toplulukların konumunu gözönü­ ne aldığımızda ortaya çıkan sonuçlan, yorumlamak­ ta fayda vardır. İster can Azerbaycan. ister Özbe­ kistan. ister Kazakistan ve isterse diğer 1ürk topluluklannyaşadığı , geçirdiği yakın devreler vardır. Bu devrelerde gözüken ortak mesele ise organize güç olamamam problemidir. Türki'e milleti çeşitli sebep­ ler dolayısıyla bir türlü tek vücud olmayı başarama­ mış, bu yüzden de birlikteki hayın tadamayarak, ay­ nlıklarının getirdiği azap ortanuyla baş başa kalmışlardır. 1ürk Milleti . hiçbir zaman kendilerin­ den aynı soydan gelmeyen toplumlardan yardım da bulamamışlardır. Ingtltere, Fransa ve Almanya, 1ürk milletinin, yani bizim insanımızı bir istepne gibi, ya­ ni ellerinde bulundurdukları hakimgüç olma statü­ sünü korumak için kullanmışlar, getirdiklerinden fazlasını alıp götürmüşlerdir. Her dost görünen top­ lum, 1ürki topluluklankısa süreli menfaatlari sebe­ biyle yan yolda bıraktıktan sonra, halkımızdakor­ kunç bir umutsuzluk başgôstermiş, sonuçta onlara yardım eden ya Osmanlı Devleti ya da 1ürk Milliyet­ çileri olmuştur. İşte 1ürk Milltyetçiliği basit bir radt-

87


kal akım olmaktan öte, bu halklar arasında birleşti­

rici rol oynayarak, yapılması en zor gözükeni başara­ rak , tek çözümü , birliği bu halklara kabul ettlnnJş­ tir. Artık, 1ürk Milliyetçilerinin uyguladığı aktif politika sayesinde Türk toplulukları, organize bir güç potesiyeli �arak, dünya gündemini etkiler hale gelmişlerdir. Bugün Azerbaycan'ı , ÔZbekistan'ı , Kırgızistan'ı Kazakları , kısacası bütün 1ürk Cumhuriyetleri , ken­ di ürünleri olan , toplumun başkaldınsını temsil eden Halk Cepheleri bünyesinde birbirlerini destek­ ler bir pozisyon içine ginnJşlerdir. 1ürk Milliyetçileri­ ni "eksantrik'' sıfatıyla nitelendirenler, Türk Milliyet­ çilğinin ifa ettiği bu önemli fonksiyonu gerçekler suyüzüne çıkana dek görmezden gelerek, egemen güçlerin ekmeklerine yıllar yılı yağ sürmüşlerdir. Türk Milliyetçilerini ayrımcılıkla suçlayanlar, Sünni­ Şii gibi basit ayırımları kendilerinin başlattıklarını dahi göremeyecek kadar kör bir yapılanma içerisin­ de emperyalizmin oyununa gelmişlerdir. Oysa milli­ yetçiler "halkunızı bundan yüzyıllarca evvel zuhur eden bir kavga ile ayıramayız" diyerek emperyalizme karşı tarihi bir ders vennJş, 1üm Türk boylarının tek ciddi d�stekçisi olduklarını bir kez daha göstermiş­ lerdir. işte bizim açtığımız birlik yolu, Halk Cephele­ rine halkın teveccühünün yansıtılmasındaki mihenk taşı olmuş, Halk Cepheleri yeraltından yerüstüne sivrilerek, günümüzde halk iradesinin meşru yollar­ dan temsil edilebilmesine yardım etmiştir. Artık halk Cepheleri , 1ürk Cumhuriyetlerde iktidar olma aşa­ masındadırlar ve Hosder'in ileriki bölümlerde yayın ­ layacağımız sonuç kısmında da, bundan yıllar evvel konu üzerinde bilgili sayılan kişilerin , bugünkü so­ nucu ne denli doğru tahmin ettiklerini size sunaca­ ğız. Türk Cumhuriyetlere karşı yapılan yatırımlar da hep aynı çizgiyi takip etmişlerdir. Suspayı , baskı , daha çok baskı ve manevi erezyon. Emperyalist Sov-

88


yet hükümeU pekçok mill eti susturduğu gibi . dağıttı­ ğı sadakayla Tü:rki boylansusturarnayınca baskı me­ todunu şiddetlendirerek uygulamış, sonra tekrardan iyi polisi oynamaya başlamıştır. Önüne uza.Wan yağ­ lı kemikleri hayat pahasına kazanılacak özgürlüğe değişmeyen Türk boylan ise direnmişler. daha çok ezilmişler, fakat yılmamışlardır. Emperyalist hükü­ met en son çare olarak ise manevi erezyonu benimsemiştir. ·

Manevi erezyon milletimizüzerinde iki koldan uy­ gulannuştır: Din ve k.ültür. Kmm'da, Azerbaycan'da, Kazakistan'da ve diğer bütün cumhuriyetlerimizde sosyalist idare dini ve gereklerini yasaklamıştır. Bu politikaya Çarlık döneminde de rastlanılabilir. Çarlık dönemince hıristiyanlaştınlan millet, sosyalizmli yıl­ larda. dinden tamamen uzaklaştınlmıştır. İkinci kol , manevi baskı ise, kül türel alanda ya­ pılnuştır Türk kültürü hem Çarlık, hem sosyalist Rusya yönetimlerince yasaklanarak, milletRuslaştı­ nlmak istenmişUr. Evlerinde kilim, gergef. kasnak, vs. bulunanlar hapislere atılnuşlar, tecavüze maruz bırakılmışlar­ dır. Dil emperyalizmini ise, diğer bütün sömürdükleri halklar gibi, Türk topluluklarına da uygulayarak, Krtli zorunlu kılmışlar ve okuma-yazma oranını dü­ şük tutmaya gayret etmişlerdir. Bu metod tutmayın­ ca, gençlerimiz düzenin kitaplarıyla karşı karşıya bı­ rakılmışlardır. Diğer bölümlerimizde yani lürk Milliyetçilğinin ekseni ve tutuğu yolu tartışacağımız bölümlerde milleUmizinbu baskılara nasıl göğüs ger­ diğini inceleyeceğiz. Şmdi Hostler'in sorusuyla bölü­ mümüzü noktalıyoruz.

Üçyüzyıl acı sömürü ve baskıdan başka birşey bu­ lumayan Türki topuluklar, milliyetçilikte buluşmas ın ve Türk Müliyetçüert bu korkunç tablo karşısında ırk­ daşlarına yardım eli uzatmasın da kim uzatsın? 89


Kuramsal açıdan, dünyanın en eski mJlliyetçtlik akımlarından biri olan Türk Milliyetc;tliği, bugün sos­ yologlar tarafından iki ayn aşamada inceleniyor. Ba­ sit bir tarifle, bu iki aşama. iktidardaki 1ürk Milli­ yetçiliği ve iktidara }rürüyen Türk Milliyetçiliği olarak da adlandınlabilinir. Günümüzden çok eskilere, yani Göktürkler devrine gözaUığımızda, Göktürk İmpara­ torluğunun da mJlliyetçi bir · idare ile yöneltlldiğini görebiliriz. Pekçok tarihçi , Türk Milliyetçiliğinin daha da eskilere k�bile dönemlerine dayandığını öne sür­ mekledir'ler. işte, Göktürkler devrinden 1 900'lü yıl­ lara kadar uygulanan , iktidardaki Türk Milliyetçiliği­ dir. Osmanlı Devletinde ümmetçilik akımı arasında eritilen Türk Milliyetçiliği, iktidardan düşmüş ve ikinci aşamasına kısa süre içinde ulaşmıştır. Os­ manlı Devletinin hızla başarısız sonuçlar alması ve çökmeye başlamasını müteakiben ortaya atılan İs­ lamcılık, Osmanlıcılık, Batı yoluyla düzeltme mJlli­ yetçillk (Türkçülük) ideolojileıinden, yalruwa milli­ yetçilik ideolojisi başarılı olarak , halkı etrafına toplamış ve yeni bağımsız Türk Devleti'nin kurulma­ sında anahtar rolünü qynamışlır. Yeni Türk hükü­ metinin Batı normlarını takip etmek kararını alması , milliyetçilerin iktidar olmasını önlemiş ve çağımızda halen devam eden, iktidara yürüyen 1ürk Milliyetçi­ liği akımını, mücadelesine devam etmeye zorlamıştır. Genelde sosyologlar eski Türk Milliyetçiliği üzerinde pek yoğunlaşmamaktadırlar. Bu uzmanların Türk Milliyetçiliğinin (2. aşama) doğuşunu tarifleri ise bir­ birlerine oldukça yakındır. Milliyetçilik üzerinde yap­ tığİ geniş araştırmalarıyla tanınan Hana Kobn, Türk Milliyetçiliği akımının 1 . Dünya savaşı yıllarında En­ ver Paşa liderliğinde başladığı tezini savunmaktadır. Buna karşın Lewis ve. Thomas, mJlliyetçiliğin Genç Türkler adı altında başladığını, ancak milliyet­

çilik ve milliyetçi terimlerinin Osmanlı Devletinde anlam taşımayışından dolayı , uzun yıllar bu isim

90


altında devam ettiğini ileri sürmektedirler. Thomas, Enver Pqa'nın yerine, ilk milliyetçi lideri ünlü sos­ yolog idealist Ziya Gökalp olarak tanıtmaktadır. 1 9 1 8 yılında alınan yenilginin 1ürk Milliyetçiliğini şaha kaldırdığı gerçeği ise bütün uzmanların üzerin­ de hemfikir oldukları bir husustur. Tfırk Mill1yetçili­ ğini yıllar süren araştırmaları sonucu oldukça ger­ çekçi bir d1lle tarif eden Prof. Hayes'de, K.R. Mlnoque gibi, lürk Milliyetçiliğinin ideolojik alanda­ ki liderinin Ziya Gökalp, pratikteki öncüsünün ise Enver Paşa olduklarına dikkati çekmektedir. Bu noktada ise. milliyetçiliğin günümüzde hangi kap­ samda incelenebileceğini . yine uzmanların dilinden hatırlatmakta fayda vardır. Hayes, milliyetçiliğin misyonunu kapatmış bir ideoloj i olduğuna şiddetle karşı çıkarak, çağını kapatmış bir ideolojinin ilkel ol­ ması gerektiğini , ancak 1 9 . ve 20. yüzyıllarda ayakta kalabilen tek ideoloj i olan milliyetçiliğin zamanın ge­ risinde kalmadığını, bizzat önüne geçtiğini savun­ maktadır. Gerçekten de 2 1 . yüzyılı karşılamaya ha­ zırlandığımız şu günlerde, dünyanuza yakından göz attığımızda. 2 1 . yüzyılın başlı başına bir milliyetçi ideolojiler yüzyılı olacağını farketmemenin imkansız olduğunu gözlemleyebiliriz. Frederlck Hertz, 20. yüzyılda gelişen pekçok inkılap hareketinin milliyetçi kökenli olduğuna ve milliyetçiliğin çağın çehresini değiştirdiğine dikkatleri çelanektedir. Max Boebm ise. dinin politik alandaki hükmünün yavaş yavaş çözülmeye başladığı çağımızda, temelini halkın yapı ve istek1erinden alan milliyetçiliğe büyük fırsatlar doğduğunu belirtmektedir.

Şimdi bizleri bek1eyen ana soru . Tfırk Milliyetçili ­ ğinin diğer basit, hatta çağımızda ilkel sayılab1lecek diğer milliyetçi" doktrinlerden ne farkı olduğu soru­ sudur. Herşeyden önce Tfırk milliyetçileri, korkunç jeopolitik öneme sahip bir bölge üzerinde hak ara­ maktadırlar. Anadolu. gerek jeopolitik, gerek ekono­ mik, gerekse siyasi bir yerleşim alanıdır. Çağlardüz-

91


leminde bütün egemen güçler, Anadolu topraklan üzerinde hak iddia etmiş ve etmektedirler. Anado­ lu'nun üstünde yaşayşn halka verdiği önem dolayı­ sıyla, 1ürk halkı devamlı egemen güçlerin baskısına saldınlanna hatta işgallerine hedef. olmuş ve milli hınç denen potansiyele ulaşnuştır. işte, 1ürk Milli­ yetç111ği , halkının maruz kaldığı bu baskıyı son derec ce güzel ve 1lm1 bir biçimde ortaya koymuş, halkının haklı taltifini ,kazannuştrr. Batı'nın kalesi durumun­ da bulunan Anadolu ve İstanbul'u dört asır gibi kısa bir süre içerisinde, üstelik kimseye baskı ve zulüm yapmadan 1ürkleştirmey1 başaran 1ürk idareciler, lürk Milliyetçiğinin meşru ve adaletli bir zemin üze­ rinde yükselmesi için öylesine kuvvetli bir zemin bı­ raknuşlardır ki . . . Amerika ve İtalya'da 1 945-65 yılla­ n arasında üniversite öğrencilerinirl mezuniyet tezlerini hazırlarken en çok rağbet ettikleri konu, 1ürklerin önü alınmayan yükselişlerinin sebepleri hususudur. Bu genç öğrençilerin çalışmalarının ışı­ ğında ortaya çıkan gerçek, "Kültür" gerçeğidir. Çağla­ nndan çok daha Heri kültürel birikime sahip olan 1ürkler, ele geçirdikleri topraklara önce kendi kül­ türlerini daha sonra da d1ller1ni ulaŞtınrak, kansız zaferler kazannuşlardır. İl erlemenin , refaha ulaşma­ nın yegane anahtarı olan kültürden, lürk kültürün­ den faydalanmak isteyen toplumlar. Türklerin dille­ · öğrenmek mecburiyetinde kalarak rini lürkleşmişlerdir. Bu 1ürkleşme, kesinlikl e emperya­ lizml e kanştınlmaınalıdır. 1ürkl eşen toplumlar hızla gelişmişler, yani ez1lmeyerek blJhakts menfaat sağla­ nuşlardır. Şimdi ezilmeden koruna rak �üçlenen bu toplumlara. bir de günümüze egemen giklı-rinin ha­ kimiyeti altında inleyen , varlıklannı tükelen lupl um­ lara bakarak soralım: Hangisi emperya1iszm ya da hangi metod daha meşru bir baza dayanıyor? Anadolu'yu Türkleştiren Türkler, daha sonra İs lam'ın ruh üzerinde yarattığı müspet v e bölünemez

92 .


bağlardan da destek alarak, çok kuvvetlt bir mtllt­ yetçtıık ôneristnı, yanı 1ürk-İslam tdeolojtstnı öne sürerek, diğer bütün marjinal milliyetçi akımların önüne geçmeyi başarmışlardır.

-TÜRK MİLLİYETÇiLiöi VE OSMANLI Eıtmtzde kapsamlı kaynaklar olmasa da, 1 6- ı 7 ve l 8 . yüzyıllarda, yani imparatorluğun güçlü olduğu devirlerde (kuruluştan bu yana) idarecilerin 1ürk kö­ kenli oluşu dikkatleri çekmektedir. 1ürk kôkenlt ida­ recinin yerini azınlık kökeknli adığında ise karışık­ lık, çekememezlik ve başıbozukluk başlamış, Osmanlı İmparatorluktan devletliğe, ordan da işgal edilmeye varan bir sürecin içine düşmüştür. Oysa imparatorluğun karışmasını fırsat bilen halklar, kendi azınlık milliyetçisi politikalarını saptayarak, birer ikişer bağımsızlıklarını elde etmişlerdir. Os­ manlı sultanları milletlerinden koparak azınlıklara yüklenince, Batının ellerine düşerek tükenmişlerdir. işte tam bu noktada, yukarıda da beltrttiğimiz dört akım, halkı kurtarabilmek gayesiyle öne çıkmış, fa­ kat bunlardan ancka biri, yani bastırılmış, yıllar yılı hor görülmüş milliyetçilik akımı alnının akıyla çıka­ bilmiştir. 1ürkçü liderlerin başarısı eğitimle atbaşı yürü­ müştür. Özellikle son iklyüz yıldır Kafkasya'da 1ürk Milliyetçiğini savunan liderler incelendiğinde, bu li­ derlerin hepsinin eğitim, kültür ve dine son derece önem veren, okumuş, eğitilmiş ve mevcut çarpıklık­ lara karşı kendi tezlerini sunabilen isimler oldukları görülmektedir.

- ZİYA GÖKALP ve TÜRKÇÜLÜK Heyd'e göre, Gökalp'in milliyetçilik anlayışı üç aşamalıdır. Kültürel uyanış, siyasi hareket ve eko­ nomik güçlenme, Yine Heyd, Tanzimat sonrası uyuşukluğu atmayı başarmış aydınların çatısı al93


tında toplandıkları Türkçülük ideolojisini. ikinci Türk uyanışı olarak adlandırmaktadır. (Bilincisi Anadolu'nun Türkleştllilmesiydi) . Türkçülük akımını hazırlayan geniş talihi geçmiş ve kültürel hareketli­ lik, Ziya Gökalp'in felsefik eksenini oluşturmuştur. Kültürel çözülme ve değer kayıpları üzerinde önemle duran Gökalp, kurtuluşun ancak ve ancak Türk kültürünün eski şaşalı ve lider konumuna getililme­ siyle elde edilebilineceğine inanırdı. Gökalp, Türkle­ Iin ulaştıkları bölgelere refak ve mutluluğu taşıdıkla­ nnı, ancak bu bölgelerde kaynaştıklan toplumlardan, ancak kötü, işe yaramaz değerlen al­ dıklannı tespit etmiş ve kurtuluş yolunu aramıştır. Ünlü Kızıl Elma şiilinde kültür transfelinin devamlı Türklelin aleyhine işlediğini açıklayan düşünür, Türk kültürüne köklü reformun gerekliliğini öne sürmüştür. Ünlü sosyoloğun başarısının temel sebebi ise, Türklüğü bir bütün olarak ele almasından gelir. O. milliyetçi anlayışını herhangi bir devirle sınırlı tut­ manuş, ideolojisini Göktürklere, yani tarihin ilk bili­ nen Türk Devletlerine kadar indirgemeyi başarbil ­ miştlr. Attila, Cengiz Kağan, Tlmur ve Osmanlı sultanlarını dünyayı kasıp kavuran , halkları ezen emperyalizm canavarına karşı inen birer ağır darbe olarak gören Gökalp, barışı, cesareti, misavirperver­ liği ve · dürüstlüğü , Türk mllletınintemel özellikleli olarak ileli sürmüş, halkın ancak bu özellikleli ka­ zanması halinde mevcut durumundan kurtulabilece­ ğini savunmuş. Ziya Gökalp'e göre, samimi olmayan bir millet, hiçbir şeyi haketmezdi . Dil, düşünürün hayatında ayn bir önem taşimış­ tır. Milli birlik ve bütünlüğün kültür ve kültürün transfer edildiği dilde özgür olma kavramıyla özdeş­ leştiğine inanan Gökalp, Farça ve Arapça'nın üzeri­ ne Fransızcanın Türk dili üzerinde etki sahibi oluşu­ na şiddetle karşı çıkmıştır. O. her alanda olduğu gibi dilde de anlığı, samimiyeti takdirini kazanmıştır.

94


Ancak düşünür, h içbir zam an bu yabancı kay­ naklı sözcüklerin resmi dilden çıkarılmasına yanaş­ mamıştır. Gökalp, Türk diline giren yabancı köken­ li kelimelerin, Türk dili içinde öğütülerek, gerçek vücudlarına kavuştuklarını savunurken, halk . dili için yenilikler düşünmüş ve halkın sade öz Türkçe konuşmasını istemiştir. Pek tabidir ki , Ziya Gö­ kalp'in öne sürdüğü öz Türkçe anlayışıyla bugün öz Türkçe diye yutturulmak istenen diyalektiğin ara­ sınd� dağlar kadar fark vardır.

Ziya Gökalp'in siyasi tezi , "milüyetçi-demokratik" tezdir. Yukarıda da belirtiğimiz gibi, düşünür. em­ peıyalizmle, halkı lahakkümü altına alan her türlü ideolojiye karşı sonsuz kin ve nefret beslemektedir. Gökalp için önemli olan halktır. mlllellir. Yazdığı bütün kitaplarda kenemictliğe geçiş sağlamadığını aksettirilebilmiş. Dünyada sağlanacak barış ve hu­ zur dolu ortamda imparatorl uklara. lolaliler rej im­ lere ihtiyaç duyulmadığını, hatta barışı engelleyen tek engelin halkı ve diğer mtlletleri ezen emperyalist imparatorluklar olduğunu vurgulayan düşünür, milli ve maneviyatçı duygularla kuşanmış bir hal­ kın isteklerine göre yönetilen tam bağımsız cumhu­ riyeller arzuluyordu. Evet . ülkede halk mtlliyetçiliği tam manasıyla benimsenmelidir, lakin yönetim de halkın istediğince olmalıdır. Yani halkından güve­ noyu alamayan ideolojilere bağımsız bir toplumda yer yoktur. İşte Gökalp'in bağımsız milliyetçi- de­ mokrasi anlayışı. Temelinde aynlık değil, milli müş­ tereklerde uyuşulan bir yönetim isteyen bu fikirin üzerinde çalışan Gökalp. bağımsızlıklarını ka7..anan ülkelerden büyük bir kısmının bağımsızlıklarını ko­ ruyabilmek gayesiyle aynı k(}kenden gelen, ırkdaş, yakın ülkelerle birleştiklerini tespit elmiş ve Türkle­ rin de bu doğrultuda birleşebileceklerini savun­ muştur. Ziya Gökalp'in büyük başarılanndan biri de, Türk kadının yeniden eski iUbanna kavuşturulma95


sında oynadığı aktif rolden ileri gelmektedir. İmpa­ ratorluğun hızlı çöküşüyle birlikte, ezilmeye başla­ yan Türk kadınını eğitmek, eski güçlü konumuna getirebilmek için kollan sıvayan düşünür, eski Türklerde ve Türklüğün güçlü olduğu hemen her devirde, kadın-erkek eşitliğinin muhafaza edildiği­ ni, hatta yer yer kadının erkekten daha başanlı ve akıl isteyen görevler üstlendiğini kanıtlayan çalış­ malar yapmış ve Türk Kültüründe kadın-erkek ayı­ nmının olmadığına dikkatleri çekmiştir. Gerçekten de, tarihi diyalektik incelendiğinde, Türklerde ırk, cinsiyet renk aynmından ziyade, beceriklilik aran­ dığı ortaya çıkacaktır.

Berkes'in söylediği gibi Ziya Gökalp, kuramsal açıdan bağımsız Türklye'nin kurulmasında en etkin rolü oynayan bir düşünürdür ve bugün bile pekçok sosyoloğun onun çalışmalannı inkar ederek bilim adı altında sosyoloj i katliamı yaptık.lan aşikardır. İşte Türk Miliyetçiliğini en büyük şansı , Attila, Os­ manlı Sultaiılan gibi dürüst liderlere, Gökalp, En­ Ter Paşa ve daha nice -büyük sanat adamlanna, düşünürlere sahip eluşundan kaynaklanmaktadır. Birinci Dünya Savaşı yıllannda Almanya'nın We­ imar şehrinde Türkçülük ve Pantürkizm adında bir kitap yayınlanmıştır. Ren� Plnon tarafından Fran­ sızcaya da çevirilerek basılan bu kitabın yazan Te­ kin Alp'tir. İşte çok kapsamlı olmasa da Avrupa'da bügüne dek yayınlanmış en güçlü eser Tekin Alp'in

"Tiı.rkçiı.liı.k ve Pantürkizm" isimli eseridir.

Yazar kitabında, Türkçülük akımını emperyaliz­ me karşı bir başkaldın olarak tanımlamaktadır ki , bu tanım pekçok yerde Türkçülüğün bugünkü lide­ ri Türkeş tarafından da kullanılagelmektedir. Alp'e göre son derece verimli, bir hazine kadar değere sa­ hip olan Türk topraklan yüzyıllar boyu emperyalist­ lerin saldınlanna maruz kalmış ve sonunda da par­ çalanmıştır. Yazar mevcut mesele ve baskının,

96


ancak ve ancak kültürel ya da siyasi bir '!ürk Birli­ ği ile deva bulacağını dile getinniştir. İşte bu noktada biraz düşünmek lazım. Yıl 1 9 1 6'lar. Böyle bir devirde, yani savaşın tam orta­ sında, yani halkın kinin en yüksek noktada olduğu bir zamanda, '!ürk Milliyetçileri soğukkanlılıklarını kaybetmiyor ve diğer marjinal milliyetçi ideolojiler gibi toprak üzerinde tutturmuyorlardı. Onlar basit bir faşizan fikrin ardından gtimiyor, hesaplarını da­ ima man tık çerçevesiyle sınırlandınyorlard!. Gaye büyüyüp hükmetmek değil, hak aramaktır ve '!ürk Milliyetçileri ezilen Türk Milletini güvenceye kavuş­ turabilme mücadelesi veriyorlardır. Kültürel veya siyasi güvence yeterlidir. Yukarıda sağladığımız bu karakteristik özellikler bile, daha milliyetçilik üzeri­ ne çıkan ilk kitap da oldukça sağlam verilerek, '!ürk Milliyetçilerinin milliyetçi akımlar arasında ne denli köklü bir değişim yarattıklarını gösterebil­ mektedir. Diğer bölümlerinde de üstünde durduğumuz gi­ bi, önce Türk Milletinin, yani bağımsız kalmayı ba­ şarabilen milletin gönlünde taht kuran '!ürk Milli­ yetçiliği, oradan Rusya başta olmak üzere, emf)eıyalizm çarklarında ezilen bütün '!ürk toprak­ larına ulaşmıştır. Türkçü akımın Rusya'da karşılaş­ tığı en büyük engel olan Pan-İslamist akımı nasıl atlattığını anlatmak, herhalde Sovyetlerde 1ürkçü­ lüğün önü alınamaz yükselişini daha rahat açıkla­ yabilmemize sebep olacaktır. Hangi ideoloji olursa olsun 20. yüzyılda bütün ideolojilerin bir diğerine karşı kullandıkları temel bir öge vardır: Din. İşte Stalln'de Türk toprakların­ da filiz veren milliyetçi (Türkçü) akımı ülkesine sok­ mamak için, hiçte istemediği bir özgürlüğü '!ürk Topluluklaranna vermiş ve onlara belli bir süre iba­ det imkanı tanımıştır. Türklerin köklerine ve mtllet­ lerine verdikleri önemi gayet iyi bilen Stalln, Türk

97


topluluklara onların Türk olmadıklannı, bilhakis barbar Türkler tarafından istilalar sırasında Türk­ leştirilmiş zavallı topluluklar-toplumcuklar- olduk­ larını telkin ederek, bu boyları Müslüman-Rus hü­ viyetine sokmak ve Türkleri buna inandırmak istemiştir. Fakat hiçbir Türki Halkı inandırmaya muvaffak olamayan Rus yönetimi, yine Stalin'in emriyle çıkardığı bir senato kararıyla, Pan-ist ve Türkçü akımları vatana ihanet sayarak yasaklamış­ tır. Aşağıda Pan -İslamizm'in Sovyetlerde ki konumu, Türkçülük-Panislamizm mücadelesini ve Türk Milli­ yetçilerinin Rusya'da nasıl örgütlendiklerini, neler başarabildiklerini tartışacağız.

