Hasan Hüseyin Ceylan- Kemalizmin Türkçe Ezan Hikayesi

Page 1

C.Ü.l};;ı.hivar Fa:.:ült..!si -�

ı--- ) -

..

1

1

--

;2-19'>2-

--

T:•snif No

f'"9� b rP "ff;n 1 �

·-===�·� =---=-�---

Hasan Hüseyin CEYLAN

KEMALIZ MIN ••

TURKÇEEZAN •

HIKAYESI

REHBER YAYINCILIK Kazım Karabekir Cd. Kültür Çarşısı No: 7177 Ulus - ANKARA Tel: 34 1 94 36 - 34 1 97 28 Fax: 34 1 30 47



KEMALIZ MIN ••

TURKÇEEZAN •

HIKAYESI Hasan Hüseyin CEYLAN


B irinci B askı : Şubat 1 996

Kapak : Mustafa Sancar Dizgi : Ahmet Yılmaz

B askı : Kariyer Matbaacılık Ltd. Ş ti. Kazım Karabekir Cd. 7114 Ulus-Ankara Tel : 342 30 90


İÇİNDEKİLER SUNUŞ Kemalizmin Türkçe Ezan Hikayesi

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....

: ................... 9- 15,

BİRİNCİ BÖLÜM İBADETLERİN TÜRKÇELEŞTiRiLMESi VE TÜRKÇE EZAN KONUSU Ziya Gökalp ve Türkçe Ezan

.

. . . . . . . . . . . . .. . . . .. . .

.

. . . ..............

.

. . . . .......

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........... . . . . . .. . . . . .. . . . . . .

Atatürk'ün İbadetlerin Türkçeleştirilmesindeki Hedefleri

17 18

................

20

. . . . . . . . . . . ......... . . . . .

23

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . .. . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . .

31

Tekbir, Ezan, Karnet ve S alanın Türkçeleştirilmesi Tanrı Uludur, Tanrı Uludur

..

Hutbenin Türkçe Okunması.

. . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . .

. 33 ..

Camiler Din ve Dünya işleri İçindir. ................................................. 34 Namazın Türkçe Kur'an'la Kıldırılması

....

39

. . . . . ..

40

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . .. .. . . . .

S azlı Sözlü Hafızlar Topluluğu ile Kur'an ve Mevlid Seansları

.


REHBER YA YINLAR I Araştırma - İnceleme Di zisi

:'KEMALiZMiN TÜ

39 15

RKÇE EZAN HİKA YE Sİ" adlı eserin tüm yayın hakları "REHBER Ya yın cıl ık" a aittir.


Halk Partisi ve Laiklik Prensipleri Tarihi ı63. Madde

.

. . . .......... ............. ........................

.

.

............. . . . . . . . ................

1 63. Maddenin Zulmü Böyle Başladı

..

...... .......

. .

.......

..

.............. . . . . .....

.

...................... ...... . . . . .

Dinsizlik Diktotoryası

.

....................... . . . . . . . ...................... .................

M üslümanlar Komünistlerden Daha m ı Kötü! Gelelim Din Meselesine

ı08 I ı3 l 16

ı 19

. . ı22

........................... .. .

.................... . . .............................................

ı27

BEŞİNCi BÖLÜM TANRI ULUDUR'DAN ALLAHU EKBER'E GİDEN YOL

.

.

............ ......... . . . . . . . . ....... ........ .............

.

. ....................

145

Meclis Mi.lz�kerelerinin En Heyecanlı Anında İki Kişi Meclis'te Arapça Ezan Okumaya Başlıyor!

....................................

Ezan Okuyaniara Hazır Damga: Tarikatçılar! Tarikatçılar Meclise Nasıl Girdiler? Tarikatçılar Neler Anlatıyor? . .

.................................

.

......... . . . . . . . ..................... ..........

.

.

. . ............. .... ...... .................. . . . .. . .....

Tarikatçıların Başka Arkadaşları Var mı İdi?

..... ...........................

148 150

ısı ıs2 1 53

ALTINCI BÖLÜM VE ALLAHU EKBER ............................................................... l 5 7 Ezanı M uhammed) ..

............ ........................

1 62

..................................................................................................

1 62

..

Ezan

. . . .............................

..

.

Ezan-ı M uhammedi'nin Lisan-ı Kur'an ile O kımması Üzerine .

......

1 65

........... . .. . . .

168

.. .................... . . . . . ....................................... . . . . . .

1 87

Demokrat Parti ve Ezan Meselesi:

.

.

.

....... ....... ............ . . . .

.

Kur'an Diliyle Ezan . . Ezan'ın Teşrii

.

.

.

...................... ..................... ........... ............ .... . . .. . . . ..

1 90


Artist Şadi Bile Türkçe Kur'an'ın Asla Olamayacağına Karar Verınişti

....... . ................. . ..... ................................................ ....

Mustafa Kemal Kur'an Okuyor!

.

.......... ..... .................................. ......

Yeni Mevlit veya Kemalist Mevlit Gerçek Mevlid-i N ebi

.

.................................... ...............

.

.

...... ........... ................... ...... ............... .............

42 43 59 73

İKİNCİ BÖLÜM ...... .......

83

Kur'an'ın Türkçe Tercümesiyle Namazda Okunınası

........................

84

Kur'an Dili Üzerinde Bir İnceleme

.

TÜRKÇE KUR'AN.LA NAMAZ KILINABİLİR!

.

. .

....... ..................... ..... .. ...

........... 86

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKÇE EZAN, TEPKiLER VE BURSA ULUCAMÜ OLAYI

............................

......................... 89

Atatürk Arapça Ezan Okuyaniara Seslendi: "Allah'ın Belası Yobazlar"

.

...................... .........................................

.

Ezan Okuyanlar Tutuklanıyor.

.......................... ................................

Yeni Hükümetin Dini

. .

..

.................................. .. .................... . ............

91 94

96

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TÜRKÇE EZAN'IN EMNİYET SÜBABI: DİYANET İŞLERi REİSLİG i ...... :........................................ 101 . . ........... .....................................

103

. . ..... . . . ...............................................

105

Atatürk, "Türk'ün M artin L uther'i" Partiler İslamsız Olamıyorlar?


SUNUŞ KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN HiKAYESi 14 asra yakın bir zaman, bütün müminlerin ortak sesi, sembolü ve bu manada da Islam Dünyası'nın tam bir istiklal Marşı olan Ezan-ı. Muhammedf, bizim ülkemizde, tüm Islam Dünyası'nın ve Müslümanların zıddına 3 Şubat 1932 tarih inden it ibaren "Allahu Ekber, Allahu Ekber" yerine, "Tanrı Uludur, Tanrı Uludur" d iye okunmaya başlamıştı. Hedefleri, Ziya Gökalp'in: B ir ülke ki camiinde Türkçe Ezan okunur, Köylü anlar manasını namazdaki duanın B ir ülke k i mektebinde Türkçe Kur 'an okunur, Ey Türk oğlu, işte sen in orasıd-ır vatanıni dizelerinde ifade ettiğ i g ibi Arapça ezandan ve Arapça olduğu için de Kur 'an'dan kurtulmak idi. Müzisyen Haftz Saadetlin Kaynak, Hafız Yaşar Okar, Haftz Ali Rıza, Hafız Burhan, Galatasaraylı Hafız Nuri, Ad­ liyeli Hafız Fahri, Hafız Kemal ve Haftz Cemi[ g ibi aslında çok iy i mevl id okumakta ünlü sesi güzel, müziğe yatkın hafızlar top­ luluğu ile Arapça ezandan kurtulmanın çalışmaları b izzat Mus­ tafa Kemal Atatürk'ün başkanlığında Do lmabahçe Sarayı 'nda


Ezanı Tertip ve Tensik Eyleyen Uifızlarda Değişiklik Olamaz Ezanın Faydaları

.....

............. . . . . . . ................... . . . ............................. . . . . ....

Halkçı Gazetelerin Taarruzları

. . . . . . .................. ..... . . . . . .................. . . ..

195 201 203

YEDiNCİ BÖLÜM EZAN DELiLERİ'NİN HİKAYESi.. . .

..

.......

.

............

. . ..

211-252


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKAYESİ

5

-

ll

Hayd i kurtuluşa.

6- Tanrı Uludur, Tanrı Uludur, 7- Tanrıdan başka yoktur tapacak." Dünyanın h içbir ülkesinde görülmem iş ve iş if ilmem iş olan bu garip ezanı devlet konservatuarından lhsan Be bes­ telemişt i. Güfte'ye en büyük katkı şitphesiz Mustafa Kemal'in idi. Nihayet bu ezan kesin emirler/e dört bir tarafından 3 Şubat 1932 tarihinden itibaren tangur, tungur okunmaya baş­ ladı. Arapça ezanı saklı saklı okuyanların başına gelenler ise p işin iş tavuğun başına gelmemişt i. Türkçe Ezan işinde devletin en büyük yardımcısı D i­ yanet Işleri Başkanı Rıfat Börekç i ile D iyanet Işleri Başkanlığı idi. D iyanet Işler i Başkanlığı, Tahr irat Müdürlüğü'nün 3601 128 sayılı, 4.2. 1933 tar ihli genelgesiyle de bu yeni ezan iç in tüm müftülüklere Mustafa Kemal'in isteği doğrultusunda b ir tamim göndermişt i. Gönderilen tamirnde Başkan Rıfat Börekçi, Arapça ezan okuyan, okunmasına göz yuman ve bu konuda tereddüde düşen tüm d in görevlilerinin acımasızca cezalandırılacağım be­ lirtiyordu. Rıfat Börekç i kraldan fazla kralcı kesilerek, daha henüz ortada Arapça ezan okuyantarla ilg ili bir ceza kanunu ol­ mamasına rağmen, "Binaenaleyh bu tamim in ele geçmesiyle b irl ikte, bütün diyanet memurlarının, imam ve h itapterin ve müftülüklerin Türkçe ezan ve kamet'e uymaları, aksi takd irde, buna muhalefet edenler in kat 'f ve şedft mücazata maruz ka-


\ 10

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

yürütülüyordu. Mustafa Kemal, sık sık hafizlara hitaben kendi yaptığı devrimleri hatırlatarak: "Hafız Beyler! Asıl lnkılabı sizler ya­ pacaksınız! Türkçe Kur'[m okumakta ve Ezan-ı Türk­ çeleştirmekle vatana en büyük hizmeti sizler yapacaksınız! Bunu başarırsamz sizlere sırmalı kaftanlar giydireceğim, sizi büyük camilere hatip yapacağım" diyor ve Daimabahçedeki bu faaliyetlerde sık sık müzisyen-hafizlara iltifat ediyordu. Camilerde okunacak Türkçe Kur'an ve minarelerden ses­ lenilecek olan Türkçe Ezan için hafizların kıyafetini bizzat Mus­ tafa Kemal tesbit etmişti. Mustafa Kemal haftzlar grubunun başı olan Saadettin Kaynak'a hitaben: "Sarık sarmayacak, cübbe giymeyeceksiniz! Hutbe okurken dahi böyle olacaksınız! Benim gibi başı açık ve fraklı-smokinli!" buyruğuyla cami içi kıyafeti de belirlemiş olur. Artık çeşitli müzik aletleriyle meşk edilen ve Dr. Reşid Galip ile, Hasan Cemil Çambel'in yönetiminde notalaşımlan Türkçe Ezan okunmaya hazırdır. Seçilen camiler, Yerebatan, Süleymaniye ve Sultanahmet'tir. Nasıl mı okunacak? Işte böyle: "1- Tanrı Uludur, Tanrı Uludur (4 kez) 2 - Şüphesiz bilirim ve bildiririm ki, Tanrı'dan başka yok­ tur tapacak. 3 - Şüphesiz yine bilirim ve bildiririm ki Tanrı'nın elçisidir Muhammed. 4 - Haydi Namaza.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

13

mmladığı Türkmen asıllı Ankara Ha. köy'de oturan Sadık (Ça­ kırtepe) Efendi'yi, yapmış olduğum bu röpürtajlarda daha iyi tamyacak ve Türkçe Ezan, Arapça Ezan savaşının tarihsel bo­ yutuna tamk/ık etmiş olacaksınız. Kitabımızın son bölümünde bu aziz kahramanların Arap­ ça ezan uğruna katlandıkları çileleri kendi ağızlarından din­ leyeceksiniz. Ne varki Bilal-i Habeşi ruhlu bu kahraman insanlardan TBMM Ezan kahramanı Osman Yaz Efendi 1989 yılında, Has­ köy'lü ve Çubuk ilçesinin Kuruveren Köyünden Pehlivan Deli Yusuf Amca 1992 yılında, Sadık Çakırtepe Amca ise Keçiören Kızlarpınarı mevkiinde 1991 yılında Hakkın rahmetine ka­ vuşmuş/ar. ve yaptıkları ezan mücadelesinin karşılığını şimdi kendi dünyalarında -biiznihi Teala - Rablarından almaktadır/ar.

ı

ı

ı

TBMM'de yasaklı dönemde Arapça ezan okuyarak tarihe geçen insanlardan bir tek Hacı Muhiddin Ertuğrul Efendi bugün Hasköy Shell benzinliği arkası merdivenler bölgesinde 80 yaşa yaklaşan ömrü içersinde yaşantısım devam et­ tirmektedir. Biz bu eserimizde Türkçe Ezan olayının başlangıç ve bitiş hikaye/erini, ibadetleri Türkçeleştirme eylemlerini ve bu uğurda yapılan TBMM çalışmalarını yine akademik disiplin içersinde incelemekte ve sonunda da Allahu Ekber'e yeniden dö­ nüşün mücadelelerini ortaya koymaktayız. Bu sebeple ki­ tabımıza " Kemalizmin Türkçe Ezan Hikayesi: TANRI UL U­ D UR'dan ALLAHU E KBER'e Giden Yol.' " adını verdik. Tabi ki bu hikayenin biz sadece Cumhuriyet Dönemi bo­ yutunu ele aldık. Yer yer zaman zaman özellikle sol aydınların


12

. HASAN HÜSEYİN CEYLAN

lacaklarını tamimen beyan eylerim... " diyerek, Arapça ezan okuyanların şiddetle cezalandırılacağmı resmen belirtmiş olu­ yordu. Işte bu tamim/e birlikte 3 Şubat 1932 tarihinden baş­ layarak, 1 6 Haziran 1950 tarihinde Tanrı Uludur'dan yeniden Allahu Ekber'e geçilen güne kadar aralıksız tam 18 yıl bu gök kubbede " Tanrı Uludur " deniterek ezanlar okutuldu. Bu 1 8 yıllık zaman içerisinde Arapça ezan okumanın mü­ cadelesini veren yüzlerce isimsiz kahraman da bu uğurda zu­ lümler gördü, işkencelere maruz kaldı ve bir kısmı da, Arapça ezan okumanın delisi-divanesi olduğu için rejimce Bakırköy Akıl Hastanesi'ne delidir diye kapatıldı. Bakırköy Akıl Hastanesi'nde 1932- 1949 yılları arasmda daima birkaç "ezan delisi " "en önemli hasta " diye misafir edil­ mişlerdi. Sadece Ankara Çubuk ve Hasköy bölgelerinden bizzat benim isim isim tesbit ettiğim sürekli Arapça ezan okundu diye adı "ezan delisi "ne çıkmış olan ve bu suç (!)tan dolayı da ay­ larca Bakırköy Akıl Hastalıkları Merkezinde "deli ". mu­ amelesine tabi tutulmuş 52 ismi biliyorum. Tanrı Uludur'dan Allahu Ekber'e giden yolun bu kah­ raman -deli/erini değil- velilerini ve onlaruı verdiği akıl almaz mücadelelerini tanınıanız için 1986-87 yıllarında, ezanın bu ta­ rihe geçmemiş öyküsünü sizlere aklarabilmek için "ezan de­ lileri"yle ilginç görüşmeler yaptım. TBMM'de ilk kez ve üstelik bütün engellemelere rağmen Arapça ezan okuyan Hacı Muhiddin Ertuğrul Efendi'yi, Hacı Osman Yaz Efendi'yi, stadyumlarda milli maç esnasmda bile Arapça ezan okuyan Hasköylü Pehlivan Yusuf Efendi'yi ve hele hele Atatürk'ün ve fsnıet fnönii'nün bizzat "gerici deli " diye ta-


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

15

La ilahe lllallah

Bundan böyle kıyamete kadar bir daha hiç kimse ezana tecavüz ederneyecek ve hiç kimsenin gücü Allahü Ekber'i Tanrı Uludur'a dönüştürmeye yetmeyecektir. Bu ezanlar ki şehadetlerin dinin temeli Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli! Hasan Hüseyin Ceylan 26.01.1996 Ankara

ı


14

HASAN HÜSEYIN CEYLAN

1960 sonrası gündeme getirdiği Türkçe Ezan isteklerini önemsiz bulduğumuz için bu kitaba koymadık. Bir de bütün Türkiye'nin yakından yaşadığı günlerce Medya'nın manşetinden inmeyen 24 Aralık 1995 seçimleri do­ layısıyla Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)'nin Ankara 1. Bölge birinci sıra adayı DGM eski Başsavcısı Nusret Demiral'm Bil­ kent Oniversitesi'nde gündeme getirdiği Türkçe Ezan isteklerini ve bu konuda basında çıkanları kitabımıza -bilerek- almadık! r

Çünkü Ezan-ı Muhammedi ile oynamanın neye ma­ /olacağını bu hal 24 Aralık 1995 seçimlerinde tekrar gösterdi ve Allahü Ekber ezanı bir kez daha " Tanrı Uludur" diye ezan okunsun isteyen D GM eski Başsavcısı Nusret Demira/'ı nasıl çmptığını tarihi tekerrür içerisinde yeniden ispat/adı. Evet tarih vamldukça Islam ümmeti, ümmetin bir lstiklal Marşı hii\'iyetindc: ula11 e;;wu için hep Bilal-i Habeşi gibi hay­ kırmaya del'{l/11 edecektir: Allahü Ekber, Allahü Ekber Allahü Ekber, Allahü Ekber· Eşhedü en

La

llfıhe lllallah

Eşhedü en La llfıhe lllallah ...

Eşhedü enne Muhammeden Resuluilah Eşhedü emıe Muhammeden Resuluilah Hayyaalas Salfıh, Hayyaalas Salfıh Hayyaalel Felfıh, Hayyaalel Felfıh Allahil Ekber, Allahü Ekber


BİRİNCİ BÖLÜM İBADETLERİN TÜRKÇELEŞTiRiLMESi VE TÜRKÇE EZAN KONUSU '

Ezanın bütün bir İslariı ümmetine ve dünya gezegeninde yaşayan yaklaşık 1 milyar 200 milyonluk Müslüman nüfusa yö­ nelik müşterek bir manası vardır. Yerinde bir tabirle ezan, bu 1 milyar 200 milyonluk İslam dünyasının tam bir "İstiklaı Marşı"dır. Her duyanın saygı duyduğu, davetine icabet etmeye çalıştığı ve ona maddi-manevi zevkler verdiği bir İstiklal M arş ı . Dünyanın hiçbir ülkesinde, hangi dine müntesip olursa olsun, İslam müstesna, insanları böylesine etkileyen ve insanlara günde en az beş kez seslenen böyle bir davetiyeye rastlanamaz. Ezan; sosyolojik olarak İslam toplumları nezdinde ortak bir sembol olması bir yana, namaza ve ibadete davet etmesi ci­ hetiyle kulluğa yönelik tarafıyla da, İslam dünyasının müşterek kulluk davetiyesidir. Her Müslüman nerede olursa olsun, isterse bilmediği bir dilin konuşulduğu bir Müslüman ülkesinde bu­ lunsun, duymuş olduğu ezan sesi ile ortak bir heyecan ve birlik hissi ile dolar. Yüzlerce ayrı dilin konuşulduğu İslam dün­ yasında ezan, Müslüman birlik his sini günde en az beş kez ha­ tırlatan tek birlik sembolüdür. Hristiyanlar için çan ne manayı ifade ediyorsa Müs-



KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

19

Aslında Ziya Gökalp şıırının bu ilk bendinde de gö­ rüldüğü gibi sadece ezanın Türkçeleştirilmesi teklifini gündeme getirmekle kalmıyor, Türkçe Kur'an fikrini de ortaya atmış olu­ yordu. Hatta Gökalp, "Türkçülüğiin Esasları" isimli kitabında, Türkçe yapılan ilahi, zikir ve Mevlid-i Şerifi ömek göstererek şunların da Türkçe olmasını istiyordu: 1 . lbadette okunanlar (tilavet) dışında Kur'an okunuşu, 2.Bütün ibadet ve ayİnlerden sonra okunan dualar ve mü­ nacaat (yakarış), 3. Cuma ve B ayram Namazı Hutbeleri<2l

Ziya Gökalp'in düşünceleri, Cumhuriyet'in kuruluşu ve özellikle de 3 Mart 1 924 devrimlerinden sonra Mustafa Kemal'in her an aklını meşgul eden hususlardı. Ziya Gökalp bir "Dinsel reform"<3 l olarak bunları düşünmüşse de, Atatürk için dini hayat ve ibadetlerdeki reformlar, dinsel reform olmaktan öte bir " Kültürel reform" <4l idi. 20 Haziran 1 928 tarihinde İstanbul Üniversitesi ilahiyat Fakültesi'nce hazırlanan ve daha önceki bölümlerde de tam metnini sunduğumuz " İslamiyet'i Islah" projesi ile Atatürk'ün arzuladığı bu " Kültürel reform"un temelleri atılmış oluyordu. Prof. M. Fuad Köprülü, Prof. İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Prof. İsmail İzmirli, Prof. Halil Halid, Prof. Arapgirli Hüseyin Avni, Prof. Hilmi Ömer ve Prof. Hilmi Ziya gibi on kişilik bir

2. 3. 4.

Ziya G Ö kalp, Türkçülüğün Es as/an, s. 1 1 3- 1 1 4 . Varl ı k Yayınları , i kinci Basım, 1 955. Ankara. Jaeschke, Yeni Türkiye 'de lsltım !Jk, s. 43. Jaeschke, a.g.e.,s. 43.


HASAN HÜSEYİN CEYLAN

lümanlar için de ezan aynı derecede ve ondan çok daha yüce manalar ifade etmektedir. B öylesine yüce manalarta dolu ve Müslümanların tek ortak sembolü olan ezan, nasıl ve ne sebeble ve hatta nasıl bir fayda uruularak yapıldığı bugün bile açıklanamayan bir tarzda 1 932 yılı başlarında ortak sembollükten soyutlamak ve "Türke has" bir şekle sokmak anlayışıyla Türkçeleştirilmeye başlandı. Ezanın Türkçeleştirilmesi hadisesi her ne kadar, 1 932 Şubat'ında gerçekleştiyse de, muhteva olarak değişikliğin dü­ şünülmeye başlaması çok daha önceki yıllara rastlar.

Ziya Gökalp ve Türkça Ezan... Ezanın Türkçeleşmesi fikrini ortaya atan kişi şüphesiz Ziya Gökalp'tir. Ziya Gökalp ilk defa "Vatan" adlı şiirinde ibadetterin Türkçeleştirilmesi fik rini ortaya atmış ve Türkçe ezaula ilgili olarak Vatan adlı şiirinin ilk bendinde şöyle de­ mişti: <!) Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur, Köylü anlar manasını namazdaki duanın... Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'an okunur, Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda'nın... Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanıni

1.

Ziya GOkalp, Yeni Hayat, s. 9. 1 941 (2. Basım).


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN H İ KA YESİ

21

c) Namazın Türkçe Kur'an'la kıldınlması d) Halkın rağbetini çekmek için camiierin sıhhi ve bedir bir hale getirilmesi . Özellikle ilk üç konu üzerinde yoğunlaşan Mustafa Kemal Atatürk,ibadetlerin Türkçeleştirmesi işinde ken­ dilerindt:<n en çok faydalanacağı kişileri etrafında toplamaya başladı ve Dalınabahçe Sarayı'nda bu kişilerle aylar süren bir çalışma başlattı . Çalışmalara katılan kişiler devrin çok meşhur hafızları, musikişinas ve mevlithanları idi. Hafız Sadettin Kaynak ve Hafız Burhan gibi musikişinaslar olduğu kadar, tegannili me­ vlid okumalarıyla tanınmış meşhur hafızlardan seçme bir grup bu toplantılara katılıyorlar idi. Dalınabahçe S arayı'nda bizzat Atatürk'ün başkanlığı ve gözetiminde yürütülen ibadet dilinin Türkçeleştirilmesi ça­ lışmalarına katılan hafızlar şunlardı: Beşiktaşlı Hafız Rıza, Hafız Burhan, Hafız S adettin (Kaynak), Enderunlu Hafız Yaşar (Okur), Sultan Selimli Hafız Ali Rıza (Sağmen), Adiiye'deki Hafız Fahri, Galatasaray Muallimi Hafız Nuri ve tüm bu ha­ fızlara başkanlık etmek üzere Ü sküdarlı Hafız Cemil. (S) B u dokuz seçme hafız, " Din inkılabı"<9> için yapılacak değişikliklerde ve özellikle de ibadetlerin Türk­ çeleştirilmesinde çalış mak için 1 93 1 yılı Ramazan ayının on­ beşinden itibaren Dalınabahçe Sarayı'na çağrılmaya baş­ ladılar.<IO) 8. 9. 1 O.

Ali Rıza Sağmen, "Atatürk'le Hat/fa/ar", Millet Mecmuası, c.5, Sayı 1 0- 1 1 , Mart 1 948. Osman Nuri Ergin Maarif Tarihi, c.5, s. 1 938. Ali Rıza Sağman, "Atatürk'le Hat/fa/ar", Millet Mecmuast, c.5, sayı 1 O, 1 1 . 3 . 1 948.


20

HASAN HÜSEYiN CEYLAN

ilmi(!) heyet tarafından takdim edilen bu proje ile, "İbadetin di­ linde", "İbadetin şeklinde", "İbadetin sıfatında" ve "İbadetin fi­ kriyatında"<5> olmak üzere dört ana başlıkla ibadetlerdeki re­ formlar başiatılmak istenmişti. İşte bu projenin "İbadetlerin dili" bölümünde deniliyar ki: "Ibadetlerin Lisanı" Türkçe olmaktır. Ayetlerin, duaların, hutbelerin Türkçe şekilleri kabul ve istima1<6> edilmeli ve ma­ bedlerde bu esasta teşkilat yapılmalıdır." İbadetlerin dili üzerine yapılması teklif edilen bu de­ ğişiklikler 1 928 yılından itibaren en başta Atatürk ve İnönü'yü ve sonra Cumhuriyet Halk Partisi'nin ileri gelenlerini konu üze­ rine düşündürmeye başlamıştı . İstanbul Üniversitesi ilahiyat Fakültesi profesörlerinin te­ klif başında açmış_ oldukları ibadetlerdeki değişiklik proj esi, Atatürk'te beklenen etkiyi yapmış ve kendisini bu konuda 1 9 3 1 yılı sonlarında kesin olarak harekete geçmeye itmiş ti .

Atatürk'ün İbadetlerin Türkçeleştirilmesindeki Hedefleri B u sıralarda Atatürk'ün üzerinde durmak ve başarmak is­ tediği şeyler başlıca namazın etrafında dolaşıyor ve onun şe­ killeri çevresinde toplanıyordu.<7> B unları dört ana başlık al­ tında gösterebiliriz: a) Tekbir, Ezan, Karnet ve S aHitın Türkçeleştirilmesi, b) Hutbenin Türkçe Okutulması, 5. 6. 7.

Vakit, 20 Haziran 1 928. Jaeschke, a.g.e., s. 40-4 1 . Osman Nuri Ergin, Türk Maarif Tarihi, c.5., s. 1 938-39.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN H İ KAYESİ

23

idi. Bu vaadiere ulaşabilmek için hafızlar saz ve orkestra eş­ liğinde var güçleriyle çalışıyorlardı. Saz heyeti arasında: Selanikli "Kanuni" Mustafa, Mısırlı Udi İbrahim ve Keman! Ermeni Nobaryan var idi.< 14> Saz he­ yetine iki erkekle bir kadın sesleriyle eşlik ediyorlar ve okunan Türkçe Kur'an'a ritm( ! ) vermeye çalışıyorlardı.< 1 5>

Tekbir, Ezan, Karnet ve SalAnın Türkçeleştirilmesi Tekbir, Ezan, Kamet, S ala ve Kur'an'ın Türk­ çeleştirilmesi ile ilgili bu hummalı faaliyetleri b izzat yaşayan kişiler, bu çok renkli( ! ) çalışmalarla ilgili hatıra tutmayı da ihmal etmemişlerdi. Özellikle notaya ve ritme uygun olarak tek­ bir getiren ve Türkçe Kur'an okuyan ve bu suretle de Atatürk'ün din inkılabında "Göz bebeği" olma ünvanına erişen Sultan Se­ lirnli Hafız Rıza'nın (Hafız Ali Rıza S ağman) hatıraları bu ko­ nuda çok ilgi çekicidir.0 6) Hafız Ali Rıza S ağman, batıralarında bu hummalı ça­ lışmaları şöyle anlatıyor: " . . . S arayın altındaki küçük salonda tekbir meselesi bahis mevzuu oldu. Yaklaşmakta olan bayramda camilerde okunacak olan tekbirierin Türkçeleştirilmesi isteniliyordu. Halbuki bu ha­ fızların yapacakları iş değildi. B unu yalnız Arapça bilen hem de musikide tasarruf sahibi olan kimselerin yapması lazım ge­ lirdi. Bu vaziyet karşısında gayretin dayıya düştüğü anlaşıldı.

14. 1 5. 1 6.

Osman Nuri Ergin, a.g.e., c.5, s. 1 953. " H afız Yaşar Okur, "Ata türk'le Onbeş Ytf" (Dini Hatıralar) 1 962 i stanbul. Hafız Ali Rıza Sağman'ın hatıraları için bkz; Osman Nuri Ergin, Türk Maa ­ rif Tarihi, c.5, s. 1 939.


22

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Hafızlar Atatürk'ün gözetiminde Ramazan'ın sonuna kadar Tekbir, Ezan, Kamet, S ala ve Hutbenin Türk­ çeleştirilmesi üzerine yoğun bir şekilde çalışmaya başladılar. Ol) Daha sonra Ramaza'nın bitimiyle 1 93 2 yılının şubat ayına kadar geçen süre içerisinde de Kur'an'ın Türkçeleştirilmesi üze­ rine çalışıldı. Kur'an'ın Türkçeleştirilmesi çalışmalarında da Atatürk, hem güzel sesinden ve hem de hitabetindeki düz­ günlüğünden dolayı Hafız Sadettin Kaynak'ı çalışmaların or­ ganizatörü kılmıştı . S az ve orkestra heyeti ile birlikte yürütülen Kur'an'ın Türkçeleştirilmesi çalışmasına, Süleymaniye Müezzini Hafız Kemal, B eşiktaşlı Rıza, S ultan Selimli Rıza, Hafız B urhan, Hafız Yaşar Okur ve Hafız Nuri katılmışlardı. oıı Okunan Türkçe Kur'an'ın önce Gazi'ye beğendirilmesi asıl olduğundan hafızlar bir hayli ter döküyor ve halkın bu şekli beğenmiyeceğini bile bile çok yoğun gayretler sar­ fediyorlardı. Bunun bir başka sebebi de Atatürk'ün heyette bu­ lunan hafızlara : "İnkılaplarırnızın son merhalesini sizler ya­ pacaksınız Hafız B eyler ! " diyerek iltifatta bulunmuş olması ve: "Sizi Sultan Camiilerine hatip yapacağım. Size sırmalı kaftanlar giydireceğim ! "03) gibi hafızlar için o günkü şartlarda en büyük kabul edilen vaadlerde bulunması ydı. Tabi o zamanın hafızları için sırmalı kaftan giyrnek ve Selatin camilerine hatip olmak erişilmesi çok zor olan rütbeler

11. 12.

1 3.

Hafız Saadetlin Kaynak, Hatıralar. Hafız Sadettin Kaynak, Hattralar, Osman Nuri Ergin, Türk Maarif Tarihi, c.5, s. 1 953. Osman Nuri Ergin, Maarif Tarihi, c.5, s. 1 948.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

25

Allah'a karşı Tanrı; Ekbere karşı Ulu ve büyük ke­ limeleri üzerinde hayli münakaşa oldu. Neticede görüldü ki, "AIIah'u Ekber, " "Allah Büyüktür" ve "Tanrı Uludur" cüm­ lelerinin üçü de hece sayısınca birdir. Allah'u ekber ibaresindeki nağmeyi Türkçeleştirdiğimiz ibareye aynen geçirdik. Tekbirin ibaresi benim tezime göre şöyle oldu : Tanrı Uludur, Tanrı Uludur, Tanrıdan başka Tanrı yok­ tur. Tanrı Uludur. Tanrı Uludur. Hamd ona mahsusdur. Müzakere bu safhaya gelince Hasan Cemil şöyle bir te­ klifte bulunarak münakaşaya son verdi: - Her ikisini de Atatürk'e okuruz, onun istediği ve be­ ğendiği kabul edilir. Hasan Cemil'in reisliğindeki konuşmalar bitmiş, tekbir şöyle böyle Türkçeleştirilmiş, nağmeler yerli yerine konmuş ve "Allah Büyüktür", "Tanrı Uludur" ihtilafının halli de Ata­ türk'ün yüksek tasviplerine bırakılmıştı. Şimdi bu komisyon azası sarayın üst katında bulunan Atatürk'ün huzuruna çı­ kıyordu. Billur parmaklıklı merdivenden çıkarken reisimiz Hasan Cemi! bize: -Durun, dedi, şunlara bir sürpriz yapalım ! Atatürk'le yanındakiler bizim üst kata çıktığımızı gör­ memişlerdi. Oraya çıkar çıkmaz, reisimiz teklifi üzerine: "Allah B üyüktür", "Allah Büyüktür" diye o maruf nağmeleri yüksek sesle ve hep bir ağızdan bağırarak yürümeye başladık. Henüz Allah'ın adı saray kubbelerini titretıneye başladığı ilk anda Ata­ türk'ün başı bizden yana döndü ve pek hoşlanarak ve gülerek yerinden kalktı, bize doğru yürümeye başladı. Biz de okuya, okuya kendilerine yaklaştık. Atatürk, pek seviniyor, tatlı tatlı gülüyordu. Tekbir bitmişti. Hasan Cemil söze başladı.

.


24

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Bu derece acele edilmesinin türlü sebebi olabilir: Ya­ pılacak işte iyiliğin, kötülüğün yeri olmaması yani bir şey olsun da nasıl olursa olsun fikrinin hakimi bulunması düşüncesi bir sebep olacağı gibi, yaklaşmakta olan 1 93 1 yılının bay­ ramında bu işe başlanmış olması düşüncesi de ikinci bir sebep olabilir. Herhangi bir rejim yeni kurulurken nasıl kurulursa öyle gider ve temelleşir. Bu temel ilkin doğru olarak konutursa iyi olur diye uygun olduğunu sandığım bir düşünce kafaının içini sardı. Doğruya aykırı bir usulün konması, yanlış bir ibare ile işin aslının, ruhunun çığırından çıkartılması ihtimali ki bunun böyle olacağı ortada görülüyordu-yüreğimi titretti. Bugün ca­ milerde okunmakta olan Türkçe tekbir işte bu titreyişin ese­ ridir. B unu öğünerek söylemek hakkına malik bulunrnaktayın. Şimdiye kadar karanlık kalmış olan bu mesele, bizden sonraki nesillere kalacak olan bu eser birkaç satır ile tesbit edilecek olursa o geeeki mücahede ve mücadelenin mükafatını fazlasıyla alınış olduğumu itiraf ve kabul ederek bunu birkaç fıkra ile izah edeceğim: B ugün camilerde okunan Türkçe tekbir sırf benim mü­ cahademin meyvasıdır. Bunu yalnız iddia değil, ispat da ede­ rim. En birinci şahidim oradaki Hafız arkadaşlarımdır. Hasan Cemil'in reislik ettiği bu meclisteki 9 hafızdan 8'i bir taraf oldular. Bunların başında Hafız Kemal vardı. Hafız Kemal, "Allah'u Ekber'i " "Allah B üyük'tür" tarzında Türkçe'ye çevirelim diyordu. Ben, Allah büyüktür terkibinin hem sıfatına hem mefhuımına itiraz ederek Tanrı Ulu'dur denilmesini ileri sürdüm. Hafız Kemal, davasını haklı göstermek için "Allah B ü­ yüktür" terkibinin bizce munis olduğunu, ağzımızın buna alış­ kın bulunduğunu söylüyordu. Sadeddin Kaynak da Hafız Kemal tarafını tutuyordu. Fakat o da tezini müdafaa edemedi.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

27

-Evvelki unutulsun! Tamamen Türkçe olsun! "Tanrı Ulu­ dur" diye okunsun. Buyurdu. Ben titriyordum, Çünkü böyle bir işi, böyle bir buzurda başarmış ve imtihanı kazanmıştım. Arkadaşlarım sü­ kfite daldılar. Yalnız Galatasaray Lisesi muallimlerinden Hafız Nuri kulağıma: Tebrik ederim diye fısıldadı. Atatürk kazanan tarafı bilmiyordu. B eşeriyet duy­ gularından sıyrılmış olamayız. Bu şekli iddia edenin kim ol­ duğunu Atatürk'ün de bilmesini isterdim. "Tanrı Uludur" şekli tastamam benim mücahedemin bir meyvesi idi . Bununla beraber sofrada yine de mesele üzerinde ko­ nuşmalar oldu. Atatürk yeni metnin aslından daha parlak ol­ duğunu ve nağmeye yakıştığını söyledi: Hafız Kemal de şöyle garip bir mütalaada bulunmaktan • çekinmedi: -Biz minarede de ezan okurken Allah kelimesinde nağme yaparız da.. . Atatürk bir şey söylemedi. Ben işi üzerime alarak dedim ki: -Bu muazzam inkiHip karşısında böyle bir nağme din­ lenmez ya! Yine Atatürk'ün huzurunda bir mesele görüşülürken ben, tekbirde geçen hamd ve mahsus kelimeleri hakkındaki görüş ve anlayışımı da kendilerine arz ettim. Alıteri Kebir'i getirtti . B u kelimelere baktı. Lugatın verdiği manalar d a bunu tutmamış olacak ki : -Biz şimdilik hamd ona mahsustur diyelim de istikbalin Türk'ü daha iyisini bulsun! Onlar da onu Türkçeleştirsin ! B uyurdular. B u iş de böyle neticelendi. " < 17>

1 7.

Millet Mecmuasi, c.5, s . 1 0, sh.4, 1 1 .3. 1 948.


26

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

"- Tekbiri Türkçe'ye çevirirken Hafızlar arasında ihtilaf çıktı. Kimi "Tanrı Uludur" olsun diyor, kimi "Allah Büyüktiir" olsun diyor. İkisinden birisinin kabulünü yüksek tasviplerinize bıraktık" dedi. Reisimiz Hafız Cemil münakaşayı olduğu gibi söy­ lememiş, kısa kesmişti. "Tanrı Uludur" diyen hafızların bir kısmı değil , bir teki idi. B en onun böylesi söylemesini isterdim. Fakat o sırada sükfittan başka çare yoktu. Atatürk: "Her ikisini de dinleyelim! " buyurdular. ilkin "Allah B üyüktür" diye başladık. Kemal ile ar­ kadaşları pek istekli ve neşeli okuyorlardı. Kendilerininkini be­ ğendirmek için azami gayret sarfediyorlardı. Atatürk ise, kaş­ larını çatarak dikkat kesilmiş, ayakta dinliyordu. Tekbir bitti, Hakikaten pek parlak okunmuştu. Saray çın çın ötüyordu. Atatürk: - Buyurdular. "Allah Büyüktür" avazeleri tekrar yükseldi. Bundan sonra Atatürk : -Şimdi ötekini ! B uyurdular. Şimdi benim dediğim okunacaktı. Okundu. Fakat arkadaşların, biHiiltizam diyeceğim, neşesiz oldukları se­ ziliyordu. Atatürk bunun için de: -Bir daha! B uyurdular. B ir kere daha okuduk. B u sefer ben de onlara inat kuvvetli ve neşeli okudum. Okuyuş bitti. En heyecanlı bir ana gelmiştik. Yalnız hafızlar değil, oradakilerin hepsi dikkat kesilmiş, kulak kesilmiş, göz kesilmişti .Atatürk'ün ne di­ yeceğini, hangisini beğeneceğini bir an evvel öğrenmek is­ tiyorlardı. O, üç değil, iki kelime ile hem de sabırsızlıklara, me­ raklara son verdi, hem de tekbirin metnini tespit etti ve :


29

KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİK' AYESİ

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Devletle iç içe organize et­ tiği ve tüm müftülüklere de tamimen gönderdikleri ibadetler ve şekilleri ile ilgili bu çeşit inkılaplar hakkında içeride ve dı­ şarıda ilginç yorumlar yapılıyordu . Alman Gotthard Jaeschke, Dalınabahçe sarayında yü­ rütülüp Meclisçe kanunlaşmadan, tamamen bir emir do­ ğrultusunda yürütülen bu uygulamaları "Şeriatın egemenlik ala­ nına açık bir hücum" olarak yorumluyordu.<20l Jaeschke, "Şeriata açık bir hücum" olarak yorumladığı bu uygulamaların kökeninde eğer bir kahraman aramak gerekirse bu kahramanlığın Mustafa Kemal'den önce Ziya Gökalp'e ait ol­ duğunu dile getiriyor ve Şeriate bu manada ilk hücumun Ziya Gökalp'ten geldiğini iddia ediyordu. H.H. Schaeder'e göre, her ne kadar Ziya Gökalp'in, İslam ümmetinden, Türk kültüründen ve Avrupa medeniyerinden olmak şeklinde dile getirdiği meşhur felsefesiyle bu kah­ ramanlık uyuşmazlık içindeyse de<2l)ziya Gökalp herşeye rag­ men 20. asrın başlarında Ezan'ın ve Kur'an'ın Türk­ çeleştirilmesini "Vatan" adlı şiiriyle dile getirmişti. V atan

adlı

bu

şiirin

bir

kıtasında

kalp Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur, Köylü anlar manasını namazdaki duanın ... Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'an okunur,

20. 21.

Gotthard Jaeschke, Yeni Türkiye'de Islam/ik, s. 45. a.g.e., s. 42.

Gö-


28

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Tekbir için yapılan mesai daha sonra ezana ve kamete de teşmil edildi. Onlar da Türkçeleştirildi ve camilerde oku­ nulmağa başlandı. Fakat hükümet laik olduğu için bunları ne resmi ve ne dini bir makamdan ; mesela Diyanet İşleri Reis­ Iiği'nden getirtiyor, ne de bir kanun mevzuu yapıyordu. Bu işler böylece husus! şekillerde ve kanuni olmıyan teşebbüslerle ya­ pılıp durdu .OB) Bu tür Türkçeleştirme teşebbüslerinde henüz S ala de­ nilen ve Peygamber'e hürmet ve tazimi gösteren dini metin üze­ rinde durulmuyordu. Nihayet Diyanet İşleri Reisliği bununla da meşgul olarak S ala'nın da Türkçe ve notaya uygun, ritmle söy­ lenebilecek bir tarza dönüştürülmesi çalışmalarını başlattı ve Sala'nın üç muhtelif şeklini hazırlayıp ezandan sonra okunmak üzere bütün Müftülüklere gönderdi. Diyanet İşleri Reisliği'nin bu konudaki 6.3. 1 933 tarihli dikkat çeken tamimi şöyledir: 0 9 l " Öz dilimizle her tarafta Türkçe ezan okunduğu bir za­ manda minarelerde Arapça salat okumak ahenksiz düşeceği gibi Hükümeti celilenin takip buyurduğu maksad-ı milliyeye de uygun gelmediğine binaen İstanbul'daki erbabı ihtisasla bil­ muhabere yukanda yazılan üç suret ile Türkçe tekbir gön­ derilmiştir. Her hangisi arzu olunursa icabında alakadarların ondan okumaları tamamen beyanolunur." B u emir üzerine İstanbul Müftülüğü, İstanbul'daki ila­ hiyat Fakültesi müderrisleriyle görüşerek bunu da tespit edip bildirmiş ve Sala işini de böylece sona erdirmişti !

18. 19.

Osman Nuri Ergin, Türk Maarif Tarihi, c.5, s. 1932-1942. TC. Diyanet Işleri Reisliği, Salat-ü Selam hk. tamim, sayı 3767. Bu tamim 6.3.1933 tarihle Istanbul Müftülüğüne gÖ nderilmiştir.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN H İ KA YESİ

31

İlk Dil Kongresinden sonra da Vakıflar Genel Müdürlüğü Ocak 1 932'den itibaren, bütün cami ve haderne-i hayrat'ın (din görevlileri) amiri sıfatıyla önce Diyanet Işleri Reisliği'ne ve sonra da Vakıflar Genel Müdürlüğü makamına bağlı bütün cami ve mescitlere Türkçe ezan için her türlü hazırlığın ya­ pılmasını emretti. <26)

Tanrı Uludur, Tanrı Uludur ... Ezanın yeni şekli Diyanet İşleri B aşkanlığınca Ata­ türk'ün de onayından geçmiş şekliyle tüm müftülüklere ta­ mimen Ocak 1 932'den itibaren gönderilmiş oldu.<27) Onaylanan Türkçe Ezan'ın tam metni şöyle idi: 1 . Tanrı Uludur. (4kere) 2. Şüphesiz bilirim ve bildiririm ki Tanrı'dan başka yoktur tapacak, 3. Şüphesiz bilirim ve bil­ diririm ki, Tanrının elçisidir Muhammed, 4. Haydi namaza, 5 . Haydi kurtuluşa, 6 . Namaz uykudan hayırlıdır (Yalnız S abah namazında), 7. Tanrı Uludur, Tanrı Uludur, 8. Tanrıdan başka yoktur tapacak. Her ne kadar Türkçeleştirilmiş bu ezanın güftekarları bir hafızlar grubu ise de gerçek güftekar Mustafa Kemal Atatürk idi. Bu güftenin bestekarlarına da Devlet Konservatuarından İhsan bey ile, Ermeni Nobaryan getirildi.<28 ) Ezan'ın hemen arkasından Tekbir, Tehlil ve Salavat-ı Şe­ rifelerin Türkçeleştirilmiş şekilleri de Diyanet İşleri Reis-

26. Jaeschke, s. 45. 27. Diyanet I şleri Reisliği, Ocak 1 932. Ezanın Tesbiti toplantısı. 28. Osman Nuri Ergin, Türk Maarif Tarihi, c.5, s. 1 953 ve Jaeschke, Yeni Tür­ kiye'de Islam/tk, s. 45.


30

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Huda'nın... Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!<22>

diyerek Türkçe ezan reformunun temelini daha 20. asrın baş­ larında atmış olu-yordu. Aslında şiirde adı geçen, "Ezan"dan başka, Ziya Gökalp, "İslam Ümmetinden" olgusuna tersliğine rağmen "Türkçülüğün Esasları " isimli eserinde, tekke ve dergahlarda Türkçe yapılan zikirlerde okunan ilahilerle ve sonradan yaşayan bir dinsel tören haline gelmiş bulunan Türkçe Mevlid'i Şerif-i örnek gös­ tererek şunların da Türkçe olmasını istiyordu.<23> ı.

İlıadette okunanlar (tilavet) dışında Kur'an okuyuşu

2. Bütün ibadetlerin sonunda yapılan dua ve münacaatler 3. Hutbeler 4. Tekbir ve Salavat-ı Şerifeler. Ziya .Gökalp bunları isterken öne sürdüğü tek gerekçe Türklükle birlikte ibadetlerde vecd ve itmi'nan'ın artması idi. <24> Ziya Gökalp'in gündeme getirdiği ve daha sonra Dal­ mabahçe S arayı'nda hafızlar grubunda meşk edilerek şe­ killenen Türkçe Ezan, Kamet, Tekbir ve Salavat-t Şerife ilk kez bir Ramazan ayında 3 Şubat ı932 tarihinde okundu. Tekbirler ve Salavatlar da Teravih namazlarında okunınaya başlandı .<25>

22. 23.

Ir

24. 25.

Ziya GÖkalp, Yeni Hayat, s. 9 ( 1 94 1 ) Ziya G Ö kalp, Türkçülüğün Esas/a n, s. 1 1 3· 1 1 4. Varlık Yayınları, 1 955 I s­ tanbul (I kinci Baskı) Jaeschke, Yeni Türkiye 'de islam/lk, s. 43. 4 Şubat 1 932 tarihli Son Posta Gazetesi.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

33

Outbenin Türkçe Okunınası Türkçeleştirilen ibadet şekillerinden birisi de hutbeler idi . Öncelikle Cuma Hutbesi ve Bayram namazları hutbeleri, halk hiçbir şey anlamıyor ( !) düşüncesiyle Türkçeleştirilemeye tabi tutuldu. Atatürk, "Eğer hutbe hitabetmek ve halkla ko­ nuşmak ise, halkın o hutbeyi her şeyiyle anlamış olması ge­ rekir. Halka hitap ederken onun anlayacağı bir dille konuşmak en tabii ve en mantıklı bir yol olduğundan şüphe yoktur." di­ yerek hutbenin Türkçeleştirilmesinin ve ondaki Arapça dua­ ların atılması gerektiğinin kendince gerekçesini de ortaya koy­ muş oluyordu. Aslında Hutbenin Türkçeleştirilmesi ile ilgili örneği Mustafa Kemal B alıkesir Lala Paşa Camiinde 1 923 yılında biz­ zat kendisi vermişti. Daha önceki bölümlerde de tam metnini sunduğumuz bu hutbenin önemli bölümlerini yeniden zi­ krederek konuyla ilgili Hafız Saadettİn Kaynak'ın ilginç ha­ tıralarına yer vermek istiyorum. Mustafa Kemal sözkonusu hutbesinde minbedn birinci, üçüncü ve yedinci basamaklarında okunınası gereken duaları atlayarak hutbeyi okuyacağı hasarnağa çıkmış ve öylece hut­ besini okumuştu. Mustafa Kemal'ın arzuladığı ve istediği şey, ibadetleri şekillendirmek ve belli kalıplara koymak değildir. Onun için minberin merdivenlerinde durmayıp, dua okumadan direkt ola­ rak hutbesine başlamıştı . Hutbede şöyle diyordu: " Ey M i llet,AIIah birdir. Şanı büyüktür. Allah' ı n selameti, ati­ feti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendi miz Haz­ retleri Cenabı Hak tarafı ndan insanlara hakayiki tebliğe memur Resül olmuştur. Kanuni Esasi cümlenizce malumdur ki Kur'an-ı Azimüşşan'daki hususdur. i nsanlara feyiz ruhu vermiş olan di-


32

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

liği'nce bütün müftülüklere tamimen gönderildi. Diyanet İşleri Reisi B örekçizade Rıfat Efendi'nin (Rıfat B örekçi) tüm müf­ tülüklere gönderdiği tebliğ de şunlar yazılıydı : <29> "Tü rkçe olarak camilerimizden ve minarelerden okunmaya başlanan

Ezan' ı n

ahengini

sağlamak

ve

milli

devlet

po­

litikalarına aykırı düşmernek üzre(!) Tekbir ve Salavat-l şerifeler de

aşağıdaki

tülüklerin

şekilde

seçimine

Tü rkçeleştirilmiştir.

bağlı

olarak

Salavat

aşağıdaki

şu

için

üç şekil

M üf­ bil­

dirilmiştir. Salavat-r Şerife "Ey Tan rının elçisi M uhammed, salat sana, selam sana.(ya da: Senin üzerine olsun rahmet ve sefamat ey M uhammed); veya (Ey Tanrı n ı n sevgilisi M u hammed salat si­ zindir, selam sizindir.) Tekbir için- "Tanrı U ludur, Tanrı U l u dur, Tanrıdan başka Tanrı yoktur. Tanrı uludur, Tanrı u l u d u r, Hamd ona mahsustur."

Tekbir ve Salavat-ı Şerifeler için bu yeni şekli ku­ llanmayanlar için de, Türk Ceza Kanunu'nun 526. maddesi ge­ reği ceza öngörüldü. 2 Haziran 1 94 1 tarihli kanunla bu maddeye yapılan ilaveye göre (herhangi bir yerde, görev dışında bile olsa ve görevli olmasa bile) Arapça olarak ezan okuyanlar ve tekbir getirip, Salavat-t Şerife zikredenler için üç ay hapisle ce­ zalandırma kabul edildi.<30>

29. Tekbir ve Salavaila ilgili bu tebliğ Diyanet I şleri Reisliği'nce 6 Mart 1 933 ta­ rihinde yayınlanmıştır. 30. Bu cezalandırma şekli de en yoğun olarak 1 940-1 946 yılları arasında l nÖnü dÖneminde gerçekleştirildi. 1 946- 1 947 yıllarında da Adalet Bakanı Fuat Sirmen'in zamanında bu suçtan ortalama her ay 50 kadar müslüman cezalandırılmış oluyordu.


KEMALiZM İN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

35

Peygamber zaman-ı sadetlerinde hutbeyi kendisi irat ederlerdi. Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek Hülefa-yı Raşi din'in hut­ belerini okuyacak olursan ız görürsünüz ki gerek Peygamberin, gerek H ülefayı Raşidin'in söylediği şeyler o g ü n ü n meseleleridir. O g ü n ü n askeri, idari, mali, siyasi ve içtimal h ususat ı d ı r. Ü mmet-i i slamiye tekessü r ve Memalik-i I slamiye tevessüa baş­ layınca Cenabı Peygamber'in ve H ülefai R aşidin'in h utbeyi her yerde bizzat kendilerinin i ra! etmelerine imkan kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri ibiağa bir takı m zevatı memur etmişlerdir. Bunlar her halde büyük rüesa idi. Onlar cami şerife ve meydanlarda o rtaya ç ı kar, halkı tenvir ve irşat için ne söy­ lemek lazı msa söylerlerdi. B u tarz ı n devam edebilmesi için bir şart laz ı m d ı . O da milletin reisi olan zatın halka doğruyu söy­ lemesi, halkı din lemesi ve halkı aldatmaması d ı r . Halkı ahval-i um umiyeden haberdar etmek son derece haizi ehemm iyettir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkı n dimağı hali faaliyette bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkas ı ndan gitm iyecektir, ancak milletten ayrı bir lisanda olması ve onların da bugünkü icabat ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, halife ve padişah na­ m ı n ı taşıyan müstebitlerin arkas ı ndan köle gibi gitmeğe mecbu r etmek içindi.

Hutbeden

maksat ahalinin tenvir ve irşad ı d ı r.

Başka değildir. Yüz, iki yüz hatta bin sene ewelki hutbeleri oku­ mak insanları cahil ve gaflet içinde b ı rakmak demektir. Hutbenin her halde nas ı n kullan d ı ğ ı lisanla görüşmesi elzemdir. Geçen sene Mil let Meclisinde irat ettiğim bir nutukta demiştim ki : (Min­ berler halkın dimağları, vicdanları için bir menbaı feyiz, bin men­ baı nur olmuştur.) Böyle olabilmek için minberierden aksedecek sözlerin bilin mesi ve anlaşılması ve hakayiki fenniye ve ilmiyeye mutab ı k olması laz ı m d ı r. Huteba-yı kira m ı n ahvali siyasiye, ah­ vali içiimaiye ve medeniyeyi her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yan lış telkinat verilmiş olur. Bi­ naenaleyh hutbeler tamamen Tü rkçe ve icabatı zamana mu­

vaf ı k olmal ı d ı r ve olacaktır. O O

31.

"Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri izmir Yolunda" s. 93-9 6 .


HASAN HÜSEYiN CEYLAN

34

ni miz son dindir, ekmel di ndir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, ha­ kikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor. Eğer akla, mantığa ve hakikale tevafuk etmemiş olsayd ı , bununla diğer kavanin-i kevniye-yi ilahiye beyninde tezat olması icap ederdi. Ç ü nkü bil­ cümle kavai n-i kevniyeyi yapan Cenabı Hak'tır. Arkadaşlar; Cenabı Peygamber mesaisinde iki dar'a, iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah ' ı n evi idi. M i llet işlerini, Allah' ı n evinde yapard ı . Hazreti Peygamber'in ismi mübareklerine iktifaen b u dakikada m i lletimize; milletimizin hal ve istikbal ine ait hususatı görüşmek maksadıyla bu dar-ı kutside Allah ' ı n huzurunda bulunuyoru m . Beni buna mazhar eden Balıkesir'in dindar ve kahraman insanları d ı r. Bundan do­ layı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail ola­ c a ğ ı m ı ü m it ediyo ru m .

Mustafa Kemal : " Camiler Din v e Dünya Işleri Içindir" Efendiler, camiler birbiri m izin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapı lmam ı şt ı r. Camiler taat ve ibadet ile beraber din ve d ü nya için neler yapmak laz ı m geldiğini düşünmek yani meşveret için yapı lmıştır. M i l let işlerinde her terdin zihni baş l ı baş ı n a faaliyette b u l u n mak elzemdir. i şte biz de burada din ve d ü nya için, istikbal ve istiklalimiz içi n, bilhassa hakimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyal ı m . Ben yalnız kendi dü­ şüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşü ndüklerinizi an­ lamak istiyorum. Amai-i milliye, iradei milliye yal n ı z bir şahsın düşünm esinden değil, bilumum efrad-ı milletin arzuları n ı n , eme­ llerinin muhassa-las ı n dan ibarettir. Binaenaleyh benden

ne

öğrenmek ne sormak istiyorsanız serbestçe sorman ızı rica ede­ rim." " H utbeler hakkı n d a irat edilen sualden anl ıyorum ki bu­ g ünkü hutbelerin tarzı mil letimizin hayat-ı fikriyesi ile lisaniyle ve ihtiyacat-ı medeniyesiyle mütenasip görülmemektedir. Efendiler, hutbe demek nasa h itap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin

manası

budur.

Hutbe denildiği zaman bundan

bir

tak ı m mefhum ve manalar isiihraç edilmemelidir. Hutbeyi irat eden hatibdir. Yani söz söyliyen demektir. Biliyoruz ki Hazreti


A� İ------------�37 N�H K_ E_ M A M İ_ N� K= E= A _Ç � _ _ _İ_ Z_ _ � u � ·R _K =E Z� �İ= �Y �E =S= T _L

İsmet Paşa'da orada idi. Okuma şekline ve hitabet tarzına dair bazı tavsiyelerde bulundular. Ertesi gün şu hutbeyi Sü­ leymaniye minberinde okudum: "Ey ululardan ulu Tanrı! S ana hamdederiz. Bütün �Hem­ leri yoktan var eden ve onlara rızık veren Sensin. Sana şü­ krederiz. Bütün mahlukat içinde insanlan en mükerrem yaratan sensin. En şerefli kulunu, doğruluğunda hiç şüphe etmediğimiz büyük kitabınla bize hak Peygamber olarak gönderdin . Yalnız sana tapar ve yalnız senden yardım isteriz. Ey Ulu Tanrı bizi imandan ayırma (Hatibin peygamberle kitabın adını söy­ lememesi dikkate değer.) Ey Müslümanlar ı Ulu Tanrı buyuruyor ki : Bazı insanlar Allah'a ve ahiret gününe inandık, biz de müminiz derler. B öy­ lelikle Allah'ı ve mürninleri aldatmak isterler. Halbuki onlar yalnız kendilerini aldatırlar. Ve böyle yaptıklarını da an­ lamazlar. Onlara dünyayı fesada vermeyini z ! denildiği zaman hayır! Biz ıslah ediyoruz derler. Halbuki ifsat ederler, lakin an­ lamazlar. Kendilerine herkes gibi iman ediniz! denildiği zaman, biz apdallar gibi mi inanacağız? derler. Halbuki kendileri ap­ daldırlar. Bunu bilmezlerı Allah ile yaptıklan ahitleri bozanlar, Allah'ın birleşmeyi emrettiğini ayıranlar ve yeryüzünü fesada verenler hüsrandadırlar. Islah edilen yeryüzünü ifsat etmeyiniz. Allah ifsat edenleri sevmez. Kendiniz yapmadığınız iyilikleri başkalarına nasıl tavsiye edersiniz? Kitabı okuyorsunuz, hiç düşünmüyor musunuz? Ey insanlar şeytana uymayınız o, sizin açık düş­ manınızdır. Size fenalığı ve namussuzluğu o emreder. Allah


36

HASAN HÜSEYiN CEYLAN

B u hutbenin okunduğu 1 923'den 1 932 tarihine kadar Türkçe hutbenin sözkonusu edilmediği anlaşılıyor. Fakat eza­ nın ve tekbirierin Türkçeleştirilmesi sırasında tekrar ele alın­ dığı görülüyor. Atatürk'ün Din İnkılaplarında çalışmış olan Hafız S adeddin Kaynak bu konuda batıralarında diyor ki: "Türkçe Kur'an okunması• tecrübelerine nihayet verildiği gecenin ertesi gün Ramazan'ın son Cuma'sı idi . O gün Sü­ leymaniye Camii çok kalabalık olur. İstanbul halkı arasında şöyle bir kanaat yaşar: Ramazan'ın son Cuma'sı Sü­ leymaniye'de namaz kılanın bütün günahları affolunurmuş . Atatürk halkın b u toplantısından istifade edilerek ilk Türkçe hutbenin Süleymaniye'de okunmasını arzu ve emir buyurdular. Hutbenin mevzuunu da kendileri elindeki Kur'an tercümesinden seçtiler. Mevzu şu idi . : " O gafillere yeryüzünü ifsat etmeyin denildiği zaman biz (ifsat değil) ıslah ediyoruz derler. Halbuki işte onlar müf­ sittirler. Fakat ne yaptıklarının farkında değillerdir." Bu mevzuu genişletmek ve hutbeyi hazırlamak için za­ mana ihtiyaç vardı. Müsaade istedim. Kıyafet hususunda bir ira­ deleri olup olmadığını sordum. - Kat'iyen sarık istemem. İşte bu gece giymiş olduğun el­ bise ile başı açık olarak, fakat hava soğuktur, paltonu gi­ yebilirsin. " (3 2> A tatürk'ün bu kesin emrine diyecek birşeyim yoktu. Ne diyeyim. İnkılap yapılıyor. İtiraz etmeden "peki" dedim.C33>

32

33.

6 Şubat 1 932 tarihli Milliyet Gazetesinde Sadeddin Kaynağı n başı açık ve smokin üstündü paltosu olduğu halde Süleymaniye minberinde hutbe okurken çekilmiş bir resmi vardır. Sadi Barak, A tatürk ve Din, s. 62-75.


KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

39

diye bağırdı. Fakat bunu ne cemaat dinledi, ne de imam. < 34l Fakat çok şükür itiraz eden yalnızca bu Arap kılıklı kişi idi onu da polisler derhal yakalayıp karakala götürdüler ve tah­ ıninim bir güzel benzettiler. u(JS) İşte 1 932 den itibaren Türkiye'de bütün camilerde hut­ benin Türkçe okutulmasına bu suretle başlanmış ve bunun için de Diyanet İşleri B aşkanlığı tarafından kitaplar yazılıp bas­ tırılmış oldu.

Namazın Türkçe Kur'an'la Kıldırılması Dini ibadetlerde yapılan devrimlerden ve fakat hiç tut­ mayan devrimlerden biri de namazın Türkçe Kur'an'la kı­ lınması idi. Maarif Tarihi yazan Osman Ergin konuyla ilgili olarak şöyle diyor: " 1 200 küsur seneden beri sürüklenip gelen bu mesele ile Atatürk'ün esaslıca uğraşacağından şüphe mi edi­ lir? Evet Atatürk bununla da uğraşmış, fakat sonuna kadar gi­ dememiştir ! . . . "

Dinde yapılan devrimlerden Türkçe Kur'an'la namaz kıl­ mak işini bizzat yaşamış ve bu devrime iştirak etmiş olan­ lardan bu konuyu dinlemek her halde yerinde olur sanırım. Hafız Rıza S ağman hatıratarında diyor ki: "Atatürk'ün devrim ufuklan gün geçtikçe açılıyor ve ge­ nişliyordu. Bir milletin en görünür vasfını, en açık karakterini, şüphe yok ki, onun dili gösterir. Atatürk'ün bu işi, yapmakta ol­ duğu devrimierin belki en başında gelecekti. Türkçe adını ta­ şıyan dile Türklük damgasını vurmak ! 34. Osman Nuri Ergin, Türk Maarif Tarihi, c.5, s. 1 947. 35. Niyazi Ahmed Banoğlu, Atatürk'ün istanbul'daki Hayati c.2, s. 352.


