SAYI3

Page 9

KASIM 2010

İŞÇİ-SENDİKA

Peki sizin ihtiyat sandığınız yatırılıyor mu? Sigortalı mısınız? Benim yatırılıyor ama insan burada işçiyi bireysel düşünmemeli, bütün emek dünyasındaki arkadaşlarını düşünmeli. Çünkü bugün benim yatırılıyor ama yatırılmayan kişiler de olabilir. Şu an yatırılmayan bir başka arkadaşımın yerinde de olabilirdim. Bu bir emek gaspıdır bence, bu bir emek hırsızlığıdır, emeği sömürülen işçinin geleceğinin düşünülmemesidir. Sadece günü birlik, menfaatler elde edilerek işçinin geleceğinin düşünülmemesidir bu, ne de olsa benim işim görülüyor, banane onun geleceğinden demek gibi bir şeydir. Yani insanlar ötekileştiriliyor. Kesinlikle ötekileştiriliyor. Bu da insanların bir kesimden nefret etmesi gibi bir sonuç doğuruyor. Kesinlikle. En azından bir kutuplaşma oluşturuluyor. Türkiyeli, Kıbrıslı ve hatta, ben bugüne kadar şahit olmadım, bizzat kendi şahsımda bir ayrıma şahit olmadım ama şahit olmuş olan arkadaşlarımdan dinledim. Anlattılar. Bazı sohbetlerde bazı konuşmalarda anlattılar nasıl ayrımcılığa maruz kaldıklarını. Bir defa, şu gerçeği de göz önünde bulundurmalıyız artık, hiçbir konuda genelleme yapmamayı öğrenmeliyiz. Ön yargılı davranmamalıyız. Ön yargıyla davranmamayı öğrenmeliyiz. Her toplumda kötü insanların olabileceği gibi iyi insanların da olabileceğini göz önünde bulundurmalıyız. Her Türkiyeli kötü değildir, her Türkiyeli iyi de değildir, her Kıbrıslı iyi olmadığı gibi, her Kıbrıslı da kötü değildir. Yani bir defa, sadece emek sektöründe çalışan insanların Türkiyeli Kıbrıslı diye ayrılmasının dışında, dışarıdan gelen, diğer ülkelerden gelen, Kıbrıs'ta çalışan insanları artık öteki gözüyle bakılmamalı, ön yargılı davranılmamalıdır bence. Toplumun bireyleri, bakış açılarını değiştirmelidirler. Tabii ki yaşanan olumsuzluklardan Türkiyeli işçilerin sorumlu tutulması kesinlikle doğru değildir. Tabii ki. Doğru değildir. Şu da bir gerçek, bu şekilde bakış açısı, Türkiyeli işçilerde ve Türkiye'den 1974 buraya gelerek yerleşmiş insanlarla da, Kıbrıslılara karşı bir bakış açısı oluşturuyor. Ön yargıya sebep oluyor. Bu önyargının keskinleşmesi hiç hoş değildir bence. Toplum daha da kaynaşmalıdır. Sonuçta aynı dili konuşan, aynı dine inanan insanlarız. Evet, ben mesela bir Rum işçi ile bir Türkiyeli işçinin Kıbrıs içerisinde birlikte, omuz omuza mücadele vermesi gerektiğini düşünüyorum. Evet, ne güzel bir şey olur aslında. Tek farkımız, biz fabrikalarda çalışırken Türkçe konuşuyoruz, onlar fabrikalarında çalışırken Rumca konuşuyorlar. Emek, yine aynı emek yorgunluk, yine aynı yorgunluk, ter, yine aynı ter. İnsanların etnik kökeni ve sınıfsal farklılıkları önemli olmamalı. İnsana insan gözüyle bakılmalı. Emeğin sınıfı yoktur. Emeğin ırkı olmamalı diye düşünüyorum. Peki işçi