- İSYANLAR BAŞLIYOR Sovyet İmparatorluğunda başgösteren ilk ciddi Türk isyanlar, dini ve eğitim kurumlarının yenilen­ mesi hususuna dayanınaktadır. Şebabettin Mer­ ganl tarafından örgütlenen Türk milleti, allı temel prensip üzerinde demokratik haklarını geri almak istiyorlardı . Doğu ve Batı kültürlerini gayet yakın­ dan tanıyan Mergani, Türk boylan arasında İsla­ mın yayılıp tanınması yolunda verdiği büyük müca­ deleyle, resmi Sovyet tarihine geçerek adından uzun bir müddet bahsettirmiştir. Mergani'nin hal­ ka ulaştırdığı altı temel prensip ise şöyle özetlenebi ­ lir:

1 - Bütün vatandaşlarımız ruhi bütünlük ve içtimi hayatlannı Kur'ana göre belirlemelidir. 2- Kur'an. Tefsir ve Fıkıh. diğer derslerle birlikte zorunlu hale getirilı:rek, halk kültürel bütünlüğe ulaştuılmalıdır. 3- İsldmi hayat tarzı Türk'iın içtimai hayatının bir parçası haline getirilmelidir. 98


4- Rus halkın güttüğü kan bağı kompleksi yok edilerek. eşittik esas alınmalıdır.

5- Mevcut baskıcı, propogandaya yönelik eğitim sistemi askıya alınarak. modem eğitim metodlan be­ nimsenmelidir. 6- Batı biümleri

Rus

kaynaklanndan çok daha ile­

ri bir seviyeyi öngörmektedir: bu sebeple Batının po­

zitif ilimleri Türki okullarda da tatbik edilmeli. halkın bilgilenmesinden korkulmamalıdır. 1 8 1 5 yılında Kazan 'da doğmuş olan Mergani, Türk Cumh uriyetlerinin düzene karşı verdiği ilk sistemli mücadelenin miman olmuştur. O, Türki Cumh uriyetlerinde Türkçe eğitim ve konuşma öz­ gürlüğünü gündeme getirmekle kalmamış, sosyaliz­ min dimağlara kurduğu ahlaksızlık ve riyakarl ık ağlannı İslam'ın billur sulannda parçalayıp larihe gömmek de istemiştir. Türkçü liderler tarafından taltifle karşılanan bu görüşler zamanla halkın yüre­ ğini de sarmış ve Sovyet İmparatorluğu zor anlar yaşamıştır. Mergani basil bir fundamentalist akımı önennemiştir. Onun temel gayesi, ruh lara yönelik bir İslami akımın, Türkçü fikri besleyerek istenen halk isyanına ulaşabilmesidir. Kadınlara göıüşlerl içininde sık sık yer veren lider kadının, h erşeyden evvel bir ana, yani gelecek kuşağın yapıtaşı olduğu­ nu hatırlatarak kadının gasbedilen haklannın da savu9ucusu olmuştur Mergani, Rusya'da kadınla­ nn mevcut refah pastasından erkekle eşit pay al­ masının gerekliliği üzerinde duran ilk lider olmuş­ tur.

Mergani'den dokuz yıl evvel 1 806 yılında doğan Abdul Kayır Nasiri de, önemli bir liderdir. Merga­

ni'yle aynı felsefik eksen üzerinde mücadele veren Nasiri, medreseyi bitirdikten sonra Rus, Ortodoks okullarından Tatar dili öğretmenliğine başlamış, öğ­ retmenliği bıraktıktan sonra ise bağımsız bir yazar olarak halkına hizmet vermiştir.

99


Nasiri bugün bazı bilJm adamlarınca İtalya'daki rönesans sanatçılarına benzetilmektedir. Bu sıfatı, özgün ve dalında klasikleşmiş eserler vermesiyle kazanan Nasiri, Türk külütürünü Kafkasya'da ye­ niden canlandıran bilim adamıdır. Bağımsız yazar­ lık yıllarında sadece ve sadece Türk Kültürü.nün korunup ihya edilebilmesi yönünde çalışmalar ve­ ren düşünür, Türk Grameri, deyim ve atasözlerini ansiklopedi ebadında hazırlayarak bilinçsiz halka sunmuş ve Kafkas Türklerinin şuurlandınlması yo­ lunda korkunç bir mesafe kat etmiştir. Hayatının son yıllarını, sahibi olduğu bir edebiyat dergisini çı­ karmakla geçiren Nasiri, bu dergide Türk dilini sa­ vunmuş ve dört-beş yıl boyunca dergisini sadece Türkçe çıkarmayı başarabilmiştir. Kafkasya'nın üçüncü büyük lideri olarak tanı­ Hüseyin Feik.zade ise, A\rnıpa'da eğitim gör­ müş, ileri görüşlü bir Türk Milliyetçisidir. Türk okullar başta olmak üzere , bütün imparatorluk okullarında köklü bir reforma gidilmesinin gereklili­ ği üzerinde yıllarca mücadele vermiş olan Feikzade Rusya'da alternatif eğitim sistemi projelerinden en ciddi ve mantıklısına sahiptir. Bilindiği gibi, impa­ ratorluğun son yıllarında başlayan eğitim reformu tartışmaları akabinde, pekçok Rus eğitimci kendi tezlerini ileriyle sürmüş, ancak bir sonuca varılma­ dan gelen sosyalist ihtilal, kendi eğitim sistemini okullarda hakim kılmaya karar vermiş ve bu kara­ rını uygulayarak Sovyet halklarını cehalete mah­ kum etmiştir. nan

Şimdi bu üç Türkçü lideri incelediğimizde ortaya şöyle bir sonuç çıkmaktadır. Türkçü liderlerin ba­ şarısı eğitimle atbaşı yürümektedir. ÔZeUikle son iki yüzyıldır Kafkasya'da Türk MiHiyetçiliğini savu­ nan liderler incelendiğinde, bu liderlerin hepsinin eğitim, kültür ve dine son derece önem veren, oku­ muş, eğitilmiş ve mevcut çarpıklılpara karşı kendi

1 00


tezlerini sunabilen isimler olduklarını görebilirtz. Gerek Rus ve gerekse Sovyet İmparatorluğunun Türk topluluklara sunduk.lan kurşun, acı ve zulü­ me karşı ilim ve irfan mücadelesinden şaşmayan , soğukkanlılıklarını bir an bile yitirmeyen Türk mil­ liyetçileri , çığ gibi büyürken, zulüme karşı doğan is­ yan, bu liderlerin diğer bir takdir edilmesi gereken yönü, sınırlı kalıplaşmış milliyetçi-faşist doktrinleri aşıp, güçlü hipotezler ileri sürmüş olmalarıdır. Bu­ lundukları bölge kanunlarını gayet iyi tespit eden Türk Milliyetçileri , anayurtlarında milliyetçi parti ve kuruluşlardan aldıkları desteklerle, 20. yüzyıldan alınlarının akıyla çıkmayı bilmişlerdir. İlk isyanları inceledikten sonra ise, gerçekten Sovyetler Birliği'ndeki özgürlük akımlarının (Türk olsun olmasın) esinlendikleri o büyük ltdere geltyo­ ruz: İsmail Gaspırah. Gerçek bir refonnist , ilim adamı ve karizmatik bir ltder olan Gaspıralı. bütün Türk illerinin manevi ve tarihi önderidir. Yabancı kaynaklar, karşılaştırmalı milliyetçilik hususunda Gaspırah'ya bölümler ayırmışlardır. Hatta milliyet­ çiliğin bunca değer kazandığı içinde bulunduğumuz yıllarda, Gaspırah'ya bölümler dar gelmiş, tarih kendisini kitaplara, sempozyumlara taşımıştır. 1 8 1 5- 1 9 1 4 yıllarında yaşamış olan Gaspırah İs­ mail, Kırım'da doğmuştur. Askeri eğitim akademi­

sinde sekiz yıllık eğitim programının üzerinde bulu­ nan baskılar sebebiyle, ancak beş yılını tamamlayabilen Gaspırah okuldan ayrıldıktan son­ ra, bir süre Paris ve Istanbul'da kalarak devrin sos­ yolojik yapısını inceleme fırsatı buldu. Daha sonra ülkesine dönen lider burada 1 905 yılına kadar çok etkin bir rol oynayan Tercüman Gazetesini yayın­ lamaya başladı. Baştan sona Türkçe yayınlanan Tercüman, Türk kültürünü yaşatmakla kalmaya­ rak . psikoloj ik ve sosyoloj ik konulan da gündeme getirerek Türki halkın düşünce yapısını kuwetlen­ dirdi. Daha sonra siyasi konulara da temas etmeye

101


başlayan Tercüman, Türkçü akımın kalesi olarak uzun yıllar bir misyon eksikliğini halka unutturma­ ya çalıştı. Gaspnh İsmail Bey ise bu gazetenin di­ namosu olarak her alanda yayımladığı makaleleri ile karizmasını güçlendirdi ve yapacağı reformlar için gerekli olan halk desteğini pekiştirerek, kısıtlı zamanını çok iyi kullandı .

Tercüman Gazetesi nden geriye kalan zamanla­ nnı da boşa geçirmeyerek değerlendirmeye çalışan lider, yazdığı kitaplarla Türk M illetinin Rus impara­ torluğunda gerekli yeri alması gerektiğini ve Türkle­ rin haklannın ergeç alınacağını dile getirdi. Türkçü­ lük propagandası yaptığı kilaplarda ilmi ve demokratik bir mücadeleyi esas alan lider, Rus im­ paratorluğunu oldukça terletmişUr. '

Millellnden aldığı destekle Rus imparatorluğunu ister istemez bir yumuşamaya zorlayan. mecbur eden Gaspırah, Türkçülüğün ilerideki zaferini eği­ tim reformuyla garantiye alacaktır. Açtırdığı 5000 okul, Türki öğrencilerin tahsil almasını sağlamakla kalmayacak, yıllar yılı halkın üzerinde yoğunlaşan Rus tahakküm'ünü de kaldıracak ve demokrasinin, hakların aranmasının ilk ışıklarını günyüzüne çıka­ racaktır.

Gaspuah ardı ardına aldığı zaferlerle yıkılmakta olan Rus imparatorluğunu iyice köşeye sıkıştırarak, Türkçü liderlerin organize güç halini almalarını devlel desleğiyle sağlayacak ve düzenlenen yurtdışı toplantılarda Türk Milletini resmen temsil etme yekisi elde edecektir. ·

Ancak Gaspralı hali hazırda bir Türki Cumhuri­ yetler Birliğinin kurulmayacağını , diğer kavimler­ den de destek alınarak, bir özgürlük mücadelesine girmenin daha akıllıca olacağını keslirmiş ve bu se­ beple Türki Cumhuriyetlere en yakın konumda bu­ lunan Müslüman cemaat ve topluluklarla işbirliği yapma yolunu seçmişti . Arap-Türk entellektüeller

1 02


birliği bu nedenle kurulmuş ve Türk! Cumhuriyet­ ler müslüman desteği sağlamışlardır. Tercüman Gazetesi ve Liva Dergisinin öncülüğünde sürdü­ rülen bu çabalar. boylarında da desteği alınarak hızla geliştirilmiştir.

Bazı araştırmacı ve tarihçiler Gasprah'nın bir buhran içinde Pan-Slavizm"e hizmet ettiği görüşün­ de birleşmişlerdir. Aslında bu görüş, Gaspıralı'nın ardında bıraktığı o muhteşem anektodların incelen­ mesiyle kolaylıkla çürütülebilir. Gaspıral'nın son derece akıllı ve kurnaz bir lider olduğuna üst bö­ lümlerde dikkati çekmiştik. İsmail Bey o "..aman tam bağımsız Türk Cumhuriyetler kurmanın çözüm olamayacağını gayet iyi biliyordu. Onun yep;ane p;a­ yesi zaman kazanmak ve ka.7.andığı zaman içinde yetişen Türk nesillere okuyup . öğrenmek ve şuur­ lanmak imkanı sağlayabilmektir.

Evet İsmail Bey, Rus imparatorluğu nu öyle bir oyalıyordu ki, onca entrika ve dümeniyle tanınan Rus siyasetçileri bile bu lideri bir türlü çözemiyor­ lardı. Tam Türk Milliyetçiliğinin dallanıp budaklan ­ dığı. halkın yüreğini sardığı bir zamanda, yani Rus imparatorluğunun yeni bir zulüm rüzgan başlata­ cağı yıllarda Gaspırah , bütün dikkatleri müslüman teşkilatlanmasına çeviriyor ve müslüman azınlığın desteğini sağlıyordu . Bilindiği gibi Rus İmparatorluğu sınırlarında ya­ şayan Müslüman azınlığın sayısı h iç de azımsana­ cak bir düzeyde değildir. Hem Türki Cumhuriyetle­ ri, hem de Müslüman azınlıkları çok zor bir mevkide olan Rus hükümeti karşısında almayı akıl­ lıca bulmayacak ve birtakım esnekliklere gitmek mecburiyetinde kalacaktı. Gerçekten de lsmail Gaspırah n ın planı tutmuş ve kanlı tasviye politika­ sının önü alınmakla kalınmamı ş, M üslüman-Türk toplumlara yeni reformlar da kazandınlmıştı. '

Açılan 5000 okulun faaliyetlerine izin verilmiş, yeni 400 tanesi tmparatorlukça yapılarak okuma

1 03


hakkı devlet güvencest'ne alınmış ve Gaspırah dev­ letin yetkili temsilcisi durumuna getiıilmiştir. Böy­ lesine kritik bir anda zaman lamayı çok iyi değerlen­ diren lider, bağımsızlık yolundaki en büyük engeli de aşarak Türk Cumhuriyetlerinin tarihi diyalektik­ teki başarısını kesinleştirmiş. halkın şuursuz bir şekilde eğitilmesi Türki Cumhuıiyetlerde önlenmiş, ancak, aynı başarıya henüZ Müslüman topluluklar­ da ulaşılamamıştır. Gaspırah şuursuz blr desteği güvence olarak görmeyerek, Müslüman toplulukla­ ra da eğitim hakkı istemiştir. Bu yolda bastığı ya­ yınlar ise şu felsefik eksene dayandırılmıştır:

"Müslüman ve Türk topluluklan Rusya'd.a bir azınlık değUlerdir. Türk ve Arap kökenli Rus müslü­ manların eğitimsiz bırakılmaları, ileride yani teknolo­ jik hamleler dönemine girildiğinde, milli bağlamda ilerlemeye ayak bağı olacak ve gelişimi kesinlikle durduracaktır. İsler istemez azınlık olmayan bu halkların eğitilmesi için hamle ve girişilmek mecburi­ yetinde kalınacak ve bu toplulukların gelişimi Avru­ pa ülkelerinin ardında bir çizgi izleyecektir. Eğer böyle bir felaket yaşanırsa Rusya imparatorluğunu kaybetmekle kalmayacak, yöneten ülke konumun­ dan yönetilmeye sürüklenecektir. Müslümanlar akıllı ve mantıklı bir topluluğu oluşturmaktadırlar. Eğerfır­ sat verilirse hazır Rus kökenli kadrolar yetiştirilir­ ken, yaşadıkları bölgenin değeri ve verimini gayet iyi bilen müslüman kadrolar da yetişecek. ülkede verim her alanda artırılacaktır. Biz bölücülük değil. insani haklarımızın garantisini istiyor. karşılığında ise Rus­ ya'nın menfaatlerini artırılmasını vaad ediyoruz." Radikal yöneticilerin son derece büyük ilgisini çeken bu önermeler, Rus imparatorluğunda · kor­ kunç bir tartışmaya yol açacak, haklar bizzat Rus yöneticilerin yardımlarıyla alınacak. hem Türk, hem müslüman topluluklar ilimle tanışma şansına ereceklerdir. Gaspırah'nın bu taktiği belki de 20.

104


· yüzyılın en büyük soğuk savaşı galibiyetidir. Sade­ ce kendi halkını değil, aynca din kardeşlerini de ilim ve irfana taşıyan Gaspırah'nın müthiş taktiği­ nin bugün bile bazı tarihçiler tarafından anlaşılma­ mış olması, kazan ılan zaferin büyüklüğünü ortaya zaten koymaktadır. Türk topluluklara sağladığı eğitim imkanlarını yürürlüğe soktuktan sonra, dil meselesine ağırlık veren Gaspırah, Türk boylararasında konuşulan dilin tek lehçe etrafında toparlanmasına gerekliliği üzerinde durmuştur. Gaspırah, bu isteğinin gerek­ çelerini ise şöyle özetlemekteydi:

"Bilindiği gibi, pekçok Türk Boyu bugün kendi ma­ halli lehçeleriyle konuşmakta ve bir türlü. küUürel bağlwnd.a birleşememektedirler. Bu birleşememezlik. ileride başıbozukluk ve bildiğini okwna meselelerini birlikte getirecek, Türk boylan arasında başgöstere­ cek dağılma. bütün Kajkasya'yı sarabilecektir. Bu yüzden Türki Topluluklar arasında mevcut olan leh­ çe uyumsuzluğunun önü alınmalı. Türkler ortak lehçede buluşturubnalıdır. " ·

J»rof. Mende, İsmail Bey üzerinde yıllarını har­ camış bir bilim adamı olarak, düşünürün dil kavga­ sını şöyle yorumlamaktadır: "Çok. çok akıllı bir adam Gaspıralı. Kafasında tasarladıkları pek tabi ki Rusya'nın menfaatleri ile il­ gili meseleler değUdi. Onun dil anlayışı.. bütün Dün­ ya Türklüğünü ilgilendiren bir husustu. İsmail Bey'in isteği İstanbul'dan Kıron'a, Türkistan'dan Kırgıziz­ tan'a bütün Türk iUerinde konuşulan tek bir lehçenin oluşturulabilmesine yönelikti. Türkler değişik lehçe­ leri konuşuyorlar ve her lehçe gitgide gelişiyordu. Bu gelişim ilede Türki Topluluklarınbirbirlerini anlama­ masında son bulabilir ve Büyük Turan daha kurul­ madan yok olabilirdi. İşte Gaspıralı.. bu korkunç teh­ Ukeyi sezmiş ve önlemini almaya gelişmiş bir düşünürdü. Rusya'd.an çıkacak bir izin sonucu en 105


mükemmel Türk diyalektiği olan İstanbul lehçesi Kajkasya'ya girecek, bütün Türkler ayru lehçeyi pay­ laşarak kültürel bağlamda biı.tiınlü.ğe erişebilecekler­ dir. " Gaspırah'nın bu tavsiyelerini destekleyecek, kendine kamuoyu yaratabilecek bir güce ihtiyacı vardı ve bu ihtiyaç yine Tercüman Gazetesi tara­ fından giderilecekti. Artık Tercümanın çıkışı iki ga­ ye üzeiinde şektllenmiştı ; siyaset ve dil reformu . . . Istanbul diyalektiğini esas alan bir yayın politikası Tercüman yazarlannca hergün dile getliiliyor, hal­ ka İ stanbul ağzı öğretilmeye çalışılıyordu . ·

Yine Mende'nin açıklamalannı esas alırsak Gas­ pırah'nın bir başka mücadelesiyle daha karşılaşa­ biliiiz. Kadın haklan . Çok eski çağlardan beri kadı­ na veridlği önem ile tanınan Türkçü ideoloj i , Gaspırah'da da bu özelliğini yitirmeyecek ve eğitım­ kültür reformlanyla başlatılan değişim döneminde sıra kadınlara gelecektir. Kadının yönetim kadrola­ nnda hak ettiği yeri alması gerektiğini , aksi halde ülkede ileride bir kadın buhranının yaşanabileceği­ ni savunan düşünür, Rus imparatorluğunun liberal kadrolanndan oldukça geniş destek almayı başara­ caktır. Yenilenen eğitim ve kültür kadrolarında ka­ dınlara da yer veren Gaspırah, büyük başarılar el­ de edecek ve gelişen sosyalist akımdan beklemediği yardımlar alacaktır. Hatta sosyalist kadrolann ilk yıllarda Gaspırah'yı h ızlı bir komünist olarak gös­ terdikleri gerçektir.

İsmail Bey'ln anlayışı ise oldukça liberal ve öz­ gürlükçü bir çizgide seyretmektedir. Din ve vicdan hürriyetini savunan , topraklan üzeiinde yaşayan halkalnn inançlanna, kanşmayan tek milliyetçi ideoloji olan Türk milliyetçiliğinin bütün vasıflannı bünyesinde bulunduran Gaspırah, Türk Topluluk­ ların kurtulmasında man evi yönde İslam'ı temel ta­ şı olarak kabul etmesine rağmen wrlaınalardan ka­ çınmaya özen göstermeyi de lhmaI etmiyordu. 1 06


Konuşmalarını Kur'an'dan aldığı hadis ve ayet­ lerle süsleyen Gaspırah, öze11ikle katıldığı küçük toplantılarda halka İ slfun'i değerleri aşılayabilme mücadelesi veriyordu. Yani o da diğer Türçüler gibi, halkın içine yerleşmiş olan İ slfun'ı koruyor, gelişti­ rip yaymak istiyor, ancak bunu mecburi tutmuyor­ du.

İsmail Gaspıralı uzun yıllar verdiği kavgadan geriye pekçok değerli bilim adamı ve milliyetçi öğ­ renci bırakarak, dünyadan aynldı. Ancakonun ölü ­ mü Türkçülüğün yeniden doğup güçlendiği, önü alınamaz bir hale geldiği gün olarak taıihe geçti . Onun felsefik ekseni etrafında yapılan çalışmalar sonunda kurulan dernekler, ileride halk cepheleri­ nin ideoloj ik eksenini oluşturdu. İ şte bu noktada incelemeye çalıştığımız dört Türkçü liderin ortak öze1likleri olan ilmi çalışma metoduyla karşı karşıya geliyoruz. Türk Milliyetçili­ ği Ka1kasya'da ilmi metodlara göre, kavrandığı, eği­ tim ve kültürel alanda halka çok şeyler kattığı için başarılı olmuştur.

TÜRKÇÜLÜK UYANIYOR ı 783 yılında Kırım'ın Türk topraklarına katılma­ sı Türkçülük açısından bir dönüm noktası olmuş­ tur. Yıllar yılı irnparaforluk baskısıyla ezilen Kırım Türkü, Osmanlı Devletince sömürülmüş bir mi1leto­ larak ele alınmış ve Kırımlı muhacirlere korkunç fırsatlar tanınmıştır. Bilindiği gibi, Rus imparator­ luğunun temel gayesi olan sıcak denizlere ulaşma ve bu denizleri çevreleyen halkların temel haklarını gaspetme mücadelesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun Kınnı' ı almasıyla büyük bir hüsrana uğramış ve ya­ vaş yavaş ciddi1iğinl yitirmiştir. Karadeniz kıyıları­ nın Rus tekelinden alınıp Osmanlı idaresine devre­ dilmesi, · hem batının, hem de ezilen Kının

107


Türk'ünün işine gelmiştir. 1 9. yüzyılın ortasına doğru etkisini iyice hissettiren Osmanlı idaresi , üvey evlat göıiilen Kının Türkünekültürel ve ekono­ mik reformalan getirmiş, eğitim görüp bilinçlenen Kıran halkı 20. yüzyıl Türk Milliyetçiliği akımına uzunca bir süre beşiklik etmiştir. Türkçülük akımının gelişmesi ve uyanışında et­ kin yer oynayan yabancı Türkologlar da vardır. Son derece geniş bir alana yayılan Türk Dünyası, em­ peryalist olsun olmasın, bütün milletlerin tarihle­ rinde genişçe yer bulmuştur. Türklerin karekteris­ tik özellikleri, bir milletin aşiretlikten kabileliğe doğru u7..anan başdöndürücü yükselişi dünyanın dört bir tarafından sosyolog ve tarihçiler için merak konusu olmuş ve bu merak zamanla Türkoloj i bili­ mini doğurmuştur. 1 8. yüzyılın ortalarında Fransız. Türkolog J. De Gulnes tarafından yazılan "Hwılar, Türkler ve Mo­

ğollar'' adı kitap piyasaya çıkmış ve Fransız halkı­

nın oldukça ilgisini çekmiştir. 1 8. yüzyılın değer yargılarına dayanarak gözlemler yapan Guines'in çalışmasındaki en ilginç yön , kitaptaki sonuçlardan bazılarının bugün bile geçerliliklerini sürdürebilme­ sidir. Şimdi bu sonuca ele aldığımızda, Türkler için tutucu bir içyapıya sahip bir halk diyebilir miyiz? Bu son suruyu kitabında Guines de tartışıyor ve hayli ilginç sonuçlara ulaşıyordu. Yazar da üçyüz yıl içerisinde Türk mi111etini inceleyerek, Türklerin temel niteliklerinin incelendiği üçyüz yıl 7,cirfında değişmediklerini ancak bu değişimstzliğin l u l ucu� luk olarak ele alınamayacağını savunuyordu.

