Ebu Şehbe Sünnet Müdafaası 02 a

Page 1

Prof.Dr.

Muhammetl Ebu Şehbe !■ ■ lir REHBER


Prof. Dr. M u h am m ed Ebu ŞEHBE

Sİ İ NNET M Ü D A F A A S I

Tercüme

M ehm ed GÖRMEZ

M. Em in ÖZAFŞAR Eserin Özgün adı

*DİFAUN A N Î’S SÜNNE»

REHBER YAYINCILIK Fevzi Çakmak Sk. 13/2 Kızılay/ANKARA Tel: 229 00 39


İÇİNDEKİLER İK İN C İ K IS IM T arih te ve M©dern Z am aniarda S ü n n ete YöneJtilen İtira zla r v e B u n la ra V erilen İlm i C evap lar ...

13

BÖLÜM I .......... J « ¿ ¡ , * ‘/ . . . <X w: » ............................

13

BÖLÜM II ................... •¿ * t•

23

■~r.•• '«*.».

BÖLÜM I I I .............................. * . ............................................. 7.

.

BÖLÜM I V

27

BÖLÜM V

3

١

./. '.‘.I

BÖLÜM V I ............................... £

٨٤٠

■ '!

. ...

51

M ü steşrik lerin B u G ö rü şlerin e C evap lar BÖLÜM V II

‫ا‬

İ~L.-■

63

‫ د‬٢٨٠ •

/ )

O ry a n ta listlerin Ş ü p h e le r in e V erilen A y rın tılı Ce-

vaplar . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..75 ... ...............

...‫م‬

BÖLÜM V III ... ... ... ... .;. ... ... ... ... ... ... ...

79

BÖLÜM IX ... ... ... ... .r. ... ... ... ... ... ... ...

85

B Ö K Ü M X ...... . . . . . . . . . ٦ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...

91

BÖLÜM XI ... ... ... ...

97

٩

BÖLÜM X I I . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... 7

101


٢

103

. ٠ A-■İM.4

107

Sieirlarm Zekatına Dair Hadisler SONUÇ K )‫؛‬

Çağdaş Müsteşriklerin Hadis Halikındaki Görüş­ leri ......................................................................................

109

Müsteşrik Wink ,in Sözlerinin Y o r u m u ..............

113

٠٠.

Bütün Âlimlerin Uydurma Olduklarında tem a Et tikleri t ki H a d i s ...........................................................

115

SONUÇ

121

Temenni ve Tavsiyeler

125

Tarihte va Modern Zamanlarda Kuşku Düşürül­ meye Çalışılan Hadisler .............................................. «Ez-Zubab» Hadisi ve Onunla ilgili Olarak îleri Sürülen Ş ü p h e le r........................................................... Zübab Hadisinin İ z a h ı ............ Tıbbü'n Nebevi Vahiy Ü r ü n ü d ü r ...............................

137

Zübab (Sinek) Hadisi Peygam berin Mucizeleriııd e n d i r ................................................................................

141

izah ve İ k a z .....................................................................

142

Hz. Peygam bere Sihir Yapıldığına Dair Hadisler

147

Bu Konudaki Şüpheler ve E le ş tirile ri.....................

149

îm am El-Mazeri nin G ö r ü ş ü

............... ...........

İbnul-KayyınTm Görüşü .............................................

157

SONUÇ

159

Tavsiye ve Temenniler

187 A«., i ■


ÜÇÜNCÜ KTSIM S ü n n etin Hüccet Oluşunu în k a r Edenlerin Ortaya Attıkları K uşkular ve Bunların Eleştirisi ......... I. ŞÜPHE ........................................................................ II. ŞÜİPHE....................................................................... III. Ş Ü P H E ..................................................................... Delillerin Korunmasında Ravilerin Adaleti ......... Hadis'in Hüccet Oluşünda Kitabet (Yazım) in H ü k m ü .............................................................................. Kitabet (Yazı) Katiyyet İfade Etmez ..................... Kitabet (Yazım) ve Hıfz (Ezberleme) ..................... Sahabe ve Tabiun’un Ezberleme Güçleri Daha F a z la d ır ............................................................................. K u r'a n in Katiyyeti Lafzi Tevatürle Sabit Olmuş­ tu r .............................. ............. ......................................... Konuya İlişkin Deliller ............... ............................. F u ru ’a Ait Meselelerde Zanni Delillerle Amelin H ü k m ü .............................................................................. El-Cubbaî nin Bu Konudaki Ş ü p h e le r i.................... Yalnızca Kur a n in Yazılmasını Em ir'deki Hikmet Sünnetin Yazımının Yasaklanması O'nun Delil Ol­ madığı Anlamına Gelir m i ? ....................................... S ü n n e tin Yazımına Getirilen Yasağın Hikmeti ... S ü n n etin Yazımına Müsade E d ilm e s i.....................


Sünn^t'in Yazımına İzin Veren Hadislerle, YasakIayan Hadislerin T e 'lif i................................................. S ü n n etin Sahabe Devrinde Yazımı ve Tedvini ... Sahabe'nin Bu Konudaki Tutumlarının Değerlen­ dirmesi .............................................................................. Sahabe nin Sünnetleri Rivayetten Kaçınmaları ve Bunu Y asa k la m a la rı...................................................... Sahabeyi Hadis Rivayetinden Kaçınmaya ve Bunu Yasaklamaya Sevkeden S e b e p le r............................... IV. ŞÜPHE S ü n n etin Hüccet Olmadığına Dair, Rasulullah’tan Rivayet Edilen H a b e r l e r .............................................

10


İKİNCİ KISIM Tarihte ve Modem Zamanlarda Sünnete Yöneltilen İtirazlar ve Bunlara Verilen İlm i Cevaplar Prof. Muhammed Ebu Şehbe


İKİNCİ KISIM Tarihte ve Modem Zamanlarda Sünnete Yöneltilen İtirazlar ve Bunlara Verilen İlmî Cevaplar BÖLÜM 1 Ahmed Emin, Duha'l-İslâm adlı eserinde şu görüşlere yer verm ektedir: «...E hl-i kitap'tan m üslüm an olanlar, încil'den aldıkları bâzı sözleri İslâm 'a sokuşturm uşlar ve onlara, Hz. Peygam berin hadisi süsü vermişlerdir. Üstad Goldzier, hadislere sokuşturulan hristiyâni unsurlara şun­ ları örnek v e rm iş tir: 1 — «Sağ elinin verdiği sadakayı, sol eli bilmeyecek kadar gizleyen kimse, (kıyâmet gününde Allah'm himâyesinde olacaktır.) » 2 — «(Resûlullah birgün ashab’ına); benden sonra haksızlıklar ve hoşunuza gitmeyecek hâdiseler göreceksi­ niz buyurur, ashâb, öyleyse bizlere ‫؛‬n e emir buyurursunuz ey Allah'ın Resûlu? derler. Resûlullah ise, onların hakkına riâyet edin, kendi hakkuuzı da Allah'tan isteyin» cevabını verir. Bu anlayış M atta İncil'indeki, «Kral'm hakkını kra­ la, T an rın ın hakkını T an rıy a verin» sözünden alınmış­ tır. Fakirlerin zenginlerden üstün telakki edilmesi de hristiyani b ir bakış açısının uzantısıdır. Nitekim b ir hadiste, 13


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

«ümmetimin fakirleri zenginlerinden beşyüz sene önce cennete gireceklerdir» denilmiştir.»l Ahmed Emin, bu fikiriere temelde cevaplar vermekle birlikte, Goldzikr'in örnek verdiği hadisler konusunda suskun kalmış, onlann sahih olduklarını belirterek müdafaa etmemiştir. Bu durum da sünnete yöneltilen eleştirileri cevaplandırırken, bize düşen, b u habislerin Goldzier ve O'na tâbi olanların iddia ettikleri gibi olmadığını kapsamlı ve açık b ir şekilde ortaya koym aktadır : — Biz hadisçiler, birtakım yahudi ve hristiyanların hadislere sokuşturm alarda bulundukları noktasında Goldzier ile aynı düşünmekle beraber, İslâm âlimlerinin m üsteşriklerden asırlarca önce bu durum u beyan edip açıkladıklannı da biliyoruz. Hadis ilimleri sahasında otorite olan ibn-i Kesir, ez-Zehebi, hocâları ibn-i Teymiye, el-Irâkî ve ibn-i Hacer'in eserlerini tetkik edenler, bu zatların isrâilî olan haberlerle, olmayanlarını birbirinden ayırdıklan n ı görme imkanı bulurlar. Bu âlimler haberleri objektif ve sağlam ölçülerle değerlendirmişlerdir. ‫ل‬

Suyûti, «Tedıibu’r-Râvi» adlı eserinde şöyle demiştir ‫« ت‬Ço^ı mevzu haberlerde olduğu gibi, genellikle uyduranlar bunları ya kendilerine, ya hukem a ve zâhidlere, ya da ‫؛‬srâiliyata isnad etmişlerdir, ^ esela, «Mide bütün hastalıkların yuvası,/gâyreg'ner devâ'nın başıdır» gibi hahislerin asil ve esası yoktur. Bu kabil sözler ancak bâzı doktorların sözleri olabilir. Nitekim yukarıda zikrettiğimiz haber'in câhiliye devri Arap tabiplerinden olan Hâris b. Kelde'nin sözü olduğu E le n m i ş t ir . el-Irâki, Elfiye şerhinde buna şu hadisi örnek v e rm iş tir: «Dünya sevgisi 1 Ahmed Emin, Duhal-islâm, c. 1, s. 340.


SÜNNET MÜDAFAASI

her hatanın başıdır» O'na göre b u ya, ibn-i Ebi'd-Dünya'nın Mekâyîdu'ş-Şeytan adlı eserinde söylediği gibi Mâlik b، Dinar'a âit b ir söz, veya el-Beyhakî'nin ez-Zühd adlı eserinde rivâyet ettiği üzere Hz, îsâ'nın b ir sözüdür.2 İm am ibn-i Teymiye de, hadis olduğu iddia edilen : «Beni ne yer, ne de gök kuşatam adı. Fakat beni m ü'm in kulum un kalbi ihâtâ etti» sözünün Isrâiliyattan olduğu­ nu, Resulullah'tan böyle b ir şeyin sâdır olmadığını söylemiştir. Bizim burada O'na ve taraftarlarına karşı çıktığımız nokta bu konuda sahih hadisleri örnek göstermiş olm a­ larıdır. Eğer tenkidçi m uhaddislerin reddettikleri hadisle­ ri örnek olarak göstermiş olsalardı, bizim onlara herhan­ gi b ir itirâzımız olmazdı. Ama bunu yapamazlardı. Çünkü onlar, bir bütün olarak sünnete gölge düşürmeyi ve onda şüpheler meydana getirmeyi gâye edinmişlerdir. 2 ٠— Islâm 'da mevcut olan bâzı şeylerin, Hristiyanlık ve Yahudilikte de varolmasının, onlardan alınmış olduğu anlam ına geldiğini söylemek insafsızlık olur. Tevâtüründe ve her türlü tahriften korunm uş olduğunda hiçbir şüphe bulunmayan Kur'an-ı Kerim'in bâzı kıssaları ve ahlâki h ü ­ kümleri Tevrat ve Incil ile paralellik arzeder. Bu, onların Tevrat ve Incil'den alınmış olduğu anlamına gelir mi? Pek tabii ki, hayır. Burada bilinmesi gereken b ir husus varsa o da, mavî şeriatlerin kaynağının Allah olduğudur, im an ve iti­ kada müteallik meseleler, ahlâkî faziletler ve zaman ve mekanın değişmesiyle farklılık arzetmeyen küllî kâideler her dinde aynıdır. Nitekim Kur'an, bunu şöylece bildir2 Suyûtî, Tedribu’r-RâvL bi Şerhi Takribi1

15


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

inektedir : «AİJah, size dinden Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye et­ tiğimizi şeriat (hukuk düzeni) yaptı. Şöyle ki, dini ikâme edin ve onda ayrılığa düşmeyin»3 Başka bir âyette : «Sen­ den önee hiçbir peygamber göndermedik ki, O’na «Benden başka ilah yoktur, bana kulluk edin» diye vahyetmiş olmayalım»4 denilmiştir. Diğer bir âyette ise : «Sana da ken­ dinden önceki kitapları? doğrulayıcı ve onları kollayıp ko­ ruyucu olarak bu kitabı gerçekle indirdik»6 buyrulmuştur. Şu kadar var ki, bu küllî kaideler ve âhlâki faziletler İslâm dininde her zaman ve mekana en uygun, kapsamlı ve mükemmel olarak gelmiştir. Kısaca bütün semavî dinler­ de bâzı hükümlerin ve ahlâkî faziletlerin müşterek olma­ sı ne akla ne de şeriate muhâlif değildir. Daha evvelki semâvî kitapların tamamı tahrif edilmemiştir. Kur’an-ı Ke­ rim ise tahrif ve tebdilden tamâmen korunmuş, diğer semâvi kitaplara şâhid, onları kollayıp koruyucu bir ki­ tap olarak nâzil olmuştur. Allah Teâla O'nun eksiksiz ola­ rak İslâm ümmetine ulaşması için birçok sebep ve vesi­ leler yaratmıştır. Binâenaleyh Isrâili haberlerden Kur’an'a uygun düşenler hak, ona muhâlif olanlar ise bâtıldır. Mesela hristiyanlıktaki hoşgörü ve bağışlama buna en güzel örnektir. Hz. İsa, en çok, insanları bu ilkelere dâvet etmiştir. Bunun yegâne nedeni ise, Yahudilerin zu­ lümlerine, son haddine varan can, mal ve ırz düşmanlık­ larına son vermektir. 3 Şûra, 13. 4 Enbiya, 25. 5 Burada *el-Kitap»dan kastedilen cins isimdir. Dolayısıyle geç­ miş semâvi kitaolann hepsini kapsamaktadır. 0 Mâide, 48 16


SÜNNET MÜDAFAASI

Daha sonra gelen İslâm, objektif hukuk kuralı ola­ rak kısası ve kötülüğe misli ile karşı koymayı m übah kıl mış, ancak, bunun yanında, K ur'an'ın pek çok âyetinde affı ve kötülüğe karşı hoşgörü ile mukabelede bulunm a­ yı teşvik etm iştir. Bu durum da, af ve hoşgörü konusunda İslâm'ın hristiyanlıktan etkilendiği nasıl iddia edilebilir? Sadakaların gizli verilmesi hükm ü, ne hristiyanlığa ne de b ir başka dine m ahsus değildir. Bu, bütün dinlerin üzerinde ittifak ettikleri bir husustur. Nitekim Allah Tebâreke ve Teâla K u ran -ı Kerim'de «...sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! eğer gizleyerek fakirlere verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır ve sizin günahlarınızdan bir kısmına keffarettir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.»7 buyurm uştur. Bu âyet'in hükm ü apaçık ortadayken, Goldzier ve O'nun gibi düşünenler bu anlayışın hristiyanhğm bir eseri olduğunu nasıl iddia edebilirler?... Fakirliğin övülmesi hususuna gelince, bu da iddia edildiği gibi sırf hristiyanlığa ait bir olgu değildir. İslâm, Yahudilik ve Hristiyanlık bu konuda aynı kana'ate sahip­ tir. Amellerin karşılığının verilmesi prensibi ise bütün ilâhi dinlerde ortak b ir esastır. Bunu Kur'an, şu şekilde ifade etm ektedir : «ve çok vefalı İbrahim'in (sahifesinde yazılı olan şu gerçekler); hiç kimse kimsenin günahını yüklenemez, insana ancak çalıştığının karşılığı. vardır»8 Bu hüküm karşısında fakir zengin herkes eşittir. Fakir, imanındaki sadakati ve samimiyetiyle, canı ve çok az da olsa malı ile cihad ederek zenginin ulaşamıyacağı dere­ celere varabilir. Şükreden, Allah'ın ve kulların hukukunu gözeten zengin de fakirin ulaşamıyacağı derecelere eri7 Bakara, 271. 8 Necm, 37-39. 17


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

şebilir. Nitekim, Ebu Bekir, Osman b. Affan ve Abdurrahm an b. Avf gibi pek çok zengin müslüman, fakirlerin erişemiyecekleri mertebelere ulaşmıştır. Öyleyse, mesele asla zenginlik ve fakirlik meselesi değildir. Allah Teâla'nın katında fakir'in mevkiini yücelten pek çok âyet vardır. Nitekim Cenab-ı Allah E nsar hakkında şöyle buyurm uştur : «...ve onlardan önce o yıırda (Medi­ ne'ye) yerleşen, im ana sanılanlar, kendilerine göç edip Ienleri severler. Ve onlara verilen (ganimetlerden) Ötürü gönüllerinde Ibir ihtiyaç (eğilimi) duymazlar. Muhtaç olsa­ lar dâhi, (göç eden yoksul kardeşlerini öz canlarına) tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar um duklarına erenlerdir.»9 Muhâcirler hakkında ise şöyle buyurm aktadır ‫(« ؛‬Bir de o mallar), göç eden fakirlere a ittir ki, (onlar) yurtla­ rından ve m allarından (sürülüp) çıkarılmışlardır. Allah'ın lutuf ve rızasını ararlar, Allah'a ve resûlüne (canlarıyla mallarıyla) yardım ederler .İşte doğru olanlar onlardır.»10 Bu âyetler doğrultusunda, Buharî, Müslim ve diğer hadis kitaplarında pek çok hadis de yer alm aktadır. Durum böyle olunca, Goldzier ve O n u n gibi düşünen­ lerin görüşlerini üzerine bina ettikleri esaslar yıkılmış, bu­ na dair verdikleri örneklerin hiçbir anlamı kalmamıştır. Bunun daha iyi anlaşılması için verdiği örnekler üzerinde biraz daha durm ak istiyoruz : elinin verdiği sadakayı sol eli bilmeyecek kadar gizleyen kimse (Allah'm hîmayesindedir)» Bu hadis, kıya­ met günü Allah'ın himayesinde olacak yedi sınıf kimse9 Haşr, 9. 10 Haşr 8. 18


SÜNNET MÜDAFAASI

1( n bahseden uzun b ir hadisin parçası olup, Buharî ve Müslim tarafından sahih b ir isnadla rivayet edilm iştir.ll Aynı şekilde Tirmizi ve Nesâi nin de rivâyet ettikleri bir hadistir. 1

İkinci örnek ise : Abdullah b. Mesud un rivayet etliğı «Benden sonra haksızlıklar (ei-Eseretu) ve hoşlan­ mayacağınız olaylar göreceksiniz...» hadisidir. Bu da Bu­ harî ve M üslim H tarafından rivâyet edilen sahih bir ha­ dis olup, isnadında ve metninde, tenkidi gerektiren her­ hangi b ir husus yoktur. Hadisten anlaşılan; müslümanları, idarecilerin b u haksızlıklarını ve kendi haklarım gaspettiklerini gördükleri vakit onlara karşı hemen isyâna ve ihtilale yeltenmekten sakm dırm aktır. Buharî ve Müs­ lim'in Sahih'lerinde yer verdikleri başka bir hadiste be­ lirtildiği gibi, dine taalluk eden konularda apaçık küfür­ lerini görmedikçe, icraatlarından hoşlanm asalar bile ayak­ lanm aktan menetm ektir. Hadiste geçen «el-Eseretu» ke­ limesinin esas manası, halkın haklarının tam am ım veya bir kısmım gasbetmek demektir. Aslında bu hikmetli bir görüştür. Zira İslâm, idarecilerin en ufak bir zulmüne kar­ şı hemen ayaklanmaya müsade etseydi, İslâm toplumunda kan gövdeyi götürürdü. Çünkü, ne kadar âdil olursa ol­ sun, her idârecinin m utlaka ufak tefek kusurları bulunur. Sonra her idarecinin, tebâsmın tam am ının beğenisini ka­ zanması da m üm kün değildir. İnsanların bu durum una Allah Teâla şöyle işâret etm ektedir : «Eğer o sadakalar­ dan kendilerine bir pay verilirse, hoşlanırlar. Onlardan kendilerine pay verilmezse hemen kızarlar...»13 11 Buharî, Kitabu’l-Ezan, Müslim, Kitâbu’z-Zekât. 12 Buhar!, Kitâbu’l-Fiten, Müslim, K. İmâre. 13 Tevbe, 58. 19


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

Hadisteki «İd âı^ ilerin hakkı'm vermek»ten m aksat ise ş u d u r : Halkın elinde idarecilerin küfrünü isbat eden apaçık b ir delil bulunm adıkça, onları dinleyip itaat etme­ leridir. Hadlerin tatbikine yardımcı olmaları; Allah yo­ lunda infak edip, cihada iştirak etmeleri ve zekatlarım vermeleridir. Hâsılı, Allah'ın idarecilere karşı yapmakla sorum lu tuttuğu mükellefiyetleri yerine getirmeleridir. Hz. Peygamber'in «Adaleti ve hakkınız olan şeyleri Allah'tan isteyin» sözünün anlamına gelince; idarecilerin size vermekle mükellef oldukları fey ve ganimet gibi hak­ larınızı Allah'tan isteyin, bunları elde etm ek için hemen onlarla savaşmayın, onları Allah'a havâle edin. Pek ya­ kında Allah, size yardım edecek ve onların hakkından ge­ lecektir. Görüldüğü gibi yukarıdaki hadisin, Hz. I s â 'm n : «Kral'ın hakkını krala, Tanrının hakkını Tanrıya verin» 14 sözü ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Aynı manayı ifade ettiği görüşüne katılsak bile, bu, onun Hz. Isa'nın sözün­ den alınmış olduğu anlam ına gelmez. Zira hem Hz. Muhammed hem de Hz. İsa (a.s.) Allah Teâla'mn b irer pey­ gamberi olup vahye m azhar olmuş zatlardır. Bu takdirde, söz konusu anlayış, şeriatlerin üzerinde ittifak ettiği bir mesele olur. 14 Bilinmesi gereken diğer bir husus, batılılann bu sözle, din ile devletin birbirinden ayrılması gerektiğine delil getirmelerdir. Bu anlayış, İslâm ’ın dışındaki dinlerde caiz olsa bile, böyle b ir şey, İslâm ’da asla sözkonusu değildir Çünkü İs­ lâm kulların din ve dünya saadetini te’min edecek, ticâret, sanat, ziraat, idare, iktisat, siyaset ve beşeri m ünasebetlere dair, devleti ilgilendiren h e r hususta hüküm ler getirmiştir.. Bütün bunları K ur’an ve sünnette bulm ak m üm kündür. 20


SÜNNET MÜDAFAASI

«Ümmetimin fakirleri, zenginlerinden beşyüz sene ev­ vel cennete gireceklerdir» hadisine gelince; bunu imam Ahmed, Tirmizi ve ibn-i Mâce, Ebu H ureyre kanalıyla rivayet etmişlerdir. Tirmizi ye göre, sahih ve hasen b ir ha­ distir Daha önce de belirttiğim gibi, fakirlerin övülüp, faziletlerinin dile getirilmesi gibi hususlar bütün şeriatlerin m uvafakat ettikleri b ir nokta olabilir. Ancak bu on­ ların mü min, salih ve m uttaki olmaları, belalara taham ­ mül edip, sabretmelerine bağlıdır. Aksi takdirde şükreden zenginler onlardan çok daha üstündürler.


BÖLÜM II Ahmed Emin, Duha'l-İslâm adlı eserinin başka bir yerinde şu görüşlere yer verm iştir : «Bâzı oryantalistler İmam Ahmed b. H anberin, Abbâsîler döneminde, Emevîlerin menâkibine dair rivâyetlere yer vererek bir şecaat örneği gösterdiğini ifade etmişlerdir. Buhari ve Müslim'de ise, bunun tam tersi b ir tutum un görüldüğünü, bu iki imamın Abbâsilere yaranm ak için söz konusu menkıbe­ lere eserlerinde yer vermediklerini iddia etmişlerdir. Öbür taraftan yine imam Ahmed'in Müsned'inde Hz. Ali ve şiasım n menkibelerini zikretm ekten çekinmediğine dikkat çek­ mişlerdir.»! Ahmed Emin bu görüşlere cevap vermiş olsa da, ben, biraz daha geniş olarak üzerinde durm ak istiyorum : 1 — M üsteşriklerin bu sözü sarfetmekle esas m aksat­ ları, Hadis imamlarının, idârecilere yaranm ak için onları öven, muhâlilferini de yeren hadisler uyduran birer kor­ kak olduklarını vurgulayarak hadis ve sünen kitaplarının güvenilirliğine gölge düşürm ektir. Bu gerçekleştiği zaman İslâm teşriatınm ikinci esası yıkılmış olacak böylece müslüm anlann K u ra n ,ı anlamaları zorlaşacaktır. K u ra n 'd a anlaşılmaz olunca İslâm kökünden yıkılmış olacaktır. Allah'ın izniyle, m üslüm anlar arasında, bildikleri ile amel eden, sünneti ve hadisleri seven, ona yöneltilen şüpheleri 1 Ahmed Emin, DuhaT İslâm, c. 2، s. 122, 23


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

cevaplandırmaya m uktedir âlimler bulunduğu müddetçe bu gerçekleşmeyecektir. 2 — Mesele ne korkaklık ve kahram anlık, ne de yağ­ cılık ve yaltakçılık meselesi değildir. Esas mesele, hadis­ leri kabulde öngörülen şartlar meselesidir. Hadisçiler eserlerine alacakları hadislerde bazı şartların bulunm ası­ nı esas alm ışlar ve bunlara sıkı sıkıya riâyet etmişlerdir. Pek tabii ki, im amların kabul ettikleri bu şartların hep­ si aynı düzeyde değildir. Buhari ve Müslim gibi bâzı imamlar, işi çok sıkı tutup, sâdece sıhhati tesbit edilebi­ len hadisleri alırken, Ahmed b. Hanbel, Tirmizi ve Nesâi gibi im am lar da faziletlere dair haberlerde daha tolerans­ lı davranmışlardır. İşte Buharı ve Müslim'in Sahihlerinde rivayet etmedikleri, Emevîlerin faziletine dair rivayetleri, îm am Ahmed'in Müsned’inde kaydetmiş olmasının sırrı budur. 3 — Hiçbir ilmi mesnede dayanmayan bu iddiayı çürüten diğer b ir husus, Buharî ve Müslim'in eserlerin­ de Emevîlerin faziletine dâir rivâyetlere yer vermiş olm a­ larıdır. Emevi soyundan olan, râşid hâlife Hz. Osman’ın fazileti ile ilgili pek çok haberi her iki imam da zikretmiştir.2 Buharî, Sahabe nin Faziletleri bölümünde, Muâviye b. Ebu Süfyan'a ait bir bab açmıştır. Burada, Hz. Muâviye'nin faziletine dâir zikredilenler Abbas ve ibn-i Abbas için zikredilenlerden fazladır. Hz. Muâviye hakkında «Muâviye'nin zikri bâbı» diye başlık atmış olması O'nun fazileti'nin olmadığına delalet etmez. Nitekim ibn-i Ab­ bas ile ilgili bölümde de aynı başlığı atm ıştır. îm am Müs­ lim de aynı şekilde davranmış, Muâviye (r.a.) nin babası 2 Buharî, K itabu Fadâilu’s-Sahâbe. 24


SÜNNET MÜDAFAASI

Ebu Süfyan b. H arb'in faziletine ilişkin bir habere yer vermiştir. Bu da O n u n Mekke'nin fethi sırasında, İslâm 'a i>irdikten sonra Resulullah'tan istediği bazı şeyleri içeren hadistir. mesele, korku ve yağcılık meselesi olsaydı Bu­ harı ve Müslim, Abbâsi'lerin dedesi olan Hz. Abbas ve oğlu hakkında çok daha fazlasını zikrederlerdi. Bu kısa açıklamadan açıkça ortaya çıkıyor ki, mesele ne korkak­ lık ve ödleklik, ne de kahram anlık ve yağcılık meselesi değildir. Esas mesele; onların hadisleri kabulde öngördü­ ğü şartların ağır olmasıdır. Binâenaleyh îm am Ahmed'in aksine Buharî ve Müslim'e göre, Hz. Muâviye ve baba­ sının fazileti ile ilgili pek az sahih hadis vardır. îm am Ahmed’in ise, bu konularda daha toleranslı davrandığım belirtmiştik. Nitekim O n u n : «Biz helal ve haram konu­ sunda rivayette bulunduğumuz vakit, işi sıkı tutardık. Fa­ ziletler konusunda rivayette bulunduğum uz zaman ise to­ leranslı hareket ederdik.» dediği nakledilmiştir. Bu yüz­ den Müsned'de Emevîler hakkında zikredilen hadisler di­ ğerlerinden fazla olmuştur. 4 — Bu yanlış iddia yı çürüten bir diğer husus da, Buharî ve Müslim'in Hz. Ali ve Şia'sının faziletine dâir yer verdikleri hadislerin Hz. Abbas ve oğlu Abdullah'ın letine ilişkin zikrettiklerinden daha fazla olmasıdır. Her iki imam da eserlerinde Hz, Ali hakkında bir, Hz. Haşan ve Hüseyin haklarında da ayrı ayrı b irer bab açmışlardır.3 Halbuki, Abbâsi halifeleri Hz. Ali taraftarlarını kendile­ rine hasım olarak görüyorlardı. Eğer mesele korku ve Abbâsilere yağcılık meselesi olsaydı, Buharî ve Müslim eserlerinde bu gibi konularda hiçbir şeye yer vermezlerdi. 3 Buharı, Müslim, K. el-Fadâil.


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

Oysa her iki eserde de Resûlullah'm Hz. Ali ye : «Ya A‫؛‬i ‫؟‬ Harun (a.s.) Musa (a.s.) nin kardeşi olduğu gibi, Sen de benimle kardeş olmak işemez misin?, ne var ki, benden sonra peygamber gelmeyecektir.» dediği, Hayber fethi sı­ rasında ise onu kastederek : «yârın sancağı Allah ve Resulu'nun sevgilisi, veya Allah ve fresulunu seven birisine vereceğim» buyurduğu rivayet edilmiştir. Buharî'nin bir başka rivayetinde ise, Resulullah bir münasebetle Hz. Ali'­ ye : «Sen benden, ben de şendenim» demiştir. Buna diğer b ir örnek, Müslim'in bizzat Hz. Ali'den naklettiği şu rivayettir : «tohumu yaTan, mahlukâtı ya­ ratan Allah'a iandolsun kî, Resulullah bana : «Seni seven­ ler mü'min, sana buğzedenler ise münafıktır» dedi.» Bu hadisin ibn-i Hanbel'in Müsned'inde Ümmü Seleme tari­ kiyle gelen b ir de şâhid'i vardır.

2*


BÖLÜM III Ahmed Emin «Duha'l İslâm» adlı eserinin başka bir yerinde, m uhaddislerin tenkidçiliğine değinirken, şu gö­ rüşlere yer verm ektedir: «...Ne var ki, Hadisçiler dâhili tenkide, yâni metin tenkidine pek fazla girmediler. Hadis metinlerinin vâkıa ile uyuşup uyuşmazlığı ile ilgilenme­ diler. Buna imam Tirmizi'nin, Ebu H ureyre’den rivayet ettiği: «Mantar Allah'ın kullarına lütfettiği b ir n i'm e t, suyu da gözler için şifâdır Acve (bir çeşit Medine hurmasıdır) de, cennetten çıkma bir meyve olup zehirlenm e-^ nin ilâcıdır.» en güzel delildir. Mesela hadisçiler bu hadisi değerlendirirken, deney yapmak suretiyle m antarın fay­ dasının olup olmadığını anlamaya çalıştılar mı?. Evet, on­ lar, Ebu Hureyre'nin «bir m iktar m antar olarak suyunu bir kab m içine sıktım ve gözleri bozuk bir câriyeyi onunla tedâvi ettim ve iyileşti »1 dediğini rivayet etseler de; bu, hadis'in sıhhatini tesbit için yeterli değildir. İlaç­ ların tesbitinde m antıkî olarak cüzî bir tecrübe kâfi değil­ dir. Bunun yolu deneyi tekrarlam ak ve bileşiklerini kim­ yevi bakım dan tahlil etm ektir. O devirde bu m üm kün ol­ masa da deneme yanılma yoluyla tesbit edebilirlerdi. İş­ te bu nitelikteki hadislerin sıhhati ancak bu yöntemle or­ taya konabilir.2 1 Ahmed Emin, ag.e., c. 2, s. 130-131. 2 Buhari, K itabu’t-Tıbb, Müsilim, K itâbu’l Eşribe.

27

٠١


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

Cevap ‫؛‬ 1 — Buharî, Müslim, Tirmizi ve ibn-i Mâce gibi m u­ teber hadis kaynaklarında yer alan bu haberin ne sene­ dinde, ne de metninde akla, nakle ve vâkıâ ya m uhâlif b ir durum sözkonusu değildir. Hiç b ir âlim sıhhatinden şüp he etm emiştir. Bir sözün Hz. Peygamber'den geldiği tesbit edildiği zaman, şüpheye mahal yoktur. Zira hadis, vahy eseri ise m antar'ın şifa olduğu m uhakkaktır. Yok Resulullah'm b ir içtihadı olup, Allah Teâla da buna sükût buyurm uşsa bu da Allah'ın, R esulünü b ir takriri olarak telakki edilir ve Allah tarafından O'na vahyedilenler cümlesinden sayılır. Çünkü Allah Teâlâ'nm doğru ol­ mayan bir konuda peygamberini ik rar etmesi muhaldir. H er halükârda m an tar'm göze şifa olduğunda şüpheye yer yoktur. Hadisten anlaşılan da budur. Nitekim Ebu Hureyre de hadisten bunu anlamış ve bizzat deneyerek ta t­ bik etmiştir. 2 — M üslümanlar tâ sahâbe devrinden günümüze ka­ dar tecrübeden geri durm am ışlardır. Îbnu'l-Kayyım, «Zâduİ-Meâd» adlı eserinde, ileri gelen tıp otoritelerinin m an. ta r suyunun göze iyi geldiğini itiraf ettiklerini zikreder. Aralarında el-Mesihi ve ibn-i Sina'nın da bulunduğu b ir grup doktora göre, m antarın göz iltihâbm a iyi geldiğini de ifade eder.3 Aynı şekilde Davud el-Antâki nin et-Tezkire'sinde bu kanaate yer verilmiştir, im am Nevevi, Müs­ lim şerhinde kendi zam anında kör olan hadis ilmi ile uğraşan sâlih, b ir âlimin m antar suyuyla şifa bulduğunu kaydeder.4 Bu ilacı deneyen bâzı kimseler onun başka bir 3 Zâdul-Meâd, c. 4, s. 359. 4 Şerhu Sahih-i Müslim, (Kastalanı kenan) c. 8, s. 312; Fetihu’LBâri, c. 10, s. 165. 28


SÜNNET MÜDAFAASI

madde ile kullanılması gerektiğini söylemişlerdir. Zira bâ­ zd an tek başına m antar suyunun zararlı olduğunu m ü­ şahede etmişlerdir. el-Gâfıki, el-Müfredat adlı eserinde, m antarın sürme ile k a n ştm la ra k kullanıldığında çoTT fay­ dalı ^"biFHaç olduğu belirtilm iştir. Görüldüğü gibi müslümanlar im kanları nisbetinde, asırlar boyu tecrübe ve de­ neyden geri durm am ışlardır. Eski tabiblerden bir kısmı bunun başlı başına bir ilaç olduğunu söylerken; bir kıs­ mı da başka b ir madde ile karıştırılm ak suretiyle kullanı­ labileceğini vurgulamıştır. 3 — İlimlerin büyük gelişmeler kaydettiği asrımız­ da, tıp ilmi çok mesâfeler katetmiş, h atta doktorlar te­ davisi imkansız gibi görünen hastalıkların dahi ilacım keşfetmiş, bir insanın uzuvlarım diğer bir insana naklet­ meyi başarm ışlardır. Eğer muhtelif branştaki doktorlar rivâyet ve dirayet bakım ından hadis ilmiyle iştigâl eden âlimlerin de yardımıyla, Tıbbu'n-Nebevî yi inceleme ve araştırm aya tâbi tutsalar, bundan büyük hayırlar elde edileceği gibi; pekçok oryantalist ve onlara tabi olanların şüphe düşürdükleri birçok hadisin sahih olduğu da gün yüzüne çıkar. Dahası bu hadislerin Hz. Peygam berin bi­ rer mucizesi oldukları da açıkça anlaşılır. Çünkü Resulullah b ir tabib olmadığı gibi, tıp ilmiyle de hiç uğraşm a­ m ıştır. Öte yandan bi'set a sn n d a yaşayan tabiblerden bu hakikatleri bilen birisi yoktu ki, Resulullah'm onlardan aldığı söylenebilsin. Bu durum da geriye sâdece bu hadis­ lerin vahy eseri olduğu ihtimâli kalıyor. Zira : «O hevâ'smdan konuşmaz, O ancak vahyolunan bir vahydir» Bu ve benzeri hadislerde yakmi olarak ne kast­ edildiği bilinemediği için sıhhatlerini araştırırken tecrü­ be bir şey ifade etmemektedir. Binâenaleyh söz konusu 29


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

olan bu hadiste de hangi m antarın kastedildiği açık de­ ğildir. Zira Resûlullah özel bir m antarı kastetm iş olabi­ leceği gibi, genel olarak bir türe de işaret etmiş olabilir. Ayrıca m antar, bütün göz hastalıkları için şifa olmadığı gibi her zaman ve herkese de şifa olmayabilir. Sonra mesele kıyamete kadar sâbit kalması gereken şer'î bir mesele değildir. Bu nedenle, Rasulullah'ın zama­ nında, belirli b ir hastalık için, özel b ir yerde, yine belirli bir m antar çeşidinin ilaç olması dâ m üm kündür. Deney başarısızlıkla neticelenirse, bu, hadisin sahih olmayıp ger­ çekle bağdaşmadığı anlam ına gelmez. Çünkü üzerinde de­ ney yapılan m antar, tedavisi arzulanan hastalığa te'sir etmeyebilir. Ayrıca deneyde kullanılan m antar, hadiste sö­ zü edilen m antar olamıyabileceği gibi, deneyin başarısız­ lığı m antarın yapısının dışında bir sebeple kaynaklanmış olabilir. Tıbb'm geliştiği b ir asırda yaşadığımız halde, ilmen yüzde yüz başarılı netice vereceği kesin olan bâzı cerrâhi müdâhelelerin başarısızlıkla neticelendiğini görebiliyo­ ruz. Bunun sebeplerini şu şekilde sıralayabiliriz : İlacın yapısı dışındaki etkenler, havada ve âletlerde m ikropların bulunması, doktorun yanlış teşhisi ve ilacın hastalığın bulunduğu yere isâbet etmemesi. Uzman doktor kardeş­ lerimizin bizlerden daha iyi bildikleri gibi, bu tü r hadis­ lerin sıhhatini tesbitte deney ve tecrübe yegâne yöntem değildir. Bütün bunlara tıbbi bitkilerin zamanla özelliklerini yitirdiklerini de İlave etmek lâzım. Aslında m an tar ve diğer varlıklar zararsız olarak yaratılm ışlardın Ancakrttefia ‘so nra^eşıtli ^etkenlerle, kendilerine "Bâzı â f e tle r ^ a n z olm aktadır, ö y leyse hupiin m - mantar* 30


SÜNNET MÜDAFAASI

larla yaptığımız b ir deneyin başarısızlıkla neticelenmesi, faydalan zamanla izâle olm uş olabileceği- için, hadîsin yalan olduğu anlamına gelmez. Nitekim pek çok bitki de zamanla, ya da kendisini çevreleyen ortam ın değiş” mesiyle özelliklerini kaybedebilmektedir. Bu söylediklerimizi 6/10/1961 târihinde Kâhire'de çıkan el-Ehram gazetesinin 14. sayfasındaki, «Tıbbî Bit­ kiler Bahçesi» başlıklı şu yazı da d o ğ ru lam ak tad ır: Tıb­ bî gözlemler, tıpta kullanılan bitkilerin son derece has­ sas öldüklarınî, föprâk‘, sıcaklık” rutubet ve deniz seviyesihden yuksekliklenne~ğöre üzellîklerini kaybedebilecekl erini söyler. Bâzen de yerlerinin değiştirilmesi nedeniyle bitkilerde yepyeni özellikler ve unsurlar meydana gelebilmektedir. İtalya'da bâzı tarım sal arâziler, uyuştu­ rucu. elde_etmek için, haşhaş üretim ine çevrilmiş, fakat bitkiler uyuşturucu hiçbir madde vermemiş bunun ye­ rine yelkenli gemi haİatlarınm^vapım ında kullanılan cok sağlam "elyaf vermiştir. Halbuki, bu bitkinin elvaf ile uzaktan yakından hiçbir^ alakası yoktur. ■

٠

- ٠ 1

■ ■

٠٠٠٠٠٠٠٠٠٠٠^

٠

٠

٠

٠

-

٠٢٠

i

٢ ٠٠

JU

٠٠

31


BÖLÜM IV Alımed Emin, Duha’l-İslâm adlı eserinin başka bir verinde, Hadis ,in isnad ve metin tenkidine değinirken şu görüşleri se rd e tm iştir: «... H adisçiler, hadis uydurulm asında önemli b ir faktor olan siyâsî sebeplere değinmemişler.H E m e v T V e T ٣ * bâsi idarelerine deslek vereh^nvavetlere kuşku ile vak^ : !aşmamışlardır. Hadislerin, rivâyet edildikleri içtimâi ya- ٠ ٠^ pıylaUgilerihi tesbit edebilmek için, Hz. Peygamber ve ٩ ıâşid halifeler dönemi ile Emevî ve Abbâsi döneminin^‫؟‬ sosyal yapısını ve bu devirlerde ortaya çıkan siyasî ih- ^ t ‫؛‬lafları ele alan kapsamlı incelemeler yap m am ışlard ır.^ Bunun yanında, râvileri hadis uydurm aya sevKeden psi- s kolöjîk unsurlar üzerinde de durm am ışlardır. Gerçi za­ man zaman bunları gözönünde bulundurduklarını bildi­ ren bâzı rivayetleri görebiliyoruz îbn-i Haldun'un, Ebu Hanife'nin az hadis rivayet etmesine ilişkin şu sözü bu­ na örnek olabilir: «Ebu Hanife, râvinin kendi davranışıyla çelişki arzeden hadisleri zayıf telakki ederdi» Biraz ka­ palı ve veciz bir ifade olmakla beraber, bu söz, hadis­ lerin sıhhati tesbite çalışılırken, yalnızca râvileri tetkik etmekle yetinilemiyeceğine, bilakis hadis metninin beşer tabiatı ve sosyal yapısıyla uyuşup uyuşmadığına da ba­ kılması gerektiğine dair b ir metoda işâret etmektedir. Râvinin psikolojik durum unun, rivâyetine nasıl et­ ki ettiğini göstermesi bakımından, ibn-i Ömer'in şu ha-


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

beri güzel bir örnektir : «Resulullah, davar bekçiliğinde kullanılan köpeklerle, av köpeklerinden başka köpek edi­ nen kimse’nin sevaplarından hergün iki kırat eksilir» de­ miştir. Fakat aynı hadisi Ebu Hureyre şöyle rivâyet et­ m iştir : «...A v köpekleri ile davar ve tarla bekçiliğin­ de kullanılan köpekler bundan müstesnâdır.» Görüldüğü i Ebu Hureyre hadise, tarla bekçiliğinde kullanılan kö­ pekleri de ilâve etm iştir. Bu durum ibn-i Ömer'e akta­ rıldığı v a k it: «Ee! ne de olsa Ebu Hureyre ziraat ile raşıyor» d em iştir îbnri Ömer'in bu sözü, rivayette psi­ kolojik”unsurların ne gibi bir rol oynayacağına^ dâir lâtif bir telmiht i r Bu meyanda daha başka rivayetlere rastlam ak m üm kündür. Ancak bunlara verilen önem hiç­ b ir zaman isnad tenkidine verilen önem kadar olmamış­ tır. Zâten hadisçiler sened tenkidine eğildikleri kadar, bu yöntemlere de ağırlık verselerdi, faziletlerle ilgili hadis­ ler de dâhil, pek çok hadisin uydurm a olduğu rahatlıkla ortaya çıkardı. »1 Cevap : 1 — Hadisçiler, rivâyetleri objektif bir biçimde ten­ kide tâbi tutm uşlar, sened ve metin incelemesinde esas aldıkları kriterler çerçevesinde sahih ya da zayıf olan haberleri tesbit edip ortaya çıkarmışlardır. Daha önce de üzerinde durduğum uz gibi, haktan uzaklaşmak ve hü­ kümde aşırılığa düşm ekten korkan her iffetli eleştirmen in yaptığı gibi, hadisçiler de, tenkidlerinde teenni ile ha­ reket etmiş ve son derece temkinli davranmışlardır. Fa­ kat müsteşriklerin ve onların borazanlığım yapanların esas m aksatları, cerh ve tâdil imamlarını acûl, hüküm ­ de acele davranarak kestirip atan kimseler olarak lanse 1 Ahmed Emin, DuhaT İslâm, c. 2, s. 131-1'32. 34


SÜNNET MÜDAFAASI

inektir. Halbuki, bu im amların böyle olmadıkları gün j’ihi aşikârdır.

،٠١

Diğer yandan hadisçilerin : «Bidât ve hevâ sâhibi kimselerin rivâyetleri m uteber değildir» şeklindeki pren­ sipleri açıkça ortadayken, Ahmed Emin'in, onlan siyâsi unsurları gözardı etmekle suçlamasını anlam ak doğrusu mümkün değil. Söz konusu prensibi, bâzı im am lar farklı şekilde uygulamışlar ve yalnızca bidâtinin propaganda­ sını yapan kimselerin haberlerini kabul etmemişlerdir. Bunun nedeni ise, kanaatlerindeki taassubun propagandist râvileri rivâyetlerde tahrife sevketmesi ihtimâlidir. Ancak cerh, ve ta'dil imamları herşeye rağmen, bu tü r râvilerin bütün rivâyetlerini reddetmemiş, kanaatleri ile çelişki arzeden haberleri kabul etmişlerdir. İm am ların siyâsi unsurları hesaba kattıklarına di­ ğer bir delil de onların şu kâideleridir : «şii bir râvi'nin Hz Ali'nin fazileti, aynı şekilde Râfızî birinin Ali (r.a.) karşıtlarım kınayan rivâyeti uydurm a kabul edilir.» Öyle anlaşılıyor ki, Ahmed Emin, mevzu hadisler sa­ hasında yazılan, İbnu'l-Cevzi’nin «Kitâbu'l-Mevduât»ı, Suyûti nin «el-Leâlil-Masnûa»sı ve İbnu'l-Arrak'm «Tenzihufş-Şeria»smdan haberdar değildir! Bu kitapları ince­ lemiş olsaydı müellilferinin şahıs, bölge, cins ve millet­ lerin fazileti ile ilgili hadisler konusunda ne derece titiz davrandıklarını ve eserlerinde herbiri için a y n birer bab açtıklarını görme imkanı bulurdu. Sâdece Suyûtî'nin adıgeçen kitabında, faziletlere dâir zikredilen mevzû haber­ ler yüz sayfadan fazla yer teşkil etmektedir. Bütün bunlardan sonra, Ahmed Emin, nasıl olur da kalkıp : «... Hadisçiler sened tenkidine eğildikleri kadar, b u yöntemlere de ağırlık verselerdi, faziletlerle ilgili ha-


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

dişler dâhil pekçok hadisin uydurm a olduğu rahatlıkla ortaya çıkardı» diyebilir. Şâyet O, bununla, hadisçilerin, faziletlerle ilgili bü­ tün hadislerin uydurm a olduğuna hükmetmediklerini kastediyorsa biz b u görüşe asla katılmayız. İnsaf sahibi hiç b ir araştırm acının da bunu söyleyebileceğini zannet­ miyoruz. Şimdi basiretli okuyucularımızdan şu söyleyecekle، rimize de dikkat etmelerini istirham ediyoruz : a) Bir rivâyete göre Hz. Enes : «Hamama girdim , baktım ki, Resulullah üzerinde b ir peştemalle oturuyordü» demiştir. IbmTİ Cevzi bu haberi değerlendirirken : «O zaman Araplar arasında um ûm a ait ham am lar yok­ tu» diyerek rivâyetin uydurm a olduğuna hükm etm iştir. b) Yine ibnu'l C evzi: «bundan yüzyıl sonra Allah'ın işine yarayacak hiçkimse doğmayacaktır» şeklindeki bir rivayetin de sened yönünden tahlilini yaptıktan sonra : «pek çok değerli âlim h. 100'den sonra dünyaya gel­ miştir. Böyle bir haber nasıl sahih olabilir?» diyerek uy­ durm a olduğuna dikkat çekmiştir. c) Hadisçilerin, el-Herise (bir çeşit yiyecek)'nin im sanm cinsi gücünü arttırdığını bildiren rivâyeti değerlendirken, «Bu haberi uyduran Muhammed b: el-Haccac el-Lahmîrdir. Bu adam Herise satarak geçinirdi» tesbitini yapmaları da, râvinin psikolojik yönüne dikkat etmeleri bakım ından ilginçtir. Daha bunlara benzer pek çok mi­ sâl bulm ak m üm kün. Ne yazık ki, Ahmed Emin hadis­ çilerin yazdıklarını okum a ve inceleme külfetine katlan­ mamış, görüş ve iddialarında oryantalistlerin izinden git­ meyi tercih etm iştir.


SÜNNET MÜDAFAASI

— Ahmed Emin'in, köpek besleme ile ilgili, Ebu llurevre rivâyeti hakkında ibn-i Ömer'in sözlerini ‫« ت‬ibn-i O ١٨٢٠١ 'in bu sözü, rivâyette psikolojik unsurlarm ne gibi İm rol oynayacağına dâir latif b ir telmihtir» diyerek v،»nımlamasına birkaç yönden cevap vermek istiyoruz: a) Herşeyden önce, Ebu Hureyre'nin, tarla bekçi­ liğinde kullanılan köpekleri de içeren rivâyeti Buharı ve Müslim'de yer alm aktadır. Sonra bu şekliyle h adis, sâdcce Ebû Hureyre değil daha başka sahabîler tarafmB unlardan Bu zat Buhari'de yer Süleyman «Kim davar ve tarla bekçiliğinde kullandığı köpekten başka köpek edinirse her gün amelinden b ir kırat eksilir» Bunu Resûlullah'tan bizzat sen mi işittin sorusuna da, Süleyman b. Ebi'z-Züb e y r: «Şu Mescid'in rabbine andolsun ki, evet, bizzat ben işittim» cevabını vermiştir. İm am Müslim ise, aynı lafızlarla, Yahya b. Said el-Kattan tarikiyle, Abdullah b. Muğaffel'den gelen bir isnadla bu hadise yer vermiştir. Müslim ayrıca ibn-i Ebi H âtim ’den de nakletm iştir. Bundan başka, Tirmizi, Nesâi ve ibn-i Mâce de eserlerinde bu rivayete yer vermişlerdir. Görüldüğü gibi aynı hadis, Ebu Hureyre'den ka, pek çok tarikle hadiste ziyâde yapmaları m üm kün olmayan sahabiler tarafından da rivâyet edilmiştir. Kaldı ki, aynı ziyâde bizzat ibn-i Ömer'den de gelmiştir. Nİtekim İm am Müslim, hadisin Şu'be ve E bu’l-Hakem tarikiyle ibn-i Ömer'den gelen şu varyantına yer e m i ş t i r : ‫م‬ ziraat, davar ve av köpeğinden başka köpek edinilse her gün sevâbmdan bir kırat eksilir»2 im am Nesai de aynı ziyâdeyi ibn-i Ömer'den rivâyet etmiştir. 2 Müslim 37


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

İm am Nevevi ise aynı konuda şu m utalada bulun­ m uştur : «îbn-i Ömer bu hadisi Ebu Hureyre'den işittik­ ten sonra gerçekten Resulullah’m bunu söyleyip söyle­ mediğini tetkik etmiş, söylediğine kanaat getirince de Ebû H ureyre’den duyduğu şekliyle rivâyet etmiş olabilir. Yahut ibn-i Ömer önceleri hadisi bu ziyâde ile rivayet ettiği halde daha sonra bunu unutm uş olabilir. Hâsılı, bu şekliyle hadisi rivâyet eden yalnız Ebu Hureyre olmayıp, bir grup sahabe de bu konuda ona muvâfakat etm işler­ dir. Ebu Hureyre bunda m ünferid kalsaydı, yine de faz­ lalığı içeren rivâyeti kabul olunurdu.»3 b) Dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta da şu­ dur : ibn-i Ömer'in sözü, ne Ebu Hureyre'nin rivâyetine şüphe düşürecek ve ne de O'nun doğruluk ve emânetini gölgeleyecek bir nitelik taşım am aktadır. B urada yalnız­ ca Ebu Hureyre'nin onu ezberinde tutm asına yardımcı olan bir niktaya işâret edilm iştir ki, o da bu sahabinin ziraatle meşgul olmasıdır. Zâten genel olarak insanlar kendilerini yakından ilgilendiren şeylere daha fazla ilgi duyar ve kolayca bellerler. Bu hususta İm am Nevevî âlimlerin şu değerlendir­ melerine yer vermiştir. : «... Burada, Ebu Hureyre'nin rivayetini zayıf gösterecek veya onda şüphe uyandıracak bir şey söz konusu değildr. Bilakis, ibn-i Ömer'in sözün­ den anlaşılan, Ebu H ureyre'nin ziraatle uğraşan biri oldu­ ğu, dolayısıyle kendisini ilgilendiren rivâyetin bu kısmını daha iyi bellediğidir. Zira, âdeten insan ilgi alanına gi­ ren şeyi diğerlerinden çok daha iyi öğrenir ve başkala­ rının bilemiyeceği hüküm lerini daha iyi muhafaza eder.» 3 en-Nevevî, Şerhu Sahih-i Müslim, c. 10, s. 234. 38


SÜNNET MÜDAFAASI

،;) îbn-i Ömer'in Ebu Hureyre'den tazim ve tak­ ılı■ lı söz etmiş olması ve O n u n kuvvetli bir hafızaya *١٠.١I١٠I> olduğunu itiraf etmesi de bu anlayışı kuvvetlen­ di! inektedir. Nitekim Ebu Hureyre'nin cenâze m erasi­ minde O'nu rahmetle a n a ra k : «Resûlullah'm hadislerini l»ı/e muhafaza ediyordu» dediği sâbittir. Ayrıca el-Bağayi ‫؛‬٠٢٠١» Sahâbe» adlı eserinde yine ibn-i Ömer'in O n a hitâ'*١٠٠١ «ya Ebâ H ureyre‫ ؟‬sen, içimizden Resûlullah'a en ،ok mülazemet eden ve O n u n hadislerini en çok ezber.dıabenin yağcılık ve yaltakçılık nedir bilmediklerini, h ık ve hakikat uğruna tenkid etm ekten asla çekinmedik!،•t ini farketmemişe benziyor. Eğer ibn-i Ömer (r.a.) ha­ llise yaptığı ilâveden dolayı Ebu Hureyre'yi yalancılıkla ıilıam edecek olsaydı bundan asla geri kalmazdı. Çünkü O'nun Ebu Hureyre'den korkm asını gerektirecek hiç bir neden yoktu. Rivâyet yönünden sâbit olan bu ilâve, dirayet yönün­ de ١، de son derece m a'kuldur. Zira Şâri'in davar köpek­ lerine müsaade ederken göz önünde bulundurduğu illet, tarla bekçiliğinde kullanılan köpekler için de aynen mev­ cuttur. Kaldı ki hayra ve şerre muhtemil olan bir sözü, hayra yormak, bırakın sahabeyi, norm al bir m üslüm ana yaraşan iffetli bir davranıştır. Nitekim Ömer b. H attab (r.a.) da bu nokta üzerinde ısrarla durarak : Kardeşi­ nizin sözünü m üm kün merebe iyiye hamletmeye çalışın, kötüye yormayın» demiştir. Gerçek şu ki, Ahmed Emin bu iddialarıyla büyük haksızlık etmiştir. 3 ■ — Şimdi de Ahmed Emin'in şu ifadeleri üzerinde duralım : «... Gerçi onların bu kâbil bâzı şeyler rivâyet ettiklerini görebiliyoruz. Buna ibn-i Haldun'un, Ebu Hanife'nin az hadis rivayet etmesine ilişkin şu sözü örnek 39


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

olabilir : «Ebu Hanife râvinin kendi davranışlarıyla çe­ lişki arzeden hadisleri zayıf telakki ederdi,» Biraz kapalı ve veciz b ir ifade olmakla berâber bu sözü, hadislerin sıhhati tesbite çalışırken, yalnızca râvileri tetkik etmekle yetinilemiyeceğine, bilakis hadis metninin beşer tabiatı ve sosyal yapısıyla uyuşup uyuşmadığına da bakılması gerektiğine dâir bir m etoda işâret etmektedir.» Cevap ‫؛‬ Ahmed Emin, ibn H aldun'un sözünü tahrif etmiş. ٠ ٢٠٠٠ O nu "kastedilen manasmHan~âIarâk, hiç te taşımadıgTbir anlam a ham letm iştir. îb n Haldun, asla, O'nun dediği gibi; Yalnızca rivâyetlerle yetinilmeyip, onların sosyal vakıala­ ra ve beşer tabiatına arzedilmesi gerektiğini, söylemek istememiştir. ٠ -

İbn H a d u n u n esas k a s t ı : Ravi, kendi rivâyet ettiği hadisin aksine bir fetvâ verdiği veya O n u n aksine dav­ ranışta bulunduğu zaman, haber-i vâhidle amel edilip, edilemiyeceğidir. Zira, Ebû Hanife ve ashâbı, bu gibi du­ rum larda, (isnad) bakım ından sahih bile olsa, hadisin zayıf olduğuna hükm etm ektedirler. Usulcüler, Hanefilerin bu kanaati hakkında şu mütalaayı y a p m a k ta d ırla r: «Hanefi â limler, haber-i vâhidle amel edilebilmesi için üç öngörm üşlerdir. Birincisi, râvinin,''rivâyet- ettiği-ha­ bere muhâlif amel etmemesidir. Şâyet, ravi, ameli veya fetvâsıyla rivâyete ters düşecek olursa, rivâyetine itibâr edilmez. Bilâkis m uteber olan ameli ve fetvâsıdır. Bu şartlarını da izâh ederken şöyle d em ek ted irler: «Sâhâbenin tamamı âdil insanlardır. Binaenaleyh bu vasıfta olan b ir râvinin, neshedici başka b ir u n su r bulunmadıkça, rasulullahm hadisine aykırı davranması asla makul değil­ dir. Aksi taktirde bu tutum u, O n u n adâlet vasfım zede-

40


‫أ‬

SÜNNET MÜDAFAASI

، *4 Bu izahtan sonra, ibn H aldun'un sözünden ne ‫ا‬.‫ ﻣﺎ‬. ‫ إؤ؛ أا ' اا‬iyice anlaşılm aktadır. Nitekim o , bu sözlerin٠١٠ ١١ sonra, konuyla ilgili olarak, Mâliki'lerin görüşlerine ١٠ ١ vermiş, haber-i vâhidle amel edilebilmesi için onların ،١٠١, rivayetin 'Medine eBÎThîh tatbikatıyla çelişmemesi •..،rlfnî aradıklsrına H ıkkat çekmiştir.5 Bütün bunların .TrkasmdariTBnTfatdun «ŞâfitteriıTgorüşü» başlığı altında da şu değerlendirmede b u lu n m u ş tu r: «Haber-i vâhidle .،ınel edilebilmemi için, im am Şâfii, ne Mâliki ve ne de JJanefilerin şartlarına gerek duym am ıştır"B ilakb O ’nıtn Irk aradığı, senedin sahih w* 1 nlmactrlır Sened sahih veTmuttasıl olduğu sürece, hadis m eşhur olsun, olmasın, Medine'lilerin tatbikatıyla çelişsin veyâ çelişmesin, O'nunla amel etmiştir. Şâyet hadis, başka hadislerle muâraza teşkil ederse, bu d u r a l d a , onu nesheden rivâyetin olup, olmadığına bakmış, var ise O’nu esas almıştır. Yok ise, aralarını cem etmeye çalışmış, buna da imkân bulamazsa, aralarındaki teâruzu giderecek şekilde te'vil etmiştir, im am Şâfîi, ittisâl şartından dolayı m ü r ^ l haherlerle istidlalde bulunm am ıştır, zira, mürsel haber, isnadındanTsaHabenin duşmesT sehebiyle kopukluk olan b ir haber tülüdür. Ancak ‫ ه‬, başka bir rivâyetle desteklenm e‫؟‬i hâlinde bu nevi haberleri delil olarak kabul etmiştir. Sâid b. el-Müseyyib'in mürselleri ile amel etmesinin hikmeti de budur. Cünki, onların tamamının başka t a - _ riklerden m uttasıToIarak geldiğini tesbit etmiştir.»6 ١٠

٢

‫ا‬ ‫أ‬

١

İbn Haldun ardından, ,Hanbelilerin görüşlerine yer vermiştir. Onların da, Mâliki ve Hânefilerin şartlarına iti4 M uhammed Şelebi, Usûiü’l-Fıkhî’l-İsLâmî, c. 1, s. 142. ‫ ة‬A.g.e., c. 1, s. 146 6 A.g.e., c. 1, s. 147. 41


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

bar etmemeleri yönünden, İm âm Şâfii gibi düşündükleri­ ni, ne varki farklı olarak, ittisâl şartını da gözetmediklerini belirtm iştir. Bilâkis, sened sahih olduğu sürece, m ut­ tasıl olsun veya olmasın onunla amel ettiklerini, bu yüz­ den de mürsel haberleri kıyasa tercih ettiklerini vurgula­ mıştır. Sünnetle amel konusunda, en geniş mezhebin Hanbeli mezhebi olduğu da ibn H aldun'un m ütalalan arasm dadır.7 Bu konuda, İm am Şafii'nin görüşünün en tutarlı gö­ rüş olduğuna dikkât çekmeye bilmem gerek var mı? Ka­ naatimiz o ki, ravileri âdil ve zabıt olup, senedi de m u t­ tasıl bulunduğu sürece, râvinin ameli veya fetvâsıyla çe­ lişip çelişmediğine bakılmaksızın hadisle amel edilme­ li dir .8 Bu Konuda Hadis Âlimieri'nin M ütâlası: Hadisçiler, râvinin rivâyeti doğrultusunda fetvâ ver­ m esinin veya o yönde amel etmesinin, ne hadisin sıhha­ tine ve ne de râvilerinin adâletine hükmetmesi anlamına gelemiyeceğini belirtm işlerdir. Zira, O'nun ihtiyaten böy­ le hareket etmiş olması ihtimâli vardır. Yine, haberle pa­ ralellik arzeden b ir başka delile uymuş olması da ihti­ mâl dahilindedir. Seyfüddin el-Amidî gibi bazı usulcüler bu şekil b ir t utum un, hadisi tashih etmek anlamına geldigıTcanaatine sahiptirler. Cüveynî ise, ihtiyâterTyapılma­ dığı taktirde bu m anaya gelebileceği görüşündedir. îb n Teymiyye'nin ise b u konudaki kanaati, terğib ve terhib içeren haberlerle diğerlerinin ay n a y n m ütaala edilme­ si yönündedir. 7 Aynı Yer. 8 Sûyûti, Tedrîbû’r-Râvı, s. 305.

42


S Ü N ^ T MÜDAFAASI

şekilde, râvinin hadise muhalefeti de, tamâİlil ١١ başka b ir sebepten kaynaklanmış olabileceği için, ٨٠١١١١١١ zayii*' olduğunu veya râvilerinin sika olm adıklarını MBFgTTiuv Nitekim, im am Mâfîk,_ alışverişte «\lı K ltr- lıacİisini rivayet etmiş ancak, Medine’lilerin taj.١٠I .itina ters düştüğü için, onunla lım el etm em iştiıvFa١١٠١١ 1١ı ١٠ âsîa, hSdlST rıvayet eden «nâFır» hakkında bxr frrîi sayılmamıştın ٠ “ ٨١١١١

٠٠٢٠

‫مس‬

‫مس ﻢ‬

‫ﺳﺪ‬

‫ﻢﺀﺀﻡ‬

‫مب ﻢﺀ مم‬

hm Kesir ise «râvinin, rivâyeti doğrultusunda amel ru m sin e veya fetvâ vermesine, o konuda başka hiç bir hadisin bulunm aması da yol açmış olabilir» der. El-Irâki, ‫«ا‬،‫ ا‬kanaate katılmayarak, şu d e ğ erled irm e d e bulunur : ‫أا‬،‫ا‬ konuda yalnızca bir hadisin bulunması, îema ve ١١ ١١ as gibi başka delillerin de bulıınmadığı anlamına ١١١،•/.. Som a, hâkim veya müftî, elindeki bütün delilleri ‘ ٠١ taya koymak zorunda değildir. Fekâlâ, başka b ir dehle ahip olup, O n u n ışığında kalbi hadise yatmış olabilir. Ya1‫ اااا‬ta, zayıf hadisin, kıyasa tercih edilmesi gerektiği inan٠ n id a d ır ...»

43


BÖLÜM V Hu bölümde de Ali Haşan Abdulkâdir'in «Nazratün lı m tu- Fi T ârihil Fıkhi'I-İslâmı» adlı eserinde ortaya a t­ i l i * ı şüpheler üzerinde duracağız. Ali H aşan Abdulkâdir k ‫!؛‬.ıhının bir yerinde şu görüşleri se rd e tm e k ted ir: [ Allah Teâla, Kur'an'da, zekâtı m üslüm anlar üzerine I ‫؛‬١ıv, kılmıştır. Fakihler ise, zekâtın kimlere vâcip uiduğunu, bütün m üslüm anlara mı? Yoksa, yalnızca belli miktarda mala sahip olanlara mı? farz olduğunu ve yine, /، kat olarak verilecek m iktarın nekadar olması gerekbütün tafsilatı ile ancak, Rasûlûllah'm hadislerindr bulabilmişlerdir. Juynball gibi bazı araştırm acılar ise, b u rivâyetlerin ٠١١hhaiihcfen endişe etm işler ve onların tarihiT gerçeklere ters' düştüğünü ileri sürm üşlerdir. Sahabenin herbireri nırTgucu nısbetinde zekât verdiğine, bu konuda kendileri­ ne tevcih edilmiş özel bir tali mat nâmenin bulunm adığına dikkat çekmişlerdir. Bu araştırm acılar, K ur'an'ın hiçbir sınırlama getirmeden zekâtı farz kıldığını, müslümanların da, tâ ilk gündenberi onunla amel ederek yanlarında, ııakid para, zinet eşyası, mâl, elbise v.b. gibi ne varsa onu zekât olarak vermeyi îtiyad edindiklerini savunm uş­ lardır. Söz konusu hadislerin ise zekat ameliyesine, yirmi dinara yârım miskal, aşağısına ise hiç zekat gerekmediği gibi bir takım sınırlam alar getirdiği de aynı araştırıcılar tarafından kaydedilmiştir. 45


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

Zekât birim lerinin tafsilâtıyla işlendiği vesikâlardan bir kısmını, Hz. Ebû Bekir'in vâlilerine gönderdiği m ek­ tupları oluşturm aktadır. Bazı rivayetlerde ise bu m ek­ tupları Rasulullah m yazdığı, fakat gönderme fırsatı b u ­ lam adan vefât ettiği ifâde edilmektedir. Rasulullah'ın ölüm ünü müteakip, Hz. Ebu Bekir’in onları yürürlüğe soktuğu, ondan sonra hâlife olan Ömer'in de aynı icraatı devâm ettirdiği kaydedilmektedir. Bu m ektuplarda, deve, sığır ve davarlardan verilecek zekât m iktarları, tafsilatıyle işlenmiştir. Böylece Allah'ın m utlak olarak farz kıldığı zekât, bir takım sınırları ve şartları olan tafsilatlı bir ameliye haline gelmiştir. Bun­ dan sonra insanlar, zekatlarını edâ ederken, fıkhî bir ta ­ kım kural ve kaidelere göre hareket edegelmişlerdir.. »1 Ali Hasen Abdülkadir, bu çelişkili sözleri nakletmiş, fakat bir cümle olsun eleştiri getirmemiştir. Bu da, O nun, oryantalistlerin kanaatlerine katıldığı anlamına gelir. Böyle b ir durum un bir müslümamn, dahası, b ir Ezher âliminin kitabında yer alması, hiç şüphesiz, yeni yetişen talebelerin, sözkonusu hadislerdeki şüphelerinin artm a­ sında, daha etkili b ir vesile olacaktır. Halbuki, bu h a ­ disler, zekâtın nisabını, ne kadar m aldan zekât verilme­ si gerektiğini, o kadar dakik bir biçimde ifâde etm ekte­ dir ki, bu Onların Allah tarafından vahyedildiklerinin bir işaretidir. Zira Rasulullah üm m î bir zat olup, bir hadis­ te de belirtildiği üzere, okuma yazma bilmeyen bir top­ lum da yetişip büyümüştü. 1 Ali Haşan Abdülkadir, Nazratûn âmme fi TârihiT-Fıkhi’l-İslâmî, s. 16. 46


SÜNNET MÜDAFAASI

Ihı septik oryantalistler, zekatın nisâbına delâlet ‫ا‬،‫ اا ' م‬hadislerin tarihi gerçeklerle uyuşmadığını nereden ،lluııhvorlar? Bu konuda onların ve görüşlerini nakle٠٠٠ ١١ va/arın kaynak g ö te rm esin i beklerdik. Bizler, tari( ١٠ ‫ ﺀ'ا‬ıveklerin tesbiti hususunda hadis r a k e t l e r i n e iti١٠١ ،‫؛‬tnıiyeceğiz de neye güveneeeğiz? Hadisçilerin yön‫ااا؛ااام‬ kullanmasına rağmen, Taberi gibi eski tarihçiler ١٠٠١.، ı i\a\etlerin incelenmesinde onlar kadar müdekkik •»l.ıınamışlardır. Vakıa ortadadır, işin daha da ilginç ta)٠١١(. ‫ اا آلا‬araştırm acıların, sahabeden her bir ferdin gücü Misillinde zekât verdiğini, bu konuya ilişkin onlara tev■١١, edilmiş herhangi bir talim atın da bulunmadığını id‫ااا‬.‫ا‬ ‫أ‬،‫ااأىاا‬ ‫ اﻧﻞ؛‬Bu ulu orta k o n ^ ^ k t a n başka birşey ،‫ ﻣﻠﻨ ال ﻧﻤﺄ* ﺀا‬. Şâyet sahabenin gücü oranında zekat verdiği ‫اا؛آاﻧﻢ‬ olsa bile bu, sâdece ilk zam anlara ait b ir uygula‫ااا‬،‫ ا‬olabilir. Niekim, bu durum çok fazla devam etme‫اا‬،‫ ﻣ آل ؛‬zekâtın ‫؛‬a f e d ile c e ğ i yerler tafsilatıyle, K ur'an'da ortaya konm uştur. Konuyla ilgili sayılamıyacak kadar da hadis vardır. Sünnet ise Zekât'a dâir bütün meseleleri ıııcc ince tesbit etm iştir. Bilindiği gibi sünnet, Islâm icşrii'nin ikinci aslıdır. K ur'an'ı tefsir ve izâh et١١١‫ ؛؛‬, mücmelini beyân, âm ’mım tahsis, m utlakım takyid elmiş, bazen de müstakil olarak hüküm ler koymuştur. Şayet, yalnızca K ur'an'a itim ad edilmiş olsaydı, dini ve dünyevi pek çok meseleye fakihler çözüm b^am azlardı. Ne varki, sünnet ve hadislerin, dinî, dünyevî siyasî ve İçtimaî g lişm e n în ürünü oldukları, bu şüphecî oryantaüstlerin büyük çoğunluğu tarafından iddîa edilip durmak‫ا‬

tad ır.

Yahûdi müsteşrik, Goldzier'in sünnet hakkındaki görüşleri de onlardan pek farklı değildir. H atta o , bu konuda pekçok oryanalistin de fikir babasıdır. 47


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

B uharî ve Müslim'de yer alan haberler'den bir tanesi şudur : «Üç yaşım doldurmuş beş deveden aşağısında ze­ kât yoktur. Yine beş Vesâk (60 ölçek)ten aşağısı da zekâ­ ta dâhil değildir.» Aynea Buharî, Enes (r.a)in şu rivâyetini k a y d etm iştir: «Hz. Ebû Bekir, O n u Bahreyn'e vâli olarak gönderirken kendisine şöyle y azd ırm ıştır: «Bism illahirrahm ânirrahim . Bu, Allah Teâla'mn Rasulu ne em ­ rettiği, Rasulunün de m üslüm anlar üzerinde farz kıldı­ ğı zekât farizasıdır. M üslümanlardan herkim O'nu usulü dâiresinde isterse, veriniz...»2 Deve ve Koyunların nisâbm dan bahseden pek çok sahih lıadis bulm ak da m üm ­ kündür. Bu konuda kendisine m üracaat edilebilecek en güzel eser Mecdu'd-Din İbnû'l Esîr'in «Câmiu'I-Usûi ilâ ahâdîsi'r Rasûl adlı eseridir.3 Zekât m iktarlarının, Rasulullah (s.a.s.) tarafından yazdırılmış olması, ancak O'nun vâlilerine göndermeden vefat etmesi, Peygamber'in vefatını m üteakip halife Ebû Bekir (r.a.)'in o n lan yürürlüğe koyması ve O ndan sonra da Hz. Ömer (r.a.)'in aynı uygulamayı devam ettirmesi ile ilgili rivayetler; zekât birim lerinin Rasulullah zama­ nında takdir edilip, herkes tarafından da biliniyor olma­ sıyla çelişki arzetmez. Zira, sahâbe, hadisleri yazmaktan men edildikleri zaman onları ezberledikleri gibi, zekatla ilgili rivâyetleri de ezberlemişlerdir. Hadislerin yazımını yasaklayan rivâyet Müslim'de şöyle yer a lm a k ta d ır: Ben(im hadislerimi) alm yazmayın. Kim benden, Kur'an dışında birşey yazmışsa imhâ etsin. Benden hadis rivâyet etmenizde bir beis yoktur. Kim kasten bana yalan isnad ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın.» 2 Buharı, K itâbu’z-Zekât. 3 Îbnû’l-Esir, Câm iu’LUsûl» c. 4, 55. 48


SÜNNET MÜDAFAASI

Rasulullah (s.a.s.) zekât birimlerini, vâlilerine bizzat Ulatmış ve şifâhen öğretmiş olabilir. Zekât ve nisablakayıtlı bulunduğu vesikalar ise, özellikle Rasulul٠ vefatından sonra, kendilerine m üracaat edilecek tlv‫؛؟‬nilir birer asıl olarak kalmış olabilirler. Bir başka Vlimal de, vâlilere gönderilen nüshalarla zekât m em ur­ in in in yanında bulundurulan nüshaların, ana, nüshadan Oğ‫؛‬dtılan yazılı vesikalar olmasıdır. ■ 3 — Sırf şüphe sokuşturm ak ve rivâyetleri inkar ‫؛‬hlebimek için, K ur'an’ın zekatı şartsız ve m utlak olarak uz kıldığını söylemekte garip b ir iddiâdır. Kur'an'ın, ini hüküm lerin tam am ını bütün detaylarıyla zikretmiş Iduğunu iddia eden yokki. K u r’an, dinin aslı ve kaynaıdtr. Allah, bu ümmeti, K ur'an'ı muhafaza etmekle mük١ Ilef tutm uştur. Binaenaleyh, O'nun bu derece.veciz ol­ ması, İslâm üm m eti için bir rahm ettir. Sonra, Allah Teâla, ı ur'an'ı açıklamak üzere, Peygamberi Muhammed (s.a.s.)'i ¿öndermiş ve «insanlara, kendilerine indirileni açıklaya­ na diye sana da zikri indirdik. Belki aklederler.»4 buvurmuştur.»

‫؛‬

Rasûlûllah, söz, fiil, ahlak ve hayat tarzıyla O'nu enrüzel biçimde açıklamıştır. İşte, sünnet ve hadislerden meydana gelen bu engin servet, K ur'ân'ı açıklamanın bir ürünüdür. Kur'an, namazların adedini, rekatlarım , secde­ lerini, hangi namazda açıktan, hangisinde gizli okunacağı­ nı belirtm em iştir. Rûku'da ve secdede ne denileceğini? bi­ rinci ve ikinci oturuşta neler okunacağını tafsilatıyle zikretm em iştir. 4 NahI, 44.


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

hakkı) vermediğini ifâde etmesi üzerine, Ö m e r: «Doğru söyleyip, söylemediğini bilmediğimiz bir kadının sözüne bakarak, biz Allah'ın kitabını bırakamayız. Bu durum da olan b ir kadının, hem nafaka ve hem de süknâ hakkı vardır.» demiştir. Buna benzer b ir diğer rivâyette, Hz. Ömer'in teyem­ m üm hakkm daki görüşü münâsebetiyle zikredilen şu h a­ berdir : «Ammar b. Yâsir, Ömer'in yanında : b ir sefer es­ nasında ihtilâm olduğunu, su bulam am ası üzerine cünüplük'ten kurtulm ak için toprağa belendiğini, söylemiş; bilâhere Rasulullah'a durum u haber verince O'nun : «şu şe­ kilde yapman yeterliydi», diyerek, ellerini toprağa vurup, sonra da yüzünü ve kollarını sıvazladığını» haber vermiş­ tir. Ancak, Ömer, bunu hüccet olarak kabul etmemiştir. Zâten apaçık b ir karine olmadıkça hadisleri kabul et­ memek O'nun bir prensibiydi.»3 C evap: 1 — Sayın, Ali Haşan Abdülkâdir'in : «Yalnızca Kur'an ile yetinilmesi ve oldukça az hadis rivâyet edilmesi konusunda Hz. Ömer'in tavrı, inkârı kâbil olmayan bir gerçektir.» görüşüne katılm ak m üm kün değildir. Zira, Ömer, hiçbir zaman insanları hadis rivâyetinden menet­ memiş, sadece rivâyetlerinde dikkatli olmalarını tenbih etm iştir. Raşid hâlifelerin hadis rivâyetindeki tavırları budur, halkı da böyle olmaya çağırmışlardır. Hz. Ömer'in hadis rivâyetini büsbütün yasaklamayı düşünmeyip, bilâ­ kis, bu konuda temkinli hareket ettiğinin en güzel delili «Istizân» hadisini rivâyet eden Ebu Musâ el Eşa'ri'ye söy3 Ed-Dihlevî, Hûccetû'Uâh el-Bâliğa, c. 1، s. 141; Ali Hasen AbdüLkâdir, Nazratûn âmme fil-Fıhki'l-îslâml, s. 71. 52


SÜNNET MÜDAFAASI

،ediği sözüdür. O, büyük sahâbî, E bu Musa el-Eş’a rî’nin sözkonusu hadisi rivâyet etmesi üzerine, kendisinden bir şahid getirmesini istemiş, O’nun da Übey b. K ab’b'ı şâhid olarak getirmesinden s o n r a : Sübhânallah! ben (seni ya­ lancılıkla ithâm etmek istemedim). Yalnızca bir şey işit­ tim ve o konuda ihtiyatlı hareket etm ek istedim, o ka­ dar.» demiştir. Rivâyetin başka b ir varyantında ise, Hz. Ömer'in. Rasulullah'ın bu hadimini işjtmekten kendisini çarşı pazarda alışverişin alıkoyduğunu, söylediği kaydedil­ m iştir .4 Yani, Rasulullah'm sağlığımla ticâretle meşgul olması. O’nu bizzat Hz. Peygamber'den işitmesine m ani olm uştur. BuHârî ve Müslim’in rivâyetlerinde” ise" "HzT” Ömer'in, Ebû Musa'ya şöyle dediği nakledilmiştir. «Ben seni itham etm ek istemiyorum. Fakat, insanların, Rasulullah'a yalan isnad etmelerinden endişeleniyorum.» Bunu, İm am Mâlik te rivâyet etm iştir. Yine, İm am Buharî «E!Edebû'l-Müfred» adlı eserinde, Ubeyd b. H anîn’den yap­ tığı b ir rivâyette Hz. Ömer’in, Ebû Musa’y a : «Vallahi, Rasûlûllah'm hadisleri konusunda güvenilir bir insansın, fakat ben onu iyice tahkik etm ek istedim.» dediğini kay­ detm iştir .5 Bütün b u nakiller, Ömer el-Faruk (r.a.)’un, hadis ri­ vayetini azaltmağa ve yalnızca K ur an ile yetinmeye ça­ ğırmadığının en açık delilleridir. O ’nu, hadis ve sünnet­ leri bırakarak, yalnızca K ur'an'la yetinmeyi kastetm ekten Allah korum uştur. K u r’an ’da hükm ünü bulamadığı mese­ lelerde, hadis ve sünnetlere başvurduğu bilinip d u ru r­ ken, nasıl olur da, O'nun : Yalnızca K ur'an’la iktifa et­ meye çağırdığı iddia edilebilir? Örneğin, kadının düşük 4 Müslim, Kitâbü’l-Adâb. 5 îbn Hacer, FethuT-Bâıi, c. 11, s. 30.


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

yapması ve Şam ’da beliren vebâ hastalığı gibi hadiseler karşısında takındığı tavır en güzel örneklerdir. Şam ya­ kınlarında, «Serğ» denilen mevkiye kadar varmışken, Abdurrahm an b. Avf'm, Rasulûllah (s.a.s) m : «Bir yerde, vebâ zuhûr ettiği zaman oraya gitmeyin. Bulunduğunuz yerde belirirse, o zaman da, oradan dışanya çıkmayın.» dediğini hatırlatm ası üzerine oraya gitmekten vazgeçmiş ve geri dönm üştür. Hadisi, Buhârî rivâyet etmiştir. Müslim'de, Mısver b. Mahreme nin şöyle dediğini kay­ detm iştir : «Hz. Ömer, kadının çocuğunun düşürülmesine sebep olmanın hükm ü hakkında halkla istişâre etti. Muğire b. Şu'be : Resulullah'm bu konuda diyetin, ğurre, yâ­ ni, köle veya cariye olduğuna hükmettiğini haber verdi. Ömer'in, senden başka buna tanık olan var mı? diye sor­ ması üzerine, Muhammed b. Mesleme ona tanıklık e tti...6 Hz. Ömer’in, K ur'an ve Sünnet'te hükm ünü bulam a­ dığı meselelerde Hz. Ebû B ekir’in tatbikatını esas aldığı da bilinmektedir. 2 — Hz. Ömer'in, sahabeden ü ç kişiyi hadis rivâyetinde çok Heri gittikleri gerekçesiyle gözaltına aldığına gelinceTou kesinlikle uydurm adır. Kitaplarda mevcut olan H aberlerin sahihi de, sakimide bulunabildiğine göre, ya­ zara düşen, rivâyetleri iyiden iyiye tetkik etmeden kitabı­ na almamaktı. Nitekim, bu rivâyet Hz. Ömer'e isnad edil­ miş uydurm a b ir haberdir. İşte size, Zâhiri mezhebinin, Davut ez-Zâhirî'den son­ ra ikinci imamı, hadis ve sünnet âlimi, fıkhü'l-hadiste ihtisas sahibi Ebû Muhammed b. Hazm ez-Zâhiri'nin bu. konuda söyledikleri: 6 Müslim, Kitâbu’l-Kasâme Ve’l-Muhâribîn, bâb 11, no. 34. 54


SÜNNET MÜDAFAASI

Hz. Ömer in, hadis rivâyetinde aşırı gittikleri için, ılın M e s u d ^ ^ b i H ^ e r d a ve Ebu "Zer“ Çrir)T hapseltîgi ı [\ j ve"i edil m lşiî” 1vi ı١٢١ka 11 oldugıT ıçîn TTvâyete “itiraz ı >1‫ ؛ ؛‬mistir. ZirâTıaberin râvîlerinden, I brâîîi m 13.Ab d u rıhliThan b. Avf onu 7 Hz rÖ m ercie n~ işitmemiş tır »T Beylıâkî'nm ^ a n âatT ^ e'^ b tld u ı . I U r ~ö m e ı ,den bunu işitmiş nlduğunu ise, yalnızca, Yakub b. Şeybe, Taberî v.b. kim­ s e le r iddia etmiştir. Zâhir olan işitmediğidir. İbn HScer. «Tehzibüt-Tezhîb» adlı eserinde, İbrahim 'in 75 yaşında ‫؛‬ken, h. 95 veya 96’da vefat ettiğini söylüyor ki,8 bu du­ nun O'nun h. 20 senesinde duğduğunu gösterir. Buna gö­ re, Hz. Ömer'in vefatında O, üç yaşında olmuş olur. Bu vaş ise, hadis taham m ül yaşının ^ok altındadır. Bu iti­ barla, senedindeki inkita'dan dolayı rivâyet hüccet ola­ bilecek nitelikte değildir. İbn Hazm konuyla ilgili m ütalaasına şöyle devam eder : «Bu haberin yalan ve uydurma olduğuna, bizzat kendisi şâhitlik etmektedir. Çünki, böyle b ir durumda, Hz. Ömer Sahabeyi yalancılıkla itham etmiş olur ki, ken­ disi de bu itham a dahil olur. Yahut ta, bizzat hadis ve sünnetlerin tebliğini yasaklamış, sahabeyi, onları gizle­ meye ve inkâr etmeye zorlamış demektir. Bu ise, İslâm ’­ dan çıkmak anlamına gelir. Allah, mü'minlerin emirini böyle b ir şeyden muhafaza buyurm uztur. Bu söz, asla bir müslüm anm söyleyebileceği bir söz değildir. Eğer, Hz. Ömer, İthâm etmeden onları, hapsetmiş ise, bu da onlara yapılmış bir zulüm olur. Binaenaleyh, reddedilmiş riva­ yetlerle fasid görüşlerine delil getiren kimseler, şu işâfl UsûliT-Ahkâm,

7

î b n H a z m , El-İhkâm

3

İ b n H a c e r , Tehzibü’t-Tehzıb, c. 1, s. 139.

c. 2, s. 139.