emekçi kesimin yıllardır verdiği mücadelede sendikal örgütlenmenin hangi boyutta olduğunu düşünüyorsunuz? Sendikal örgütlenme muhakkak gerekli. Çünkü, aynı atalarımızın dediği gibi bir elin nesi var iki elin sesi var sözü burada tekrar doğruluğunu gösteriyor. Çünkü, örgütlülük birlikte hareket etmek, ortak bir mücadele vermek, emeğin kurtuluşu için vazgeçilmez bir erdem olmalı. Ama emeğin burada sendikaların dışında olduğu için ve sendikalar tarafından sahiplenilmediğimiz için ve bugüne kadar bize bir şeyler sorulmadığı için, adımızın bile anılmadığı için, sendikal faaliyetlerin hangi noktada olduğunu bilmiyoruz. Takip edemiyoruz. Ben bir örnek vereyim mesela. Sendikalar tarafından, toplumsal varoluş etkinlikleri düzenlendi ve daha başka eylemler yapıldı. Eylemlere katılımı artırabilmek için sendikalar greve gitti. Ama mitinglere katılım greve gidilmesine rağmen beklenilenin altında oldu. Sendikalar miting için çağrı yaparken yalnızca kamu çalışanlarını esas aldı. Ve mitinge katılanların çoğunluğu kamu çalışanlarından oluşuyordu .Özel sektör çalışanları azınlıktaydı. Çünkü onların sendikaları olmadığı için greve gidemiyorlar hak talep edemiyorlar, Hak talep edemedikleri gibi mitingin yapıldığı saatler iş saatlerine denk geldiği için çoğu bu mitinglere katılamadılar.Örneğin Ben bir özel sektör çalışanıyım.Her şeye rağmen bu mitinglere elimden geldiği kadar katılıp destek vermeye çalıştım. Ama sendikaların bencil tavırlarını eleştirmeyi ihmal etmeden. Benim dışımda da özel sektör çalışanları vardı. Ama örgütsüz oldukları için çok dağınıktılar ve sadece destek vermek için mitinglere katıldılar.Yani sendika başkanları bağırırken, onlar sadece seyrediyorlardı. Neden özel sektör çalışanı da kürsüye çıkıp konuşmasın hak talep etmesin? En az kamudaki örgütlü sendikalar gibi özel sektörün de sesini duyurabilmesi gerekirdi bence o dediğiniz yerlerde.Ve çok büyük bir ayıp, çok büyük bir haksızlık ve çok büyük bir samimiyetsizlik. Çünkü neden derseniz zaten, kamuda çalışan insanlar, belli bir rahatlığa sahip insanlardır ekonomik açıdan, belli bir rahatlık belli bir ekonomik yüksek yere sahip insanlar. Asıl üzerine konuşulması gereken, asıl üzerine tartışılması gereken, 1.200 TL ile yaşayacaksın, mantığıyla mecburiyetle, özel sektörde çalışan insanların sorunlarının konuşulması. Nasıl geçiniyorsun? Ne kadar ev kirası veriyorsun? Evli misin? Kaç çocuğun var? Mutfak masrafın nasıl? Yani bugün insanın ölmemesi için, insana gerekli olan para neredeyse 1.200 TL. En azından ölmemesi için yani sadece, yaşaması için. Arttırmayı bir tarafa bıraktık. Daha güzel yaşamayı bir tarafa bıraktık. Sosyal anlamda belli şeylere dahil olmayı bir kenara bıraktık. Ölmemesi için verilmiş bir para, neredeyse açlık sınırında yaşıyor insanlar.