Guines. Dünya Türklüğünü Rusya'da yaşayan­ lar. Osmanlı sınırlan içinde bulunanlar ve Balkan­ larda dağınık bir biçimde özgürlük mücadelesi ve­ renler, diye üçe ayırdığı kitabında, Türklerin muhafazakarlıklarını hiç bir suretle tutuculuk dü­ zeyine götürmediklerini savunmaktaydı . O, Türk 1 08


halkının şuuraltında belirlediği mevcut muhafaza.­ karlık çizgisinin boyutlarını inceleyerek, Türklerin yersiz komplekslere sahip bir millet olmadık.lan te­ zini, en azından Fransa'da ilk kez ortaya atıyordu. Guines'in kitabına kadar pekçok Fransız ya7..ar Türklüğü ve Türk halkını incelemiştir: Ancak bu in ­ celeme içinde taşıdığı (Batının genel incelemeleri) bitmek tükenmek bilmeyen haçlı kinini bir türlü üzerinden atamamış, bilimsellikten uzak bir yazılar topluluğundan ibarettir. Diğer Fransız yazarlarına göre, ki bu özellikle İngiliz ve Alman sosyologları için de geçerlidir. Türkler barbar, vahşi son derece tutucu, kan dökmekten patolojik bir zevk alan in­ san olduklarından dahi şüphe edilebilecek yaratık­ lardır. İşte "Hunlar, Türkler ve MogoUar" bu çarpık man tığı alaşağı eden ilk kitap olabilme özelliğine sahiptir. Türk Milletinin içinde sevgi cevherinin, hoşgörü fidanlarının yeşerdiğini, bu halkı devamlı üzerine gelen zulüm tufanının kendisini o denli sert gösterdiğini bir kitap boyunca anlatan Guines, sa­ tının çifte standardını da gözardı etmiştir. Türkçülük ve Türkler hakkında görüş belirten ikinci isim ise, Osmanlı topraklarında siyasi mülte­ ci statüsünde yaşamış olan Polonyalı .tarihçi Kons­ tanty Borzecld olmuştur. Türkleri ve Osmanlı yö­ netimini çok beğenen bu Polonyalı, çlaha sonra Mustafa Celalettln Paşa adını alacak ve Osmanlı hanedanı tarafından orduya general olarak atana­ caktır. Borzecld ordudan ayrıldıktan sonra Türkle­ ri. öven pekçok kitap yazarak. Türk Milletinin dün­ yada ne denli yanlış tanındığına dikkati çekmeye çalışacaktır.

"Eski Türkler Siyasal Yenileşme içinde" adlı kita­ bında Türkçülük kavramı üzerinde itinayla duran Borzecld, Türk Milletininancak mantıklı bir milli­ yetçi ideoloj iyle kurtulabileceğini savunmuştur. Pekçok yabancı kökenli devlet adamının Osmanlı 1 09


İmparatorluğunun hayrına çalışacak yerde, azınlık­ ları örgütleyerek devletin üzerine saldırmaya çalış­ tıklarını tespit eden Borzecld, Türk kökenli olma­ yan diplomat ve hükümet görevlilerin arasında bir ayıklanmanın zaruri olduğunu, bizzat padişahın kalma vararak dile getirmiş ve belli bir ölçüde ba­ şanlı da olmuştur. Bu gün Borzecki hakkında gö­ rüş beyan eden yabancılar, onun sadece adını değil milletini de değiştirdiğini söylemektedirler. Hükü­ met içinde Türk kökenli olduğu halde bölücülük ve ayınmcılık yapanlann varlığına da dikkati çeken Borzecki'nin fikirleri ve Türkçülük akımına duydu­ ğu sempati, nesiller geçtiği halde unutulmamış, halla yazan n fikirleri 1 920 sonrası Türk Millietçiliği akımına bazı faydelı ögeler katmıştır. _Mesela, yaza­ nn tespitleri esas alınarak, Türk Milliyetçisinin ta­ nımında esneklik getirilmiş bu esnekl ik, akımın bu­ günlere dek ulaşmasına kolaylık sağlamıştır. Türk Milllyetçiliğl kompleksten uzaktır demiştik. İ şte size en bariz örnek Türk Milliyetçileri Türk Milletini dü­ şünen, varlığını yüce Türk Milleti ve devletine ada­ mış ve bu mellıumlar üzerinde her türlü fedakarlığı göze alabilmiş kişiyi Türk vatandaşı olarak kabul eder ve hayatını teminat altına alır. Bu denli köklü reform ve açıklık politikası hiçbir Mill iyetçi Doktrin­ de görülemez. Türk Milliyetçilerini en çok etkileyen yazar ise kuşkusuz Leon Cahon'dur Büyük Türkçü Ziya Gö­ kalp, Cahon'un "Asya Tarihi" isimli kitabını oku­ duktan sonra felsefik ekseninin ufuklannı genişlet­ tiğini söyleyerek Cahon'un kitabını okuyan bir aydının Türkçü olmak.lan başka bir alternatifi kal­ madığını ileri sürmüştür.

Necip Asım tarafından çevrilen kitapta, yazar, türklerin her türlü değişimi hakkını vererek uygula­ dıklannı , son derece yiğit ve mert olduklarını açık­ lamış ve Türk halkının bozulmasını, çürümesini iki 1 10


nedene bağlamıştır. Bilinci neden özcevheıin bıra­ kılıp Batının uşağı olunması; ikinci neden ise aşın derecede uyuşuk ve hazır yiyici bir millet olan Arapların bu iki kötü özelltklerinin toplum yapısı içine girmesi. Cahon o denli sermayesi olan bir hal­ kın, Araplann uyuşukluğunu toplumsal yapılan içi­ ne dahil etmelerini, çağın büyük bir kaybı olarak nitelendirmiştir. Yazar kitabının en sonunda Türk Halkının kurtulması için özüne dönmesinin şart ol­ duğunu söyleyerek, Pan-Türkizm'in adeta yolunu aydınlatmıştır.

La Martine, Pierre Lotl, Tolstoy.. Bütün bu yazarlar Türk aydınına unuttuklan cevheıi hatırla­ tarak, Türk'ün kendisini hatırlatarak, Türkçülük akımının oluşumunu kolaylaştınmşlardır. İşle bü­ tün bu tabii hareketliliğin zulasında gelen Türkçü­ lük akımı, Ziya Gökalp' l n aşağıdaki mısralarıyla kendini bulmuş, daha sonra gelen liderler tarafın ­ dan geliştirilerek çağdan başarıyla çıkan Türk Milli­ yetçiliği ideolojisi (yazar burada 20. yüzyıl Türk Mil­ liyetçiliği demek istiyor) oluşturulmuştur: .

"Vatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir Turan Düşmanın kalesi viran olacak. Büyüyen Türkiye bir gün Turan olacak. .

YUSUF AKÇURAOÖLU Türkçülüğü savunan yazar ve şairlerin arasında en baş köşeyi tutan isim kuşkusuz Yusuf Akçura­ oğlu'dur. Rus toprakları içinde doğan lider, Ka­ z.an'daki isyanı yönlendirmiş, direnişte başrolü oy­ namış ve Müslüman Birliği adı altındaki ittifak'ın kurulmasında aktif rol almıştır. 1 903 - 1 906 yıllan arasında başgösteren Türk uyanışına hükümet kanlı bir tepki göstertrıce, peşindeki ajanları atlata-

111


rak İ stanbul'a sığınan Akçuraoğlu, çalışmalarına İ stanbul'da devam ederek, Kazan direnişini yazdığı ateşli makalelerle desteklemiştir. Onun her makale­ si 1ürkler arasında büyük tepkiler geliştirmesini sağlıyor, kanlı zulüme karşılık, yazarın yazıları Türk halkının canlı ve dimdik mücadelesini sürdür­ mesini kolaylaştırıyordu. 1ürk Derneği ve 1ürk Yur­ du Dergisinin kuruculuğunu yapan lider, hayatını Avrupa'nın kolonileşme ve emperyalizm politikaları­ na karşı savaşmakla harcamıştır. Dünya halklarını ezen Avrupa emperyalizmini şiddetle eleştiren Ak­ çutaoğlu, gerçek barış ve milletlerarası antlaşma­ nın ancak karşılıklı saygı ve hakların iadesiyle mümkün olabileceğini savunmuştur. Koloni kazan ­ maktan başka fikri eksene sahip olmayan Batı'nın daha çok ülke sömürebilmek gayesiyle Rusya'ya davetiy;e çıkardığını, arada kalan halkların ise asi­ mile edildiğini tespit eden lider, Rus parlemento­ sunda azalık görevini de üstlenmiştir. Onun temel gayesi b üyük Türk- İ slam İmparator­ luğunun kurulmasıydı . Bu uğurda geniş araştırma­ larda bulunan lider, Kahire'de yayınlanan Türk Ga­ zetesinde "Üçlü Sistem ve Türk Devleti" adında uzunca bir yaıısını yayımlatmıştır. daha sonra bu yazısını geliştiren Akçuraoğlu "Pan-7Uranizmin Esasları" isimli kitabı yazm ıştır. Bu kitap Türkçülü­ ğün Manifestosu olarak da nitelendirilmektedir. ·

işte Ü çlü Sistem ve Türk Devletinin kısa bir öze­ ti: "Osmanlıcılık fantazimden de öte bir olgu hatta hastalıktır. Osmanlıcılık diye bir kavram olamaz çünkü Osmanlı Devleti, Amerika Birleşik Devletleri gibi birkaç halkın birleşerek ve isteyere� oluştur­ dukları bir federal devlet değildir. Osmanlıcılık Türk Milletinin fıtratına . da aykırı­ dır ve getirdiği özellikler suistimal edilmektedir.

112


Türklerle Devlet görevi açısından eşit tutulan azın­ lık mensupları , vatanı bölebilmek için her türlü yo­ la başvurmakta ve bunun önü almamaktadır. İ na­ nan ve inanmayanları eşit tutan devlet yapısı üniter bütünlüğü mahfetmektedir. Türki olmayanlar bile Osmanlıcılığı istememek­ tedirler. Yavaş yavaş özgürlüğe doğru uzanan bu insanlar, onları fethedenlerle aynı çatıda yaşamayı pek tabi ki reddetmektedirler. Osmanlıcılık Osman­ lı devleti içinde yaşayan halkları birleştirmek için öne sürülen bir faraziyeydi ve tutmamıştır. Bu olta­ ya gelmesi beklenen azınlıklar yemi . yutmamışlar, fakat Türk büyükleri kendi yemlerine kanarak, Os­ manlıyı müstemleke, cam simidi diye nitelenen Os­ manlıcılığı ise müstemlekeliğe giden süreç haline getirilmişlerdir. Müstemleke olmaya, dağılmaya ha­ yır. Osmanlıcılık Pan-Slavist akımın da karşısında­ dır. Bir siyaset izlenmeye başladığında ve hele ki o siyaset kendinden güçlü bir ülkenin yanıbaşında başlatıldığında dikkatli olmak lazım gelir. Türk top­ raklarında yaşayan Hıristiyanların hamiliğine soyu­ nan Rusya'ya bu ideoloji meşruiyet ve davetiye ha­ zırlayacaktır. Avrupa Osmanlıcılık akımıyla Türkiye'yi tam bir koloni olarak kullanacaktır. Başa getirilecek Türk kökenli olmayan köpekler Avrupa'nın her türlü ma­ lını ülkeye sokarak ekonomiyi öldürecekler ve millet ezilmeye başlayacaktır"

Akçuraoğlu'na göre "Osmanlı rejiminde ülke­ nin üniter yapısını savunan bir Türkler kalmış­ tır. Vatanın bekaıb için Türklerin azminin artı­ rılması ve teşviki zorunlu bir hal almıştır. Bir ülke ancak birlik içinde refaha erecektir. Bu se­ beple yönetimin baştan aşağı Türkleştirilmesi şarttır. Türkleştirme vatanın yönetim sistemi­ nin Türkçü motif ağırlıklı yeniden yapılanması113


şart koşmaktadır. Rusya büyük bir güç olmasına rağmen yıkıla­ mayacak bir kale değildir. Oradaki Türk soydaş­ lar başta olmak üzere bu tür ezilen halkların öz­ gürlüklerine kavuşturulmaları, ileride istenen banş için lüzumludur. İşte Türkçülükyalnız Tür­ ki halklarla sınırlı kalmayacak bir devrimin muştusudur., Türki halkların başlatacağı yürü­ yüş diğer halklarca da benimsenerek emperya­ list idarenin kaleleri birer ikişer yok edilecektir ve edilmelidir de." m

Gerçekten de liderin burada söyledikleri Türk Milliyetçiliğinin yapısında kendini bularak lleride Nizam-i Alem ülküsünü doğuracaktır. Nedir Nizam­ i Alem? Bütün dünyayı kasıp kavuracak bir Dünya İdaresi mi? Faşist bir baskı mı? Yok hayır. Türk Milliyetçilerinin bir başka özellikleri de birer de­ mokrasi aşığı olmalandır. Bu aşk çok sonraları MHP zamanında Dünya Türklüğünün son lideri Al­ parslan Türkeş tarafından "Türk Milliyetçileri öz­

gürlük ve insan haklarını sindinniş birer demok­ rattırlar'' sözlerinde kendini bulacaktır. Evet bütün

dünyayı Türk İdaresi altında ezerek emperyalizmi körüklemek değil. Türki Topluluklann açtıklan yol­ da ilerlemek ve ezilmeyi dünyada yok etmek. işte Nizam-ı Alem'in temel yargılan.

Akçoraoğlu, Gaspıralı ve Gökalp fikileriyle yeni­ den yapılanan Anadolu Türklerinin resmi devleti T.C'de dikkate. alınarak çağa uydurulmuştur. Re­ sulzade'i de "Yükselen Bayrak Bir Daha inmez" derken bu düsturların bir analizini ortaya koymuş­ tur. Birbiri ardına açılan Türk Yurtlan ve Ocaklan, Milliyetçi Hareketin fikirkaleleri olarakkendilerini göstermiş ve milliyetçi Türkiye tezinin bir ideoloj i halini almasını sağlamışlardır. Bu üç liderin ardından yürüyen Türki halklar o

114


zaman için zulüm görmüşlerdir; ancak bu zulüm yeni liderlerce çok iyi kanalize edilerek milli hınç ve şuurun haınmaddesinl oluşturmuş ve i lerideki za­ feri kesinleştirmiştir. M esela Kazan isyanında öldü­ rülen ve sürülen Türklerin hatti hesabı yoktur. Bir halk dağıtılmıştır ancak sırf bu sürgün Kazan halkı içlndesosyalizmin başarısız olmasına ve direnişin , Rus imparatorluğunda ·olduğundan çok daha geniş boyutta Sosyalist Birlik'te de sürmesini sağlamıştır. Türk! Toplulukları arasında en iyi eğitim almış Türk boyu Azeri Türk'üdür. Bu yüzden en sağlıklı direnişi gösterende Azeriler olmuştur. Ba!Şarılı bir porpagandayla milliyetçi hareketi hızlandıran Türk­ çü l iderler, halk i syanını zaferle sonuçlandırmayı bilmişlerdir. Evet, belki Kızıl Rusya, Azerileri kan ve gözyaşlarıyla susturmayı başarmışlardır, ancak Azerin'ln bitmek tükenmek bilmeyen azm i bu zu­ lüm davranışını da yıkabilmişlir. kısacası Resülza­ de'yi biraz geliştirirsek, Türkler için şu sonuca da varabiliriz: "Türkün bir kez açtığı isyan bayrağı bir daha yere inmez. "

ENVER PAŞA K.R. Mlnoque 'nin görüşleri Hostler'de de kendi­ sini bulmuştur. Ziya G ökalp'i Dünya Milliyetçiliği­ nin fikir babası olarak nitelendiren yazarlar, Enver Paşa'yı da büyük aksiyoncu sıfatıyla tanıtmaktadır­ lar. Osmanlı savaş bakanı General Enver Paşa'nın zamanında Türkler. Dış Türkler meselesine oldukça yakinen eğilmişlerdir. Enver Paşa Türki toplulukla­ rın özgürlük-kurtuluş umudu olmuştur. Enver Paşa Savaş Bakanı olduktan sonra, ilk olarak mevcut üç orduya bir dördüncüsünü ekleye ­ rek, uzun zamandır tasarladığı planın ilk bölümü­ nü uygulamaya koymuştur. Gerek Harp okulu yıl­ ları, gerekse subaylık yıllarında olsun , kendi 115


kadrosunu oluşturabileme mücadelesi veren Enver Paşa elindeki adamlarla sistematik bir çalışma programına girerek, büyük Kafkasya İdeali için kol­ ları sıvadı. Kısa süre içinde kurduğu orduya başku­ mandanlık etmeye başlayan Enver Paşa, arkadaşı Talat Paşa'yla birlikle Pan-İslamisl kampanyayı yürürlüğe koydu . Pek tabii ki onun kafasında Pan-İslamist bir re­ form yatmıyordu . Enver Paşa' nın temel gayesi , arap askerleri de kadrosuna katarak güçlü' bir ordu kurmak ve Kafkasya'yı Türkleştirmekti. Yeterli za­ man ön hazırlıklar için hazırlandıktan sonra, Ah­ met Cemal Paşanın da desteğiyle üçüncü ordunun başına geçen Enver Paşa ele aldığı orduda kesin de­ ğişikliklere gitti. Eski komutanların yeri'ni yeni ve yaratıcı subaylara devrettikten sonra Er..mrum'a ge­ çerek Kafkas savaşını başlatan Paşa, siyasi açıdan affed ilemeyecek bir zamanlama halası yapıyordu. Enver Paşa soğuk dolayısıyla hayli zayıflayan ve çaptan diisf'n Ru s ordusunu gafil avlamak niyetin­ clPwli ;ınr·ah cnlchı l ıesa p r:ırşıya uymayacaktır. ı<�"''l "'"l l Enver Paşa bahı:ırı hckleseydi karşısında henı"i7 l vµarlanmnaı ııış bir Rus ordusu bulabilir ve eı ı ;uıı ı uan karşısındaki imparatorluktan birkaç parça toprak kurtarabilirdi. Yirmi gün süren çatışmaların müteakibinde or­ taya çıkan sonuç Türkler için hiç de iç açıcı değildi. Savunma yapılmış, hücum kanatlarında ise ağır darbeler yenmişti . Ancak her iki orduda sanki yüz­ yıllar süren bir hıncı kesin ve net olarak sona erdir­ mek]� bitirmeye niyelliymişlercesine savaşı sürdür­ mek istiyorlardı ve savaş soğuğa. hastalığa, techizatsızlığa rağmen ondört gün kadar devam et U. Enver' in kış operasyonunun hiçbir muvaffakiyet şansı yoklu. 75. 000 Türk ve 23.000 Rus askeri sa­ vaşın sonunu görememişler, kalanların büyük kıs­ mı ise yurtlarına ölümcül bir hastalığı kaptıkları -

116


halde dönebilmişlerdir. Ailen ve Muradof savaş için şunları söylemişlerdir: "Bu savaş hiçbirşeyi. ama insan azmini ortaya çı­ kannıştır. Sankanuş tarihin somma dek anılarda ya­ şamalı. yaşatılmalıdır. Herhangi bir ordu bu savaşı iki gün devam ettiremez, isyan bayrağı kuvvetlerden biri tarafından açılırdL "

Enver Paşa İstanbul'a döndükten sonra gücün­ den hiçbirşey kaybetmemiş hatta ününe ün kat­ mıştı. Rusya'nın Kafkas savaşının hemen akabinde Tebriz'i işgal etmesi bir süre için askıya alınan Pan­ Türkist idealin yeniden canlanmasına ve halktan destek bulmasına yol açmış . . Tebriz, Türk gönüllü­ lerince savunulmaya çalışılmıştır. Artık Enver Paşa Dış Türkler'in manevi ltderi ve yetkili kurtancısıdır. Dünya Türkl üğü paşaya mektuplar göndermekle ve kendisinden haklarını geri almasını istemektedirler. 1 9 1 7'de pat.lak veren Bolşevik İhtilali, Pan­ Türkizm emellerine davetiye çıkaracak ve Enver Paşa'ya bir kez daha mücadelenin yolu gözükecek­ tir. Kendisine, zamana göre en malik Türk Cumhu­ riyeti olan Azerbaycan' ı üs olarak seçen komutan. İslam ordusu adı altında yardım toplamaya mukte­ dir olmuş ve yeniden kurduğu 28.000 kişilik Kurtu­ luş Ordusu'nun başına kardeşi Nuri Paşa'yı getir­ miştir. İlk olarak s ilahlanma tamamlanacak, daha sonra ise başkent Bakü kızıl zul ümden kurtarıla·­ caktır.

Enver Paşa bu sefer zamanlama hatasının kur­ banı olmamak ve heyecana kapılmamak için Kaf­ kaslara gitmeyerek, planlarını lstanbul'da hazırla­ maya özen göstermiştir. Fakat komutanın büyük handikapı, hayalciliği yine depreşecek ve planlar çok idealist bir çerçeveye oturtulacaktır. Enver Pa­ şa, Bakü'yü dört altı hafta içinde, Kafkasya'yı ise iki yıl zarfında ele geçirme sevdasına kapılmakla kalmıyor. Transkafkaslara ulaşmanın hayallerini dr 1 17


kuruyordu. Ancak tam bütün hazırlıklar tamamla­ nıp, iş Bakü'nün alınmasına geldiğinde Enver Paşa büyük bir sürprizle karşılaşacaktır. Alman İmpara­ torluğu, Bakü petrol rezervlerinin ingiltere'nln ellne geçmemesi için Rusya'yla anlaşma yapmış ve Türk­ leri yüzüstü bırakmıştır.

KOMÜNİST DOKTRİN VE TÜRKİYE'DE MİLLİYETÇİLİK Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasının mütea­ kiben Almanya"ya geçen Enver Paşa ve arkadaşları, içlerinde bir ukde olarak kalan Büyük Turan h aya­ linden vazgeçmeyerek . çalışmalarını Almanya top­ raklarında yürütme karannı alacaklardır. 1 9 1 8-20 yıllarını, hazırlıkların ı tamamalayabilmek için har­ cayan lider, l 920'de harekatına kaldığı yerden de­ vam etmek üzere Rusya'ya gitmek isterken, yakala­ narak bir müddet hapishanelerde yatacak, ancak sonunda arkadaşı Ahmet Cemal Paşa'nın yanına gelmeye muaffak olacaktır. İşte lam bu noktada Enver Paşa'nın felsefik ek­ seninde bir değişiklik görülecek ve ünlü komutan Rusya'yla sıcak ilişkiler içine girecektir. Pek tabli ki Enver Bey'ln gayesi komünist düzene entegre ol­ mak ve bu yeni düzen uğruna çalışmak değildir. Komutanın gayesi yüce Osmanlı İmparatorluğunu yok eden ve başkent İstanbul'u işgal eden İngilizle­ re hadlerini bildirmektir. Uğruna bir ömür harcadı­ ğı devletini yıkan faşist İngiltere'ye karşı Sovyet sı­ nırlan içerisinde müdahaleye girişen Enver Paşa'nın gönlünde bir aslan daha yatmaktadır. Sovyetler'deki Türk Halkları kurtaramayan komu­ tan, hiç olmazsa Çin topraklarında zulütn gören soydaşlannı tam bağımsızlığa kavuşturmak iste­ mektedir. Sonuçta istediklerini gerçekleştiremeyen Enver Paşa'nın yine de, yeni amacı uğruna verdiği

118


mücadelede gözle görülür başarılar da kazanacak ­ tır. Ancak Enver Paşa'nın fonksiyonu Türk Dünya­ sında tam olarak anlaşılmamıştır. O, Türk Halkla­ rın yeteıince iyi teşkilatlandıkları takdirde bağımsızlıklarına kavuşabilecekleıini tüm dünya önünde ispat etmiş ve baskı altında yılmaya yüz tutmuş bir ırkın, içine atmak mecburiyetinde kaldı­ ğı bağımsızlık ve özgürlük çığlıklarını günyüzüne çı­ karmıştır. Sosyologların da dediği gibi , eğer Enver olmasaydı, belki de. Türk topluluklar hiçbir zaman başkaldırma ve isyan etmeyi akıllarına getiremeye­ cekler, ilelebet baskı altında yaşamaya mahkum kalacaklardı. O büyük komutan, Tiirki Halkarın yo­ luna ışık tutan bir lider, bir bağımsızlık ve h ürriyet meşalesi olarak , tarihin tozu yaprakları arasındaki yelini hak ederek almayı başarmıştır. Günümüz tarihçileıin Enver Paşa hakkında be­ lirttikleri bir başka gerçek de , Paşa'nın çok büyük bir eksikliği doldurduğu yolundadır. Ziya Gökalp'le başlayan Türkçü ideolojinin yükseliş devrinin bir eylemciye ihtiyacı vardı ve aksi takdirde Türkçülük de, diğer iki ideoloj i gibi, uygulanmayan bir umut dalgası olarak geçip gidecekti. Gökalp'in düsturunu hayata geçiren Enver Paşa, Türkçülük akımına ne­ fes aldıran bir lider olarak, günümüz Türk Milliyet­ çilerinin gönlüne taht kurmuştur.

KOMÜNİST DOKTRİN VE TÜRK MİLLİYETÇİLİÖİ: Aslına bakarsak, komünist doktrin Türk Milli ­ yetçiliğinin ekmeğine yağ sürmekten öteye geçeme-­ miştir. Bildiğiniz gibi alternatif bir doktrinin halk aras ında tutulabilmesi için, kıyas kaynağı bulmaya ihtiyacı vardır. İşte Sovyetler Birliği'nde yaşayan Türkçü liderler, komünist rej imin bizzat kendisini kıyas kaynağı olarak kullanarak, oldukça büyük

1 19


mesafeler katetmişlerdir. Kendisinden başka hiçbir alternatife önem vermeyen, hatta bütün alternatif görüşleri kesinlikle yasaklayan komünist doktrin, Türk boylarıarasında Türkçülüğün merak konusu olmasına yol açmıştır. Moskova'da ezilen halkların durumlarını görmezden gelerek, kendileri için ku­ rulan zevk sofralarında günlerini gün eden Sovyet yöneticileri, bir ideolojinin halk arasında yasakla­ namayacağı gerçeğinden bir habersiz bir halde ya­ şamaktaydılar. Herkese eşitlik, özgürlük ve örgüt­ lenme hakkı vaadeden Komünistlerin, halka acı ve ıstıraptan başka birşey veremeyeceğini sezinleyen Türkçü liderler, Türki boylar arasında geniş bir propaganda kampanyasına giderek, önce hamasi, daha sonra ise ilmi açıdan, boylarında · milli şuuru uyandırarak bağımsızlık yolunda ilk adımı atmış­ lardır.