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

ret ettiğimiz iki habis yoldan hangisini dilerlerse onu ter­ cih etsinler. »9 Bu rivâyete şüphe düşüren ve sahih olmadığım gös­ teren hususlardan b ir tanesi de İbn Mesud'un (fıkıhta) Hz. Ömer'in mezhebine ve yoluna tabi olmasıdır. O : «Bü­ tün insanlar bir vâdiye ve yola sapsalar (bir görüşe mey­ let selerj, Hz. Ömer de bir başka yola ve vadiye sülük etse (başka bir görüşe kâil olsa) ben O'nun peşinden giderim (Ö’hün görüşünü alırım) 55 demiştir: Hz. Ömer (r.a.) de, O'nu, Küfe ve muallim olarak gön­ derdiğinde, Kûfelilere : «Abdullah'ı göndermekle, sizi ken­ dime tercih ettim» demiştir. Yine, İbn Mes'ud ve Ammâr b. Yâsir. hakkında : «Bu ikisi, Muhammed (s.a.s.), ashabının ileri gelenlerindendir» dediği sabittir. Hal böyle olunca, ibn Mesud'un, rivayet konusunda, Hz. Ömer'in m etoduna muhalefet etmesi nasıl makul ola­ bilir? böyle bir nedenle de, Hz. Ömer'in O'nu hapsetmiş olması, nasıl düşünülebilir? Adı geçen, Fatıma binti Kays rivâyetindeki asılsız ilâve ise şudur : «Biz, ne Rabbımızın kitabını ve ne de, Peygamberlerimizin sünnetini, doğru söyleyip söylemedi­ ğini bilmediğimiz bir kadının sözüne bakarak terkedemeyiz.» Müslim'de ise rivayet şöyle kaydedilm iştir: «...Bellediğini veya unuttuğunu bilmediğimiz bir kadının sözüne bakarak, ne Rabbimizin kitabını ve ne de Peygam­ berimizin sünnetini terkedemeyiz. Kadının hem sükna ve hem de nafaka hakkı vardır.»10 9 İbn Hazm, El-İhkâm fi UsûliT-Ahkâm, c 2, s. 139. 10 Müslim, Kitabu’t-Talâk. 56


SÜNNET MÜDAFAASI

Burada hata, Ali Haşan Abdülkadir'in ve Selefi Ahmcd Emin'in m üsteşriklerin sözlerine itimad etmeleri, onl.ırın görüşlerini değişmez gerçekler kabul etmelerinden lu'ş'et etm iştir. Hem bu yazarlar ve hem de m üsteşrikler İm konuda «MüselTemû’s-Sübût» adlı eserde zikredilenvre dayanmışlardır. H albuki, O, b ir hadis kitabı olmayıp (Tsul-u fıkh a dair Kaleme alınmış bir eserdir. Ve Prensip iiharıyle, Hadislerin s ın h a tb akım ından vasıflarım tesbitte bu~ğibi eserlere bakılamaz. Ali Hasen Abdülkâdir, eserinin b ir başka yerinde «Hadis uydurmacılığı ve b u konuda m üsteşriklerin miitalalan başlığı altında şu görüşlere yer v e rm e k te d ir: «... Burada son derece önemli bir konuya tafsilatlı olarak temas etmeyi faydalı mülahaza ediyoruz. Bu me, ilk asırlarda hadis uydurmacılığı meselesidir. Yakın zamanlara kadar m üsteşrikler arasında şu görüş revaç bulm uştur. Hadislerin büyük bir çoğunluğu, İslâm'ın, bi­ rinci ve ikinci asırdaki, dinT^sıya^Tve İçtimaî gelişmesinin b ir neticesidir. Hadislerin İslâm ,m ilk devrini yan­ sıtan birer vesîklT olduklarım söylemek doğru değildir، Onlar,- ancak:; İslam 'ın İn k işâ f devirlerindeki dinî gayrei iri birer ürünüdürler. »Î1 ٠ ٠ M üsteşrikler bu görüşlerini şu şekilde izaha çalış­ m ışlardır : £ c / ¿ Z / h * ٠a) Emeviler ile m ûttâki âlimler arasındaki husûm e­ tin had safhaya ulaştığı H. Birinci asırda onlar (âlimler) da hadis ve sünnetleri toplamaya başlamışlardır. Ellerindeki hadislerin gâyelerini gerçekleştirmede yeterli olmıyacağma bakarak, İslâm 'ın ruhuna ters düşmeyen ve fakat Bu naklettiğim iz görüş, Goldziher’in »Dirâsât İslâmiyye» adlı 11 eserinden alınm ıştır . ٠ '٠ ٠ ١٠٠ ^ ٧٦،'٠٢-،* ^1‫؛‬t . ^ /■

٠٠٠^٠٦

¿،،، /

m ٠ .

•٤.

٨٦

kyi

jJ U /f

¿£( ٦٠٠ V C

٠

¿£

٢

٢

)*<+

٩١٠


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

halkın da teveccühünü celbedebilecek nitelikte hadisler uydurmaya kalkışmışlardır. Bunu yaparken de, dinin prensiplerinden uzaklaşmak, ilhad ve tuğyana karşı m ü­ câdele maksadiyle yaptıklarını düşünerek, vicdanen bir ، sıkıntı hissetmemişlerdir. Bu arada, Emevi saltanatının " ’ düşmanı olan Ali taraftarlarına da ümid bahşettiklerini nazarı dikkate almışlardır. İlk etapta, Emevileı^karşı haregeçmede dolaylı bir yol olan, ehl-i beyti över nite­ likteki hadisleri uydurm aya başlamışlardır. Böylece, ili; irda hadis, fıkhı ve teşriî prensiplere muhâlif davranan­ lara karşı, suskun bir muhalefet şeklinde seyretmiştir.

b) Mesele bu kadarla da kalmadı. Bizzat hüküm e bütün bunlar karşısında sessiz kalmadı. Bir görüşe yay­ gınlık kazandırm ak ya da m üttâkî zevâtı susturm ak iste­ diğinde, O da, hadise yapıştı ve hadis uydurmayı tezgâh­ ladı. Bütün bunları, gördüğümüzde denilebilir ki, hadis uydurm a hareketi, b ir kısım hadislerin terviç edilip, b ir kısmının karalanm ası oldukça erken bir dönemde başla­ mıştır. Zira, siyasî veya İktisadî hiçbir ihtilaf yoktur ki, onu destekleyen sahih isnadlı b ir grup hadis bulunmasın. Emevilerin hadis uydurm ada takib ettikleri metod, Muaviye’nin, Mugiré b. Şu'be'ye söylediği şu sözde ken3ini g ö sterm ek ted ir: ' — ٠— ^

‫؛‬ ٠٠

?

«Ali ye hakareti. Hz. Osman'a rahm et/ okumayı, Ali taraftarlarına sövüpL hadislerini karalamayı ihmal etme. Tam tersini de Hz. Osman ve ehlini övmek için yap. Ve onların bunu duymalarını sağla.» İşte, Emevilerin Ali aleyhindeki hadisleri bu esas üzerine kaim olmuştur. Eme­ vi ve tâbilerini, kendi bakış açılarına uygun olan ha­ dislerde yalan olması pek ilgilendirmiyordu. Zira, yegâne mesele, kendilerine mensup insanların oluşturulup, ço­ ğaltılması idi.


SÜNNET MÜDAFAASI

1 ‫؛‬١ l'meviler, hadis uydurm a yolundaki dehâlarıyle, ١ ٠■- ٠٠،■ ٠* ١ Ziihrî gibilerini bile elde ettiler, (onun uydurduğu) ٢ ٠٤١ lı-rden birtanesi, «sevap kazanmak maksadiyle, yol٠ ٠1 1١ıİv, ‫؛‬yalnızca üç mescide, benim şu mescidime (Medin. mescidi), Mescid-i Haram’a, ve Mescid i Aksa’ya, ya!،■l ılıilir.» şeklindeki hadistir. Bu, Emevilerin, bu hadis ٠ ، •ı.،,ıyle, Beytül-makdisi kutsayıp, Mescid-i H aram ve ١٠• ٠ id-i Nebevi ayarına getirmek suretiyle, orayı halk için i ،١١ ^iyaretgah yapmadaki siyasi eğilimlerini yansıtır. İşin •١ ılır tarafı, bu hadisin uydurulması, İbn Zübeyr'in, Şam~ ١١١ ،r'a K âbeyi ziyaret etmeyi yasakladığı zamana rastla٠ i* idır. Bunun, Beytü'l-makdis, Şam ve Medine'nin fazi١٠ ime dair hadislerle de ilgisi vardır. Nitekim, Medine'yi *،.t/ıları «Tayyibe» diye isimlendirirken, Emeviler «hâbim bazı kimseler de «kokuşmuş yer» şeklinde isim lendir­ mişlerdir. d) Mesele, siyasî m aksatla veya Emevi hanedanı ya­ nı una hadisler uydurm akla da kalmadı. Bilâkis, dini sa­ haya, Medine ehlinin görüşleri ile, bağdaşmayan, ibâdete müteallik konulara da sirayet etti. Örneğin, herkesin bil^■ ٠٠ liği gibi, cuma hutbeleri, önceleri, iki hutbeden kiil ediyor, halifeler hutbeyi ayakta irâd ediyorlardı. B av-_ !1nrîî hutbeleri de, namazdan sonra icra ediliyordu. Emeiler bunu değiştirdiler. Halife, C um aîıutbesini otjardugu yerden vermeye, başlarken, Bayram hutbelerini de namazdan önceve aldı. Bu uygulam alarına ise : Recâ b. Ilayve nin «Resulullah ve raşid halifeler hutbeyi oturduk -١ ları yerden irad ediyorlardı» şeklindeki rivayetiyle istidlalde bulundular; oysa, aynı zamanda, Cabir b. Semûre de «kim size. Rasulullah oturarak hutbe irad etti derse, yalan söylemiştir.» diyordu.

^


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

Bunıın bir benzeri de M ^ v iy e 'n in m inberin basa، m aklarını artırm ası, ve Mescidde, daha sonra, Abbâsilerin kaldıracağı, kendine has m üstakil b ir m akam edinmiş ol، masıdır. Yine, mesele, istekler doğrultusundaki hadisierin terviciyle de kalmamış, kendi bakış açılarını a n s ıtm a y a n hadişleri kıraiam aya, onları gizleyip, zayıf gösteraıeye kadar u z a m ış tır . Hiç şüphe yokki, Emevilerin lehine imâl edilen birtakım hadisler, Abbâsilerin gelişiyle ortadan k ^b o lu v erm iştir.

e) İddia sahibi, sözlerini teyid edebilmek için, il devir âliı^erinin, râviler hakkındaki cerh ve ta'dil ifâde eden beyanlarını k ^ ln m ış tır .1 2 Bunlardan b ir tanesi, muhaddis Âsim b. N ebil'inl3 «Sâlih kimselerin, en fazla hadiste yalan söylediklerini gördüm» şeklindeki ifadesidir. Benzeri bir görüş, Yahya b. Said el-K attân'danl4 da rivayet edilmiştir. Bu meyanda diğer bir söz ise. Vekî'in, Ziyâd b. Abdullah h a k k ın d a k i: «Hadiste mevkiinin yüceliğine rağmen, yalancı idi» sözüyle, Yezid b. Harun'un : «Bir kişi, hariç, Küfeli hadisçiler, Süfyan b. Uyeyne ve Süfyan es-Sevri'ye varıncaya kadar, hepsi tedlis yaparlardı. H er iki Süfyan da, tedlis yapan râviler arasında zikredilmişlerdir.» sözüdür. Müslümanlar, ikinci asırda, hadislerin sahih olduğunu söylemenin yalnızca şekle râci olduğunu, isnadıarı sahih olan hadisler arasında, pek çok uydurm a hadişin var o lu ğ u n u farketm işlerdir. Bu konuda şu ha‫و‬

12 Bkz. îbn Abdi’l-Ber, Câml-U Beyânil-Ilmî ‘ TeL bisüTIblis, s. 117. Ebu Asım en-Nebil, îsmi, Ed-Dahbâk b. Mahled’dir 2121 . . 14 ö.h. 192.

‫آلل‬

‫ﻣﻆ ةا‬

60


SÜNNET MÜDAFAASI

<llıl، r de onlara yardımcı o lm u ş tu r.: «Yakında bana is­ imi ıdilen hadisler çoğalacaktır. Kim size b ir hadis riViHı-t ederse, O’nu, Allahın kitabiyle karşılaştırın. Ona ıımvafık düşüyorsa, söylemiş olsam da, olmasam da billnU bana aittir.» Ibn Mâce, aynı hadisi; «Hadislerde söy­ lediğim iddia edilen her güzel sözü, m utlaka ben söyleıınşimdir.»15 şeklinde kaydetmiştir. Bu doğrultuda hare٠، t-1 edilerek yapılanlara sahih hadislerden b ir örnek ven lnliriz. Müslim’in rivayet ettiği b ir hadiste Rasulullah’ııı, av ve davar köpekleri dışında bütün köpeklerin öl­ dü nı !meşini emrettiği, haber verilmiştir. îb n Ömer’e, Ebû Hureyre’nin, bu hadise, tarla bekçiliğinde kullanılan kö­ pekleri de ilâve ettiği söylenilince, O, «E¡ ne de olsa, l;bu H ureyre’nin ekip, biçtiği arazisi var» dem iştir.16 İbn Ömer’in b u değerlendirmesi, hadisçinin şahsi m aksatlar­ dan dolayı neler yapabileceğine işaret etmektedir. g) İlk devir hadisçileri, ٠ bazı fıkhî kaideleri ispat / i f ٠٠٠٠٠ ٠٠ edebilmek için, şifâhi olarak yapılan rivayetlerden b a ~ kâ, Resülullah'in“ ısTeklerini Beyan eden yazılı vesikalar s * 2J>¿٠ ortaya- çıkarm ak süretiyle yeni b ir yöntem daha ettiler. Bu ç e s itte ,^ îF fasHîk a^fâci olarak. Emeviler asrında ortaya çıkmıştır. Ama, mesele bu sahifelerin nüs­ haları etratm dâ dolaştığı vakit onların istinsah edildiği ana nüshayı soruşturup, sıhhatini incelememişlerdir. Biz, şû~haBir35'n harekede Uydurmacıların cüretini ortaya ko­ yabiliriz : «Emeviler devrinde, bazı kimseler, Kuzey ve Güney araplarm m arasını bulm aya çalışmışlar ve Tubba‘.. , b. Mâ’dîkerib devrinde, gûyâ, Yemen’lilerle Rabia arasına a b ir anlaşmanın yapıldığını ortaya koymuşlardır. Bu ،"

15 Es-Şatibî, elrMuvâfakât, c. 4، s. 18، 16 Müslim» Kitâbu's-Sayd.

--------------

y ^ 7

r ^ —

٠٠٠٦


SÜNNETE YÖNELTİLEN ÎTÎRAZLAR VE CEVAPLARI

anlaşmaya dair vesikanın da, Himyerli b ir em irin torun­ larından bazısının yanında saklanmış olarak buldukları­ nı söylemişlerdir.» Şimdi, böyle bir haberi kabul eden­ lere, zaman bakım ından çok daha yakın olan başka bir haberi kabul etm eleri zor gelmese gerek. Bu haberden kastımız, büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarda ne kadar zekât gerektiğini ele alan haberdir، Bu konuda muhtelif hadisler varid olmuştur، Fakat bunlardan sahih kaynak­ lara alınabilecek nitelikte, ayrıntılı olarak zekâtın nasıl verileceğine dair nizamı belirten• sahih bir haber yoktur. Bu nedenle, raviler, Rasulullah'm zekât konusunda valilerine yaptığı vasiyetleri içeren yazılı b ir vesikaya ihti yaç duymuşlardır. Bunlara, Muaz b. Cebele yaptığı tav­ siye iîe, muhtevâlarını hadis ravilerinin bizlere naklet­ tiği, Amr b. Hazm ve diğerlerine yazdığı m ektuplar örriek olarak verilebilir٠ . *٠٠، *٠ # *yV. Raviler, bu asıllardan nakledilen nüshalarla da ye tinmediler. Bilakis, daha eski bazı asıllar ortaya çıkar dılar. Bu asıllardan, Hz. Ömer'in ailesinin yanında lanan b ir nüsha v ard ır ki, Ömer b. Abdülaziz, ondan bir nüsha daha nakledilmesini emretmiştir. Ebu Davud da, Zûhrî'nin onu sahih bulduğunu rivayet etm iştir. Yine, Ebu Davud'un bahsettiği, Rasulullah m m ührünü de ta­ şıyan bir diğer vesika daha vardır. Bunu, Sumame b. Abdullah b. Enes'ten alarak, Ham mad b. Üsame ortaya çıkarmıştır. Bu vesikayı, Hz. Ebu Bekir, Enes b. Malik'i, zekât toplamak için görevlendirdiği vakit, O n a vermiştir.» Ali Hasen Abdülkadir, bu görüşlerin, geçen asırda m üsteşrikler arasında, revaç bulan görüşler olduğunu ifâde ederek şu, birkaç satırla onlara cevap veriyor : «Bu­ rada m üsteşriklerin mesnedsiz iddialarını, sağdan soldan ele geçirdikleri haberler üzerine bina ettikleri açıktır.


SÜNNET MÜDA 7 A٠‫؛‬٠١ s t

١، ،m

hadîslerin teshilindeki aşırı ihtim am larının b ir so­ ma u olarak sarf ettikleri, cerh ve ta'dil ifadelerini sabit n ،u ekler olarak ele almışlardır.»17 İşte bu kadarı, değerli yazar, Üstad, doktor Ali Ha*en Abdülkadir'in, Yahudi m üsteşrik Goldzier’in görüşı ‫؛‬yle doldurduğu birkaç sahifeden sonra, ona yönelttiği ‫؛‬١١١ iki satırlık cevabıdır. Halbuki O, İslâm ve batı kül­ li ١ı üne vâkıf b ir Ezher âlim idir. O n u n gibi bir âlimin yap­ ması “gereken, kitabım okuyanların gönlünden ortaya atı­ lan şüpheleri izale edecek kadar cevabı uzatmaktı. Şayet ‫)؛‬öyle yapmış olsaydı; Allah'tan engin bir rahm et, Hadis ve sünnetlerin, İslâm ve K ur'an'daki mevkiini bilen biz m üslüm anlardan da teşekkür ve övgü alırdı. Bu m ünase­ betle ben, sünnet ve hadislere bir hizmet, onlara düşürülmek istenen şüphelere de b ir reddiye olması bakım ın­ dan, cevabı uzatmayı uygun gördüm. İslâm, K ur'an ve sünnete karşı hınç duyan bu yahudi m üsteşrikin nazariyelerinin içerdiği bütün kuşkulara tafsilatıyle cevap vermeden önce, M üsteşrikler arasında revaç bulmuş, pekçoğunun sıkı sıkıya benimsediği, oysa çok azmin incelediği, yukarıda sunduğum görüşleri takdim etmeyi münasip gördüm. ١ Müsteşriklerin Bu Görüşlerine Cevaplar: Rasulullah, sahabe ve onlardan sonra gelen "müslüınaniarın özelliklerinden elde edilen gerçekler, Goldzier'ın görüşlerini çürütm ektedir. 1 — Kur'an-ı Kerim. Rasulullah (s.a.s.; a indirilmiş­ tir O da hiçbir ilâve veya eksik yapmadan. O'nu aynen indirildiği gibi tebliğ etm iştir. Sahabe ise, K ur'an'ı Hz. 17 Ali Hasen AbdûFKadir, A.g.e., s. 126. 63


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

Peygamber'den alarak, iyice ezberleyip, anlamak, bilgisini elde etmek için bmürlerini vakfetmişlerdir. Halis arap olm alarına rağmen K ur'an'daki herşeyin bilgisini ihata edememişlerdir. Zira, K u ra n 'm tafsile ihtiyaç duyan mücmel, beyan ve tefsire gereksinimi olan müphem, kapalı tarafların giderilmesi icab eden müşkil ifadeleri vardır. Ayrıea, kendisiyle özel b ir durum kastedilen âm, yine tahsis edilmesi gereken âm ve takyid edilmeye muhtaç olan m utlak ifadeleri vardır ki, bütün bunları anlamada, yalmzea lügat bilmek ve bazı şer-’i kaidelerden haberdar olmak yeterli olm am aktadır. Bu gibi ayetlerin tefsirinde m utlak kanun koyucu ve Allah tarafından bir tebliğci olan Hz. Peygamber'e m üracaat etmek durum undadırlar. Nitekim, Allah Teâla : «insanlara, kendilerine indirileni açıklaman için sana da Kur'an'ı indirdik* Umulur ki, düşünüp anlarlar*»18 buyurm aktadır. Bir diğer ayetinde ise : «Biz bu kitabı, sana, sırf hakkında ihtilafa düştükleri konularda, insanlara açıklanan ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olması için " buyurm uştur. Diğer taraftan, ihtiyaçlara ve beklentileri olan her nedeni toplum gibi, m üslüm anlar da, bir takım dinî ve dünyevî proplemlerle karşı karşıya gelmişlerdir. Sade ve bedevi b ir hayattan, itikad, ibâdet, muamelat, ahlak ve benzeri konularda vahy ve Tevhid esası üzerine kurulm uş bir hayata intikal etmişlerdir. ¥epyeni bir, inanç ve hukuk nizâmına kavuşmuşlar'hr. Dinin aslı olan K ur'an -1 Kerim gerek dinî ve gerekse dünyevi hayatlarında gereksinim duydukları her konuda ve ilk defa karşı karşıya geldikleri problemlerde, 18 Nam, 44. 19 Naili, ‫هﺀ‬

‫ﺷﻮ‬


‫ج‬ ‫؛أ‬

SÜNNET MÜDAFAASI

‫ ا‬1‫أام‬

edebilecek tafsilatlı bir kaynak değildi. Zira, la, anlama ve amel etmenin de ötesinde, O’nun MVİC de İslâm ümmetini yükümlü kılmıştır. Şâherşeyi, bütün d^aylarıyla içerir bir vaziolsaydı, İslâm ümmetine, O’nu muhafaza et‫ ا‬،‫ م‬edecek, dahası buna güç e t i r e ı ^ ^ c e ^ e r d i . Bu Ih, karşılaştıkları limi ve dünyevî bütün meselelerHah’m hükm ünün ne olduğunu öğrenebilmek, Kur'٢٠٠ hikmetlerini öğrenmeye olan arzularını tatm in İmek, O n u n itikâd, ibâdet, muamelât, ahlak, siya٠ [lenzeri konularda ihtiva ettiği bilgiye m uttali olak ¡çin, mutlaka, ama mutlaka, bir müjdeci, korkunuallim ve dosdoğru yola b ir kılavuz olarak gön?eygamber'e başvurm ak zorundaydılar.

Rasulullah (s.a.s.) m, kadın erkek, bütün müslüman‫ ا‬her konuda, kendisine başvurdukları yegane merci ‫ ااواااا‬, m eşhur ve tevatüren sabit bir k e m iy e ttir, öyleki, ılar, gusûl, hayız, nifâs, temizlik ve ihtilâm olma gibi A özel meselelerini bile Rasulullah'a soruyorlardı. Ra‫ اااا‬1‫( لﺀآل‬s.a.s.) da, hiçbir hürm eti çiğnemeden, ve haya «mırlannı aşmadan, en açık bir şekilde onlara, izahatta ،^ulunuyordu. Kadınlar ise, genellikle, utanıp, Rasulullah'a Ilıkça soram adıkları konularda m ü'm inlerin anneleri vasüasıyle sorup, yardım alıyorlardı. Rasulullah (s.a.s.), bütün bunlara, ya kendisine vahyolunduğu şekliyle cevaplar veriyor ‫إي‬çoğunlukla böyle olm uştur— yahut da içtilıadda bulunarak cevaplar veriyordu. Muhakkik âlimlerin kanaatine göre, Rasulullah ictihad ediyordu. Ancak içti- ‫ﻣﺮ‬ Kadında hata üzerine karâr'kîlinâsına müsade edilmiyor- ‫م‬ dm KasuiullaJı'ın'içtıhad ettiği konuda vahyin g e l m ^ ^ si7~AIJalı reâlâ'nın O n u, içtihadında tak rir etmesi a n la ^ . mıha gelmektedir. 1

65

‫ﺭﺭ‬

‫ﺀم‬

‫ﻡ‬


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

Sahabe, Rasulullah'tan teşne yönelik sadır olanları, bu esasa göre değerlendiriyor, hatta harp, siyaset gibi dün­ yevî meselelerde dahi, tutum unun, Allah'tan gelen vahye göre olabileceğini imkân dahilinde görüyorlardı، Bedir savaşında, Hübâb b. Münzir ile Rasulullah arasında ge­ çen şu konuşma buna güzel bir delil o la b ilir: «Ya Rasulallah! Burası bizim için tercih hakkı olmayan, Allah'ın sana karargah edinmesini emrettiği bir yer midir? Yoksa, sizin bir görüşünüz ve harp stratejisi icabı (tercih etti­ ğiniz bir yer) midir? Rasulullah; Bilakis, benim, kendi görüşüm, bir harp stratejisi icabı seçtiğim bir yerdir.» Rasulullah'm bu sözü üzerine, Hubab, başka bir veri önermiş, Hz. Peygamber de, istişare sonucu orduyu, ora­ ya istihkam etm iştir. Buraya kadar söylediklerimiz kabul edildikten sonra —ki kabul edilmek durum undadır— Rasulullah'm, m uh­ telif beyan çeşitleriyle K ur'an'ı beyanı ve tefsirine dair büyük bir servetin varlığına, ayrıca, bundan başka, m üs­ takil olarak, sünnetin koyduğu hükümlerine ve K ur'an’da bahsi geçmeyen bu hükümleri izâh eden hadislerin mev­ cudiyetine inanmamız gerekecektir, işte bu muazzam ser­ vet, ister kavli, ister fiili ve isterse takriri olsun sünnet ve hadislerle bilinen olgudur. 2 — Sahabe, kanun koyma yetkisine sahip, Rasu lullah (s.a.s.)'dan, sadır olanlara, büyük bir özen göster­ miş, onu kendi canları ve ruhları mesabesinde telakki et­ mişlerdir. Sahabeyi Rasulullah'tan sadır olanları belle­ meye, anlayıp öğrenmeye ve onlarla amel etmeye sevk eden unsurlar şunlardır : a) Herşeyden önce, takva mertebesine, Rasulullaiı m getirdikleriyle amel etmekle ulaşılabilmesi, Islâm 'da en


SÜNNET MÜDAFAASI

ı ،٠٠،١١i A'iefe de yalnızca, bu takva ile nail olunabilme٠ ٠ ،Ih Allah Teâla : «Allah katında en keriminiz, en mut١.٠١٠ I o!;mımzdır.»20 buyurm aktadır. Takvaya ise, sadece U٠١ »١٠ \ ،* Rasulullah'm sünnetiyle amel etmekle erişilebilir. ١١٠، itibarla onlar, K ur'an'ı muhafazaya gösterdikleri iti•٠ ٠١ aynen, Rasulullah'm sünnetlerini m uhafazada da ،•>■،uıinişlerdir. Mü'minlerin emiri Ömer b. el-Hattab, M» kke emirine : «Yerine, kimi bıraktın? diye sorduğu va١ ٠١ O na; îbn Ebzâ'yı, bıraktım , cevabım vermiş. Ömer; ı i ،1 ١ Kbzâ da kimdir? dediğinde ise; Mevâlîlerimizden bir ، . ١٠١٠ sidir, karşılığını vermiştir. Ömer’in; Bir köleyi nasıl f ،ine bırakabilirsin? demesi üzerine; Bırakırım, çünkü ١ ١, h u r'an hafızı ve feraiz âlimidir. Zira ben; Rasulullah ‫ ؟‬٠ <ı.s.)'ın ‫« ؛‬Allah, bu kitapla bir takım toplundan yük،4-1lir, bir kısmını da alçaltır» buyurduğunu işittim, de­ miştir. Hadisi, Müslim rivayet etm iştir. Rasulullah'm mec­ lisine verilen öneme bakın ki, sahabeden herhangi biri »ı aya giderken arkadaşına «Gel de bir saat iman edelim» ‫!؛‬ermiş. b) Dinî hükümlerin pekçoğu ve Rasulullah'dan ge­ lenler, çok m eşhur olan ya da bazı sahabilere has bu­ lunan olaylarla ilgilidir. Veyahut da, hatırda tutulm asın­ da büyük rolü olan soru v.b. hususlarla ilgilidir. Bu ka­ bul edilen bir gerçek olduğuna göre, Goldzier ve onun gibi düşünen oryantalistler, sahabenin, sünnet ve hadis­ lerin büyük bir kısmını ezberleyerek, tabiuna nakletmiş olmalarını, tabiunun da sonraki nesillere aynen iletmek suretiyle, onların ta bize kadar gelmiş olmasını neden imkansız görüyorlar? 20 H ucurât, la 6

7


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

c) Sahabenin, Rasulullah a besledikleri sevgi darbmesel haline gelmiştir. Dost düşm an herkes de bunu ik­ ra r etm ektedir. H atta, Hudeybiye andlaşm asm dan son­ ra, Rasulullah m m uarızlarından bazılan m üşrik kavimlerine gelerek : «Allah'a yemin olsun ki, K isrâ’yı da, Kayser'i de m ülklerinde gördük. H içbirinin ashabı, Muh am ­ me d fin ashabm m O'nu sevdiği kadar, onlardan birine m u­ habbet beslemiyordu.» demişlerdir. Rasulullah'a karşı sevgileri, ondan akıp gelen suyu,&e abdest suyunun a r­ tığını elde edebilmek içm birbirleri ile çekişecek kadar ileri b ir düzeye varm ış, Rasulullah'm balgamını ve tükrüğünü elde edebilmek için gözlerini dört açacak kadar had safhaya ulaşm ıştır. H adislerin ve sünnetlerin ezber­ lenmesinde bu sevginin tesirini, vann, siz hesap edin. Bu­ gün bile insanlar, bazı lider ve politikacıların pekçok sö­ zünü ezberleyebilmektedirler. Peygamberlik ile önderlik arasındaki, yine, Peygam bere tabi olan sahabe ile, ön­ derlere bağlanan kim seler arasındaki engin farka karşın, nasıl olur da, sahabenin çok sayıda hadis ve sünneti ez­ berlemeleri ve kendilerinden sonra gelenlere tebliğ etm e­ leri imkansız görülebilir? 3 — Sahabe ve tabiim, ,Rasulullah'm vefatından son­ ra, sünnete, onun toplanm asına ve korunm asına eşsiz bir itina gösterm işlerdir, işte, Cabir b. Abdullah (r.a.); bir tek hadisi, doğrudan Rasulullah (s.a.s.)'dan rivayet eden birisinden işitebilmek için tam b ir aylık yol tepmiş ve bu iş için özel olarak bir deve satın almıştır. Bunu, Buharî m uallak olarak rivayet etm ektedir. Ve yine, işte, Abdullah b. Abbas (r.a.)‫ ؛‬sahabeden birinin bir hadisi ku­ lağına gelmiş ve hemen direkt kendisinden işitmek için kalkıp yanm a gitm iştir. Uyumakta olduğunu öğrenince, ridasını yastık edinip kapısının önüne uzanıvermiş, rüz68


SÜNNET MÜDAFAASI

tığı kumla Iişarı çıkmış ve : «Seni buraya kadar getiren nedir? Iııllah'ın amcasıoğlu. Birini gönderseydin de7 ben ،•!şeydim olmaz mıydı?» demiştir» Bunun üzerine \bbas, sana gelmek, bana düşer, demiş, sonra da, ha bı/.zat ağzından işiterek ayrılıp gitmiştir. Sahabenin de Câbir b. Abdullah ve İbn Abbas gibileri daha ktur. Sahabeden sonra gelen, tabiûn da, sünnet ve hadis ■fer Larşı aynı itinayı m uhafaza etm işlerdir. Said b. Cü٠٠ vı 'in îb n Abbas ile yolculuk yaptığı, bu esnada O'ndan Im/ i hadisler işittiği, bu hadisleri binitindeyken yazıp, in­ li Uen sonra da kitabına geçtiği rivayet edilmiştir. İslâm âlimleri, ta sahabe devrinden itibaren, metin toplanılıp, genel b ir tedvine tabi tutulm ası işle tamamlanıncaya kadar, O n u n lafızlarını ezberlemek, ٨ alarmı anlam ak ve hüküm lerini kavram akla temayüz !inişlerdir. Hadiste, uydurm a akım ına karşı durm uşlar, alancı ve uydurm acılan sıkı bir takibat altm a alm ışlar lir. Gizli ve kapalı yönlerini açığa çıkarıp, gerçek veç­ helerini ortaya koym uşlardır. Böylece, insanlar onlardan kaçınmış ve görünüşlerine aldanm am ışlardır Allame, Ebul-Ferec A bdurrahm an b. el-Cevzi (ö. h. 597) şöyle dem ektedir : «Hiçbir kimsenin K ur'an’a ilave de bulunm ası m üm kün olmayınca, bazı zümreler, sulullah’ın hadislerine ziyadelerde bulunmaya, söylemedi ği şeyleri O'na nisbet etmeye başladılar. Bunun üzerine Allah Teâlâ, rivayetleri tashih edecek, sahihini ortaya koyup, zayıfını gün yüzüne çıkartacak b ir topluluk ya rattı ve hiçbir asrı da onlardan boş bırakmadı.» 69


SÜNNETE YÖNELTİLEN İTİRAZLAR VE CEVAPLARI

Süfyan es-S evrî de (ö.h. 161) «Melekler, gökyüzünün m uhafızları, h u d isçiler de yeryüzünün muhafızlarıdır» di­ yor. Abdullah b. el-Mübarek'e (ö.h. 181) de. «Bu mevzu hadisler ne ola.cak?» diye sorulduğu, O n u n : «Onların iç­ yüzünü ortaya koyacak uzm anlar daim a varolacaktır» di­ ye cevap v erd iğ i rivayet edilmiştir. im am Ez-Zehebî de «Tezkiretûi-Huffaz» adlı eserin­ de şunu k a y d e tm iş tir: «Halife. Resid. bir zındığı öldürmek için alıp getirdiği vakit O: ben, bin tane hadis uydu­ rurken, sen n e re d e y d in ? diye sormüş, Halife de : Ey Al­ la h 'ıîrtlIşm ân îr^ E b ü fshak el-Fezarî21 ve Abdullah h. eh Mübarek, o n d an tetkik edip, tek tek ortaya çıkarırken, esâs^sen neredeydin ?» karşılığım verm iştir. Yine, Îb rrü l-M ü b a re k 'in : «Eğer, çölde birisi yalan Eylem eyi tasarlasa, insanlar O'na yalancı demeye başlar]ar.» dediği d e rivayet edilenler arasındadır. Yapmış olduğum uz bu nakiller, hadis âlimlerinin yalancılara ve h ^ d is uyduranlara karşı ne kadar uyanık olduklarınjı, sü rek li denetimde bulundurarak, uydurdukları şeyler nedeniyle o n lan kınayarak yalanlarını ortaya çıkardıklarını, ortaya koymaktadır. İşte bu şekilde hilelerini kendilerine çeviraıişlerdir. B ütün bu ve burada zikr ine im kan bulam adığım ız gerçekler bizi, sünnet ve hadişlerin sağlam tem eller lizerine oturduğu ‫ ؟‬ilgisine ve inancına g o tu rm ektedir.-G oldzier,in iddia ettiği gibi; 0 ‫أآت‬ darın, m ü slü m an lan n dinî, siyasî ve sosyal alanlardaki gelişmelerinin b ir ü rü n ü olm adıklarını ortava kovmak: tadır. Blie n n y o rım TJsiâm. â l e m i n i n her tarafında, ibadet Ve m uam elata dair kuralların ve benzeri hususların bü-

‫ص‬ 2

1

Hafız, Şeyhu’l-Islâm, el-Kûfı Cö.b.

b Miihammed b. el-Harls

‫ﻋﺎﻟﻈﺴﻞ‬

' 70


SÜNNET MÜDAFAASI

...

ıııında ittifak söz konusu iken, hadislerin büı.ijgnnİLiğu, nasıTölür da، gelişmenin ürünü olabilir? edildiği gibi, mesele^ b ir gelişim meselesf lüm anlarTm ittifaka ulaşamazlardı. Fıkhın f üI; ihtilafların çok büyük b ir kısmı, bakış açıları٠٠٠ farklılığı sebebiyledir. Pek çoğu da, içtihadda takip lı m yönteme, birtek delil üzerindeki anlayış farklılık١١١.، yöneliktir. Yine, bir takım hadislerin, bir bölgede tınabilmesine karşın; başka b ir yerde bulunam am ası hu ihtilaflarda önemli bir faktördür. Bunun sebebi ise, ‫؛‬,ısım sahabinin haberdar olduğu hadislere, b ir kiş­ imin >u m uttali olmamasıdır. 1

■ ■ w■ ‫ « ؛‬-٠

Kaldı ki, biz ilk asrı, fıkıhta b ir çocukluk dönemi oLııak asla kabul etmiyoruz. Bu asrı, yalnızca, dinî ve hn kıı kî bakım dan bir olgunlaşma devri olarak telakki ediv،n uz. Âlimler, teferruata dair konularda, ne kadar ihti­ lal ederlerse etsinler, hüküm lerin tesbitinde yegane müı.ıcaat ettikleri kaynaklar K u ra n , sünnet veya bu ikisine kıyas ve b ir de icma'dır.

٠

Rasulullah döneminin, dinî ve fıkhî bakım dan bir ol­ gunluğa erişme dönemi olduğunun en güzel delili, Allah Teâla'mn Veda Hacc'm da indirdiği şu âyettir : «Bugün, si­ ze, dînînizi ikmâl ettim . Üzerinize nimetimi tamamladım. Ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim.»22 Rasulullah'ın şu sözleri de buna b ir delildir : «Size iki şey bı­ raktım. Bu ikisine sarıldığınız müddetçe sapıklığa düş­ mezsiniz. Bunlar Allah'ın kitabı ve benim sünnetimdir.» Rivayete İm am Mâlik ve Hâkim eserlerinde yer verm iş­ lerdir. Başka b ir hadisinde ise, Rasulullah bu hususa şöy­ le işaret etm iştir : «Sizi, gecesi gündüzü gibi olan ve yal22 Mâide, 3. 71


sünnete

y ö n e lt ile n İt i r a z l a r

ve cevaplari

nızca helak olmuş kimselerin sapacağı, berrak bir burhan üzere bıraktım.» Asırlar ve zam anlar ne kadar ilerlerse ilerlesin, müslüm anlar; din ve dünyevi konularda ihtiyaç duydukları her hükmü, K ur'an'da bulabilirler. Şayet, orada bulamıyacak olurlarsa, sünnete başvururlar, eğer orada da, b u ­ lamazlarsa, K ur'an'da veya sünnette bulunan benzeri hü­ küm lere kıyas ederler. Bunların hiçbirine im kan bulam a­ dıkları takdirde, K ur'an ve sünnetten çıkarılan usul kaideleri çerçevesinde ictihad ederler. İslâm 'da ictihad, kıya­ mete kadar baki b ir olgudur. Ancak, ictihad edecek şah­ sın, içtihada ehil olabilmesi için, m utlaka, taşım ası ge­ reken b ir takım , şartlar sözkonusudur. Binaenaleyh, İs­ lâm'ın ictihad müesesesi her isteyenin girebileceği bir kapı değildir. İslâm 'ın bütün insanlık için evrensel, kı­ yamete kadar baki b ir din olması için, ictihad kapısının da açık ve kıyamete kadar O'nun da baki kalması icabeder. Ta ki, dinî ve dünyevî konularda beşeriyetin her tü r­ lü ihtiyacına cevap verebilsin. «İşledikleri fücûr miktantıca insanlar için hüküm ortaya çıkarılması gerekir» di­ yen kimse, ne kadar doğru söylemiştir. İslâm hukukunun, geçirdiği gelişme dönemlerini, ço­ cukluk, gençlik, olgunluk ve kem âl asrı gibi devirlere ayırınak^tslâm ^Şeriatı lIenDağdaşmaz7~Zîrâ, İslâm leşriârtının aslı, K ur'an, sünnet, icma ve kıyastır. Böyle bir taksim ancak, beşerî sistem ler ve vaz'î kanunlar için söz konusu olabilir. Oryantalistlerin pekçoğu, İslâm hukukuna, Allah ka­ tından gelme İlâhî b ir Hukuk nizamı olarak bakmıyorlar; onu, diğer beşeri sistem ler ve vaz'î kanunlar gibi değer­ lendirmeye tabi tutuyorlar. îşte bu yüzden sözkonusu h a­ talara düşüyorlar.


SÜNNET MÜDAFAASI

ı vı*ı, tıkıh ve ahkam a dair eserlerin tedvininde bir |Nu* söz konusu olabilir. Bu, Allah'ın bütün ilimler kovduğu bir kanundur. Hepsi, azdan başlar gittikçe hı, basitten m ürekkebe doğru ilerler. Fıkıh ise, Ki، siııınet, îcm â ve kıyas olm ak üzere, ilâhı hukuk üzehina edilmiştir، Ancak, onda asırlar boyunca, anlaUTcih ve hüküm lerin istinbatm da, fakihlerin büyük gayreti sözkonusudur. Ictihad ve istinbat konusunda, mezheplerin yöntem klılığına ve çokluğuna rağmen, herhangi b ir fıkıh kima m üracaat edilecek olursa, K ur'an ayetleri ve Hz. yam ber'in hadisleri ile dolu olduğu m üşahede edilir.

i iC e/?

73


BÖLÜM VII

ORYANTALİSTLERİN ŞÜPHELERİNE VERİLEN AYRINTILI €EVAPLAR — Biz, m uttaki âlimlerin, Emeviler aleyhine hadis uydurdukları, onlardan intikam alm ak için, düşm anları١•.، övgüler dizdikleri yolundaki oryantalist iddialara kaıılnııyoruz. Takva ile hadis uydurm ak b ir arada buluna!١١٠١/ Avâm, havâs, herkesin bildiği gibi «takva» insanın, ٠١٠ ١١١ içiyle ve hem de dışıyla, dinde istikâm et üzere olması ‫ أد‬inektir. ‫ا‬

[ Burada, «muttaki» kelimesi, m utaassıp m üsteşrik tıoldzier'in gâyesine sinsice erişebilmek, okuyucuya itha،١١١١١! kolayca kabul G ire b ilm e k için, cümleye sokuştur‫ ال ﻏﺎاام‬b ir â lim e d ir. Zira, verm ek istediği intiba şudur : Muttaki âlimlerin hâli bu olunca, takva sahibi olmayan، ٠١١١١ hâlini, varın, siz hesab edin. Hiç şüphesiz, onlar, diğerlerinden çok daha ileri gidip, hadis uyd^m ıada on‫ ال اﻧﺎ‬fersah fersah geride bırakm ış olacaklardır. Biz, bu iftiracının iddiasında ne derece haklı oldugunu görebilmek için; o m u ttak i âlim lerden bazısının isimlerini vermesini beklerdik. Ta ki, söz konusu kimseler hakkında, cerh ve ta'd ii im am larının sözlerini tesbit edelim de, iddia edildiği gibi, gerçekten âlimler nü, yoksa âiim müsveddeleri mi, veya ilinde uzaktan yakından ilgisi olmayan kim seler mi, öğrenelim isterdik. Ne var ki, İslâm 'a ve m üslüm anlara hınç besleyen b u yahudi yazar.


ORYANTALİSTLERİN ŞÜPHELERİNE CEVAPLAR

kötü m aksadını kamufle edebilmek için sözü müphem bırakm ıştır. Biz m üslüm an âlimler, Emevileri ve muarızlarım öven, ya da yeren hadislerin uydurulm uş olduğunu in­ kâr etmiyoruz. Nasıl, inkâr edebiliriz ki, mevzu hadis­ lere dâir yazılan eserler bunların pekçoğunu ortaya koy­ m aktadır. Fakat bizim, şiddetle karşı çıktığımız husus bunu yapanların m uttaki olm aları iddiasıyla; hadisçilerin mevzû haberleri anlam adan, onları uyduranların ayı­ bım, kusurunu ortaya koymadan* rivâyet etmiş olm aları iddiasıdır. Nitekim İbn Sirîn, bu konuda diyor k i : «Daha önceleri, isnad sorulm uyordu. Ne zaman ki, fitne zuhur etti. O vakit, kendisinden rivâyette bulunduğunuz kim ­ seleri söyleyin denilmeye başlandı. Sünnet ehlinin hadis­ leri alınmaya, bidat ehlininki reddedilmeye başlandı.» Sünnet ehli olanlar, inanç ve h attı hareketlerinde dürüst olan kimselerdi. B idat ehli ise; bunun tam tersi b ir ko­ num içerisinde bulunan kişilerdi. Yine, îb n Şîrîn : «Bu ilim (hadisler) dindir. Dininizi, kim den aldığınıza iyi dik­ k ât edin.» diyor. Bunu, Müslim, «Sahih»inin m ukaddim e­ sinde rivâyet etm iştir. Müslim'in bu konuda b ir diğer rivâyeti de, Abdullah b. M übârek’in şu sözüdür : «İsnad dindendir. Şayet, isnad olmasaydı, isteyen, dilediğini söy­ lerdi.» Ibnu'l-M übârek'in ‫« ؛‬Bizimle hadis rivâyet eden şu kavım arasında ayaklar, yani isnad vardır»! sözü de, Müslim'in rivâyetleri arasında yer ârm aktadır. Künyesi Ebuz-Zinâd olan. Abdullah B7 Zekvan'dan da : «Medi— »

Bıırada, hadislerin kendisiyle kâim olduğu isnad, hayvanın üzerinde durduğu ayaklara benzetilmiştir. Nasıl ki, hayvan­ dan ancak, ayaklan varken istifâde edilebilirse, aynı şekil­ de, hadislerden de, yalnızca isnadlan olduğu vâkit istifâde edilebilir, denmek istenmektedir.


SÜNNET MÜDAFAASI

،١٠• ıl<* yüz kadar güvenilir insan tanıdım . Ne var ki, bu ١،.11، ehli olm adıklarından kendilerinden hadis alınmazdı» >I،•،ligi rivâyet edilmiştir.2 [ îşte bütün bunlar, âlimlerin, yalancı ve uydurmacıI ،١ ı takibât altında tutup, gerçek yüzlerini oıtaya koymada ١١٠٠ kadar uyanık olduklarına delâlet eder. Daha evvel, m üş­ ir٠١.‫ ؛‬klerin sözlerini özet olarak eleştirirken, m uttaki âlim ­ lerin, değil hadis uydurm a hareketine ortak olmak, bu 1‫؛‬،;diyetler karşısında nasıl cihad ettiklerini izah etm iştim. i

İşaret etmek istediğim diğer b ir nokta da, ilk asır٠١٠١, ortaya çıkan fitne ve ihtilaflara rağmen, insanlarda­ ki dinî güdünün, hala kuvvetli olduğudur، Bu dinî güdü, muttaki alimlerde ve hak konusunda eleştiri alm aktan sakınmayan kim selerde çok daha kuvvetli ve nettir. Ne kınama ve ne de tehdit onları, hiçbir zaman korkutam am ıştır. H er zaman iyiliği emredip, kötülükten sakındır­ dıkları ise bilinen b ir gerçektir. Çoğu zaman, b ir âlim, halife ve idarecilere nasihat edebilmiş, hakka ve dine m u­ halefet ettiklerini onlara söyleyebilmiştir. Mesele, böyle ulunca, m uttaki âlimler, niçin, m ünafıklık yapıp, amaç­ larına yalan ve desise ile ulaşm aya çalışsınlar? Goldzier'in de itiraf ettiği üzere, onlar m uttaki insanlardır. Bütün m üslüm anlann nazarında takva vasfı Rasulullah (s.a.s.)'a yalan isnadıyle çelişir ve onunla, asla, bir arada buluna­ maz. Hâlife ve idarecilerin gönlünü alm ak için, hadis uy­ durm a işini, ancak, dinlerini dünya karşılığında satan, şahsiyetsiz, ahlakî ve dinî bakım dan zayıf karakterli kim­ seler yapabilir. Öte yandan, halife ve idareciler de zaten, dindar ve ahlaklı insanlardı. Asla, kendileri lehine, Peygamber e ya2 Müslim, Nevevî Şerhi, c. 1, s. 78-88.


ORYANTALİSTLERİN ŞÜPHELERİNE CEVAPLAR

lan isnadına razı olmazlardı. Bunun en güzel örneği, Gıyâ b. îb râ h im le ilgili şu rivayettir : « B ir ^ n , Halife Mehdî'J nin huzuruna giren Gıvas O h u n güvercinlerle ovnadıgı nı ٣٢ gorur hemen O h a : «Mızrak, tırnak (at, deve) ve kanat (kuş v.b.) m üsabakasından başka yarış, m eşru değildir» diye b ir hadis rivayet ederek Halife'nin gönlünü almak için «kanat» kelimesini hadisin sonuna ilave eder. Burada, uydurulan yalnızca son lafızdır, hadisin diğer kısmı sahihtir. İm am Ahmed ve Sünen-i E rbaa yazarlarının eserlerindeki varyantında «kanat» kelimesi yer alm am ak­ tadır. Hadisi rivayet ettikten sonra Gıyas, gitmek maksadiyle kalktığı vakit, halife O n u n yalan söylediğini farketmiş ve o h a ‫« ت‬Senin yalancı b ir adam olduğundan emirüm» demiştir. Bilâhere de, Gıyas ve benzeri, münafık, di ni gevşek k i m l e r i n hadis u ^ u re n a la rın a sebep olduğu 1‫ ؟‬in güvercinlerin kesilmesini emretmiştir." ***** *

1

ı l ı

Buna benzer, diğer bir hadiseyi de^Hatib el-Bağdadî, yalancı Ebu'l-Bi^hterîhin terceme-i halinde zikretm iştir. Birgün bu zat, kıssa anlatm ak için halife H arun er-Reşid' in huzuruna girmiş, b ir de bakmış ki, halife güvercin uçuruyor hemen b ir hadis uydurm uş ve ‫« ت‬Rasulullah (s.a.s.' da güvercin uçurm uştur» deyivermiş. H arun er-Reşid, O h u n yalan söylediğini farketm iş ve azarlayarak : «Defol, huzurum dan, eğer Kureyşli olmasaydın seni azlederdim» dem iştir. K e s k ^ azletsevdi, va da tutup, cezalandırsavdı. ne vardı? Bakınız halife Mehdi ve H arun Reşid, gönülleri alın­ m ak için uydurulan hadislere, nasıl da tepki gösteriyor­ lar. Bu, halifelerin vicdanlarının ve dinî hamiyetlerinin kuvvetli ve^diri olduğuna delalet eder. ‫ص‬

« .¿ s \ ^

\

‫ﻫﻤﺎس‬

-'.;٠

،‫ج‬ ‫م‬

M r_

7

‫ا‬

. ،‫ﻋﺔ‬

،''/

‫اﺑﺼﻤﺎ‬

،-

<‫م‬

١ ‫م‬

;,\

■ ‫ﺷﻤﻢ‬


BÖLÜM VIH

B urada ele alacağımız şüphe de, öncekilerde olı>ıı iiibi, ciddî ve İlmî meselelerde hiçbir mesnede da !imadan, ulu orta, ileri sürülm üş b ir iddiadır. Biz, bu Ijihcciden Emevi halife ve hüküm etlerinin insanları ha.ydurmaya teşvik ettiklerini; canlarının h er istediğibadis uydurarak desteklediklerini gösteren delilleri !erimizin önüne sermesini beklerdik. Kendisine aldaanların ve onların borazanlığını yapan m üslüm anlarm arında, m uhakkik ve yaptığı alıntılarda güvenilir bir ‫ أا‬olan Goldzier'in garipliklerinden birisi de, hadis uyıırma hareketinin, oldukça erken b ir devirde başladığım sürmesidir. Bu meyanda, Hz. Muaviye'nin, Muğire b ١١ ‫' و‬be'ye söylediği şu sözü de delil getirm ektedir : «Aman! Osman'ı rahm etle anmayı ve Ali'ye hakaret etmeyi, HiTı t a r a f t a r l a r ı n a s n v m e v i ihmal etme. HadisIerinLd**--eü= k göster...» Goidzier, m aksadına nâil olabilmek için, mn hemen, «hadislerini de» ifâdesini ilave ediver- ‫م‬ iştir. Halbuki rivayetin, TarîEiTt TaBeıTdekî şekTFşoy Icclır : «Aİıvı kınayan, O na hakaret eden kim selere ra h ~ ? y«*، ‫ﻩ‬ 1‫ أآة‬ökuıTld. *k'aînızca Hz. ü sm an ı rahm et ve istiğfarla an Al im ٨ ffsnabı kınanmaya p rıi s t a h akl r ^ Ö nlârdan uzak dj±u ' ‫ أ‬İmalı ve sözlerine kulak verilmemelidir. Hz. O sm an’ın taraftarları ise^aşırı derececJeovülmeli, onlara yakınlıklfuulmalı ve onlarla konuşulm alıdır » A *

"

to m

*

‫ﺱ‬

I

f c —

--

‫مم‬

Biz, bu metinde, Goldzier'in iddiasına delâlet eden birsey göremiyoruz, işte , m üsteşriklerin iktibaslardaki ‫ﺩﺀﺍﺀ‬

w

i l l

٢ ‫ﺍ‬

.‫مﻣﺢ ؟اث‬

٠٠

,

‫ف ﻣﺤﺪا‬


ORYANTALİSTLERİN ŞÜPHELERİNE CEVAPLAR

venirlikleri böyledir. Bu sözü okuyan kimse şöyle tahavyül eder ‫ ت‬îlk asırda, İslâm üm m etini b ir dağınıklık sarm ıştır. İslâmî ruh b ir telâş içinde veya izmihlâlle karşı karşıyadır. Aksi takdirde, m uttaki âlimlerin, Emeviler aleyhine hadis uydurm aları; Emevilerin de, aynı şekilde onlara karşılık vermeleri neyle izah edilecektir? Eğer, Goldzier yalnızca faziletlere ve karalam aya yönelik hadisleri kastetm iş olsaydı, mesele biraz olsun yumuşardı. Fakat O, dinî işlerin hemen hemen tam am ında, okuyucuya, bu hayâlî durum u tasavvur ettirm ek istem iştir. Diğer taraftan, Goldzier’in bir diğer iddiası da : ister, dinî, isterse itikadî olsun, ihtilafa m edar olan her meselenin sağlam isnadlı b ir grup hadise dayandığı o lu n d a k i, iddiasıdır.

Bir defa, ihtilaflı olan her konuda, herkesin sahih ha: dişlere^dayandığı tezini reddediyoıuz. Kendirinde ihtilaf *edilen~o kadar*çolTmesele v a r la , taraflar, hiç de delil oP mıyacak ]hadislere sarılm ışlardın Ayrıca bırTconuda müc e rrc d -o la ra k lîltîla î edîImIş~oIması ve onunla ilgili sahih olduğu ileri süriilen hadislere dayanılması, söz konusu hadislerin uydurm a olm alarını gerektirmez. Fıkhî meselelerde ihtilafların m akul sebepleri âlimlerin enine boyuna zikrettikleri sahih yorum lan vardır.l Kaldı ki, ihtilaflardan b ir kısmının, insanlara genişlik olması bakım ından, R asulullah’m herhangi bir fiilinin farklı şekillerde hikaye edilmesi buna yol açmış olabilir. Sahabeden birisi Rasulullah'ın b ir fiilini, başka bir diğeri de ayrı b ir fiilini nakletm iş olabilir. Bu gibi ‫ ﻧﺎل‬ram larda, gerçekte bir çelişki ^ k o n u s u değildir. Zira, 1 Bkz. tbn Teymiye, Refu’l-Melâm ani’I-Eimmeti’l-A’laın, Huccetuliah el-Baliğa, c. 1, s. 1‫ﻫﻞ‬. 80


SÜNNET MÜDAFAASI

ı ،kı davranışta m ubah ve m eşru b ir davranış olabiYahııt da, biri mubah, diğeri m üstahab veya her ikisi mıistehab olabilir. Bu arada, her ikisi de vacip olup, 11 ıl‫؛؛؛‬erinin yerini tutabilecek nitelikte olabilir. İhtilaflardan b ir kısmı da vardır ki, bunlar, sahabe١ ٢١ ı bazılarının Hz. Peygamber’den herhangi b ir hükm ü «،itmiş olması, diğerlerinin de onu işitmeyip, şer’î kaide B t usuller çerçevesinde, ietihad etm esinden kaynaklanah ıln . Içtihadları bazen, hadise muvafık düştüğü gibi, ba­ zın de düşmeyebilir. Bu noktada, sahabenin hepsinin, Itasulullah ile her zaman berâber olma yönünden, aynı dü­ zeyde olm adıklarını hatırlam ak lazım. ■

Rasulullah (s.a.s.) vefat edince, Sahabe, İslâm âlemi­ nin çeşitli yerlerine dağıldılar. Kimisinin bildiği hadisler­ den, kiminin hiç haberi yoktu. Medine v.b. yerlerde; yeni b i r problemle karşılaşıldığı zaman, o konuda hadis bu­ lunabiliyor ve hadis doğrultusunda hükm e varılıyordu. I akat, daha sonra, başka b ir yerde aynı türden b ir prob­ lemle karşı karşıya geliniyor, oradaki sahabilerin, ilgili hadisten haberleri olmayabiliyordu. Binaenaleyh, onlar da, mecburen ietihad ediyorlardı. Bilahare, konuya ilişkin bir hadis ortaya çıkıyor. Sahabe bu hadisi rivâyet ettiği va­ kit de, onlar, sözkonusu meselede, kendilerinin haberdar olm adıkları ve fakat bize kadar naklolunan hadise ters bir hüküm vermiş gözüküyorlardı. Onların hadis doğ­ rultusunda amel etmemeleri, kendilerine ulaşm adığı için, hadis hakkında b ir cerh unsuru olamaz.

Bazen de, rivayetlerdeki çelişkinin kaynağı, Hz. Pey­ gam ber’den m üşâhede ettikleri hali nakildeki, bakış açı­ larının farklılığı olabilir. Zaten, b u kabil ihtilafların ço­ ğu, b u sebeb dolayısıyladır. Bunun, en güzel örneğini,


ORYANTALİSTLERİN ŞÜPHELERİNE CEVAPLAR

Rasululllah'm hangi çeşit hac yaptığını dile getiren rivâ, yetlerde görmek m üm kündür. Bu rivayetlerin b ir kısmı O nun, Hacc-ı Kıran (bir ihram la hac ve umreyi birlikte yapmak), b ir kısmı, Hacc-ı îfrâd (yalnızca haccetmek), bir. kısmı da, Hacc-ı Tem ettü (Hac ve Umre, her ikisi için ayrı ayrı ihram a girmek) yaptığını ifade etmektedir. Bunun nedeni şudur : Sahabeden bazıları, Hz. Peygam­ berim hac için ihram a girdiğini görmüş ve O'nun Hacc-ı îfrâd yaptığını rivâyet etm işlerdir. Bazıları da, haccm ya­ nında Umre de yaptığını görm üşler ve Haccınm Hacc-ı Kıran olduğunu rivâyet etm işlerdir. Hacc-ı Tem ettü yap­ tığını rivayet edenler ise, Tem ettu'nun şeriî m a'nasını de­ ğil de, luğat m anasım kastetm işlerdir. Sahabeden gelen rivayetlerdeki çelişki, bazen de, ha­ disi farklı anlam aktan, ya da, zahiren çelişkili gibi görü­ nen hadislerin arasını cem'deki yöntem ayrılığından o rta­ ya çıkmış olabilir. Yine, hükm ün illetine yahut b ir nassı diğerine tercih etmeye değişik yaklaşım tarzı da buna ne~ den olmuş olabilir. İhtilafların b ir diğer nedeni de, hadislerin âm, has, m utlak, mukayyed, mücmel ve mübeyyen oluşlarıdır. İm am lardan b ir kısmı, hadisi âm olarak telâkki ederken, bir diğer kısmı, O n u n tahsis edildiğini söyleyebilir. Yine, bir kısmı hadisin m utlak, diğeri de mukayyed olduğuna kanaat getirebilir, v.b. İslâmî ilimlerde, derinlemesine inceleme yapmayan birisi, ilk bakışta bunları bir çelişki olarak veya uydurm a ürünü olarak görebilir. Ancak, ön­ yargılardan ve taassuptan uzak, etraflı bir araştırm a ya­ pacak olursa hakikat apaçık kendisine görünecektir. Gelelim diğer şüphesine : Goldzier; Emevilerin Zührî gibi âlimleri elde ettiklerini, onların da, Emevi hanedanı 82


SÜNNET MÜDAFAASI ٠٠Îıine

hadisler uydurduğunu iddia ediyor ve «sevap mak♦.Mİıyle yolculuk ancak üç mescide; benim şu mescidime, M،scid-i Harama ve Mescid-i Aksa ,ya, yapılabilir» şeklin٠١٠ki hadisi de buna örnek veriyor. Goldzier'in buradaki ٠ ..ıs amacı, rivayet ilminin üzerine kurulduğu temel di■t kleri yıkm aktır. B unlar ravilerdir. O n a göre, bu kimfcler, halife ve idarecilerin em irlerine tâbi şahsiyetlerdir, lirle, en büyük hadis hafızı, hadislerin yayımında büyük ♦•ineği geçen ez-Zührî'nin hali böyle olunca, ilim ve mertehe bakım ından O'nun altında kalan ravilerin hali ne ola­ r a k ? Elbetteki sultanların nzası onları da cezbedecektir. Müsteşrikler ez-Zührî'ye dil uzatm akla, özelde, O'nun ko­ numunu zedelemek, genelde ise, bütün ravilere gölge dü­ şürmek istem ektedirler. Okurlarımızın da hatırlayacakları gibi, burada üze­ rinde durduğum uz şüphe ile ilgili konular üzerinde daha önce de uzun uzadıya durm uştum .


BÖLÜM IX I — Sünnete ve sünnet âlimlerine karşı kin dolu olan \'.ı ‫؛‬111 ‫؛‬1‫ ؛‬m üsteşrik Goldzier'in, ibadetlere ilişkin hükümlı iılc, M edinelilerin tatbikatıyle uyuşmayan haberlerin ،i - •Im ma oldukları, iddiasına gelince, bu da, öncekiler gibi İm bir mesnedi olm ayan, b ir iftiradan başka b ir şey de­ rili lir. Bu, ancak, ilk devir îslâm toplum u hakkında hiç­ im bilgisi olm ayan veya bildiği halde iftira eden birinin .-■،'iı olabilir. O dönemde, çok sayıda sahabi olduğu gibi dinleri mf'i•una en kıym etli şeylerini h atta canlarını feda eden, hak ıırruna eleştiri alm aktan sakınm ayan ve yalnızca Allah'­ ımı korkan çok m iktarda da tâbii vardı. Dinî prensip­ lere ilâvede bulunm ak ya da onları değiştirmek, ne bir halifenin ne de b ir başkasının k â n değildi. Zira, din, insanların tahribinden emin kılınm ıştır. M üslümanlar, idarecileri daim a tarassu t altında tutm uşlar, bazı ibâdet­ lerde ihdas ettikleri değişikliklere şiddetle tepki göster­ mişlerdir. Oysa, idareciler de yapm ak istedikleri şeylerde, bir takım haberlerin tev ilin i esas alm ışlardır. îşte, âlim ­ lerin, su ltan lan m ürakabedeki sıkı tu tu m la n n a bazı ö r­ nekler : Ez-Zehebi, Tezkiretû'l-Huffâz adlı eserinde, Ibn Ömer (r.a.)'in tercem e-i hâlini verirken şu haberi nakletm iştir : «Haccac hutbe irad ederken,- Ahdnllah ayağa. kalkjnı§_ye O’n a : «Ey! Allah'ın haram ını çiğneyip helâl edinen, Allah’ın beytini yıkan ve O nun dostlannı öldüren Allah


ORYANTALİSTLERİN ŞÜPHELERİNE CEVAPLAR

düşmanı» diye seslenm iştir. Haccac, kim bu? dive sor­ muş, Abdullah b /O rner, denilmesi üzerine : «Sus, ey, b u ­ nak ihtiyar» diye karşılık vermiştir. »1 Başka b ir rivayette ise, şöyle denilm iştir : «Haccac b ir hutbesinde : «Haberiniz olsun, İbn Zübeyr, Allah'ın kitabını değiştirmiştir» demiş. Bunun üzerine, ibn Ömer : «Yalan söylüyorsun, ne ibn Zübeyr, ve ne de sen, Allah'ın kitabım değiştirmeye güç yetiremezsiniz» demiş­ tir. Haccac'm «sen, bunak b ir ihtiyarsm» diye karşılık vermesi üzerine, O da; «Eğer, sen sözünden dönecek olur­ san, ben de ancak o zaman dönerim» cevabını verm iştir.»2 îslâm üm m etine en sert davranan, onları ezik ezik ezmeye, hakkı söyleyen dilleri susturm aya yeltenen Haccac-Zâlime karşı bile Abdullah b. Ömer gibi bir zatın sukut etm edi­ ğini görüyoruz, Emevilerin uydurm a hadislerle, sultalarını m eşrulaş­ tırm a çabalarına, halk tarafından şiddetli bir tepki gös­ terilmemesi m akul olamaz. Kaldı ki, hadis uydurm a gibi bir olgu, bu kadar erken bir devirde başlam am ıştır. Böy­ le bir durum , ancak, fıkhı ihtilafların kızışıp, mezhep taassubunun ayyûka çıktığı zam anlarda ortaya çıkmıştır. Faziletlere dâir hadislerde bazı âlim ler toleranslı davran­ salar bile, ahkâm hadislerinde, gevşek davranılmayıp, çok sıkı b ir tutum sergilenmesi gerektiğinde bütün âlim ler it­ tifak etm işlerdir. Zira, helâl ve haram ifade eden hüküm ­ ler, ancak bu hadislerle bilinebilmektedir. 2 — Şaşkınlığı mucip b ir diğer husus da Goldzier'in iftiralarını desteklemek için, Emeviler hesabına zikret1 Ez-Zehebî, Tezkiretül-Huffâz, o 1, s. 37. 2 a.g.e., c 1, s. 37. 86


SÜNNET MÜDAFAASI

‫؛؛‬٠١/، hadislerdir ki, hiçbiri de davasını destekleyeı ‫؛‬٠٢ i٠٠١ık lc* değildir. U.iMilııllah (s.a.s.)'m, cuma hutbelerini ayakta irad i ı m htyet, Hz. Muiaviye nin gelip hutbeleri oturarak fve başladığı, in k ân kabil olmayan bir husustur. \Y II/. Muavive nin bunu b ir m azeretinden dolayı yapimkardır. Tbn Ebi Şeybe : «Muâviye iyice şişmani|ı da, irileşince, hutbeleri oturduğu yerden irad etmeb.r.Iamıştır» şeklinde, bir rivayete yer verirken, Bey٠٠١ (it* «Sünen» adlı eserinde : «Dermansızlığı, hastahk٠ ve yaşlılığından ilen geliyordu» diye ilavede, huüm-.. ‫؛‬ıpuır. Biz, m üfteri Goldzier'den iddiasını doğrulayacak jf irk hadis göstermesini beklerdik. Id-Beyhâkî, Kab b. Ucre'den de şunu rivayet etm iştir : ♦ı ah, birgün mescide girmiş, A bdurrahm an b. Abdülhapr• i٠ı in oturduğu yerden hutbe irad ettiğini görmüş. Bu‫؛‬i ١،، ٠ üzerine : «şu habise bakın, oturduğu yerden hitab * h\or. Halbuki, Allah Teala : «Onlar b ir ticaret ve sğ1، nee gördükleri zaman, hemen dağılıp, oraya gittiler ve •٠٠ı٠‫ ؛‬ayakta bıraktılar.»3 buyurm aktadır demiştir» İşin iljnıtç tarafı biz, Îbnû'l-Hakem 'in, oturm asının meşruluğu٢١٠١ dair, bir tek hadisi delil getirdiğini göremiyoruz. ٢

Goldzier'in daha önce zikrettiği Reca, b. Hayve ha­ disine gelince, ona m uttali olmak m üm kün olmadı. Bu konuda, bize hadisin kaynağını göstermesi icab ederdi. Keca b. Hayve büyük hadis hafızlarından olup, hadis uy­ durmakla da itham edilmemiştir. Cabir b. Semure hadisi ise, bu konuda bilfiil bir ha1‫ ؛‬is uydurulduğuna delil teşkil etmez. Bilakis bu, bazı in3

C u m ' a , 11.

87


ORYANTALİSTLERİN ŞÜPHELERİNE CEVAPLAR

I

sanların, sonradan çıkan bu değişikliğe Hz. Peygam beri hadisleriyle işaret etm iş olabileceğini zannetmeleri ihll maline b ir cevap aynı zamanda, sultanlara yaltaklanan* zayıf imanlı bazı kimselerin böyle bir değişikliğe kalkış m alarına da b ir reddiyedir. İnsan bazen sözünü destek•^ lemek, hasm m a da yapmış oldukları şeye sahih sünnetten b ir delil olmadığını göstermek için, böyle b ir üslûba baş vurabilir.

٠

Bayram hutbelerine gelince, bunu Muaviye ve valile­ rinin namazdan önceye aldıkları doğrudur. Zira, msanlâr, namazdan sonra, oturup hutbeye kulak vermez ölmtî‫؟‬fcn\ onlar da böyle Bir çareye başvurm uşlardır. Ancak, üm metin, bu tutum larm iA m am asm gaiT ve şiddetli tepki gös term esinden kurtulamamışla¿ iır. Buna rağmen, biz Mua^ y viye ve valilerinin yaptıklarına birtek hadisi delil getir diklerini bilmiyoruz. ٠٠

O a &^ a \//f d o

^ ٠*/° )

;^٠٠

lF_

٠“،

-

٠٠

■ ■- ٠

٠٠ ٠

٠٠

. ٠.— ٠

٣

٠—٠ ،.

٠٠٠" ٠■-s ٠ J ٠,٠^ ٠٠٠^ ٠ ٠١٠٠ı٠ ٠٠٠ ‫؛‬٠٠^ ٠

٢ —*:

٠ ٠

-

٠

-

-

i ٠

٠ •

٠٠٠ ٠٠ ٠ ^

’٠

٠

"■ ٠

٠٠٠ ■-■

v- -

٠٩٢٠٠٠٠٠٠٠.

،

٠٠٠٠٠٠

Buhari Sahih'in'de şöyle bir rivayete yer veriyor, «M uavi yenin Medine vâlisi Mervan b. Hakem, bayram hutbesini nam azdan önceye almak isteyince, Ebu Said 1 el-Hudri O n a karşı çıkmış ve elbisesini tutup çekelemiştir. Mervan da, O'na, aynı şekilde karşılık vererek, çıkıp nam azdan evvel hutbeyi irad etm iştir. Bunun üzerine, Ebu Said «Allah'a yemin olsun ki, tağyirat yaptınız» diye bağır­ m ıştır. Mervan : «Ey Eba Said Senin bildiğin artık kal madı» deyince, Ebu Said «Vallahi, bildiğim, bilmediğim den daha hayırlıdır,» demiştir. Mervan da : «Halk namaz dan sonra bizi dinlemeye kalm ıyorlardı, biz de böyle yap­ m ak zorunda kaldık.» cevabını vermiştir. îşte, Mervan, yaptığım haklı çıkarabilm ek için, mazeret beyan etmiş, bir hadis uydurm am ıştır. Veya Gold m '

88

'


SÜNNET MÜDAFAASI

>ı- ı Ki iddia ettiği gibi, hadis uyduracak birini ayarlam a­ mı .m O y s a bu zaman uydurm aya en m üsait bir zamandır, IVygamber'in, m inberinin basam aklarının çoğaltılması ٠١ t .،vtıen böyledir. Mervan basam akların sayısını altıya ،.١Lirmiş, bunu da, halk çoğaldığı için yaptığını söylemiş­ in Bu, şeriat nokta-i nazarından son derece isabetli bir v d !aşımdır. Ama, Mervan'm bu konuda bir tek hadis uy­ durduğunu göremiyoruz. Doğrusu, ben bu müsteşriğe, şa‫؛‬yorum. Koskoca b ir dava ile ortaya çıkıyor, sonra, ona !١٠ lil getirmek isterken, davasını kökünden yıkıp, atacak biı şeyler ortaya koyuyor. Goldzier'e ve araştırm alarına aldananlar, çarpık m antığın ve insaflı b ir âlimin el a t­ masıyla seraba karışıp, yok olup gidecek b ir delille or­ taya çıkmanın, sonunun ne olduğunu görsünler.

89


BÖLÜM X İl

ioldzier'in bazı zayıf yalancı ve gafil raviler hak‫ااأ*أا ﻫﺎا‬ ve tadil im am larının sözlerinden getirdiği ör‫ م ا'ﻣﺎ‬1‫ \ل‬bizim görüşümüzü desteklemekte, ^^m zamanda ‫اا*اﻣﻤﻢ‬ iddialarını da ç ^ t m e k t e d i r . Bu, cerh ve ta ’dil ‫ اﻫﺎﻣﻤﻤﺎا‬1.‫ﺳﺎااا‬ uyanıklığına, hadise sokuşturulm ak istenen ‫»ﻣﻤﻢ‬،‫ اااا‬haberleri reddetm ekteki gayretlerine, basiretlerine ١١٠‫ ؛‬dduvâne tenkidciliklerine en büyük delildir. H atta, öy1‫»» ﺀﺑﻤﻤﻢ‬îdar, b ir ravi ne kadar salih gözükmeye iç yüzünü ،VıVmeye çalışırsa çalışsın, onun ^izli yönlerini ortaya ١٠١.»bilmişlerdir. ‫ا‬

‫؛‬

( erh ve ta'dil im am larının, ravide aradıkları vasıf‫ أاا؛ ا؛؟إﻣﺎ‬bir tanesi «Adâlet»tir. Yani, O n u n zahiren ve ba‫اا‬،،،*‫ اا‬âdil b ir insan olmasıdır. Ebu Asım en-Nebil'in sö‫م‬،‫ زاااا‬ettiği kim seler ise, süfi ve’ d erv işm eşreb li kişiler‫<؛‬ ‫ﺍﺍ‬ Bu gibileri, caiz olan ile cdmayam, lıelâl ile haram ı !١١١ binnderTpek ayırd edemezler. Binaenaleyh, tergib ve ‫«ا’ا‬ 1‫( ظ؛ ا‬yani T)irşeye teşvik veya kaçındırm ak) maksadıy٠٠-, hadis uydurulm asına cevaz verm işlerdir. Veya, sufiİlkleri ve d e rv i^ k le ri, hadis öğrenmelerine, üstadlarm »l.m hadis işitip, alm alarına ağır basm ıştır da denilebilir. Hu itibarla, her d u r u k la r ın a iltifat etm işler, farkında olmadan yalana d ^ m ü şle rd ir. işte, bu nitelikteki insanlardan hadis alınmazdı. Âlimler, bu sözü, dervişmeşrep ve gafil kimselerin zararına karşı, bir uyarı m a iy e tin d e söylenmişlerdir. Müslim, m u k ^ d ^ s i n d e , rivayette titiz davranm aktan, itham edilmiş ve zayıf kimselerin riva-

٠


ORYANTALİSTLERİN ŞÜPHELERİNE CEVAPLAR

yetinden kaçınm aktan söz ederken bu söze yer ver M üsteşrikler ise bu sözü asıl m aksadından çıkartıp, fa Ieti rezâlet, m ürüvveti â r kılığına sokm uşlardır. 2 — Goldzier'i, Ziyad b. Abdullah el-Beftâî, hakk daki kanaatlerinde, araştırm ası yanıltm ıştır. Veya, çeği bilmesine rağmen, bilm iyor gözükerek, âlimlere lan isnad etm iştir. Zira, Ziyâd yalancı değildir ve asi yalancılıkla da ithâm edilmemiştir. îm am Ahmed, Ziyad b. Abdullah hakkında : «On(u*j rivayetin)da b ir beis yoktur. Hadisleri, doğru kimseleri.-, hadislerindendir» derken, Ebu Davud ise, îb n Mâin'den naklen : «Ziyâd el-Bekâî, İbn İshak'tan yaptığı rivayetler­ de sikâdır. O'nun dışındakilerden rivayetinde ise zayıf gö• rülm üştür. tb n İshak'tan m eğazive dair rivayette bulu n an lan n en sağlamı, O'dur» dem iştir. Bu m üfteri’nin naklettiği, Veki'in sözünü ise. Tirmizi, K itabu'n-N ikah'ta, Buhari kanalıyle rivayet etm iştir. Bu­ na göre Veki : «Ziyâd, faziletli biri olmasına rağmen, harivayetînde yalan söylerdi» dem iştir. Fakat, BuhârTnin Tarih'inde kaydettiği rivayet buna m uhaliftir. O'nun kayam a göre riv a y e t: «Ziyad, faziletinin yanında, hadiste d e y â lan söylemezdi» şeklindedir. Bilindiği gibi b ir konuda7T1akîI3e h ü iu n an şahısla kendisinden nakledilenin söz­ leri çelişirse, kendisinden nakil yapılanın sözüne itibar edilir. Bııharî'nin nakildeki dikkati ise, izaha m uhtaç de­ ğildir. Özellikle de, burada olduğu gibi, tercih edilmesi açık olan bir yerde. Zira, Ziyad, asla yalancılıkla ithâm edilm em iştir. Nitekim, Hakim de «El-Kûna» adlı eserinde^ Bııhârî'nin kaydettıği~şekliyle habere yer verm iştir durum da, Tirm izi'nın rivayetinde metinden^ manaya


SÜNNET MÜDAFAASI

‫ﺍ‬

kazandıran «lâ» harfinin düştüğü anlaşılıyor,! ٠٠ ،/.<■<(. ‫! ا‬،‫« دا‬Yalan söylemezdi» olması gereken * ، .'(/‫؛‬ ‫ه‬٢١١(.٠٠، söylerdi» şeJdîhde~~manâ' k a za n ıy o r.' ‫؛ﻋﻪ‬

‫ااااﺀ"ﻣﺎ‬

*• •<■ » bullâri, K itabu’l-Cihad’da, M utâbi o larak Z İ ‫ﻣﺮ‬ '٠٠١ ‫ اا<ا‬haberine Müslim ise, Sahih’inin birkaç yerin٠ >( ‫اااااا‬ ]■‫؛‬ gayetlerine yer verm iştir. Şayet, yalancı ve ■hııkı.ılıkla itham edilen birisi olsaydı ne Buharî ve ne de ٠ ٠ ٠ ١ ،[)[, D'nun rivayetini eserlerine almazlardı. Bu iki tivayetini kabul etm e^ suretiyle, Ziyad’ı tezkiye ■İtli, •.ika bulm aları, güvenilirliği hakkında delil olarak ٠٠١٠١ ‫؛‬ah[•. Bu arada şunu da hatırlatalım ki, raviler ara‫ﻣﻤﺎ»رم‬ ،akıncıları bulunm akla beraber, sika, adil ve zâbıt ‫)■■•ﻣﺎ* م‬.،■ . onlardan kat, k at daha fazladır. - Goldzier’in, Yezid b. H arun ’dan n a k le ttiğ i: «Bir ،]]‫؛‬ ‫• ا‬,‫؛‬ ‫ا‬ ç, Süfyan b. Uyeyne ve Sütyan es-Sevri’ye varın‫ ا > ا ا‬.‫ ا‬kadar, bü tü n K üfe’li hadisçiler tedlis yapardı.» sözü ٠٠ ٠١٠ ve ta ’dil âlim lerinin, tedlis yapan ravilere dikkat ،.■'‫ ؛‬،I[،;k için söyledikleri b ir sözdür. Kesin olarak, tes‫ا‬،،‫ ا‬١ dilmedikçe ‫ﺀس ' ه؛ﺀ‬ ile yaptıkları rivayetlerin kabul ،dıllüemesi için b ir uyarı anlamı taşım aktadır, üstelik, [■>H،s, yalan demek değildir. Bu, yalnızca, ravinin. sev1‫ اا‬de karşılaşmış (lika) olabileceğine de, olam ıyacağına ٠١٠١ ihtimâli olan bir ib are ile, rivayette bulunm ası de-mcktir. Süfyan b. Sâid es-Sevri ve Süfyan b. Uyeyne’nin (»•(Hislerine gelince; b u , rivayetin lika ve sem a'a (yani ravi’nin şeyh ile karşılaştığına ve doğrudan ondan işitti‫ ) ﺗﺎا] ك‬delâlet eden b aşk a^b ır tarik ile gelmesi halinder

٢

١

( Tehzibû’t-Tehzib, c. ‫ ة‬, s. 375-377; Takribû't-Tehzib, c. 1, s. 238‫ ؛‬£bu Huzeyfe Şerefuddin Hicâzi, Tirmizi’nin, el-i،el’inde ،2/‫و‬7‫ رم‬Buhâri’nln •Ziyâd b. Abdullah el-Bekâi‫ ؛‬Sadûk bir ra. vidir* ،Uye naklettiğini söylemiştir. 93

٢١‫م‬ . ‫ر‬

-

'


ORYANTALİSTLERİN ŞÜPHELERİNE OEVAPLAR

tedlis ihtimali izale olur. Hadisçiler, bunların ve aynı du­ rum daki diğeF ravilernfhadislerini nakilde bu esasa göre hareket etm işlerdir. Şu kadarı da var ki ‫ ؛‬Küfe, İslâm m er­ kezlerinden yalnızca birisidir. Küfe dışındaki yerlerde ise, hiç tedlis yapm am akla bilinen pek çok ravi vardı. Hakim, Ebu Abdullah, «M a'rifetü Ulûmi'J-Hadis» adlı eserinde : «Ben araştırm acıyı, tedlis yapan ve tedlisten kaçm an raviler hakkında doğruya sevkedecek bir nokta­ ya temas etm ek istiyorum,» der. Ve şunları kaydeder; «...Hicaz, Harameyn, Mısır ve Avâlî bölgesinin mezheplerinde asla tedlis yoktur. Aynı şekilde, Horasan. el-Cib al, Isbahan, Fâris, Hûzistan ve Maverau n ’-Nehir, imamla rm d a n T b ir tek kişinin dahi tedlis yaptığı bilinm em ek? tedir. En çok tedlis yapan ^ d iş ç ile r, Kûfe'lilerdir. Bas r a ’dan ise, çok az kimse buna yeltenm iştir.» Adı geçen, her iki Süfyan da, ileri gelen hadis imamlarm dandır. Kendilerine isnad edilen tedlis, yerilen ted­ lis nevinden değildir. Süfyan b. Uyeyne'nin, sadece, sika kimselerden rivayetinde tedlis yaptığı bilinm ektedir. îbn Abdilberr, bu konuda, hadis im am larının şu söz­ lerim nakle t m i ş tırT «Tbn Üyeynenin tedîîsi m akbuldür. Zfra, O, tedlis yaptığı vakit, îbn Cüreyc, Ma'mer ve benzerlerinTlüTarnıştır. (Bunlar ise makbul ravilerdir). îbn fiıbban da bunu tercih etmiş ve bu durum un, dünyada yalnızca, Süfyan b. Uyeyneye has b ir özellik olduğunu belirtmiştir.»2 Süfyân es-Sevrî'nin tedlisi ise : isim ve künyeleri birbirinin yerine kullanm ak kabilinden birşeydir. Beyhaki, 2 Şerh-U Elfiyeti’l-Irâkî, c. 1, s. 84. 94


SÜNNET MÜDAFAASI

Medhal» adlı eserinde, bu konuda, M uhammed b. Râ٠ . ١‫ ﺀ ؛‬şu rivayetine yer v erm iştir: «Ebu Âmirce; Süf‫ ا‬. ‫ ا ا ا‬tedlis yapar mı^dı?» diye sordum «Hayır,» eevabını ١ ٠٠١ d‫؛‬. Peki, Kûfe'ye geldiği vakit, onların, herhangi biri•inden hadis rivayet etm ed i^erin i anlayınca : «bana fa١ ،١١ kimse rivayet ^tti» diyerek, ravi, ismi ile biliniyorsa, ‫ﺑﻤﻤﻴﻤﻠﻢ'م‬ ‫د م ﺀ ﻣ ﺂا‬،'‫ﻣﻢ ^آلم‬ künyesini, künyesi ile m aruf ise, ismini rikrederek, liva•[ ، ‫; ط‬،'‫ر ﻃﻨﺎﻣﻞ‬ %‫ اﻣﺎ‬etmez miydi? dedim. Bana : «Bu tezyin'dir, tedlis de-^ ‫ﺀ‬-‫ ? ' ﻣﻢ؟ت‬rv t c t tr s ¥ rıl karşılığını verdi.» ” " ‫ص ب‬ ‫ا ا‬

Her halükarda, hadis ila m la r ı, tedlis yapanların ri‫؟‬ayetinde ihtiyatlı d v ra m n ışla rd ır. Bunun içinde, tedli٠٠١٨ bir kısmım, ravinin cerhine sebep ^ m ı ş l a r d ı r . Bu nevi tedlis, zayıf bir raviyi hazfederek, O nu n yerine sika bir ravi koymak suretiyle yapılan «tedlisü't-tevsiye» adı verilen tedhstir.3 B ir kısmının ise, ravinin cerhine neden teşkil etmiyeceğini belirtm işlerdir. Bu nevi, tedlis de, her iki Süfyan'dan nakledilen tedlis çeşididir. Bütün bu izahlarımızdan, Goldzier'in kendisine yapıştığı şeylerin, mesnedsiz şeyler olduğu, hakka zerre kadar gölge düşürebilecek nitelikte olm adıkları ortaya çıkmıştır.