38

HASAN HÜSEYIN CEYLAN

hakkında bilmediğinizi söylemeyi o öğretİr. Allah'ın kitabını okuyanlar, namaz kılanlar, ihsan ettiğimiz rızkdan gizli ve aşi­ kar sadaka verenler tükenmez bir mala sahip olacaklarından emin olabilirler. Allah onlara mükafatını verecek ve lütfunu art­ tıracaktır. - OturulacakAyakta: Allah ve melekleri, Peygamber'e salat ve seliim ederler. Ey mürninler siz de Peygamber'e salat ve selam ediniz. - Dua Ulu Tanrım, hak ve adaletle hareket edenleri sen payidar eyle. Cumhuriyetimizi ve Türk Milletini sen muhafaza eyle. Türk ordusunu havada, denizde ve karada daima muzaffer eyle. Topraklarımıza bol bereket ihsan eyle. Mahsulatımızı her türlü afetlerden sakla. Mübarek şehitlerimize ve ölülerimize rahmet ey le. - Hatime Allah adl ve ihsan ile eınreder. Akrabanızdan muhtaç olanlara muaveneti ernreder. Fuhşu ve kötülüğü ve haksızlığı nehyeder. Allah size nasihat veriyor umulur ki (bunu can ku­ lağıyle dinler ve) düşünürsünüz . " O gün çok kar yağmıştı. B una rağmen Süleymaniye Camii tıklım tıklım dolmuştu . Namazı ben kıldırmadım, İmam kıldırdı. Hutbe ile namaz arasındaki zamanda Arap olduğu an- ' laşılan bir adam mihraba yakın bir yerde: - B öyle hutbe olmaz, namaz fasittir.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKAYESİ

41

- B aşka Hafızlar var ki tecvitçidirler, onları bu işe ka­ rıştırmak istemem, bana sizin gibi münevver Hafızlar lazımdır ! Tecvide gerek yok. derlerdi ve bu sözlerle de Hafız İdrisle, Eyüp Hatibi Hafız Nuri gibileri kastederlerdi. Bu iş için ilk çağrıldığımız gece Ata­ türk'e müliiki olmadık. Maarif Vekili Reşit Galip B ey meseleyi bize şu yolda açtı: - Camilerde Türkçe Kur'an okuyacaksınız. İşte size birer tane Kur'an veriyoruz. Evet bu tercüme belki iyi değildir. Çünkü Arapça'dan Fransızca'ya ve ondan da Türkçe'ye tercüme edil­ miştir. Bununla beraber Ankara'da daha iyi bir Kur'an ter­ cümesi yaptırılmaktadır. Tebliğ olunan Atatürk'ün bu emri üzerine hangi Hafızın nerede ve saat kaçta okuyacağım kararlaştırdık. Reşit Galip bunları not etti. Hangi surelerden hangi ayetleri okuyacağımiZI da biz kendi aramızda seçecektik. Aynı surenin bir kaç Hafız ta­ rafından okunmasını temin için her Hafız bir aşır seçti ay­ rıldık. Ertesi gün çıkan gazeteler, o gün Türkçe Kur'an okuyacak Hafızların adlarını, okuyacakları camileri ve okuma saatlerini iri harflerle yazdılar. B en ikindi namazından sonra B eyazıt ca­ miinde kütüphane kapısının önünde okuyacaktım. O gün ca­ miye vardığımda hergünkünün bir kaç misli kalabalığın beni beklemekte olduğunu gördüm. Heyecanlı idim. O ana dek ya­ pamadığım bir işi yapacaktım, sıkılıyordum. Zaten bu işin bir şeye benzemiyeceğine ben de kaniidim. Türkçe, mensür bir iba­ reyi makamla okuyacaktım. Tuhaf bir şey olacağını ben de kes­ tiriyordum. Türlü türlü sebeplerle bu kalabalık husule gelmişti. B ir


40

HASAN HÜSEYiN CEYLAN

B una nereden başlamalı idi? Tarihte ve her zaman bir mi­ lletin dilinin şu parçalara bölündüğü görülmektedir: Din dili, devlet dili, edebiyat dili, halk dili. Bu parçaların içinde ruhlara kök salan, duyguları daha kökten kavrayan şüphesiz, din dili idi. Atatürk işte bu Dil De­ vrimine buradan başlamayı başarı bakımından uygun bulmuş olacak ki günün birinde bu cepheyi kurdu. Sarayda bu­ lunduğumuz gecelerin birinde onun: - Pek yakında yepyeni bir dile kavuşacaksınız ! sözü kulaklarımda hiila çınlamaktadır.

Sazh Sözlü Hafızlar topluluğu İle Kur'ap ve Mevlid Seansları 1 93 1 Ramazan'ının on beşinden itibaren saraya ça­ ğırılmağa başladık. Bu i şte çalışacak Hafızlar şunlardı: 1 - Be­ şiktaş'lı Hafız Rıza, 2- Süleymaniye müezzini Hafız Kemal, 3Hafız S adeddin (Kaynak), 4- Hafız B urhan, 5- Hafız Fahri, 6Hafız Nuri, 7- Hafız Yaşar, 8- Hafız Zeki, 9- Sultan Selimli Hafız Rıza. Işte bu Hafızlar Ramazan'ın sonuna kadar Ata­ türk'ün bol bol iltifatına mazhar oldular. Atatürk bize: - İnkilaplarımın son merhalesini siz yapacaksınız Hafız beyler! diye iltifatlarda bulunurdu . Ve: - Sizi Sultan camilerine hatip yapacağım, size sırmalı kaftanlar giydireceğim ! gibi vaatlerie de bizleri se­ vindiriyorlardı. Yine Atatürk bu İnkılap çalışmalarından bahis buyururken :


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

43

ğılacağı sırada artist Şadi eğilerek kulağıına kısaca: "Ben da­ vaından vazgeçtiın, Türkçe Kur'an'ın hiç olmayacağını şimdi daha iyi anlaınış oldum" dedi ve hızla yanıından ayrılıp gitti. Anladım ki öyle önceden tasarlandığı gibi Türkçe Kur'an pek tutmayacaktı . Çünkü onu artist Şadi bile beğenıneınişti. Ancak ne yapalım Gazi ille de Türkçe okunacaktır diyordu " ...

(36)

Mustafa Kemal Kur'an Okuyor! Hafız Sadettin kaynakla beraber diğer hafızların Türkçe Kur'an taliınieri ve ilk kez yerebatan Camii ve Beyazıd ca­ milerinde halkın huzurunda okumalarından sonra Türkçe Kur'an fikri halkla birlikte okuyan hafızlarda bile tutınaınıştı. B u işin mutlaka olması da istendiğinden hafızların elinden bir şey gelıniyordu. Yine bu Ramazan gecelerinin birisi Kur'an meselesine ay­ rılmıştı. Atatürk'ün önündeki masa üzerinde Kur'an tercümesi duruyordu. Bu kitabın ötesine, berisine kağıttan işaretler ko­ nulmuş olması Kur'an'ın incelenmekte olduğunu ve bazı yerleri için özel çalışmalar yapıldığını gösteriyordu. İşte bu çalışmalar için S adettin Kaynak bakınız neler söylüyor. "Atatürk o işaretli yerlerden birisini açtı ve okunmasını bendenize eınretti. Okunınası istenen yer Nisa Suresinin hür­ meti müsahare ayeti idi. Bu ayette anaların, kızların, kar­ deşlerin, teyzelerin, hataların, erkeklere haram olduğu beyan ediliyordu. 36. Osman Alkan Ergin, Türk Maarif Tarihi, c.5, .s. 1 950.


42

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

grup, Kur'an bakalım bize ne söylüyor? merakiyle kubbenin al­ tını doldurmuştu. B ir başka grub. Türkçe Kur'an bakalım nasıl okunacak? diye gelmişti . Bir takım ı da bakalım Türkçe okunan Kur'an birşeye benzeyecek mi? şüphesiyle orayı ka­ plamışlardı .

Artist Şadi Bile Türkçe Kur'an'ın Asla Olamıyacağına Karar Vermişti O gün, orada husus! bir güzeBikle de karşılaştım. Bu ka­ labalık cemaatin en önünde ve benim oturacağım minderin tam karşısında ünlü artist Ş adi oturmakta idi. Gazetede okuduğu ha­ vadis üzerine orada yer bulmak için, kimbilir, kaç saat önce gel­ mişti. Orada yerleşmi şti . Ş adi ile çok iyi ve samimi görüşürdük. Deryadil bir adamdı. Derviş olur tekkeye gider ve halkaya girerek ve kim­ senin yapınağa muktedir olmadığı coşkun zikirler yaparak kan ter içnide kalırdı . Sofu olur camiye gider, Kur'an dinlerdi. Ru­ han1 musiki aşkına dü şer, kiliseye girerdi. Artist olur, sahneye çıkar, aktörlük yapardı. Nasıl söyleyeyim, ruh bakımından türlü türlü boyaya boyanır, çeşit çeşit şekiller gösterir tuhaf bir zattı. Bu tuhaflıklarından birisi de Kur'an'ın Türkçe okunınası hak­ kında benimle daha önceden yaptığı münakaşalardır. ihtimal ki Haşim Nahit'ten müteessir olmuş, ihtimal ki Ziya Gökalp'in bu husustaki düşüncelerinin tesiri altında kalmış olacak ki: Her Türkün Allah'ın kendi bildiği ve konuştuğu bir dil ile yavarmasını işin ruhuna uygun bularak Kur'an'ın da Türkçe okunmasını yürekten isteyenlerdendi. İşte o isteği bugün res­ men yapılacaktı. Niçin bu fırsattan faydalanmasın? Bu mak­ satladır ki erkenden gelmiş, en önde yer bulmuş, oturmuştu . O kalabalığın gözü, dikkati, hatta merakı ve istiğrabı önünde Kur'an'ın Türkçesini okudum. Okuma bitip herkes da-


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKAYESi

45

Kadir gecesi yaklaşıyordu. Bu gece Türkçe okumaların en önemlisi Ayasofya'da yapılacaktı. Ve bütün dünyaca din­ lenmek üzere Ayasofya'ya radyo cihazı da konulmuştu. Kadir'den bir evvelki gece Atatürk bize hem mü­ meyyizlik; hem de hocalık yaptı . Fatiha suresini hepimize birer birer okuttu. Hiç birimiz numara alamadık. B u okunuş, nağme ile değil, hitabe şeklinde oluyordu. Nisbeten en iyi okuyanımız Sadeddin Kaynak'tı. Fakat onun da, beğenilmediği göriilüyordu. En sonra Atatürk ayağa kalktı. Göğsünü ilikledi . Hür­ metkarane bir vaziyet aldı. Önündeki masa üzerinde Türkçe Kur'an açık duıuyordu. Fatiha Suresinin Türkçesini o ez­ berlemişti. Sureyi bir kere daha gözden geçirdi. Yüzüne verdiği ciddiyet alametleriyle, gözünü karşıda bir noktaya dikerek oku­ maya başladı. Arasıra kitaba da bakıyordu. Okudu, o kadar güzel ve canlı okudu ki güzel ve canlı okuyan bile hayran oldu. iyyake'lerdeki hem niyaz nüktelerini hem hasır manalarını ha­ kikaten canlandırdı. İhdina'daki yalvarışiarı psikoloj isine en uygun durumda okumayı başardı. Hasılı Türkçe bir ibare; nükteleri, bedli ro­ lleri ancak bu kadar meydana çıkarılmak suretiyle okunabilirdi. _ Hitabe bittikten sonra Ayasofya'da da böyle okunmasını tavsiye buyurdular. 1 600 yaşına yaklaşan Ayasofya son defa olarak altlı, üstü baştan aşağıya, minelbab ilelmihrap, dolmuştu. Denildiği gibi, biri kubbeye çıkıp da bir leblebi tanesi atmış olsaydı ha­ kikaten yere ve ayaklar altına düşmeyecek, başlarda ve omuz­ larda kalacaktı. B u kalabalık arasında ıkına, tıkına teravih kılındıktan


44

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Atatürk bu ayete bozulmuştu. "Yükselmiş, medeniyeti gelişmiş bir aleme, Analarınızı nikahlaınayınız, kızlarınızı ni­ kahlamayınız demenin çok manasız bir şey olduğunu söy­ lüyordu. Ve bilhassa ayetin "ve en tecmeu beynel uhteyni illa ma selef" parçasının manası "İki kardeşi aynı zamanda ni­ kahlamayınız. Eğer böyle bir şey yaptıysanız Allah affeder. " şeklinde söylenince Atatürk çok siniriendi ve işte bu he­ zeyandır diyerek böyle bir şeyin olamayacağını belirtti. Ayetin Türkçesini ben okuduğum ve Atatürk'e muhatap bulunduğum için itirazlarına da ben cevap vermek du­ rumundaydım. Cesaretimi topladım ve Atatürke: - Efendim bu, iki kardeşi aynı zamanda nikah altında bu­ lundurmayınız. B iri ölür veya boşanırsa o vakit bulundurunuz" manasma gelir. Burada bana okurnam için verdiğiniz meal çok yanlış yazmış " dedim. Bu açıklamama rağmen Atatürk kani olmadı ve mesele de o gün bu kadarla kapandı . Anlaşılan Atatürk itirazıma da bo­ zulmuş tu. (3?) Atatürk'ün Din ve Kur'an hakkındaki kanaatİ benim an­ ladığıma göre şudur: O diyordu ki, Türk bunun (Kur'an'ın) arkasından ko­ şuyor. Fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var, bil­ miyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın. Evet ben de bi­ lirim ki insan dinsiz olmaz. Fakat Türkün dini tabiattir. Bunu size münevversiniz diye söylüyorum.

37. Niyazi Ahmed Banoğlu, Atatürk'ün istanbul'daki Hayatt, c.2, s. 352.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN H İ KAYESİ

47

oluyordu. Daha ilk başlanışında ben bu işin iyi bir sona ere­ miyeceğini anlamıştıın . Hatta Kadir gecesi Ayasofya camii'nde yani saray dışarısında yapılan ilk tücrebeden dahi arkadaşların nağme ve !ahin ile okumalarına karşı ben Müzzeınmil Suresini hitabet tarzında okumuştum. Bunu radyo ile cihan da dinledi. Atatürk o gece sarayda dinleyerek fevkalade mahzuz olmuştu. Yaver Celal Bey'in anlatışına göre ben bu suretle, okurken o defaatle : - B ravo Saadettin ! diye bağırmıştı . Ertesi gece sarayda idik. Atatürk bu memnuniyetini bizzat bana da tekrarladılar. Hatta o gece Finlandiya'dan gelen bir tel­ grafta ora Müslümanları bundan dolayı Atatürk'e teşekkür edi­ yorlaı·dı. Ertesi sene Atatürk Ankara'dan İstanbul'a bir Ramazan için gelmişti. Bu sene camilerde halka Türkçe Kur'an okumak tecrübelerini yaptırdı. Bu işte çalışacak olan arkadaşlara birer vesika verdirildi. Ben Fatih Camii'nde okuruağa memur edil­ miştim. Ve hitabet tarzında okuyordum. Bir gün Fatih Camii'nde Kur'an'ı Arapça okuyup bitirdikden sonra cemaate hi­ taben: - Dinlediğiniz surenin şimdi Türkçesini de okuyacağım ! dedim. Ve Fatir suresinin tercümesini okuruağa başladım. Ce­ maat bu okuyuştan çok mütehassıs ve memnun oldular. - Aman Hafız efendi, biraz daha oku ! diyerek bu hitabet tarzında okuyuşun çok yerinde ve muvafık olduğunu söylediler. Ve - Allah razı olsun, ne güzel oldu, dinimizi anladık, Allah


46

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

sonra Türkçe Kur'an okunuşu başladı. Hafızlar içinde en parlak okuyan yine Hafız Sadettin oldu . " Hafız Sadettin Kaynak'ta b u tıralarında şu satırlarla tespit etmiştir:

ınühiın

hiidiseyi

ha­

" . . . Türkçe Kur"an okunınası tecrübelerine ilkin tekbir'in Türkçe'ye tercüme edilen şeklinin aynı ınelodi ile okunınası su­ retiyle başlandı. Tekbir önceleri Gazi'nin meclisinde Arapça "Allahu Ekber" diye asıl şeklinde okunuyordu ve bunun ınelodisi üze­ rinde hayranlıkla duruluyordu. Sonra bunun tercümesi emir bu­ yuruldu. Bütün arkadaşların iştirakiyle bu da yapıldı. Ter­ cümenin üzerine melodiyi getirerek tecrübeler ve etüdler yaptık. Sonra Atatürk'ün huzurunda böylece okuduk ve okuruayı de­ falarca tekrarladık Nihayet resmen kabul ve taıniın edildi . " "Sıra Türkçe Kur'an tecrübelerine gelmişti. Atatürk'ün ar­ zusu; Kur'an'ın Türkçesinin de aslı gibi makam ve !ahin ile okunınası merkezinde idi. Fakat bu, bir türlü olmuyoı du. Çünkü tercüme nesirdi. Bununla beraber, iyi bir nesir de değildi. Kur'an'ın edaya gelmesi, !ahin ile okunınaya uyması Arap di­ linin medler, gunneler, idgaın'ların ve bunlara benzer hu­ susiyetler oluşundan başka bir de Kur'an'ın ken<ıtsine has olan nefes alına için secavet'leri, secia ve kafiye'ye benziyen, fakat seci ve kafiye olmayan ; şiire benziyen, fakat şiir olmayan ; nesre benziyen, fakat ncsir olmayan sözün kısası her şeyiyle, her haliyle metni gibi ·okunınasının da bir mucize oluşundan ileri geliyordu. Türkçe tercümesinde bu vasıfların hiç biri yoktu. Ve bir türlü olmuyordu ve alamıyordu. Türkçe, hitabet dili olarak çok kuvvetli idi . Bununla be­ raber Türkçe'de ınakaınla bir nesri okumak çok acaip bir şey


KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

49

Dediler. Gösterdiği yer Nisa suresinde " hürmeti mu­ sahere" ayetinin tercümesi idi. Bu ayette "ve en tecmeu beynel uhteyni illa ma kad selef innallahe kane gafuren rahima." ibaresi şöyle tercüme edilmişti : "İki hemşireyi nikah etmeyiniz. B ir emir vaki olmuş ise Allah gafur ve rahimdir." B urada Atatürk yüksek sesle: "- Konya'ya git, orada karının hemşiresini bi lmeden al sonra da bir emri vaki oldu, Allah gafur ve rahimdir de ha! B u bir hezeyandır ! " dedi . B u sözler v e b u anlayış üzerine herkes derin bir sükute ve acı bir korkuya düşmüştü. B en ayağa kal­ karak yapılan yanlışlığı dile getirmek için . - Atatürk'üm. B urası yanlış tercüme edilmiştir, ayetin asıl tercümesi şöyledir" D iyerek aniatmağa çalıştım ve şunları da sözlerime ilave ettim: İki hemşireyi bir zamanda nikahınızda bulundurmayınız. Ancak birini bıraktıktan, yahut öldükten sonra ötekini alınız. " lla ma kad selef" ayeti, "bir emri vaki olmuş ise" olarak ma­ nalanamaz. Onun gerçek manası Kur'an'ın nuzulünden yani İs­ lamiyetten önce vaki olan evlenıneler müstesnadır demektir. B unlardan dolayı Cenab-ı Hak sizleri muhatap tutmaz. Gafur ve Rahim olan Allah bu müsaadesiyle bu evsafta bulunan bir çok kadınların kocasız kalmasına müeddi olacak hareketi lütfen af­ fediyor, demektir. Diye de izah ettim. Atatürk bu izahatımı sonuna kadar alaka ile dinledi ve hiç bir şey söylemediler ve; -Bu gece bu kadarla iktifa edelim, musiki faslma ge­ çelim! buyurdular.


HASAN HÜSEYiN CEYLAN

48

ne buyurmuş öğrendik ! dediler. O gece sarayın muayede salonunda bütün Hafızlar to­ plandık. B ir çok davetliler de vardı. Ve bunlar Türkçe Kur'an okunınası tecrübesinde bulunmak üzere çağrılan kimselerden ibaretti. Saz heyeti de vardı. Tecrübeyi yapacak olan hafızlar: S üleymaniye müezzini Kemal, B eşiktaş'lı Rıza, Sultan Selimli Rıza, Fahri, B urhan, Yaşar, Nuri ve Ben. Saz heyeti arasında: Selanikli Kanuni Mustafa, Mısırlı İbrahim, Keman} Ermeni Nobaryam vardı. Medisimizde iki er­ kekle bir de kadın bulunuyordu. Tecrübelere başladık. O sırada ayağa kalkarak o gün Fatih Camii'ndeki hadiseyi, halkın hitabet tarzında okuyuşu memnuniyetle nasıl karşıladıklarını Ata­ türk'e arz ettim. Cevaben: - Öyle ise o şekilde tecrübeler yapalım ! buyurdular. Ve Kur'an tercümesinden Fatiha sOresini açıp Kemal'e uzattılar. Kemal okudu . - Olmadı ver ben okuyayım, buyurdular. Ve okudular. Sonra bu süreyi sıra ile orada bu­ lunanlara okuttular. Fakat hiç birisinin okumasını be­ ğenmediler. Çünkü Türkçe nasıl hitabet edilir? B unun usulünü ve inceliklerini arkadaşlar içinde bilen ve Atatürk'ün istediği şekilde okuruağa muktedir olan kimse yoktu. Sıra bana geldi. Ben en sonda ve Atatürk'ün sol tarafında oturuyordum okudum. - İşte böyle okuyunuz, böyle istiyorum. buyurdular. Tekrar bana dönerek: Sana bir yer gösterdim arasını oku !


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

Hitabeye : Atatürk'üm v e kahraman Türk ordusunun ku­ mandanları diye başladım ve şöylece devam ettim: (Ulu Tanrının büyük kitabından A li İmran Süresi 1 63 .üncü ayeti Tanrıya sığınarak okudum.) "Tanrı yolunda muharebe ederken ölenleri öldü zan­ netmeyiniz. Onlar Tanrının nezdinde yaşarlar ve rızıklarını Tanrıdan alırlar. " (Enfal süresi 47, 62 ve 67.nci ayetler. Tanrıya sığınarak okuyorum.) "Ey Mü'minler! Düşman ordusu karşısında bu­ lunduğunuz zaman daima Tanrının adını zikrediniz, felah bu­ lursunuz. Ey mü'minler ! Tanrının düşmanlarını ve kendi düş­ manlarınızı ve Tanrının bilip de sizin bilmediğiniz gizli düş­ manları korkutmak ve onlara karşı koyabilmek için elinizden geldiği kadar kuvvet ve gücünüzün yettiği mertebe harp aletleri hazırlayınız. İçinizden azim sahibi yüz kişi iki yüz düşmanı mağlüp edecektir. Ve bin kişi Tanrının izniyle iki bine galebe çalacaktır. Tanrı azi m sahipleriyle beraberdir." (S af süresi ; 4, okuyorum.)

ı ı, ı 2

ve 13 .ncü ayetler. Tanrı ya sığınarak

"Tanrı kendi uğrunda saffı harp nizamında kale gibi metin olarak harp edenleri sever. Ey mü'minler! Cehennemin elim azabından kurtulmak için size bir çare haber vereyim mi? Tanrıya ve Elçisi Mu­ hammed'e iman ediniz ve mallarınızı, canlarınızı (onların uğrunda) feda ediniz. Eğer bilirseniz işte bu; sizin için ha­ yırlıdır. "


50

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Ertesi gece yine huzurlarına çağırıldım. İsmet Paşa da orada idi . Beni yanına oturttu ve ; -Dün geeeki bahsi bir daha anlat dedi. Anlattım. -Senin dediğin doğru imiş. B en bugün tetkik ettim, elimizde bulunan tercümenin yanlışlığı meydana çıktı. Sahih bir tercüme elde edinceye kadar bu işi bırakalım buyurdular. "(38) Türkçe Kur'an'la namaz kılma olayı ile ilgili olarak Hafız Saadettİn Kaynak hatıralarının bir başka bölümünde şöyle der: " Yine bu Ramazandan sonra bir gece idi. Atatürk bütün Ordu Müfettişlerini davet etmişti. O gece Hasan Cemil B ey va­ sıtasıyle: - Saadettİn Ordu Müfettişlerine Kur'an'dan bir hitabe irad etsin Lüzum görürse hazırlansın ! Tarzında bir emir tebliğ edildi. Meclisten ayrıldım. Kur'an'daki muhabereye, askerliğin faziletine ve şehitliğin yük­ sek mertebesine dair olan bazı ayetlerin tercümelerini yazdım. Ben bunlarla meşgulken A tatürk, Hasan Cemil Bey'i iki defa bulunduğum yere göndermiş ve: - Daha hazırlanınadı mı, biraz çabuk olsun ! buyurmuştu. B ir çeyrek saat içinde hazırlandım. Tamam haberini verdim. Mecliste masa başında Atatürk'ün tam karşısına düşen bir yer seçtim. Atatürk'ün iki tarafında Ordu Müfettişlerinden Ali S ait Fahreddin ve Şükrü Naili ve daha bazı paşalarla huzuru mutat zatlar ve diğer bir çok misafirler vardı. Ve yirmi kişiye yakın da saz heyeti. bulunuyordu.

38. Osman Nuri Ergin, Türk Maarif Tarihi, c.5, s. 1 954.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN H İ KA YESİ

53

raber yaşayacaktır. " dedi. Bu sözler hem mevsimsiz idi, hem de ruhsuz söylenmişti . B ittabi hiç bir alaka ve yankı uyan­ ctırmadan geçti. Atatürk'ün din telakkisi ve Din inkılabı hakkındaki ka­ naatim şudur: B ir yılbaşı gecesiydi . Tokatlıyan'da Türkiye güzellik kra­ liçesi seçilecekti. O gece sarayda Atatürk'le yalnız denilecek kadar yalnızdık. Misafir de yoktu, musiki heyeti de yoktu. Kılıç Ali Atatürk'ü oraya götürmek istiyordu ve kandırmağa ça­ lışıyordu . Atatürk: - Reisi Cumhur öyle yerlere gidemez, siz gidin ! buyurdular.

\ ....J._

Yine Türkçe ezan okunınası yeni emir edildiği günlerden

.J birinde idi. B ursa'da bir kaç yobaz böyle şey olamaz ! Demişler ve emre rağmen ezan ile kameti eskisi gibi okuruağa devam et­ mişler. Atatürk bunları kastederek: - BlMllar çok gafil insanlardır. Hristiyanlık alemi bütün muvaffakiyeti kiliselerinde · vücude getirdikleri müziğe bor­ çludurlar. Türk her mukaddese hürmetkardır. Türkün dini şu veya bu din değildir. Türkler bütün tarih boyunca her mukaddes tanınan şeye hürmet ve tazim etmişlerdir. Türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. B unun için Kur'an Türkçe olmalıdır. Fakat bu mevzu üzerinde hiç forsa vermeyin ! B u sözleriyle Atatürk ne demek ve ne yapmak istiyordu? B unu söylemişti. Türk her mukaddese hürmet ve tazim eder, Türkün dini şu veya bu din değildir, sözleriyle Türkler din­ lerinin ne olduğunu bilmelidir. Sözlerini mütalaa edersek Ata­ türk'ün din hususunda yapmak istediği inkılap kendiliğinden


52

HASAN HÜSEYiN CEYLAN

(Adiyat süresi. Tanrıya sığınarak okurum.)

il

"S oluk soluğa koşan ve ayaklarını yere vurduğu zaman kıvılcım çıkaran ve sabahleyin düşmana hücum ederken aya­ klarıyla tozlar savuran atlar ve düşman kıt'alarını yararak yol açan gaziler hakkı için yemin ederim (ki) insan Tanrıya karşı nankördür ! " Büyük bir dikkat ve alaka ile dinleneo bu hitaÇenin sonunda beni çok alkışladılar. Bu arada A tatürk: ·

- Kur'an'da neler varmış ! Bunlardan bizim hiç haberimiz yoktu ! buyurdu. Bu arada Fahreddin Paşa ayağa kalkarak şöyle bir mukabelede bulundu: - Atatürk'üm ! Türk ordusu vücude getirdiğİn büyük in­ kılabı hirzi can etmiştir. Bu inkılabını da öyle yapacaktır. Maddi ve manevi iki kuvvete dayanan ordu şimdiye kadar ma­ nasını anlamadığı manevi kuvvetin ne olduğunu bu inkılapla daha iyi anlıyacak ve bunu bilerek düşmana öyle hücum ede­ cektir. İzzettin Paşa da bu mealde kısa bir söz söyledi: B unları müteakip Atatürk dedi di: - Türk Milleti Şarktan, Gfirpten gelecek her hangi bir teh­ l ikeye karşı sizin vaktinde tedbir almış olmanızdan dolayı em­ niyet içinde evinde yatıyor ve huzur içinde çalışıyor. Japon be­ liyyesi (o sıralarda Çin - Japon harbi yeni başgösteriyordu) Çin'i istila eder, günün birinde Rusya'yı da çiğnerse bu belayı durduracak ancak Türk ordusudur. Yine o gece, sazendeldrden kim olduğunu iyice ha­ tırlamadığım birisi bir. aralık musikimiz hakkında iltizamkar ve himaye edici bir söz söylenınesini rica etmişti. Şükrü Kaya biraz sonra bazı sözler söyledi. Ve "Türk musikisi Türkle be-


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKAYESİ

Kur'an'ın tilavetini ve mevlidi bekliyordu . "<39> . .

Bu bekleyişi ve okunan Türkçe Kur'an'larla, notaya uygun olarak tegannili bir şekilde söylenen mevlid-i şerifi ve ondan sonraki gelişmeleri de gelin 4 Şubat 1 932 tarihli Cum­ huriyet Gazetesi'nden izleyelim. Türk dilinde yapılan inkılaplarla, din üzerinde yapılan in­ kılapların en amansız savunucusu olan Cumhuriyet Gazetesi sa­ hibi ve başyazan Yunus Nadi, Ayasofya Camiinde yapılan bu Türkçe ibadetler ( !) için şunları yazıyordu: <40> " . . . Vahdaniyetin, tevhidin Arapça söylenişi olan La ilahe iliallah kelimesinin Türkçesi nedir? Neden biz Türkler La ilahe İliallah diyoruz? Bunun Türkçesini Süleyman Çelebi'nin Me­ vlid'inde şu mısra ile adeta işlenmiş bir pırlanta halinde gö­ rüyoruz. "B irdir ol kimdir andan artık Tanrı yok" İşte tevhid budur, bu memleket, Arap memleketi ve bu millet de Arap milleti olmadığına göre, bu manasız bid'at ( ! ) sonsuza dek devam edip gidemezdi. Milll kültüıümüzde elbette sosyal tesirleri olan dinin ergeç öz dilimizde Türkçe olarak terennüm edilmesi lazımdı. " <4 1 ) •

Yunus N adi, İslam'ın ve imanın sembolü olan kelime-i te- · vhide bulduğu yeni Türkçe ifadeye böylesine sevinirken, Hafız beylerin Ayasofya'da okuduğu Türkçe Yasin ve Tebareke'nin de herkes tarafından anlaşıldığını ve bundan böylede Türkçe ola­ rak ibadet yapılması gerektiğini dile getirerek: "İşte en büyük devrim( ! ) bu devrimdir" diyordu.

39. 40 . 41 .

Vakit, 4 Şubat 1 932, Osman Nuri Ergin, Türk Maarif Tarihi, c.5, s. Cumhuriyet, 4 Şubat 1 932. Mustafa Müftüoğlu , Cumhuriyet Tarihinde Mühim Olaylar, s. 1 94.

1 958.


HASAN HÜSEYİN CEYLAN

meydana çıkar. Gerek Kur'an'ın gerekse ezanla, kametin ve tekbirin Türk­ çe okunınası karşısında halkın aldığı vaziyeti 1 932 senesi Ka­ nunusani ve Şubatına rastlayan Ramazan da çıkan günlük ga­ zeteler izahlada ve fotoğraflada tespit etmişlerdir. Tafsilat o gazetelerden öğrenilebilir. bununla beraber yalnız bir gazetenin, yazmış olduğu yazının şu bir kaç satırını Maarif Tarihine ge­ çirmekten de kendimi alamadım: " Mübarek Kadir gecesine rastlayan dün gece hemen bütün stanbul'un büyük camilerinde Türkçe Kur'an tilavet olunmuş, mevlit okunmuş ve Müslümanlar geceyi ibadet ve huşı1 içinde geçirmişlerdir. Ayasofya camii bu dini ihtilafallerin siklet merkezini teş­ kil etmiştir. Halk, bilhassa Kur'an'ın kendi öz dilindeki tilavetini işi­ tebilmek için ikindi vaktinden itibaren büyük mabedin sa­ lonlarını doldurmaya başlamıştı. Akşam saat alaturka on ikide kesafet azami haddini bulmuş ve camiden içeriye girebilmek müşkül bir mesele haline gelmişti. Yatsı vakti camiin içi ve dışı görülecek bir manzara teşkil ediyordu. Her taraf lebalep dolmuştu. Zabıta izdihama mani olmak için tedbir almış ve camii kapılarına bir çok polis memurları ikame edilmişti. B i z­ zat Polis Müdürü ve müdüriyet erkanı tedbirlere nezaret edi­ yorlardı. Caıniin dışı bile daima içeri girmek isteyen kesif halk ta­ bakasıyla öıülınüştü. Yatsı okunduğu vakit ancak ön saflarda bulunanlar namaz kılınaya imkan bulabildiler. Gerilerde saf teş­ kil etmeye ve namaz kılmaya hiç bir imkan yoktu. Küçük, büyük, erkek, kadın halk büyük bir vecd ve huşı1 içinde


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKAYESİ

57

Nitekim "yeni mevlit"te de görüldüğü gibi "Ger dilerseniz bulasız şevk-ü nevat Atatürk' e Atatürk'e essalat, essalat. " gibi direkt olarak cematı müslimin O'na salat ve selam'a davet ediliyor, bazan da: "Dediler ey kıble-i muhtac-ı halk Kutlu olsun sana bu mirac-ı halk Milletin olduğumuz devlet yeter Hizmetin kıldığımız izzet yeter Ger dilersiz bulasız oddan necat Mustafa Kemal'e essalat, essalat . " gibi sözlerle d e "ateşten v e cehennemden kurtuluşun yalnız Mustafa Kemal'e "essalat" da olduğu vurgulanıyordu. Önce Hafız Sadettin Kaynak'ın, sonra Hafız Yaşar Nuri Okur'un başlattığı Atatürk'e " özel dua" ve "özel mevlit" olayı, işte böylece 1 93 8 tarihinde Ankaralı Aşık Ömer müstear im­ zasıyla Behçet Kemal Çağlar tarafından tam anlamıyla bir Sü­ leyman Çelebi mevlidine nazire olarak gerçekleştirilmiş oldu. Ve Türk halkı böylece 1 938'de "yeni mevlid"ine ka­ vuşmuş oldu . Cumhuriyet Gazetesi Atatürk için camide yapılan bu özel duadan çok esinlenmiş olacak ki, dua kadar mevlidin de de­ ğişikliğe uğratılarak Mustafa Kemal için mevlid okunınası ge­ rektiğinin hemen kampanyasını açmış bulunuyordu.

Öyle ya ! Bu memleket Arap memleketi, bu millet Arap milleti ve bu insanların lideri de Muhammed Mustafa ol­ madığına göre, " niçin Araplar adına, Arap memleketlerini tas­ viren ve Muhammed Mustafa'ya mevlit okunsun?" idi.


56

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

4 Şubat 1 932 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde verdiği ha­ berde Ayasofya Camii'nde okunan mevlidden ve Türkçe Kur'an'dan bahisle şunları dile getiriyordu: "Duanın sonlarında Hafız Yaşar Bey duaların en gü­ zeliyle dua ediyordu: "Türkiye Cumhuriyetini ilelebet payidar eyle ya rabb ! Ulu Gazimiz Mustafa Kemal Hazretlerinin de vü­ cudunu sıhhatle daim eyle ve onu başımızdan eksik eyleme ya Rabb i ! "(42> B u güzel dualara Ayasofya Camiini dolduran binlerce IefŞi de hep bir ağızdan "amin" diyordu . " Cumhuriyet Gazetesi'nin yazdığı b u haberden d e öğre­ niyoruz ki, Hafız Yaşar'ın duasıyla önemli ;;.x ierde ve kan­ dillerde Mustafa Kemal için de hususen bir dua başlatılmış olu­ yordu. Onun için yapılan bu dua şekli bugünkü kandillerin de vazgeçilmez bir unsuru oldu. . .

Hafız Yaşar'ın bu sünnetini ( ! ) bugün de her kandil ve bayramlarda uygulayarak, Diyanet Teşkilatı' ve duahanları va­ zifesini yerine getirmenin sevinci içindedirler ! . . . Hafız Yaşar Nuri Okur'un Cuma günleri, kandil ve bay­ ram günleri "Ulu Gazi" için yaptığı muhteşem duadan sonra, yine " Ulu Gazi" için kandil günlerinde okunan mevlid-i şerifte birlikte duanın ve mevlidinde keyfiyeti değişmiş oluyordu. Artık "Ulu Gazi " duaların ve mevlitlerin de baş tacı olmuş "Salat ve Selam"lar yalnızca O'nun adına getirilir hale gelmişti .

42. Cumhuriyet, 4 Şubat 1 932, Yunus Nadi'nin Türkçe l badetle ilgili yazısı ve ''Türkçe Duaya aç1/an Eller" başlıklı haberden.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKAYESİ

59

neticilerin çok hoşuna gitmişti. Niçin gitmesin ki bu yeni mev­ litte İsınet İnönü'ye de özenle yer verilmiş, İnönü'nün ruhunda Atatürk'ün varlığİnın görülebileceği müjdelenmişti. Atatürk adına yazılan bu "yeni mevlit" ile aslında ezanı, namazı, Kur'an'ı, duası ve mevlidi Türkçe olan "Türk'ün yeni ibadet seti" böylece tamamlanmış oluyordu. Hemen hemen bütünüyle Süleyman Çelebi'nin Hazreti Peygamber'e aşkının nişanesi olarak yazdığı ınevlide ben­ zetilmek istenen ve o şekilde de uygulanan Behçet Kemal Ça­ ğlar'ın ınevlidi şu şekilde idi : (Mevlidin tam bir uyarlama ol­ duğunu hemen her okuyucu ilk bakışta farketsin için Süleyman Çelebi Mevlidi ile B ehçet Kemal Çağlar'ın mevlidini yanyana yayınlamış oluyoruz.)

YENİ MEVLİT VEYA KEMALİST MEVLİT - Süleyman Dede'nin R uhuna hürmetle ithaf olun ur.

Yurdu halkı her kim ol evvel ana Her işi asan ede Allah ona M illet adın zikredeliın bir kere Vacip oldur cümle işte Türklere Şevk ile «Türküm» dese bir dem lisan Dökülür cümle hüzün misli hazan; İsmi pakin pak olur zikreyleyen Her ınurada erişir «Türküm» diyen Mağra devri anda evler var idi; Türk yetişkin başkalar barbar idi. Kim ki hakkı sevdi ikrar eyledi: Dil, yazı, ev . . . Cümle ol vareyledi .


58

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Hafız S adettin Kaynak ile birlikte Atatürk'le ölümüne kadar dinle ilgili her tür refonnun hazırlanmasında yanında bu­ lunan Hafız Yaşar (Okur) böyle bir kampanyaya da gönülden hazırlıklı idiler. Ve hemen ikisi birlikte daha Atatürk hayatta iken O'na ait mevlidin aşağıdaki ilk dörtlüklerini tesbit et­ mişlerdi bile. Ol Zübeyde Mustafa'nın anesi Ol Sedeften doğdu ol dürdanesi Can gelip oldu Rıza'dan hamile Vakt erişti hafta ü eyyam ile. C43 l Atatürk için düşünülen mevlidin ilk dörtlüğü alel acele bu muhtevada müzisyen - hafızlar tarafından oluşturulunca Sü­ leyman Çelebi merhumun Hazreti Peyga�ber'e aşkının ni­ şanesi olarak yazdığı meşhur mevlidinin aslında ne hale dö­ nüşeceğinin kopyası da bu dörtlükle birlikte verilmiş oluyordu. Nitekim Dolmabahçe'de Atatürk'ün 1 0 Kasım 1 938 ta­ rihinde " saatleri bile durduran", dokuzu beş geçe anındaki ölümü üzerine Ankarab Aşık Ömer diye de bilinen rejimin şairi Behçet Kemal Çağlar hemen harekete geçerek, 1 934 yı­ lında Hafız Sadettin Kaynak ve Hafız Yaşar Okur'un baş­ iatııkJau mevlitten de ilham alarak Mustafa Kemal Atatürk'e bir mevlit yazmaya koyuldu. · Behçet Kemal Çağlar Kasım 1 938 sonlarına doğru mev­ lidini tamamlayıp Atatürk'ün ölümünün " Kırkıncı gecesi "nde ezbere okuduğu bu mevlid, başta İsmet Paşa'nın ve diğer yö-

43. Vakit, 5 Şubat 1 932 Naşit Hakkı Uluğ'un yazısından.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

Fatihin aniında raksan oldu ol Sanma hiç bir anda noksan oldu ol Erdi umman üzre Hayreddine Yine oydu yine oydu yine o Her büyük alnına nur-u şehap Türke her zülmette meş'al, malıtap Mümkünü yok başka kavme aline Gezdi işbu nur alından eline Geçti böyle nice ay nice sene Vakt erişti B in sekizyüz seksene Geldi çün ol rahmeten lil alemin Gitti nur anda karar etti hernin Ger dilersiz bulasız oddan necat Mustafayı ba Kemal'e essalat Ol Zübeyde Mustafa'nın anesi Ol sedeften doğdu ol dür danesi Gün gelip oldu Rıza'dan hamile Vakt erişti hafta ü eyyam ile Mustafa'nın gelmesi oldu yakin Çok alametler belirdi gelmedin Zülmet içre kaynayıp gitmişti Türk S anasın ol n uru kaybetmişti Türk . . . Dedi gördüm ol habibin anesi B ir aceb nur kim güneş pervanesi B erk urup indi yatağa nagehan Gökleredek nur ile doldu cihan Nurdan bir parmak açtı bahredek Oldu Asya kıt'ası birden döşek

61


60

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Rehberi irfan olan Türkü tanı İlk koşan o ilk sapana hayvan ı . Ger elilersiz bulasız oddan necat Can verin tek isteyin Türke hayat. Ey azizler işte başlanz söze: B ir vasiyet kılarız illa söze Ol vasiyet kim derim her kim tuta Misk gibi kokusu canlarda tüte. Genç nesil irfanı müzdat eylesin Halka ersin halkı irşat eylesin. Halka aniatsın ki Türktür tacidar. Türke Türk kaldıkça imkan, hamle var. Haktaala çün yarattı Türkü ilk. Dedi: Üç kıt'ada olsun olan mülk (Mustafa) nurunu alnına kodu B il (Kemal) in nurudur bu nur dedi. Kıldı nur ilk Türkün alnında karar. Kaldı anın ile nice rüzgar. Gayrısıyle Türkte oldu böyle fark Nura garkoldu bu yüzden garbü şark Kim ki Türke baş olur hasının kırar B ilki ol nur etmiş alnında karar işbu nur ile olur gafil reşit Hanü hakan bay geda cümle şehit Ermek üzere Mustafa'nın nuruna Hamle eyler can verir yurt uğruna. B ir alından bir alına kaydı o Cengizin Timuı·un alnındaydı o


KEMALiZM IN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

Kupkuruydu bende ol lahza ağız Geldi Temris etti ikramı kımız İçtim anı oldu cismiın nura gark Nur ile beynimde yokdu zerre fark Geldi bir bozkurt ayağıyle reyan Arkarnı sıvadı kuvvetle hernan Seyrederken dört yanım hayranü lal Şemsin emsali tulı1 etti Kemal Türk elinde ıuhlar oldu şaduman Sallü aleyhi ve sellim teslima, Hatta tenalü cennetin naima. Ger dilersiz bulasız oddan necat, Aşk ile şevk ile edin Mustafa'ya esseHit. An olup eşya bile bulmuştu can Cümle zerratı vatan etti seda Çağrışuben dediler ki merhaba Merhaba B ahri Merhaba ey yar merhaba Merhaba ey baş halllskar merhaba Merhaba ey Türklüğün matlubu sen Merhabe ey milletin mahbubu sen Merhaba ey canı canan merhaba Merhaba ey derdi derman merhaba «Merhaba ey asi millet melcei» Merhaba ey inkılaplar menşei Gözleri göz alnı hem bedri münir Ey kamu düşmüşlere sen destigir. Ey gönüller derdinin derınanı sen Padişaha karşı halk fermanı sen Ger dilersiz bulasız şevkü necat

63


62

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Piri tarih tuttu elden yat dedi Gökte bir gök bayrak hali var idi Tatlılaştı birden umman suları Herbiri bir yıldız almış tuğları Zatar oldu atlı serden geçtiler Atları ummanı birden içtiler Yer kesilmiş suyu geçti ordular Birden etrafımda növbet durdular B ildim anladım ki ol halkın beyi Eyledi tasmim cihana gelmeyi Doğrulup yerden şehitler saf saf Kabe misli kıldılar evim tavaf Yarılıp çıktı duvardan nagehan Geldi üç hatun bana oldu ayan Çevre yanıma konup konuştular Mustafayı birbirine muştutar B iri Yavuz, biri Fatih bir Timur anesi Dediler eşsiz bunun dürdanesi Bu senin oğlun gibi kadri cemil Bir anaya vermemiştir ol Celil Mustafa'nın Mustafa'sı dağınada Müjde kim Türkün atası doğmada. Bu gelen insanların imkanıdır Bu gelen insanların insanıdır. Ger dilersiz bulasız şekü necat Mustafayı ba kemale essalat Der Zübeyde çünkü vakt oldu tamam Kim vücude gele ol hayrülenam Susadım gayet hararetten kati Eyledim ret cam dolusu şerheti


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

Mustafa'yı Harbiyeye verdiler Hazırolsun millete imdat için Hırsa geldi orda istibdat için Uykusuz kaldı hürriyet aşkına Tam erişti arda millet aşkına Namını hakketti tam buldu Kemal Aklına koymuştu labüt ihtilal Gün begün ol ilmine ilm ekledi Hizmet üzre tam zamanı bekledi Sabrı Eyyub üzre sabretti müdarn Ta ki gün gelsin ve vakt olsun tamam Ger dilersiz bulasız şevkü necat Azınedin de Türke ram olsun hayat Ehli iz'an farkedü'ben şaşalar Harba girdi Tal'at Enver paşalar Kahra soktu nara koydu milleti Padişahın yoktu zerre kıymeti Topla zırhlıyla revan oldu yola Girmek üzre üç hasım İstanbul'a Hasta inan Türk'ü kahra geldiler Vahü eyvaij Seddibahre geldiler Alımanı Osmanlısı amirierin ŞaşurO.ben düştüler acze hernin Mustafa miri alaydı ol zaman Sabrı bitti fiyle başvurdu hernan Türk olan tam Türk olan tek amir o Türk eriyle mucizata kadir o Bikaı :ul ık ellere tasmim ona Ettiler hem oı duyu teslim ona Baş bulunca aslan oldu her nefer

65


64

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Can verin tek Türke ram olsun hayat Çünkü doğdu tarihin bir tanesi Cümle fatihler olup pervanesi Birbirine müjdeleyü her melek Raksa girdi şevkü şadından felek, Şevk ile yahşiye döndü her yaman Hayrete düştü Zübeyde ol zaman Gördü gitmiş oı ·havatın kimse yok Görmedi oğlun tazarrO kıldı çok Artacaktı büsbütün derdi yası Gördü kim bir köşede Türk atası Kırmızı bir bezde görmüş bir beyaz A'nı takbil i'le kılmış serfiraz Debreşir dudakları söyler kelc1m Anlıyamazdım ne derdi ol hüman Kulağım ağzına verdim dinledim Söylediği sözü ol dem anladım Derki, ey bayrak yüzüro tuttum sana Milletim gelsin hemen benden yana Halka bağlayıp gönülden himmeti Der idi «Va Milleti va Milleti.» Halka verdi tıfl iken eyyamını Sen kocaldın anmıyorsun namını Ger dilersiz bulasız kalktan necat Atatürk'e Atatürk'e essalat Doğduğundan geçti beş on yıl zaman Kargalardan hıfzedem derdi hemen Dayısının tarlasında baklayı Memleketten kara kuvvet kovmayı Ol zamandan eylemiş talim meğer


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

Can verin tek isteyin halka hayat Gel berü ey aşk oduna yanıcı Kendüyü maşuka aşık sanıcı Dinle miyracı Kemali sen ayan Aşık isen aşk oduna durma yan Aşka ermişsen eğer şekvayı kıs B in dokuzyüz on dokuz onbeş mayıs Vakti miyraç vuslatı halkın demi Rehberi yok hem B üraki bir gemi Hem kuşanmak istemez hulle kemer Sırma rütbe oldu birden derbeder Söktü birden vurdu anı yerlere İytibar halktı rütbe eriere Bekliyordu halk onu bahtı siyah Anlayuben hali ol bahri siyah Dedi ulaş millete ya Mustafa Muntazırdır anda eshabı cefa Kimde kim aşkın nişanı vardürür Akibet maşuka anı erdürür Çalkamp dört beş gün ol şahı harem Geldi S amsun'a hemen bastı kadem Anladı kim bitti her şey arkada Marifet halkın habibi olmada Ger dilersiz bulasız şevkü necat Can verin tek isteyin halka hayat Mustafa'dan önce sultana söven Halkı hakla bir tutup her dem öven Şehri terkel bir münasip dağ bulan Halka aşık sultana asi olan Eriere ol payitahtı bihaya

67


66

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Türk kazandı en sonunda tam zafer Sanma ibret aldılar da kandılar Sürdüler ardan ora kıskandılar Vaktü saat ermemişti dinledi Nerde bozgun varsa gitti önledi Müttefikler pes dedi mağlup olup Ali asmanın günü etti gurup Son hafidi çıktı korkak nem deni Padişahın en lain en miskini Döndü düşmanlar elinde bir kula Üç hasım b irden girip İstanbul'a Şurda burda yok yere kan eyledi Şehri masum Türk'e zindan eyledi Ağlar oldu Türk olan büyük küçük Cümlenin bahtı siyah boynu bükük Bir seda yok diyebilsin doğrulun Kerbela efganı var İstanbul'un B itti her şey zannedip kabrin eşen B itti her şey zannedip hiiinleşen Payitahtın kaç münevver insanı B ilmiyordu hangi kan Türk'ün kanı Coştu mu her kudretin üstündedir Düşmanı kalıreylemek kastindedir. Zerre toz kondurmıyan iymanına B ir tek insan vardı halkı aşina En siyah efkara dalmiş her kafa Halkı hakla bir görürdü Mustafa Tam zamanda ihtiHH intacına Halk denen hakkı h erip miyracına Ger dilersiz bulasız oddan necat


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

«01 kaçar görse gerek cananını Blhurufü lafzü savt ol ruhu halk Mustafa'ya söyledi kim ver kulak İyice bil mahbubfi matlubun benem Sevdiğin can ile mağbudun benem Gi'ce gündüz durmayıp istediğin Nola kim görsem cemalin dediğin Gel habibim sana aşık olmuşuro Kendimi ben sana bende kılmıştın Zatım� mir'at edindim zatını B ile yazdım adın ile adını. Ol sevinçten sığmaz oldu kabına Hali arzetti yakın ahbabına Dediler ey kıblei mühtacı halk Kutlu olsun sana bu miyracı halk Milletin olduğumuz devlet yeter Hizmetin kıldığımız izzet yeter Ger dilersiz bulasız oddan necat Mustafa'ya Mustafa'ya essalat Emri halkü hakkı intaç içre o Kaldı gitti gayrı miyraç içre o Rah ile rehber hemen kaynaştılar Her cihetten düşmana ulaştılar Mucizata döndü her bir arbede Arsa emsal oldu ol Kocatepe Debr�dicek dudağın ol mahveş Deprenirdi gökte hem ay hem güneş Harta üzre ol şuaından gece İğne düşse bulunurdu ey hoca. S adrı nurundan karanlık giceler

69


HASAN HÜSEYİN CEYLAN 68 --------------------� ----

Köhne devlet derdi: «Baği, eşkiya» . . . Eşkiya ervahı karşı geldiler Mustafa'ya izzet ikram kıldılar. S anasın kim kan ve candan ses gelir Hem Dadal'dan hem Kazan'dan ses gelir «Gel aman gel, gel aman er oğlu er» . . . Coşturuben sazını « Köroğlu» er Terceman ehli cefanın aşkına Türkü söyler Mustafa'nın aşkına Sultan hain B ey sapıtmış çete var Vakit tamam fırsat tamam hoş geldin İstanbul'dan riya müdara çıkar Sen geldin orada hakka eş geldin srafil'in suru sesin bu sabah Emrindedir Yunus, Seyrani, Emrah. Dağdadır ben gibi binlerce gümrah B aşını kaybeden halka baş geldin . Köroğlu hayranın her eroğlu er Emrinde bu millet dünya tepeler Uzat parmağını çöksün tepeler Oğlum ustam ağam hoş geldin. Her biri kutlutadı miyracını Dediler «Giydin saadet tacını» «Yürü kim meydan senindir bu gece «Sohbeti türkan senindir bu gece «Ermedi evvel gelen bu devlete «Kimse layık olmadı bu rifate «Ruhu halka ermek üzre gel beri» «Sahibi mevlüt Süleyman Rehberi «Rahı aşkda kim sakınır canını


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKAYESi

Milleti bir çehrede oldur gören Her kim ol insan için yaş indire Yaşı halkın cümle derdin söndüre Adet olmuştu CeHHe her seher B ir haber salmak «Eyi hayrülbeşer» Ağlayu ağlayu ol derdli CeHH S aldı eshab içine bir gün melal Susalım biz söylesin Aşık Ömer Kim bu vezn ile verilmez bu haber: Yok gayri bizleri uyku dönek vay Kime bel bağlıyak kime dönek vay Vay amansız ecel alçak felek vay Türklük yüreğini dağlasın gayri Cihan da bizimle ağlasın gayri Dereler denizler çağlar ağlayıp En büyük en güzel en yiğit kayıp Rabbirnde göz yaşı dökmezse ayıp Türklük yüreğini dağlasın gayri Cihan da bizimle ağlasın gayri Atan gitti millet başın sağ olsun Ölümü devre açsın yeni çağ olsun Dağlar birer birer yanar dağ olsun Türklük yüreğini dağlasın gayri Cihan da bizimle ağlasın gayri B akışları şimşek gibi ç akardı Yarını görürdü düne bakardı Kürsüye çıktı mı arşa çıkardı. Türklük yüreğini dağlasın gayri Cihan da bizimle ağlasın gayri B izdendi sevinci bizdendi derdi

71


70

AN EY L_ İN_� H H C_ _Y __ �E ·s � �u � �A �S =A _N --------------�

-----

Harbe yürürdü yiğitler kocalar Doğduğu gün bahre dönmüş parmağı Kastedermiş Akdenize varmağı «Akdeniz ! Bu, ilk hedeftir ordular ! » Ordular da kuş misali vardılar B aş bulunca aslan oldu her nefer Türke erdi tam zafer eşsiz zafer. Düşmanından kurtarınca ulusu B aktı hiUe bu ulular ulusu B aktı' Türk'ün mülkü hem battı harap Anladı kim çare tekti inkılap Türkte kan iyman cesaret hibedel Aldı garptan her ne var gerçek güzel Kalkolup dille dehalet eyliyen Hırsına iymanı a.let eyliyen Gaspeden halkın o gün neyse van B ir takım ayet, hadis simsarları Dini ihlal eyliyorlardı hemen Ol laiklik öyle çıktı ol zaman Din ve halk kalsın deyü salim beri Herkesin vicdanı hür andan beri Ger dilersiz bulasız oddan necat Mustafa'ya Mustafa'ya essalat. . . Gel berü e y sahibi aşkü vefa Gel berü ey kalbi irfanü sefa işbu fırkat sözünü gı1ş edelim Derd ile ah ey leyüp cu ş edelim Akıtalım gözümüzden yaşları Tazetensin bağnmızın başları Ağlayup anın için görmez olan

__

__


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKAYESİ

Yoktu hacet bir vasiyet kılmaya Tek halife tek münasip arkadaş Millet ehliyetli hem seçmekte baş Geldi derhal meclisi davet günü ttifakla müntehaptı İnönü. Vardı kürsüye yerini yerini Hali gördü ol Atanın yerini Derd ile ah eyleyüben ol zaman Doldu meclisin içi zarü figan Meclise nazırdı ruhu Mustafa Bihuıiifü lafzü savt etti nida: Türkte cevher işledim y ıllarca ben» «Biliniz; her biriniz bir parça ben. «Kalbolundum hep size hiç kalmadım «Ölmedim ben ölmedim ben ölmedim Her birin ruhu güçn güş eyledi B aşka fanilerle farkı gördüler nönüde Atatürk'ü gördüler. Ger dilerseniz bulasız şevkü necat Atatürk'e Atatürk'e essalat. Ankara Zı Aşık Ömer (Behçet Kemal Çağlar)

GERÇEK MEVLİD-İ NEBİ Allah adın zikredelim evvela, Vacib oldur cümle işte her kula. Allah adın her kim ol evvel ana, Her işi asan ide Allah ana.

73


72

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

B iz uyurduk o bizleri beklerdi Uyudu nöbeti bizlere verdi Türklük yüreğini dağlasın gayri Cihan da bizimle ağlasın gayri Dönmüş denizler göz yaşı tasına Dünya ortak çıkmış Türk'ün yasına Her evden bir ölü çıkmışçasına Türklük yüreğini dağlasın gayri Cihan da bizimle ağlasın gayri Gitti her ocağın söndü alevi Yeryüzü dediğin bir ölü evi Cihan türbe olsa almaz bu devi Türklük yüreğini dağlasın gayri Cihan da bizimle ağlasın gayri Kaybını yıldızlar bile bileler Kırıla kanatlar düşe yeleler Kurt kuş duyup cenazesin kılalar Türklük yüreğini dağlasın gayri Cihan da bizimle ağlasın gayri Gök düşsün toprağa toza belensin Gece mezarına yıldız elensin Şehitler doğrulsun nöbet dolansın Türklük yüreğini dağlasın gayri Cihan da bizimle ağlasın gayri Dünya hem kabr olur hem onu gömer Yıldızlar kandildir semalar kemer Sus boğulayazdın sus A şık Ömer Türklük yüreğini dağlasın gayri Cihan da bizimle ağlasın gayri Ruhu Türkten ta ebet aynimaya


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

«Ger dilersiz bulasız oddan nedit, Aşk ile derd ile edin es-saHit.» Ey azizler i şte başlarız söze, B ir vasiyyet kılarız illa size. Ol vasiyyet kim derim her kim tuta, Misk gibi kokusu canlarda tüte. Hak Teala rahmet eyleye ana, Kim beni ol bir dua ile ana. Her kim diler bu duada buluna, Fatiha ihsan ide ben kuluna. Lillahi Fatiha. Hak Teala çün yarattı Adem'i, Kıldı Adem'le müzeyyen alemi. Adem'e kıldı feriştehler sücud, Hem ana çok kıldı ol lutf ıssı cud. Mustafa nurunu alnında kodu, Bil Habib'im nurudur bu nur dedi. Kıldı ol nur anın alnında karar, Kaldı anın ile nice rüzigar. Sonra Havva alnına nakletti bil, Durdu anda dahi nice ay u yıl. Şit doğdu ana nakletti bu nur, Anın alnında tecem kıldı nur. Erdi brahim ü İsmail'e hem, Söz uzanur ger kalanın der isem. işbu resm ile müselsel muttasıl, Ta olunca Mustafa'ya müntekil.

75


74

�ı

HASAN HÜSEYiN CEYLAN

Allah adı olsa her işin önü, Hergiz ebter olmaya anın sonu. Her nefeste Allah adın de müda'm, Allah adıyle olur her iş tamam. B ir kez Allah dese aşk ile lisan, Dökülür cümle günah misl-i hazan. İsm-i pakin pak olur zikreyleyen, Her murada erişir Allah deyen. Aşk ile gel imdi Allah diyelim, Derd ile göz yaşi'le ah edelim. Ola kim rahmet kıla ol padişah, Ol Kerim ü ol Rahim ü ol Ilah. B irdir ol birliğine şek yokdurur, Gerçi yanlış söyleyenler çokdurur. Cümle alem yoğ iken ol var idi, Yaradılmışdan gani cebbar idi. Var iken ol yoğ idi ins ü melek, Arş ü ferş ü ay ü gün hem nüh felek. Sun'ile bunları ol var eyledi, B irliğine cümle ikrar eyledi. Kudretin izhar edip hem ol Celll, B irliğine sunları kıldı delil. Ol dedi bir kerre var oldu cihan, Olma derse mahvolur ol dem heman. B ari ne hacet kılarız sözü çok, B irdir Allah andan artık Tanrı yok. Haşre dek ger denilirse bu kelam, Nice haşrola bu olmaya tamam. Pes Muhammed'dir bu varlığa sebeb, S ıdk ile anın rızasın kıl taleb.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

Geldi hilriler bölük bölük bugur, Yüzleri nurundan evim doldu nur. Hem hava üzre döşendi bir döşek, Adı Sündüs döşeyen anı melek. Çün göründü bana bu işler ayan, Hayret içre kalmış idim ben heman. Yarılup duvar çıktı nagehan, Geldi üç hurl bana oldu ayan . B azılar derler ki ol üç dilberin, Asiye'ydi biri ol mehpeykerin. B iri Meryem Hatun idi aşikar, B irisi hem hilrilerden bir nigftr. Geldiler lutf ile ol üç mehcebin, Verdiler bana selam ol dem hemin. Çevre yanıma gelüp oturdular, Mustafa'yı birbirine muştular. Dediler oğlun gibi hiç bir oğul, Yaradılah cihan gelmiş değil. B u senin oğlun gibi kadr-i cemll, B ir anaya vermemiştir ol celll. Ulu devlet buldun ey dildar sen, Dağİserdir senden ol Hulk-i hasen. Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır, Bu gelen tevhid-i irfan kanıdır. Bu gelen aşkına devreyler felek, Yüzüne müştak durur ins ü melek. Bu gece ol gecedir kim ol şerif, Nur ile alemleri eyler latlf. Bu gece dünyayı ol cennet kılar, Bu gece eşyaya Hak rahmet kılar.