Lenin devrinde uygulanan çifte standartlı ve ikiyüzlü politika, liderin ölümünden sonra değişti­ rilecek ve komünizm bütün halkların önüne olan­ ca çirket1iğiyle çıkacaktır. Bildiğiniz gibi Lenin, Rus kökenli olmayan halkların dil, örf adet ve gele­ neklerine Rus kökenlilerden çok daha sıkı bağlı ol­ duklarını tespit etmiş ve bu Halkların üzerine pek fazlaca gitmemişti; ne var ki onun ölümünden sonra rej im sertleştirilerek Rus kökenli olmayan halkların adelleıi değiştirilmeye çalışılmıştır. Özü­ ne sıkı sı kıya bağlı olan Türk Halklar, bu çirkin uygulamaya sert tepkiler göstermişler ve gösterilen tepkiler ancak tanklar altında durdurulabilmiştir. Bu kısmın başında da belirttiğimiz gibi. Türk Milli­ yetçisi liderlerin en büyük başarısı, soğukkanlılık­ larını asla yitirmemeleri ve meseleleri mantıklı bir açıdan çözümlemeye gayret etmeleridir. İşte Türk liderler. üzerlerine gelen tanklar ve beşiklerde, kundaklarda boğulan Türk bebekleıine rağmen, meseleleri soğukkanlılık ve metanetle karşılamayı 1 20


bilmişler ve ırkdaşlanna uygulanan zulümü, m1lle­ ti örgütleme yolunda başarıyla kullanmışlardır. Türk liderlerin propagandasının tuttuğunu gö­ ren Sovyet yetkililer bu sefer, daha güleryüzlü, an­ cak daha acımasız bir asimilasyon politikasını de­ nemeye başlamışlardır. Türk topraklarda açtıkları okul, sinema ve tiyatrolarda Marksist kültürün öge­ lerini kullanarak halkın beynini yıkamaya çalışan hükümet. yönetici kadrolarına da düzenin uşakları­ nı getirerek, Türklerin düşünce yapısını bozmaya çalışmışlar, ancak Türki halkın inadını bir türlü kı­ ramamışlardır. Aşılamaz denen sosyalist kültürün kaleleri yirmialtı yılda alaşağı edilmiş ve ya?..arlar birliği adı verilen aydın kürsüleri Türkçülerin eline geçivermiştir. 1 928 yılında başlatılan Marksist pro­ pogandaya inat, Türki Cumhuriyetlerden çıkan dişe dokunur bütün sanatçılar, Türk Milliyelçiliği ideo­ lojisine gönülden bağlı insanlar olarak kendilerini göstermişler: Türk Cumhuriyetlere gönderilen en kuvvetli Marksist hocalar bile, Türk öğrencisini dü­ zene entagre etmeyi başaramamışlardır. l 960'lı yıllarda aydınlar, iyice patlama noklası­ na gelen halkı frenlemiş ve Sovyet yöneticileri çok ıor bir duruma sürüklemişlerdir. Cahil Kızılordu, pasif direniş metodunu sonuna dek uygulayan Tür­ ki boyları karşısında çaresiz kalarak, silaha başvu­ rarak, bütün dünyanın tepkisini üzerine çekmişlir. Bu olaydan sonra bunalan sistem, hiç ,�stemediğl halde, Türk boylarına bir takım özgürl ükler vem1e mecburiyetinde kalmıştır.

Sovyet rej iminin Türk boylar üzerinde uyguladığı ve nispeten başarısızlığını geciklinneye mukt edir olduğu ikinci yöntem ise, ekonomik ambargo ve sö­ mürü yöntemidir. İlk bölümlerde de açıklamaya ça­ lıştığımız gibi , Türk Topraklan mücevher değerinde dir. G erek yeraltı, gerekse yerüstü zenginlikleriyle Sovyet ekonomisinin yıllar boyunca açıklarını kapa-

1 21


yan Türk topraklan, yok bahasına heba edilmiştir. Sistemden yana teşebbüs eden Türk Cumhuriyetle­ rin topraklarını, aynen Rus imparatorluğunun yap­ tığı gibi devletleştirmeye başlamış, daha sonra çı­ kan ikinci isyanda halka kendi toprağını fahiş fiatlarla satmıştır. Bu yöntemi oldukça karlı bulan sistem, bunu devlet politikası haline getirmiştir. Her isyandan sonra kamu malına dahil edilen Türk topraklar daha sonra büyük fiatlarla halka "iade" edilmiş, toprağı satın alan emekçi ise yüksek vergi­ lerle ezilmeye çalışılmıştır. İyice fakirleşen halk, borçlan ödeyebilmek için daha sıkı çalışmaya baş­ layacak ve düşünmeye fırsat bulamayacaktır. Pek tabi ki .bu tez kısa zam an zarfında çürümüştür. Türkçü liderler bütün olumsuzluklara ve Sibirya sürgünlerine rağmen, halkın nabzını ellerinde tut­ mayı başararak, kızıl zulme karşı korkunç bir öfke­ yi vatandaşlannın yüreklerine kazımışlardır. 1 936 yılı gelip çattığında parlementodan çıkan karar hayli ilginçtir. Her Cumhuriyet, Sovyetler Bir­ liği'nden çıkmakta özgürdür. İ şte bu karar baştan aşağı Türçü liderlerin izledikleri mantık dolu politi­ kanın tezah ürüdür. 1 965 yıllannda Türkçü liderler, çılanasında di­ rek rol oynadıklan kanunu kullanarak, hareketleri­ ni meşrulaştırmayı başarmışlardır. Tehlikeyi sezen sistem, orduya aldığı Türklerin beynini yıkayabil­ mek gayesiyle, bu kişileri özel ve zorunlu beyin yı­ kama seanslanna tabi tutmuşlardır. Bu seneler içinde Mosk ova'ya daha fazla Türki öğrencinin ka­ bul edildiği görülmektedir. Gaye. öğrencileri, yani yeni kuşağı "eğiterek" yurtlanna göndermektir. Ancak Türkçü liderler o öğrencilerin eğitimini daha yurttan aynlmadan vermiş ve tehlikeyi büyümeden önlemeyi başarmışlardır. M oskova'da düzenle uyuş­ muşçasına bir görünüm yaratan Türk öğrenciler, ülkelerine döner dönmez bu kisveden kurtularak,

1 22


asıllarına rücu etmişler ve Türk Yurtlarında faal gö­ rev almışlardır. En son çare olarak, yeniden sürgün metodunu gündeme sokan sistem, Türkleri toplu halde yurtlarından atıp yerlerini bizzat Türklerle iyi geçinemeyen halklarla doldurmaya başlamış ve bazı yörelerde Türkler azınlık konumuna getirilmişler­ dir. Bu uygulamayı Türkçüler önce yılgınlıkla karşı­ lamalarına rağmen, giden Türklerin bir kısmının bir çaresini bularak anayurtlarına döndüklerini gö­ rünce, bu yılgınlıklarımı terketınişlerdir. Hem sür­ güne giden Türklerden yurda dönemeyenler daha insani şartlarda yaşamaya ve direnişe mali yardım da yapmaya başlayınca, Türkçü liderlerin faaliyetle­ ri daha bir yoğunlaşmıştır. Sessiz ve derinden mücadele vermeye çalışarı Türkçü liderler, 1 9�6'1arda yavaş yavaş günyüzüne çıkmaya ve pasif protestolar düzenlemeye başlamış­ lardır. Türk Milliyetçileri artık özgürlük yolunun nasıl aşılacağını öğrenmişlerdir. Güçlü fakat kafa­ sız Kızılordu'ya karşı sıcak savaş metodu uygula­ mak, delilikten öteye geçemeyecek bir davranıştır. Tabii olarak iş son raddeye geldiğinde silaha başvu­ rulacaktır, ama şimdilik pasif direniş ve zafer yo­ luyla meşruiyetin artırılması gerekmektedir. Ardı ardına düzenlenen protesto mitingleriyle geçen 70'ler, gerçekten de Kızılordu'yu zor duruma düşü­ recek ve Türkçü liderler Halk Cepheleri adını ver­ dikleri örgütleri-direniş örgüt lerini yeryüzüne çıkar­ mayı başarabileceklerdir. En ufak çapta bir olayda dünyayı ayağa kaldıran Dış Basın, Türklere aynı sempatiyle yaklaşmamasına rağmen 70'li yıllarda Halk Ceplerinin haklılığı karşısında çaresiz kalarak , sayfalarını Türk Milliyetçiliğine açmaya başlayacak lardır. 70'li yılların sonlarına doğru iyice 7,ayıtlayan sistemle birlikte, Kızılordu'nun da çürümesi, Türk­ çülerin işini iyice kolaylaştıracak ve silah vakti ken­ di kendisine bir zemin oluşturacaktır. Yine aynı yıl ·· lar içinde yaşarıan en büyük değişim ise, Türki

1 23


boylarıparlementoda yöneten, temsil eden yönetici­ lere yönelik olmuştur. Türk Milliyetçileri bütün en­ geleleri aşarak Kızıl parlementoya girerlerken, siste­ min uşakları yavaş yavaş önce koltuklarından, sonra da itibarlarından olmaya başlamışlardır. Türk Milliyetçileri, Sovyetler Birliği'nde resmen gerilla savaşı başlatmışlar ve rej imde ağır gedikler açmışlardır. Özellikle, eğitilmiş milliyetçiler, Türk kültürünü Türki boyların gönlünde yeniden uyan­ dırmışlardır.

PROPAGANDA METOD - TÜRKİYE'deki TÜRK MİLLİYETÇİLERİ: Dış Türklerin milliyetçilik faaliyetlerini organize eden liderlerin en yakın irtibat halinde bulundukla­ rı kadrolar, pek tabi ki Türkiye'deki Türk Milliyetçi­ leridir. Türk M illiyetçiliği kavramını oldukça man­ tıklı temeller üzerinde yükseltmişler ve uyguladıkları metodlan Dış Türklere kadar ulaştır­ mayı başarmışlardır. Azerbaycan ve Özbekistan başta olmak üzere, Türk Cumhuriyetlerin hepsinde teşkilatlanan milliyetçiler, bu topraklarda gizli ye­ raltı teşkilatlan kurarak, komünist rej imin tam kal­ binde yuvalanmaya muktedir olmuşlardır. Türki­ ye'deki liderler reformları bitirip değişiklikleri Türk Cumhuriyetlerdeki teşkilatlarına bildirdikten sonra. bu teşkilatlardan ikili bir propaganda sistemi geliş­ tirmelerini istemişlerdir. H alka ve eli t tabakaya ayn iki mel odla ulaşmayı gaye edinen Türk Milliyetçile­ ıi , bu is teklerinde ayak direyerek direnişin sağlıklı olarak işlemesine büyük katkıda bulunmuşlardır. 70 yılı aşkın bir süredıi:- esaret altında inleyen Türk topluluklarda ister istemez konformist bir man tık kendini göstennekle ve bu konformist kafa 1 24


yapısı, halkın en küçük katmanlarına kadar yayıl­ maktadır. Bu menfi yayılım tabii olarak Türk Milli­ yetçiliğinin filli mücadelesini baltalamakta ve plan ­ ların aksamasına sebep olmaktadır. İşte bu menfi gidişatı önleyebilmek gayesiyle halkı alevlendirerek galeyana getirebilecek motiflere ihtiyaç vardır. Uzun süren toplantı ve ön hazırlıkların akabinde Türkı­ ye'deki liderler bu meselenin de çıkar yolunu bul­ muşlar ve sıradan halk kesimine, şu ana dek yaka­ laştıklanndan çok daha farklı bir açıdan yaklaşma kararı almışlardır. Evet gerçi elit tabaka Türk Milli­ yetçiliğine bağlanarak, işin en güç yanı halledilmiş, ülkedeki milli şj ur şaha kaldınlmıştır, ancak henüz istenen taban oluşturulamamıştır. Teşkilatlarda kol güçü eksikliği çekilmektedir. Bu eksikliğin sebebi 70 yıldır halklar üzerinde uygulanan baskı ve sin­ dirme politikasının bir tezahürüdür. Rus impara­ torluğunun yaptığı gibi, Sovyet imparatorluğu da, Türklerin o çok çekindikleri teşkilatçı özellikerini ve ordu -millet yapısını yıkabilmek amacıyla, Türki Halklar üzeıinde taviri mümkün olmayan caydırma politikalarına girişmiş, bu halkları dört-beş koldan ezmeye alışmışlardır. Ne varki uygulanan sindirme politikası çok cüzi bir oranda halka etki etmiş ve Türk savaş baltalarını gömmemiş, ancak düzenin gözünden saklamışlardır. Hem zaten Türkün asır­ lardan beli içinde yaşatığı Rus düşmanlığı bütün kanlı indiıim operasyonları karşısında daha da bir alevlenmiş ve kitlesel bir halk hareketi halini almış­ t ır. Mevcut oluşumları gayet yakınen tespit eden Türk milliyetçiler halkın içinde adı bulunan direniş ruhunu alevlendirebilmek ve 7,amanı gelen kitlesel hareketi başlatabilmek için halkın ansına özel ola rak yetiştirilmiş milliyetçi aksiyonerler karıştırmak suretiyle, geniş çapta bir soğuk savaş operasyonu ­ na girişmişlerdir. Gaye, halkın arısına sokulan

1 25


mantıklı aksiyonerler yoluyla, önce halkın nabzını tam manasıyla ölçebilmek, sonra da bu nabza göre verilecek şerbetin dozunu ayarlayabilmektir. Türk milliyetçileri bu sefer alınacak bir yenilginin esir Türk boylan ilelebet. sonu gelmeyen bir esaret dö­ nemine, yani ateşin tam içine atmak demek olaca­ ğını biliyorlar ve çok dikkatli davranıyorlardır. En ufak bir zamanlama hatası, zaten çok güçlü bir as­ keri güce sahip bulunmayan Türk Milliyetçilerinin her türlü millitarist kuvvetini ellerinden alacak, hem de boşu boşuna yüzbirlerce kişinin ölümüne sebep olabilecektir. Sonuçta hesaplandığı gibi, halkın arasına kan­ şan aksiyonerler oldukça başarılı sonuçlarla üsleri­ ne dönmeye başaracaklar ve Türk id€ologlar halkın genel durumunu tespit etmek için çalışmalanna başlayacaklardır. Türk ldeloglann vardıkları netice­ ler, Türk liderlerin tahmin dahi edemeyecekleri ka­ dar müspet bir çizgiyi takip etmektedir. Evet halk uyanıktır ancak yeterli cesarete sahip değildir. Türk boylar psikoloj ik olarak içlerindeki hıncı saklamaya çalışıyorlardır, ancak yakılacak bir meşalanin arka­ sında da toplanmaya hazırdırlar. İşte Türk Liderle­ rin beklediği an artık gelmiş, operasyon başlatılmış­ tır. İ lk olarak, halk içine öfke ve hınç tohumlan serpilmelidir ki, bu aşama oldukça rahat' atlatılmış­ tır, daha sonra ise halklar milli semboller etrafında toplanmalıdırlar. Bu problemi de Türkiye'de mevzi­ lenen dergi ve yayın organlan üstleneceklerdir. İ şte tam bu noktada Türkiye'de militarist mllliyetçi der­ giler birer ikişer neşredilmeye ve korkunç bir pro­ poganda rüzgan estirilmeye başlamıştır. İ şin ilginç yönü, o güne kadar Türkiye' de basılan militarist dergilerin hemen hepsinin Sovyetler Birli­ ği kaynaklı olmalan ve sosyalizme "yürekten" bağlı gözükmeleridlr. Bu yüzden Sovyet imparatorluk, Türkçü dergilerden korlanamış, bilakis belli bir

1 26


müddet bunların ülke sınırlan içerisinde resmen boy göstermelerine izin vererek, en büyük hatayı bizzat kendi yapmıştır. Sovyet kurmayları Türkçü dergilerin amatör bir hevesten ibaret kalacaklarını ve sosyalist dergiler tarafından kısa süre de pasivi­ ze edileceklerinden emindirler. Lakin burada Sov­ yetlerin gözardı ettikleri bir gerçek vardır ki, bu da. Türk M illiyetçilerinin ezelden bert ilmi metodlarla ve yılmadan çalıştıkları gerçeğidir. Türçü liderler, zamanı o kadar iyi hesaplayacaklardır ki, sosyalist­ Türk dergileri kendilerini korkunç bir taaruzun sa­ ğanağında bulacaklar ve cevap vermekten bile aciz bir durumda susmak mecburiyetinde kalacaklar­ dır. Bu sükut ise Türkçüler tarafından çok güzel değerlendirilecek ve Rus destekli Türk Sosyalizmi, ölümcül darbeleri 1 950'lerde almaya başlayacaklar­ dır. Türkçü dergiler incelendiğinde heyecana yönelik dergilerin iki fonksiyon · ifa ellikleri görülebilecektir. Bu dergiler hem gizli yollarla ezilen Türki Halklara ulaştırılmakta ve buradaki milli hırsı günyüzüne çı­ karmakta, hem de Türktye'deki genç sempatizanları Milliyetçi düsturun kanatlan altına toplamaktadır­ lar. 1 939 yılında neşredilmeye başlanan Bozkurt dergisi, militarist Türkçü dergilerin en önemlilerin­ den biridir. Bozkurt'un bir sayısında çıkan aşağı­ daki makale oldukça geniş yankılar uyandırmış ve Türk Halkların felsefik eksenininde genişlemeye se­ bep olmuştur. "Kimiz biz? Bir Bozkurtlanz. Bizim ideolojimiz ne­ dir? Peki ya anlayışımız? Yüzyıllar boyunca ezilerek parya statüsünde yaşatılan. mahkum konumunda bulunan zavallı Türk Halklann temsilcileriyizdir biz. Bozkurtlar Türkün gaspedilmiş haklannı söke söke geriye alacak bir organizasyonun çerileridir.' Türk doğduğu günden olmasa da sonradan yaptıklarıyla muhteşemliğe ermiş bir kişidir. Türk büyüktür ve

1 27


esaret gemini ağzuıa alamaz. Türk her türlü emper­ yalist baskıyı o baskıyı uygulamaya kalkan köpekle­ rin boynuna iliştirir. Hem de bu öyle bir iliştirme olur ki o gafılleri kiinse kurtaramaz. Bozkurtlar Pan­ Türkist midirler? Evet. .. Hem de sapuıa kadar. Dün­ ya bir milletler ve ırklar savaşından başka birşey değildir ve biz bu savaş alanuıda yüzyıllar ötesin­ den haykırdık Hak verilmez, emperyalizmin dişin­ den boğuşula boğuşula aluıır. Savaşsa: evet savaş o zaman! O zaman. o an geldiğinde yaşasın savaş. Savaş mücadele. zafer bu tabiatuı en dokunulmaz güzelliğidir. Hem bilinmelidir ki. savaştan ancak haksızlar ve zalimler korkar." İleri ki sayfalarda mücadele metodlarını anlat­ maya başlayan dergi, her sayısının Dünya'da dağı­ nık bir şekilde yaşamaya mahkum edilen Türk halkların ergeç (belki yarın belki yanndan da yakın) birleşerek, gaspedilen özgürlükleıini geıiye alacak­ larını işlemiştir. Yukanda az da olsa bahsettiğimiz Alparslan Tür­ keş'in ideoloj isi çalışmalarını iyice hızlandırıyor, kurmaylarını tespit ediyor ve ait yapısını güçlendiri­ yordu. Fakat bütün bu olayların parelelinde gelişen ba­ zı değişimler, Türk Milliyetçileıini olumsuz yönde etkileyecek ve hareketin belli bir süre kesintiye uğ­ ramasına sebep olacaktır. İşte Türk Milliyetçiliğine büyük zarar veren bu değişimlerden en göze çarpa­ nı , İkinci Dünya Savaşının sonuçlarının birden bire yön değiştiıiştdir. Faşist Almanya'nın güçlü olduğu günlerde, ülkenin belli başlı gazeteleri bu ülkeyi alenen tutmakta ve milliyetçiliğin yanında, dolaylı da olsa kamuoyu oluşturmaktaydılar. 1 960'1ann hızlı solcu gazetesi Cumhuıiyet bile 1 944 yılı sonla­ rına kadar açıkça Faşist Almanyayı destekler mahi­ yette yazılar neşretmiştir. Devlet de ister istemez, yaratılan kamuoyuna uyarak, Türkçülük akımını

1 28


destekler görünmüş, ancşk savaşın yönü renk de­ ğiştirince mevcut tavnnı çok büyük bir hızla değiş­ tirmiştir. Dişişleri Bakanlığı, Almanyayla tlişkilertni kesmiş, Türk diplomasisi ve kamuoyu Almanya'ya ateş püskürmeye başlamıştır. Hatta ve hatta sava­ şın son güçlerinde Türkiye Cumhuriyeti, faşist Al­ manya'yı �ınayarak bu ülkenin üzerine savaş uçak­ ları btle göndermeye yeltenmiştir. Bu keskin viraj , henüz yapılanma hamlelerini sıklaştırmış bir ideoloji için hiç de hayırlı olmaya­ cak ve Türk Mtlltyetçtleri için oldukça güç bir dö­ nem başlayacaktır. Askerlerin üzerinde büyük nü­ fus sahibi olan ve bizzat ordunun içinde bulunan Türk Milltyetçillğtnln lideri, Alparslan Türkeş bir­ den bire tehlikeli insan statüsüne kavuşacak ve hakkında birbiri ardına soruşturmalar başlatıla­ caktır. Faşizm ve Tumacılık suçlanan Türkçü liderler işkence ve zulümle boğuştuktan sonra verdikleri ifadelerle halkın taltifini kazanacak ve yeniden do­ ğacaklardır. İdeoloj ilerinde yaptıkları değişiklikleri ve gerçek Türk Milliyetçiliğinin esaslarını mahkemede dile ge­ tiren liderler, kolaylıkla işten yakalarını sıyırarak beraat edeceklerdir. Aslında düzen, Türk Mtlltyetçtlerint suçsuzlukla­ rını ispat ettikleri halde içeri atmaya da yeltenmiş­ tir. Savaşın ardından Sovye�ler Birliği'yle yalnız ka­ lan Türkiye, Sovyet düzeniyle arasını düzelte.bilmek gayesiyle bu yola başvurmuştur. Ancak sovyetlerin tarihi emellerinden vazgeçmediklerini gören Türkiye yöneticileri, zaten skandala sebep olan kararlarını iptal etınek mecburiyetinde kalmışlardır. Kararların iptalinden hemen sonra, beklenenin aksine daha da güçlenen Türk Milliyetçileri düzene ve koskoca Sovyetlere meydan okuyarak, arkalarında halkın da desteği olduğu halde partileşip, iktidar için kolları

1 29


sıvamaya başlamışlardır. Fakat sistemin Türk , M illiyetçilerine karşı olan tutumu değişmiyor ve milliyetçilerin yeniden yapı­ lanmaları ancak iki yıl sürebiliyordu. 46 yılında açı­ lan dava da sonuç itibariyle milliyetçilerin zaferine gebe olacaktı, ama Türk Milliyetçilerini de kanunla­ ra olan inancını oldukça ciddi bir şekilde sarsacak­ tı. Resmi yöneticilerle Türk Mill iyetçileri arasında görülen sürtüşme , ismet İnönü'nun konformist C.H.P. 'sinin iktidardan aynlrnasıyla sona erer gibi olmuştur. Sağ bir hükümel görevi devralmış ve irti­ hal kuvvellendtrllmtşllr. Dı� Türkler mevzuu ise ya­ vaş yavaş yeniden gündeme gelmeye başlamıştır. Milli Eğitim Bakanlığı uzun bir aradan sonra Dış Türklerle ilgili kitaplar neşretmeye. Türk Topluluk­ ların şairlerinin divanları birbiri ardına basılmaya ve Türki boylar üzerinde konferanslar düzenlemeye gayret etmiş ve bu uğurda önemli adımlar da atmıştır. Türkçü liderler radyodan konuşma ve halka seslenme imkanı bulmuşlar; milliyetçi kamuoyu­ nun etkisi ise hissedilmeye, duyulmaya. kaldığı yer­ den başlamıştır. Milli Türkistan, Azat Vatan, Birle­ şik Kafkasya. Azerbaycan ve Tunalar ise direkt olarak yurt.dışına yönelik hazırlanan dergilerin ad­ larıdır.

KOMÜNİZM İSYAN EDİYOR: Türkiye'de milliyetçi hareketlerin güçlenmesi, Türki halklara ister i stemez etki etmiş ve Ruslar durumdan gitgide çekinir olmuşlardır. Türk Halkı­ nın yılmayan inadını hesaplayan Sovyet yöneticile­ ri , yeraltında faaliyet gösteren Halk Cephelerinin, halkın gönlünde taht kurduğunu biliyor, fakat ko­ nu üzerine gidecek cesareti bir türlü kendilerinde bulamıyorlardır. Türk Milliyetçileri Sovyetler Birli-

1 30


ği'nde resmen gerilla savaşı başlatmışlar ve rej imde ağır gedikler açmışlardır. Ozellikle eğitilmiş milliyet­ çtler Türk Kültürünü Türk boyların gönlünde yeni­ den uyandırmışlar ve Türkler Kızılordunun kesin­ likle başademeyeceği bir silahın ardında toplanmışlardır. Kültür, yani düşüncenin ağırlıklı olduğu bir bir savaşı her zaman kaybetmiş olan Sovyet yöneticiler, yine çareyi günlük bir reçeteye başvurmakta bulmuşlar ve Türk boylar sistematik olarak silahlı taciz uygulamasına maruz bırakıl­ mışlardır. Rus yönetimi silahla isteğine ulaşama­ yınca, Manas destanı başta olmak üzere içinde Türk olmanın iyiliğine dair tek satır bulunan bü ­ tün kültürel malzemeyi yasaklama kararı a l m ış fakat bu Türki halklar a rasında büy ü k f ('pk lyle karşılanmıştır. Pravda h a ş l a o l m a k üzere. hl rl > l ıi arçiına çıkarılan yazılarla Türk M l l lly('h11: 1 l l�,l ' n l k ı namaya. Türk Milliyetçiliği i s e burj uva eı'.!,i l ln ılcrc sahip olmakla suçlanmışlar, devlet eliyl e yayımla nan yerel gazetelerde ise Türk Milliyetçisi liderler vatan hainliğiyle itham edilmeye başlanmışlardır. ,

.