3 Bu en tehlikeli tedlis çeşididir. Zira, zayıf râvi hazf edildiği için, sened, sikanın sika’dan rivayeti şeklinde gözükm ekte­ dir. Çoğu zam an da bunu farkedem eyenler sahih olmadığı halde, hadisin sıhhatine hükmedip. O n u n la ihticacta bulu­ nabiliyorlar.


BÖLÜM XI

Goldzier’in : «İkinci asırda m üslüm anlar, bir hadise sahih demenin yalnızca şekle yönelik olduğunu, isnadları sahih olan hadisler arasında, pekçok uydurm a hadisin bulunabileceğini farkettller» sözüne gelince; buna da b ir­ kaç açıdan cevap vermek istiyoruz : Bir defa bu söz, oryantalistlerin b ir iftirasıdır. Biz, hiçbir im am ın sözlerinde ve hiç b ir güvenilir kaynakta bunu göremiyoruz. Hem, nasıl olur da im am lar sahih ha­ disleri tesbit edebilmek ve onları, uydurm a olanlarından ayırm ak için, bütün güçlerini sarfeder, öm ürlerini vakfe­ derler de, sonra kalkıp, sahih olduğuna hükm ettikleri ri­ vayetler arasında yalan ve uydurm a haber bulunabilece­ ğini öngörürler? Bu m antıklı b ir şey değildir. îlk devir âlimleri, yalnızca b ir hadisin sahih, hasen veya zayıf olduğuna hükm etm işlerdir. Bu da zannı galip ve zahire göre verilmiş b ir hüküm dür. Bize de em redi­ len, böyle hareket etm ektir. Yoksa, onların bu şekilde hükm etm elerinin anlamı, hadisin, hakikatte de böyle ol­ duğu m anasına gelmez. Çünkü, yalancı birisinin doğru söyleme ihtim ali olduğu gibi, sadık birisi de yalan söy­ leyebilir; her ikisi de ihtim al dahilindedir. Tabii bu, yal­ nızca m antiki b ir tasarım dır. Hadis âlim lerini bu şekilde bir kanaate sevkeden, onların aşırı insaf ve tevazularıdır; Zira, işin içyüzünü ve m utlak gerçeği yalnızca, Allah Teâlâ bilebilir. Bütün bunlarla birlikte, nasıl ki, pekçok 97


ORYANTALİSTLERİN ŞÜPHELERİNE CEVAPLAR

hadisin kati bir şekilde yalan olduğuna hükmetmişlerse çok sayıda hadisin kesin olarak sahih olduğuna da hükm etm işlerdir. Ancak, hadisçilerin sahih veya zayıf oldu­ ğuna hükm ettiği haberlerin kesinliğine inanabilmesi için, bir insanın, onların kaide ve kurallarından haberdar ol­ ması gerekir. Bunun yanında kişinin hadis kaynaklarına iyice m uttali olması, hadis im am larının ilim deryasına daldıkları gibi, O'nun da kendini bu ilme vermesi bir zarurettir. Pek tabii ki, böyle birisi işin tadına erer bunun sonucu olarak da hadisçilerin faziletini itiraf eder. Gerçekten hayreti mucib diğer bir husus da; Goldzier'in iftiralarının dayanakları arasında, hadisçilerin ha­ dis olduğu ileri sürülen şu sözden de destek aldıklarını iddia etm esidir : «Yakında, bana isnâd edilen hadisler ço­ ğalacaktır. K ur'an'a muvafık olanları, söylesem de, lemesem de bana aittir.» Halbuki, bu sözün uydurm a ol­ duğunda zerre k ad ar şüphe yoktur. Yahyâ b. Mâ'in (ö.h. 233) gibi, pekçok m ünekkid ve hadis uzmanı âlim, bunun uydurm a olduğuna dikkat çekmiştir. îbn Mâin; O n u zın­ dıkların uydurduğunu da belirtm iştir. Haberin yalan ol­ duğuna kâni bir diğer zât ise, A bdurrahm an b. Mehdi (ö.h. 198)'dir. îbn. Hacer, «Et-Takrib» isimli eserinde, O'nun, hafız, sika, güvenilir; hadis ve ricâli konusunda uzman bir zat olduğunu söylüyor. Zayıf ve uydurm a h a­ berlere örnek olarak da şu sözü örnek verdiğini kayde­ diyor : «Benden size b ir hadis nakledildiği zaman, hak­ ka uygun düşüyorsa, onu tasdik edin. Ben onu söylemiş olsam da, olmasam da, siz onu alın...» -Sehâvî, hadisi, Darekutni'nin «El-Efrâd»'da, Ukaylî'nin «Ez-Zuafâ»da, Ebu Ca'fer Îbnû'l-B uhteri nin «El-Fevâ‫؟‬d»'de, Ebu Hureyre'den, merfû, olarak rivayet ettik98


SÜNNET MÜDAFAASI ١١ ١ mi,

fakat hadisin m ünker, olduğunu kaydediyor. Ukaylî ١٠٠١-, hadisin sahih b ir isnadının bulunm adığını, tariklerinıl، ıı birini, Taberânî nin, ibn Ömer'den m erfu olarak şöylo ،٠ rivayet ettiğini söylüyor : «Yahudilere Musa'yı sordul،u, onlar da, hakkında çok şey söylediler. Bazı şeyleri ıl.ne ederken, bazılarını da çıkartıp attılar ve sonunda k.،‫؛؛‬r oldular. H ristiyanlara da Isa (a.s.) soruldu. Onlar ٠١٠، hakkında çok şey söylediler. Bazı şeyleri ilave ederk٠٠11, bazılarını da çıkartıp attılar. Nihayet, onlar da kafir oklu. Bana isnad edilen hadisler de çoğalacaktır. Size bir hadis ulaştığı vakit, onu Allah'ın kitabiyle karşılaştırın. Yr O n a itibar edin. Allah'ın kitabiyle paralellik arzedeııı m utlaka ben söylemişimdir. Ona zıt düşeni ise asla !»en söylememişimdir.» İbn Hacer de bu hadisin bütün iinikleri hakkında ileri geri söz edildiğini haber vermişi ir. Hadisin bütün tariklerini, Beyhaki «El-Medhal» isim­ li eserinde bir araya getirm iştir. Es-Sağanî de : «Size ben­ den bir hadis rivayet edildiği zaman, onu, Allah'ın ki­ tabına arzediniz. Şayet, ona muvafık düşerse kabul edin, ،:ger m uhalif düşecek olursa reddedin» şeklindeki hadi­ sin uydurm a olduğunu kaydetm iştir. »4 Bunlardan başka daha pek çok âlim, sünnetin, K ur’an'a arzı ile ilgili hadisin uydurm a olduğunda ittifak et­ mişlerdir. Neredeyse hadisçiler arasında bu konuda icma vardır. Özet olarak, ne biz ve ne de, akıl sahibi herhangi biri," GoldzîerTn lTeri sürdüğü hadis He, ibn Mace'nin ri*Vayet ettiği : «Söylenen h e rg ü z e l sözü Ben söylemişim gibi (kabul-edin)» hadisinin u y lu rm a, metinlerinin_çeliş­ kili ve tutarsız olduSarida^en ufak bir şüphe d u y m a y ız . 4

El-Aclünî, Keşfû'l-Hafâ, c. 1, s. 86.

99


ORYANTALİSTLERİN ŞÜPHELERİNE CEVAPLAR

H er iki hadisin de m etnine şöyle derinlemesine b ir b a­ kıldığında Peygam ber şöyle dursun, zerre k ad ar aklı olan birisinin bile söyleyemiyeceği hemen anlaşılır, öyleyse dost-düşm an herkesin, en akıllı b ir zat olduğunu itiraf ettiği Hz. Peygamber, güzel olduğu sürece, söylemediği b ir sözün kendine ait olabileceğini nasıl kabullenebilir? Dahası, nasıl olur da, sarfetsin veya sarfetm esin, böyle b ir sözün, kendi hadisi olarak alınm asını em redebilir? Bu, son derece ilginç b ir durum dur. Goldzier’in ibn Ömer ve Ebu H ureyre'nin «Av ve da­ var köpeklerinin dışm daki köpeklerin öldürülm esine dair, rivayet ettikleri hadis hakkm daki değerlendirmelerine, daha önce, aynı, konuda, Ahmed Em in'in görüşlerini eleş­ tirirken değinmiş ve cevap verm iştim . Basiretli okuyuculanm ız, b u örnek vesilesiyle Goldzier ve Ahmed E m in’in aynı paralelde düşündüklerini rahatlıkla farkedebilecektır. Böylece, bü tip M üslüman araştırıcı ve yazarların, m üsteşrikleri, nasıl, adım adım takip edip, onlara tabi olduklarını görebilecektir. Ahmed Em in'in, en büyük de­ hası ise, araştırm alarında fikrini açıkça söylemeyip zehiri altın kupada sunmasıdır.* ٠^ ^

٦ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠

^

٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٠ ٢

-

tmm m

٠

،٠

٠

٠٠٠.

٠- ٠ ٠ ٠ ٠ •٠٠

•٠

٢

٣٢ ٠ •

"

٠

—— ٠

٠- ٠

■ ٠ -٠-

٦٠

٠٠ ٠ ٠ ٢

٠

*

* Bu paragraf, kitabın A rapça aslında, daha evvel sık sık zik­ redilen hususların yeniden bir tekrarı olduğu için, yalnızca m uhtevaya işaret edecek şekilde, biraz tasarru fla çevril­ m iştir (Mtrc). 100


BÖLÜM XII

Oryantalistlerin çoğunluğunun fikirlerine ve yalan yanlış görüşlerine tabi olduğu G oldzierm , hadis kaynak­ larını okuduğu, ne var ki pek nüfüz edemediği anlaşılı­ yor. tçine girdiği sünnetin engin deryasında, dalgaların kendisini yutacağını anlayınca, rasgele yüzmeye, karaya ulaşabilmek için, b ir sağa, b ir sola carnm ava-haşlam ış, Tabi ki neticede de karaya ^ v u şa m a m ıştır. I

M üsteşrikler, edebiyat b an ın d ak i bazı çalışm alarda muvaffak olaKlmışîBrseTte; sünnet ü e ifgili ineelemefeI‘in3e çok büyük hataya 3uşm uşîerdrr7‫؛‬Çünk!7Tıadis ilimleriyle‘ m e‫؟‬gui ‫ م‬1‫ س‬m üslüm an âlimler" bile, uzun bir calışma, inceleme ve geniş vakit ayırm a sonucunda, bu ilme müteallik bazı gerçeklere ^ ^ b i l i r k e n , İslâm ve İslâmî ilimlerin yabancısı olan bu kimselerin, hadis konusunu incelemeye l^ k ıştık la rın d a , durum ları ne olur? Bunlara ilaveten, b ir de, şarkiyat çalışm alarındaki ard niyet ve kötü m aksatları, K ur'an ve Sünneti tahrife yönelik gayretleri de eklenince, tabii, araştırm alarında hata ve yanlıştan iç ilm e z oluyor. Bu h ^ l a r ı n bir kısmı, kasten ve kelimeleri asıl a b r a l a r ı n ı n dışına kaydırarak işlenirken, b ir kısmı da, cehaletten ve yeterli derecede bilgi sahibi olm am aktan ileri geliyor. Goldzier'in sözünü ettiği, hadis sahifelerine, hadisçilerimiz gereken ihtim am ı vermişler, sahih, zayıf ve uy-« durm a olanlarını birbirinden ayırd edip, beyan etmişler-


ORYANTALİSTLERİN ŞÜPHELERİNE CEVAPLAR

dir. Ebû Hûdbe, Dinâr, Eşecc Nastur. Yusr ve._ Nuaym gibi bazı Kimselerin sahifelerinin uydurm a olduklarını da bir şekilde ortaya koym uşlardır. Hadisçilerin ihtim am ına m azhar olan bu nüshalar­ dan bazıları, Rasulullah (s.a.s.) zam anında yazdırılmış, bir kısmı da Raşid halifeler devrinde kaleme alınm ıştır. Bu nüshalar zekatların nisâbı ve hangi m allardan zekat verile­ ceğini ihtiva eden sahifelerdir. Halife, Ebû Bekir (r.a.)in, Enes b. Mâlik'i Bahreyn'e gönderirken, Ö‫ ؟‬fa~verdiği vesika, TTadTsçilerin kanaatine yazılı sahıfeîerin en sahihidir. Bu vesika, Rasulul lahvm koyduğu farizalara dayanılarak tesbit edilen, deve ve davarların nisap m iktarını belirlemektedir. Ebu Muhammed İbn Hazm'ın bu vesika hakkm daki görüşü şudur : «Bu m ektup, son derece sahihtir. Ebû Be­ kir es-^Sıddîk, sahabenin huzurunda, onunla amel etmiş, fakat hiç kimse kendisine karşı çıkmamıştır.» Buhârî, Ebû Davud, En-Nesâî, İm am Ahmed ve Darakulni nin rivayet ettikleri, bu vesika ile ilgili hadisin, isnadının sahih, ravilerinin de sika olduğu, Darekutnî tarafından ifade edilm iştir. Hadisi, İm am Şâfîî, Beyhâki ve Hâkim de rivayet etm işlerdir. Ancak, Ebû Dâvud, Tirmizi ve İm am Ahmed tarafından rivavet edilen Zühri var­ yantında ise ihtilaf edilm iştir. Zührî’nin, Sâlim'den, O'nun da, babasından yaptığı bu rivayet şöyjedir : «RasuluTlah (s.a.s.) zekâtları yazdırmış, fakat, valilerine gönderemeden vefat etmişti: ölüm ünü m üteâkibrE B û Bekir (r.a.) O1nu vâlilere gönderdi ve kendisi ölünceye kadar S lP tatbıkatı ona göre yaptı.» Tirmizi, bu rivayetin «hasen» olduğunu söylemiştir. *

"■|B

¡

٠

* *

٠

٠■

»• • » A «

.

a

__

_

............ —

I

i

-

#

¡

،

‫؛‬

®

‫؛‬

.


SÜNNET MÜDAFAASI

ine Zührî'den m ürsel olarak gelen b ir rivayette O, J/f ١،onusu nüshanın, Rasulullah'm zekatlar konusunda ‫؛‬،lı ٠ ettirdiği m ektubun b ir nüshası olduğunu, kendi ımunında ise bunun, Ömer'in ailesinin yanında muha،/،، edildiğini söylemiştir. Ayrıca, Zührî, bu nüshanın, »m، ı b. Abdülaziz ve Abdullah b. Ömer'in oğullan olan, ٢٠٠Im١١ ve Ubeydullah tarafından istinsah edildiğini, ken‫؛‬١■.inin de O'nu bizzat Sâlim'den okuyup, ezberlediğini ١٠١٠٠ etm iştir. Buhârî'nin, bu nüshanın, m uhafaza edil٢١٠١s olduğunu um duğu rivayet edilirken, ibn Mâin'in de. j ulisin zayıflığına hükm ettiği nakledilm iştir. ١

٠.

Bütün bunlar ortadayken, hadisçilerin, sözkonusu ،٠hifelerin sıhhat ve kaynağını araştırm adıkları söyleneSı ii r ٢٨١ ? SIĞIRLAR IN ZEKÂTINA DÂİR HADİSLER l — Goldzier'in şüphe düşürmeye çalıştığı ve alimlerin jisab m iktarlarını tayinde esas al(m a)dıklarm ı söylediği, ığırların zekâtm a ilişkin hadis'e gelince; b u da m uteber kaynaklarda rivayet edilmiştir, İşte Kûtûb-ü Hamse ve «Münteka'l-ahbar»da yer verilen b ir haberde, Muâz b. t ebel (r.a.) şöyle dem ektedir : Rasulullah (s.a.s.), beni Vemen'e gönderirken, her otuz sığırdan bir yaşında bir dana veya düve almamı emretti.» İm am Ahmed'in Yahya b. el-Hakem'den yaptığı b ir rivayette ise, Muaz (r.a.)'m : *«Rasulullah beni, zekât âmili olarak Y em ene gönderir­ ken, her otuz sığırdan yaşını tamamlamış bir dana, her kırk sığırda ise iki yaşını tamamlamış bir dana, almamı, emretti» dediği nakledilm iştir. Aralarında, ibn Hıbbân ve Dârekutnî'nin de bulunduğu çok sayıda âlim bu nüsha­ ların sahih olduğu kanaatine sahip olm uşlardır.


ORYANTALİSTLERİN ŞÜPHELERİNE CEVAPLAR

İbn Hazm gibi, bazı âiim ler ise, hadisin raviierinden M esrûkün, Muaz b. Cebel'i işitmediği gerekçesiyie, diğerlerine m uhâlefet ederek, hadisin m unkatı olduğunu belirtm işlerdir, ib n Hacer de, Abdulhak'tan, sığırların zekatm a dair yainızea b ir hadisin sıhhatinde ittifak edildiğini, nakletm iştir. İbn Abdilber, ise : «Et-Temhid» adlı eserinde, Muaz hadisinin senedinin m uttasıl, sahih ve sabit, olduğunu söylüyor. «El-istizkâr» adlı eserinde de; sığırların zekatı konusunda sünnetin, Muaz hadisinde, beiirtildiği gibi olduğunda, bütün âlim lerin ittifak ve icma ettiklerini kaydediyor.l İbn Hazm'm, hadisin m unkatı olduğu yolundaki görüşünü, O'nun m uttasıl ve sahih olduğuna hükmeden âlim lerin görüşüne tercih ettireeek herhangi b ir neden yoktur. Bunu kabul etsek bile, H adis'in m unkatı olması ay n b ir şey, uydurm a olması apayrı b ir şeydir, işin ilginç tarafı Goldzier'in bir rivâyetin sahih olup olmadığı yolundaki ihtilaf üzerine hadisin uydurm a olduğu hükm ünü nasıl bina ettiğidir!‫ ؛؛‬Kaldı ki, bu rivayetin sıhhatinde ihtilaf edilmiş olsa bile, sahih olduklarından ittifak edilen, sığırlardaki zekâtın nisabını havi daha başka rivayetler de vardır. Beyhâki, «es-Sünen» adlı eserinde, Ebü Bekr b. Muham m ed b. Amr b. Hazm'm, babasından, O'nun da, dedesinden yaptığı b ir rivayete yer verm iştir. Rivayet şöyledir : «Rasulullah (s.a.s.) Y em enlilere ferâiz, sünen ve diyetleri konu edinen bir m ektup yazdı ve O nu da Amr b. Hazm ile onlara gönderdi, işte bu, onun b ir nüshasıdır. Deve, sığır ve davarların zekat m iktarını belirtm ektedir.» 1

Es-Şevkâni, NeylûT-Evtâr, c. 4, s. 182-192. 104


SÜNNET MÜDAFAASI

İm am Ahmed b. Hanbel'e, zekatlara dair bu hadisle ilgili görüşü sorulmuş, O da, sahih olduğunu, um duğunu, söylemiştir. İm am ın, hadisin sıhhatini, kesin olarak ifa­ de* etmemesi O n u n takvasının b ir işaretidir. [ B ütün bunlardan sonra, birtakım hadislerin sıhhati ve bazı nüshaların güvenilirliği konusunda, âlim lerin ihnlaflarından hareket ederek, hadis uydurm acılığının ilk asırda başladığı gibi bir netice çıkarm ak, ilim adam ına yakışır mı? Ayrıca, b ir hadisin sahih olmaması ile uy­ durma olması arasında fark olduğu da bilinmelidir. Evet, bir hadis sahih olmayabilir. Bu, asla onun uydurm a ol­ duğu anlam ına gelmez. Olsa, olsa O n u n hasen olabile­ ceği ihtim alini taşır. 2 — Bana öyle geliyorki, Goldzier, sözkonusu meklub ve nüsha ١arm yalnızcafyazılı olarak nakledildiğini zan­ nediyor. Bu doğru değildir. Çünkü, daha önce~~3‫؛‬TTşaret ettiğimiz gibi, b u m ektup ve sahifeler, sahih ve m u tta­ sıl isnadlarla, sözlü olarak da rivayet edilmişlerdir. Nite­ kim, Buharî, Süm âm e b. Abdullah b. Enes'ten, Enes (r.a.) in : «Ebû Bekir (r.a.) bu m ektubu, beni Bahreyn'e gön­ derirken yazmıştır» dediğini kaydetm iştir. Ayrıca, Z ührfnin, bu vesikayı Sâlim'den okuyub ezberlediği de daha önce geçmişti. Bu durum da, demek ki itiırmd, yalnızca yazıya değil, aynı zam anda sözlü rivayetedir. Öte yandan, râvide güvenilirlik vasfı bulundukça ve sikâ kimselerden rivayet yoluyla alındığı m üddetçe, ya­ zılı b ir vasiyete m üracaat etmenin, ne m ahzuru olabilir, buna da b ir m ana veremiyorum. Goldzier, sünnet ilmin­ den haberdar olmayan okuyuculara, Kuzey ile Güney arapları arasındaki anlaşm aya dair bir vesikayı ve insan­ ların derhal O nu tasdik edişlerini örnek gösteriyor. Ama.


ORYANTALİSTLERİN ŞÜPHELERİNE CEVAPLAR

böyle b ir anlaşmanın, zekât ve nisap m iktarlarını dinde­ ki mevkiini, helâl ve haram ın ne olduğunu bilmek ka­ dar, ehemmiyeti haiz b ir konu olmadığım farkedemiyor. Unutm am ak lazım ki, Sünnet teşri'in ikinci aslıdır ve ancak, o bilindiği taktirde helâl ve haram ı öğrenebilme im kanı vardır. Bu nedenle, Sünnetin, m üslüm anlarm na­ zarındaki seçkin yerini almış olması, şaşılacak b ir durum değildir. Hadis sahifelerini, söz konusu antlaşma}^ hâvî sahifeye kıyas etmek, bâtıl bir kıyastır.

106


SONUÇ Öyle inanıyoruz ki, bu uzun eleştirilerimiz neticeUıule, m antık ve insaf sahibi okuyucumuz, Goldzier'in Mimıet'in başına örm ek istediği çorabın ne kadar zayıf ol­ duğunu görmüş, O'nun sünnete yönelttiği şüphelerin, ob1«klif ve dürüst b ir inceleme karşısında yok olup gittik١٠ ١ ‫؛‬ni farketm iştir. Bu meyanda, ileriye sürdüğü bütün iddiaları mesnedsiz ve hayal ürünü olduğuna göre, ha­ di in, m üslüm anlarm , dinî, siyasî ve sosyal gelişmelerinin İm ürünü olduğu yolundaki görüşü de yıkılıp gitmiştir. Şimdiye kadar ortaya koyduğumuz delillerden ha­ dislerin sağlam ve kuvvetli tem eller üzerine kâîm olduon anlaşılmıştır. Hadisler, İslâm 'ın ilk asrı, peygamber devrinin doğru bir tasviridir. Zira onlar, Rasulullah'ın söz, fiil ve takrirleri, veya, O'nun, ahlak ve yaratılışla ilgili tavsifleridir. Daha geniş bir ifadeyle, hadisler Rasullah'ın, inanç, hukuk, İslâm ahlâkı ve İslâm 'ın tebliğin­ deki en önemli unsurlardan olan meğazi ve seriyelerle dgili sireti, O günün dünyasındaki kral ve idarecilerin Islâm'a girmelerini tem inde takip ettiği m etodun en doğ­ ru bir tasviridir diyebiliriz. K ur'an ve Sünnet, ashabın, Rasulullah (s.a.s.)m bı­ raktığı istikâm ette devâm edebilmeleri için, İslâm 'ın do­ ğuş dönemini yansıtan en doğru iki vesikadır. Birinci ve­ sika, yani K ur'an, gerek b ir bütün ve gerekse tafsilatı itibariyle, katiyyet ve yakin ifâde eden b ir tevatürle tes107


ORYANTALİSTLERİN ŞÜPHELERİNE CEVAPLAR

bit edilmiştir. İkinci vesika, sünnet ise, bizlere kadar, glü veııilir nakil yollarının en hassas ve en titiziyle, ulaşmış­ tır. Nitekim b u çalışmamızda zikrettiklerim iz konuyu, ol­ dukça açıklar b ir biçimde ortaya koym uştur. Ben bu kitabın, Allah katında benim için bir azık olmasını um u­ yorum. Rasulullah (s.a.s.)'dan hadisi, âdil, sika ve son de­ rece zabıt olan sahabe nakletm iştir. Sahabeden, tâbiun alıp üstlenm iş, onlardan da, tebeut-tâbi'în almış ve bu şekilde nesilden nesile devam etm iştir. Daha, üçüncü asır tam am lanm adan hadis ve sünnetler, sahih, müsned, sünen, cami ve m u'cem türünden eserlerde tedvin edilmiştir. Bu nedenle, biz, hadislerin çok büyük b ir kısm ının sa­ hih, az b ir m iktarının uydurm a olduğunu söylüyoruz. Bütün İslâm âlimlerinin kanaati de bu doğrultudadır ve bu : Allah Teâla nm : «Zikri biz indirdik, O'nu koruya­ cak olan da biziz» sözünün b ir tecellisidir.


ÇAĞDAŞ MÜSTEŞRİKLERİN HADİS HAKKINDAKI GÖRÜŞLERİ

Ali Hasen Abdülkadir, «Nazratûn Âmme fî Târihî'iıkhî'Lİslâmî» adlı eserinde, yerinde b ir davranışla, çağ­ daş m üsteşriklerin hadis hakkm daki nazariyelerine de yer vermiş ve şöyle dem iştir : «Modem asırda, m üsteşrik­ ler arasında, öncekinin aksine, netice itibariyle, İslâm 'ın bakış açısıyla uyuşan ikinci b ir nazariye revâç bulm uştur.» M üsteşrik Wink, b ir çalışmasında, hadisçilerin, ha­ dis tetkiklerinde gösterdikleri gayretlerine değindikten sonra, onların oynadıkları role ilişkin olarak şöyle diyor : «Müslümanların, dâhili ve harici b ir takım nedenlerle sa­ hih olmayan hadislerin bütün nevilerini tesbit edememiş olm alarından hareketle, bütün hadislerin güvenilirlikleri­ ni reddetm ek m akul b ir tutum olamaz. Zira, İslâmî h a­ dis sağlam b ir esası m uhtevidir. Hadisin, ancak, birinci ve ikinci asırdaki uydurm alardan ibaret olduğu; Onun, yalnızca Rasulullah (s.a.s.) ve ashabı döneminin tasvirine delâlet edebileceği şeklindeki kanaat, Peygamberim şah­ siyetinin, m üslüm anlar üzerindeki tesirinden tam am en h a­ bersizdir. Aynı zamanda bu kanaatte olanlar, Rasulüllah'm sünnet ve hadisteki tarihi izlerini iptale yeltenen gay­ retleri de bilm iyorlar, dem ektir. Böyle b ir görüş, m ad­ deci tarih anlayışının bir sonucu olup K ur'an'daki ilâhı, itikâdi meselelerin de vücud bulm asını istememektedir. Bunların, binlerce tasvir ve tem silden ibâret olduklarını düşünm ekte, Islâm kültürünün de, âhenkli ve yeknesâk 109


ÇAĞDAŞ MÜSTEŞRİKLERİN GÖRÜŞLERİ

olmayıp, m uhtelif şekil ve renklerde, çeşitli milletlerle ka­ rışım ın bir ürünü olduğunu zannetm ektedir. Böyle b ir yaklaşıma göre sürdürülen incelemeler ve bunun temel varsayımı olan «aksine delil bulunm adık­ ça, her fıkhı hadis uydurm adır» kanaati, sonsuz bir fa­ raziye ve şüphe kapısının açılması sonucunu doğuracak tır. O zaman da, sahih, genel ve m uteber görülen bir me­ selede, herhangi b ir tenkide itib ar etmemiz m üm kün ol­ mayacaktır. Bununla birlikte, yukarıdaki kanaati taşıyan bu kim ­ seler, Peygamberim ne şahsı ve ne de misyonu ile daşmayan konularda genel bir ittifaka varabiliyorlar. Bu­ nun en çarpıcı örneği, pekçok meselede şüphe içerisinde olm alarına karşın, Garanik vak'asm daki ittifaklarıdır. 1 Müslüman râvilerin, sübjektif ve m utaassıp olduk­ ları söylenemez. Nasıl söylensin ki, bu raviler, Rasulullah (s.a.s.)m «Ben kavmimin dininde iken, Uzza'ya toprak ren1 G aranik V ak’ası, İslâm düşmanı zındıkların uydurduğu bir hadisedir, ö z e t olarak şöyledir : Rasulullah (s.a.s.1, Mekke'­ de «Necm» suresi geldiği vakit, O’nu okumuş ve : «Gördünüzmü O lât ve Uzza’yı ve üçüncüleri olan öteki menatı» âye­ tine gelince, şeytan Resulullah'a : «Bunlar, yüce Garaniklerdir. Onların da şefaatlan umulur.» dedirtiverm iştir Ne Resulullah ve ne de m üslüm anlar, Cebrail uyarıncaya kadar, bunun farkına varamamışlardır.» Bu hem naklen ve hem de aklen batıl bir kıssadır. Geniş bilgi için bkz. «es-Siretü’nNebeviye fi Dav’iT-Kur’ân-i ve’s-Sünne», c. 1, s. 375-387. ٠ K ur’an Meâli Yazan, Fransız M üsteşrik R.L. Blachere em âne­ te hiyânet etmiş ve «en-Necm» suresinin meâlini yaparken, bu yalanı da> K ur’an nassına sokuşturm uştur. Bu bir emânetsizlik olmanın yanında, Blachere’nin yaptığı âdî bir desise ve Allah’a karşı apaçık bir iftiradır.


SÜNNET MÜDAFAASI

mile bir koyun kurban ettim» dediğini, yine O’nun; ço١ aklarına ‫« ؛‬Abdü'l-Uzza, Abdu m enaf ve Kasım» gibi isimler koyduğunu rivayet edenlerin ta kendisidir. Aynı şekilde, Zeyneb binti Cahş kıssası, ifk olayı ve i lafsa hadisesi gibi, Peygamberim şahsi ve âilevi b irta­ kım meselelerini dile getiren rivayetleri de sahih h a d ;s mecmualarında görebilmekteyiz. Prensip olarak, hadisle­ rin bir kısmının sahih olduğu itiraf edildiği zaman; Ra­ sulullah'in konum u ile uygunluk arzetmeyen çok az sayı­ da rivayetin sahih olabileceğini, bunun dışında kalanların ise, aksine delil bulunm adıkça uydurm a olacaklarını söy­ lemek tutarsızlık olur. M üslümanların, hayat tarzlarıyla alakalı, küçük-büyük her meseledeki ittifakları, sünnete sıkı sıkıya sarıl­ mayı, değişmez bir gaye hâline getiren hadisin; şartların bir gereği olmadığım, ve daha sonraki m üslüm an nesil­ lerin, tutarsız birtakım fikirleri üzerine bina edilmedi­ ğini, gösteren en güzel delildir. Daha sonra, Wink, Goldzier'in içine düştüğü bazı ya­ nılgıları zikrederek eleştirisini yapmış ve O'nun görüş­ lerinde hatalı olduğunu vurgulam ıştır. »2

2 Ali Hasen Abdıılkâdir, A.g.e., s. 131-136


V1ÜSTEŞRİK W iN K 'iN SÖZLERİNİN YORUMU Wink ve onun gibi düşünenlerin sözleri, şarkiyat ta!‫)؛‬،،،)de, önemli b ir dönüşüm noktası olarak değerlendi1‫< ا‬bilir, ?ekçok m üsteşriğin, iştirak ettiği, Goldzier’in ٣ ٠ ‫ ؛‬،işleri, b ir m üddet revaç bulduktan sonra, yine, ken،١) içlerinden W ink’in onlara cevap verdiğini, hadis ve ha،١، çiler hakkm daki nazariyelerini ç ü rü ttü ^ in ü ve hadis konusunda hakkı dile getirdiğini müşahede ediyoruz. Wink, sağlam ve m uhkem b ir esastan hareketle, hadisi Kasulullah (s.a.s.) dönemine kadar götürm üş, O’nun, Gold/ier'in idida ettiği gibi, sosyal, siyasal ve dini gelişimin )>‫؛‬٢ ürünü olmadığını vurgulam ıştır. Gerçekten, Wink ve o 'n n n gibi düşünenlerin görüşleri, hadis konusunda, islâm âlimlerinin, öteden beri söyleyegeldiklerine en yakın, hatta, hemen hem en aynı paralelde görüşlerdir. W ink’in en hassas m ülâhazalarından b ir tanesi şu tespitidir : «M üsteşriklerin büyük çoğunluğu, Garanik kıssasının sahih olduğunda ittifak etm işlerdir. H albuki bu hadise, imkansız ve saçm adır. Zira, ?eygam ber'in ismetini zedelemekte, ?eygâmberllğlne dil uzatm aktadır. Fakat, aynı zamanda, b u m üsteşrikler, en sahib haberleri, uydurm a olarak yaftalam akta veya en azından şüphe düşürm ektedirler. M üttefekun aleyh olan, Buhari ve Müsrivâyet ettikleri «Sevap maksadıyle yolculuk, yalnazca üç mescide, benim şu mescidime. Mescid i Harama ve Mescid-i Aksâ’ya yapılabilir» hadisi hakkında ne iddiaettiklerini daha önce görmüştük. İ13


ÇAĞDAŞ MÜSTEŞRİKLERİN GÖRÜŞLERİ

M üsteşriklerin çoğunluğunun tavn, sahihi zayıf, mev­ zu ,yu sahih gösterm ektir. Onları buna sevkeden yegâne sebep ise; taassuptur: İslâm 'a ve İslâm Peygamberine, K ur'an'a ve Sünnet-i Nebeviyye ye karşı, gönüllerinde giz­ ledikleri hınçtır.» Yine, W ink'in orjinal tesbitlerinden b ir diğeri de, m üslüm an râvilerin, sübjektif ve m utaassıb sayılamaya­ caklarıdır. «Zira onlar, b ir taraftan tevhid ve nübüvvete halel getirmeyecek nitelikte, Rasulullah'm ismetine de­ lâlet eden hadisleri rivayet ederlerken, diğer taraftan, Peygamberliğe ve O n u n ismetine gölge düşürecek u n su r­ ları içeren hadisleri de rivayet edebilmişlerdir. Şayet, ilk kısımla yetinmiş olsalardı bile, bu onlar için nakısa ol­ mazdı. Ancak, nakildeki emsalsiz em ânet anlayışları, sahih akideye dokunsa da, ismeti zedeleyecek unsurlar taşısa da, rivayetlerden hiçbirşeyi gizlememe prensipleri buna mani olm uştur. Fakat, bunun manası, asla rivayet ettikleri şeylerin, derece bakım ından, sahih, hasen, zayıf veya uydurm a ol­ duklarım beyan etm edikleri anlam ını taşımaz. Onlar, ri­ vayetlerin yukarıda işaret ettiğimiz vasıflarını da beyan etm işlerdir. B ütün Islâm âlimleri, mevzû haberin, ancak, uydur­ m a olduğu söylenilerek rivayet edilebileceğinde, aksi tak ­ tirde, O'nu rivayet edenin son derece büyük b ir günah iş­ lemiş olacağında ittifak etmişlerdir.»

114


BÜTÜN ÂLİMLERİN UYDURMA OLDUKLARINDA İCMA ETTİKLERİ İKİ HADİS Bu arada, W in k ln «el-Kelbî»nin «Kitâbu 1-Asnâm s. 19» adlı eserini kaynak göstererek z ik re ttiğ i: «Ben Kavm im in dinindeyken, Uzza'ya, toprak renginde b ir koyun kurban ettim» şeklindeki hadisin hadisçilerin icma'ı ile uydurm a olduğunu da hatırlatalım . Zira, hadis, bizzat kendi kendisinin uydurm a olduğuna en açık delildir. Çün­ kü, Rasulullah'm, Peygamberlik öncesi hayatı bile, bıra­ kın sonrasını, inanç, hukuka riâyet, ilim, amel, ahlak ve davranış bakım ından, dünyanın tanıdığı en örnek bir hayattır. Bundan başka, Hz. Peygamber'e isnad edilen sözkonusu davranışın, imkansız olduğuna delâlet eden aklî ve naklî deliller de vardır. Hadis olduğu ileri sürülen bu uy­ durm a haberi m üsteşrik E .Dermenghem «Muhammed'in Hayatı»3 adlı eserinde zikretm iştir. Bu da, bizim, arzu­ larına uyduğu m üddetçe m üsteşriklerin, zayıf ve uydur­ m a haberleri sahih addetm ekte b ir beis görmedikleri, şeklindeki kanaatim izi doğrulam aktadır. Nitekim, buna bir diğer örnek de, Peveamber'in «es-Sâfra» adlı putu sıvazladığı^ yolundaki rivâyettir. Mâalesef, Hüseyin Heykel de «Hayât û^M uhammed» adlı eserinde, bü rivayete yer "vermeKTe, büyüle, hir hata et-_ miştır. ٠

3

--------------- ■«*

m m

E. Dermenghem, Hayat’ü Muhammed, Arp. Çev Adil Zuay tır, s. 20. 115


ÇAĞDAŞ MÜSTEŞRİKLERİN GÖRÜŞLERİ

Bu meyanda nakletm ekten haya etm edikleri başka bir rivayet de, Rasulullah (s.a.s.)m, M üşriklerin önemli günlerinde, onların toplantı ve program larına iştirak etti­ ğini dile getiren rivayettir. Bu ve benzeri haberler, itim ada şayan olmayan ba­ zı kitapların ihtiva ettiği haberlerdir. M üsteşrikler ve on­ ların izinden giden bazı m üslüm an yazarlar, hiçbir araş­ tırm a ve tetkike tâbi tutm adan o n lan kitaplarında, sa­ hihm iş gibi nakletm işlerdir. Halbuki, Rasulullah (s.a.s.)ın en fazla buğzettiği husus, p u tlara perestiştir. H atta, on­ lara dokunm aya bile çok kızar, bunu yapanları, bu dav­ ranıştan, şiddetle menederdi. İşte. el-Bevhâkî, buna dâir Zeyd b. H ârisem n şu sözlerini naklediyor. «Bakırdan yapılmış T ls â t »'denilen b ir p u t ile m üşriklerin tavaf esnâsm da sıvazladıktan «Nâile»~lsimli b ir diğer put vardı. Birgün, Rasulullah (s.a.s.), tavaf ediyordu. Ben de, O nunla ta v a f etmeye baştadîm . F u tu n yamndan_ geçerken, O'na 'dokunuverdim. Rasulullah, derhal, «O'na elini jâirnıe» dedi. Tavafa devam ettik, kendi kendime bir daha dokunacağimi bâkalım pne olacak, dedim ve Putu sıvazladım. Rasulullah hemen, sen bundan men olunm adın mı? diye karşı çıktı»" Zeyd, «Kasulullahı kerim kılan* ve O'na K ur1affı indiren Allah'a yemin olsun ki, Allah Ona risaleti ikrâm edinceye ve K ur'an'ı kendisine jndirinceye kadar Bile, asla, bir p utu selamlamamıştır.» diyor. M üslüman râvilerin, sübjektif ve m utaassıp olmadık­ larına delil olarak, m üsteşrik yazar W ink'in zikrettiği di­ ğer b ir haber de şu i d i : «Peygamber (s.a.s.) çocuklarına Abduluzza, Abdû Menâf ve Kasım ismini vermiştir.» Bu ir önceki gibi, hadisçilerin uydurm a olduğunda icma leri b ir haberdir. Nitekim isnadm da, Buhari, Yahya ııd, ve Ebu Davud'un yalancı olduğunu söyledikleri,، 116


SÜNNET MÜDAFAASI

sem b. Adî et-Tâîy Ebu A bdurrahm an el-Menbîcî, var Ib n Adıyde ü n ü n d ü k .a z ‫ ث^ ﻟﺞ‬3aha"*çok, birtakım haberlerin rivay~ ‫ ؛‬, /? ‫ ﻣﺢ‬،‫"« ﺧﻤﻢ‬ ‫ﺑﻢ 'ا‬ Yeri gelmişken şuna da işaret edelim; rivâyetle iştigâl eden ve kendilerine «ahhârîyyun»"denilen b ir züm ‫ ؟‬savardır ki, bunlar sahih‘ dlani da, olmayanı da rivayet ederler, H asenT zayıfı 'birbirinden ayırdedemezler. Zira TJnlSfFtlgflendiren, haberleri toplamaktır. 'BiıriTâr gece -odun ^toplayan kimse gibidirler.* Bu nedenle, hadisçiler «Talanca kimse ahbârî»’dir, dediklerinde, bununla, o ‫ص‬ güvenilir ve itim ada şayan Hadis ehlıridch o î ^/:¿^jııadıgını kastederler, ‫ﺫ‬

îm am Nesâî, çocuklarına ad koyması ile ilgili rivayetin, Peygamber'den sadır olm asının imkansızlığını belirterek, ravi H eysem m m ünkerû'H ıadis olduğunu söylüyor. Buhari kendisinden rivayet ettiğini söylemekle Heysem'in, büyük b ir ihtimalle, Hişam b. Urve'ye iftira ettiğini de vurguluyor. Ebu H atim ise, Vâkidi'den nakillerde bulunduğu için Heysem'in, m etruku'l-hadis o ld u ^ m u söylüyor el-Iclî'de yalancı biri olduğuna işaret ederken, Ya'kub b. Şeybe : «İnsanların b ir takım haberlerini bilirdi, fakat, hadiste kavi olmadığı gibi, bu konuda pek m alûm atı da yoktu» diyor. îm am Ahmed, es-Sâci, Îbnû's-Seken, îb n Şâhîn, îbnû'l-C ârûd ve ed-Dârekutnî gibi bazı âlim ler de O'nu zayıf râviler arasında zikretm işlerdir. «Hâtıb’u leyi» Gece odun toplayan kimse demektir. Bu gibi­ ler gece karanlığında odunun iyisini kötüsünden ayırdedemezler. H atta çoğu zam an odun zannıyla akrep ve yılan avuçlar da bu yüzden sokulurlar.


ÇAĞDAŞ MÜSTEŞRİKLERİN GÖRÜŞLERİ

Özet olarak; W ink'in zikrettiği bu hadis, ravilerinden Heysem sebebiyle uydurm a olduğu kaydedilen bir hadistir. Bu konuda, Tahâvî «M üşkilûl-Hadis» Beyhâkî «es-Sûnen» en-Nakkâş ve el Cûzekânî, mevzuâta dâir yaz­ dıkları, eserlerinde söz etm işlerdir. Mesûdî'nin «Murûcûz-Zeheb» adlı eserinde kaydettiğine göre, Heysem h. 206 veya 207 de vefât etm iştir.4 B ütün bu sıraladıkları­ mızdan sonra, haberin uydurm a ve yalan olduğunda en ufak b ir şüphe kalır mı? W ink'in : «Müslümanların, dahili ve hârici neden­ lerden dolayı, sahih olmayan hadislerin bütün nevilerini ayırm aya m uvaffak olam adıklarına bakarak, bü tü n ha­ dislerin güvenilirliklerini reddetm ek m a'kul b ir tutum de­ ğildir. Zira, îslâm hadisi, sağlam b ir esası m uhtevidir...» şeklindeki sözlerine gelince; bu konuda biz onunla aynı düşünmüyoruz. Çünki âlimlerimiz her rivâyetin, sahih, hasen, zayıf ve uydurm a oluşu bakım ından vasfım be­ yan etm işlerdir. Fakat, bunu tesbit edebilmek, sabır, metânet ve uzun b ir inceleme ister. Bunun en güzel delili de, sahih, hasen, zayıf ve uydurm a haberlerin her bireri için m üstakil eserlerin te lif edilmiş olmasıdır. Tabii, bun­ ların hepsine m uttali olmak büyük b ir sabır ve m etanet ister. Daha evvelki eleştirim de, hadisçilerin, niçin sened tenkidine gösterdikleri ihtim am ı, m etin tenkidine de gös­ term ediklerine ve bu tutum larının haklılığına işaret et­ miştim. Bunun nedeni olarak da, hadis m etninin müteşabih, hakikatten ziyade mecaz olabileceğine, veya Allah'ın, sırrını daha sonraları ortaya çıkarabileceği bir m etin ola­ bileceğine dikkat çekmiştim. Bu noktada şu beklentimizi 4 İbn Hacer, LisânûT-Mizân, c. 6, s. 209-210.

118


SÜNNET MÜDAFAASI

،t ٠٠٠1> etmek istiyoruz: Allah'ın fazlı ve m üslüm an âlim­ imin çabalanyle, Goldzier'in peşinden giden pekçok müs٠٠^٠ «■k in, Islâm teşriatm m asıllarından İkincisi olan sün٠٠١ hakkmdaki kanaatlerini değiştirip, hak söze gelmetını, bu gün gibi aşikâr gerçeği kabullenerek, içlerin­ im ١ birisi olan Wink gibi, onu dile getirmelerini bekt ١y،>ı uz. Bu gerçek şu d u r: «Peygamberin hadisleri, yüce ١٠٠٠.١٠. ve sağlam tem eller üzerine kâimdir. Onlar, asla ne ٠111 ،ı ne siyâsî ve ne de sosyal gelişmenin b ir sonucu decîllrrdir.»

119


SONUÇ Bu kitapta şu ana kadar zikrettiğimiz şüpheler; pek­ in mutassıp, İslâm 'a ve m üslüm anlara kin güden müsşıiklerin hazırladığı «İslâm A nsiklopedisinde, uzman­ lan tarafm dn çevirisi gerçekleştirilen oryantalist ürünü eserlerde, iddia ve görüşlerinin çoğunluğunda m üsteşrik­ le re tabi olan m üslüm an yazar ve araştırıcıların eserleı iııde rastlayıp, üzerinde durduğum uz şüphelerdir. Ancak, buraya kadar değinmediğimiz birtakım şüp­ heler daha var. Bu nedenle biz, daha evvel zikrettikleri­ mizle yetinmeyerek, incelememize biraz daha devam ede­ cek ve bu şüpheleri ele alacağız. Böylece, eserimiz, sünnet ve hadise dil uzatan düşm anlarının bütün söylediklerini, onlara verilen ilmi cevaplan kapsayan b ir eser olacak­ tır. Zaten, bendeniz, tâ, talebelik yıllanm dan beri, K ur'an ve Sünneti M üdafaa eden bir eser yazmayı kendi kendime ahdetm iştim . Kanaatime göre, bu çeşit cihad, İslâm ’daki cihad çe­ şitlerinin en yücesidir. Biz, İslâm 'ın dünyaya hakim ve yeryüzünde hüküm rân olduğu zam anlarda bile, buna ih­ tiyaç duymuşsak, bugün, bu cihada çok daha fazla muhtâcız demektir. İm am Ahmed, Ebû Dâvud, En-Nesâi, İbn Hıbbân ve H âkim in riv ay et-ettik k ri. b ir hadiste, Rasulullah (s.a.s.) : «Kâfirlere karşı m allannız, canlarınız ve dillerinizle cilıad edin» buyurm aktadır.


ÇAĞDAŞ MÜSTEŞRİKLERİN GÖRÜŞLERİ

Bugün şer güçler, her taraftan azgın dişlerini gös­ tererek, m üslüm anlann üzerine saldırm aktadırlar. Gerçi, çoğu zaman kâfirlerin, kendi aralarında ihtilâfa düştük­ leri, birbirlerini her türlü vesileyle yok etmeye çalıştık­ ları da görülm ektedir. Bunun en güzel delili, iki askeri blok arasında mevcud olan ihtilaftır. Bu bloklardan birisi, ismen H ristiyan olan batı bloku, diğeri ise ateist doğu blokudur. Fakat, herşeye rağmen, aralarındaki mücadele­ nin birbirlerini helâk edecek düzeye erişmeden, dengeli b ir şekilde sürdüğünü de h atırlatm ak ta fayda var. Ancak, mesele, m üslüm anlarla ilgili olup, Islâm sözkonusu olunca, hepsi bir safta yer alıveriyorlar. Bugün bu, hepimizin, bizzat, m üşahede ettiği b ir durum dur. Eğer, b ir kısmı m üslüm anlara sevgi gösterisinde bulu­ nup, sem patik davranıyorsa, bilm ek lazım ki, bu menfa a tla n gereğidir. Âlimlerimizin «küfür tek millettir» sözünü hiç akıl­ dan çıkarm am ak lazım. Çünkü bu söz, Allah'ın, onların diliyle söylettiği son derece büyük esprisi olan b ir söz­ dür. Bugün, batının veya doğunun imâl ettiği, bazı, sözüm ona m üslüm anlar, bu sözü b ir taassup ürünü sayarak, ondan kurtulm aya çalışm aktadırlar. Allah biliyor ki, O n u n taassupla hiçbir alakası yoktur. Yalnızca, şaşmaz bir hakikatin ifadesidir. Bunun en güzel delili, gasbedilen Filistin'de meyda­ na gelen hadiselerdir. Şayet, İngilizler ve yardakçıları ol­ masaydı, Yahudiler Filistin'de vücud bulamazdı. Yahudilerin Filistin'i ihlâllerine im kân hazırlayan onlardır ve yi­ ne bu söz b ir hakikatin ifadesi olmasaydı, İngilizlerin eseri olan bu devlet, O rtadoğu'da kurulam azdı, işte, bu devleti ilk tanıyan da kom ünist Rusya olm uştur. Bütün


SÜNNET MÜDAFAASI

bunlardan sonra, b ir m üslüm an, kâfirlerin tek millet ol­ duklarından hâlâ nasıl şüphe edebilir!? Allah Teâlâ, tâ ezelden beri, âlimlerden, hakkı söyle­ yip, onu gizlemiyeceklerine, hak yolunda, batılı zelil et­ me uğruna cihad edeceklerine dair söz aldığına göre, bu açıklam aları yapmamız zorunludur. Hâssaten, vatanları­ na, dinlerine, kitaplarına ve peygâm berlerinin sünnetine; kafir, azgın ve düşm an devletlerin m usallat olduğu bir dönemde m üslüm an âlimlerin üzerine, bu b ir vecibedir. Artık, bütün dünyadaki m üslüm an âlimlerin, İslâm şeriatının güzelliklerini ortaya koyma zamanı gelmiştir. K ur’an ve sünneti m üdafa için mücadeleye bilenmeleri b ir zarurettir. İslâm düşm anlarının, batıllarına hak, satalarına hüccet ve burhanla karşılık verilmelidir. Bu azametli İslâm dini, tembellik, gevşeklik ve ra üzerine faa, şehâdet sevgisi, canı, evladu iyâli ve malı kurban etm e esası üzerine kurulm uştur. Kılıçla cihaddan evvel, sözle cihad üzerine bina edilmiştir. Ben, âlim kardeşlerim i ve evlatlarım ı, hep birlikte, kendi ihtisas alanları dairesinde, Islâm 'ı, Allahın kitabını, Peygamberin sünnetini, İslâm î ilimleri ve Islâm kültü­ rünü m üdâfa etmeye çağırıyorum. Şâyet, Islâm kültürü olmasaydı, beşeriyet bugünkü fikri terakkiye ulaşamaz­ dı. Bu itibarla, dünya Islâm 'a m edyûndur. Islâm 'ı savunan, O n a davet eden, O n u n faziletlerini ve güzelliklerini ortaya koyan âlimlere, Rasulullah'ın tev­ cih ettiği şu tâc y e te r : «Âimler, peygâmberlerin varisle­ ridir. Peygâmberier miras olarak para pul bırakmamış­ lardır* Onların mirası yalnızca ilimdir. Kim O'nu elde ederse, en büyük nasibi elde etm iş demektir.»


ÇAĞDAŞ MÜSTEŞRİKLERİN GÖRÜŞLERİ

Peygamberliğin üstünde hiçbir m ertebe olmadığına, bu mertebeye vâris olm anın ötesinde b ir şeref bulunm a­ dığına göre, Allah'a yemin olsun ki, dünyadaki, mal, mülk, saltanat, m akam , mevkii, çoluk çocuk, hepsi, bu varis­ liğin yanında bir hiç kalır. Bütün bunlardan sonra, eğer, söylediklerim doğru ise Allah'tan ve O'nun tevfikiyledir. Yok, eğer hatalı ise, bu taktirde benden ve şeytandandır. Ne varki, ben yal­ nızca hayır m urad ettim , o kadar «Ben, sadece, gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum* Fakat, başarmam, ancak, Allah'm yardımıyladır. Yalnız O'na dayandım ve yalnız O'na döneceğim.»5

5 Hûd. 88

l?4


TEMENNİ VE TAVSİYELER

Goldzier'in «El-Âkide ve'ş-Şeria» adlı eseri, kendisi­ ne en çok m uttali olmak ve içindekilere cevap vermek istediğim b ir kitaptır. Ne var ki, Allah buna fırsat ver­ medi. Öyle zannediyorum ki, içerisinde pekçok mesnetsiz, hayal ürünü iddialar vardır. Bu yüzden sözkonusu ki­ taptaki şüphe kapılarını kapatacak nitelikli b ir reddi­ yenin yazılması âlim ler üzerine b ir vecibedir. Temennim, bu kitabı görüp içerisindeki saçm alıkla­ ra m uttali olan âlimler, ona cevap vermeyi kendine vazife bilsin. Böylelikle, üzerindeki İslâm î b ir vecibe yi gerçek­ leştirm iş ve Allah'ın kendilerine büyük m ükâfatlar vere­ ceği kim seler arasına girmiş olur. «Kim, Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse işte onlar Allah'ın kendilerine lutuflar­ da bulunduğu, peygâmberler, sıddikler, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdir. Bunlar, ne güzel arkadaştır.» 1 Asil İslâm kültürü için, ciddi tehlikeler arzedea_ki­ taplardan b ir tanesi de, Goldzier'in, «Mezâhibü’t -Tefsîri’1İslâmi» adlı eseridir. Bu kitap, m üsteşriklerin en büyük putu Goldzierin kalem e aldığı en t ehlikeli kitap olarak değerlendirO eb® ! Kitap, Dr. Abdülhâlim en-Neccâr tarafından Arap­ ça'ya çevrilmiştir. Ne var ki, ihtiva ettiği saçmalıkları, safsataları ve K ur'an tefsirine yaptığı iftiraları reddeden, l Nis&, 60.

125

t *t f *w


ÇAĞDAŞ MÜSTEŞRİKLERİN GÖRÜŞLERİ

iknâ edici yorum lar yapılmamış, dipnotlar konulmamıştır. Usûlûddin Fakültesine* ilk girdiğim yıllar bu kitabı okum uştum . Kitabın her sahifesi tahkik ve yorum a muhtaçtı. Tâ o zam andan bu k ita p ta k i,İslâ m kültürüne yonelik iftira, karalam a ve tahriflere cevap vermeye azm etm iştim . Fakat, Sünnet-i nebeviyenin enine boyuna tedrisi ile meşgûl olmam, beni bundan alıkoydu, Hadis ve sünnetlerle olan meşgaleme, b ir de, B unârî’nin şerhi İST pklpnınre, Kıma biç dp fırla t bulam adım . Kitap ve surmeTHımlerinde ihtisas yapanlardan birisi, bu kitaptaki sakat ve yanlış görüşlere cevaplar verecek b ir çalışma yapsa, ne kadar da, güzel olurdu. H atta, bu son derece tehlikeli kitaba verilecek reddiye, b ir doktora tezi bile olabilir. Doktora talebelerinden bu görevi üstlenecek birinin çıkmasını, ne kadar, arzu ediyorum, b ir bilseniz.‫؛؛‬ Allah'ın bunu gerçekleştireceğine inanıyorum. ^

^

İ

M

■ ■

"

,

,

,

٠

Çeyrek asırdan uzun zam andır, sünnetin tedrisiyle, ö 'n a yöneltilen, ^u p h e, iftira ve saçm alıklara ”cevaplar vermekle geçen uzun öm rüm ün, kalbîm m ^âklfm ın ve zihnimin b ır’ hülasası oTaıîTbü kitabın son Volümünde üzerine şüphe düşürülmeye çalışılan b ir grupTıadisi ele alm ak istiyorum. Bu arada, daha 1‫ﺳﻪ‬ detaylı olarak bahsettiğim hadislere değinmiyeceğim. Yalnızca, İslâm 'a ve m üslüm anlara hınç besleyen, sünnet d ü ^ a ^ a r ı n m üzerinde m ünakaşayı c ğ ım la ş tırıp , şüphe sokuşturm aya çalıştıkları hadisieri zikredeceğim.

*

Usûlûddin Fakültesi, doğu ve batı üniversitelerinin anası sa­ yılan El-Ezher Üniversitesine bağlı fakültelerden bîr tanesidir 126


TARİHTE VE MODERN ZAMANLARDA KUŞKU DÜŞÜRÜLMEYE ÇALIŞILAN HADÎSLER Gerek eskiden, gerek, şimdilerde üzerine şüphe dü­ şürülm ek istenen bazı hadislere değinmek istiyorum. Bun­ lardan b ir kısmı için ileri sürülen kuşkular, oldukça er­ ken devirlere, tâ ikinci ve üçüncü asra kadar uzanır. Bunları, M uhammed b. Abdullah b. Müslim b. Kuteybe (ö.h. 276) «Te'viLû M uhtelifî’l-Hadis» adlı eserinde dile getirm iştir. Bu şüpheler, En-Nazzâm* ve benzeri mu'tezilîlerin ileri sürdükleri şüphelerdir. Örneğin bu hadis­ lerden bir tanesi «sinek»le ilgili olan, «Ez-Zûbâb» hadisi­ dir. Bugün bile, hâlâ, etrafında bazı kuşkular vardır. Fa­ kat m odem tıp ilmi, bu hadisin, Rasulullah’ın mucize­ lerinden biri sayılabileceğini ortaya çıkarmış, tıbbî tah ­ liller O n u n bazı sırlarını tesbit etm iştir. Bunlara ileride değineceğiz. Buharî, Müslim ve diğer hadis kolleksiyonlannda rivâyet edilen, bu kabil, hadisleri şöylece sıralayabiliriz : — Rasulullah'a sihir yapıldığı yolundaki hadis, — Cessâse hadisi, — Mesih, deccâl hadisi, — Ahir zamanda, îsâ (a.s.)nın nüzülü ile ilgili hadis. * ö.h. 220. 127


ŞÜPHE DUYURULMAYA ÇALIŞILAN HADİSLER

— Ölüm meleği ile Musa (a.s.) arasında geçenleri m uhtevi hadis, — îs râ ve Miraç ile ilgili hadis, — Rasulullah (s.a.s.)m göğsünün yarılm ası ile ilgili hadis, — Şeytanın, Meryem ve oğlu Isa (a.s.) dışında dün­ yaya gelen h er insana t a n ettiği yolundaki hadis v.b. birtakım hadisler.

128


«EZ ZÛBÂB» HADİSİ VE O NUNLA İLGİLİ OLARAK İLERİ SÜRÜLEN ŞÜPHELER Hadisi, Buhârî iki tarikten rivayet etm iştir. Birisi şöyledir : «Bize, Halid b. M ahledl, Süleyman b. Bilâl'den, O, Akâbe b. Müslim'den, O, Abîd b. Huneyn'den, O da, 1 Ebu’l-Heysem, Hâlid b. Mahled, el-Katavânî, el-Kufî, Kufe’de Katan isimli bir yere nisbeten bu ismi almıştır. B uhari’nin önde gelen ü stad lan n d an d ır Buharı O’ndan hem doğrudan ve hem de dolaylı olarak rivayette bulunm uştur. Hakkında ihtilâf edilmiştir. Bazılan sika olduğunu söylerken, bir kıs­ mı da hakkında menfi beyanda bulunm uşlardır. Bunlardan birisi Ahmed b. Hanbel’dir.• O’nun m ünker rivayetleri oldu­ ğunu söylemiştir. Kınandığı yegâne nokta ise şia ta ra fta n ,ol­ m asıdır. Böyle birisinin ise hadisi, ancak» bidatinin propogandisti olduğu ve hadis bidatim destekler m ahiyette bulundu­ ğu zam an reddedilebilir. Aksi takdirde reddedilmez, Özellik­ le de râvi sıdk ve emânetle biliniyorsa, Ibn Hacer, O’nun m ünker rivayetlerini ibn Acfym araştırıp, «El-Kâmil»’inde kaydettiğini, bunlardan hiçbirisinin Buhari'nin rivayetleri arasında yer almadığını, belirttiğini söylemiştir. İbn Hacer, B uhari’nin ondan yalnızca Ebu H ureyre’nin «Kim benim bir dostum a düşm an olursa...» diye başlayan hadisini rivâyet et­ tiğini de vurgulam ıştır. Bunun dışında kalan hadislerinin rivayetine ise, zâten başkaları da m uvafakat etmiştir. Yine îbn Hacer, O'nun sadûk ve şia ta ra fta n bir râvî olduğunu da haber verm iştir Müslim, Tirmizî, en-Nesâî, îbn Mâce, Mâlik ve Ebu Davud da O’ndan rivayette bulunanlardandır. Hakkında menfi konuşanların görüşü, bu âlimlerin tevsiki ile çelişki arzetmektedir. (Ibn Hacer, Hedyû’s-Sârî Mukaddimet-ü Fethul-Bâri, s. 400; Takribû’t-Tehzib, c. 1, s. 213) Halid b. M âhled’in ölüm tarihi h 213’tür.


ŞÜPHE DUYURULMAYA ÇALIŞILAN HADÎSLER

Ebu Hureyre (r.a.)den şöyle dediğini işittiğini rivayet et­ m iştir : Rasulullah (s.a.s.) «sizden birinizin içeceği içeri­ sine b ir sinek düştüğü vakit, onu iyice daldırsın, ondan sonra çıkartıp atsın. Çünki, sineğin b ir kanadında zehir, diğerinde ise şifa (panzehir) vardır, demiştir.»2 Diğeri ise şu şe k ild e d ir: «Bize, Kuteybe b. Said, İsmâil b. Ca'fer’den, O, Benü T em im in mevlası, Akabe b. Müslim'den, O, Benû Zûreyk'm mevlası, Abîd b. H uneynl den, O da, Ebû Hureyre'den, Rasulullah (s.a.s.)m şöyle dediğini rivayet etm iştir : «Sizden birinin kabına sinek düştüğü zaman, onu tam am en daldırsm.»3 Hadisi, îm am Ahmed,4 Ebu Dâvud,5 Nesâîö Ibn Mace.7 Dârimi8 ve Bezzar da9 m uhtelif tariklerden rivavet etm işlerdir. mU

/

Hadis sah ih tir: «Ez-Zûbâb» hadisi, sahih ve sıhhatin de en üst de­ recesindedir. Bu nedenle O'nu, hadis im am larından yedi tanesi rivâyet etm işlerdir. H erbirerinin isnadı da sahih­ tir. Bunda hiçbir kuşku yoktur. Metin yönünden ise, tıp, hadisi şüpheye mahal bırakm ıyacak şekilde isbat etm iş­ tir. Hadisin m anası sahihtir. 2 Buhârl, Kitab-u Bedi’l-Halk. 3 Buhârİ, K itâbu’t-Tıb. 4 Ahmed, Müsned, c. 3, s. 34, 67. 5 Avnü’l-Mâ’bûd Şerh-ü Sünen-i Ebî Dâvud, c. 3, s. 430. 6 Sünen-i Nesâî, Ki tabu’1-Fer ,i ve’l-Atİra, c. 7, s.178-179. 7 Sünen-i Ibn Mâce, K itabu’t-Tıb, h ، no. 3505. 8 Sünen-i Dârimî, Kitâbu'l-Et’ime, c. 2, s. 98. 9 Bezzâr, M ecmau’z-Zevâid, c. 5, s, 38. * N o t : B uralarda zikredilen varyantların metinleri aynı ol­ duğu için yalnızca yerlerine işaret ettik (Mtrc). !3 0


SÜNNET MÜDAFAASI

Şâyet, sinekte, hastalıklara yol açan m ikropların ve öldürücü nitelikte bir m addenin bulunduğu neticesini ve­ ren deneyleri m üslüm an doktorlar yapmış olsaydı, birisi çıkıp, onlar hadisi kayırm ışlardır, diyebilirdi. Fakat, bu deneyleri yapanların hiçbirinin de İslâm'la ilgisi yoktur. Ne var ki, inceleme ve tıbbi araştırm aları, onları bu neti­ ceye götürm üştür. Müslüman doktorların tek yaptığı ise, deney ve araştırm alardaki bulguları İlmî kaynaklardan terceme etmek olm uştur. Bu hizmetlerinden ötürü, Allah kendilerini engüzel şekilde m ükâfatlandırsın. Varyantlardan bazıları çok basit lafız farklılıkları ile gelmiştir. Örneğin birisinde «iki kanadından biri» anla­ mına gelen lafız «ihdâ cenâheyhi»~şekIinde Tse7“diğerinde «Ahadı cenâheyhi» şeklindedir. Bunun sebebi de «Ka­ nat»- anlamına gelen «cenâh» kelimesinin hem müzekker Eem de müennes b ir lafız olarak kullanılabilmesidir. Bu gıbTunsurlar rivayetin sıhhatini etkileyebilecek nitelikte değildir. Binaenaleyh varyantlarının bu her iki şekli de sahihtir. Hakiki manasıyle «cenâh» lafzı kuşlar için kul­ lanılır. Onun dışındakiler için ise kullanımı mecazidir. Şu ayeti kerimede olduğu gibi : «onları esirgeyerek, üzer­ lerine kanat ger.» 10 — —٠

-٠٠ •،

،—

Ebû Davud'un, Said el-Makburî tarikiyle, Ebû Hureyre'den gelen bir rivayetinde : «Çünkü, o, zehir olan ka­ nadı ile korunur» ifadesi, diğer rivayetlerden farklı ve fazla olarak yer almıştır. Ibn Hıbban'm kanaatine göre, bu fazlalık sahihtir. Kanaatimize göre ise, bu, kanadın­ daki zehir, O’nun silahı yerine kaim olduğu için böyledir. Ibn Hacer, «Fethul-Bari» adlı eserinde : «Hadisin tariklerinden hiçbirisinde sineğin hangi kanadında zehir, 10 Isrâ, 24.

131


ŞÜPHE DUYURULMAYA ÇALIŞILAN HADİSLER

hangisinde panzehir olduğunu açıklayan bir ifâdeye rast lamadım. Ancak, bazı âlimler, O'nun sol kanadı üzerine konduğuna bakarak, sağ kanadında panzehir olduğu netieesine varm ışlardır ki, b u da ‫ ﻛﻜﻠﺲ‬، ‫ﻣﺴﻤﻦ‬ 1«‫ ل‬demektedir. Bize göre bunun nedeni, sağ tarafta hayır bulunmasıdır. Nitekim Rasulullah temizliğine a r ın c a y a kadar her işini sağdan başlayarak yapmayı itiyad haline getirmişti. Sol tarafta ise, şerre işâret vardır. ib n Mâce'nin, Ebu Said el-Hudri'de‫ ؟‬yaptığı bir rivâyette : «©, önee zehiri, daha sonra şifâ yı bırakır.» den‫؛‬nektedir. Buradaki, «Zehirden m urad, U sta lık lara neden olan m ikroplardır ve Rasulullah bununla, hastalığa yol açan şeyleri kastetm iştir. «Şifa» ifadesi ise şifa nedeni, anlamınadır. Nitekim, m odem tıp a m ^ r m a la r ı da hunu te y id etmiştir.* Zûbâb* Hadisinin izâhı Sineğin bir takım özellikleri ve ilginç nitelikleri vardır. Çok kaçmasından ve h^eketliliğinden dolayı bu ismin verildiği söylenmiştir. K ur'an'da da zûbâb kelimesi yer ^ m a k ta d ır. Allah Teâla : «Allah'ı bırakıp da yalvardıklannız, bir araya gelseler bile, bir sineği dahi yara* tamazlar. Sinek, onlardan 1>‫ ﻣﻂ‬şey kapsa, Onu d„ geri alamazlar. isteyen de aciz, kendisinden istenen 2‫ه‬.‫ ل« أ‬bu^ rm u ştu r. 11 ibn Hacer, Fethu’IrBâri, c. 10, s. 251. * Bundan $enra kısa bir paragraf, tam am en lügavi tahlil ol duğu için çeviriye alınm am ıştır (Mtrc). * Bu kelim enin Etimolojisi için, bkz : «Kâmusu’l-Muhit* «z.b.b.» maddesi. 12 Hac, 73. 132


SÜNNET M ÜDAFAASI

Halifelerden birinin İm am Şâfi'ye : «Allah sineği ni­ çin yarattı?» diye sorduğu; O'nun da : «Kralları rezil et­ mek için», cevabını verdiği, hikâye edilir, im am Şâfîi, kendisine soruyu soran, halifeye, daha evvel b ir sineğin m usallat olup, O n u çok güç durum lara soktuğunu bil­ diği için, cevabıyla bu hadiseye telmihte bulunm uştur. Sineğin içerisine düşebileceği şey de bazı rivâyetlerde «kab» bazısında «içecek» b ir kısmında da «yiyecek» olarak geçmektedir. Bunlardan en kapsamlısı «kab» laf­ zıdır. Çünki bu lafız, sıcak olsun, soğuk olsun, yiyecek ve içeceklerin tam am ına şamildir. Sineğin tam amen kaba daldırılması yolundaki emir, panzehirin, zehiri karşılaması için b ir yönlendirmeye m a­ tuftur. Tamamının daldırılmasının istenmesi ise, bir kıs­ mını daldırm akla mecâz kastedilmiş olması tevehhümünü ortadan kaldırm aktadır. Ebû Ubeyde bunu şöyle izah edi­ yor : «Yani,, zehirini çıkardığı gibi, panzehirini de çıkar­ ması için onu, yiyeceğe ve içeceğe iyice batırın. Zira bu, Allah'ın ona ilhamı ile olan bir iştir» Bazı varyantlarda «daldırmak» anlam ına gelen farklı farklı fiiller kullanıl­ mıştır. Rasulullah, daha sonra da, sineğin çıkartılıp, atılm a­ sını em retm iştir. Bu em ir için de, rivayetlerde, aynı m a­ naya gelen farklı fiiller kullanılmıştır. Abdullah b. El-Müsennâ'mn, amcası Sümâme'den yaptığı bir riv a y e tte : «Enes'in yanındaydık. Yemek kabm a sinek düştü. Enes, parmağıyle Onu, kaba, üç kere daldırdı, sonra da bismil­ lah diyerek (yemeğe başladı). Arkasından, böyle yapma­ larını, onlara Rasulullah (s.a.s.)m emrettiğini söyledi.» . şeklinde yeralmıştır. 133


ŞÜPHE DUYURULMAYA ÇALIŞILAN HADÎSLER

Hadis Sahih'tir Buhari, Ebu Davud, En-Nesâî, Ibn Mâce, Ibn Hıbbân ve El-Bezzâr'dan yaptığımız rivayetler muvâcehesinde, araştırm alarında hakkı arayan, insaf sahibi herkes, zûbâb hadisinin pekçok tarikten ve çok sayıda sahabi ta­ rafından rivayet edildiğini görecektir. Hiçbir hadisçinin, bu hadisin senedi hakkında m en­ fi tavır sergilediklerine rastlamıyoruz. Binaenaleyh isnad cihetiyle son derece sahihtir. Metnine yönelik bazı eleş­ tiriler ise, birtakım cahil, gevşek ve bidat sahibi şahsiyetlerden gelmektedir. Bunların itirazları şöyle özetle­ nebilir : «Pisliklerin üzerine konan, m ikrop yuvası b ir hay­ vanda, nasıl olur da, şifa bulunabilir? Sonra Allah, has­ talıkla, devasını bir yerde nasıl birleştirebilir? Kaldı ki, sinek, kanatlarından birini diğerinden önce kullanması gerektiğini bilen akıllı b ir varlık mıdır?» vb. Bu hadis, tâ ilk devirlerden bu yana, üzerinde şüphe­ lerin yoğunlaştırılmak istendiği b ir hadistir. Ibn Kuteybe (öh. 276) konuya değinmiş fakat sadece hadisin sahih ve farklı lafızlarla da rivayet edilmiş olduğunu işâret et­ mek b ir de, daha evvel kaydettiğimiz, Enes b. Mâlik ri­ vayetini nakletmekle yetinmiştir. Ibn Kuteybe, bu hadis münasebetiyle, hadisleri hak­ sız yere eleştirmenin, onları iptal etmek ve Islâm 'dan çık­ m ak anlamına geleceğini, rivayetleri reddetmenin, Rasulullah'm getirdiği dine, sahabe ve tabiûn un m etoduna ters düşeceğini vurgulamıştır» 13 Sünnete dil uzatanlara ce13 îbn Kuteybe» Te’vil-u Muhtelefil-Hadis, s. 228-229. 134


SÜNNET M ÜDAFAASI

vaplar verdiğinden dolayı, Allah kendisinden hoşnud ve razı olsun, ilk devir âlimlerimizden bazıları bu şüpheleri ce­ vaplandırm aya gayret etm işlerdir, Allah kendilerinden razı olsun. Bunlardan b ir tanesi de akli ve nakli ilim­ lerde m ütebahhir olan, H am m ad b, Muhammed b. tbrâhim b, el-Hattâb el-Bûstî (ö.h. 388)'dir. O, bu konuda şu değerlendirmeyi yapıyor : «... Duyduğumuza göre, nâsipsizlerden biri, bu hadis hakkında ileri geri lâf etmiş. Sineğin kanadında da nasıl oluyor da zehir ile şifa b ir arada bulunabiliyor? Sinek, kendi kendine bunu nasıl akledebiliyor ki, önce zehir1olan kanadını, sonra da diğerini koyuyor? O'nu, buna kim zorlamıştır? diye sorular sor­ muş, Bu sorular yâ câhil veya câhil gözüken birisinin sorulandır. Zira pekçok hayvan bünyesinde Allah Teâla zıt nitelikleri bir arada yaratm ıştır. Böylece, hayvanın kuvvelerini meydana getirmiştir, işte, arıya, içerisinde bal yapacağı, acaib b ir yer edinme güdüsünü vermiştir. Aynı şekilde karıncaya, ihtiyaç zamanı için azık biriktirm e ve tohum un yeniden börtleyip bitmemesi için, onu, ikiye böl­ me güdüsünü vermiştir. Bunları yapan Allah, sineğe de kanadının birini önce, diğerini de sonra koyma güdüsünü vermeye kadirdir.» 14 Allame, Ebu'l-Ferec Ibnü'l-Cevzi ise (ö.h. 597); bu nakillerde şaşılacak bir tarafın bulunmadığım; çünkü arm ın ağzıyla bal yaparken, zehirini altından attığını; öl­ dürücü yılanların, zehirinin etleri ile karışm ış olduğunu ve gözü parlatm ak için, sineğin, sürmeyle birlikte göze çekildiğini hatırlatm ıştır. 14 îb n Hacer, FethuT-Bâri, c. 10, s. 251, 252.

135


ŞÜPHE DUYURULMAYA ÇALIŞILAN HADÎSLER

Bazı tıp otoriteleri de sinekte zehirli bir maddenin varlığına sokmasından mütevellit, vücudda bir takım şişik ve kabarıkların oluşmasını delil getirmişlerdir. Bu zehiri, silah olarak kullanır, kendisine eziyet verecek bir yere düştüğünde silahını ona aşılar. Bu nedenle, Allah Teâla, diğer kanadına yerleştirdiği panzehirle, bunun kar­ şılanmasını irade buyurm uştur. Böylece iki madde birbi­ rine karışm ıştır. 15 Îb n u ’l-Kayyım, Şemsûddin, Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Bekir ed-Dımeşkî (ö.h. ♦751) ise bu konuda şu m ütâlaada b u lu n m a k ta d ır: «Sinekte zehirli b ir m ad­ denin bulunduğu bilinm ektedir. Bunun delili ise, sokma­ sından mütevellit, vücutta oluşan şiş ve kabarcıklardır. Bu zehir O’nun silahı yerindedir. Kendisine ezâ verecek bir yere konduğunda, silahı ile korunur. Bu nedenle, Allah Teâla, diğer kanadında, onu karşılayacak b ir pan­ zehir koymayı irade etm iştir. Bu hikmete binaen, Ra­ sulullah (s.a.s.) da, yiyecek ve içeceklere düştüğü zaman, iyice daldırılmasını em retm iştir. Bu, o devirdeki tıp oto­ ritelerinin ulaşabileceği b ir şey değildir. Bilâkis, peygam­ berlik pınarından fışkırmış hakikatlerden sadece b ir ta ­ nesidir. Bununla birlikte, uzman b ir doktor, o maddenin ilaç olabileceğini kabullenir, onu haber veren zatın, alel ıtlak, bütün m ahlûkatm en mükemmeli olduğunu, beşerî kuvvetlerin dışında, İlâhi vahiyle desteklendiğini ikrâr eder. Hatta, pekçok doktor, akrep ve zenbûr (bir tü r ısı­ rıcı sinek) sokuğunun sinekle ovulması halinde faydası dokunup, ağrıyı teskin ettiğini söylemişlerdir. Bunun sinekte bulunan panzehirden kaynaklandığı gün gibi aşi­ kârdır. 15 a.g.e., Aynı Yer. 136


SÜNNET MÜDAFAASI

Yine, kirpiklerde meydana gelen şişiklerin de sinek­ lerin kafası kopartılıp, sürülmesi halinde iyileştiği söylenegelmiştir.»16

TIBBÜ’N NEBEVİ VAHİY ÜRÜNÜDÜR Modem tıbbın «ez-Zûbâb» hadisi ile ilgili görüşünü zikretmeden önce şu noktayı belirtm ek istiyorum. Ben, Tıbb-ı Nebevi nin, Rasulullah (s.a.s.)m hata yapması caiz olan, dünya işlerinden olduğunu savunan türedilerden biri değilim. Ne yazık ki bunlardan b ir kısmı da âlim geçinen kimselerdir. Onlar, bunu, Müslim'in Hz. Enes'ten rivayet ettiği, hurm aların aşılanması nevinden b ir hadise olarak değerlendirmektedirler. H urm aların aşılanması ile ilgili rivayet şöyledir : «Rasulullah hurma aşılayan bîr grup kimsenin yanına gelm iş bakmış ki, erkek tohum lan dişi­ lerinin üzerine gelecek şekilde aşıhyorlar, onlara, keşke böyle yapmasamz, daha iyi olurdu, demiştir. (Rasulul­ lah'm tavsiyesine uyarak, o işten vazgeçmişler) Fakat, hur­ malar, o mevsim, iyi ürün vermemiş. Rasulullah (s.a.s.) bir ara yine, onların yanına uğradığında «Hurmalarınız­ dan ne haber?» diye sormuş. Onlar da, «Siz böyle, böyle demiştiniz am a...» diye karşılık vermişler. Bunun üze­ rine Rasulullah (s.a .s.) ‫ ؛‬Siz dünya (ilgi alanınıza giren) işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz» demiştir. Rafi b. Hadîc'ten gelen bir varyantında ise, en son onlara : «Ben de, sadece bir beşerim. Size, dininizle ilgili birşey emrettiğim vakit, onu, alın. Ama, sîzlere, kendi 10 Ibnu 1-Kayyım, Zâdû'I-Meâd fi Fedy-i HayrVl-îbâd, c. 4, s. 111. 137


ŞÜPHE DUYURULMAYA ÇALIŞILAN HADÎSLER

görüşüme göre birşey emrettiğim vakit bilin ki, yainızca, ben de sizin gibi bir beşerim.»17 Rasulullah (s.a.s.) «Sineğin kanatlarından birinde zchir, diğerinde Panzehir olduğunu» tekitli b ir şekilde söylemişken, onların bunu, h u ^ a l a r ı n aşılaması nevinden bir hadise gibi telâkki etmeleri m antıklı b ir davranış değildir. Böyle tekidli b ir davranış, zan ve tahminin eari olduğu dünya işleri kategorisine giremez. Aynı şekilde, Rasulullah (s.a.s.)'m Buharî ve Müslim tarafından rivayet edilen : «Kim, her sabah yedi tâne Medine hurması yerse, O na ne zehir ve ne de sihir zarar vermez» sözü de dünyevî nitelikte değerlendirilemez. Tıbba ilişkin hadislerde kullanılan üslup ile, hurm ala n n aşılanması hadisindeki uslüp arasında çok fark vardır. Zira, Rasulullah (s.a.s.) hurm aların aşılanması olaymda, kesin bir ifade kullanmamış : «Keşke, böyle yapmasaydınız, daha iyi olurdu» demek suretiyle temennisini dile getirmiştir. Halbuki, Rasulullah, tıbbî hadislerin, hepsinde olmasa bile, büyük çoğunluğunda, onların vahiy üı^inü olduklarını ima edecek şekilde, kati ifadeler kullanmıştır. Zaten iki çeşit tedavi vardır. Birisi, Peygâmberlerin yaptığı kalp ve inanç tedavisi, diğeri de bedene ait tedavidir. Bu da ruhanî ve cismanî olmak üzere iki kısım7‫ ل‬Âlimler, Rasulullah’m buradaki r e ’yinin, teşri’ konusunda de. ğii, dünya işleri ve geçimiyle ilgili olduğunu belirtm işlerdir, içtihad ve reyine d ayanarak söylediği hususlarda, onunla am el etmek vâciptir. F akat hurm aların aşılanm ası teşrii değil, dünyevi bir hadisedir. Âlimler, Resulullah’m buradaki sözünün bir haber olmadığını, bilâkis, h er iki rivayette de belirtildiği gibi, bir zan olduğunu da belirtm işlerdir. 138


SÜNNET M ÜDAFAASI

dır. Birincisinde, rukye ve dua ile b ir tedavi yöntemi uygulanırken, diğerinde, bal, hurm a, m an tar v.b. m ad­ delerle bir tedavi m etodu uygulanır. Peygâmber'in temel ve esas görevi, kalp ve inanç­ ların tedavisidir. Ancak, O n u n şeriatı, hem cismani ve hem de ruhani tedaviye ilişkin pekçok hususu ihtiva et­ miştir. Bunun en güzel delilini de, hadis m ecm ualarında yer alan «Kitabu't-Tıp» adlı bölüm ler teşkil eder. H atta, bazı hadisçiler, bu konuda m üstakil eserler de yazmışlar­ dır. Ebu Nuaym, Es-Suyûtî îbnu'l-KayyınTm «Et-Tıbbû'n-Nebevî» adlı eserleri buna örnek olarak zikredile­ bilir. Bütün bunlardan sonra, beni esas ilgilendiren, Tıbb-ı Nebevî'nin dünyevî işler Tcatâğöfîsinde sayılacağı kanaa­ tinde olan türedilerin gönlünden bu yanlış inancı silip atm aktır. Ebû Sâîd el-Hudrî'den gelen b ir rivayette : «Bir zat, Rasulullah (s.as.)'a gelerek, kardeşinin midesinden şika­ yeti bulunduğunu, bu konuda ne tavsiye edebileceğini sormuş. Rasulullah (s.a.s.) da O'na, bal şerbeti içirmesini öğütlemiş. Adam birkaç kere böyle aynı nedenle gelmiş. Rasulullah (s.a.s.) her seferinde de aynı tavsiyede bulun­ muş. Fakat, dördüncü seferinde, Adam : «Ya Rasulullah! içirdim, fakat iyileşmedi», demiştir. Bunun üzerine Allah Rasulu ‫« ؛‬Allah Teâla, hiç kuşkusuz doğru söylemiştir. Kardeşinin kam ında birşeyler”var. HeleTsen bir daha bal şerbeti içir, ona» demiştir. AdairTda, derhal, hastaya bal şerbetT içirmiş veTıasta iyileşmiştin» Bu hadisi, Buhari, MusTım, Tirmizi ve En-Nesaî rivayet etmişlerdir. Bu noktada, konuya ilişkin olarak, İbnû'l-KayyınTm sözlerini nakletm ek istiy o ru m : 139


ŞÜPHE DUYURULMAYA ÇALIŞILAN HADİSLER

«...Doktorların tıbbTnm, Rasulullah'm tıbbı yanın­ daki konumu, bazı Sûfî Meşrebli kimselerin ve kocaka­ rıların tedavi yöntem lerinin tabiblerin tedavisine nisbeti gibidir. Nitekim bunu bazı tıp otoriteleri de itiraf et­ mişlerdir. Zira, bu insanların tababet konusunda esaslı bir bilgileri yoktur. Kimileri bilgi kaynaklarına, kıyas, tec­ rübe, ilham, rüya ve sezgi derken, pekçoğu da, hayvanlar­ dan gözlemlenerek birtakım neticelere varıldığını söylü­ yorlar. .. ... Böyle şeyler, faydalı ve zararlı ¿>lan herşeyi Rasulüne vahyeden, Allah'ın vahyinde görülemez. İnsanların tıp konusundaki bilgilerinin, Allah'ın vahyine nisbeti, b ü ­ tün ilimlerin, peygâmberlerin getirdiği bilgiye nisbeti gi­ bidir. Hatta, tedevide kullanılan öyle ilaçlar vardır ki, b ü ­ yük tıp uzm anlan akıl erdirememiş, ilim, tecrübe ve baş­ ka ilaçlara kıyasları da, onlara b ir yarar sağlamamıştır. Bu, doktorlann akıl erdiremediği ilaçlar arasında şunları sayabiliriz : Kalbî ve ruhanî b ir takım ilaçlar, Allah'a da­ yanıp, güvenme, O n a dayanıp, hükm üne razı olarak, tevazuya bürünm e, sıkıntıda kalanlara yardım eli uzatma ve m eşakkatleri kaldırm aya çaba gösterme, dinlerinin ve mezheplerinin farklılığına rağmen bütün milletler bu ilaç­ ları tecrübe etm işler ve tıp otoritelerinin, ne bilgi, ne de­ ney ve ne de kıyaslarının erişemiyeceği şifayı verdiğini gözlemlemişlerdir. Herkes gibi, bizler de bu konuda tecrübelerde bulun­ duk ve bu çeşit ilaçların, m addî ilaçların yapamadığını gerçekleştirdiğini gördük. Bilâkis, Rasulullah (s.a.s.)m tavsiye ettiği ilaçlar yanında m addî (tıbbî) ilaçların, tıbbî tedavi m etodlarm a nazaran sûfilerin tedavi şekilleri me­ sabesinde kaldığım müşahede ettik. Bu, İlâhi hizmet ka­ nununa göre tahakkuk eden bir durum dur. Tabii sebep­ 140


SÜNNET MÜDAFAASI

lerin farklı farklı olabileceğini de unutm am ak lâzımdır. Binaenaleyh insan âlemlerin Rabbı olan derdin de deva­ nın da yaratıcısı, bütün kainatı idare edip, dilediği gibi ta ­ sarruf eden birtek Allah'a inandığı zaman, Cenab-ı H ak'tan yüz çevirip uzaklaşan kimselerin asla müşahede edemiyeceği ilaçlan elde edebilir. Malum olduğu üzere, ruh, beden, ve insan tabiatı kuvvetli oldukça, hastalıklann definde ve bastırılm asında birbirlerine yardımcı olurlar. O takdirde, nasıl olur da, tabiatı ve bedenî kuvvetli olan, Allah'a ya­ kınlığı, tinsiyet ve sevgisiyle, O'nu zikrederek kavuştuğu nimetlerle, bütün kuvvelerini O'na yöneltip, O'nda birleş­ tirmesiyle, yardımı O ndan dileyip, O'na tevekkülü ile fe­ raha kavuşmuş birisine, bütün bunların en büyük ilaç ola­ cağı, O'nun bütün sıkıntılarını gidereceği, inkâr olunabilir. Bunu yalnızca, insanların en câhil, en kaba, Allah'tan ve hakiki insanlıktan en uzak olanı inkâr edebilir...»18*

ZÛBÂB (SİNEK) HADİSİ PEYGAMBER İN MÛCİZELERİNDENDİR Sinekte panzehir bulunduğuna dair, 1927 yılında bi. limseFdeney ve tıbbi incelemeler gerçekleştirilmiştir. Bu incelemelerin bulguları bir makâle halinde «Ingiliz Tıp Mecmuasında» yayınlanmıştır. O günden, bu güne kadar da, bu tü r deney ve araştırm alar sürdürülm üştür. Bun18 Ibnül-Kayyım, Zâdû’l-Meâd, c. 4, s. 11-12. * Bundan sonra yazar kitabın aslında, modem tıbbın «Zübâb» hadisi ile ilgili görüşünü ifâde eden bir bölüm zikretmiştir. Bu bölüm, Kitabın kısmında aynen verildiği için tekrarı­ na lüzum görmedik. Okuyucularımız ilgili bölüme tekrar ba­ kabilirler.