SAYFA: 9

Şimdi arabasının benzini var, suyu var, yemesi içmesi var, ev kirası var, o su var şu su var… Kesinlikle, artık attığımız her adım bile para artık. Tüketimi gerektiriyor. Ama maalesef, emeğin değeri alınmadığında, kişi aldığı parayla geçinmesi inanılmaz zorlaşıyor. Bu da aile içinde huzursuzluğu toplumda kültürel bir çöküşü, insanların hükümete olan güvensizliğini, geleceğe olan kaygısını ve Avrupa ülkelerine olan özlemini arttırıyor. Kendini kıyaslamak zorunda hissederek, neden ben Avrupalı gibi değilim veya neden onun gibi yaşamıyorum diye, çıkış yolunu Avrupa'da arıyor. Yaşadığı toprağın dışında arıyor. Bence insanlar geleceği, güzel yaşamı, yaşadığı toplumun dışında değil, yaşadıkları toplumun içinde aramalı. Evet, göç ediyor ve orda yaşamaya mecbur oluyor. Çok kötü bir şey. Çünkü orada aynı zamanda asimile oluyor. Asimile oluyor ve kendi ülkesinin insanını bile umursamamaya başlıyor, kendini Avrupalı görüyor. Yurduna, insanına yabancılaşıyor… Evet, çok yabancılaşma oluşuyor. Aynı halkın insanı, aynı halkın kardeş iki zümresi, birbirine farklı şekilde bakmaya başlıyor. Evet, onu da kendinden aşağıda görmeye başlıyor artık. Çok kötü bir şey ama. Kendi içinde sınıfsal bir ayrım oluşturuyor. Aynı sınıfa dahil, birbirinden farklı insanlar yaratıyor. Emek sınıfına dahil iki farklı insan biçimi yaratıyor. İkisi de aynı dünyaya sahip. Kıbrıs sorununa bakış açınız nedir? AB çatısı altında bir çözüme varıldığı zaman, işçi-emekçi sınıfın ne gibi kazanımlarının veya kayıplarının olacağını düşünüyorsunuz? Kıbrıs sorununun, bana göre, tabii biz Türkiyeli olduğumuz için ve olaylara biraz daha dışarıdan baktığımız için, pek içinde olmadığımız için, ben şöyle düşünüyorum; bence, mevcut durumun devamı doğru değil, bir şekilde barış olmalı, iki kardeş halk bir şekilde birleşmeli. Gelecek düşmanlık ve geçmişte yaşananların üzerine inşa edilmemeli bence. Bence iki toplumun sivri uçları törpülenmeli ve barış için belli ortamlar oluşturulmalı, kaynaşmalar oluşturulmalı, yani mesela şu güneyde çalışan Rum işçilerin, güneyde çalış Türk işçileri olduğu gibi, kuzeyde çalışan Rum işçileri de olabilmeli. Türk işverenler Türkiyeli işçilere, Pakistanlı işçilere iş verdiği gibi, Rumlara da iş verebilmeli ki, bir kaynaşma, tanışma oluşsun, bir diyalog gelişsin ve geleceğe duyulan barış özlemi, gerçekleşsin. En azından bir emek sektöründeki insanlar tanışsın, kaynaşsın bu kaynaşma ailelerin de kaynaşmasına vesile olur diye düşünüyorum. Orda oluşacak iş arkadaşlıklara, evlere taşınacak ve belki ilerde iki toplum arasında gerçekleşecek evlilikleri de çoğaltacak. Bir örnek vereyim, belki geçenlerde gazetelerden duydunuz. Evet, Yenidüzen'de okumuştum. Larnakalı bir bayan ile Pergamalı bir beyin evlenmesi, çok güzel bir olaydı bence, güzel bir şeydi. Çünkü sevginin milliyetinin olmadığını düşünüyorum. Aşkın dili, milliyeti yoktur diye düşünüyorum. Olmamalıdır da zaten. Aşk gerçekten, dil, mezhep, kültürel farklılık gözetmiyor. Mevcut durum devam etmemeli, bence artık barış olmalı, bence iki halk kaynaşmalı, belki işçi sektörü de kurtuluşu böyle de oluşabilir. En azından görüyoruz ki Avrupa'daki işçi sınıfının sosyal şartları ve sendikal eylemleri çok daha etkin ve hükümet nezdinde çok daha dikkate alınıyorlar diye düşünüyorum. En azından oradaki sosyalist partiler ve emeğin savunucuları, mecliste daha faal görev alabiliyor, sivil toplumda çok daha etkin durumdalar diye düşünüyorum. En azından, şu anlamda bir katkısının olabileceğini düşünüyorum, gerçi sınıfsal temelde bir çözüm olamayacak ama çözülmesi yolunda kitleleri harekete geçirecek. Olabilir tabii ki. Bin yıldır aynı topraklarda kardeşçe yaşayan iki toplumun, aslında hiçbir zaman birbirine düşman olamaması çok büyük bir nimet aslında. Şöyle düşünmek lazım, bütün kışkırtmalara rağmen, bütün farklılıkları ortaya çıkartmalarına rağmen, halk ortak taraflarını ortaya çıkartarak bu bölünmeye, ayrışmaya, farklılaşmaya izin vermemiştir. Bugün Kürt- Türk evlilikleri, yüzde kırklarda ellilerdedir. Bu niçin kuzey ile güney arasında da olmasın? Burada da olabilir diye düşünüyorum. İki toplumun kaynaşması, evlilik yoluyla da olabilir, daha yakın yaşayarak olabilir, iç içe yaşayarak da olabilir. Zaten önyargılarından arınmalı iki toplumda bence, çünkü geleceğin yaşanmasına en büyük engel önyargılardır. Einstain' ın da dediği gibi, her şeyi parçalayabildim, önyargıları parçalayamadım. Bence önyargı parçalanmalı. Bence önyargılar şöyle parçalanmalı diye düşünüyorum, Türklerin Rumlara karşı olan önyargılarını Rumlar parçalamalı, Rumların Türklere olan önyargılarını da Türkler parçalamalıdır. Birbirlerine yardımcı olmaları, mesela, yıllar sonra evlerini görmeye gelen Rumlara Türkler güler yüzle davranmalı, savaşın sebebinin onlar olmadığını düşünmeli, bu konuda dikkatli olmaları lazım çünkü savaşı halk çıkartmadı, halktan kaynaklanan bir savaş değildi. Ve aynı şekilde güneydeki evini görmeye giden Türklere de Rumlar güler yüzlü davranmalı. Çünkü ben şahit oldum. Ben eski çalıştığım yerde kapıların açıldığı dönemde, bir Rum'un kuzeyde yıllar önce, evlenip geldiği evini gördüğünde nasıl heyecanlandığını, nasıl bağırdığını, nasıl ağladığını gördüm ve şahit oldum ve çok duygulanmıştım. O zamanlar çok önyargılı bir insan olmama rağmen çok etkilenmiştim. Çünkü, onun yıllar önce o eve gelin olarak geldiğini öğrendiğimde arkadaştan ( arkadaş tercüme ediyordu ) çok etkilenmiştim ve bende bir hüzün yaratmıştı.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.