77


76

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Geldi çün ol rahmeten li'l-alemin, Vardı nur anda karar etti hemin. «Ger dilersiz bulasız oddan necat, Aşk ile şevk ile edin es-salat.» Arnine Hatun Muhammed anesi, Ol sedeften doğdu ol dür danesi . Çünki Abdullah'tan oldu hamile, V akt erişti hafta vü eyyam ile. Hem Muhammed gelmesi oldu yakin, Çok alametler belirdü gelmeden. Ol Rebiülevvel ayı nicesi, Onikinci gice isneyn gicesi. Ol gice kim doğdu ol Hayrü'l-beşer, ' Anası anda neler gördü neler. Dedi gördüm ol Habib'in anesi B i r acep nur kim güneş pervanesi. B erk urup çıktı evimden nagehan Göklere dek nur ile doldu cihan. Gökler açıldı ve feth oldu zulem, Üç melek gördüm elinde üç alem. B iri meşrik biri mağribte anın, B iri damında dikildi Ka'be'nin. B ildim anlardan kim ol halkın yeği, Kim yakin oldu cihana gelmeği. indiler gökten melekler saf u saf, Ka'be gibi kıldılar evim tavaf. Ka'be savt etdi o dernde nagehan, Dedi doğdu bu gice şems-i cihan.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

Yaradılmış cümle oldu şadüman, Gam gidüp alem yeniden buldu can. Cümle zerrat-ı cihan idüp nida, Çağruşuben dediler kim merhaba. Merhaba ey ali sultan merhaba, Merhaba ey kan-ı irfan merhaba. Merhaba ey sırr-ı Kur'an merhaba, Merhaba ey derde derman merhaba. Merhaba ey bülbül-i bağ-ı cemal, Merhaba ey aşina-yı Zü'l - Celal. Merhaba ey mah u hurşid-i Hüda, Merhaba ey Hak'dan olmayan cüda. Merhaba ey asi ümmet melcei, Merhaba ey çaresizler eşfei. Merhaba ey can-ı baki merhaba, Merhaba uşşaka saki merhaba. Merhaba ey kurretü'l - ayn-i Halll, Merhaba ey has-ı mahbübi Celll. Merhı:ı.ba ey rahmeten li'l-alem1n, Merhaba sensin şefi'ül müznib1n. Merhaba ey padişah-ı dü cihan, Senin içün oldu kevn ile mekan. Ey cemali gün yüzü bedr-i mün1r, Ey kamu düşmüşlere sen destg1r. Destg1risin kamu üftadenin, Hem penahı bende vü azadenin. Ey gönüller derdinin derınanı sen, Ey yaradılmışların sultanı sen . Sensin ol sultanı cümle enbiya, Nur-i çeşm-i evliya vü asfiya.

79


HASAN HÜSEYİN CEYLAN

78

Bu gece şadan olur erbab-ı dil, Bu geceye can verür ashab-ı dil. Rahmeten !il - alemin'dir Mustafa, Hem şefi'ül müznibin'dir Mustafa. Vakfını bu resme tertib ettiler, Ol mübarek nuru tergib ettiler. Arnine ider çün vakt oldu tamam, Kim vücuda gele ol Hayrü'l-enam. Susadım gayet hararetten kati, Sundular bir cam dolusu şerbeti. Şerbeti karşımda tuttu huriler, Bunu sana verdi Allah dediler. Kardan ak idi ve hem soğuk idi, Lezzeti dahi şekerde yok idi. İçtim anı oldu cismim nura gark, Edemezdim kendimi nurdan fark. Geldi bir ak kuş kanadiyle revan, Arkarnı sığadı kuvvetle heman. Doğdu ol saatte ol Sultan-ı din, Nüra gark oldu semavat ü zemin . Sallü aleyhi ve sellimü teslima, Hatta tenalü cenneten naima. Ger dilersiz bulasız oddan necat, Aşk ile şevk ile edin es-salat. Es-salatü ve's-selamü aleyke ya Resülallah. essalatü ve's-selamü aleyke ya Habiballah, Es-selatü ve's-selamü eleyke ya Seyyidel evveltne ve'l-ahirin.


KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN HİKAYESi

81

Söylediği sözü ol dem anladım. Der ki ey Mevla yüzüro tuttum sana, Ya İlahi ümmetim vergil bana. Ümmetim dedi saha çün Mustafa. Ver salevat sen de ana bul safa. Çünki ben bu işleri gördüm ayan, Kalmadı sabrım hemen düştüm revan. Geldi aklım gördüm ol sahib vefa, Gözlerim nı1ru ve oğlum Mustafa. Sürmelenmiş gözleri gör hikmeti, Göbeği kesilmiş olmuş sünneti. Yüzü nı1ru gün gibi hoş berk urur, Çünki gördüm gönlüme geldi sürı1r. Kaynatıp nar-ı muhabbet kanımı, Aluben bağnma bastım canımı . Hakka bağlayıp gönülden himmeti, Der idi kim ümmeti va ümmeti . Tıfliken ol diler idi ümmetin, Son kocaldın terkidersin sünnetin. Ümmetim dedi sana çün Mustafa, Ver salavat sen de ana bul sam. Ger dilersiz bulasız oddan necat, Aşk ile şevk ile edin es-salat. Yunus Nadi, Yakup Kadri ve Fatih Rıfkı Atay ve Naşit Hakkı Uluğ gibi yazarlar her ne kadar Türkçe Kur'an ve Türkçe namaz için bu olaydan sonra yoğun propagandalara girdilerse de, en başta yanlış tercümelerle okunan Türkçe Kur'an'larla ve


80

HASAN H ÜSEYİN CEYLAN

Ey nübüvvet mührünün sen hatemi, Ey risalet tahtının sen hatiml. Çünki nı1run rı1şen etti alemi, Gül cemalin gülşen etti alemi. Oldu zail zulmet-i cehl ü daıaı, Buldu bağ-ı marifet ayn-i kemal. Ya Habibu'llah bize imdact kıl, Son nefes didarın ile şact kıl. Ger dilersiz bulasız oddan necat, Aşk ile şevk ile edin es-salat. Çünki ol mahbı1b-i Ralıman ü Rahim, Kıldı dünyayı cemalinden naim. B irbirine muştulayu her melek, Raksa girdi şevk u şadiden felek. işbu heybelten Arnine hubrı1, B ir zaman gidip geldi geru. Gördü gitmiş hı1riler hiç kimse yok, Görmedi oğlun tezarru kıldı çok. Hı1riler aldı tasavvur kıldı ol, Hayret içre çok tefekkür kıldı ol. Çevre yanın isteyu kıldı nazar, Gördü kim bir köşede Hayrü'l-beşer. Ş öyle Beytullah'a karşı ol Resı11 , Yüz yere urmuş vü secde kılmış ol. Secdede başı dili tahmid eder, Hem getürmüş parmağın tevhid eder. Debrenür dı1dakları söyler keHtm Anlayamazdım ne derdi ol hümam. Kulağım ağzına verdim dinledim.


İKİN Cİ BÖLÜM

MUSTAFA KEMAL ATA TÜRK'ÜN DİYANET YETKiLiLERİNDEN İSTEDİGİ RAPOR: "TÜRKÇE KUR'AN'LA NAMAZ KILINABİLİR! ' ' Fatih Camii, Göztepe Camii, Yerebatan Camii, Sul­ tanahmet, Süleymaniye ve Ayasofya camilerinde deği şik za­ manlarda ( I 930 - 32) yapılan Türkçe Kur'an ve Türkçe namaz uygulamaları, çok kaliteli ve güzel sesli hafızlardan; Hafız Sa­ dettin Kaynak, Hafız Yaşar Okur, Hafız Cemil ve Hafız Ali Rıza gibi kişi lerden oluşmasına rağmen halk nazarında birtürlü tutmayınca ve Türkçe namaz kıldıran imamların arkasında çok geçmeden, "olmaz böyle şey ! " denilerek, "uydum imaına" di­ yecek bir tek cemaat kalmayınca yapılması istenen bu din in.­ kılabının durumu da çıkınaza girmişti. B u tür konularda Mustafa Kemal'in yardımına en başta ya Diyanet İşleri B aşkanlığı koşuyar veya ibadetlerde reform anlayışının temelini oluşturan ilahiyat Fakültesi koşuyordu. Türkçe namaz ve Türkçe Kur'an konusunda da Mustafa Kemal'i bu çıkmazdan kurtarmak adına ilahiyat Fakültesi Şubat 1 932 tarihinden sonra çalışmaya başlamıştı. Hedef Türkçe Kur'an'ın olabileceği ve dolayısıyla da Türkçe namazın caizliği


82

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

bu yeni ibadet şekliyle namazları kılmak Türk Milletine çok tuhaf geliyordu. Nitekim Saadettİn Kaynak'ın arkadaşı artİst Şadi'nin bile beğenisini görmeyen bu yeni ibadet şekline üç-beş ay gibi kısa bir zaman sonra hiç iltifat eden kalmamıştı . Çünkü bu yeni iba­ det şekli için Türkçe namaz kılınırken, imarnın arkasında "uydum imama" diyecek bir tek cemaat bile bulunamamıştı. Bu sebeple zorunlu olarak Türkçe namaz şeklinden çark edilmiş oldu . Ancak Türkçe Ezan 1 950 yılına kadar devam etdi.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKAYESi

·

85

Pek aşikard ı r ki Kur'an; önden gelip geçen Peygamberlerin

kitaplarında Arabf değildir. Halbuki bu ayetlerde kat'f su rette Kur' an ' ı n

bu

duğundan

kitaplarda mevcut olduğu beyan

Kur'an

kelimesinin

önden

gel ip

edilmekte ol­ geçen

Pey­

gamberlerin kitaplarında olan ile Peygamberimize indirilmiş olan arasında iştirak noktas ı n ı ifade ettiği anlaş ı lm aktad ı r. B u iştirak noktası ise yalnız Arapça değildir. Belki Arapça'n ı n ifade ettiği manayı bildiren herhangi bir dil ile olan terkib-i hususfdir. Bundan dolayı namazda okunması emredilmiş olan Kur'an; bu iştirak noktas ı n ı teşkil eden Kur'an'dır. Bu ise yu­ karıda söylenildiği veçhile Arapça n ı n ifade ettiği manayı bildiren herhangi bir dil ile olan terkib-i hususidir. Kesilen bir hayvan ı n kesildiği esnada çekilen besmelenin herhangi bir d i l ile çekilmesi icma ile caiz olduğu gibi; namazda dahi herhangi bir dil olurs a

o l s u n Kur'an'ı kı raat caiz olmuş o l u r. <3l

Bundan dolayı Kur'an'ın yalnız nazı mdan ibaret olduğunu kabul eden i mam Ebu Hanife'ye göre b u kitabın Arapça olan hu­ sus! nazım ve terkibini güzelce telaffuz kudreti olanlar ile bu nazm-ı Arabiyi telaffuza kudreti o l m ı yanlar aras ı nda bir fark gö­ zetmeye bir mahal kalmadığı ndan nazm-ı Arabfyi telaffuz ku­ dreti

olsun

veya

olmasın

herhangi

bir

Kur'an'ı herhangi bir dil ile okuması caizdir. <

kimsenin 4>

namazda

Namazın başlangıc ında dahi i mam Ebu Han ife'ye göre Arapça'dan başka herhangi birdil ile Allah zikredilerek mesela (Tanrı Uludur. . . ) demek caiz olur. Çünkü A l a s O resi ayet 1 5 =

" Rabbı n ı n ad ı n ı anar anmaz namaza d u rd u . " Ayetiyle sabit ol­

duğu vech üzere namazın başlang ıcında maksul olan, Tanrı ' n ı n anı lmasıdır. B u n u n i s e hiçbir d i l e ihtisası yoktur. Tanrı'y ı her­ 5) hangi bir dil ile anmak diğer bir dil ile anmağa m üsavidir. < Netice: lmamı Azam'a göre Arapça'dan başka herhangi bir d i l ile namaz ı n başlang ıcında Tanrı'yı anmak namaz ı n içinde

3. Zevzeni, Şerhu Manzume-i Nesefi 4. Hüsamettin ei-Buhari, a.g.e., 5. i mam Serahsi, e /-Mebsut, c . 1 , s. 36. 1


84

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

üzerine bir rapor hazırlamaktı. Bu raporu Rıfat B örekçi'nin ölü­ münden sonra Diyanet İşleri B aşkanlığı'na getirilen lahiyat Fakültesi profesörlerinden M. Şerafettİn Yaltkaya hazırlamış ve daha önceki bölümlerde sunduğumuz " İbadetleri Islah Pro­ jesi "nin hazırlayıcılarından olan İzmirli İsmail Hakkı da raporu tetkik ederek, Şerafettİn Yaltkaya ile birlikte Mustafa Kemal'e vermişlerdi. B ugün için tarihi önemi haiz olan ve istenilen bir emir için zorlanmadık kapı bırakınıyan bir rapor niteliğindeki bu il­ ginç çalışmayı buraya aynen almak istedik. " Kur'an'ın Türkçe Tercümesiyle Namazda Okunması" başlıklı raporda şu mütalalara yer veriliyor. KUR'AN'IN TÜRKÇE TERCÜMESiYLE NAMAZDA OKUNMASI Bu meselanin başı nda Kur'an ' ı n ne olduğu bilin mek la­ z ı m d ı r. Ebu Han ife'ye göre Kur'an lafız değil; belki lafzın ifade <O ettiği manad ı r. , Bunun için Ku r'an' ı n Arapça, Tü rkçe ve Acemce gibi her­ hangi bir dile ihtisası yoktur. Manadan ibaret olan Kur'an' ı n her­ 2 hangi dil i ie ifade olunması müsavidir. < ) · Eb u Hanife'nin bu baptaki delilleri şunlard ı r: 1 - Şuara sOresi ayet 1 96

=

"Şüphe yoktur ki Kur'an: ünden

gelip geçen Peygamberlerin kitaplarında var idi." 2- A la sOresi ayet 18

=

"Şüphe yoktur ki b u Kur'an; ilk ki­

taplarda var idi."

1 . Ebu'l Leysi es-Semerkandl, Kitabu'I-Muhtelif 2. Hüsamettin e i - Buhar1 Şerhu Camiu's-Sağir. ,


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKAYESi

87

Bununla beraber bu iki i mam, Kur'an ' ı n hususi nazmı olan Arapça'yı telaffuzdan aciz olan kimseler hakkında Arapça'dan başka herhangi birdil ile Kur'an' ı n okunmas ı n ı caiz görmüş ol­ duklarından üstatları ile bu Iki şakirt aras ı n da ihtiliH kalkmış

olur. O O

Imam Ebu Hanife'nin ettiği diğer bir şakirdi

bilaha re şakirtlerinin fikirlerine rücu

Nuh

Bin

Meryem-ül

Mervezi'den

na­

klolunmuşsa da b u nakil hilaliyat kitaplarında görülm üyor. Yal­ nız hilafiyata ait manzum bir eser yazan Ö mer Bin M uhammed­ ü n Nesefi (vefatı h . 357) Ebu Hanife ile tilmizleri arasındaki yu­ karıki ihtilaatı bildirdikten sonra şu: "Ebu Hanife'nin bilahare tilmizlerin kavline döndüğünü ken­ disinden itimada şayan olan ravi ler rivayet etmiş olduklarından aralarında ihtilal kalmam ı şt ı r" sözünü söylüyor. Ve bu ayetin şerhinde Zevzeni, i mam ı A zam' ı n bu rücu' ri­ 1 2)

vayetini Ebu Bekir Razi'ye atfetmektedir. < Halbuki:

Ebu Bekir Razi Ahkamüi-Kur'an'ında Şuara Suresindeki yu­ karıda zikrettiğimiz ayeti nde: " B u ayet; Kur'an'ın bir dilden başka b i r dile naklolmas ı n ı n Kur'an ' ı , Kur'an olmaktan çı karmıyacağ ı n a delildir . . . " diyerek mamı Azam gibi Kur'an'ın manadan ibaret olduğunu beyan et­ mekte olduğundan I mam Azam ile ayni fikirdedir. Ve bu rücuu ri­ vaya! etmediği meydandad ı r. Bundan başka bir rücu' rivayeti kat'i olmak için ( h . 370)'te vefat etmiş olan Ebu Bekir Razi'ye deği l; ilk asırlara kadar ç ı karı lmak, daha sarih l mamı Azam'a mülaki olan kimselerden veya tek bir kimseden inkitaa uğra­ maksızın m üselselen rivayet edilmek laz ı m gelirken biz bu ri­ vayeti i mam-ı A zam'dan iki üç asır sonra yaz ı l m ı ş olan ki­ taplarda görüyoruz. Ebu Bekir Razi'den sonra (h. 490) hududunda vefat eden Serahsi, Mebsutunda asla b u rücu'dan bahsetm iyor. Bilakis Se-

1 1 . Hüsamettin el-Buhar!, a.g.e. 12. Zevzenl, a.ge.e


K6

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Kur'an'ı ve ka'delerde teşehhütleri okumak ve cuma günleri hutbe ira! etmek caiz olur. <o l i mamı Azam'a göre ezanda m uteber olan urftur. (7 ) Şakirtlerinden Hasan Bin Ziyad'ın Imamdan rivayetine göre bu nokta şöyle izah edil iyor: Mesela Acemce ezan okunduğu takdirde halk ezan olduğunu antı yacak olursa bu ezan caizdir, anlam ı yacak olu rlarsa caiz değildir. Çünkü ezandan maksat namaz vakti nin gelmiş olduğunu halka bildi rmektir. <8> i mam Ebu Yusuf ve nız

mana

değil;

mana

mam M u h ammed'e göre Kur'an yal­ ile

beraber

nazım-ı

Arabinin

mec­

m u undan ibarettir. Bu nların delilleri ş u nlard ı r:

Kur'an Dili Üzerinde Bir inceleme 1 - Zul ıruf suresi ayet 3

=

"Biz o kita!::: ı :,ı apça Kur'an kıl-

dık." 2- Şuara su resi ayet 1 95

=

"Aç ı k bir dil i l e olan Arapça ile

(sana indirdik.)" i mameyn b u ayetlerden Kur'an' ı n yalnız mana değil; lafız ve manadan m ü rekkep olduğunu anlamı şlard ı r. Bun lara göre lafız ve mana Kur'an' ı n ayrı ayrı birer rüknüdür. Su kadar var ki C lafız rüknü zait olmakla aczzamanında sakıt olur. 9> Halbuki: - Raad suresi ayet 37

=

"Biz o kitabı hükm ü Arabi olmak

üzere indirdik." Buyrulduğu halde yine bu ayet; h ü kmün a rabi di­ line ihtisasına del�let etmiyor. Çünkü acemce ile olan hükü m O O)

d a h i bu kitap ile h ü kümdür.

6. 7. 8. 9. 1 0.

Zeyzenl, Şerhu Manzume-i Nesefi. a.g.e. Serahsi, ei-Mebsut, c. 1 , s. 36. Zevzeni, a.g.e. Ebu'l Leysi es-Semerkandi, Kitabu'I-Muhtelif


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKÇE EZAN, TEPKiLER VE BURSA ULUCAMii OLAYI Devlet Konservatuvarında Bestekar İhsan B eyin · ne­ zaretinde ve 9 kadar seçme hafızın olanca gayretiyle Dal­ mabahçe Sarayı'nda meşk etmeye ( ! ) çalıştığı "Tanrı Uludur, Tanrı Uludur" şeklindeki Türkçe ezan hiçbir kanun ve meclis kararı olmadan ve sadece saraydan çıkan emirle 3 Şubat 1 932 tarihinden itibaren minarelerde okunınaya başlanınca, 155 asır Ezan-ı Muhammediye'yi "Allahu Ekber, Allahu Ekber" diye dinleyenlerin hoşnutsuzluğuyla karşılaşmıştı. Çünkü İslam dünyasında ilk kez sadece bu ülkede Ezan-ı Muhammed! alış­ kanlığı bozuyor ve Ezanlar "Tanrı Uludur" şeklinde oku­ nuyordu. Özellikle büyük şehirlerde büyük bir takibatla ve kon­ tralle yürütülürken Türkçe Ezan 1 932 yılında daha köylere ve ilçelere pek girmemişti. Özellikle İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Trabzon ve Rize gibi büyük illerde Dahiliye Vekaleti (İçişleri B akanlığı) ne­ zaretinde yürütülen Türkçe Ezan uygulaması için ilk büyük ve örgütlü tepki B ursa'dan gelmişti. 16 Kasım 1932'de B ursa Valisi Fatin'in başkanlığındaki Türkçe Ezan komisyonunun toplanışından tam dört gün sonra<!) 1.

Gotthard Jaeschke, Yeni Türkiye'de lslfımlik, s. 45.


HASAN HÜSEYİN CEYLAN

rahsi, Ebu Hanife'nin namazda Kur'an' ı n Arapça'dan başka bir dil ile okunmas ı n ı caiz gördüğünü söylediği s ı rada diyor ki: " i ranlılar Selman'dan Kur'an'ın birinci s O resi olan Fatiha'yı Acemce yazıp kendilerine göndermesini istemişler. Selman da bu sO reyi Acemce yazıp kendilerine göndermiş ve bunlar dilleri Arapça'ya yazıncaya kadar namazlarda Fatiha'yı Acemce oku­ muşlard ı r . " i şte Ebu Hanife namazda Kur'an' ı n Arapça'dan başka bir dil ile okunması n ı n caiz olduğunu bununla islidial et­ miştir. Bununla beraber namaz kılan kimseye vacip olan, be­ lagat ve fesahaliyle insanları acze düşüren Kur'an'ı okumaktır. U m u m insanları acze düşürmek ise yaln ız Arapça ile değil her­ kesin konuştuğu ana dili ile olacağ ından mesela: I ran l l ların acze düşmeleri Arapça ile deği l , kendi lisanları olan Farisi ile zahir ve sabit olmuştur. Ve Allah' ı n kelamı Kur'an mahiOk ve muhdes değildir. Usanlar ise umumiyetle mahiOk ve muhdestir. Şu halde Kur'an'ın b i r lisan- ı mahsusu kalm:ı.n�:� olur. 0 3) Şafi'ye göre namazda Kur'an'ı Farisice okumak hiçbir ve­ çhile caiz değildir. U mmi olup Kur'an'ı Arapça okumaktan aci� 4> olan kimse hiçbir şey okumaks ı z ı n namaz kı lar. 0 H ü lasa: i mam-ı Azam nazm - ı arabiyi rükOn olarak kabul etmediği ve kendisinin rücuu ise sonradan şuyu' bulduğu halde bilahare gelen fakihler l mameyn ile beraber nazm - ı arabi'nin rüknü asli değil ancak rüknü zait olduğunu ve acz zamanı nda sükut edebileceğini ileri sürmüşler ve b u noktada her iki tarafın ittifakı has ı l olmakla artık Hanefi imamları aras ı nda bir ihtilaf kal m a m ı ş t ı r.

5 Mart 1 934 M. Şe rafetlin YALTKAYA

1 3. Serahsi, Mebsut, c. 1 , s. 36. 14. a.g.e.


KEMALIZMIN TÜRKÇE EZAN HI KAYESi

91

Iabalığın etrafını sardırarak önlem almaya çalışmıştı . Nihayet B ursa Ezan direnişi saatler geçtikçe önlenmesi ve yatıştırılması bir tarafa, neredeyse halka malolacak bir olay haline gelmeye başlayınca bu sefer Vali Fatin Bey, Bursa'da bulunan Tümen Komutanı'ndan acil yardım ister. Tümen Ko­ mutanı da o sıralar İzmir'de bulunan Kolordu Komutanı Ali Hikmet Paşa'ya durumu bir şifreli telgrafla bildirince olanlar olur. Çünkü Kolordu Komutanı Ali Hikmet Paşa, kendisine Bursa olayı ile ilgili telgraf geldiğinde (3 Şubat) Atatürk'le be­ raber İzmir'de öğle yemeğindedir. Mustafa Kemal Atatürk'ün, Ali Hikmet Paşa'ya gelen şi­ freli telgrafla birlikte Bursa'daki Ezan ayaklanmasını öğrenir öğrenmez ağzından dökülen ilk sözler "Cahil mürteciler", "Kara yobazlar" olmuştur. Olayın bundan sonraki bölümünün ve Ezanın Türk­ çeleştirilmesi sırasında yaşanan bu ilk ögrütsel olayın, bi­ linmeyen ayrıntılarını ve Atatürk'ün bu olayla b irlikte kaleme aldığı " Din üzerine" isimli yazısını konumuzu aydınlatması açısından aynen burada yayınlamış oluyoruz. < 2l

Atatürk Arapça Ezan Okuyaniara Seslendi: "Allah'ın Belası Yobazlar" "Allah'ın belası yobazlar . . . Dudaklarını kıpırdatmamıştı bile. Bu nedenle, hemen yanında oturan "Gazi Hazretleri"de söylediklerini duymamıştı. Kolordu Komutanı Ali Hikmet 2.

Atatürk'ün kendi el yazısıyla ilgili anıları ilk kez "Nokta" dergisinde ya­ yınlanmıştı .


90

HASAN HÜSEYiN CEYLAN

Sadık adında biri Türkçe Ezan aleyhine bir vaaz vermiş ve Türkçe Ezan 'ın, İslam dünyasına hakaret olduğunu ve bir dinsizlik örneği teşkil ettiğini bildirerek, halkı bu konuda harekete geçmeye çağırmıştı. B ursa Ulu Camii'de verilen bu ateşli vaaz öyle tesirini göstermişti ki, 1 Şubat 1 93 3 tarihinde Vaiz Sadık Efendi ve Kazan Türkleri'nden Evkaf Memuru Yahyaoğlu İbrahim'in baş­ kanlığında kalabalık bir grup, Ulu Camii önünde toplanarak Türkçe Ezan uygulamasını şiddetle protestoya başladılar. Kalabalık Ulu Camii'den vilayete kadar yürüyüşe geçip, yüıüyüş anında hem Arapça Ezan okuyarlar ve hem de An­ kara'nın ortaya koyduğu gayr-i IsHiml uygulamaları attıkları sloganlada protesto ediyorlardı. Kalabalık önce B ursa Müftüsü Nurettin Efendi'nin hu­ zuruna gelerek müftüyü İsli'ima, dine ve ezana sahip çıkmaya davet ettiler. Müftü Nurettin Efendi'nin: "Merak etmeyin ! B un­ lar kısa zamanda hallolacaktır" demesinden sonra kalabalık vi­ layete doğru yürüyüşünü devam ettirdi. B ursa Evkaf memuru Yahyaoğlu İbrahim ve Vaiz S adık Efendi, Vali Fatin'in de huzuruna çıkarak valiye: "Yahudilerin Sinegog'da, Hristiyanların kilisede ibadetleri bakımından ra­ hatsız edilmediklerini" örnek göstererek namazlanna, ezan­ Iarına ve Kur'an-ı Kerim'lerine devletin karışmamasını söy­ lediler. Polisin kalabalığa müdahale etmesiyle de kalabalıkla polis arasında tartışmalar ve kavgalar çıktı. Vali Fatin, polisler vasıtasıyla gerekli önlemleri almakta güçlük çekince Bursa B e­ lediye B aşkanı Muhiddin Bey devreye girmiş ve hemen " Be­ lediye Zabıta Memurları "nı hiç zaman kaybetmeden ka-


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

93

"Arapça isteıük" olayı da Evkaf Müdürlüğü'nün hemen bitişinde Ulu Cami'de meydana gelecekti . Dert anlatma. Camiden çıkanlar bitişikteki Evkaf Mü­ dürlüğü'nün önünde toplanmaya başlamıştı. Kalabalık giderek artarken 80 kişilik bir grup da içeri girmiş ve Evkaf Mü­ dürü'nün karşısına dikilmişti . Elektrikçi Arnavut Seyfettin en öndeydi ve müdüre bağırıyordu: "Halkın Türkçe Ezan Is­ temediğini ve bu maksatla aşağıda toplandıklarını size haber veriyorum. " Karşısında 80 kişiyi gören Müdür, daha sonra ürküp sarardığını saklamayacaktı. Arnavut Seyfettin'in ba­ ğırması bile dışardaki kalabalıktan gelen "İstemeyüz" na­ ralarından zor anlaşılıyordu. Müdür Bey, kendisinin hiçbir yet­ kisi olmadığını, bir dertleri varsa Vali Bey'e söylemeleri gerektiğini zor bela anlatabilmişti . Arnavut Seyfettin'in "Vi­ layet'e kardaşlarım ! " narası Evkaf Müdürü'nün paçayı kur­ tardığın ı gösteriyordu. Derin bir nefes almış ve başını sa­ llayarak doğrusunun bu olduğunu belirtmişti . Ama son Arapçacı da binayı terk edince telefona sarılıyor ve polise du­ rumu bildiriyordu. Fatin ve Muhittin Beyler, Belediye B aşkanı Muhittin Bey olayı validen önce öğrenmiş, hiç zaman kaybetmeden "Za­ bıta-ı B elediye memurlarına" gerekli önlemleri aldırmıştı. B u gibi durumlarda tereddüde hiç düşmez, n e yapılacağına b i r kez karar verir ve anında uygulamaya geçerdi. Vali'nin makamında olmadığını da biliyordu. Otomobiline alladığı gibi evine gitti. B elediye B aşkanı Vali'nin evine yaklaşırken Arapçacı mürteciler de, "Arapça ezan isterük" naralarıyla vilayetin mer­ divenlerini çıkıyorlardı. Alt kattaki odaları doldurmuşlar, büyük bir kalabalık da dışarıda kalmıştı. Halk gerçekten ola-


92 HASAN HÜSEYİN CEYLAN � -------------�

Paşa yaverının sol omzu üzerinden uzattığı B ursa'dan gelen "şifre"yi okuyor, okudukça da hırsından morarıyordu. Vali niçin böyle davranmış, hiç anlayamamıştı. Dahası, sağ yanına oturan Gazi Mustafa Kemal soruyordu: "Nedir?" Ali Hikmet Paşa için şifreyi Mustafa Kemal'e uzatmaktan başka çare yoktu. Şimdi korkunç bir fırtınanın kapacağını bilmernek için onu tanımamak gerekirdi . Ali Hikmet Paşa, Gazi'nin yanında savaşınıştı ve onu çok iyi tanıyordu. Bu yüzden, B ursa'dan gelen şifrenin yemeği de noktaladığının farkındaydı . Mustafa Kemal kağıdı masaya koyarken ayağa kalkıyor ve talimatı çok kısa oluyordu : "Yemek bitti . . . Şimdi hareket . . . " 4 Şubat 1 93 3 . Otomobil, tren istasyonuna giderken, Kor­ don'dan geçiyordu. Bir süre sonra İzmir gerilerde kalacaktı. Kordon'da işte tam bu yerde, Yunan'ın yakıp kül ettiği Kraemer Palas'ta körfez manzarasını seyretmişti. Ama şimdi bir za­ manlar içini ferahlatan denizin çırpıntısını bile görmek is­ temiyordu. B ursa olayını tüm ayrıntısıyla öğrenmişti. Ve öf­ keliydi . . . Gerçi bir buçuk a y önce de, yani 1 8 Aralık 1 932'de de yine Bursa'da dinde Türkçe-Arapça uygulama yüzünden bir olay meydana gelmişti. Gazi, olayı dikkatle incelemişti. B ir vaiz Türkçe Ezan aleyhinde konuşunca halk camii terk etmişti. Şimdi ise, görünüşte tam tersi olmaktaydı . Bursa'da Ezan ve " Kamet"in Türkçe okunınası Ra­ mazan'da başlamıştı. Yobazların bu uygulamaya karşı olduğu biliniyordu. Ne var ki, görevlilerden yobazlara katılan pek ol­ mamıştı. Ama ocak sonlarına doğru bazı camilerde sadece ezan Türkçe okunur hale gelmişti. ilgililerin uyarılarına da pek kulak asılmıyordu.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

95

Şahin, Gürcü Hafız Mustafa, çilingir Salih, Elektrikçi Seyfettin gibileri yer almıştır. " İsmet Paşa kaygılı, Gazi Mustafa Kemal'in 4 Şubat 1 93 3 günü İzmir'den ayrıldığı v e Afyon istikametinde yol aldığı, anında Ankara'ya ulaştın lmıştı . Hükümet, İsmet Paşa baş­ kanlığında olağanüstü toplanarak olayı görüşüyordu. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile Adalet Bakanı Yusuf Kemal Beylerin B ursa'ya giderek hadiseye bizzat el koymalan kararlaştırıldı. Ama Başvekil İsmet Paşa'nın kaygısı olaydan çok Mustafa Kemal'in B ursa'ya gitmekte oluşundan kaynaklanıyordu. Gerçi bu gibi durumlarda hükümet de Mustafa Kemal kadar tavizsiz bir tutum izliyordu ama, İsmet Paşa gene de Gazi Mustafa Kemal'le B ursa'dan önce bir görüşmenin yararlı olacağına karar veriyor ve ertesi gün (5 Şubat 1 933) Afyon'da onu yakalıyordu. Bu arada, Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, Adiiye Vekili Yusuf Kemal ile Emniyet-i Umumiye Müdürü Tevfik Hadi Beyler de B ursa yolundaydılar. Altı yıl önce, İsmet Paşa Afyon'da Mustafa Kemal'le bu­ luşmuş ve B ilecik'e kadar. birlikte yolculuk etmişlerdi. Her ikisi de bu "hadisede" izlenecek yöntem konusunda tam bir "mutabakata" varmışlardı . Nitekim ertesi gün Atatürk'ün B ursa'da Anadolu Ajansı'na verdiği "Resmi tebliğ" de İsmet Paşa ile yaptığı görüşmenin izlerini görmek mümkün olacaktı. B ilecik'e vanldığında, İsmet Paşa Ankara'ya dönüyor, Mustafa Kemal de otomobille B ursa'ya gidiyordu. Gazi Paşa altı yıl önce bu konuda bir kez daha kesin olarak uyarısını yapmış ve şöyle demişti: İnsanlıkta din konusundaki duygu ve bilgiler, her türlü hurafelerden ayırdedi lerek gerçek bilim ve fen ışın­ larıyla saflaştınlıp olgunlaştınlıncaya değin, din oyunu oy­ nayanlara her yerde rastlanacaktır."


94

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

yın dışındaydı. Karşı kaldırırnda toplananlar ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı. Şükrü Sökmensüer anlatıyor: 1 9 3 3'te Emniyet Genel Müdür Yardımcısı lan Şükrü Sökmensüer, Prof. Afet İnan'ın kızı ve dönemin tanığı Arı İnan'la yaptığı ve banda kaydedilen görüşmesinde B ursa olayının bu bölümünü şöyle anlatıyor: "Vilayete hücum ediyorlar. Alt katını tutuyorlar, üst kata çı­ kamıyorlar. Çünkü Jandarma silahla üst katta onlara karşı du­ ruyor. Vali Fatin Bey, o sırada emrinde bulunan Jandarma Talim Terbiye Müfrezes i'nden yardımcı kuvvet isteyeceğine, tu­ tuyor telefonla oradaki Tümen Kumandam'ndan yardımcı kuv­ vet istiyor. Tümen Kumandanı İzmir'de bulunan Kolordu Ku­ mandanı Ali Hikmet Paşa'ya kuvvet verip veremeyeceği hakkında şifreyle malumat soruyor. O zaman kuvvet verıhek selahiyeti Kolordu Kumandanı Ali Hikmet Paşa'da o gün Ata­ türk'le beraber öğle yemeğinde, şifre geliyor, yaveri Ali Hikmet Paşa'ya veriyor. Paşa okuduktan sonra Atatürk' e uzatıyor. . ?" İşte olanlar o zaman oluyor ve Atatürk yemek sofrasında haykırıyor: "Ne olacak mürteci adamlar. .. Kara yobazlar .. ?"

Ezan Okuyanlar Tutuklanıyor Olayın yankıları İzmir'de duyulurken, B ursa'da polis du­ ruma hakim olmuş ve tutuklaınalara çoktan başlaınıştı bile. Vi­ layetin dışında toplananlar dağıtılmış, içerideki işgalciler ise, gözaltına alınmıştı. Ancak, büyük bir bölümünün ertesi günü salıverilmesi daha sonra savcının işten el çektidimesine yol açacaktı. B ursa müftüsü de değiştirilıniş, yerine Kavalalı Meh­ met Ali Efendi atanınıştı. Istanbul gazeteleri "tevkifat"ı ınan­ şette veriyorlardı. "Dünkü tevkifatta Tatar İbrahim, Arnavut


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

97

Kıl ıçzade Hakkı Bey, Paşa Hazretleri yeni hı,ikünıct i n dini olacak mı? - Vardır efendim; İslam dini hürriyet-i efkara (özgürce düşüncelere) maliktir. Hakkı Bey- Yeni hükümet bir din ile tedeyyün (bir dine bağlı) edecek mi? - Edecek mi, etmeyecek mi bilemem. B ugün mevcut olan kanunlarda aksine bir şey yoktur. Millet dinsiz değildir. Mü­ tedeyyindir (dine bağlıdır) ve dini, Din-i İslamdır. Yani ko­ münistlik gibi dini reddedecek ortada bir mesele yoktur. Hakkı Bey- Şu halde Paşa Hazretleri, bir mesele hak­ kında herkesin itikadatı (inançları) ve düşüncelerine göre bir fikir oıtaya koymak hususunda hükümet beni susturacaktır ve­ yahut tecziye (ceza) edecektir. Diyecek ki, sen şu hususta hü­ kümetin düşündüğü gibi düşünmüyorsun. - Hükümetin düşündüğü gibi hiç kimsenin düşünmeye mecburiyeri yoktur. Hürriyet-i hakikiyenin (gerçek öz­ gürlüklerin) cari olduğu bir memlekette hürriyeti vicdaniye (vic­ dan özgürlüğü) vardır veyahut yoktur. Olduktan sonra bunu dü­ şünmek doğru değildir. Vicdanın icabatını (gereklerini) söyler. Mustafa Kemal bu olayı hiç unutmayacak, dört yıl sonra CHP'nin 1 5-20 Ekim 1 927 tarihlerinde Ankara'da toplanan Il. Kuıultayı'nda 36.5 saat süren Büyük Nutuk'unda ele alacak ve şöyle diyecekti: (Yeni hükümetin dini olacak mı?) itiraf edeyim ki, bu suale muhatab olmayı hiç arzu etmiyordum. Sebebi pek kısa olması lazım gelen cevabın o günkü şeraite (koşullara) göre ağzımdan çıkmasını istemiyordum. Gazeteci ınuhatabımın sualine hükümetin dini olamaz, diyemedi m, aksini söyledim. " Dinin her kademesinde. Eğer Atatürk B ursa'daki köşkte


')(ı

HASAN HÜSEYiN CEYLAN

Mustafa Kemal' in otomobili B ursa'ya ertesi sabah girmiş, Atatürk doğruca kendisine ayrılan köşke gitmişti. Olayın ay­ rıntılarını öğrenmiş, Şükrü Kaya ile Yusuf Kemal Beyleri be­ kliyordu. İçişleri Bakanı ile Adalet B akanı'nın B ursa'ya ge­ lişleri öğleyi bulmuştu. Halk Partisi binasında Mustafa Kemal' in kendilerini kabul etmesini beklerken alınan önlemleri gözden geçirmişlerdi. Köşke çağrıldıklarında karşılarında ol­ dukça sakin bir Mustafa Kemal buluyor ve buna çok se­ viniyorlardı. B akanların gerekli bilgileri vermelerinden sonra Atatürk, Anadolu Ajansı muhabirinin içeri alınmasını istiyor ve muhabire şu açıklamasını yazdırıyordu : "Bursa'ya geldim. Ha­ dise hakkında alakadarlardan malumat aldım. Hadise had­ dizatında fazla ehemmiyeti haiz değildir. Herhalde cahil mür­ Cumhuriyet pençesinden teciler, adliyesinin kurtulamayacaklardır. Hadiseye dikkatimizi bilhassa çe­ virmemizin sebebi, dini siyaset ve herhangi bir tahrikle vesile etmeye asla müsamaha etmeyeceğimizin bir daha an­ laşılmasıdır. Mes'elenin mahiyeti esasen din değil, dildir. Kat'i olarak bilinmelidir ki, Türk milletinin milll dili ve milll benliği bütün hayatında hakim ve esas kalacaktır."

Yeni Hükümetin Dini Mustafa Kemal'in açıklamasını alan A.A. muhabiri dı­ şarıya fırlarken İçişleri B akanı Şükrü Kaya ile Adalet B akanı Yusuf Kemal Beyler memnunlukla birbirlerine bakıyorlardı. Atatürk'ün açıklaması, düşündükleri gibi sert değildi. Bunu kendisine anlatırken, Gazi Hazretleri dinlemiyordu bile. Pen­ cerenin önünde sigarasını içerek B ursa'yı seyrediyordu ve İzmit'te on yıl önce gazetecilerle yaptığı görüşmeyi ha­ tırlıyordu :


KEMALIZMIN TÜR KÇE EZAN HİKAYESİ

99

Ezandan, dünya güzeli Keriman Halis Hanım'ın, Mısır seyahatine kadar uzanan bir gündemle Türkiye, daha l 932'1erde bile nasıl bir arabesk kültürün sahibi olduğunu dünyaya gös­ termiş oluyordu. B ir tarafta "AIIahu Ekber" yerine "Tanrı Ulu­ dur" mücadeleleri, bir diğer tarafta da ezanını değiştiren bir ül­ kenin dünya güzeli seçilen "Millt Kız"ının dünya seyahatleri . . . 1 93 3 Türkiye'sinin manzarasıdır bunlar.


9

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

pencerenin önünden ayrılıp iki bakana dönerek, "Yazınız efen­ dim" demeyip, "B aşvekil İsmet Paşa Hazretlerine . . . " diye baş­ layan şifeyi Ankara'ya göndermeseydi, İsmet Paşa, B ursa ola­ yının yumuşak bir inişle çözümlendiği kanaatine varacaktı . Şükrü Sökmensüer bunu şöyle anlatıyor: " Atatürk, Ankara'dan Heyet-i Vekile (Bakanlar Kurulu) hal-i ictimada (toplantı ha­ linde) iken B aşbakan İsmet Paşa'ya şu emri veriyor: "Çok mü­ himdir? B aderne (bundan böyle) dinin her safhasında Türk dili hakim olacaktır." Aynen okuduğum gibidir verdiği emir. Yani o andan itibaren ezan, tekbir, hutbe ve namaz Türkçe okunacak. " Atatürk'ün b u emri Bakanlar Kurulu'nun yeniden 1 ola­ ğanüstü toplanmasına yol açıyordu . Kurulda, halkın konuya yavaş yavaş sokulması görüşü hakimdi . B aşbakan Isınet Paşa da buna katılıyordu. S ıra Mustafa Kemal'i iknaya kalmıştı. Sökmensüer, İsmet Paşa'nın hemen Atatürk'ü aradığını söy­ lüyor ve gelişmeyi şöyle anlatıyor: "Paşa müsaade edin bu ha­ reketi hemen birden bire yapmayalım. Memlekette bir re­ aksiyon başlayabilir. B u reaksiyonu önlemek için derece derece girelim. Evvela ezan, sonra tekbir, namaz; yavaş yavaş girerek halkı hazırlayalım. B u ricamızı lütfen kabul buyurunuz." Mustafa Kemal diretmemiş, B aşbakan İsmet Paşa'nın b u ricasını kabul etmişti . Ertesi gün de İstanbul'da Evkaf Mü­ düriyeti bir "Resmi tebliğ" yayınlayarak bundan böyle tüm ca­ milerde ezanın Türkçe okuoacağını bildiriyor ve B ursa "hadisesi" ni noktalıyordu. 1 7 Şubat 1 933'te İstanbul gazeteleri, Mustafa Kemal'in, Mudanya'ya kadar karayoluyla oradan Gülcemal vapuruyla İs­ tanbul'a geldiğini yazarlarken, 1 93 2 yılı Dünya Güzeli Keriman Halis Hanım'ın da Mısır'a gittiğini haber veriyordu. B ursa ha­ disesi de böylece kapanmış oluyordu.


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TÜRKÇE EZAN'IN EMNİYET SÜBABI: DİYANET İŞLERi REİSLİGİ Bursa Valisi Fatin Bey'in, Bursa Tümen Komutanı'ndan, O'nun da Kolordu Komutanı Ali Hikmet Paşa'dan Arapça ezan okuma isteğiyle ilgili "Bursa ezan ayaklanması"nın bastırılması için yardım istemesi ve yardım isteği ile i lgili şifre telgrafın Mustafa Kemal Atatürk'ün yanında okunmasıyla, Mustafa Kemal'in dudaktan arasında Bursa'daki ezan olayını yo­ rumlayan şu çok kısa ifadeler dökülüvermişti: " Allah'ın belası yobazlar." Arapça ezan okumuşlar sözü Mustafa Kemal'in Kolordu sofrasından acilen kalkmasına yetmişti. Atatürk hemen ta­ limatını verdi "Beyler! Yemek bitti . . Şimdi hemen Bursa'ya ha­ reket ediyoruz . . . " o ) İşte Bursa'daki .\rapça ezan okuma isteği ile ilgili olarak başlatılan "Allahu Ekber" yürüyüşü, Mustafa Kemal tarafından bu şekilde çok keskin ifadelerle ve şiddetle değerlendirilince, Türkçe ezan okuma ile ilğili uygulamalarda biraz gevşek( ! ) da­ vranan Diyanet İşleri B aşkanlığı, Atatürk'ün bu tavrını bir emir

1 . Bir Başka Aç1dan Kemalizm, Abdurrahman Dilipak, s. 1 86, Beyan Yay., I s­ tanbul, 3. Basım.



KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKAYESİ

1 03

rekse bu tavrın hemen akabinde müftülüklere gönderilen Di­ yanet İşleri B aşkanlığı tamimi çok net olarak şu gerçeği ortaya koyuyordu : "Türkçe Ezan okumaya riayet etmeyenler şiddetle cezalandırılacaklardır. " İşte bu sebeple hiç kimse bu meseleyi ilmi olarak da olsa tenkit şöyle dursun tahlil etmeye bile cesaret edemiyordu . 3 Şubat 1932 tarihinde bütün il ve ilçelerde resmen okun­ maya başlanan "Tanrı Uludur Tanrı uludur" şeklinde ezana çok partili hayata geçiş tarihi olan 1 945 yılına kadar çok zecri ted­ birler uygulanmış ve Türkçe ezan aleyhine en ufak bir gösteriye veya tenkit ve tahlile mahal verilmemiştir. Ancak mevcut uygulamanın Türkiye Cumhuriyeti'ne batı medeniyeti kapılarını açtığı ve Türkiye'yi İslamlık'tan ayırdığı konusunda pek çok yazı yazanlar olmuştur. Yunus Nadi, Falih Rıfkı, Yakup Kadri, M .Esat Bozkurt, Naşit Hakkı gibi yazarlar bunların başında gelir.

Atatürk,"Türk'ün Martin Luther'i " B unlardan hele Mahmut Esat B ozkurt, "Atatürk ihtilali " ismini verdiği kitabı'nda, girişilen dini reformlara ve bütün Islam dünyasındaki uygulamanın tersine, "Tanrı Uludur" diye okunan ezana değinerek, Atatürk'ü Martin Luther yerine �oy­ muş ve onu dini milllleştiren Türk'ün yeni bir din önderi olarak nitelemişti.<3 l Türkçe Ezan ve Türkçe Kur'an ile ilgili olarak içerden ol­ masa bile dışardan Hind Hilafeti Komitesinden ve İngiltere'de

3. Mahmut Esat Bozkurt, A tatürk Ihtilali, s. 3 1 3, istanbul 1 940.


HASAN HÜSEYiN CEYLAN

1 02

Lelakki ederek aynı gün bütün müftülüklere "Herkes kesinkes Türkçe ezan okuyacak, aksine davrananlar mutlak surette ce­ zalandırılacaklar ! " diyerek bir lamim gönderdi . Diyanet İşleri Reisliği, Tahrirat Müdürlüğünün 360- 1 28 sayılı emirleri ile tüm müftülüklere gönderilen tamim şu şe­ kilde idi. <2> "Dah iliye Vekaleti eelllesinden varid tezkerede" "Türkçe ezan; hakkında riyaset-i aliyyelerince ittihaz olunan karar ve ta­ mimin her tarafta aynı hassasiyetle tatbik ve takip edilmernekte olduğu velayetlerin işarından aniaş ı l makla olduğundan bu te­ şevvüş ve intizams ı z l ı ğ ı n izalesini temin edecek kat'i ve sarih tebligatın te'kiden ve müstacelen ifası ve keyfiyelten vilayetlerin de haberdar edilmesi için bir suretin vekalete gönderilmesi, ifade ve

iz bar buyurulduğuna nazaran

kam ı nca tesbit de

Evkaf

Umum

:ıv.

dce riyaset ma­

M ü d ü rl ü ğ ü

tarafından

vi­

layetlere ve Evkaf M ü d ü rlüğü'ne ta'mim edilen Tü rkçe Ezan ve i kamet suretlerinin mem leketin her tarafı nda, hatta en ücra bir köşesinde aynı şekil ve ayn ı zamanda bir ahenk, bir siyak dai­ resinde tatbiki zaruri olduğu halde şer'an memnun olmayan böyle Tü rkçe Ezan ve Karnet hakkında bazı müftüler tarafı ndan tereddüde meydan verildiği anlaş ı l m ı ş t ı r. "Bi naenaleyn bu ta'mimin vüsulünü müteakip umum ilmiye memurları , imam ve hatipiere kat'i tebliğat icrası ile en ufak bir muhalefet irtikap edeceklerin kat'i ve şedit mücazata ma' ruz ka­ lacakları ta'mimen beyan olunur efendim." 4 . 2 . 1 933 Diyanet i şleri Reisi R ıf'at.

Gerek Mustafa Kemal'in B ursa'da Arapça ezan isteği ile ilgili ayaklanmalara karşı gösterdiği sert şiddetli tavır ve ge-

2. Diyanet i şleri Reisliği, Tahrirat Md. s. 360/1 28, 4 Şubat 1 933.


--- ----- --------�

KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

1 05

islam alimlerinden uygulamanın yanlışlığı üzerine bir söz söy­ lenmemişti. B ursa olayından sonra Türkçe Ezan uygulamasına karşı kadar toplu birkaç hareketin dışında bir hareket de görülmemişti. ı 93 5 yılında Siirt'te Nakşibendi Şeyhi ve B üyük Islam alimi Şeyh Halid'in ve 1 936 yılında da yine Şeyh Halid'in büyük oğlu Molla Abdülkuddüs'ün giriştikleri bölgesel ey­ lemler,<6> ı 936 yılı Ocağın'da yine Nakşibendi tarikatından Kayserili Ahmet Kalaycı'nın yönettiği Çorum ve İskilip olay­ ları,(?) Türkçe Ezan ve dinde girişilen reformlar aleyhine gi­ rişilen sayılı karşı hareketlerdendi. ı 8 Temmuz ı 945 tarihinde Milli Kalkınma Partisi'nin ku­ ruluşuyla başlayan çok partili hayatla birlikte Türkçe Ezan ve diğer dini uygulamalara karşı girişilen karşı hareketler hemen bir anda bütün toplum katmanlarında yayılmaya başlamıştı. Halkın ı 932- 1 945 yıllan arası islama olan baskılar dolayısıyla patlama noktasına gelişi ve çok partili dönemde-biraz CHP zul­ münün getirdiği birikim ile-hemen her parti dine karşı sıcak bakmak mecburiyetinde hissetmişti kendisini. Partiler İslamsız Olamıyorlar? Gerçekten, örneğin Milli Kalkınma Partisi, dış politika İslam B irliği Şark Federasyonu" tasansını gerçekleştirmek is­ temiş<8> ve tüzüğünün ı9 .. maddesinde, "Maarifte her şey ahlak ve milli anane esasına göre ayarlanacaktır. " ifadesine yer ver­ miştir. <9> ı 946'da kurulan Sosyal Adalet Partisi, Dünya Mü sı 945 'lere

6.

7.

8. 9.

Tarık Zafer Tunaya, a.g.e., s. 1 85 - 1 88. Muzaffer Sencer, Dinin Türk Toplumuna Etkileri, s. 240, May Yayınları, 1 974 1stanbul. T.Z. Tunaya: Islamciiik Cereyani, s. 1 9 1 , 1 91 - 1 92. T.Z. Tunaya: Islamciiik Cereyani, s. 1 91 , 1 91 - 1 92.


ı 4

----- ---·

HASAN H ÜSEYİN CEYLAN

bulunan Müslüman topluluklarından uygulamanın yanlışlığı üzerine mektuplar gelmiş ve dışarıda konferanslar verilmi şti . 1 6 Kasım 1 932 günü Kraliyet Oıta Asya Derneği'nde ve­ rilen Türkiye'de Cumhuriyetin Dokuz Yılı" başlıklı konferansta "Bir hilafet merkezi olan Türkiye'de bu uygulamalar garip ge­ liyor! " deniterek özellikle Türkçe ezan aleyhine sözler söy­ lenmişti. Bu konferansta konuşan Londra Camii baş imaını Abdurrahman Efendi, Türkçe ezanla ilgili olarak şunları söy­ lemişti:<4l " M u stafa Kemal'e büyük bir general ve büyük bir yönetici olarak samimi bir hayranlık duyuyor, ama el s ü rmemesi gereken bazı şeylere ka rışmasına ve onları cebri olarak uyg ulamas ı n a

da esef ediyoru m . Kur'an-ı Kerim'i Tü rkçP ı ı:: s •:: ;nesi v e Tü rkçe

çeviriyi Arapça asl ı n ı n yerine geçirmek isteyişı ile çok büyük bir yanl ı ş yapt ı . Kur'an ' ı Kerim'i tercüme etmek yasak değildir. Ancak islam dünyasın ı n hiçbir yerinde Kur'a n ' ı n herhangi bir dile çevirisinin Arapça asl ı n ı n yerine geçtiği görülmemiştir. Hele hele bütün bir I slam aleminin ve Müslümanların o rtak eza n ı n ı "Tanrı U l u d u r, Tanrı U ludur" diye Tü rkçeleştirilmiş okunmaya başlaması biz Müslü manları çok üzmüştür."

Londra Camii B aş İmaını'nın söylediği bu sözler, ge­ nelde Müslümanların söyleyişlerİnİn bir ortak yansımasıydı. Ancak içerideki, Türkiye'deki Müslüman kitlenin bu uy­ gulamalar için söyleyecekleri şeylerin peşin peşin önüne ge­ çildiği için, 1 8 Temmuz 1 945 tarihinde "Milli Kalkınma Partisi" nin kuruluşuyla başlayan<5l hiçbir kurum ve kuruluştan ve de

4. A. Telfourd Waugh, "Nine Years of Repuplic in Turkey", Journel of the Royal Central Asiatic Society, sayı 20, s. 66; Ocak 1 933, London. 5. Tarık Zafer Tunaya, Siyasi Partiler, s. 638.


KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN HİKAYESi

1 07

ramında özetlemiştir. B urada, "laikliği, devletin din ile hiçbir il­ gisi bulunmaması ve hiçbir din düşüncesinin kanunların tanzim ve tatbikinde müessir olmaması manasında" aniayarak "Din hü­ rriyetini, diğer hürriyetler gibi, insanlığın mukadde,s ha­ klarından (Madde 14)"<1 9) sayınakla birlikte D.P., daha mu­ halefetteyken, 1 949'daki İkinci B üyük Kurultay'ında İsHlmcı görüşlere öncelik tanımış, Parti Genel B aşkanı Celal Bayar, söylevinde, "Türk Milletinin Müslüman olduğunu, Müslüman olarak Allah'ına kavuşacağını" belirterek<20) dinsel ideolojinin etkin olduğunu sosyoloji kategorilerinin desteğini kazanmak üzerine ilk girişimlerde bulunmuştur. Ancak D.P. Te­ rakkiperver ve Serbest fırka denemelerinden aldığı dersle ik­ tidara geçmeden önce dini, açıkca bir politika ögesi olarak ku­ llanmaktan sakınmıştır. Değişen iç politika koşulları, iktidardaki CHP'nin genel olarak proğramını ve özellilc de laiklik ilkesini yeniden ele al­ masına yol açmıştır. 1 945 yılında CHP'de, ilk olarak dinde köklü bir reform yapmak üzere, a- Laik bir rej imde Diyanet İşleri Teşkilatının yer al­ maması, b- Kur'an'ın Öztürkçe düzenlenmesi, c- badet yerlerinin halkevleri şekline sokulması, d- Dinsel kılıkiarın kaldırılması , e - ibadet yöntem v e zamanlarının düzenlenmesi v b . ön­ gören bir önerge, yine aynı parti içinde bir tepkiye yol açmıştır.

1 9. Demokrat Parti, Program ve Tüzük. T.Z. Tunaya: lslamcJ/Jk Cereyam, s. 1 99 , 1 95-1 988.

20 .


1 06

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

lümanlan B irliği fikrini desteklemek amacı gözetmiştir.o oı Aynı yıl kurulan partilerden Çiftçi ve Köylü Partisi, gelenekiere bağlı lığını bildirmiş . O ıı Arıtma Korunma Partisi de dinci bii" si­ yasal parti özelliği taşımıştır.02l Yine 1 946 yılında kurulan ve İslam Koruma Partisi adını taşımakla birlikte siyasal eylemde bulunmayan bir kurulu� amacının yalnız İslamın yükselmesi ve dayaıuşması olduğunu bildirmiştir.0 3 l 1 947'de kurulan Türk Muhafazakar Partisi, İsla.ml ilkeleri temel almış.< 14> 1 948'de dinci bir grubun D.P.'den ayrılarak kurduğu Millet Partisi, dine ve gelenekiere büyük ağırlık tanıyan bir parti olarak belirmiştir. Gerçekte, proğramının 7. maddesinde "Parti içtimal nizamın te­ şekkülünde, itikatların, ahlakın, geleneklerin , örf ve adetin büyük hisselerini tanır. B unlar sık sık değişmezler ve devletin nüfuzu dışında kalır" anlayışından hareketle, 8. maddesinde "Din müesseselerine ve milll ananelere hürmetkar" olan bu Parti 1 2. maddesinde "Din işlerinin devlet işlerinden ayrı tu­ tulmasını kabul ' ' o sı etmekle birlikte din işlerinin özerk ve ayrı bir kuruluşa bağlanmasını istemektedir.0 6 > 1 946 yılında kurulan Toprak, Emlak ve Serbest Teşebbüs Partisi de, dinsel kuruluşların özgürce örgütlenme hakkına sahip olması gerektiğini programında açıkça belirtmiştir. ( l7l Öte yandan, 7 Ocak 1 946'da C.H.P.'den ayrılan ya da çı­ karılan milletvekilleri tarafından kurulan Demokrat Parti,osı 1950'den sonra izleyeceği din politikasının temellerini prog-

1 O. 11. 1 2. 1 3. 14. 1 5. 1 6. 1 7. 1 8.

T.Z. Tunaya: Siyasi Partiler, s. 644, 693, 695, 708. T.Z. Tunaya: Siyasi Partiler, s. 644, 693, 695, 708. T.Z. Tunaya: Siyasi Partiler, s. 644, 693, 695, 708. T.Z. Tunaya: Islamciiik Cereyam, s. 1 92. T.Z. Tunaya: Siyasi Partiler, s. 7 1 1 . Millet Partisi Proğram ve Tüzüğü. T.Z. Tunaya: islamciiik Cereyam, s. 1 91 . T.Z. Tunaya: Siyasi Partiler, s. 737, 646. T.Z. Tunaya: Siyasi Partiler, s. 737, 646.


ı KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

1 09

yılmıştır. <23 ) "Siyaset maksat veya şahsi nüfuz ve menfaal te­ mini kastıyla yapılan dini telkinlerin" cezalandırılmasını ön­ gören tasarı, tepkiyle karşılanmış, Osman Nuri Köni "Din­ sizliği esas alan" bu tasarının "Dini İslam'a tecavüz ve laikliğe külliyen muhalif" olduğunu ileri sürmüştür.<24l Necati Erdem ise "B öylelikle dinsizliğine ayrıcalık tanınarak laiklik perdesi altında dinsizlik korunmuştur"<25l diyerek değişiklik tasarısını şiddetle reddetmişlerdiL Türk Ceza Kanununun 163. maddesinin yeniden gözden geçirilmesi ve "ihtiyacı karşılayacak şekilde" denilerek, din­ darlar üzerinde daha geniş bir yelpazede zulmün başlatılması için yapılan 1 6 3 . maddenin değiştirilmesine yönelik yasa ta­ sarısı tartışılırken, görüldüğü gibi ilginç konuşmalara da sahne olunuyordu . Asıl ilginç olan CHP içerisinde de bir kısım mi­ lletvekillerinin "Tek Parti " dönemini sorgulayan tavırları idi: Hamdullah Suphi, Sinan Tekelioğlu, Şükrü Neyman, Yusuf Ziya Kösemen gibi şahısların TBMM içerisinde din lehine çı­ kışları ve CHP'nin dine olan tavrını eleştirir olması CHP'nin de ister istemez dini görüşlerini yeniden gözden geçirmeyi ge­ rektiriyordu. Nitekim 1 947 Kurultayı'nda, Cumhuriyet Halk Partisi, gerek mevcut siyasal partilerin dinsel ögelere dayanarak politika yürütmeleri ve gerekse şahıs bazında milletvekillerinin -CHP'li

23. K. Arıburnu: Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarı s ı , s. 347, 253, 258, 259. 24. K. Arıburnu: Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarı s ı , s. 347, 253, 258, 259. 25. T.Z. Tunaya, Islamciiik Cereyam, s. 200-201 .


1 08

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Din, inanç ve pratikleriyle ilgili konuların devletçe dü­ zenlenmesinin dine " müdahale" olduğu görüşünü savunan biı kanat, Parti'de ağırlık kazanarak 1 947 Kurultayı'nda varlığını açıkça ortaya koymuştur. CHP'nin 7. Kurultay'ı, laiklik sorununun tartışıldığı ve gelenekçilerin katı bir ilke olarak uygulandığına inandıklan lai­ kliğin yumuşatılması isteğiyle ortaya çıktıklan bir kurultay ol­ muştur. İnsanlar arasındaki sosyal dayanışmanın dinle sa­ ğlanabileceği noktasından hareket eden gelenekçiler, dine önem verilmesi ve ilgi gösterilmesi, yeni kuşaklann yetişmesinde "manevi' bir gıda" olan dinden yararlanılması gerektiğini sa­ vunmuşlardır.

Halk Partisi ve Laiklik Prensipleri B ununla birlikte, 7. Kurultay gelenekçilerin önerilerini reddederek laikliğe ve devrimciliğe bağlı bir tavır takınmıştır. <2 1 > Dini siyasal bir araç haline getirme eğilimlerinin belirmesi üzerine, 1 949 yılında "Son zamanlarda dincilik propaganda ve cereyanları dikkati çekecek bir mahiyet almıştır. Cemiyet ni­ zamlarını dini' akidelere uydurmak isteyenlerin hareket ve faa­ liyetleri ise tehlike teşkil etmeye başlamıştır" <22) gerekçesiyle Ceza Kanun�'nun 1 63 . maddesinin yeniden gözden geçirilmesi ve ihtiyacı karşılayacak bir şekilde düzenlenmesi zorunlu sa-

21 . T.Z. Tunaya: lslamcJ/Jk Cereyam, s. 1 99, 1 95-1 988. 22. K. Arıburnu: Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısı, s. 347, 253, 258, 259.


KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN HiKAYESi

lll

geçen tartı şmalardı. <28) Meclisin I 05 . bideşiminde I 63 . maddeyle ilgili de­ ğişiklik yasası tartışılırken bir ara Osmanlı Hanedanının ma­ llarıyla ilgili soru önergesi günneme gelmişti . O zaman Millet Partisi'nin Meclis Grubu Reisi Osman Nuri Köni bilafeti ve buna bağlı olarak Şeriat düzenine olan gereksİnıneyi sa­ vunabilen bir kişi olarak dikkat çekti. <29) Osman Nuri Köni konuşmasında, Cumhuriyet sonrası din-devlet ilişkilerine de değinerek özellikle Türkçe Ezan, Türkçe Kur'an ve ibadet reformu gibi konuların tam bir din­ sizlik meselesi olduğunu söyleyerek, 1 6 3 . madde dini islama te­ cavüz ve mevcut haliyle laikliğe külliyen muhalefet olarak var­ lığını devam ettirmektedir, demiştir. <30) Millet Partisi<3 1 ) Meclis Grubu Reisi Osman Nuri Köni'nin konuşmaları, belki TBMM'de ı 924'lerden itibaren ya­ pılan ve Şeriat özlemini ifade eden ilk konuşmalarından biriydi. Çünkü meşhur 3 Mart ı 924 devrimlerinden sonra hemen her­ kesin sesi kesilmiş-kestirilmiş demek daha doğru- ve din aley­ hine olan "Tek Parti" uygulamalarına hemen hiç kimseden aleyhte bir hareket olmamıştı. B u bakımdan Osman Nuri Köni'nin çıkışı anlamlı bir çıkıştı. 25 yıllık bir aradan sonra yeniden Meclis'te İslam, din ve hilafet gündeme getirilmişti. Ayrıca Osman Nuri Köni'nin çıkışı, halkın dini duygularını de­ ğerlendirerek kitleselleşen Demokrat Parti'yi de konturpiyede bırakıyordu. Ve en önemlisi bu tür konuşmalar DP'nin dinsel

28. TBMM Zabıt Ceridesi, B. 1 04, 8.6. 1 949, O, 1 ,2,3. 29. Prof. Dr. Çetin Özek, Din ve Devlet s. 541 . 30. Prof. Dr. Çetin Özek, Din ve Devlet, s. 541 .