14!


ŞÜPHE DUYURULMAYA ÇALIŞILAN HADİSLER

larm neticesinde, açık ve seçik olarak, Zûbâb hadisinin, Hz. Peygâmber,in mucizelerinden biri olduğu ortaya çık­ mıştır. Binaenaleyh, bundan sonra, değerli okuyucuları­ mızın ve basiret sahibi araştırm acıların, zübab hadisinin, hem rivayet ve hem de dirâyet bakım ından sahih oldu­ ğuna kati olarak, kanaat getireceklerini umuyoruz. Aynı zamanda, Rasulullah (s.a.s.)dan, sahih olarak gelen haber­ leri kabul edip, benimsemenin titiz bir m ü mine yakışan en güzel davranış olacağının da farkına vardıklarını üm id ediyoruz. Günbegün gelişmekte olan, bilimsel tesbitler saye­ sinde, Allah Teala, K ur'an ve Hz. Peygamber'in doğrulu­ ğuna delâlet eden ,enfûsî, afâkî ve kevni âyetlerini o rta­ ya çıkarm aktadır. Nitekim o, şöyle buyurm uştur : «Ufuk­ larda, (yer, gök, ve dünya memleketlerinde) ve kendi ne­ fislerinde, insanlara, âyetlerimizi göstereceğiz ki, o (Kur'anJ'nmlÇ gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabb'ııırn, herşeye şahid olm ası yetmez mi?»20 Evet, Ya Rabbi! ben buna şahid olanlardanım. İzâh ve İkâz Burada, Rasulullah'm sineğin iyice batırılıp, sonra da çıkartılıp, atılm asına ilişkin emrinin vücüb için değil, yalnızca ta'lim ve tavsiye için olduğuna işaret etm ek is­ tiyorum. Aynı şekilde, hadiste, kendisine sinek daldırılıp, çıkarılan yemeğin veya içeceğin, yenilmeye devam edile­ ceği yolunda da bir em ir yoktur. Bilakis, bu, her insanın kendisine bırakılm ış bir durum dur. Kim, yemeğe veya içmeğe devam etm ek isterse buna bir mani yoktur. Kim 19 K ur’an ve sünnet kastedilm ektedir. 20 Fussilet, 53. 142


SÜNNET MÜDAFAASI

de, tiksinirse onda b ir m ahzur sözkonusu değildir. Birşey, helâl olduğu halde insan bazen ondan tiksinti duyabilir. Bu gayet tabii bir hadisedir. Bunun engüzel örneği, ke­ ler dir. Rasulullah ondan tiksinmiş ve yememiştir. Zira, O, memleketinde yenmesi adet olan bir hayvan değil­ di. Üstelik, şârii hakim ve vahye m azhar olan birisinin tavsiyesi, malı zayi olm aktan korum aya yönelik olarak değerlendirilmelidir. Fakir m uhitlerde pek çok insan, içine sinek düşen yiyecek ve içecekleri dökmüyorlar. Bilakis, hiçbir mahzur görmeden ve tiksinmeden, sineği çıkartıp attıktan sonra, onları yiyip içmeğe devam ediyorlar. Çünkü, bu yiyecek ve içecekleri çok büyük sıkıntı ve m eşakkatlere katlana­ rak elde edebiliyorlar. Bendeniz, bilfiil bunu yapanları gördüm. Yiyecek ve içeceklerinden gözleri gibi m em nun­ dular. Bu arada bir diğer noktaya daha değinmek ve dikkât çekmek istiyorum. Biz hadisçilerin, hadisi şerifin rivayet ve m ana yönünden sahih olduğunu savunmamız, insan­ ları sineklere karşı korunm aktan, evleri, cadde ve sokak­ ları onlardan arındırm aktan, yiyecek ve içecekleri sinek­ lerden muhafaza etmeye teşvik etm ekten vazgeçtiğimiz anlamına gelmez. İslâm, kelimenin tam anlamıyle bir te­ mizlik, hastalıklardan ve kötülüklerden korunm a dinidir. Ayrıca, İslâm, tedaviye yönelik tıbbi yöntem ler getirdiği gibi koruyucu tedavi usulleri de önermiştir. H atta, ancak m odem çağlarda tesbit edilebilen bazı yöntemleri ilk de­ fa o getirmiştir. Buhari ve Müslim'in, Câbir b. Abdullah'­ tan yaptıkları b ir rivayette, Allah Rasulu : «Yemek kap­ larının üzerini örtün, içecek kaplarının da ağzını bağ­ layın ki, sular pislenm esin, zararlı böcekler girmesin. Ak­ şam, karanlığı bastığı vakit çocuklarınızı yanınıza alın»


ŞÜPHE DUYURULMAYA ÇALIŞILAN HADİSLER

buyurm uştur. İşte, Hz. Peygamber bizlere, yemek ve su kaplarımızı korumamızı, olaki, gece karanlığında başları­ na. birşey gelir diye, çocuklarımızı muhafaza etmemizi öğütlüyor. Ne hazindir ki, hadisin uydurm a olduğunu sa­ vunan bazı cahil gûrûhu, O'nuiı hem isnad ve hem de m ana yönünden sahih olduğunu m üdâfaa edenlere, «Sinekçiler» diyecek kadar ileri gitmişlerdir. Allah yoluna davette, kitab ve sünneti m üdafada incitilmek, biz âlim­ leri m üteessir etmemektedir. Ayrıca*Rasulullah (s.a.s.)'m zaman zaman yalancılıkla, bazen de şairlik ya da kahin­ likle itham edilmesinden dolayı çektiği sıkıntılar ile Ashab'ın İslâm 'a davet ve O'nun yayılması yolunda göğüs­ ledikleri zorluklar yanında, bugünkü âlimlerin başına ge­ lenler nedir ki?.. Sahabeden sonra gelen m üslüm anlarm karşılaştıkları sıkıntıların hepsi bir araya getirilse hor­ lanmak, hakârete uğram ak ve ezilmek sûretiyle Rasulul­ lah (s.a.s.) ve ashabının başına gelenlerin binde biri bile etmez. Sonra, en ufak b ir şüpheden dolayı hemen sahih ha­ disleri yalanlamamızı veya zayıf görmemizi isteyenlerin görüşleri ne oldu? Bilahere, m odern ilim ve tıp geldi, zûbâb, hadisinde olduğu gibi, bu sahih hadislerde gizli olan, insaf ehlinin, Rasulûllah'm mucizelerinden telakki ettiği, sırlan ortaya çıkarmadı mı? Bundan sonra, daha evvel uydurm a olduğuna hükmedip, yalanladığımız ha­ dislerin, dönüp, sahih olduklarını mı söyliyeceğiz? Yoksa, ne yapacağız? Sünnet ve hadislere karşı içlerinde hınç duyan bu kimseler, bizim, hadisleri, eğlence ve oyuncak edinme­ mizi istiyorlar. Dün, ulemanın sahih bulduklarını, bugün bizim yalanlamamızı ve yine, dün, kendi yalanladıklarımızı, bugün tashih etmemizi arzuluyorlar. Bu m üm kün 144


SÜNNET MÜDAFAASI

değildir ve Allah Teâlâ, kıyamete kadar hakka davet ede­ cek bir zümreyi daima varettikçe m üm kün de olmaya­ caktır! Nitekim, Allah Rasulu (s.a.s.) şöyle buyuruyor : «Ümmetimden bir taife, sürekli hak üzere ve galip ola­ caklardır. Onlar, hakim bir vaziyette iken, Allah'ın emri gelinceye kadar muhalifleri onlara bir zarar veremi yeceklerdir.»21 Hadisi, Buhari ve Müslim rivayet etm işler­ dir. Bu taife, insanların Allah'ın huzuruna gidecekleri güne kadar, iman, yakin, hüccet ve burhan ile hakim olacaktır. Allah Teâla, destek ve yardımını, onlardan esirgemiyecektir Muhâlifleri ise, asla, onlara b ir zarar veremiyeceklerdir.

2J

B u h ،،n .

K iU ıbu'i M enA klb,

bab 2. m

.

M ü s lim .

m -

KitAbüi İmâıu


«w

HZ. PEYGAMBER E SİHİR YAPILDIĞINA DÂİR HADİSLER ilk devirlerden bu yana, şüphe düşürülmeye çalışı­ lan, m ünakaşa konusu yapılan hadislerden bir kısmı da, Hz. Peygamber'e sihir yapıldığını ifade eden hadislerdir. Halbuki, bu hadisler, Buhari, Müslim ve diğer hadis im am larının rivayet ettikleri, son derece sahih, hadis­ lerdir. Buhari ve Müslim'in Hz. Âişe'den yaptıkları bir ri­ vayette şöyle denilm ektedir : «Benî Zûreyk'tenl, Lebid b. el-'Asam, denilen birisi, Rasulullah (s.a.s.)'a sihir yapmış­ tı. Öyleki, Hz. Peygâmber bunun etkisiyle yapmadığı birşeyi, yaptığını zannediyordu. Nihayet bir gün akşam, be­ nim yanımda b ir m üddet dua etti ve : «Ey Âişe! Allah'ın isteğime icâbetle bulunduğunu, farkettin mi? Yanıma iki kişi geldi. Birisi baş ucuma, diğeri de ayak ucuma otu r­ du. Biri diğerine, (beni kast ederek), bu adamın sıkıntısı nedir? diye sordu. Ö bürü: O'na sihir yapılmış, dedi. Diğeri ‫ ؛‬Kim sihir yapmış? deyince, ö te k i: Lebid b. el-' Asam, cevabını verdi. Öbürü, tekrar; sihiri nereye yap­ mış? diye sorunca, öbürü; Bir saç kılı ile, hurm a tohu1 Benû Züreyk. Ensar’m Hazreç kabilesine bağlı bir koludur. İslâm öncesi Yahudilerle Ensar arasında bir dostluk anlaş­ ması vardı. İslâm gelip def Ensâr müslüman olunca, Yahüdilerden ayrıldılar. Bu kıssa Resulullah (s.a.s.)'in Zilhicce ayında, Hudeybiye’den dönüşünü müteakip, H. 7. yılı, Mu­ harrem'inde vuku bulmuştur. 147


ŞÜPHE DUYURULMAYA ÇALIŞILAN HADİSLER

m u içerisine, diye karşılık verdi. Diğerinin peki şimdi nerededir? şeklindeki sorusuna da. Zervân kuyusunda, ce­ vabını verdi» dedi. Daha sonra, Rasulullah (s.a.s.), asha­ bından b ir grup kimse ile oraya, gitti geldi. Sonra da : «Ey Âişe! Kuyunun suyu, sanki kına rengi gibi bulanıktı; hurm a tohum larının tepesi de, şeytanların kafası gibiydi», dedi. Ben de; «Ey Allah'ın Rasulû! Onu çıkarttın mı?» diye sordum. Bana; Allah, Teâla, beni afiyete kavuşturduktan sonra, insanların arasında b ir fitne olmaması için onu çı­ kartmadım,» dedi. Sonra da, kuyunun kapatılm asını em­ retti ve kuyu doldurularak, kapatıldı.»2 Aynı hadisin, başka bir varyantında ise şu farklılık­ lar vardır. Birincisi, sihir yapılan m addenin saklandığı kuyunun ismi «Zû Ervân»3 olarak geçmektedir İkincisi ise, Rasulullah (s.a.s.)'m : «...sihir yüzünden insanların fit­ neye düşmelerinden endişe ettim» ifadesidir. Yine, Buhari'nin bir rivayetinde, bunu ilk rivayet ede­ nin, İbn Cûreyc4 olduğuna işaret edildikten sonra, Hz. Peygamber'in yapmadığı halde, yaptığını zannettiği fiilin ne olduğu sarahaten zikredilmektedir. Ş ö y lek i: «O, ha­ nımları ile cinsi m ünasebette bulunmadığı halde, kendi­ sini birleşmiş zannederdi »5 denilmektedir. 2 Buhâri, K itâbû’t-Tıb, C. VII. Bâbü،s-S ıh r: FethuTBârî, C. 10, s. 181. 3 Çok kullanıldığı için halk arasında «Zervân» denilegelmiştir. 4 Abdülmelik b. Abdülaziz b. Cüreyc, âdil ve sika b ir râvidir. 5 Bunun anlam ı ş u d u r : «Hz. Peygam ber hanım ları ile cinsel tem asa güç yetireceğini zanneder, fak at onlara yaklaşınca, düğüm lenm iş (sihir yapılmış) bir kim se gibi, kendisinde bir istek bulamazdı.» Bu rivâyet, diğerlerindeki kapaklığı izâ­ le etm ektedir. 14S


SÜNNET M ÜDAFAASI

Bu hadisi birbirine yakın lafızlarla, Buhari; Müslim, îm am Ahmed,6 îbn Sa'd7 ve tbn Mâce de8 rivayet et­ mişlerdir.

BU KONUDAKİ ŞÜPHELER VE ELEŞTİRİLERİ Sihir hadisi hakkm daki şüpheler, ilk asırlara kadar uzanır. îb n Kuteybe, «Tevil-b M uhtelifiI-H adis» adlı ese­ rinde, dini yönden gevşek olan, Nazzam ve benzerlerinin * Hadisin bazı varyantlarında, sihirde kullanılan m addenin k u ­ yudan çıkartılm ası konusunda farklı ifadeler yer alm akta­ dır. Örneğin, Müslim’in ibn N ûm eyr’den yaptığı rivâyet ile, îbn Uyeyne riv a y e tin d e : «Nihayet, onun çıkartılm asını is­ tedi» denilirken, Buhâri ve Müslim’in Ebu Usâm e’den yap­ tıkları bir rivayette‫ ؛‬Rasulullah’ın çıkartılm asını istem edi­ ği, belirtilm ektedir. îbn Uyeyne zabt ve hıfz yönünden daha kuvvetli olduğu için, ibn Battal, O’nu n rivayetini tercih et­ miş, sonra da, «kuyudan çıkartıldığı söylenilen şey hurm a kozalaklarıdır. Çıkartılm adığı ifade edilenler ise‫ ؛‬bu koza­ lakların içerisindekilerdir» demiştir. Buna göre, kozalakların içerisinde R asulullah’ın timsâli bulunduğu ve ona düğüm ler atılmış olduğunu belirten rivâyetlere şüphe düşm ektedir. Ka­ naatim ize göre ise‫ ؛‬kuyudan çıkarıldığı söylenen şeyler ko­ zalak ve O’nun için d ekil erdir. K uyudan birşey çıkarılm adığı şeklindeki rivâyetlere gelince, bu, insanlar arasında nizâ ve çekişmeye yol açm am ası için, kozalaklarla ilgili durum un, yayılıp, ilân edilmediğine dikkat çekm ektedir. Bu yorum un İbn B attal’ınkinden daha tutarlı olup, hiçbir itiraza meydan bırakm adığı inancındayız. ٠ 6 Buharî, Kitabu Bed’i’l-Halk, 17. bab‫ ؛‬K itabu’l-Edep, 56. bab, K itabüd-D aavât, 57. bab. Ahmed, Müsned, C. 4, s. 367‫ ؛‬C. 6, ■

, L

s.

‫؟ ؟‬٠

٠ ٠

٠.

C. ،.٠ ..

8 İbn Mâce, es-Sünen, K itâbu’t-Tıb, bab. 45. 49


ŞÜPHE DUYURULMAYA ÇALIŞILAN HADİSLER

dil uzattıkları hadis ve s e n e t l e r arasında, bunu da zikreder.9 Son asırda da, aklı herşeyde hakim kılan eerh ve tadil ilminden nasibini alm am ış bazı kimseler de b u hadisi reddetmeye yeltendiler. Bu asırda, sözüm ona, bir ilim adamı! 10 çıkıp, sünnet konusunda bir kitap yazarak, sünnet ve hadislere gölge düşüreeek ne varsa, hepsini orada b ir araya getirdi. Bu hadisi reddederken de Muhammed Abduh'un apaçık, delillerle o 'n u inkar ettiğini kaydetmiştir. Abduh'un ve ondan çok daha evvel, Mu'tezili âlimlerin, bu hadisi reddederken dayandıkları hususlar, şunlardır : a) Hadis, her ne kadar, Buhari ve Müslim'in rivayeti olsa da, ahad b ir haberdir. Bu itibarla, itikadi ١٤٠ nularda, delil olamaz. P e y ^ m b e rin , sihir ve benzeri şeylerle akli fc ^ s iy o n la rın ı yitirmesi, O'nun masumiyeti ile doğrudan ilgilidir, ism et ise itikadi b ir meseledir. Bİnaenaleyh böyle bir meselede, aneak, m ütevâtir ile amel d ile b ilir. Zan ile yetinilemez. b) Hadis, Rasulullah (s.a.s.)'a asla, sihir yapılmadığını söyleyen, sarih K ur'an ayeti ile çelişmektedir. Ayet, Peygamber'in sihire dûçâr olduğu iddiasını, müşriklere nisbet etm ekte ve bu iddialarından dolayı o n lan kınam aktadır. Allah Teâla : «. . . Ve zâlim ler: «siz, başka değil, sadeee büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz,» dediler. Bak, ‫ و‬ibn Kuteybe, Te’vil-i M uhtelefi’i-Hadis, s, 177. 10 Bu zat, Ebu Reyye'dir. Kitabı ise : «Advâ ales-Sünnetri-M uhammediye» adlı eserdir. 150


SÜNNET MÜDAFAASI

senin için naşı‫ ؛‬m isal verdiler de saptılar- Artık, bîr daha yolu bulamazlar» 11 buyurm aktadır. Bir başka ayette de : «Biz, onlann, seni dinlerken ne sebeple dinlediklerini, kendi aralarında, gizli konuşurlarken de, o zalimlerin : «siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz» dediklerini gaye iyi baliyoruz. Bak nasıl m isal verdiler de saptılar. Artık, bir daha yolu bulamazlar»12 buyurm ak­ tadır. c) Şayet, Rasulullah (s.a.s.)'m bir şeyi yapmadığı halde yaptığını zannetmesi caiz olsa, bu durum da, tebliğ etmediği halde bir şeyi tebliğ ettiğini, veya kendisine indirilmemesine rağmen, bir şeyin, indirildiğini de tahay­ yül etmesi caiz olurdu. Bunun imkansızlığı ise; izaha ih­ tiyaç duymayacak kadar açıktır. Cevap : Hakkın insanlarla bilinmeyeceği, bilakis, insanların hak ile bilineceği bir gerçektir. Nitekim, Ali b. Ebu Tâlib bir sözünde : «Hakkı tanı, ehlini de tanırsın» demiştir. Üstad Muhammed Abduh, sihir hadisi hakkında ilk konuşan şahıs değildir. O, sadece kendinden önceki, Mu tezililere ve onların izinden gidenlere tâbi olmuştur. Âlim­ lerin sözlerinden delil getiren (Ebu Reyye), hakkı insan­ larla tanıdığına göre, biz de, mukabelede bulunarak ken­ dilerine şunu izah ediverelim : Sahih hadislerle amel edip, onları hemen reddetmemek, akıl ve m ütevatir nakil ışı­ ğında te'vil etmek, âlimlerin çoğunluğunun kabul ettiği bir görüştür. En ufak bir şüpheden dolayı veya akla ve K ur'an'a ters düştüğü kuruntusuyla, hadisleri reddetmek, 11 Furkân, 8-9. 12 îsrâ, 47-48. 151


ŞÜPHE DUYURULMAYA ÇALIŞILAN HADÎSLER

asla bilimsel bir davranış değildir. Sahih hadisler, âhirete müteallik itikadi konularda, kesinlik ifade etmese­ ler bile, en azından b ir zanm galip ifade ederler. Bizler, Allah'ın varlığı, tevhid, öldükten sonra dirilme, Peygam­ berlerin elçiliğini ispat gibi temel itikad esaslarında, an­ cak, kesinlik ifade eden delillerle hareket edileceğini, za­ ten inkar etmiyoruz. Abduh, sihir hadisini inkâr etmiş ise, akli ve nakli ilimlerde söz sahibi, el-Mâziri, el-Hattâbi, Kadı tyaz, Ibn Teymiyye, İbnû'l-Kayyım, Ibn Kesir, en-Nevevi, İbn Hacer, el-Kurtubî ve Âlûsî gibi pek çok âlim de, O n u n hem، rivayet ve hem de dirayet yönünden sahih olduğunu isbat etmişlerdir. Bu im am lar gibi düşünen Buhari, Müslim ve daha sonra gelen âlimler hadisi değerlendirirken; Rasulullah'a anz olan hususun, Peygamberlerin başına gelmesi caiz olan, bedeni hastalıklar ve beşerî arızalar kabilinden bir olduğunu söylemişlerdir. Hadis, Buhari ve Müslim'in dışındaki hadis kaynaklarında da, çok sayıda sahabiden gelen tariklerle rivayet edilmiştir. Bu sahabiler arasın­ da, Hz. Aişe, Ibn Abbas, Zeyd b. Erkâm ve hata, u n u t­ ma ve yalan söyleme ihtimali çok uzak olan nice kimse­ ler vardır. Hadisin bazı varyantlarında : «Öyle ki, O'na birşey, yapmadığı halde, yapmış gibi gösterildi» denilmektedir. Ancak, Süfyan b. Uyeyne'den gelen sahih bir rivayet, bu­ radaki kapalılığı gidermektedir. Bu rivayeti, Süfyan'dan, Buhari'nin hocası olan iki büyük zat rivayet etmiştir. Bunlardan bir ta n e s i: «el-Müsnedî» diye bilinen Abdul­ lah b. Muhammed b. Abdullah b. Ca'fer el-Cûfî, Ebu Ca'fer el-Buhari'dir. Ibn Hacer, O'nun; Onuncu tabakadan, si­


SÜNNET MÜDAFAASI

ka ve hafız bir zat olup, müsnedi cem' ettiğini ve h. 229'da vefat ettiğini,13 söylemiştir. Bu zat kanalıyle, gelen ri­ vayet, Buhari nin «Kitabu't-Tıb» bölüm ünde kaydedil­ miştir. İkinci imam ise : Abdullah b. ez-Zûbeyr b. İsa elHumeydî, el-Kureşi el-Mekki, Ebu Bekir'dir. Bu zat İbn Uyeyne'nin ileri gelen talebelerinden olup, onuncu taba­ kamdan sika ve hafız bir zattır; h. 229'da vefat etmiştir. 14 Hakim, Buhari'nin, hocası Humeydî'nin rivayet etti­ ği bir hadis bulunduğu vakit, başkasına, iltifat etm edi­ ğini söylüyor. Bu iki zatın Süfyan'dan yaptıkları rivayet ise şö y le d ir: «Rasulullah (s.a.s.)'a sihir yapılmıştı. Öyleki, hanımları ile cinsi m ünasebette bulunmadığı halde, bulunduğunu zannederdi.» Süfyan, bunun en şiddetli si­ hir çeşidi olduğunu söylemiştir. İtim ada şayan olan rivayet budur. Bu yüzden, Kadı İyaz : «Rasulullah, daha evvel, cinsi tem asa dair iktidarı konusunda ünsiyet ettiği dinçliği hisseder, ancak, eşine yaklaştığı zaman, bağlanmış (sihir yapılmış) kimselerde olduğu gibi bunun kaybolduğunu farkederdi»15 diyor. Öte yandan İlmî araştırm alarda; maksad'ın hilafına delalet eden bir haberle, m aksada uygun b ir haber riva­ yet edildiği zaman, kural, İkincisine göre âmel etmektir. Bu durum da, ortada, Rasulullah'ın ismetini ihlâl ede­ cek birşey kalmadığından; hadisi inkar edenlerin esas al­ dıkları temel de yıkılmış demektir. 13 İbn Hacer, Takribu’t-Tehzib, C. 1, s، 447. 14 a.g.e, C. 1, s. 415. 15 Fethu l-Bâri, C. 10, s. 227. 153


ŞÜPHE DUYURULMAYA ÇALIŞILAN HADÎSLER

Öte yandan, hadisin K ur'an'a ters düştüğü iddiası­ na da katılmıyoruz. Zira, müşrikler, «siz, ancak, kendi­ sine sihir yapılmış bir adama tâbi oluyorsunuz,» derken, bununla, Rasulullah'a b ir m üddet tesir edip, daha sonra Allah'ın şifa verdiği b ir sihirlenmeyi kastetmiyorlar. On­ ların, yegane kastı; Rasulullah'ın getirdiklerinin vahiy ol­ mayıp, her söylediğinin bir hayal ve cinnet eseri olduğu­ dur. Binaenaleyh am açlan, risaletini ortadan kaldırm ak­ tır. Kafirlerin hiç b ir söz ve tutum da sebat etmedikleri de bilinmektedir. Onlar, Rasulullah'a bazen şair, bazen kâhin, bazen de sihirbaz demişlerdir. Rasulullah (s.a.s.)'m, dinî olmayan meselelerde ta­ hayyüle maruz kalması, dini konularda da vehme kapılabileceği anlamına gelmez. Daha önce hadisi açıklarken söylediklerimiz hatırla­ nacak olursa bunun ne derece tutarsız bir görüş olduğu anlaşılacaktır. Zira, sihir O'nun, bedenine tesir etmiş, aklını etkilememiştir. Şayet, rivayetin zahiren delâlet et­ tiği husus, kabullenilecek olsa bile, yine onların dedik­ leri anlam a gelmez. Çünki, vahiy ve risalete müteallik işleri, dünya işlerine kıyas etmek batıldır. Rasulullah, di­ ni konularda, hata, tağyir ve tebdilden korunm uştur. Dün­ ya işlerinde ise, böyle b ir durum u sözkonusu değildir. Rasulullah (s.a.s.)ı iki yönüyle yani bir beşer ve b ir de peygamber olması yönüyle değerlendirmek gerekir. Be­ şer olması bakım ından diğer insanlar için sözkonusu olan bütün hususlar O'nun için de geçerlidir. Risalet yönün­ den ise, m asum olduğuna dair, akli ve nakli delillerin bulunması nedeniyle, risaletini ihlal edecek bir durum O'nun için asla caiz değildir. 154


SÜNNET MÜDAFAASI

Sonra, hadisi inkâr eden bu kimseler, Musa (a.s.)'nın, sihirbazların iplerini ve bastonlarını, canlı b ir yılan şek­ linde tahayyül ettiğine dair, K ur ,an ayetlerine ne diye­ cekler, acaba? M ütevatir ve kat'i olan K ur'an'ı da inkar edebilecekler mi? Yoksa, bu durum un, Hz. Musa'nın, pey­ gamberlik ve tebliğ m akam ına halel getirdiğini mi söyle­ yecekler? K ur'an'm ortaya koyduğundan kaçamıyacaklarma göre, niçin sihir hadisindeki, tahayyülü, ismete münafi olarak değerlendiriyorlar? Allah Teala, insanlara, peygamberlerin de, tıpkı ken­ dileri gibi birer beşer olduklarım göstermek için, onları çeşitli musibetlere düçar kılmış, risalet görevlerini ye­ rine getirirken ve Allah'ın dinini tebliğ ederken katlan­ dıkları belâ ve m eşakkatler sebebiyle, sevaplarını ve mev­ kilerini daha da yükseltmek için, onları, muhtelif m u­ sibetlerle yüzyüze getirmiştir. Akli ve nakli ilimlerde otorite olan, âlimlerin bu ko­ nudaki sözlerini fazla uzatm ak istemiyorum. Ancak on­ lardan yalnızca iki tanesinin görüşünü nakletmeden de geçemiy eceğim ٠

İMAM EL-MAZERÎ'NİN GÖRÜŞÜ Peygamberlik m akam ına şüphe düşürüp halel getir­ diği iddiasıyle bazı bidatçılar, bu hadisi inkâr etmişler ve bu neticeye götüren herşeyin de batıl olduğunu söy­ lemişlerdir. Hadiste belirtilen hususu m üm kün görme­ nin, Peygamber'in şeriat konusunda vaz' ettiklerinde de, güvenilirliğini zedeleyeceğini, çünkü buna göre, Cebrail'i


ŞÜPHE DUYURULMAYA ÇALIŞILAN HADÎSLER

görmediği halde, gördüğü, kendisine vahyedilmediği hal­ de vahyedildiği zannma kapılabileceğini ileri sürm üşler­ dir. Bunların hepsi de m erduddür. Çünkü Peygamber'in Allah'tan tebliğ ettiği konularda, sadık ve m asum oldu­ ğuna dair kesin deliller vardır. Mucizeler de bunu tas­ dik eden delillerdendir. Bu münasebetle, aleyhinde kesin bir nas bulunan şeyin m uhtem el olduğunu kabullenmek batıldır. Peygamberlerin görevleri arasında yer almayan dün­ ya işlerine gelince; Hz. Peygamber de, bütün beşere arız olan, hastalık v.b. unsurlara yakalanabilir. Bu itibarla, dini meselelerde m asum olmasına rağmen, hiçbir ger­ çekliği bulunm ayan dünyevî b ir meseleyi, olmuş gibi ta ­ hayyül edebilmesi m üm kündür. Nitekim bazıları, hadisi izah ederken : «Rasulullah'ın eşleri ile cinsi tem asta bu­ lunmadığı halde, kendisini onlarla birleşmiş zannettiğini, bu gibi şeylere insanın genellikle uykuda m aruz kaldığını ancak, Rasulullah'ın böyle bir şeyi uyanıkken de tahay­ yül etmiş olmasının düşünülebileceğini, söylemişlerdir.»17 16 Ebu Abdullah, M uham m ed b. Ali b. Ömer b. M uhammed et-Temimi el-Mâzerî; Sicilya adasının güneyinde bulunan «Mâzere» veya «Mâzer* ismindeki yere nisbeten bu adı alm ıştır. Mezhebte m üctehid derecesine k ad ar erişm iş bir Mâliki fakihidir. Çok sayıda ilimle iştigal etmiş, hayli eser bırakm ıştır. Eserleri arasın d a *El-Mu’Iim fi Şerh-i Sâhih-i M üslim» de vardır. Bu eseri, Kadı lyâz tam am lam ış ve ‫« ؛‬ikmâlû I-Mu’lim» adını verm iştir. M âzeri> h. 536'da vefat etm iştir. 17 Fethu’I Bâri, c. İC, s. 226-227. 156


SÜNNET M ÜDAFAASI

ÎBNUT.-KAYYIMIN 18 GÖRÜŞÜ «... Bu hadis, hadisçiler tarafından sahih görülerek kabul edilmiş ve sıhhatinde hiçbir ihtilafa düşülmemiştir. Pek çok kelâm âlimi ise, hadisi anlayam adıkları için, şiddetle karşı çıkıp, inkâr etmişlerdir. Hatta, bazıları, bu konuda müstakil eser yazarak, hadisin ravilerinden Hişam b. Urve b. ez-Zübeyr'e sataşmış ve en iyimser kabul edilebilecek bir ifade ile şöyle dem iştir : «... Böyle bir şey yoktur. Ravi (Hişâm) hata etmiş ve karıştırm ıştır. Çünkü, Rasulullah'a sihir yapılabilmesi m üm kün değil­ dir. Zira bu, kafirlerin ‫« ؛‬Siz ancak, sihir yapılmış bir adama tâbi oluyorsunuz» sözünü tasdik etmek anlamına gelir. Allah'ın, kendilerini himaye etmesi ve şeytanlardan korum ası sebebiyle, Peygamberlere sihir yapılması m üm ­ kün değildir.» Bu gibi sözler âlimlerin yanında m erduddur. Çünkü Hişam en sika ravilerden birisidir. İm am lardan hiçbirisi, hadislerinin reddini gerektiren b ir sebeple O'nu cerh etme­ mişlerdir. Böyle bir konuda kelâmcılara söz düşmeyece­ ği kanaatindeyiz. Hadis, Hişam 'dan başka, Hz. Aişe'den de rivayet edil­ miştir. Buhari ve Müslim, hadisin sahih olduğunda ittifak etm işlerdir. Ayrıca, hadisçilerden hiçbir kimse bu hadis hakkında ileri geri laf etmemiştir. Hadis, tefsir, tarih ve 18 Muhaddis, Müfessir, Fakih, Şemsüddin Ebu A bdullah Muham m ed b. Ebu Bekir ed-Dımeşkî, ö.h. 751. İbn Teymiyye’nin talebesidir. Çok sayıda kıymetli eseri vardır. «Zâdû’l-Meâd», «riâmu’l-Muvakkıiyn», «et-TurukıTl-Hükmiyye», •Miftâhu’sSââde» ve «Tarikıı’l-Hicreteyn» adlı eserleri bunlardan ba­ zılarıdır.


ŞÜPHE DUYURULMAYA ÇALIŞILAN HADİSLER

fıkıh ehli tarafından bilinen m eşhur b ir hadistir. Bu kim ­ seler, böyle konuları, kelâmcılardan çok daha iyi bilir­ ler. Sonra, Rasulullah (s.a.s.)'m başına gelen sihir, gelip geçici, Allah'ın kendisini şifayab ettiği bir hastalıktı. Bun­ da ise, ne b ir ayıp vardır, ne de b ir kusur. Çünkü, Pey­ gamberler de, pekala hastalanabilirler, h atta bayılabilirler de. Nitekim, Rasulullah (s.as.), b ir hastalığı esnasında bayılmıştır. Ayağı çıktığı zaman da, düşmüş ve böğrü yüzülmüştür. Bunlar, birtakım belalardır ki, Allah onlar­ la Rasulunün derecesini artırır. Bilindiği gibi, insanlar içerisinde en şiddetli musibetlere dûçâr olanlar peygam­ berlerdir. Bu itibarla onlar, üm m etleri tarafından dö­ vülmek, öldürülmek, hakarete uğram ak ve hapsedilmek gibi şeylerle karşı karşıya kalmışlardır. Binaen aleyh, Rasulullah'ın da düşm anları tarafından bazı sıkıntılarla yüzyüze bırakılm ası yeni birşey değildir. Nitekim, birisi ok atıp, O'nu yaralamış, başka birisi de, secdede iken, dışkı dolu işkembeyi üzerine bırakm ıştır. Bunların hepsi b ir­ takım belalardır ve peygamberler için ne bir noksanlık ve ne de âr değildir. Bilakis, onların kemalinden ve Allah katındaki derecelerinin yüksekliğindendir.»20

1‫ و‬O nların dirayet ve rivayet b ^ ım ın d a n hadis ilmine vakıf olm adıklarım söylemek istiyor. İbnu’l-Kayyım haklıdır. Onla r hadis ve hadis ilim lerinin ancak zahirini bilebiliyorlar. Allah bilir ya, hadisleri reddetm edeki hatalarının çoğu bu cehaletlerinden kaynaklanıyor. 20 İbnu’l-Kayyım, et-Teksir, s. 564-572. 158


SONUÇ

Mutezilî Nazzâm ve benzerlerinin zamanından, gü­ nümüze kadar, İslâm düşm anlarının, hadis ve sünnetler hakkında ileri sürdükleri şüphelere uzun uzun temas et­ tikten sonra, bu etraflı incelememizin sonunda ulaştığı­ mız neticelerin de bir özetini vermede fayda görüyoruz. 1 — İslâm, Allah Teâla'nm buyurduğu üzere, O'nun bütün beşeriyet için hoşnud olduğu genel ve ebedî bir dindir. «Allah katında din, İslâm'dır»! «Kim, İslâm'dan

başka bir din ararsa bilsinki, (O din) ondan kabul edilme­ yecek ve O, âhirette kaybedenlerden olacaktır.»2 Bu din, Rasulullah döneminde, müşrik, putperest, Yahûdî ve H ristiyanlar tarafından, apaçık düşmanlığa m aruz kalmış, insan ve cin şeytanlarının vesvesesiyle o r­ taya atılan şüphelerle yüzyüze gelmiştir. Fakat bu düş­ m anlıklar cihad ve verilen mücadeleler neticesinde yok olup, sönüp gitmiştir. Binaenaleyh, şirk ve müşrikler, ba­ tıl ve ehli, zevâle m ahkum olmuş, geriye, yalnızca, apaçık hak kalmıştır. Nitekim, Allah Teâla; «Deki ‫ ؛‬Hak geldi,

batıl zâil oldu. Zaten, bâtıl yok olmağa mahkumdur. Biz, Kur'an'ı mü'miniere rahmet ve şifa olarak indiriyoruz, ve O, zalimlerin ziyanım artırmaktan başka onlara bir katkıda bulunmaz»3 buyurm uştur. Başka b ir ayetinde ise; 1 Âli İm rân, 19 2 Âli İmrân, 85. 3 Isrâ, 81-82. ro


SONUÇ

«Hayır, Biz, hakkı batılın üzerine atan z da, O, onun bey­ nini parçalar . Derhal batılın canı çıkar. Allah'a yakıştırdı­ ğınız niteliklerden ötürü de vay siz(in haliniz) 'e»4 bu­ yurm aktadır. Rasulullah (s.a.s.)'m vefatını müteakip, sahabenin eliyle, dünyanın dört b ir tarafına erişip yayıldıktan son­ ra İslâm, b ir takım Rum, Fârîs ve Yahudi zındıklan, Hristiyanlar ve bazı m ünafıklar tarafından tezgahlanan yep­ yeni kom plolarla yüzyüze gelmiştir. Bu ٠zümreler, yeryü­ zünde hakim olan Allah'ın dinine ve yeryüzünde tatbik edilen şeriatına harp açm alarından dolayı, Allah'ın oplar hakkındaki hükm ünden emniyette olabilmek için, küfür­ lerini gizleyip, m üslüm an gözüküyorlardı. Onlar, kuvvete baş vurm adılar. Zaten, adil ve m er­ ham et sahibi Allah'ın, yeryüzündeki sultanına karşı çıka­ bilecek güçte de değillerdi. O zaman, desise, uydurma, Al­ lah ve Rasulune yalan isnad etme yolunu tercih ettiler. Onlardan bir kısmı, bazı senbollerin ardına saklandı. Is­ lâm'ın yiğidi Hz. Ali'nin ve ehl-i beytin sevgisiyle ortaya çıktıkları gibi. Bu sapık gûrûhun başında da, habis yahudi, hilebaz Abdullah b. Sebe, vardı. O, m aksadına eri­ şebilmek için, bütün âlimlerin uydurm a olduğunda itti­ fak ettikleri, şu hadisi ortaya a t t ı : «Her peygamberin bir vasisi vardır. Benim vasim ise Ali'dir.» îb n Sebe ve avânesinin sapıklığı, bu noktada da kal­ madı. Bilakis, daha şiddetli ve akide bakım ından daha da zararlı b ir boyuta ulaştı. Onlar, mülhid ve kafirlerin tav­ sifinden münezzeh olan Allah'ın, efendimiz Ali'ye hulul ettiğini iddia ettiler. 4 Enbiyâ, 18.

160


SÜNNET MÜDAFAASI

B unlan, önce Hz. Osman, ondan sonra da, Hz. Ali takibat altında tutm uş, bir kısmının cezasını vermişler, ancak bir kısmı kaçıp, gözlerden uzaklaşmayı başarabil­ mişlerdir. İşte bu yahudi Abdullah b. Sebe, İslâm ta ri­ hindeki en büyük fitnenin sebeplerinden biridir. Hz. Os­ m an'ın öldürülmesiyle neticelenen büyük bir fitnenin ka­ pısını açmış ve bu, önce Hz. Ali ve Osman taraftarları, sonra da Ali ve Muaviye arasında, kanlı çarpışm alara neden olmuştur. Gerçi biz, onların ihtilaflarını içtihadı bir farklılık olarak görüyor; isabet edenin iki, -hata ede­ nin ise bir ecir aldığına inanıyoruz. Bunun yanında İs­ lâm birliğini zedeleyen en büyük darbenin, bu habis, hi­ lebaz yahudi ve muhtelif renk ve cinsteki zındıklardan geldiğine kaniyiz. İslâm'ı kabul edenlerin büyük bir kısmının, kendi arzu ve istekleri ile onu benimsedikleri iyice bilinme­ lidir. Onlar, İslâm'la haşir neşir olm uşlar ve içlerinden İslâm 'a ve İslâmî ilimlere, İslâm kültürüne son derece yararlı şahsiyetler çıkmıştır. Bunun en güzel delili, İşlâmî ilimlere ve İslâm kültürüne hizmet edenlerin, Allah'ın di­ ni uğruna, cihada hayatını vakfedenlerin büyük çoğun­ luğunun Arapların dışındaki m üslüm anlardan olmasıdır. İslâm 'a ve m üslüm anlara karşı kin dolu zındıklar ise, eskiden kalma batıl inançlarından, cahili âdetlerinden ve fasid törelerinden arınıp, kurtulam am ışlardır. Cins, din ve dil taassubu onlara hakim olmuştur. Fakat bu kimse­ ler, mü'min olanların yanında yok denecek kadar azın­ lıkta kalmışlardır. Bu azınlığı, halifeler, idareciler ve âlim­ ler sürekli tarassut altında tutm uşlar; idareciler cezaî müeyyideyi hak edenleri idama m ahkum ederken, âlim­ ler de iddialarını çürütüp, saçmalıklarını ortaya koymuş­ lardır. 161


SONUÇ

2 — İslâm, usul ve f u r ü bakım ından iki yüce asılda temessül eder. Bunlardan, birincisi, dinin aslı ve dos­ doğru yolun kaynağı olan Kur'an-ı Kerim, diğeri ise; K ur'an'm izah ve tefsiri olan,, sünnet ve hadislerdir. Sün­ net, K ur'an'm mücmelimi izah, âm'mını tahsis ve mutlak’ını takyid ettiği gibi, m üstakil olarak hüküm ler de koymuştur. Zaman zaman, İslâm düşm anları bu iki asla ilişmiş ve onlara şüphe düşürmeye yeltenmiştir. Kuran-ı Kerim'i, binlerce kadın, erkek, mekteplerdeki çocuklar, med­ rese ve fakültelerdeki talebeler ezberlediğinden dolayı, O'na ilavelerde bulunm a veya bir takım eksiltmeler yap­ mak imkansız denilemese bile, son derece güç bir işti. Bu nedenle de, İslâm düşm anlan, O nun tefsirinde uy­ durm a ve m analarında tahrif yöntemini seçtiler. Binaen­ aleyh, rivayet ve dirayet tefsirlerinin ihtiva ettiği, çok m iktardaki, uydurm a haberler, israili rivayet ve hurafe­ ler; böylece oluşmuş oldu.5 Her asırda ve her yerde, gulatı şîa, karm âtiler, bâtınîler, cahil sofu ve zındıklar, bidatçı, sapık düşünce ve kötü niyet sahibi kimseler, Kur an âyetlerinin tefsiri sadetinde, hayretamiz ve saçma te'viller yapagelmiştir. Öy­ le te viller ki, bunlar ne Kur'an dili, ne davetteki üslu­ bunun güzelliği ve ne de O'nun belagatıyle uyuşmayan, şeriat ve akim tasvip etmediği yorum lardır. Ne hazindir ki, bu cahili ve batıl yorumlar, kendilerine kulak vere­ cek, hasta kalpli, dini gevşek, ebleh kafalı kimseler b u ­ labilmiş ve bu kimseler, insanlar arasında onların revaç bulup, yaygınlaşması için çaba sarfetmişlerdir. 5 Bkz. E bu Şehbe, El-İsrâiliyyât ve’l-Mevzuat fi Kütübi’t-Tefsir. 162


SÜNNET MÜDAFAASI

Ancak, bu ümm etin içindeki mü'min, selim akıllı ve aydın fikirli âlimler, sözkonusu saçmalıkları ve tahrifat­ ları tespit edip, ortaya koymuşlardır. Böylece, bu kimse­ lerin hilelerini kendilerine geçirmişler, Rasulullah (s.a.s.) m buyurduğu gibi Kur an bâki kalm ıştır : « K u ra n ’a tâbi olan arzular sapıtmaz, O'nu okurken diller dolaşmaz, ilmine âlimler doymadığı gibi, çok okunarak tekrarından dolayı bir bıkkınlık da gelmez insanı hayran bırakan yön­ leri ise asla tükenmez.»6 Metinde yeralan «Lâ tezûgu bihi» ifadesi, O n a tâbi olmakla arzular hakdan uzaklaşmaz» anlamına geldiği gi­ bi, sapık arzular O n u istikâmetten, eğriliğe çeviremez m a­ nasına da gelebilir. O n u okuyan dillerin dolaşmayacağından m aksat ise Arap olm asalar dahi, m ü'm inlerin O'nu okurken bir sıkın­ tı çekmiyeceklerine işarettir. Nitekim, Allah Teâla : «And-

olsun ki, biz Kur'an'ı öğüt alınması için kolaylaştırdık, öğüt alan yok mudur? »7 buyurm aktadır. Başka bir âyetinde ise : «Biz, o (Kur'an)'!, senin di­

linle (indirerek) kolaylaştırdık ki, O'nunla, korunanları müjdeleyesin ve inatçı bir kavmi, O’nunla uyarasm.»8 buyurm uştur. 6 Tirmizi’nin Haris el-Aver،den naklettiği rivâyetl erdendir. O na göre isnadı m eçhuldür. H arisin rivayeti hakkında da ileri geri söz edilmiştir. Suyûti, Tirmizi ve D arim i’nin rivâyet et­ tiğini söylemiştir. îbn Kesir de, hadisi «Fazailül-K ur‘an»da zikretm iştir. 7 Kamer, 17, 22, 32, 40. 8 Meryem, 97. 163


SONUÇ

K ur'an a her zaman sataşan ve 0 'ııa şüphe düşürmek isteyenler olm uştur. Fakat bunlar, her seferinde âdeta sert kayaya çarparak param parça olup gitmişlerdir. O n a dil uzatanların hali şairin benzetmesine nasıl da uyuyor :

Parçalamak için kayaya toslayan (keçi gibi) Onu parçalayamadı, lâkin boynuzlarını kırdı. Kur'an, ondört asırdan fazla b ir zam andır Hz. Peygamber'in en büyük mucizesi, bir .müjde, ikaz, nûr ve hidayet kaynağı olarak, kalmıştır. Kıyamete kadar da, böyle devam edecektir. K ur'an'a dil uzatanlar beyhüde uğ­ raşmayıp saçmalıklarından ve safsatalarından vaz geç­ meli ve kendilerini O'nunla huzura kavuşturm alıdırlar. Zi­ ra, Kur'an, tahrif ve tebdilden korunm uş ilahi b ir kitap, Allah'ın muhafazasını üstlendiği yegane eserdir. Allah Teâla : «Kur’anı biz indirdik, O'nu koruyacak olan da biziz»9 buyurm aktadır. Bu ilahi kitap ondört asırdır, müslüman olan ve olmayanlar için, insan fikrinin b ir m uhar­ riki ve meşâlesi olmuştur. M üslümanlara gelince : Kur'an, onların, hidayet kay­ nağı, inançlarının, hukuk ve ahlak düzenlerinin, siyasî ve İktisadî yapılarının menba'ıdır. Gayri müslimler için ise, O'nun meş'ale oluşu; bütün zam anlar boyunca, insanlık için yaratılmış en hayırlı ümmetin, inancında, hukuk ve ahlâkında, hayat anlayışında (adil) vasat üm m etin teşek­ külüne sebep olan, psikolojik, bilimsel, siyasî, toplum ­ sal, ahlakî ve dinî temelleri, K ur’an'ı tahlil etmek sure­ tiyle görebilmeleri bakım ındandır. Nitekim Allah Teâla şöyle buyurm aktadır : «Böylece, sizi orta bir ümmet yap9 Hicr, 9.

164


SÜNNET MÜDAFAASI

olsun» 10 «siz insanlar içerisinden çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten menedersin iz ...» ll Allah Teâla, K ur'an'a yöneltilen şüpheleri redde­ dip, batıl olduklarını ortaya koyacak, âlimler zümresini her zaman varedegelmiştir.12 3 — Malûm zümreler, K u r a n a dil uzattıkları gibi, sünnete ve hadislere de sataşm ışlardır. Sünneti tahrif et­ menin kendileri için, K ur an'dan daha kolay olacağına inanm ışlardır. Zira, Kur'an-ı Kerim, gerek bütün halin­ de, gerekse tafsili olarak, kesinlik ve yakin ifade eden bir tevatürle 13 sabit olm uştur. Sünnet ve hadislere göre, m üslüm anlarm gönlünde daha büyük bir kudsiyeti haiz­ dir. Çünki, sünnet ve hadislerin çoğunluğu, âhad isnadlarlal4 tesbit edilmiştir. Ve onların kudsiyeti müslümanla n n nazarında, K ur'an kadar değildir. Sünnet ve hadislere aşağıdaki yollarla ilişilmeye ça­ lışılmıştır : a) Öncelikle, sahabe ve onlardan sonraki hadis ravileri karalanmaya çalışılmıştır. Zira, onları nakledenle­ rin güvenilirliği azaltıldığı zaman, haliyle, nakledilen şe­ yin de aynı vasfı azalacaktır. O nlann da istedikleri, bu10 Bakara, 143. 11 Âli îm rân, 110. 12 Bkz. Ebu Ş e h b e : <،El-medhâl !٤ D irâsetii-K ur’ani’l-Kerim ٠٠ Yazar, bu eserinde K ur’an'ın cem’i, yazım ı‫ ؛‬resmi, Mekki ve Medeni âyetler gibi konular hakkında ileri süriilen elli ka~ d a r şüpheyi ele alm ış ve onlara cevaplar verm iştir. 13 M ü te v â tir: İstılahta; adeten ve aklen yalan üzerine anlaşıp, ittifak etm eleri im kansız olan bir kalabalığın yine aynı ni~ telikte diğer kalabalıklardan naklen rivayet ettiği haberdir. 14 Ahad ‫ ؛‬Meşhur, müstefiz, aziz, garib, haberler de dahil, mütevâtir olm ayan bir haberdir.


SONUÇ

d u r zaten. Bu am açlarına ulaşabilmek için, sahabe içe­ risinden, en fazla hadis rivâyet eden Ebu Hureyre ve tabiundan, Şam ve Hicaz'ın imamı İbn Şihâb ez-Zührî'yi dillerine dolamışlardır. Bu iki imamın güvenilirliği aza­ lınca, evleviyetle, diğerlerinin ki de azalacaktır. b) îsnad sistemini kötüleyerek, onun konum unu ze­ delemek. Genellikle bu konuya değinirken şöyle d e r le r : «Müslümanların nezdinde, isnad tenkidi ve rical tarihine ilişkin incelemeler had safhaya erişmişse de, senedlerin tetkiki esnasında, bazı noktaları farketmemiş, onlara yö­ nelip, gerekli itinayı sarf etmemişlerdir.» îslâm öncesi, hiçbir ümmette, m üslüm anlardaki ka­ d ar geliştirilmediği bilinip dururken ve İsnad sisteminin m üslüm anlara has b ir yöntem olduğu değerlendirmesi ya­ pılırken, onlar, yine de bu sözü söylemekten çekinmez­ ler. Hatta, sahih, m uttasıl isnad uygulamasının, dünya ta­ rihinde yalnızca m üslüm anlarda görülen bir metod oldu­ ğunda ittifak edilmiştir. c) Bu arada ortaya attıkları diğer bir iddia da, müslüman âlimlerin, rical tarihi ve isnad tenkidi ile çok sıkı ilgilenmelerine karşın, metin tenkidini ihmal ettikleridir. Bu iddialarını da, birtakım hadislerin birbiri ile çe­ liştiği, bazısını da vakıanın yalanladığını söyleyerek, des­ teklemeye çalışırlar. Ayrıca, astronomi, tıp v.b. modern ilmin elde ettiği verilerin de bazı hadisleri çürüttüğünü, birtakım hadislerin de, sahih olup, olmadıklarını anla­ yabilmek için tecrübe ve deneyime ihtiyaç olduğunu, ge­ velerler. 4 — Müsteşrikler, Yahudi bilim adamları, Hristiyan papazları, îslâm düşmanı Yahudilerin, Fâris ve Rum zm166


SÜNNET MÜDAFAASI

dıklannm ve Yunan felsefesi kalıntılarının iftiralarını onaylamışlar, bunlara, canlarının istediği herşeyi de katmak suretiyle ilavelerde bulunarak, sonunda pireyi deve a p m ış la rd ır. Bu iftiralarda da yahudi asıllı, m üsteşrik Goldzier başı çekmiş, bu konuda pekçok oryantalist de O n a tâbi olarak, hadis hakkındaki m ütalâalarını, münakaşaya dahi gerek göstermeyen kesin yargılar olarak kabul etmişlerdir. Avrupa ve diğer ülkelerde bunları yaymışlar, batı üniversitelerinde master, doktora gibi İlmî payeler kazanmak maksadıyle, oralara giden bazı m üslüm anlar da, maalesef, onlara aldanmıştır. Geri döndüklerinde ise, îslâm memleketlerinde, bu iftiraları efkârı umumiyeye sunmak suretiyle, özellikle üniversite öğrencilerine telkin etmişlerdir. Ve nihayet o ^ a n ta lis t fikirler, İslâm âleminin büyük b ir kısmında yayılma imkânı bulm uştur. Mesele, yalnızca talebelerle de sınırlı kalmamıştır, üniversitelerde, gözde yerlere gelmiş, kürsü sahibi, bazı ilim adam larının da, m üsteşriklere tâbi oldukları kitapları vasıtasıyle, onların zehirlerini, İslâm ümmetine şırınga etmeye çalıştıkları görülm üştür. 5 — Bazı yahudi ve papaz m üsteşriklerinin hadis ineemelerinde görülen h atalan , İslâm'ı ifsâd etmek, müslim an ları kopmaz İslâm ipinden ayırabilmek için işlem miş kasıtlı hatalardır. Tek m aksatları, bu İlâhî dinin güvenilirliğini sarsm aktır. Bunu da İslâm 'ın iki yüee aslı, K ur'an ve Sünneti k a rla m a k la gerçekleştirmek istiyorlar. Bu konular üzerinde daha evvel örnekler verip, uzun uzun durm uştuk. Aslında, oryantalist çalışmaları, ne ilme ve ne de İslâm kültüriine hizmet etmek için var olmuş değildir. 16?


SONUÇ

O’nun arkasında, sadece, Islâm'ı karalam a ve müslümanları dinlerinden çevirebilme politikası yatm aktadır. Özel­ likle de K ur’an ve sünnetten soğutabilme politikası. Bu uğurda, onlar, m üslüm anlarm gönlündeki cihad ruhunu takviye eden, çok sayıda K uran ve sünnet nassını tahrif et­ mek istiyorlar. M üslümanlarm gönlündeki cihad ruhunu sarsmadan, İslâm memleketlerine sahip olamıyacaklanna, oraların yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömüremiyeceklerine inanıyorlar. Bu iki asla itim ad sarsıldığı zaman, m ü ’minler, cihad farizasından kopacaklar ve böylece, va­ tanlarının düşman eline geçmesi kolaylaşmış olacaktır. Nitekim, bu gerçekleşmiştir de. Çünkü, batı, Islâm bel­ delerini tahrip etmeyi, ancak, onlardaki cihad ruhunun zayıflaması ve dünyaya yönelmelerinden, sonra, başara­ bilmiştir. B uhari’nin, Ebu Ümâme el-Bâhilî'den yaptığı bir rivayette, Ebu Ümâme, bir saban ve tarım aleti gör­ dükten sonra, şöyle d e m iş tir: «Rasulullah’m şu hangi kavmin eline girerse, m utlaka Allah onları zelil kılar» de­ diğini işittim .15 Yanlış anlaşılmasın, hadis, müslümanları ziraat ve tarım la meşgul olm aktan nehyetmemektedir. Nasıl nehyedebilir ki? Bizzat sahih hadislerle böyle bir anlayış reddedilmektedir. Buhari, Müslim ve diğer, hadis kaynaklarında, Enes b. Mâlik (r.a.)'m şöyle dediği rivayet edilmiştir : «Rasulullah (s.a.s.) : «Ağaç diken veya

ekin eken her müslümana onlardan, kuş, hayvan ve in­ sanın istifadesinden dolayı, Allah sadaka ecri verir» de­ miştir. Allah Rasulu, birinci hadisinde, cihadı tam am en terkederek, kendini tarım , ziraat ve dünya işlerine veren kimseleri kastetm iştir. Allah Rasulü, ne kadar da doğru söylemiştir, işte, Islâm düşmanları, müslüm anlara, an15 Buhârî, K itabu’l-Hars ve’l-M üzâra’a.


SÜNNET MÜDAFAASI

cak omlardaki cihad ruhu gevşeyip, Allah yolunda det aşkı yok olduktan, cihadı terkedip, başka şeylerle meş­ gul olmaya başladıktan sonra, hâkim olabilmişlerdir. Rasulullah'm ashabı, ticaret, ziraat ve bostanlanyle ilgileni­ yorlardı. Fakat, daim a gönülleri, cihaddaydı. Cihada çağı­ rıldıkları zaman, derhal icabet ediyorlardı. Onlar cihada koştukları gibi, ne eşe, ne evlada, ne eve ve ne de mala koşuyorlardı. Ebu Hureyre (r.a.)'nin bir rivayetinde, Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurm aktadır : «İnsanların en hayırlı yaşı-

yanlarından birisi Allah yolunda, atınm dizginini tutup, onun sırtında uçan, düşman sesi veya düşmana hücüm çağrısı işittikçe at koşturan, öldürmeyi ve ölümü, harp meydanlarında arayan adamdır.» 16 Bu sözün anlamını m üslüm anlar iyi düşünm elidirler ve yeniden izzetlerini yeryüzündeki sultalarını elde etm ek istiyorlarsa, cihada hazır, cihad aşkı ile dolu olmalıdırlar. Bu arada, düşm an­ larına karşı, gerekli olan silahlarını da hazırlamak zorun­ dadırlar. 6 — Bazı m üsteşriklerin ve hadis tetkiki ile uğraşan kimselerin hataları ise; Sünnet ilimlerini anlayamayıp, om runu m am aktan ileri geliyor. Bunun sebebi ise, sünnet ilimle­ rinin, sabır, m etânet ve uzun zaman isteyen b ir alan, en­ gin bir derya olmasıdır. Bu nedenle, orada yüzecek olan birinin, nasıl yüzüleceğim, hangi kıyılarda durulabileceğini bilmesi gerekir, inci; mercan ve yakutlarını tetkik ede­ cek birisinin, satıhtakilere ve yüzeydeki taşlara takılıp kalmayan, m âhir bir uzman olması icab eder. Şâyet, on­ lar, derinliklerine inebilmiş, m aksat ve m eram ını anla16 Müslim, Kitabu’l-îmâre, bab. 34. 169


SONUÇ

yabilmiş olsalardı, içine düştükleri hatalara maruz kal­ mazlardı. Hadis ve sünnetlerle meşgul olan pekçok müslüman bile bu dereceye ulaşamadığına göre, müslüman olmayanlar nasıl ulaşacaklardır? 7 — Müsteşrik Goldzier ve ekolü, b ir müddet, pek­ çok oryantalisti hakimiyeti altında tutm uştur. Fikirleriyle, O'mı kendilerine en büyük put ittihaz edinmişler; Sünnet ve hadis tetkiklerinde, eserlerini yegâne kaynak olarak görmüşlerdir. Bu arada, çok az m üsteşrik O'nun bütün fikirlerine iştirak etmemeyi başarabilmiş; bazı kanaatlerini eleştiri konusu edebilmişlerdir. H atta, sünnet hakkm daki yargılarının, büyük b ir zulüm olduğunu söyle­ yebilmişlerdir. Muhtemelen, oldukça az sayıdaki m üs­ teşriki, sözkonusu tavırlarını sergilemeye sevkeden, on­ ların h ü r düşünceli oluşları ve müslüman âlimlerin, Goldzier'in K ur'an ve sünnet hakkm daki iddialarına verdik­ leri, cevaplar olsa gerektir. Aslında, Goldzier, habis yahudi Abdullah b. Sebe'nin bir uzantısıdır. İslâm 'ı yıkmayı kendilerine biricik gaye edinen çağdaş, taraftarlarından b ir tanesidir. Bütün dün­ ya müslümanları, özellikle de, üniversitelerde öğrenim gören m ü'm in gençler bu gerçeğin farkında olmalı, bu müsteşriğin K ur'an ve sünnet tetkiklerindeki saçmalık­ larına ve sunmak istediği zehirlerine karşı uyanık bulun­ malıdırlar. 8 — Bazı müsteşriklerin, sünnet ve hadis ilimleri sa­ hasında şükranla karşılanacak, inkarı gayrı kabil çalış­ m alar yaptıkları da b ir gerçektir. Bu çalışmalar, hadis ilminin kaynak eserlerini neşretm ek ve bu sahada incele­ me yapanları kaynaklara ulaştırm ada anah tar rolü oyna­ yacak, te'lif eserler vermek suretiyle tezahür etm iştir. 170


SÜNNET MÜDAFAASI

Bunun en güzel örneği, m üsteşrik W insek,in «Miftâh-u KûnûzîVSüıme» adlı eseri ile b ir grup m üsteşrik ta ra ­ fından hazırlanan «El-Mu'cemül-Müfehres li elfazi'I-Hadisi'n-Nebevî» adlı eserdir. Bu tü r çalışmaları şükranla karşılamamız, bizim, faydalı, İlmî gayretleri takdirimizin bir göstergesidir. Biz, ne m üsteşriklerin tamamını yeri­ yor ve ne de hepsini övüyoruz; tek yaptığımız iyi yapan­ la, kötü yapanı tefrik etmektir. Şurası da bir gerçek ki, bu bahsettiğimiz, teşekkürle karşılanan çalışmaları ya­ panlara, tam am en kendilerini bu işe vakfetmelerini temin edecek, maddî ve manevî yardım lar, yapılmış, gerekli ko­ laylıklar sağlanmıştır. Şayet bütün bu yardım ve imkan­ lar müslüman âlimlere de sağlanmış olsa, İslâm kültürü için çok daha hayırlı sonuçlar ortaya çıkardı. Ancak, esefle belirtmeden geçemiyoruz. Aslında, sö­ zü geçen iki faydalı eserin benzerlerini yapmak müslüm anlarm işiydi. Lâkin yapam adılar ve yine, maalesef, İs­ lâm üniversiteleri, ilim ve ilim adam larım teşvik konu­ sunda, batı üniversitelerinin yaptıklarını yapamıyorlar. Bu durum bizi üzüntüye boğuyor; fakat bu b ir hakikat­ tir. Gönül, bunları söylemek istemezdi, ama, unutm am ak lazım, hakkı itiraf etmek de bir fazilettir. 9 — Hadis sahasında araştırm alar yapan, Ebu Reyye gibi, âlim geçinen, bazı m üslüm an araştırıcılar, söyledik­ leri her hususta, adım adım m üsteşrikleri takib etm iş­ lerdir. Bunun da ötesinde okuyucuların kafasına daha da yatkın hale getirmek için, onların görüşlerini süslemeye, hak elbisesine büründürm eye gayret etmişlerdir. Böylece bu kendileri için, kam bur üstüne kam bur, olmuştur. Bu neidüğü belirsiz herif, büyük sahabi, Ebu Hureyre (r.a.) yi, ele alırken, O'na sövüp, hakaret edecek kadar ileri gitmiş ve alçalmıştır. 17i


SONUÇ

H akikat şu ki, yahudi m üsteşrik Goldzier, bu büyük sahabiyi tenkid ederken, Ebu Reyye’den çok daha iffetli ve edepli davranmış; O'nun kadar basitleşmemiştir. (Da­ ha önce bu konuya temas etmiştik) 10 — M üslümanların aklî hayatı, İslâmî ilimlerin do­ ğuşu, gelişmesi ve tarihi konusunda eserler veren bazı müslüman araştırm acılar da, görüşlerinin büyük b ir kıs­ mında m üsteşriklere tâbi olmuşlar, ancak, bazı mesele­ lerde onlara katılmayarak, çok faydalı m ünakaşalarda da bulunm uşlardır. Örneğin, Ahmed Emin, «Fecru'l-Islâm» ve «Duha'l-İslâm» adlı eserlerinde böyle yapanlardan bir tanesidir. Ahmed Emin, Edebiyat Fakültesi dekanlığına kadar yükselmiş, Islâm âleminde büyük ünü olan b ir zat­ tır. Biz, O'nun ve benzerlerinin, m üsteşriklerin fikirlerine tâbi olm aktan kaçınmalarını, aynen bizlerin yaptığı gibi, sünnet ve hadis kaynaklarını kendilerinin tetkik etmele­ rini beklerdik. Şâyet böyle yapmış olsalardı, bizlerle aynı neticeye ulaşır, sünnetin sağlam b ir esas üzerine kâim ol­ duğunu, hadislerin çoğunun, Rasulullah zamanına kadar uzandığını görürlerdi. Ayrıca, Allah Teâla'nm, bu hadis­ leri, Rasulullah (s.a.s.)'dan alıp, rivayet eden, âdil ve za­ bıt insanlar yarattığının da farkında olurlardı. Bu insan­ lar, sırasıyla adalet ve zabt vasfını haiz sahabi, tabiun, tebeut tabiin va onlardan sonra gelen kimselerdir. Hadis­ ler, sahih, müsned, sünen, m u cem ve cam i1 türünden eserlerde toplanmcaya kadar, bu nitelikteki raviler riva­ yet yöntemini devam ettirm işlerdir. Hadislerin tenkidi, sahih, hasen ve zayıflarının bir­ birinden ayırımı işlemi, tâ sahâbe ve tâbiun zamanından beri rivayetten ayrılmamış, hadislerin cem'i ve tenkidi hep birlikte sürdürülm üştür. Bu meyanda, büyük sahabi, tbn Mesud : «Kişiye yalan olarak her duyduğunu söylemesi 172


SÜNNET MÜDAFAASI

yeter» derken, îb n Abbas : «Bir zamanlar, bir kimseyi «Rasulullah şöyle buyurdu» derken işittiğimizde, hemen gözlerimizi ona diker, kulaklarımızı ona verirdik. Ne za­ m an ki, insanlar, sahih zayıf ayırdetmeksizin hepsini ri­ vayet etmeye başladılar artık, biz de bildiklerimizden baş­ kasını onlardan, almaz olduk» demektedir. İm am Mâlik de : «Haberiniz olsun ki, her işittiğini söyleyen kimse, selâmete eremez. H er duyduğunu söyle­ yip dururken (hadiste) imam da olamaz» diyor. Ebû'z-Zinâd ise : «Medine’de hepsi de güvenilir yüz kişi gördüm, hadiste ehil olmadıkları gerekçesiyle hiçbi­ rinden hadis alınmazdı» demektedir. İbn Şirin de : «Fitne çıkıncaya kadar, eskiden, isnad sorulmazdı. Ne zaman ki fitne çıktı. O vakit ravilerin isim­ leri sorulmaya, sünnet ehlinin hadisleri kabul edilmeye bidat ehlinin ki ise reddedilmeye başlandı» diyor. Abdullah b. El-Mübarek de : «İsnad dindendir. Eğer isnad olmasaydı, dileyen, dilediğini söylerdi. Bizimle (ha­ dis nakleden) şu kavim arasında ayaklar, yani, isnad var­ dır» diyor. Süfyan : «İsnad, mü minin silahıdır.» derken Abdurrahm an b. Mehdî de : «Bir insan, işittiği şeylerin bazısın­ da, dilini tutm adıkça, (hadiste) tâbi olunacak b ir imam olam az»17 diyor. İm am Şafiî de, isnadsız, hadis taleb edenin, gece odun toplayan kimse gibi olacağına dikkat çekiyor. İsnad ve ra ­ vilerin tenkidine dair daha, buna benzer pekçok söz söy­ lenmiştir. Şayet böyle olmasaydı, İslâm düşmanı zındık17 Bu rivayetlerin hepsi, Müslim’in m ukaddim esindedir. 173


SONUÇ

lar karşılarında yalanlarını ortaya çıkarıp, hilelerine ce­ vaplar verecek hiç kimse bulunmadığı için, hadisler yo­ luyla, din ve ahlakı tahrib etme fırsatını, çok rahat bu­ labilirlerdi. Yukarıda, bu mey anda kaydettiğimiz sözler, nasıl oluyor da müslüman araştırıcıların gözünden kaçabili­ yor? Biz, Ahmed Emin ve benzerlerinin, müsteşriklere kuyruk olmalarım değil, tetkiklerinde müstakil şahsiyet­ lerini ortaya koymalarını arzu ederdik. 11 — Bugün, müslüman adı taşıyan bazı kimseler, eski b ir bidati, hadis ve sünnetleri bırakarak, yalnızca, K ur'an'la yetinme bidatini hortlatm aya çalışm aktalar ve «Bize Allah’ın kitabı yeter» (sloganını) ağızlarından ek­ sik etmemekteler. Oysa onlar, bu sözleriyle bizzat, Allah’ın kitabına ters düştüklerinin farkında değiller. Çünkü, «Ra-

sul, size neyi verirse onu alm, sizi, neden men ederse on­ dan da sakının.» 18 «Biz sana da, kendilerine indirileni, insanlara açıklayasm diye, zikri indirdik» 19 «Biz, sana ki­ tabı, ancak, ihtilâf ettikleri konulan onlara, açıklayasm diye indirdik»20 gibi, sayılamıyacak kadar çok K u ra n âye­ tine ters düşmektedirler. Maâlesef, bazı Islâm beldelerinde bu çirkin bidate ar­ ka çıkanlar var. Halbuki bu, ahm akça ve aptalca ortaya atılmış bir bidattir. Bu bidat, en azından, Islâm ümmetini K ur'an’ı (doğru) anlam aktan uzaklaştıracaktır. Sünnet ve hadisler terkedilip, K ur'an da anlaşılmaz bir hale gelince, Islâm ’ın ruhuna fatiha demekten başka birşey kalmaya18 Haşr, 7. 19 Nahl, 44. 20 Nahl, 64. 174


SÜNNET MÜDAFAASI

çaktır. Fakat, Allah’ın izniyle bu gerçekleşmiyecektir. Ferdlerin yapması bile çirkin görülen bu daveti, m üstem ­ leke olan bazı İslâm memleketlerinin idarecilerinin ü st­ lenmesi, pek tabii ki daha ahm akça ve daha çirkindir. Za­ ten onlar, bu işe kalkışmakla, bilmediklerini saçmaylayan, bir konuma düşmüşlerdir. Benzerlerinin, tarihte gömülüp gittiği gibi; m odem asırda hortlayan bu iddia da yok olup gidecektir. İslâm âlimleri ve m ü ’minlerin büyük b ir çoğunluğu, apaçık, hak­ ka ve sıratı m üstakim e davet ettikçe ona hayat hakkı olmayacaktır. Bugün, İslâm âleminde, samimi olarak, Allah’ın kitabı ve Rasulu'nun sünneti ile amel etmeye çağıran, şayan-ı tak­ dir olan bir diriliş vardır. Zaten, müslümanların, kendi­ lerini çepe çevre kuşatan tehlikelerden kurtulm aları için, bu iki yüce asla sarılm aktan başka çareleri yoktur. Pek çok İslâm ülkesinde bu dirilişin alametleri ortaya çıkmış; Allah’ın kitabı ve Rasulu’nün sünneti ile amel edilmesine dair çağrılar, karşılık bulm uştur. İslâm to p lu ndan kitap ve sünneti hakim kıldıkları zaman muzaffer olacaklardır. Çünkü, kim Allah’ın dinine yardım ederse, Allah da O’na yardım eder. Nitekim, Allah Teâla : «Allah, kendi (dini)ne

yardım edene, elbette yardım eder. Şüphesiz, Allah kuv­ vetlidir, galiptir»21 buyurm aktadır. İslâm toplumları, K ur’an ve Sünneti hakim kıldıkları zaman, kendilerini tanıyacaklar. Onları, başkalanndan ayıran, inanç, hukuk ahlak, hayat tarzı v.b. hususlarda İslâmî şahsiyetlerini yeniden kazanacaklardır. 21

Hac, 45.

175


SONUÇ

Ey İslâm ümmeti! Allah'ın kitabı ve Rasulu nün Sün­ netine sıkı sarılın, size âlemlerin Rabbm dan tebliğ eden zatın şu sözü yeter : «Size iki şey bıraktım . Onlara, sa­ rıldığınız müddetçe sapıtmazsınız. Bu iki şey Allah'ın ki­ tabı ve benim sünnetimdir.» 12 — Allah Teâla, her asırda ve her yerde, dinini müdafa eden O'nun güzelliklerini ve meziyetlerini ortaya ko­ yan, K ur'an ve Sünnete yöneltilen şüpheleri tek tek redde­ den âlimler var etmiştir, Hakkı savunan ve m üdafa eden böyle b ir taife her zaman var olacaktır. Çünkü Allah Teala'nm kanunu budur. Şayet, batıl üstün gelse, yardım ­ cıları çoğalsa bile, m utlaka hakka arka çıkan O'na des­ tek veren de bulunur. Buhari ve Müslim, Muğire b. Şu'be tarikiyle gelen bir rivayette, Rasulullah (s.a.s.)'m şöyle dediğini kaydetm işlerdir : «Ümmetimden bir taife daima üstün olacaklardır. Btf halleri, Allah'ın emıri (kıyamet) ge­ linceye kadar devam edecektir.»22 Müslim'in kaydettiği başka b ir varyantta ise : ««Ümmetimden bir topluluk, in­ sanlara daima üstün olacaklardır...» şeklindedir. Yine, Bu­ hari ve Müslim, Muaviye b. Ebû Süfyan'm şöyle dediğini rivayet e tm işle rd ir: Rasulullah (s.a.s.) : «Ümmetimden b ir topluluk, Allah'ın emrini tatbike devam edeceklerdir. O nlan, aşağılayan veya m uhalefet edenler, onlara b ir zavaziyette iken gelecektir» derken, işittim.» Buradaki üstünlük, hüccet ve delil bakım ından üs­ tün gelmek anlamınadır. Bu itibarla, o, her zaman ve me­ kanda cari olabilen bir şeydir. Bazen, ilk asırlarda olduğu gibi, güç ve sulta ile birlikte de bulunabilir. 22 Buhârî, K itabul-M enâkıb; Müslim, K itabu’l-lmâre. 176


SÜNNET MÜDAFAASI

İslâm devleti, oniki asırdan fazla b ir zaman zarfın­ da dünyaya hükm etm iştir. Sonunda, önceki ümm etlerin başına gelen, tefrika, bölünme ve Allah'ın kitabını terketme gibi hususlara o da maruz kalmış, bunun neticesinde üm m et çözülüp dağılmış ve düşm anlarının önünde par­ çalanmış b ir av haline gelmiştir. İşte bugün, bu ümmet, uykusundan kalkmış, gâfletten uyanmış, esaret ve kölelik bağlarından, zorba gasıplarm sultasından sıyrılmıştır. Bü­ tün îslâm devletleri h ü r ve kendi kendilerini idare et­ m ektedirler (!) Biz böyle bir ortam da safların yeniden b ir­ leştirilmesini, tek kelime etrafında toplanılıp, yeniden bu devletlerin Allah'ın ipine sarılm alarını umuyorduk. Ne var ki, hâlâ aralarında b ir tefrika ve parçalanm a var hatta, bazı müslüm anlar, birbirleri ile savaş halindedirler. İnanı­ yoruz ki, yegane güç ve kuvvet Allahm'dır. Sulhu sükünu temin etmeye; ümm eti birtek kelime etrafında toplamaya va safları birleştirmeye O, kadirdir o vakit, İslâm üm ­ meti, izzet ve kuvvetini yeniden kazanacak, yeryüzünde elinden kaçırmış olduğu gücünü yeniden elde edecektir. Buhari ve Müslim, Muaviye (r.a.) tarikiyle, Rasulullah (s.as.)'m şu sözüne yer verm işlerdir : «Allah, kime hayır

murad ederse, O'nu dinde fakih kılar. Müslümanlardan bir cemaet, daima, kıyamete kadar, hak uğruna savaşa­ cak ve düşmanlarına üstün gelecektir.» İm am Müslim de, Sevbân (r.a.)'dan Rasulullah'm ‫؛‬

«Ümmetimden bir topluluk daima üstün olacaktır. On­ ları aşağılayan veya muhalefet edenler, onlara bir zarar veremiyecek nihayet, onlar üstün bir vaziyette iken, Allah'­ ın emri (kıyamet) gelecektir.» dediğini kaydetmiştir. Câbir (r.a.)'in : «Rasulllah (s.a.s.) «ümmetimden bir toplu­ luk, daima hak uğruna savaşacak ve kıyamete kadar üs­


SONUÇ

tün olacaklardır» dediğini işittim, sözü de, Müslim'in bu meyanda zikrettiği rivayetlerdendir. Bugün, İslâm üm m etinin maruz kaldığı, za'fiyet, tef­ rika ve parçalanmaya bakarak, bazı m üslüm anlarm ümidsizliğe düşmemeleri için bu müjdeleyici hadislerin hepsini zikretmeye özen gösterdik. Allah'ın rahm etinden ve bu rahm etin İslâm üm m etine erişeceğinden ümid kesmek ne b ir m üslüm anın ve ne de bir m ü'm inin ahlakı ile uyuş­ maz. Allah Teala Peygamberi Hz. Yakub'un, oğullarına söylediklerini hikaye ederken bakınız ne diyor : «Ey Oğul­

larım! gidin. Yusuf'u ve kardeşini araştırın, Allah'ın rah­ metinden ümid kesmeyin. Zira, kafirlerden başkası, Allah'­ ın rahmetinden ümidini kesmez.»23 Bu âyet, hak din ve hak davet uğruna canlarını kurban eden mücahidlerin kalbine sebat versin, her nekadar, sıkıntılarla karşı k ar­ şıya gelseler, belâlara dûçâr olsalar da, bu apaçık yolda devam etmeleri için, onlara bir teşvik olsun. Yukarıda zikrettiğimiz hadislerdeki, hak üzerine se­ bat eden topluluğun kim ler olduğu hususunda ihtilaf edil­ miştir. Buhari, «Onlar, ilim ehlidir» derken, İm am Ahmed; «eğer, bunlar hadisçiler değilse, başka kim olabi­ lir?» demiştir. Kadı lyaz, im am Ahmed'in bu sözüyle, ehli sünnet ve'l-cemaati ve hadisçilerin mezhebince itikad edenleri, kastettiğini söylemiştir. Bu sözü daha farklı an­ layanlar da olm uştur. Bu yüzden, biz, bütün ilim ehlinin, hadiste kastedilenin kendileri olduğunu izaha çabaladık­ larını görüyoruz. Gerçek ise, imam Nevevî'nin Müslim şer­ hinde yaptığı yorum doğrultusundadır. Ibn Hacer, bazı ilâvelerle, O'nun yorum unu şöyle naklediyor. 23 Yusuf, 87. 178


SÜNNET MÜDAFAASI

«Bunun, m ü'm inler içerisinden m üteaddid cemaat­ lar olması m üm kündür. (Şu kimselerden herbireri kast­ edilmiş olabilir) kahram anlar ve harp sanatını bilen kim ­ seler; fukaha, müfessir ve m uhaddisler, iyiliği em r kötü­ lükten sakındırm a görevini ifa edenler, zahid ve abid kim­ seler v.b. Ayrıca, bunların hepsinin bir memlekette bulun­ m aları da icab etmez. Bilakis, hepsi b ir yerde toplanmış olabilecekleri gibi, bütün yeryüzüne dağılmış da olabilir­ ler. Yine bir memlekette bulunup, bazılarında bulunm a­ yabilirler. Ayrıca, bütün yeryüzü, peyderpey, sadece bir memlekette, içlerinden tek b ir fırka kalıncaya kadar, di­ ğerlerinden boşalmış olabilir. Onlar gittikten sonra da, Allah'ın emri (kıyâmet) gelir...»24 Kitap ve sünneti m üdafa etmenin insana kazandır­ dığı şerefle, hiçbir şey mukayese edilemez. Zaten herşey mevzusunun şerefi ile şerefyâb olur. Allah (c.c.)'m sözü, sözlerin en şereflisi, Rasulu'nun sözü ise, O minkinden sonra en şerefli sözdür. Bununla, ne soy, ne mevkî, ne mal —isterse Karun unki kadar olsun— ne emirlik ve ne de vezirlik şerefi kıyaslanamaz. Çünkü bunların hepsi, arı­ zi, iğreti ve fanidir. Fakat, Allah'ın kitabım ve Rasulu'nun sünnetini m üdafanın şerefi bakidir, cennete ulaştıran yol­ ların en yücesidir. Genel olarak bütün ilim adamlarının, özellikle de hadisçilerin bu noktayı iyi kavram alarını rica ediyoruz. K ur'an ve sünneti m üdafaa bir çeşit cihaddır. Nitekim, Hz. Peygamber, bunu şöyle dile g e tirm iştir: «Müşrik­

lerle mallarınız, canlarınız ve dikerinizle cihad ediniz» (Hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir.) 24 İbn Hâcer, FethuT-Bâri, C 13, s. 295. 179


SONUÇ

Kafirlere karşı, dille yapılacak olan cihadın içerisine kalemle, yani kitap ve makale ile yapılan cihad da girer. Mal ve canla savaşın yerini kalem ve kitapla mücadelenin aldığı, m üslüm anlann tepesine şer unsurların tebelleş ol­ duğu, en büyük kavganın sözle yapıldığı bu çağda, bu ba­ zen basın, bazen radyo, zaman zaman da televizyon kanalıyle öyle önemli bir konum a gelmiştir ki, müslümanların herşeyden çok ona yönelmelerinin zarureti apaçık ortadadır. 13 — İşin en ilginç yanı da şudur. Onca, cahillerin tevilleri, sapıkların saçmalamaları ve şüphecilerin vesve­ seleri tepesine üşüşmesine rağmen, K ur'an ve Sünnet, ondört asırdan beri, oldukları gibi, aynı sağlamlık, aynı hakkâniyet, aynı sebat ve aynı kuvvet üzere kalabilmiştir. Ne bir za'fiyet, ne bir gevşeklik ve ne de bir çözülmeye dûçâr olmamışlardır. Çünki K ur'an ve Sünnet her ikisi birden Hakk'ın katından indirilmiş iki gerçektir. Bu iki­ sini getiren, Peygamber de haktır. Bu itibarla, Allah Teâla'nm, hak olan peygamberinden ve yine hak olan K ur'an ve Sünnetten, hakkı soyup alması, hem aklen ve hem de şer'an imkansızdır. Bunu, Italyan m üsteşrik «Carediu» da itiraf etmekten kendini alamamış ve : «Kur'an'ın üzerin­ den, on asırdan fazla zaman geçmiştir, fakat, o hâlâ, san­ ki dün dünyaya yeni gelmiş gibi taze ve diridir.» demiştir. Bu, gayri müslim birisinin, hak adına yaptığı doğru bir tanıklıktır. Bu noktada, K ur'an ve Sünnetin bunca zamandır, sa­ fiyetini kaybetmemesinin hikmeti sorulabilir. Bu yerinde bir sorudur ve izaha m uhtaçtır. Allah'ın bütün beşeriyet için razı olduğu genel ve ebedî bir din olan Islâm 'da, çok üstün manevî unsurlar var­ 180


SÜNNET MÜDAFAASI

dır. Bu unsurlar, h ü r iradesi ve imanı ile ona teslim olan insanları, onun yolunda, dünyanın en büyük sıkıntı ve belâlarını omuzlamaya, canlarını, ailelerini, evlatlarını ve dünyadaki en değerli şeylerini yoluna kurban etmeye sevkeder. Bu manevî unsurlar, kitap ve sünnette temessül ederler. Tarih buna en güzel tanıktır. Eğer, İslâm ta ­ rihini, ondört asırdır onu yok edip, silmek gayesiyle tez­ gahlananları şöyle b ir araştıracak olursak, bunun sayılamıyacak kadar çok örneklerini bulabiliriz. İşte İslâm ’da mevcud olan bu manevî unsurlar, O'nun bir peygamber, b ir erkek, bir kadın, bir hür, b ir köle ve bir çocukla başlaması ve nihayet bugün dünyanın beş kı­ tasına yayılmasını sağlıyan unsurlardır. Allah yolunda azaba dûçar olan Bilâl b. Rebah ve benzerlerinin, dinlerinden dönmeyen kararlı kahram anlar olarak, dayanılamıyacak kadar, ağır işkencelere taham ­ mül etmelerini sağlayan da işte bu çok üstün manevî un­ surlardır. Azgın ve zorba Ümeyye b. Hâlef, Bilâl b. Rebah’ı anasından doğmuş (çıplak) bir vaziyette alır, kızgın yaz günlerinde Mekke sıcağının etleri dağlayacak kadar, bey­ nini eritecek derecede şiddetli olduğu vakitlerde, kum ­ lar üzerine y atın r, göğsünün üstüne de kocaman b ir ka­ ya koyarak ona «Muhammed’i ve Tanrısını inkâr etm e­ dikçe seni bırakmıyacağım» derdi. Halbuki b u durum, O'nun dinindeki ve inancındaki sebatını a rtın r, bir an olsun «Allah bir, Allah bir» demekten ayrılmazdı. Böylece, azabın acısı, imanın tadm a karışır, imanın tadı iş­ kencenin acısına üstün gelirdi. Sanki azâb O'na serin ve salim olurdu. 181


SONUÇ

Yâsir ailesi!, Ammar b. Yâsir, babası ve annesi, hiç­ bir ailenin taham m ül edemiyeceği, işkence ve acılara kat­ lanmıştır. Ammar'ın baba ve annesi işkence altında ölüp gitmiştir. Melun Ebu Cehil, annesinin edep yerine b ir mızrak saplamış ve kadıncağız ruhunu teslim etmiştir. Böylece İslâm 'daki ilk şehid kişi b ir kadm olm uştur. Sonra, pek fazla zaman geçmeden, babası da inancı uğ­ runa şehâdet şerbetini içmiştir. Hz. Peygâmber, onlar Allah yolunda işkence görür­ ken, yanlarından geçer de, «Sabredin ey Yâsir ailesi! Sab­ redin. Şüphesiz varacağınız yer, cennettir» demekten baş­ ka birşey yapamazdı. Fakat, bu sözler, onların kalbine serinlik ve rahatlık verirdi. Müşriklerin, onlara işkence yaparken kullandıkları aletlerden biri de zırh idi. Onu ateşte kızdırırlar, sonra da Ammar'a giydirirlerdi. Ammar'ın azabı, o kadar şiddetlenirdi ki, artık, ne dediğini bilemez bir hale gelirdi. Bu arada, kalbi imanla dolu olduğu halde, ağzından küf­ rü gerektiren sözler kaçırır, sonra da ağlayarak doğru Rasulullah'm yanına gelirdi. Rasulullah, O na: «Neyin var? ne oldu?» diye sorar, O da : «felâket, ey Allah'ın Rasulü felaket! Sana dil uzattım, onların ilahlarını hayırla an­ dım» derdi. Rasulullah, «peki, kalbin nasıldı?» diye so­ rar, O d a : «îm anla dop dolu» derdi. Bunun üzerine, Allah Rasulü, Ammar'ın gözlerini eliyle sıvazlar v e : «Eğer sana, tekrar işkence edecek olurlarsa, sen de on­ lara, daha önce söylediklerini, yine tekrarla.» derdi. Ammar'ın işkence esnasında, istemeyerek söyledik­ leri yüzünden, bazı kimseler, O'nun kafir olduğunu söy­ leyecek oldular. Fakat hevasmdan konuşmayan Allah Ra­ sulü : «Hayır, ‫؛‬h ayır, şüphesiz ki Ammar, tepesinden tır182


SÜNNET MÜDAFAASI

nağına kadar imanla doludur. İman, O'nun eti ve kanıyla karışmıştır» dedi. Bilâhere de, Ammar'm sadakatine dair Allah'ın tanıklığını ifade eden vahiy geldi ve Allah Teâla : «İnandıktan sonra, Allah'ı inkâr eden, kalbi imanla yatışm ış olduğu halde (inkara) zorlanan değil, fakat küfre göğüs açan-kimselere Allah'tan bir gazap iner ve onlar için büyük bir azab vardır»25 buyurdu. Ayeti kerime, Allah yolunda işkence çeken bu kim­ selere, kalpleri imanla dolu olduğu sürece, ağızlarından küfür sözünü kaçırıvermelerinin bir vebâl getirmiyeceğini, bunun, ölümle tehdid edilen kimselere bir ruhsat olduğunu ifade ediyordu. Yasir ailesinden başka, daha pek çok kimse işkenceye çarptırılıyordu. İnanç uğruna, işkencelere tahamm üldeki kahram an­ lıklar, yalnızca erkeklere has bir olgu olarak kalmamış­ tır. Allah younda pekçok kadın da işkenceye reva görül­ müş, onlar da büyük bir sabır, direnç ve kahram anlık örneği göstermişlerdir. Bunun en güzel örneği, Ömer b. el-H attâb'm câriyesi Zenîre'dir. Ömer, kolları yorulup, takati kesilinceye kadar, O'nu döver, h atta Ebu Cehil de O'na yardımcı olurdu da, bütün bunlar sadece O'nun, di­ nindeki sebatını artırırdı. Bundan, başka Benû Zühre'nin kölesi, Ümmü Üneys, Bilâl b. Rebah'm annesi Hamâme, Benu'l-Müemmil'in cariyesi, yine En-Nehdiye isimli bir cariye ve kızı bunlara misal verilebilir. Ebu Cehil bu insanları görünce kızar ve; «şunlara ve peşlerinden gidenlere şaşmıyor musunuz? Şayet, Muhammed'in getirdiği hayır ve hak olsaydı, bizden önce, bunlar O'na gitmezdi. Zenire bizden önce mi, hakka gi­ dip, erecek? derdi. 25

N ahl, 106.