Pekala, bütün bu oluşumların parelelinde Türk Milliyetçileri ne yapmaktadır? Türkçü liderler ge­ rek Türkiye'de, gerek Rusya'da olsunlar gelişmele­ ri ağızları kulaklarında seyretmektedirler. Hele Al­ parslan Türkeş'in önce C.K.M.P. daha sonra M.H.P.'yi kurup başına geçmesiyle organize bir güç haline gelmesi, bütün liderleri sevince boğ­ maktadır. Artık Türk Milliyetçiliği tam bağımsız ideoloj ik doktrindir ve meşrudur. Bunun yanısıra, Sovyetler alenen. devlet faşizmi uygulayarak, Türki toplulukları ezmekteydirler ve yıllar yılı yapılan propaganda halkın içinde kendini göstenneye de başlamıştır. Artık Türki boylar kitlesel olarak içle­ rinde uzun zamandan beri saklı tutuklan başkal ­ dırı ve sitem nidalarını günyüzüne çıkarmaya ha­ zırdırlar ve Halk Cepheleri Türk topraklarda en

1 31


güçlü teşkilat olma vasıfını kazanmışlardır. Hem ilmi, hem de hamasi yönden güçlendi.rtlen halk, li­ derleri zorlamak.tadı ve özgürlük isteği artık kesin bir sonuca varmayı gerektiriliyordur. Dış Türk Li­ derleri sevindiren diğer bir husus ise, Sovyetlertn kiraladıkları köpekler vasıtasıyla T. C.'ye karşı açık bir savaş başlatmış olmalarıydı. Evet S.S.C.B. 'nin gerçek yüzü 1ürkiye Türkleri tarafından anlaşılmış ve Türkiye'de komünist ideolojiye karşı bir nefret uyanmıştır. Nefretin derecesini artıran kuwet olan Türk Milliyetçileri ise "ÜLKÜCÜ' sıfatını kazana­ rak, hem güçlenmeye, hem de oy oranlarını artır­ maya başlamışlardır. İşte herşey yavaş yavaş Türk Milliyetçilerinin istediği gibi gelişmiş ve son an gel­ miştir. 1 970'lerde daha da güçlenen Milliyetçiler Sov­ yet düzenine karşı ilk taaruzu başlatarak düzeni sıkıştırmışlar ve taviz vermeye zorlamışlardır. Böylelikle S.S.C.B. düzeni Halk Cephelerini ale­ nen olmasa da, dolaylı yoldan tanımış ve Türk Mil­ liyetçiliği · ideolojik bağlamda kendini meşrulaştır­ mıştır. Ancak durumlar hiç de sovyet düzenin istediği gibi yürümemiş ve milliyetçiler hızla yayıl­ mışlardır. Aslında düzenin tavizler verme nedeni oldukça açıktır. Burada Sovyet hükümeti C.A. 'nin çok bilinen bir tak.ligini, hem de kendisine karşı uyguladığı taktiği devreye sokmaktadır. Bildiğiniz gibi sosyalistler Amertka'da kanuni müeyyidelerle­ karşılaşmaksızın. rahatça. istedikleri zaman ör­ gütlenebilmlşler. böylece sosyalizm Amerikan hal­ kı için kavanozda saklanan tavuk hüviyetinden çıkanlriuştır. Bu sebeple de, Rus ideolojisi Ameıi­ ka'da hiç tutunamamıştır. Moskova'nın temel gayesi ise Türk Milliyetçiliği­ nin gizemli yeraltı teşkilatını sona erdirmek iste­ miştir. Türk Milliyetçileri, liderlerinin de başarılı

1 32


yönetimiyle. 1 970-BO'li yilarda bir destan yazmış­ lardır.

- TÜRK MİLLİYETÇİLİÖİ VE TURAN İDEALİNİN GELECEÖİ -

Geçtiğimiz bölümlerde Türk M illiyetçilerinin Moskova'nın bütün umutlarını yıkarak köklü bir hamle yaptıklarını ve adeta bir destan yazdıklarını söylemiştik. Evet Türk Halk Cepleleriyeralt.ından ve yerüstüne fire vermeden çıkmayı başararak halka karışmış ve hızla güçlenmişlerdir. K.A. Moren (ün ­ lü CIA. ajanı bu konuda şunları söylemi&tlr: "Evet bizim teşkilatın kesinlikle zqfere ulaştığı bir metoddur ''Serbest bırakma". Halka eğer her­ hangi birşeyi yasaklamaya kalkarsanız halk inadına o değerin etrqfında toplanır. Kısa za­ man sonra yasaklamak istediğiniz değerin kit­ lesel bir halk hareketi halini aldığını görilrsll­ nilz. Artık o değer halka malolmuştur ve kesinlikle sosyal yapı içinde statüsü kazanmış­ tır. Ancak eğer siz halka sunulan sizin isteme­ diğiniz değeri yasaklamaz ve halkın önüne ko­ yarsanız hem prim kazanırsınız hem karşıtı olduğunuz değeri zayiflatır bir değer olmaktan çıkarabilirsiniz. Mesela komünizmi ele alalım. Biz komünizme pek tabi ki karşıyız ve ideoloji­ ler savaşında bu ideolojiyi kesinlikle imha et­ mek istiyoruz. Peki komünistler Amerika'da teşkilatlanmaya başladığında ne yaptık? izin verdik hatta taltif edermişçesine prim verdik. Amerika'da da ilk propaganda yıllannda sos­ yalizm büyük bir ümit ışığıymışçasına kendini göstermiştir.· Sosyalistleri parlementoya aldık, parti kurmalanna izin verdik hatta Amerikan Faşist Partisine ( devlet destekli aşın sağcı or­ ganizasyon) verilmeyen miting meydanlan sos-

1 33


1:1alistlere ardına kadar açddL özellikle bu uy­ gulamada iki gayemiz uardı. Birincisi ne kadar demokratik olduğumuzu göstermek ve düşman sosyalizme Amerika.'nın tam göbeğinde miting hakkı tanıyarak bu isteğimizi teyid etmek; ikincisi Faşist kanatla sosyalislerin a rasını açıp seullen ırkçı organizasyonu başbelası sos­ yalistlerin rahatsız ettikleri intibamı uyandır­ mak. İkinci gayemiz her zamanki gibi tutmuş ve sosya· üstler Uk kez Amerika'da halkuı tepkisini çekmeye başlamışlardır. Fanatik ırkçılarunız ise sosyalistlerin acunasızca üstlerine gitmiş ve bu yeni organizasyo· nu hayli yıpratmışlardır. Halkla arası kızışan sosya· lizmin yaşamaya zaten mecali kalmam ış demektir. Kitlesel bir halk isyarıuıa gidemeyeceklerini anlayan sosyalistler bu sefer kültüre el atmışlar ancak başa­ rısız olmuşlardır. Amerika'da sosyalist külti.ıri.ın ne­ den sökmediğini bugün sosyalist düşünürler halen yeterince anlayamwnaktadırlar. Oysa meselenin as­ lı gayet basit. Amerikan halkının tek ga�1esi para ka­ zanarak düzen içinde uyumlu bir vatandaş olarak hayatuıı sürdürmek ve bitirmektir. Rahat hayat. ra­ hat ölüm. . . İşte Amerikan halkuıuı .fikir ekseni. İş böyle seyredince temelinde acı çekmek ve feragat et­ mek bulunan sosyalist ideolojik kültür Amerika'da sökmeyecek ve sosyalist organizasyon Yeni Dün­ ya'da sonsuz bir marjinalliğe terkedilecektir. Amerikan düzenini anti-demokratik kafa yapısına sahip olma ve emperyalizmle suçlaı,,ıan sosyalistler kendilerine onca hak tanınması karşısında laf ede­ mez olmuşlar ve propaganda açısuıdan öliımcül dar­ beler almışlardır. Bilakis kendilerine tanınan özgür­ lükler faşist Amerikan ıxıtandaşlanna tanuımayarak sosyalizmin faşit Amerikan düzeni yaygarası da tı· kanmıştır. Ve netice üilxuiy.le sosyalist terminoloji Amerika'da daha doğarken imha edilmiştir. "

1 34


Moskova kendi üzerine oynanan ve tutan oyunu bu sefer Türk Halklar üzerinde uygulamak istemiş fakat planı yürürlüğe sokarak belki de kendi ölüm fermanını imzalamıştır. Türklerin bir numaralı özel­ liklerinin teşkilatçı bir bünyeye sahip olmalandır demiştik. Evet Türkler Sovyetler Birliğinde de bu özelliklerini yitirmeyerek 70 yıl yeraltından korkunç bir disiplinle çabalarını sürdürmüş ve Kızılordu'ya rağmen silahlı ve kültürel hazırlıklannı tamamlaya muktedir olmuşlardır. Türkiye'deki liderlerinin mis­ yonunu belli bir fikir eksenine oturtaması ve halkın muhafa7..akar özüne bağlı kısmını biraraya toplaya­ bilmesiyle daha da güçlenen Türkçülük o bitmez tükenmez sabrının meyvalannı toplamaya başla­ mıştır. Bütün Türkçü liderler parlementodan çıkan örgütlenebilme müsadesintn bağımsızl ığa giden ko­ şuya verilen start olduğunu anlamışlardır. Kızılordu Azerbaycan Halk Cephesinin resmi üye sayısını öğrenince köklü bir şok yaşamıştır. 7 mil­ yonluk Azerbaycanda milyonlarca A.H . C . üyesi bu­ lunması Azerbaycan'ın kurtarılmış bölge olduğunu ispatlamıştır. Bu.n un üzerine düzen K . G . B. 'yi görev­ lendirerek pekçok A. H . C . üyesinin ortadan kaybol­ masını ya da fiilen kaza geçirmesini sağlamış ancak bu olaylar düzenin prestij ka7..anmasının yerine acizliğini ispatladığı gibi bir kanının ortaya çıkması­ nı kolaylaştırmıştır. Azerbaycan'ın büyük bir hızla elden gittiğini gö­ ren Sovyet rej imi he17..aman başvurduğu zulüm po­ litikasına bir istepne gibi bir kez daha sanlmış ve başkent Bakü başta olmak üzer pekçok Azeri yerle­ şim merkezinde geniş çapta operasyonlar düzenle­ miştir. Operasyonlarla fazla bir mesafe kaydedeme­ yen hükürnet bu kez Azerilerin üzerine tanklar ve Kızılordu'nun organize kuvvetleriyle gitmiş ve devlet terörünü Türk topluluktan karşısında son kez uy­ gulamıştır. Çıkan çarpışmalar her iki tarafında ağır

1 35


yaralar almasıyla sonuçlanmış binlerce Azeri genç tanklar altında can vermiş düzen ise kendi ölüm fermanını imzalamıştır. Öteyandan Özbekistan Cumhuriyeti düzene kar­ şı çok daha akıllıca bir politika izleyerek daha az kan dökülmesine sebep olmuş, haklarını biraz da­ ha geç ama emin yollardan elde etmiştir. Burada Özbek liderlerinin arasındaki aydın oranının fazla olmasını etkin rol oynamıştır. Bilindiği gibi Özbek Direniş Hareketi çeşitli sebeplerden dolayı ikiye ay­ rılmış ve direniş cephesinin alternatifi olan Erk Partisi kurulmuştur. Özbekistaq Yazarlar Birliği Genel Sekreteri Milli şair Muhammed Salih ve yan­ daşlarınca kurulan Erk Partisi de Direniş Hareketi gibi tam bağımsızlığı savunmuş fakat metod açısın­ dan değişik önermeleri gündeme getirmiştir. Dire-, niş liderlerini işi ağırdan aldıkları gerekçesiyle eleş­ tiren Muhammed Salih gerekirse silaha başvurulmasını ancak Ôzbeklstan'ın en yakın bir tarihde bağımsızlığa kavuştunılması düşüncesini savunarak hem direniş hareketinin tavırlarının da­ ha sertleşmesini hem halkın bağımsızlık fikrine da­ ha sıkı sarılmasını sağlayarak ülkesinde milliyetçili­ ğin etki alanını genişletmiştir. Aslında Özbekistan'da en büyük zafer demokra­ sinin olmuştur. Özbekistan milliyetçi görüşlere sa­ hip iki ayn partinin kurulabilmesi ve bu iki parti ­ nin çatışmadan yanyana mücadele vermeyi başarmaları Türk M illiyetçiliğinin inançlarında sa­ mimi olduğunu ispatlamıştır. Şu ana dek ayn ı top­ raklar çerçevesinde kurulan milliyetçi partiler hiç­ bir zaman yanyana mücadele vermeye muktedir olamadıkları gibi her fırsatta ufak çıkar hesaplan yüzünden birbirlerine girerek milliyetçiliğin sevim­ siz bir görünüm almasına sebep olmuşlardır. Zaten dünyada demokrasi fikrine değer veren milliyetçi ideoloji o kadar azdır ki. İşte Türk Mtlliyetçilği tarihi ·

1 36


diyalektikte demokrasi fikrini ve savunduğu fikirde karşı olan bağlılığını ortaya koyabilen o nadir milli­ yetçi ideoloj ilerden biridir, Ôzbekistanda da K . G . B . 'nin bir hediyesi olup olmadığına dair düşün­ celer peydah olmuştur. Doğru ya bundan evvel Bal­ tık Cumhuriyetlerinden ikisinde iki ayn milliyetçi parti başgöstermiş ve ileriki tarihlerde bu partiler­ den birinin K. G.B. destekli olduğu orLaya çıkarıl­ mıştı. Ülkenin daha doğrusu Sovyet İmparatorluğu­ nun geleceğini büyük bir tehlikenin eşiğine getiren , Sovyet ekonomisini çöküşe götüren Türk lopluluk­ larınbağımsızhk mücadelesinin kösteklenebilnıesi için devlet aynı oyunu Özbekistan için de y ü rü rl üğe koyabilirdi. Bütün bu olasılıklara mğın en Muham­ med Salih öyle düzenin oyunlanna ya da parasına pabuç bırakacak türden bir isim d eği l d i vr d e ı w n mesi gerekiyordu . Özbek halkı bu kararı v<'n ı }('k)e belki de hayat mm ak ı ş ı n ı kendi elleriyle dcgl�l lr miş ve Türk Milllyetçtllğtnln şaha kaldırılmasın ı sağlamıştır. Sovyet düzeni Ôzbektslan'da iki mllllyetçl parll kurulmasına oldukça sıcak bakmıştır. Türk boylar K.G.B. raporlannında ortaya koyduğu gibi sıcak kanlı fakat btr o kadar da heyacanlı özelliklere sa­ hiptirler. En ufak bir kıvılcım bu topraklardaki si­ yasi çizgiyi değşitirmeye hatta bir misyonu tarihe gömmeye yetiyordu . Eğer K.G.B. ajanları halen ko­ mlnizme bağlı olan Türkler iyi en azından Özbekis­ tanda bir parça nefes alabilecekti Özel olarak eğitil­ miş Türk kökenli ajanlar bu topraklarda yörelendirilmiş ve her türlü ihtiyacları karşılanmış­ tı. Bu topraklarda düzen bir olguyu gözden kaçırı­ yordu. Milli ve yürekli şair Muhammed Salih . . Güçlü lider Mulammed Salih düzenin kendi üzerinde oynamaya çalıştığı oyunun her yönünü son derece iyi hesaplamış ve önemlerini almıştı. Hatta Türk oldukları ve yıllarca milliyetçi görünme1 37


ye çalıştıkları halde Erk Partisi üyesi K.G.B. ajan­ larını da ismen ve fikren tahmin edebiliyordu. İ lk iş olarak tahminlerinde yanılıp yanılmadığını görebil­ mek gayesiyle bu kişilerin evveliyatları hakkında araştırmalar yaptıran Salih Erk partisi içinde bir özel araştırma ve düzenle mücadele cemiyeti kura­ rak gerçekleri öğrenmiş daha sonra ise bu kişileri psikolojik bir sorgulamayla halkın önünde ifşa et­ miştir. Bu noktadan sonra soruşturmayı koyulaştı­ rarak diğer ajanları da tespit eden lider onlara bir­ şey hissettirmeksizin K.G .B. kökenlileri kullanmış ve başarısına ortak etmiştir. ·

Fakat işler bununla bitmemekteydi. Mevcut dire­ niş partisiyle ileride herhangi bir konuda uyuşa­ mazl ığa düştüğü takdirde hareketin (Özbek Direniş Hareketı'nln) çıkma.7.a düşmemesi için bir istepne arabulucu komisyona ihtiyaç vardı ve Salih sorunu fedakar Özbek Kadınını devreye sokarak çözdü. Erk Partisi ve Direniş Partisi yöneticileri biraraya gele­ rek ayrıldıkları ve birleştikleri yönleri tespit ettiler. Direniş Partisi olayı tabii gidişcı.t içerisinde değer­ lendirmek istiyor Erk partisi ise devreye yan öner­ meler sokarak hareketi hızlandırmak istiyordu ve her iki öneri de iki ayn kadro tarafından birarada yönlendirilebilir. Böylece bütün gelişimlere cevap verebilecek sağlıklı bir teşkilatlanmaya kavuşulabi­ lirdi. Erk partisi bu noktada arabulucu bir kadro önerisinde bulundu ve direnişçi parti bu öneriyi ol­ dukça ol umlu karşıladı. Zaten her iki parti de Türk Milliyetçiliği görüşü etrafında kurulmuş ve aynı ga­ yeleri hedefleİnişti. İ ki partide birbiriyle dost ve yol­ daştılar. Türk Milliyetçilerinin samimi demokrasi aşkı alınan kararlarda kendini göstermiş, her iki parti liderleri tarafından öneıilen isimler el rafında bağımsız ve yurtsever bir kadın teşkilatı kurulmuş­ tu. Kadın Direniş Teşkilatı kesinlikle göstermelik bir kuruluş değildi, aksine bu teşkilat erkeklerin­ kinden çok daha rahat faaliyet gösterebilirdi. Kızı-

1 38


lordu karşısında ilk defa bir kadın direniş kurulu� ı ı görünce b u kadroya pek fazla değer vermiyerek es kisinden çok daha geniş kapsamlı traj ik bir hataya düşerek adeta Özbeklere bağımsızlık yolunu kendi elleriyle aralamıştır. Kadın kolunu kendilerini yanıl tabilmek gayesiyle kurulan güdümlü bir başbelası olarak niteleyen K . G . B. kurmayları kadınların faall ­ yetlerine müdahale etmeyerek hatta b u teşkilatın içine ajan bile yerleştirmeyerek Türkçü teşkilatlan­ manın doruk noktasına erişmesini sağladı. İşte Direniş ve Erk patisi kurmayları kadınlara da önemli görevler vererek müthiş bir paslaşmayla bütün Özbekistan'a en uzak bölgelere dahi ulaş­ mak kaydıyla fikirlerini yaymış ve halkı direniş yö­ nünde yüzde yüz kanalize etmeyi başarmışlardır. Bugün Ozbekistan Azerbaycan'dan sonra bağımsız­ lığını kazan maya en yakın Türk Cumhuriyettir. (Gerçekten de biz bu satırları yazarken Azerbaycan bağımsızlığını ilan edecek Özbekistan Erk Partisi li­ deri Salih de Özbeklerin bağımsızlık ilanının olduk­ ça yakın bir tarihte geleceğini müj deleyecekti .) Türkçülük kısmına son verdiğimiz şu satırlarda ve diğer uzmanların anektodlarından başı­ mızı kaldırıp belli bir yoruma ulaşmamızda fayda vardır. Bugün Türk Milliyetçiliğini mantıklı ve felse fik tırmanışını kimse yadsıyaınaınaktadır. Hamasi bir eksenle başlatılan Türkçülük akımı zaman bağ­ lamında hızlı bir tırmanışa geçerek hamasi karakte­ ristik özelliklerinden kurtularak bilimsel veriler ka zanmıştır. Sadece iki üç yıl süren emperyalist yaklaşımlar tarihe karışmış ve ortaya ülkücü, tam bağımsızlık isteyen ve emperyalizme Ü LKÜC Ü ba� kaldıran bir yaklaşım çıkmıştır. Hostler ve K . G . B . üzerine yazılmış kısımlardan da görebileceğimiz �ıh ı zaferin en büyük sebebi sabır ve teşkilatlanmadak l ' hızdır.

Hostler

Türk Milliyetçiliğini bir diğer avantaj ı da kadro

1 39


sunda son derece şahsiyetli ve bilgtli isimlere yer vermiş olmasıdır. Ziya Gökalplerle başl�yan Türk­ çülük Orhan Seyfi Orhon, Resulzade, Omer Sey­ fettin ve daha nice bilgili, zamanı sorgulayan isim­ lerle genişlemiş ve Türk Halklar arasında tam gönül blr11ğt sağlanmıştır. 1 944 yılında gelen zulüm dal­ galannı bertaraf eden Türk Milliyetçileri Dünya Türklüğünün güçlü lideri Alparslan Türkeş le poli­ tikleşme sürecini başlatmışlardır. Bunun avantajla­ n ne olmuştur? Öncelikle teşkilatsız bir fikir kulü­ bü ya da kulüpleri mozaiği görünümünü sergileyen Milliyetçi Hareket siyasi bir ibre kazanarak daha rahat mücadele verme ve somutlaşma imkanı ka­ zanmıştır. İkinci olarak emperyalist güçlerin milli­ yetçileri üzerine oynadıkları Milliyetçilik faşizmdir hezeyanı ve halk faşistlere taltif göstermeyecektir dogmaları alaşağı edilerek halkımızın gözü açılmış­ tır. Bir kere Türk Milliyetçiliğinin her türlü izme (başta faşizm, sosyalizm emperyalizm gibi halkı ezen sistemler olmak üzere) karşı çıktıklarını ve ezi­ len Türki halkların insanca yaşayabilmeleri için soylu bir kavga vermekte olduklarını gören halk fa­ şizm doP:masını yenmiş daha sonra ise MHP ve MÇP'ye Lal l i fl erini göstermişlerdir. Çeşitli h areket­ lerle daha büyük hir karalama, lekeleme kampan­ yalanyla mücadele ,.<'nnek mecburiyetinde kalan Milliyetçiler halklarından aldıklan destekle bu oyunları da başlan dimdik kalmak � ı ı ı ı · ı i v 1 ı· herta­ raf edilmişler ve netice itibariyle K. G.H ( \ ı!ihi dönemin en güçlü kuruluşlarını mağlubiyete ugı; ı ı mayı başarabilmişlerdir. Sosyalizmin fosil ismler müzesine kaldırılmasından sonra gelen Azerbay­ can'ın bağımsızlık karan ve Dünya Türki Halklann bu yoldaki çabalarının yavaş yavaş somut sonuçla­ ra gitmesi milliyetçi hareketin tarihi düzlemde bü­ yük bir zafer kazanmasını sağlamıştır. Eskiden Mil­ liyetçileri eksantrizmle (hafif delilik) suçlayan liderler ise Türk Mlliyetçiliğinin hiçbir zaman sa'

. .

1 40


vunmadığı faşizm metodunu dahi savunmaya kalk­ maları ise halkın gözünün tamamen açılmasına se­ bep olmuştur. Milli Mutabakat. Kürt Sorununu Ön­ leyelim diye otuz yıldır çırpınan Türk Milliyetçisi­ Ülküçülerin bu çabalannı yıllarca görmezden gelen liderlerin günümüzde "Ulusal Birlik. Türkiye Türkle­ rindir gibi" zorlama önermelerle halkın karşısına çıkmaları eli fazla bir ilerleme kaydetmelerini sağla­ yamamıştır. Dünyaca ünlü Financial dergisinin son sayılan­ göz attığımızda 2 1 . yüzyılın Türk Asn olacağı gerçeğiyle bir kez daha karşı karşıya gelmekt eyiz. Bu derginin çizdiği hari41.da Amerika'nın süper güç olarak 2 1 . yüzyılın sonunu getiremeyeceği , Birleşik Alman İmparatorluğu, Japon İmparatorluğu ve De­ mokratik Türk Halklar Birliğinin 2 1 . yüzyılın süper­ güçleri olarak boygöstereceklerinl görebiliyoruz. O zaman hatırlatılması gereken husus kendi kendisi ­ ne milletin önüne çıkmaktadır. Kimse kimseye "gel kardeşim bu dünyayı yönet" diye yol vermeyecektir. Süpergüçlük savaşına oynayacak devletlerde yuka­ nda sayılacak üç güçten ibaret değildirler. Bu çağ ve yeni çağ korkunç bir soğuk savaşa gebedir. Me­ sela hızla güçlenen Avrupa Ortak Birliği, reformlar­ la yeniden güçlenmeye çalışan Rus İmparatorluğu , reformlardan hiç etkilenmediği imaj ını yaratan Kızıl Çin ve Amerika'nın uşaklığından çıban başlığına doğru yürüyen İ sraJI korkunç bir kapışmanın içine gireceklerdir. Sömürüden gayri sermayesi olmayan Amerika ise yok olmamak için gayet acımasız bir si­ yaset güdecektir. Bütün ekonomist ve sosyologların belirttikleri gibi yeni dengeler kurulup yerli yerine oturdukları güne değin bu dünyada kimsenin dos­ tu olmayacaktır. Hiç istemediği halde kapitalist dü­ zenin bile süperleşme şansı tanıdığı Türkiye'de onunbunun dostu olmak ya damevcut kalkınma hı­ zıyla "kalkınmaya çalışan ülke" durumunda kalmak Türkün şansına ihanetten başka bir fonksiyon ifa na

1 41


etmeyecektir. Turan ideali 1'ürkçülük akımıyla ve güçlü kadrola!1�ızla tarihsel düzlemde yoğrulup Turan GERÇEGI halini almıştır ve bu yolda müca­ dele zarurileşmiştir.