1 10

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

bile olsa- sık sık dine müracaat etmeleri dolayısıyla parti uy­ gulamalarını ve özellikle de "Altıok" prensiplerini yeniden göz­ den geçiı·meyi planlamak durumunda kaldı. "İbadet hüiTiyeti", " inanç hürriyeti " , "daha hür bir Diyanet İşleri B aşkanlığı" , "Dine daha çok önem verilmesi" gibi konular<26) özellikle kırsal kesim milletvekilleri tarafından CHP'nin 1 947 Kurultayı'nda gündeme getirilmişti . Hatta din bir "manevi gıda" olarak ni­ telendirilerek, bu gıdadan CHP'nin yeterince faydalanamadığı (CHP suçlanarak) dile getirilmişti. Kurultayda CHP Seyhan Mi­ lletvekili Sinan Tekelioğlu: "Din, hayatımızın iktizasıdır" ve "Maddeye tapan toplumu uyarmak, manevi ihtiyaçları tatmin etmek, ancak İsHim dininin kabul ettiği ahlak kanunlarını öğrenmek ve onları tedris etmekle mümkündür. . u(Z?) diyerek CHP'yi artık dine sıcak bakmaya davet etmişti. Ancak bir takım sağduyulu ve muhafazakar mi­ lletvekillerinin 1 947 Kurultayı'ndaki bu teklifleri hiç kaale alın­ mayınca, Kurultayın hemen ardından CHP'den büyük kopmalar olmuştu. M illetvekillerinin bir kısmı Demokrat Partiye ve bir kısmı da Millet Partisi'ne gitmişti . İşte böyle bir ortamda TBMM'de 1 63 . maddeyle ilgili de­ ğişiklik tasarısı gündeme gelince, Sinan Tekelioğlu gibi bir kısım CHP'li milletvekili için yeniden dini savunma ve din aleyhtarı uygulamalara son verilmesi gibi konulara değinme fır­ s atı çıkmıştı. TBMM'nin 8.6. 1 949 tarihli 1 05 . birleşiminin ve 9.6. 1 949 tarihli 106. birleşiminin I .2. ve 3. otururnlarında yapılan taı­ tışmalar bir yazıyla "Dini koruma" ile "Dine saldırı" arasında

26. Prof. Dr. Çetin Ozek, Devlet ve Din, s. 541 . 27. a.g.e. , s. 541 .


1 13

KEMALiZM İN TÜRKÇE EZAN HİKAYESi

görüşmeler ve bu görüşmeler esnasında partilerin durumu, din­ devlet ilişkilerinin 1 950 sonras ının filmini vereceği için önem­ liydi. 8.6. 1 949 ve 9.6. 1 949 tarihleri arasında iki gün süren06) konuşmaları, TBMM Zabıt Ceridelerinden ve o konuşmaların dinle ilgili bölümlerini tamamıyla veren Sebilürreşad der­ gisinden özetteyerek vermek istiyorum.

Tarihi 163. Madde Değiştirilmesi teklif edilen 1 63 . madde şöyle idi: Madde 1 63- "Türkiye laik bir devlettir. Devlet kan u nları , müesses her türlü

nizam,

millet ve

memleketin

gerçek ih­

tiyac ı n ı n ve b i r lüzum ve ica b ı n karş ı l ı ğ ı ve ifadesidir. Kanun ve nizamlar, devletin kuruluşunda hakim olan asla esasa uygun ve onun yara r ı n a o l u r. Bunların devletin esas prensiplerine ve temel ilkelerine aykırı b i r asla dönüştürülmesi hiçbir su rette düşün ülemez, caiz görülemez. Bunun için laikliğe aykı rı olarak sosyal ve iktisadi veya si­ yasi veya hukuki nizarnları kısmen de olsa dini esas ve in­ ançlara uydurmayı hedef tutan her hareket kanun ile ceza-ı m üeyyide haline a l ı n m ışt ı r . "

İşte bu kanunda yeterince açıklık göremediğinden ve dini çalışmalara gerekli ceza verilmediğinden CHP ile DP el ele vererek kanunun şu şekilde değiştirilmesini teklif etmi şti: Yürürlükteki madde; "Devletin emniyetini ihlal edebilecek harekete halkı teşvik" unsurunu ihtiva ettiği için, uygulamada tabii olarak b u unsura uygunluk aranmakta ve b u itibarla d a ön­ lenmesi gereken b i rçok fiiller müeyyide d ı ş ı nda kalmaktad ı r.

36. TBMM Zab1t Ceridesi, B. 1 04-1 05, 0. 1 .2.3., 8.6. 1 949 ve 9.6. 1 949.


1 12

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

görüşleri muhafaza için değil, CHP iktidarına muhalefet için var olduğunu da ortaya koyuyordu. Nitekim DP'nin kurmaylarından Celal B ayar'ın Me­ clis'teki 1 63 . maddeyle ilgili değişiklik tasarısı görülmezden önce laiklikle ilgili İzmir'de verdiği bir demeç, DP'nin dine olan bakış açısını da sergiliyordu.

\j......._,Celal B ayar, İzmir konuşmasında çok net olarak "Şeriatı

yaşatmayacağız ! "< 32> devleti dindarların baskısından kur­ taracağız ve bunun için de 1 6 3 . maddeyi yasallaştıracağız ! "Şe­ riat isteklilerine göz yummayacağız ve onları ezeceğiz" <33 ) gibi ifadeler kullanınca geleneksel dinci kanatların fevkiilade tep­ kisini almış ve DP içerisindeki dini ağırlığı olan mi­ lletvekillerinin zamanla Millet Partisi'ne geçmelerini sa­ ğlamıştı. <34l Hatta bu konuşma, 1 6 3 . maddenin değiştirilmesi ile ilgili yasa tasansı 8 . 6 . 1 949 tarihinde Meclis'te görüşülürken, muhtıra olarak yine DP tarafından savunulunca o zamanın dini yayınları, " CHP; DP el el " , "CHP ve DP dine karşı ortak si­ yaset gütmek için birleştiler ! " <35> diyerek Demokrat Parti'nin tavrını eleştirmişlerdi . Çoğulcu Demokrasiye geçişte inananlara karşı sürekli bir "Demoklesin Kılıcı"nı oluşturacak olan 1 63 . maddeyle ilgili 1

3 1 . 1 948 yılında lslilmcı bir grubun Demokrat Partinin din politikasını be­ ğenmeyerek DP'den ayrılarak kurdukları Millet Partisi, kapandığı zamana kadar genellikle "muhafazakar" politikalarına devam etmiştir. 32. Prof. Dr. Çetin Ozek, Devlet ve Din, s. 541 . 33. Sebilürreşat, sayı. 39, Eşref Edip, "Şeriati Yaşatmamak" 34. Celal Bayar'ı n sözlerine karşı oluşan tepki için bkz. Raif Ogan, "Bayar ve Laiklik" Sebilürreşat, sayı 47, Eşref Edip, "Bayar ve eriatı Yaşatmamak", Sebilürreşat, sayı. 39, "Demokrat Partinin Din Siyaseti", Sebilürreşad, sayı 27, "Partinin Din Siyaseti", Sebilürreşad, sayı. 76. 35. Sebilürreşad, c.2, sayı 48, Haziran 1 949.


1 15

KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKAYESİ

f ı kra, madde de üçüncü f ı kra olarak aynen kabul edilmiştir. 2- Dini, dini hissiyalı ve dince m u kaddes say ı lan şeyleri alet ederek propaganda yapmak: Tasarı , bu hususta poropagandan ı n cezal a n d ı r ı l m as ı için üç türlü maksat güdülmüş olması gerektiği h ü k m ü n ü ihtiva eder: Siyasi maksat, şahsi nüfuz tesisi maksad ı , şahsi menfaal temini maksad ı . Bu

konuda

üzerinde

geniş

müzakereler

m isyonumuz aşağıda yaz ı l ı esasları kabul

yapan

ko­

ve maddeyi buna

göre tadil etmiştir. a) Ul.ikliği sarsmak maksadı ile dini veya dini hissiyalı veya dince mukaddes sayılan şeyleri alet ederek propaganda suç sayı l m ıştı r. Devlet nizarn ı n ı dini esas ve

inançlara uy­

durmak, laikliği sarsmak demektir. Bu itibarla, birinci fı krada ya­ z ı l ı amaçlarla cemiyet kurmak suç sayıldığı gibi b u maksaliarta propaganda yapmak da bu fı kra ile m ü eyyide altına a l ı n m ı şt ı r. " b) Bu umumi unsuru d ı ş ı nda, laikliği sarsmak, devlet nizamları n ı dini esas ve inançlara uydurmak maksad ı , tahakkuk etmek de dini veya dini hissiyalı veya dince m u kaddes tan ı nan şeyleri alelitlak siyasi menfaatlere alet edilerek propaganda ya­ pılması suç say ı l m ıştır. c) Genel laikliği sarsmak maksadı d ış ı nda olsa dahi, şahsi n üfuz tesisi maksadı ile dini veya dini hissiyatı, veya dince mu­ kaddes tanınan şeyleri alet ederek propaganda yapmak müey­ yide altına a l ı n m ıştır. H ü kümet tasarısında mevcut olan " Şahsi menfaal temini maksad ı " ile dini veya din'i hissiyalı veya dince m u kaddes !a­ n ı lan şeyleri alet ederek propaganda yapmak" illibasa yol aça­ cağ ı düşünülen madde ş ü m u l ü n ü n d ı ş ı nda b ı rakılm ı şt ı r ve ce­ zayı müstelzimdir. d) Söz, yazı, resim v.s. vasıtalarla yayılan fikri n , kanunda cezalandırılan maksatları istihdaf edip etmediği h ususu, pro­ paganda yapan şahsın hal ve mazisine, yayılan fikirterin ma­ hiyetine göre isabetle takdiri gereken en mühim noktadır. Propagandan ı n alen iyet unsuru dolayısıyla, b u fikirleri yay-


HASAN HÜSEYİN CEYLAN

1 14

Tasanda teklif olunan madde iki esas hükmü ihtiva et­ mektedir: 1 - Laikliğe aykırı olarak devlet nizarn ı n ı dini esas ve in­ ançlara uydurmak maksadı ile cemiyet teşkili. Laikliğin iki cephesi vardır. Vatandaşların diledikleri dini in­ anca sahip olabilmelerini temin için vicdan h ü rriyetini masun tut­ mak ve (Devlet niza rn ı n ı dini esasların müdahalesinden ko­ rumak) (Devlet nizarn ı n ı dini esaslara uydurmak isteyen bir cemiyet, vicdan h ü rriyeti ile dilediği dine intisap etmesi ancak, devlet nizarn ı n ı n dinlerin müdahalesinden masun kalması ile m ümkün o l u r. Bu itibarla devletin içtimai, iktisadi, siyasi veya huku ki ni­ zam ı n ı dini esaslara uydurmak maksad ı n ı g ü den cemiyet teşkili bu madde ile yasaklan m ıştır. Maddedeki "laikliğe aykırı olarak" ibaresi, devletin siyasi veya hukuki niza rn ı n ı değiştirmek ve onun yerine kanunen caiz olan diğer fikirlerin uygulanmas ı n ı isternek yolundaki fikri ça­ lı şmaları

maddenin

şümulü

·

dışında

b ı rakmak

için

ko­

nululmuştur. Laikliğe aykırı olmayan siyasi ve hukuki ilkelerin 1 4 1 . nci maddenin 2 . nci fı kras ı ndaki y ı k ıc ı l ı k hariç bir cemiyetin proğramı nda yer alması gayet tabiidir. Maddedeki "kısmen de olsa" ibaresi, laikliği koriırf\a yo­ lunda kabul edilen suç unsurlarına gerekli olan şümulü vermek için kullan ı l m ı şt ı r. Devlet niza rn ı n ı topyekün dini esaslara uy­ d u rmak iddias ı n ı n dış ında, ise niza rn ı n ı n yalnız bir kısm ı n ı bu gayeye çevirmek için kurulacak!! . . . Bir cemiyetin madde h ü k­ m ü n den lıariç kalması istenemez. Yer yer kurulacak bu gibi ce­ miyetlerin çalışmaları mecmuu binnetice devlet nizarn ı n ı 1op­ yekün dini esaslara uydurmak demek olacağı tabiidir. Maddeni n ikinci fıkrası, bu gibi cemiyatiere girenleri veya gi rmek için yol gösterenleri cezalandı rmaktad ı r. rilecek

"bir

yıldan

yedi

yıla

kadar

hapis

Bunlara ve­ cezas ı "

ko­

misyonumuzca, altı aydan aşağı olmamak üzere hapse çe­ vrilmiştir. 1 4 1 .nci

maddeye

kıyasen,

dağıl maları

emredilen

ce­

miyetleri yeniden tesis edenlere verilecek cezayı gösteren bu


KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

1 17

sahte nam altında veya muvazaa şeklinde olsa dahi yeniden tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare edenler hakkında ve­ rilecek cezalar, üçte birden eksik olmamak üzere arttırı l ı r. Siyasi menfaat temin veya şahsi nüfuz tesis eylemek veya her ne suretle olursa olsun laiklik esas ı n ı sarsmak maksadı ile dini veya dini hissiyatı veya dince m u kaddes sayılan şeyleri alet ederek her ne suretle olursa olsun propaganda yapan veya tel­ kinde bulunan kimse, bir y ı ldan beş yıla kadar ağ ı r hapis cezası i le cezaland ı r ı l ı r. Yay ı n yeri veya yayın vasıtası veya yayın ko­ n usu bakı m ı ndan az zarar umulan hallerde fai line 6 aydan 2 y ı l a kadar hapis cezası verilir.

Bu maddede yaz ı l ı olan ce­

m iyetler hakkında 1 4 1 . maddenin son fı krası hükmü yürür." 1 4 1 . maddenin son fı krası ise, iki kişinin dahi birleşmeleri ile cemiyetin vücut bulacağ ı n ı ifade etmektedir" (1 O Haziran 1 949-5439 say ı l ı ek Ceza Kan unu)

Tabii kanunun bu şekle dönüştürülmesi inançlı mi­ lletvekilleri için bardağı taşıran son damla olmuştu . Mi­ lletvekilleri arasında şiddetli bir tartışma ortamı oluşmuştu . Ceza kanununun bazı maddelerini değiştiren kanun ta­ sarısının 1 6 3 . madde ile ilgili sözkonusu müzakerelerinde ilk sözü alan Millet Partisi Meclis Gıubu Reisi Osman Nuri Köni, laiklik hakkında uzun uzadıya izahlardan sonra, biz de laikliğin tamamen tatbik edilip edilmediği mevzuunu ele aldı. Diyanet şleri ve Evkaf bütçesinin hükümetçe hazırlandığı, dini tedrisat işleri ile Milli Eğitim B akanlığı'nın meşgul olduğunu söyleyen Köni: " - Laiklik bu mudur?" dedi ve şöyle devam etti: "- Türkiye'de Hristiyanlar, Museviler var. Dini işlerini cemaatleri görür. Bütçeleri buraya geliyor mu? işlerine ka­ rışıyor muyuz? Bu ayrılık, gayrılık nedir? Onlar, bu sahada


HASAN HÜSEYİN CEYLAN

1 16

mak isteyenler daha çok münferit ve gizli çalışma yoluna sap­ m ışlar; söz ve hareketle bu maksatları telkin madde d ı ş ı nda kal­ d ı ğ ı için faaliyetlerini bu yolda göstermişlerdir. Maddenin üçün­ cü fı krası

ile telkin de müeyyide

alt ı n a a l ı n m ı ş bulun uyor.

Komisyonumuz, "işlemle telkin" yerine "her hangi bir fiil ve ha­ reketle telkin" ibaresini yazmakla. söz söylemeden, bu fikirleri fiili örnekler vererek telkin edenlerin de müeyyide içine alın­ malarını sağlamak istemiştir.

163. Maddenin Zulmü Böyle Başladı Kısaca değiştirilmek istenen 1 6 3 . madde ile Müs­ lümanlar öyle bir cendereye sokulmak istenmiştir ki, laikliğe aykırı bir söz söylenmezse bile, Müslümanların Islami dü­ şüncelerinden dolayı ve yaptığı fiiller dolayısıyla ce­ zalandırılmaları sözkonusu olmuştur. Nitekim böylesine ağır ve hukuk dışı bir uygulama in­ anan i nsanlara 1 63 . madde var olduğu müddetçe zulm etsin için CHP ve DP koalisyonuyla yasalaşıvermişti. Milletvekillerinin tenkit ve taklitleri de TBMM salonlannda bir " hoş seda" olarak kah vermiştir. İşte böylesine inanan kesimlere en geniş manada in­ ançları dolayısıyla cezalandırılacak olan madde kanuniaşmış haliyle şu şekle bürünmüştür: Madde 1 63- Laikliğe aykırı olarak devletin içtimai veya ik­ tisadi veya siyasi veya h u kuki tem e l nizarniarını kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacı ile cem iyet tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse, iki y ı ldan yedi yıla kadar ağ ı r hapis cezası ile cezalan d ı rı l ı r. Böyle cemiyatiere girenler ve girmek için başkalarına yol gösterenler, 6 aydan aşağı ol­ mamak üzere hapis cezası ile cezalandı rı l ı rlar. Dağı lmaları emir edilmiş olan yukarıda yaz ı l ı cemiyetleri


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKAYESİ

1 19

Dinsizlik Diktotoryası Bu sırada Başbakan Şemseddin Günaltay'ın gülmekle ol­ duğunu gören Kbni, şöyle devam etti: "- B akın gülüyor, ben gülmüyorum. B aşbakan, bizimle, milletle istihza etmektedir. O bu haliyle demokrasi, balık ka­ vağa çıkınca olur, demek istiyor. kinci Abdülhamid de tatlı tatlı konuşurdu. İşte bu İkinci Abdülhamid, Mithat Paşa'ya ayağa kalkar, elini öper, ona "ba­ bacığım" derdi. Bu hareketi ile Mithat Paşa'yı hakikatte milleti kafese koyuyordu. Tarihte Mithat Paşa'nın akibetini bilirsiniz. İkinci Hamid, istibdadını ve tahakkümünü din üzerine yapardı. Şimdi ise dinsizlik üzerine yapılıyor. Gaye birdir: İstibdat ve ta­ hakküm . . . Sonra, bu manevralara siyaset diyorlar, akıllarına şa­ şarım . " Osman Nuri Köni, sözünün bu kısmında gene B akanlara şöyle hitap etti . "- Ey genç bakanlar, siz isterseniz memlekete faydalı ola­ bilirsiniz ! Hayat fanidir. B en belki 5 dakika sonra ölebilirim. Debdebeye, saltanata güvenmeyiniz." Osman Nuri, bu sefer: "- Başbakan, sana geliyorum . . . " diyerek şunları söyledi : " - Senin de benim gibi bir ayağın çukurda. B urada birkaç günlük ömrümüz . kaldı. Gittiğİn yol yanlıştır; hak yol, adalet yolu, değildir. Şimdi adli baskıyı da icad ediyorsunuz, milleti esir ve köle yaşatmak istiyorsunuz. " Köni'nin s o n hitabı şu oldu: "- B üyük Millet Meclisi'ne hitap ediyorum ve vic-


1 18

HASAN HÜSEYiN CEYLAN

daha mümtaz yaşıyorlar demektir. İbadetin şekline de karışıyoruz: Şöyle karnet getirilecek, böyle ezan okunacak diye . . . B una da hakkımız yoktur. Bu müdahaleler Anayasaya da, demokrasiye de ay­ kırıdır . " Hükümet prograrnının okunduğu celsede kendi sözlerine karşı B aşbakanın teessürünü ifade ettiğinden de bahisle: "- O zaman fiili İcraata intizar etmek lazım geldiğini be­ lirtmiştim. İşte seri halinde kanunlar geldi; daha da gelecektir. B unların bir maskesi var: Seçim kanunu, Başbakanın , o zaman sözlerime karşı beyan ettiği teessüründe samimi olmadığını şimdi ilan ediyorum. Hükümetin getirdiği bu tasarı ile vicdan hürriyeti ile lai­ klik ayaklar altına alınmaktadır. Ayrıca Anayasayı da heder ediyoruz. Rica ederim, tasarıyı tekrar tekrar okuyunuz. Güzel sözler arasında birçok fıkralar sıkıştırılmış. Ne din, ne de din­ sizlik istismar edilemez. Dinsizlik temel ittihaz ediliyor. Bu tasarı ise, dinsizliğe revaç vermektedir. İçindeki hü­ kürnlerde dini İsHl.rn'a tecavüz vardır. B aşbakan, demokrasi ge­ tirmek istiyor ama, onun asıl hedefi hürriyetsiz hürriyet ve hü­ rriyetsiz demokrasi kurrnaktır. Maksat, tahakkümü yaşatrnak, istibdatı tahkim etmek, halkı esir olarak, köle olarak ya­ şatrnaktır. Mernleketirnizde daha demokrasi doğmamıştır ve doğmadan da öldürülmeye çalışılmaktadır. B aşbakan, ötede beride, harıl harıl demokrasiden bahsediyor. Sadece alemi kan­ dırmak ve aldatmak için bahsediyor. "


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

121

Grubu'ndaki müzakeresinde ve netice grup üyelerinin umumi heyette parti disiplini kaydından muaf tutulduklarından bahisle memurlar hakkında mütenazir hükümler ihtiva eden tasarıdaki maddenin çıkarılmış olduğunu söyledi. Bu iki kanunun bir kül teşkil ettiğini kaydederek, yalnız halka ait kısmının meclise ge­ tirilmesini doğru bulmadı. Hele komünistlikle mücadele bahsine hemen hiç yer verilmediğini ileri sürdü. Oturduğu yerden, kendisine, tasarıyı okumasını tavsiye eden Naşid Fırat'a büyük bir asabiyetle: "- Sen sus, cahil adam, bu işi anlamazsın" diye bağırdı. Sinan Tekelioğlu ezcümle dedi ki" "- Bu kanunun Anayasaya uygun olduğunu bir tek insan söyleyebilir mi? Bu kanun ile arasındaki samimiyeti de ta­ mamen yıkacak, S ultan Hamid zamanını aratacaktır. Zaten ka­ nma söyledim : "Eğer bu kanun çıkarsa benden ümidi kes" dedim. Memleket için çok tehlikeli bir kanundur. Kaldı ki, artık İrticanın vaki olacağını düşünmek memleketi tanımamaktır. Komünizme göz yummak dindarları hapishanelere dol­ durmak korkunç vaziyet-Bir taraftan farmasonlar, diğer taraftan genç Hristiyanlar Teşkilatı, bir taraftan da bu kanunun tazyiki: Sinan Tekelioğlu, komünistliği sabit olan bazı kimselerin işleri başında kalmasına göz yumulduğu halde, memlekete sadık insanların: "Sen dinle alakalısın" diye deliğe h­ kılacağından bahisle, bir taraftan masonluk, bir yandan genç Hristiyanlar teşekküllerinin, bir taraftan da hükümetin bir ka­ nunla takibatından sonraki hali korkunç ve tehlikeli buldu. "Evet, memleket tehlikededir, dedi. Böylece saçma bir kanun çıkarsa emniyet, samirniyet de kalmıyacak. S ultan Ab­ dülhamid zamanı aranacaktır. Bu memlekette İrtica vardır diye


1 20

HASAN H Ü SEYiN CEYLAN

danlanmza müracaat ederim. Bu tasarı Anayasayı ayaklar al­ tın a almaktadır. Kabıılünüze layık değildir. Tarih karşısında reylerinizi şerefle kullanacağımza emniyetim var. " Millet Partisinin Meclis Grup B aşkanı, gene Başbakana dönerek sözlerine şöyle son verdi. Size bir şey söyleyeceğim: Kim darılırsa darılsın . Hü­ kümet-i Osmaniye'nin son zamanlarında, bilhassa mütareke de­ vrinde, memleketi asla sevmeyen bir sadrazam vardı: Damat Ferit, öyle değil mi? Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin Damat Ferid Paşası ise bu Şemseddin B ey'dir."<3 7> B undan sonra kürsüye, Müstakil Demokratlardan Hasan Dinçer geldi. Komünizme karşı yalnız ceza tehdidi ile tedbir al­ manın katı olmadığını, sonra sadece zevahir kurtarmaktan iba­ ret bir keyfiyet mahiyetinde kalacağını, 1 6 3 'üncü maddeye ge­ lince; bunun laiklik prensibini tehlikeye düşürecek bir mahiyet taşıdığını, bilhassa vicdan hürriyetini zedelediğini anlattı ve uzun konuşmanın sonunda aceleye gelmiş olan bu tasarının ko­ misyonlarda yeniden incelenmesinin lüzumlu olduğunu söy­ ledi.<38> Halk Partisinden Sinan Tekelioğlu, tasarıyı şiddetle ten­ kid etti. Aşırı solcu ve sağcı tabirlerinin suistimale müsait ol­ duğunu, hakkı kazanan müstakil olması lazım geldiğini be­ lirterek dedi ki: "- Tarihi, mühim ve tehlikeli bir kanunu müzakere etmek üzereyiz" diye söze başladı. Bu mevzunun, CHP Meclis

37. TBMM, Tutanaklar Dergisi, Devre V I I I , c.20, s. 575, Sebilürreşat, c.2, s. 48, Haziran 1 949. 38. TBMM Zabıt Ceridesi, 1 05 . Birleşim. 8.6. 1 949 tarihli konuşma.


- -- -----------�

KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

1 23

"- Bu tasarı ortada iken, Müslümanların, dini esasları ele alarak, kendi aralarında konuşmaları dahi suç olur, hucüm ve iftiraya maruz kalırlar, dini mukaddesatı öne sürmek suç teşkil ediyor da, aynı esasa göre dinsizlik niçin ele alınmıyor? Bu va­ ziyet, dindarların ellerini kollarını bağlayıp üzerlerine dinsizleri saldırtmak demek değil midir?" dedi ve aşırı sokulan hedef tutan maddelerdeki cezaların daha hafif olduğunu ileri sürürek sağcılara daha fazla yüklenildiğini kaydetti : " - B u Müslümanlar, komünistlerden daha mı kötü?" dedi. Muammer Alakant, maddedeki bir hükmün komünizm aleyhtarı propagandayı dahi engeller şekilde olacağını iddia etti. Hatta bir adam din esaslarına dayanarak hırsızlık aleyhinde bulunur ve Kur'an'da yazılı olduğunu ileri sürerse bu telkinin suç sayılabileceğini kaydetti ve arkadaşlarıyla birlikte, bu ta­ sarının, yeniden gözden geçirilmesi için komisyona havatesini isteyen bir takrir hazırladıklarını bildirdi; önergeyi başkanlığa verdi.< l ) "-Mesele, parti meselesi değil, memleket meselesidir. B izim milletimiz demokrasiyi benimsemiştir ve düşmandan gözü gibi korumak azmindedir. B unun için düşmanlada mü­ cadele elzemdir. Ancak, demokrasiye taarruz türlü türlü olur. Demokrasi prensibine uygun olmayan kanunlar da demokrasiyi yaralar. Hukuki prensipler, hiç bir mülahaza karşısında feda edilemez. Anayasa vatandaşa fikir, vicdan, söz, cemiyet teşkili ve toplantı hürriyeti temin etmiştir. B unlara karşı bir tatbikat yolsuzluğuna meydan verecek iltibaslı, kanun formülleri kabul edilemez. O zaman demokrasinin düşmanları değil, kendisi ya­ ralanmış olur . " 4 1 . TBMM, Tut. Der. Devre VIII, c. 1 6.


1 22

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

düşünmek, milleti tanımamak demektir. Komünist oldukları sabit olanların b irçoğu iş başındadır. B u kanun geri alınsın . " (39)

Reşad Aydınlı da 1 6 3 . maddenin fevkalade elastik ol­ duğunu göstermek üzere bazı misaller verdi. Mesela Avru­ pa'dan kürk getirmeye döviz bulan hükümet, Hac yolunu neden kapar, denecek olsa bunun suç sayılacağını ileri sürdü. Tasand a ısrar edilmeyerek komisyona geri verilmesini istedi. Israr edi­ lirse kanunun muhalefeti imha için kurulmuş bir tuzak ol­ duğunun teeyyüd edeceğini ilave etti.<40l

" Müslümanlar Komünistlerden Daha mı Kötü! " B ingöl Milletvekili Feridun Fikri Düşünsel, Osman Nuri Köni'nin, "Tasarı dini İsHim'a tecavüzdür" mahiyetindeki söz­ lerine uzun uzadıya cevaplar vererek, Müslüman çocukları ta­ rafından Müslüman dinine karşı böyle bir tasarının ha­ zırlandığını ummayı ancak şuur eksikliğine hamletti. Muğla Milletvekili Necati Erdem: "- S ayın Feridun Fikri üstadımız, madde üzerinde ko­ nuşmayı emretti . B u emre imtisal ediyorum" diye söze başladı ve maddeler üzerinde mütalaalar yürüttü. Evvela " B ir sınıfın diğer sınıf üzerine tahakkümü" ibaresini ele alarak: "- Tahakküm nedir? Mahiyeti nedir? Hudutları nedir? Hangi fikirler tahakkümün çerçeve hududuna dahil, hangisi bundan hariç kalır?" dedi . Bütün fıkraları muğlak ve müphem buldu: 39. 40.

TBM M , Tutanaklar Dergisi, c.20, s. Sebilürreşat, Haziran 1 949.

579,

Devre V I I I .


KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN HİKAYESi

125

bulunuyorlardı. Şemseddin Günaltay : "- Sizin bizzat bakışınız bana, bu durumdan üç defa şi­ kayet etmiştir. Daima İrtica endişesinden bahsetmiştir" deyince gene gürültüler oldu Günaltay : ". Sizlere mi, Başbakanınıza mı, hangisine inanalım? Samimi olunuz efendiler" dedi. Demokratlar bağırışıyorlardı. Şemseddin Günaltay : "-Kendisine hücüm etmedim. Sadece söz söyledim." Demokratlar, hep birden bağırışıyorlardı. Ş emseddin Günaltay: "-Efendim, konuşmamız sırasında İrticadan şikayet etti : " Kanun yapacağım" dedim. Bunu anlatıyorum. S izin baş­ kanınızın aleyhinde bulunmadım" diye tekrar etti . B aşbakan: -muhalif, bütün memleket bilmelidir ki, hü­ kümetin tek hedefi, huzur ve sükunu muhafazadır ve bu huzur ve sükün için de demokrasinin temelini teşkil eden kanunları ilme ve tecrübeye uygun şekilde hazırlamaktır. Ş imdi gö­ rüştüğümüz kanun, belki de hiç tatbik edilmeyecektir. " B azı muhalif miletvekilleri: " -Yani tehdit makamında . . . " deyince, B aşbakan " -Evet hainleri korkutmak için" diye bağırdı. Şahsından bahsetmeseydi, cevap vermiyeceğini söyleyen Günaltay, Yargıtay üyeliğine kadar çıkmış olan Osman Nuri Köni'nin vicdan hürriyeti hakkındaki anlayışı karşısında duy­ duğu hayranlığı, hayretini belirterek: " -25 senedir bu memlekette değil miydiniz? Nerede ya-


1 24

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Demirelli, iki kişinin birbiriyle konuşmasının dahi ce­ miyet teşkili sayıldığını, bu kanunun acele tanzim edildiğini, tatbikatta birçok suistimaleri mucib olacağını, birçok va­ tandaşları mağdur edeceğini belirterek: "- Şu halde mesele, sadece bir reaksiyon meselesidir" dedi ve bu müzakereterin maddeler üzerinde açılmasını daha uygun gördü. B u sırada B aşbakan Şemseddin Günaltay söz istedi ve kürsüye geldi, dedi ki: " -Huzurunuza sunulan tasarı hakkında, karşı parti men­ subu arkadaşlarımın sözlerini dikkatle dinlediğimden, mem­ leket ve parti duygularından bahsederek dedi ki: "- İrtica yoktur" diyorlar, bunu ben de kabul ediyorum. Ancak komünizm, irtica siması halinde tezahür edebilir, ettiği yerler de vardır. Fenalıkların olmasını hep birlikte istemiyoruz. Fakat bunu önleyecek kanunu yapmalıyım" diyor. Bu tasarıtarla kimseyi asmıyoruz, kesmiyoruz. Hadise çıkmadan, fiili sabit ol­ madan hiç kimse mahkum edilecek değildir. Bu kanun, de­ mokrasiyi öldürmek için değil, yaşatmak için getirilmiştir. Bir memlekette huzur ve sükun olursa herkes fikrini serbest serbest söylemek imkanına malik olur."<42) Ahmet Veziroğlu (Afyon)- Bu kanunla deği l ! B u sırada muhalefet sıralarında başlayan gürültüler art­ mıştı . Demokrat milletvekillerinden bazıları, ayağa kalkarak B aşbakanın sözlerinin samimi olmadığını belirten hareketlerde

42. Sebilürreşat, c.2, Haziran 1 949.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

1 27

Vahdetllerin belİrınesine meydan vermemek içindir ki, bu ka­ nunu getirdik. Hedefimiz budur" dedi . "Vicdanın manasından bahsettikten sonra laisizme ge­ lince ; bizim anlayışınıza göre, laisizm, devlet işlerine yani mi­ lletin hayati kanuniarına esas olarak başka menbalara müracaat etmeksizin Büyük Millet Meclisi'nin hükümlerini sağlamaktır. Din ile dünyayı ayırmanın manası budur. Laisizmi; dünya iş­ lerine dir. i;lerini karıştırmamak diye tarif ediyorlar ve bundan laisizmin bir nevi dinsizlik olduğu neticesini çıkarmak is­ tiyorlar. Fakat bizim anlayışımızda laisizm, bizim h ayata ait bütün kanunlarımızı ancak B .Millet Meclisi yapar demektir, başka hiçbir menbaa istinad etmeyiz demektir.

Açıkça izah edeyim, daha şu demektir: Arabistan'ın Hicaz bölgesinde yetişmiş olan İmaını Malik'in bin bu kadar sene evvel, o zamanın ve o muhitin icap ve ihtiyacına göre yap­ tığı içti hadiara ittiba edecek deği liz. Gene söyleye-yim, A fri­ ka'da herberiler arasında yaşayan İmam Hanbel'in mem­ leketinin icap ve ihtiyaçlarına göre kurduğu esasları kabul edecek değilim. B izim kabul edeceğimiz kanunlar, bu mem­ leketin en güzide evlatları olarak seçilip B . Millet Meclisi'ne gelen, milletvekillerinin tanzim edecekleri kanunlardır."

Gelelim Din Meselesine "Şimdi gelelim din meselesine: B unun haricinde herkes vicdanen hürdür, inandığı şeye hür olarak inanır ve biz müslüman olmak itibariyle, Hazreti Mu­ hammed'in din olarak telkin ettiği herşeye inanıyoruz ve ona göre ibadetlerimizi yapmakta serbest bulunuyoruz. Din de bu demektir. Evet, ibadette hürüz, hiç kimseyi camie gitmekten menetmiyoruz. (Osman Nuri Köni'ye hitaben) Yahudilere ağı-


HASAN HÜSEYiN CEYLAN

1 26

şadınız" dedi. Bu sırada Osman Nuri, oturduğu yerden: "Sizinle beraber Türkiye'de yaşadım", dedi. B aşbakan; "Bu dedilmemiştir." dedi.

kanunla

Müslümanlığa

kas-

Osman Nuri Köni : " -Sen kasdediyorsun" diye bağırdı. Şemseddin Günaltay, mam Hatib mektel;ıleri açan, ilahiyat Fakültesi kuran bir hü­ kümet başkanına bu isoadın yapılamayacağını anlatırken, hayli asabileşmişti . Osman Nuri Köni'ye hitaben: " -Vicdanını öne al ! " diye bağırdı. Osman Nuri Köni de; "-Küstah sensin" diye karşılık verdi. Günaltay: "-Ben küstah demedim" diyerek sözlerini te­ krarlad ı . B a n a hiç kimse Müslümanlığa kasdeden adam diye hitap edemez. Ben bilerek i n anan bir Müslümanım. Seni de her­ k eı, bilir, bı.:ııi de. " Osman Nuri: "-Yalancı ! riyakar ! " Şemseddin- Kendi vasfınızı söylüyorsunuz. Bu kanun inşallah tatbik edilmez. Bu kanun üzerinde karşı parti mensuplarının endişeye düşmelerine mahal olmadığını belirtirken: " İnşallah tatbik bile edilmez. Fakat, asayişi mu­ hafazadan hükümet mesuldür. Eline böyle bir şey vermezsen icabında vazifesini yapamaz. O zaman da mesuliyet hükümete değil, bu kanunu reddedenlere ait olacaktır" dedi. Osman Nuri Köni'nin Damat Ferit teşbihine cevap olarak sadece şunları söyledi : " -Damad Ferit gibi hilafet ordusu kuranların ve Derviş


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

1 29

imiş gibi konuşma yapmıştı . B unun için olsa gerek en çok al­ kışı da CHP'li mil letvekillerinden almıştı . CHP'de nasıl Prof. Dr. Şemseddin Günallay din uz­ manlığı ve adeta din danışmanlığı yapıyorsa, Prof. DR. Fuad Köprülü de öylece DP'nin din uzmanlığını ve din düşmanlığını yürütüyor gibiydi . Bu herkesçe bilindiği içindir ki, halk kesimi Köprülü'nün 1 63 . madde ve İrtica ile ilgili konuşmasını DP'nin dine bakışı olarak görmüştü . Ve tabi Sebilürreşat sahibi ve başyazarı Eşref Edib'in de söylediği gibi bu konuşmalar CHP ile DP'nin konu laiklik ve 1 63 . madde olduğunda hemfikir ol­ duğunu ve inanan kesime karşı tavır alabileceklerini gös­ termişti . Fuat Köprülü'nün konuşmasını DP'nin dine bakış açısını sergilernesi açısından TBMM'nin I 05 . B irleşimin otu­ rumundaki şekliyle buraya aynen almak istiyorum: <43> Fuad Köprülü ( I stanbul)- "Muhterem arkadaşlar, eğer dün kanunun müzakeresi esnasında bi rkaç noktadan Başbakan' ı n ileri s ü rdüğü bazı mütalaalar olmasaydı söz almaya h i ç lüzum görmeyecektim. Fakat Başbakan'ın söylediği bazı sözler va­ kıalara uygun değildir. Onun için her halde ortada bir s u i te­ fehhüm olduğu veyahut da o esnada arkadaşlar konuşurken, başveki lin bulunmad ı ğ ı anlaşıl ıyor. Ondan dolayı bu ciheti izah için, müsaadenizle bi rkaç söz söyleyeceğim. Başbakan dediler ki; Demokrat Parti Başkanı komünistlik ve irticaa karş ı . mücadele hususunda, onlara karşı icabeden şid­ detli tedbirleri alma hususunda, benimle müttefiktirler. Bunu ilave olarak da bazı Demokrat Partili Mil letvekillerinin sözlerinin buna aykırı düştüğünü ve bu suretle konuşan m i l letvekillerinin maksatlar ı n ı anlamad ı ğ ı n ı halbuki samimi olmaları, lazım gel­ diğini ilave ettiler.

43. TBMM Zabıt Ceridesi, 9.6.1 949, B. 1 05, 0.2, s. 643.


1 28

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

zının suyu aktı. Halbuki müslümanlar da onlar gibi serbestçe camilerine gidiyor ve ibadetlerini yapıyorlar. B u memlekette hiç kimse müslümanların ibadetlerine mürnanaat edemez, ede­ meyecektir de. B izce müslümanlık dinin ana hükümleridir sonradan uy­ durma hurafeler değildir. Din hükümlerine tamamen riayet eden bir müslümana bu memlekette h iç kimse müdahale edemez. " Müzakerenin ikinci günü Demokrat Parti narnma söz söy­ leyen Prof. Dr. Fuat Köprülü, uzun bir hitabede bulunmuş, bu kanunu çok hararetli bir surette müdafaa etmiş, adeta bu ka­ nunu kendileri teklif etmiş gibi benimsemiş, bundan dolayı Halk Partisi kendilerini alkışlamış, B aşbakan Demokrat Par­ tinin bu kanuna tamamiyle mutabık olduğunu, esasel} Demokrat Parti, laiklik esasını ötedenberi muhafaza ve müdafaa ey­ lediğini, komünizmin müslüman memleketlere, bilhassa mü­ teassıp muhitlere yeşil sarık sararak girdiğini beyan etmiş ve bu beyanı bilhassa Halk Partisi tarafından şiddetle al­ kışlanmıştır. Sonra laikliğin Cumhuriyet'in temellerinden biri ol­ duğunu, uzun zamandan beri yapılan fikri ve fiili mücadelelerin mahsulü olduğunu, bu prensip ortadan kalkarsa fikir hü­ rriyetinin ne kadar darlaşacağını talıminin güç olduğunu, bu sa­ yede kimsenin kimseye dinsizlik isnad edemeyeceği, Demokrat Parti'nin bu kanuna tabiatiyle taraftar olduğunu söylemiş, De­ mokratlar ve Halk Partiler tarafından müştereken sürekli surette alkışlanmıştır. Prof. Dr. Fuad Köprülü, Demokrat Parti adına ko­ nuşurken aslında tüm CHP'li milletvekillerinin de alkışladığı gibi halkın DP'den beklediği şekliyle değil, sanki bir CHP'li


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

ihanet

şebekesi

halinde

tecelli

etmiştir.

131

Bu

itibarla

mem­

leketimizde bunun en ufak tecellilerine dahi m üsaade etmemek, bütün Türkler için, bir vatan borcudur. Kom ünizm, her memlekete, o memleketin icapları na göre, o memleketin psikolojisine göre propaganda yol l arı b u larak, türlü maskeler altına g i rerek nüfuz eder. Bundan çok evvel 1 924 senesinde, ondan dört sene kadar evvel, 1 9 1 9- 1 920 de Bol­ şevikierin şarkta ve bilhassa Islam memleketle rinde propaganda yapmak için nasıl usul takip etmeleri icabettiği hakkında bir ta­ limatnameleri n i tesadüfen okumuştum. B u talimatnameye göre ki, zaten akl ı n mantı ğ ı n icabatı da budur, kom ü n iz m müsl üman memleketlerine as ı l hakiki simasiyle yani dini, m i l l iyeti, aileyi, m ü l kiyeti, namusu ve haysiyeti inkar ederek, bunlar aleyhinde açı kça cephe alarak giremez: M üslüman memleketleri n e bil­ hassa taassubun hakim olduğu geri sahalara, baş ında koskoca bir yeşil sarık sararak g i re r (Soldan bravo sesleri). B undan iki sene evvel Istanbul'da Beyoğlu caddesinden geçerken Rus Sefaretinin önü ndeki vitrinde teşhir edilen pro­ paganda resimleri gözüme çarptı bakt ı m ; çok kocaman sarıklar ve muhteşem cüppeler. Gözüm de pek iyi görmüyor. Yaklaştım, altlarında kimisi mesela Özbek Şura Cumhu riyetin i n Reisi; ba­ ş ı n d a koskoca bir sarrk, birisi bilmem nerenin reisül ü leması, bi­ risi bilmem n e renin nesi. Hepsi bila istisna böyle b üyük mevki sahiplerini gösteren adamlar; hepsi çok büyük sar ı klar ve muh­ teşem cüppelerle mahalli ve dini kıyafetlerle gösteriliyordu. Arkadaşlar; bunun çok açık bir propaganda vasıtası ol­ duğundan

şüphe

edilebilir mi?

Dünyada,

her faaliyette bu­

lun mak istediği sahan ı n psikolojisine ve tarihi icaplarına göre hareket etmesini

en

iyi

bilen propaganda şebekesi,

m ües­

seseleri doğrudan doğruya komünist Rusya içinde bulu n ur ve orada bunun için hususi adamlar hazı rlan ı r. Arkadaşlar;

bu

itibarla kom ü nizme karşı korunma ted­

birlerini ihtiva eden bir kanunun irticaa karşı da ko runma ted­ birlerini ihtiva etmesi kadar tabii birşey olamaz. ı rtica ile d i n i bir­ birinden tamamen ayırmak icabeder. B u iki mefh u m u birbirine yaklaştırmak dine karşı büyük b i r h ü rmetsizlik olur.


HASAN HÜSEYiN CEYLAN

1 30

Arkadaşlar; eğer bu kanun hakkı nda partimize mensup olan arkadaşları m ı z ı n burada söylediklerini dikkatle dinlediyse, arkadaşları m ı z ı n H ükü metin getirdiği bu kanunla istihdaf ettiği gayede, yani memlekette komünizmi ve irticaı ezmek, ona mey­ dan vermemek hususunda tamamiyle mutabık kal d ı kları n ı an­ lard ı .

Onların itirazları , kanun maddelerinin bu gayeyi temin

edemeyeceği, yahut bunun d ı ş ı nda, (tazyik vasıtası olabilecek bir mahiyet taş ı d ı ğ ı dolayısiyledir) s ı rf bu noktadadı r. O itibarla arada hiçbir tezat ve samimiyetsizlik yoktur ve olamaz. Çünkü Demokrat Parti Reisi, kendisiyle görüştüğü esnada eldeki bu­ günkü kanunu görmüş değildir, umumi olarak, prensip olarak, ir­ ticaa ve komünizme Demokrat Partinin daima şiddetle m u arız olduğunu ve karşı d u rduğunu ifade etmişti (Brava sesleri ) . Arkadaşlar, yaln ız parti mizin başkanı değil, bütün men­ supları muhtelif vesilelerle matbuatta, nutuklarımızda ve Meclis kürsüsünde bu esas prensibirnizi daima tekrar edegelmişizdir. Çünkü, bizim proğra m ı m ızda laiklik esası şiddetle m ü dafaa ve muhafaza olunmaktad ı r. Dinin siyasete alet edilmesi memleket için büyük takbih olunm aktad ı r. Gerek komünizme karşı ve gerek faşizm, nazizm gibi diktatörlük teşekküllerine karşı h ü ­ rriyet hakkı verilemiyeceği, h ü rriyet düşmanı ideolojilere sahip olan bu mesleklerin h ü rriyeti yıkmak, baltalamak için h ü rriyetten istifade etmek hakları olamıyacağı da partimizin proğra m ı n d a sarahaten ifade edilmiştir. Arkadaşlar; görüyorsunuz ki biz ilk günden bugüne kadar sözlerimizde ve fiillerimizde daima proğra m ı mızda müdafaa et­ tiğimiz prensipiere her zaman açık ve samimi olarak bağlı kal­ d ı k, bundan sonra da ayn ı yolda devam edeceğimiz pek tabiidir. M uhtelif vesilelerle huzurunuzda bi rkaç defa kom ü nizmin bu mem leket için ve bütün dünya için nasıl büyük bir afet ol­ duğunu ve olacağ ı n ı ifade etmiştim. Bütün mukaddesatı y ı kan, namusu, şerefi, milliyeti ve insanlık haysiyetini o rtadan kal d ı ran ve bunu istihdaf eden kom ü n izm, bugün d ü nyan ı n en uzak kö­ şelerine,

Çin'e,

Şil i'ye

kadar,

tamamiyle

bir

Moskof

pro­

pagandası vasıtası ve Moskof siyasetinin aleti mahiyetini al­ m ışt ı r. Yani ideolojik, felsefi mahiyetini, esasen sakat olan, çürük olan bu mahiyetini de kaybetmiştir ve her yerde siyasi b i r


1 33

�EMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

çoktanberi kab u l etmiş oldukları umumi bir esastır. H atta

laisizmi

Fransa'daki

manasıyla

almayan

mem­

leketlerde bile, bizim laikl ikten umumi olarak, esas olarak an­ lad ı ğ ı m ı z mana yani din ile devlet işleri nin b i rbirinden ayrılması esası çoktan ve çoktan kabul edilmiş bulunuyor. Çünkü aksine imkan yoktu. Çünkü tarih, bu büyük esası kabul etmeyen m i ­ lletlerin şarkta ve ga rpta daima geri kal d ı ğ ı n ı n şahidi olm uştur. Laiklik yani din ve devlet işlerinin ayrı olması esası

slam ale­

minde de, bizim 25 sene evvel kurduğumuz laiklikle başlamış değild i r, arkadaşlar. i slam tarihini iyi tetkik eden şarklı ve garplı bütün müdekkiklerin, bütün alimieri n m üttefikan vard ı kları ne­ ticeye göre mesela Emevi ler Devleti, ashaptan olan Hazreti M uaviye tarafı ndan kurulmuş olan b u i slam saltanatı tamamiyle din ve devlet işlerini ayı rm ı ş , laik bir devlettir. Muahharan Ab­ basiler devrinde teokratik bir mahiyat almas ı n ı n sebebini yani saltanatın aynı zamanda halifefiğe yani halifeye ruhani bir ma­ hiyet verilerek

ruhani ve cismani iki kuvveti nefsinde to­ plamas ı n ı n sebebi de, yine I slam tarihi ile uğraşan müverrihlerin müttefikan bildirdiklerine göre, Bizans i mparatorluğunun bir ta­ kl idinden ibarettir. Biliyorsunuz ki; bütün bu işlerde, vakıa yeri değil ama kısaca arzedivereyim , tari h i n muhletif devirlerinde muhtelif Türk ve rıldığ ı n ı ,

slam Devletlerinde din ve devlet işlerinin ay­

hükümdarın,

hükümdar olmak sıfatiyle memlekette

kanun vaz'ı salahiyelini kendi uhdesine aldığın ı ve onun h ü ­ kümdar s ı fatiyle ç ı ka rd ı ğ ı kanu nların kad ı lar, kanun adamları tarafı ndan tatbik edildiğini görüyoruz. Bunun uzun tatsilatı var, ben acizane, biraz b u işlere merak ettim, meşgul oldum. Onun için inanmayan, kani olmayan arkadaşlar olursa, kendilerine ica­ beden izahatı vermeye müheyyay ı m . Arkadaşlar; görüyorsunuz k i , şu halde din i l e devletin ay­ rılması işi çok eskidir. H atta, Osmanl ı i mparatorluğu zanan ı n da da, bunun her zaman böyle olduğu iddia edilemez. Osmanl ı ta­ rihini tetkik edenler bilirler ki, mesela şeyhüfisfam l ı k , son a s ı r­ larda devletin en m ü h i m mevkii olan b i r nevi dini m u rakabe icra eden makam d a h i . 1 6 . a s ı rda teessüs etmiştir. Osmanl ı i m ­ paratorluğunda o n d a n evvel böyle b i r makam mevcut değildir. Arkadaşlar; ş u n u arzedeyim ki, bütün bunlar, tari h i n bu te­ crübeleri

meydandadır.

Avrupa'da

Kurunuvus'ta tarihini

dol-


HASAN HÜSEYİN CEYLAN

1 32

Propaganda daima hakiki maksad ı n ı maskeler altında giz­ ler. Din propagandası hiçbir zaman hakiki d i ndarlar tarafından yap ı lmaz. Dini kendi hasis menfaatlerine, adi arnellerine alet etmek isteyen simsarlar ve bezirganlar taraf ı ndan yap ı l ı r (Brava sesleri). Bakı n ı z , tarihi tetkik ediniz. 1 8 .nci as ı rd a Ruslarla yap­ t ı ğ ı m ız harpleri anlatan vakanüvisler yazarlar. Orduya ne ol­ duğu, nereden geldiği belli olmayan birtakım derviş kıyafetinde, hoca kıyafetinde adamlar gelir ve askerler aras ı n a girerlermiş; ve askerlere:

" Niye harb ediyorsunuz,

kumandanları n ı z sizi

satt ı , di nsiz oldu, onları b ı rakınız, yerlerinize gidiniz" tarzında propaganda da bulun u rlarm ı ş. Görüyors u n u z ki arkadaşlar ya­ pılan bu propagandalardaki usuller yeni icatlar değildir. Çarl ı k zaman ı n dan kalma eski icatlard ı r. Fakat n e kadar yaz ık k i , onlar dedelerinin eski icatlarını u n utmayıp onu tekemmül ettiriyorlar; biz, kendi tarihlerimizde yaz ı l ı olan hakikatleri, maalesef yüzde 90, hatta 95'imiz u n utmuş b u l u nuyoruz. Arkadaşlar: laiklik esa s ı , hiç şüphe yoktur ki, bugünkü Cumhuriyetimizin

bugünkü

Türk

cemiyetinin

temellerinden,

esasları ndan biridir ve uzun zamandan beri yap ı lan fikri ha­ z ı rlıkların

ve

ondan

sonra

fiiliyat

s a h as ı nda

yap ı lan

mü­

cadelelerin, bazen ileriye, bazen geriye d o ğ r u at ı lan adımların m uvaffak olmuş ve yerleşmiş bir eseridir. Laikliği biz tamamiyle mesela Fransa'da anlaşı ldığı manada d e ğ i l , daha mahdut ma­ nada kullanmış ızd ır. B u mana, daha ziyade , herşeyden evvel din

ile

Devlet işlerinin ayrı lması

esası

üzerinde toplanıyor.

Bizde garp medeniyetini memlekete getirmek arzusunda bu­ l u nanlar bütün iyi niyetlerine rağmen maalesef ne şark me­ deniyeti n i , i slam medeniyet i n i , ne de garp medeniyetini, onun mahiyet i n i , köklerini layikiyle bilemedikleri için, bu gibi tabirlerin anlaşılmasında, tatbikinde telsirlerinde birtakı m yanl ışlı klara yol açılmışt ı r. B u ndan dolayı laikliğin hatta din düşmanl ı ğ ı tarz ı nda telsir edildiğine dahi maalesef şahit olm uşuzdur. Bugün artık aradan geçen aşağı yukarı çeyrek asırlık zamandan sonra, artık b u ifratlar ortadan kalkm ış, hakikatler anlaş ı l m ı şt ı r ve an­ laşılması d a iktiza etmektedir. Laiklik, yani din ile devletin birbirinden ayrı lması bugün yer yüzünde bütün medeni cemiyetlerin, bütün demokrat milletierin


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKAYESİ

135

Fatih'te intişare başlad ı , o daBeyanülhak' ı tektir etti, "sen ka­ firsin" dedi. Düşünün arkadaşlar, b u tektir etme işinin

hududu ne reye

kadar varır? Sonra bütün tarih boyunca hocalar hocaları , mez­ hepler mezhepleri, dervişler hocaları, hocalar dervişleri. .. Mü­ temadiyen tektir edegelmişlerdir. Ne olur b u n u n sonu? B u asır­ da,

medeniyelin bu terakki devrinde m i l liyet hissi nin, insani

tesanüt hissinin b u kadar ileriediği bir devirde böyle şeylerin ta­ savvuru dahi korkunçtur; bunlar ancak Kurun uvusta'dan kalma geri kafalara s ı ğacak şeylerdi. M ı s ı r ve Arap memleketlerinde şubeleri teşekkül eden gayet muazzam bir cemiyet vardır. Bu cemiyetin adı Müslüman Kardeşler Gerniyeti idi ve gayet muaz­ zam maddi vesaite de malikti. Fakat nihayet bunun bir kom ü nist teşkilatı olduğu meydana ç ı kt ı . Buna mensup olan yüz binlerce m üslüman, kendilerinin hangi maske altında neye hizmet et­ tiklerini el bette bilemezlerdi. Arkadaşlar, bizim m illetimiz bütü n tarihi boyunca I slam dininin en sadık saliki ve en katı raman mü­

dafii olmuştur. I slam dini, Türk milletinin teşekkülü üzerinde de mühim b i r amil olmuştur.

Bunu hiçbir zaman unutmamakl ı ğ ı m ız icabeder.Ama aynı zamanda bütün tarihçilerin, hatta Türk dostu olmayan baz ı ec­ nebi tarihçilerin şahadeliyle sabittir ki Türk M i l leti hiçbir zaman mütaassıp değildir. Diğer diniere karş ı , diğer fikirlere karş ı , diğer mezheplere karşı tarihin bütün devirlerinde en büyük tolerans ı , büyük müsamahayı göstermiş, onların dini varl ı kları n ı , iti­ katları n r yani emri vicdani olan dinlerini muhafaza etmelerine ta­ mamiyle hizmet etmiş, hatta onları himaye etmiştir. Bu bütü n dünya tarihi içinde Türk milleti için büyük b i r şereftir. T ü rk m i l leti, mütaassıp değildir, bir irtica hareketine müsait değildir. Eğer kendi kendine kalsa, eğer birtakım siyasi kuvvetler irtica ha­ reketi onu tahrik etmeselerdi 31 Mart facias ı n ı n olmasına i mkan var m ı yd ı ? i rtica, mutlak kötü

niyetlerin, hatta yabancı kuvvetlerin

mem leketi yı kmak isteyen kuvvetlerin tahriklerine, onların pro­ pagan dasına, onların tesirine bağlıdı r. Bu tesirler de her zaman kontrol edilmesi çok müşkül mah iyette gizli kaynaklardan gelir. Işte bundan dola y ı d ı r ki, komünist propagandas ı n ı n , komünist


HASAN HÜSEYiN CEYLAN

1 34

d u ran din ve mezhep m ü n azaaları I slam tarihinde I slam me­ den iyetinin sukutu n a ve m i lyonlarca insan kan ı n ı n akmas ı n a s e b e p o l a n d i n i m ücadeleler, mesinden

ileri

gelmiş

acı

hep

dinin

hadiselerdir.

siyasete a l e t edil­ I slam me­

Halbuki

deniyeti n i n maddeten ve manen parlak devirleri, Bağdat'ta Islam rönesansı dedikleri ve bugün Avrupa medeniyetinin büyük nis­ pette temelini teşkil eden Şark i slam meden iyet devri, dinin si­ yaset aleti olarak kullanılmadığı devirdedir. Din ve Devlet iş­ lerinin daima ayrı kald ı ğ ı h ürriyet dı;ıvirlerindedir. O zamanlarda d i n , hiçbir zaman, (fiki r hü rriyetine) müdahale etmemiştir. Büyük Devlet ricalinin, Abbasi h ü kümdarları n ı n saraylarında muhtelif din ve mezheplere mensup insanlar karşı karş ıya fikir m ü­ nakaşalarında b u l u n abiliyorlardı. Arkadaşlar, dinle devletin tefriki prensibi yani laiklik, bu­ g ü n kü cem iyetin temeli olan, bugünkü demokrat alem in temeli olan bu prensip ortadan kalkt ı ğ ı zaman, fikir hi"ı rri�'otinin nas ı l daralabileceğini, y o k olabileceğini t a h m i n etmek guçtür. B i z , 3 1

Mart g ü nlerini görmüş, "mekteplidir" diye birtakım insanların ta­ ,n ı madığı b i rtakım i nsanlar taraf ı ndan sokaklarda öldürüldüğüne şahit olmuş insan larız. Tekfir; birbirin e "sen dinsizs i n , sen müslüman değilsin" demek i slam dinine tamamen aykı r ı d ı r. i slam dininin esasat ı n ı bilenler hiçbir müslüman ı n d i ğ e r bir müslümanı tekfir ede­ miyeceği ve bunun usulünün, şartları n ı n da din kitaplarında ya­ z ı l ı bulunduğunu bi lirler. B u şartların tahakkuku da hemen im­ kan s ı z gibi bir şeydir: ahlakına mugayirdir.

binaenaleyh

uluorta tekfir,

slam'ın

M üsaadenizle bir hatıramı anlatacağ ı m ; Meşrutiyet'in ba­ şında birtakım gençler bir mecmua neşrediyorlard ı ; orada da şairi n b i ri b i r ş i i r yazmışt ı . O s ı rada intişare başlayan S ı ratı m üstakimde (ki sonradan Sebülü rreşat olm uştur) bir makale ç ı kt ı , o makale şairin tamamen aleyhinde idi ve "neuzübilah sen kafirsin" dendi. Aradan bir zaman geçti, o s ı rada Beyazıt'daki hocalar Beyan ülhak diye bir mecmua ç ı karmaya başlad ı lar, bu sefer b u Beyanülhak, S ı ratımüstakimi tekfir etti "sen kafi rsi n " , " s e n d i n de n ç ı kt ı n " d e d i . Talihin g a r i p b i r cilvesi, iş b u n u n l a da kalmad ı , şimdi ism i n i hat ı rl ıyamad ı ğ ı m taş basması bir mecmua

� ��------


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

hakkında cidden endişeye düşmüştüm.

1 37

Demokrat Partili ar­

kadaşlardan bazı ları n ı n tasarı aleyhinde ondan sonra söz söy­ lemeleri ise ufukta gözümüzün önünde karanlık kabuslar be­ lirtmişti.

Dünkü heyecan ı m bundan

ileri geldi.

Fakat bugün

a n l ı yoru m ki, demokrat arkadaşların noktai nazariarı maddelere aitmiş. Esaslarda bizimle berabermiş. Çok teşekkür ederi m . Maddelere a i t fikirlerini de soğukkanl ı l ıkla v e memleket menfaatlerin i gözönünde tutarak münakaşa eder, bir neticeye varırız. Demokrat Parti'nin sayın lideri bana bu noktalardaki fi­ kirlerini birkaç defa izah etmişti. Dün bu partiye mensup ar­ kadaşların sözleri

beni şaşırtm ıştı.

Köprü l ü ,

Demokrat Parti

Başka n ı n ı n o fikirlerini burada açıkça partileri narnma te'yid et­ tiği için kendisine teşekkür ederim. Köprülü arkadaş ı m ı n pro­ fesör olarak çok iyi bildiğim bu fikirlerini bugün DP adına burada açıkça ifade etmesini girdiğimiz demokrasi yolunun istikbali için em niyet veren bir düşünce olarak telakki ediyorum ( B ravo ses­ leri). Arkadaşlar! Demokrasi, parti leri ayrı da olsa ortak mem­ leket menfaatleri için aynı şeyleri düşünebilen insanlarla yük­ t44> selecektir ve inkılaplar ı m ı z da böyle korunacaktır." Demokrat Partili olmas ı n a rağmen, Başbakan G ü naltay'ın böylesine iltifat ettiği Fuad Köprü l ü , C H P'nin de el altı ndan yap­ t ı ğ ı çalışmalarla kısa zamanda DP grub u n u d a din açıs ından CHP çizgisine getirebi lmişti. Konuşmalardan sonra kanunun iadesi hakkındaki takrirler reddolunarak maddelerin müzakeresine geçildi. Doktor Adnan Adıvar, "nizamları devirmek" ibaresinden sonra " Demokrasi esasları n ı bozmak" fıkrası n ı da ilave etiirmek istemişse de kabul olunmam ıştır. B u kanunun şiddetle aleyhinde bulunan C H P m illetvekili Sinan Tekelioğlu, kürsüye gelerek komünizmi önleyici tedbirler a l ı n masına rağmen bu gaye ile kurulmuş bazı esrniyetierin hala

44. TBMM , Zabıt Ceridesi, 9.6. 1 949, B. 1 05, 0.2, s. 643.


HASAN HÜSEYİN CEYLAN

136

teşkilat ı n ı n çok yayg ı n ve kuvvetli bulunduğu bir devirde, Arap memleketlerindeki Müslüman Kardeşler teşekkü l ü n ü göz önün­ de bulundurarak, bu irtica hareketlerinin daima komünistliğe alet oldukları n ı düşünmek ve ona göre gözümüzü açmak, intibaha gelmek icabeder (Brava sesleri). Dikkat ediniz, bütün dünyada dinin en yüksek, mukaddes mevkide bulunduğu, din adam l a r ı n ı n bütün cemiyetin hürmetine mazhar oldukları garbi Avrupa memleketlerine ve Amerika'ya bakı n ı z . Bu memleketler dini ve devlet işlerini birbirinden ta­ mamıyl a ayı rm ı ş olan memleketlerdir, laik olan memleketlerdir. B u memleketlerde din alim lerinin, dini vazife gören insanları n ; hakir görülmesi değil bilakis ifa ettikleri yüksek vazifelerin kut­ siyeti ile, mütenasip bir değer verilmiştir. Vicdaniara hakim olan dini bir siyaset vasıtası derecesine indirmek, hem bir memleketin hayatına karşı suikastt ı r, hem de bizzat ve her şeyden evvel dinin kudsiyetine. ulviyetine karşı bir su ikast teşkil eder, hürmetsizlik teşkil eder. Onun için böyle bir kanunun esas itibariyle tanzimine biz tabiatiyle taraftarız. Ancak, şimdi maddelerin müzakeresine geçildiği zaman arkadaşların ayrı ayrı , maddeler üzerinde arz ve izah edecekleri veçhile bu­ radaki maddelerde öyle b i rtakım kayıtlar, h ü kümler var ki; on­ ların

mevcudiyeti

kanunun

istihdaf

ettiği

bu

gayeden

ay­

rılmas ı n ı , daha başka tarafiara tevcih edilebilmesini ve mesala bir siyasi baskı, bir parti aleti olabilmesini müm kün kıl ıyor, şü­ pheleri uyandı rıyor. Vatan ı n manevi m üdataası gibi yüksek b i r maksat güden bir kanunun her h a n g i bir maddesinden, şu veya bu fı krasından dolayı umumi efkarda şüpheye, tereddüde mahal verecek şekilde kalmas ı n a heyeti m u hteremenizin mani olması ve � üpheleri ortadan kaldı rarak, b u n u n , bütün bir m i l letin m üşterek iradesine uygun bir kanun halinde ç ı km as ı n ı bil hassa rica ediyoru m . " (Her taraftan brava sesleri şiddetli alkışlar) .