183


SONUÇ

Evet, ey Ebu Cehil! Senin hiçbir üstünlüğün yok. Zenire senden önce hakka kavuşmuştur. Yeryüzünde birtek müslüman oldukça, o şeref ve hoşnudlukla anılacak, sana ise, kıyamete kadar herkes lanet edecektir. Ey Ebu Cehil! artık, soy sop gitmiş, geriye yalnızca, takva kal­ m ıştır : «Allah katında en üstün olanınız, en m üttaki olanınızdır.» Allah'ın Islâm 'a ve sadık m üslüm anların kalplerine yerleştirdiği bu, gizli ve üstün manevî unsurlar, Şam ve Beytü'l-Makdis'i istilaya çalışan, hâçlı savaşlarında, ba­ tı ittifakına ve ordularına karşı m üslüm anlara dayanma gücü veren unsurlardır. Hristiyan taassubunun hortlat­ tığı bu haçlı saldırılan, doksan seneden fazla bir süre, o beldeleri istila etmiştir. Fakat, büyük Islâm kahram a­ nı, Selahaddin Eyyübi kom utasındaki Islâm orduları, Şam ve Beytü’l-Makdis'i geri almış, rüsvay ve perişan bir vaziyette o n lan püskürtm üştür. En büyük kom utan­ larından birisi Mısır, Mansure'de esir edilmiş, çok kısa bir süre sonra da, Mısır ve Şam'da Islâm orduları onları kahru perişan edip, denize dökmüş ve unutam ıyacakları bir ders vermiştir. Moğollann Islâm memleketlerini istila edip, tahri­ binden, insanları katledip, Islâm medeniyetinin em are­ lerini yok etmesinden sonra, m üslüm anlara yeniden eski gücünü veren, yine bu, Islâm 'da saklı manevî unsurlardır. Ve yine, bu unsurlar, Moğol im paratorunu müslüm anların hiç b ir güç ve kuvvetinin bulunmadığı bir za­ manda, İslâm 'a sokm uştur. Oysa, o vakit, tek güç kuv­ vet ve hakimiyet Moğollann elindeydi. O'nun müslüman oluşuyla, çok sayıda Moğol da Islâm'ı kabul etmiş ve Islâm'a karşı m uharip olduktan sonra, O n u n davetçile184


SÜNNET MÜDAFAASI

ri ve koruyucuları haline gelivermişlerdir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle b u ^ r u y o r ‫« ت‬Allah, kinıl doğruya iletm ek isterse, o'nun göğsünü ‫ ؛‬slâm'a açar. Kimi de saptırmak dilerse, o'nun göğsünü (adeta) göğe çıkıyorm uş gibi dar ve tıkanık yapar.»26 «Muhakkak ki, bunda, kalbi olan veyahud şahid olarak kulak veren kim se için bir öğüd var‫ « ﻣﻠﻢ‬27 Son iki asırdır, azgın şer güçlerin üşüşmesi karşısında, m ü s l ^ a n l a r a direnç veren yine bu manevî unsurlardır. Hristiyan haçlıları eski hallerine dönmüş, belki daha beter bir vaziyete düşmüşlerdir, o 'n u n yerine yeni bir şer güç ortaya çıkmıştır. Bu güç, eski ve yeni her türlü tahrip vasıtasıyle, bütün memleketleri kasıp kavuran, harap eden si^nizm dir. Ne var ki, İslâm hakkında, hertürlü kötülükleri düşünen O'nu yok etmeye çalışanların önüne dikilip, gözünde büyüyen de yine bu manevî unsurlardır. Müslümanlara, bütün düşm anları karşısında direnç veren bu unsurlardır ve Allah'ın izniyle, kıyamete kadar da, bu hak din ve onu savunan bağlıları baki kalacaklardır. Bu söylediklerimizle tebliğ görevimizi yapmış sayıyoruz. Allahım şahid ol.

6‫ ﺕ‬Enam. 125، 27 KAf. 37, 185


TAVSİYE VE TEMENNİLER 1 — Dünyada, Sünnet ve hadis tetkikleri ile meş­ gul olanların, koordineli olarak, ortak b ir strateji çerçe­ vesinde hareket etmeleri kaçınılmazdır. Doğu'da, Hint O kyanusundan, Batı'daki, Atlas Okyanusu'na kadar bütün İslâm âleminde sünnet-i nebeviyeye hizmet için ortaya çıkmış cem aatlar vardır. Bu cem aatler bir' birleri ile irtibat halinde çalışacak olsalar, şüphesiz bun­ dan çok hayırlı neticeler elde edilir. Dünyanın dört b ir yanına yayılmış olan bu cemaatlerin sünnet'e hizmette ortak bir plan ve projeye ihtiyaçları vardır. Plân ne ka­ dar iyi; proje ne kadar belirgin olursa, o zaman, bu mü~ teaddid cemaatler daha iyi ürün verebilir ve Allah'ın iz­ niyle her vakit bunun meyvesi görülür. Şayet, Rasululah'm sünnetine hizmet için ortaya çık­ mış bulunan bu cemaatler, tslâm âleminin çeşitli yerle­ rinde, yıllık konferans ve toplantılar düzenlemiş olsalar; bu vesileyle tanışıp, kaynaşma sağlanır ve bu ulvî gaye et­ rafında bir yardım laşm a zemini oluşturulurdu. Nitekim, Allah Teâla şöyle b u y u ru y o r: «İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın» 1 Allah'ın kitabına ve Rasulü'nün sünnetine hizmetten daha büyük iyilik var mı ki? ı

Mâide, 2.


TAVSİYE VE TEMENNİLER

îlk asırlarda, hadisçiler, hadisleri toplam ak gayesiy­ le, üstadlarla karşılaşmak, onlardan hadis dinlemek su­ retiyle bu tanışmayı ve yardımlaşmayı gerçekleştirmiş­ lerdir. Bu uğurda pek çok meşakkatli ve sıkıntılı yolcu­ luklar yapmışlardır. Ta sahabe devrinden beri, hadisçilerin, hadis ve sünnetlerin toplanm a işi tamamlanıncaya kadar, bu yolda sürdürdükleri seferler sonraki nesille­ rin hâlâ saygıyla andıkları bir davranıştır. Bu durum yal­ nızca İslâm üm m etine has b ir olaydır. Buhari, Cabir b. Abdullah (r.a.)'ın Rasulullah (s.a.s.) dan bizzat hadis işiten, büyük sahabi, Abdullah b. Üneys'ten birtek hadisi öğrenebilmek için, bir aylık b ir yolcu­ luğa katlandığını rivayet etmiştir. Cabir (r.a.)'in «Mısır'da bulunan bir zatın, Rasulul­ lah (s.a.s.)'dan b ir hadis naklettiği kulağıma geldi. Hemen bir deve satın alıp, Mısır'a kadar gittim ve hadisi bizzat kendisinden dinledim» dediği de rivayet edilmiştir. Aynı hadiseyi Taberani, Mesleme b. Mahled tarikiyle rivayet etmiştir. İmam Ahmed de, birtek hadis için, büyük Sahabi, Ebu Eyyüb el-Ensari (r.a.)'nin Ukbe b. Amir'in yanma yolculuk ettiğini kaydetmiştir. Ebu Davud da, b ir sahabinin aynı gaye ile Mısır'daki Fudale b. Ubeyd'e k ad ar gittiğini nakletm iştir. Aynı şekilde, bu uygulamayı, tâbiun ve onlardan son­ ra gelen hadis imamları da devam ettirm işlerdir. El-Hatib el-Bağdadi, Abdullah b. Adîy'nin şöyle de­ diğini rivayet e tm iş tir : «Ali’nin bir hadis rivayet ettiğini duydum. Eğer, ölürse, başkasında bulamam diye, yola çıkıp Irak'a kadar gittim.» 188


SÜNNET MÜDAFAASI

îm am Malik de, Said b. el-Müseyyib'in : «Birtek ha­ dis için günlerce ve gecelerce yolculuk yaptım» dediğini nakletmiştir. Yine, el-Hatib, Ebu'l-Âliye'nin : «Rasulullah'ın asha­ bından nakledilen hadisler duyardık, gönlümüz razı ol­ mazdı, kalkıp, bizzat kendilerine gider, dinlerdik» dedi­ ğini rivayet etmiştir. Şa'bi de bir konuda fetva verdikten sonra, fetvayı sorana : «Sana, bunu hiçbir karşılık olmadan verdik. Bir zamanlar, bundan çok daha basit bir şey için, ta Medine'ye yolculuk yapılırdı» demiştir. Darimî de, Büsr b. Ubeydullah'ın, birtek hadis için muhtelif şehirlere yolculuk yaptığını, nakletm iştir. Ebu Kılâbe ise; sırf, acaba b ir tek hadis işitebilir mi­ yim diye, işi olmadığı halde üç gün Medine'de kaldığını söylemiştir .2 Mesafelerin uzaklığına, yolculuğun sıkıntısına, mal ve vasıtanın azlığına, rağmen ilk asırlarda bunlar ger­ çekleştiğine göre, yolculuk sıkıntılarının ortadan kalktı­ ğı; güçlüklerin kolaylaştığı, yolculuk vasıtalarının ve kon­ forun son derece bollaştığı asrımızda, neden bu tanışm a ve kaynaşma gerçekleşirilemesin? 2 — Sünnet'i Nebevi ye hizmet gayesiyle ortaya çı­ kan bu cem aatlara düşen diğer bir görev de; sünnet ve hadislerin muhtelif cihetlerinde hizmet verecek birim ­ ler oluşturm aktır. Bir birim, Islâm kültüründe, hadis ilimlerine dair eserlerin neşrini üstlenirken; diğeri bu sa­ hada şerh edilmemiş bulunan eserlerin şerhini veya şerh 2 fbn Hâcer, FethuT-B&rî, C. !٠ s. 174.


TAVSİYE VE TEMENNİLER

edilmiş olup da, çok m uhtasar bulunanları genişletmek görevini yerine getirecektir. Böyle olan eserlerin başında Müslim'in Salıih'i, İm am Ahmed’in Müsned'i, Sünen-i Nesei ve Sünen-i îb n Mâce gelmektedir. Bu arada, bir diğer birim de müşkil hadisler üzerinde çalışacaktır. H a­ dislerde görülen bu problemler, bazen açık bir şekilde farkedilebilir. Yahut da akla ve müşahedeye ters düş­ mekten ileri gelebilir. Veya, tabiat ve astronomi ilimle­ rinin gelişmesi sonucu elde edilen bulgularla çelişmekten ileri gelebilir. Bu birim, kapsamlı bîr inceleme ve araş­ tırm adan sonra, ele alm an konuda tek b ir görüş oluş­ turacaktır. Böylece, bugünkü müslüm an gençler, müşkil hadisler konusunda ileri sürülenleri cevaplarken, kültür ve düşünce farklılığı sonucu, içine düştükleri fikrî bu­ lanıklığa maruz kalmıyacaklardır. İslâm düşmanları, — ki bunlara sünnet ve hadis düş­ manları da denilebilir— sünnete bu müşkil hadislerden hareket ederek dil uzatm aktadırlar. Bugünkü müslüman gençler, bu şüphelerden kendilerini uzak tutacak, kültü­ rel birikime, hadis bilgisine ve dinî gayrete sahip değil­ lerdir. Bu gençler, biz âlimlerin boynundaki birer em anet­ tir. Onlan, bu şüphe ve kuşkularla başbaşa bıraktığımız taktirde fitnenin kucağına atmış oluruz. İslâm'ın istikbâli bu gençlere bağlıdır. Gücümüz nisbetinde, inançlarım ko­ rum ak, fitnelerle aralarında perde olmak en başta gelen görevimizdir. Diğer bir birimin görevi de, hadis ve hadis ilimleri üzerindeki çalışmaları, gençlerin anlıyacağı b ir seviyeye getirmektir. Hadis sahasında ihtisas yapan öğrencilere bi­ le, ilk hadis kaynaklarına m üracaat etmek güç geliyor; 190


SÜNNET MÜDAFAASI

anlıyamadıkları için şerhleri okum akta sıkıntı çekiyorlar­ sa, hadis talebesi olmayanlar ne yapsın?‫؛‬ Bu kolaylığın sağlanması için, kapalı ifâdelerden uzak açık ve akıcı b ir uslupla kitap ve kitapçıklar yazılmalıdır. Hadis ve hadis ilimlerine dair çalışmalar, ancak, böyle sevdirilebilir. 3 —٠ Sünnet ilimlerinde ihtisas yapan, severek, sün­ net kitaplarım okumanın faydasına inanan âlimler, ön­ ceki m uhaddisler gibi bunu sırf Allah rızası için yapm a­ lı; mal ve vazife kaygusu ile bu işe kalkışmamalıdırlar. Birisi, Sahih-i Buhari yi sened ve metniyle okutmalı; bu arada, metinde geçen garib kelimeleri açıklamalı, fıkhî ve ilmî bakımdan, psikolojik, ahlakî sosyal ve eğitim yönünden hadislerden ne gibi sonuçlar elde edilebileceği­ ne değinmelidir. Bir başkası, aynı yöntemle Sahih-i Müs­ lim ’i okutmalıdır. Bu arada b ir diğeri m utabi ve şahid ola­ rak kaydedilen rivayetlerdeki, hadis ilmi bakım ından or­ taya çıkan inceliklere değinmeli, ihtiva ettiği ahlakî ve hukukî noktaları belirtmelidir. Aynı tarzda, Ebu Davud, Neseî, Tirmizi, îb n Mace, Ahmed, Darekutnî (Sünen), Hâkim, Beyhâki, (Sünen) gibi zatların eserleri de okutulmalı; imkan nisbetinde izahları yapılmalıdır. Böylece hadis kitaplarının hepsi üzerinde, uzman bir âlim veya bir grup mütehassıs‫ ؛‬çalışma yapmış olmalıdır. Ayrıca, bu derslerin halka açık olan cami ve mescidlerde yapılmasında da büyük faydalar sözkonusudur. Bu noktada, hadis tedrisi ile uğraşanların geçimleri­ ni nasıl temin edecekleri sorulabilir. Geçmiş dönemler­ deki âlimlerimiz nasıl geçinmişlerse onlar da öyle geçine191


TAVSİYE VE TEMENNİLER

çeklerdir. İlk devir âlimlerimizin büyük bir kısmı; hadis rivayeti, hatta ilm öğretme karşılığında ücret almanın ha­ ram olduğu görüşündeydiler. Pekçok, tefsir, hadis, fıkıh ve usûl âlimi, aza kanaat etmiş, Allah'ın vereceği m üka­ fatla yetinmişlerdir. Kaldı ki bugün, çok sayıda îslâm dev­ letinin hâzinelerinde bu görevi karşılayacak kadar zekât ve diğer gelirler de mevcuttur. Allah'ın ihsan ettiği kay­ naklardan, bu âlimlerin geçimini sağlayacak, hayatlarının idamesine yetecek kadar meblağ da temin edilebilir. Hep­ sinin de ötesinde, îslâm üniversitelerinin sahip oldukları mülkiyet de, bu âlimlerin ihtiyacını karşılayabilecek güce sahiptir. Zaten, kitap ve sünnete hizmet etmek, îslâm dev­ letlerinin ve üniversitelerinin en büyük yükümlülüğüdür. 4 — îslâm üniversitelerinden her birerinin bütün ih­ tiyaçlarına yetecek kadar konforu sağlamak suretiyle, bir grup samimi âlimi, kitap ve sünnetin hizmetine tah­ sis etmesi gerekir. Bu aynen gayn müslim devletlerin yaptıkları gibi yapılmalı; İlmî cemiyet mensuplarına ilgi göstermeli; araştırm a yapanların araç ve gereçleri ta­ mamlanmalıdır. Batılılar bundan dolayı büyük netice­ ler alabilmiş; faydalı çalışmalar ortaya koyarak ilme b ü ­ yük katkıda bulunabilmişlerdir. 5 — îslâm üniversitelerinin pek çoğu, hâlî hazırdaki durum larıyla hiçbir branşta, hüküm, fetva, hitabet ve vaaz sahalarında kendisine başvurulabilecek nitelikte âlim yetiştirmemektedir. Bunun sebebi ise, îslâm 'm altın de­ virlerinde olduğu gibi, eğitim ve öğretimin, ilim için, ilim anlayışı üzerine bina edilmemesidir. Bugün, üniversiteler­ deki eğitim kap kaç esası üzerine kurulm uştur. Bunun ne­ deni ise, devlet görevinde çalışabilecek, görevli m em ur ve öğretmen nesli oluşturabilm e kaygusudur. 192


SÜNNET MÜDAFAASI

Günümüzde Üniversiteden mezun olan pek çok kim­ seyi, yalnızca para ilgilendirmektedir. Böylelerine devletişinde görev almasını sağlayacak bir diploma veya belge de verilebilir. Hakiki m anada öğretimi için seneler gere­ ken ilimlerin tahsilinde, saat veya saatcikler ne ifade ede­ bilir ki? Dahası, hastalığı istisnasız bütün îslâm üniver­ sitelerini saran şu tezler, uzun uzun yazılan eserlerin ne kadarından insanı müstağni kılabilir ki? Bunlar, ancak, bir fitil, lambadan; bir damla, deryadan ne kadar m üstağ­ ni kalabilirse, o kadarını yapabilirler. Üniversitelerimizin, kuruluş gayeleri, metodları, eği­ tim ve öğretim yöntemleri konusunda, yeniden kendile­ rini gözden geçirip, değerlendirmeye tâbi tutm aları, İn­ sanî bir fazilet, edebî b ir şecaat olacaktır. İstisnasız bü­ tün üniversite yetkililerine bu meyanda, Hz. Ömer'in, yar­ gı ve edepleri konusunda, Ebu Musa el-Eşa'ri ye söyledik­ lerini hatırlatıyorum : «Dün verdiğin bir hüküm, doğrusu sana gösterildikten sonra, önceki kararım yeniden gözden geçirmene mani olmasın. Zira, hakka dönmek, batılda ıs­ rar etmekten çok daha hayırlıdır،» Allah'ın salât ve selâmı, efendimiz (s.a.s.)'e, O'nun âl ve ashabına olsun.

Muhammed

Muhammed b. Muhammed Ebu Şehbe

193


SÜNNET İN HÜCCET OLUŞUNU İNKÂR EDENLERİN ORTAYA ATTIKLARI KUŞKULAR VE BUNLARIN ELEŞTİRİSİ Bu bölüm, Abdülğâni Abdülhâhk tarafından kaleme alınmış olup, yazar, ötedenberi sünnetin hüccet oluşunu reddedenlerin ortaya attıkları dört temel kuşkuyu ele al m akta ve bunlara cevaplar vermektedir.


SÜ N N ETİN HÜCCET OLUŞUNU İNKÂR EDENLERİN ORTAYA ATTIKLARI KUŞKULAR VE BUNLARIN ELEŞTİRİSİ

I. ŞÜPHE Deniliyor ki; «Allah Teâla kitabında «Biz, kitapta hiç bir şeyi eksik bırakm adık,»1 ve «../Bu kitabı sana, herşeyin b ir açıklaması olarak indirdik,»2 buyurm aktadır. Bu âyet-i kerimeler, K ur'an'm , dine tealluk eden herşeyi, ve dinî hüküm lerin tam am ını içerdiğini ifade eder. O nun, dini her bakım dan izah ederek, tafsilatıyla ortaya koyduğunu belirtir. Bu durum da, sünnet gibi başka b ir şe­ yin, dini hüküm lere kaynaklık etmesine, onu açıklayıp tafsilâtını ortaya koymasına gerek kalm am ıştır. Bunun ak­ sini savunmak; kitabın din konusunda yetersiz kaldığını ve herşeyin bir açıklaması olmadığını söylemek olur. Böy­ le b ir söz ise; Allah le â la 'n m bizzat kendi haberine m u­ halefet etmesi dem ektir ki, bu da imkansızdır.» C evap: Herşeyden önce, birinci âyet-i kerimede geçen «el-Kitâb» ile kastolunan, Kur'an-ı Kerim değil, «Levh-i Mah­ fuz »dur. Çünkü, herşeyi içeren, bütün mahlukatı, büyüğü, 1 En’âm, 38. 2 Nahl, 89.

197


SÜNNET HAKKINDA Kî ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

yoluna çıkarman için, sana indirdiğimiz bir kitaptır.»4 «Sana da, kendilerine indirileni, insanlara açıklayasm di­ ye ‫؛‬zikri indirdik.», «Sana bu kitabı, her şeyin bir açıkla­ ması (beyan) bir hidayet ve rahmet, mü slüm anlar içüı bir müjde olarak indirdik.», «Aynı şekilde, sana da emrimiz­ den bir ruh vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bil­ miyordun. Fakat, biz onu, kullarımızdan dilediklerimizi, kendisiyle hidayete kavuşturduğumuz bir nûr laldık. Mu­ hakkak ki, sen doğru yola iletensin.» ...B urada beyan, usûl ve furû ile ilgili herşeyi kapsa­ yan b ir kelimedir. Bu m analar için, en azından söylenebi­ lecek şey şudur : Kur'an, b u m anaları aralarında tedavül eden kimseler için b ir beyandır. O zaten onların lisanı ile indirilmiştir. Beyan nokta-i nazarından, bu m anaların bir kısmı diğerinden kuvvetli olabilir. Fakat, her halükarda, dili konuşanlar için anlaşılmaları yönünden seviyeleri bir­ birine yakındır. Arap lisanını bilmeyenlerin yanında ise bu m analar birbirinden çok farklıdır... ...Allah'ın kitabında verdiği hüküm lere göre, kulları­ nın ubudiyette bulunm aları için beyan edilenler birkaç yönden ele alınabilir : a) Bunlardan bir kısmı, bizzat K ur'an'da, açıkça zikredilerek (nâs'la) beyan e d ilm iştir: Namaz, zekât, hac ve oruç gibi, kullann üzerine düşen farizaların tamamı, açık ve gizli fuhşiyatm hepsi, zina, içki, domuz eti, kan ve ölü eti gibi şeylerin haram olduğunun açıklanması bu beyan çeşidi ile tesbit edilmiştir. Ayrıca, Allah Teâla, abdestin farziyeti ve daha başka buna benzer hususları, biz­ zat nas ile beyan etmiştir. 4

İbrahim, 1. 200


SÜNNET MÜDAFAASI

b) Farziyeti, kitabla hükm e bağlanan, keyfiyetinin izahı ise peygambere bırakılan h u s u s la r: Namaz ve ze­ katın miktarı, vakitleri vb. konular buna örnekdir. c) Allah'ın hakkında nas zikretmeyip, Hz. Peygam­ berim sünnetiyle hükme bağlanan hususlar : Allah Teâla. Kur'an-ı Kerim'de, Rasul'e itaati ve hükm üne m üracatı farz kılmıştır. Rasulullah'ın verdiği hüküm leri kabul eden, Allah'ın bunu farz kılmasından dolayı kabul etmektedir. d) Allah Teâla'nm, hakkında içtihadı farz kıldığı h u ­ suslar: Allah Teâla, bizzat farz kıldığı konularda, nasıl kul­ larının itaatini deniyorsa, böyle durum larda da, onların ictihad hakkm daki tutum larım denemektedir. Nitekim, âyetlerinde şöyle buyurm uştur : «Yemin olsun ki, içiniz­ den cihad edenlerle, sabredenleri belirleyinceye kadar ve haberlerinizi açıklaymcaya kadar, sizi imtihan edeceğiz.»5 «Allah içinizdekileri yoklamak, ve kalplerinizdekileri te­ mizlemek için (böyle yap tı)...»6 «Umulur ki, Rabbmız, düşmanınızı helâk eder ve onların yerine sizi yeryüzüne hakim kılar da, nasıl hareket edeceğinize bakar.»7 îm am Şafii sözlerine şöyle devam eder : «... (Bir diğer beyan çeşidi de) K ur'an'da zikredilme­ yen konularda, Hz. Peygamberim sünneti ile koyduğu hü­ kümlerdir. Bizim, bu kitabımızda, kaydettiğimiz, üzere Allah Teala'nın kullarına kitab ve sünneti öğrenmelerine, ilişkin, yaptığı tavsiyeler, hikmetin, Hz. Peygamberim sün­ neti olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, Allah'ın, Rasule itaati farz kıldığına, O n u n dindeki konum una dair 5 Muhammed, 31. 6 Âli îm rân, 154. 7 Ârâf, 129. 201


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

zikrettiklerimiz de bunu desteklemektedir. K ur'an'da biz­ zat zikredilerek farz kılınanların beyanı ise şu şekillerde olur : a) K ur'an'm son derece açık b ir şekilde beyan ettik­ leri : Bu durum da, K ur'an'm yanında başka b ir şeye ihti­ yaç duyulmaz. b) Gayet açık b ir şekilde farz k ılın a n la r: Allah Teâla, Rasulune itaati farz kılmıştır. Binaenaleyh O da; Allah'ın emri ile, farziyyetin niceliğini, kirşlere farz oldu­ ğunu, ne zaman farziyettinin icab edip, hangi durum larda ortadan kalkabileceğini beyan eder. c) K ur'an'da, hakkında hiçbir nas bulunmayıp da, Hz. Peygamber ,in sünneti vasıtasıyle beyan edilenler: Sün­ netteki herşey Kitab'm beyanıdır. Allah'ın kitabındaki farzların tam am ını kabullenen b ir kimse, O'nun, kulları üzerine Rasulü'ne itaat etmelerini ve hükm üne m üracaat edip, boyun eğmelerini farz kılışından ötürü, Rasulullah (s.a.s.)'m sünnetini de kabullenirler. Kim, Rasulullah (s.a.s.)'m hükm ünü kabullenirse, filhakika, Allah'ın hük­ m ünü kabullenmiş demektir. Çünkü Allah Teâla, O'na ita­ ati farz kılmıştır. H er nekadar, Yüce Allah dilediği gibi8, muhtelif ne­ denlerden dolayı farz kılm ak helâl veya haram etmek su­ retiyle hüküm koysa da, Yine, Allah ve Rasulünün herbirerinden hüküm leri kabul etm enin sebepleri farklı, farklı ol­ sa da, K ur'an'daki hükümlerle, sünnetteki hüküm leri ka­ bullenmek, aslında, berikisini birden Allah’tan kabullen­ mek anlamına gelir.» S Enbiyâ, 23


SÜNNET M ÜDAFAASI

Bu son m ütalaadan, Dr. Tevfik Sıdkı'm n «Islâm Yal‫ﺑﺂﺀ‬ Kur'an'dan ibarettir»* adlı makalesindeki : Niçin, dinin bir kısmı Kur'an, diğer bir kısmı hadis olsun ki? Bunun hikmeti, ne olabilir? Şeklindeki o r a la r ın a verilecek eevap n la şıla b ilir. Nakledildiğine göre, îm am Şafiî, birgün Mescid-i Haram 'da otururken : Bana, ne o ra rs a n ız sorun, cevabım Allah'ın kitabından verebilirim, demiştir. Bunun üzerine birisi, ihram lı iken, eşek a n sı öldürmenin hükm ünü sormuş. İmam, b ir şey g e k m iy e c e ğ in i, E ylem iş, sora sahibi. Peki, bu, Allah'ın kitabının neresinde? deyince, İm am : Allah Teâla : «Rasul size neyi verirse onu alm ...» buyuruyor, karşılığını vermiş ve şu rivayeti zikretm iştir : «Etenim sünnetime ve benden sonraki raşid halifelerin sünnetine yapışınız.» Daha sonra da Hz. Ömer'in : «ihram lı birisi, eşek arısı öldürebilir» dediğini h ^ ır l^ m ış tır . Böylece, imam, üç delille, Allah'ın kitabından hüküm çıkararak, kendisine tevcih edilen soranun cevabını vermiştir. Benzeri bir rivayet de, döğme yaptıranlar hakkında ib n Mesud (r.a.)'dan rivayet edilmiştir. Hatırlanacağı üzere, zina eden işçi ile ilgili hadiste, işçinin babası, Hz. Peygamber'e : «Bize, Allah'ın kitabıyla hükmet» demiştir. Rasulullah (s.a.s.) da; Sizin, aranızda, Allah'ın kitabıyla hüküm vereceğim» demiş, daha sonra da; işçiye b ir yıl sürgün ve sopa cezası, kadına da, itiraf ettiği takdirde, recm, cezası hükm ünü veıroiştir. Buradan hareketle, el-V ahidî: «Allah'ın kitabında ne recm ve ne de * Dr. Tevflk Sıdkfnm «Ei-îslamû HûveT-Kur’ân-u Vahdeh» isim_ ‫ ظ‬m akalesi «el-Menâr» dergisinin (9-12) ciitlerinde yayınlanmıştır. Y azar bu m akalesinde sünneti kökünden reddetm iştir. Bkz. : Abdülgâni Abdülhâlik, Hucciyyetû’s-Süjme, s. 22

(çev.).


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

sürgün cezası zikre^lm em ektedlr. öyleyse bu, RasuluUah*. m verdiği bütün hüküm lerin, tıpkı, K ur'an mesabesinde olduğuna delalet eder» dem ektedir.9 2 — Ayet-i kerimelerin bir diğer te'vili ise şöyledir : K ur'an b ir bütün olarak, dine tealluk eden hiçbir şeyi eksik bırakm am ış, detaylarına işaret etmeksizin, şeriatın temel prensiplerini beyan etm iştir, ibadet ve m uam elata dair hususların, araştırılıp, tesbit edilmesi esnasında müctehidlerin istinbatta bulunabilm eleri için bunun yeterli olmadiği m alum dur. Bu yüzden, mutlakh, mücmeli tafsil edip açıklayan bir kaynağa m üracaat etmeleri gerekmektedir. Sünnetin teşri'de m üstakil oluşundan bahsederken, bu konu üzerinde d r a la c a k tır . Ebu Süleyman el-Hattabi, «Mealimu's-Sünen» adlıeserinde, Süneni Ebu Davud'u dinlerken, tbnu'l-Arabi'nin, eliyle önündeki nüshaya işaret ederek, şöyle dediğini nakleder : «Eğer b ir kimsenin yanında, Allah'ın kitabı, ve bir de şu kitap (Ebu Davud'un Süneni) bulunsa, ilim konusunda, asla, başka b ir şeye ihtiyaç duymaz» ib n Arabi, S Ö zünde yerden göğe kadar haklıdır. Zira, Allah Teâla, kitabım herşeyi açıklamak üzere göndermiş ve «Biz kitapta, hiçbirşeyi eksik bırakmadık» demiştir. Allah Teâla, dinin kapsam ına giren her konuyu, K ur'an'm içermekte olduğunu haber e r m iş tir . Şu kadar var ki, beyan iki şekilde o lu r: a) Beyan-ı Celi (Açık beyan): Bizzat nass zikredilerek yapılan beyandır. b) Beyan ı Hafi (Gizli beyan) ‫ ة‬K ur'an lafızlarının zımnen ifade ettiği m analardır. Bu çeşidin etraflıca izahı, ‫ و‬Fahruddin er-Râz!, MefâtihuT-Gayb, c . 4, s. 40-41. 204


SÜNNET MÜDAFAASI

Hz. Peygam bere bırakılm ıştır. Allah T e â la 'n m : «İnsan­ lara İndirileni, kendilerine açıklayasm diye, sana da ki­ tabı verdik, umulur ki tefekkür ederler» âyetinin ifade et­ tiği m ana da budur. Kitab ve Sünneti, her ikisini birden idrak eden kimse beyanın iki yönünü de elde etmiş olur. 3 — Ayetlerin bir başka şekilde tevili konusunda, m üfessir Alûsi bazı âlimlerin şu görüşünü nakleder : îşler, dinî ve dünyevî olmak üzere iki kısımdır. Dünyevî olan­ ları ile, Peygamberim bir ilgisi yoktur. Çünkü, onlar için gönderilmemiştir. Dinî olanlar ise : Ya aslî'dir veya ferî'dir. Aslî konuların yanında feri meselelerin pek ehemmi­ yeti yoktur. Zira herşeyden önce, peygamberlerin gönde­ rilmesindeki yegane hikm et tevhid ve benzeri hususlar­ dır. Dahası, kullar, Allah'ı bilmek için yaratılm ışlardır. Nitekim Allah Teâla : «Be‫؛‬n, insanları ve cinleri, ancak, bana, kulluk etsinler diye yarattım.» 10 buyurm aktadır. Müfessirler buradaki «kulluk» kelimesini «marifet; Allah'­ ın bilinmesi» olarak yorum lam ışlardır. Ayrıca, tasavvuf ehlinin sahih kabul ettiği, m eşhur b ir kudsî .haberde de : «Ben gizli bir hazine idim. Tanınmayı arzuladım ve bu maksatla mahlukatı yarattım» 11 denilmektedir. Kur'an-ı azimüşşân, dinin aslî meselelerini, en kâm il b ir şekilde te­ keffül etm iştir. Ayette geçen «herşey» den m aksat da bu olsa gerektir. »12

10 Zâriyât, 56, 11 İbn A rrâk, Tenzihu’ş-Şeıia, C. 1, s. 148. İbn Teymiyye bunun uydurm a olduğunu söylemiştir. 12 Alûsi, RuhuT-Maânı, C. 14, s. 197.


II. ŞÜPHE Sünneti inkâr edenlerin, bir diğer iddiaları da şudur : «Allah Teâla «Kur'an'ı biz indirdik. O'nu muhafaza edecek olan da biziz» buyurm aktadır. Bu ayetin ifade ettiği m a­ na; Allah'ın yalnızca, K ur'an'ın muhafazasını tekeffül et­ tiğidir. Sünneti değil. Eğer, sünnet de, K ur'an gibi, hüc­ cet ve delil olmuş olsaydı, Allah Teâla, m utlaka, O'nu da korum ası altına a lırd ı.» Cevap ‫؛‬ Allah Teâla, kitabıyla, sünnetiyle, bütün şeriatı m u­ hafaza etmeyi tekeffül etm iştir. Şu sözü de, buna delâlet etm ektedir : «Allah'm nurunu ağızlanyie söndürmek is­ tiyorlar. Allah ise : Kâfirler istem ese de, nurunu tamam­ lamayı murad etmektedir» 13 Allah'ın nurundan maksat, O'nun şeriatı, kulları için hoşnud olup, onları, kendisiyle mükellef tuttuğu dindir. Bu din insanların m aslahatlarını içermektedir. Zira, Allah Onu; gerek K ur'an ve gerekse K ur'an dışında gönderdiği vahiyle, Rasulune inzal etm iş­ tir. Ta ki, insanlar onunla amel ederek dünya ve âhirette saadet ve hayırlarına olan şeylere erişebilsinler. Allah Teala'nın : «Zikri biz indirdik, O'nu koruya­ cak olan da biziz» sözüne gelince; ayetin metnindeki «lehu» zamiri hakkında iki görüş ileri sürm üşlerdir : 13

Tevbe, 32. 207


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

a) Bu zamir, Hz. Muhammed (s.a.s.)'e işaret etm ek­ tedir. Eğer böyle anlaşılacak olursa, ayet-i kerimeden ken­ dilerine delil getirmelerine imkân yoktur. (Zira bu durum ­ da, kastolunan, K ur'an değil, Peygamber (s.a.s.) olmuş oltır.) b) Zamir, daha önce geçen «ez-Zikr» kelimesine işâret etmektedir. Eğer «Ez-Zikr»i de, kitap ve sünnet ile be­ raber, şeriat'm tam am ı olarak yorumlarsak, yine O'nunla delil getirmelerinin imkânı kalmayacaktır. K ur'an olarak tefsir etmek durum unda kalırsak, o zarqan da, ayette, Kur'an dışındakilere nisbetle hakiki bir tahsisin varlığını söylemekten kurtulamıyacağız. Çünkü, Allah Teâla, Kur'an'dan başka, daha pekçok şeyi muhafaza etmiştir. Ör­ neğin, Rasulullah (s.a.s.)'ı ölümden ve hileden korumuş, kıyamete kadar, arş, gökler ve yeri yok olup gitmekten muhafaza buyurm uştur. Şayet, buradaki tahsis izafi olup, özel b ir şey (Kur'an) için ise, bu durum da, ona işaret eden karine veya delil olması gerekir. Halbuki, ister sünnet ol­ sun, isterse başka birşey, böyle b ir delil söz konusu de­ ğildir. Metindeki «lehu» câr ve m ecrurun öne alınması da, h asr için olmayıp, ayetler arasındaki m ünasebetten do­ layıdır. Dahası, ayet-i kerimede, özel b ir şeye nisbetle izafi bir hasr bulunsaydı, bu sünnet olamazdı. Çünkü, K ur'an'm muhafazası, sünnetin korunm asına dayanm akta ve bunu gerektirm ektedir. Çünkü, sünnet, K ur ,an'm en sağlam ka­ lesi ve kalkanı en güvenilir muhafızı ve en açık şarihidir. O, K ur'an'm mücmelini tafsil, müşkilini tefsir, m üphem i­ ni tavzih, m utlakım takyid ve has ifadelerini genelleştirir. Bununla birlikte O'nu, hevâlarına uyan ve abesle iştigâl edenlerin keyfi te'villerinden korur. Dolayısıyle, sünnetin muhafaza edilmesi, K ur'an'm korunm asının b ir gereği ve yine O'nun korunması, K ur'an'm muhafazası demektir.


SÜNNET MÜDAFAASI

Allah Teâla, aynen K ur'an'ı muhafaza buyurduğu gi­ bi, sünneti de muhafaza etmiş, bunun bir sonucu olarak da, her ne kadar, üm m etin her ferdi tek tek tam amını öğrenmese de, İslâm ümmetinin bütününe sünnetin hiç­ bir unsuru gizli kalmamıştır. İm am Şafii, Arap dilinden söz ederken şu görüşlere yer verm iştir : «Arap dili, lisanlar arasında, en fazla lafız ve en geniş m anaları içeren bir dildir. Peygamberim dışın­ da, bu dilin bütününü ihata eden birisini bilemiyoruz. An­ cak dilin hiçbir şeyi Onu konuşanların tam am ına gizli kal­ mam ıştır. Binaenaleyh, dili bilen kimsef yoktur denilemez (Yani, b ir dili konuşanların, o dil hakkm daki tek tek bilgi­ leri bir araya gelince dilin bütünü ortaya çıkar) ...Arapların lisan bilgisi, fukahanm sünnet bilgisi gi­ bidir. Hiçbir şeyi kendisine gizli kalm am ak üzere, sünne­ tin tam am ını ihata eden birisini bilmiyoruz. Fakat, sünnet âlimlerinin hepsi b ir araya getirilince, sünnet ilminin ta ­ mamı elde edilmiş olur. H erbirerinin bilgisi ayrılınca, ba­ zısı b ir kısmından yoksun kalır. Ama, ona gizli kalan, baş­ ka birisinin yanmda m utlaka mevcuttur. ...Sünnet âlimleri derece derecedir. Bir kısmı, sünnet­ lerin çoğunu bilmektedir. Bazıları, daha azmin bilgisine sahiptir. Sünnetlerin çoğunu bilen birisinin, bilmediğini, ille de kendi düzeyinin üstündekilerden öğrenmesi diye bir zaruret yoktur. Pekâla kendi seviyesinde olanlardan da öğrenebilir. Neticede de, bütün b ir sünnet bilgisini elde eder. Sünnetlerin tam am ı hususunda, âlimlerin cüm­ lesi tek bir fert gibidir. Ama, her bireri, belledikleri sün­ net oranında derece derecedirler. »14 Allah Teâla, kitabım, her asırda, b ir önceki nesilden diğerine nakledecek, çok sayıda güvenilir hafızlar yarat14

Ş â f ii,

e s s B is â le ,

s. 42-43.


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

tığı gibi, aynı şekilde, sünneti için de, bir o kadar, belki de daha fazla itim ada şayan insanlar yetiştirmiştir. Bu in­ sanlar, ömürlerini sünneti tetkike vakfetmişler, kendileri gibi adil ve güvenilir kimseler vasıtasıyle (isnadla) hadis­ leri, Rasulullah (s.a.s.)'dan nakledegelmişlerdir. Sonunda, sahihini sakiminden ayırarak, her türlü şüpheden ari ve herçeşit şaibeden beri olarak bize kadar ulaştırm ışlardır. Bu durum, bütün berraklığı ile ortadadır. Böylece sün­ net, hilebazların şüphelerine ve münafıkların saptırm a­ larına karşı keskin b ir kılıç, her zaman zındıkların gö­ zünde b ir pıtrak ve mülhidlerin fioğazmda bir düğüm olm uştur. Allah Teâla, aynen K ur'an'ı koruduğu gibi, Rasulunun sünnetini de muhafaza buyurm uştur. O'nu kitabının ka­ lesi ve kalkanı, bekçisi ve şarihi kılmıştır. Hiç şüphesiz, İslâm düşmanlarının, sünnetin hüccet oluşunu ibtal etm ekteki yegane gayeleri dini yıkmaktır. Fakat, «Kafirler hoşianmasalar da, Allah nurunu tamam­ lamayı dilemektedir,»

210


III. ŞÜPHE Bir diğer iddiaları da ş u d u r : «Sünnet hüccet olsaydı, Hz. Peygamber, yazılmasını emreder. Sahabe ve tâbiûn da, cem7ve tedvini için gerekli girişimlerde bulunurlardı. Çün­ kü, sünnetin hüccet oluşu, ona, gereken ihtim amın veril­ mesini; korunm ası için icab eden titizliğin gösterilmesini ve bu uğurda gerekli çalışmaların yapılmasını zorunlu kı­ lar. Zira, böylece sünnet, tahrif ve tebdilden, unutularak kaybolup gitmekten ve ehliyetsiz kimselerin, onda, hata etmelerinden korunm uş olur. Bu ise; ancak, gelecek ne­ sillerin, subutu kati b ir tarzda, onu, elde etmelerine im­ kan sağlamakla m üm kündür, subutu zannî olanlarla ihticacta bulunm ak doğru değildir. Nitekim, Allah Teâla : «Bilmediğin şeyin peşine düşme», «onlar ancak, zanna tabi oluyorlar» buyurm aktadır. Subutunun kati olabilme­ si ise; ancak ve ancak, K ur'an'da olduğu gibi, yazıya ge­ çirilmesi ve tedvin edilmesi ile m üm kündür. Fakat, böyle yapılmamıştır. Çünkü, Rasulullah (s.a.s.) yalnızca, hadis­ lerin yazılmasını emretmemekle kalmamış, daha da ileri­ ye giderek yazılmalarım yasaklamıştır. Önceden yazılmış bulunanların da im ha edilmesini em retm iştir. Sahabe de aynı tarzda hareket etmişler, hadis rivayetinden kaçın­ makla kalmayıp, başkalarını da çok hadis rivayet et­ mekten menetmişlerdir. Aralarından bununla iştigal eden­ ler de çok az rivayette bulunm uşlardır. Sünnetin yazım ve tedvini ise, hata, nisyan, tebdil ve tağyirin anz olmasına imkan verecek kadar uzun bir m üd­ 211


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

det geçtikten sonra gerçekleştirilmiştir. Bu da, b ir kıs­ mında şüphelere yol açıp, katiyyetine bölge düşürm üş ve O'nu itim ada şayan olm aktan uzaklaştırmış tır.» Hasılı, Rasulullah'ın, sahabe ve tabiun'un davranışla­ rı, şariin, sünnetin kati bir şekilde sübutunu m urad etme­ diğine en açık delildir. Aynı zamanda bu irade, şariin na­ zarında, sünnetin m uteber bir delil olmadığının ve hüccet olarak kullamlamıyacağınm da bir delilidir. İddiamız şu rivayetler tarafından da açık bir şekilde teyid edilmek­ tedir : ٠ Ebu Said el-Hudri, Hz. Peygamber’in şöyle dedi­ ğini haber verm iştir : «Benim sözlerimi yazmayınız, kim, benden, Kur'an dışında birşey yazmışsa, onu derhal yok etsin. Benden, rivayette bulunmanızda ise bir mahzur yok­ tur. Kim, bana yalan isnâd ederse cehennemdeki yerine hazırlansın.» (Müslim) ٠ Yine, Ebu Said el-Hudri şöyle dem iştir : «Biz o tu r­ muş Rasulullah (s.a.s.)'dan işittiklerimizi yazıyorduk. Bu arada, Rasulullah çıkageldi ve : «Ne yapıyorsunuz?» dedi. «Senden işittiklerimizi yazıyoruz» diye karşılık verdik. Bu­ nun üzerine : Allah'ın kitabının yanında, başka bir kitap daha mı istiyorsunuz? O'nu herşeyden tecıid edin» b u ­ yurdu. Bizler de, yazdıklarımızın hepsini b ir araya top­ ladık ve ateşleyip yaktık. Sonra da; «Ey Allah'ın Rasulu! senden hadis rivayet edebilir miyiz?» diye sorduk, O da : «Evet, İsrail oğullarından da, rivayette bulunmanızda bir sakmca yoktur. Çünkü, sizin onlardan rivayette bulundu­ ğunuz şeylerin, daha da garipleri onlarda vardır» karşı­ lığını verdi. ٠ (Müsned-i Ahmed) ٠ Muttalib b. Abdullah b. H antab şöyle d e m iş tir: «Birgün, Zeyd b. Sâbit Muaviye'nin huzuruna girdi, Muaviye O'na bir hadis sordu. Zeyd, hadisi haber verince de, 212


SÜNNET MÜDAFAASI

birisinden onu yazmasını istedi. Bunun üzerine Zeyd; «Rasulullah, bizlere, hadisleri yazmamamızı emretmişti» diye hatırlattı. Muaviyede isteğinden vazgeçip,, yazıyı sil­ dirdi.» (Sünen-i Ebu Davud) Kasım b. Muhammed şöyle dem iştir : «Hz. Aişe di­ yor ki : Babam, Hz. Peygamber'in beşyüz kadar hadisini bir araya getirmişti. Bir gece O'nu çok sıkıntılı b ir halde gördüm. Ben O n u n bu durum undan husursuz oldum ve bir rahatsızlığından dolayı mı yoksa kötü bir haber ne­ deniyle mi kederlendiğini sordum. Sabahleyin, yanımda bulunan hadisleri getirmemi istedi; ben de, götürdüm. Ateş istedi ve onları yaktı. Sonra da «içerisinde kendilerine itim ad ettiğim kimselerden rivayetler vardı. Düşündüm de; onlar, aslında bana rivayet ettikleri gibi olmayabilir. Binaenaleyh, onla‫؟‬ı üstüm e alm aktan endişe ettim. Onlar senin yanında iken ölüp gitmekten korktum dedi.» (Hâ­ kim) ٠

Aynı rivayetin, başka b ir varyantında ise şu ilâve yer alm aktadır : «...B urada benim kaydetmediğim b ir ha­ dis olabilir. O zaman insanlar : Eğer, Hz. Peygamber bunu söylemiş olsaydı, Ebu Bekir'in bundan haberi olması ge­ rekirdi, derler. Bilemem, belki de, ben size naklettiğim rivayetleri harfi harfine işitmemiş olabilirim.»15 (Muntahab-û Kenzi'l-Ummâl) ٠

15 îbn Kesir, rivâyetin, bu şekliyle garip olduğunu söylemiştir. Zira, h er iki v ary an tta da Alı b. Sâlih isimli bir ravi vardır ki, m a'ruf olmayan birisidir. Rasulullah (s.a.s.)’dan rivayet edilen hadisler, bu m iktardan binlerce k a t d ah a fazladır. Belki de, Ebu Bekir (r.a.) ancak bu kadarını toplam aya m uvaf­ fak olabilmiştir. D aha sonra da-, sözünü ettiği k an aat kendi­ sinde oluşm uştur. Suyuti bunu şöyle d eğ e rle n d irir: Belki de Ebu Bekir (r.a.) bizzat kendisinin Hz. Pey gam ber’den işittikleri 213


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

-Zehebî «Tezkiretû'l-Huffaz» adlı eserinde, Hâkim tarikiyle nakletmiş ve sahih olmadığını söylemiştir. Yine O, aynı eserinde şunu kaydeder : İbn Ebi Mûleyke'den gelen bir rivayete göre : Hz. Ebu Bekir (r.a.) Rasu­ lullah (s.a.s.)'m vefâtım m üteakib insanları toplamış ve onlara şöyle dem iştir : «Sizler, Hz. Peygamber'den hadis rivayet ediyor ve onlarda da ihtilafa düşüyorsunuz, sizden sonrakilerin ihtilafı ise daha fazla olacaktır. Bunun için, Rasulullah (s.a.s.)'dan hiçbirşey rivayet etmeyin. Kim siz­ den, rivayette bulunmanızı isterse, O n a; aramızda, Allah'­ ın kitabı var helâlını helâl, haram kıldıklarını da haram olarak kabul edin, deyin.» 16 Karaza b. Ka'b da şöyle d e m iş tir: «Bizler, Irak'a gidiyorduk. Hz. Ömer de bizimle birlikte «sırâr» mevkiine kadar geldi ve azalarını ikişer kere yıkamak suretiyle bir abdest aldı. Sonra da : Sizinle, niçin yürüdüğüm ü biliyor musunuz? diye sordu. Evet, Allah Rasulu'nun ashabı oldu­ ğumuzdan dolayı, bizimle yürüdün, dedik. Bunun üzeri­ ne O : «Kuşkusuz siz K ur'an okurken arı uğuldaşır gibi uğuldaşan bir beldeye gidiyorsunuz. Onları hadislerle K ur'an'dan alıkoyup meşgul etmeyin. Rasulullah'tan ha­ dis rivayetini azaltın K ur'an'ı herşeyden tecrid edin, haydi şimdi gidin,» dedi. Karaza, K üfeye geldiği vakit, hadis rivayet etmesini istemişler. O : «Ömer, bize bunu yasak­ ladı» karşılığını verm iştir (îbn Abdilberr Câmi-u Beyâni'Iîlm . Ez-Zehebi de m uhtasar olarak kaydetmiştir."! ile, yalnızca, bazı sahabilerin rivayetlerini toplam ıştır. Zahir olan da, böyle rivayetlerin bu m iktardan fazla olamıyacağıdır Bilâhere de h ab er verdiği hususların m eydana gelme­ sinden korkm uş ve endişelenmiş olabilir. 16 Ez-Zehebî, TezkiretüT-Huffâz, C. 1, s. 3-4. 214


SÜNNET MÜDAFAASI

«Ebu Hureyre (r.a.) ye : «Sen, Ömer (r.a.) zama­ nında da, böyle rivayette bulunabiliyor muydun?» diye sormuşlar, O da «Eğer ben, Ömer devrinde, şimdiki gibi rivayette bulunsaydım, beni sopalardı, demiştir.» (Ez-Zehebi, Tezkiretû'l-Huffaz) ٠

Şu'be, Sa'd b. İbrahim ’den, O da, babasından, Hz. Ömer’in, hadis rivayetinde çok ileri gittikleri gerekçesiy­ le, İbn Mesud, E bu’d-Derdâ ve Ebu Mesud el-Ensari yi hapsettiğini, rivayet etm iştir. ٠

Urve b. Zübeyr, şöyle dem iştir : «Ömer b. el-Hattâb, Sünnetlerin yazılmasını istedi ve bu konuda, ashâb ile istişâre etti. Onlar da, yazılması yönünde görüş beyan ettiler. Ömer (r.a.) bir ay süreyle, Allah Teâla'ya istihârede bulunduktan sonra, Allah O'nun kalbinin b ir yönde itm i­ nan bulmasına yardım etti ve b ir sabah O; «Ben, sünnet­ lerin yazılmasını istiyordum. Fakat, sizden önceki birta­ kım milletleri hatırladım . Onlar, bazı kitaplar yazmışlar ve Allah’ın kitabını terkederek, onların üzerine üşüşmüşierdi. Allah’a yemin olsun ki, ben O'nun kitabına hiçbir şeyi karıştırm ak istemem» dedi.» (Beyhâki, «El-Medhal», îbn Abdilberr, Câmiu Beyâni’l-ilm.) ٠

îbn Vehb, İm am Malik’in şöyle dediğini haber verm iştir : «Hz. Ömer, hadisleri yazmak istemiş veya yaz­ dırmıştı. Bilâhere, Allah’ın kitabı ile birlikte, başka bir ki­ tabın daha olamıyacağmı söyledi.» ٠

İm am Mâlik, İbn Şihab'm, yalnızca, kavminin nese­ bini içeren b ir kitaba sahip olduğunu, zira, o zamanki hadisçilerin yazma adetlerinin bulunmadığını, söylemiş­ tir. O vakit âlimler, yalnızca ezberlerlermiş. Yazanlar da, ezberliyebilmek için yazar, sonra da onu imha ederler­ miş.» (İbn Abdilberr.) 215


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

Yahya b. Ca'de'den : Hz. Ömer'in, bir ara, sün­ netlerin yazılmasını arzu ettiği, ama, daha sonra, yazıl­ maması gerektiği kanaati kendisinde hasıl olarak, şehir merkezlerine yolladığı bir tamimle; yanında, yazılı ha­ dis bulunanların, onları imha etmelerini, istediği rivayet edilmiştir... (tbn Abdilberr.) ٠

Cabir b. Abdullah b. Yesar, Hz. Ali'nin bir hutbe­ sinde : «Yanında, yazılı hadis sahifesi bulunan herkesin, onları imha etmesini istiyorum. Zira, önceki milletler, âlimlerinin sözlerine tâbi olup, Allah'ın kitabını terkettikleri için helak olmuşlardır.» dediğini haber vermiştir, (ibn Abdilberr) ٠

Ebu Nadra, şöyle demiştir : «Ebu Said el-Hudri (r.a.)'ye «Hadisleri bize yazdırır mısınız? diye sorulmuş, O da; «Hayır, yazdırmayız. Biz, nasıl Rasulullah'tan aldıysak, siz de, öylece, bizden alın, demiştir.» (İbn Abdilberr) ٠

Başka bir varyantında ise : «Senden işittiğimiz ha­ disleri, yazabilir miyiz?» dedik. «Hayır, yoksa siz onları, m ushaflar haline getirmek mi istiyorsunuz? Peygamber (s.a.s.) bizlere konuşur, biz de ezberlerdik. Biz, nasıl ezberlediysek, sizler de öylece ezberleyin» dedi. (İbn Abdil­ berr.) ٠ Cabir (r.a.) şöyle d e m iş tir: Ebu Said el-Hudri (r.a.) ye : «Sen bize, Hz. Peygamber'den güzel hadisler ri­ vayet ediyorsun. Biz ise : Onlara birtakım ilavelerde bu­ lunm aktan veya bazı şeyler çıkarm aktan korkuyoruz, de­ dim. O da : Siz hadisleri, K u ra n mı yapmak istiyorsunıiz? hayır, hayır. Biz, Rasulullah'tan nasıl almışsak, siz de, bizden öylece alın» dedi, (İbn Abdilberr) Ebu Kesir, Ebu Hureyre (r.a.) nin : «Biz, hadisleri ne yazar, ne de yazdırırdık, dediğini haber vermiştir. ٠


SÜNNET MÜDAFAASI

İbn Abbas'tan da : «Biz ilmi (hadisleri) ne yaza­ rız ve ne de yazdırırız» dediği rivayet edilmiştir. ٠

îbn Abbas'm hadisleri yazm aktan nehyettiği, ve : «sizden evvelki milletler, yalnızca, b u tü r kitaplarla ilgi­ lenmişlerdir» dediği rivayet edilmiştir. ٠

Ebu Bürde de; babasından pek çok kitap yazdı­ ğını, birgün babasının onları isteyerek, su ile sildiğini, söylemiştir. ٠

Süleyman b. el-Esved el-Muharibî ise; îbn Mesud'un hadislerin yazılmasından hoşlanmadığını, haber vermiştir. ٠

Esved b. Hilâl de şöyle d e m iş tir: «Abdullah b. Mesud, içerisinde hadis yazılı olan bir sahife getirdi, isteyerek, Onu yıkayıp, üzerindeki yazıları sildi. Sonra da, yakılmasını istedi. Arkasından «Allah aşkına, yanında ya­ zılı sahife bulunan birini bilen varsa, onu bana söylesin. o sahifenin tâ, Hind diyarında olduğunu bilsem, kalkar, oraya giderim. Çünkü, sizden önceki, kitap ehli, Allah'ın kitabına yüz çevirdikleri için, helâk olmuşlardır» dedi.» ٠

Abdurrahm an b. Esved, babasının şöyle dediğini rivayet etm iştir; «Alkame ile birlikte, b ir sahife bulduk ve doğru îbn Mesud'un yanma gittik. Bu sırada vakit, öğle suları olduğu için, kapıda bir m üddet oturduk. Sonra cariyesine : Bak, bakalım kapıdakiler kim? dedi. Alkame ile Esved, diye karşılık verdi. Öyleyse, m üsade et de, içeriye girsinler, dedi içeriye girdik. Bize : çok beklemişe benzi­ yorsunuz, dedi. Evet, dedik. Peki, neden izin istemediniz? deyince. Uykuda olduğunuzu zannettik diye karşılık ver­ dik. Bunun üzerine. Hakkımda, böyle düşünmenizden hoş­ ٠


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

lanmam. Zira bu vakit öyle bir vakit ki, biz onu gece na­ mazıyla kıyas ederdik, dedi. Bir m üddet sonra, biz sahifeyi çıkartarak : şu sahifede güzel b ir hadis var bir bakar mısınız? dedik. Hemen, cariyesinden bir tas su isteyerek, onu eliyle silmeye başladı، Biryandan da, Allah Teâlanın : «Biz sana kıssaların en güzelini haber verdik» ayetini oku­ yordu. Biz : Bak hele, onda çok enterasan b ir haber var, dediysek de, O, hiç aldırış etmeden, b ir yandan onu sil­ meye çalışıyor, b ir yandan da; «Bu kalpler, birer kap mi­ salidir, onları K ur'an’la meşgul edin, başka şeylerle oyala­ mayın diyordu.» (îbn Abdilberr) Ebu Bürde şöyle dem iştir ‫« ؛‬Ebu Musa, bizlere ha­ dis rivayet ediyordu. O nlan, yazmaya yeltendik, Benden işittiklerinizi mi, yazacaksınız? dedi. Evet, karşılığını ver­ dik. Getirin, onları bana dedi ve su isteyerek, onları sildi sonra da : Biz nasıl ezberlediysek, sîzler de öylece ezber­ leyin, dedi.» (îbn Abdilberr) ٠

Said b. Cûbeyr de şöyle dem iştir : «Kûfelilere bir­ takım meseleleri yazmıştım. Orada, îbn Ömer'le görüş­ mek istiyordum. Nihayet O'nunla karşılaştım. Mektuptan haberi olup olmadığım sordum. Eğer, yanımda yazılı birşeyler bulunduğundan haberi olsaydı, aramızda iş bi­ terdi.» Başka b ir rivayette ise : ٠

«Biz, bazı konularda ihtilaf eder, onları da yazardık. Sonra ben, onları îb n Öm er’e götürür, gizli gizli yazdık­ larımıza bakarak, sorardım . Şayet, onların yazılı olduk­ larını farketse, aramızda iş biterdi.» demiştir.» (îbn Ab­ dilberr) ٠ Mesruk'un, Alkame'den bazı fıkhî meseleleri yazı­ vermesini istediği, O'nun da, yazmanın m ekruh olduğunu hatırlatarak karşı çıktığı, bunun üzerine, M esruk'un yal­ 218


SÜNNET MÜDAFAASI

nızca, ezberlemek maksadıyla yazmayı arzuladığı, rivayet edilmiştir. ٠ îb n Şirin, Ubeyde ye : «Senden işittiklerimi yaza­ bilir miyim? diye sormuş O da : Hayır, cevabını vermiştir. Peki, hadislerin yazılı olduğu b ir kitap bulursam , O nu, sana okuyabilir miyim? demiş, yine, hayır, karşılığım ver­ miştir.» (îbn Abdilberr) ٠ tbrâhim de şöyle dem iştir : «Ubeyde nin rivayet­ lerini yazıyordum. Bana : Benden duyduklarınızı, kitap haline getirerek, ebedileştirmeyin» dedi. ٠ Ebu Yezid, el-Muradî de, Ubeyde'nin ölüm döşe­ ğinde iken bütün yazdıklarını isteyip, imha ettiğini, haber vermiştir. ٠ N u m an b. Kays da şöyle dem iştir : «Ubeyde, ölme­ den önce, yazdıklarını istedi ve onları imha etti. Kendi­ sine müdahale edilmek istenince de : Bir neslin, gelip, on­ ları m aksatlarının dışında kullanm alarından endişe ediyo­ rum, dedi.» ٠ Kasım b. Muhammed ve Said b. Abdülazizin de asla hadis yazmadıkları, rivayet edilmiştir. ٠ Şa'bi de : «Ne beyaz bir kağıda çizgi çizdim, ne de bir hadisi iki kere tekrarlattım » demiştir. Başka bir riva­ yette ise : «Eğer ehli olanlar, ezberlememiş olsalardı, bir hayli hadisi unutm uş olacaktım» demiştir. ٠ İbrahim en-Nehaî’nin de, hadislerin yazılmasını kerih gördüğü ve : «Hadisleri yazmayın, aksi taktirde gev­ şekliğe düşersiniz» dediği rivayet edilmiştir. ٠ İshak b. İsmail et-Tâlekani şöyle dem iştir : «Cerir b. Abdulhamid'e M ansur b. el-Mu'temir'in hadislerin ya­ zılmasını kerih görüp, görmediğini sordum. Evet, Man­ sur, Muğire ve Ameş hepsi de hadislerin yazılmasından hoşlanmazlardı, dedi.» 219


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

Yahya b. Said ise şöyle dem iştir : «Bir zamanlar, insanların kitabetten sakındırdıklarını görmüştük. Şim­ di, onların hepsi hadis oluverdi. Eğer biz, yazacak olsay­ dık. Said'in ilminden ve rivayetlerinden çok şeyler yazar­ dık.» ٠

El-Evzâî de şöyle d e m iş tir: «Bir zam anlar bu ilim, çok kıymetli ve değerli bir şeydi. O vakitler, insanlar, birbirleri ile karşılaşm aları ve müzakereleri esnasında, sözlü olarak onları naklederlerdi. Ne zaman ki, kitaplara geçti. O vakit, hem n u ru kayboldu, hem de, ehli olma­ yan kimselerin eline düştü.» ٠

İbn Salah «Ulumu l-Hadis» adlı eserinde, el-Evzâî’nin bu sözünü şöyle nakleder : «Bu ilim, insanlar onu m ülakat yoluyla tahsil ederlerken çok değerliydi. Ne vakit, kitap­ lara geçti. O zaman ehli olm ayanlar ona karıştı.» Cevap : Bu şüpheler, birkaç meseleyi birden içine alm akta­ dır. Bunları ileri sürenler, hak yoldan çıkmış, doğru yol­ dan alabildiğine uzaklaşmışlardır. Bu itibarla, bize de, onları mesele mesele açıklamak, herbirerindeki hata ve yanlış düşünceleri ortaya koymak düşmektedir. Böylece, ileri sürülen şüpheler, her yönüyle izah edilsin, bâtıl ol­ dukları ortaya çıksın ve okuyucularımız onların yanlış­ lığına iyice kani olsunlar. DELİLLERİN KORUNMASINDA RAVİLERİN ADALETİ Hüccet olabilecek delillerin, muhafaza edilip, korun­ masında, yegane dayanak, onları, adil ve güvenilir olan kimselerin, yine kendileri gibi, aynı vasıfları taşıyan kim ­


SÜNNET MÜDAFAASI

selerden n a k le d e g lın le rid ir. İster bu ‫ ﻛﻠﻬﺂﺀ‬1‫ ﺀل‬rivayetlerin lafızlarını ezberlemek, isterse yazmak yoluyla olsun. Yahut da m anasına net bir şekilde delâlet edeeek lafızlarla, yani m ana yoluyla r i a y e t , edilsin ferketmez. Bu üç şekilden hangisiyle olursa olsun adâlet şartı kâmilen bulunduğu sürece, delil, güvenilirliği haizdir. Eğer, b ir de, bu üçü birden, adâlet şartıyle birleşecek olursa o taktirde, delilin korunm ası en ideal biçimde gerçekleşmiş demektir. Fakat, bu üç unsur bulunm asına karşın, adalet şartı olmasa, bu taktirde, onların birleşmesi hiçbir m ana ifade etmez. Zira, böyle b ir durum da, delilin tahrif edildiğinden emin olamayız. Hele yazma işi de ezberden olduğu, yazıİl nüshayı rivayet edenin adâletine de bakılmadığı durumlarda, biz o yazılı nüshaya asla itim ad edemeyiz, işte, Yahudi ve Hristiyanlar, Tevrat ve İncili yazdıkları halde, onlarda nasıl tahrifat yapıldığını hepimiz biliyoraz. Bu, o n a r ın yazım esnasında adalet şartını aram am alarından kaynaklanmıştır. Bu nedenle* bugün, her iki kitapta bulunanlardan herhangi bir şeyin sıhhatini kestirip atamıyoruz. Bilâkis, asıllarına m uhalif olduklarım kesin b ir şekilde söyleyebiliyoruz. Nitekim Allah Teâla şöyle bu^nm yor : «Vay haline ٠ kimselerin, kitabı elleriyle yazarlar, sonra, O yazdıkları şeyi az bir para karşılığında satmak için; «Bu Ailah katmdandır» derler. Ellerinin y a zd ık la rd a n ötürü vay haline onların‫ ؟‬Yine yazdıklarından ötürü vay haline

‫ﻣﺴﻬﺴﻢ‬

« ‫?ل‬

HADİSİN HÜCCET OLUŞUNDA KİTABET (YAZIM) İN HÜKMÜ Hangi yolla nakledilirse edilsin, deliiin korunmasında önemli ‫ م‬1‫ ﺀ س‬Onu nakledenin adaleti olduğu için, ha17 Bakara, 79

221


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

dişlerin yazımı hüccet olabilmelerinin bir şartı değildir. Ayrıca, yazım da, delillerin muhafazasında tek yol değil­ dir. Bu son derece açık bir mesele olmakla birlikte biz, aşağıda zikredeceğimiz deliller muvacehesinde konuyu bi­ raz daha aydınlatmaya çalışacağız. a) Hepimiz, Rasulullah (s.a.s.)'m, bazı sahabileri, muhtelif kabileleri İslâm 'a davet etmek, onlara dinlerini Öğretmek ve aralarında dinin kurallarını tatbik etmek için, elçi olarak gönderdiğini biliyoruz. Rasulullah, her bir elçi ile birlikte, gittikleri yerlerdeki insanlara ulaştıra­ cakları ahkamın bütüne delil olabilecek, onlan bağlaya­ cak bir Kur an parçası da göndermiyordu. Hiç kimse de bunun aksini ispat edemez. Rasulullah (s.a.s.)'m çoğu za­ m an yaptığı, elçinin elçiliğini isbatlayan. Peygamber ta­ rafından oraya gönderildiğini doğrulayan bir m ektup yazmasıydı. Bazen de, K u r’an nass'ı bulunmayan veya tebliğ edilecek ahkamın tam am ını içerecek m iktarda âyet olm a­ yan konularda, sünnetle tesbit edilen hüküm leri havi ge­ nişçe bir m ektup yazardı. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; Rasulullah (s.a.s.) elçilerinin adil olması ile Kur an ve Sünnet'ten bildiği ka­ darını tebliğ etmesini davet edilen topluluk için hüccet olarak yeterli görmüş, itaatleri için kafi addetm iştir. b) Yine biz hiçbir m üctehid'in İslâm'ın ikinci temel prensibi olan namazın nasıl kılınacağını yalnızca Kur'an'dan hareketle ortaya koyamıyacağmı da biliyoruz. Bilâkis, bu konuda, mutlaka, Rasulullah (s.a.s.)'ın beyanına ihti­ yaç duyacaktır. Halbuki, Rasulullah (s.a.s.); söz ve dav­ ranışlarıyla izah ettiği namazın keyfiyetinin yazılmasını, hiçbir zaman em retm em iştir. Eğer, yazım, hücciyetin ge­ reklerinden olsaydı; Hz. Peygamber'in, tabiun ve sonra ge­


SÜNNET MÜDAFAASI

len müctehidlerin m üçerred akıllan veya yalnızca Kur'an'dan yaptıkları ictihadlarla, mahiyetini ortaya koyamıyacakları, bu son derece önemli hususu yazılmasını em­ retmeden geri durm ası caiz olmazdı. c) Biz, daha evvel, Sünnetin dinî bir zaruret ve hüc­ cet olduğunu beyan etmiş, bunun üzerine, şüphe ve inkara yer vermiyecek deliller serdetmiştik. Bununla birlikte, Hz. Peygamber, kendisinden sadır olan herşeyin m utlaka yazılmasını da em retm em iştir. Eğer, Sünnet'in hüccet olu­ şu, yazılı bulunm asına bağlı olsaydı, Rasulullah'm bu işi ihmal edip, sahabeyi bununla görevlendirmemesi, asla, caiz olmazdı. Sonra, eğer Yahudi ve Hristiyanlar, bu şüphenin sa­ hiplerine gelseler : «Kur'an hüccet değildir. Çünkü o, gök­ ten yapılı olarak inmemiştir. Şayet hüccet olsaydı, şari ona önem verir, İncil ve Tevrat'ı indirdiği gibi, O'nu da yazılı olarak indirirdi,» dese yazımın hücciyetin gerekle­ rinden olduğunu savunup duran, bu kişiler, acaba, on­ lara ne cevap verirlerdi? Eğer, onlara : Peygamber (s.a.s.)'in K ur'an'ı tahrif et­ mekten m asum olduğunu, bunun da, K ur'an'm yazılı ola­ rak nûzülüne gerek bırakmadığını, söylecek olsalar, onlar da : «Musa ve îsa (a.s.) dahi senin bahsettiğin gibi masum idiler. Fakat, şâri, O ikisinin kitabına önem vermiş ve ya­ zılı olarak indirm iştir. Bu da yalnızca böyle bir konuda, İsm et'in kifayet etmiyeceğindendir» şeklinde cevap vere­ ceklerdir. Halbuki, biz m üslüm anlarm kanaati ş u d u r : Hz. Pey­ gamber'in masum oluşu. K ur'an'm yazılı olarak inzaline gerek bırakm am ıştır. Aynı şekilde ravilerin adil olması da, K ur'an ve sünnetin hüccet oluşlarında buna gerek bı-


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

r ^ m a m ış tır . Bu konuda, yegane söylenebilecek şey : ismet, bize yakin ifade ederken, adalet'in zan ifade ettiğidir. Şârii hakim, fürua ait meselelerde bizim zanla kullukta bulunmamızı yeterli görmüş, sıkıntı ve meşakkâte sokacağından dolayı, her hüküm de yakini biJgiyi aramakla bizi mükellef tutm am ıştır. «Allah, b!r nefse, ancak takatinde olanı yükler.»18 Ancak, delili bize nakledenler, tevatür derecesine ulaştıkları vakit her ne kadar yazım yoluyla olmasa da, onlarm nakli bizim için yakin ifade eder. Aynen ism et'de olduğu gibi. Zaten sünnetlerin pek ço ^ı da bu yolla nakledilmiştir،* Bu şüpheyi ileri sürenler, sünnet hiçbir şekilde hüccet değildir. Tek hüccet varsa, ٠ da, K ur'an'dır, diyebilirler. Fakat, eğer m üslüm an iseler; bizimle birlikte düşünüp, h ^ c iy y e t konusunda yazımın şart olmadığını itiraf etmek zorundadırlar. Bununla birlikte : Ravilerin herbireri, adalet ve zabt sahibi kimseler olması hasebiyle, tevatür derecesine ulaştıkları vakit, bu, delilin korunmasında ve hücciyetin ih a tın d a . Peygamber'in ismeti yerine kaim olm aktadır. Bunu da Yahudi ve H ristiyanlarm yönelttikleri sonılara cevap verebilmek için kabul etm ek Z O randadırlarKİTABET (YAZI) KATİYYET İFADE ETMEZ Görüldüğü üzere, adil olmayan birisinin kitabeti, bizim için ne katiyyet ne de zan ifade etmektedir. Aynı 18 Bakara, 286. * Bu görüş, yanı s ü ra tle rin pekçoğunun tevâtürle nakledildiği görüşü münakaşaya a çıktır im tr c ).