- ÜÇÜNCÜ BÖLÜM -

SOSYOLOGLARIN MİLLİYETÇİLİÖE YAKLAŞIMI TÜRK MİLLİYETÇİLERİNİN ZAFERİ 3 Mayıs 1 944, Türk M illiyetçilerinin "Bayram" ilan etliği gündür. Oysa, bu tarihle "bir avuç Türk Millyelçisi , çeşitli tertip ve iftiralarla tutuklanmış tabutluklara konmuştu. Böyle acılı bir günün "Bay­ ram" olarak kabulündeki ''burukluğu" bugün daha iyi anlıyoruz. İnsanın heyecan hayatı, iki temel duygu arasın­ da dolaşır; "haz ve elem" , Psikologlara göre haz, "gevşeme ritmini" elem ise "gerilme ritmini" ifade eder. İnsanlar gevşemeyi temin ettiği için hazzı se­ verler, gerilme doğurduğu için elemden kaçarlar. İnsanların büyük bir çoğunluğu, çok defa "kü­ çük hazlarda" mutluluk arayarak yaş�ak isler;

büyük hazlar ve mutluluklar, ancak büyük ıstırap ve acılara katlanmayla elde edilebilirler. Hangi bü­ yük eser, hangi yüce dava vardır ki. ıstırapsız ve 1 42


gözyaşı dökülmeden kazanılmıştır? Yüce Peygambe­ rimiz (S.A.V) mukaddes İ slam'ı zafere ulaştırmak için en büyük zahmetlere, acılara katlandı. Bize şanlı bir tarih, muhteşem bir kültür ve medeniyet, sarsılmaz bir devlet ve millet şuuuru kazan dıran şerefli ecdadımızın çektiği ıstırabı, akıttığı mukad­ des kanı ve döktüğü alın terini, sarfettiği göz nuru­ nu bilmiyor muyuz? Yalnız Çanakkale şehitleri için mustarip ve mukaddes analarımızın akıttığı göz yaşlan, "nisan bulutlannı" utandıracak ölçüde de­ ğil miydi? Evet, büyük zaferlerin , büyük mutluluk­ ların bedeli, büyük ıstıraplardır, büyük çilelerdir. Çileye ve ıstıraba talip olmayanlar, büyük mut­ lulukları tadarnayacaklardır. Bir ala sözümüzün de dediği gibi "külfetsiz nimet olmaz", o halde, he­ men belirtelim ki. "külfetsiz nimet" arayanlar, id­ dialan ne olursa olsu n . birer tufeyli ve beleşçi para­ zittirler. Bunlar, kendilerini büyük davalara adamış yiğit ve idealist kahrarnanlann kanlan ile beslenen "tahtakurulanndan" farksızdırlar. Biz, yakın tarihimizde müşahade ettik ki, Türk Miliyelçilerinin çile ve ıstıraba düçar olduğu "dö­ nemler'', Türk milli şuurunun yeni bir zaferini müj ­ delemektedir. Mustaripler, mazlumlar ve mağdurlar çağalıp Türk Milliyetçilerinin safları takviye ettikçe, hareketin aşk ve hararet potansiyeli de artmakta­ dır. Milliyetçilik duygularının tipik bir özelliği vardır: Tehlike ile karşılaşmadıkça kendini fazla h issettir­ mez. Milliyetçilik duygusu. tehlike olmadığı zaman­ larda "kovanındaki barut kadar'' sessiz ve uysal ­ dır. Fakat ona ateşle veya darbe ile yaklaştınız mı, size mahiyetini ve kudretini gösterir. Bu durum pek çok milliyetçilik düşmanı ''beynelmilelci" gafillerin ve bölücü millet düşmanlarının feci şekilde yanıl­ masına sebep olmuştur. Birçokları, sahipsiz bir ar-

1 43


sa.da buldukları bombayı, oyuncak sanarak taşla, keserle kurcalarken patlamasına sebep olmakla kalmayıp ne olup gittiğini anlamadan mahvolup gi­ den kimseler gibi helak olmuşlardır. Milliyetçilik, tarihin en büyük gerçeğidir, çağımı­ zın en güçlü hareketidir. Milliyetçilerin ıstıraba ve çileye düçar olduğu "dönemler", devlet ve millet düşmanlarına felaket, dostlarına ise saadet getir­ meye vesile olmuştur. "3 Mayıs Türkçüler Bayra­ mı" bu demektir.

SOSYAL SINIFLAR VE "MİLLET' GERÇEÖİ Biz, bir milletin içinde, mevcut olan ve olabilecek ferdi ve zümrevi menfaatleri ve bunların zaman za­ man çatışmalarını asla inkar ve ihmal etmiyoruz. Bununla birlikte, bir milletin ortak menfaatleri de vardır. Bunlar, bütün fert ve zümreleri ilgilendi­ recek niteliktedir. Bu tipteki milli menfaatler, "milli iç ve dış meseleler' adi altında toplanabilir. Kendi menfaatini, milletin menfaati içinde bula­ mayan fert ve zümreler, ister istemez o milletin ka­ derini paylaşamıyacaklarından "millete yabancı­ laşmış" olarak telakki edilmelidirler. Milletimiz zarar ederken "kir edenler' veya "menfaat uman­ lar' bizden değildirler. Yüca Peygamberimiz (O'na selam olsun) ''bizi aldatanlar bizden değildir' diye buyurmuşlardır. Milletimizin aleyhine gelişen du­ rumlar, eğer bizim ferdi ve zümrevi "çıkarlarımızı" zedelemiyorsa, biz, o mllleUn dışında kalmışız de­ mektir. U stelik, milletimizi zarara sokan oyunlar, dış düşmanlarımız tarafından organize ediliyorsa, bu durum ferdi ve zümrevi kar sağlıyorsa, biz yal-· nız milletimizin dışında kalmayız, düşman milletle­ re de hizmet etmiş olunız.

1 44


Türk İslim Ülkücüsü için, Türk devlet ve mil­ letinin uğrayacağı bir zarar, bizzat kendi zararıdır. Türk milliyetçisi, kendi milletinin ve devletin men­ faatlerini kendi menfaatlerinden ayırmaz ve ondan çok daha üstün tutar. Milli menfaatler, her zaman ferdi ve zümrevi mefaatlerin üstünde tutulmalıdır. Aksi halde ferdi ve zümrevi "egoizm" şımanr, cemi­ yet çözülür, devlet ve mtllet iç çatışmalara düşerek zaafa uğrar, bu durum bütün fert ve zümrelerin za­ rara uğramasına yol açar. Sosyolojinin tesbttlerine göre, çeşitli sosyal, kül­ türel ve ekonomik sebeplerle, bir milletin yapısında sosyal tabakalar, dilimler teşekkül eder. Bu duru­ mun tarih içindeki ve günümüzdeki gelişimi ayn bir inceleme konusudur. Çeşitli dinamiklerle, insan gruplarında "ufkr' (yatay) ve "takulr' (dikey) bir "sosyal hareketlll"lk (mobiltte sociale) müşahade edilir. Değişik zaman ve mekanlarada farklı görü ­ nüşlerde olmasına rağmen, bu durum her insan grubu için zaru ridir. Günümüzde gittikçe kannaşık bir durum ve biçim kazanan bu sosyal realitle sos­ yologlar ve devlet adanılan içni önemli bir inceleme ve ilgi alanıdır. "Sosyal sınıflar'' yahut "sosyal dllimle r", bir mtllettn sosyal ve ekonomik organizasyonunun bir ifadesi olarak - milli bir yapı içinde - manaJıdırlar. Bir milletle bütünleşemeyen ferdi ve zümrevi men­ faatlerin ''beynelmilelleşme" (İnternationalise) id­ diası saçmadır. Türk teknotratı ve Türk işvereni, milletimizin sosyal. tültürel, ekonomik ve politik ya­ pısı içinde birbirini tamamalayan birimlerdir. Bun­ lar, bir arada Türk milletini ve Türk devletini "milli bağımsızlık şuuru" içinde teşkil ederler. Yeıyüzün­ de çiftçilerin, esnafın, bürokratın, teknotratın ve iş­ verenlerin ayn ayrı devletler kurmasını düşünmek saçma ise, ''bir dünya işçi devleti" kurmak iddiası da o kadar saçmadır ve komiktir. . Tarih, millet şuu-

1 45


runu reddeden her hareketin başarısısızlığa uğradı­ ğını kafi miktarda isbatlarnıştır. Bugün yeıyüzün­ den bir işçi devleti yoktur, bu maske ile çalışan "kı­ zıl emperyalist" milletler vardır. Bir milletin ve devletin gücü, "milli 9uurun" uyanıklığı ölçüsünde artar, bu şuurun zayıflaması oranında azalır. Biz, Türk milliyetçileri olarak "şah­ siyet"lerin varlık şuurlarını inkar etmediğimiz gibi, "sosyal tabakaların" , "sosyal cllllmlerln" ve "sos­ yal sımOann" dayanışma, istek ve şuuralınn da in­ kar ve ihmal etmeyiz. Zaten, tabiatı itiban tle tarih içinde, "nisbeten kapalı gruplar'' durumunda mü­ şahade ettiğimiz sosyal tabakalaşmaların. birbirin­ den kopmalarını ve birbirlerine "hasım" olmalarını dileyen "akımlara" da yakınlık duyamayız. Bize dü­ şen iş, çeşitli zaruretlerle medana gelen bu labaka­ laşmalar arasında "yakmhk" duygulannı arttır­ mak, münasebetlerini sıklaştırmak, sosyal , ekonomik, kültürel ve politik denge ve adalet sağla­ yarak çatışmaları "dayanışma ve işbirliği" haline dönüştürmektir. Bize göre. "milli şuur'', bütün fert , zümre , taba­ ka ve sınıflan birbirine bağlayan harçtır. Bu harcın kuvveti oranında fertler, zümreler, tabakalar ve sı­ nıflar "milli huzur ve refahtan" pay alırlar. Bu harcın zayıfladığı milletlerde ve devletlerde grup çö­ zülür, egoizm artar, sosyal yalnızlıklar ve adaletsiz­ likler çoğalır. Millet, "düşman kamplara" bölünür ve "milli devlet" zayıflar. Bir ülkede "milli şuuru" zayıflatarak "smıf şuu­ runu" kışkırtmak isteyenler, bilerek veya bilmeye­

rek, milletin çözülmesine yardım etmektedirler. Sosyal adalet ve sosyal güvenlik istemek: nerden gelirse gelsin zulüm, haksızlık ve ahlaksızlıklann ortadan kalkmasını istemek ve bunun için teşkilat­ lanmak başka şeydir. "Milli şuuru" red ederek, onun yerine "sınıflar şuurunu" kışkırtmak, devleti 1 46


"zulüm aracı" ilan ederek "devletsiz cemiyet" ütopyası ile "anarşiyi" desteklemek, "milli devlet". milli dayanışma" fikrini yıkarak "lntematlona­ llsm" havartliği yapmak yine başka şeydir. Milletlerarası

savaşta,

mil1etlertn

dışa, dönük

"çatışmalannı" , iç çatışmalarla bertaraf etmek, "rakip millet ve devleti" iç savaşlara sürükleyerek

zayıf düşürmek usulü e:skiden bert bilinmekle bera­ ber, günümüzün şartlan bu tıp mücadeleye daha fazla ağırlık vertlmesi yolunu açmıştır. Bilhassa sü­ per devletler veya "Uluslararası şirketler'' , beşinci kol faaliyetlert ile "milli devletleri" iç savaşlarla parçalamak konusunda hayli başanlı olmaktadır­ lar. Bir milletin " talihi düşmanları". çeşitli t ertip ve propagandalarla kendilerini "dost" göstenneye çalı­ şırken "millet çocuklarını" birbirine "düşman" ilan edebilirler. Kısaca ınllletlerarası savaş , kendini "sınıflar arası savaşlar'' ile gizlemeye çalışabilir ve çalışmaktadır. Ülkemizdeki oyunlar da bundan başkası değildir. Kızıl ve kara süper - devletler, bil­ hassa fukara ülkelerde bu oyunu çok "trajik" bir biçimde tezgah lamaktadırlar. Böylece kapitalist ve komünist empeıyalistler, kaç milli devleti "kuzey­ güney", yahut "doğu-batı" diye parçalayarak arala­ nnd� paylaştılar? Şöyle bir dünya halitasına bak­ mak, faciayı görmeye yeter. Kore. Vietnam, Türkis­ tan . Yemen, Etiopya, Lübnan . . . gibi devletlere yenilertni eklemek isteyen kahpe oyunları artık gör­ mek gerekir. Bütün bir milleti "Türk-İslim Ülküsü" etrafında toplayarak "çağların üstünden aşarak" büyük Tür­ kiye'yi kurma davasına destek olmanın tam zama nıdır.

SAVAŞ VE MİLLETLER Biz, Türk mill iyetçiileri olarak, barışı seviyoruz , i stiyoruz v e bütün gönlümüzle özlüyoruz. Anca k .

1 47


esefle belirtelim ki, tarih ve içinde yaşadığımız za­ man, bize gösteriyor ki savaş, inkar edilmesi müm­ kün olmayan ve ona hazır olmayanları kahredecek bir tarzda daima mevcut olmutur. Savaş aleyhine nutuklar çeken , kitaplar, roman­ lar yazan, filmler hazırlayan, en kudretli silahlara ve ordulara sahip olmak için yine milyarlar harcan­ dığını müşahede ediyoruz. Dikkat ediniz "yumuşa­ ma"dan, ''bant" tan, "sillhlaruı smırlandınlma­ ıından" en çok söz eden ülkeler, dünyayı bir anda bertaraf edecek korkunç silahlara sahip bulunuyor­ lar. Üstelik bu silahlanma yarışını sürdürmeye de­ vam ederek daha korkunç ve daha "etkili" olanlarını keşfetmek için milyarlara milyarlar katmaktadırlar. Bunun yanında savaşlar sayı ve nitelik itibari ile çağalmakla kalmayıp gittikçe daha vahim ve dehşet verici bir hüviyet kazanmaktadır. 20. asır maalesef "cihan harblerl" yapmayı öğretti. Kanlı ''bloldat­ ma" hareketleri bütün dünyayı içine aldı. Böylece süper-güçler doğdu. Bu güçler bir diğerinden kork­ tuğu için saldın biçim ve taktikleri değişti. Ham madde pazarı durumunda bulunan ve mamul mad­ delere muhtaç fukara ülkeler, "kara" ve "kızıl" em­ peryalizmin oyunları ile "iç savatlara" sürüklenir oldu. Kapitalizm "uluılaraıı şirketler'' , komünizm ise "sınıf savatlan" vasıtası ile fukara ve muhtaç ülkeleri sömürmenin veya paylaşmanın yolunu bul­ dular. Istırapla belirtelim ki, bu tip savaşlarda Türk ve İslam dünyasının üçte ikisi ve bütün Afrika ye­ nik düştü. Biz, bir millet olarak, bu sahne karşısında üzü­ lüyor ve barışı özlüyoruz, onun tesisi için çalışıyo­ nız. Bugün soydaşlarının ve dindaşlarının yansın­ dan fazlası esir ve sömürge hayatı yaşayan, daha dün, vatanı isUla edilmiş, milyonlarca insanı öldü­ rülmüş ve kendi yurdunda "İstlkW Savaşı" ver­ mek zorunda kalmış, bu uğurda ırmaklar gibi karı,

148


bulutlar, gibi göz yaşı akıtmış ve halen de açık ve gtzli tertiplerle devleti ve milleti tehltkeye itilen bir mtllet olarak "savaşın" inkar edilemez bir gerçek ol­ duğunu ister istemez biliyoruz. Öyle anlaşılıyor ki, savaş bir varolma kanunu­ dur. Sun'i bir şey değildir. Tabiatın _bağrında var. . . Savaşı kelebekler ve güvercinler bile yapıyor. Barış güzel şeydir, ama savaşın gerçekliğini inkar etmeye yetmez. Barış devrelerini bile "nitelik değlştlnnlş savaş dönemleri" olarak değerlendirenlere hak ver­ memek mümkün değildir. Bu sebepten , insanlık dünyasını paylaşmaya çalışan ve paylaşan süper devletlerin "banş ve yumuşama" sloganlarına ina­ nılamaz. Savaş, ayrı mtlleller dunım unda oluşumuzdan doğmaz, aksine savaşın doğurduğu Lehlikelerden milletler halinde teşkilatlanarak korunuruz. Güçlü bir millet olamazsak "güçlü milletlere" yem olaca­ ğımızı biliriz. Savaş yok edilecekse, bu, milletleri yok etmek biçiminde gerçekleşemez, bunun yolu, milletlere saygı olmalıdır. Milletleri yok etmenin adı ''banş" değil , ancak "savaş" olabilir. Unutmayalım, savaşın da, barışın da hem "şe­ reflisi" h em "şerefsizi" vardır. Türk milliyetçileri , şerefli barışları ve savaşları hem yapar, hem alkış­ lar.

TÜRKÇÜLÜK NEDİR? Türkçülük, Türk M illetini yükseltmek demektir.

Öyleyse Türkçülüğün kapsamını anlamak için önce

millet adı verilen topluluğun niteliklerini belirlemek gerekir. Millet konusundaki çeşitli görüşleri incele ­ yelim : 1 ) Soy (ırk) Türkçülerine göre millet, soy demek· tir. Soy sözcüğü gerçekte hayvanbilimın (zooloji) te ­ rlmlerindendir. Her hayvan türü anatomik (teşrihi)

1 49


nitelikleri bakımından birtakım çeşitlere ayrılır. Bu çeşitlere soy adı verilir. Örneğin at türünün Arap soyu, İngiliz soyu, Macar soyu adlarını alan birta­ kım anatomik çeşitleri vardır. İnsanlar arasında da eskiden beri beyaz soy. ka­ ra soy, san soy, kırmızı soy adlarında dört soy var­ dır. Bu bölümleme kaba olmakla birlikte, şimdi bile değerini korumaktadır. İnsanbilim (Antropoloji). Avrupa'daki insanları başarının biçimi ve saçlarıyla ve gözlerinin rengi ba­ kımından üç soya ayırmıştır: Uzun başlı kumral , uzun saçlı esmer, yassı başlı. Bununla birlikte Avrupa'da hiçbir millet, bu tip­ lerden yalnız bilini kapsamına almaz. Her milletin içinde çeşitli oranlarda olmak üzere bu üç soydan bireyler vardır. Dahası aynı ailenin içinde, bir kar­ deş uzun başlı kumral, öbürleri uzun başlı esmer ve yassı başlı olabilirler. Gerçi bir zamanlar, kimi insan bilimciler bu ana­ tomik tiplerle toplumsal nitelikler arasında bir ilişki bulunduğunu ilreı sürerlerdi. Fakat birçok bilimsel eleştirilerin ve özellikle insanbillmcilerin kendi ara­ larında en yüksek bir yeri olan Manouvrler adında­ ki bilginin anatomik niteliklerin toplumsal karak­ terler üzerinde hiçbir etkisi olmadığını kanıtlaması, bu eski savı bütünüyle çürüttü. Soyun böylece top­ lumsal niteliklerle hiçbir ilişkisi kalmayınca, top­ lumsal karakterlerin toplamı olan ulusallıkla (milli­ yet) da hiçbir ilişkisi kalmaması gerekir. Öyleyse milletibaşka bir alanda aramak gerekir. 2) Budun (kavim) Türkçüleıi de, milletibudun topluluğu ile karıştırırlar.

Budun aynı anadan, aynı babadan üremiş, içine hiç yabancı karışmamış kandaş bir topluluk de­ ·mektir. Eski toplumlar, genellikle saf ve yabancılarla ka1 50


rışmamış birer budun olduklarını ileıi sürerlerdi. Oysa toplumlar tarthöncesi çağlarda bile budun ol­ ma bakımından katışıksız değildiler. Savaşlarda tutsak alma, kız kaçırma, suçluların kcrndi toplum­ larından kaçarak başka bir topluma girmesi, evlen­ meler. göçler, başkalarına benzeme ya da başkala­ rını kendine benzetme gibi olaylar sürekli olarak milletleri birbirine karıştırmıştı. Fransız bilginlerin­ den camile Jullan ile Meille t, en eski çağlarda bile saf bir budunun bulunmadığını ileri sürmektedir­ ler. Tarih öncesi çağlarda bile saf bir budun bulun­ mazsa tarihsel dönemlerdeki budunların karışma­ sından sonra artık saf bir budun aramak anlamsız olmaz mı? Bundan başka toplumbilime göre, birey­ ler dünyaya toplumsal bir nitelik taşımaksızın gelir­ ler. Yani toplumsal bilinçlerden hiçbirini birlikte ge­ tirmezler. Omegin dil, din, ahlak, estetik, siyaset, hukuk, iktisat bilinçlerinden hiçbirini birlikte getir­ mezler. Bunların tümünü sonralan eğitim yoluyla toplumdan alırlar. Demek ki toplumsal nitelikler, bireylere örgensel (uzvi) kalıtım il geçmez, yalnız eğitim yoluyla geçer. Öyleyse budunsallığın (kavmi­ yet) ulusal karakter bakımından da hiçbir rolü yok­ tur. Budunsal saflık, h içbir toplumda bulunmamak­ la birlikte, eski toplumlar budunculuk ülküsünü iz­ lerlerdi. Bunun nedene diniydi. Çünkü o toplumlar­ da Tanrı, toplumun ilk atasıydı. Bu Tanrı, yalnız kendi soyundan olanlara Tanrılık etmek isterdi. Ya­ bancıların kendi tapınağına girmesini, kendisine yapılacak ibadetle katılmasını, kendi yargı organla­ rında kendi yasalarına göre yargılanmasını istemez­ di. Bundan dolayı toplumun içine çeşitli çocuk edinme yollarıyla girmiş bireyler bulunmakla birlik­ te, bütün toplum yalnız tanrının döllertnden oluş­ muş sayılırdı. Eski Yunan sitelerinde, İslamöncesi Araplar'ında, eski Türkler'de, özetle, daha il çağın 151


da bulunan bütün toplumlarda şu yalancı budun­ sallığı görürüz. Şurası da var ki toplumsal evrimin o aşamasın­ da yaşayan milletler için budunculuk ülküsünü iz­ lemek, olağan bir eylem olmasına karşın, bugün içinde bulunduğumuz aşamaya oranla sağlıklı de­ ğildir. Çünkü o aşamada bulunan toplumlarda, toplumsal dayanışma yalnız dindaşlık bağlantısın­ dan doğuyordu . Dindaşlık, kandaşlığa dayanınca, doğal olarak, toplumsal dayanışman ın temeli de kandaşlık olur. , Bugünkü toplumsal aşamamızda ise, toplumsal dayanışma kültür birliğine dayanıyor. Kültürün ku­ şaklara aktarılması aracı eğitim olduğu için, kan­ daşlıkla hiçbir ilgisi yoktur.

3) Coğrafya Türkçülerine göre millet, aynı ülkede oturan topluluklann tümü demektir. Örneğin onla­ ra göre , bir İran ulusu, bir İsviçre ulusu, bir Belçi­ ka ulusu, bir Britanya ulusu vardır. Oysa İran'da Fas, Kürt ve Türk olmak üzere üç ulus; İsviçre'de Alman, Fransız, İtalyan olmak üzere yine üç ulus; Belçika'da Fransız asıllı Valonlar'la, Cermen asıllı Fl aman lar vard.ır. Büyük Brltanya adalarında ise Anglo Sakson , Iskoçya'lı, Gal'li, Irlanda'lı adlanyla dört ulus vardır. Bu çeşitli toplumlann dtlleri ve kültürleri birbirinden ayrı olduğu için tümüne bir­ den ulus adını vermek doğru değildir. Kimi kez bir ülkede birçok milletler olduğu gibi, kimi kez de bir ulus çok ülkelere dağılmış bulunur. Ômeğin Oğuz Türkleri'ne bugün Türkiye'de, Azer­ baycan'da, Iran'da, Harizm ülkesinde rastlarız. Bu toplulukların dilleri ve kültürleri ortak oldu­ ğu halde, bunlan ayrı ulslar saymak doğru olabilir mi?