Köprülü'yü müteakiben B aşbakan Günaltay kürsüye gel­ miş şöyle demiştir: - Ben dün Osman N u ri Köni'nin birdenbire bir bomba gibi patlayan tehlikeli sözlerinden sonra demokrasimizin geleceği


1 39

KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN HiKAYESi

"· Ey demokrasi, senin namına ne kanunlar tedvin edi­ liyor!" Bundan sonra M üstakil Grup adına Hasan Dinçer de uzun bir konuşma yaparak, laikliğin bu madde ile ihlal edildiğini uzun uzadıya anlatt ı . S i nan Tekelioğlu da söz ald ı . Çok heyecanlı sözler söy­ ledi. Çok tehlikeli bulduğu bu madde hakkında sözleri Mecliste elektrikli bir hava husule getirdi. Ehemmiyetli m ü nakaşalara yol açt ı . Laikliğin hukuki izah ı n d a bulundu: Bu maddenin doğrudan doğruya

slam d i n i n i istihdaf et­

tiğini söyledi. Bu ndan

sonra

iki

müslü man ı n

bir

araya

gelip

ko­

n uşam ayacakl arı n ı , b i rlikte camiye gidemiyeceklerini söyledi. Sözleri büsbütün kesilen Tekelioğlu; "- Görülüyor ki, bu şerait dairesinde konuşmaya artık hiç 46)

imkan yoktur" diyerek kürsüden indi." <

C HP'ni n Seyhan M i Uetve k il i S i n n Teke l ioğlu'nun, " B u

daire i nde kon u ş ma ya imkan y klur" diy rck i ııneye ç ş ığı TBMM görüntüsü, çok partili sisteme geçilmiş ol­ masına rağmen aslında din konusunda ortamın nasıl birden an­ tidemokratik şartlara dönüştüröldüğünü göstermesi açısından ilginçtir. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi de, CHP'li Diyanet İş­ leri B aşkanı Şemsettin Günaltay da, Demokrat Partilisi de, ta Celal B ayar'a varana dek konu Şeriat, din, İsliim gibi meseleler açılınca çok kolay hep bir ağızdan "Şeriatı ezeceğiz ve dincilere göz açtırmayacağız" <47) diyebilmişlerdir.

"Medrese" kökenli B aşbakan Ş emsettin Günaltay'dan (CHP), yine "Medrese" kökenli Fuat Köprülü'ye (DP) kadar güya iki zıt partinin laiklik ve İrtica adına inanan kesim üzerine

46. Sebilürreşat, c.2, Haziran 1 949. 47. Sebilürreşat, sayı. 76, "Partilerin Din Siyaseti".


HASAN HÜSEYİN CEYLAN

138

faaliyette

bulundukları n ı

bildirmiş,

b u nlardan

Farmason

Ce­

miyeti ile genç Hristiyanlar Gerniyeti'nin (Y. M . C .A. Derneğinin

(<1 > tam b i r serbesti ile çalışt ı kları n ı söylemiş ve suslara azami dikkat göste rmesini istemişti.

hükümetin bu h u ­

M üteakiben Adalet Bakanı Fuat S i rmen kürsüye gelmiş ve muhtelif hatipler taraf ı n dan ileri s ü rülen dilek ve mütalaalara cevap vererek Mason derneklerine de işaret etmiş ve mem­ leketimizde mer'i olan

h ü kümlere

göre kanunlara aykırı

ol­

mamak şartı ile herkesin cemiyet kurabileceğini, Türk Mason derneğinin d e kanun ve nizarniara aykırı olarak kuru l m ad ı ğ ı n ı v e kökleri n i n dışarda olduğu hakkında Mason derneğ inin verdiği statüde

hiçbir nokta bulunmad ı ğ ı n ı ,

bu

bakı mdan

da

ken­

dileri n i n , bir hukuk devleti olarak derneğin kurulmas ına mani ol­ mad ı kları n ı söylemiştir. Sonra, i çişleri Bakanı Emin Eriş i rgil söz alarak kürsüye gelmiş ve Sinan Tekelioğlu tarafı ndan o rtaya atılan Mason der­ nekleri

meselesine

dair

açıklamada

bulunarak

Sinan

Te­

kelioğlu'nun bu dernekler hakk ı n da evvela sorduğu soru aka­ binçle kendisi n in harekete geçtiğ i n i ve i stanbul Valis ine tahkikat yapmas ı n ı b ildirdiğini, Valinin d e dernek müessislerini davet ederek kendileri ile etraflı su rette görüştüğünü, neticede der­ neğin kökü n ü n katiyen d ışarda b u l u n m ad ı ğ ı n ı n anlaşıld ı ğ ı n ı beyan etmiştir. 1 63 . maddenin müzakeresi s ı rasında Muammer Alakant, kom ü nizm bahsinde hükümler değiştirilmeden sadece cezaların arttı rı l d ı ğ ı n ı fakat din bahsinde yeniden garip ve müphem b i r takı m hükümler konulmuş olmas ı n ı 1 950 seçimlerine çilmeden önce b i r baskı olarak kabul ettiklerini anlattı:

ge­

" - Biz, asla irticaı destekleyen insanlar değiliz. Fakat, dine h ü rmetkarız" diyen Alakant,

maddede

irticaı

önleyecek hü­

kümlerin b u l unmadı ğ ı n ı söyleyerek sözlerini şöyle bitirdi:

45. YMCA Derneği: "Genç Hristiyan Erkekler Derneği" olup aynı derneğin Tür­ kiye'de faaliyet gösteren bir de YWCA "Genç Hristiyan Kadınlar Derneği" adı altında. bir kuruluşları vardı r.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

141

a) M i lli hakimiyetin ge rçekten cari olduğu bütün mem­ leketlerde komünizmle mücadelenin en tesirli silah ı n ı n sefaleti, vurgunculuğu ve hayat pahal ı l ı ğ ı n ı önlemek ve i ktisadi kal­ kın mayı sağlamak olduğunu bizzat Türkiye'nin de istifade ettiği Marshall plan ına hakim Memleketimizde

olan zihniyet açı kça göstermektedir.

memnuniyetsizl iklerin,

setaletin

ve

vur­

g u nculuğun beslediği kom ü nizm esreyan ı n ı yalnız kanuni şid­ det hareketiyle ön lemeğe çalışman ı n acze ve samim iyets izliğe delalet ettiği meydandad ı r. b) Laiklik esas ı n ı koru mak maksadıyla kanun ç ı karttı ğ ı n ı iddia eden H a l k Partisi ve H ü kümeti yal n ı z müslüm anlar ı n din işlerine karışl ı ğ ı n a göre laikliği ve binnetice vicdan ve din hü­ rriyetini kendileri çiğniyor demektir. Binaenaleyh bu h ü rriyeti on­ lara karşı korumak gerektir. B u durum karşısı nda M i l let P a rtisi din işleri hakkı ndaki görü ş ü n ü proğra m ı n ı n

1 2.

maddesi ile

şöyle tesbit etmiştir: "Madde 1 2 . parti din işlerinin devlet iş­ lerinden ayrı tutu lmas ı n ı kabu l eder. Herkesin vicdan ve itikat hürriyetini dilediği dilde ve d i lediği şekilde ibadet etmek h a kkı n ı mukaddes tan ı r. Parti Türkiye'de muhtelif din v e mezheplere mensup cemaatlerin dini maksatla teşkilat vücuda getirmelerini ve dini vakıfları n bu teşkilata devredilmesini tasvip ve m ü d afaa eder. Bu teşkilat kendi mensupları n ı n d i n işlerini tanzim ve ida­ reye selah iyetli olmal ı d ı r. Parti ilk ve orta tedrisata din dersleri ilave edilmesini ve ü niversitelerde I lahiyat Fakültesi ihdasınıı muvafık görür. Fakat din derslerine iştirak, öğrenciler reşit olun­ eaya kadar aile reisinin irade ve ihtiyarına tabiidir. "Şu halde par­ timiz bu şiarı i l e kend isine karşı yap ılan iftiraların karanlık s iyasi maksatların mahsulü olduğunu Türk M i letine ilan eder. c) Partimiz milletveki lleri : "Meclis kürsüsünden bu mem­ lekette irtica temayülü yoktur, i rtica vard ı r diyenler, m i l lete iftira ediyorlar" demişlerdir. M illetvekillerimizin bu görüşü karş ı s ı nda Başbakan aynen : "Memlekette irtica yoktur diyorlar. B u n u ben de kabul edeyim." dedikten sonra ayrıca "bu kanun belki h i ç tat­ bik edilmez." diye ilave etmiştir. Başbaka n ı n ı n bu beyan atına göre, böyle bir kan u n u n yap ı lmas ı n ı gerektiren gerçek bir ih­ tiyaç karşısında değiliz demektir. B u itibarla bir ihtimal ve vehmi bahane ederek m u halefeti ezmek maksadiyle seyyal unsu rları havi olan bir kanun ç ı karı l m ıştır kanaatindeyiz. Mevh u m b i r teh-


HASAN HÜSEYIN CEYLAN

1 40

yapılacak zulüınde birleşıncleri, dini tabanda laikliğin dinsizlik şeklinde uygulanınaya devam edeceği inancını sürdürınüştür. Halkın bu duyguları karşısında Millet Partisi ken­ dilerinin CHP'den ve DP'den çok farklı olduklarını ispat sa­ dedinde efkar-ı uınuınumiyyeye bir beyanname neşretınek du­ rumunda kalmıştır. Millet Partisi beyannameyi neşrederken kendilerinin samimi din destekçilcri olduklarını CHP'yle bir­ likte DP'nin bu konuda birbirlerinin aynı olduklarını vur­ gulamak istemiştir. Sözkonusu Beyanname şöyledir: 1 . Millet ve Millet Partisi, Halk Partisi ve Demokrat Parti'nin başında bulunanların müşterek bir iftira suikastine maruzdur. B u Suikat M illet Partisi'ne haksız v e mesnetsiz olarak mürteci dam­ gasını vurmaya çalışmak şeklinde tez a h ü r etmektedir. Buna ila­ veten elemle görüyoruz ki, Bay Celal Bayar başbakanla yaptığ ı v e Mecl iste Başbakan tarafından b i r hiddet anında ifşa edilen gizli görüşmelerinde Türk Milletini mevcut ol mayan irtica ile le­ kelemek istemiş ve b u suretle demokrasinin şartı olan aleniyet esas ı n ı çiğneyerek m i l leti h ü kümete j u rnal etmiştir. Halbuki Ana­ yasan ı n açık maddelerine ve medeni demokrat mem­ leketlerindaki anlayışa uygun olarak din ve vicdan h ü rriyetinin bütün icapları n ı n da bu memlekette tatbikini isteyen ve din iş­ lerinin devlet işlerinden ayrı tutu lmas ı n ı proğram ı n da tesbit ede­ rek bu esasa sad ık faaliyeti ile m i l letin duyduğu büyük bir ih­ tiyaca cevap vermek şerefini taşıyan M ilet Partisi, bu nevi isnatları nefretle ve şiddetle redder. 2 . M illet Partisi malum olan proğra m ı ile komünizmi yalnız iktisadi ve siyasi bir nazariye olarak reddetmekle ikiila etmemiş, memleketimizin coğrafi şartları n ı nazara alarak bunu milli bir tehlike olarak ilan etmiş ve milliyetçilik esas ı n a sarı l m ı şt ı r.

3. Yukarıda tesbit edilen hakikatler Büyük M i l let Me­ clisi'nde hiçbir tahrife ve ricat iddialarına meydan b ı rakmıyacak şekilde partimiz adına ifade edilmiştir. 4. Ceza kanununda yap ılan son değişiklik münasebetiyle Meclis'te cereyan eden müzakerelerin ortaya koyduğu zihniyet, hakikat ve meseleler şunlard ı r:


KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN HİKAYESİ

1 43

yukarıdaki esaslara uygun olan mütalaaları tahrif edilmek su­ retiyle hakikat milletten gizlenmek istenmiştir. B u müşterek sui­ kast karş ı s ı n da Mil let kanuni mücadelesine y ı l madan devam edecek, hak ve hürriyetin zaferini sağlayacaktır. M i l let Partisi, Demokrat Parti Genel

Müteşebbis Kurulu

Bayar' ı n " B iz Türkiye'de Şeriatı yaşatmayacağız dediğini ha­ tı rlatarak, bu konuda CHP ile DP'nin gizlice anlaşıp 1 63 . mad­ deyi çı kartt ı ğ ı n ı halkı m ıza duyu rmakta sayısız faydalar görür.

( Sebilürreşad,

c.2,

say1 48, Haziran 1949)


1 42

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

likeye karşı silah elde etmek isteyen bir partinin 21 Temmuz se­ çimlerinde ve demokrasi mücadelesinde bütün inkı laplar ı n , te­ meli olan milli hakimiyete ve milletin namusu olan reyine te­ cavüz etmiş bulunan şirretleri takip ve tecziye için mevcut kanunları harekete geçirmemekte i nat etmesi ve bu suretle iler­ de Halk Partisi lehine işlenecek suçlara kapıyı aç ı k b ı rakmak is­ temesi göz önünde bulundurulacak o l u rsa, ceza kanununda ya­ pılan tadilatın gayesini mevhum din irticai maske yaparak mevcut z ü m re saltanatı n ı ve siyasi irticaı yaşatmak olduğu or­ taya ç ı kar. 5) Ceza kanununda yapılacak değişikliğin M i llet Me­ clisi'nde müzakere edildiği ilk g ü n de M i l let Partili ve m ü stakil demokrat mil letvekilleri gibi Demokrat Parti mil letvekillerinin de aleyhte tezahüratı karş ı s ı n d a hayrete düşmüş olan Başbakan, hayret ve hiddetle Demokrat Mi ll etveki lierine hitaben: "Demokrat Parti başkanı ile bu mesele hakkı nda bi rkaç defa konuştum. De­ mokrat Parti başkanı daima irtica endişesini izhar etti. Ben de kendisine irticaı önleyecek bir kanun tasarısı hazı rlayacağ ı m ı söyledim. Sizlere m i , Başkan ı n ı za m ı inanayım? Rica ederim samimi olunuz efendiler." demiştir. Demokrat partili mi­ lletveki lleri n i n kanun aleyhindeki tezahüratından ve Başbaka n ı n h ayret ve hiddet d o l u bu ifşaat ı ndan anlaş ı l d ı ğ ı üzere Celal Bayar'ın kendi milletveki lierine dahi haber vermeden Baş­ bakanla, mutabık kalarak Millet Partisi'ni boğmak istediği sabit olmuştur. Demokraside aleniyet esas olduğu, bay Celal Bayar da milletvekili bulunduğuna göre, Meclis kürsüsünde konuşma yolunu b ı rakarak Varto ve Erzurum mektupları ile kendi par­ tisine sürü lmek istenen i rtica lekesinden şi kayet ettiğini de u n u ­ tarak h ü kümete jurnal etmesi ve böyle bir kanu n u n h a ­ z ı rlanmas ı n ı teşvik etmesi samimi muh alefeti temsil e d e n M illet Partisi'ne ve dolayısıyle mil lete ve demokrasi davas ına karşı ya­ p ı lmak istenilen bir suikast teşebbüsünden başka birşey de­ ğildir. 6) Yukarıdaki yaz ı l ı sebeplerden anlaşı lacağı üzere zümre saltanat ı n ı ve demokrasi maskesi alt ı n d a siyasi irticaı devam ettirmek isteyen Halk Partisi yard ı mc ı ları , ciddi, samimi ve cesur bir muh alefet yapan M i llet Partisi'ni vurmak maksad ve mevcud olmayan d i n i i rticaı bahane ederek kanuni silahlar elde etmek istemişlerdir. Parti miz m i lletvekillerinin birbirlerini tamamlayan ve


BEŞİNCi BÖLÜM " TANRI ULUDUR'DAN ALLAHU EKBER'E GiDEN YOL " Kanun korkusu" nun "Allah Korkusu"nun önüne geçtiği yılların verdiği birikim bütün Türkiye sathında "elden giden dinin" yeniden ele alınınası gerektiği fikrini vermiş, Millet Par­ tisi Genel Başkanı Hikmet B ayur'un ifadesiyle de, "Allah kor­ kusunun her şeyin üstünde tutulması gerektiği " ,( ! ) toplumun dindar kesimlerinde kendini hissettirir olmuştu. Özellikle bu dindar kesimlerden bazı gruplar organizeli bir şekilde "elden giden dinin ele alınmasının ilk şekli örneği olan "Tanrı Uludur" diye okunan ezanları, "Allahu Ekber" di­ yerek yeniden eski şekliyle okumaya başlamışlardı. Ankara, Çorum, Yozgat, Bursa, Eskişehir, Erzincan, Rize ve Erzurum gibi önemli yerleşim merkezlerinde 1 946 yılından itibaren "korsan" bir şekilde Arapça ezanların okunınaya baş­ lanması ; yasak da olsa "Tanrı Uludur" sesiyle yıllardır pasianan kulaklarda güzel i zler bırakmıştı. Herkes, "demek ki okunabiliyormuş bizim ezanımız"(2) diyerek, sonunda hapis hayatı da olsa özledikleri Ezan-ı Mu1 . Jaeschke, Yeni Türkiye 'de lstam/Jk,s.200 2. TBMM'de Arapça ezan okuyan Osman Yaz ve Hacı Yusuf'un kendi gru­ plarına taktıkları isim



KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN H İ KAYESi

1 47

hıslar 1 949 yılının 4 Şubatında "ezan eylemi" yaptıl<:larında o günlerin batı basını ile tüm Türk basını olayı "görülmemiş ha­ dise"<5l başlığıyla manşetlerinden vermişlerdi. Milliyet Gazetesi TBMM'de "Arapça Ezan" diye verirken, Cumhuriyet "İrtica Mecliste ! " diye olayı duyurmuş tu . Yine o günlerin "Kader " Gazetesi ise "Görülmemiş Hadise" " Mecliste Arapça Ezan" diye olayı duyurmuştu.

Evet 3 Şubat 1 932 yılından itibaren yasaklanmış olan Arapça ezan, bu tarihten tam 17 yıl sonra ve Türkçe ezan'a ge­ çişin tam 1 7 . yıl kutlamalarında da, üstelik Türkiye B üyük Mi­ llet Meclisi'nde yeniden Arapça olarak okunmuştu. İşte olay böylesine önemli olduğu için ve de CHP gibi bir "Tek Parti" dö­ nemine böyle bir olay rastladığı için iç basın ve dış basın olayı "görülmemiş hadise ! " olarak yorumlamışlardı . 4 Şubat 1 949 tarihinden tam 40 yıl sonra; 1 989 yılında kitabıının ezanla ilgili bölümlerini araştırırken, derinlemesine sürdüğüm izler neticesinde bu iki şahsı, Osman Yaz ve Mu­ hiddin Ertuğrul'u Ankara'da ikamet etmekte oldukları " Has­ köy"de bulmak ve kendileriyle TBMM'deki "Arapça Ezan" ola­ yını tüm teferruatıyla konuşmak fırsatını buldum. Osman Yaz ve Muhiddin Ertuğrul ile bu tarihi olay üze­ rine yaptığım röportajı ve sözkonusu bu iki zatın akılalmaz ezan mücadelesini kitabımızın "hatıralar" bölümünde de­ ğerlendirmiş olduk. B öylece biz de bizden sonra gelecek ku­ şaklara çok önemli bir tarihi vesikayı aktarmış oluyoruz.

5. 5 Şubat 1 949 Cumartesi günü ve tarihli Cumhuriyet, Milliyet, Kader gibi ga­ zeteler olayı manşetlerinde vermişlerdi.


146

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

hammediye'yi terennüm etmek isti-yordu. B u düşüncelerle bir kısmı "bize ezancılar derler" diyecek kadar organizeli bir şe­ kilde gruplar oluşturarak değişik illerde Arapça ezanlar oku­ yorlardı . Özellikle Cuma günleri tam anlaşmalı bir şekilde aynı ilin 1 0- 1 5 camiisinde ve aynı anda korsan bir şekilde okunan Arapça ezanlar; okuyanların hapis dahil herşeyi göze almış ol­ malarıyla devleti ciddi olarak zor durumda bırakıyordu . Hatta bu şekilde yurdun dört bir tarafında Arapça ezan okuyanların,(3) kendilerine fazla bir şey olmasın için ço­ ğunlukta "deli raporu" bile almış olmaları ve bilinçli bir şe­ kilde kendilerine çevrelerine "deli"<4> diye takdim edebiimiş ol­ maları bu "ezan grupları "nın işini de kolaylaştırmış ofuyordu. " Ezan grupları", CHP'nin din adına yapmış olduğu ye­ nilikleri, halk da kabullenmediği için, CHP'ye ve yapılan dini reformlara "dinsiz"lik damgasını vurduğunda o günkü şartlarda fazla zorlanmamış oluyordu. Gerek Demokrat Parti gerekse de Millet Partisi hem iktidara gelebilmek adına ve hem de halkın isteklerinin yanında yer alabilmek adına bu ezan istemlerine çoğu zaman sıcak bakıyorlardı. "Ezan Grubu" diye niteleyebileceğimiz, Arapça ezan oku­ yarak ezanın aslının toplumda yeniden yerleşmesini arzulayan kişilerden Osman Yaz ile, Hacı Muhiddin Ertuğrul isimli şa-

3. Bu gruplarla ilgili çok geniş malumatları, bizzat bu işi organize edenlerle yaptı ğ ı m röportajların bulunduğu "Hatıralar" bölümünde ilgilmle oku­ yacaksınız. 4. Sadece Ankara'da, 1 946-1 950 yılları aras ında, Ö zellikle Çubuk doğumlu olan 20-25 kişi bu maksatla "Bakırköy" raporuyla raporlanıp, "deli " ün­ vanıyla Ankara'da yıllarca Arapça ezan okumuşlardır.(HHC)


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKAYESi

1 49

B akan ile Soyer arasında kürsüye inip çıkarak devam edip giden münakaşalar salonda yavaş yavaş artan bir asabiyet havası yaratmaya başlamıştı ki işte bu sıralarda, salonun arka tarafında dinleyicilere ayrılmış kısımda " Allahu Ekber, Allahu Ekber" diye bir ezan okunınaya başlandı. S esin salondaki akisleri henüz kulaklardan silinmemişti ki , salonda bütün milletvekilleri ve dinleyiciler ayağa kalkarak, hayretle sesin geldiği tarafa bakmaya başladılar. Bir kaç da­ kikalık kısa bir zaman geçmişti ki, resmi üniformalı polisler sesin sahibini sessizce salondan çıkarmak için içeri girdiler. Yine bu sırada ikinci bir ses, pestten, "Allahu Ekber" diyerek "tekbir" getirmeye başladı. Polisler bu ses sahibini de hemen dışarı çıkardılar. B ir kaç dakikalık bir zaman içine sığan bu hadise, sa­ landa büyük bir hayret havası yarattı. Başkanlık mevkiini i şgal eden Raif Karadeniz'in samiin arasında çıkan bir sestir, demesi üzerine, bu hava dağıldı ve görüşmelere devam edildi. Arapça Ezan okuyan kimlermiş? Hadisenin kapanıp gittiği, görüşmelerin başlayacağı bir sırada Naşit Fırat, oturduğu yerden gazetecilere bakarak " hemen yazın bakalım" dedi. Hadisenin cereyanı, yalnız gazetecileri değil, bir çok mi­ lletvekillerini de ziyadesiyle alakadar etmiş olacak ki, Meclis Komiserliği odasına koşuştukları görüldü. İki şahsın komiserlikte ifadeleri alınırken, "deli ol­ dukları" haberi geldi. B ilahare "Tarikat Mensubu" oldukları söylendi. B u söylentiler Meclis binası içinde bir kaç şekle girip,


1 48

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Sözü tekrar 4 Şubat 1 949 Cuma gününe getirerek o gün Meclis'te cereyan eden olayı mahalli olması hasebiyle en geniş şekliyle anlatmakta olan Kader Gazet esi'ne getirmek is­ tiyorum. <6> Kader Gazetesi, Demokrat Parti ve Millet Partisi çiz­ gisinde olmasına rağmen Arapça ezan olayını ağır ve şaşırtıcı bularak kendisi de "görülmemiş hadise" başlığıyla olayı man­ şetten vermişti . "Tarikatçılar Ezan Okudu ! " diyerek basını bambaşka yönlere çekerek verdiği olay için 5 Şubat 1 949 tarihli Kader Gazetesi'nde şunlar yazılmıştır.

Meclis Müzakerelerinin En Heyecanlı Anında İki Kişi Meclis'te Arapça Ezan Okumaya Başliyor! .. "Büyük Millet Meclisi'nin dünkü toplantısında, mü­ zakerelerin oldukça hararetli bir safhasında, hayret verici bir ha­ dise cereyan etti. Dinleyiciler arasından iki kişi birbirlerini ta­ kiben Arapça ezan okumaya başladılar. Mutad saatte celse açıldı. Gündemde görüşülecek dört sual takriri ile bazı kanun tasanları vardı. Niğde milletvekili İbrahim Refik Soyer'in 1 949 yılı bütçe kanunu tasarısının 5 .nci maddesindeki "memur" kelimesine dair sözlü sorusu gö­ rüşülmeğe başlandı. Maliye B akanı İsmail Rüştü Aksal, bu ta­ krire bütçe kanununun görüşülmesi sırasında cevap ve­ rilmesinin doğıu olduğunu söyledi. Refik Soyer hemen konuşulmasını istedi. B akan teklifinde tekrar ısrar etti. Refik Soyer kızarak itiraz etti. 6. Kader Gazetesi, "Demokrat Gazete " adlı yazısıyla çok partili sisteme ge­ çişin 1 947 yılı başlarında çıkmaya başlamış, Demokrat ve Millet Partisi çiz­ gisinde olan Ankara Bölgesi'ne ait bir gazete idi.


KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN HİKAYESi

151

telif şehirlerinde dolaşmaya başlamıştır. B u arada Kayseri'de bulunduğu bir sırada Arapça ezan okumaktan, Kütahya'da da şapka kanunu aleyhinde bulunmaktan dolayı mahkemeye ve­ rilmişti . Seyahatleri sırasında bazı sinir buhranı geçirdiğinden do­ layı akıl hastanesine yatmış ve 23 gün tedavi altında bu­ lunmuştur. Osman Yaz ise, Çubuk'un Karaviran köyünde rençberlik yapmakta idi. Askerliğini bitirip köyüne döndüğü zaman Ti­ cani tarikatının köyünde yayıldığını görmüş, o zamana kadar hiç bir tarikata mensup olmadığı halde bu vaziyet karşısında bu tarikata intisap etmiştir. Pilavoğlu'nun tarikatı olan Ticani ta­ rikatına giren Osman Yaz bundan sonra Anadolu seyahatlerine başlamıştır. 1 948 senesinde Kütahya'da bulunduğu sıralarda Arapça ezan okuduğu için mahkemeye verilmiş ve 3 ay hapse mahkum olmuştur. Yakın bir zaman evvel de, Ankara'da Hacıbayram Camii'nde Cuma namazı sırasında Arapça ezan okumaya baş­ lamış ve bir müddet sonra da "ey cemaati müslimin mehti resul çıktı" diye bağırmıştır. Bu vaziyeünden dolayı da mahkemeye verilmişti? Halen Ankara'da muhakemesi devam etmektedir. Osman Yaz bu hadiselerinden sonra bir müddet ortadan kaybolmuş ve dün sabah Ankara'ya gelmiştir.

Tarikatçılar Meclise Nasıl Girdiler? Dün sabah Abdullah isminde hammallık yapan bir şahıs, Kütahya Milletvekili İhsan Şerif Özgen'in evine giderek ken­ disinin Kütahya'lı olduğunu ve bir arkadaşı ile beraber Meclis'e


1 50

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

kulaktan kulağa fıslanır, tahkikat bir tarafta, müzakereler diğer tarafta devam ederken, salonda da meraklı konuşmalar başladı. Hamdullah Suphi Tanrıöver yanında İbrahim Arvas'la bir şeyler konuşuyordu. Biraz sonra Fahri Kurtuluş da bu meraklı konuşmaya karıştı. Uzunca bir zaman devam eden bu gö­ rüşmelerin benzeri, üçer dörder kişilik guruplar halindeki diğer milletvekilleri arasında da cereyan ediyordu. Müzakereler bittikten sonra Ferudun Fikri Düşünsel kür­ süye gelerek, hadise müsebbibleri iki şahıs hakkında izahat verdi . Muhittin Ertuğrul ve Osman Yaz ismindeki bu iki şahsın tarikatçılıkla meşgul Ticanı Tarikatı'na mensup olduklarını, bu sebeple sabıkalarının da bulunduğunu bildirdi. Meclise Kütahya milletvekili İhsan Şerifin verdiği daveüyelerle girdikleri ve bu kabil hadisenin her milletvekilinin başına gelebileceğini, bun­ dan böyle davetiye verilirken dikkat edilmesini sözlerine ilave etti.

Ezan Okuyaniara Hazır Damga: Tarikatçılar! Meclis polis koıniserliği iki tarikatçının ifadelerini al­ dıktan sonra, neticeyi Meclis B aşkanlığı'na bildirdi . Yapılan tahkikat neticesinde ilk defa ezan okuyanın Muhiddin Ertuğrul, bilahare "Tekbir" gelirenin de Osman Yaz olduğu tesbit edildi. Muhiddin Ertuğrul , üç ay evvel D. Demiryolları Kayaş işletınesinde istasyon memurluğu yapmakta idi. Bir kaza ne­ ticesinde kolu kınldığı için hizmetten ayrılmış ve Solfasol kö­ yünde Abdurrahman Balcı isminde bir şahsın yanında çobanlık yapmaya başlamıştı. Abdurrahman B alcı'nın Ticanı tarikatına mensup bir şahıs olması sebebiyle, kendisi de bu tarikata in­ tisap etmiştir. Tarikata intisap ettikten sonra Anadolu'nun ınuh-


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

153

Tarikatçıların Başka Arkadaşları Var mı İdi? Hadisenin cereyanından sonra; Meclis toplantısını müteakip Şükrü Saracoğlu gazetecileri Meclis B aşkanlığı dairesine davet etti. B aşkan vekillerinden Raif Karadeniz, Feridun Fikri Dü­ şünsel idareci üyelerden Halit B ayrak'ın da iştirak ettiği bir to­ plantı yapıldı. Hadise üzerinde tahkikat yapan Meclis komiserliğinin ra­ poru okundu ve üzerinde görüşmeler yapıldı. B u görüşmeler sırasında hadisenin cereyan ettiği anlarda, Meclis binasının dı­ şında da aynı tarikata mensup 5-6 kişinin bulunduğu ve polis tarafından sorguya çekildiği haber verildi. Olayın örgütlü bir olay olduğu üzerinde duruldu." TBMM'de herşeyi göze alarak Arapça ezan okuyan ve aslında kendileriyle yaptığımız röportaj lar okunduğunda da çok net bir şekilde görüleceği gibi Osman Yaz ve Muhiddin Er­ tuğrul Beylerin bu hareketleri ve çeşitli illerde yaptıklan ezan eylemleri, 14 Mayıs ı 950 seçimlerinden sonra ezici bir ço­ ğunlukla iktidara gelen Demokrat Parti'nin Arapça ezana ser­ bestiyet vermesine zemin hazırlamıştır. Demokrat Parti'nin biraz da, iktidar başansını ı 946- ı 950 arası "İsHimcı Halk Hareketi " ne borçlu olması sebebiyle vermiş olduğu Arapça ezan tavizi, aslında halkın zoraki elde ettiği bir başarıydı. Ve o günlerin DP kurmaylarının da i fade ettiği gibi aslında DP'nin Arapça ezan diye bir meselesi de yoktu. Hedef slamcı kitleyi danltınamak ve o kadarcık bir tavizle bile olsa 25 yıldır CHP zulmünden bıkmış olan bir kitleye ister istemez İslamcı gözükmek idi : İslamcılığa inanmasa bile !


1 52

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

girmek için davetiye istediğini söylemiştir. İhsan Şerif Özgen, arkadaşının kim olduğunu, tanıyıp tanımadığını sormuş, "Ta­ nımazsınız, fakat Kütahya'lıdır" cevabını almıştır. İhsan Şerif davetiyenin birisine müracaat sahibi Abdullah, diğerine de Mu­ hiddin isimlerini yazmıştır. Abdullah iki davetiyeyi almış, kendi ismini taşıyanını Osman Yaz'a vermiştir. Muhiddin ve Osman Yaz öğleden sonra Meclis'e gelmiş, kapıda isimleri sorulduğu zaman Osman Yaz isminin Abdullah olduğunu söylemiş ve içeri girmiştir.

Tarikatçılar Neler Anlatıyor? Tarikatçılar hakkında polis tahkikat! !"!.alen devam et­ mektedir. Hadise muhtemelen bugün Adliyeye intikal edecektir. Tarikatçılar hakkında tahkikat devam ederken kendileri ile görüşen bir arkadaşımıza şunları anlatmışlardır: Muhiddin Ertuğrul demiştir ki : "Müzakereler yapıldığı sırada onları dinliyordum. B irdenbire içime Allah tan;ıfından bir his geldi. Bu hissin tesiri ile vecd de kaldım ve ezan okumaya başlad ım. B u kabil hisler bana nerede gelirse gelsin, Allah'ın ismini anmak için ezan okurum . " Osman Yaz d a şöyle demiştir: "Arkadaşımın ezan oku­ ınaya başladığını görünce, elimde olmayan bir hisle devam et­ tirdim. Tarikatimize göre herhangi birimizin ezan okuması ya­ nda kalırsa geri kalanların hepsi devam ettirmek mecburiyetindedir. Ben de bundan başka bir şey yapmadım . "


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

1 55

Türk Ceza Kanunu'nun 526. maddesinin (Arapça ezan oku­ yanları cezalandıran madde) vicdan hürriyetine ve laikliğe ay­ kırı bulunarak değiştirilmiş o lması<9 l dini kitleye verilen bu ta­ vizlerin ilki ve en önemlisi sayılabilir. Dini kitleye bu taviz verilirken de DP'nin asıl isteği olan "Atatürk'ü Koruma Ka­ nunu",o oı laiklik ilkeleri ve bu ilkelerin şahsında da Atatürk'ü koruma kanunu çıkartılmıştır. 3 1 Temmuz 1 95 1 tarihinde "Atatürk aleyhine işlenen su­ çlar" denilecek çıkartılan 5 8 1 6 sayılı söz konusu yasa ile de as­ lında yeni 1 63'ler oluşmuş ve DP tarafından "devleti n müesses nizamları" gericilerden gelebilecek her türlü tehlikelere karşı emniyete alınmış olmuştu r ! Artık 50'ler sonrasında çok daha değişik bir din-devlet ilişkisi vardır. Bu ilişkilerin temel özelliği de dindar kitlenin bu sefer de sağ adına dini açılardan mağdur edildiği ve zulme uğra­ dığıdır. Sol ve sağ iktidarlar adına devlet eliyle dine zulmün ya­ pıldığı yıllardır artık bundan sonraki dönemler. . .

9 . Prof. Dr. Çetin Özek, Türkiye 'de Gerici Akimlar, s . 1 97 . 1 0. 581 6 sayılı kanun.


1 54

HASAN HÜSEYiN CEYLAN

Nitekim TBMM'nin ilk dönem Galip Hacası ve DP'nin yeni kurmayı Celal B ayar, partinin 1 949 Zonguldak Kongresi'ni yaparken bile, iktidara gelmek adına inanmadığı şeylere nasıl yer verdiklerini açıkça dile getirmiştir. Demokrat Parti'nin kuruluşunda hayli emeği olan Cihad B aban konuyla ilgili olarak bir anısını şöyle anlatmaktadır: "CHP'nin dinsiz olduğu, camileri ahır yaptığı to­ plantılarda hergün tekrar ediliyor, alkış topluyor; DP kurucuları da bu sözlere hep aynı endişe ile; yani oy kaybetmemek ve ik­ tidarı kaçırmamak korkusuyla karşı çıkamıyorlardı. Aslında oy toplamak kaygısı ile arkadaşlarının vermiş oldukları tavizler, Celal B ayar'ı bile tavizsiz hale getirmişti . 1 949 Zonguldak kon­ feransını yaparken bir delegenin " Kadınlar evlerine dönmelidir. Bu açık çıplaklığa bir son verilmelidir. Kur'an serbest olmalı, Kur'an Kurslan açılmalıdır. B iz ezan sesiyle uyumak, ezan se­ siyle uyanmak istiyoruz. " demesi üzerine yanımda oturan Celal B ayar kulağıma eğilerek: " B u geri kafalılada ve iptidai in­ sanlarla bizler ne yapacağız?" diye bana sormuş, fakat söz sı­ rası kendisine geldiği zaman oyları ürkütmemek olmak için o densiz, gerici delegenin haddini bildirmemişti. "(7)Evet genelde bu yapıda bulunan Demokrat Partisi, Celal B ayar'ın Zonguldak Kongresi'nde çok net olarak ortaya koyduğu gibi,inanmadığı şeylere de sırf iktidarda kalabilmek adına taviz vermişlerdi. DP'nin iktidara geldiği 14 Mayıs tarihinden tam bir ay sonrra 1 4 Haziran tarihinde ezanın yeniden Arapça okunınası için bir kanun teklifi vermesi,<8)verilen bu teklifin Mecliste kabulüyle,

7. ısmail Cem, Türkiye 'de Geri Ka/m1ŞI1ğm Tarihi, s. 393-394, Cem Yayınları, 6 Baskı . 8. Mustafa Doğan, Adnan Menderes'in Konuşma/an, c. 1 , s. 1 3-31 .


ALTINCI BÖLÜM VE ALLAHU EKBER ! .. Ankara Hasköy'de İkarnet etmekte olan Şeyh Ab­ durrahman B alcı Efendi, 3 Şubat 1 93 2 yılında Ezanın Türkçe'ye ve "Tartrı Uludur"a dönüşmesi sonucu Hasköy Zülfadı l (Sol­ fasol diye bilinir) mevkiinde bulunan tekkesinde müridanını toplayarak şu konuşmasını yapmıştı: " Kardeşlerim ! . . Ey İhvanı Din ! .. Görüyorsunuz ki bu rejim sadece Kur'an alfabemizi ya­ saklamakla, medreselerimizi kapatmakla, hanımlarımızın baş• larını açtırmakla kalmamış, şimdi de 1 4 asırdır hiç i nkıtası z devam eden v e kıymete kadar müslümanlar var olduğu müd­ detçe de devam edecek olan "Ezan-ı Muhammedi"mizi ya­ saklayarak bu gök kubbeyi "Allahu Ekber" sadalarma hasret bı­ rakmışlardır. Türkiyemizdeki Ezan-ı Muhammedi yasağı Hz. Mu­ hammed Mustafa s.a.s. Efendimizi Ravza-ı Tahiresinde rahatsı z etmiş, B ilal-i Habeşi Efendilerimizin de kemiklerini sız­ latmıştır. Bu gece rüyamda Allah'ın Resulünü gördüm v e ban a : "Ey Abdurrahman evladım! S e n benim soyumdansın! B ak sizin ülkenizde hergün beş kez benim "Allahın Resulü" olduğuma şehadet eden "Eşhedü enne Muhammeden Resulü!Hih" diy e okunan ezanlar artık okunmuyor. Artık sizde "Allahu Ekber" denmiyor. Bu durum ümmetim üzdüğü gibi, bize d e ızdırap ve-


....


--- - --- --

KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN Hi KAYESi

159

Sizlerde Ezan-ı Muhammedi'yi okuduğunuz için dö­ vülecek, jandarma tarafından dipçiklenecek, karanlık hücrelere atılacak, hapishanelerde çürümeye terkedilecek, bu da yet­ miyormuş gibi sizlere deli denilerek tımarbanelere gön­ derileceksiniz. Onlar o meşakkatlere dayandılar ve aslıab-ı kirarn ün­ vanını aldılar. Sizlerde tahammül ederek ve layıkıyla "Ümmeti Muhammed" olma şerefine ereceksiniz. İşte rüyamda Re­ sulüllah s.a.s. Efendimizin müjdesi budur ! " Abdurrahman B alcı Efendi'nin b u tarihi nutku herkesi de­ rinden etkilemiş, duyanlar duymayanlara anlatmış ve tüm mü­ ridan adeta ezan deliliğine peşinen talip olmuştu. Şeyh Efendi müridanına, "bu çetin vazifeye hazır olanlar ayağa kalksın ! " deyince, tekkede bulunan herkes ayağa kalkmış ve istisnasız bütün müridier mallarıyla ve mülkleriyle "ezan ci­ hadı"na hazır olduklarını bildirmişlerdi. Artık yapılacak iş Türkiye Vilayetlerine Şeyh Ab­ durrahman Efendi'nin dağıttığı şekilde dağılmaya gelmişti. Hacı Yusuf Efendi (Pehlivan) Erzincan'a, S adık Efendi B ursa'ya, Gürkanlı Efendi Eskişehir'e, Süleyman Efendi Rize'ye gibi herkes birer ikişer vilayetleri paylaşmış, en uygun zamanda buralara intikal edilerek, o vilayetlerin en büyük ca­ misinde "Allahu Ekber" diyerek Arapça ezan okuyacaklardı. Ezan okuma eylemi çok koordineli bir şekilde 1 949 yı­ lına kadar sürdü. Ezan okunanların hemen hepsi değişik yı­ llarda yakalandı, kimi 3 ay, kimi 5 ay, Hacı Yusuf Efendi gibi olanlarda 9 ay civarında hapis yattılar. Suçları mı? Türkiye Cumhuriyeti topraklarında ezan vakti geldiğinde Arapça ezan okumak ! B u yiğit insanlar ezan-ı Muhammed! yüzünden defalarca hapse atılmakla kalmamış ve


HASAN HÜSEYİN CEYLAN

158

riyor. "Tanrı Uludur" sözlerini bir an önce "Allahü Ekber"e dö­ nüştüründe bizi rahatlatın ! . . . " Ticani Şeyhi, Şeyh Abdurrahman B alcı Efendi, rüyasında gördüğü Allah'ın Resülünün bu ifadelerini müridanına aktannca bütün tekke tam bir cezbeye gelerek "Allahu Ekber, Allahu Ekber ! " diyerek naralar atmaya başladı. Herkes tıpkı Sultan Fatih'in fetih hadisini muhatap olduğu gibi, onlar da Re­ sulüllah'ın ezan müjdesine nail olmak için can atıyorlar ve her­ kes şeyhlerine ne yapılması gerektiğini soruyordu. Abdurrahman B alcı Efendi, Tekkenin tam ortasına bü­ yükçe bir Türkiye haritası koyarak müridanına anlatmaya baş­ ladı. . . " B akınız evlatlarım! . . Şimdi ülkemizin dört bir tarafında ezanlar "Tanrı Uludur" diye okunuyor. Ne zaman ki sizler gönüllü olarak bütün Tür­ kiye'ye dağılır ve her vilayetin en büyük camisinde, üstelik şe­ refelere çıkarak " Allahu Ekber" ezanının okumaya başlarsanız ve bu uğurda her türlü meşakkate göğüs gererseniz; hatta ger­ çek ezanı okuduğunuz için belki aylarca ve yıllarca hapiste çü­ rütülürsünüz, o da yetmez bu rejim sırf "Allahu Ekber" diye sü­ rekli ezan okuduğunuz ıçın sizleri akıl hastanelerine, tımarbanelere delidir diye gönderirler. İşte o zaman "ezan-ı Muhammed] kıyamı" yerine gelmiş olur. Bu kıyam, Mekke'de ashab-ı kirarn efendilerimizin "Mekke Dönemi" hayatiarına çok benzeyecektir. Onlar Kur'an okudukları için nasıl dövüldüler, yurt­ larından sürüldüler, işkencelere tabi tutuldular, o günün ma­ pushaeleri hücrelere ve derin kuyulara atıldılar, kızgın güneş altında üzerlerine taşlar konularak günlerce bekletildilerse . . .


---·-· ------

KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

161

kayelerini dinlediğİnizde o günki yasak şartları altında bu mü­ cadelenin nasıl şanlı bir şekilde yürütlüdüüne tanık olursunuz. 14 Mayıs 1 95 0 Demokrat Parti iktidarı gerçekleştiğinde işte bu ezan delileri yine yurt sathında mitingler organize ede­ rek hükümetten Arapça ezan isteğinde bulunmuşlardır. Demokrat Parti'den Başbakan ve yakınındaki 5 - 1 0 inanç­ lı arkadaşı, Celal B ayar gibilerinin muhalefet ve mü­ dahalelerine rağmen Türkiye'nin Arapça ezana kavuşacağını , camiierin v e minarelerin bu hasretinin dineceğinin müjdesini vermişlerdir. Nihayet 16 Haziran 1 95 0 tarihi, bütün bir Türkiye'de en gür sadalarla Arapça ezanın resmi kararla camilerden ve ınİ­ narelerden okunduğu tarihin adıdır. İşte bu tarihte çok olağanüstü olaylar meydana gelmiş, kimileri ağlamış, kimileri şükür seedelerine kapanmış, kimileri tekbirlerle ve salavat-t şerifelerle yürüyüş yapmış, kimileri de o günün duygularını şiirleriyle ve yazılarıyla ebedileştirmiştir. B öylesi bir sevincin pay sahiplerinden Sebilürreşat sahibi Eşref Edib B eyefendi ile, Sebilürraşat yazarlarından M. Raif Ogan Efendi'nin, Arapça ezanla ilgili duygu ve düşüncelerini de bu bölümümüze tarihi bir hatıra olarak aktarmak istiyorum.


1 60

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

sonunda bunlarda benim bizzat tesbit edebildiğim 52 kişi "ezan delisi" adı altında Bakırköy Akıl Hastalıklan Merkezine gön­ derilmişlerdir. Ogünkü lisanla ifade edecek olursak ca­ milerimizde "Allahü Ekber" ezanının okuyanlar "Tımarhane"ye kapatılmışlardır. I 949 yılına gelindiğinde Şeyh Abdurrahman Efendi'nin Tekkesinde yeniden bir hareketlenme başgöstermiş ve Ab­ durrahman Efendi önündeki haritaya bakarak her vilayetin kır­ mızı işaretle doldurulduğunu görerek, "müjdeler olsun kar­ deşlerim ! İsHi.m ezanının Türkiye'ınizin her yerinde tam 1 7 yıl süren bir mücadelenin sonunda tamamlamış ve her vilayette ve ilçelerinde Arapça ezanı okumuş buluyoruz. B undan sonra Rabbımız gördüğüm rüya gereği en geç 1 yıl içersinde mem­ leketimize Arapça ezan okuruayı lutfedecektir inşallah. Yalnız yine rüyamda gördüm ki Arapça ezanın yasaklandığı Büyük Millet Meclisi'nde de Arapça ezanı, Meclis oturumu anında okumasak bu Rabbant mücadele tamamlanmamış olacaktır.

Şimdi ben sizlere soruyorum: TBMM (Ulus'taki) içer­ sinde ezan-ı Muhammedt'yi okuyacka ve bu uğurda başına ge­ lebileceklere sabredecek olanınız var mı? Ticani Tekkesinde bu suale hiç beklemeden ayağa kalkan iki yiğit insan cevab verir. "Ne olur bizi TBMM'de Arapça ezan okumaktan mahrum etmeyin . B u insanlardan biri 1 949 yılında TCDD Ankara Mü­ dürlüğü, Kayaş İşletme Şefi olan Muhuddin Ertuğrul, diğerid e Hasköy'lü Osman Yaz Efendi'dir. Muhuddin Ertuğrul Efendi ile Osman Yaz Efendi'nin 4 Şubat 1 949 Cuma günü TBMM'deki Arapça ezan okuyuşlan gerçekten tarihe geçmiştir. Kitabımızda da onların ezan hi-


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

1 63

Nedir bu ses ki, sonsuz büyüklüğü ilan eder, ve yürekleri haıniyetle dolu İslam toplulukları onu duyunca ibadet he­ yecaniyle alınlarını hürınetle secdeye karlar! Bu ses; telatuın-i aheng-i uhravidir önünde Olur şütuın-i garaz, na'ra-i husuınet, o ıneş'uın S ada-yı hırs-ı beşer bir sukun-i hürmete mahkum Verir hayat ebediyette ınuhatazır bir ümınide . . . B u ses; marreviyat ahenginin dalgalarıdır. Onun önünde garaz söğıneleri, düşınanlık naraları, insanlığın ıneş'um ih­ tiraslarından gelen sadalar, hepsi bir hürmet sessizliğine mah­ kum kalır, yani dünyanın kinleri nefretleri silinir gider. Üınit­ sizlikle can çekişmeye, ebedi bir hayat sunar. Bu (dini hak) ka melekler durur bu sesle selam Bu sesle ınağrib ü ınaşrık, bu sesle arz u seınavat Kılar ilahına ila-yı suz ü saz ü ınünacat Bu sesle nur-ı keınalat uçar faza-yı zalaına. Bu sesle, dini hakka ıneleler selama durur. Bu sesle, ınağrib ve maşrık, arz ve seınavat; Allahına havf ve rica ile ınünacatını yükseltir. Bu sesle, Kemalatın nurları karanlıkların semasına uçar. (Yani, batıl ve butlanı yıkar, zulınetleri aydınlığına çevirir). Bir ihtizaz-ı teselli bulur bu seste eninler; Bu ses hitab-ı meali, bu ses hilab-ı uhuvvet Ki kainatı kılar saye-i felahına da'vet. . .


1 62

HASAN HÜSEYiN CEYLAN

EZANI MUHAMMEDi .

Türk milleti; hasret çektiğine kavuştu. Yalnız minareler şehri İstanbul'un yüzlerce cami ve mescidinden değil, Tür­ kiye'nin her bucağındaki minarelerden sünneti seniyenin bütün elfaz ve ibaratiyle, haşmet ve azametle sernalara yükseltilmesi müyesser oldu. Allah Teaiii'nın müminlere tebşiri bununla da zahir oldu . Hiilik; hakkın batılı yendiğini ve yeneceğini bize müjdelemişti. Hamdusenalar olsun ! B u münasebetle büyük şair üstad Faik Ali'nin 1 Nisan 3 1 5 tarihinde intişar etmiş bulunan (Ezan) şiirini sa­ hifelerimize geçiriyoruz. Edip ve mütedeyyin babanın hayırlı halefi o zamanın üs­ lı1biyle ezanı vecd ve hudu' ile terennüm eyliyor. Okuyuculam bu şiirle mübarek Ramazan'da bir edebi iftar vermiş oluyoruz. Manzumenin bazı lı1gat ve terkiplerini de yeni nesiimizin iyice aniayabilmesi için açıklatıyoruz:

EZAN . Üstad "Faik Ali"den Nedir bu nağme ki dinler huşı1'i kalb ile ümmet, Nedir bu ses ki ider sermedi büyüklüğü iliim. Evet, nedir ki; cemaat-i pürhamiyet-i Islam Olur, duyunca cebinsı1de-i ibadet ü hürmel Bu ne ilahi bir musiki nağmesidir ki ümmet; onu yürekten bir tazim korkusu ile dinler !


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKAYESİ

EZAN-I MUHAMMEDİ' NİN LİSAN-1 KUR'AN İLE OKUNMASI ÜZERİNE (*) El-hamdü li'lHih ve'ş-şükrü li'llah Tekbir edildi yurdumda Allah Vicdan iman olmuşdu evvah ism-i Hudd'ya hasretdi ervah Şimdi demekde serbestce efviih Allahu ekber Allahu ekber Rub' asırdır Türkiye haki Özlerdi candan bu nam-ı piiki Kalmışdı Türkün çeşmanı baki Her bir minare kalbendi şaki Geldi nihayet men'in helilki Allahu ekber Allahu ekber Olmaz layiklik imana düşman Onda gereklidir 'asftde vicdan Zorlandı lakin erbab-ı lman Gördü ta'arruz tekbir u Kur'an Türkçe edildi mecbftren eziin Allahu ekber AlHihu ekber

Divan-ı Tahirü'I-Mevlevi (2); F.S.T. 78, vr 40b-41 a, 262

1 65


1 64

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

B ilad-ı rum u Arap dinler. Afrika, Cava dinler. İnliyenler, bu seste bir teselli ihtizazı bulur. Bu ses bir yükselişler hitabıdır. B u ses bir kardeşlik hitabıdır. Öyle bir ses ki kainatı, kurtuluşa çağırıyor ve bu çağırışı Rum ve Arap, Afrika, Cı,tva . . . Bütün İslam dünyası ümid ve feyizle dinliyor. Evet teveccüh ederken bu ses cenap ve şimale Hayır, bu duyduğumuz şey ne ses, ne nağme, ne elham; Bu bir şellale-i kudsiyedir ki hak-i fenadan Çıkar; fakat dökülür gaye-i sema-yı kemale . . . Evet, bu ses cenuba, şimale uzarken dünya ve ahiret için selameti müjdeteyişinde bütün İslam topluluklan ümid ile ba­ ğlanır. Çözülmez bir camianın kardeş fertleri olduğunu an­ larlar ! Bu öyle bir şeydir ki, ne ses, ne nağme, ne de musiki ma­ kamlarının tekrarıdır. Bu öyle bir mukaddes berrak çağlayandır ki bu fena aleminden fışkırır, yükselir de kemalin en yüksek gayesine dökülür. (Allahu ekber velilahilhamd). Dört yüz elli milyon kardeşimizle, İslam'ın şanının beş vakitte dünyanın dört köşesinden aleme ilan eden Ezanı Mu­ hammedinin liifızlarında dahi bir beraberliğe erdiğimiz hayırlı günlerimizi gerçek bir bayram saymak yerindedir. Her Ra­ mazanın sonunda tek bayram varken, Allah'ın kudret ve azameti 1 369 yılı Ramazanının başlangıcını da bize bir sevinme bay­ ramı yapmıştır. Nimete şükür; nimetierin çoğalmasına se­ beptir. Allahın hayır ve bereketi müslüman Türk milleti ve bütün din kardeşlerimiz üzerine olsun. M. Raif Ogan


KEMALİZMİN TÜR KÇE EZAN HİKA YESİ

İsm-i azlmi Hak zü'l-Celillin Zikriyle artık dini maka.lin Veed-averidir ruh-ı Biliii'in Tahvii u refi keyfi daHUin Tevfiki bl-şek Rabbü'l-Cemfilin Allahu ekber Allahu ekber Etdi irade ferman-ı kudret Oldu hükümet erkanı alet Himmetleriyle kalkdı şu bid'at Asılde kaldı din u şeri'at Ecrin bulurlar ey Tahir elbet Allahu ekber Allahu ekber 1 Ramazan 1 369 Tahirü'l Mevlevl

1 67


1 66

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Ondört 'asırdır Hakk'ın nidası Kur'an diliydi 'all şadası Böyleydi şer'in hükm u kazası Yıkdı o hükmü bir hayli 'aşi Oldu i'acte bak ibtidası Allahu ekber Allahu ekber Kanun yapıldı Hak Tanrı oldu B id'at çıkıp da sünnet bozuldu Allah deyenler hapse konuldu Lakin zamanı geldi soruldu Fetret de gitdi şer'a uyuldu Allahu ekber Allahu ekber Şahib-i şerl'at zat-ı Peygamber Duydu mesen·et ruhen o server Denmekde yerde Allahu ekber Guşeylesinler gökde melekler Feyziyle oldu her yer münevver Allahu ekber Allahu ekber


1 69

KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

lar geçtikten ve vaktile zaruri görülen tedbire artık i htiyaç kal­ madıktan sonra bunda ısrar bu sefer vicdan hürriyetin e karşı bir taassup teşkil eder. Şimdi meselenin laiklik ve vicdan hürriyeti bakımından halline sıra gelmiştir. Dini, siyasete karıştırmak ve dini iba­ detler amme nizamma ve umumi adaba aykırı o lmamak şart ile herkesin

dini

veeibe

ve

ibadetlerini

serbestçe

yerine

ge­

tirebilmesi vicdan hürriyeti ve laiklik esası bu anlayışa göre tes­ bit edilmiştir. Diğer inkılaplarımız gibi laiklik esasının da muhafazası bugün için ancak prensipiere bağlı kalınakla mümkündür. Hal­ buki umumi adaba ve amme n izamma hiçbir aykı rılık gös­

termeyen ezan meselesinde memnuniyetin devamı laiklik p ren­ sibini menfi cihetten zedelemek manasını tazammun eder.

Tekrar edelim ki, irticaa, taassuba, geriliğe karşı mü­ cadeleyi ancak prensipiere sıkı sıkıya bağlı kalınakla mümkün görüyoruz. Bu izahıının milletimize malolmuş inkılaplarımızın ta­ mamiyle

korunacağı

manasını

taşıdığını

da

ayrıca

tafsile

lüzum görmemekteyim. Hükümet olarak ezan meselesi hakkında görüşümüz bun­

dan ibarettir. Ancak kanuni hükümlerle de alakah olan bu me­

selenin gerek prensip, gerekse grubumuzca lüzum görüldüğü takdirde kanunda değişiklik yapmak bakımından Meclis Gru­ bumuza arzı ve Grubumuzca alınacak karara göre hareket olun­ ması pek tabiidir. " Bu beyanat, Halk Partisi'nin enkazı arasında b ir bomba tesiri yaptı. Onları allak bullak etti. İnkılabın temelleri yıkılıyar diye yaygaralara başladılar. Demek, laiklik nikabına bürünen bu adamlar din hürriyetine karşı düşman imişler. B ütün millet


HASAN HÜSEYİN CEYLAN

1 68

DEMOKRAT PARTi VE EZAN MESELESi: Eşref EDİB Demokrat Parti'nin tek başına kurduğu hükümet prog­ ramında ezan meselesinden

de bahsolunmadı. Fakat Zafer ga­

zetesi B aşmuharririnin sorduğu bir sual üzerine Hüklıınet Reisi Adnan Menderes mühim bir cevap verdi. Bu cevabı aynen der­

cediyoruz:

"Her taassup cemiyet hayatı için zararlı neticeler doğurur. Cemiyet hayatında esas değişikliklerin yapılabilmesi evvel§. ta­ assup zihniyetinin yıkılmasına bağlıdır. Bu hakikatin iyice !Qy=­ ranmış olması neticesidir ki, B üyük Atatürk bir takım ha­ zırlayıcı ön inkılaplara başlarken taassup zihniyetiyle mücadele

etmek lüzumunu hissetmişti.

Ezanın Türkçe okunınası mecburiyeti de böyle bir za­ ruretin neticesi olarak kabul edilmelidir. Zamanında çok lü­

zumlu olan bu mecburiyet ve tedbir diğer tedbirlerle birlikte bu­

günün hür Türkiye'sine zemin hazırlamıştır. Ezanın Türkçe okunmasına mukabil cami içinde bütün ibadet ve duaların din dilinde olması garip bir tezad teşkil eder gibi

gorunur.

B unun

izahı

arzettiğim

gibi,

geçmişteki

hadiselerin hatırlanmasına ve taassup zihniyetine karşı mü­ cadele zamretinin kabul olunmasına bağlıdır. Aradan bunca yıl-


KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN H İ KA YESi

ı7 1

kendilerine en çok güvendikleri bir zamanda hak ile yeksan eder. Ellerindeki kudret ve nüfuzu alır. Bu hale düşürür. "Fe­ kutıa dabirül kavmillezine zalemCı" Zülmedenlerin arkasını Allah böyle alır. Bu, ezell ve ebedi bir kanunu İlahldir. Kara kara düşünüyorsunuz. Ne vakit beyaz düşündünüz ki? Din düşmanlığı işte böyle bir cehennemdir ki şimdi siz onun içinde böyle yanıp tutuşuyorsunuz. Daha çok yanıp tu­ tuşacaksınız. B ütün yakıp yıktığınız, Hilan ettiğiniz iman ka­ leleri yeniden yapılacak. Siz onları gördükçe kara ve kızıl dü­ şünceler içinde kıvranacaksınız. Azabın en ağırını çekeceksiniz. Allah size bunları herkesi gözü önünde çek­ tirecek . İniltilerinizi yer, gök işitecek: "Tüylerim diken diken oldu" diyorsunuz Olacak. Siz nasıl senelerce halkın tüylerini diken diken yaptınızsa şimdi onların cezasını çekeceksiniz. B u cezaları çekmek için Allah sizi yaşatacak Allah işte za­ limlerden böyle intikam alır. B akınız azap içinde nasıl kıvranıyorlar! Zaman ga­ zetesinin başmakalesinden: " B aşbakanın beyanatı bizi dehşete düşürdü. Mareşalın cenaze töreninde azametini gördüğümüz tekbirci kütleyi, yur­ dun dört köşesindeki benzerlerini sevinçlerinden çıldırtmak için bundan daha güzel bir vaid olamaz . . . İnkılap prensipleriyle ilgili bir kararın değiştirilmesine asla taraftarlık edemeyiz. Va­ tandaşın şapkayı seçmek hürriyeti yok mu ? Eski y azının talik, sülüs, nk'a marifetlerine ne buyurulur? Arapça ezanın metninin vicdan hürriyetiyle bir alakası yoktur. "Tanrı uludur" nidasını beğenmeyen içinden rludaklan arasından " Allahü ekber" desin. B azı zümreleri memnun etmek için bu mesele ortaya atılmıştır. B u , ateşle oynamaktır. " (Zaman, Akşam Postası-Nusret Safa Coşkun) . Camilerde, minarelerde "Allahü ekber" sadalarını işit-


1 70

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

bunu biliyordu. Fakat şimdi bu husumetin ne kadar derin ol­ duğunu yakinen görmüş olacak. İyi ki Allah, milleti bunların elinden kurtardı. yoksa biraz daha geçseydi memlekette ne din kalacaktı, ne iman. Komünistlerin istiH1sına hacet kalmayacaktı. Maazallah memleket içinden kızıllaştırılacaktı. Milletin, bu akıbeti sezerek kendini tam vaktinde felaketten kurtarması anc bir tevfiki Ilahidir.