224


SÜNNET MÜDAFAASI

şekilde adil birisinin yazdığını, adalet vasfına sahip olma­ yan bir başkası bize nakledecek olsa, bu da, ne zan ne de katiyyet ifade etmez. Adalet vasfını haiz birisinin yazdığını, aynı vasıfta bi­ risi bize nakledecek olursa, bu da, katiyyet değil, zan ifade eder. Zira, adalet sıfatına rağmen, zayıf bir ihtimal olm ak­ la birlikte, hata ve tahrifat imkanı sözkonusudur. Evet, eğer, yazanlar ve rivayet edenler, hepsi tevatür derecesine ulaşacak olsalar bu durum da delil katiyyet ifade eder. Yi­ ne, bir kişi hadisi yazar, yazılan nüshayı, tevatür dere­ cesinde bir kalabalık ikrar eder, aynı nitelikte bir ce­ m aat da bize naklederse, işte bu da, katiyyet arzeder. Herhalukarda, katiyyet yazımdan ileri gelen bir husus ve O'nun belirgin bir vasfı değildir. Ancak birinci du­ rum da yazılı bir tevatür, İkincisinde ise ikrardan dolayı sözlü bir tevatür söz konusudur. KİTABET (YAZIM) VE HIFZ (EZBERLEME) Bilindiği üzere, kitabet zan ifade etmektedir. Bu du­ rum da mertebe itibariyle O, ezberlemenin altındadır. Bu nedenle, usûl âlimlerinin işitilerek alman bir hadisle ya­ zılı olarak alınan hadisin çelişmesi gibi durum larda, bi­ rinciyi tercih ettikleri görülür. El-Amidı rivayet yoluyla gelen haberlerin tercihini şöyle izah e d e r : «Haberlerden birinin ravisi, Onu, Hz. Peygamber'den bizzat işiterek almış, diğeri ise kitâbet yoluyla almıştır. İşitme (sema) yoluyla alman rivayete, hata ve tahrif arız olması ihtimali daha az olduğu için, bu kabule daha ev­ lâ d ır.» ^ 19 El-Amidi, El-İhkâm, C 4, s. 334. 225


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

Öte yandan, hadisçiler, sem a’ yoluyla yapılan riva­ yetin sıhhatinde ittifak ettikleri halde, münavele ve mükatebe tarikiyle yapılan rivayetlerin sıhhatinde ihtilaf et­ mişlerdir. Bazıları m ükatebe'nin cevazına kail olmuşlar ve Buhari'nin muallak haberlerinden biri olan, şu rivaveti delil getirmişlerdir : «Rasulullah bir seriye kumandanına mektup vermiş ve onu belli bir yere kadar açmamasını tenbih etmiş. Oraya varıncaya kadar okumamasını iste­ miştir. Kumandan da söz konusu yerde açmış ve Rasulullah'ın emrini maiyetindekilere duyurmuştur.» Bazı hadisçiler ise : Hz. Peygamber'in bu mektubu ile delil getirmenin vacib olmasını sahabenin adaletine bağlamışlar, bu sıfatın tebdil ve tağyire imkan bırakm a­ dığını söylemişlerdir. Sahabeden sonraki nesillerde ise böyle bir nitelik bulunmadığından mükatebeyi delil ka­ bul etmemişler ve kitabete cevaz vermemişlerdir. Ancak, bu itiraz zayıftır. Doğru olan; ravide adalet vasfı bulun­ duğu, yazılı nüshada da, ona şüphe• düşürecek bir unsur bulunmadığı müddetçe her iki yolla da rivayetin m ute­ ber olmasıdır. İbn Hacer bu konuda şu görüşlere yer verm iştir : «Mükatebe yoluyla hüccetin olabilmesi için mektubun m ü­ hürlü ve onu taşıyanın güvenilir olması şarttır. Bununla birlikte : Mektubu gönderen şeyhin yazısını (hattını), ken­ disine m ektup gönderilen zatın bilmesi gerekm ektedir...»20 Hülasa; yazma yoluyla yapılan rivayetlerde hata ih­ timali şifahi tarzda yapılanlardan çok daha fazladır. Bu yüzden İbn Hacer'in de temas ettiği şartlara riayet edil­ diğinde, kendisine itimad etmek caiz olmakla beraber, 20 îbn Hâcer, FethuT-Bâri‫ ؛‬C. 1, s. 115


SÜNNET MÜDAFAASI

yine de, kitabet yoluyla rivayette ihtilaf sözkonusu ol­ m uştur. Arapların ümmi bir millet olup, içlerinde yazı bilene ender rastlandığı, herkesin bildiği b ir husustur. Bilenler de güzel bir surette yazamaz, dolayısiyle, yazdıklarına hata karışm a ihtimali çok kuvvetli olurdu. Yazanlar, gü­ zel b ir biçimde yazsalar, bile, bu sefer de içlerinden oku­ ma bilenler, doğru dürüst okuyamazlardı. Bunun bir ne­ ticesi olarak, özellikle, Abdülmelik b. Mervan döneminden evvel, harekeli ve harekesiz harflerin birbirinden ayrıl­ masını, temin eden noktalam a işaretleri tesbit edilme­ diği için, yazıda hata ve karışıklık ihtimali oldukça faz­ laydı. Bu itibarla, tarihî vakaların kaydında, haberleşme, alış veriş ve sair işlerinde tek güvenceleri hafızaları ol­ m uştur. öyle ki, sonunda bu melekeleri, b ir hayli gelişmiş ve ezberledikleri konularda, hata ve unutkanlığa maruz kalmaları ihtimali oldukça azalmıştır. Bu durum, yazıya güvenen yazıyı alışkanlık haline getirmiş milletlerde bu­ nun aksinedir. Çünkü, onlarda ezberleme melekeleri ge­ rilemiş, bunun b ir sonucu olarak da, ezberledikleri hu­ suslarda hata ve unutm a oranları fazlalaşmıştır. Bu du­ rumları, günlük hayatımızda müşahede edebiliyoruz. Ör­ neğin, âm â olan birisinin, gözleri görenden daha kuvvetli bir hafızaya sahip olduğunu görürüz. Bunun nedeni, O'nun bütün güvencesini hafızasına vermiş olmasıdır. Ama, gö­ ren kimsede bu, böyle değildir. Çünkü O, ihtiyaç duyduğu zaman bakabileceği b ir kitaba itimad etm ektedir. Aynı şekilde, okuma yazma bilmeyen bir tüccar da, bir günde yüzlerce satış yapar, buna rağmen, kime ne verdiğini, kendine düşenin ne olduğunu, bir tanesinde dahi yanılıp, unutm adan hafızasında tutabilir. Ancak, aynı şeyi, eğitim­ den geçmiş bir tüccarda görmek m üm kün değildir. Çünkü


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

O, ticarethanesinde defter tutar, ne gibi anlaşm alar yap­ tığı, alacağının vereceğinin ne olduğu konusunda, defter­ lerine itim ad eder. Bu yüzden, yazmadıkları vakitlerde, onların çok çabuk unuttuklarım müşahede ederiz. Bunun bir benzerini de, körlerin işitme duyularında görmek m üm kündür. Onların bu duyuları gözleri görenlerinkinden çok daha kuvvetlidir. Bunun nedeni ise : görme hassalanm yitirdikleri vakit, daha önce gözleri ile temyiz edecekleri pekçok eşyayı anlamada, işitme organ­ larını kullanıyor olmalarıdır. Böylece işftme duyuları kuv­ vetlenmiştir. Yine, yırtıcı hayvanların görme, işitme ve koklama duyularının, insanmkinden kat kat kuvvetli olduğu da m ü­ şahedelerimiz arasındadır. Zira onlar, hayatlarında, bu duyulara insandan daha fazla m uhtaçtırlar. Arapların, hafıza melekelerinin güçlenmesine de, hiç şüphesiz, içinde bulundukları tabiat şartlan , hayat şartla­ rı, keskin zekaları, anlayışlanm n kuvvetli oluşu dillerinin üslubu ve beyan yolları konusundaki engin yetenekleri yardımcı olmuştur. SAHABE VE TABİUN’UN EZBERLEME GÜÇLERİ DAHA FAZLADIR: Yukarıda işaret ettiklerimiz, Arapların cahiliyye dev­ rindeki durum landır. Allah'ın, şeriatı muhafaza etmek ve onu daha sonraki nesillere nakletme görevi için îıalkettiği Sahabe'nin hafızası çok daha güçlüdür. Allah onlarin kalplerini iman, takva ve kendi korkusuyla doldurm uş­ tur. Ta ki, sonraki nesillere dinin ahkâmını ve Rasulullah'tan görüp, işittiklerini sağlam bir şekilde nakletsin­ ler. Onlar, Hz. Peygamber'in sohbetinin bereketine erm iş­


SÜNNET MÜDAFAASI

ler, önünde diz çöküp, O n u n tarafından yetiştirilm işler­ dir. Kalpleri Rasulun (s.a.s.) nuru ile aydınlanmış, O'nun edebiyle edeplenmişler, hidayetine tâbi olup, sünnetine yapışmışlardır. İbn Abbas ve Ebu Hureyre (r.a.)'nin riva­ yetlerinde varid olduğu üzere, Rasulullah (s.a.s،), onların hıfzı, ilmi ve fıkıhları için dua ve niyazda bulunm uştur. Sahabeye bu mertebede en yakın olanlar ise, hiç şüp­ hesiz, onlarla bir araya gelen, hallerini müşahede edip, peşlerinden giden Tabiilerdir. İşte bütün bunlar, sahabe­ den hadis işiten birisinde, hata, unutkanlık, tebdil ve uy­ durm a bulunması gibi endişeleri neredeyse ortadan kal­ dırıyor. Arapların hafıza güçlerine delâlet eden, avam havas herkesin bildiği çok sayıda haber vardır. Sahabe ve tabiundan, İbn Abbas, eş-Şa'bi, ez-Zührî, En-Nehaî ve Katade gibi pek çok kimse hafızaları ile temayüz etmiş kim­ selerdir. İşte İbn Abbas, Ömer b. Ebu Rebia nm yetmişbeş beyitlik kasidesini b ir sefer dinlemekle ezberleyivermiştir. Ve yine, İm am Zührî nin şu sözü : «Ben, Baki'den geçerdim, bu sırada kulağıma kötü lafların takılmasın­ dan korkarak, kulaklarımı kapatırdım . Allah'a yemin ol،sun ki; duyduğum hiçbir şeyi asla unutmadım.» dikkate değerdir. Bunun bir benzeri de eş-Şa'bî'den nakledilmiş­ tir. Hulasa; ezberleme ve kitabet, b ir şeyi muhafazada, birbirinin yerine kaim olan unsurlardır. Genellikle, birisi geliştiği vakit, diğeri zayıflamaktadır. İşte, buradan ha­ reketle; Sahabenin öğrencilerini, niçin ezberlemeye teşvik edip, yazmaktan alıkoyduklarını anlayabiliyoruz. Çünkü onlar, yazıya itim ad etmenin, ezberleme melekelerini kö­ relteceğini biliyorlardı. Ezberleme Onların tabiatlarında 229


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

var olan kuvvetli bir melekeydi. Elbette ki nefis, tabiatın­ da olan şeylere meyleder. Ona muhalif düşen veya güç gelen şeyleri ise, hoş karşılamaz. EZBERLEME NİN FAYDALARI Çoğu zaman ezberleme, anlamak, manayı özümsemek ve hakikatine ermekle gerçekleşir. Böylece insan, lafızları unutm am asına destek edinmiş olur. Daha sonraları da, zaman zaman, ezberlediklerini tekrarlam ak ve hatırlam ak, suretiyle, bir an gelir ki, artık onları unutm a diye bir endişesi kalmaz. Ayrıca, ezberinde olan şey her an ve me­ kanda onunla birliktedir. Hiç b ir m eşakkat ve sıkıntıya düçar olmadan ihtiyaç halinde, her durum ve şartta, ona m üracaat imkanı vardır. Ama, yazı böyle değildir. Çünkü o, genellikle manası anlaşılmadan gerçekleştirilir. İleri­ de, yazılanların kaybolması veya ihtiyaç anında yanın­ da hazır bulunmaması ya da onları anlayıp izah edecek birinin bulunm aması ihtimali de mevcuttur. Ayrıca, ya­ zan insan, çoğu zaman yazdıklarını yeniden gözden ge­ çirmek için bir saik bulamayabilir. Bundan başka, her zaman ve her yerde yazılı nüshaları bulundurm akta sı­ kıntı ve m eşakkat sözkonusudur. Bütün bu nedenlerden dolayı da, ilim nakliyle uğraşanlar cahil olurlar, onlann misali kitap yüklü m erkeplerin misali gibidir. İlmin kaybolup gitmesi, cehaletin yayılması için, bu ne kadar da büyük b ir vasıta!!! Okuyucularımızı, bütün bu söylediklerimize, İbrahim en-Nehaî'nin : «Yazmayın, gevşersiniz» sözü irşad edebi­ lir. Ayrıca daha evvel kaydettiğimiz el-Evzâi ve benzerle­ rinin sözleri de bu konuya ışık tutabilir. Bundan başka Arapların «kalbindeki b ir harf, kitaplardaki on harften 230


SÜNNET MÜDAFAASI

daha hayırlıdır» sözü ile Yunus b. H abib’in : :<îlm‫ ؛‬kağıt parçalarına terketti de, ondan yoksun oldu. ‫ ه‬dmi kağit parçalarına terkeden kimse, ne kötü kimsedir» diyen birisini işitinee : «îlm ve hafızanın korunması konusunda ne kadar da titiz, çünkü, insanın ilmi ruhundadır malı da bedeninde öyleyse, ruhunu muhafaza ettiğin gibi, ilmini de koru, bedenini muhafaza ettiğin gibi de malım» demesi de söylediklerimize ışık tutabilir. Halil b. Ahmed de ‫« ت‬ilim, sandıkların içinde değil, ilim aneak, göğüslerdedir» demiştir. Bu meyanda daha çok şeyler sö y len m iştir. KUR'ANTN KATÎYYETİ LAFZİ t e v â t ü r î e s a b it o l m u ş t u r

K ur'an'm bütün lafızlarıyla birlikte, katiyyetîne olan itimadımız, o 'n u n lafzi tevatür yoluyla bize kadar gelmeşine dayanmaktadır. H er ne kadar, zan ifade ettiği, için bir te'kid aracı olsa Dİle, kitabetin bunda bir fonksiyonu yoktur. Eğer, K ur'an’m lafzi tevatür derecesine 1 laştığım, ama y^ılm adığını fareetsek, bu durum da yine de K ur'an katiyyet ifade edecektir. Eakat, aksi farzedilse katiyyet sözkonusu o l^ ıy a c a k tır . Zira vahiy katiplerinin yazmış oldukları nüsha veya nüshalar, bugün, elimizde yoktur. Var olduklarını farzetsek bile, onlardaki hatt'm , vahiy katiplerine ait olduğunu nereden bilebileceğiz? Yine herhangi bir değişiklik, eksiklik veya fazlalığa düçar olmadiğini, nasıl kestirebileceğiz? Bu durum da, ona katiyyet nazariyle bakabilmemiz için, m utlaka tevatür derecesinde bir kalabalığın, hiçbir noksanlık ve fazlalık olmaksızın, tahrife de uğramadan, yazıların vahiy katiplerine ait olduğunu bildirmelerine ihtiyacımız olacaktır. Aynı şe­ 23‫ل‬


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

kilde, vahiy katiplerini, Kur'an'ı yazarlarken gören, her harfin yazımı konusunda ittifak eden, tevatür derecesin­ deki kitlelerin şehadetlerine ihtiyaç duyulacaktı". Herke­ sin, pek tabii olarak bildiği gibi bu, tahakkuk etmemiş­ tir. Ama vahiy katiplerini K ur'an'ı yazarken gören ilk ne­ sil hariç, biz ve bizden öncekiler bunun tahakkukunu farzedip de lafzi tevatüre dayanarak, bu yazının vahiy katiplerine ait olduğunu kabulleniyoruz. Eğer bu lafzi tevatür bulunmasaydı, asla katiyyet tahakkuk etmezdi. Bu konuda söylenebilecek yegane şey ‫ ؟‬udur : Bizler, K ur ­ anın lafzi tevatürünü, ilk K ur'an nüshalarındaki hattın, vahiy katiplerine ait olduğunu bildiren bir te v a tü r ola­ rak telakki ediyoruz. Vahiy katiplerini, K ur'an'ı yazarken görenlere gelince; onların K ur'an lafızlarını kesin olarak tayinde, ne kitabete ve ne de lafzi bir tevatüre ihtiyaç­ ları yoktur. Çünkü vahiy katipleri nasıl K ur'an'ı Rasulullah'tan işitmişlerse, onlar da öylece O'ndan işitmişlerdir. Böylece, yukarıdaki hususlara ihtiyaçları kalmamıştır. Buradan, K ur'an'ın katiyyetinin, hiçbir nesilde kitâbete dayanmadığı neticesini çıkarabiliriz. Ama, birisi kal­ kıp, şöyle diyebilir : «Bizim, ne vahiy katiplerinin yazdığı nüsha veya nüshalara ve ne de, bahsettiğin nitelikte bir topluluğun haber vermesine ihtiyacımız yoktur. Çünkü Raşid Halifelerden sonraki dönemde ortaya çıkan yazılı tevatür, ikinci asırda ve daha sonraları, bütün harfle­ rinde ittifak edilen yazılı nüshaların, herhangi bir tahrif, fazlalık veya eksikliğe meydan vermeyecek şekilde çoğal­ mış olması, bize yetmektedir. Zira, bu kadarı, yazılı ola­ nın tam am ının K ur'an olduğu hakkında kesin bir kanaate sahip olmamıza yetmektedir.» Bu durum da şöyle söylenebilir : «Elimizde olan son­ raki dönemlere ait nüshaların, bahsedilen nitelikteki, ilk


SÜNNET MÜDAFAASI

m üteaddid nüshalardan istinsah edildiğini nasıl tesbit edeceğiz? Hepsinin kaynağının Hz. Osman veya Zeyd b. Sabit'e ait, tek bir nüsha olduğunu söylemek mümkün değil m idir? Bilakis, K ur'an tarihi hakkında birazcık m a­ lum at sahibi olanların da bildiği gibi, vakıa böyledir. Ana nüsha tek olunca, ondan alınanlara katiyyet nazariyle bakmamız, nasıl m üm kün olacaktır? Eğer, nüshalara ke­ sin gözüyle bakmanın, sahabe'nin hemen hepsinin, ana nüshadakileri ikrar etmelerinden ve sıhhatini itiraf etme­ lerinden kaynaklandığı söylenecek olursa, bu durum da da şöyle d e n ilir: İşin sonunda, ana nüshadakilerin hiç­ bir değişikliğe uğramadan, K ur'an'm tam am ını teşkil et­ tiği yolundaki lafzi tevatüre gelinmiş olur. Halbuki, da­ ha evvel, katiyyet konusunda, lafzi tevatür yeterli görül­ müyor, bu konuda yegane dayanağın yazmak olduğu sa­ vunuluyordu.» KONUYA İLİŞKİN DELİLLER Mushaflar konusunda, Ibn Hacer şöyle d iy o r; «Hz. Osman'ın mushafları, diğer şehir merkezlerine gönderme­ sinden anlaşılan; onların yazım sitilini kendisine isnad için böyle yaptığıdır. Yoksa, K ur'an'm aslım isbat için değildir. Çünkü bunu, zâten, tevatüren bilmektedirler.» İbnûl-Cezeri ise bu konuda şu m ütalâda bulunu­ yor : «Kur anın naklinde yegane dayanak hıfz'dır. Mushaf ve kitaplarda yazılması değil. Bu, Allah Teâlâ'mn, İslâm ümmetine tahsis ettiği yüce b ir şereftir. Zira; Müslim'in rivayet ettiği sahih bir hadiste, Hz. Peygamber, şöyle de­ m ektedir : «Rabbım bana : Kalk, Kureyşi inzâr et, dedi. Ben de : Yâ Rabbi! O vakit, başımı ezip tuz gibi dağı­ tırlar, dedim. Allah Teâla; «Ben, hem seni ve hem de se-


SÜNNET HAKKINDA KÎ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

Evet, m üslüm anlar tevatürle elde edilen bilginin na­ zari mi, yoksa zaruri mi olduğunda ve tevatürün tahak­ kuku için gerekli olan şartlarda ihtilaf etmişlerdir. An­ cak, bu ihtilaf, söz konusu iddia sahiplerine hiç bir şey kazandırmaz. Zira, m üslüm anlar arasında, Hz. Peygam­ b e rd e n tevatüren sabit olan bir haberle taabbüdde bulu­ nulacağı konusunda, hiçbir ihtilaf mevzubahis değildir. Ve bu tema; Yalnızca, K ur'an'm kat'i olduğunu ileri sü­ rerek, O’nun dışında delil bulunmadığı yolundaki iddia­ yı çürüyüp atacaktır. Çünkü, Rasulullah (s.a.s.)'dan tevatür yoluyla bize kadar nakledilen bir hayli haber mevcuttur. Haber-i Vahid'e22 gelince, ravisi âdil olmadığı tak­ tirde, ne ilim ve ne de zan ifade eder. Ancak, herhangi 22 Cum hur’a göre, Haber-i Vâhid, m ütevâtir derecesine ulaş­ mayan haberdir. Bazen «meşhur» diye de isim lendirilen, «müstefiz» de, Hâber-i Vâhid nevindendir. M üstefiz haber : ÎLk râvisinden sonra, çoğalıp, yaygınlaşan haberdir. Râvi sa­ yısının, en az ik i, üç ve dört olması gerektiği yolunda görüş­ ler ile ri sürülm üştür. (Bkz. Şerh-u Cemi*l-Cevâmî\ C. 2, s. 88). M üstefiz haber de, diğer vâhid haberler g ib i zan ifâde eder. Ebu Ishâk ve Ibn Fûrek gibi bazı âlim ler, bunun, na­ zari b ir ilim ifâde edeceği görüşündedirler. H anefilerin geneline göre ise : Meşhur, m ütevâtir ve Hâ ber-i Vâhid’in karşılığıdır. Onu، kaynağı (ilk râ v ile ri) âhâd iken، ikin c i ve üçüncü asırda, ümmetin kabulüyle b irlik te tevatür derecesine ulaşan haber olarak, ta rif etm işlerdir. O’nun d e lilin kendisinden kaynaklanan en ufak b ir ih tim a l ve şüpheye mahal bırakm ıyacak şekilde, yakin mesabesinde, kuvvetli b ir zan ifâde edeceğini söylemişlerdir. Bu ilm e de «îlm-i Tume’ninîye» adını verm işlerdir. Ebu Bekir el-Cassas ise : O nun «îlm-i Zârûrî» ifâde eden m ütevâtirlerin dışında, «îlm-i Nazari» ifâde eden b ir m ütevâtir tü rü olduğu kanaa­ tindedir. (Bkz. Şerhu’l-Müseliem, C. 2, s. 111). Burada, Ha­ ber-i Vâhid’in, Peygamberin haber ve rd ikle rin in dışında ka­ lanlar olduğu b ilinm elid ir. Çünkü, Masum’un haberi (bizzat kendisinden dinleyenler için) yakin ifade eder

236


SÜNNET MÜDAFAASI

bir karine veya tariklerinin çokluğuyla desteklenecek olur­ sa, bu ikisinden neş'et eden b ir te'kit sözkonusu olabilir. I Eğer, ravi adalet şartını taşıyorsa, bu nitelikte bir haberin, delil olma bakım ından kıymet ifade ettiğinde icma vardır. Ancak, ilim mi, yoksa zan mı ifade ettiği noktasında yine ihtilaf edilmiştir. Âlimlerin cum huru, bu nevi b ir haberin, zan ifade edeceğini, şayet, ilim ifade eden b ir karineyle desteklenir­ se, o zaman kati bilginin hasıl olacağım savunmuşlardır, îm am Ahmed ise; bu nitelikte b ir haberin, doğrudan, ilim ifade edeceği kanaatine sahiptir. Bu mesele üzerinde, sözü daha fazla uzatm ak iste­ miyoruz. Zanm galibimize göre, m uhataplarım ız da, Ha­ ber-i Vâhid'in zan ifade ettiği konusunda bizim gibi dü­ şünüyorlardır. Ama, enâniyet dam arları k a b a n p da, O n u n ne ilim ve ne de zan ifade etdiğini söyleyecek olurlarsa icma' burunlarım yere sürtecektir. Yok eğer, İm am Ah­ med gibi düşünüyorlarsa, bizi rahatlatm ış, şüphelerini de izale etmiş olurlar. Râvisi adil olan bir Haber-i Vahid'in, zan ifade etti­ ği tesbit edildikten sonra : Bu Haber-i Vahid'in içerdiği hükümlerle amel etm enin de, mutezili im am lardan el-Cûbbaî hariç, cum hur âlimlere göre, aklen caiz görüldüğü bilinmelidir. Usul yazarlarının pekçoğu bu konuda ortaya çıkan ihtilaflara temas etmişlerdir. Ancak, «Cemu'l-Cevâm i’» yazarı, bu konuda onlara muhalefet etmiş ve bu mevzuya değinmemiştir. O'nun, Haber-i vahid'le amel ko­ nusunda, el-Cubbâl'den naklen zikrettikleri şunlardır ‫؛‬ «El-Cûbbâî, Haber-i Vahid'le amel edilebilmesi için : ٠ en az iki kişinin rivayet etmesini veya başka b ir delil-


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

le takviye edilmiş olmasını şart koşar. Nitekim, Sahabe­ den bazıları da, bu şartlar müvacehesinde O nunla amel etmişler ve aralarında bu anlayış yaygınlaşmıştı »23 m ü­ ellifin, Cûbbâî'den yaptığı bu nakli, diğer müellifler, O'nun rivayet şa rtla n konusundaki, görüşleri arasında zikretmişlerdir. Öte yandan, İbnü's-Sübkî, «Şerhu'l-Minhâc» adlı eser­ de, bu iki nakli çelişkili bulmuş ve şu şekilde cevap verm iştir ‫« ؛‬Eğer, ileride kendisinden naklolunacağı üze­ re; Cûbbâî'nin bir taraftan, Haber-i Vâhid'le amel etme­ yi, aklen m üm kün görmezken, diğer taraftan , sayı şar­ tını ileri sürmesi, Haber-i Vahid'le ameli onaylamak an­ lamına gelir denilirse bu çelişki şöyle te'vil edilebilir : Bi­ rincisi, O'nun reddettiği Haber-i vâhid, İstılah anlam ın­ daki, yani; m ütevâtir derecesine ulaşamayan her Haber-i vâhid, değil, bilakis, adalet şartım taşıyan tek bir kişinin yaptığı rivayettir (Yani, fert haberdir). Bu itibarla, î m â m ü l Harameyn şöyle dem iştir : «El-Cûbbaî, b ir kişinin haberinin kabul edilemiyeceği görüşündedir. O'na, göre kabul edilebilmesi için, m utlaka sayı gerekmektedir. Bu da, en az, iki kişi olmasıdır.» İkincisi ise; O bu meseleyi şehadet konusunda olduğu gibi, m ütala etmektedir.24 23

24

Suyûti bu konuda şöyle dem ektedir : «Mutezilemden Ebu A li el-Cübbâi, adâlet va sfın ı taşıyan adil b ir râvin in haberini, ancak ayn ı nitelikte başka b ir ravin in riv â y e tiy le O ’nu des­ teklem esi v e y a K itab ın zah irin e y a da, d iğ e r b ir haberin zah irin e m u vâfık düşm esiyle kabul eder. Sahabe arasında şöhret bulmuş olm ası v e y a bir kısım sahâbenin onunla am el etm esi de kabulünde etken dir Bunu, Ebu'I-Hasen el-Basri «El-Mu’temed» adlı eserinde kaydetm iştir. Ebu N a s r et-Tem ioıî ise : Cûbbâî’nin, H aber-i V â h id ’i, ancak, d ört kişinin riv a y e t etm esi koşuluyla kabul ettiğ in i kaydetm iştir. (Bkz. Tedribü’r-Râvı, s. 17). C. 2, S. 197.

238


SÜNNET MÜDAFAASI

El-Cübbâf nin, Haber-i Vahid'le amel etmeye mani ol­ duğunu ileri sürdüğü şüpheye bakıldığında, aynı engelin, tevatür derecesine ulaşmadıkça, iki veya daha fazla kim ­ senin yaptığı rivayetlerle amelde de, mevcut olduğu görü­ lür. Çünkü, bunların rivayetleri ancak, zan ifade etm ek­ tedir. Fakat, el-Cubbâî, Ebu İshak ve tbn Fûrek gibi dü­ şünüyor; Müstefiz (meşhur) haberin, nazari ilim ifade ettiği yolundaki kanaata katılıyorsa, bu takdirde, sözkonusu şüphenin ileri sürülemeyeceği gayet açıktır. El-Cûbbâî’nin bu görüşte olduğuna delâlet eden diğer bir husus da Adududdin (el-îycî)'nin, O'nun, rivayette adedin şart olduğu konusundaki, istidlâllerini zikrederken : «Bilme­ diğin şeyin peşine düşme» v.b. ayetlere yer vermiş olma­ sıdır. El-Cûbbâî'nin bu ayeti kerime ile istidlâlde bulun­ ması bize; yeterli sayı bulunduğu takdirde, Haber-i Vâ­ h id’in O'na göre, ilim ifade ettiği hissini vermektedir. Bununla birlikte, şöyle söylemek de m üm kündür : El-Cûbbâî, bir ara, taabbudî konularda, Haber-i Vahidle amel edilemiyeceği görüşünde olabilir. Sonradan, bu ka­ naatinden vazgeçerek, O nunla amel edileceğini belirtm iş­ tir. Ne var ki; bazıları, hala O'nun evvelki görüşünde de­ vam ettiğini zannederek, ilk görüşünü b ir kısmı da, ikinci görüşünü nakletmiş olabilirler. Bilahere de, Usûl yazar­ ları, ikisi arasındaki çelişkiyi farketmeden, her iki görüşü de bir arada zikretmişlerdir. Belki de; İbn Sûbkî, «Cemu'l-Cevâmi» adlı eserini yazarken, en son bu kanaat kendisinde hâsıl olmuş ve aklen taabbudî konularda, Haber-i Vahid'le, amel edilip edilemiyeceğinin cevazına dair ihtilafı nakletmemiştir. Haber-i Vâhid'le amel'in cevazına delâlet eden diğer bir husus da; racih olanla (kuvvetle muhtemel) amel et239


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

menin zaruriliğidir. Zira, haber, Allah'ın hükm ünü tayin­ de, en azından b ir zan ifade eder. Kuvvetle muhtemel olan delille amel etm enin ise, ma'kul olduğuna, hiçbir şekilde itiraz edilemez. EL-CÛBBÂÎ'NİN BU KONUDAKİ ŞÜPHELERİ a) «Taabbüdî konularda, Haber-i Vahid’le amel et­ mek, ravinin yalan söylemesi halinde, helali haram , ha­ ram ı da, helalleş t irmeye yol açar. Zira Haber-i Vahid ra ­ vinin doğruluğunda katiyyet ifade etmez. Bu ise her nekadar, uzak bir ihtim al de olsa, O'nun yalancı olabileceği anlamım taşır. Bunun gerçekleştiğini farzedersek; haber de, haram olan bir şeyin helâl olduğunu belirtiyorsa, bu durum da, haram ın helalleştirilmesi söz konusu olacaktır. Eğer, tersi olduğu farzedilse; ٠ zaman da, b ir he lâl haram laştırılm ış olacaktır. Böyle bir şeyin vukuu imkansızdır. Binaenaleyh, O’na götüren şey de, tabiatıyle imkansız olacaktır.»25 El-Cûbbâi'nin ileriye sürdüğü bu şüpheye, şu şekilde cevap vermek m ^ k ü n d ü r ‫ت‬ — Turşcvdcn önce, «Cemu'l-Cevânıf» adil eserde de nakledildiği gibi, Müfti ve şahidlerin beyanına dayanarak, taabbüdî konularda, amel etmenin eevazma dair icma' vardır.26 Müfti ve şahidlerin de yalan söyleme İhtimalleri olduğu İçin, söz konusu icma', yukarıdaki itirazı yok eder. Bu yaianm tahakkuk ettiği farzedilecek olursa, el-Cûbbâî'nin burada da aynı görüşü iieri sürmesi gerekir. Fakat o , bu konuda böyle düşünmemektedir. ‫ل‬

25 Rkz. Şerhu’l-Muhtasar, c. 2, s. 58‫ ؛‬Şerhu’l-MüseUem, c. 2, s. 131، 26

C em 'u’l-Cevâm î, s. 159.

240


SÜNNET MÜDAFAASI

2 — Diğer taraftan; b ir müctehid, adil bir ravinin ha­ berini işitir, içtihadı sonunda da, ravinin adil, haberinin doğru olduğuna kanaat getirirse, o taktirde, bu görüşü tasvip edenlere göre haberin içerdiği hüküm, Allah'ın kendisiyle mükellef tuttuğu hüküm dür. Onlara göre bu müctehidin içtihadına muhalif düşen b ir hükm ün olabi­ leceğinden bahsedilemez. Binaenaleyh, bu gibi durum lar­ da, helali haram , haram ı helal etm ek gibi birşey mevzuba­ his değildir. Ancak, böyle düşünmeyenlere göre, b ir helalin veya haram ın değiştirilmesi sözkonusudur. Ancak biz, zannı galip ve ictihaddan neşet ettiği için böyle b ir şeyin im kan­ sız olduğunu söyleyemiyoruz. Ama, filvaki' mevcud olan hükmün, zaten O'nun üzerinden düşmüş olacağım söylü­ yoruz. Nasıl ki; mükellef olan birisi eşi zannederek, ya­ bancı bir hanımla birleşse, bu taktirde üzerine haram lık terettüp etmez; aynı şekilde temiz zannı ile, necis bir suyla abdest alınsa, abdest sahih olur. Yine bir kimse kıbleye yöneldiği zannıyla, başka b ir yöne doğru namaza dursa, namaz, sahih olur. Buna herkesçe malum olan, da­ ha pekçok misal verilebilir. b) «Aynı düzeyde iki adil r^vi, çelişkili rivayette bulundukları taktifde, bu haberlerle amel etmek, iki zıt şeyi birleştirmek, demek olur. İki zıttm b ir araya gel­ mesi ise, muhaldir. Pek tabii olarak, bu neticeyi doğu­ ran şey de m uhal olur. »27 El-Cûbbâî'nin bu şüphesine de, şu şekilde karşılık verilebilir: 1 — Daha evvel zikrettiğimiz, m üfti ve şahidlerin be­ yanları ile amel'in meşruiyyetine dair icma bunu da çü­ rütür. 27 Şerhu’1-Müsellem, C 2, s. 131. 241


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

2 — Burada, iki zıt şeyin hrieştirilm esi diye b ir söz konusu değildir. Çünkü, müetehid, aralarındaki çelişkiden dolayı, bu haberlerden herhangi biriyle amel etmez. Bilakis, birisini tereih etmesine yardımeı olaeak bir delil buluneaya kadar, tevakkuf eder. e) «Eğer, furûa ait meselelerde, Haber-i amel etmek caiz olsaydı, aynı şekilde; itikad, nakli ve mucize göstermeksizin peygamberlik kabulde de, amel etmek caiz olurdu. Halbuki dır.»28

Vahid'le K ur'an'm iddiasını bu, batıl-

Bunun cevabı da ş u d u r : Evvela, adeten, davranışa ait konulardaki haber­ lerle, itikad v.b. konulardaki haberler arasında görülen ba­ riz farktan dolayı el-Cûbbâî'nin olmasını düşündüğü reklilik sözkonusu değildir. Çünkü, itikadi konularda, hata etmek kafir olmayı ve sapıklığı doğuracağından, bu ko­ nulardaki haberlerde aranan, ilim (kesin bilgi) ifade et­ mesidir. Haber-i Vahid ise, ilim ifade etmez. K ur'an a linçe; hıfzını ve naklini icap ettiren o kadar var ki, yalnızca, b ir kişi naklettiği zaman, yalan söyleyip söylemediği kesinlikli bilinebilir. Mucizesiz peygamberlik iddiası ise, adeten muhaldir, itikad ve peygamberlere ittiba konularının dışında, her meselede, delilin kati olma­ sını aram ak son derece güç bir iştir. ‫<سس‬

2 — Haber-i Vahid'le furûa ait konularda, amel et­ mek ille de, itikad v.b. meselelerde de, O nunla amel et­ meyi gerekirmez. Çünkü, bu meselelerde, Haber-i Vahid'le amel edilemiyeceği, aklî değil, şer'î bir gerçektir. Şer'an imkansız olması, aklen de imkansız olmasını gerektir­ 28 Aynı Yer.


SÜNNET MÜDAFAASI

mez. Ancak, bizim üzerinde durduğum uz konu, bunun, aklen de imkansız olup olmadığıdır. Rafızî ve Zahiriler ,in dışında, Haber-i Vahid'le, itikadî konularda, amel etm enin aklen caiz olduğunu söy­ leyenler, bunun şer'an da m üm kün olduğunu belirtiyor­ lar. Buna dair de, pekçok delil zikrediyorlar. Biz, sade­ ce, en önemlilerinden bir kaçını kaydetmek istiyoruz : 1 — «Ravisi adil olan bir Haber-i Vahid, içerdiği hük­ mün Allah'ın hükm ü olduğu hususunda, zannı galip ifa­ de eder. Böyle bir durum da da, aynen K ur'an'm zahiri gibi, kendisiyle amel etmek vacip olur. Haber-i Vahid'in zann-ı galip ifade ettiğine dair zannımız, sünnetin hücciyetini ele alırken delilleriyle birlikte, daha önce geçmişti. Orada kaydettiklerimiz muvacehesinde, Sünnetin katiyyetini gerektiren şeyler, O'nunla amel etmenin de vacip ol­ masını gerektirir. Bu ise; amel edilen hükm ün hiç şüp­ hesiz Allah’ın hükm ü olmasını icap ettirir. Çünkü, ittifâken; yalnız Allah'ın hükmüyle amel etmek vaciptir. Ni­ tekim, bir şeyin vacip olmasmı gerektiren şey de vaciptir. Binaenaleyh, Sünnetin katiyyeti b ir zorunluluktur. Öy­ leyse, içerdiği hüküm lerin Allah'ın hükm ü olması da bir zorunluluktur. Aynı şekilde, (unutm am ak lazım ki,) ge­ reği ileri sürülen şeyin kesinliği, onu gerektiren şeyin de kesinliğini ifade ettiği gibi, gereğine inanılan şeyin zanniliği, onu icab ettiren şeyin de zanniliğini icab eder. Bu itibarla; ravileri adil olan b ir Haber-i Vahid, içerdiği sünnetin zanniliğini ifade eder. Bu ise; o haberin de zanni olması demektir.» Sadece «Müsellemü's-Subût»ta yer verilen bu delili, kitabın şarihi izah etmiş, bu arada, müellife itirazda b u ­ lunarak şöyle d e m iş tir: «Mutlak olarak, delilin zan ifa­ de etmesinden hareketle, bunun o delille amelin vücu-


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

biyetini gerektireceği şeklindeki kanaate katılamıyoruz. Şayet, zannilik, K ur’an'm zahirinde olduğu gibi, kati bir metinden kaynaklanm aktadır denilecek olursa; o zaman şöyle cevap verilir : Bunu birbirinden ayırmak tahakküm olur. Zira metnin zanni oluşu, aneak, tesbit edilen hükm ün de zanniliğini ifade eder. Nitekim, K ur'an'm zahirinde de durum böyledir. (Yani o da zan ifade eder). Eğer bu zannilik, orada (Kur'an'da) vücûbiyet ifade ediyorsa aym şekilde, burada (hadisler) da vücûbiyet ifade eder.» K ^ a a tim iz e göre her kim, hüküm istinbat ederken, sünnetin getirdiği şer'î m ana ve lafızları terkederek, Arap dili b id e le rin e göre, K ur'an'a dayanmak isterse, bu durum da da, takip ettiği m etodun zanniliğinden kurtulam ıyacaktır. Zira K u ra n lafızlanm n, şarî'ın ıstılahlaştırdığı anlam da değil de m ücerret luğavi m analarında kullanıldıklarm ı farzetse bile, Arapların l ı ğ l a n d ı r ı r k e n gözönünde b ^ u n d u rd u k la rı şartlar olmadan, o lafızlar, lugavî anlam larına delalet edemiyeceklerdir. Çünkü bu şartlarm, o m analara delâlet etmeleri, m ücerred aklî bir hadise değildir. Ne insan, bunlan doğuştan bilebilir ve ne de akıl tek başına bu şartları îdrak edebilîr. Bunlar ancak, başka bîrîlerinîn haber vermesiyle öğrenilebilir. Lafızların taşıdıkları m anaların pek çoğu ise, isrer sözlü, ister yazılı olsun, bize ahad yolla ulaşmıştır. Son asırlarda, m eşhur veya m ütevâtir olan m anaların ekseriyeti, asıllarm da ahaddırlar. El-Esmâî veya Ebu ‫ ل'< ئ <اأا‬gibi birtek kişinin nakline nasıl güvenilebilir ki? Çoğu zaman onlar, bu manaları, yalan, uydurm a ve fıskla m eşhur olmuş, Ömer b. Ebu Rabi’a, Beşar ve Ebu Nuvas gibi kimselerin şiirlerinden almışlardır. Hulasa : K ur’an, her ne kadar, lafzı itibariyle kat'î olsa da, sünnetin yardımı olmadan, m analarını ‫؛‬mlaınak 244


SÜNNET MÜDAFAASI

lafızların lügavî anlam larının tesbitindeki metodun, zanniliğine dayanır. Bu zaıuıilik, Allah'ın kullarına ihsanı olan, K ur'an'ı açıklayan, sünnetin zanniliğinden çok daha zayıftır. Çünkü, sünneti, masum olan peygambcı me, biz­ zat Allah indirmiş ve dinlerine dört elle sarılan, ihlas sa­ hibi, m uttaki, güvenilir insanlar da, onu nakledegelmişlerdir. Sahabe, Zühri, Malik, Şafii, Ahmed, Buharı ve Müs­ lim gibi zevat ile, haklarında söylenmedik söz bırakıl­ mayan Hâlef el-Ahmar gibi lugatçıları kıyas etmek m üm ­ kün m üdür? Bunun benzeri, yalan, dolanla m eşhur ol­ muş pek çok dilci vardır. Onların, lügavî uğraşılarındaki yegane gayeleri, dünya şöhreti, sultanlara yaltaklanıp, on­ lara yaklaşabilme arzusudur. Nitekim, Onlardan herhangi birini lafızları kendi arzusuna göre yorumlayıp iddiası­ nı kuvveltendirmek için, bir beyit uydurarak, İmriul'-Kays ve benzeri şairlere isnad etmekten, ne dini ve ne de Allah korkusu alakoymazdı. Bu nedenle, lafızların lügavî anlam ­ larında pek çok uydurm a ve çelişki meydana gelmiştir. Evet, dinlerine ihlasla yapışıp, Allah'ın nzasını ka­ zanmak isteyen, o ilk devir m uttaki âlimlerle, bu gibilerini kıyaslamak, asla, m üm kün değildir. Şairin dediği gibi : Süreyya Yıldızı nerede, Yeryüzü nerede? Ali'nin yanında, Muaviye nerede?* * Allah yazara rahmet etsin. O na yakışan, bu beyitle delil getirmekten içtinap etmekti. Çünkü, bunda, her ikisi de sahâbi vahiy katiplerinden olan, Hz. Ali veya Hz. Muaviye’ye sataşma sözkonusudur. Ehl-i Sünnetin, fitne konusundaki tu­ tumu, yorum yapmamaktır. Yine Ehl-i Sünnet nezdinde Hz. Ali, Hz. Muâviye’den daha faziletli olsa da, bu, İkincisinin kıymetini düşürmek için aralarında bir mukayese yapmayı gerektirmez (Nâşir).

245


SÜNNET HAKKINDAKt ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

Şayet bu iki zümrenin arasında b ir mukayese yap­ mak, bu iki yoldan hangisinin daha üstün olduğunu ortaya koymak doğru olsa hadisçilerin metodu daha hayırlı, zan icab etmesi bakım ından daha kuvvetli, gönüllerin ya­ tışması için daha uygun ve netice itibariyle daha garan­ tilidir. Diğer taraftan; eğer, mutlaka, Arap'tan nakledilen­ lere itimad etmemiz gerekiyorsa; Allah'ın kelamını izah sadedinde söylediklerinde, Arab'ın en fasihi ve beliği olan Peygamber, O n u n hidayetine tâbi olan%sahabe, fısk ve iş­ ret meclislerinde, sarhoş sarhoş sözler sarfedip, şiirler inşad eden diğer Araplar'dan çok daha itimada şayan­ dırlar. Tekrar, delile dönecek olursak; muarızlarımız, bu noktada, şöyle diyebilirler : Burada yapılan, usulden kay­ naklanan bir kıyastır. Biz onu, hüccet olarak kabul etmi­ yoruz. Sonra, bir anlık kabullenecek bile olsak, bu ancak zan ifade edebilir. Halbuki, üzerinde durduğumuz mese­ le, katiyyet meselesidir.» Kanaatimize göre : «Müsellemü>s-Subût»'un müellifi, kendisine tevcih edilen bu itirazdan şu şekilde kurtulabi­ lirdi. B irin cisi: delilini şu şekilde, m antıkî bir kıyas ola­ rak su n a c a k tı: «Ravileri, adalet vasfını taşıyan Haber-i Vahid, içeriğinin, Allah'ın hükm ü olduğu yolunda, müctehide zannı galip kazandırır, işte bu durum da olan bir delille de, amel etm ek vaciptir.» İkincisi : Küçük önerme (Kazıyye-i Suğrâ) ye de, fer'deki illetin beyanını isbat hususunda, daha evvel geçtiği üzere delil getirmeliydi. Büyük önerme (Kaziyye-i Kübra)'ya ise; im am Şafiî'nin «Er-Risale» im am Gazalinin de «El-Mustasfa» adlı eser­ lerinde naklettikleri şekliyle, fıkhın tarifinde zikrettikleri gibi cevap vermeliydi. Yani; müctehidin zanni galibiyle 246


SÜNNET MÜDAFAASI

amel etmesinin vacib olduğuna dair, icma'yı delil getirmeliydi.29 2 — «İkinci delil : Aralarında Ali (r.a.)'nin de bulundu­ ğu sahabenin, ravileri adil olan, Haber-i Vahid'le amelin vacip oluşuna dair icma’larıdır. Mütevatir derecesine ulaş­ masa bile, tek tek rivayetlerin, muhtelif vak alarda, üze­ rinde birleştikleri nokta, m ütevatir kabul edilir. Bu ka­ bil rivayetleri tek tek ele alıp göstermeye ne takat yeter ve ne de kağıt. Fakat biz, bütün bu rivayetlerin üzerin­ de ittifak ettikleri noktanın şu olduğunu biliyoruz : «Sa­ habe, yeni ortaya çıkan hadiselerde, problemleri çözmek için haber-i vahid e m üracaat eder, ilgili konularda, Hz. Peygamber'den nakledilen haberlerin ne manaya geldiği­ ni anlamaya çalışırlardı. Kendilerine, bir hadis rivayet edildiği vakit, hiçbir itirazda bulunmaksızın, derhal, O'nunla amel etmeyi şiar edinmişlerdi.» işte bu, inkârına veyahut da birkaç meseleye inhisarına imkan olmayan bir keyfiyettir. Fakat, şöyle bir itirazda bulunulursa : «Evet, saha­ benin, Ahad haberlerle amel ettiklerine dair rivayetler var. Ancak, O nu reddettiklerine ilişkin rivayetler de görmek mümkün, işte, Ebu Bekir (r.a.) : Nine’nin m irası konusun­ da Ibn Mesleme riyayet edinceye kadar, Muğire'nin ha­ berini reddetmiştir. Aynı şekilde : Hz. Ömer (r.a.), Ebu Said el-Hudrî (r.a.), gelip rivayet etmedikçe, isti zan konusunda, Ebu Musa el-Eşâri'nin rivayetlerini kabul etm em iş­ tir. Yine, Hz. Ali Ma'kil b. Sinan (r.a.)'ın böyle bir habe­ rini reddetm iştir. Zaten Hz. Ebû Bekir dışındakilerden, rivayetleri kabul ederken, yemin ettirm ek O nun prensi­ biydi. Hz. Alişe nin de, ölünün yakınlarının ağlamasın29 Es-Sübkı, Şerhu’l-Minhâc, C. 1, s. 22.


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

dan dolayı, azab gördüğü yolundaki, îbn Ömer rivayetini reddettiği de bilinm ektedir.»30 Şöyle cevap v e rilir: «Böyle durum larda, sahabenin duraksaması, ravi nin sıdkında veya hafızasındaki endi­ şeden kaynaklanm aktadır. Yoksa, haberin ahad oluşun­ dan değil. Nitekim, yeminle veya başka birisinin daha rivayet etmesiyle desteklendiği durum larda, haber-i vahidle amel etmişlerdir. Halbuki, her iki halde de, haber ahad olma vasfını korum aktadır. Muarızlarımız, taabbüdî konularda, Haber-i Vahidle ameli inkâr ettikleri vakit, iki kişinin de, yeminle beraber b ir kişinin de rivayetiyle ameli reddetmiş oluyorlar. Bu durum da, Hz. Ebu Bekir, Ömer ve Ali'nin uygulamaları onların aleyhine bir delil teşkil eder. Bizim, Haber-i Vahid'in makbul olduğunu söylememiz, O n u n şüpheden ari, muarızı bulunmayıp, za­ yıflatıcı bir unsur da taşımadığı durum lardadır.»31 3 — Üçüncü delil de şudur : Hz. Peygamberin, helâl ve haram lan açıklamak, İslâmî hükümleri tebliğ etmek maksadıyle elçiler gönderdiği tevatüren bilinmektedir. Bu elçilerin berâberinde, ancak bazen yazılı birşeyler bulun duğu olur. Rasulullah'm emirlerini nakletmeleri ahad ta­ rikiyle gerçeklcşirdi. Hiçbir zaman, elçilerin masum ol­ maları aranmadığı gibi, bazen, itimad etmiyenlerin töh­ metleriyle de karşı karşıya gelmişlerdir. Eğer, ahad h a­ berler, delil olmasalardı, tebliğ bir m an‫؟‬, ifade etmez, bilakis, insanları sapıklığa sevketmek anlamına gelirdi. Şayet, «münakaşa mevzuumuz, müçtehidin amelinin vacip olup olmadığı noktasındadır. Yoksa; elçi olarak gön30

Ş erh u T M ü seltem » C. 2, s. 133-134.

31

Şerhu’l-Müsellem, C. 2f s. 133-134.

24Î


SÜNNET MÜDAFAASI

derilen kimseler, mukallid olabilirler,» denilecek olursa, şöyle karşılık verilir : Hz. Peygam berin müctehid olan sahabilere hüküm ­ lerin tebliğ edilmesinde, tevatür derecesinde b ir sayıya ihtiyaç duymadığı, bilakis, tek tek ferdler göndermekle yetindiği tevatüren bilinmektedir. «öyleyse, itikadî konuların da zannî delillerle tespit edilmesi, ya da, haber-i v ah id in ilim ifade etmesi gerekir. Çünkü, elçi olarak gönderilenlerden, Hz. Muaz'a Rasulullah (s.a.s.) : «Sen, Kitap ehli olan bir topluluğa gidiyorsun, onlan, ilk önce, Allah’tan başka ilah olmadı­ ğına şehâdet etmeye çağır,» demiştir» denilecek olursa; karşılığı şudur : «Şehadetle emretmek, herkesin tevatürle bildiği bir keyfiyetti. Kaldı ki, hiç kimsenin, Hz. Peygamber ta ra ­ fından gönderilen elçilerin, bunu yerine getirmekle görev­ lendirildiklerinde en ufak b ir şüphesi yoktu. Muaz (r.a.)'a ise. Sadece Rasulullah (s.a.s.) herşeyden evvel ona davet etmesini em retm iştir. Zira, Kafirlerin onu kabule çağrıl­ m aları kati ve mesnun bir durum dur. Hemen imana gire­ rek büyük b ir sevaba nail olmaları arzulanan bir husustur.32 Rafızîler ve onlar gibi düşünenler, Haber-i V ahidin yalnızca, zan ifade ettiğini, bu nedenle böyle bir haberle amel etmenin m üm kün olmadığını, ileri sürm üşlerdir. Allah Teala, zanna tabi olmayı yasaklamış ve yermiştir. O : «Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme»33, «Onlar, başka değil, sadece, zanna tabi oluyor32 33

ŞerhuT-MüseUem, C. 2, s. 134. El4srâ, 36.

249


SÜNNET HAKKINDAKÎ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

Lar. Zan ise; hak konusunda hiçbir şey ifade etmez.»34 buyurm aktadır. Bu ayetlerdeki, kınama ve yasaklama, (hürmete) zan'la amelin haram olduğuna delalet etm ek­ tedir,» demişlerdir. Bu anlayışı, birkaç noktadan ele almak m üm kündür : a) Mevzubahis edilen konu, k a ti bir konudur. Ayet­ ler ise, her ikisi de, âm kabilinden olduğu için zannidirler. Bu kabil ayetler tahsis edilmedikleri sürece, yukarı­ da adı geçen zümreler nezdinde de zan ifade ederler. Şa­ yet, Hanefilerin dediği gibi; Âm olun ayetler, tahsis edil­ medikleri sürece katiyyet ifade eder, denilecek olursa, bu sözkonusu zümrelere birşey kazandırmaz. Zira, Hanef ile­ rin kastettiği katiyyet daha umumi manada bir katiyyettir. Yani; Ayetin, herhangi bir delilden ötürü, ihtimaliyyet arzetmemesi demektir. Sözkonusu mesele ise, daha özel m anada bir katiliği haizdir. Yani, bir delilden dolayı olsun veya olmasın herhangi bir ihtimale imkan verme­ mesidir. Bu itibarla, um ûm î anlam da k a ti oldukları olunsa bile bu iki ayet, daha özel manada katiyyeti haiz bir meseleye delil getirilemez. Çünkü, bu her an kendisine ihtimal arız olabilir demektir. Böyle olan bir şeyle de, asla ihtimale mahal olmayan b ir mesele tesbit edilemez. b) Ayetlerin zanla ameli iptal ettikleri sahih olsa, o zaman, K ur'an'ın zahiriyle de amel etmenin iptal edil­ mesi gerekecektir. Çünkü, bu zanla ameldir. Böyle bir şey ise icma'en batıldır. Kaldı ki, biz, her iki ayetin de K itab in zahirinden olduğunu söylüyoruz. Bu nedenle, K ur'an'ın zahiriyle ameli iptal ettikleri zaman, hüküm kendilerine de raci olacak ve ayetlerle istidlalde bulunamıyacaklardır. ٠ 34

EnNecm, 28


SÜNNET MÜDAFAASI

c) Ayet-i kerimelerde, amel etmenin haram olduğu, sözkonusu edilen zan, Allah'ın birliği gibi, itikada ve usulu'd-Dine müteallik meselelerdeki zandır. Amelî mev­ zularda ve fıkhî meselelerde zanna itibarın vacip oldu­ ğu, daha evvel geçen kati delillerle ortaya konmuştu. Bu nedenle, ayetlerde geçen zannı, belirttiğimiz şekilde an­ lamak gerekir. d) Zan ile, amelin haramlığını ifade eden bu ayet­ lerin bizi m uhatap aldığını kabul etmiyoruz. Çünkü; ilk ayet, doğrudan, Hz. Peygamber'e hitap etm ektedir. Rasu­ lullah (s.a.s.)'m vahyi bekleyerek, yakini bilgiyi elde etme imkanı varken, zanna tabi olmasının haram oluşu, yakini bilgiyi elde edebilme imkanına sahip olmayan bizler için de haramlığını icap ettirmez. Ayrıca, ayette geçen ilim'den, zannı da içeren, m utlak bir tasdik kastedilmiş ola­ bilir. Zira, zanna da, ilim isminin ıtlak edildiği yaygındır. O zaman mana şöyle olur : «Bilmediğin veya endişelendi­ ğin ya da şüphe ettiğin şeyin peşine düşme.» Yine : «Hak­ kında bilgi sahibi olmadığın şey»'den m aksat da : «Aksi, sana malum olmayan şey» olabilir. Bu durum da, ayet, zannı içine almaz. Çünkü sadece, aksi bilinmemekte ve vehme, dilmektedir. İkinci ayette ise, zannın yerilmesi, sadece bazı vakit­ lerde ona tâbi olunduğundan dolayı değildir. Bilakis, on­ ların, her zaman zanna tâbi olup, hiçbir vakit ilme tâbi olm am alarından dolayıdır. Bunun da yerilen bir davra­ nış olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Çünkü, böyle bir dav­ ranışta kati olarak bilinen şeyleri de terketm ek sözkonusudur.

25 i


YALNIZCA KUR’AN’IN YAZILMASINI EMİRDEKİ HİKMET Madem ki, Hz. Peygamber K ur'an'ın yazımım hucciyetini tesbit etm ek için em retm iş ve yazı da, katiyyet ifade etmiyorsa, böyle bir em rin verilmesindeki hikmet ne ola­ bilir? Aynı şekilde, sünnetin yazılmasının istenmemesindeki hikmet ne olabilir? diye sorulacak olursa, buna şöy­ le cevap veririz : K ur'an’ın yazılmasına dair emirdeki hikmet; ayetle­ rin tertibini izahtır. Bu itibarla âlimler, bu tertibin Ceb­ rail (a.s.) tarafından, Rasulullah (s.a.s.)'a getirildiğinde ve tevfikî olduğunda ittifak etmiştir. Bir diğer hikm et ise; sûrelerin tertibini beyandır. Kuvvetli ve tercih edilen görüşe göre sûrelerin tertibi de tevfikîdir. Biz, yazının, herhangi bir şeyi tespit yollarından biri oluşunu inkâr etmiyoruz ne var ki, bu yöntem, bırakın lafzî tevatürü, m ücerred sözlü rivayetten dahi zayıf bir yöntemdir. Ancak, daha kuvvetli bir tespit yöntemiyle birleştiği zaman herhangi b ir hususun zabtında te'kid ara­ cı olabilir. Diğer taraftan, K ur'an'ın yazımına ihtiyaç gösteren, daha başka unsurlar da vardır. Bunlar, şöylece sıralana­ bilir : Kur'an, Allah'ın kitabı ve Kıyamete kadar bütün m ahlûkata gönderilmiş b ir elçi olan, Hz. Muhammed 253


SÜNNET HAKKINDA KÎ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

(s.a.s.)'in en büyük mucizesi olması hasebiyle, O'nun zab­ tındaki te'kidi artırm ak. Zira, O, Hz. Peygamberdin muci­ zeleri arasında, sonraki nesillere, O'nun nübüvvetini ispat eden en kati ve en açık bir delil olarak kalacaktır. B ir dihusus. Kur'an'ın, îslâm şeriatının esası olmasıdır. Şarîin delil olarak itibar ettiği diğer asıllar da ona racidir. İtikada ve furua ait ana meseleler de K ur'an'da tespit edil­ miştir. Bu nedenle, K ur'an'ın yok olup, kaybolması, bütün bu hususların da ortadan kalkmasını ve şeriatm yok ol­ masını intaç edecektir. Aynca, Allah Tçâla, gerek namazda ve gerekse, namaz dışındaki ibadetlerimizde, O'nu okum a­ mızı bizden istemiş, birtek harfini dahi değiştirmemize izin vermemiştir. İşte Kur'an, bu son derece önemli mevzuları ihtiva et­ tiğinden dolayı, Şâri olan Allah Teâla, Ona çok büyük bir önem vermiş, O n u kendi gözetimine almıştır. Bu sebep­ le de, insanların, sübutu konusunda tam am en m utm ain olmaları için, lafızlarını v e metnini, önemli önemsiz, kuv­ vetli zayıf, m üm kün olan her türlü tespit vasıtalarıyla detmiş, kıyamete kadar gelecek olan insanların elinde bu­ lunmasına imkan hazırlamıştır. Aynı şekilde, Kur'an'ın m analarını da, O'nun şarihi olan, Sünnet vasıtasıyle m u­ hafaza buyurm uştur. Hadislerin birbirleri ile m ünasebeti bakım ından bir tertip sözkonusu olmadığından sünnet, tanzim nokta-i na­ zarından K ur'an gibi değildir. Sünnet, mûcize de olm a­ dığı gibi, Allah Teâla, lafızlarını okum ak suretiyle ibadet etmemizi de bizden istememiştir. Hakiki manasını ko­ rum ak şartıyle, lafızlarının değiştirilmesine müsade edil­ miştir. Çünkü, Sünnetin gayesi kitab-ı izah etmek ve hü­ kümlerini vuzuha kavuşturm aktır. Binaenaleyh, bu am a­ cın gerçekleşmesinde, m ananın anlaşılması yeterlidir. An­


SÜNNET M ÜDAFAASI

lam bozulmadık t an sonra, lafızların Rasulullah (s.a.s.)'dan sadır olması ile, b ir başkasından sadır olması önem arzetmez. Kur an, diğer delilerin tesbitinde, itikad esaslarının tayini ve furûa ait temel prensiplerin ortaya konmasında, bize yeterli olm aktadır. Bundan dolayı Şârî, K ur'an'a gös­ terdiği ihtimamı, sünnete göstermemiş, O n u n naklinde bir tek delili, yani, sözlü rivayeti yeterli bulm uştur. Eğer, sözlü rivayet, yazım ve tevatür gibi bütün tespit vasıtaları bir arada bulunm uş olsa, bu taktirde aliyyü'l-âlâ olur. Bütün bunların yanında, Kur an'm hacmi ile, göre­ vi O nu açıklamak ve izah etmek olan Sünnetin hacmi arasındaki, apaçık farkı da gözardı etm em ek lazımdır. Bi­ lindiği üzere, şerh, her zaman, şerh edilenden daha ha­ cimli ve daha kabarık olur. Adeten, hacmi küçük olan şeyin ise, bütün nakil im kanları ile nakli daha kolaydtr. Ama, hacmi kabarık olan şey böyle değildir. Özellikle de, Ümmi bir toplum olan. Arapların bu şeyi nakletm eleri söz konusu olunca. Yine Sünnetin, Rasulullah (s.a.s.) m söz, fiil ve takrirlerinden meydana geldiği göz önünde bulun­ durulunca, bütün tespit vasıtalarıyle zabtı güçleşmekte­ dir. Rasulullah (s.a.s.)’ın her halinde, tevatür derecesinde bir kitlenin ve yazma im kanına sahip b ir grup sahabinin, O'nunla birlikte bulunması m üm kün değildir. Binaen­ aleyh, her duyduklarını ve müşahede ettiklerini, kendile­ rinden sonrakilere veya yanlarında bulunm ayanlara, hem yazılı ve hem de sözlü tevatür yoluyla bildirmeleri ne m üm kün ve ne de zorunludur. Bilâkis, Rasulullah (s.a.s.)'m, bazen, bir sözü ya da ey­ lemi, okuma yazma bilmeyen bir tek sahabinin önünde vukubulmuş ve b ir daha da, Hz. Peygamber, onu tekrar­


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

lamamış olabilir. Ama, K ur'an'da durum böyle değildir، Çünkü, Rasulullah (s.a.s.), ayet ve sûreleri m uhtelif kitlele­ rin huzurunda okuyordu. Bu kitlelerin içerisinde okuma yazma bilen de, bilmeyen de bulunabiliyordu. Yine, K ur an ayetleri, Hz. Peygamber tarafından farklı zaman ve ze­ minlerde hiçbir değişikliğe uğratılmadan, birtek lafızla tek rar ediliyordu. İşte, b ü tü n bunlardan dolayı, K ur'an'ın zabt ve naklinde, nakil vasıtalarının hepsini bir arada bul­ ma im kânı söz konusu olm uştur.

256


SÜNNETİN YAZIMININ YASAKLANMASI O'NUN DELİL OLMADIĞI ANLAMINA GELİR Mİ? Şayet; «Mesele, yalnızca, sünnetin yazılmasını emretmemekle kalmış olsaydı, söyledikleriniz iknaya yeter, şüpheleri giderebilirdi. Ne var ki, mesele, bununla kalm a­ mıştır. Bilakis, sünnetin yazımının yasaklanmasına, hatta, daha önce yazılmış olanların yok edilmesine kadar uzan­ mıştır. İşte bu da, Hz. Peygamber'in, sünnetin sonraki nesillere nakledilmemesini istediğine bir delil teşkil eder. O'nun bu arzusu ise, sünnetin hüccet olamıyacağı neti­ cesini doğurur. Zira, hüccet olsaydı, nakil yollarından her­ hangi birisiyle nakline asla engel olunmazdı» denilecek olursa, şöyle cevap veririz : Daha evvel de izah ettiğimiz üzere, yazılı bulunm ak delil'in şartlarından değildir. Üstelik, yazı katiyyet de ifa­ de etmez. Bir anlık, yazının katiyyet ifade ettiğini kabullensek bile, delilin kati bir yolla tespit edilmiş olma zara- ‫؛‬ reti yoktur. Bu münasebetle, Hz. Peygamber'in sünnetin yazımını yasaklamış olması, suret-i katiyyede ne O'nun naklini istemediğine ve ne de sünnetin hüccet olamıyacağma delil teşkil etmez. Rasulullah (s.a.s.), bu yasağın he­ men ardından, daha etkili ve kuvvetli b ir nakil yoluyla, hadislerinin rivayet edilmesini emretmişken, nasıl olur da, söz konusu yasağının, sünnetin hüccet olamıyacağma delil teşkil ettiği ileri sürülebilir? Müslim'in, Ebu Said el-Hudrî (r.a.) tarikiyle rivayet ettiği bir haberde, Hz. Pey­ gamber'in; kendisine kasten, yalan isnadında bulunan kimselere, şiddetli bir azabı vadettiği de unutulm am alıdır. 257


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

Buhari ve Müslim'in Ebu Bekir (r.a.) tarikiyle yap­ tıkları bir rivayette ise, Hz. Peygamber şöyle dem ektedir : «Burada bulunanlar, bulunm ayanlara (sözlerimi) iletsin. Zira, sözümü duyan birisi, onu kendisinden daha iyi kav­ rayacak birisine ulaştırm ış olabilir.» ٠

İmam Ahmed'in, Zeyd b. Sabit'ten yaptığı bir ri­ vayette de : «Bir hadisimizi işitip te, onu bir başkasına nakledinceye kadar belleğinde tutanın, Allah yüzünü ak etsin. Nice kimseler vardır ki, kendilerinden daha fakih olanlara fıkıh (malzemesi) aktarırlar. Nice fıkıh (malze­ mesi) taşıyanlar vardır ki, fakih değildirler.» buyur­ m uştur. ٠

Tirmizi nin, İbn Mes'ud kanaliyle yaptığı bir riva­ yette de : «Bizden birşey işitip de, duyduğu gibi onu, baş­ kalarına ileten kimsenin, Allah yüzünü, ak etsin. Kendile­ rine haber iletilen, nice insanlar var ki, O'nu bizzat işi­ tenden çok daha iyi kavrarlar.» demiştir. ٠

İm am Ahmed, Cûbeyr b. M ut’îm tarikiyle yaptığı bir rivayette ise, Hz. Peygamber'in şöyle dediğini kaydet­ m iştir : «Allah sözümü işitip, belleyen, sonra da onu işitmeyenlere nakleden kimsenin yüzünü ak etsin. Zira, nice fıkıh (malzemesi) taşıyanlardan, çok daha fakih olan kim ­ seler vardır,» ٠

B uhari’nin kaydettiği bir rivayette ise, Hz. Pey­ gamber, Abdü’l-Kays heyetine, bir takım tavsiyelerde bu­ lunduktan sonra şöyle demektedir : «Bunları iyi belleyin ve (memleketinize) döndüğünüz vakit hemşehrilerinize iletin.» ٠

İmam Şafii'nin Ebu Rafi'den yaptığı bir rivayet­ te ise : «Sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış bir vaziyette, ٠


SÜNNET M ÜDAFAASI

bir emrin veya yasağın kendisine ulaşıp da : Biz anlama­ yız, Allah'ın kitabında ne buluyorsak, sadece ona, tâbi oluruz, derken görmeyeyim.» demiştir. Bu kabil rivayet­ leri daha da çoğaltmak m üm kündür. Hz. Peygam berin, hadislerin ezberlenip, rivayet edil­ mesini emretmesiyle, kendisine yalan isnad edilmesine karşılık şiddetli bir cezayı va'detmesi; diğer taraftan, sün­ nete muhalefet etmekten sakındırarak, hem işitenler ve hem de, kendilerine iletilenler için, O'nun ne kadar önem­ li bir konum unun olduğunu vurgulaması, sünnetin ina­ nanlar için büyük faydalar içeren bir hüccet olduğunun en açık delilidir. Daha önce zikrettiğimiz rivayetlerde geçtiği üzere, Hz. Peygamber'in, hadislerin tebliğini em rettikten sonra : «Nice fıkıh (malzemesi) taşıyanlar vardır ki, fıkıh ne­ dir bilmezler. Ve yine, nice fıkıh (malzemesi) taşıyanlar vardır ki, onlardan çok daha fakih olanlar vardır.» buyur­ ması, sünnet'in dinde bir hüccet ve şer'î hüküm lerde bir kaynak olduğuna en güzel bir delildir. Rasulullah'm bu sözü; hadisleri bizzat işiten kimselerin, onları, sonraki nesle iletmelerindeki gayenin, bu neslin hadislerin içer­ diği fıkhı ve şer'î hüküm leri istinbat etmelerine imkan verme anlamı*taşır. Bu ise; hadisler hüccet kabul edil­ meden, tazammun ettikleri hüküm ler tespit edilmeden, m üm kün değildir. Zerre kadar aklı ve imanı olan birisi, Hz. Peygamber'in, hadislerin rivayet edilmesine dair em­ rini, bir takım idareci ve sultanların, m uhataplarını tesliyeye ve meclislerde konuşm a mevzuu edilmeye yönelik irad ettikleri em im âm elerine kıyas edemez. Allah Rasulu (s.a.s.), ümmetine oyun ve eğlence olacak, onlara hiçbir fayda sağlamayacak şeyleri em retm ekten çok yüce ve beıridir.


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

işte, im am Şafii (r.a.)'nin, Ibn Mesud hadisini yorum ­ larken kaydettikleri de, bizim kanaatlerimizi destekle­ m ektedir : «Hz. Peygamber, sözlerine kulak verilip, ez­ berlenilerek, onlann, başkalarına iletilmesine teşvik et­ tiğine göre; bu, Rasulullah (s.a.s.)'m, ancak duyan kimse­ ler için hüccet teşkil edecek nitelikteki şeylerin, kendi­ sinden nakledilmesini, emrettiğine delalet eder. Binaen­ aleyh, Rasul'den ancak, yerine getirilmesi icab eden bir helal veya kaçınılması gereken b ir haram ya da tatbik edi­ lecek b ir had (ceza-i müeyyide) yahut, alınıp verilecek bir mal, yahut da, din ve dünyaya müteallik b ir nasihat tebliğ edilebilir. Ayrıca bu; fakih olmayan ve fıkhına eremediği halde hadisleri ezberleyen kimselerin de fıkhî (nitelikli hadisleri) nakledebileceklerine delalet eder.»35 Üstelik, Rasulullah (s.a.s.)'a yalan isnad edilmesi ne­ den büyük b ir günah telâkki edilmiş ve bunun üzerine çok şiddetli bir cezanın terettüp edeceği va'dedilmiştir? Başkalarına isnad edilen yalan da haram olmasına karşın, böyle değerlendirilmemiştir. Başkalarına yalan isnadı ile, Rasulullah (s.a.s.)'a yalan isnadı aynı düzeyde bir cürüm olsaydı, bunun ayrıca zikredilmesinin bir hikmeti olmazdı. Şüphesiz, Rasulullah (s.a.s.)'m, kendisine yalan isnad edilmesine, özellikle işaret etmesi, bu cürüme karşılık şiddetli bir azabı müjdelemesinin, bir hikmeti vardır. Çünkü, böyle bir durum, şeriat hükümlerinin tebdilini, helâlin haram , haram ın da, helâl telakki edilmesini in­ taç eder. Böyle b ir tehlike ise; Sünnetin hüccet oluşun­ dan ve şeriat hüküm lerine kaynak teşkil etmesinden ileri geliyor. Bu görüşümüzü, Buhari ve Müslim'in, Muğire (r.a.) kanalıyla yaptıkları şu rivayet de doğrulam aktadır. Rasu35

Eş-Şafiî, Er-Risâle, s. 462.

260


SÜNNET MÜDAFAASI

lullah (s.a.s.) şöyle buyurm uştur : « ‫ﺳﻬﻢ‬ isnad edilen yalan, herhan^ birine isnad ‫م‬ gibi değildir. Kim, kasten, bana yalan isnadında bulunursa, cehennemdeki yerine hazırlasın.» Bu meyanda, ayrıca, Müslim Ebu Hureyre (r.a.) den şunu rivayet etmiştir: «Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştu r : «Ahir zamanda, yalancılar, deccallar çıkacak. Ne sizlerin ve ne de, babalanmzm duymadığı hadisleri size getirecekler. Aman onlardan sakının, sizi saptırmasınlar, sizi fitneye düşürmesinler.» Allah için soruyoruz; Hz. Peygamber'in hadisleri, dinde hüccet olmasaydı, O'na isnad edilen uydurm a hadislere karşı, sakındırm anın ne anlamı olurdu? Niçin böyle bir durum, fitne ve sapıklığı beraberinde getirirdi? Şayet hadisleri rivayetteki gaye, Arapların ve diğer milletlerin haberlerini ve bir takım şiirleri rivayette olduğu gibi, mücerced, teselli ve eğlence olsaydı; bu noktada, yalancı ile doğru söyleyenin eşit olması icap etmez miydi? Aralarında bir fark olsa bile, bu, fitne ve sapıklıktan, hassasiyetle sakındıracak kadar büyük b ir fark olur muydu? Özet olarak, buraya kadar z^rettiklerim izin hepsi, sünnetin hüccet olduğunu apaçık ortaya koymaktadır. Bütün bunlar, akıl ve idrak sahibi olanların yanında, Hz. Peygamber’in bizzat kendi açıklaması mesabesindedir. Ve O nun, sünnetin nakil ve muhafazasına olan rağbetinin bir ifadesidir. Bunlar ortadayken, nasıl olur da Rasulullah (s.a.s.)’ın sünnetlerinin k o k m a s ı n a önem vermediği; binaenaleyh dinde hüccet olamayacağı iddia edilebilir? Fakat, Allah Teala şöyle b u ^ r m a k ta d ır : «Elbette sen, ölü-

lere ،duyuramazsm; arkalarım dönüp giden sağırlara daveti işttiremezsin. Ancak, (can-ı gönülden) teslimiyyet gösteren ve ayetlerimize inananlara duyurabilirsin.»36 36 Rûm, 52-53.


SÜNNETİN YAZIMINA GETİRİLEN YASAĞIN HİKMETİ Eğer şimdiye kadar, K ur'an'm yazılmasıyla, sün­ netlin kaydedilmemesine ilişkin emrin hikmetlerini beyan ettiniz. Ne var ki, söyledikleriniz, sünnet'in yazımını ya­ saklamanın da bir gerekçesi olamaz. Çünkü, O'nun m u­ cize olmayışı, okunmak suretiyle ibadet edilmeyişi, Kur'an'm izahı ve açıklayıcısı konum unda bulunması, yazımı­ nın yasaklanmasına bir neden teşkil etmez. Bu, olsa olsa, ancak, sahabenin yazıp yazmamada serbest bırakılmasını icab ettirebilir. Ayrıca, siz sünnetin hüccet oluşuna dair delillerden hareketle, söz konusu yasağın, O n u n hücciyetini iptal edemiyeceğini ileri sürdünüz. Fakat, yasakla­ manın da bir nedeni olması gerekmez mi? Bunun ne ol­ duğunu bize izah edebilir misiniz?» denilecek olursa, şu şekilde cevap veririz : Âlimlerimiz yasağın hikmetine dair, birkaç görüş ile­ ri sürm üşlerdir. a) Hz. Peygamber, Sünnet'in, K ur'an'a karıştırılm a­ sı endişesiyle, ashabı bundan men etmiştir.37 Bu noktada şöyle bir itiraz vaki olabilir: «Böyle bir karışıklığın herhangi bir zararından bahsedilemez. Zira, Kur'an da, Sünnet de, şer'î hüküm lerin kaynağıdır. Bina­ enaleyh, bizim için önemli olan, hüküm ler tesbit edilir­ ken dayandığımız delilin Rasulullah'tan sadır olmasıdır. 3? Tevcihu’n-Naz&r, s. 5,


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

Bunun Kur an veya sünnet olması o kadar önemli değil. Yeter ki, bu ikisinden başka birşey olmasın.» Bu itiraz, m akul değildir. Çünkü Kur an pekçok ba­ kımdan, Sünnetten temayüz edip ayrılmıştır. Herşeyden önce, tilaveti ibadettir. îcazı ile, Peygamber'in elçiliğine delalet etmesi, kıyamete kadar baki kalacak b ir keyfi­ yettir. Bu itibarla, O, her ne kadar, hüccet olma bakı­ mından, sünnetle bir birliktelik ifade ediyorsa da, ayrıl­ dığı noktalardan dolayı, m utlaka sünnetten farklı değer­ lendirilmesi gerekir. Yine : «K ur'an'm icazı O'nun sünnetten farkedilmesi için yeterlidir. Ayrıca yazıyla temyizine gerek yoktur.» şeklinde b ir itiraz gelebilir. Ancak, bu da tutarlı bir itiraz olamaz. Çünkü; K ur'an'm icazını, ancak, Arap belagatı­ nın zirvesinde olduğu ilk devirlerdeki, belagatta otorite olmuş kimseler anlayabilir. Fakat, hangi asırda olursa ol­ sun, belagatla ilgisi olmayanlar —ki bunlar hep çoğun­ lukta olm uştur— O n u sünnetten ayırt edemezler. Özellik­ le de, kavli sünnetin, Arab'ın en fasihi ve beliği b ir zattan sadır olduğunu ve neredeyse belagat bakım ından K ur'an'a yakın bulunduğunu nazar-ı dikkate aldığımız vakit, bu­ nu daha iyi anlayabiliriz. Bu nedenle, Sünnetle K ur'an'ı birbirinden temyiz edebilmek, sâdece parm akla gösteri­ len belagat ve beyan ustalarının işidir. Belagatla ilgisi bu­ lunmayanlar, K ur'an'm icazını kendiliklerinden kavrayamazlar. Onlar bunu ancak, Hz. Peygamber'in, belagat ve fesahat ustalarına, K ur'an'm en kısa sûresinin b ir ben­ zerini yapm aları yolundaki meydan okumasından hare­ ketle farkedebilirler. Bu şekilde K ur'an'm icazı tespit edil­ diği vakit, Onlar için, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Peygam­ berliği de sabit olmuş demektir. Binaenaleyh* bu durum ­ da, O'nun şu sûre veya şu ayet, ya da şu kelime Kur'an'264


SÜNNET MÜDAFAASI

dandır diye haber verdiğinde doğru söylediği bedihi olur. Peygamber'in bu şekilde haber vermesi de, Arap —Acem beliği— beliğ olmayanı bütün üm m et için, K ur'an'm , Pey­ gamber'in dışında b ir kaynaktan geldiğini ortaya koyma­ ya yeter. Pek tabii olarak, Rasulullah'm bizzat haber vermesi yalnızca kendi asrındakiler için m üm kündür. Bütün üm ­ met için böyle bir şey söz konusu değildir. Bu nedenle, Hz. Peygamber, K ur'an'ı işitenlerin iyice belleyememesi, insanlar arasında tam am en yayılmaması sebebiyle, uzun zaman sonra, O'nda birtakım karışıklıkların meydana gel­ mesinden endişeleniyordu, özellikle de ayet, kelime veya harflerinin karıştırılm ası O'nu tedirgin ediyordu. İşte bu yüzden, K ur'an'm yazılmak suretiyle, kendisinden sadır olan diğer sözlerden temyiz edilmesine şiddetle özen gös­ teriyordu. Bu itibarla, K ur'an herkes tarafından güzelce öğrenilip, halk arasında yayılıncaya ve diğer sözlerden tefrik edilebilir hale gelinceye kadar, herhangi b ir ihti­ laf vukuunda ya da birisinin hata etmesi halinde kalaba­ lık halk kitlelerinin sözkonusu hata ve ihtilafları düzel­ tebilecekleri b ir konum a gelinceye kadar yazıyı sadece K ur'an'a tahsis etm iştir. Ne zaman ki, bu konum a gelin­ diğine kanaat getirmiş, işte, o zaman sünnetin yazılma­ sına müsade buyurm uştur. Nitekim bu konuya ileride değinilecektir. b) Rasulullah, sünnet'in yazımını; Sahabenin yaz­ dıklarına güvenerek, gevşemeleri, bu nedenle de en belir­ gin vasıfları olan, ezberleme hassalarm ı ihmal etmeleri sonucunda, bu melekelerinin giderek zayıflaması endişe­ siyle yasaklamıştır.38 38 Es-Suyuti. TeUr'ibu’r-Ravi, s. 150.


SÜNNET HARKINDAKİ ŞÜPHELER VE CEVAPLARI

Yazıya dayanıp, güvenerek ezberlemeyi ihmal etm e­ nin, ilmin kaybolmasında ne derece etken olduğu herkes­ çe m alum dur. Bunu daha evvel izah etmiştik. Bundan ötürü, yazım yasağı, yalnızca hafızası kuv­ vetli, unutkanlıktan emin olan kimselere getirilmiştir. Bu­ nun yanında, Ebu Şah kıssasında değinileceği üzere, hafı­ zası zayıf olanlara izin verilmiştir. Aynı şekilde, kuvvet­ li bir hafızaya sahip olup da, çok sayıda hadis topladı­ ğı için, hepsini ezberlemekte güçlük çeken, Abdullah b. Amr gibilerine de m üsade edilmiştir. Eğer; «hafızanın zayıflamasına, ilmin yok olup git­ mesine neden olacak kadar, yazıya güvenip gevşeme, K ur'an için de söz konusudur. Bu taktirde, niçin O'nun yazımı yasaklanmamıştır?» denilecek olursa, şöyle deriz : Burada, K ur'an söz konusu olunca, bu hikmetle çe­ lişen ve K ur'an'm yazılmasını gerektiren birtakım sebep­ ler vardır. Öyle ki bu sebepler, sözkonusu hikmete ağır basmış, O na üstün gelmiştir. Binaenaleyh, K ur'an yazıl­ dığı vakit meydana gelebilecek zararları bertaraf etm iş­ tir. Bilindiği gibi bu sebepler, K ur'an'm icazı ve kıraatiyle ibadet olunması keyfiyetidir. Bundan başka daha önce temas ettiğimiz hususlardır. Böylece, K ur'an'm niçin ya­ zılmasının emredildiğini anlamış oluyoruz. K ur'an'm yazımından doğabilecek olan, zararların gi­ derilmesi ise şu nedenle m üm kündür : Bir defa, Kırati ile ibadet edilmesi şartı, mükellefin onu ezberlemesini ge­ rektirir. Ayrıca O'nun yazımı, icazı, nazmının akıcılığı, üs­ lûbunun cazibesi gibi hususlar da, yazanı ezberlemeye teşvik eder.

c) İslâm 'ın ilk devirlerinde yazma bilenlerin oranı oldukça azdı. Bu da, ehemmi mühimme tercih ederek, 266


SÜNNET MÜDAFAASI

yazı bilenlerin gayretlerini K ur'an'm yazımına teksif et­ melerini ve ondan maadasını yazmakla uğraşm am alarını icap ettirmiştir.39 Bu yüzdeiı, yazma bilenler artınca. Rasulullah (s.a.s.) hadislerin yazılmasına izin vermiştir. Nitekim, Abdullah b. Amr'a söylediği ile, ölüm döşeğinde iken yazmaya ni­ yetlendiğine dair rivayetler ileride gelecektir. d) Ashab, istenilen düzeyde yazı bilmedikleri için, kelime ve harfleri güzelce yazamamaktan mütevellit, sün­ netlerin kaydında hata etmeleri endişesiyle, yazmaktan menedilmişlerdir.40 Buna göre, Hz. Peygamber'in yazmamalarını istediği kimseler, güzel yazı yazamayan kimselerdir. Bu işi iyi be­ cerenlere ise müsade edilmiştir. Buna, belki şöyle bir itirazda bulunulabilir : «Sün­ netlerin yazımındaki yasağın tesbitinde yegane delil, Ebu Said el-Hudrî'nin rivayetidir. Ondan ilk bakışta anlaşılan ise, Sünneti yazmaları yasaklanan kimselere, K ur'an'ı ya­ zabilecekleri yolunda izin verilmiş olduğudur. Eğer, ya­ sağın illeti, yazıda meydana gelebilecek hata endişesi ise, onların K ur'an'^ yazmalarına, nasıl müsade edilebilir? Bunun makul olduğunu ispatlayabilmek için, Ebu Said rivayetinden ilk bakışta anlaşılanın tersini ispat etmek mecburiyeti vardır.

39 Miftahu’s-Sürme, s. 17. 40 Ibn Kuteybe, Te،vil-ü Muhtelefi’l-Hadis. s. 366‫ ؛‬Tevcihüo-Nazar, s. 10.

267


SÜ N N ETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

Sünnetin yazıyla tespit edilmemiş olmasından dola­ yı hüccet olamıyacağı şeklindeki şüpheyi kökünden yok edecek diğer‫ ؛‬b ir husus da, Hz. Peygamber'in sünnetin ya­ zımına izin vermiş olmasıdır. İbn Abdilberr, Abdullah b. Müemmil, îb n Cûreyc ve Ata tarikiyle, Abdullah b. Amr'ın şöyle dediğini rivayet e tm iş tir: «Rasulullah (s.a.s.)'a ilnıi kaydedeyim mi, diye sordum bana; «Evet kaydet,» cevabım verdi. Ata, «ilmin kaydedilmesi nedir?» diye sormuş, Abdullah da, «yazıl­ masıdır,» karşılığım vermiştir.41 Başka bir rivayette ise : Abdullah îbn A m r : «Ey Allah'ın Rasulu! îlm in kaydedilmesi ne demektir? diye sormuş. Rasulullah (s.a.s.) da : «yazılmasıdır,» şeklinde cevap vermiş tir .42 Aynı rivayeti, îb n Ku teybe de, îb n Cû­ reyc ve Ata tarikiyle kaydetmiş, «îlm»den m uradın «ha­ dis» olduğunu söylemiştir.43 İmam Ahmed de, Abdullah b. Amr'm şu sözünü riva­ yet etm iştir : «Rasulullah'tan her duyduğum şeyi yazıyor ve ezberlemek istiyordum. Kureyşliler, beni bundan men ettiler ve «Sen Rasulullah'tan her işittiğini yazıyorsun. Halbuki O'nun, neşeliyken de, sinirli halinde de konuş­ tuğu oluyor, dediler. Ben de, yazmaktan vazgeçtim. Bi41 îbn Kuteybe, Te’vil-i Muh telef il-H adis, s, 365. 43 İbn Abdilberr, Cami-u Beyani’l-İlm, c. 1, s. 70-71.