4) Osmanhcılara göre, ulus, Osmanlı İmparator­ luğu'nda bulunan bütün uyruklan kapsar. Oysa,

1 52


bir imparatorluğun bütün uyruklarını bir tek ulus sayması büyük bir yanılgı olur. Çünkü bu karma topluluğun içinde bağımsız kültürleri olan birçok milletler vardır. 5) İslam birlikçilerine göre, millet, bütün müslü­ manların toplamı demektir. Aynı dinde bulunan in­ sanların toplamına inandaş topluluğu (ümmet) adı verilir. Bu durumda Müslümanların tümü de inan­ daş topluluğudur. Yalnız dilde ve kültürde ortak olan millet topluluğu ise bundan ayn bir şeydir. 6) Bireycilere göre, ulus, bir adamın kendisine bağlı saydığı herhangi bir toplumdur. Gerçekte bir birey, kendisini görünüşte şu ya da bu topluma bağlı saymakta özgür san ır. Oysa bireylerde büyük bir özgürlük ve bağımsızlık yoktur. Çünkü insanda­ ki ruh, duygularla düşüncelerden oluşmuştur. Yeni ruhbilimcilere göre duygusal yaşantımız asıldır, dü­ şünsel yaşantımız ona aşılanmıştır. Bu yüzden ru­ humuzun olağan bir durumda bulunabilmesi için düşüncelerimizin duygularımıza bütünüyle uygun olması gerekir. düşünceleri duygularına uymayan ve dayanmayan bir adam ruhça sağlıksızdır. Böyle bir adam hayatta mutlu olamaz. Örneğin duyguca dine bağlı olan bir genç, kendisini düşünceleri ba­ kımından dinsiz sayarsa, ruhsal bir dengeye erişe­ bilir mi? Kuşkusuz hayır! Bunun gibi her birey, duygulan aracılığı ile belirli bir ulusa bağlıdır. Bu ulus. o bireyin içinde yaşadığı ve eğitildiği toplum­ dan başkası değildir. Çünkü bu birey, içinde yaşa­ dığı toplumun bütün duygularını eğitim aracılığıyla almış, bütünüyle ona benzemiştir. öyleyse bu birey, aı;ıcak bu toplumun içinde yaşarsa mutlu olabilir. Başka bir toplum içine giderse, yurt özlemine uğ rar, hastalanır, duyguca ortak bulunduğu toplu mun içine gitmek için özlem çeker. Öyleyse bir bire· yin istediği zaman ulusunu değiştirebilmesi kendi elinde değildir. Çünkü ulusallık da dışla ilgili bir ·

153


gerçekliktir. İnsan ulusallığını, bilgisizlikle tanıya­ mamışken, sonradan araştırma ve soruşturma ara­ cılığıyla bulabilir. Fakat, bir partiye girer gibi salt istenciyle (iradesiyle) şu ya da bu ulusa giremez. Öyleyse mi11et nedir? Soya, buduna. coğrafyaya, siyasete, istençli güçlere üstün gelecek ve egemen ' olabilecek başka ne gibi bir bağımız var? Toplumbilim şunu kanıtlıyor: Bu bağ eğitimde, kültürde, yani duygularda ortaklıktır. insan en iç­ ten, en yürekten duygularını ilk eğitim çağında alır. Daha beşikteyken işittiği ninnilerle ana dilinin etki­ si altında kalır. Bundan dolayıdır ki, en çok sevdiği­ miz dil , ana dilimizdir. Ruhumuzu oluşturan bütün din, ahlak, güzelltk (estetik) duygularımızı bu dil aracılığıyla almışız. Zaten ruhumuzun toplumsal duygulan bu din, ahlak, güzellik duygularından oluşmuş değil midir? Bunları çocukluğumuzda hangi toplumdan almışsak, her zaman o toplumda yaşamak isteriz. Başka bir toplumun içinde daha büyük bir gönençle (refah) yaşamamız olanağı var­ ken , toplumumuz içindeki yoksuUuğu da yeğleriz. Çünkü dostlar içindeki bu yoksuUuk, yabancılar ansndaki o gönençten çok bizi mutlu kılar. Beğeni­ miz, vicdanunız, özlemlerimiz, hep içinde yaşadığı­ mız, eğitimini aldığımız toplumundur. Bunların yankısını ancak o toplum içinde işitebilirtzb Ondan aynhp da başka bir topluma girebilme­ miz için büyük bir engel vardır. Bu engel çocuklu­ ğumuzda o toplumdan almış olduğumuz eğitimi ru­ humuzdan çıkarıp atmanın imkansızlığıdır. Bu olamadığından eski toplum içinde kalmak zorunda­

yız. Bu söylenilenlerden anlaşıldı ki, millet ne soyla, ne budunla, ne coğrafyayala, ne siyasetle, ne de is­ tençle ilgili bir topluluk değildir. Millet, dil, din, ah­ lak ve estetik bakımından ortak olan, yani aynı eği-

1 54


ttml almış olan bireylerden oluşan blr topluluktur. lürk köylüsü onu. Dili dilime uyan, dinl dinime uyan diyerek tanımlar. Gerçekten de bir adam, an­ ca ortak bulunduğu kişilerden çok, dilde ve dinde ortak bulunduğu kişilerle birlikte yaşamak ister. Çünkü insan kişiliğimiz, gövdemizde değil , ruhu­ muzdadır. Maddi meziyetlerimiz soyumuzdan geli­ yorsa, manavhi meziyetlerimiz de eğitimini aldığı­ mız toplumdan gellyor. Büyük İskender dlyor ki: "Benim gerçek babam Filip değil. Aristo'dur. Çünkü birincisi maddi varlığunın. ikincisi manevi varlığunın oluşumuna neden olmuştur. " Kişl için maneviyat. maddiyattan önce gelir. Bu bakımdan ulusallıkta soy-sop aranmaz. Yalnız eğltimln ve ülkünün milli olması aranır. Sıradan bir kişi, hangi milletin eğitimini almışsa, ancak onun ülküsüne çalışabilir. Çünkü ülkü bir coşku (vecd) kaynağı olduğu için aranır. Oysa eğiti­ miyle büyümüş bulunmadığımız bir toplumun ül­ küsü ruhumuza kesinlikle coşku veremez. Tersine eğitimini almış olduğumuz toplumun ülküsü ruhu­ muzu coşkulara boğarak mutlu yaşamamıza neden olur. Bundan dolayı kişi eğitimiyle büyüdüğü toplu­ mun ülküsü uğruna yaşamını verebilir. Oysa zihin bakımından kendisini bağladığı yabancı bir toplum uğruna küçük bir çıkarını blle yitirmek istemez. Özetle insanoğlu, eğtimce ortak olmadığı bir toplum içinde yaşarsa, mutsuz olur. Bu görüşlerden çıka­ racağımız elle tutulur sonuç şudur: Ülkemizde bir zamanlar dedeleri Arnavutluk'tan ya da Arabis­ tan'dan gelmiş, soydaşlarunız vardır. Bunları Türk eğitimiyle büyümüş, lürk ülküsüne çalışmaya alış­ mış görürsek öbür ulusdaşlanmızdan hiç ayırma­ malıyız. Yalnız mutluluk dönemlerinde değil. yıkım dönemlerinde de bizden aynlmayanlan nasıl ulusu­ muzun dışında sayabiliriz. Özellikle bunlar arasın­ da ulusumuza karşı büyük esırgemezlik göstermiş, lürklüğe büyük hizmetler yapmış olanlar varsa,

1 55


nasıl olur da bu esirgemez kişilere: "Slz Türk dejll­ slnlz" diyebtltrtz. Gerçekte atlarla soysop aramak gerekir, çünkü meziyetleri içgüdüye dayanan ve ka­ lıtsal (irsi) olan hayvanlarda da soyun büyük bir önemi vardır. Kişilerde ise soyun toplumsal nitelik­ lere hiçbir etkisi olmadığı için soy-sop aramak doğ­ ru değildir. Bunun tersi bir yol tutacak ülkemizdeki aydınların ve düşün savaşımcılarının birçoğunu at­ mak gerekecektir. Bu durum doğru olmadığından "Türk'üm" diyen her bireyi Türk tanımaktan, yalnız Türklüğe haytnliği görülenler varsa, cezalandırmak­ tan başka yol yoktur. s. Ahmet Arvasl

TÜRKÇÜLÜK VE TURANCILIK Türkçülükle Turancılığın aynmlannı anlamak için Türk ve Turan topluluklarının sınırlarını belir­ lemek gerekir. Türk, bir milletin adıdır. Ulus kendi­ ne özgü bir kültürü olan topluluk demektir. Öyley­ se türk'ün yalnız bir dili, bir tek kültürü olabilir. Oysa Türk'ün kimi kolları, Anadolu Türkle­ ri'nden ayn bir dil, ayn bir kültür yapmaya çalışı­ yorlar. Orneğin Kuzey Türkleri'nden bir bölüm gençler, bir Tatar dili, Tatar kültürü oluşturmak uğraşı içindeler. Bu eylem, Türkler'in başka bir ulus, Tatarlar'ıri da başka bir ulus olması sonucu­ nu verecektir. Uzak.ta bulunduğumuz için Kırgız­ lar'ın ve Ôzbekler'in nasıl bir yol izleyeceklerini bil­ miyoruz. Bunlar da birer ayn dil ve edebiyat, birer ayn kültür oluştum1aya· çalışırlarsa, Türk ulusu­ nun sının daha daralını� olur. Yakutlar'la Altay Türkleri daha uzakta bulundukları için, bunları Türkiye Türkleri'nin küllürü çevresine almak daha güç görünüyor. Bugün kültürce birleşmesi kolay olan Türkler. özellikle Oğuz Türkleri, yani Türkriıenler'dtr. Türki1 56


ye lürkleri gibi Azerbaycan, İran ve Harizm ülkele­ rinin lürkınenleri de Oğuz uyruğundandırlar. Bu­ nun için Türkçülükteki yakın ülkümüz Oğuz birliği ya da lürkınen birliği olmalıdır. Bu birlikten amacı­ mız nedir? Siyasal bir birlik mi? Şimdilik hayırl Ge­ lecekle ilgili bugünden bir yargıya varamayız. Fakat bugünkü ülkümüz, Oğuzlar'ın yalnız kültürce bir­ leşmesidir. Oğuz lürkleri bugün dört ülkede yayılmış ol­ malda birlikte tümü birbirine yakındırlar. Dört ül­ kedeki Türkmen illerinin adlarını karşılaştınrsak, görürüz ki birinde bulunan bir ilin ya da boyun öbürlerinde de kollan vardır. Mesela Harizm'de Tekeler'le Sanlar'ı ve Kara­ kalpaklar'ı görüyoruz. Yurdumuzda Tekeler, bir sancak oluşturacak kadar çoktur, dahası bir bölü­ mü bir zamanlar Rumeli'ye yerleştirilmişlerdir. Tür­ kiye'deki Sanlar özellikle Rumkale'de otururlar. Karakalpaklar ise Karapapak ve Terekeme adını alarak Sivas, Kars ve Azerbaycan yörelerinde yer­ leşmişlerdir. Harizm'de Oğuz'un Salur ve İmrah boylarıyla ÇaTda ve Göklen (Karluklardan Kealin) illeri vardır. Bu adlara Anadolu'nun çeşitli noktala­ nnda rasqanır. Göklen, kendi adını Van'da bir köye Gökoğlan biçiminde vermiştir. Oğuz'un Bayat ve Aff&I' boylan da gerek lürki­ ye'de gerek İran'da ve Azerbaycan'da bulunuyor. Akkoyunlular'la Karakoyunlular da bu üç ülkede yayılmışlardır. Öyleyse Harizm, İran, Azerbaycan ve Türkiye ülkeleri Türk etnografyası bakımından aynı uruğun yurtlarıdır. Bu dört ülkenin toplamına Oğu­ zistan adını verebiliriz. Türkçülüğün yakın ereği, bu büyük bölgede yalnız bir tek kültürün egemen olmasıdır. Oğuz lürkleri genellikle Oğuz Han'ın torunlan­ dır. Oğuz lürkleri birkaç · yüzyıl öncesine gelinceye değin uyumlu bir aile olarak yaşarlardı. Ômeğin 1 57


Fuzuli bütün Oğuz kollarında okunan bir Oğuz şai­ ridir. Korkut Ata Kitabı Oğuzlar'ın resmi Oğuzna­ mesi olduğu gibi, Şah İsmail, Aşık Kerem, Köroğlu kitapları gibi halk yapıtları da bütün Oğuz iline ya­ yılmışlır. Türkçülüğün uzak ülküsü ise Turan'dır. Turan kimilerinin sandığı gibi Türkler'den başka Moğol­ lar'ı, Tunguzlar'ı, Fin-Ugorlar'ı, Macarları da içine alan bir budunlar topluluğu değildir. Bu topluluğa bilim dilinde Ural-Altay topluluğu . denilir. Bununla birlikte bu sonki topluluğa bağlı budunların dilleri arasında bir yaknlık bulunduğu da henüz kanıtla­ namamıştır. Oyle ki, kimi yazarlar, Ural budunla­ nyla Altay budunlarının birbirinden ayn iki toplu­ luk olduğunu ve Türkler'in , Moğollar ve Tunguzlarl'a birlikte Altay topluluğuna, Fin­ ugorlar'la Macarlar'ı:p da Ural topluluğuna bağlı bu­ lunduklarını ileri sürüyorlar. Türkler'in Moğollar ve Tunguzlar'la bir dil yakınlığı olduğu da kanıtlana­ mamıştır. Bugün bilimsel olarak saptanan bir Rer­ çek varsa o da Türkçe konuşan Yakut , Kırgız, Öz­ bek, Kıpçak, Tatar, Oğuz gibi Türk boylarının dilce ve gelenekçe budunsal bir birliğe sahip bulunduğu­ dur. Turan sözcüğü, Turklar, yani Türkler demek olduğu için yalnızca Türkler'i içine alan birliğin bir adıdır. Öyleyse Turan sözcüğünü bütün Türk kolla­ rını içine alan büyük Türk ülkesi için kullanmamız gerekir. Çünkü Türk sözcüğü bugün yalnız Türkiye Türkleri'ne verilen bir ad olmuştur. Türkiye'deki Türk kültürü içine girenler doğal olarak yine bu adı alacaklardır. Benim kanımca bütün Oğuzlar yakın bir zamanda bu adda birleşeceklerdir. Fakat Tatar­ lar, Özbekler, Kırgızlar ayn kültür oluştururlarsa ayrı uluslar halini alacaklarından yalnız kendi ad­ larıyla anılacaklardır. O zaman bütün bu eski ya­ kınları budunsal bir birlik olarak birleştiren ortak bir ada gerek duyulacak. İşte bu ortak ad Turan sözcüğüdür. 1 58


Türkçüleıin uzak ülküsü, Turan adı altında hır leşen Oğuzlar'ı, Tatarlar'ı, Kırgızlar'ı , Ôzbekler'i, Ya kutlar'ı dilde, edebiyatta, kültürde birleştirmektir. Bu ülkünün bir gerçekliğe dönüşmesi olanağı var mı, yok mu? Yakın ülküler için bu yön aranırsa da, uzak ülküler için aranmaz. Çünkü uzak ülkü ruh­ lardaki coşuyu sonsuz bir aşamaya yükseltmek için ulaşılmak istenilen çok çekici bir düştür. Örneğin Lenin, Bolşeviklik için yakın ülkü olarak Kollekti­ vizmi (Ortaklaşacılık). uzak ülkü görünümünde de Komünizmi ileri sürmüştür. Komünizmin ne zaman gerçekleşeceğini soranlara şu karşılığı veriyor: "Ko­ münizmin ne zaman uygulanacağını şimdiden kes­ tirmek imkanı yoktur. Bu Hazreti Muhammed'in cenneti gibi ne :1,aman ve nerede görüneceği bilin­ meyen bir şeydir." İşte Turan ülküsü de bunun gibidir. yüz milyon Türk'ün bir ıni1let olarak birleşmesi Türkçüler için en güçl ü bir coşu kaynağıdır. Turan ülküsü olma­ saydı, Türkçülük bu denli hızla yayılmayacaktı. Bu­ nunla birlikte kim bilir? Belki gelecekte Turan ül­ küsü de gerçekleşebilecektir. Ülkü, geleceğin yaratıcısıdır. D ün Türkler için düşsel bir ülkü olan milli devlet, bugün Türkiye'de gerçekleşmiştir. Öyleyse Türkçülüğü ülküsünün büyüklüğü ba­ kımından üç aşamaya ayırabiliriz:

1) 2) 3)

Türkiyecilik, Oğuzculuk ya da Tükmencilik, Turancılık.

Bugün gerçeklik alanında yalnız Türkiyecilik vardır. Fakat ruhların büyük bir özlemle aradığı Kı­ zıl Elma, gerçeklik alanında değil, düş alanındadır. Türk köylüsü Kızıl Elma'yı düşlerken gözüni'ı11 önüne eski Türk İlhanlıklan gelir. Gerçekten Turan ülküsü geçmişte bir düş değil, bir gerçekl ikti İsa'dan 2 1 0 yıl önce Kun Başbuğu Mete, Kunlar 1 59


(Hunlar) adı altında bütün 1ürkler'i birleştirdiği ?.a­ Turan ülküsü gerçekleşmıştt. Hunlar'dan son­ ra Avarlar. Kırgız-Kazaklar, daha sonra Kür Ban, Cengiz Ban ve sonuncu olmak üzere Tlmurlenk Turan ülküsünü gerçekleştirmediler mi? Turan sözcüğünün anlaıru böyle sınırlandınldık­ tan sonra artık Macarlar'ın, Ftn-Ugorlar'ın, Moğol­ lar'ın, Tunguzlar'ın, Turan'la bir ilgileri kalmamak gerekir. Turan bütün Türkler'in geçmişte ve belki de gelecekte bir gerçeklik olan büyük yurdudur. Turanlılar, yalnız Türkçe konuşan uluslardır. Eger Ural ve Altay ailesi gerçekten varsa. bunun kendine özgü bir adı olduğundan Turan adına ge­ rekseme duyularriaz. Bir de kimi Avrupa'lı yararlar, Batı Asya'da asıl­ ları bakımından Samiler ya da Ariler'den olmayan bütün budunlara Turan'h adını veriyorlar. Bunların amacı, bu budunların Türkler'tn yakını olduğunu onaylamak değildir. Yalnız samiler'le Ariler'den baş­ ka budunlar olduğunu anlatmak içindir. Bundan başka kimi yararlar da Şehname'ye gö­ re Tur He İrec'in kardeş olduğuna bakarak Turan'ı eski İran'ın bir bölümü saymaktadırlar. Oysa Şeh­ name'ye göre Tur ile İrec'in üçüncü bir kardeşleri daha vardır ki adı Selem'dir. Selem ise İran'lı bir boyun dedesi değil, bütün Samiler'in ortak a�sıdır. (}ylese Feridun'un oğulları olan bu üç kardeş, Nuh'un oğulları gibi, eski etnografik bölümlerin ad­ larından doğmuştur. Bundan anlaşılıyor _ki Turan iran'ın bir parçası değil, bütün Türk illerini içine alan Türk Birliği'dir. man

ZİYA GÖKALP

1 60


HALKÇILIGIN SOSYAL TEMELLERİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER Bütün milliyetçilik hareketlerinin ortak özellikle­ rinden biri ve belki en çok belirgin olanı halkçılıktır. Milliyetçiliğin dayandığı temel prensipler ve bu cere­ yanın tarih içinde geçirdiği macera gözönünde tutu­ lursa halkçılık ve milliyetçiliğin niçin birbirinden ay­ rılmayacağı açıkça görülür. Hakikatte, milliyetçiliğin asıl hedefi geniş kitlenin iradesine dayanan bağımsız bir siyasi idare (self-govemment) ve bu siyasi birlik içinde milli bir kültür meydana getirmek olmuştur. Tarihi gelişme vetiresi içinde milli kültürün teşekkü­ lünden sonra milli devlete geçildiği haller de görül­ mekle beraber, siyasi birlik ve kültür birliği yoluyla modem bir cemiyet haline gelme çabası bütün milli­ yetçi hareketlerin değişmez programı olmuştur. Dik­ kat edilirse, böyle blr programın siyasi rejimle ilgili ta­ rafı kadar milli kültürle ilgili hedefleri de ona tamamen halka dayanan bir modernleşme cereyanı karakteri vermektedir. Milllyetçlliği bu yüzden halkçı­ lıktan ayn olarak düşünemiyoruz. Bütün milliyetçilik hareketleri zorunlu olarak halk­ çı olmakla beraber, programında halkçılık bulunan bütün siyasi cereyanlar milliyetçi değildir. Ni tekim son yıllarda Türkiye'de de görüldüğü gibi. markslst sosyalizm hareketi milliyetçiliği reddetmek mecburiye­ tinde olduğu halde sloganlarının büyük bir kısmını halkçılık teması etrafında tertiplemektedir. Halkların uyanışı, halk savaşı, halk kurtuluş ordusu gibi ifade­ lerde milli terimi yerine ısrarla halk kelimesinin kulla­ nılışı marksistlerin de halkı esas alan bir cereyanı temsil ettikleri kanaatini uyandırıyor. Türkiye'de Marksist-Leninist (Komünist) hareketin meşru bir si yasi organizasyonu bulunmadığı için, bu cereyana mensup kimselerin halkçılık anlayışını ancak duvar­ lara yazdıkları yazılardan ve gece karanlığında dağı l161


tıklan beyannamelerden çıkanyoruz. Sosyalist hare­ ketin meşru görünen kanadına Türkiye işçi Partisi) ail siyası programda da halkçı bir tutumun benim­ sendiğine ait iddialara rastlanmak.ta dır. M111Jyetçilerin halkçılık fikirleri ise "Halk Fırkasının umdelerl" ha­ linde ortaya atılan ve daha sonra "Atatürk İlkeleri" adını alan altı prensipten biri olarak başlamak üzere bugüne kadar btrbiıinden farklı anlamlarda çeşi tli si­ yasi kuruluşlann programlanna aksetmiş bulunmak­ tadır. Türkiye'de politikanın değişmez bir unsuru haline gelen ve daima bir siyasi tutum meselesi olarak kalan halkçılığın haktkhi bir sosyal değişme programı mı yoksa bir siyasi laktik olarak mı kullanıldığı hakkında şüpheye düşmek için pek çok sebep mevcuttur. Nite­ kim çok patili demokraside hiç değilse halkın menfa­ aUertni gözetmek gibi çok muğlak bir manada da olsa her partinin halkçı görünmek mecburiyeti bu şüpheyi kuvvetlendtmıekledlr. Bizim buradaki maksadımız si­ yasi partilerin lenk ldlnt yapmak olmadığı tçtn bu ko­ nudaki kararı okuyucuya bırakıyoruz. Mamafih , Tür­ kiye'dekt siyasi kuruluşlann halkçılık konusuhdakJ lavırlannı sağlam bir zemin üzerinde değerlendirebil­ mek için . bu konuyu sosyoljik bir tahlile tabi tutmak­ la fayda görüyoruz. İşle bu makalede bir taraftan bazı terimleri vuzuha kavuşturmak, bir taraftan da Türki­ ye'nin sosyo-kültürel bünyesini halkçılık prensibi ba­ kımından gözden geçirmek suretiyle okuyucuya sağc lam bir dayanak noktası vermeye çalışacağız. Her şeyden önce halk teriminin anlamı üzerinde durmak gerekiyor. Halkın bir insan topluluğu olduğu­ nu herkes bilir; ama onu başka topluluklardan ayıran özellikler nelerdir? Halk iradesi , halkın selameti .halka göre ilh . . sözlerle konu edilen topluluk nedir? Halk bir iktisadi sınıf değildir, yani marksistlerin dedikleri menfaat çatışmalannda ken­ di başına bir taraf teşkil etmez. Halk bir sosyo

"sınıf kavgası"

1 62


loj ik kategori değildir; sosyal tekhamülün aile, kı lan, aşiret ilh . . şeklinde tesbit edilen saflıalarındaıı herhangi birine tekabül etmez. Halk bir sosyal ta­ baka da değildir; mesela bir memleketin ailelerini bir takım standartlara göre - iktisadi, siyasi, kültü­ rel vs. - ayırdedecek bir tabakalaşma meydana ge­ tirsek bunların herhangi birinde halk diye bir gru­ ba rastlayamayız. Sosyal ilim mensupları "halk" terimini bir memleketin bütün insanlarını ifade edecek şekilde, "milli'' terimiyle eşdeğerli olarak kullanırlar. Çok seyrek olarak. bir memleket nüfu­ sunun siyasi hayattaki tesir gücüne sosyo-politik kriter - göre sınıflamasını yaptığımız zaman halktan bahsediyoruz. Nitekim halk terimi modern milletle­ rin teşekkülünden önceki devirlerde idareci tabaka­ nın dışındaki geniş kitleyi, yani idare edilenleri gös­ teriyordu. Osmanh devrindeki reaya veya ahali (hazan her ikisi birden) bu anlamda halk demekti. Batı demokrasileri dışında kalan memleketlerde , bilhassa geri kalmış denllen ülkelerde politik bir kategori olarak halk hala mevcuttur. Batıda mo­ dern demokrasi ilebirlikte millet bünyesinin de te­ şekkülünden sonra idare edilenler manasına halk terimi eski muhtevasını büyük ölçüde kaybetmişti; zira siyasi kuruluşların açık bir bünyeye kavuşma­ ları ve idarenin rey esasına dayandınlması sonunda halk ve idareciler artık iki ayrı sosyal grup olmak­ tan çıkmıştır. Türkiye'nin sosyal ve siyasi bünyesine bakacak olursak, halk dediğimiz kitlenin eski karakterini bir bakıma kaybettiğini, bir bakıma da hala muhafaza ettiğini görüyoruz. Bizde çok patili demokratik ha­ yata geçilinceye kadar idare edilen kitleye halk de­ niyordu. Bu kitle siyasi hayatta söz sahibi olduktan sonra da ayrı bir grup olarak kaldı . İmparatorlukta kapıkuli ve Cumhuriyetin llk yıllarında Halk Fırka· sının karşısında ayrı bir grup teşkil eden halk bu gün de münevver tabakanın karşısında bu ayrılığı-

1 63


nı devam ettiıiyor. Hakikatte idare edenleıin yerine münevver tabakanın geçmesi bir isim değişikliğin­ den ibarettir. Geniş kitlenin siyasi hayata katılma­ sından önceki devirlerde idareci ve münevver aynı insandı. Son kırk yıl içinde tahsilin yaygınlaşmasıy­ la birlikte cemiyet de daha karmaşık bir bünyeye kavuştuktan sonra, münevver tabaka idarectltk sı­ fatını devam ettirmekle beraber cemiyetin diğer kat­ larına da yayılmış bulunuyor. Politikanın münevver inhisanndan kurtulmasından sonra halk münevver ayrılığı yine devam ettiğine göre, bu iki sosyal gru­ bu birblıinden ayının asıl özelliğin siyasi veya mes­ leki statüden ziyade bir kültür farkı olması gerekir. Nitekim bugün Türklye'de halk ve münevver derken iki ayn kıymet sistemini ve iki ayn hayat tarzını temsil eden ınsanlan kasdediyoruz. Bu iki sosyo­ kültürel grup arasında ikinci dereceden bazı farkla­ ra da rastlayabiliriz. fakat asıl ayıncı kıiter temel kültür kıymetleri bakımından mevcut bulunan farktır. Şu halde halkçılık denince de bu iki grup­ tan birinin (münevver) diğeri (halk) ile olan müna­ sebetlerine ait bir tavır ve davranış sistemi anlaşıl­ malıdır. Kültür farklan hiç şüphesiz geniş manada bir eğitim farkını gösterir. Eğitim farklannın kültür ay­ nlığına yol açması sadece Türkiye'ye mahsus olma­ dığı gibi, olağanüstü bir hadise de değildir. Eğitimin gayesi insanlara muayyen kıymetleri ve bu kıymet­ lere bağlı bilgi ve tecrübeleri benimsetmek olduğu­ na göre, eğitim görenlerle görmeyenler veya, daha doğrusu, farklı eğitim görenler arasında elbette ay­ nlıklar olacaktır. Bu anlamda münevver dediğimiz tabaka ile geniş kitle arasındaki aynhğa bütün ce­ miyetlerde rastlanır. Milli kültürdeki farklılaşmalar bakımından cemiyetleıi birbirinden ayıran asıl hu­ susiyet münevver ve halk kültürleri arasındaki far­ kın bazı cemiyetlerde bir derece farkı, bazılannda ise mahiyet farkı haline gelmiş olmasıdır. Çok belir1 64


gin bir misal verecek olursak. bir şöförün motor karşısındaki tavn ile bir makine mühendisinin tavn arasında derece farkı vardır; buna karşılık materya­ list bir filozof ile mistik dervişin dünya görüşleri bir mahiyet farkını aksettirir. İşte bizim genellikle zih­ niyet farkı dediğimiz şey bu ikinci tip farktır. Halk ve münevver kültürlerinin mütecanis bir milli kül­ tür bütün içinde kaynaşması bu türlü farkların kal­ dırılması dernek olduğuna göre , halkçı polittkanın hedefi de bu olmak gerekir. Şimdi bu istikametteki bir programın haşan şansını doğru bir şekilde tes­ bit edebilmek için önce iki kültür arasıııdak ı ayı-ılı­ ğın kaynaklarını sonra da bu ayrılıkların gnı plar­ arası münasebetlere yaptığı tesiri gözden gc<,; l rc l i m . Modern medeniyetin gel l şmc s l n c l < n ôncc k l k l<'ıs l k cemiyetlerde kültür değlşmelerl c.; o k yava� h l r seyir takip ediyordu ve cemtyeUer aras11 1 < l a k l k i'ıll ür alış verişleri bunların mevcut. bünycl c rl nck sarsmt ıya meydan vem:ıeyecek cinsten unsurlar e trafın da cc reyan ediyordu. Klasik cemiyette bu durgunluğa paralel olarak, eğitimin gayesi de geleneksel kültür kıymetlerini yaşlılardan gençlere aktarmaktan iba­ ret kalıyordu. Bizim Osmanlı Cemiyeti böyle statik bir ahengin en güzel örneğini teşkil eder. Tah sil ve tecrübe sonunda idareci münevver tabakasına ge­ çen insanları halktan ayırdeden hususiyet, bilgi ve kabiliyet farkıdır; üst tabakayı meydana getirenler, padişah da dahil olmak üzere, bir ve aynı külütün en ince ve en işlenmiş tarafını temsil ederler. Dün­ yaya, tarihe, kendi kültürlerine ve yabancı kültürle­ re karşı tavırları halkın tavrından pek farklı değil­ dir. · Halkın hocaları ile yüksek tahsil gören gençlerin hocaları aynı kimselerdir; Süleyrnanlye rnf'dresesinde ders okutan bir müderris (profesör) aynı zamanda Süleyrnaniye camlinde halka va'z eder, yine aynı insan sarayda şehzadelerin eğUtml ilf' meşgul olur. '