'>f

VW 't i l i l

,Hürriyet'in Ankara muhabirinin beyanına göre, Halk Par­ bu beyanat kar., ı ı nda kurş u n l a vurul ın u şa dön­ müşlerdir. Kara ve kızıl taassubun " Ulus "daki şu yazılarına ba­ kınız: L

'�· '

er

"Ezanın Arapça okunacağını öğrendiğim bu sabahtanberi perişan bir halde olduğumu sizden neye gizliyeyim? Etime bıçak saplansa bir damla kanım çıkmaz. Hükümet gazetesinin Atatürk inkılaplarının bir taraftan didiklenmeye başlandığını teşhir eden büyük manşetini gördüğüm andan itibaren içimi derin bir ümitsizlik kapladı. Sabahtanberi kara kara dü­ şünüyorum. Tüylerim diken diken oluyor . " (Ulus-Kemal Zeki Gençosman) Allah sizi işte böyle perişan edecek. Yıllarca siz milletin canına okudunuz. Kalbine hançerler soktunuz. Allah dedi diye zindanlara attınız. Allahı, Peygamberi öğrenmekten menettiniz. Allah da şimdi sizi bu hale düşürdü. Kanlannızı şimdi böyle içinize akıtınız. Yirmi küsur sene milletin dinini, imanını di­ diklediniz. Moskofların yapamadığını yaptınız. Bu faziletli mil­ letin imanını tamaıniyle yere seremediniz, nasıl oldu da can­ Iandı diye kıyametler koparıyorsunuz. En ferahlı bir zaınanınızda azabı İHl.h1 ansızın tepenize indi . Şimdi "içimizi derin bir ümitsizlik kapladı " diyorsunuz. Evet, Allah sizleri böyle ümitsizliğe, yeis ve fütura düşürdü. "Feizahüm müb­ lisun. " B ütün zalimlerin akıbeti böyledir. Allah onları böyle


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKAYESi

1 73

Artık içinizden, dudaklarınız arasından istediğinizi gevelemek sırası size geldi. İçinizde gayız ve husumetle haşrolunuz. B azı zümreleri memnun etmek için bu mesele ortaya atıl­ dı, diyorsunuz. Evet, o zümre, sizden başka, bütün millettir. Milletin gasbolunan haklarını, ç iğnenen imanını, yıkılan hür­ riyetini iade için bu mesele ortaya atılmıştır. Çünkü millet böyle istiyor. B öyle yapılsın diye vekilierini seçti ve sizi ala­ şağı etti. Şimdi ateşle oynayan asıl sizsiniz. Amma bütün put­ haneler yıkıldı, ateşgedeler harabezara döndü. Siz onların en­ kazı arasında yanıp tutuştukça etrafı ateş içinde görüyorsunuz. Kahrınızdan yanınız, tutuşunuz. Millet ferah ve saadet i ç inde yüzüyor.

İçinizdeki

ateşleri

etrafa

sıçratmaya

çalışırsanız

belanızı bulursunuz. Halkçıların profesör payesine çıkardıkları adamın şu saçmalarına da b akınız: "Arapça ezana dair bu beyanatı okuyunca içimden bir ür­ perme duyduğumuzu s aklayamayacağız. Demek ki Demokrat

Parti icraata Arapça ezan okunmasına yeniden imkan vermekle başlayacaktır. Orta çağın dini hurafelerinden temizlenmiş laik bir zihniyete karşı gelmektir bu . " (Ulus- Yavuz Abadan) Profesör

kafasına

bakınız.

Bu

sakat

kafanın

dü­

şüncelerini görünüz . B i r profesör nasıl böyle düşünür? İnsan hayretler içinde kalır. M abetierde "Allahüekber" diyenler zin­ danlardan çıkacak diye içinden ürperti duyan bu profesör kadar hürriyet düşmanı bir insan tasavvur olunabilir. mi? İnsan sı­ kılmadan nasıl böyle içindeki husumeti meydana vurabilir? Onlar "Allahüekber" i ebediyen mezara gömmüşlerdi. Hiç böyle bir gün geleceğini tasavvur etmiyorlardı . Ş imdi günahların ı af­ fettirmek

için

bir

tarafa

sinip

isimlerini

unutturmağa

ça­

lışacakları yerde sıkılmadan yine millet mukaddesatma dil uzatmaktan geri durmuyorlar. Demek parçalanan vücutlarının


1 72

HASAN HÜSEYiN CEYLAN

rnek değil, tahayyül etmek bile sizi dehşete düşürüyor, değil mi? Ya gürül gürül elli altmış bin minareden Allahü ekber sa­ daları yükseldiği zaman ne yapacaksınız? Zaten Allah sizin ku­ laklarınızı hürlemiş,

tıkamış, sizi

gözlerinizi

dalalet

kör etmiş,

çukurlarına

kalbierinizi

yuvarlamıştır.

mü­

"Tekbirci

kütle" diye üç dört yüz bin halkı ve Üniversite gençliğini ve memleketin bütün müslüman halkını tahkir ediyorsunuz. Edi­ niz, ediniz. Elinizdeki bütün gayız ve husumetleri ortaya dö­ künüz. Hepinize Moskova'dan nişanlar, madalyalar gelecek. Millet de sizin mahiyetinizi daha iyi anlamış olacak. Demek mabetierde "Allah" diyenleri zindanlara atmak inkılap prensipi imiş ! Öyle mi? İşte o inkılap bugün yıkı l ı yor. Hak ile yeksan ediliyor. Millet böyle kara ve kızıl inkılap is­ temiyor. İmanma uzanan elleri kırıyor, kalbine sokulan han­ çerleri parçalıyor: " Ş apkayı seçmek hürriyetimiz yok mu?" diyorsunuz. Şap­ kanız, silindiriniz için hürriyet istiyorsunuz da milletin "Allah" demek hürriyetine neden senelerce mani oldunuz? Hala da mani olmak istiyorsunuz? İsterseniz silindirlerinizi gece gündüz, ba­ şınızdan çıkarmay ı nız. Yalnız siz milletin dini nden, imanından elinizi çekiniz. Ezanı menetmenin vicdan hürriyetiyle alakası yok mu? S iz hem milletin kalbine hançer sokuyorsunuz, hem de iyi bir­ şey

yaptığınızı

söylüyorsunuz.

Tıpkı

Yahudiler

gibi

ko­

nuşuyorsunuz. "Allahü ekber" diyenleri zindanlara atmak kadar vicdan hürriyetine aykırı ne olabilir? Moskof diyarında, kızıllar

memleketinde bile şenaatin bu derecesi yoktur. "Ulu"yu be­ ğenmeyen içinden dudakları arasından Allahü ekber desin, di­ yorsunuz. Zülmun bu derecesi engizisyon devrinde bile gö­ rülmemiştir.

Allahın

inayetiyle

millet

hürriyetine

kavuştu.


KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

175

zınızdan çatlıyacaksınız. Allah size bu azahı çektirecektir. B un­ dan kurtuluş yoktur. Ulus'un diğer bir yamak muharriri de şöyle diyor. "Arapça ezan Atatürk'ün inkıHip binasında bir gedik açar ve eza verir. " "Allahüekber" sadası size eza verir mi küçük bey? Bu memlekette yaşayan on sekiz milyon halk Müslümandır. Bu halkın dini, dini İsHimdır. Minarelerinde Alahüekber sadası yükselecektir. B u , size eza veriyorsa Moskova'ya gidebilirsiniz. Orada kızıl çan seslerini işitirseniz, içiniz ferahlar. Atatürk'ü ne karıştırıyorsunuz? S izin Atatürkçülüğünüz sahih midir sanki? Onu alet etmekle batılı yürüteceğin izi mi sa­ nıyorsunuz. Artık o devirler geçti. Eğer siz hakiki Atatürkçü iseniz, Atatürk'ün hep yaptığını kabul ediyorsanız, sahte Ata­ türkçü değilseniz şuna cevap veriniz: Atatürk

Farmasonluğu

ilga

etmişti .

Şimdi

Farmason

ocakları yeniden zehirli dumanlarıyle iifiikı kaplayınca neye ses çıkarmadınız? Çıkarmıyorsunuz? Mademki Atatürk'ün her yaptığı iyidir, buna neden sus­ tunuz? B iitıl makisünaleyh olamaz. B atılın biitıl olduğu an­ laşılınca o, hertaraf olur. Her şey millet içindir. Mil letin arzu ve iradesine hiçbir şahıs, hiçbir düşünce, hiçbir şey hakim ola­ maz. Millet her şeyden üstündür. Millet arzu ve iradesine boyun eğmek herkesin borcudur.

Allahüekber sactasını i şitmek is­

temeyen de Karadenizin öbür tarafına geçmekte scrbesttir. S iz Atatürk'ü neden din düşmanı

gibi göstermek is­

tiyorsunuz? Arapça ezan vaktiyle camilerden, minarelerden ne maksatla kaldırıldıysa kaldırılmış. Şimdi bunun y anlış bir i ş olduğu anlaşılmış . Tekrar iade ediliyor. Atatürk d e bugün sağ olsaydı milletin bu arzu ve iradesini yerine getirmekle mükellef


1 74

HASAN HÜSEYiN CEYLAN

debelenen her zerresinden din husumeti fışkırtıyor. Kur'an di­ liyle ezan okunmasına yeniden imkan verdiğinden

dolayı hü­

kümete çatıyorlar. İşte senelerce milleti idare eden bu adam­ ların

hürriyeti,

demokrasiyi

nasıl

anladıklarını

gorunuz.

B unların kafaları orta çağın engizisyon hurafeleriyle doludur. Onlar vicdan hürriyetine karşı reva gördükleri zulüm ve iş­ kenceleri böyle laiklik maskesini takınarak yaptılar. Millet ve şimdi onları temizledi. Orta çağın engizisyon hurafelerinden ve

zulümlerinden temizlenmiş Hiik bir zihniyet inşalah bundan sonra teessüs edecek. B ir de şu Farmason sözüne bakınız: "İnkılaplarımız muasır medeniyet yapımızın kilit taş•

larıdır. Onlardan herhangi birini çekip çıkarmanın tabiat kanunlaı·ına uygun bir reaksiyonla diğerlerini de sarsahileceği daima

uykularımızı

kaçıran

bir

ihtimaldir"

(Ulus-Feridun

Osman Menteşeoğlu). Daha çok uykularınız kaçacak, Yirmi yedi sene milletin uykusunu kaçırdınız.

Onun

dinine,

imanına tasallut ettiniz.

Ş imdi o , hürriyetine kavuşuyor diye uykularınız kaçıyor, öyle

mi? Muasır medeniyet dediğiniz şey, din ve vicdan hürriyetine

karşı gelmek midir? Allah diyenleri zindanlara atmak mıdır? B öyle

medeniyet

telakkisi

ancak

komünistlere

mahsustur.

Ondan başka dünyanın hiçbir yerinde din ve vicdan hürriyetine karşı bu derece şeni bir tecavüz yoktur. Yirmi yedi sene mil­ Ietin hürriyetini kilitlediniz. Göğsündeki imana el uzattınız Ma­ betlere kadar tecavüz ettiniz. Şahadet getiren ağıziara kilit vur­ dunuz. Medeniyet yapınız bu

muydu? Işte şimdi bu yapınız,

bu zulüm binan ı z yıkılıyor. Millet bu zulüm binasını parça parça ediyor. Daha çok uykularınız kaçacaktır. Gözünüz önün­ de millet hürriyetine kavuşacaktır. Gürül gürül minarelerden Allahüekber sadaları yükselecektir.

Siz de kininizden,

gay-


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

1 77

tadiller, tasfiyeler yapınağa kalkılamaz. Bu yapıldığı takdirde bunların

nereye varacağı kestirilemez.

Ezan

hakkındaki

bu

karar; inkılap abidesinin altından bu tuğla çekilmesine ve bütün milırak temelinin sarsılmasına benzer. Son seçimlerde arapça ezan hususunda seçmenlerimiz bize de büyük tazyikler yaptılar. Fakat seçimi kaybetmek balıasma olsa da biz onlara müsbet cevap vermedik. " Valiahi b u adamlar çılgına dönmüşler. Allah onları ser­ seme

çevirmiş .

B öyle

söyletiyor.

Millet

onlardan

yüz

çe­

virmişti . Ş imdi bu sözlerini işittikçe ne kadar isabet etmiş ol­ duğunu daha iyi anlıyor. Millete, milletin arzu ve iradesine karşı geldiklerini nasıl itiraf ediyorlar! Bu ezan meselesi onları çı ldırtacak hale getird i .

" Allahüekber" düşmanlığı iliklerine

kadar işlemiş. Milletin bu hususta kendilerine tazyik yaptığını, fakat bu tazyıka rağmen seçimi bile kaybetmeği göze alacak kadar kara ve kızıl taassup gayyasına düştüklerini söylemek çılgınlıktan başka bir şey deği ldir! Allah onların akıllarını almış, kulaklarını sağır yapmı ş , gözlerini kör etmiş, kalbierini mühürlemiş ! Ş imdi böyle deli deli söyleniyorlar. Gazete muhabirieri onlara çok güzel bir cevap vermişler. Demişler ki : - O halde bütün vilayetlerde birer miting tertip edin. B u kararı protesto edin. Bu çok makul teklif karş ı s ında şaşırmışlar. - Ya öyle mi? demişler. B unu yapalım da

954

seçimini

de kayıp mı edelim? Aman yarabbi, bu adamların düşüncesine bakınız, yirmi yedi sene milletin dinine, imaınına musallat olan bu adamların sakat kafasına bakınız. Yahu bu milletin dininden, imanından ne istersiniz? Siz mintarafişşeytan sittin sene bu milletin ba-


-

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

176

olurdu, değil mi? Demokrasi devri geldiğinden sizin haberiniz yok mu? "Milliyet gazetesi diyor ki: " Mus tafa Kemal, bazılarının çok yanlış olarak zannettiği gib i , din düşmanı değildi, laikti. Din ıslahatçısı da değildi . Eza­ nın Türkçe okunmasını istemekle bir reform hareketine gi­ rişmiş değildi . "Ezan, ne karşısında dini istiğrak duyulan bir ayeti ke­

rime, yahut herhangi bir içtimai akide telkin eden bir hadisi şerif değildir. Türkçe okunursa cami daha kalabalık olur . " (Mil­ liyet-Ali Naci Karacan) Mademki öyle imiş, ezanın Kur'an diliyle okunmasının Atatürk inkılabına ne zararı var? Ezanın ayet mi, hadis mi, ne o lduğunu herkes biliyo·r. Ezanı Peygamberimiz böylece takrir etmiş ve mescidi saadette ilk ezan böyle okunmuş ve bütün İslam dünyasında bin üç yüz

küsur sene hep böyle okunmuştur. Yüzlerce milyon Müslüman ezandan, Allahüekber sadasından en büyük bir dini istiğrak du­ yuyor. B una ne hakla mani oluyorsunuz? Mesele şudur: De­ mokrasi devrinde halkın mukaddesatına, ibadetine müdahale et­

rneğe, Allahüekber diyenleri zindanlara atmağa hakkımız var mı, yok mu? Demokrasi devrinde, laiklik iddiasında bulunan bir idarenin ceza kanunlannda böyle bir şey bulunması bütün dünya nazarında bir zül değil midir? Hükümet bunu hertaraf ediyorsa takdire mazhar olmak icabetmez mi? Son Saat ve Vatan gazetelerinin Ankara muhabirieri de Ankara'daki Halk Partisi mahfillerinin fikirlerini şu suretle nak­ lediyorlar: "Halk Partisi bu beyanatı " inkılaba ihanet" telakki et­ mektedir.

Diyorlar

ki:

Atatürk

inkılabı

bir

küldür.

Bunda


----- --- --------�

KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN H İ KAYESİ

1 79

Son Telgraf diyor ki: "Atatürk inkı lapları bir bütündür. Bu bütünün bir halkası koparıldı mı ötekiler de birbirini koparır. Medrese, türbe, tekke, Arap harfi, arapça tedrisat. . . gelir. B i r din dili kabul edilirse ar­ kasından din dilini öğretmek ihtiyacı gelir. Kur'an-ı Kerim oku­ yabilmek için Arap harfi ve arapçayı okuyup yazmak gerekmez

mi?" (Son Telgraf-Ethem İzzet B enice).

Mantığa bakınız. Din hürriyeti gelecek diye, Kur'an oku­ nup yazılması kolaylaşacak diye kederlerinden ç ı ldıracaklar. Hıristiyanların, Yahudilerin din dili kabul ediliyor da Müs­ lümanların din dilinin kabulüne neye bu kadar sinirleniyorlar? Artık din dili, Kur'an lisanı, Kur'an yazısı, Kur'an harfi ebe­ diyen mezara gömüldü mü,

zannediyorlar?

Kur'an yaşıyor.

Kur'an dili ile camilerde ezan okuyanların zindanlara atılma devri artık ebediyen tarihin kara ve kızıl gayyasına gömülüyor. B undan sonra inşallah Kur'an dili serbest olacaktır. Kur'an di­ liyle minarelerde gürül gürül ezanlar okunacaktır, demokrasiye, laikliğe karşı gelen zincirler kırılacaktır. Son Telgraf türbeleri daha

evvel

açıldığından,

mekteplerde

dini

tedrisatın

baş­

ladığından ilahiyel diye din müesseselerinin açıldığından ha­

beri yok mu? Onlar inkılap halkalarını koparınadı mı? Milletin arzu ve iradesine karşı hiçbir halka, hiçbir zincir yoktur. Millet

bütün bu zincirleri kıracak, hakiki laikliği, hakiki demokrasiyi kuracaktır. Bu da Vatan'ın mütalaası : "Arapça ezanı yasak eden kanunun kalkması n ı bekleriz. Yalnız "din lisanı" tabiri kullanılmasına aklımız ermedi. B unun

bir sehiv olduğunu farzediyoruz. kanun kalktıktan sonra isteyen Arapça okuyacaktır. Fakat biz öyle sanıyoruz ki bu serbestiye rağmen kendi ana dilini kullanınağı tercih edenler çok ola­ caktır. " (Vatan-Ahmet Emin Yalman)


HASAN HÜSEYİN CEYLAN

1 78

şına bela mı kesildiniz. Yıkılıp gittiniz, haHi bir gün yine mil­ letin canına okuyacağınızı tevehhüm ediyorsunuz. Artık sizin için ebediyen bu diyarda tecebbür ve tahakküm devri gel­

meyecektir. Buna emin olabilirsiniz. M i l let bir daha böyle zillet ve esarete düşmeyecektir. Yine muhabirierin beyanına göre, Demokratlar da di­ yoı larmış ki: - Halk Partisi, halka gösteriş için türbeleri açtı, mek­ teplere din derslerini kabul etti. Bunlar Atatürk inkılabına iha­ net değil de Kur'an diliyle ean okuyanlar hakkında ki cezanın kaldırılması neden Atatürk inkılabına ihanet oluyor? Gayet doğru, gayet makul bir sual . Buna ne derler? B iz de bir sual ilave edelim: Atatürk farmason Joealarını kapattı. S onra Halk

Partisi

bu

farmasonların

tekrar

teşekkülüne

ve

fa­

aliyetlerine müsaade etti. Bu, Atatürk inkılabına ihanet değil mi? Halk Partililer bu ezan meselesine neye bu kadar ehem­ miyet veriyorlar? Ezan, inkıHip kalesinin temel taşı imiş ! Bu yıkılırsa herşey altüst olacakmış ! Demek din üzerindeki bas­ kıların temeli ezan oluyor. Onun için onlar ezanı menetmişler. Demek mesele, B aşbakanın gösterdiği esbabı mucibe kadar basit değil . O halde Demokratlar inkılap kalesinin temellerini mi yıkıyorlar? İnkılap kalesi bu kadar çürük mü? Bunların aklı varsa inkılap lafını hiç karıştırmasalar iyi ederler. Çünkü bu , olacaktır.

Muhakkak olacaktır. Kur'an diliyle ezanlar mem­

leketin her tarafında, elli altmış bin minarede okunacaktır. Hem günde beş defa okunacaktır. İlamaşallah okunacaktır. M i l let bunu istemiştir. Milletvekilleri de buna söz vermiştir. Hükümet de milletin bu arzu ve iradesini yerine getirmek şerefini ka­ zanacaktır.


KEMALİZMIN TÜRKÇE EZAN HİKAYESİ

181

Demokrat Parti erkanının dedikleri gibi yapılan inkılap, de­ mokrasi

inkılabı

büyüktür.

Halk

Partililerin

kafaları

bu

inkılabın büüklüğünü takdir edecek asude bir hale henüz gel­ medi. Her ne ise, biz şimdi bu hadisenin esbabı mucibesi üze­ rinde durmayacağız, bunu başka bir zaman bahis mevzuu ede­ riz. Her ne maksatla olursa olsun, bugün hükümet milletin arzu ve iradesini yerine

getirmeye himmet ediyor. Bu, cidden tak­

dire şayandır. İnşallah bütün dünyaya karşı bizi pek hacil bir mevkide bulunduran bu ceza kalkar da memleketimizde din hürriyeti yo­ lunda güzel bir adım atılmış olur. Kur'an diliyle ezan okuduğu için ilk mahkum olan zatın mahkOmiyet kararını tasdik için o zamanki Halk Partisi erkanı bu meseleye çok cheınıniyet vermişti. Fakat henüz kanun çık­ madığı için bu mahkOmiyet husus! bir emre İstanat ettiği ve Anayasaya aykırı olduğu için Temyiz Mahkemesi buhükmü nakzetmişti. Bu nakz şerefi de hatırınızda kaldığına göre, o zaman ceza dairesinde bulunan faziletli ve cesaretli Halil Öz­ yörük'e nasip olmuştu. Allah'ın !Otuf ve tecellisine bakınız ki Kur'an diliyle ezan okuyanlar hakkındaki cezanın kaldırılması da onun Adiiye Bakanlığı zamanına tesadüf ediyor. B u , büyük İlahi bir mazhariyettir.

inşallah din hürriyetini köstekleyen

bütün antidemokratik kanunlar onun zamanında kaldırılacaktır. Ezanın Türkçe tercümesi doğru olup olmadığına gelince, bunun doğru olmadığı ötedenberi ma!Om bir keyfiyettir. Fakat kara ve kızıl taassubun diğer hürriyetlere olduğu gibi laiklik ni­ kabı altında dine karşı baskıları devam ettiği müddetçe kimse bu hususta söz söylemeye, ilmi ve lisani bir tenkid bile yapmaya cesaret edemiyordu. Büyük mücadelelerde ınemlekctiınizde ha­ kiki demokrasi gelince din üzerindeki bu baskının da daha fazla


HASAN HÜSEYİN CEYLAN

1 80

B ir "din lisanı" olduğuna nıçın aklınız ermiyor Ahmet Emin Bey? Yahudilerin havralarda, Hıristiyanların kil iselerde ibadet ettikleri din lisanı yok mu?

Yahudiler,

Hıristiyanlar

Türkçe mi ibadet ediyorlar? Türklerin dini dini Islam

olduğu,

kitapları Kur'an olduğu, namazlarını bu dil ile yaptıkları nı, bi­ naenaleyh bir din lisanları olduğunu bilmiyor musunuz? B ir din lisanı olduğu bir sehiv değil, bir hakikattir. Kur'an diliyle ezan okuyanlar hakkında cezanın kalk­ tıktan sonra da yine "yoktur tapacak" diye ezan okuyacakların çok

olacağını

söylüyorsunuz.

Göreceğiz bakalım,

sizin

de­

diğinizi yapacak tekbir Müslüman, bir mürnin müezzin çıkacak mı?

Hiç

üzülmeyiniz,

lahüekber"

den

bütün Türkiye'deki

"Lailaheillallah"

dan

minarelerde

"Al­

başka

bir

şey

işit­

ezanın

evvelce

me­

meyeceksiniz. Kur'an diline arka çeviren, ihanet eden hiçbir mü­

nafık müezzin görmeyeceksiniz. B aşbakanın

beyanatma gelince,

nedilınesine dair gösterdiği esbabı mucibenin manasını biz an­

layamadık. Taassup zihniyetini kırmak için mi Müslümanların ibadetlerine müdahale edilmişti. Bunun için mi Allahü ekber di­ yenler zindanlara atılmıştı? Bir müddet böyle gittikten, Müs­ lümanların dinlerine sarılmaktaki taassubu hertaraf olduktan

sonra ezanın tekrar yine Kur'an diliyle okunmasına müsaade

edilmek üzere mi menedilmişti? Bu mesele, bu kadar basit ol­ masa gerek. B aşbakan bu işi hal için bir tevil yolu aramı ş . Amma bu hususta güçlük çektiği meydanda. Bu mesele, öyle alelade taassup zihniyetini kırmak için Müslümanlara tarhedilmiş hafif bir cezadan ibare değildir. B unun manası çok büyüktü. Halk Partililer bunun manasını bi­ liyorlar. B ilhassa S aracoğlu bunun manasını herkesten ziyade iyi bilir. Amma zamanlar değişti. Nasılsa millet, iradesine sahip oldu da istediğini yapacak, yaptıracak milletvekilleri gönderd i .


Ü� t İ� A Z� N T� E= Z� E� N�H A� K KA Y _İ� _E �= M _L �İ� M_ R �K �Ç �E � �S� _ __

__ __ __ __ __ ___

1 83

fızları cürmü meşhud ile suçlandırırken, minarelerde ve ca­ milerde Arapça ezan ve karnet okunmasını da menederek mü­ ezzinleri hemen

aleHicele yanlış olarak tercüme ettirdikleri

Türkçe ezan okuruağa mecbur etmişlerdi. Malıkernelerin eva­ miri hükümete muhalif diye verdikleri cezaları Temyiz mah­ kemesi kanunsuz olduğundan bozmakta devam edince Adiiye Vekaleti bundan bahisle bu babda bir kanun maddesi konması lüzumunu ileri sürdü, bunun üzerine ceza kanununun 526'ncı maddesine şu fıkra ilave okundu. "Arapça ezan ve karnet okuyanlar üç aya kadar hafif hapis veya on liradan iki yüz liraya kadar hafif para cezası ile cezalandırılırlar . " Hükümetin, bir taraftan laik olduğunu iddia ederken, diğer taraftan din işlerine karışması, mesela işte bu ezan me­ selesindeki müdahalesi o kadar yersizdi ki, dünyanın hiçbir ye­ rinde, hiçbir hukukçu yoktur ki bunu havsalasına sığdırabilsin . Laik bir hükümet tamamiyle bir din işi olan milletin ezap oku­ masına ne karışır? "Allahu Ekber" demiyeceksin, "Tanrı ulu­ dur"

diyeceksin.

"Lailahe

illallah"

demiyeceksin.

Eğer mi­

narede, yahut camide namaza başlarken "Allahu ekber, Lailahe illallah" diyecek olursan hapisaneyi boylayacaksın. Bu laiklik midir? Vicdan hürriyeti bu mudur? Demokrasi buna mı derler? Göıülüyor k i kara ve kızıl taassup devrinde dine karşı bi­ taraf bir vaziyet yoktu. Kim dinin inkişafına müteallik bir me­ seleden bahsedecek olsa hemen "dini siyasete alet ediyorsun"

diye

muateb

oluyordu.

Amma

dine

karşı

en

pervasız

te­

cavüzlerde bulunanlara karşı "dinsizliği siyasete alet ediyorsun" denilmiyordu. Vicdan hürriyeti, laiklik, demokrasi bu mu? Bugün Diyanet Riyasetine bu hususta mühim bir vazife terettüp ediyor: Yalnız bu ezan

meselesi değil, vicdan hür­

riyetini, dini inkişafı köstekleyen ne kadar kanunlar, kararlar


c:::

l$1Q ı ...

1 82

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

devam edemeyeceği tabii idi. Artık Hiiklik nikabı altında uzun seneler dine karşı reva görülen ve demokrasi esaslarına hiçbir vechile uymayan haksız muamelelerin hertaraf edilmesi zaruri idi. B inaenaleyh ezan meselesinin de bahis mevzuu edilmesini

pek tabii görmek icabetmez mi? B aşbakanın bu meseleyi niçin ortaya attığını soranlara deriz ki, artık dine karşı olan bu zulme milletin daha ziyade tahammülü kalmamıştır. Onun için hü­ kümet müstacelen bunu hertaraf etmeğe karar vermiştir. Ezan tercümesinin ne kadar yanlış olduğunu

birkaç ke­

lime ile izah edelim : "Uiilahe illallah" kelimei tevhidini "Tan­ ndan başka yoktur tapacak" diye tercümenin hiç de doğru ol­ madığı meydandadır. İslam meselelerinde en derin tetkik ve tahkikik ile temayüz eden Diyanet Reisi üstad Prof. Harndi Ak­ seki, ibadein felsefesine ait kıymetli yazılarında bilhassa bu noktaya çok ehemmiyet vermişlerd i . "Allah" ile "İlah " arasında mühim

fark

bulunduğunu,

"Tanrı"nın

"Allah"

demek

ol­

madığını, tapmak ve tapınmak kelimelerinde az çok ne yap­ tığını bilmernek gibi bir şuursuzluk manası anlaşıldığından bunları · "puta

tapınak,

haça

landığımızı izah etmişlerdi.

tapınak"

gibi

yerlerde

kul­

B unun gibi, ezanın diğer par­

çalarının da yanlış olduğu meydandadır.

Esasen Kur'an diliyle ezanın aslı dururken bunun ter­ cümesine ne lüzum var? Dört yüz elli milyon Müslüman mil­ letierin yüz binlerce minarelerinde ezan hep bir dilde, yalnız Kur'an diliyle okunurken ve bu, İslam vahdetinin en mühim bir noktası iken biz niçin

bunun

menetmişiz?

Niçin

"Lailahe

ilHillah" kelimei tevhidini "Tanrıdan başka yoktur tapacak" gibi

acayip bir şekle sokmuşuz? İnkılap hastalığına tutulan kara ve kızıl taassup, sorusuz sorgusuz hüküm yürüttükleri dalalet ve is­ tibdat devrinde, diğer hürriyetlere koydukları bağlar gibi vicdan hürriyetine de el uzatmışlar, camilerde Kur'an talim eden ha-


1 83

KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

fızları cürmü meşhud ile suçlandırırken, minarelerde ve ca­ milerde Arapça ezan ve karnet okunmasını da menederek mü­ ezzinleri hemen

aleHI.cele yanlış olarak tercüme e ttirdikleri

Türkçe ezan okumağa mecbur etmişlerdi. Mahkemelerin eva­ miri hükümete muhalif diye verdikleri cezaları Temyiz mah­ kemesi kanunsuz olduğundan bozmakta devam edince Adiiye Vekaleti bundan bahisle bu babda bir kanun maddesi konması lüzumunu ileri sürdü, bunun üzerine ceza kanununun 526'ncı maddesine şu fıkra ilave okundu. "Arapça ezan ve karnet okuyanlar üç aya kadar hafif hapis veya on liradan iki yüz liraya kadar hafif para cezası ile cezalandırılırlar . " Hükümetin, bir taraftan laik olduğunu iddia ederken,

diğer taraftan din i şlerine karışması, mesela işte bu ezan me­ selesindeki müdahalesi o kadar yersizdi ki, dünyanın hiçbir ye­

rinde, hiçbir hukukçu yoktur ki bunu havsalasına sığdırabilsin.

Laik bir hükümet tamamiyle bir din işi olan milletin ezap. oku­ masına ne karışır? " A llahu Ekber" demiyeceksin, "Tanrı ulu­ dur"

diyeceksin.

"Lailahe

illallah"

demiyeceksin.

Eğer

mi­

narede, yahut camide namaza başlarken "Allahu ekber, Lailahe illallah" diyecek olursan hapisaneyi boylayacaksın. Bu laiklik

midir? V icdan hürriyeti bu mudur? Demokrasi buna m ı derler?

Görülüyor k i kara ve kızıl taassup devrinde dine karşı bi­ taraf bir vaziyet yoktu. Kim dinin inkişafına müteallik bir me­ seleden bahsedecek olsa hemen "dini siyasete alet ediyorsun"

diye muateb

oluyordu.

Amma dine

karşı

en

pervasız

tc­

cavüzlerde bulunanlara karşı "dinsizliği siyasete alet ediyorsu n " denilmiyordu. Vicdan hürriyeti, laiklik, demokrasi bu mu?

Bugün Diyanet Riyasetine bu hususta mühiın hir vazife terettüp ediyor: Yalnız bu ezan

meselesi değil, vicdan hür­

riyetini, dini inkişafı köstekleyen ne kadar kanunlar, kararlar


1 82

HASAN HÜSEYiN CEYLAN

devam edemeyeceği tabii idi. Artık Hiiklik nikabı altında uzun seneler dine karşı reva görülen ve demokrasi esaslarına hiçbir vechile uymayan haksız muamelelerin hertaraf edilmesi zaruri idi. B inaenaleyh ezan meselesinin de bahis mevzuu edilmesini pek tabii görmek icabetmez mi? B aşbakanın bu meseleyi niçin ortaya attığını soranlara deriz ki, artık dine karşı olan bu zulme milletin daha ziyade tahammülü kalmamıştır. Onun için hü­ kümet müstacelen bunu hertaraf etmeğe karar vermiştir. Ezan tercümesinin ne kadar yanlış olduğunu

birkaç ke­

lime ile izah edelim: "UUHihe illallah" kelimei tevhidini "Tan­ ndan başka yoktur tapacak" diye tercümenin hiç de doğru ol­ madığı meydandadır. İslam meselelerinde en derin tetkik ve tahkikik ile temayüz eden Diyanet Reisi üstad Prof. Hamdi Ak­ seki, ibadein felsefesine ait kıymetli yazılarında bilhassa bu noktaya çok ehemmiyet vermişlerdi. "Allah" ile "ilah" arasında mühim

fark

bulunduğunu,

"Tanrı "n ı n

"Allah "

demek

ol­

madığını, tapmak ve tapınmak kelimelerinde az çok ne yap­ tığını bilmemek gibi bir şuursuzluk manası anlaşıldığından bunları · "puta

tapınak,

haça

landığımızı izah etmişlerdi.

tapınak"

B � nun

gibi,

gibi

yerlerde

kul­

ezanın diğer par­

çalarının da yanlış olduğu mey andadır. Esasen Kur'an diliyle ezanın aslı dururken bunun ter­ cümesine ne lüzuın var? Dört yüz elli milyon Müslüman mil­ letierin yüz binlerce minarelerinde ezan hep bir dilde, yalnız Kur'an diliyle okunurken ve bu, İslam vahdetinin en mühim bir noktası iken biz niçin bunun menetmişiz?

Niçin

"Lailahe

illallah" kelimei tevhidini "Tanrıdan başka yoktur tapacak" gibi acayip bir şekle sokmuşuz? İnkılap hastalığına tutulan kara ve kızıl taassup, sorusuz sorgusuz hüküm yürüttükleri dalalet ve is­ tibdat devrinde, diğer hüniyetlere koydukları bağlar gibi vicdan hürriyetine de el uzatmışlar, camilerde Kur'an talim eden ha-


KEMALiZMIN TÜRKÇE EZAN HİKA YESI

1 85

O sabah Medine'deki bütün Müslümanlar büyük bir dini heyecen içinde uykul arından uyanarak Mescidi S aadete koş­ tutar. Ezanı işiten Hazreti Ömer koşa koşa gel di. - Ya Resulallah, dedi. Seni hak Peygamber olarak gön­ deren Allah hakkiçün B il�U'in söylediklerini rüyamda gördüm: Müteaddit ashab da aynı rüyayı gördüklerini gelip Haz­ reti Peygambere haber verdiler. B undan sonra Mescidi Şerifin arka tarafında ezan okunmak için husus! bir yer yapıldı. O gün­ den bugüne kadar 1 370 senedir bütün dünyadaki minarelerde günde beş defa aynı lisanla, aynı kelimelerle ezanı Şerif okun­ maktadır. Sabah namazlarında söylenilen "Essalatü hayrün ıni­ nennevm" cümlesi ise bir sabah Hazreti B ilfıl tarafından Hücrei Saadet önünde irad olunmuş ve Resulü Ekrem'in emriyle sabah ezanlarına ilave olunmuştur. Görülüyor ki ezan, tamamiyle ibadete müteallik dini bir iştir. B una hiç kimsenin karışmağa hak ve salfıhiyeti yoktur. Bin üç yüz küsur senedenberi bütün dünyadaki Müslümanlar, bunu Peygamberimiz zamanında okunduğu veçhile Kur'an di­ liyle okurlar. Bu, İslam vahdetinin en büyük sembolüdür. Her millet, bunu kendi lisanına tercüme etmeğe kalkı şırsa bu vah­ det parçalanır. Her Müslüman "La ilahe iliallah " , Muhammedün Resulullah" derken bütün ruhile iman zevkini duyar. Bunun ye­ rine "Tanrıdan başka yoktur tapacak. Tanrının elçesidir Mu­ hammed" demekle hangi Müslüman var ki o zevki duyabilsin? Bu, Müslümanların iman ve itikatlariyle alay etmekten başka bir şey değildir. İşte din hürriyetine karşı olan bu tecavüzü kal­ ctıracağını beyan etmekle hükümet çok müstacel olan bu va­ zifeyi ifa etmiştir. B u itibarta hükümeti tebrik ederiz. Allah böyle bütün hayırlı İcraatında muvaffak etsin.


1 84

HASAN HÜSEYiN CEYLAN

varsa hepsini toplayıp bunların bertaraf edilmesi için ait olduğu makama bir layiha vermelidir. Madem ki antidemokratik ka­ nunlar kaldırılacaktır, bunlar arasında din hüniyetini kös­ tekleyen bütün kanunlar da bertaraf edilmek icap eder. Bu münasebetle ezanın tarihçesi hakkında da birkaç söz söylemek muvafık olur. Namaz, Müslümanlara daha hidayette farz olmuştu. Mekkede bazan cemaatle, ekseriya da münferiden kılınıyordu ve nama� vakti gelince Müslümanlar husus! surette camie davet olunurdu. islama düşman olan müşrikerden çe­ kinildiği için minarelerden ezan okunmak suretiyle Müs­ lümanlar açıkça camie davet olunamıyordu. Medine'ye hicretten sonra İslam düşmanlarından çekinmek endişesi bertaraf olunca namaza davet meselesini halletmek üzere Hazreti Peygamberin huzurunda bir meşveret meclisi aktolundu. Muhtelif tekliflerde bulunuldu. Resuli Ekrem, bunların hiç birini beğenmedi. O sı­ rada ashabı kiramdan Abdullah B . Zeyd Hazretleri gördükleri bir rüyayı Hazreti Peygambere arzetti. Rüyada " Allahu Ekber Allahu Ekber. Eşhedü en lailahe illallah. Eşhedü enne Mu­ hammeden Resulüllah . . . " diye ezan aynen kendisine talim olunmuştu. Hazreti Peygamber: - İnşallah hak rüyadır, dedi. işittiğin kelimeleri aynen Bilil.le öğret ! Onun sesi senden ziyade olduğu gibi güzeldir de. Aynen bu kelimelerle ezan okusun. Bu hususta vahyi ilahi de gelmiş olduğunu beyan bu­ yurdul ar . B unun üziren, sesi çok gür ve çok yanık olan Rabeşli Bi lal ezanı Abdullah b. Zeydden öğrendi ve Mescidi Şerif ci­ varında bulun an yüksekçe bir evin daınma çıkarak ilk defa ola­ rak sabah ezanını okudu: " Allahu Ekber, Allahu Ekber, Eşhedü en la ilahe illallah. Eşhedü enne Muhammeden Resulüllah . Hayyalesselah. Ha­ yalelfelah. Allah u Ekber. Allahu Ekber, lailahe illallah. "


I KI

KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN H İ KA YESi

KUR'AN DİLİYLE EZAN B aşbakan Adnan Menderes'in "Ezanın Kur'an dili ilc okunınası mevzuu" üzerindeki beyanatının geniş akisler yap­ tığı görülmektedir. Bunu antidemokratik bir manianın tashihi suretinde kabul edenler karşısında, böyle bir ıslahın iricat bir hareket ve inkılap hamlelerine aykırılık olacağını iddia edenler de var. Şu vaziyeller karşı s ı nda işin hem dünya mevzuatı, hem din ve imanın esaslarına taallfiku bakımından tahkikine geç­ meği uygun buldum: Fer'i mevzuatın esas teşkilat kanununa mutabakatine dik­ kat olunmak ezlemdir. B öyle olunca, tali kanun ve nizarnıara aslın hükümlerini ihlal veya ihmal eyliyen cihetlerin de tarafsı z ilim ve hukuk gözü

ile incelenerek aradaki tearuz v e te­

nakuzların yine kanun yolu ile kaldırılmasında acele edilmek zaruridir. Mesela: mevcut Memurin Kanunun antidemokratik ol­ ması itibariyle tashih ve tadili nasıl bir mecburiyet hasıl ey­ liyorsa, esas teşkilat kanunundaki laiklik

prensibi ile taban ta­

bana bir zıddiyet gösteren ezan okunınası hakkındaki mevzuatı müdevverenin ıslah ve tadiline gidilmesi de aynı şeydir. Hiçbir kanun Teşkilatı Esasiye kanununa muhalif ola­ mayacağına ve bu kanundaki laiklik maddesi de " d in ve imana bağlı ibadetlerin erkan ve adabına müdahale etmemeği" katiyen kabul eylemiş bulunduğuna göre, ezan meselesinin salim ve sahih

mecrasına ircaı; zarureti diniye olmakla kalmaz, kanuni

mecburiyet ve insan haklarına riayet olur. Hukuk ya vardır, ya yoktur. Yok ise öyle sultanın adına istibdat derler, zulüm derler, b azan diktatörlük, bazan da şef sis-


1 86

HASAN H ÜSEYiN CEYLAN

Ezanın Kur'an diliyle okunınası Müslümanlara çok kıy­ metli bir Ramazan hediyesi olacaktır. Bir an evvel Hükümetin ve B üyük Millet Meclisnin bu hediyeyi millete balışetmesi te­ menni olunur. Eşref Edib


KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

1 89

terkip ve tensikindeki ınanayı tercüınede tamamiyle eda müm­ kün değildir. İkincisi, elfaz ve ibaratının muhafazası da sünneti ınüekkide oluşudur. Bu hususta sahih ve salim bir karara var­ mak üzere onu İslam şeriatının daimi asliye s i olan edillei er­ baadan hangi kısımlaı·ına dahil ve şari canibinden neden ve nasıl vaz olunduğunu araştırmak icap eyler: Edille; kitap, sünnet, icma' ve kıyas olmak üzere dörttür. Sonuncusu olan kıyas, ilk üçüne tabidir ve onlar da sarahati katiyebulunmayan hususlardadır. Ezan; kitap, sünnet, icma ile

sabittir. Maide suresi 58 inci ayetinde "Ne zaman ki siz ezan ve karnet ile nida eylediğİnizde onlar (yani, imansızlar) namazı eğ­ lence ve oyuncak sayarlar. İstihzal arı akılsız ve cahil kavim ol­ duklarındandır. " Cuma suresi 9'uncu ayetinde "Müminler cuma günü namaz için çağrıldığı (Yani ezan okunup namaz vakti ilan olunduğu) zaman Allahı zikre koşun, alış verişi b ı rakı n . Bil­ miş

olsanız

bu

size

alış

verişten

daha

hayırlıdır. "

bu­

yurulmaktadır. Görülüyor ki bir kere ezan ile ilaını keyfiyeti kitabı kerim

ile nassan sabittir.

B ildiğimiz şekilde Arapça olarak tekrarına gelinc e : B u

d a nassı kerim ile sabit olan ezanın, ashaptan bir kaçının gör­ dükleri

rüyada

öğrendikleri

ibarelerin

Resulü

Ekreme

bil­

dirilmesi üzerine, Cenabı Peygamberin B ilali Habeşiye, - Ya B ilal kalk, Abdullahı B i n Zeyyid (Rüyada öğrenen

zat) sana ne söylüyorsa öyle yap !

B uyurmasile, elfazı mahsusanın aynen tekran sünneti müekked oluşandandır. B öyle olmakla beraber; ezan vahy ile de teekküd eylemiştir. Yukarıda arzeylediğimiz gibi bu işte tam v e kami l bir i cma'ı

am dahi

mütehakkik

bulunduğundan

artık

ne okun-


1 88

HASAN H ÜSEYiN CEYLAN

temi

derler.

.

Öyle

ki

bir

insan haklarını

çıgneyen

sultanın

hüküm sürdüğü yerde artık kanun, insan hakları, demokrasi mevzuu bahis o l amaz. Var ise oradaki idare şekline hürriyet, demokrasi idaresi derler. Öyle olunca da asıl ve esasa uymayan baskıların kaldırılarak (hak)'ın kayıtsız ve şartsız hakimiyetine baş eğilmek iktiza eyler.

Hukuku Esasiye'ye taallfik eden­

keyfiyet; bu11dan ibarettir ve bunun karşısında indi ve inadi mütalaalar hükümsüz ve kıyınetsizdir.

Ezanın bir nevi Türkçe tercümesinin devamını isteyenler; inkılap zihniyetinin yürüdüğünü bozmamak hususunu yanlış anlıyor ve ezailm ne olduğunu bilmernekten dolayı bunu sadece "Müslümanlara namaz vaktinin gelmiş bulunduğunu ilandan ibaret bir teamül" zehabına kapılarak Türkçe, yahut başka bir lisanla yapılmasında bir mahzur varit olamayacağını sanıyorlar. B u iddia dahi hem dünya, hem din bakımından çürüktür. Farzı muhal olarak mahzur olmasa dahi devamı veya tebdili mün­ hasıran İslam halklarına ait bulunmasına göre müdahale olun­

mamak ve hak sahiplerine bırakılmak zaruridir. Halbuki, ezan ve

kamet;

alelade

bir

devletten

ibaret

değildir.

Şeari

di­

niyedendir. Elfaz ve ibaratmda tegayyürata gidilemez. Bu hu­ susta kısaca malfimat verelim: Ezan: Lfigatta i'Him yani bildirmedir. Istılahta; "Muayyen vakitlerde muayyen lafızlar ile ilaını mahsus tur." muayyen va­ kitler; namaz zamanlarıdır. Mahsus lafızlar ise Resulü Ekrem Efendimizin Sünneti müekkedesidir. On dört ,asırdanberi bütün hak mezheplere ve hatta bunlar dışında kalan İslam mezhep fır­ kalarına intisap eylemiş bulunan İslam adı altındaki bütün ka­ vimlerin evkatı muayyenede tekrarlamakla bulunduklarına na­ zaran üzerinde ınüttefikan icma delili de tahakkuk eyleıniş bulunan lafzan ve şeklen ınütevatir i'laını mahsustur. Elfazının tebdili iki noktadan caiz olamaz. B iri; lafızların


NH K_ Ec:.. K'-" K=-.::. Z:.:... AY İ R= Ç= _ M =A -== M -'-':.:. l N_ .. .: T-=U ··:... =-= = .: Z =A-=::. = ..:....::: İ= :... .c E ::c: .: S=-= L İ= E::...E

_ _ _ _ _ _.

1 <J 1

Nasıl ve ne suretle başladığına gelince: Orasını da tekrar kısaca anlatalı m : Ezan bilindiği surette teşri olunınazdan evvel Resulullah S a !HUi ahü Aleyhi Vessellenı zamanlarında namaz vakitleri girdikçe birisi sokaklarda dolaşarak: - Esselfil, esseHlt. Diye

bağırırdı.

B unun

güçlüğüne

ve

kifayetsizliğine

karşı daha kolay ve makul bir tarz d üşünüldü. A s hapla meş­

veret olundu . Meşverete iştirak etmiş bulunanlardan biri ;

- Namaz vakti gelince bir bayrak dikiniz, halk b ayrağı görünce birbirlerine haber verirler, fikrini ileri sürü ise de bu da Resuli Ekrem Efendimizce makbul görülmedi. Meşveretle te­ kerrür eyliyor, fakat bir kat'i karara varı lamıyordu. Yine bir gün toplantı esnasında biri: - B ir çan tedarik ederek onu çalaı·ak ilan eylesek! Dedi. Resulü Ekrem: - Bu nasara adetidir. B i r başkası - B oru çalsak ! Fikrini i leri sürdü. Fahri alem efendimiz buna: - O da Yahudilere mahsus adettir. B i r başkası da, - Yüksek bir yerde ateş y aksak ! De­ yince ona da: - O da Mecı1silere, yani ateşe tapanlara mahsus adettir. Buyurup hiç birine beğenmediler. B urada sırası gelmiş iken muhterem okuyucularıma şu­ rası n ı da hatırlatayı m : İslam

bid'atleri,

(yani

sonradan

vazolunan

veya

va­

zolunmuş bulunan adetleri tekrarı) bid'at sayar. Fakat bu bid'ati ikiye ayırır: B iri B id'ati hasene, makbul ve güzel b id'atler, di-


1 90

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

masında, ne de elfaz ve ibaratında tağyire mesağ ve imkan bu­ lunamadığı da tavazzuh eylemektedir. Görülüyor ki; ezan sadece bir davet ve ilandan ibaret de­ ğildir.

İbadetlerin

efalindendir.

müteallekatından

B öyle olunca ondaki

ve

dinin

kanuni

şeaırı

ve

değişikliği tıpkı

başka herhangi bir antidemokratik kanunun ilga ve ıslahı mi­ sullu ele alarak salim ve sahih merciine yine kanuni yoldan sok­ mak gereklidir. Kaldı ki, "Al lahu ekber" tabiri mubareki camiin içinde ve dışında

namaz

kılar

ve

kılmaz

iken

söylenebiliyor,

ya­

zılabiliyor ve böyle oluşu yalnız vehim ve hayalden başka b ir şey olmayan irticaın baş kaldırmasına saik ve sebep alamıyor da, minarelerden yükseltilince mi tehlike meydana çıkıyor?

B öyle bir dava; müfsit ve batı! bir kaziyedir.

Sı1grası da,

Kı1brası da mugalata ve safsatarlan ibaret olduğundan çıkan ne­ tice de batıldır. Cehalet ve inada dayanan bir

kanuni hatanın

milletin iradesine ve ittifakına rağmen devamını istemek; ancak Halk Partisi'nin halk için insanlık hakkı diye bir şey tanımayan sapık zihniyetine revaç vermekten başka mana ifade eylemez. Demokrasiyi, laikliği yalnız kitap sayfalannda bırakır da onun gerçek gayesini hülı1s ile tatbik cesaretini nefsimizde bu­ lamazsak, yazıktır; laikliğe gayri layık olur.

" Ezan"ın Teşrii Ezan ile namaz vakitlerini ilam Kur'an-ı Kerim ile nassan sabittir. B i ldiğimiz şekilde ve Kur'an dili olan elfazı mahsusa ile okunınası Resulün sünneti

müekkedesidir.

Bu

sünneti

mü­

ekkedenin tatbiki de on dört asırdanberi Islam dinine mensup bütün kavimlerin aynen intibak ve mutavaat eylemiş bulunması ile tam ve şamil bir icma' olarak da tekid ve teyid olunmuştur.


E E= E"'-' M Z=A K= KA .:..: -=A ..= ..:.L= I· Z =M ....:.=.:. .-:... T-= ..:: Ü....:. R .=K c:ı:. :. =-= ..:c:N c.:... .::.. İ.:..: ::... :..: .::... E = : S::.İ .:: İN H= Y Ç

_ _ _ _ _ _ _

1 1J . 1

Sesi senden yüksektir. B ilal ile beraber kalktık. Ben ona öğretmeğe, o da oku­ maya başladık. Derken, Ömer bin Hattap Radiyallahu anh bunu evinden duyunca hırkasını sürüyerek acele ç ıkıp yetişti ve: - Ya Resulullah, seni Hak ile ba's eden A llahu Taalaya yemi ederim k i onun gördüğünü ben de rüyamda görmüş tüm. Dedi. Resulü Ekrem Sallallahu aley vessellem de : - Öyle olunca Allaha hamdü se na olsun, buyurdular. ( 1 ) Rivayetler sahihdir. Şekilleri hakkında bazı farklar varsa da elfaz noktasından birbirlerine mütekarip, maksat ve gaye ba­ kımından ise müttefiktir. B ir rivayete göre Hazreti Ömerülfaruk Radiyallahu anh bu rüyayı yirmi gün evvel görmüş, fakat söy­ lemeyip saklamış. Abdullah bin Zeyd Radiyallaha söyleyince o da kendisinin gördüğünü de haber verince Cenabı Peygamber Efendimiz: - Peki sen niye söylemedin ? Diye soruyorlar. Hazreti Ömer de: - Ben söylerneğe utandım. Abdullah bin Zeyd benden evvel davrandı. Onun üzerine arzeyledim. Cevabını veriyor. Düşünülürse Hazreti Ömer'in b öyle bir mühim meselede tekaddüme cesaret edememesi ndeki incelik anlaşılır. B unun üzerine nebiyyi muhterem efendimiz, - Ya B ilal l Kalk da bak. Abdullah bin Zeyd sana ne söy­ lerse öyle yap. B u yuruyorlar.

1.

Bak: Buhari cil! 1 , sayfa 1 50. Müslim cilt-2 sayfa 3 . Umdet-üi-Kari (Bu lı ari ŞarkT)-Mısır basması.


1 92

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

ğeri hid'adı seyie yani kat'i zaruret ve ihtiyaç olmadığı halde tat­ bik ve kabul olunan usuller ve adetler. İşte, başka dinden ve milletten olanlara taklit ve teşbih olarak vazolunan adetlerden bir takımınnı makbul, bir kısmının da merdut sayılması bu yüzdendir. Ezan keyfiyetinde de böyle olmuştur, CEnabı Resul; Müslümanların namaz vakitlerini ilan­ da nusaraya, ve Yahud ve mecuse benzernelerini ve taklit ey­ lemelerin i uygun bulmamışlardır. Namaz

vakitlerini

ilam

hususunda

bir

kararar

va­

rılamaması üzerine, meşverete dahil olan şair ashap gibi Ab­ dullah B in Zeyyid de çok üzgünlük duymakta idi. O akşam ay­ rılıp evine vardı, yattı. Tam uykuya dalmamış, yani uyku i le uyanıklık arası durumda iken bir rüya gördü. Ertesi günü gelip rüyasını Fahri Kainat efendimize şöyle anlattı:

- Ya Resulullah, rüyamda elinde çan bulunan birini gör­

düm. Ona "Ey Allah'ın kulu, şunu bana satar mısın?" dedim.

Ne yapacağıını sorunca "Bununla halkı namaza davet ederim . "

dedim. B ana, " S ana bundan daha yarlısını gösterseın olmaz ını?" deyince, ben de "Hay hay ! " dedim. Onun üzerine "Allahu

ekber,

Allahu

hedüenlailahe Muhaınıneden Hayyalelfelah,

ekber, illallah,

Allahu

ekber,

Allahu

Eşhedüenlailahe

ekber

Eş­

Hayyalesselat­

Resulullah-Hayyalesselat, Hayyalelfelah-Allahu

-

illallah-Eşhedüenne

ekber,

Allahu

ekber­

Lailahe illallah" dedi. Sonra biraz geri çekilip yine bana dö­

nerek "Namaza başlayacağın vaki şöyle dersi n " dedi . "Allahu ekber " , Allahu ekber-Eşhedü enlailaheillallah . . . " S abah olunca hemen size koştuın. Haber veriyorum. B unun üzerine Fahrı alem Sallallahüaley vesselleın: - İnşallah Hak rüyadır. Kalk ya Bilal ! B ilal ile beraber sen de kalk da gördüğünü ona öğret, ezanı o okusun. Çünkü:


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

1 95

namını da raf ve camidir. işte bu matlabı alinin başkasının li­ sanı ndan saduri, onun yüksek değerini bir kat daha açıktatmış olmaktadır. Sabah

ezanlarında

"EsseHl.tü

hayrun minenevm"

iba­

resinin ilavesi de şöyle olmuştur. B ir gün müezzini Resul B ilali Habeş1 Radiyallahu anh, sabah vaktinin hulOlünü haber verrneğe geldiğinde Resuli Ek­ remin biraz dalmış bulunduklarını görünce, iki kere: - Esselatü Hayrün minenevm. Diye bağırıyor. Resulü Ekrem Efendimiz bunu çok be­ ğenerek: - B ilal, bu ne güzel söz ! Sabah ezanlarını okurken bun­ ları söyle. Buyuruyor. Ezanın tarihi bundan ibarettir. Bu kadar sarahatler kar­ şısında artık; bir muhtasar İslam tarihine bile göz atmağa lüzum görmemi ş ; İslam dininin usuli iman ve edilesi hakkında hiçbir bilgi ve inanca sahip olamamış bulunmalanna rağmen

sözde münevver geçinenlerin ve bir

nevi gazeteci olanların

Halk Partisi'nin çürük zihniyetine saplanarak batıl bir baskıyı kaldırmak hususunda efkan umumiyenin isteğine uygunluk göstermek kiyasetini gösteren B aşbakanın beyanatından ürk­ ınelerindeki sebep ve saikler üzerinde durmak bana düşmez. S a­ dece; Allah ıslah etsin demekle iktifa ederim .

Ezam Tertip ve Tensik Eyleyen Uifızlarda Değişiklik Olamaz Ezan; aklın ı n gözü burnundan ilerisini göremeyen, ve menfaatine uygun gelenden başka tarafı, hak yol da olsa tu­ tamayan gafillerin dedikleri gibi uluorta bir ilan vasıtası ol­ madığını anlattık. Ezan ; onların sandıkları gibi olmak şöyle


1 94

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Nasıl olmuş da ezan ; sahabeden birisinin yahut ikisinin rüyasına bina edilmiş? suali varittir. Herhalde bu meselede as­ habı rüyasının vahy ile tekit etmiş olması kaviyen muh­ temeldir. Nitekim Ebu Davudun "Merasil" inde kibarı tabiinden Abdullah B in Umeyr tarikinden sabit olduğuna göre Ömer bin Hattap Radiyallahu anh rüyasını ihbara geldiği vakit dahi varit olmuş bulunuyordu. Müşarünileyh; rüyamı nakledeyim derken bir de bakmış ki B ilal Radiyallahu anh ezan okuyor. Nebiyyi

Ekrem Efendimiz Hazretleri kendisine:

- Bu dediğin husus için daha evvel vahy geldi. B uyurmuşlardır Demek ki ezan; yalnız menarn ile değil,

vahy ile de vüsuk bulmuştur. Ezanın; rüyadan sonra teşri olun­ masındaki hikmet şudur: Ezan:

Resuluilah

Efendimize

Miraçta

gösterilmişti.

B öyle oluşu; vahiyden daha kuvvetlidir. Ezanın farziyeti; Me­

dineye hicret vaktine kadar tehir edip de nasa naaz vakitlerini

ilan etmeği istediklerinde vahyi beklediler. Derken Abdullah

bin Zeyd rüyayı gördü ve söyledi. O rüya; Cenabı Fahn alemin miracında gördüklerine uygun düştüğünden: - İnşallah bu hak rüyadır. Buyurup daha evvel görmüş olduklarının arzda sünnet olması muradı ilahi olduğunu istidlal eylediler. Hazreti Ömer'in rüyası da öteki rüyaya muvafık düşünce artık hükmü nebevi kuvvet buldu. Zaten, diğer makalemizde zikri geçen iki ayeti ke­ rime dahi ezanın teşri'l vahyi münzele müstenit olduğunu gös­ termektedir. Burada bir latife daha var: Ezanın iptida Cenabı Resulden başka bir kimsenin lisanından sadir olmasında Rabbant hikmet vardır. Çünkü: Ezan ; "Rafanaleke Zikreke" mansusu alisine mu­ tabık olarak Fahri alem S allallahü Aleyhi Vessellemin mübarek


1 97

KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

Fıkıhan yani İsHi.m hukukçularına göre : Şahit öyle bir haber vericidir ki, birinin diğerinde olan hakkını (Yakln)e müs­ tenit olmak üzere hüküm meclisinde ifade eyler. Şahit, aynı za­ manda şahadetinde emin demektir; yani onun şahadetindeki bilgisinde

eksiklik

yoktur.

"Eşhedü

en

la

ilahe

ilHi.llah"

tabirindeki şahadet de, şahidin nefsine karşı o lduğu kadar, ce­ maati müslimine ilanı da onun ihbarındaki emniyeti iHi.m et­ mektir. Allah'ın hakkını, kendisi inanarak umuma açıklıyor. Muhaddislere göre Allah'ın vahdaniyetine inanmak ve ilan eylemekle bu maksat da hasıldır. Ehli münazara indinde, delilin tahallüfünden veya muhali istilzamından dolayı fesada delalet eden şeydir. Allah'tan başka allah bulunması hem ta­

hallüfü, hem muhali istilzam · eder, bundan dolayı fesadı mu­ hakkak tır. Şu halde "Eşhedü en la ili'ihe ilHillah" ibaresinin sıh­

hati tamdır. Şahit ; kaideyi isbat eder. "Eşhedü en la ilahe illallah" da öyle bir şahittir ki, ona uyulunca dinin bütün kavai d i külliye ve fer'iyesi hep tevsik edilmiş olur. Sufiye indinde, tecellidir, yahut insanın kalbinde mevcut olanın galebesi suretiyle Iisanen zikirdir. Çünkü : Kalbin g alebei ilmi, Iisanen zihrini zarurl kılar. Gerçekten de öyledir, yürekten Allah'ın tecelli ve hidayetine mazhar olmadan, ağızdan "Eş­ hedü en la ilahe illallah" ibaresi çıkar mı? Hak; h ak ile mü­ şahededir. MahlOk halike, masnu sani'a, merzuk razıka, mevcut mucide . . . delalet eylediğini hasiret gözü idrak eyliyor, vahdet ve ahadiyetin sırrını anlıyor ve yürekte galebei iman husul bu­ luyor da lisan dahi "Eşhedü en la ilahe illallah" zikirle farizei rabhaniye olan ilaını ve sünneti müekkede olan Resulün emrü talimini yerine getiriyor.


196

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

dursun, okunmasının ve ibarelerinin ehemmiyetleri kadar, din­ lenmesinin bile edepleri vardır. Bir müslüman; hatta Kur'an okurken, yahut zikrullah ile meşgul iken ezanı duyarsa bunları tehir eder, dinler. Ezan okunurken selam verilip alınmaz, başka işle uğraşılmaz, icabetten başka şey düşünülmez. Elfaz ve ibarelerine gelince, bunlardaki manaları da bir derece açıklatınağa uğraşacağım, ta ki Türkçe uydurma ter­ cümesinin aslına benzemekten dahi uzak kaldığı ve esasında tercümenin mütemenni olduğu iyice anlaşılsın:

1-

Eşhedü: B unun karşılığı Türkçe'sinde hiç yoktur.

Zaten aransa da bulunup konulamazdı . "Eşhedü; şahadet ede­ rim" demektir. Şahade de haberi kat'ı idrak suretiyle ilim, yani görmüş ve bilmişçesine kat'iyen inanmı ş olmak üzere idrak ve tasdik vardır. Yan i , ben olanca bilgi ve açıklık ile tam ve kat'i olarak inandığıını ilan ederim demektir. Türkçe'de

ve başka dilde

bunun

karşılığını

bir

tek

"başka" kelimesi ile koymağa imkan olmadığı gibi, doğrudan doğruya "Tanrı uludur" sözüyle başlandığından "Eşhedü"nün lafzı da, manası da ziyaa uğratılmıştır. B irinci eksiklik buradadır "Eşhedü" kelimesinin maddesi asliyesi ınüştakati üzerinde de biraz duralım: Eşhedü, şahadet getirmektir. B u kelimeyi Araplar yemin makamında kullanırlar. Şahadet getirene şahit derler. Şu halde " şahi t " ve " şahadet" nedir? Şahadet IUgatte, bir nesnenin hakikatine muttali olup kat'i bilmek manasınadır. Istılahta, basar veya basiret ile müşahede sebebiyle hasıl olan ıttıla ve idrakten dolayı sadir olan kavilden ve ihbardan ibarettir. Haberi veren şahit ve fiili şahadettir. Bu itibarla Resul Ekrem Efendimizin isimlerinden biri de şahittir.