SÜNNETİN Y A Z î^ N A MÜSADE EDİLMESİ

lahere konuyu, Rasulullah'a açtım bana : «Yazabilirsin. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben yalnızca hakkı konuşurum» dedi. îbn Abdilberr ise, aynı rivayeti şöyle k ay d etm iştir: «Ey Allah'ın Rasulu! Senden her duyduğumu yazabilir miyim? dedim. Evet, ^ a b i l i r s i n , buyurdu. Peki, neşeli olsanız da, sinirli olsanız da mı? dedim. Yine : «Evet, çünkü, ben herhalükarda haktan başka birşey söylemem,» karşılığını verdi.» Eğer; İbnü'l-Müemmil ve îbn Şuayb tarikleri ihticacta bulunulacak nitelikte değildir, çünkü îbn-û Main, En-Nesai, Darekutni ve el-Münzirî, Îbnu'l-M üem m irin zayıf olduğunu söylemişlerdir. Ebu Hatim'le Ebu Zur'a hadişte kavi olmadığım belirtirlerken, îb n Main'den hadis!erinin tam am ının m ünker olduğu nakledilmiştir. Keza, îm am Ahmed'in de aynı kanaatte olduğu nakledilirken, îbn Adi, hadislerinin tam am ının zayıf olduğunu söylemîştir. îbn Şuayb, Ebu Davud'a; Amr'm babası vasıtasıyla, dedesinden yaptığı rivayetler, dinde hüccet olabiü r mi?» diye sorulduğunda, O nun, «Hayır, delil olmalarınm sözü bile edilmez,» diye eevap verdiğini, söylemiştir. Yine, îb n Şuayb; Ahmed b. Hanbel’in : «Hadisçilerin, Amr'in babası vasıtasıyla dedesinden naklettiği haberleri bazan kabul edip, bazan da etmediklerini söylediğini, haber vermiştir. —Tabii ki, bununla, Amr b. Şuayb'm haÜndeki endişelerini kastediyor— Abdülmelik b. Meymun ise; Ahmed b. Hanbel'in, «Amr b. Şuayb'm, babası kanalıyle, dedesinden yaptığı pek çok m ünker haber vardır. Biz, hadislerini, sadece öğüt almak maksadıyla yazardık. Hüccet olmaları ise, asla m üm kün değildir.» dediğini haber vermiştir. Ayrıca, Yahya b. Said el-Kattan da, hadislerinin zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. Abbas 270


SÜNNET MÜDAFAASI

ise, Ibn Main'in : «Şayet babası vasıtasıyia dedesinden rivayet ederse, bu haberi kitaptan almış demektir. (Zayrf olması da buradan ileri gelmektedir). Fakat, Said veya Süleyman b. Yesar ya da, Uruc kanalıyla rivayet ederse, o zaman, sikadır. Veya öyle kabul edilebilir.» dediğini, E ylem iştir. Ibn Ebi Şeybe de : «İbnu'l-Medini'ye, Amr b. Şuayb'm durum unu sordum, bana : «Eyyûb ve Ibn Cûreyc kanalıyla gelen rivayetlerinin hepsi, sahihtir. Ama, babası kanalıyla dedesinden naklettiklerini b ir kitaptan alm ıştır. Dolayısıyla za^nftır.» karşılığını verdi» demiştir. Kaldı ki, İbnu'l-Müemmil ve Amr b. Şuayb'ın bu tarikiyle, sadece cerh ve ta'dil de gevşek davranan bazı son devir âlimleri ihticacta l^ u m m ış la rd ır. Bildiğimiz kadarıyle, rivayetin üçüncü b ir isnadı da yoktur. Binaenaleyh haber sahih değild‫؛‬r.»44 denilecek olursa, cevabımız şu olur ‫؛‬ ibn Sa'd, Ib m ı'l- ^ e m m il'in «sika» olduğunu söylemiştir. Ibn Huzeyme, Ibn Hıbban ve daha başkaları ise, hadislerini sahih b ^ m u şla rd ır. Ibn Main de iki rivayetin de sika, birinde zayı£ olduğunu E ^ m i ş t i r .4 5 Görülüyor ki, imamlar, cerh edilip (Eilmeyeceğinde ihtilaf etmişlerdir. Cerhedenlerden bir kısmı ise, hadislerinin tamamını* terketmemişler, bilakis bazısını kabul etmişlerdir. Ayrıca; özellikle o 'n u n bu rivayetini, Ibn Abdilberr ve ez-Zehebî'nin, Abdulhumeyd b. Süleyman, Abdullah b. el-Müsenna ve Sümame tarikiyle, Enes (r.a.) den merfu olarak rivayet ettikleri : «ilmi, yazıyla kaydediniz»46 şeklindeki hadis de, deteklem ekted ir. 44 M ecelletûT-M enar, yıl 10, sayı 10, s. 765-766. 45 El-M unzlrl, et-Tergib ve’t-Terhib, c. 4, s. 2Sö. 46 İbn Abdilberr, Cami-U B eyaniT-îlm , c. 1, s. 72‫ ؛‬Ez-Zehebl, El-M izan, c. 2, s. 95. 271


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

İbn Main, İbnu'l-Medinî, en-Nesaî ve D arekutnî’nin Abdulhumeyd'i zayıf bulmalarının buna b ir tesiri ola­ maz. Zira, Ebu Davud ve daha başka kimseler, O’nun sika olduğuna hükmetmişlerdir. Enes (r.a.) rivayetini ise, Hakim-i Tirmizi nin yaptığı, merfu bir rivayet de destekle­ mektedir. ٠ İbn Şuayb'a gelince; Zehebî, O nun, zamanının alimlerinden birisi olduğunu söylemiştir.47 İbn Main, İbn Raheveyh ve Salih b. Cezre ise, sika olduğunu belirt­ mişlerdir. El-Evzaî de; «Amr b. Şuayb’dan daha kâmil bir Kureyşli görmedim, Mekhul otururken, O, bana hadis rivayet etmiştir» demiştir. İshale b. Raheveyh de : Amr b. Şuayb'ın, babası kanalıyla, dedesinden yaptığı rivayet­ lerin Eyyub'un Nafi vasıtasıyla İbn Ömer'den yaptığı ri­ vayetler mesabesinde olduğunu söylemiştir. Ebu Hatim ise : «Amr’ın babası kanalıyla dedesinden naklettiği ri­ vayet, Behz b. H akim ’in babası aracılığıyla, dedesinden naklettiği rivayetlerden, bana çok daha sevimlidir» de­ miştir. Ayrıca O, Yahya b. Main’e, Amr b. Şuayb'ın duru­ m unu sorduğunu, O'nun da kızarak : «Ben ne diyeyim ki? İmamlar, ondan rivayette buulnmuşlardır.» şeklinde cevap verdiğini söylemiştir. İbn Main’in, O'nu sika bul­ duğunu nakledenlerden bazıları da, Abbas ve Muaviye b. Salih'tir. İshak b. Mansur, Ebu Ya'kub el-Mervezî, el-Kevsec de, O'nun : «Amr'm hadisi yazılır» dediğini nakletmiştir. Ebu Zür'a ise : Kendisinin sika olmasına k a r­ şın, O'ndan gelen m ünker haberlerin ekseriyetinin, el-Müsenna b. es-Sabah ve İbn Lûheya'dan kaynaklandığını be­ lirtm iştir. Yahya b. Said el-Kattan da; Ondan sika bir ravi rivayette bulunm ası şartıyla, haberinin hüccet ola­ cağı görüşüne kail olm uştur.48 ٠

47 48

Ez-Zehebi, El-Mizan, c. 2, s. 269 A.g.e. s. 291. 272


SÜNNET MÜDAFAASI

İm am Ahmed'den, nakledilen hadisiyle ihticacta bulunulamıyacağı şeklindeki görüş şayet sahih ise, O n u n bu konudaki tereddüdünün b ir ifadesidir. Kesin kanaati­ nin bir sonucu değil. Nitekim, bilahere bu tereddüdü kalkmış ve hüccet olduğu görüşünü belirtm iştir. ٠

İm am Ahmed'in söz konusu görüşünün tereddüdün den kaynaklandığına, El-Esrem 'in şu sözü delalet et­ mektedir : «Ahmed b. Hanbel'e, Amr b. Şuayb'ın durum u sorulduğu vakit : Bazan, hadisleriyle ihticacta bulunuyo­ ruz. Fakat, bazen de kalbimizde, b ir şüphe belirdiği olu­ yor, demiştir. »49 İmam Ahmed'in söz konusu endişesinin kalkıp, ha­ dislerinin hüccet olabileceğine kail olduğuna ise, Buharinin «Et-Tarihi»ndeki şu sözü delalet etm ektedir : «Amr b. Şuayb'ın hadisleriyle Ahmed b. Hanbel, Ali b. El-Medinî, İshak b. Raheveyh, Humeydî, Ebu Ubeyd ve diğer hadîsçilerin delil getirdiklerini gördüm. M üslümanlardan hiç kimse, O'nu m etrûk addetmemiştir.»50 Buhari'nin nak­ li (diğerlerinden) daha sahih ve daha kuvvetlidir. Abbas'm, Yahya b. Main'den, söz konusu isnadın zayıf olduğu yolundaki nakli de, O'nun önceleri müteıreddid bulunduğuna, fakat bilahere bu tereddüdünün !kalkarak, isnadla*ihticacta bulunulabileceğine kail oldu­ ğuna hamledilir. Aksi taktirde, bu rivayetin, Ebu Hatim, |el-Kevsec, Muaviye b. Salih ve bizzat Abbas'm kendi ri­ vayetine ters düşmesi sözkonusudur. Ayrıca, Buhari'nin p u sözüyle de çelişki arzetm ektedir : «Ali, Yahya b. Main, ‫؛‬bu Huzeyme ve ilim ehlinden bazı meşayih b ir araya \%eldiler ve Amr b. Şuayb'ın hadisleri konusunda müzake­ rede bulundular. Bunun sonunda, hadislerinin hüccet ol٠

40 Aym yer. j BO Fethu’l‫؛‬ -Muğis, c. 4, s. 67; El-Mia‫؛‬ an, c. 2,

273

s.

290.


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

duğu kanaatine vardılar.»51 Burada söylenebilecek tek şey, Buhari'nin naklinin, Abbas'ınkinden çok daha kuv­ vetli olduğudur. îbn-i Ebi Şeybe'nin, İbnu'l-Medinî'den yaptığı na­ kil de aynı şekilde değerlendirilmelidir. ٠

Ebu Davud'dan yapılan, O'nun zayıf olduğu yo­ lundaki rivayet de, bizzat Ebu Davud'un kendi tutumuyla çelişki arzetmektedir. Çünkü O; Habib b. Muallim'in, Amr b. Şuayb, tarikiyle naklettiği, şu hadise yer verm iştir : «Cuma’da b ir kısmı dua eden, b ir kısmı lakırdı, b ir diğer kısmı da sukut eden, üç sınıf insan bulunur.»52 ٠

Özet olarak O'nun m ecruh olduğu yolundaki azınlık görüşü ile sika olduğu şeklindeki kuvvetli ve cum hura ait olan görüş çelişmektedir. İşin ilginç tarafı ise, itiraz sa­ hiplerinin bu noktaya hiç temas etmemeleridir. Adeta, hakkında pek çok imamın «sika» olduğuna dair görüş be­ yan ettiği birisinin, mecruh olduğu iddia edilirken, hiç kimsenin bunu tetkik etmeyeceğinden emin olmuşa ben­ ziyorlar. Bundan başka, tereddüde ve cerhe şu hususlar da neden olmuş olabilir : Birincisi; bazı im am lar hadisin mürsel bir tarikle geldiğini zannederek, O nunla ihticacta bulunmamış veya tevakkuf etmişlerdir. İşte İbn Adiy : «Amr b. Şuayb'ın kendisi sikadır. Fakat, babası vasıta­ sıyla, dedesinden rivayet ettiği vakit, haberi mürsel ol­ maktadır.» demiştir. Ez-Zehebî de O n u n dedesi Muham٠

51 52

Fethu’l-M uğis, c 4, s. 68, j El Mizan, c. 2, s. 289‫ ؛‬Sünen-i Ebu Davud, c. 1, s. 291 (Burada­ ki lafızlar, el-M izandakinden farklıdır.) Ebu Davud aynı tarikle «Diyetu’z-Zimmi» babında da bir habere yer vermiştir.


SÜNNET M ÜDAFAASI

med b. Abdullah b. Amr ile görüşmediğine işaret etmiştir.53 İbn Hıbban ise : «Amr b. Şuayb hakkında doğru olan, O'nun sika ravilerden olduğudur. Çünkü, adaleti tespit edilmiştir.54 Babası kanalıyla, dedesinden yaptığı m ünker haberlerin hükm ü ise, sika ravilerin, m aktu ve mürsel rivayetlerinin hükm ü gibidir. Böyle b ir durum ­ da, m aktu ve mürsel olan rivayetleri terkedilir. Sahih olan haberleriyle ihticacta bulunulur.» demiştir. İkincisi; O'nun bu tarikle yapmış olduğu rivayetle­ rin ,ya tam am ı b ir sahifeden «vicade» yoluyla yaptığı ri­ vayetlerdir veya bunların bir kısmı vicade b ir kısmı da sema tarikiyle yapılmış rivayetlerdir. Sözlü (sema) ola­ rak yapılan rivayetlerin aksine, sahifelerden yapılan ri­ vayetlerde tashif ihtimali olduğundan, onlara itim ad et­ mek sahih değildir. Nitekim Muğire, «Abdullah b. Amr'm sahifesine sahip olmam beni, iki hurm a tanesine veya iki kuruşa sahip olmak kadar sevindirmez» demiş tir.55 Kanaatımıza göre, bu her iki ihtimal de tutarsızdır. Birincisi hakkında ez-Zehebi, şöyle d iy o r : «Bu birşey ifade etmez. Çünkü, Şuayb hn, Abdullah'ı işittiği bilinmek­ tedir^ Zaten, kendisini yetiştiren de O'dur. H atta Muhammed'in, babası *Abdullah'ın sağlığında öldüğü, Şuayb'm bakımını ise, dedesi Abdullah'ın üstlendiği, söylenmek­ tedir. Bu nedenle, isnadda, önce «an Ebihî-babasmdan» sonra da «an ceddihi-dedesinden» denildiği vakit, b u ra­ da Şuayb'm dedesi kastedilm ektedir.»56 Ali b. el-Medinî, Şuayb b. Muhammed'in, Abdullah b. Amr'ı işittiğini 53 54 55 56

Ez-Zehebî, El-Mizan, c. 2, s. 289-290. a.g.e. s. 291. a.g.e. S. 290-291. Aynı yer.


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

söylerken, Ez-Zehebi buradaki Şuayb hn, Abdullah'ın torunu olduğuna dikkat çeker.57 Hafız el-Irakî ise; Şuayb'ın, Abdullah b. Amr'ı işittiğinin sahih olduğunu kaydederek, bunu, Buhari'nin «et-Tarih»'in de, Darekutni ve Beyhakî'nin de «es-Sünen»de sahih b ir isnadla rivayet ettiklerini işaret eder. Ayrıca im am Ahmed de bunu rivayet edenler a r g ın d a d ır .58 Bu konuda, Îbnü's-Salah da şöyle kaydeder : «Hadişçilerin çoğunluğu, buradaki «ced» ifadesini —Şuayb'ın babası olan oğlu Muhammed'e değil de— Sahabi Abdullah b. Amr’a hamlederek hadisleriyle ihticacta bulunmuşlardır. «Ced» kelimesinden bunu anlamışlardır.»59 İkinci ihtimal hususunda da, ez-Zehebi şöyle diyor : «Hadislerinin vicade yoluyla veya bir kısmının Sema' bir diğer kısmının da vicade'yle olduğu, üzerinde düşünülmesi gereken b ir husustur. Biz, hadislerinin, sıhhatin en üst derecesinde olduğunu iddia etmiyoruz. Bilakis, onlarm hasen A legorisinde olduğunu söylüyoruz.»60 Amr b. Şuayb'm rivayetlerinin, sözlü değil de, sahifeden yapıldığını kabul etsek bile, her ikisi de sika olan Amr ve babası Şuayb'm, sahifedeki yazının bizzat Abdullah b. Amr'a ait oldu^ınu, metinlerde en ufak bir tashifatın meydana gelip gelmediğini tetkik etmeden rivayet etmiş olmalaır kanaatim e göre uzak b ir ihtimaldir. Kuşkusuz, sika âlimlerin, hepsi diyemesek bile, büyük bir ekseriyeti, sahifedeki rivayetlerin sahih olduğunu s? Aynı yer. 53 59 60

FethuT-M uğis, c. 4, s. 68-69. FethuT-M uğis, c. 4, s. 63-69. El-M izan, c. 2, s. 291.

276


SÜNNET MÜDAFAASI

ve onlarla ihtıcacta bulunulabileceğini söylemişlerdir. Ahmed b. Salih; Abdullah'ın ailesinin, sahifenin O'na ait olduğunda ittifak ettiklerini, söylemiş tir .61 Îbnu'l-Kayyım ise : «Abdullah b. Amr'dan gelen sahih rivayetlere göre O, hadislerini yazardı. Yazdıkları arasında bir de sahife vardı ki, ona «es-Sadıka» denirdi. Bu sahife en sahih ha­ disleri içermektedir. Bazı hadisçiler onu isnad yönünden Evyub'un, Nafi kanalıyla, îb n Ömer'den yaptığı rivayet­ ler seviyesinde kabul etmektedirler. Dört büyük imam ve daha başkaları O n u n la ihticacta bulunm uşlardır» de­ miştir. Bundan başka Îbnu'l-Kayyım, Amr b. Şuayb'm babası vasıtasıyla dedesinden naklen yaptığı rivayetlere, sadece, îb n Hazm, Ebu H atim el-Busti ve benzeri, fıkıh ve fetva ile ilgisi bulunm ayanların dil uzattığını da kay­ detm iştir .62 Muarızlarımız burada : «Bizim delil getirdiğimiz ha­ dis, o sahifede bulunan bir hadis değildir. Bilakis o, çok sayıda hadisi içeren bu sahifenin yazılmasına izin veril­ diğini ifade eden b ir başka hadistir. Bu hadisin söz ko­ nusu sahifenin rivayet edildiği isnadla rivayet edilmiş ol­ ması, bu hadisin de sahifedeki hadislerden olmasını ge­ rektirmez» diyebilirler.63 Bu isnadla yalnızca, cerh ve ta'dil konusunda gev­ şek davranan, bazı son devir âlimlerinin ihticacta bulun­ duğu iddiası asılsızdır. Nitekim, Buhari, Îbnu's-Salah ve Îbnu'l-Kayyım'ın, daha evvel naklettiğimiz sözleri de buna işaret etmektedir. Buna, b ir diğer delil de, Ahmed b. Said ed-Darimî'nin : «Ashabımız hadisiyle ihticacta bu٠

61 İ’lâıtıuT Muvâkkıîyn, c, 1, s. 116-317. 62 ZâduT-Mead, ŞerhuT-Mevahib'in kenarında, c. 4, s. 352-353. 63 İTamu’l-Muvakkiîyn, c. !٠ s. 116-317.

277


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

lunmuştur»64 şeklindeki sözüyle, el-Munziri'nin : «Cum­ hur, O n u n sika olduğu, babası vasıtasıyla dedesinden naklen yaptığı rivayetlerle de, ihticacta bulunulacağı gö­ rüşündedirler» sözüdür.65 Hadis'in bir üçüncü isnadının daha olmadığı id­ diası da aynı şekilde asılsızdır. Ebu Davud ve İm am Alımed, Yahya b. Said kanalıyla, Abdullah b. Amr'm : «Ko­ nuyu, Rasulullah a açtım. Parmağı ile ağzını işaret ede­ rek : «Y az N e fs im e lin d e o la n A llah 'a y e m in e d e r im k i, b u r a d a n h a k ta n b a ş k a b ir şe y sa d ır o lm a z ,» diye karşılık verdi.»66 dediğini kaydetmişlerdir. Bu rivayetlerin isnadı ise son derece sahihtir. Aynı şekilde, Beyhakî « E l-M ed h a l» ve Darimi « E s-S ü n e n » de rivayete yer vermişlerdir. ٠

« E l-F eth u r'r-R a b b a n i» de şöyle denilmektedir : «Bu­

nu, Hakim de rivayet etmiş ve «İsnadı sahih, hasen bir hadistir» demiştir. Hadislerin yazımı konusunda asıl olan bir haberdir. Buhari ve Müslim eserlerinde habere yer ver­ memişlerdir. Ancak onlar, hadisin ravileri arasında, Şam âlimlerinden Abdulvahid b. Kays ve hadis imamlarından, oğlu Ömer b. Abdulvahid ed-Dımeşki, dışında bütün ravileriyle ihticacta bulunm uşlardır» demiştir. Ez-Zehebî de bunu te'kid etmiştir.67 Bütün bunları daha da kuvvetlendiren, İmam Ahmed, Buhari ve Tirmizi nin, Vehb. b. Münebbih'in karde­ şi Hem m am'dan naklettiği şu rivayete yer verm ektedir : «Ebu Hureyre'nin şöyle dediğini işittim : Rasulullah'ın ashabı içerisinde, benden daha fazla hadise sahip olan 64 65 66 67

FethuT-Mugis, c_ 4, s. 68. El-Munziri, Et-Tergib ve’t-Terhıb, c. 3, s. 284. Es-Sünen, c. 4, s. 289. EI-Fethu’r-Rabbani, c. 1, s. 172-173.


SÜNNET M ÜDAFAASI

yoktur. Ancak, Abdullah b. Amr. bundan hariçtir. Çünkü, 0 hadisleri yazıyordu, ben ise yazmıyordum.» Bunu, Abdürrezzak da «Musannef»inde kaydetmiştir. Bedruddin el-Aynî ise, şöyle dem ektedir : «Sahabenin en faziletlilerinden olan, Abdullah b. Amr, Rasulullah'tan duyduklarını yazıyordu. Şayet, ^ z m a k caiz olmasaydı, O asla bunu yapmazdı. Sahabenin fiili hüccettir dediğimizde, münakaşaya mahal yoktur. Aksi taktirde ise, yazımın cevazına, Rasulullah’ın O'nun fiilini tak rir etmesiyle, de‫ ألا‬getirmek icapeder. Ebu Hureyre'nin bu hadisine, Tİ 1 mizi, «Kitabu'l-ilm» ve «Kitabu'l-Menakip»te yer vermiş, «hasenun-sahihun» demiştir, fm am Nesaî de «Kitabu'llhm»de hadisi rivayet etmiştr.»68 •

Rasulullah (s.a.s.)'ın Abdullah b. Amr'a izin verdiğine dair bir diğer haberi de, Amr b. Şuayb vasıtasıyla Mücahid ve Muğira b. Hakim'den naklen im am Ahmed ve Beyhaki zikretmişlerdir. Raviler şöyle demişlerdir ‫ ت‬Ebu Hureyre (r.a.) ‫« ت‬Rasulullah (s.a.s.)'ın hadislerini, Abdullah b. Amr'm dışında benden daha iyi bilen kimse yoktu. Abdullah, hadisleri hem yazar, hem de ezberlerdi. Ben yazmazdım. Sadece, ezberlemekle yetinirdim, o, Rasulullah'tan yazım için, izin istemiş, Hz. ?eygamber de bu izni kendirine* vermiştir.» demiştir. îbn Hacer bu rivayetin isnadının «hasen» olduğunu, bundan başka bir isnadını da, ukaylî'nin, A d u rra h m a n b. Stil terceme-i halinde zikrettiğini kaydetmiştir.69 Haberi aynı isnadla ed-Darimi de «en-Nakz» adlı eserinde rivayet etm iştir.70 68 Ayni, U m detü’l-Kari, c. 2, s. 168-169، 69

Fethul-Bari,

c.

1,

s.

148-149.

70 Ed-Darirai, en-Nakz, s. 131.

279


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

Buhari ve Müslim de; Ebu Hureyre'nin şu riva­ yetine yer verm iştir : «Allah Teâla, Mekke'nin fethini na­ sip ettiği vakit, Hz. Peygamber, cemaatın içinde ayağa kalkmış, Allah'a ham d ve sena ettikten sonra, şöyle de­ m iştir : «A llah T eâ la , M ek k e'd e sa v a ş çıkmasına mani olarak f il ordusunu oradan uzak tutm uştur. Fakat, Ras u lu y le m ü 'm in le r i, o ra y ı fe th e m u v a ffa k k ılm ış tır . Mek­ ٠

ke, b e n d e n ö n c e , h iç k im s e y e k a tiy y e n h e la l o lm a m ış tır . B a n a is e , y a ln ız c a g ü n d ü z ü n b ir k a ç s a a tin d e h e la l k ılın ­ m ış tır . B e n d e n so n r a d a, y in e h iç k im s e y e h e la l o lm a ­ y a c a k tır . B in a e n a le y h , M ek k e'd e a v h a y v a n ı ü r k ü tü le m ez, d a lla n k e s ile m e z , o r ta d a k a y b o la n e ş y a h e la l o lm a z . M eğer k i, o n u a la n , ila n e tm e k a m a c ıy la a lm ış o ls u n . Ki­ m in b ir y a k ın ı ö ld ü r ü le c e k o lu r sa , ik i ş e y d e n b ir in i te r ­ cih e d e b ilir : Y a k e n d is in e v e r ile n fid y e y i k a b u lle n ir , y a ­ hut d a katilin ö ld ü r ü lm e s in i i s t e y e b i l i r : «Rasulullah'm

bu sözleri üzerine Hz. Abbas : «Ya Rasulullah «îzhir» (otu var), biz onu evlerimizde ve kabirlerimizde kullanıyoruz ona ne dersin?» d ed i. Rasulullah : «Öyleyse, İz h ir (otu) m ü s te s n a k ılın m ış tır . (O nu k o p a r a b ilir sin iz )» karşılığını verdi. Bu arada, Yemenli bir zat olan Ebu Şah, ayağa kalktı ve : «Ey Allah'ın Rasulu! (bu hutbeyi) benim için yazdırıverir misin?» dedi. Hz. Peygamber de : «Ebu Ş a h 'ın is te ğ in i y e r in e g e tir iv e r in ,» buyurdu. »71 Buhari ve Müslim, hutbenin irad sebebini açıklavan fazlalığı da havi bir varyantı, yine, Ebu Hureyre kanalıyla rivayet etm işlerdir : «Huza'a kabilesi, Mek­ ke'nin fethedildiği sene, Beni Leys kabilesinin kendile­ rinden birini öldürmesine karşılık, bir adamı öldürm üş­ lerdi. Bu durum Rasulullah'a haber verilmiş, O da binitine ٠

71

Buhari,

c 3,

s.

125‫ ؛‬Müslim* c. 280

no.


SÜNNET M ÜDAFAASI

binerek gelmiş ve bu hutbeyi irad etmiştir.72 Rivayetle­ rin lafızları arasında ufak tefek farklılıklar mevcuttur. Beyhaki de, Ebu Hureyre (r.a.)'den gelen şu ri­ vayete yer verm iştir : «Ensar'dan b ir zat, Rasulullah ,a gel­ miş v e: «Ey Allah'ın Rasulu! hadislerinizi dinliyorum, fakat ezberleyemiyorum» diye dert yanmıştı. Rasulul­ lah da : « (e lin e iş a r e t e d e r e k ) e lin d e n fa y d a la n (Y a n i y a z)» karşılığını vermiştir. «Buna Tirmizi de Cami'inde yer ve­ rerek, haberin sahih olduğuna dikkat çekmiştir. Ne var ki, bazıları O'nun : İsnadı o kadar sağlam b ir hadis değil­ dir. Çünkü Buhari, isnadındaki Halil b. M ürre'nin «Münkeru'l-hadis» olduğunu söylemiştir.» dediğini kaydetmiş­ lerdir.73 ٠

İmam Ahmed, Buhari ve Müslim : Yezid b. Şerik et-Teymi'nin şöyle dediğini rivayet etm işlerdir : «Ali b. Ebu Talip, bizlere bir hutbe irad etti ve şöyle dedi : «Her kim, yanımızda, Allah'ın Kitabı ile şu kılıcımın kınında asılı olan sahife’den başka b ir şey olduğunu iddia eder­ se, O yalancının tekidir. Bu sahifede develerin yaşları ile, yaralam alara ait bazı hüküm ler yer alm aktadır. Ay­ rıca, bir de Rasulullah'm şu buyruğu v a r d ı r : Medine'nin Avr ile Sevr (dağları) arası harem dir. Kim orada bir bidat işler veya bidatcıyı barındırırsa, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti O'nun üzerine olsun. Allah, kıya­ met gününde, O'nun ne tevbesini ve ne de fidyesini kabul edecektir. Bütün m üslüm anların zimmeti eşittir. Sıra­ dan bir mü minin dahi buna hakkı vardır. H er kim, ba­ basından başkasının oğlu olduğunu iddia ederse veya (bir köle) sahiplerinden başkasına intisap ederse, Allah'ın, me. ٠

72 Buhari, c. 1, s. 29-30; Müslim, c. 4, s. 111. 73

Teysiru’I-Vusul, c. 3, s. 176.

281


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

leklerin ve tüm insanların laneti O n u n da üzerine olsun. Kıyamet gününde Allah, O'nun da, ne ma'zeretini ne de fidyesini, kabul edecektir.»74 im am Ahmed ve Buhari, Ebu Cuhayfe’nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir; «Hz. Ali'ye, yanında herhan­ gi b ir kitap var mı? diye sordum. Bana : «Hayır, Allah'ın Kitabı, O'nun m ü'm in insana verdiği anlayış ve b ir de şu sahifedekiler var» cevabım verdi. O, sahifede, neler var ki?» diye sordum. «O'nda, diyet, esirlerin salıverilmesi ve bir kafire karşılık m üslüm anm öldürülemeyeceğine dair hüküm ler var,» dedi.»75 ٠

Müslim de, Ebu't-Tufeyl'in şöyle dediğini rivayet etm iştir : «Hz. Ali'ye, Rasulullah (s.a.s.), özel bir şey ve­ rerek, size herhangi bir ayrıcalık tanıdı mı? diye sorul­ du. O da ‫« ؛‬Kılıcımın kınında asılı bulunan şu sahifeden başka, insanların haberdar olmadığı bir şeyi vermek s u ­ retiyle, Rasulullah bize bir ayrıcalık tanımamıştır.» dedi. Daha sonra da, sahifeyi çıkardı. Orada şunlar yazılıydı : «Allah'tan başkası adına kurban kesene, Allah lanet et­ sin. Yerin alametlerini çalana (sınırları değiştirene) Allah lanet etsin. Babasına lanet okuyana, Allah lanet etsin. Bidatçıyı barındırana da Allah lanet etsin.»76 ٠

İmam Nesaî ise, Kays b. Ubad'm şöyle dediğini rivayet etm iştir : «Eşter ile birlikte, Hz. Ali'ye gittik ve O'na; Rasulullah'm, diğer insanların dışında, yalnızca sa٠

?4 Buharı, K. Ttisam, 5-6‫ ؛‬Müslim, K. Hac, 403. ?5 Fethu’i-Bari, c. I, s. 146‫ ؛‬Ibn Hacer, Ebu Cuhayfe'nin bunu sorm asına, Ehl-i beytin yanında, özellikle de Ali’de Hz Feygam ber’in başkalarından gizlice, onlara verdiği b ir vahyin olduğu yolundaki şia iddiasının neden olduğunu söylemiştir. 76 Müslim, c. 4, s. 45.


SÜNNET MÜDAFAASI

na verdiği bir şey oldu mu? diye sorduk, O da : «Hayır, yalnızca, şu yazdıklarım müstesna» dedi ve kılıcının kı­ nından bir sahife çıkardı. İçinde şunlar yazılıydı : «Mü'minlerin kanları eşittir. Onlar, kendi dışındakilere karşı yekvucuddurlar. İçlerinden, sıradan birinin dahi zimmet verme hakkı vardır. Haberiniz olsun ki, bir kafire kar­ şılık bir m ü m in öldürülemez. Ahd-i eman sahibi kimse­ ler de öldürülemezler. Kim bir bidat işlerse, vebali boynunadır. Kim de bir bidatcıyı barındırırsa, Allah'ın, me­ leklerin ve bütün insanların laneti, O'nun üzerine olsun.» İbn Hacer'in söylediğine göre, İmam Ahmed de «hasen» bir isnadla Tarık b. Şihab'm şöyle dediğini ri­ vayet etm iştir : «Hz. Ali'yi m inberin üzerinde, şöyle der­ ken gördüm : «Allah'a yemin ederim ki, yanımızda, Allah'­ ın kitabı ve bir de şu sahifede olanlardan başka, size okuyabileceğimiz bir kitap yoktur. Bunu Rasulullah'tan aldım. İçerisinde ise, zekatla ilgili hüküm ler var.» ٠

İbn Hacer, bu rivayetlerin arasım şöylece birleştir­ menin m üm kün olduğunu söylüyor : «Sahife bir tanedir ve rivayet edilenlerin hepsi de bu sahifede yazılıdır. An­ cak, her ravi ne kadarını ezberleyebilmişse, O'nu rivayet etmiştir. Doğrusunu Allah bilir Katade, bu hadisi, Ali'den Ebu Haşan vasıtasiyle rivayet edilen b ir isnadla rivayet etmiş ve bizim işaret ettiğimiz noktaya temas etmiştir. Hz. Ali'ye bu sorunun niçin sorulduğu konusuna da açık­ lık getirmiştir. Rivayeti, Ahmed «Müsned»'inde, Beyhaki de «Delâilû,n-Nübüvve»'sinde, Ebu Haşan tarikiyle kay­ detmişlerdir. (Rivayetin öncesi şöyledir) : Hz. Ali bir ta­ kım emirler verirdi de O’na : «Biz onu yapmıştık, deni­ lirdi. Bunun üzerine O, «Allah ve Rasulu doğru söyle­ miştir,» derdi. Bir gün E şter : «Bu söylediğin husus, Ra-


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

sulullah'ın diğer insanlann dışında, yalnızca sana vadettiği b ir şey mi? diye sorm uştur...». İbn Abdilberr de; Ebu Cafer Muhammed b. Ali nin şu sözlerini rivayet etm iştir : «Hz. Peygam berin kılıcının kabzasında bir sahife bulundu. İçerisinde şunlar yazılıydı: «Bir insanı doğru yoldan saptıran, sınırlar değiştiren, efen­ disinden başka efendi edinen m el'undur, kendisine iyi­ likte bulunanın iyiliğini inkar eden de melundur.»77 ٠

Ebu Davud ise, Ebu Said el-Hudrî'den gelen şu rivayete yer verm iştir : «Biz, teşehhüd ve K ur’an ’dan baş­ kasını yazmazdık.» ٠

Bilindiği üzere, teşehhüd de sünnetle sabit olan hu­ suslardandır. O'nun yazıldığını ise, alelıtlak sünnetin ya­ zımının yasaklandığına dair rivayetin sahibi olan, Ebu Said el-Hudri haber vermektedir.78 Er-Ramahürmizî nin ise, Rafi’ b. Hadîc'in şu sö­ züne yer verdiğini görüyoruz : «Ey Allah’ın Rasulu! Siz­ den bazı şeyler işitiyoruz, onları yazalım mı? Ne dersin? dedim. «Bir m ahzuru yok, yazabilirsiniz,» karşılığını ver­ di. »79 ٠

Ed-Deylemî de, Hz. Ali kanalıyla gelen bir haberi şöylece kaydetm iştir : «Hadisi yazdığınız vakit, isnadıyla birlikte yazınız.»80 ٠

İm am Buhari, birbirine yakın lafızlarla, üç tarik ­ ten, Ez-Zühri’nin, Abdullah b. Abdullah b. Utbe'den, O’nun ٠

77 78 79

M uhtasar Cam i-u Beyani l-tlm, Ebu Davud, Sünen, c. 3, s. 319. Tedribu’s-Ravi, s. 150.

80 Aynı yer. 284

s.

36-37.


SÜNNET M ÜDAFAASI

da, İbn Abbas'tan naklen rivayet ettiği şu haberi kayde­ der : İbn Abbas şöyle dem iştir : Rasulullah (s.a.s.) ölüm döşeğinde idi. Bu sırada evde de b ir takım kimseler var­ dı. Bunlardan biri de, Ömer b. el-Hattâb idi. Rasulullah (s.a.s.) : «Getirin, size birşeyler yazdırayım da bu sayede, daha sonra ebediyen sapıtmayasınız,» dedi. Hz. Ömer : ٠ Rasulullah (s.a.s.)'m ağrıları çoğaldı, aklım başından al­ dı. Yanımızda K ur'an var. Bize Allah’ın kitabı yeter,» di­ yerek müdahale etti. Bunun üzerine evdekiler anlaşmazlı­ ğa düşerek, münakaşaya başladılar. Bir kısmı, «Getirin, Allah Rasulu ne yazdırmak istiyorsa yazdırsın, bu sayede, daha sonra sapıtmayalım,» diyor, bir diğer kısmı da Ömer'in görüşünü tekrarlıyorlardı.81 H uzurunda gürül­ tü ve münakaşayı ilerlettiklerini görünce Rasulullah (s.a.s.) onlara «Yanımdan çıkın» dedi.82 Abdullah, İbn Abbas'm : «En büyük musibet ihtilaf ve gürültüleri ne­ deniyle, Rasulullah'm arzu ettiği şeyi yazdırmasına engel ulan şeydi, dediğini naklediyor. (Bu rivayetlerden bir ta ­ nesi ne Ömer’in, ne de başka birisinin ismini tasrih et­ memiştir). Bunu, İmam Ahmed, Müslim, Îsmailî ve İbn Sa'd da rivayet etmişlerdir. İm am Ahmed'in rivayetinde, yazmakla görevlendirilen zatın, Hz. Ali olduğu kaydedil­ mektedir. Buhari ve Müslim, Said b. Cûbeyr'in şöyle dedi­ ğini rivayet e tm işle rd ir: «Perşembe günü nedir bilir mi­ siniz? O gün, O; «Bana (kâğıt kalem) getirin, size daha ■onra ebediyyen sapıtmamanız için birşeyler yazdırayım.» demiştir. Bunun üzerine orada bulunanlar anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Halbuki bir Peygamber ,in yanında böyle ٠

B1 Fethul-Bari، c. 1, s, 149-150. 62 Buhari, C. 9, s. 111-112; c. 6, s . 9-10; C. 1, s. 30.


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

bir davranış hiç de hoş değildir, Kendi kendilerine : «Rasulullah'a ne oluyor? (hastalığından mütevellid) ne dedi­ ğinin farkında değil mi yoksa? diyerek, durum unu anla­ maya çalışmışlardı. Yanına vardıklarında, onlara! «Beni yalnız bırakın. Benim bu halim, sizin arzu ettiğinizden daha hayırlıdır. Size üç şeyi tavsiye ediyorum...» demiş­ ti »83 İbn Hacer genel olarak üzerinde durduğumuz bu ko­ nuda şu değerlendirmeyi yapm ıştır : «Buhari, ilk olarak, Hz. Ali’nin Hz. Peygamber’den yazdığına dair rivayete yer vermiştir. Bunda, Rasulullah’m vefatından sonra, yazı­ mın yasaklandığına dair rivayetin Ali'ye ulaşmamış olma ihtimali vardır. İkinci olarak ise Buhari, Ebu Hureyre hadisini zikretmiştir. Bu hadis, yazımın yasaklanmasına ilişkin rivayetten sonra varid olmuştur. Dolayısıyla onu neshetmiş olur. Buhari, üçüncü olarak, Abdullah b. Amr hadisini nakletm iştir. Ben bu rivayetin bazı tariklerinde, Hz. Peygamber’in yazmaya izin verdiğine dair ifadeler bulunduğu üzerinde durm uştum . Binaenaleyh bu haber, yazımın cevazı hakkında, Ebu Şah’la ilgili rivayetten da­ ha kuvvetlidir. Çünkü onda, Ebu Şah’ın okuma yazma bilmemesi veya âmâ olması gibi hususiyetlere nazaran yazıverilmesi emrinin bulunm a ihtimali vardır. Buhari, son olarak da, ibn Abbas rivayetine yer vermiştir. Bu ri­ vayet, Ümmet'in ihtilaftan kurtulm aları için, Rasulullah’m onlara birşeyler yazdırıvermeye dair arzusunu ifade et­ mektedir. Rasulullah’m sadece hak olan bir şeye ilgi du­ yup, ona ihtim am göstereceği ise aşikardır.»84 Rasulullah’ın, diyet, miras ve daha pekçok konuda m ektuplar dikte ettirdiği bilinmektedir. Nitekim, Amr b. 83 Buhari, c. 6, s. 9‫ ؛‬Müslim, c. 5, s. 75; FethuT-Bari, c. 8, s. 93-94. 84 FethuT-Bari, c. 1, s. 150.


SÜNNET M ÜDAFAASI

Hazm'ı, Necran'a, Muaz b. Cebel'i de, Yemen’e gönde­ rirken bunu yapmıştır. Eğer, konuyu uzatma ve okuyu­ cuyu da sıkma endişesi olmasaydı, bunların sahih kay­ naklarını da zikrederdim. Okuyucularımız, b u kaynakla­ ra m üracaat ederek, konu hakkında teferruatlı bilgi edinebilirler.85

85 İbn Sad, Tabaka،, c. 2‫ ؛‬Cemheret-ü Resaili’l-Arap, c. 1‫ ؛‬KitabuT-Emval, s. 27, 125, 358‫ ؛‬Ebu Yusuf, K itabu’!-Haraç, s. 85; El-Kureşi, el-Haraç, s. 116, 119‫ ؛‬Siret ve Tarihe d air kitaplar. Nesai, Ebu Davud, Darim i ve D arakutni’nin sünenleri, el-Muhalla v.b 287


SÜNNET İN YAZIMINA İZİN VEREN HADİSLERLE, YASAKLAYAN HADİSLERİN T E ’LİFİ Eğer; «sünnetin yazımını yasaklayan rivayetler, bu­ na izin verenlerle çelişki arzetmektedir. Bunların araları­ nı telif etmek nasıl m üm kün olacaktır? Üstelik, bu konu üzerinde kalem oynatan bazılarının da dediği gibi,86 ya­ saklayan rivayetlerin izin verenleri neshetmiş olması mümkün değil mi?» diye sorulacak olursa, şu şekilde cevap veririz : Bu iki çeşit hadislerin, aralarının te'lif edilmesi hu­ susunda, âlimler birkaç görüş ileri sürm üşlerdir : a) Yazının yasaklanması, K u r a n a hariçten bir ta­ kım şeylerin karıştırılması endişesinden dolayı, yalnızca, Kur’an'ın nazil olduğu döneme hastır. Bu konudaki izin ise, daha sonraki dönemlere aittir.87 b) Yasaklama, yalnızca, Kur'an ve hadis metinleri­ nin aynı sahifeye yazılmasını içermektedir. Zira, saha­ be ayetlerin yorum una dair, Hz. Peygamber'den işittikle­ rini ayetlerin yanma yazıyorlardı. Karışıklık meydana ge­ lebilir endişesiyle bundan men olundular, izin ise, Kur'an'm bulunmadığı, m üstakil sahifelere hadislerin yazı­ labileceğine dairdir.88 86

(Bu zât, Reşid

R ızadır) M ecelletü’bM enâr, Yıl 10, Sayı 10,

87 88

TedribüY-RâvI, s. 151‫ ؛‬Fecru’l-îslâm, C 1, s 248. Tedribti’r-Râvl, s. 150-151‫ ؛‬Fethu’I-Muğis, C 2, s. 18


SÜ N N ETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

Yorumların, ayetlerin kenarlarına yazılmış olduğun­ dan hareketle, bazı âlimler, şâz kıraatlarm meydana gel­ mesine bunun sebep olmuş olabileceğini ileri sürm üşler­ dir. Çünkü, daha sonra gelen Tabiî'Ier bu izahları, Kur'an ayeti zannetmişlerdir. Sahabe, ayetlerin izahını tabiun'a zikretmiş, onlar da bunları, K ur'an'la birlikte ay­ nı yere yazmışlar, daha sonra gelenler de, izah sadedinde kaydedilenleri K ur'an’dan zannetmiş olabilirler. c) Yasaklama, Peygamber’in evinde korunm ak üze­ re, ana nüshayı yazmakla mükellef, onu tek tek sayfalara yazan, vahiy katiplerine getirilmiştir. Onların, hadisleri de yazmalarına izin verilmiş olsaydı, bu taktirde, Kur'an'la hadisi birbirine karıştırm ayacaklarından emin olu­ namazdı. İzin ise, vahiy katibi olmayan kimselere verilmiştir.89 d) Bu yasak, unutm a endişesi olmayan, bu itibar­ la hafızasına güvenen ve fakat yazdığında, ona dayanıp, gevşekliğe düşeceğinden endişe edilen kimselere m atuf­ tur. izin ise; unutm a korkusundan dolayı, hafızasına güveıımiyen, yazdığı vakit, ona güvenip de gevşekliğe düş­ me kaygusu olmayan kimselere verilmiştir.90 e) Hz. Peygamber bu izni, sadece Abdullah b. Amr a vermiştir. Çünkü O, hem eski kitapları okuyabiliyor, hem de Süryânîce ve Arapça'yı yazabiliyordu. Zaten, sahabe­ nin içerisinde okuma yazma bilen tek tük kimse vardı. Onlar da iyi düzeyde yazamıyorlardı. H ata yapmaları en­ dişesiyle onlara söz konusu yasaklama getirilmiş, Abdul89 M üzekkiret-ü TarihiT-Teşrî’, s. 197-198‫ ؛‬îbn Salah, UlûmülHadis, s. 171. 90 Tedribü’r-Râvîj s. 150; Fethu’l-Mugis, C. 2, s. 18‫ ؛‬U lûm ü’lHadis, s. 171.


SÜNNET M ÜDAFAASI

lah b. Amr'a ise müsade edilmiştir. Bu görüşü ibn Kuteybe «Te’vil-Ü Muhtelefi'l-Hadis» adlı eserinde zikretmiştir-91 Kanaatime göre, Rasulullah'ın ‫« ت‬Benim hadislerimi yazmayınız. Kim benden, Kur'an dışında birşeyler yazmışsa, onu imha etsin» sözü ile, «Allah'ın kitabım herşeyden anndınn» sözlerinden anlaşılan; o 'n u n sünneti yazmalarım yasakladığı kimseler, K ur'an'ı yazabileceklerine dair izin verdiği kişilerdir. Binaenaleyh, Rasulullah'm, hata yapmaları endişesiyle onları yazıdan men edip, diğer taraftan. K ur'an'ı ^ z ^ l a r ı n a m üsade buyurmuş olması m a'kul olmasa gerektir. Çünkü Kur'an, daha büyük bir ihtimam ü re ttirm e k te d ir. Buraya kadar zikrettiklerimizden anlaşılm aktadır ki, yukarıda geçen her iki göriişün sahipleri de, yazım konusundaki birbirine zıt iki çeşit haberden, birinin diğerini neshettiği kanaatinde değildirler. Nesh görüşünü yalnızca, aşağıda k n a a tle rin i kaydedeceğimiz âlimler ileri sürm üştür. f) Buradaki yasaklama, sünnetin yine sünneti neshetmesi kabilinden bir olaydır. Adeta, Rasulullah (s.a.s.), önee sözlerinin yazılmasını yasaklamış, fakat, daha sonra; Sünnet'in fazlalaşması sebebiyle, muhafazasındaki güçlüğü sezerek, yazılıp, kaydedilmesine m üsade etmiştir. İbn Kuteybe de, bu kanaattadır. El-Hattabi ise : «Meâlimü's Sünen» adlı eserinde şöyle dem ektedir : «öyle görünüyor ki, yasaklama önceleri söz konusuymuş. Fakat, son görüş yazmanın m übah olduğu yolunda vuku bulmuştur.»92 91 Ulûmü’LHadis, s. 365, 366. 92 M eâlimü’s-Sünen, c . 18, s. 130. 291


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

Bu âlimlerin sözlerinden anlaşılan, hem yasaklama­ nın ve hem de iznin, bütün zaman, şahıslar ve her türlü sahifeleri içerdiğidir. Daha evvelki görüşlerde ileri sürül­ düğü gibi, bu konuda hiçbir tahsis söz konusu değildir. Buradan anlaşılan diğer b ir husus da; karıştırm a endi­ şesi olsun-olmasm yasaklamanın ilk zam anlarda kondu­ ğu, daha sonra ise, m utlak olarak yazmaya izin verildi­ ğidir. Ancak, bu görüşlere, şu nedenlerle katılm ak m üm ­ kün değildir : Öncelikle, karışıklık endişesinin bulunm a­ dığı b ir ortam da, yasak getirmenin bir anlamı olamaz. Fakat mesele taabbûdî'dir denirse, elbette o m üstesnadır. İkincisi; karıştırm a endişesi var olduğu müddetçe, yazıya izin verilmesi makul değildir. Ancak, şöyle deni­ lebilir : Hadislerin yazımına izin verildiği vakit, Kur'an kafalarına iyice yerleşip, aralarında tevatür derecesine ulaşmış, O'nu diğer unsurlardan ayırt edebilecek duru­ ma gelmişlerdi. Vaziyet, kıyamete kadar öylece devam edebilecek bir nitelik kazanmıştı. Binaenaleyh, Kur an'ın başka şeylerle karıştırılm ası diye bir endişe tamamen ortadan kalkmıştı. Ne var ki, b u da, pek akla yakın gözükmüyor. Çünkü, Islâm 'a yeni giren bazı kimseler, Kur'an konusunda ken­ dilerini doğruya irşad edecek birisini bulamayarak, pe­ kala, onu başkasıyla karıştırabilirler. Böyle bir durum ­ da ise, bizden kendilerine K ur'an'ı yazmamızı istedikle­ ri vakit, (onun yanında) başka şeyleri de yazmamız caiz olmayacaktır. Öyleyse; sünnetin yazılabileceğine dair ve­ rilen izni, karıştırılm a endişesinin bulunmamasıyla kayıt­ lamak gerekmektedir. Bu nedenle, im am Suyutî, sözkonusu görüşü destek­ leyerek şöyld dem iştir : «Rasullah (s.a.s.), Sünnetin, Kur'-


SÜNNET MÜDAFAASI

a n la karıştırılm ası endişesi bulunduğu sürece, yazılması­ nı yasaklamış, bundan emin olunduğu vakit ise, yazıma izin vermiştir.» Binaenaleyh, (O na göre) yasaklamaya dair emir neshedilmiştir. Aynı ifadeleri Nevevi'nin Müs­ lim Şerhi'nde de görmek mümkündür.93 ib n Hacer de, yasaklamanın daha önce vuku bulduğunu, karışıklıktan emin olunduğu zam anlarda ise yazıma izin verildiğini, bunun da ilk em ri nesh ettiğini, söylüyor.94 ibn Hacer'in sözlerinden, burada bir nesh olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü, m utlak olarak serdettiği sözünün ifadesi, yasaklamanın evvel olup, karıştırm a en­ dişesi bulunsun-bulunmasın, her iki durum da da bu yasa­ ğın cari olduğudur. Ancak, bilahere, karışıklık endişesinin ortadan kalktığı zam anlarda yazıma izin verilmesi, daha evvel, aynı durum da sözkonusu olan yasağı ortadan kal­ dırmıştır. Geriye ise, karıştırm a endişesi bulunduğu süre­ ce, daimi olarak yazımın yasak olduğu hususu kalm ak­ tadır. Suyuti ve im am Nevevi'nin sözlerine gelince; bun­ lardan nesh olduğunu anlamak m üm kün değildir. Çünkü, ilk zamanlarda getirilen yasaklama, karıştırm a endişe­ si bulunduğu taktirdedir, izin ise; bu endişenin olmadı­ ğı durum lara pastır. Bu nedenle, iznin, nehyi ortadan kaldırması sözkonusu olamaz. Zira, her ikisi de aynı nok­ tada varid olmamışlardır. Bilakis, her bireri ay n bir durum ve ayrı b ir illetten neşet etm iştir. Binaenaleyh kı­ yamete kadar da hüküm leri müstakil olarak devam ede­ cektir. K arıştırm a endişesinin bulunduğu durum larda yasak devreye girecek, bulunmadığı zam anlarda ise, izin tahakkuk edecektir. Öyleyse nesh aram ak beyhudedir. 93 En-Nevevî, Şerh-i, Müslim, C. 18, s, 130. 94 Fethu’l-Bâri, C. 1, s. 149.


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

Aneak, şöyle bir itirazda bulunulabilir : «Yasaklama, Kur'an'ın Islâm üm m eti tarafından özümsenip, diğer unsurlardan tamamiyle tefrik edebilecekleri bir ortam m teşekkül etmemesinden dolayı meydana gelebileee^ bir karışıklık endişesinin varolduğu döneme hastır. Yazıma izin verildiği vakitten, kıyamete kadar ise; Kur'an'm tevatür derecesine ulaşması, üm m etin tamamıyla O n u ayırt ^ b i l e c e k bir niteliğe kavuşması nedeniyle, böyle bir karışıklık korkusu sözkonusu olamaz. Eğer, birisinin böyle bir kanştırm aya maruz kaldığım farzetsek bile. Onu bu konuda, aydınlatıp, doğruya irşad edecek, pekçok kimseye m üraeat etme imkanına sahip olduğundan dolayı, neticede k a ş t ı r m a d a n emin olacaktır. Yasaklamaya neden olan illet ortadan kalktığı, iznin verildiği tarihten itibaren bir daha ortaya çıkması sözkonusu olmadığı için, yasaklama sona ermiş demektir, işte bu da, nesh'in tâ kendisidir.» Bunda ihtilaf vardır. Zira; ileriye sürdükleri sözlerin doğra olduğu farzedilse hile, iznin ^ sa k la m a y ı neshettiği söylenemez. S ö ^ n e b ile c e k yegane husus ise şudur : illetin sona ermesi ve daha sonra bir daha ortaya çıkmamasından dolayı, hükm ün bu illetle ilgisi sona ermiştir. Buna ise nesh denilemez. Çünkü nesh, Şer'i b ir hükmün, yine şâriin hitabıyla ortadan k^dm ılm asıdır. Bir başka ihtilaflı nokta da daha önee bahsettiğimiz, İslâm 'a yeni giren kimselerle ilgili kısımdan u la şıla b ilir. Neshi, yalnızca, ib n Kuteybe, H attabî ve ibn Hacer'in e l e r i n d e n anlam ak m üm kündür —ki bunlara daha evvel temas etm iştik— şu kadarı var ki, ilk ikisinin sözlerinde nesh olayı, hem karışıklık endişesinin var olduğu ve hem de bundan emin olunduğu durum ları kap­ 294


SÜNNET MÜDAFAASI

samaktadır. İbn Hacer'in görüşüne göreyse sadece, gü­ ven ortam ındaki yasağı içermektedir. Âlimlerin çoğunluğu nesh görüşüne kail olmuşlardır. M üteahhirundan bazı âlimler de b u kanaattadır. Kanaa­ timize göre ise, asla, b ir nesh sözkonusu değildir. Karı­ şıklık endişesi söz konusu olduğunda yasak, bunun or­ tadan kalktığı durum larda ise izin sözkonusudur. Her ne zaman ki, böyle b ir korku ortaya çıksa, o zaman der­ hal yasak gündeme gelir; ne zaman da böyle bir korku bulunmazsa, izin gündeme gelir. Zira, nesih görüşünü, iki durum u cem' etme im kanının bulunmadığı pozisyon­ larda kabul etmemiz gerekmektedir. Burada ise; yasa­ ğı, endişe haline, izni de, böyle bir endişeden emin olun­ duğu durum a tahsis etmekle (arasını bulma) cem' imka­ nımız vardır. Bu da gayet m akuldur. Öyleyse, bizi nesh görüşüne zorlayan nedir? Sonra daha evvel geçtiği üzere (bu mey andaki em ir­ leri) birtakım şahıs, sahife ve zamanla tahsis yoluna git­ menin de bir anlamı yoktur. Bilakis, yasaklamanın söz­ konusu olduğu durum, karıştırm anın doğabileceği her du­ rum dur : Bunun K ur'an’ın Sünnet'le bir araya (aynı say­ faya) veya m üstakil olarak yazılmasından doğabilecek bir karışılık olması ile vahiy katipleri ya da başka ya­ zanlardan kaynaklanan bir karışıklık olması yahut da vahyin nazil olduğu dönem veya daha sonraki dö­ nemlerde olması fark etmez, bu sonucu değiştirmez, izin ise, hangi durum sözkonusu olursa olsun, karıştırm a en­ dişesinden emin olunduğu dönemde geçerlidir. Yasaklamaya dair emrin, müsadeye ilişkin emri neshetmesi ise, üç nedenden dolayı doğru olamaz; a) Birincisi; müsadenin, yasaklamayı neshettiği yo­ lundaki görüşü iptal sadedinde zikrettiklerimizdir. Nesh


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

görüşüne, ancak, birbiri ile çelişen iki delilin arasını bul­ ma imkanı olmadığı zamanlarda, gidilebilir. Burada ise, delillerin arasını bulm ak m üm kündür. Bu nedenle biri­ nin diğerini neshettiği doğru olamaz. b) İkincisi; Yazıma müsade eden hadisler, daha son­ ra varid olmuşlardır. Ebu Şah hadisi, Rasulullah'm ve­ fatına yakın, Mekke'nin fethi yılında vuku bulmuştur. Ebu Hureyre'nin, Abdullah b. Amr'la, kendisi arasında mukayeseyi içeren rivayeti de daha sonraki dönemlere aittir. Çünkü, Ebu Hureyre (r.a.)'nin müslüman oluşu son zam anlara rastlar. Bu da, O’nun müslüman olduğu vakit, Abdullah b. Amr'ın hadisleri yazdığına delalet eder. Rasulullah'ın ümmeti sapıtmaması için, onlara birşeyler yaz­ dırm a arzusu da, O n u n ölüm döşeğinde vukubulmuştur. Ebu Said el-Hudrî rivayetinin, özellikle Rasulullah'm yaz­ maya teşebbüsü ile ilgili rivayet başta olmak üzere za­ man bakımından, bütün bu rivayetlerden sonra vuku bul­ ması uzak bir ihtimaldir. Sonra olsaydı, sahabenin m ut­ laka bundan haberi olurdu. c) Üçüncü neden ise şudur : Sahabe ve Tabiun as­ rından sonra, İslâm ümmeti, yazmaya izin verilip, bunun m übah olduğunda ve iznin yasaklamadan sonra vuku bulduğunda icma' etmişlerdir. Sahabe asrından sonra vücud bulan, İslâm ümm etinin bu icma'ı tevatüren sabit olmuştur.95 Hatta, asrımızda yasaklamanın, izni neshet­ tiği görüşünü savunanlar bile, eserlerinde, Hz. Peygamber'in hadislerine yer vermektedirler.

95 Ahmed Şâkir, EI-BâîsuT-Hasis, s. 159. 296


SÜNNET İN SAHABE DEVRİNDE YAZIMI VE TEDVİNİ Şayet : «Rasulullah'm vefatından sonra, sahabe ve Tabiun'un tutum una bakm ak lazım. Zira onlar, sünneti yazıp, tedvin etmekten kaçınmışlar, başkalarım da bun­ dan men etmişlerdir. H atta yazdıklarını alıp yakm ışlar­ dır. Bunu yaparken de, Rasulullah'm, sünnet'in yazılma­ sını yasakladığı yolundaki rivayetleri delil getirmişlerdir. Bütün bunlar, Sünnetin hüccet olmadığına, Rasulullah'm getirdiği yasağın, izinden sonra olup, onu neshettiğine dair b ir delil teşkil etmez mi? Aksi taktirde onların, iz­ nin icabı, hareket etmeleri gerekmez miydi?» denilecek olursa; şöyle cevap veririz : Sahabeyi bu konuda b ir bütün olarak değerlendir­ meye tabi tutm ak gerekir. Çünkü, onların pek çoğu, ya­ zıya cevaz veriyor, yazılı sünnetleri yanlarında m uha­ faza ediyorlardı.1 Bazısı da, bilfiil yazıyordu.2 İşte bu konuda varid olan haberler : Buhari, Ebu Davud ve Nesei'nin kaydettikleri bir rivayette, Hz. Ebu Bekir'in, Enes (r.a.)'i, Bahreyn'e zekat görevlisi olarak gönderirken, onlara şöyle yazdığı belirtil­ mektedir : «Bunlar, Rasulullah'm bütün m üslüm anlara vecibe kıldığı, zekat farizalarıdır. Onları, Rasulüne Allah Teâla, emretm iştir. Kim onları, usulü dairesinde isterse, 1 Kadı lyaz, C. 2, s. 167. 2 Dârîmi, en-Nakzt s. 130-132. 297


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

m üslüm anlar versinler, kim de, daha fazlasmı talep eder­ se, o taktirde vermesinler.» İbn Abdilberr'in, Abdülmelik b. Süfyan'dan naklet­ tiği b ir rivayette ise; Hz. Ömer'in : «İlmi, yazıyla kayde­ diniz» dediğine yer v e rilm iştir: Bunu, Hakim ve Darimide rivayet etm iştir. İbn Abdilberr, benzeri b ir rivaye­ ti, Yahya b. Kesir kanalıyla, İbn Abbas'tan nakletmiştir. İbn Abdilberr, İbn Abbas'ın, Harun b. Antere nin ba­ basına, yazı için müsade verdiğini, rivayet etm iştir. Ay­ rıca, Said b. Cübeyr'in, İbn Abbas'la birlikteyken, ondan işittiği hadisleri, binitinin üzerinde yazdığını, indikten sonra da, yazdıklarını çoğalttığını, rivayet etmiştir. İm am Müslim ise; İbn Ebî Müleyke'nin şu sözüne yer verm iştir: «İbn Abbas'a, bana bazı şeyleri yazıver­ mesi için b ir m ektup gönderdim. Bu arada bazı şeyleri de gizli tutm asını istedim. O da (hakkımda) : «Samimi bir çocuktur. Ben O'nun namına herşeyi adam akıllı se­ çiyor, bazılarını da kendisinden gizliyordum,» deyesiymiş (Ravi diyor ki) : İbn Abbas, Hz. Alinin mahkeme ka­ rarlarını istedi ve onlardan bazı şeyler yazmağa başladı. Bu arada, öyle şeylere rastlıyordu ki : «Allah'a yemin olsun, bu hükm ü Ali vermemiştir. O n u n bu hükm ü ve­ rebilmesi için, ancak, sapıtmış olması gerekir, diyordu.» Süfyan b. Uyeyne tarikiyle de, Tavus un şöyle dedi­ ğini rivayet etm iştir : «İbn Abbas'a, Hz. Ali'nin m ahke­ me kararları getirilmişti de, O, onlardan (Süfyan, dirse­ ğini işaret ederek) şu k a d a n hapç, hepsini imha etti.» İm am Ahmed, Ka'ka' b. Hakim'in şöyle dediğini ri­ vayet etm iştir ‫؛‬. «Abdülaziz b. Mervan, İbn Ömer'e bir m ektup yollayarak, ne ihtiyacı varsa kendisine bildir­ mesini söylemiştir : İbn Ömer de cevaben O n a : Rasu­ lullah (s.a.s.) «veren el, alan elden daha hayırlıdır, infaka 298


SÜNNET M ÜDAFAASI

ehlinden başla» demiştir. «Ben senden herhangi bir şey istemiyorum. Ama, senin vasıtanla, Allah'ın bana verece­ ği rızkı da, reddetmek istemem» diye yazmıştır. îb n Hacer, «Fethul-Bari» adlı eserinde şöyle demek­ tedir : «Ebu Kasım b. M ündenin «Kitabul Vasiyye»sinde Buhari nin, Ebu Abdurrahman el-Hubûlâli'ye kadar va­ ran sahih bir isnadla zikrettiği şu rivayete rastladım : «Ebu Abdurrahman, Abdullah'a, içerisinde hadis yazılı olan bir kitap getirmiş ve : Şu kitabı incele. Bildiğin ha­ disler kalsın, bilmediklerini aradan sil, demiştir.» B ura­ daki Abdullah'ın, Ömer b. el-H attab'm oğlu olması m uh­ temeldir. Çünkü, el-Hubulali, O’ndan hadis işitmiştir. ü ’nun, Amr b. el-As'm oğlu da olması muhtemeldir. Zira, l-Hubulali, O'ndan yaptığı rivayetlerle m eşhur olmuştur. îbn Abdilberr, Mücâhid'den gelen şu rivayete yer ver­ miştir : «Abdullah b. Amr şöyle dem iştir : «Beni hayata leşvik eden iki şey var : Bunlardan birisi, «es-Sâdıka», dieri ise «eI-Veht»tir. «Es-Sâdıka» «Rasulullah'tan yazdı­ ğım hadisleri muhtevi sahifedir. «El-Veht» ise; Amr b. As'm bana tasadduk ettiği arâzîdir.» Yine, îbn Abdilberr, FudayI b. Hasen b. Amr. b. Ümeyye ed-Damrî'nin, babasından naklen şöyle dediğini rivayet etm iştir : «Ebû Hureyre (r.a.)'nin yanında, b ir ha­ dis zikrettim. O n u hemen reddetti. «Bu hadisi, senden işittim», dedim. «Eğer O n u benden işittiysen mutlaka, yanımda yazılı olması gerekir,» diye karşılık verdi. Elim­ den, tutup, beni evine kadar götürdü. Bize, Rasulullah'ın hadisleri yazılı olan, pekçok kitap gösterdi. Kitaplardan bu hadisi de buldu ve bana «Eğer bu hadisi ben rivayet ettiysem m utlaka yanımda yazılıdır diye söylememiş miy­ dim?» dedi. îbn Hâcer de, benzeri bir rivâyete yer ver­ 299


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

miştir. İbn Abdilberr, Ebu H ureyre’nin bu rivayetinin, da­ ha önce geçen kendisinin yazmayıp, Abdullah b. Amr'ın yazmış olduğu yolundaki rivâyetiyle çelişki arzettiğini, evvelki rivayetin nakil bakım ından daha sahih olduğunu söylemiştir. îbn Hacer ise, şöyle d e m e k te d ir: «Bu rivâyet daha önce geçen Abdullah b. Amr’ın yazıp da, kendisinin madiği şeklindeki, rivâyetle çelişki arzetmez. Çünkü, ara­ larını bulma imkânı m üm kündür. Şöyle ki; Ebu Hureyre (r.a.) Rasulullah zamanında hadisleri yazmazken, daha sonra yazmaya başlamış olabilir. Kaldı ki, hadislerin ya­ zılı olarak, yanında bulunması, onlan kendisinin yazdı­ ğı anlamına gelmez. Çünkü, (daha önce) yazmadığı bilin­ mektedir. Bu durum da, yanındaki yazılı hadislerin başka­ ları tarafından kaleme alındığı ihtimali kuvvet kazanır. İbn Abdilberr, Beşîr b. Nehîk'in de şöyle dediğini ri­ vayet e d e r : «Ben, Ebu Hureyre'den işittiklerimi yazar­ dım. O n dan ayrılacağım vakit, yazdıklarımı getirdim ve O na; Bunları senden işittim, ne dersin? dedim. O da, bunu onayladı.» I Müslim de, Enes b. Malik'ten gelen şu rivâyete yer verm iştir : «Bana Mahmud b. Rebî', Itbân b. Malik’ten rivâyet etti ve dedi k i : «Medine'ye gelmiştim. Orada, Itbân ile karşılaştım. Senin bir hadisini işittim, ne dersin? dedim. Şöyle cevap verdi : «Gözlerimden rahatsızlanmış­ ı m . Rasulullah'a haber gönderdim ve evime gelip namaz kılmasını, zira namaz kıldığı yeri, kendime namazgâh edin­ mek istediğimi, söyledim. Rasulullah da b ir grup ashabiyle birlikte geldi. girdiler. Rasulullah, bir köşede namaz kılarken, ashabı da kendi aralarında konuşuyorlardı. Sonra, (sözkonusu olan şeylerin) en çoğunu ve en büyü-


SÜNNET MÜDAFAASI

f'.ünü. Malik b. Dühşum'a isnad ettiler. Peygamber'in, O'na beddua etmesini ve bu sebeple O’nun helâk olmasını istediler. Bu arada, Rasulullah namazım bitirdi ve ‫« ؛‬o, Allah'tan başka ‫ل‬1‫ اﺀة‬olmadığına, ‫آدا‬ de, Allah’ın elçisi olduğuma şehadet etmiyor mu?» diye sordu. Ashab; «Evet, bunu söylüyor, ama, kalbiyle ona inanmıyor,» dediler. Rasulullah ‫« ت‬Allah’tan başka ilâh olmadığına, benim de, Allah'ın elçisi olduğuma, ^‫؛‬hâdet getiren hiç bir kimse, cehermeme girmeyecek ve onu tatmayacaktır,» dedi.» Enes (r.a.) «Bu hadis, benim çok hoşuma gittiği için, oğluma yazmasını söyledim. ‫ ه‬da, yazdı,» demiştir. ibn Abdilberr, Sûmâme'den, Enes (r.a.)'in : «Yavrula‫ ! آاااآ‬İlmî, yazıyla kaydedin,» dediğini rivâyet etmiştir. Aynı haberi, Hâkim de kaydetmiştir. İbn Abdilberr, bu konuda, ayrıca, şu rivayetlere yer vermiştir : Rabi' b. Sa'd ‫« ت‬Câbir b. Sebât'ı levhalara yazarken gördüm,» demiştir. ٠

Abdullah b. Huneys de : «(bazı hadisçileri), el-Berânm yanında, ellerinde kamış, yazarken gördüm,» de٠

M an şöyle dem iştir : «Abdurrahman b. Abdullah b. Mesû'd, bana bir kitap gösterdi, ve O'nu bizzat baba­ sının yazdığına da yemin etti.» ٠

Haşan b. Câbir de : «Ebu Umâme ye îlm (hadisler)'in yazılmasında, bir m ahzur olup, olmadığını sordum. Bunda bir sakınca olmadığını belirtti,» demiştir. ٠

Hârre gününde, Hişâm b. U rvenin babasının ki­ tapları yanmış ve O, şöyle dem iştir : «Keşke bütün ma­ ٠

301


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

lım ve ehlim gitseydi de, kitaplarım yanımda kalsaydı.» Serî b. Yahya, H asen’in ilmîn yazılmasında bir beis görpaediğini, Tefsirini imlâ ettirdiğini, kendisinin de ya­ zıverdiğini söylemiştir. ٠

İbrahim en-Nehâî, «el-Atrâf»'m yazılmasında bir beis yoktur,» demiştir. ٠

Ebu Kîrânî, Dahhâk'm : «Birşey duyduğun vakit, duvara bile olsa, onu yaz» dediğini, Hasen b. Âkil'in de : «Dahhak bana, Haccm menâsikini imlâ ettirdi» dediğini rivâyet etmiştir. ٠

Halid b. Nizâr, şöyle dem iştir : «Hişam b. Abdülmelik, Zührî nin rivâyetlerini yazmak üzere iki tâne kâtip tutm uş, bir sene boyunca yazmışlardır.» ٠

M am er de şöyle dem iştir : «Yahya b. Kesir, bana bazı hadisler zikretti ve «falanca hadisleri, bana yazıver,» dedi. îlm in yazılmasını kerih görmüyor musun? diye sor­ dum! Yaz; Çünkü, yazmazsan ilmi kaybedersin veya on­ da yetersiz kalırsın,» dedi.» ٠

٠

Âmir eş-Ş abî de : «Yazı ilmin kaydıdır» demiştir.

Vehb b. Cerîr ise, Ş u b e nin kendilerine bir hadis olduğunu lirttiğini nakletm iştir. ٠

Şebâbe de şöyle dem iştir : «Şube; «hadisleri ar­ ka arkaya sıralayıp, zikrettiğimi gördüğünüz vakit, bilin ki, ben onları kitaptan ezberlemişimdir,» dedi.» ٠

Süleyman b. Musa da : «Âlim üç kişinin yanma oturur. Birincisi, her işittiğini alan kimse; bu gece vakti ٠

302


SÜNNET M ÜDAFAASI

odun toplayan gibidir. İkincisi, yazmayıp, yalnızca din­ lemekle yetinen kimsedir; buna, âlimin meclisinde bulu­ nan kişi denilir. Bir üçüncüsü de vardır ki; Rivâyetleri seçer. İşte O, en hayırlılarıdır. —bir başka seferinde ise— İşte O, esas âlimdir, demiştir.» Süfyan ise; «Bazı idareciler, ibn Şübrüm eve : «ne bu Rasulullah'a isnad edilerek, bize rivâyet ettiğin hadis­ ler? diye sorduğunu O’nun da : «Onları, yanımızda bulu­ nan bir kitaptan naklediyoruz» diye cevap verdiğini,» nakletmiştir. ٠

Hâtim el-Fâhîri de şöyle dem iştir : «Süfyân esSevrî'nin; «hâdisi üç şekilde yazmak hoşuma gider : zı hadisleri din edinmek üzere yazarım. Bazılarını da sa­ dece yazarım, ne terkeder ve ne de din edinirim. Bir de zayıf hadis vardır, O'nu tanım ak hoşuma gider, fakat nunla pek ilgilenmem,» dediğini işittim.» ٠

Hâlid b. Hıdâş el-Bağdâdî de : «Mâlik b. Enes'e vedâ ediyordum. «Ey Ebu Abdullah! bana ne tavsiye eder­ sin, dedim.» «Gizli ve âşikâr, her hâlinde, Allah'tan sakın, m üslüm anlara nasihat et. Ehlini bulduğun vakit de, İlmî yaz,» dedi.» dejniştir. ٠

îshâk b. Mansûr da şöyle dem iştir : «Ahmed b. H anbele «îlm (hadisler),in yazılmasını kimler kerih rüyordu.» diye sordum. «Bir kısım âlimler bunu kerih görürken, bazısı da buna ruhsat vermiştir,» dedi. Eğer, İlim yazılmamış olsaydı, kaybolup, gitmez miydi? dedim. Evet, ilim yazılmasaydı, şimdi hâlimiz ne olurdu (bilmem ki?) dedi.» ٠

îshâk b. Mansur diyor ki : «Aynı soruyu, îshâk b. Râheveyh’e sordum, O da, tıpkı, Ahmed b. Hanbel gibi


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

Ebu Kılâbe; yazmak bana, unutm aktan çok daha sevimlidir,» demiştir. Ebu Melih şöyle dem iştir : «Yazdığımız için, bizi ayıplıyorlar. Halbuki, Allah Teâla : «De k i : «Onların bil­ gisi, Rabbımın yanında bir kitaptadır. Rabbım şaşmaz ve unutmaz»,3 buyurm aktadır.» Bunu, Suyûtî de «TedrîbûV-Râvi» adlı eserinde rivâyet etmiştir. ٠

Abdurrahman b. Hermele de : «Ben, hafızası, pek iyi olmayan birisiydim. Bu nedenle, Said b. el-Müseyyib yazmama müsade etti,» demiştir. ٠

İm am Malik de, Yahyâ b. Saîd'in : «her işittiğimi yazmam, bana, malımın bir misli daha fazlalaşmasından çok daha sevimlidir,» dediğini haber vermiştir. ٠

Sevâde b. Hayyân da, Muaviye b. K urra'nm : «Îlmî yazmayan kimseyi, âlim saymayın» dediğini nakletm iştir. ٠

Abdurrahman b. Ebu z-Zinâd, babasının şöyle de­ diğini haber v e rm iş tir: «Biz (yalnızca) helâl ve haram (a dair rivayetler)i yazardık. îbn Şihâb ise, her işittiğini ya­ zardı. Kendisine ihtiyaç hissedildiğini görünce, O'nun in­ sanların en âlimi olduğunu anladım.» ٠

Ed-Derâverdî de şöyle dem iştir : «îlm (hadisler)'i ilk tedvin eden kişi îbn Şihâb’tır.» îm am Mâlik de aynı­ sını söylemiştir. Ma'mer ise, Zührî'nin şu sözünü naklet­ m iştir : «Emirler zorlaymcaya kadar, biz ilm (hadisler)'in yazılmasını hoş karşılamıyorduk. Sonunda, müslümanların hiçbirinin bunu yapmasına mani olmamamız gerek­ tiğini anladık.» ٠

Eyyûb b. Ebi Temizi de, Zührî'nin şu sözünü nak­ letm iştir : «idareciler, benden yazmamı istediler. Ben de ٠

3

T â h a , 52،

304


SÜNNET MÜDAFAASI

bunu yap،™ . Onların b u isteklerini yapınca, başkalarına da yazıvermemekten dolayı haya ettim.» Ma'mer, Sâlih b. Keysân'm şu sözünü nakletmiştir: -،îbn Şihab'la birlikte ilm (hadisler)i öğreniyorduk. Birgiin, sünnetleri de yazmaya k arar verdik ve Rasulullah'lan gelen herşeyi yazdık. Sonra O : «Sahabeden gelenleri de yaz,» dedi. Ben : «Hayır, olmaz. Çünkü, onlar sünnet değildir,» dedim. O; «Bilâkis, onlar da sünnettir» dedi ve yazmaya devam etti. Ben ise yazmadım. Böylece, O ba­ şarılı oldu, ben ise kaybettim.» ٠

Ebu Zür a da : «Ahmed b. Hanbel ile Yahyâ b. Main,in : «Hadisleri yazmayan b ir kimsenin hata yapma­ yacağından emin olunamaz,» dediklerini haber vermiştir. ٠

Er-Riyaşî de, Halil'in : «Yazdıklarını beytü'l-mal say ezberlediklerini de nafaka,» dediğini nakletmiştir. ٠

M überrid de, yine Halil'in : «işittiğim herşeyi yaz­ lım. Yazdığımı da ezberledim. Ezberlediğim herşeyin ise, utlaka faydasını gördüm» dediğini rivayet etmiştir. ٠


SAHABİ’NİN BU KONUDAKİ TUTUMLARININ DEĞERLENDİRMESİ Bu konuda, bazı sahabilerin tutum unu esas alsak bi­ le, bu asla, Sünnetin hüccet olamıyacağı anlamına gelmez. Çünkü, Hz. Peygamber'in yazmaktan nehyettiğine dair emri herkesçe m alum dur. Nitekim daha önce de bu hu­ suslar üzerinde durm uştuk. Burada ise, sahabeyi yazmak­ tan alıkoyan diğer nedenlere temas etmek istiyoruz : Bazı sahabilerin, hadisleri yazmaktan kaçınması, ya­ saklamanın, izinden sonra olduğuna ve onu neshettiğine dâir bir delil olamaz. Çünkü, îb n Kuteybe ve el-Hattabî'nin kanaatları doğrultusunda; hem yasaklamanın ve hemde iznin bütün şahıs ve durum ları kapsadığım söyleyecek olursak, o taktirde, sahabenin, Hz. Peygâmber'in vefatın­ dan sonra da, önceki hâl üzere devam ettiklerini belirt­ memiz gerekir. Onlar, Rasulullah'ın r a y sadesine m utta­ li olamamış, önceki hükm ün nesh' olunmayıp, devam et­ tiğini zannetmişlerdir. Yoksa, yasağın, izinden sonra olup, onu neshettiği gibi bir anlayışa sahip olmamışlardır. Boy­ lu olsaydı, onlardan sonraki neslin, yazmaya izin verilip, O nun m übahlığm da icma' etmemeleri gerekirdi. Yasak ve iznin herbirerini, daha önce zikredilen hu­ suslarla, tahsis edenlerin görüşünü benimsediğimiz tak­ tirde ise; yazmaktan kaçınan, başkalarına mâni olan ve yazılı olan sahifeleri imha eden, sahabi ve Tabiilerin, yaz­ maya engel teşkil eden unsurlardan herhangi birisi sebe­ 307


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

biyle, böyle yaptıklarını söylememiz gerekecektir. Bu se­ bepler; K ur'an ve sünnetin yazılmasının karışıklığa yol aç­ ması, yazıya güvenilerek, gevşekliğe düşülmesi, bunun sonucu olarak da, ilim, fıkıh ve anlayışın kaybolması gibi nedenler olabilir. Aynı şeyleri, Sünnetin tedvin edilip, tıpkı, K ur'an gibi bir kitapta toplanılması konusunda da söyleyebiliriz. Kal­ dı ki tedvinin, hücciyetin şartlarından olduğu yolundaki görüş tam amen yanlıştır. Eğer tedvin edilmeyiş, hücciyete mani b ir unsur ol­ saydı, şöyle demek doğru olurdu : «Hz. Ebu Bekir ve Zeyd b. Sabit, ilk etapta, K ur'an'ın cem edilmesinden ka­ çındıkları vakit, K ur'an'ın hüccet olmadığı anlayışıyla böy­ le yapmışlardır.» Bu ise, bu iki şahıs hakkında, tasavvu­ ru m üm kün olmayan b ir husustur. Fakat, gerçek şu ki, onlar, ilk etapta K ur'an'm cem’ edilmesi fikrine yanaş­ madılar. Çünkü, Rasulullah, bunu yapmamış, yapılması­ nı da emretmemişti. Sonradan, m aslahatın ve hayrın cem' edilmesinde olduğunu görünce, derhal bu işi gerçekleştir­ mişlerdir. Buhari, îb n Şihâb tarikiyle yer verdiği b ir rivayette Zeyd b. Sabit'in şöyle dediğini k a y d e d e r: «Yemâme sa­ vaşında öldürülenlerden dolayı, Hz. Ebu Bekir beni ça­ ğırttı. Vardığımda, Ömer (r.a.) de oradaydı. Ebu Bekir (r.a.) bana : «Ömer geldi ve Yemâme gününde çok sayıda K ur'an hafızı ölüp gitmiştir. Ben, diğer bölgelerde de Kur an hafızlarının öldürülmesinden ve bu sebeple, K ur an m ekseriyetinin kaybolmasından endişe ediyorum. Ka­ naatimce, K ur'an'm cem' edilmesini em ir buyurmanız ye­ rinde olur,» dedi. Ben de O'na : «Rasulullah'ın yapm dığı b ir işi, nasıl yapabiliriz ki?» dedim. Ö m e r : «Allah'a 308


SÜNNET M ÜDAFAASI

yemin olsun ki, bu hayırlı bir iştir.» diyerek, ısrarla bana m üracaatta bulundu. Sonunda, Allah, benim de kalbimi Ömer'in görüşüne ısındırdı. Ben de O'nun gibi düşünm e­ ye başladım.» dedi. Zeyd diyor k i : «Hz. Ebu B e k ir : «Sen genç ve akıllı bir adamsm. Üstelik, hakkında menfi b ir şeyde bilmiyo­ ruz. Daha önce, Rasuiullah'ın vahiy katipliğinde de b u ­ lunm uştun (üzerinde) K ur'an (yazılı olan) parçalan araş­ tır onları b ir araya getir,» dedi. Allah'a yemin olsun ki, eğer b ir dağın yerini değiştirmek gibi b ir görev verselerdi, bu bana, Ebu Bekir'in, K ur'an'm cem' edilmesi işini em ir buyurm asından daha ağır gelmezdi. Onlara : «Rasulullah (s.a.s.)'ın yapmadığı bir şeyi, na­ sıl olur da, sizler yapmaya kalkışırsınız,» dedim. Ebu Be­ kir : «Allah'a yemin olsun ki, bu çok hayırlı bir iştir, dedi ve bana bu konuda, çok ısrar etti. Sonunda, Allah benim de kalbimi, o ikisinin kanaatlerine ısındırdı. Kur'an'ı cem' edebilmek, için; hurm a yaprağı, taş ve K ur'an'ı ezbere bilen kimseleri, araştırm aya, toplamaya başladım. Tevbe sûresi'nin son âyetini : «Andokun, içinizden size öy­ le bir peygamber geldi ki; sıkıntıya uğramanız, O'na ağır gelir...» Yalnızca, Ebu Huzeyme el-Ensari'nin yanında bulabildim. Başka, hiç kimsede bulamadım. Mushaf (ta­ mamlandıktan sonra) ölünceye kadar, Ebu Bekir (r.a.)'in yanında kaldı. Sonra, hayatı boyunca Ömer'de, kaldı, ölü­ münü müteakip ise, Hz. Hafsa'ya intikal etti.» îşte bu da, tedvinin hücciyete tesir etmediğinin en açık delilidir. Sünnet'in tedvin edilmeyişinin daha başka sebepleri olabilir. Bunlara ileride temas edeceğiz. Sonra biz; Hz. Ömer'in, Sünnetin tedvini ve bir ki­ tapta cem'edilmesi konusunda m ütereddid olduğunu, bu 309


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

konuda, Ashâb ile istişârede bulunduğunu görüyoruz. Ni­ tekim, içlerinden bir kısmı, tedvin edilmesi yolunda fikir beyan etmişlerdir. Eğer tedvin edilmiş olmak, hücciyet'in bir şartı olsaydı, O taktirde, Hz. Ömer'in tedvin konusun­ daki tereddüdünün, sünnetin hüccet olup olmadığındaki tereddüdünden kaynaklandığını, söylemek gerekirdi. Kim bunun böyle olduğunu söyleyebilir? Hz. Ömer'in müslüman oluşundan itibaren, hilafeti zamanında tedvin konu­ su ortaya çıkıncaya kadar, Sünnetin hücciyetinden tered­ düt ettiğini söylemek asla m üm kün değildir. Çünkü O, çok daha basit meselelerde Rasulullah'ın hükm ünün ne ol­ duğunu öğrenmeye büyük özen gösterirdi. Bu durumda, O nunla ilgili olarak iki şey söylenebilir. O, ya Sünnet'in hüccet olduğu görüşündeydi, yahut da bu kanaatte değil­ di. Ama, her halükarda, tedvin konusundaki tereddüdü, Sünnet'in hüccet oluşundaki teretdüdünden kaynaklanmış olamaz. Ancak, tereddüdünün, O n u Sünnet konusunda araştırm aya sevkeden diğer sebeplerden neş'et etmiş ol­ ması m üm kündür. Bazı sahabilerin tedvinden kaçınmaları veya tedvin edilmiş bulunan sahifeleri yakmaları konusunda ise, iki sebep zikredilebilir: a) Bu sahabiler son derece m üttaki ve verâ' sahibi kimselerdir. Bu nedenle kendilerinden sonra, bazı kimse­ lerin, onların tedvin etmiş oldukları hadislerle amel et­ mesinden endişe etmişlerdir. Bunun sebebi ise; hadisi ken­ dilerine rivayet eden şahsın, zahiren sika görünmekle be­ raber, aslında yalancı olması ihtimali veya hafızası kuv­ vetli gibi gözükmekle birlikte, gerçekte zayıf olması, ya­ hut da, bizzat kendilerinin Rasulullah'tan işittikleri hadis­ lerde, hata yapmaları ihtimalidir. Nitekim, Hz. Ebu Be310


SÜNNET MÜDAFAASI

‫ ؛‬iı in, tedvin ettiği hadis sahifelerini, niçin yaktığını, Hz. \ işe ye izah ederken söyledikleri de buna işaret etm ek­ ledir. O şöyle dem iştir : «O, senin yanında iken ölüp, git­ mekten korktum . Ola ki, içerisinde kendisine güvenip, sika zannettiğim bir zatın rivayetleri bulunur da, aslında, ha­ disleri bana rivayet ettiği gibi olmayabilir. Fakat, sorum ­ luluğu ben üzerime almış olurum.» Başka bir rivayette ise, özleri şöyledir : «Size b ir takım hadisler rivayet ettim. Kimbilir, belki de kelimesi kelimesine işitmemişimdir.» b) Kur an'da olduğu gibi, Sahabeden bir iki, on veya ١ üz tanesinin, Rasulullah'tan sadır olan her şeyi bir ki­ tapta toplama imkanları yoktur. Çünkü, bütün risâleti boyunca, her an Rasulullah (s.a.s.)'la beraber olan birini göstermek m üm kün değildir. Bunun bulunabileceği farzrdilse bile, bu sefer de, her işittiğini ezberlemesi, onları hatırlaması ve tedvin etmesi imkân dahilinde değildir. Yi­ ne, içlerinden belli sayıda kimsenin, nöbetleşe, Rasulullah'la beraber olduklar.1 ve ondan sad ı^o lan herşeyi ha­ lfa la rın a aldıkları da m üm kün gözükmemektedir. Ba­ zen, içlerinden birisi bir vakit Rasulullah'la yalnız kalmış ve bu arada başkalarının m uttali olamadığı bazı şeyleri müşahede etmiş olabilir. Bu itibarla, sahabeden herbiri, diğerlerinin sahip olmadığı sünnet bilgisine sahip olabibil irler. Ne kadar yetki verilirse verilsin, hiçbir kimse­ nin, Rasulullah,ın vefatından sonra, sayıları vüzbinleri bulan sahabiyi bir araya toplayarak, sünnet bilgilerini bir ‫؛‬uaya getirmesi m üm kün değildir. 1 ، Suyûtl «Tedribü’r-Râvi», (s. 206),da şöyle dem ektedir: «Bi­ risi Ebu Zûr’a er-Râzi’ye : R asulullahm hadislerinin dörtbin tane olduğu söylenemez mi? diye sormuş. Bunun üzerine : Kim söylüyor bunu? Allah, O’nun dişlerini döksün. Bu zın-

I

311


S Ü ^ E T İ N YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

Sahabe, buna m uktedir olmadıklarını anlaymea; kendilerinden sonra gelenlerin, aynen Kur'an da olduğu gibi, onların bütün güçlerini sarfederek, sünnetin tam am ım bir kitap haline getirdikleri inancına düşerler korkusuyla, tedvin işinden k ç m m ışla rd ır. Bu nedenle, daha önce yazılmış olanları da a k m ış la rd ır. Ayrıca; sözlü rivâyetlerin sünnetten olmadığı inancına kapılıp, çelişki halinde, tedvin edilmiş bulunanları, sözlü rivayetlere tercih ederler endişesini de taşımışlardır. Halbuki, böyle bir durumda sözlü rivayet, tedvin edileni neshetmiş de olabilir. ‫ ه‬zaman, Şer'i hüküm lerin büyük bir kısmının kaybolması tehlikesiyle karşı karşıya kalınmış olurdu. ‫ر‬ d ık lan n sözüdür. Rasulullah’ın hadislerini, kim sayabilir ki? ‫ه‬, vefat ettiği vakit, kendisinden rivayette bulunan 114 bin sahâbi vardı.،» diye cevap verdi. Peki, bu sahâbiler neredeydiler ve nasıl ‫ص‬ işittiler? diye sorulunca; Mekke, Medine ve bu ikisi arasında yaşayan Araplar; Vedâ haccın d a hazır bulunanlar ve hayatında O’nu görüp, A rafat’ta dinleme im kanı bulanlardır», karşılığını verm iştir. El Iraki : İbnü’l-Medini’nm verdiği r u a m ın da, Ebu Zur’a ’nınkine yakm olduğunu söylemiştir. İbnu’l-Medini, Rasulullah vefat ettiğinde, O’nu gören, kadın, erkek 100 binin üzerinde insan vardı, diyor. Bu itibarla, her ta ra fa dağılmış olan sahâbeyi tesbit etmek m üm kün olm ayan bir iştir. Buhârî, Ka’b b. Mâ Jik’in, Tebük seferine iştirak etmemesiyle ilgili rivâyette. O’nun şö^le dediğini kaydetm iştir ‫« ث‬Rasulullah (s.a.s)’jn ashabı ‫ ه‬k ad ar çok ki. O nların (isimlerini) bir divanda top lam anın im kânı yoktur.» El-Irâki de, E6-Sâci’nin «el-Menakıb• adlı eserde, Er-Rafî’in şöyle dediğini kaydettiğini, n a k le d e r: «Rasulullah vefât ettiği vakit, m üslüm anlarm sayısı altmış bindi. Bunlardan 30 bini M edine’de, geri kalanı âa sair yer lerdeydi.» Bununla berâber, Rasulullah zam anında vefat edenleri, O’nun çağdaşı olanları ve O’nu küçükken görenleri bile zikretm elerine rağm en, Sahabe hakkında eser * kaydettikleri sayı onbine ulaşm am aktadır. 312


SÜNNET M ÜDAFAASI

Sünneti, tedvin edenler, Rasulullah (s.a.s.) ile, uzun müddet beraber yaşamış, ileri gelen sahabiler olacağı için, —Özellikle de, Hz. Ebu Bekir ve Ömer (r.a.) gibileri— sonraki m üslüm anlarm , sözkonusu m uhtem el inanca sa­ hip olacakları aşikârdır. Hz. Ebu Bekir'in : «Benim bu­ lamadığım hadisler kalmış olabilir. Bu nedenle de; eğer Rasulullah, bunları söylemiş olsaydı Ebu Bekir'in m u tla­ ka onlardan haberdar olması gerekirdi.» sözü de, kanaa­ timizi kuvvetlendirmektedir. Fakat, tedvin işini, Rasulullah ile uzun m üddet bir arada kalmadığı bilinen birisi gerçekleştirecek olursa, o taktirde böyle bir endişeye mahal kalmaz. Bundan da­ ha uzak olanı ise; Zührî, Buhari ve Müslim gibi, hadis­ leri toplayıp, tedvin etmeye son derece gayret sarfetmiş bir imamın, Sünnet'in tam am ını bir araya getirme im ­ kanına sahip olduğunun zannedilmesidir. Çünkü aradan uzun zaman geçmiş, îslâm toprakları genişlemiş, sahabe­ nin pekçoğu ölmüştür. Tabiun ve onlardan sonra sünnet bilgisine sahip olanlar ise; alabildiğine çoğalmıştır. Öyleki, akıl, Zührî gibi bir tek kişinin bütün bunlarla karşı­ laşmasını ve rivayetlerinin tam am ını almasını imkan da­ hilinde görmemektedir. Söz konusu ihtimal, bu kimseler için mevcut olm a­ yınca, tabii olarak, onların ve benzerlerinin, sünneti ted­ vin etmelerinde de bir sakınca kalm am aktadır. Bilakis, aradan uzun zaman geçmesi, güvenilir ravilerin vefat et­ miş olmaları ve ezberleme melekesinin zayıflaması nede­ niyle, bu tedvin işi zaruret kesbetmiştir. Bir taraftan, Acemler, Araplarla karışmış, medeniyet­ leri Araplar arasında yayılmıştır. Bunun sonucu olarak pekçoğu yazı öğrenmiş ve O, evvelki hafızaya güvenen 313


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

tabiatlarından sıyrılmışlardır. Öte yandan; mezheplerin çoğalıp, fırkaların tezahürü, zındık ve mülhidlerin ortaya çıkması sonucu, Hz. Peygamber e uydurm a hadis isnadı, o kadar çoğalmıştır ki, artık, Rasulullah'tan sadır oldu­ ğu bilinenlerin, güvenilir ve tenkidci âlimler tarafından yazılıp, tedvin edilmesi b ir zaruret haline gelmiştir. Tâ ki; böylece, sahih olanları, yalanlarından tamamen ayırmak m üm kün olabilsin. İbn Hacer, «Fethu’l-Bâri» adlı eserinin m ukaddim e­ sinde şöyle dem ektedir : «Hadislerin, Sahabe ve Tabiûn'un büyükleri zamanında, câmî' türünden eserlerde top­ lanıp, tertip edilmediği bilinmelidir. Bunun iki sebebi vardır : Birincisi : (İslâm'ın) ilk devirlerinde, hadislerin K ur'an'la karıştırılm ası endişesinden dolayı, tedvin işinin sahabeye yasaklanmış olmasıdır. İkincisi ise : Sahabenin kıvrak zekâ ve kuvvetli ezberleme gücüne sahip olması­ dır. Çünkü pekçoğu yazı bilmiyordu. Sonraları, Tâbiûn asrının sonuna doğru, âlim ler muhtelif şehir merkezleri­ ne dağılmışlar. Bu arada, Harici, Rafizi ve kaderi inkâr eden pek çok bidat sahibi fırkalar zuhur etmiştir. Bu se­ beple, hadislerin tedvin edilip, bablara ayrılması zarureti hasıl olm uştur. »2 İşte bu nedenlerle, Ömer b. Abdülaziz, vali ve âlim­ lere, hadisleri toplayıp tedvin etmelerini em retm iştir. Ya­ zılı olan nüshalardan da her şehre, birer tâne gönder­ miştir. Buharî'nin muallak olarak kaydettiği bir haberde şöyle denilmektedir : «Ömer b. Abdülaziz, Ebu Bekir b. Hazm'a bir m ektup göndererek; Rasulullah'ın hadisle 2 FethuT-Bâri, C. 1, s. 4. 314


SÜNNET MÜDAFAASI

riıü araştır ve yaz. Çünkü ben, âlimlerin ölüp, ilmin yok olmasından korkuyorum. Yalnızea, Rasulullah'ın hadislerini kabul et. ilm i yayın. Bu maksatla, ilim meelisleri oluşturun da, b ilm ^ e n le r de öğrensin. Zira, ilim, gizli kaldığı zaman yok olur.» demiştir. M uvatta'm Muhammed b. Hasen, rivayetinde de rivayete, m uhtasar olarak yer verilmiştir .3 El-Herevî de «Zemmü'l-Kelâm» adlı eserinde, Yahya b. Saıd vasıtasıyla, Abdullah b. Dinar'ın şöyle dediğini rivayet etm iştir : «Ne sahabe ve ne de Tabiun, hadisleri ^ m ı ş l a r d ı r . Zekâtla ilgili m ektuplar ve az m iktardaki hususlar dışında, hadisleri ezber yoluyla alıp, sözlü olarak nakletmişlerdir. Ne zaman ki, hadislerin yok olmasından endişe duyuldu, âlimler ölüp gitmeye başladı, o vakit, Ömer b. Abdülaziz, Ebu Bekir b. Hazm'a b ir m ektup göndererek, sünnet ve hadisleri araştırıp yazmasını emretti.»4 Ebu Nuaym ise : «Tarih-U Isb ah ân» adlı eserinde rivâyeti şöyle nakletm iştir : «Ömer b. Abdülaziz, taşra ya ¡mektuplar göndererek : « R u lu lla h 'ın hadislerini araş، lırm ve onları toplayın» emrini verdi.»5 A l^ r r e z z a k ise «Mus^mef»inde, îb n Vehb'in şöyle dediğini k ^ d e tm iş tir : İm am Malik'in : «Ömer b. Abdülaziz, şehir merkezlerine m ektuplar göndererek, onlara sünnet ve fıkıh hakkında bilgi verirdi. Medine'ye yazdığı mektuplarda ise, daha evvelki tatbikatlannın nasıl olduğunu sorar, ^ n la rın d a k ile rle amel etmelerini isterdi. Ebu ‫ و‬Kasımı, K avâidü’t-Tahdıs, s. 46*47.