·

1 65


Halk ve münevver kültürlerinin ayn daireler teş­ kil edecek yerde birbirinin uzantısı halinde bulun­ masının sebepleri üzerinde fazla durmayacağız. Bu­ rada hiç şüphesiz Osmanlı Cemiyetindeki sosyal gruplar arasında geniş transfer imkanının bulun­ masın ın , yani bu cemiyetin "açık" cemiyet olması­ n ın da büyük rolü olmuştur. İdareci tabaka kapalı bir elit meydana getirmediği için, bir ferdin hayat boyunca işgal edebileceği çeşitli sosyal statüler çocuk, delikanlı, çiftçi. zenaatkar, asker, idareci , ilh. onu hep bütün memleketi kaplayan ortak bir kültürün tesiriyle karşılaştınyordu, yani sosyalleş­ menin çeşitli safhalannda birbirinden farklı kültür­ lerin şahsiyete tesir etmesi bahis konusu değlidi. Fakat "açık cemiyet" yapısının b u kültür birliğin­ de yegane faktör olduğu da söylenemez. Türk cemi­ yeti bugün de kalın duvarlarla çevrili sınıflar halin­ de değildir, hatta sosyal ve iktisadi gelişmenin hızlanması neticesinde, halk içinden çıkan insanla­ nn mesleki ve idari üst tabakalara katılma nisbett daha çok artmıştır. Buna rağmen Türkiye"de mü­ nevver ve halkın genel , ortak bir kültür nizamı için­ de kaynaşma tmkanlan gitgide azalmış ve neticede aynı coğrafya içinde yanyana yaşayan iki ayn sos­ yal ve kültürel grup medana gelmiş bulunuyor. Ce­ miyetin demokratikleşmesi nisbetinde böyle bir zümreleşmenin doğuşu ilk bakışta çok şaşırtıcı gö­ rünebilir. Türkiye'de bu aynlık her sahada kendini belirtecek kadar kuvvetli bir sosyal gerçeği aksettir­ mektedir. Ve çok defa iki tarafın birbirini ağır şekil­ de suçlamasına yol açan ferdi ve hissi motiflere gö­ re izah edilmektedir. Halka göre münevver kibirli, maddi menfaat düşkünü, yabancı taklitçisi , mane­ viyat düşmanı, saygısız ve köksüzdür. . Münevvere göre ise halk cahil, hurafeci , kıt ve dar görüşlü, herşeye kolayca kanan (!) bir kitledir. İ ki tarafın bu karşılık.Jı menfi tavırları onlann davranışlanna da aksederek, zihniyet farklarını fiili bir husumet hali-

1 66


ne getirmekte gecikmemiştir. Halk münnevverle te­ maslarını asgariye indirmeye ve böylece ondan gele­ cek huzursuzluğu mümkün olduğu kadar bertaraf etmeye çalışıyor, münevver de kendisini halktan ayırdığı nisbette kendini yakıştırdığı grup içinde da­ ha çok itibar kazanacağına ve nefsine daha çok tU­ mad edeceğine inanıyor. Bu manzara Türkiye'deki çeşitli siyasi gruplar içinde en çok milliyetçileri düşündürmelidir. Zira daha önce de kısaca belirttiğimiz gibi, mtlliyetçtltğin ana hedefi Türkiye'de milli kültür bütünlüğünü ve on u nla birlikte siyasi bütünlüğü kurmaktır. Haki­ katte münevver kültürü tik halk kültürü arasındaki köklü farklar siyasi bütünlüğü de sarsacak mahi­ yettedir. Münevvere göre halk Türklye'nln siyasi ka­ derini tayin edecek olgunluğa erişmemiştir; ona münevverin kıymet sistemini hangi yoldan olursa olsun - aşılamadıkça demokrasiden sadece zarar gelebllir. İ şte poliUkacılann kendi aralannda ko­ nuştuklan ilk halk karşısında söylediklerinin birbi­ rini tutmayışı, her iktidar denemesinin halk için ye­ ni bir hayal kırıklığı yaratması btlhassa bu İ nsanlararası yüzdendir. münasebetleri maddi menfaat çatışması halinde gören marksistler her yerde olduğu gibi burada da bir iktisadi sömünne münasebeti buluyorlar. Onlara göre poliUkacılann memlekette sermayedar sınıfın temsilcisi veya esir oldukları için halkın menfaatlanna sırt çevirmeleri, onu her fırsatta aldatarak bu sömürmeyi devam et­ tirmeleri çok tabiidir. Mamafih bu izah tarzı mark­ sizmin verdiği şemaya çok iyi uymakla beraber ger­ çeğe hiç uymadığı için şimdilik üzerinde durmayacağız. Şu noktayı belirtelim ki, halka yapı­ lan zararlar kötü niyetten daha çok iyi niyetle ceha­ letin bir arada bulunmasından doğmaktadır. Nite­ kim bizdeki marksistlertn bütün iyi niyet iddialanna rağmen cinayet ve hırsızlık yoluyla hal-

1 67


kın huzurunu bozmaktan öteye gidemeyişlert de kendi iddialannı çürütecek bir başka delil sayılabi­ lir. Geleneksel cemiyetin sarsılması ve aynı memle­ ket içinde iki ayn kültür grubunun teşekkülü hiç şüphesiz modern batı medeniyetinin yayılmasıyla ilgili bir hadisedir ve bu bakımdan dünyanın her larafında az çok farklarla - aynı hadiseye rastla­ nabilir. Yeni medeniyetin temsilcileri ile eski kültü­ rü devam ettirenler arasındaki çatışma bizzat batı memleketlerinde de görülmüş ve oldukça acı hatı­ ralar bırakmıştır. Kültür değişmesi kısa bir zaman içinde bütün cemiyete nüfuz edecek kadar süratli bir hadise olmadığı için bir intikal devresinin geçi­ rilmesi zorunludur. Bu devrenin ne kadar süreceği­ ni, yani mütecanis bir kültüre ne zaman kavuşula­ cağını tayin eden faklôrlerin önceden kestirilmesi veya kontrol allında lutulması çok güçtür. Şimdilik şu kadannı söyleyelim ki, değişmenin bir kültürün kendi içinden mi yoksa tamamiyle dışandan mı gel­ diği hususu bütün bu faktörlerin işleyiş tarzını bü­ yük ölçüde etkilemektedir. Bu bakımdan Batı Mele­ ketleri ile Batı medeniyetine sonradan katılma gayreti içinde bulunan memleketlerde münewer kültürü ile geleneksel halk kültürü arasındaki fark­ lılaşmalar oldukça değişik bir manzara arzeder. Bu değişikliğin kaynağı daha ziyade kültürün foııksiyo­ nu ile ilgilidir. Bilindiği gibi kültür bir cemiyetin kendi problemlerini çözmenin bir tarzı olarak be­ nimsenmiş olup kullandığı her türlü davranış sis­ temleri ve maddi vasıtaların bir terkibidir. Bütün bu davranışların gerisinde çok defa açıkça görülme­ yen birtakım inançlar, normlar ve kıymetler vardır ki manevi kültür dediğimiz bu zihni unsurlar kül­ türün temel yapısını teşkil eder. Kültürde meydana gelen değişmeler işte eski çözüm tarzlarının veya eski tatmin vasıtlannın yeni durumlara intibak et-

1 68


me.diği, yani ihtiyaçları karşılayamadığı hallerde ye­ ni yolların benimsenmesi demektir. Cemiyetin ken­ di bünyesi içinden gelen değişmeler, başka kültür­ leri adapte etme yoluna kıyasla daha sağlam, devamlı ve hakiki çözüm tarzları getirebilmektedir, çünkü bu birinci halde değişmenin ajanı olan şahis veya zümreler kendi kültürlerinin problemlerini da­ ha vazıh bir şekilde görme ve bunlara uygun yollan deneme imkanına sahiptirler. Dışarıdan kültür adapte etmek yoluyla bir değişme yaratmak duru­ munda bulunanlar ise çok defa benimseyecekleri kültürün yapısını ve işleyiş tarzını sathi bir şekilde görmekte ve yabancı kültürde müşahade ettikleri üstünlüğe ait sebep-netice münasebetlerini de ek­ seriya yanlış anlamaktad ırlar. En başanlı değişme­ yi yapan Japon cemiyetinde bile münevverler uzun zaman batının prestij değeri olan unsurlannı taklid etmekten - satın aldığı dolma kalemin iç kısmını atıp dışardaki kapağı göğüs cebine takmak gibi gü­ lünç gösteriler de dahil olmak üzere - kurtulmama­ mışlardır. Böylece, gerçek problemlere sahte çözüm yollan bulmak kültür değişmesini geciktirmekte, mukavemeti arttırmakta ve değişen zümrelerle de­ ğişmeyenler arasında şiddetli güvensizliklere yol aç ­ maktadır. Şimdi bu kültür parçalanmasının ve gruplar arası güvensizliğin mekanizmasını biraz da­ ha yakından görmeye çalışalım. Türkiye'nin Batı medeniyetine girme çabalan iki yüz yıl kadar uzun bir zaman sürmüştür ve daha ne kadar süreceği de belli değildir. Sebep ne olursa olsun, bütün bu çabaların başarısız kaldığı inkar edilemez. Şu halde modernleşme adına getirilen teklifler ve yapılan uygulamalar Türkiye'nin prob­ lemlerine hakiki birer cevap teşkil etmemiştir. Mev cut problemlere yeni yollarla çözüm bulunmadığı hallerde eski alışılagelmiş üsüllerin terkedilmesi el ­ bette beklenemezdi. İ şte Batı ile temas ederek onu benimsemeye çalışan münevverlerin eski kültürü 1 69


reddetmeleıine karşılık büyük kitlenin de münev­ verlere itibar etmeyerek geleneği devam ettirmesi ve böylece iki ayn kültürün yanyana yaşayıp gitmesi bilhassa bu yüzdendir. Hiç şüphesiz, münevverle­ ıin gerek batı kültürüne, gerekse kendi kültürleıine karşı takındığı tavır bakımından halktan niçin ve nasıl aynhldığı başlıbaşına bir konu olarak işlene­ bilir. Ne olursa olsun, iki taraf arasında köklü bir aynlık mevcuttur; üstelik bu aynlık kültürün mad­ di olmaktan ziyade manevi .unsurlarına dayandığı için de kolay kolay ortadan kalkacağa benzemiyor. Zihniyet farklannın karşılıklı güvensizlik yaratması da işte bu farlann iki tarafı yanlış sosyal idraklere sevketmesi yüzündendir. İçinde yaşanılan cemiye­ tin kültürüne intibak edememek veya o cemiyet bü­ tünü içinde bir parça olmamak, sosyologların ano­ nim dedikleri sosyal hastal ığa delalet eder. Türk cemiyetinde sosyal ve kültürel bir bütünlüğe erişile­ mediği ve çatışma halinde iki ayn kıymet sistemi­ nin mevcudiyeti dolayısıyle, iki taraf da kendisini yabancı kuvvetlerle sarılmış bir durumda görmek­ tedir. Bu sosyal izolasyonun yarattığı emniyetsizlik duygusu çok defa aşın tavır ve hareketlere yol aç­ maktadır. , Çünkü ancak bu sayede iki taraf da kendi şahsiyetini daha iyi muhafaz..a edeceği , inan­ dığı şeyleıi daha kuvvetli birer hakikat haline geti­ rebileceği kanaatmdedir. Sosyolog Parsons'a göre geleneksel kültürü dar kafalıkla, cehaletle, ilh . . it­ ham ederken bir taraftarı da kendi inanç ve pren­ sipleıinden bir ütopya yaratırlar. Mesela herkesin okuma yazma bildiği, yah ut sosyalist bir iktidarın kurulduğu, yah ut şu veya bu grubun bertaraf edil­ diği bir cemiyet onlar için yeryüzünde kurulmuş bir cennet demektir. Geleneksel kültür içinde kalanlar ise aynı aşın reaksiyonu daha fazla içe kapanmak ve yeniJtk diye getirilen şeyleri geleneğe karşı bir tehdid şekilde görmek suretiyle belirtirler. Geleneğe

1 70


yapılan itiraz topluluğun hayatına yönelmiş bir teh­ like demektir. Nitekim geleneksel cemiyet hayatının kendini duyurmak imkanını buluduğu haller de münevverler tarafından bir tehlike olarak idrak edilmektedir. Bu karşılıklı korunma gayretinin en güzel örneklerinden biri Türk siyasi hayatında gö­ rülebilir. Halk kendini koruma vasıtası olarak çok partili demokrasiyi benimsemiş, münevver ise ken­ di zümresindeki ideolojik parçalanmalar yüzünden plüralist demokrasiyi yıkamadığı için demokratik kalıplar içinde bir otokrasi kurma yolunu tutmuş­ tur. :\\'f odernizmin öncüsü olması beklenen münev­ verin baskı ve zorlama rej lmleıine heves etmesine karşılık gelenekçi halk kıtleslnln modem bir siyasi rejimi savunması ilk bakışta çok garip görünecek­ tir. Mamafih, Türkiye'dekl halk ve münevver kül­ türlerinin yapısı ve muhtevası bilindiği takdirde bu neticenin normal karşılanması gerekir. Bu zahiri paradoks bize geleneksel kültürün modernizm diye ileri sürülen programlardan daha büyük bir canlılık ve decamlılık gücüne sahip bulunduğunu göster­ mektedir. Yukarıda söylediklerimize bakılarak bizim bura­ da modernleşmeye karşı gelenekçiliği savunduğu­ muz zannedilebilir. Hakikatte halk ve münevver arasındaki a lıkları önemli ve tehlikeli bir durum olarak göstermeye çalışmamız bunun aksini dü­ şündüğümüz içindir. Türkiye'nin süratle modern ­ leşme zorunda olduğunu kimse imkar edemez. Mo­ dernleşmede asıl yaratıcı faaliyetin ancak münevver zümre tarafından yürütülebileceğini inkar eden de çıkmamıştır. - Asıl problem, Türk münevverinin memlekette hakiki ve modem bir kültürbirliği yara tabilmesidir. -

.}rn

Prof. Dr.

Erol

Güng6r

1 71


NASYONAL SOSYALİZM NEDİR? Nasyonal sosyalizm, siyasal olarak faşizmin Al­ uygulamasıdır. Kurumsal alandaysa, ana çizgileıiyle, XIX. yy'da gelişen Tarihçi Hukuk Okulu'nun "ırkçılık" anlayışıyla değişikliğe uğra­ mış b içimidir. XIX. yy. düşünürü Fichte'de geliş­ meye başlayan aşırı ulusçuluk, Hegel'de, artık al­ man ulusunun dünyayı yönetmesi . gerektiğinin savunulmasına kadar varır; nazilere de, bu üstün ırk görüşünü uygulamak düşer. Çoğu kez hem İ talyan faşizmi, hem de Alman rnanya'daki

nasyonal sosyalizm i , lek bir ad altında toplanarak, ikisine birden "fa�lzm" denilmektedir. Temel uygu­ lama bakımından doğru sayılabilecek bu adlandı­ nş, kuramsal alanda elverişsizdir. ayrılık, nasyonal sosyalizme göre devletin bir amaç olmayıp (doğal olarak yalnız kuramsal alanda) yalnızca bir "araç" olamasına karşılık, faşizmde devletin "en yüksek amaç" olması ile başlamaktadır. Nasyonal sosya­ lizmde en yüksek değer, ırktır. Oysa italyan faşiz­ minde bu değer, devlettir. Faşizmde ulus, ancak devlet içinde, devlet aracılığı ile gerçekleşebilir, var­ lık kazanır. Nasyonal sosyalizmdeyse devlet, ulus çerçevesi içinde gerçekleşir. Demek ki, birinde te­ mel kavram devlet, ötekisindeyse ulus ya da ırktır. Faşizm ve nasyonal sosyalizm kaba güve dayalı devlet düşüncesinin en belirgin örnekleridir. Çünkü faşzm ve nasyonal sosyalizm İtalyan ve A1man kapi­ talist çevrelerinin, demokratik kurumlan , burj uva hukuk üstünlüğü anlayışını ve yine Batı burj uvazi­ sinin geliştirdiği bireysel özgürlük ve insan değeri kavramını bir yana iterek doğrudan doğruya kaba güce başvurmalarından başka bir şey değildir. Nasyonal sosyalistlerin savına göre parlamenter

1 72


demokrasi Almanya için yalnızca bir yıkım olmuş­ tur. Demokratik kurumlar, nasyonal sosyalist dev­ letin serbestliğini kısıtlar, bu nedenle de demokrasi ırkçı devletin çalışmasını engeleyen bir siyasal dü­ zendir. Nas�onal sosyalizm, demokrasiyi olduğu kadar halk kitlelerini de hor görür. Hitler'e göre "Çoğıuı­ luk, yalnızca cehaleti değil, aynı zamanda korkaklığı da yansıtır. Yüz budala, bir akıllı kişiye eşit olamaz." Yığınlara olan bu düşmanlığının doğal sonucu ola­ rak nasyonal sosyalizm genel seçimlere de karşıdır. Devlet kavramı konusunda nasyonal sosyalizm­ de Tarihçi Hukuk Okulu'nun etkisini �ömıekteyiz. 1 924'te Bitler, Mein Kampfda (Kavgam) şöyle yazıyordu: "devlet. bir wnaç değil. bir araçtır. Büyük bir uygarlığın kıırulması için. df}ıı/el en önde gelen koşullardan biridir. Ama bu yüksek uygarlığın doğ­ rudan olarak ilk koşulu değildir. Çünkü, uygarlık, özellikle uygarlık kurma yeteneği olan bir ırkın varlı­ ğında saklıdır. " "Biz nasyonal sosyalistler için dev­ let.. . bir biçimden ibarettir. Devletin, daha doğrusu bu topluluğıuı içeriği millettir. Bundan dolayı bütün çıkarlar, ulusıuı egemen ve yüksek çıkarlarına bağlı ve boyıuı eğmiş olmalıdır. " Nasyonal sosyalist kuramcılardan Alfred Rosen­ l 930'da, devletin artık önünde boyun eğilmesi gereken, başına buyruk bir tanrı ol­ madığını, hatta devletin bir amaç bile değil, yalnız "volk"un (halk, ulus) varlığının gelişimi için bir arç olduğunu yazıyordu. Rosenberg'e göre devletler ve yasalar gelip geçerler, ama ulus varlığını hep sür­ dürür. Bu da gösterir ki, ilk ve en yüksek değer, ulustur.

berg, daha sonra

Tarihçi Hukuk Okulu'nun her ulusun kendine özgü bir ruhu bulunduğu ve hukuku bu halk ruhu ­ nun yarattığı düşüncesi, nasyonal sosyalizm tarn­ fından olduğu gibi benimsenmiş; yalnız bu kavra1 73


ma iki yeni nitelik daha tanınımıştır: Halk kavramı­ nın "saf bir ırkı" gerektirdiği, başka bir deyişle, halk ruhunun ancak saf bir ırktan temel alabileceği ve Almanların en saf ırk oldukları! Nasyonal sosyalizme göre, halk ruhunun oluşu­ mu, ırkın biyolojik yapısına bağlıdır. Devlet ve hu­ kuk da ırkın, halk ruhunun hizmetinde olduğuna göre, amaçlan ırkın saflığının. korunmasıdır. İşte devlet ve hukukun tek görevi, ırkı geliştirmektir. Ir­ kın bütünlüğü, saflığı , geliştirilmesi her şeyden ön­ ce gelir. Her şey ve bütün bireysel değerler bu amaç uğruna feda edilmelidir. Devlet ve hukuk da, bu uğurda birer araçt ırlar. Devletin ve h ukukun önünde sorumlu olduğu tek varlık, ırktır. Nasyonal sosyaltzmtn "halk" kavramı, tümüyle ırk çerçevesi içindedir. Halk, bir devletin uyrukları demek değildir. Halk, ırkın ortak bilince, ruha ulaş­ mış ·biçimidir, aşamasıdır. Devlet demek, ırka h izmet edecek güç demektir. Bu nedenle devlet kavramı, güçlü olmayı gerektiıir. Bunun birinci yoluysa, devletin önünde onu engel­ leyecek hiçbir şey bulunmamasıdır. Hukuk bir araçtır, kendisinin bir değeri yoktur. Bu nedenle hukuka saygı da burj uva liberalizminin modası geçmiş hurafelerinden biridir. Gestapo şefi Heyd.rlch l 936'da Deutsches Recht'e yazdığı bir yazıda nasyonal sosyalist devle­

tin bu niteliğini şöyle yansıtıyordu: "Başlangıçtan beri herhangi bir yasa maddesi ile etkinliklerimiz arasında bir uyuşmazlık olup olmadığı konusunun beni asla ilgilendirmeyeceği görüşünü bl:nimsemiş bulunuyorum. Yalnız F'ü.hrer'e ve ulusa yanıt verip veremeyeceğime bakarım. "

Bir Alınan mahkemesi Hltler'in cezalandırılma1 74


seyi bir Alman mahkemesinin suçsuz çıkarması ola­ yı bir daha görülmeyecektir. " Nasyonal sosyalizm insanlığı ikiye ayınr: Ü stün ve aşağı nitelikte ırklar. Zafer daha iyi, daha gülü­ nündür. Bağımlı olma zayıf ve aşağı ırklara düşer. Parti ve ulusun yanında Führer (önder) nasyo­ nal sosyalizmin üçüncü ve en temel unsurudur.

Bitler, daha muhalefetteyken lik) kurumunu önermişti.

"führung''

(önder­

"Yalnız bir adam otorite, emir ve iktidar hakkı ile birlikte ulusuna karşı sonımluğu omu.zlaru ıa alacak­ tır. Bu, böyle olmalıdır. "

Führer, halk iradesinin temsilctst dlr . Führer, kendi kişisel iradesini açıkladığında. t opl umun ira­ desini de açıklamış olur. Her olayda ve h u kukla il­ gili konuda son söz, Führer'lndlr. Yasalar Füh­ rer' in sözlerine �öre yorumlanır, mahkemeler Führer in buyruklanna göre karar verir. '

Führer seçimle işbaşına gelmez, o halkın bağrın­ dan doğar. Hltler de Almanya'yı yeni baştan kurma görevinin kendisine verildiğine fanatik bir biçimde inanmıştı. Nasyonal sosyalizm, savaşın zorunlu olduğunu söyler. Hltler'in deyişiyle "İnsanlık sürekli bir müca­ dele içinde büyümüş 1.?e ilerlemiştir. Sürekli barış in­ sanlığın mezarını hazırlar. " KA.

Moren

1 75


İVJ:ro'()LU SESLl

YAYINCIIJK YAPIM • DAl:mM PA7.AllL\MA

Yayınlanan Kasetlerimiz 1 - Türkistan Halk Müziği 1 Sabir KARG E R 2 - Türkistan Halk Müziği i l Sabir KARGE R 3 - Ney Taksimleri Cengiz ATLAN 4- Kur'an-ı Kerim Ahmed ŞAH İ N 5 - Çanakkale Şe�itlerine (Kasideler) Mustafa UYAR 6- Allahü Ekber (i lahiler) Ali TOPRAK 7- Türk !Herinden 1 Gurup Tümata R. Oruç G Q,VENÇ 8- Türk i llerinden il Gurup Tümata R. Oruç G�VENÇ 9- Serhat Tür�üleri Gurup "f ümata R. Oruç GUVENÇ 1 O- Yılgınlığa i nat (Şiir) ALIŞAN 1 1 - Ud ile Saz Semaileri Osman Nuri ÖZPEKEL 1 2- Kaval Soloları Haydar TAN RIVERDİ 1 3- Mehter Musikisi (ENSTRÜMANTAL) 1 4- Mehter Marşları (Şiirli) 1 5- Türk Tasavvuf Musikisi (Enst.) Mehmet GÜNTEKİN 1 6- Türk Tasavvuf Musikisi ( İlahiler) 1 7- Yunus Emreden Şiirler 1 8- Dünya İslam'ı Bekliyor Ali TOPRAK 1 9- Oku Tar (Tar Soloları) İlker ÇELİK 20- Türk Tedavi Musikisi (Rast lmprovize) R. Oruç GÜYENÇ 2 1 - Türk Tedavi Musikisi (Hicaz lmprovize) R. Oruç G UVENÇ 22- Mehter Marşları (Estergon Kalası) 23- Doğuyoruz Ufuklardan Mustafa YILDIZDOGAN 24-Kandehar Dağlarında Sabah Namazı Dilaver CEBECİ 25-Hoş Seda - Örnek Ezanlar Ahmed ŞAH İN 26-Azeri Şiirler Prof. Dr. R. Zeka HAN DAN _

İstek Şartlarımız Yukarıda Seçmiş olduğunuz kasetin herbiri 1 5.000 TL.dir. 2 kasetten az istekler cevaplanmaz. 2 kasetten 9 kasete kadar olan isteklerde fiat değişmez. Toptan isteklerde 1 O ad. Kasetten başlar. %30 tenzilatlıdır. Posta masrafı firmamıza aittir. isteklerinizin cevaplanması için tutarı olan parayı M. Ali BAK I RCI 358231 Nolu Posta Çekine yatırarak yatan havalenin fotokopisini ve isteklerinizi belirten mektubu aşağıdaki adresimize gönderiniz.

isteme Adresi : İPEKYOLU Sesli Yayı ncı lık Beyazsaray Nu: 14/3 Beyazıt İST. Tel: 518 26 66 Fax: 518 27 19



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.