1 111

KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

ile mevsufun zatını murat kabilinden Allah Teala'yı bu kelime ile dahi kasdedip anmak caiz ve mümkündür. B u ; bir nevi zikri cüz'; iradei kül kabilindendir. Amma iman ve usulü dinde, "Tanrı" , "Allah" kelimei ilahiyesinin ne tam tarifi, ne de o kelimenin aynıdır. Mesela: "Yaradana s ı­

ğındım" da deriz. " Yaradan" elbette "Allah" tır. B u bakımdan medhGlü elbette zati ilahidir. Fakat, "Allah" yalnız " Y aradan" değildir. B öyle olunca; Allah Teala'nın bütün kudret ve sı­ fatlarını içinde toplayan eşsiz kelime; Allah'ın kendine verdiği isimdir. O da "Allah"tır. Tabirleri,

ıstılahları,

delalet edicileri

Türkçeleştirmek

işinde "kelime", " lügat " , " tabir" hatta ibare; usulü imana taalluk

eyleyince onu Şari'i Azarnın bize tebliğ ve talim b uyurduğu şe­ killer ve lafızlardan başka suretlerle ifade ve eda caiz olamaz. Dini muamelatta; lafız ve kelimeler, mefhum ve meallerle mü­ badele edilemez.

Kur'an'ın tercümesinin aynen " Kur'an" sa­

yılamaması ve tercümenin aslına mutabakatİ ne kadar kuvvetli

olursa olsun onun Kur'an yerine ikamesiyle ibadette ve tilavette kıraat olunamaması da bu sebepten ötürüdür. B öyle olunca, iba­

det vaktini ilan ve müslümanları farizanın edasına davet mak­

sideyle muayen zamanlarda okunan "ezan" daki "Allah" adı n ı

hiçbir karşılıkla değiştirmek münasip olmaz.

4-

"Allahu

ekber" :

Bu

tabir;

Allah'ın birliğini , eşit­

sizliğini, bütün kemal sıfatiariyle tavsifini toplar. "Allah" lafz ı ; zati

rabhaninin

kendine

verdiği i s m i zattır.

B öyle

olunca,

"Tanrı" kelimesi şöyle dursun gaffar, rahim, alim vesair misillQ Kur'an'da

geçen

isimler

ve

sıfatlarla

dahi

değiştirilemez.

"Tanrı " kelimesi ile dua ve senada zati kibriya kasdolunabilir, fakat ibadetlerde, tilavetlerde ve bunların erkan ve şeairindı.: ikamesi mümtenidir. Kezalik "Ekber" de böyledir. Ekber; ismi tafdildir. l l l ı ı


1 98

HASAN HÜSEYiN CEYLAN

Ulema indinde, garazı maksudun zikir suretiyle ilanıdır. Garazı maksut, tevhidi rabbaniyi ve onun teşri eylediği Resulün nsaJetini ilan ve sünnet olan elfaz ile namaz vakitlerini ilam ol­ duğuna göre bu da hasıldır. Usulde, mürrakaza ve muarızadan selameti tahakkuk ettirmek üzere kavanini şer'e uygun olarak vasfın mukabelesidir. Ezanda bu tarife mutabakat da mevcuttur. 2- Eşhedü enne Muhammeden Resulullah: ibaresi için dahi aynı mütalaalar tamamiyle varittir. Türkçe ezanda bir " Eş­ hedü" kelimesinin bile karşılığını mecburen bulamamış ol­ maklığımıza rağmen, bu işe hala doğrudur ve devamında dinen bir mahzur yoktur diyebilmek için insanın ilim bir tarafa kalsın, alelade "akıl" ile bağlılığını kesmesi icap eder!

3-

Allah: Allah lafzı,_ zati rabhaninin kenctin� verdiği ismi

zat ve hastır. Tanrı, Çalap, Yaradan . . . filan buna eşit olamaz . . . Hem lUgat hem din bakımından doğrultmak gereklidir. "Tanrı" olsa olsa belki " ilah" karşılığı olabilir. Fakat "Allah ismi hastır, ismi zattır ve ıtlakı ancak "Allah" a muhassas ve münhasırdır.

"Allah"a

"ilah "

denilir;

fakat

insanların

mu­

hayyelelerinin yarattığı her ilaha "Allah" denilemez. "Allah " , kendi ismi zatını Kur'an ile kullarına aynen "Allah" şeklinde tebliğ buyurmuş olduğuna göre bu kelime üzerinde artık hiçbir suretle değiştirme yapılamayacağı ke­ sindir. Allah, sıfatiarına müteallik sair isimlerini de kullarına bildirmiş olmakla beraber, " Allah" lafzı münifi bunların hepsini de içinde toplamış bulunduğundan İslamın " Allah" ının kar­ şılığı

-yalnız din

bakımından değil,

lı1gat ve tevsim nok­

tasından da - ne "Tanrı" , ne de başka herhangi bir lı1gatle ifade olunamaz.

Tanrı; Allah'ın yerlerin, göklerin,

bilinen

ve bi­

linemeyen bütün mevcudatın, hatta "adem"in dahi halikı, mu­ cidi olması itibariyle Al lah'ın sıfatlarından olabilir ve sıfatı zikr


'l l l

KEMALİZMİN TÜR KÇE EZAN HİKA YES I

Bütün bunları "Tanrının Elçisidir Muhaıı ı ı ı ıl'l l " � ı 11 1 1 1 1 1 1 1 1

neresinden ve nasıl bulup çıkarabiliriz. "Resul " c ı ,· i ı l 1 1 ı lı 1 · ı � .

"Nebi" nedir, her resul nebidir ama, her ncbi rc s ı ı l dq ı l ı l 1 1 •

"Resul" ıstılah manasından çıkararak \Ggat manasiylı· k ı ı l l . ı ı ı ·. . ı k

da, yine "Elçi" karşılığı münasebetsizdir. B iz Tü rkt; l' ı k ı · l , 1 \' 1 . '

1 l .ı l

devletten bir devlet başkanına gönderi lmi ş manada a l 1 1 1 1

buki, vazifei nsalet; hassa değildir, il.mmedir. Bunda ı k v lı· t lı

ı .

milletler, cemaatler ve fertler vardır. Demek ki burada " l ·. ı , 1 " ı l ı · uygun dü�memektedir. Kaldı ki, sünneti müekkede o l arak 1 1 1 1 1 tevattiren menkul lil.fızları tebdile salil.hiyetimiz dahi yo k t ı ı 1 5 - Hil.yyalesselil.t: Emir sigasiyle namaza daveltir. N a ı ı ı . ı 1 1

ihya edin, onu canlandırarak Allah'ın nimetlerine karşı k ı ı l l 1 1 �

vazifenizi yerine getirin de dünya ve ahiret saadetine kavıı�ı ı ı ı

demek olup ancak Resul kibiryanın bildirmesi v e öğretmcsi i ll' malumumuz olan taati ilil.hiyeye davettir. Kula, vazifei ı ı l ı ı 1

diyetini v e şükrü nimeti ihtardır. 6- Hil.yyalelfelil.h: Saadeti daimeye davettir. Çünkü : Dli ı ı yada Allah'a karşı vazifesini yapınağa koşan elbette manevi h a yatında huzura erer. Bunda, ahiretinizi düşünün, oradaki s c · lametiniz

için

dünyadaki

vazifenizi

yerine

getirin.

Bunu

yapabilmeniz; ancak Allah'ın hidayeti ve onun vereceği kuvvet ve İstitaat ile başarılabileceğinden yardımına ve IGtfuna ümid

bağlayarak tevfikini isteyin manası vardır.

7-

Lil.fızların tekrarlanması : Burası da ehemmiyetlidir.

Bu tekrar ile tekit vaki oluyor. Teyiden hatırlatıl ıyar da "bak, bunları unutma ! " demek oluyor.


200

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

keli mesinde bu afdaliyet yoktur. Ekber lafzında; mufadala da vardır. B unu da İmam Gazali ile Muhiddin Arabl şu suretle pek

mükemmel açıklıyorlar:

"Al lahu ekber"deki mufadala iki itibarladır. B iri " A l lah; haddi zatında ekberdir", yani "Allah" kendinden gayrisinden bü­

yüktür" manasma değildir. Çünkü; hak ile beraber (yani, mu­ kayesesİ mümkün) başka bir şey yoktur. Zati haktan başka ne varsa hepsi de O'nun asan kudret ve icadıdır. Şu halde, "Allahu

ekber"in manast (Cenabıhak; kendisini başkasının bilmesinden

ve bildiğinden daha büyüktür -öyle bir Allahu ekberdir ki kendi büyüklüğünü ancak kendisi bilir, başkası bilemez) demektir. (Tanrı uludur) lafından bu mana çıkar mı? fadala

İkincisi, (Allahu ekber) de Esmai ilahiye arasında mu­ vardır.

(Allah)

ismi ;

A llah'ın

başka

isimlerinin

kaffesinden daha büyüktür. Görülüyor ki, "Allah" ve "Ekber" lafızlarındaki mana ve

gaye bütünlüğü başka elfaz ile tercüme suretiyle eda kabil de­ ği ldir Çünkü: B unda "mümin " olmanın birinci şartı el his ve ce­

molunmuştur "Allahu ekber" tabiri ile; Allah'ın birliği, tekliği ve eşitsizliği, bütün kemal sıfatiari y le muttassıf ve nakaisten beri olarak tesbit ve tasdik olunuyor. Ondan so�ra teslim ge­ liyor: Eşhedü en Muhammeden Resulı1llah- Allaha imanı is­ battan sonra Resuli tasdik suretiyle islamı tevsik vardır: Bu iki­ sini i nanarak ve bağlanarak söyleyen mümin ve müslimdir. Bu kadarla da kalmaz. Resul Ekrem'in risaletini tasdik zımmında şerayi ve enbiyayı

salifede tasdik o lunmuş bulunuyor. B öy­

lece, İslam'ın hak din ve onun canibi rabhaniden vahyi yoluyla Resuli tarafından tebliğ ve tebşir kılındığını kabul suretiyle tes­ lim tamamlanmış oluyor.


203

KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

Görülüyor ki; ezan; şeair İslami izhar eyliyen bir mühim ilamdır. Onda tağyirat ve tebdilat yapmak da her ne sebep ve sa­ ikle olmuş olursa olsun bid'ati seyyiedir. Kanun yoluyla ya­ pılmış olması esbabı meşeddede teşkil

eder. En kısa yoldan,

en kat'i şekilde kaldırılması ise, inkılap severliğe aykırı ol­ mayacak,

"batılı

kaldırıp

hakkı

ikame"

eylemek

itibariyle

Kur'an'ın emrine ve müjdesine uygunluk teşkil edecek, ya­ panları yaptıranları Türk mileti sonuna kadar hiç şüphesiz ha­ yırla yadeyleyecektir.

"Nasdan hayırlı olanı, nasa bayrı do­

kunanıdır."

Halkçı Gazetelerin Taarruzları "Ezan " ı n Kur'an dili ile okunulması hususunda Millet

Meclisi'nin bir karar alması beklenirken gazetelerden her biri de türlü mütalaalar neşreylemektedirler. Halk Partisi'nden Iıltuf ve nimet görmüş olanlar "Aman, inkılaplar elden gidecek ! " yollu nara atarlarken, bir kısmı da bunu dosdoğru bir görüşle "De­ mokrasinin mecburiyederinden saymak" yolunu tutuyor. B iz: tahkikatımızı her bakımdan okuyuculam arzeyledik. Zaten; eza­ nın Kur'an dili ile okunmasının dini bir mecburiyet olduğunu kimse söylerneğe ve yazmağa cesaret edemediği zamanlarda (Kasım

1 947)

seleyi efkan

tarihinde) Sebilürreşad da ilk defa bu mühim me­ umumiyeye

arzeylemiş

ve

Türkçe ezan

oku­

namayacağını sebepleri ve delilleri ile bildirmiştik. Artık; bu hayırlı ve elzem işe tahakkuk etmiş nazariyle bakabiliriz.

B ahsi eksik bırakmış olmamak üzere bekleyeceğiz. Halk Partisi urudelerine taraftarlık eden gazetelerde görülen başlıca tenkitlere karşı

da cevaplarımızı

vererek şahıslardan

bah­

setmeyeceğiz, yalnız söylenen sözlere cevap vereceğiz.

1-

Bu

işin

bir

telkin

neticesi

olduğunu

söylüyorlar.


202

HASAN H ÜSEYiN CEYLAN

kitlerde müslümanlara ihtar eyliyor. - B ir vazife mevzuubahs olunca, artık başka işlerin

sonraya bırakılarak önce vazifenin yerine getirilmesinin unu­

tutmamasını sağlıyor.

- İslam ülkesinde, dört köşeden o diyarın İslam'ın hüküm ve nüfuzunda bulunduğunu fahru şerefle ilan eyliyor. - İslam dini salikieri arasında İslam'ın azarnet ve fey­ zine dayanan bir kardeşliğin, gönül birliğinin varlığını talimi Resulfillalı ile cihana ilam eyliyor. :Beş vakitte, ihtiliifı metali'i göz önüne alırsak, günün hemen her saatinde İslam ülkelerinin her birinde Ezanı Muhammedi iifaka yükselmektedir. Soyu ve boyu, rengi ve mezhebi ne olursa olsun, İslam'ın her buunduğu yurtta aynı liifızlar ve cümleler tekrarlanıyor. Bu büyük vahdet; nasıl kıyılmadan kasden yıkılabilir de, öyle bir hareketin ka­

ranlık semasına, aydınlık vasfı takılabilir?

- Halkı topluluğa davet eyliyor ve hayır ve bereketin ce­ maatte ve cemaatin gönül birliğinde olduğunu anlatarak icabeti ' ilan ediyor. Ezanın davet eylediği topluluk; insanlığın haklarına şeref veren bir birleşmedir. Orada hürriyet vardır, istemeyen zorla

sokulmaz. Pantalon ütüsü bozulacağından korkan girrneğe icbar

edilemez Yanındaki din kardeşinden iğrenip tiksinecekler gel­ sin buyursun, yer ayırdık denilmez. Tam bir müsavilik vardır.

Zengin ile fakir, alim ile cahil, hakim ile mahkum, vali ile köylü yanyana, aynı s aftadırlar. Her birinin gayesi de nzayı rabhaniyi celbdir. Maksatları, vazifelerini yerine getirmektir. Hepsi de masayı kapı dışında bırakmışlar. Allah'ın huzuru azametinde

onun lı1tuf ve inayetine gönül bağlamışlardır. Kesret, vahdette

gark ve helilk olmuştur. İşte ezan, İslamları bu manevi huzur ve zevke ulaşınağa davettir.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN H İKA YESi

205

Şef sistemi fermanferma iken cemiyetler kanununa uygun bir cemiyet kurulmak üzere resmi kanaldan teşebbüse geçince, emniyet makamları Halk Partisi il merkezine sorarlar ve ondan emir alınaclıkça müsaade etmezlerdi. B aşka içtimai, ve siyasi işlerde aşağı yukarı böyle idi. Ricalülgayip her işe burnunu so­ karlardı. Hatta gazete kapatmak ve matbaa basmak gibi, mu­ ayyen bir topluluğa yaptıracakları nizamlı ( ! ) kıyamlarda dahi idarenin ipin i ellerinde tutarlardı . Halkçı muharrirlerin "telkin" , "emir" , "ihtar" dediği nesneler o zamanlardan alıştıkları kötü göreneklerdir. S andık başlarında ne biçim rey verildiğin i , daha doğrusu verdirildiğini bilmeyen kalmamıştır. Uikin, berrak ve temiz sudan İçınemeği ve

geçmemeği tabiatİ

rasiha

yapan

inatçı

mahlukat; milletin demokrasi ve laiklik icaplarını, yerine ge­ tirmekteki samimi arzularını da, "telkin" saymakta mazurdurlar. Gayipten telkine ve idareye alışmış ve menfaatlerini bunda bulmuş olanlar; başkalarını da kendi cinslerinden sayıyorlar,

ama yanılıyorlar.

"Telkin "

yoktur.

Hak ve

hakikatİn

yük­

seltilmesinde milletin hakkı hakimiyetini kullanması vardır.

4-

"Memlekette gerçekten Arapça ezan okutulmasını şid­

detle i s teyen umumi bir cereyan var mı?" diyorlar. Elbette var. Hem bu cereyan o kadar umumidir ki altı okla yaralanmamış ve şef sisteminin nimetlerine bağlanmamış olan bütün İslam halkının baş dileğidir. Millet: kendini Millet Meclisinde vekilieriyle temsil eder. Keyfiyet oraya arzolunduğu zaman muvafakat edeceklerin azlık mı, büyük çoğunluk mu ola­ cağını görmek için uzun zaman beklenmeyecektir. Milletin ima­ nından fışkıran oybirliği var, oybirliği . . . 5-

"Memleketin doğusuna doğru bu gibi temayüllerin

· daha çok yaygın bir hal arzettiği gözden kaçınıyarmuş ! "


HASAN HÜSEYİN CEYLAN

204

Çünkü seçim günlerinde hemen her yerde halka, iktidar de­ ğişirse camilerde Arapça ezan okunacaktır" denilmiş ! . Bunda hayret olunacak ne var? Halk Partisi; diktatörlük zihniyetini temsil ediyordu. Laiklik, istibdat saltanatının istediği

biçimde tatbik olunduğundan, esas teşkilat kanuniyle teyid olu-

nan insan haklarının izhan keyfiyeti de bir umumi istek olarak yüreklerde yaşıyordu. Fakat, bir fırkanın keyfemayeşa satveti; halkın müşterek oylariyle yıkılınca artık hakkın batıldan ay­ rılması tabii oldu. "Telkin" filan yoktur. Milletin laikliği tam anlayışla tatbikini istemesi ve imanın adap ve tealimi hür­

riyetine dokundurmaması vardır. 2-

"Bu

telkinata önayak olanlar

kimledir?"

diye

so­

ruyorlar. Kim olacak? Herkes. Çünkü: Her ferdin yüreğinde sa­

pıklığın düzeltilmesi arzusu yaşıyordu. Telkin bizatihidir. Ve Allah'ın hidayetidir.

3-

"Arapça ezan talebini destekleyen siyasi hizip, zümıe,

parti var mıdır?" diyorlar. � - ....

-< "a

Hani tilkiye "tavuk kebabı yer misin?" diye sormuşlar da,

� durup

Hizip,

dururken in anın

zümre,

parti

güleceğini get irir i n i z ! " demiş.

buyurduğun

nesııc,

fertlerin

topluluğu

demek ise, ezanın Kuı·'an dili ile okunmasını istemeyen bir tek müslüman Türk bulunmadığına göre, hizip, zümre pari hangi ta­

rafta

kalanlar

olur?

Halk

Partisi

desteklemeye

alışmıştır.

Başka partiler desteklemez, millet tarafından desteklenir. Alış­

mış kudurmuştan beterdir diye bir ata sözümüz var. Şefçiler "telkin " ,

"destekleme" , "dürtme", "dürtüştürme" ,

"susturma" ,

"söyletme" g i b i yüksek idare adabına alışmışlar, kendilerinin kötü gelenekleri başkalarında da var sanıyorlar. Bu bapta şöy­ lece maruzatta bulunayım:

.


207

KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN H İ KA YESi

6- "Adnan Menderes ; Arapça ezanı isteyen kuvvetli ve umumi cereyana karşı duramamış da, gazetelere gülümseyerek malum beyanatta bulunmuş ! " Kur'an dili ile ezan; sadece bir içtimai mevzu değildir. Din ve iman usulüne bağlıdır. İslam şeriatinin temeli olan dört

delilden kitap, sünnet ve icma'a inanıhnca; okunulması farz, Kur'an dili ile olan elfaz ve ibaratını aynen tekrar sünneti mü­

ekkede ve böylece yapmak, umumi ve müttefik bir içma ile ta­ mamlanmış olduğu bilinir ve öylece yapılır. Başbakan da El­ hamdülillah bir

müslüman Türktür. Doğruyu, samimi imanın

iktizasını tebessüm ve sevinçle yerine getirmeyecek de, Halk Partisi şeflerinin sapık zihniyetierine mi uyacaktı . Elbette ya­

pamazdı ve yapmadı ve bundan dolayı da hakkiyle sevgimizi kazandı. B ir milletin kahir çoğunluğunun sevgisini toplamak

karşısında, şefçiterin tarizine uğramış bulunmak da şerefierin en şereflisidir.

7-

"Ezan Arapça mı okunmalı, Türkçe mi okunmalı? Es­

kiden medrese varmış, mekteplerde Arapça okunurmuş , şimdi . bunlar kalkmış yerlerini milli dil almış, müslümanlar iba­ detlerini tilavetlerini milli dil ile yapmalı imişler ! " Dinin temellerini yıkmak, usul ve adabını bozmak için dayndığınız tek çürük daldır. Cevaplarını , ben aciz dahi çok vermişimdir, fakat tekrar edeyim. Ezan; dil meselesi değil, din meselesidir. Evvelce mek­ teplerde ve medresede Arapça akutolduğudan değil, Kur'an dili ile

okunınası

din

ve

imanın

erkan

ve

adabından

bu­

lunduğundandır. Farsça, Afganca, Ordu, B elı1ç, Endonezya dil­ leri, farklı Türk ve Tatar lehçeleri, Çince, Japonca velhasıl dün­ yada ne kadar dil varsa hepsinden biriyle konuşan her kavim ve millet on dört asırdanberi Kur'anı da, ezanı da Arapça okuyar


2

HASAN HÜSEYiN CEYLAN

Münafıklığın, fitneciliğin bundan kötüsü olamaz. Do­ ğuyu batıya jurnal ediyorlar. Türkiye'de şark, garp, şimal, cenup coğrafi tabirler olmaktan başka mana ifade etmez. Yur­ dunuzak yakın her köşesinde yaşayan vatandaşlar birdir, mü­ şavidir ve kardeştirler. Kardeş kardeşi sever ve haklarına hür­ met duyar.

Kardeşlerin aralarını

bozmak isteyen fitnecilere

Allah da, kul da lanet eder. Hey gafil, sen nerede, hakikat ne­ rede ! Halk Partisi'nin, perde arkasından emir yürüten şefleri millet camiasından tardolunamadığı gibi eskiden ister şeyh, ister başka bir şey olsun hiçbir ferdi de kanunla sağlanmış insan hakları dışında bırakmak kabil değildir. Halk Partisi pro­ paganda yapacak da onlar yapamayacak mı? Yoksa: "Hasso" ile "Memo" : cephede döğüşmeleri ve öl­ meleri iktiza eylediği zaman vatan çocuğudur, reyini kullanmak ve Millet Meclisine girmek sırası gelince matrut ve merdut mudur? En az İncedayı kadar Hasso da, Memo da hem seçecek, hem seçilecek, hem de imanını ve fikrini müdafaa edebilecektir. Türkiye'de sınıf farkı , artık zümrenin tahakkümü devri artık göç tü. Yalancının yatsıya kadar yanabilen mumu söndü ! Kar­ deşlerin, birlik, beraberlik, hak güneşi doğdu. O kara gözlüğü bıraksınlar da açılan nurlu yola baksınlar . . Çeyrek asır, şefçiler dilediklerini söylediler, istediklerini dinlettiler ve işlerine gelenleri yaptılar ve yaptırdılar. Ş imdi sıra millete geldi, millet söyleyecek, Hasso ve Hasan isteyecek. Memo ve Memiş yaptıracak, onlar da hem dinleyecek, hem milletin umumi isteklerinin hüküm ve nüfuzuna boyun eğe­ ceklerdir. Demokrasi ve hürriyet işte budur.


KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN H i KAYESi

209

İster bana soı·sun, ister saHihiyetli din makamlanna, is­ terse İslam dünyasındaki bütün üniversitelerde " Usuli Din" ted­ ris eden profesörlere, alacağı cevapların neticeleri hep aynı ola­ caktır: Olamaz . .

10-

"İnkılaplar bir bütündür. B ir halkası koparılınca öte­

kiler de birbirini koparır. Medrese, türbe, tekke, arap harfi, arap tedrisatı, sarık, tesettür vesaire bir bakımdan birbirinin mü­ temmimidir ve laisizm ile alakah değildir. " diyorlar. İşte

korkunun

sebebi

budur.

Neden

birbirinin

mü­

temmimi oluyorlarmış? B ugünün dünyasında yaşamakta olan­ lardan hiç biri de (layuhtl) değildir. B ir (layuhti) lik iddia eden vardır:

O da vekaleti

Yesuiye makamının calisi

Papa ce­

naplardır, ama onun İslam dini ile münasebeti bulunmak şöyle dursun. Nasara alemindekilerin hepsince de bu yetkisi tasdik ve kabul olunmuş değildir. İnsanların söyledikleri ve yaptıkları doğru ve yanlış

olabilirler. Hükümleri ebede kadar da sürmez.

B ir zamanda mecburiyer olan, başka zamanlarda mecburiyer ve zamret olmaz. Halefler; daima selefierinin sözlerini de, mev­ zuatını da kendi zaman ve muhitlerinin iktizalarına göre tadil ve ı s l ah ihtiyacındadırlar. Bu tadil ve ıslah i le, halef şeref kazanır. B öyle olunca, demokrasinin olmadığı zamanda konulmuşlar, kat'i

zamret ve mübrem ihtiyaç

bulunmadan

demokrasinin

hüküm sürdüğü zamanda yürütmekte ı srar edi lmeden

zarar

gel ir. Ezanda Bu cümledendir. Hem; islam şeriatında, "zamanın tegayyüıiı ile alıkamın tağyiri caiz olabileceği" kaidei

usu­

liyesine sarılarak muamelatı teşriiye teferruatında tebdilat ve tağyiratın cevazına akıl erdirebiliyor da; çeyrek asır evvel ko­ nulmasında (öyle diyelim ! ) lüzum görülmüş bir vaz'ı kanuninin


208

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

ve okumaktadır. B unun Arapça'yı öğrenmek ve öğrenmemek, mekteplerinde okuırnak ve okutmamakla münasebeti yoktur. Dua başkadır, ezan ve Kur'an başkadır. ibadetterin ve tilavetterin eşkal, erkan ve adabında tadilat yapılamaz. Ya­ pılırsa bu tadilatın

İslam dini ile alakası kalmaz. Sihhatle ter­

cümesine gelince:

Hiçbir Iisanda tam karşılıklarını bulmak

maddeten mümteni, dinen gayri caizdir . 9- Bazıları "bütün bu soruları etüd edip bir cevaba bağ­ lamak bizim ne saHihiyetimiz dahilindedir, ne de karışmak is­ teriz." diyor lar. Tek doğrusu da budur, ama yine de karışıyorlar. Hani Nasreddin Hoca bir

gün kürsüye çıkınca hatırını toplayamaz,

cemaate: - Yahu, ben s ize vaaz edeceğim ama, hatırıına bir şey gelmiyor! deyince, orada kürsünün dibinde çömelen çocuğu: - B aba, hiçbir şey hatırına gelmiyorsa, oradan inmekte mi hatırına gelmiyor? der. İşte bu baylar da böyle. Susmak o kadar güç müdür ki bir sürü başı sonunu tutmaz lafları yazı diye gazeteye geçirirsin ! Elbette onun v e benzerlerinin salahiyetleri haricindedir. Ve

kendisi

gibi

salahiyetli

olmayanların

zorlariyle

ya­

pıldığından şimdi düzeltilmesi zaruri o lmuştur. O salahiyedi değildir, ama ben saHihiyetlilerden biriyim. Ve Sebilürreşad da Kur'an'ın ve ezanın yerine neden dolayı ter­ cüme konulamayacağını hem dünya mevzuatı hem din esasları noktasından incelemişiındir. Okumak zahmetini ihtiyar eder­ lerse öğreni rler.


YEDiNCİ BÖLÜM EZAN DELiLERİ'NİN LIDERLERİNDEN HACI YUSUF EFENDi: "ANKARA HACI BAYRAM CAMiiNDE YASAK SONRASI İLK ARAPÇA EZANI BEN OKUDUM" H.Hüseyin Ceylan : Yusuf Amca! 80 yaşına gelmiş ol­ masına rağmen söylenildiği gibi gerçekten iri vücutlu, geniş omuzlu, pehlivan yapılı bedeninizden hiç bir şey kay­ betmemişsiniz. Hele sizi göğüs hizanıza inmiş olan o sa­ kalınızla daha bir heybetli görüyorum. 1 940-50 yılları arası Ezan-ı Muhammed) okuma uğruna atiattığınız badireler, hapishane hayatları, işkenceler ve en son dört kez Bakırköy Akıl Hastanesine götürülüşünüz, dönemin pehlivan yapılı siz kahramanını iz sürerek bizlere bulmaya yetti.Şimdi o dö­ nemin mahkemeleri, emniyet tutanaklarına geçmiş bir Ezan-ı Muhammed) delisi olarak başınızdan geçenleri an­ latır mısınız? Yusuf Özcan :

Ben

1 923- 1 950

yıllan

arası

müs­

lümanlarını önce aldatılmış sonra da kendilerine IsHlm adın a zulmedilmiş insanlar olarak görüyorum. Eğer b akarsanız Milli Mücadele tarihine, önce u lemanın ve meşayıhın fetvasıyla, sonra da sanklı ve sakallı erkanın vatanı s avunmasıyla işe baş-


210

HASAN HÜSEYiN CEYLAN

bir taraftan aslında selamet bulunmamasından, diğer taraftan esas teşkilat kanununa aykırı olmasından ve hepsinden fazla olarak artık millete siyasi bir olgunluk tamimiyle tahakkuk etmiş bulunmasından dolayı salim ve sahih mecrasına ircaı neden caiz olamıyormuş? Millet;

hakkını

ve hürriyetini iyice idrak ederek ol­

gunlaşmıştır. Eğer böyle olmasaydı son seçimde Halk Par­ tisi'nin şef saltanatını yıkabilir miydi? Millet şimdi maddiatı kadar maneviyatma da hakim olmak şerefine erişmiştir. Din ve imanı

üzerinde,

zümre

baskısı

i stemiyor,

burasını

an­

J ayamamak için şeflik postundan keramet (?) bekleyenJetden olmak lazım gel i r ! Halbuki; İsHim Türk milletinin, artık ricalülgayibin is­ tidraç ve afsunlariyle uyuşturulmağa tahammülü de bekleyecek vakti de kalmamıştır. B öylece malUm ola!

M . Raif Ogan


213

KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

cadelesine girerlerdi. Tabi en başta da başörtüsünü kurtarmış olurlardı . Hani b i z bugünlerde Bulgarlam ç o k kızıyoruz. Oradaki Türklere zulüm yapıyorlar diye. Geçen bir gazetede gördüm yazmışlar oraya Adı : Mehmed İsmailoğlu, S uçu : Namaz kıl­ mak, Cezası : B ELENE diye. Peki Bulgarlar böylesine zulüm yapıyor

diye

kınıyorsun

da,

yıllardır

bu

müslüman

mem­

leketinde, en son Anayasa'nın gerekçeti kararında da olduğu gibi her an inananlara ve özellikle de

slam'ın örtüsüyle örti.inen

başörtülü kız öğrencilere yapılan zulmü kınayabilecek misin? Aslında o gazetelerin B ulgaristandan verdiği bu haberin yanına, Adı : Ayşe Güzel, Suçu : B aşörtüsü, Cezası : Üniversiteden atılmak diye de bir haber koymalı ve "Burası Türkiye" di­ yebilmelidir.

N

şte bu yüzden de önce aldatıldığımızı ve sonra da hala

bitmek tükenmek bilmeyen zulümlere muhatap olduğumuzu söylemek i stiyorum. Ben bunları niçin söyledim biliyor musunuz? S izin sor­ duğunuz o zulüm dolu yıllar, biraz renk değişikliği ve ton de­ ğişikliğiyle yine devam ediyor da ondan. O zaman Ezan-ı Mu­ hammedi ve Kur'an'a

yönelen zulüm vardı, şimdi Allah'ın

kadınianınıza emri olan başörtüsüne ve hatta bütün bir Ahkam­ ı Kur'aniye'ye karşı bir zulüm var.

H. Hüseyin Ceylan : Söyledikleriniz hissiyatımızdır. Ancak biz yine yaşadığınız o karanlık dönemin ha­ tıralarıyla başbaşa olsak. Hangi �artlarda Kur'an eğitimi görüyordunuz, sıkıntılarınız neler olmuştu? Yusuf Özcan

:

Ben Ankara Çubuk kazasının Guruveren

köyündenim. O yıllar zaten Ankara'da dini yaşantı açıdan en


2 12

HASAN HÜSEYiN CEYLAN

!anı lmıştır. B i zler ve bi zlerden önceki ecdadın en büyük özel­ liği vatanla beraber dini koruma ve dinimize, kitabnnıza ve ka­ dınımıza namahrem elinin değmemesi için var gücümüzle ça­ lışmak

idi.

Çanakkale'de

Kanada,

Avustralya,

İngiltere

ve

Fransızlan o yüzden bağazın dibine göndermişti ve dinimizi, kitabımızı, namusumuzu korumak için yedi düvel'e "Çanakkale Geçilmez"

dedirtmiştik.

Hakeza

Anadolu'nun

kurtuluşunda

savaş verenler ve yunan gavurunu denize gömenler bu inançlar uğruna savaş vermişlerd i . Ş imdi bakınız bakalım niçin savaş verdiğimizin bir anlamı kalmış mı? B akın bizim Çanakkale B oğazından

geçİrınediğimiz

düşmanlar,

bugün

sofraımza

kadar, hatta Televizyon vasıtasıyla harim-i ismetimize kadar girmiş duıumdalar.

Yine Ege kıyılarımız, sahillerimiz, Yu­

nanistan kıyılarından ve sahi llerinden bir farkı kalmadı ki. Ma­ raşta Fransız gavurunu dışarı atan ve kadınımızın örtüsüne na­ malU"em elini uzatanlara ders verişimizden dolayı bugün Sütçü mam'ın

memleketine

Kahramanmaraş ünvanı

verilmiş

ve

böylece bir Kahramanlık madalyasıyla Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir şehrimiz madalya almış olmuştur. Ya şimdi ! Fransız gavurunun bir bacımızın örtüsünü başından çıkarmaya gücü yetmediği ve bu yüzden de savaş verildiği o beldede bugün Kahramanmaraş'ta en başta bir din okulu olan İmam Hatip Okulunda başörtülü kız öğrenciler okuyamamaktadır. B ütün Türkiye'de de i ffetin, hayanın sembolü olan o örtü en başta İmam Hatipler olmak üzere her yerde yasaklanmıştır. İşte ben bu yüzden Cumhuriyet dönemi müslümanlarını aldatılmış olarak görüyorum. Eğer şimdi Çanakkalede savaş verenler, Ege'de yunanı denize dökenler, Maraş'ta Fransızı ko­ vanlar mezarlarından bir kalkabilmiş olsalardı, emin olun önce bizimle savaş verirler ve yeniden bu ınemleketi kurtarma mü-


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESI

215

ğerli hacası alim bir zat olan Ali Balım Hoca'yı akşam üstü evini basarak jandarmalar alıp götürdüler. Hakkında talebe oku­ tuyor, Kur'an öğretiyar diye şikayetler olmuş. Zavallı hacayı bir sürü eza ve cefadan sonra Çubuk Merkeze götürüyorlar ve türlü türlü işkencelerden sonra, en başta sakalım traş ettikten sonra ona talebe okuttuğunu itiraf ettiriyorlar. Mahkeme edip 55 gün hapis cezası veriyorlar, üstüne üstlük 1 945 yılının parasıyla da 5 0 lira para cezasına çarptırıyorlar. O günlerin ne demek ol­ duğunu şöyle bir düşünün . Ben size söyliyeyim 50 liraya tam beş tane öküz alınıyordu o yı llar. Yani şimdinin en az 5 milyon Türk lirası.

� B alım

Hoca bu parayı damındaki büyükbaş hay­

\{ � ��rak karşılayamadı da, köylü gerisini tamamladı. En

v a ıar

çok hapiste 55 gün yattığına veya 50 lira para cezasına çarp­

. tırıldığına üzülmedi de İslami hayatının bir sembolü olan sa­ kal ının kesilişine üzülınüştü.

H. Hüseyin Ceylan : Yusuf Amca! Tabi sizin o dönem resmi makamlarca en tanımlı olduğunuz yön sürekli Arap­ ça ezan okumanız ve her şeye rağmen Arapça ezan oku­ mayı, yasak olmasına rağmen sürdürmüş olmanız. Bize o hatıralarınızdan da bahseder misiniz? Yusuf Özcan

: B en Ankara Hacı Bayram Camii'nde bir

Cuma vakti ilk Arapça ezanı okuyan kişiyim. Yıl 1 942 idi. Benden önce Ankara'da ilk Arapça ezan Zincirli Camiinde okunmuştu ve onu okuyan da yine bizim tanışiardan S adık Ça­ kırtepe isimli bir kardeşimiz idi. Ben ondan bir sene sonra, fakat Hacı Bayram Camii gibi önemli bir camide okumuştum. Vakit Cuma vaktiydi dışanda Türkçe Ezan okunmuş, Cumanın ilk sünneti kılınmı ş , hoca hutbe irad ediyordu. Tabi hocaların eline okunacak hutbeler devletçe verildiği için hep umeraya


HASAN HÜSEYİN CEYLAN

214

dikkat çeken ilçeler başta Çubuk,

sonra B eypazarı ve Kı­

zılcahamam'dır. Çubuk ve havalisi Ticani tarikatı nede-niyle çok büyük

takipler

türülmüştür.

Benim

görmüş

ve

nice

Türkçem çok

insan

iyi

tutuklanıp

olduğu

için

gö­

okuma­

yazmanın da iyi olmasıyla o zaman köylerde "Eğitmen "lik de­ n ilen bir çeşit öğretmen lik mesleği vardı. Ben de bu özel­ liklerim dolayısıyla Çubuk Kaymakamlığı tarafından Çubuğun S ığırlıhoca

Köyüne

1 940

yılında

eğitmen

olarak

gön­

derilmiştim. S ığn·Iıhoca Köyü'nün tabir yerin-deyse tek öğ­ retmeniydiın. O yıl larda hocalar sürekli takip edilirken, öğ­ retmenler hiç

takip edilmiyordu.

B iz de bu durumu fırsat

bilerek, asıl eğitim Kur'an eğitimi ve öğretimidir diyerek okula

gelen kız-erkek 250 kadar ilkokul öğrencisinf' !ıpr gün Elifba öğretiyor, Elifba'yı geçeniere de Kur'an ve Amme cüzü öğ­ retiyorduın. O havalide pehlivanlığım, daha doğıusu cesaretli yapım

ve dine düşkünlüğümden dolayı her şeyi göze ala­

bileceğim

herkes

tarafından

bilindiği

için

kimse

beni j an­

darmalara "bu talebelere Kur'an okutuyor" diye şikayet ede­ mezdi . Daha doğrusu şikayet edenin başına neler geleceğini çok iyi bilirlerd i . Nitekim 1 942 yılında hakkımda ilkokulda Al­ fabe yerine Eli fba öğretiyar diye bir şikayet olmuştu. Ben her halükarda alfabeyi de öğrettiğim için jandarma ve memur tef­ t i ş i n i ucuz atlatmıştı m . Ancak sonra o şikayet eden kişiyi zorla bulup, bütün S ığırlıhoca Köyü'nün gözleri önünde o ki­ şiye, hani derler ya, tam anlamıyla "eşek sudan gelinceye kadar . . . " s apa çekmiştim. İşte bundan sonra da o köyde bizi veya başkasını hiçbir zaman şikayet eden olmadı. Fakat kendi köyüm olan Guruveren Köyünde bir çok şi­ kayetler alımış ve köyüınüzdc bulunan Ali B alım Hoca nice eziyetlere di.içar olmuştu. B ir keresinde 1 945 yılı idi, Köyün de-


A� E E� M İ K� N�T İ� K� M Z� �u �N H� Y� E�E � �A �L �1� �İ� � ·· � R K� Ç= �Z �A � �S�

__ __ __ __ __ ___

217

vi.ildi.iğümü h iç hissetmiyordum. Jandarma ve Yüzbaşı bırsını alınca beni 5 polise teslim ettiler. Ve "bunun tutanağını tutun, hemen hapse gönderin"diyerek Hacıbayram Karakolunu ter­ kettiler. Bu sefer de polisler bana vurmak istediler. Ancak po­ lislerin vurmasına dayanamadım, ben de onlara mukabelc et­ meye başladım. Hatta tam bir polise yumruk atmıştım ki, kapı açıldı ve Karakol Komiseri içeri girdi. O esnada yumruğuınun tesiriyle polis yere yıkılınıştı. Hemen komiser sordu : "Ne ya­ pıyorsunuz bu adama?" diye onlarda, "Hacıbayram Camiinde ezan okumuş bu adam? Orada Allahü Ekber dem i ş " diye cevap verince, Karakol Komiseri çok imanlı bir adammış, hemen po­ lislere dönüp: "Hiç Allah diyen adam dövülür mü? S i z de hiç m i vicdan yok, derhal serbest bırakın adamı" deyince onlar da beni hiç müzekkere yazmadan ve savcılığa havale etmeden serbest bırakmış oldular. İşte bu hadisenin hemen akabinde bir gün rüyamda Pey­ gamber

(s.a.s . )

Efendimiz'i

görmüşti.iın.

B en i m

sırtıını

sı­

vazlayarak, "Yusuf senden çok memnun oldum. Yine ezan oku­ ınaya devam et. Onlar "Tanrı Uludur" dedikçe ben çok rahatsız oluyorum. S izlerin " Allahü Ekber" sesleri bizi çok sevindirdi" diyerek bana iltifatlarda bulundu. Bu ri.iya benim hayatıının dönüm noktası oldu ve bu rüyadan sonra bütün tehlikeleri göze alarak her yerde Allahü Ekber demeye çalıştı m . İster dışarıda, ister hapishanede ve ister akıl hastanesinde nerede bulunursam bulunayıın hep "Allahü Ekber" diyerek ezan okumaya devam ettim: Ta 1 6 Haziran 1 950 Demokrat Paıti iktidarına ezanı ye­ niden Arapça haline çevirdiği güne kadar. B u zaman zarfında belki en az 80- I 00 kez nezaret gördüm. 8 kez hapis hayatım oldu, 5 ayrı kez olmak üzere de toplam I 7 ay sürekli Arapça ezan okumam dolayısıyla Akıl Hastanesine yatırı lışım söz-


216

HASAN H ÜSEYiN CEYLAN

itaat, Devlete ve vatana bağl ılık konuları işleniyordu. Ben üst katta şimdiki ınüezzin ınahfelinin bulunduğu yerdeydiın. Ho­ canın okuduğu hutbeye çok bozu lınuştuın. Çünkü hoca aleni olarak bizi Halk Partisi'nin, dolayısıyla hükümetin bu dinsiz uy­ gulamalarına körükörüne itaate davet ediyor ve bunun için de "Uiu'l eınre itaat" diyerek sözlerine Kur'an ayetlerinden deliller bulmaya çalışıyordu. Zaten böyle bir imaının arkasında namaz kılınanın durumu sarihti . İşte bu düşünceler içerisindeyken, hoca hutbeyi bitirir bitirmez ayağa kalkıp iç ezanı Arapça ola­ rak okumaya başladım.

Özellikle Cuma günleri büyük ca­

milerde camiin dışında ve içinde j andarmalar nöbet beklerd i . Sebep : Hiç kimse Arapça ezan okumasın. Ben

ezana

başlayınca

caminin

için.le

bu lunan

jan­

darmalar hemen üst kata yanıma geld i . Hiç unutmam baş­ larında bir yüzbaşı vard ı . Yüzbaşı ben "Hayyaales Salah " a ge­ lince

ağzıını

elleriyle

kapatmak

istedi,

iki

ayağımdan

da

j andarmalar tutup beni götürmek istediler. Daha ezanım bit­ memişti . Önce eliyle ağzımı kapatan yüzbaşının parmaklarını bir güzel ısırdıın. O beni bırakınca zaten güçlü bir yapıya sa­ hiptim, hemen iki ayağıını tutan j andarmaları ayağımdan fır­ lattım ve ezanıına kaldığım yerden devam edip bitirdim. O sı­ rada imam efendi de minherden iniyordu ki, "yakalayın bu adamı ey cemaat ! " diye bağırıyordu. B en de, "Asıl ben seni ya­ kalayacağım, seni fasık adam seni " d iyerek mukabele ettim. İşte o esnada dışarıdaki j andarmalar da gelmişti beni tam 6 jandarma zor yakaladı ve başlarındaki yüzbaşıyla birlikte beni Hacıbayram Karakoluna götürdüler. Orada en başta Yüzbaşı, sonra da kendilerini uğraştırdığım için bütün j andarmalar bana yoruluncaya kadar sopa atmışlardı . Onlar her vurdukça ben Allah

diyor

veya

Allahü

Ekber

diyor,

böylece

sanki

dö-


.

KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

çundan

karakolda

toplanmış

olmuştuk.

En

önce

ben

219

ya­

kalandığım için beni dönemin Ankara Valisi, Vali İzzettin Çapar'a götürdüler, Ankara Valisi bana, "senin suçun ne? " diye sordu. Ben de "Efendim benim suçum Allahü Ekber" diyerek Arapça ezan okumak" dedim. "Niçin öyle okuyorsun?" diyince: "Ezan-ı Muhammedi müslümanların ortak çağrısıdır. Dünyanın neresine giderseniz gidin Allahü Ekber diye okunur.

1 300

se­

nedir de bu böyle okunmu ş ; böyle okunınası da kıyamete kadar müminlere emrolunmuş . Hal böyle iken bizim devletimizin bu ezanı Tanrı Uludur diye o-kutması ne kadar abestir. B u olsa olsa ezan düşmanlığı, Peygamber düşmanlığı ve Kur'an düş­ manlığıdır. B en memleketin dinsiz olmasını istemiyorum, onun için de ezanı gerçek şekliyle, Allahü Ekber diye okudum. B öyle okumaya da devam edeceğim, ta k i devlet bu hatasından geri dönsün . . .

"

N..._ Benim V

Ankara Valisi İzzettin Çap ar huzurunda bunları

söylemem karşısında Vali bana "Aferin sana Yusuf E fendi . Eğer senin gibi cesaretli memlekette 1 00 insan oluverseydi din elden gitmezdi" diyerek beni taltif etti ve "diğer suçluların gel­ mesine gerek yok, hepsini serbest bırakın diyerek Anafartatar Karakoluna haber gönderdi ve arkadaşlarımızın serbest bı­ rakılmasına vesile oldu. Sonradan öğrendik ki, Vali İzzettin Çapar, Çaparzade'ler denilen çok dindar bir ailenin evladıymı ş . Tabi Halk Partisi d e kısa zamanda b u valiyi görevden almış oldu. Yine Ezan-ı Muhammedi ile ilgili çok önemli bir hatıı·am

1 946 yılında Erzincan'da ezan okuyuşum idi. B ir gün yine rü­ yamda Peygamber s . a . s .

Efendimizi

görmi.iştüm.

Bana Er­

zincana gitmemi ve orada depremden yıkılan ve fakat minaresi göçmemiş olan bir cami olduğunu orada ezan okumaını istedi .


SA N H ÜSEY İ N CEYLAN �._._ �� �A H _ _________� ::__ 18 2.:__: '=-

konusu oldu. Yine hayatıının en güzel anılarından olarak, ne zaman bir camide, (çok çeşitli vilayetlerde ezan okudum) Ezan-ı Mu­ haınmedi okusam, hemen rüyamda Peygamber Efendimizi teş­ ri f buyurur ve bu hareketimden duyduğu memnuni-yeti bana ı zhar ederdi . Şimdi size soruyorum rüyada böyle bir nimete eren insan Ezan-ı Muhammedi delisi olmaz mı? İşte bu yüzden biz de bu davanın delisi olduk.

H. Hüseyin Ceylan : Ezanla ilgili diğer anılannız? Yusuf Özcan : I 943 yılı idi. 1 3 arkadaş toplandık, An1 3 camisinde Arapça ezan okumaya karar

kara'nın en önemli

verdik. Yine bir cuma vakti camilere dağıldık, ben yine Ha­ cıbayram'da kalmıştım. B u sefer Hacıbayram o eski imamını cemaat şikayet etmiş ve değiştirınişlerdi . Hiç olmazsa yeni imam İsla.ın'a bağlı kimseydi. Kur'an okutma ve Ezan hu­ susunda bizlere yardımcı da oluyordu. İşte bu hocaefendi Cuma hutbesini bitirirken ben y ine iç ezanı Arapça olarak okumaya başladım. Ben ezan okurken orada bulunan bir polis, "susturun şu adamı " diye alt kattan bağırdı. İmam efendi de minherden inerken, "Hayır! susturmayın onu, Allahü Ekber diyen ses sus­ turulmaz ! " diyerek beni destekiemiş oldu .

Bu

sefer de dı­

şarıdan j andarma, içeriden polisler gelerek bizi palas-pandıı·as tutup Anafartatar Karakoluna götürdüler. Tabi o mücahid Ha­ cıbayram Camii imamını da bizimle b i rlikte çalışıyor diyerek, b i zi orada desteklediği için onu da Cuma namazı kıldırmasına müsaade etmeden alıp Anafartalar Karakoluna getirdiler. B i r müddet sonra diğer camilerde d e Arapça ezan okuyan ar­ kadaşlaı·ı yakalamış olarak Anafartatar Karakoluna getirdiler. Tam

I3

arkadaş cuma vakti camilerde Arapça ezan okumak su-


KEMALIZMIN TÜRKÇE EZAN HİKA YES t

22 1

kıklardan demir söktük de biraz para kazandık. Fakat yine po­ lisler bizleri takip ediyordu. Akşamları çay içmek için otelin

yanmdaki kahveye gidiyorduk. Perşem � c günü akşam kahvede

otururken yan taraflarımızda yine polislerin bizi takip etmekte olduğunu gördük. O sırada hemen benim aklıma bir fikir geldi ve dedim ki: "Arkadaşlar bu adamlar bizi ezan okuyacaklar diye takip ediyorlar. Gelin şu masada duran domino taşlarıyla oyun aynayalı m da, bi zden şüphelenmesinler . " Pazar Kınık'tan Mehmed, "Fakat ben dama taşı oynamasını bilmiyorum ki " dedi. Ben de, "kolay üç noktayı üç noktaya, beş noktayı beş noktaya tutturacaksın. Yani aynı sayıdaki noktalar bir birine tut­ turulacak dedim. B unun üzerine başladık domino taşı oyun oy­

}

namaya. Biz oyun oynayınca yan taraftaki polislerden bir ses :

l -"Ya bu adamlar hoca olsayd ı ; Ezan okumak içni Erzincan'a gel­ selerdi böyle kumar oynamazlardı. B unlar aradığımız adamlar deği l ! " diyerek hedeflediğimiz mımaraya düşmüş oldular. Biz de ertesi

günü Cuma

vaktinden

önce

bana

rüyamda

gös­

terildiğinin aynısı olan Büyük Camiyi bularak ben hemen yı­ kılınaınış olan minaresine çıktı m . Once şerefede döne döne bir güzel "sala" verdim. B öylece Peygamberimiz Sallallahu aleyhi veselleınede eınrini yerine getirmiş alınanın sevinciyle selam ve tahiyyatü ihtiraınıını göndermiş oldum. O sı rada caminin imaını minarenin merdivenlerinden çıkarak şerefeye geldi ve: " In oradan be adam ! B aşıınızı belaya sokacaks ın " deyince. Ben ta Ankara'dan buraya Ezan-ı Muhammedi'yi okumak için gel­ dim . Onu burada okumadan beni hiç bir güç indiremez. İstersen ben Arapça ezamını okuyunca, sen Tanrı U l udur diye kendi di­ linden ulumaya devam et istersen" diyerek ona mukabelede bu­ lundum. Ve elhaındülillah şerefede Arapça ezanı da büyük bir şevkle okuyarak tamamlad ı m . Dışarıda muazzam bir kalabalık birikmişti. Vali geldi, Jandarma Komutanı geldi, Müfti.i geldi.


---=H-'--'A SAN H ÜSEY İN CEYL AN

220

Ben de Erzincan'dan önce S i vas, Kayseri gibi iller varken, Er­

zincan'ın işaret edilmesin de büyük hikmetle r olsa gerektir di­ yerek hemen hazırl ı klara ko y uldu m. Çok güzel b ir gümüş kak­ malı kamam var idi. B i r d e gümüş z incirli ç ok güzel bir cep

saatim vardı. İkisini d e s at ıP 50 lira para biriktirdim. O sıralar yakın arkadaşı m Kızılcah aınam' ı n Pazar Nahiyesi 'nin Kınık Köyünden zengin bir aileni n eviad ı o lan Mehmet isimli kişi ile,

Çuh uğ'un

k adaşlml a

Y u karı

Kare e n

1 946 y ı l ı n ı n k ı Ş ay ı n d a

Karu trenle

D d e isim li ar­ rz i nc a n yol un a k yu ld uk .

I< ' yü nd c n Ali

rzi m;a n'a tall'l bir h a ft ad a

arab i l d i k .

B i l A n­

kara'dan üç arkadaşla h are k et ettiğimizde tarikatıınızın lideri Kemal Pilavo ğl u 'nu s ı k ı ş t ırıyorlar ve nihayet bizlerin Er­ zincan'a ezan okumak i ç i n hareket ettiğim izi öğreniyo rlar.

Hemen Ankara Valisi, Erz i n can Valisi'ne bir tel çekiyor ve bizi takibat altına almasını i stiy or. Söylerken de ezan oku­

yacağımızı bildirip

3

hoca geliyor diyor. Nihayet biz Erzinca n'a

vardık, ortalık kış - kıyamet . Trenden indikten sonra hemen sivil polisler tarafından takip edi ldiğimizi anladık. B i r otele gidip 3

yataklı bir oda kiraladık. G ünlerden Çarşamba idi. Cu ma gü­ nüne iki gün kaldı ğ ı için o tele iki günlük peşin parayı yatırdık .

Geceleyin yanı mızdaki od a la rdan gelen seslerin her haliyle sivil polislere ait oldu ğ u anlaş ı i ı yor du . Otelin sahibine polisler, " bu adamlar niye geldi öğren bakalım" diyere k tembiha tta bu­ lunmu şlar. S abahleyin otelden çıkaıken Otelci bize sordu . ;; Ar­

kadaşlar ne işiniz vardı Er z incan'da, yapılacak bir iş varsa yar­ dımc ı olalım " ded i . Tabi biz meseleyi anlamıştık . O y ı l lar

meşhur Erzincan ve V art o depremi o l du ğ u için şehirde yüz­ lerce bina yıkı k-virane hat- deydi. B u olayı fırsa t bi lerek, otel sahibine "Biz Erzincana ç alı şınaya geldik. Depremde göçen ev­

o nl arı satınaya ve böylece para ka­ zanmaya geldik" dedik. Sö ylediğimiz gibi de tam iki gün yı lerden demir çı kartıp


A� E� E�E Z� N�T K= M M K� H Ç= Y � �A �L =İ= �İ� �� u =Z =A �N � �İ� �E =S� t------------� 22� ·· � R K�

acıdığından göndermi ş .

Hatta bizlere 400 l i ra da para top­

lamışlar göndermişler, fakat o parayı gardiyan ve komutan iş­ birliği yaparak bize o paray ı vermemişlerd i .

K

Ni hayet biz bu şartlar altında Erzi ncan'da 9. ayımızı ta­

mamladık, mahkemeye yeniden çıkarıldık bize 7 ay hapis ce­ zası

verdiler,

kemeden

9 ayımızı yatarak geçirdiğimiz için o mah­

sonra

mecburen

serbest

bırakıldık .

dışarı çıktığımızda halk bize yardım etmek

M ahkemeden istedi . B ir lo­

kantacı bize doyasıya bedava yemek verdi , karnımızı doyurdu. S onra bir hayırsever bizi kamyonuna sırf benzin parası kar­ şılığı atarak, Ankaraya getirdi. hirlerarası Yaklaşık

yolculukların

O zamanlar kamyonlar şe­

vazgeçi lmez

vasıtalarından

biriydi.

80 kişi Kamyonun kasasında Ankara'ya kadar 3

günde gelmiş olduk. İşte unutaınadığım Erzincan Ezan vakası böyle olmuştu. Bir ezandan bizi tam 9 ay b ilerek yatırmışlar ve bizi mağdur et­ m i ş lerd i . Hani ş u sıralar televizyonda Bulgar vahşetini anlatan Be­ lene filminde ezaolan susturuyarlar ve dini inançlarına göre ya­ şamak isteyenleri B elene'ye gönderiyorlar ya? B i zlere de adeta bulgar zulmü gibi yaptılar o yıllar ve bizi de çoğu zaman sırf Aparça ezan okuyarlar diye Belene'den çok daha berbat olan Akıl Hastanesine gönderdiler. Hani şu halkın ttınarhane de­ dikleri yere . . .

H . Hüseyin Ceylan : 9 aylık Erzincan Hapishane ha­ yatınızı üç kişi ile nasıl geçirmiştiniz? Yusuf Özcan

:

Rabbımızın lütfuda h oştur, kahrı da h oş­

tur deriz ya ! Mürnin için inançlarını yaşamadıktan sonra ha dı­ şarıda o l muşsun, ha içeride o l muşsun . Hatta içerisi yaşantı yö-


HASAN H ÜSEYİN CEYLAN

222

B izi oradan hemen alıp üçümüzü birden Erzincan Merkez Ka­ rakolu'na götürdüler. ifadelerimiz alındı ve Erzincan Valisi bizi hiç kimsenin olmadığı, aslında Alay camisinden depoya dönme, içi rutubetten çatlamış, her taraftan soğuk alan binaya yer­ leştirtti. Jandarma Komutanı da, jandarmalara sıkı sıkıya tem­ bihatta bulunup bize çok dikkat etmeleri gerektiğini söyledi. B izi camiden dönme altı beton, hiçbir döşemesi ve yatağı ol­ mayan binaya götürdüler. Soğuk kış günüydü. İlk günleri so­ ğuktan uykusuz geçirdik. Sonra baktık olmuyor, etraftan talaş türü, kuru yaprak tüıü şeyler toplayarak onlarla altımıza ya­ tacak yerler yaptık. Üzerimize de paltolarımızı yorgan yaparak uyumaya çalıştık. Günlük bize sadece bir tayın ve birer kap çorba veriyorlardı . Aradan üç ay bu zor şartlar altında geçti, yavaş yavaş havalar da ısınmaya başlamıştı. N ihayet

3.

ay

bizi mahkemeye çağırdılar. Mahkemede de Ezan okumaktan bizi

hiçbir

gücün

caydıramıyacağın ı ,

bizi

bu

göreve

Re­

sulullah'ın memur ettiğini söyledik. S oruşturma için mahkeme iki ay sonraya atıldı. Oysa Arapça ezan okumanın 7 günden fazla cezası yoktu. Ama gel gör ki, memlekette adalet diye, hak­ hukuk diye bir şey de kalmamıştı . İki ay sonraki mahkemeye paramız bittiği için paltolarımızı ve ayakkabılarımızı gardiyana sattırıp,

yiyecek

ve

içecek

için

kendimize

harçlık

yap­

tığımızdan, paltosuz ve ayakkabısız çıkmıştık. Hakim B ey "niye yalınayaksınız" deyince, hapiste parasız kaldığımızı, kar­ nımızı doyurmak için paltolarımızı ve ayakkabı larımızı satmak mecburiyelinde kaldığımızı anlatınca, mahkemeye gelen Er­ zincan halkından bir çoğu ağlamış ve bizlere ac ımıştı. Nihayet bundan sonra savcılık yattığımız yere birer ranza yaptırdı ve birer de battaniye göndererek bize yardımda bulundu. Sonradan bize üç adet ayakkabı da gönderildi . Sonradan hapisten çıkınca öğrendik ki, ranzaları, battaniyeleri ve ayakkabıları bize halk


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YES i

------

_, , . ..,

karak o meşhur tok sesiyle "kim o, ne istiyor?" diye sorunca, IsHiın'a dönıneıı i , i mana gelıneni ve din zulınünü bırakınanı is­

tiyorum diyerek bağırınaya başladım. Elimdeki kağıtları da ka­ pıda ki o ihtiyar kadına verdim. Fakat telefonla hemen kapıdaki asker ve polislere haber verildiği için beni polisler hemen ya­ kaladılar ve Ulus Karakoluna getirip önce iki gün dövdüler. " Sen hangi cesaretle Paşa'nın huzuruna çıkıyor ve onu imana davet ediyorsun" dediler. Ben de, "O imansız olmasaydı Kur'an okuyanları

hapsettirınez

ve

ezanlarımızı

değiştirtmezdi . "

dedim. Taki böyle dedikçe bana sopa attılar ve hiç unutmam hem dilimden ve hem de ayağımdan bana elektrik vererek iş­ kence yaptılar. Sonra da bir tezkere yazarak beni polis ne­ zaretinde Bakırköy Akı l Hastanesine gönderdiler. Önce beni B akırköy'ün dil iyle " zırdel i " lerinin koğuşu olan

1 0. koğuşa

verd i ler. Koğuşa bir girdim 40 kişi var, 20 tanesi çırıl çıplak azgın deli i nsanlar. Diğerleri de ondan aşağı kalınıyorlar. İşte burada kaldığım 1 5 gün bana 1 5 sene gibi geldi . Çünkü ran­ zamın üzerinde namaz kılarken hemen deliler gelip, bana yum­ ruk vuruyorlardı. Hepsi de gerçekten deli olduğu için bir şey yapaınıyorduın. Nihayet bir gün Rabbuna yalvardım ve beni bir vesileyle 1 O. koğuştan alınaları için dua ettim. Elhaındülillah duam hemen o an kabul oldu ki beni o akşam Paşalar koğuşu denilen 6 kişilik bir koğuşa aldılar. S öylenildiği gibi gerçekten burada bir paşa, Izmir Valis i , üç tane de yüksek rütbeli memur var idi. Burada ben 50 gün kaldım, fakat koğuştakiler benim namaz kılmamdan ve Kur'an okumamdan rahatsız oldukları için ben i bu koğuştan attırdılar. S onunda 3 . koğuşa geçtim l O gün de burada kaldım . Hareketlerim hep dinle ilgili, namazla i lgili olduğu için hep şikayet edili yordum. Nihayet beni hastane baş­ hekimi Mazhar Osman çağırttıı·dı ve beni imtihan etti. Sorduğu her soruya cevap verdiğim için, hatta tam bir politikacı gibi ko-


224

HASAN H ÜSEYİN CEYLAN

nüyle daha hoş gelir insana. B i z de bu fırsatı değerlendirerek içerdeyken

3

yaklaşık

senelik

kaza

namazı

kıldık

ve

el­

hamdülillah ömürde bir kez olsun tutulması mendup olan kef­ faret orucu ile, ömürde en az tutulması sünnet olan cunu

Ramazanla

birlikte

Erzincan'da tamamlamış

işte olduk.

bu

hapis

Daha

3

aylar oru­

hayatımız

doğrusu

anında

Ezan-ı

Mu­

hammedi sayesinde hiç olmazsa hapishanede kalplerimizi pas­ larından arındırmaya çalıştık. Zikirlerimiz, tesbihatlarımız ve hatimlerimizle bize hapis hayatı gülistan oldu Erzincan'da.

H. Hüseyin Ceylan : Bakırköy Akıl Hastanesi'ne gi­ dişiniz nasıl olmuştu? Yusuf Özcan

:

1 945 yılı idi. Kur'an öğrenmesinin ve öğ­

retilmesinin yasaklanması, Ezan'ın Tanrı Uludur diye okun­ maya başlaması, kadınlarda İslam dışı kıyafetlerin revaçta ol­ ması benim canımı sıkıyor, bir türlü yerimde duramıyordum. Ezanı Arapça okumak ta tatmin etmez olmuştu . Nihayet bir gün, bütün bu olup bitenlerin baş sorumlusu olarak Isınet Pa­ şaya (İnönü) çıkmaya karar vermişti m. B ir hafta uğraşarak İsmet İnönü'ye 40

soruluk

lO sahifelik bir ültimatom ha­

zırladım. Hazırladığım sorularda vatanın ve milletin dinsizliğe gittiğini, bu işin baş sorumlusunun da kendisinin olduğunu, İslam'a, Kur'an'a dönmedikçe hem dünyada ve hem ahirette felah

bulaınayacağını

anlattım.

İlk

parağrafta,

"İnnellahe

ye'muru bil adli vel ihsani . . . " ayetini yazarak İnönü'yü adaletle hakla hükmetıneye çağırdım. B i r gün bu düşünceler içersinde elimde kağıtlarım Çankaya köşküne çıktım. İsmet Paşayla gö­ rüşmek istediğimi söyledim. B ana izin vermediler, ben de arka bahçeden, o yüksek demirparınaklıklardan aşarak köşke gel­ dim. Kapıyı çaldım, bir ihtiyar kadın çıktı, İsmet Paşa ile gö­ rüşeceğimi söyleyince, İsmet Paşa üst pencereden bana ba-


KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN HİKA YES i

227

olan ve TBMM'de ilk Arapça ezanı okuyan Muhiddin Er­ tuğrul Efendi'den bu olayı dinledİm ama bir de sizden din­ lesem. Abdurrahman Balcı Stalin'e gönderdiği mektupta neler yazmıştı ve gelişmeler nasıl olmuştu? Yusuf Özcan : Abdurrahman B alcı, nası l Peygamber s .a . s . Efendimiz zamanın meşhur İ slam düşman ları na; M ısır Kıpti'sine, İran Kayse'rine ve B izans Herak l iyus'una davet mek­ tupları gönderdiyse, öylece 1 945'li yılların en büyük İ slam düş­ manı olarak Veseryanoviç Stalin'e İ slam'a davet mektubu gön­ derınişti . Ve o mektup Sovyet B üyükelçiliğinin de i fadesiyle Stalin'e gönderilen ilk ve son davet mektubu idi. Mektubun özeti, bugünkü Ayetullah Humeyni'nin yen i S ovyet Lideri Mic­ hail Gorbaçov'a gönderdiği mektubun muhtevasının aynı idi. Kısaca Stalin Kominizmi bırakıp, İ slam'a dönmeye, Islam'dan başka kurtuluş yolu olmadığına davet ediliyordu. Tabi hemen S talin Türkiye'deki B üyükelçiliği vasıtasıyla konuyu T.Ç. 'nin Reisicumhuru İ sınet Paşa'dan sorduruyor. İ sınet Paşa'ya, gön­ derilen mektupta isim, soy isim ve adres açık olduğu için Ab­

durrahman B alcı'yı buldurtturuyo r hayet Abdurrahman B alcı da bizler gibi hapiste ve akıl hastanesinde yattığı için, Stalin'e, S ovyet B üyükelçisi kanalıyla, mektubu gönderenin akıl hastası, meczub bir Türk vatandaşı olduğu söylenerek bu vaka S talin ile smet Paşa arası ınuhabereyle kapanmış oluyor. Ben de bu mektuplaşmadan il ham alarak tam 1 O sayfalık bir İ slam'a Davet mektubunu bizzat kendi elleriınle Çankaya Köşküne, İ smet Paşa'nın gözü önünde b ırakmış oldum.

H. Hüseyin Ceylan : Diğer hapis hayatlarınızın uzun­ ca bir zamanmı 1954 sonrası Ankara Merkez Cezaevi ' nde gcçirdiniz. Oysa 1954'de gelince Sizin delisi olduğun uz ezan ashna Demokrat Parti tarafından döndürülmüştü. Bu sefer


HASAN H ÜSEY I N CEYLAN

226

nuştuğum iç i n Mazhar Osman etrafındaki görevli lere : "Bu adam bizden akı l l ı , çabuk bunun tezkeresini yazın da Ankara'ya gönderin . Artık bu adam serbesttir, bunda del ilik filan yok di­ yerek beni Akıl Hastanesinden çıkarttı ve polis nezareti ol­ maksızın yalnız başıma beni Ankara'ya gönderd i . Ben de An­ kara Valisi'ne gelerek durumumu rapor etiın. Vali şaşırdı, "sen yalnız mı geldin?" diye. B ana Vali biraz da tavsi-yelerde bu­ lundu, devlete karşı gelme, Arapça ezan okuma, fazla dindar olma diye. B en de kendisine, dindarlığın fazlalığını Allah ve Resülü emrediyor, Ezanı böyle okumaını isteyenler de Allah ve Resi.ilüdür. Dünya bir tarafa, Allah ve Resülü'nün buyrukları bir tarafa. O'nun ve Resulü'nün buyrukları için ömrüınce hapse ve akıl hastanesine girmeye razıyıın dedim. Vali, "galiba bu deli Yusufun hakkından geleıniyeceğiz. Ne yapalım, delidir ne yapsa yeridir deyip sineye çekeceğiz galiba" diyerek beni ser­ best bıraktı . Işte ilk B akırköy maceram da böyle oldu.

H. Hüseyin Ceylan : İsmet Paşa 'ya mektup yazmak nereden aklınıza gelmişti? Yusuf Özcan

: Türkiye'de Arapça ezan okumayı ör­

gütleyen hocaefendinin hulefası cesur insan , inancı uğruna her­ şeyi feda eden insan Abdurrahman B al c ı isimli bir arkadaşımız vardı. B unun bir hadisesi var ki İ smet İ nönü yakmen bilirdi ve o yıl lardaki S o vyet B üyükelçisi de çok i y i b i l ird i . 1 945 y ı lının başlarında Abdurrahman B alcı Efendi S ovyetlerin o yıllardaki Lideri Stalin'e bir mektup göndermişti. 1 0 sahifelik ve bü­ tünüyle Stal i n i İ s laın'a, Kur'an'a ve Imana dönmeye davet eden bu mektubu bana i lham kaynağı oldu ve ben de İ s met İ nönü'ye

40 sorulu 1 0 sahifelik bir Islam'a davet mektubu vermiş oldum.

H. Hüseyin Ceylan : Sizler Abdurrahman Balcı Efen­ di ile yakın ilişkileriniz olmuş. Gerçi şu anda onun damadı


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

229

kemeleri 'nin heyellerinin hepsinin de ölümü birer ibrat levhası hasıl etmemiş midir? Hatta cellatları bile "danalar gibi" böğüre böğüre ve affedersiniz kendi yatak odalarına pisliklerini yapa yapa ölmüşlerdir. 24 Temmuz 1 987/Hasköy - Ankara

H.Hüseyin Ceylan : Sadık Amca! Sizler 1320 doğumlu ve 1940-1950 yılları arası özellikle Ankara, İstanbul ve Bursa bölgesinde okuduğunuz Arapça ezanlar dolayısıyla uzun yıllar hapis hayatı çekmiş ve hatta sürekli yaptığınız bu eyleminizden dolayı Bakırköy Akıl Hastanesine delidir diye defaten gönderilmiş bir insansınız. Önce sizi tanısak ve sonra niçin hapis hayatı ve Ba­ kırköy Akıl Hastanesine gönderildiğİnizi öğrensek. Sadık Çakırtepe : Ah eviadım ah! Dinimiz gitmişti elden . Kur'an-ı Kerim okunmaz olmuş, okuyanlar ve okutanla r hapisilanelere tıkılmış veya bin bir türlü eza ve cefa ile kar­ şılaşmışlardı . En önemlisi de Ezan - ı M uhammediyemiz bile elimizden alınmıştı. Tanrı Uludur diye ulutuyorlardı süngü zo­ ruyla. Allaaaah . . . . A llah u Ekberrr. . . . Lailehe İ llalllahhh . . . . . . (Sadık Amca 80 y ı llık çileli hayatın verdiği çökmüş gö­ rüntüye rağmen, Hasköy'deki gecekondu evinde bu bölüme ge­ lince sanki 1 940- 1 950 yılları arasına dönüp, olanca gücüyle ve kuvvetiyle ve sesinin çıktığı kadar Allahu Ekber diye ba­ ğırmaya başladı . S ürekli

Allah sesleriyle 5- 1 O dakika evin içi

inledi. S onra gözyaşlarını tutamayarak hıçkıra

hıçkıra ağ­

lamaya başlad ı . ) Evlat görüyorsun o günleri hatıriayınca duramıyorum.


HASAN H USEYIN CEYLAN

228

içeri girişiniz neden oldu? Yusuf Özcan

:

Demokrat Parti her ne kadar müs­

lümanların oyu ile iktidara geldiyse de, dinin ahkamdan arın­ dmlması ve geleneksel bir inanç haline dönüştürülmesi açı­ sından i slamı CHP'den daha çok dejenere etmişti . Bu yüzden bizler de Pilavoğlu, Abdurrahman B alcı

gibi

zatların ön­

cülüğünde DP'ye karşı mücadeleye başlamıştı k . CHP 1 950 ön­ cesi bizi ve inancımızı dinsizliğe uzanma

adına horlarken,

şimdi de, DP bizi horlamaya başlamıştı. DP'nin yaptığı laikliği koruma adına müslümanlara zulmetmek olmuştu. B i z 1 954 yı­ lında 550 arkadaş toptan örgütlü b ir teşekkül olarak, laikliğe aykırı davranışlar hep bunlardan çıkıyor deni lerek Kemal Pi­ lavoğlu ve A bdurrahman B alcı olmak üzere hep birlikte hapse atı ldık. O zaman hiç unutınuyoruın hapisteyken I 955 yılında Pilavoğlu i le Abdurrahman B alcı'nın kend i aralarındaki ko­ nuşmaları. O zaman Kemal Pilavoğlu demişti ki, "bunlar bizi dindarlığıınız yüzünden ve Al lah'ın Devleti n i , Kur'a'n Nizaınını isteyişim i z yüzünden hapse attırdı l ar. A l l ah Azze ve Celle "muntekiın"

olandır.

B akın

göreceksi n i z

bizim

550

kar­

deşimizin suçsuz yere hapse tıkıldığı gibi Demokrat Parti'nin idareci leri de en az 550 kişi hapse tıkılacak ve suçsuz ol­ malarına rağmen de idam edileceklerdir. " Gerçekten benim bu iki kulağımla 1 95 5 yılında Ankara Merkez Hapishanesinde diniediğim olay 1 960 ihtilalinde aynen gerçekleşti ve Menderes, Zorlu ve Polatkanın idaınıyla birlikte, 550'den fazla kişi de yargılanıp hapse mahkum oldu. Allahu Teala kudsi hadisinde ne di yor, "Benim veli kullanma kim düş­ ınanlık yaparsa, ben de on lara ilan-ı harp eylerim" . Nitekim İ stiklal Mahkemeleri'ni yöneten v e nice ulemaya ve meşayıha ölüm cezası veren Ankara ve Ş ark İ stiklal Mah-


KEM ALİZMİN TÜRKÇE EZAN H İ K A YESİ

23 1

Ticani k.s. hazretlerinin yaptığı, ci hadi yönü ve eylemsel yönü zikri yönünden daha öncelikli olan Ticani tarikatına intisap et­ miştik. O zamanlar Kemal Pilavoğlu rh.a. bu tarikatın li­ dediğini yapıyordu. Ve özellikle de dini koruma, Kur'an ve Sünneti ayakta tutma adına onun hulefası n iteliğincieki büyük insan Abdurıahman B alcı Efendi bizlerle sohbetler ederek zi­ kirdcn, tesbihattan daha önce elden giden Kur'an'ı, Sünneti ve Ezanı kurtarmanın Allah katında en sevgili gelen amellerden ol­ duğunu söylüyordu. Abdurrahman B alcı bana 1 94 I yılında, "sen B il ali Ha­ beşi radıyallahu anh i le arkadaş olmak i stemez misin, hadi ba­ kal ım minarele rden onun gibi yanık sesle Allahu Ekber diye ba­ ğıra bağıra ezan oku bakalım" deyince bana Al lah o anda gönlüme öyle hisler verdi ki kendimi kuş gibi hissediyor, Tanrı Uludur diye okunan ezanların yerine Arapça Allalnı Ekber di­ yerek

ezanın

gerçeğini

biran

önce

okumak

ıçın

he­

yecan lanıyorduın. Bir gün yaz aylarıydı, ilk Arapça ezamını Ankara Ulustaki Zincirli Camii nde okudum. Cuma günüydü. Her Cuma özellikle büyük camilerde j andarmalar Arapça ezan okumasınlar

diye

silahlarıyla

nöbet

tutarlardı .

Hatta pos­

tallarıyla camiye girip, müezzin mahfel inde nöbet tutan jan­ clannalar bile vard ı . Ankara Hacıbayram, Zincirli ve Aslanhane camileri buna birer örnektir. Ben Zincirl i Camiinde Cuma günü ezan okuyunca, (gizlice ınİnareye çıkmıştım) etraf bir anda polis ve j andarma ile dolmuştu. Minareye ç ıkan polis ler ben i zorla aşağıya indirmek istediler ama elhamdülillah Ezan-ı Mu­ hammediyeyi Peygamber s.a.s. Efendimizin istediği tarzda ta­ mamlamıştım. Beni minareden inciirirken tekme, tokat ve dip­ çiklerle indirdiler, hatta sırtıma i ndirilen dipçik ac ı sıyla minare merdiveninde yaralandım ve kaburga kemiklerim kınlınıştır.


23 0 ------------------------� HASAN HÜSEYİN CEYLAN � �

Ben Ezan-ı Muhamınedi deli siyim. Tanrı Uludur d iye okunan ezanlar bana kurşun gibi saplanıyordu. Ben Ankara'nın Çubuk İ lçesi nin Karadana Köyünde doğdum. 1 3 30 (Rumi) doğumlu ol­ duğum için bizim nesil ilkokul şehadetnamelerini (diploma) Türkiye Cumhuriyeti adına alan i lk nesi Idi . O yüzden 1 923 ve sonrası gelişmelerini çok iyi hatırlıyorum. üzei likle I 940 yıl­ larında zirveye ulaşan d i n i zulümleri unulmamız mümkün

deği l, çünkü I 940-50 yıl ları arası hala devletin kay ıtlarında mevcuttur ve hatta Hukukta Ezan-ı M uhaınmedi suçuna ilk örnek Türk Ceza Kanunu'nda b i zi göstermişlerdir. Işte kitap orada saklıyoruın, bakarsınız; b izler bu yıllar arasında sayısını hatırlayaınıyacağım kadar nezaret, tutukluluk ve yargılama gör­ müşüzdür. Ayrıca 1 93 2 y ı l ında meşhur B u.·seı Ezan olayı ilk kez olmak üzere, 46, 47 ve 48 yıl larında 3'er kez Arapça ezan okurnam dola-yısıyla hapishaneden sonra del idir diye Bakırköy Akı l Hastanesin'e gönderilmi şimdir. Yani Al lahu Ekber diye ezan okuduğum için tam 1 O kez hapis ve I O kez de Bakırköy Akıl Hastanesine yatırı ld ı m .

H. Hüseyin Ceylan : Nasıl başladınız Arapça Ezan okumaya? Yanılınıyorsam Ankara'da 1940-50 arası çok ör­ gütlü bir düzeyde ve özellikle de Cuma günleri korsan bir şekilde Arapça Ezanlar okunmuş. Onlardan bir tanesi de sizlersiniz. 15-20 arkadaş ve genellikle de Çubuklu olmak üzere Ezan okuma grupları oluşturmuşsunuz ve bu bir Cihad 'dır diyerek yurdun dört bir yanında gayet bilinçli olarak Ezan okuma eylemi yapmışsınız. Nereden aklımza geldi böyle bir eylem? Sadık Çakırtepe

:

B iz zaten Tanrı Uludur diye yapılan

uluınalardan fazlasıyla rahatsı z idik. Ankara'ya indiğimizde Ti­ caniye Tarikatı ol arak bilinen ve kuruculuğunu Ahmed et-


233

KEMALİZM İ N TÜRKÇE EZAN HİKA YES İ

Abdurrahman Balcı Efendi'nin b u sözleri bizde öyle te­ sirler uyandırdı

ki,

artık

herkes

hapishaneyi

ve

hatta

tı­

marhaneyi göze almıştı. Al lah'ın takdiri o toplantıda bulunan hemen herkes Ezan-ı Muhammedi yüzünden hapisiere atı ldı, binbir türlü işkence, eza ve cefa gördüler ve sonunda da hemen hepimiz Abdurrahman B alcı da başta olmak üzere, Yusuf Efen­ di, Osman Efendi, Muhiddin Efendi, Zek i Efendi, B ursalı ada­ şım Sadık Efendi ve diğer batınma getiremediğim bütün ar­ kadaşlar

delidir

denilerek

tımarhaneye,

B akırköy

Akıl

Hastanesine ayrı ayrı zamanlarda yatırılmış olduk. Böy lece 1 942 yıl ındaki Abdurrahman B alcı Efendi'nin söyledikleri 1 950 yılına kadar aynen gerçekleşmiş oldu ve elhamdülillah b izim bu dişe diş, başa baş ve her tür işkence ve zulümlere katlanarak giriştiğimiz "Allah u Ekber" eylemi 1 6 Haziran 1 950 yılında gerçekten 'Tanrı Uludur'dan 'Allahu Ekber'e dönüşmüş oldu.

H. Hüseyin Ceylan : Sizi neden Akıl Hastanesine gön­ derdiler? Sadık Çakırtepe

:

Efendim önce şunu söyliyeyim ki ha­

reketi miz l 946'ya kadar çok büyümüştü. Hatta Eskişehir başta olmak üzere ( 1 945 yılında) askerden de ezan okuyanlar olmuştu . Eskişehir'de 1 945 yıl ında 40 askerin başlarında A l i Rıza Gürkanlı olmak üzere ( A l i Rıza Gürkanlı Abdurrahman Balcı'nın damadıdır) Alaydan kaçarak önce Eskişehir içinde, sonra Kütahya ve Ankara'da ve Alay içinde ezan okumaları o yıllarda büyük olay olmuştu . İ şte böylesine yaygın bir hareketin elebaşılarını başta Abdurrahman B alcı olmak üzere hep B akırköy Akıl Hastanesine göndermişlerd i .

Sebep hareketi

küçük düşürmek ve yapan lan da del idir diye halka takdim etmek.


HASAN HÜSEYiN CEYLAN

232

Beni

hemen

şimdi

Hacı

B ayram

girişinde

bulunan

Otel'in alt katına (orası eskiden Anafartatar Karakolu idi) gö­ türüp orada ölesiye dövdüler ve "bir daha olmasın, aklını ba­ şına al, seni hapse ataı·ı z" diyerek ağzım burnum kan içinde beni serbest bıraktılar.

H. Hüseyin Ceylan : Niçin Arapça Ezan? Sadık Çakırtepe : Ezan, İ sHim'ı n günde en az beş kez tekrar bütün müslümanlara bir çağrısıdır. B i r çağrı olmadan, bir davet olmadan İ slam'ın yeşermesi de mümkün değil. Zaten o yüzden ezanın "Allahu Ekber'le simgelenen davetini ortadan Davet ortadan kalkınca İ sl am'ı �eşertecek da­

kaldırdılar.

vetçiler oluşmadı tab i . B izi yönlendiren A bdurrahman Balcı da Ezanı b ir yeniden çağrıyı diriltmek ve sonra mü�lümanların da­ vasına sahip çıkması adına örgütlenmelerine vesile olması için bu ezan eylemlerini yürürlüğe koydurtmuştu. 1 942 yılında Has­ köy mevkiinde bir evde toplanmıştık. B ize dedi ki : " B iz Mehdi'nin askerleri olacağız. B unun için önce bütün putları red­ deceğiz ve putların put olduğunu herkese duyuracağız. Sonra en büyük silahımız Allahu Ekber olacak ve sürekli Arapça ezan okuyacağız. B elki bunları yapıyoruz diye S adık Efendi gibi Yusuf Efendi gibi (beni ve Çubuk Guruveren Köyünden ar­ kadaşımız

Peh livan

Yusuf

Efendiyi

işaret

ederek)

kar­

deşlerimiz işkence görecek, karakoliara götürülecek, belki tı­ marhanelere

delidir

diye

tıkılacağız

ve

hatta

idam

bile

edileceğiz. Ama b i lesiniz ki biz bunları yapmazsak bizden son­ raki nesiller de Allahu Ekber yerine Tanrı Uludur sesini işi­ tecekler. Dünyada bugün sadece Türkiye'de Türkçe ezan oku­ nuyor. O yüzden en başta bizlere bu ezanı aslına döndürmek farzı ayındır. Dünyada sadece bizim ülkemizde olduğu için de, bunun kaldırılması dünyanın en büyük cihadı olacaktır. Hadi göreyim sizleri, gazanız mübarek olsun, cihadınız aziz olsun . . . "


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN H İ KA YESi

235

Türkçesi daha güzel değil mi?" diye sorunca: "Doktor Bey, s ize isminiz Ahmed olduğu halde ben size Hans, Kirko (herhalde George demek istemiş) desem olur mu? H ans hiç Ahmet i s­ minin yeri ni tutar mı? Biz de Allahu Ekber' i n yerin i hiç bir ifade tutmayacağı için Tanrı Uludur demeyi reddediyoruz. Onun yerine Al lahü Ekber diyoruz" diye cevab verdim. Doktor benim bu cevabımdan sonra "bu adam benden de akı l l ı, olsa olsa bu A l lah'ın delisidir'' d iyerek Akıl Hastanesi nden ç ı­ kartmı ştı . B iz bu tür işkence ve cefalara sırf " Ailahu Ekber" için katland ık evlat. Allah da b i ze bu gayretimiz karşılığı Tanrı Uludur yerine A llahu Ekber demeyi ve ezanı asli şekliyle din­ lemeyi yeniden bahşetti . Yoksa Demokrat Parti'nin ken­ d i l i ğinden yapacağı şey değildi, Arapça ezan . Tabandan gelen güçlü hareket DP'yi bu hareketi yapmaya mecbur etmişti. DP'nin aslında b izlere I 950 sonrası yaptıkları da I 950 öncesi n i aratmıyordu. Liderimiz Abdurrahman B alcı v e Kemal Pi lavoğlu gibi insanlar dikkat e dilirse en çok DP döneminde hapse gir­ m i ş ler ve i şkence görmüşlerd ir.

H . Hüseyin Ceylan : Ezaola ilgili ilginç başka h a­ tıralarınız vardır elbet. Sadık Çakırtepe : Hiç unuımam çok parti li sisteme geçi ş gereği, ortada CHP' n i n dışında M i llet P artisi ve De­ mokrat Parti gibi partiler vardı CHP'ye muhalefet eden bu i k i partinin varlığı b izlere biraz d a cesaret veriyor, ·bizler artık her hafta Cuma günleri Ankara'nın bütün camilerinde korsan bir şe­ kilde Arapça ezanlar okuyorduk. Ankara'nın i çinde ve i l ­ çelerinde Arapça ezan okumadığı m ı z cami kal mamıştı. He­ p imiz Allah rızası için geziyor ve Arapça ezanı halka yeniden duyurmaya çal ı şıyorduk. Düşünebil iyor musunuz 40-50 ar­ kadaş Abdurrahman B alcı 'nın Aral ık 1 948'de bize yaptığı b i r sohbet gereği hep i m i z bütün vil a-yetlere dağı lmı ş , bazunıza da


2 4

H ASAN H U SEYIN C EYLAN

� � � -� � � �� � �

-------------

Onlar öyle düşünerek bi zleri, toplam 40-50 arkadaşımızı değişik zamanlarda Bakırköy'c götürmüşlerdir.

Ancak Ab­

durrahman B alcı Efendi ve onların bu düşüncelerinin tam ter­ sine " del id ir" raporu alı narak, ezan gibi eylemlerin daha kolay gerçekleştirileceğini söyleyerek adeta b i r gönüllüler ordusu oluşturulmuştur. B izim arkadaşlarımızm hepsi o zamanlar gö­ nüllü olarak A l lah' ın del i liğine talip olmuşlardı ve Allah'ın adın ı her yerde daha kolay haykırabilmek için "deli raporu" al­ m ı ş l ard ı .

H . Hüseyin Ceyalan : Yaptığım araştırmalarda sizin de B akırköy Akıl Hastanesine yatırıldığınızı öğrendim. Siz neden yatırılmıştınız? Sadık Çakırtepe

: Ben 1 94 I yılında Zincir! i Cam iinde

Arapça ezan okumaya başladıktan sonra, Ankara'nın bir çok ye­ rinde ve B ursa, İ stanbul gibi yerlerde de Arapça ezan oku­ muştum. B irisinde Antalya Murat Paşa Camisine gidip orada okudum ve ben i jandarmalar yakalayıp, emniyete getirdiler. 3 gün nezarette i şkence gördüm. Vücuduma elektrik verdiler. An­ kamlı ve Çubuk kazasından olduğum tesbit edilince Ankara'ya gönderdiler. Ankara Emniyetinde 7 gün dövüldüm, ekmek-aş vermediler. Hatta ölmemiz için bize zehir verdiler. Bir çok ar­ kadaşıınıza TBMM'de ilk Arapça ezan okuyan Hacı Mu­ hidd in'Ie Osman Yaz'a ve Gurumenen' I i Hacı Yusufa da fazla oranda vücutlarına zehir zerketti ler. Allah'ın takdiri bizler öl­ medik. Hepimizi de B akırköy'e yaptığımız dolayısıyla delidir diye gönderd iler. Ben on lardan çok önce I 942'de 3 ay, I 945'de 6 ay, I 946'da 5 ay, 1 948'de 3 ay olmak üzere yaklaşık 1 .5 sene B akırköy Akıl Hastanesine gönderildim. Her seferinde de ora­ n ı n B aştabibi tarafından "ya bunlar deli değ i l , süper akıl l ıdır" deni lerek geri gönderildim. Hiç unutmaın birisinde ( 1 945) baş­ tabi b beni çağırd ı , "oğlum niçin Arapça ezan okuyorsunuz, bak


KEMALiZMiN TÜRKÇE EZAN H İ K AYESi

237

H. Hüseyin Ceylan : İsim olarak hatıriayabilecek mi­ siniz o günler bu ezan eylemini yapanları ve en çok kimler hapse girmişti? Sadık Çakırtepe : Bir Tarzan Hüseyin dediğimiz P n­ kara'nın Çubuk kazasının Gökçedere köyünden Hüseyin Ercan vard ı . iri yapılı, pehlivan vücutlu biriydi . 1 0 j andarma ken­ disini zor hakederdi.Şimdi rahmetlidir. En azından 30 kadar vi­ layeti gezerek bizzat kendisi ezan okumuş ve defalarca hapse girip işkence görmüş bir arkadaşı ı . B irisinde 1 94 7 y ı l ı idi, Ab­ durrahman B alcı arkadaşımız H ü seyin Ereanı Çankırı 'ya ezan okumaya göndermişti. Arkadaşımız Hüseyin, hep ben mi oku­ yacağım, biraz da b aşkaları okusunlar diye düşünerek Çan­ kırı'ya gitmemişti . B unun üzerine Abdurrahman B alcı, "Ezanı kadınlar mı okuyacak?" diyerek Hüseyine kızınca, bizi m tarzan Hüseyin Gökçedere köyünden Koca Kadir isimli arkadaşını da yanına alarak Çankırı'ya gilmişti. B iz o zamanlar kendisinden dinlemiştik. Hüseyin Efendi ile Koca Kadir bir plan yaparlar ve önce Çankın Demokrat Parti il başkanlığına uğrarlar, başımıza bir şey gelirse bize sahip çıksınlar diyerek, "Biz buraya Fevzi Çakmak Paşa ile, Celal B ayar gönderdi. Gidin Çankırı dindar bir yerdir, orada Arapça ezan okuyun " diye gönderdi derler. Çankırılı DP'liler bize böyle bir haber gelmedi demelerine rağ­ men, bizim Hüseyinle, Koca Kadir kendilerine sahip çıkılınası için bu yalanın üzerinde ısrarla dururlar. S onra her ikisi de ayrı ayrı camilere giderek Arapça ezan okurlar. Hüseyin Ercan ya­ kalanır ve Karakala götürülürler. Demokrat Partililer ken­ d ilerine hjç sahip çıkmazlar. Karakolda Hüseyin Ercan ' ı iyice dövdükten sonra, bir Kur'an okuturlar, Hüseyin Ercan mahsus Kur'an-ı okuyamaz. Karakol amiri ; " B akın bu daha Kur'an oku­ masını bile bilmiyor. Allah'ın meczuplan olsa gerek diyerek bunu Ankara'ya gidecek olan bir kamyona bindirip Ankara'ya gönderirler.


236

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

iki vilayet düşecek tarzda her vilayette Arapça ezanı du­ yurmaya yemin etmiştik. Abdurrahman B alcı bu sizin ga­ zamzdır, bu sizin cihadınızdır diyerek bize bulup-buluşturduğu paralardan yardım ederek, biraz da kend imizden katarak, ba­ zılarımız kümesteki tavuklarını , bazımız Hacı Yusuf onlardan biridir, ahırdaki ineğini satarak, bu eylemi gerçekleştirmek için Türkiye'ye dağıldık . Şubat'ın ilk günleri yakalanmadan geriye gelebilenler Ankara'ya dönmüştü. l Şubat 1 949 tarihinde yine Ankara'da Abdurrahman B alcı'nın başkan l ığında Karapürçek Köyü yakınlarında toplandık. Hepimiz rapor verdik. Ab­ dur-rahman B alcı; "Elhamdülillah, şimdi Türkiye'nin her ye­ rinde A llah'ın ezanını duyurmuş olduk. Allah hepinizi me'cur kılsın.Şimdi sıra kurulduğundan beri kürsüsünden hiç Ezam Muhammediye okunmamış olan TBMM'de ezan okumaya geldi . Ezanın Tanrı Uludur d iye okunmasına 1 932'de TBMM'de karar verenler, şimdi orada bizler vasıtasıyla " Allahu Ekber" seslerini duymalıdırlar diyerek, TBMM'de bizleri Arapça ezan okumaya davet etti . Hemen içimizden bu işin gönüllüsü olarak yiğit yapılı uzı.ın boylu Çubuk Guruveren'li Osman Yaz'la Ab­ durrahman B alcı'nın okumuş-yazmış, ağzı iyi laf yapan De­ miryollarında memurluk yapan damadı Muhiddin Efendi öne atılarak b izler okuyalım dediler. Ve Osman Yaz i le, Muhiddin Ertuğrul Efendi, TBMM'de hiç unutmam 4ŞubaL 1 949 tarih inde Cuma günü dinleyiciler lo­ casından Arapça ezam bütün müdahalelere rağmen okumuş ol­ dular. TBMM'de okunan bu ezan Türkiye'de büyük tesirler uyandırdı . Gazeteler günlerce bu olayı yazdılar ve konuştular. Tabi arkadaşlarımız da hemen tutuklanıp emniyete gö­ türüldüler. Ve orada ayl arca işkence gördüler, hapiste yattılar ve sonra bunlar delidir denilerek Bakırköy'e gönderildiler. Onlar hala sağ, kendilerini bulup buluşturursamz, b izzat ken­ disinden de din lersiniz maceralarım.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESi

239

şimdi de sıra sende bak gör bir yumnıkta seni nasıl edeceğim. B öylece de bir daha Müslümanlara zulmedemeycccksin " . Gerçekten Polis Turan'ın felç olması Ankara'daki d i ğer polisleri de korkutmuştu. En öneml isi Allah böyle bir zatimi felç olmakla cczalandırmışt ı . B ir başka arkadaşımız İstanbul Fatih-Dramalı meşhur turşucu Abdullah Taşkesen Efendi idi. O da I 949 yılında bir milli maçta Dalınabahçe stadında üç arkadaşıyla birlikte ezan okumuştu. Dramanl ı turşucu H acı Abdullah Efendi ayrıca stanbul'un en büyük sineması olan B eyoğlu'ndaki bir si­ neınada; şimd i adını unuttuın, ezan okumuştu . Y ine Konyalı Mehmet isimli bir arkadaşımız Ankara Va­ lil iğinde 1 949 yılında Vali Nevzat Tandoğan'ın huzurunda, ken­ disinin gece kondusunun yıkılmasını fırsat bilerek vali hu­ zuruna çıkıp Arapça ezan okumuştu. Hatta Vali Nevzat Tandoğan, "artık vilayette bile bunlar ezan okuyarlar diyerek Konyalı Mehmed kardeşimizin sakal ından tutup ; " B ak ezan okuduğun o ağzına barut dotdururum bir daha okuyamazsın. Yoksa Ezan okuduğun dillerinle sana tuvaJet yalattırı rım" di­ yerek küfür ve hakaretlerde bulunmuştu. Garibtir, müslümanların ezan okuyarlar diye ağızlarına küfreden ve ağızlarına kurşun sıkmak i steyen Vali Nevzat Tan­ doğan'ın ölümü ağzından kurşunlanarak o l muştu. Hem de en yakın arkadaşları tarafından . Hani "dinsizin hakkından imansız gelir" derler ye, işte öyle bir ceza ile Allah, V ali Nevzat Tandoğan'ı ce­ zalandırmıştı. Ankara Topraklık mevkiinde oturan Konyalı Mehmed kardeş 1 986 yılında Allah'ın rahmetine kavuşmuştur. 1 940- 1 950 yılları arası çileli hayatımızın mücadelelerle dolu böli.imlerinden sadece hatırlayabildiklerim bunlar. O dö-


HASAN HÜSEYiN CEYLAN

238

Böyle ilginç anıları olan arkadaşlarımız olmuştur. Yine Kütalıyalı Abdull ah, Kayseri li Mahmud, Hasköylü Zeki ezanla ilgili işkence gören, hapis hayatı olan kardeşlerimi zden bir­ kaçıdır. B ir de Çorum, Alacadan Deli Ahmet diye bir ar­ kadaşımız vard ı . Tabi bu da ezan okumaktan dolayı hapisiere girdiği için ve B akırköy Akıl Hastanesinde yattığı için adı Deli Ahmed'e çıkmıştı. Ahmed Dotaşık adlı Alacalı bu arkadaş yumruğu güçlü bir arkadaştı . Yakalandığı zaman polisin veya j andarmanın elinden bu güçlü fiziğiyle rahatlıkla kaçabiliyordu. 1 948 yılında Ankara Cebeci Hamamönü mevkiinde bir polis adı da Turan idi. Hep bizleri takip eder ve inananlara zulmederdi. Ö zellikle Arapça czan okuyaniara emniyette hep bu işkence ederdi . B i r g ü n ( ı 948) p o l i s Turan, Alacalı Deli Ahmed Dolaşık'ı Cebeci Hamamönü mevkiinde sıkıştınr. Deli Ahmed, Polis Turan'a " Kardeşim Allah d iyeni ne diye takip ediyorsun . Sen sHim düşmanı m ı s ı n ? Benim peşimi bırak. B ak ş imdi burada ki mse yok, sana bir yumruk vurursam felç olursun, git başımdan " de­ yince, Polis Deli Ahmed'i yakalamak ister. Her nasılsa Ahmed, kendi sinin bize anlattığına göre öyle bir yumruk çeker ki polise, poli s o anda olduğu yere yığılır. Ertesi gün bu polisin biz ağzı kaymı ş, dudakları düşmüş ve eli hareket etmez bir tarzda felç olmuş halde gördük. Polisler her ne kadar Kemal Pilavoğlu'nu ve Abdurrahman B alcı'yı sıkıştırdılarsa da, polis Turan'a yum­ ruk atanı bulamamış oldular. Zaten bu hadiseden sonra da Del i Ahmed memleketi olan Alaca'ya tekrar dönmüş oldu ve izini kaybettirdi. 1 950 Demokrat Parti iktidarı sonrası Ankara'ya gel­ diğinde bu olayı arkadaşlarla birlikte kendisinden din lemiştik; polise yumruk alarken şöyle demi ş : "Sen A l lah diyen nice ağızıara yumruklar attı n, Al lah diyenierin d işlerini kırdın ,


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

24 1

Türklerin MilliŞef dedikleri İsmet Paşa'nın ve . Mil­ letvekillerinin huzurunda "Allah u Ekber" diyerek iki kişi sırayla ezan okudular" diyor,. Türkiye'de 4Şubat 1949 tarihine ve Cuma gü�üne rastlayan bu tarihi olayı gerçekleştirenlerden biri de siz­ siniz. Sizin biz iki yıl süren bir iz takibinden sonra ad­ resinizi ve hayatta olduğunuzu bulduk. Siz bizim için bir tarih ve kültür antikasısınız, TBMM'de Arapça Ezan oku­ ınanız cihetiyle. Nasıl olmuştu bu meclisteki ezan okuma olayı ? Ve nasıl planlamıştınız o tarihte BBC'nin bile " Yine Tür­ kiye'deŞeriat istekleri meclise kadar sıçradı ve TBM M'de yasağa rağmen halktan iki kişi Arapça ezan okud u ! " di­ yerek verdiği bu olağanüstü olayı? Hacı Muhiddin Ertuğrul : Efendim önce sizi bu gay­ retietinizden dolayı tebrik ederim. Evet 4Şub at 1 949 tarihinde Osman Yaz i s imli arkadaşımla birlikte B üyük M illet Mec­ l isi'nde İ smet Paşa'nın huzurunda Arapça ezan okumuş ve bunu da 5Şubat 1 949 tarihli bütün gazeteler yazmıştı. Ancak bizimle bu konuda bu güne kadar mahkemelerin d ı şında hiç konuşan olmamıştı. S izin gel i şinizle birlikte b u tarih! hadiseyi yeniden bundan sonraki nesle "ezan tarihinden önemli bir sayfa" olarak aktarabileceğimiz için Allah'a sonsuz şükürler ediyorum. Ö nce kendimi tanıtıyorum. Çünkü 5 Şubat 1 949 tarih l i Milliyet ve Cumhuriyet g i b i gazeteler bizi öel i diye tanıtmıştı. O gün mecliste bütçe tasarısı görüşmeleri yapıyor ve mec l i s başkanlığı koltuğunda da R a i f Karadeniz adlı bir d i n d üşman ı milletvekili bulunuyordu. Meclis B aşkanı da tüm gazetecilere bir "delidir" diye tanıttığı için millet bizi ne yaptığın ı b ilmeyen


240

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

------- -------

nemde Ezan-ı Muhammediye'nin okunmasının delisi olan biz­ Ierin adı o yıllardan bu günlere hep "deli" diye kaldı . B i z de Allah'ın deli liğine, Ezan ın deliliğine razı olduk. İ nşaallah Rab­ bim bizleri ezan için yaptığımız deliliklerle haşr eder ve öylece mükafatlandırır. ( S adık Çakırtepe amca 80 yaşına gelmiş ve fakat o dö­ nemde çektiği s ıkıntılarla adeta 1 00 yaşında gösteren bir ha­ liyle yeniden o eski günleri hatırlatırcasına yatağından ayağa fırladı ve iki eliyle kulakları n ı kapatarak A llahu Ekber, Allahu Ekber diyerek öyle bir Ezan okumaya başladı ki, odasında bu­ lunan herkes ve ben ağlamaktan kendimizi alamadık. Ve bana dönerek evlat 3 Şubat 1 93 2 tarihinden itibaren başlayan ezan ya­ sağı dolay ısıyla tam I 8 yıllık Ezan-ı Muhammedi mücadelemiz işte böyle geçti diyerek yeniden gözlerini o çirkin tarihe kay­ öırdı ve hapishane hayatı ve Tımarhane hayatı içersinde geçen bir çeyrek asrı yeniden derununda yaşamaya başlad ı . Küçücük gecekondu kulubesinden çıkarken 80'lik S ad ık amca bana dönerek, "Evlat bir gün gelip benimle bu konuda ko­ nuşacağını ve bunu tarihe geçeceğinizi b i l iyordum. Çünkü Allah'ı n Resulünü o yıllarda rüyamda görmüştüm ve bana: " S a­ dığım sen hiç mahzun olma, hem yeniden Ezana ka­ vuşacaksınız ve hem de sizleri dünyada da ahirette de kayda geçecekler ı " dem işti . B ak sen de şimdi gelip bunları kayda geçti n . El­ hamdülillah bu günleri gördüm. Artık ölsem de gam yemem. " diyerek uzanmış olduğu yatağ ı ndan b izleri salavatlamı ş oldu.)

15 Haziran 1987 1 Ankara - Hasköy H. Hüseyin Ceylan : Alman Prof. Gotthard Jaeschke " Yeni Türkiye'de İsH1mhk" kitabında, görülmemiş olay! Arapça ezanın yasak olduğu Türkiye'de başkent Ankara 'da ve üstelik TBMM'de, (Uiustaki ilk meclis binasında HHC)


KEMALiZM İN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

243

ben ve Osman Yaz arkadaşım ayağa kalkarak: " B u kutsal gö­ revi biz i fa edelim efendim ! " deıniştik. Ö yle bir heyecanla ayağa kalkmıştım ki, bir an göz­ lerimin önüne Bedir ve Uhud harplerinde mübareze (er dileıne) an ında, Resuluilah Efendimizin ashabına dönerek, " var mı içi­ n i zden bu müşrikin karşısına çıkacak?" dediğinde herkesin bir­ biriyle yarış edercesine öne fırlaması geld i .

şte böylesi bir

aşk ve vecd içersinde ayağa kalkıp, "TBMM'de karar alınarak b ütün Türkiye'de susturulan ezanı asıl hüviyetiyle ben hay­ kıracağıın ! " demiştiın. Aynı duygu iri yarı , uzunca boylu ( 1 . 90) Osman Yaz adlı arkadaşıında da vard ı . İ şte böylesi bir başlangıçla TBMM'de n a s ı l Arapça ezan okunız diyerek plan-proğraın yapınaya başladık. Mec l iste ezan okumak için önce meclise girınek gerekiyordu. Meclise girmek için de en azmdan bir milletvekilinden kart almak ve de üst-baş çok düzgün olmak gerekiyordu . Şubat I 949'a girdiğimizde kendi düşüncemize uygun ve ailesi araştırınalanınıza göre dindar olan Kütahya M i l letvekili İhsanŞereften, "efendim bütçe müzakerelerinde sizi d inlemek istiyoruz" diyerek bir dinleyici kartı aldık. Arkadaşım Osman Yaz da Van ınebusu meşayıhı kirarn'dan Abdtilhakim Ar­ vasi'nin akı·abası İ brahim Arvas'tan Keçiörendeki evine giderek kart almı ştı. Proğraının birinci kademesini taınaınlaınıştık. İ kinci ka­ deme kendi üstüınüze-başıınıza giyecek birşeyler alınaya gel­ mişti. Ben o zaman evimizde bulunan iki danaınızı satarak Osman Yaz arkadaşıınla birlikte kendimize birer takım elbise ve kol alı mintan aldım. Taki

iskarpinle kıravatı da unut­

ınamıştık. Ancak paraın ı z fötr şapka almaya yetmediği için


242

E� SE A� A� S� C= U N L� Y� � YİN H� =-� .. � �� A� N�H �

__ __ __ __ __ __ __ __ __ __ __

deliler diye tanımıştı . Oysa Mec lis ve Reisicumhur

smet Paşa

bu olay ı küçük düşürmek için bu yola tevessül etmişlerdi . Onun için ben kendimi bu fırsatı bulınuşken de gerçek yönüyle kendimi s i zlere tanıtınış olayım. I 923 yılında Cumhuriyet'in kuruluşuyl a birlikte Sinopta

doğmuşuın. Fakir bir aileden geliyorum. B abam ailesini ge­ çindirmek için S inop'tan Ankara'ya gelmiş . B en de askerlik dö­ nüşünden itibaren Devlet Demiryolları Kayaş mevkiinde ıne­ murluk yapmaya başladım.• Memuriyetim sırasında çok önemli dindar zevattan olu­ şan dost çevreleri edindim. Akşamları bu dost meclislerinde en başta tasavvuf ve tefsir-hadis sohbetleri gibi hasbi ders hal­ kalanna katılarak kendimi yetiştirıneye çalıştım. Ö zellikle de 1 944 yılından itibaren Ankara'da o zamanlar çok meşhur olan Ahmet et-Ticanl (k. s. )'nin kurduğu Ticani tarikatına girerek, kendiınce ınürid olmaya çalıştım. Evradım ve ezkarıma eliın­ den geldiğince riayet etmeye ve üzeilikle de b izim tarikatta Dini Mübin-i

sHiın'a h izmet etmeye çalıştım.

B izim üstadımız Abdurrahman B al c ı Efendi H azretleri idi. Din yolunda çekmediği eza, cefa ve i şkence kalmamış bir zattı. Fakat onu h iç bir şey yıldırarnıyar ve din yolunda cihad etmekten alıkoyamıyordu. 1 94 9 yılı yeni girmişti ki bize üs­ tadımız Abdurrahman B al c ı :

" Kardaşlar!

B tı

zamanda ya­

pılacak en büyük cihad 1 5 a sırdır Arapça olarak ve " Allahü Ekber" diye okunan ezanların yasaklanmasının kararının alın­ dığı Türkiye B üyük M i l let Meclisi'nde yeniden "Tanrı Uludur" yerine " Al lahu Ekber" diyerek Ezan-ı Muhaınmedi'yi oku­ ınaktır. Allah ve Resulü s izlerden böyle bir görev bekliyor ! " de­ yince sohbet halkasında bulunan kalabalık içersinden hemen


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

245

Ni h ayet beklediğimiz o an gelmişti ve Maliye B akanı İ s­ mail Rüştü Aksal ile, Milletvekili Refik S oyer hararetli, ha­ raretli tartışırken hemen ben meclise girişe göre sol locadan ayağa kalkarak başladım ezan okumaya. Meclis bir anda karıştı ve büyük bir şaşkınlık oldu. Panik anında hemen polisler gelememişti ve ben " Hayyales­ Salah, Hayyales-Salah" da tam bitirmişken hemen üç polis ge­ lerek ikisi kolarımdan, yakalayıp, biri de ağzımı kapatarak beni götürmek istediler. İ şte ,o anda ağzımı kapatan polisin elini bir güzel ısırarak ağzıının serbest kalmasını sağladım. Ve hemen nefes nefese "Hayyaalel-Felah, Hayyaalel-Felah" diyebildim. Ezanın bundan sonrasını başıma sert bir cisi mle (tahta job) vur­ dukları için devam ettiremedim. Planımız gereği hemen karşı locadan Osman Yaz ayağa kalkarak ezana benim kaldığım yerden devam edip, "Allahu Ekber, A llahu Ekber", "Lailahe İ liallah" d iyerek Ezan-ı Mu­ hammedi'yi tamamlamış oldu. S onra polislerden bir grup karşı locaya giderek Osman Yaz'ı da yaka-paça edip döverek Meclis Amirliğine getirdiler. B izi burada, "siz mecliste nasıl Arapça ezan okursunuz ! " d i­ yerek acımasızca dövdüler ve bir polis arabasına atarak doğ.ruca Anafartalar Karakoluna götürdüler. B urada aç-suzuz ve nereye götürüldüğümüz herkesten gizlendiği için 9 gün işkence gör­ dük. Hele arkadaşım Osman Yaz'a Anafartatar Karakol Amiri "Kasap Celal" diye maruf olan kişi hunharca dayak atmış ve kafasını, gözünü parçalamıştı. Zavall ı arkadaşıının tahta j ob­ tan yediği darbelerle başı yarı l mış ve kafasından kan akınaya başlamıştı. Kasap Celal bu durumda arkadaşımı ölecek diye korktuğu içi n işkenceye bir müddet ara verdirdi. Hemen po­ li sler gelip Osman Yaz'ın başını gözünü sarıp onu tedavi et-


HASAN H ÜSEYİN CEYLAN

244

Ankara/Ulus mevkiindeki b ir şapka tamircisinden bir gün­ lüğüne az kullan ı lmış iki tane fötr şapka kiraladık. Elbiselerimizi giyip, kıravatımızı boynumuza taktık ve hiç istemediğimiz halde fötr şapkayı, (ki biz ona lenger şapka derdik) başımıza geçirerek önce doğru fotoğrafçı dükkanının yolunu tuttuk ve "ezanı okumak içni nelere katlandık"ın bir ve­ sikası olsun için arkadaşım Osman Yaz'l a birer hatıra fotoğrafı çektirdik. İşte burada bu resimler. (Hacı Muhiddin Ertuğrul Efendi konuşmamızın bu sı­ rasında albümünden iki fotoğraf çıkartıp bize gösterdi. Ger­ çekten "Lenger şapkalı", takım elbiseli ve üzerlerinde iğreti duran kıravatlarıyla ezan öncesi çekilen bu fotoğrafta Osman Yaz'la Muhiddin Ertuğrul'u seyretmiş olduk .) Sonra 4Şubat 1 949 Cuma günü sabah Ulustaki Meclis bi­ nasına gittik. Kapıda duran p olislere Milletvekili kartlarını gös­ tererek içeri girdik. Hatta polisler bizi elbiselerimizden kı­ ravatımızdan ve fötr şapkamızdan mebus sanmışlardı ve biz gelirken önlerini düğmeliyerek ayağa kalkmışlard ı . Meclise girdiğimizde zamanın Maliye B akanı İ smail Rüştü Aksal bütçe üzerine konuşma yapıyordu ve o gün Re­ isicumhur İ smet Paşa da meclise gelmiş, bakantarla bütçe üze­ rine görüşmelerde bulunmuştu. B iz meclise girdiğimizde arkadaşım Osman Yaz'la bir­ likte daha önce planladığımız gibi karşılıklı iki locaya gidip dinleyiciler arasında yerimizi alacak ve mecliste yapılan ko­ nuşmaların en hararetli zamanında ayağa kalkıp Arapça ezan okuyacaktık. Planımızın ikinci maddesi, önce ben ezana baş­ lıyacağım, sonra da kaldığım yerden Osman Yaz devam edecek ve Ezan-ı Muhammedi'yi sonuna kadar tamamlamış alacaktık.


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

247

Üç ay da B akırköy'de kaldım. Eski adıy la "tımarhane" olan bu yerde, yine "Ezan deliliği" ndcn hapishanede yartıklan sonra aynen bizim gibi buraya gönderilmiş olan Eskişehir'in Mihalıççık Kazasının D ilek Köyünden Hacı Mevlüd isimli bir arkadaşla ve yine aynı şekilde buraya getirilmiş olan Ankara Çubuktan Nebi Cavit adındaki arkadaşla birlikte yine topluca namazlar kılmaya ve ezan vakitlerinde de Arapça ezanlar oku­ maya başlayınca,

B akırköy Akıl

Hastanesi

B aştabibi

"Bu

adamlar bizden akıl l ı i nsanlar. Bunları salıverin gitsin ler ! " di­ yerek bizim hepimizi 1 949 yılının Temmuz ayında serbest bı­ raktı lar.

H. Hüseyin Ceylan : Ezan okumakta ilgili başka ha­ tıralarınız oldu mu? Veya konuyla ilgili l>aşkaca mah­ kemeleriniz? Hacı Muhiddin Ertuğrul : 1 946 yılında Hacı B ayram Camiinde Cuma günü, Cuma vaazı bittiğinde tam ezan vakti Camiinin içinde ve balkanda Cuma ezanını okumuştum. Vaiz Efendi, " i ndirin şu deliyi oradan, hepimizin başını belaya so­ kacak" dediğinde, ben de vaize dönerek, " sizin p ısırıklıklarınız yüzünden Allah başımıza bu "Tanrı Uludur"u bela eti. A s ı l suçlu zalimterin karşısında susarak d i l s i z şeytanl ı k yapan siz­ lersiniz" diye mukabelede bulundum. Beni hemen, zaten her cuma Hacı B ayram Camisinin dışında "güvenlik( ! ) " için bek­ lemekte olan j andarma gelip alıp götürdü. Karakala götürdüler, yine bir sürü zulüm ve işkence yaptılar ve fakat o zaman insaflı bir amir vardı bana dönerek: " B u adam Allah'ın del isi ol muş baksana nerede olsam orada ezan okurum diye ısrar ediyor. B ı­ rakın gitsin, belasını Qizden bulması n ! " demişti. Bu sözler üze­ rine ben muhakeme edi lmeden salıverilmiştim.


246

H ASAN HÜSEYiN CEYLAN

tiler. Anafartalar Karakol Amiri Kasap Celal, Osman Yaz'ı dö­ verken hizi de unutınuyar ve biz de tahta jopdan nasihiınizi alı­ yorduk.

Hiç unutınam ve o polislere de beddua etıniştiın, iki

polis wınıına gelerek; biri elini ıs ırdığıın polismiş, bana iş­ kence yapmaya başladılar ve bütün bağınnalanma ve in­ leınelerime rağmen, tıpkı İsrai lli vahşi askerlerin Fil istinli mü­ cahidlerin kol ve bacaklarını htmharca taşlarla ve sopalarla kırdıkları gibi, beniındc sağ koluınu bağırta bağırta kırdılar. Ve mahkemede de, "bir kaza sonucu kolu kırılan tarikatçı Mu­ hiddin Ertuğrul ! . .. diye zap ta geçtiler. Sonra da bizi hemen I O. günde mahkemeye çıkartıp yargıladılar ve . TBMM'de oku­ duğumuz ezan yüzünden ceza kanununda hiç yeri olmadığı halde 9 ay hapse mahkum ettiler.

H. Hüseyin Ceylan : TBMM'de ezan okumaktan An­ kara Ulucanlar Mevkiindeki hapishanede 9 ay geçirdiniz. Hükümlülük günleriniz, kısaca hapishane hayatınız na­ sıldı? Hacı Muhiddin Ertuğrul : Hapishanede de eziyetler devam etti. En çok uyguladıkları i şkence toplu iğneyle par­ ınaklanınıza etle tırnak arası sokarak i şkence yapınaktı . B u bize çok ızdırap verird i . Arkadaşım Osman Yaz'ı kömür so­ basının kalın saçtan yapılan kömür küreği ile " sen hapishanede de akıllanınıyorsun . B urada da ezan okuyorsun ! " diyerek acı­ masızca dövüyorlard ı . Üç a y hapis yattıktan sonra beni delidir diyerek İ stanbul B akırköy Akıl Hastanesine gönderdiler. Oysa hiç bir şeyim yoktu ve tek deliliğim namaz vakti girdiği anda nerede olursam olayım "Allahu Ekber" d iyerek ezan okuınaındı. Işte bu de­ liliğimi ( !) rej i m affetıned i ve beni akıllanmaın ( !) için B a­ k ı rköy'e gönderdi .


249

KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN HİKA YESİ

okunan her yeri işaretlİyor (kırmızı kalemle) ve b izlere dö­ nerek, "ha gayret az kaldı" diyordu. Hatta hiç unutınarn 1 950 seçimlerinin daha neticesi belli değilken, haritada kırmızı işaretsiz yer kalmadığı için hocamız Abdurrahman Efendi bize dönerek, "çok yakında B i lal-i Ha­ beşi'ye kavuşacağız. B ayramınız ve c ihadınız mübarek o la ! " demişti . Söylediği

bir

espriydi

ve

gerçekten

Türkiyeli

müs­

lümanlar Haziran 1 950 tarihinde B i lal-i Babeşi'nin okuduğu gibi gerçek ezanlarına kavuşmuş oldular.

H. Hüseyin Ceylan : Hacı Muhiddin Efendi, ben siz­ lerden Türkiye'nin bunca vilayetinde ezan okuyan ve adları da "Ezan Deliliği"ne çıkan bu kahraman kişilerin aklınızda kaldığı kadar isimlerini, gelecek nesillere bir tarihi hediye olsun için sizden alsak. Kirndi bu kahraman kişiler? Hacı Muhiddin Ertuğrul

:

En başta Hacı Yusuf, Meh­

met Cavit, Nebi Cavit, Eskişehirli Mevlı1d, Kütahyalı Deli smai l , Meşhur ulucami ezanını oku-yan S adık Efendi, Osman Yaz, Askeriye'de ezan okuyan Tayyare B aşçavuşu Hüseyin Y arbaş, Çubuklu Hafız İ zzet, KızılcahamamlıŞakir, H a­ sanoğlanlı Mehmed Gökçen ve diğerleri . Ş i mdilik hatırladığım bunlar. B unları çoğu ahiretlik oldular. İ nşaallah B ilal-i Habeşi (r. a . ) i le buluşmuşlardır onlar.

H. Hüseyin Ceylan : Efendim konuşmamız boyunca Türkiye'de örgütlü bir tarzda Ezan-ı Muhammedi'yi okuma işini Abdurrahman Balcı adlı bir zatın üstlendiğini ve size de onun manen feyiz verdiğini ifade ettiniz. Bize bu zatı biraz tanıtır mısınız?


HASAN H ÜSEYİN CEYLAN

248

Yine 1 948 yılında iki arkadaş la (Ankara Hasanoğlan lı Mehmed ile KızılcahamlıŞakir) birlikte Kayseriye gidip, Kay­ seri'nin en büyük camisi Konak Camisinde ezan okuınuştıi ın. Kayseri poli s i bizi camiden alarak karakala götürmüş ve An­ kara'dan geldiğimizi öğrenince de, "bunlar örgütlü İrtica mey­ dana getiri-yorlar ! " diyerek bizi mahkemeye sevketmişti. Mah­ keme sonucu üç ay hapis cezasına çarptırıldım ve Kayseri'de üç arkadaşımla bir likte üç ay hapis yattım. Hapiste son 24 günümü Kütahya Cezaevinde tamamladım. Tabi o zamanın gazeteleri Kütahya hapsiyle ilgili olarak "şapka kanunu "na muhalefetten 24 gün yatan Ankaralı Mu­ hiddin Ertuğ �u l diye yazmışlard ı .

H. Hüseyin Ceylan : Efendim niye t� K.ıyseri'ye ezan okumaya gitmiştiniz? Hacı Muhiddin Ertuğrul : İ şin püf noktası buradaydı . Ü stadımız Abdurrahman B alcı bize : "Türkiye'de ne zaman Ezan-ı Muhammedi okunmayan vilayet kalmaz işte o zaman ezan serbestleşecek. Resuluilahı rüyamda gördüm bana böyle müjde verdi, ben de size bu müj deyi ilan ediyorum" demişti. Bu müjdeli sözle 50'den fazla: arkadaş biriktirdiğimiz pa­ ralarla seyahate çıktık ve her birimiz bir vilayete giderek 1 950 yılının Mayıs ayına kadar Türkiye'de Arapça ezan okunmayan vilayet bırakmamıştık. S izin de bild iğiniz gibi Ezan-ı Mu­

hammedi Demokrat Parti'nin Mayıs I 950 iktidanndan hemen

sonra serbest bırakılmıştı. Abdurrahman B alcı Efendi'nin rü­ yası gerçekleşmiş oldu. Zaten rüyada Resullullah Efendimizi gördüğü için

sadık rüya idi.

Bütün ihvanatın Ezan-ı Mu­

hammedi'yi vilayetlerde okuduğu tesbit olununca ki, üstadımız Abdurrahman B alcı Efendi b ir Türkiye haritası üzerinde ezan


KEMALİZMİN TÜRKÇE EZAN H İ KA YESİ

Bugün

kimsenin

bilmediği

bir

25 1

hareketi

ise

onun

Islami açıdan hangi çizgide olduğunu belirlemesi açısından çok önemlidir. 1 945 yılında Abdurrahman B alcı Efendi İkinci Dünya Harbenin bitişiyle

birlikte Sovyetler B irliği Lideri Stalin'e

mektup yazmıştı. Mektubunda önce Al lah'a hamd, Resulüne Salat ve Selam sonra da hidayete tabi olan lara Selam olsun di­ yerek S ov yet Lideri S talini "yeryüzünün en adil ve en eşitlikçi si stemi " İ slam'a davet etmişti. Mektubunun sonu "Bu mektup Resului lahın

Mısır mukavkısı'na, B izans Herakliyusu'na, Habeş Necaşisi'ne ve İran Kayseri'ne gönderdiği davet mek­ tupları gibidir. B en de seni İsHim'a davet ediyorum. Ki Rabbım yarın benden hesap sormasın ! " diye b itiriyordu. Hiç unutınarn bu mektup 1 945 yılı sonlarına doğru bizim hariciyede olay olmuş ve iki ülke arasında ciddi krizler mey­ dana gel mişti . Stalin önce Sovyetlerin Ankara B üyükelçisinden keı!­ disi ne gelen mektup olayının araştırılınasını ve bunun Türk Dı­ şişlerinden resmen sorulmasını istiyor. Dışişleri B akanlığı da Içişleri Bakanlığı'na konuyu takdim ediyor. Mektup PTT ka­ nalıyla Ankara'dan gittiği belidendiğinden hemen Ankara Em­ niyet Müdürlüğü devreye giriyor ve sonunda Abdurrahman Balcı'yı evinde yakalıyorlar. Mesele vuzuha kavuşuncada Türk Hükümeti resmen D ış işleri B akanlığı vasıtasıyla S ovyet Lideri Stalin'e mektup olayı

hakkında b ilgi veriyor ve "gönderilen

mektubun bir del i tarafından gönderilmiş Cll d uğu" söylenerek " Stalin'e davet mektubu" olayı kapatılmış oluyordu. Abd urrahman B alcı, Adnan Menderes'in huzuruna da iki­ üç kez çıkmış ve kendisinden müslüman Türk M illeti 'nin bek­ len t i l eri n i anlatmıştı .


250

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Hacı Muhiddin Ertuğrul

:

Konuşmaında yer yer geç­

mişti . Ben size bilinmeyen bir kaç yönünü anlatayım. Her­ kesten önce ben onunla hanımım cihetiyle akraba oldum ve daha yakından tanıma fırsatın ı buldum. Ticani tarikatının liderlerinden olan bu zatın en önemli özelliği devlet şuuru ve şeriat şuurunun s iyasal boyutuyla ken­ disi tam anlamıyla temayüz etmiş o lmasıdır. Hakka deli oluşunun yanında cihadın da delisiyd i . " Hem içimizdeki putları, hem de dışımızdaki putları temizlemeden kemale

ulaşaınayız"

derd i .

Nafile

ibadetlerden

daha

çok

Allah'ın dinine siyasi yönden hizmet etmeyi severdi. Bu ma­ nasıyla Abdurrahman B alcı Efendi fertten daha çok cemaate ve kitleye önem verirdi. Tam anlamıyla ümınet bilincindeydi. B ir şeyi başkasma yap demezden önce kendisi yapar ve müridanı da öylece harekete geçerd i . Nitekim ezan okuma ve şapka gibi olaylarda ilk önce kendisi hapse girmiş ve bu uğurda 6-7 kez yargı lanınıştı. Hatta içimizde en uzun dönem o hapiste yatmış ve o " Allah'ın şanı yeryüzünde yürüsün ve yücelsin" için yaptığı akıl almaz gay­ retlerden dolayı tam 4 kez ve toplam o larak 1 .5 sene B akırköy Akıl Hastanesinde yatırılmıştı . S istemin hedefi böylesine uya­ nık ve organizatör bir zatı "delidir" damgasıyla damgalamak ve öylece de yaptıklarını hafif düşürmek idi. Abdurrahman B alcı I 946 sonrasında başta Eskişehir'de olmak üzere Askeriye üzerinde de etki etmeye başlamış ve Es­ kişehir Kolordu Komutanlığında 40 kadar askerin ,Şehir içinde 40

ayrı

camide

çek leştirmi şti .

Arapça

ezan

okunınası

olayı nı

ger­


" Mi l let birşey anl amaz, en iyisini yöneticiler d ü ş ü n ü r " m antığının Cumhuriyet Tarihi boyunca en çarpıcı temsilci leri nden biri olan Kenan Ev ren'in, özelde "din" ve genelde anladığı-anlamadığı herşey hakkında " isabet buyurduklan "( ! ) . . .

B i R ATATÜRKÇÜ'NÜN iSLAM VE MÜSLÜMANLARA BAKIŞI VE DAVRANlŞLARI ÜZERiNE ARAŞTIRMA

iSLAM, LAi KL i K V E K E NA N E V R E N

N.

YÜCEL MUTLU REHBER

BASlN YAYlN ORGANIZASYON l TO. STI

Kazım Karabekir Cad. 7n7 Ulus-Ankara Tel: 341 94 36 - 341 97 28 Fax: 341 30 47 Siparişlerinizi mektup, telefon veya postayla bildirebilirslniz. Posta masrafları alıcıya aıttlr. % 30 tenzilat lı olarak ödemeli gönderilir.


252

HASAN HÜSEYİN CEYLAN

Efendim çok teşekkür ediyorum, bana her biri bir tarih olan bu değerli bilgileri verdiğiniz için A llah sizlerden razı olsun.

(Not : Bu tarihi konuşma ve görüşme Hacı Muhiddin Er ­ tuğrul ile 1988 Mayısında Ankara Hasköy se1Jıtinde Petrol Ofisi 'nin arka sırtında merdivenler bölümündeki tek katlı, sade ve güzel gecekondusunda gerçekleştirildi. H. H . Ceylan) ,


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.