٠

Kasimî, a.g.e., s. 46 -47 .

315


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

Bekir b. Hazm'a da b ir m ektup göndermiş, sünnetleri toplayarak, kendisine göndermesini istemiştir. Bunun üzerine; Ebu Bekir b. Hazm da, hadisleri b ir kitapta top­ lamış; ne var ki, göndermeden evvel, Ömer b. Abdülaziz vefat etm iştir.»6 dediğini işittim. îb n Abdilberr de, Zübeyr'in mevlâsı Ziyâd'm şöyle dediğini rivayet etm iştir : «îbn Şihab'ın, Sa'd b. İb ra­ him ’e : Ömer b. Abdülaziz, bize sünnetleri toplamamızı emretti. Biz de onları defterler halinde yazdık. O da : emiri bulunan her bir bölgeye, bir defter gönderdi, derken işittim.» îbn Hacer ise «Fethu'l-Bârî»nin m ukaddim esinde: —daha evvel iktibâs ettiğimiz sözlerinden sonra— şöyle demektedir : «Hadisleri ilk defa cem ’ edenler, Rabi1 b. Sabîh, Said b. Arûbe ve benzerleridir. Üçüncü tabakanın büyük âlimleri ahkâm (hadislerini) tedvin edinceye ka­ dar, imamlar, her bâbı müstakil olarak tasnif ediyorlar­ dı. İm am Mâlik «el-Muvatta»ım tasnif etti ve O'na, Hicazlı hadisçilerin, kuvvetli olan rivayetlerini almaya itina gösterdi. Bu arada, sahâbe sözlerine, Tâbiûn ve onlardan sonra gelenlerin fetvalarına da yer verdi. Mekke’de, Ebu Muhammed Abdülmelik b. Abdülaziz b. Cûreyc; Şam'da, Ebu Amr Abdurrahm an b. Amr el-Evzâî; Kûfe'de, Ebu Ab­ dullah Süfyân b. Sâid es-Sevri; Basra'da ise, Ebu Seleme Ham mad b. Seleme b. Dînâr, ilk tasnif işlemini gerçekleştirenlerdir. Daha sonra da, kendi asırlarındaki pekçok kimse, tasnif işleminde o n lan takip etmişlerdir. Ta ki, yalnızca, Rasulullah'ın hadislerinin bir araya getirilme­ si gerektiği görüşüne sahip olan im am lar gelinceye ka­ dar, böylece devam etm iştir. Bu ise, h. 2. asrın başları­ na tesadüf eder. Ubeydullah b. Musa el-^Abesî el-Kûfî, 31 6


SÜNNET MÜDAFAASI

Müsedded b. Müserhed el-Basri, Esed b. Mûsâ el-Ümevî, Mısır a yerleşmiş olan; Nuaym b. H am m ad el-Huzâî birer «müsned» hazırlamışlardır. Sonra gelen im am lar da on­ ları takip etmişlerdir. Pekçok imam, hadislerini «Müs­ ned» halinde bir araya getirmişlerdir. Bunlara, Ahmed b. Hanbel, îshâk b. Râhaveyh, Osman b. Ebu Şeybe ve di­ ğer seçkin hadisçiler örnek verilebilir. ...Ebu Bekir b. Ebu Şeybe gibi, bazı hadisçiler ise; hem m üsned ve hem de bablara göre haberleri, birlik­ te tasnif etm işlerdir. Ne zaman ki, Buhar! bu musannefleri görüp, tetkik etti; onların sahih ve hasen rivâyetlerin yanında, pek çok zayıf haberleri de ihtiva ettiğini, b u iki çeşit haberlerin ise biribirinden tefrik edilemiyeceğini farketti, o vakit, sıhhâtinde hiç kimsenin şüphe edemiyeceği sahih hadisleri toplamaya azmetti. Üstâdımn bu ko­ nuya ilişkin teşviki de, O'nun azmini kamçıladı; îshâk b. Râhaveyh, içlerinde Buhari'nin de bulunduğu bir grup kim seye: «Keşke, Rasulullah’m sahih sünnetlerini ihti­ va eden, m uhtasar b ir eser meydana getirseniz (ne iyi olur),» demiştir. Buhari diyor k i : «Bu söz, kalbime yer etti ve «el-Câmiü’s-Sahih»’i yazmaya başladım.» «Kavaidû’t-Tahdis» adlı eserin yazan el-Kâsımî de şöyle d iy o r : «İmam S u y û tî: hadisleri ilk cem ’ eden zat­ lar olarak isimleri zikredilen bu şahıslann hepsi, h. ikin­ ci yüzyılın ortalarında yaşamışlardır» diyor. Hadis ted­ vininin başlangıcı ise h. birinci yüzyılın başlarında, Ömer b. Abdülaziz'in hilafeti zamanına rastlar. Bunu, îb n Hacer de «Fethu’l-Bârî»'de ifade etm iş­ tir : Şöyle ki; «Ebu Nuaym’m, Muhammed b. Hasen ta ­ rikiyle, îm am Malik'ten n a k le ttiğ i: «îlm (hadisler)’i, ilk tedvin eden îb n Şihâb ez-Zührî’dir şeklindeki rivayete 317


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMEDİ

göre : Ömer b. Abdülaziz’in emriyle, hadisleri ilk tedvin eden zât İbn-Şıhâb'tır.»7 İşte bu yüzden, Tâbiûn asrından sonra, Yazmanın ve Sünnet tedvin etmenin m übah o ld u rm a dair b ir iema' tahakkuk etm iştir. H atta bazıları, bunun mendüb ve vaeip olduğu görüşüne sahip olmuşlardır.8 Kadı iyâz şöyle diyor : «îlm {hadisler)'in yazımı konusunda, Sahabe ve Tâbiûn arasında, pek çok ihtilâf vardı. Çoğu bunu kerih görürken, bir kısmı da caiz olduğunu y i t i y o r d u . Daha sonra m ü lü m a n la r bunun cniz olduğunda icma' ettiler. Böylece, daha önce var olan İhtilaf ortadan kalktı.»9 İbnû’s-Salah ise : «ilk devir m ^ lü m a n la n , hadislerin yazımı konusunda ihtilâf ettiler, içlerinden bir kısmı, hadislerin ve ilmin yazımını kerih görüp, ezberlemeyi emrederken, bazısı da buna cevaz verdi. Sonradan bu ihtilâf ortadan kalktı ve m ü r i ^ a n l a r yazının caiz ve mübah olduğunda icmâ' ettiler. Eğer hadisler, kitaplar halinde tedvin edilmemiş olsaydı, sonraki a r l a r d a kaybolup giderlerdi...» dem iştir.10 ibn Hacer de şöyle diyor : «Selef âlimleri yazımın yapılıp, a c ım a y a c a ğ ın d a ihtilâf etmişlerdir. Gerçi, daha sonra mesele vuzûha kavuşmuştur, ilm (hadisler)'i yazmanın caiz, hatta m üstahap olduğuna dair, icm a’ hâsil olmuştur. Kaldı ki, hadisleri tebliğ ile yükümlü olup da; onları unutm a endişesi toşıyanlann, yazmalarının vacip olacağı, gayet açıktır.»ll 7 Fethu’l-Bâri4 c 1, s. 146-149. 6 El-Ayni, Umdetû’l-Kâri, c 2, s. 158. 9 Nevevî, Müslim Şerhi, c. 18, s. 129-130. 10 Îbnu's-Salâh, Ulümu’l-Hadis, s. 164-171. 11 Fethu’l-Bârî, c . 1, s. 146-149. 318


SAHABE'NİN SÜNNETLERİ RİVAYETTEN KAÇINMALARI VE BUNU YASAKLAMALARI Eğer; Sahabe'nin, sünnetin yazım ve tedvininden ka­ çınmalarının hikmeti anlaşılmıştır. Fakat, sünneti riva­ yetten sakınmalarına ve O n u yasaklamalarına ne denile­ cektir? Bu tutum ları, sünneti hüccet olarak görm edik­ lerinin bir delili olamaz mı? Aynca, şer’î hüküm lerde de­ lil olarak kullanılmaması için, Şâriin, O nun nakledilme­ sini istemediğine m uttali oldukları anlamına gelmez mi?» denilecek olursa; şöyle cevap veririz : Sahabenin, m utlak olarak hadis rivayetinden kaçın­ dıklarını zannetmek doğru değildir. Bazı durum larda, ha­ dis rivayetinden kaçınmış olmaları da, sünnetin hüccet olamıyacağı manasını taşımaz. Rasulullah (s.a.s.), onlara, hadisleri rivayet etmele­ rini ve kendilerinden sonrakilere tebliğde bulunm aları­ na emretmişken, bu kıîruntu nasıl doğru olabilir. îbn Abbas Hz. Peygamber'in : «Sizler (hadisleri) işitiyorsunuz. Sonrakiler de, onları sizden duyup (alacaklardır),» dedi­ ğini, haber vermiştir. Sahabe’nin hemen hepsinin; ister hadis rivayetin­ den, kaçman, ister bunu yasaklayan, isterse bunda bir beis görmeyenleri olsun; sünnete en çok sarılan, ve bir mâni olmadıkça, sünnetin rivayetine ve tebliğine en çok özen gösteren kimseler olduğu tevatüren bilinmektedir. Onlar, m uarızlarına karşı sünnetle delil getirmişler, ken­ 319


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

dilerine de, sünnetle karşı çıkıldığı zaman, görüşlerinden dönerek, iknâ olmuşlardır. Yeni zuhûr eden hâdiseler k ar­ şısında, sünnete m üracaat etmişler, başkalarını da, onun­ la amele teşvik etmişlerdir. Böyle davranırlarken de, hiç kimse onlara karşı çıkmamıştır. İşte, Hz. Ebu Bekir; Sakife gününde, E nsar a karşı «،İmamlar, Kureyştendir.» hadisini delil getirmiş ve onlar da ikna olm uşlardır. Hz. Fatım a ya karşı : «،Biz, peygam­ berler topluluğu miras bırakmayız. Geriye bıraktıkları­ mız sadakadır.» hadisini ileriye sürm üş ve O da iknâ ol­ m uştur. Yine, O; Muhammed b. Mesleme'nin rivayetiyle pekiştirdikten sonra, ninenin miras(daki pay)ı hususunda Muğire (r.a.) nin rivayetiyle hüküm vermiştir. (Zekâtları­ nı vermeyenlere karşı, savaş ilân ettiği vakit) Hz. Ömer'­ in : «،İnsanlar, Allah’tan başka ilâh yoktur deyinceye ka­ dar, onlarla, savaşmakla emrolundum» hadisiyle karşı çıkması üzerine, hadisin sonundaki «Hakkın alınması için (savaş) müstesna» ifadesiyle cevap vermiştir. İşte, Hz. Ömer; Hacerû'l-Esved'i ö p e rk e n : «Eğer, Allah Rasulunu, seni öperken görmeseydim, asla öpmezdlm» demiştir. Rasulullah'm minberinden, in s a n la ra : «Ameller, niyetlere göredir» hadisini bizzat O, rivâyet et­ miştir. Ebu Said'in, sıhhatine şehadette bulunm ası üze­ rine, Ebu Musa (r.a.)'nm, isti'zân'a dair rivayetini, kabul etm iştir. Yine, pek çok vesileyle insanlara : «Rasulullah'tan (herhangi b ir konuda) birşeyler bilen varsa, onu ge­ tirsin» diyen de, Hz. Ömer'dir. Kadının, kocasının diye­ tine mirasçı olabilmesi, iskat-ı cenin meselesi ve daha evvel zikrettiğimiz diğer konulardaki, İm am Malik ve di­ ğer hadisçilerin naklettiği rivayetler de misal verilebilir. Bütün valilerine m ektup göndererek : «Kur'an'ı öğrendi­ ğiniz gibi, Sünneti ve Arap dilini de öğreniniz» diyen 320


SÜNNET MÜDAFAASI

yine, Hz. Ömer'dir. «Re'y'den sakınınız. Çünkü, re'y sahipleri, sünnetlerin düşm anıdırlar. Hadisler onları, sünnetleri ezberlemekten âciz bırakmıştır.» diyen; Hid rin en hayırlısı, Muhammed'iıı hidayetidir.» diyen; «İleride bir takım insanlar, K ur'an'ın m üteşabihatı ile karşjınıza çıkacaktır. Onlara karşı, sünnetlere sarılın. Zira, sünnetlere vakıf olanlar, K ur'an'ı en iyi bilenlerdir» diyen de Hz. Ömer'dir. Ve işte Hz. Ali : «Size, Rasulullah'tan b ir hadis rivâyet edildiği zaman, Rasulullah'm ondan daha nezih ve daha m üttaki olduğunu bilin,» demiştir. Başka bir rivayette ise ; «Rasulullah'm daha nezih, daha m üttak! ve daha fazla hidayet üzere olduğunu biliniz. (Çünkü, Rasulullah'm şanına bu yakışır ve o yalmzca hayrı emreder.)»

İşte, Abdullah b. Mesud; (Düğme yaptıran bir kadına karşı) ‫« ؛‬Allah, dövme yapan ve yaptıranlara lânet etmiştir«» hadisini delil getirmiştir. Ebu Davud'un, Alkame tarikiyle yaptığı bir rivayette, Hz. Osman'a, Rasulullah'ın şu hadisini rivayet etm iştir : «Alkame diyor ki : -sMina'da, Abdullah b. Mesud’la yürüyordum. Hz. Osman'١٤، karşılaşıverdi. CTnunla yalnız kalmak istedi. Abdullah, 1‫ ﻣﻤﺤﺎ‬Osman'ın bir ihtiyacı olmadığını görünce bana «Ey Alkame, buraya gel» dedi. Gittim. Bu arada, Hz. Osman O na «Ey Ebu A d u rra h m a n ! Seni bakire bir cariyeyle evlendireyim mi, (ne dersin?). Belki de, nefsinin ^ışageliliği şeyi, sana yeniden kazandırır,» diyordu. Bunun üze‫؛*؛‬ne Abdullah «Sen böyle diyorsan, ben de, Rasulullah'm j.ıı sözünü işittim : «Sizden kim evlenmeye güç yetirir■e, evlensin. Çünkü bu, gözü korum ak ve iffeti muhafaI I I etmek için daha elverişlidir. Kim de evlenmeye güç 321


SÜNNETİN YAZiMiNA MÜSADE EDİLMESİ

yetiremezse, oruç tutsun, zira oruç o'nun için bir muhafazadır» dedi. İşte, Ebu Hureyre (r.a.), ibn Ömer (r.a.)'i överek, şöyle diyor : «Birlikte, Rasulullah'm yanında bulunduk ve hadislerini öğrendik,» «Allah O'na rahm et etsin, Peygam ber’lerinin hadislerini, m üslüm anlara muhafaza ediveriyordu.» Buhari « E t-T a ^ ı» '‫؛‬n'de, Beylıaki de «el-Medhal» adİl eserinde, Muhammed b. Umâre b. Hazm'ın şöyle dediğini rivâyet e tm işle rd ir: «On kişi kadar yaşlı sahabenin bulunduğu b ir meclise iştirak etmiştim. Ebu Hureyre (r.a.) Rasulullah’tan, oradakilerin baztlarının bilmediği, hadisler rivayet etmeye başladı. Onlar, hadisler hakkında soru sorup, Ebu Hureyre de cevaplayarak kendilerini ay" sonra başka bir hadise geçiyordu. Bu böyle birkaç kere tekrar etti, işte, o zaman anladım ki, Ebu Hureyre insanların en fazla hadis bilenidir.» Buhari, başka bir rivayetinde, Ebu Hureyre nin şöyle dediğini k ^ e t m i ş t i r : «insanlar, Ebu Hureyre hadis rivayetinde çok ileri gidiyor, diyorlar. Eğer, Allah'ın kitabındaki, şu iki âyet olmasaydı, b ir tek hadis dahi rivayet etmezdim . «indirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti —biz kitapta, insanlara açıkça belirttikten sonra— gizleyenler (varya), işte onlara, hem Allah lânet eder, hem bütün lânet edebilenler lânet eder. Ancak, tevbe edip, (durumlannı) düzeltenler, (gerçeği) açıklayanlar başka, onlan bağışlanm . Çünkü ben tevbeyi ،^k kabul edenim. Çok esirgeyenim.»l Muhâcirînden olan kardeşlerimiz çarşj pazarda, alış verişle meşgul olurken, E nsar’dan kardeş1 B ak ara, 15Ö-160.


SÜNNET MÜDAFAASI

Ierimiz de m allan ile ilgilenirken, Ebu Hureyre, k a n n tokluğuna Rasulullah ie birlikte kalıyor, on lan n elde edeİ ld ik le r in i öğreniyor, b ^ l i ^ m e d i k l ^ n i ezberliyordu. 0, Hz. Âişe'nin hüeresinin yanına gelir, o tu ru r ve «dinle, ey hücrenin sahibesi» diyerek, hadis okurdu.»2 İşte Ebu Zer (r.a.) ‫(« ت‬Eliyle kafasın! göstererek) Eğer, kılıeı şuraya davasamz, ben de, kafam kesilmeden önce Rasulllah'tan işittiğim b ir kelimeyi söyleyebileceğimi bilsem, onu m utlaka söylerdim, diyor.» İşte, Berâ b. Âzib (r.a.), Ahmed b. Hanbel'in yaptığı bir rivâyette ‫« ت‬Bütün hadisleri, Rasullah'ın a b ın d a n işitmiş değiliz. Develerimizi gütmek bizleri meşgul ettiği için, arkadaşlarımız o 'n d an duyduklannı bize rivayet ederlerdi.» demiştir. Müslim'in kaydettiği bir rivayette ise Mücahid, ibn Abbas'Ia ilgili olarak şunu n ak led iy o r: «Büşeyr el-Adevî, ibn Abbas'a geldi ve : «Rasulullah şöyle dedi... Rasulullah böyle dedi...», diyerek, hadis rivayet etmeye başladı, îbn Abbas ise, sözlerine kulak vermeyip, O'na bakmadı bile. Bunun üzerine; Ey ib n Abbas! He oluyor da, hadisime kulak vermiyorsun? Ben, sana Rasulullah'tan hadis rivayet ediyonım. Sen ise, e n e m iy o rs u n bile, dedi, ibn Abbas da : «Biz bir z ^ a n l a r birisi :«Allah Rasulu şöyle buyunnuştur» dediği vakit gözlerimizi dört açar, iyice kulak verirdik. Ne zaman ki, insanlar, sahih, zayıf demeden her şeyi nakletmeye başladliar, biz de, iyice bildik^ ‫؛‬erimizden başkasını kabul etmez olduk.» diye eevap verdi.» Bu konuda, pekçok 1 * kadar çok haber vardır. Sünnet'in hücciyeti konusunda b ir kıs2 Ebu Dâvud, c . 3 s. 0‫مم‬ . ٠


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

mma değinilmişti. Bunların hepsi bize, sahabenin hadis rivayetinden kaçınmalarının, ne bizzat hadisin kendisinden ve ne de, Onların nazarında hadisin hüccet olmadı­ ğından, ileri gelmediğini kati bir şekilde gösteriyor. Bu tutum larının, sözkonusu bir takım engellerden kaynak­ landığını ifâde ediyor. Ayrıca, onların yanında sünnetin şeksiz şüphesiz hüccet olduğuna, bu konuda icmâ ettik­ lerine de işaret ediyor. Bu durum, bizim, onları hadis rivayetinden kaçınma­ ya ve onu yasaklamaya sevkeden sebepleri araştırm am ı­ zı gerektirmektedir. (Buna ileride değineceğiz). Çünkü, Rasulullah'm hadis rivayeti ve tebliğini emrettiği; sahabe'nin sünnetin hüccet olduğuna dair icm a'ları ve Rasulullah'ın sözkonusu emrine imtisâldeki gayretleri bilin­ dikten sonra; bunun yanında, sünnetin hücciyeti ile ilgili kesin deliler ortada olduktan sonra, onların sünnet hüc­ cet olmadığı için hadis rivayetinden kaçındıklarını zan­ netmek doğru olmasa gerektir. Sahabenin hadis rivayetinden kaçındıklarının ve bu­ nu yasakladıklarının tesbit edildiğini farzedelim. Aynı şekilde, farzedelim ki; bu tutum ları da, sünnetin hüccet olmadığına delalet ediyor. Peki bu durum; akıl sahibi birisinin, K ur'an'dan başka delil olmayıp, İslâm yalnız Kur an'dan ibarettir demesine yetecek mi? Yine, vahye m uhatap olup hevasmdan konuşmayan peygamberin fiili veya sözü bile olsa, hüküm lere delâlet edemiyeceğini, bu hususta yegane delilin K ur an olduğunu savunan kimse; Rasulullah'm sözleri, Ümmetin icma'ı, bizzat K ur'an'm delâleti ve sünnetin hüccet olduğuna dair pekçok diğer delil varken, b ir kaç sahabinin hadis rivayetinden kaçın­ malarının; Şariin nazarında, sünnetin hüccet olarak ka­ bul edilmediğine delil teşkil edeceğini, söyleyebilecek mi? 324


SÜNNET MÜDAFAASI

Hayır, bunu yapmak asla câiz olamıyacaktır. Çünkü bu, bizzat iddia sahiplerinin, İslâm yalnızca K ur’an'dan ibarettir şeklindeki kaidelerine terstir. Bu aynı zamanda bizim de; Sünnet ve Sahabe’nin icma’ı aynen K ur an gibi b irer hüccettirler, şeklindeki kaidemizle de çelişecek­ tir. Sahabenin ameli ve sözü hüccet değildir. Hüccet olabileceğini farzetsek bile, rivâyetten kaçınmaları ve onu yasaklamaları, çeşitli sebeplerden olabilir. Bunun, hüccet olup, olmamanm dışında b ir sebepten kay­ naklanmış bulunması, iddia sahiplerinin ileri sürdü­ ğü nedenden kaynaklanmasından daha fazla ihtimâl dahilindedir. Nitekim, daha önce kaydettiğimiz ve ileride temas edeceğimiz haberler de buna delâlet etmektedir. Diyelim ki, Sahabeden bazılannın bu tutum ları, yalnız­ ca, iddia sahiplerinin ileri sürdüğü hususa muhtemil ol­ sun; o zaman da bu; rivâyetten kaçman ve bunu yasak­ layan sahabelerin yaptıkları rivâyet ve çoğunluktaki sa­ habelerin rivayetleriyle çelişki arzedecektir. Bundan baş­ ka, sahabenin.bu konudaki icm a’ları ve Rasulullah’dan geldiği sabit olan rivayetlere de ters düşecektir. Biz, çe­ lişki tabirini kullanmakla aslında, iddia sahiplerine kar­ şı gevşek davranmış oluyoruz. Çünkü; bize göre, Sahabe sözü veya icma ile, Rasulullah’m sözü arasında bir çe­ lişkinin bulunabileceğini söylemek doğru olamaz. Bize göre, her ne kadar iddia sahipleri hoşlanm asalar da, Ra­ sulullah'm sözü ve icm a’ diğerlerinden önceliklidir. İddia sahiplerinin ileri sürdükleri ne onların ve ne de bizim kaidelerimize uygun düşmediğine göre, onlar sadece laftan ibarettirler. Binaenaleyh, onlarla istidlalde bulunulması da, bağlayıcılıkları olması da doğru olamaz.


SAHABEYİ HADİS RİVAYETİNDEN KAÇINMAYA VE BUNU YASAKLAMAYA SEVKEDEN SEBEPLER Ortada, en ufak br şüphe kalmaması için biz; Sa­ habeyi hadis rivayetinden kaçınmaya ve onu yasaklama­ ya sevkeden sebepler, ve bu yolda onlardan nakledilen haberler nelerdir, bunları da açıklamak istiyoruz : 1 — Şüphe sahiplerinin, sahabe'nin hadis rivayetin­ den kaçındığına ve çok hadis rivayetini yasakladığına dair, kendisine yapıştıkları haberler; bütünüyle, ashabın hadis rivayetinden kaçındıkları ya da buna mani olduk­ ları anlamını taşım am aktadır. Bunun yegane sebebi çok hadis rivayet edenlerin, farkında olmadan, hata yapm ala­ rı ve kendisinde yanlışlık meydana gelen hadisin, kıya­ mete kadar amel edilecek bir hüccet telakki edilmesi en­ dişesidir. Evet, çok rivayette bulunm anın bu rizikosu vardır. Gerçi, bu şekil bir hatada, günah söz konusu de­ ğildir. Şu kadar var k i‫ ؛‬hatanın sudur edebileceği unsu­ ra teşebbüs etmek, yalana teşebbüs etmek mesabesinde­ dir. Çünkü : «Koru etrafında dolaşan kimsenin, oraya düşmesi mümkündür.» İşte bu n e d e n le : Sahabe rivayetten son derece sa­ kınmışlar, m üm kün olduğu kadar bunu azaltmaya çalı­ şarak ancak, emin oldukları hadisleri rivayet etmişler­ dir. Bununla birlikte, çokça rivayette bulunduğu zaman dahi kendilerinden emin olabilenler fazlaca rivayet et­ mişlerdir. 327


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

İşte onların, bol m iktarda hadis rivayetinden kaçın­ malarının ve bunu yasaklamalarının yegane sebebinin, hataya düşme endişesi olduğuna ve ancak güvenip, itimad ettikleri haberlerle amel ederek, onlan rivayet et­ tiklerine dair rivayetler : ٠ îm am Ahmed, Ibn Abbas tarikiyle, Hz. Peygâmber'in şöyle dediğini rivayet etm iştir : «Ben'den hadis ri­ vayet ederken dikkatli olunuz. Yalnızca çok iyi bildikle­ rinizi rivayet ediniz. Çünkü; kim, bana kasten yalan‫ ؛‬is­ nadında bulunursa, cehennemdeki yerine hazırlansın.» İm am Ahmed, İbn Mâce ve ed-Dârimî, Ebu Katade nin şöyle dediğini rivayet e tm işle rd ir: «Rasulullah'm şu m inber üzerinde : Ey insanlar! Benden çok fazla hadis rivayet etmekten sakınınız. Kim, bana bir söz isnad ederse, sadece hak ve doğru olanı söylesin. Çünkü, kim bana söylemediğim bir şeyi isnâd ederse, cehennemdeki yerine hazırlasın,» dediğini işittim.» Bunu, Hâkim de rivâyet etmiş ve Müslim'in şartlarm ı taşıdığını söylemiştir. ٠

im am Ahmed, Semure b. Cündüb tarikiyle, Hz. Peygamber in şöyle dediğini rivayet etm iştir : «Kim ya­ lan olduğunu bile bile, benden bir hadis rivayet ederse, O yalancılardan birisidir.» Başka b ir rivayette ise; «Çok yalan söyleyenlerden birisidir.» şeklinde geçmektedir. Ri­ vayeti, Müslim, Tirmizi, Ibn Mace ve diğer im am lar da eserlerinde kaydetmişlerdir. Ayrıca, benzeri bir rivayete, Muğire b. Şu’be tarikiyle de yer verilmiştir. ٠ Müslim, Ebu Hureyre (r.a.)’nin : «Rasulullah, ki­ şiye yalan olarak her duyduğunu söylem esi yeter, buyur­ muştur.» dediğini rivâyet etmiştir. ٠ Ibn Abdilberr de, im âm Mâlik, Mâ'mer ve daha başkaları tarafından gelen bir isnadla —Sakife hadisin­ ٠

328


SÜNNET M ÜDAFAASI

de— Hz. Ömer in bir cuma günü hutbe irâd ederek : Allah'a ham d ve senâ ettikten sonra, şöyle dediğini riva­ yet etm iştir: «...Benim için söylenmesi m ukadder olan ne varsa, hepsini söyleyeceğim. Kim onu beller, anlar ve ezberlerse, binitinin varabildiği yere kadar, insanlara teb­ liğ etsin. Kim de, belleyemeyeceğinden korkarsa, onun bana yalan isnad etmesini helâl görmem. Allah Teâla, Hz. Muhammed'i peygamber olarak gönderdi, beraberin­ de de bir kitap indirdi. Recm de O'na indirdikleri cümlesindendi...» îbn Abdilberr, Müslim b. el-Haccâc'm, Kays b. Ubâde'den şunu naklettiğini z ik re d e r: Ömer b. el-Hattab'm şöyle dediğine tanık oldum : «Kim b ir hadis işitir. İşittiği gibi de O'nu rivâyet ederse, kurtulm uştur.» ٠

Müslim de, Hz، Ömer'in; «Kişiye yalan olarak her duyduğunu söylemesi yeter,» dediğini rivâyet etm iştir. ٠

îb n Uleyye ise, Recâ b. Ebu Seleme'nin şöyle dediğini rivâyet e tm iş tir : «Muâviye'nin : Hz. Ömer devrinde mevcud olan hadisleri ‫ ﻣﻞ!ااق‬Çünkü o, insanları. Rasulullah'tan (gelişigüzel) rivâyette bulunm alarına karşı, korkutmuştu.» dediğini duydum.» Bunu, ez-Zehebî de «TteJdretü'I-Huffaz»da kaydetmiştir. ٠

İm am Ahmed ve el-Beyhaki de, Hz. Ali'nin şu S Ö zünü rivayet etm işlerdir : «Rasulullah (s.a.s.)'dan b ir hadis işittiğim zaman, Allah ondan ne kadar istifade etmemi dilemişse, ondan o kadar faydalanırdım. Ama, ashabından birisi, O n d an hadis rivâyet ettiğinde, o 'n a yemin ettirirdim . Yemin ederse, o 'n u tasdik ederdim. Ebu kir (r.a.) Rasulullah'm şöyle dediğini, işittiğini bana haber v e r d i: «Yakinen imân eden bir kul, günah işler, son­ ٠


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

ra da güzelce abdest alarak, iki rekât namaz kılarsa ve Allah'tan da bağışlanmasını dilerse, Allah, mutlaka O’mı affeder.» ٠ El-Beyhakî'nin, Hasen'den yaptığı b ir rivayette ise, Semûre şöyle dem iştir : «Rasulullah'tan iki yerde «sekte» yapıldığını öğrendim. Birisi, tekbir getirdiği za­ man, diğeri de, sûreyi okumayı bitirdiği zaman'dır.» Bu­ nun üzerine, İm rân b. Husayn, konuyu bir mektupla, Ûbey b. K a'b'a sormuş; O da; Semûre'nin doğru söy­ lediğini ifade eden bir m ektupla : «Semûre, hadisi Ra­ sulullah'tan öğrenmiştir,» diye cevap vermiştir.» İm am Ahmed, M utarrıf b. Abdullah'ın şöyle de­ diğini rivayet etm iştir : «İm rân b. Husayn bana dedi ki; «Ey Mutarrıf! Allah'a yemin olsun ki; isteseydim, bir tek hadisi dahi tekrarlam adan, iki gün üstüste, Rasulullah'­ tan hadis rivâyet edebilirdim. Ama bu konuda bana bir ağırsama ve hoşnudsuzluk geldi. Çünkü, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in ashabından bazıları, gördüklerini, benim de gör­ düğüm, işittiklerini yine benim de işittiğim bazı hadis­ ler rivâyet ediyorlar. Fakat, aslmda, onlar, söyledikleri gi­ bi değil. Sahabenin hayırdan geri durm ayacaklarım da biliyorum. Ama, ben de, onların rivâyet ederken karıştır­ dıkları gibi karıştırm aktan korkuyorum ...» Bazen de (îm rân) şöyle d e r d i: «Keşke, doğru söylediğimden emin olsam da, Rasulullah'm şöyle, şöyle dediğini işittim di­ yerek size hadis nakletsem.» Bazı kere de; «Rasulullah'ı şöyle derken işittim,» derdi.» ٠

Müslim, Enes (r.a.)'in şöyle dediğini rivâyet et­ m iştir : «Beni, sizlere çokça hadis rivâyet etmekten, Rasulullah'm : «Kim bana kasten yalan isnad ederse, ce­ hennemdeki yerine hazırlansın,» sözü alıkoymaktadır.» ٠

330


SÜNNET M ÜDAFAASI

Imam Ahmed, îbn Sirin’in şu sözünü rivâyet et­ m iştir : «Enes b. Mâlik, Rasulullah'tan b ir hadis rivâyet ettikten sonra «ya da, Rasulullah'm dediği gibi» derdi,» «El-Fethu'r-Rabbânı» adlı eserde, b u haberin sahih b ir isnadı olduğuna işâretle, rivâyete, Suyûtî'nin «Câmîu'lKebir»'inde yer verdiği, ayrıca, E bu Y ala, Bey hâki ve Ibn A sâkirln de rivâyet ettiklerine işaret ettiği kaydedil­ miştir. ٠

«El-Feih»* adlı eserde ise şöyle denilmektedir : «Hürmüz'ün kölesi Attâb'ın rivâyetinde şöyle kaydedil­ m iştir : Enes (r.a.) «Eğer, hata yapm aktan korkmasaydım. Rasulullah'm söylediği şeyleri size rivayet ederdim.» demiştir.» ٠

Buhari, Abdullah b. Zübeyr'in şöyle dediğini ri­ vâyet etm iştir : «Zübeyr'e, senin falanca, falanca kimse­ ler gibi. Rasulullah'tan hadis rivâyet ettiğini, niçin, işit­ miyorum? dedim. Ben, Rasulullah'tan hiç ayrılmış deği­ lim. Fakat, O'nun : «Bana yalan isnad eden, cehennem­ deki yerine hazırlansın» buyurduğunu, işittim, cevâbım verdi.» ٠ Müslim de, Tâvus'un şöyle dediğini rivâyet et­ m iştir : «Büşeyr b. Ka'b, Ibn Abbas'a gelerek, hadis ri­ vâyet etmeye başladı. İbn Abbas O'na; falanca, falanca hadisleri b ir daha tekrarla, dedi. O da, tekrarladı. Sonra, yine rivâyete devam etti. İbn Abbas; şu, şu hadisleri tek­ rarlar mısın? dedi. O da; tekrarladı ve : «Bilemiyorum. Bütün hadislerimi bildin de birtek bunu m u tanıyamadm? ٠

* M utlak o larak hadis k itap la rın d a *El-Feth» denildiği zam an anlaşılan, İbn H acer’in «Fethu’l-Bârî»,sidir. F ak at b u ra d a d a ­ h a Önce İm am A hm ed’in M üsned'înin şerhi olan *El-Fethu’r Hah b an ‫ ؛‬zikredildiği için O 'nun olm ası d a m uhtem eldir.

331


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

Yoksa, hepsini m ünker buldun da, yalnızca bunu mu, bildin?» dedi. Bunun üzerine îb n Abbas : «Bizler, Rasulullah'a yalan isnad edilmezken, O'ndan hadis rivâyet edi­ yorduk. Ne zaman ki, insanlar, sağlam, çürük demeden (rivâyete başladılar) O vakit, O'ndan hadis rivâyet etmez olduk» dedi.» ٠ Beyhaki, Berâ b. Âzib'in şöyle dediğini rivâyet et­ m iştir : «Bizler hepimiz, işimiz gücümüz olmasından do­ layı, Rasulullah'm huzurunda bulunanlar, bulunm ayan­ lara anlatıyorlardı. Fakat, insanlar asla yalan söylemi­ yorlardı ٠٠ Beyhaki, Katâde'den gelen şu rivayete yer ver­ m iştir : «Birisi, Hz. Peygâmber'den bir hadis rivayet etti. Başka b ir zat da O'na : «Sen, bunu Rasulullah'tan işittin mi?» diye sordu. O da «Evet. Fakat, yalan söyleme ihti­ mali bulunmayan birisi de, bunu bana haber vermiş ola­ bilir. Allah'a yemin olsun ki, bizler, yalan söylemez, yalan nedir bilmezdik.» cevâbını verdi.» ٠

Buhari ve Müslim, Urve b. Zübeyr'in şöyle dedi­ ğini rivayet e tm işle rd ir: «Hz. Aişe dedi ki : «Ey kızkardeşimin oğlu! Duyduğuma göre, Abdullah b. Amr hacca giderken, buradan geçecekmiş, O'na yetiş de sor. Çünkü O, Rasulullah'tan pek çok ilim almıştır.» Urve diyor k i : «O'na yetiştim ve Rasulullah'tan naklettiği bazı konular hakkında, kendisine sorular sordum. Bahsettikleri ara­ sında, şu da v a r d ı : «A llah T e â la ilm i, in sa n la r d a n ç e k ip ٠

a lm a z. F a k a t, â lim le r in r u h u n u a lır . İ lim d e o n la r la b ir ­ lik te k a lk a r g id e r . B ö y le c e , in sa n la r a r a sın d a c â h il ö n d e r ­ le r k a lır v e b ilg is iz c e fe tv a v e r ir le r . (Buhari'de : « re y le r iy le fe tv a v e r ir le r » şeklindedir.) B ö y le lik le , h e m k e n d ile ­ r i s a p ıtır , h e m d e b a şk a la r ım sa p ık lığ a se v k e d e r le r .» Bu­


SÜNNET M ÜDAFAASI

nu, Hz. Alşe'ye söylediğim vakit, gözüne büyüdü ve onu garipsedi. Sonra da ‫« ت‬Bunu, ^ s u lu lla h 'ta n işittiğini sana söyledi mi? diye sordu. Ben de : Evet, söyledi, dedim. Ertesi yıl, bana ‫« ت‬îbn Amr' gelmiş, git ve meseleyi aç sana, ilm konusunda, rivâyet ettiği hadisi, b ir daha sor, dedi. Ben de gidip, O'nu buldum ve meseleyi sordum. ‫ ه‬da, ilk sefer ne dediyse, aynısını tekrarladı. Durumu, Hz. Âişe'ye haber verdiğim vakit; «inanıyorum ki, îbn Amr doğru söylüyor. Rivayete ne b ir ilâvede bulunm uş ve ne de bir eksiklik yapmıştır» dedi.» Buhari'nin rivâyetinde ‫« ت‬Allaha yemin olsun ki, Abdullah b. Amr. bunu iyice öğrenmiş» şeklindedir.

٠ İm a m Müslim, Ebu Rafi' kanalıyla, Ibn Mesud’dan gelen bir rivâyette, Rasulullah'm şöyle dediğini kaydetm iştir : «A llah T e â lâ ’n m b e n d e n e v v e l g ö n d e r d iğ i peyg a m b e r le r in in , m u tla k a , s ü n n e tle r in e y a p ışa n , e m ir le r in e sa r ıla n b ir a sh a b ı v e h a v a r ile r i o la g e lm iş tir . Fakat, ‫أوس‬ d an so n r a b ir ta k ım k im s e le r g e lm iş , y a p m a d ık la r ın ı sö>'~ ler, e m r o lu n m a d ık la r m ı y a p a r o lm u ş la r d ır . O n la ra k a r şı, k im d iliy le c ih a d e d e r s e , o m u in in d ir . O n la ra k a r şı, k a lb iy le c ih a d e d e n d e m ü 'm in d ir . B unur، ö te s in d e is e , h a rd a l ta n e si k a d a r im a n d a n e s e r y o k tu r .» Ebu Rafi' diyor ki :

«Bunu, Abdullah b. Ömer'e, rivâyet ettim. Bana itiraz etti. (Bu arada) Abdullah b. Mes'ud gelmiş (Medine'nin radilerinden) K anât'da k o ^ k la m ış tı. Abdullah b. Ömer çabuk davranıp, ziyaretine gitmek isteyince, ben de gittim. Yanma oturduğum vakit, O'na bu hadisi sordum. O da, tıpkı benim, îbn Ömer'e naklettiğim gibi hadisi r iv â y e t etti.» 2 — Sahabe, İslâm 'a yeni girmiş, K ur'an'ı henüz özümseyememiş kimselere rivâyette bulunmayı yasaklı­


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

yor, kendileri de böyle kimselere rivâyet etm ekten kaçı­ nıyorlardı. Çünkü onların, K ur'an'dan başka şeylerle meş­ gul olmalarından korkuyorlardı. Çünkü, Kur an ilmin as­ lı ve temeli idi. Hz. Ömer (r.a.)'in şu sözü de buna işâret etm ekte­ dir : «Siz b ir memlekete gidiyorsunuz ki, halkı K u ra n okurken, arı uğuldaşır gibi uğuldaşırlar. Hadislerle on­ lara mani olmayın.» Yani, bu belde halkı, İslâm 'a daha yem girmişlerdir. K ur'an'ı bellemeye başlam ışlar ve he­ nüz O'nu ezberlemeleri de tam am lanm am ıştır. Bu yüz­ den onları, daha önemli olan K ur'an'dan alıkoymayın. 3 — S ah ab en in fazla m iktarda hadis rivayetinden kaçınmaları ve bu yasaklamaları, çok sayıda hadis du­ yanların, onları ezberlemekle meşgul olurken, anlamak, m analarını tefekkür etm ekten uzaklaşmaları korkusuna mebnidir. Nitekim, çok hadisle meşgul olanların, hemen her zaman hadisleri anlamayıp, m anasına eremedikleri müşahede olunm aktadır. 4 — Sahabe, kıt akıllı, sıradan kimselere; anlayamıyaeaklan; bu nedenle de, kastedilen mananın aksine an­ lam lar çıkararak, beyinsizlerin ortaya attığı birtakım şeylere, hadislerin zahiriyle istidlalde bulunm ak suretiy­ le mesnedler bulmaya çalışacakları ihtimali olan kim­ selere, m üteşâbih olan hadisleri rivâyetten kaçınmışlar ve bunu yasaklamışlardır. Yahut da, kıt akıllarıyla, bu tü r hadislerin m analarını anlayam adıklarından dolayı, itiraz temelleri, bu sebeple de Allah ve Rasulünü yalanla­ mış olmakla karşı karşıya gelmeleri endişesiyle bu tavrı takınm ışlardır. Bu yüzden, Müslim'in bir rivâyetinde îbn Mes'ud ( r .a ) şöyle dem iştir : «Bir topluluğa akıllarının ermeye334


SÜNNET M ÜDAFAASI

ceği bir söz söylersen, bu söz, onların bazısının fitneye düşmelerine yol açar.» Buhari'nin rivayetinde i s e : Hz. Ali : «Allah ve Rasulünün yalanlanmasından hoşlanır mısınız?» demektedir. îbn Hacer ise, şöyle dem ektedir : «Adem b. İyâs, «Kitâbu'l-İlm»'de, şu fazlalığa yer verm iştir : «İnsanların yadırgıyacakları (anlamakta güçlük çekip, inkâr edecek­ leri) şeyleri bırakın.» Bir takım haberlerin rivâyet edil­ mesine taraftar olmayanlardan birisi de, İm am Ahmed'dir. O, zâhirleri, Sultanlara karşı ayaklanmayı ifâde eden haberlerin rivâyet edilmesini hoş karşılamazdı. İm am Ma­ lik, Cenâb-ı Hakk'ın sıfatlarına dair, Ebu Yusuf da gârâib ile ilgili haberlerin rivâyet ini hoş bulmazlardı. Onlardan önce, Ebu Hureyre (r.a.), B uhari'nin kaydettiği b ir rivâ­ yette şöyle dem ektedir : «Rasulullah'tan iki kap (dolusu) ilim öğrendim. Birisini yaydım (anlattım, herkese duyur­ dum). İkincisini söyleyecek olsam, şu boğazımdan beni keserler.» Âlimler, Ebu Hureyre nin gizlediği türden ha­ berleri, kötü idarecilerin hallerini ve dönemlerini sözkonusu eden hadislere hamletmişlerdir. Bunlar, şer'î h ü ­ kümleri içeren haberler değillerdir. Aksi, taktirde gizlen­ mesi câiz olmazdı. Nitekim, ilmi gizlemeyi kınayan âyeti kerimeyi bizzat Ebu Hureyre zikretm iştir. Yine, sözkonusu türden haberlerin, kıyamet alâmetleri, insanların durum unun değişmesi ve melâhim cinsinden hadisler ol­ ması da, ihtimâl dahilindedir. Çünkü, bunlara ünsiyet peydâ etmeyen kimseler, inkâr edebilirler muhtevasına intibak edemiyenler itiraz edebilirler. Yahut da bunlar, Buhari ve Müslim'in, Enes (r.a.)'den rivâyet ettikleri şu hadiste olduğu gibi, ekseriyeti, insanları gevşekliğe sevkedecek nitelikte hadisler olabilir;» Birgün, Rasulullah, terkisinde Muaz b. Cebel'le devesine binmiş. 335


SÜNNETİN Y A Z I^ N A MÜSADE EDİLMESİ

— Ey Muaz! diye seslenmiş. Muaz : — Eebbeyk Ya Rasulullah ve Sa'deyk, demiş. Ras u lu lla h yine ‫؛‬ — «Ey Muaz,» diye seslenmiş, Muaz : — «L^bbeyk, Ya Rasulullah ve Sa'deyk» demiş. Peygamber (s.a.s.) ^ ü n e ü sefer, aynı şekilde seslenmiş ve ‫ت‬ — « A lla h ’ta n b a şk a ilâ h o lm a d ığ ın a , M u h a n u n ed 'in , o 'n u n k u lu v e R a su lu o ld u ğ u n a şe h a d e t g e tir e n h iç b ir k u l y o k tu r k i, A lla h , o 'n u c e h e n n e m e h a ra m k ılm a sın ,» b u y u r m u şla r d ır . M u az ‫؛‬ — «E y A lla h 'ın R a s u lu‫ « ؛‬B u n u , in sa n la r a h a b e r v er e y im d e , ‫دم‬ m i? » d e m iş. H z. P e y g â m b e r : — «A m a, ٠ ta k tir d e , itim a d e d e r le r d e (a m e li b o ş la r la r )» demiştir. Bunun üzerine, Muaz (r.a.) da, tâ (ölüm

döşeğine düşüneeye kadar o 'n u haber vermemiş) aneak, ölüm esnasında, günahı boynundan gitsin diye O'nu ri~ vâyet etm iştir. Bu, gevşekliğe düşmeyeceğinden emin olunan kimselerden, ilmi gizlemenin günahıdır. Muaz (r.a.)'m bu ana kadar susup, söylememesi ise; bu hadisin ^ ^ ]lm a m a $‫ﻗﺂﻟﻞ‬ dair emre itaattan ileri gelmektedir. Nitekim, Buhâri de, hadise «Anlıyamamaları endişesiyle, b ir eemaatı bırakip, diğer bir eem aata ilmi konularda ayrıcalık, tanıma» isimli babda, yer veım iştir. îb n Hacer, bu konuda etrafındaki göriişleri naklettikten sonra, şöyle devam etm iştir ‫« ت‬Muaz (r.a.) şu hadiseye bakarak. Rasulullah'm yasaklamadan gayesinin haram kılmak olmadığını anlamıştır. Rasulullah böyle bir


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

şeyle insanları müjdelemesini, Ebu Hureyre'ye emretmiş, O da, Hz. Ömer'le karşılaşmış (ve O n a müjdelemiştir.) Bunun üzerine, Ömer (r.a.); Ebu Hureyre ye; «Dön demiştir. Peşisırada kendisi gelip; Rasulullah'a : «Ey Allah m Rasulu: böyle yapma. Ben, onların, buna daya­ nıp, gevşemelerinden korkuyorum. Bırak, insanlar, amel etsinler,» demiştir. Rasulullah da : «öyleyse, bırakın,» de­ miştir. Rivâvete, Müslim de yer vermiştir. Anlaşılan, Rasulullah'm, Muaz'a : «Onların gevşemelerinden korkuyo­ rum» sözü, Ebu Hureyre kıssasından sonra olmuşa ben­ ziyor. Bu durum da, yasak m aslahat için olup, haram kıl­ ma gayesine m atuf değildir. Bu nedenle, Muaz (r.a.); teb­ liği emreden ayetin um um u ile amel ederek, ölmeden önce, hadisi rivâyet etmiştir.»!

Fethu’l-Bârı, C. 1

337


IV. ŞÜPHE S Ü N N E T İ N H Ü C C E T O L M A D IĞ IN A D A İR , R A SU L U L L A H 'T A N R İV A Y E T E D İL E N HABERLER

«Rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.s.) Yahudileri çağırmış ve onlara bazı şeyler sorm uştur. Onlar da, anlatm ışlar ve bu arada Hz. îsâ ya b ir hayli yalan isnad etmişlerdir. Bunun üzerine, Rasulullah minbere çıkarak, bir hutbe irâd etmiş ve : «(İlerde) b a n a ç o k s a y ıd a h a ­ d is isn a d e d ile c e k tir . Oniar'dan, K u r'a n 'a m u v a fık olarak s iz e g e le n le r , b a n a a ittir . K u r'a n 'a te r s d ü ş e n le r is e , a sla , b a n a a it d e ğ ild ir .» demiştir.

Bu meyanda, m uhtelif isnadlarla rivâyet edilen çok sayıda haber vardır. Bu haber; Rasulullah a isnad edi­ len hadislerin, K ur'an'a arzedilmesi gerektiğini onlardan yalnızca, her bakım dan K ur'an'a uygunluk arzedenlerin alınabileceğini *ifade etmektedir. Bunun dışında, m üsta­ kil olarak getirdiği hükümlerle, K ur'an'ın mücmelini izah sadedinde ortaya koyduğu hüküm ler kabul edilemezler. Çünkü, bunların her ikisi de, K ur'an'da mevcut değildir. Bu durum da, sünnet'in görevi, yalnızca (Kur'an'ı) te'kitten ibâret olm aktadır. Öyleyse, sünnet, şer'î b ir hükme delil olamaz. Zira, herhangi bir konudaki delilin ona delâleti, o konunun başka bir delille tesbit edilmiş olmasına dayanmaz. Da­ hası, sünnetin te'kid için bile olmadığı söylenebilir. Çün­


SÜNNETÎN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

kü, te'kid, bir hükm ün tesbitinde tek başına yeterli olan delilin bir fer'îdir. O zaman, te'kid için gelen şeyin an­ cak, delile uygun olması gerektiği söylenebilir.» Aynca, Rasulullah'm şöyle dediği de rivayet edil­ m iştir : «Bana isnad edilerek size rivayet edilen bir h a ­ dise kalbiniz yatışıyor ve onu kerih görmüyorsanız, ben onu söylemiş olsam da olmasam da, onu tasdik edin. Çünkü ben, m ünker olanı değil, ancak, m a'ruf olanı söy­ lerim. Yine, size, bana isnad edilen ve fakat kalbinizin yatışıp, hoşgörmediği bir şey rivayet edilirse, onu tasdik etmeyin, çünkü ben, m ünker olan veya m a'ruf olmayan birşeyi söylemem.» Bu m anada b ir hayli rivâyet mev­ cuttur. Bu da, Rasulullah'a isnad edüen hadislerin, in­ sanların Kitap ve akla dayanarak hoşgördükleri şeylere arzını ifade etmektedir. Öyleyse sünnet tek başına hüc­ cet değildir. Yine, Rasulullah'm şöyle dediği de rivâyet edilmiş­ tir : «Ben, Allah'ın, kitabında helâl kıldığından başkası­ nı helâl etmedim. Yine, Allah'ın kitabında haram kıldık­ larından gayrisini da haram etmedim.» İm am Suyuti, Şafii ve Beyhâki'nin, Tavus'tan gelen bir isnadla, rivâyeti böylece naklettiklerini kaydeder. »1 (İmam Şafii'nin) «Cimau'l-İIm» adlı eserinde ise rivâyet şöyledir : «Rasulullah (s.a.s.) : İnsanlar beni hiçbir şeyle muaheze etmesinler. Ben, onlara yalnızca, Allah'ın helâl kıldığını helâl ve yine O'nun haram kıdığını haram et­ tim, demiştir.» 1 Suyûtî, M ıftâhû’l-Cenne, s. 19. 340


SÜNNET MÜDAFAASI

İlk rivâyet, Rasulullah'tan sadır olanların, mutlaka, K ur'an’a uygun düşmesi gerektiğine, binaenaleyh, daha evvel geçtiği üzere, sünnetin hüceet olamıyacağma delâlet etmektedir. İkincisi ise : Sünnete yapışıp, onu delil getirmeyi yasaklam aktadır.»

Rivayet edildiğine göre, sahabe'den bazıları, Hz. ?eygamber'e : «Kusma'dan dolayı, yeniden abdest almak icap eder mi? diye sormuşlar. ‫ ه‬da : «Eğer gerekseydi, mutlaka, Allah'ın kitabında bulurdum,» cevabını vermiştir. Bu da, sadece kitapta bulunanların ^ k ^ l ü l ü k getireceğini, sünnetin hiçbir şeyi zorunlu k ıl^ ıy a c a ğ ın ı ifade etmektedir. Cevap : Hadisler'in K ur'an'a arzını ifade eden rivâyetlerin hepsi de zayıftır. Bu münasebetle, onlardan delil getirmek doğru olamaz. Bu rivâyetlerin b ir kısmı m unkatı; bir kısmımın ise ravilerinden bazıları, ya sika değil veya meçhuldür. Bazısı ise hem sika değil hem de meçhuldür. Bu durum u, ib n Hazm; « E‫؛‬-‫ ؛‬h k â m » adlı eserinde2 Suyuti de « M iftâ h u ,l-C en n e» 'd e3 Beyhakî'den naklederek, tafsilatıyla izah etmişlerdir, im am Şafii ise « E r -R isâ le» 'd e şöyle demektedir. «Büyük küçük, herhangi b ir meselede hadisi kabul edilen hiçbir ravi, bu haberi rivâyet etmem iş tir : Dolayısıyla bize; siz bunu rivâyet edenin hadisini şu meselede (delil olarak) kabul ettiniz, denilemez. Üstelik, bu rivâyet meçhul bir raviden gelen, m unkatı'2 c. 2. s. 76-79. 3

s. 6-13-19،

341


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

bir rivâyettir. Biz böyle bir haberi, hiçbir meselede ka­ bul edemeyiz. »4 îb n Abdilberr de « C a m i-u B e y â n il- îlm » adlı eserin­ de şu görüşlere yer verm ektedir : «Abdurrahman b. Meh­ di, bu hadisi, zındıkların uydurduğunu söylemiştir. Sa­ hih haberleri, zayıfından temyiz kudretini haiz ilim ehline göre, bu lafızların, Hz. Peygamber'den sadır olması m üm ­ kün değildir. Bazı âlimler ise, bizzat bu hadisi Allah'ın Ki­ tabına arzetm işler ve şöyle demişlerdir : «O'nu, Allah'ın Kitabına arzettiğimiz vakit gördük ki, Allah'ın kitabına ters düşmektedir. Çünkü, Allah Teâla'mn Kitabında, ha­ disler'den yalnızca, kendisine uygun düşeni kabul etmemiz gerektiğine dair, hiçbir şey göremedik. Bilâkis O nun, m utlak olarak Peygam berin örnek alınmasını, O'na itaat edilmesini, herhal ve şartta emrine muhalefetten ka­ çınılmasını tenbihlediğini gördük,»5 Böylece, haber ken­ di kendinin asılsız olduğunu ortaya koymuş oluyor. Ayrıca; hadisin Ebu Hureyre (r.a.)'den, m erfu olarak gelen bazı tariklerinde, Rasulullah (s.a.s.) : « B e n d e n siz e m u h te if h a d is le r g e le c e k tir . O n la rd a n , A lla h 'm K ita b ın a v e S ü n n e tim e u y g u n d ü şe n le r , b a n a a ittir . B u ik is iy le ç e ­ liş k i a r z e d e n le r is e , b a n a a it d e ğ ild ir .» demektedir.6

Bu rivâyet de zayıf olmakla beraber, diğerlerinden daha zayıf değildir. Bu münasebetle O da bizim görüşü­ müzü desteklemektedir. Aleyhimize bir husus ihtiva et­ memektedir. Bu haberin uydurm a olduğuna delâlet eden diğer bir husus da, Rasulullah'm, bize kad ar sahih olarak gelen, 4 s. 225 5 C. 2, S. 191. 6 Ay nı Yer.


SÜNNET M ÜDAFAASI

şu sözüdür : « S iz d e n b ilin i, k o ltu ğ u n a y a sla n m ış b ir v a ­ z iy e tte y k e n , e m ir le r im d e n v ey a y a sa k la r ım d a n b ir i k e n ­ d isin e g e lip de; b e n a n la m a m , b iz , A lla h 'ın K ita b ın d a n e b u lu y o r sa k , o n a ta b i o lu r u z , d e r k e n g ö r m e y e y im .»

İm am Şafii «Er-Risale»'de, bu hadisi rivayet ettik­ ten sonra : «Allah'ın, Peygamber'in emrine itaati farz kıl­ masıyla, Allah Rasulü, insanların, emirlerini reddetmeleri yolunu yice kapatmıştır.» demiştir. Hadis'in K ur'an'a arzı ile ilgili haberin sahih ola­ bileceğini farzetsek bile; hiçbir m üslüm am n, Rasulullah'tan sudûr edenlerin iki kısım olduğunu; bunlardan bir kısmının K ur'an'a uygun düşüp kendisiyle amel edilebi­ lecek nitelikte; diğerinin de K ur'an'a ters düştüğü için reddedilebilecek vasıfta olduğunu düşünebileceğine ihti­ mal vermiyoruz. Nitekim, rivayetlerden birisinde : «O, bana aittir», denilirken; diğerinde : «O, bana ait değildir» denilmektedir. Ayrıca, Ibn Hazm'm naklettiği bazı var­ yantlarda ise; «Allah kendisine hidayeti nasip etmişken; Allah'ın Rasulune ne oluyor ki, K ur'an'a uygun düşme­ yeni söylesin?» denmektedir. Rasulullah'm, K ur'an'a muhalefet etm ekten masum; insanların en kuvvetli hafızaya sahip; K ur'an ayetlerini en fazla düşünen ve K ur'an'ı en çok zikreden; olduğu it­ tifakla kabul edilmişken, nasıl olur da, söz konusu ha­ disin, Rasulullah'm da K ur'an'a muhalefet edebileceği ih­ timalini ifade ettiği söylenebilir? Halbuki, Allah Teala şöyle buyurm aktadır : « D e k i; b e n , O nu k e n d i a rzu m a g ö r e d e ğ iştir e m e m . B e n , s a d e c e b a n a v a h y o lu n a n a ta b i o lu y o r u m .» H er müslüman, pek tabii olarak, Rasulullah'-

tan K ur'an'a muhalif hiç b ir şeyin sadır olmayacağına inanır. 343


SÜNNETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

İm am Şafii, « C im a u ’l-İ!m » adlı eserinde şöyle de­ m ektedir : «Allah Teâla, Peygamberi nin K ur'an'daki ve dindeki konumunu, K ur'an'da belirtmiştir. Bu nedenle, Kullarına farz olan; Allah'ın kendisine vahyettiği konu­ larda, Peygamber'in, sadece vahyolunanı söyleyeceğini; Allah'ın kitabına asla muhalefet etmeyeceğini ve O nun; Allah'ın indirdiklerindeki maksadının ne olduğunu beyan ettiğini bilmeleridir. «Hiçbir Sünnet ebediyyen K ur'an'a muhalif değildir.»7 Hadisin sahih olduğu farzedilirse, anlamı şu olur : «Size bir hadis rivâyet edildiği zaman, doğru olarak an­ lam akta güçlük çekerseniz, O'nu, Allah'ın Kitabına arzedin. Çelişirse reddedin, çünkü O, benim sözlerimden değildir.» Sonra, Rasulullah'tan sadır olan şeylerin, K ur'an'a muhalif düşmemesi, sünnetin hüccet olamıyacağı anla­ mım ifade etmez. Yine, O'nun, K ur'an'm , mücmelini izah, âm m 'm ı tahsis, m utlakım takyit edemiyeceği; b ir hük­ mü sona erdirip, nesh edemiyeceği ve müşkil ifâdeleri­ ni açıklığa kavuşturamıyacağı, anlamı da taşımaz. Çün­ kü (Rasulullah'm) beyanı, Allah'ın m uradm a tamamıyla uygun düşmektedir. K ur'an lafızlarının zahirine bakıldı­ ğında, söz konusu beyanın onlara uygun düşmeyip, ih~ timalli olduğunu b ir anlık kabullensek bile; bu, K ur'an'a muhalif telakki edilemez. Rasulullah ise, yalnızca K ur'­ an'la çelişenlerin reddedilmesini em retm iştir. Bundan, K ur'an'a uygun düşmeyen ve fakat O nunla çelişki de arzetmeyen haberlerin reddedilmesi gerektiği anlaşılamaz. Bu hususa, İbn Hazm'm rivâyet ettiği, konuyla ilgili şu rivâyet de delâlet e tm e k te d ir: «Rasulullah (s.a.s.) şöy­ 7

s. 118-134.

344


SÜNNET MÜDAFAASI

le buyurm uştur : « B a n a isn a d e d ile r e k r iv a y e t e d ile n le r ü ç ç e ş itd ir . A lla h 'ın k ita b ın a b a k tığ ım ız d a , m a 'r u f o ld u ğ u ­ n u g ö rd ü ğ ü n ü z h e r h a d is i k a b u l e d in . A lla h 'ın k ita b ıy la k a r ş ıla ştır ıp d a k e n d is in i r e d d e d e b ile c e k b ir ş e y b u la m a ­ d ığ ın ız; fa k a t, K u r'a n 'd a k i y e r in i d e te s b it e d e m e d iğ in iz h a d isle r i d e k a b u l e d in . B e n d e n s iz e r iv â y e t e d ile n ; a n ­ ca k , k a lp le r in iz titr e y ip , d e r ü e r in iz in ü r p e r d iğ i, K u r'a n 'd a d a ta m te r s in i g ö r d ü ğ ü n ü z h e r h a d is i r e d d e d in z .»

Görüldüğü gibi, K ur’an'a uygun düşmeyen ve fakat O nunla çelişki de arzetmeyen haberlerin kabulu zorun­ lu kılınmıştır. Bu rivâyet, zayıf olmakla birlikte, şüphe sahiplerinin delil getirdiği hadislerle aynı çeşitdendir. Bu durumda, söz konusu rivâyetlerde; K ur'an'da te­ mas edilmeyen, sünnetin m üstakil olarak tespit ettiği hükümlerde, bizzat sünnetten delil getirmenin m uteber olmadığına dair bir delâlet sözkonusu değildir. Çünkü böy­ le bir hüküm, K ur'an'a ters düşmemektedir. Yalnızca, Kur'an O'na temas etmemiştir. Kaldı ki, Allah Teâla : « R a su l, s iz e n e y i v e r ir se , O 'nu a lın ; n e d e n sa k m d ır ır sa , o n d a n d a k a ç ın ın » demekle, Rasulullah'm K ur'an'la genel bir uygunluk içerisinde oldu­ ğuna temas etmfştir. Üstelik bu uygunluğu um um ileştir­ miş, Rasulullah'ın O'na, hem icmâlî, hem de tafsili ola­ rak her bakım dan uygun düşmesi gerektiğini belirte­ rek tahsis etmemiştir. Çünkü, Rasulullah, K ur'an'dan, başkalarının anlayamadıklarını, idrâk edebilecek nitelik­ tedir. Binaenaleyh, bizim K ur'an'da mevcut olmadığını zannettiğimiz birşeyin, O'nda bulunduğunu pekâla Rasu­ lullah bilebilir. Nitekim, kendisine «el-Hamr» sorulduğunda; bu ko­ nuda bana, şu kapsamlı âyetten başkası indirilmemiştir, 345


SÜ N N ETİN YAZIMINA M ÜSADE EDİLMESİ

demiş ve : «Kim zerre ağırlığınca hayır yaparsa onu gö­ rür, kim de, zerre m iktar, şer işlerse onu görür,» ayetini okum uştur. Şimdi Sünnete dayanmadan, hüküm istinbatm da, sa­ dece K ur'an'a dayanmak gerektiğini ileri sürenler, bak­ sınlar bakalım, bu âyetten söz konusu hükm ün çıkabi­ leceğine akılları yetiyor mu? îbn Mesud (r.a.) şöyle dem iştir : «Herşey, K ur'an'da beyan edilmiştir. Fakat bizim aklımız, onları idrak et­ m ekten acizdir. Bu nedenle, Allah Teâla : «Kendilerine in ­ dirileni, insanlara açıklayasm diye sana da K ur’an’ı in­ dirdik,» buyurm aktadır. Sahabenin ileri gelenlerinden ve ilk m üslüm anlardan biri olan, İbn Mesud'un bu sözü iyi düşünülmelidir. Herkesin bildiği «arz» hadisine gelince; Beyhakî, îbn Hazm ve daha başkalarının dediği gibi, bütün tarikleri m unkatı'dır. Üstelik : «Söylemiş olsam da, olmasam d a r size gelen o haber bana aittir,» denmekle, Rasulullah a yalan isnadını içermektedir. Beyhaki «El-Medhal» isimli eserinde şöyle demek­ tedir : «Bu m anada nakledilen rivayetlerin isnadları içe­ risinde en iyi olanı «Rebi'a'nm, Abdülmelik b. Said'den, O'nun da Ebu Ham id'den veya Ebu Üseyd'den» oluşan isnaddır. Ve bu haberde Rasulullah şöyle dem ektedir : «Kalplerinizin yatışıp, derilerinizin ve tüylerinizin yu­ muşadığı, kendinize de yakın bulduğunuz bir hadis duy­ duğunuz vakit, (bilin ki) ben ona, sizden daha evlâyım. Kalplerinizin hoşlanmadığı, deri ve tüylerinizin ürperip, diken diken olduğu bir hadise ise ben sizden daha uza-

346


SÜ N N ET M ÜDAFAASI

Bükeyr, Abdülmelik b. Said'den, O, îbn Abbas b. Sehl'den, O da, Ûbey'den naklen, O'nun şöyle dediği rivâyet edilmiştir : «Rasulullah'tan duyunca derilerinizin yumuşayıp, m a'ruf olduğunu bildiğiniz bir şey size ula­ şınca bilin ki o, Allah Rasulüne aittir. Çünkü, O, yalnızca hayır olanı söyler, başkasını söylemez.» Buhari, bu rivâyetin daha sahih olduğunu söylemiş­ tir. Yâni O'nun, Ebu Hamid veya Ebu Üseyd'den rivâyet edenlerin rivayetlerinden daha sahih, olduğunu söyle­ miştir. Aynısını, Ibn Lûheya, Bükeyr b. el-Eşec'ten, O, Ab­ dülmelik b. Said'den, O ise, Kâsım b. Süheyl'den O da, Ûbey b. K a'b'tan rivâyet etmişlerdir. Böylece müsııed olan bu hadis'in illetli olduğu (anlaşılmıştır). Her halükârda, Rasulullah'tan geldiği sabit olan bu hadis, hem akla yakın ve hem de usûle uygundur. Allah'­ ın dinde, Rasulüne verdiği konumu kavrayan, O'na itaat etmelerini farz kıldığını bilen birisi bunu inkâr edemez. Rasulün sözlerinin doğrulanması, hüküm lerine ittiba edil­ mesi gerektiğine inanan birisinin kalbi de ondan nefret edemez. Nitekim bu hadis, şer'î bakım dan m uteber ol­ duğu gibi, akıl sahipleri yanında da, ahlaki yönden de m u­ teberdir. Bu haberlerin lafızlarından sahih olarak anla­ şılabilecek olan da budur.» Beyhaki'nin sözleri burada bitiyor. Rasulullah'dan sadır olan herşey, iyidir ve güzeldir. Selim akıl sahiplerine göre m a'ruftur. Bizim aklımız O'nun iyiliğini ve güzelliğini idrâk etmeyebilir. Dolayısıy­ la böyle olması, onların, Rasulullah tarafından söylenilip, yapılamıyacağma veya hüccet olam ıyacaklanna sebep teş­ 347


SÜ N N ETİN YAZIMINA M ÜSADE EDİLMESİ

kil edemez. Bilâkis, güvenilir kimseler rivâyet ettikleri za­ man; O n u kabul etmemiz, hakkında iyi duygu besleme­ miz, icâbı ile amel edip, acziyyeti kendi aklımızda aram a­ mız, üzerimize vâcip olur. İbn Abdilberr «Ebu îshak îbrâhim b. Seyyar'm şöy­ le dediğini nakletm iştir : «Ben hadis rivâyetiyle meşgul­ ken, Rasulullah’ın, su kaplarının ağzını açık bırakm ak­ tan ve böyle bırakılan kaplardan su içmekten nelıyettiğini duydum. Daha evvel ben, bu hadiste b ir şey var. Kabın ağzından su içmenin nesi var ki, bu yasaklama söz konusu olsun? dedim. Ne zamanki bana, bir adam ın bu kaplardan su içerken, yılan tarafından sokulduğu ve bu yüzden öldüğü; yılanların su kaplarının ağzından içeriye girdikleri söylendi, O vakit; hadiste te vilini bilemedi­ ğimiz bir noktanın var olabildiğini, biz bilmesek de O n u n ifade ettiği bir yönünün bulunabileceğini, anladım.» İbn Abdilberr, Said b. el-Müseyyib,in, ib n Abbas'tan naklettiği şu haberi rivâyet etm iştir : «Üç hasleti taşıdığım sürece ben kâmil bir insanım. Onun ötesinde ben de, diğer insanlardan biriyim. Rasulllah’tan işittiğim her sö­ zün, Allah tarafından (gönderilmiş) b ir hak olduğunu bilmişimdir. Hiçbir namazda, sonuna kadar, gönlümü başka bir şeyle meşgul etmemişimdir. H er cenâzede, m utlaka kendimi hesaba çekmişimdir.» Said : «bu hasletlerin yal­ nızca bir Peygamberde bulunacağını zannederdim» de­ miştir. Tavus'tan nakledilen rivayete gelince, Şâfîi, Beyhâkî ve İbn Hazm’m dediği gibi, her iki isnadı da m unkatı'dır. îbn Hazm, yine Tavus'dan gelen bir başka isnadla da haberi rivâyet etmiştir. !، ٥ ٠٢٢٧


SÜNNET M ÜDAFAASI

Sahih olduğunu farzetsek bile, iki rivâyette de, Sün­ netin hüccet olamayacağına, Rasulullah'ın, helâl ve haram konusunda, yalnızca, K ur'an'da bulunan hüküm leri te'kid edebileceğine dair b ir delâlet yoktur. Çünkü rivâyetteki, K itap'tan maksat, K ur'an değildir. Bilâkis, Beyhakî nin de dediği gibi, Hz. Peygamber e vahyedilenlerin tam am ı­ dır. O n a gelen vahiy de «tilâvet olunan» ve «tilâvet olun­ mayan» vahiy olmak üzere, iki kısımdır. Bizi bu te'vili yapmaya sevkeden ise, Rasulullah'ın da­ ha önce geçen «El-Erîke» hadisidir. Zira, O, Hz. Peygam­ ber'in K ur'an'da bulunmayan bazı şeyleri helâl veya ha­ ram kılabileceğine delâlet etm ektedir. Hadislerde, «Kitab» ifâdesinin, Rasulullah'a inzâl olunanların tam am ı an­ lamına kullanıldığı variddir. «El-Ümm»'de şöyle bir rivâ­ yet vardır : «Bir adam ın oğlu, başka birisinin hanımıyla zi­ na etmiş. Delikanlının babası, kadının kocasına bir hiz­ metçi ve bir de koyun vermek suretiyle anlaşm a yapmış­ tır. Bunu Rasulullah'a söylediğinde ise, Rasulullah şöyle dem iştir : «Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, sizin aranızda Allah'ın kitabıyla hüküm vereceğim. Koyun ve hizmetçi sana geri verilecektir. İtiraf ettiği takdirde, ha­ nım recmedilecektir.» Rasulullah delikanlıya ise yüz sopa vurm uş ve b ir yıl sürgüne göndermiştir. Görüldüğü gibi, Rasulullah, recm ve sürgün cezası hükmünü, Allah’ın kitabından saymıştır. Bu ise, Hz. Peygamber'in, bu ifadeyle, m utlak olarak kendisine indirilen­ leri kastettiğini gösterir. «Kitap»tan maksadın, Levhu'l-mahfuz olması da m üm kündür. Nitekim : «Biz, kitapta hiçbir şeyi eksik bı­ rakmadık,» âyetinin tefsirinde bazı m üfessirler bu yoru­ mu yapmışlardır.


SÜ N N ETİN YAZIMINA MÜSADE EDİLMESİ

Eğer «Kitap»,tan m uradın, K ur'an olduğunu kabul edecek olsak bile, K ur'an'da zikredilmediği halde, Rasulullah'ın helâl veya haram kıldığı şeyler, yine de, Kur'an'm helâl veya haram kıldığı şeyler demektir. Zira, Allah Teâla : «R asul, sîze n ey i verirse, o 'n u alm . S izi, n ed en kaç ın d ın r sa on d an da k açın ın ,» b u y u ^ a k ta d ır . ^ite^im , daha evvel buna değinmiştik. İkinci rivâyetteki, Rasulullah'm : «insanlar, beni hiçbirşeyle muahaze etmesinler» sözünün anlamı, O'ndan sadır olan bir şeye yapışmayı haram kılmak veya ©nunla ihticacta bulunmayı yasaklamak, değildir. Bilâkis, Onun manası şudur : «insanlar, Allah'ın bana tanıdığı ayrıcalıklardan ve benim için tayin ettiği hususi hüküm lerden birisiyle beni muahaze etmesinler. Bana, itirazda bulunup da; Rasulullah bazı şeyleri bize haram kılarken, kendisi, niçin onları yapıyor? veya, bize helâl kıldığı şeyerden, o niçin kaçmıyor? demesinler. Veya, bu gibi konularda, kimse kendini bana kıyas etmesin, ^ n k ü ; benim onlarla, kendim arasında bazı {arklılıklar gözeterek, helâl veya haram kıldığım, her konuda, hâkem Allah Teâla'dır. Yine, bazı hükümlerde, onlarla beni eşit sayan, bir kısmında da benim hükmüm ü, onlarınkinden ayıran, Allah Teâla’nm tâ kendisidir.» im am Şafiî, Tâvus hadisini rivâyet ettikten sonra, şöyle dem iştir : «Rivâyet, m unkatı’dır. Biz Tavussun fıkhını biliriz. Eğer, Rasulullah'tan geldiği sâbit olsa bile rivâyetin, benim tavsif ettiğim m anada olduğu gâyet açıktır. Rasulullah : «insanlar beni, herhangi birşeyle muâhaze demiştir. «Bana sarılmayın» dememiştir. Bilâkis, kendisine ^ p ışılm a sın ı ،ü re tm iş tir. Allah Teâla da bunu is^nıiştir.»8 8

C i m a ü l îlm, s. 113-115.


SÜNNET M ÜDAFAASI

îbn Uyeyne, Ebu Nadr'dan, O, Ubeydullah b. Ebi Rafî'den, O ise, babasından, Rasulullah'm şöyle dediğini ha­ ber verm iştir : «S izd en b îrin ize, em rettiğ im veya y a sa k la ­ d ığım b irşey g elip d e : O'nu, k oltu ğu n a y a sla n m ış b ir v a ­ ziy ette : B iz b u n u b ilm eyiz, A llah'ın k ita b ın d a n e varsa, biz on a tâb i olu ru z, d erk en görm eyeyim .» Rasulullah

(s.a.s.) bize, emirlerine tabi olup, yasaklarından kaçınma­ mızı em retm iştir. Allah, bunu, kitabında, kullarına farz kılmıştır. Bu konuda, insanların yapabileceği yegâne şey; Allah ve Rasulünden gelenlere yapışarak, onların delâle­ tine uymaktır. Ancak, şâyet söylemişse bile, Rasulullah'm : «İnsan­ lar, beni hiçbirşeyle muâhaze etmesinler,» sözü, yalnızca şuna delâlet eder : «Rasulullah en güzel örnektir. O n a bir takım hususiyetler tanınarak, insanlara m übah kılınma­ yan bazı şeyler O n a m übah kılınmıştır. Aynı şekilde, in­ sanlara haranı kılınmayan birtakım hususlar da O n a ha­ ram kılınmıştır. Bu itibarla O da : «insanlar, kendileri dı­ şında, bana helâl veya haram kılınan herhangi, bir şeyden dolayı; beni muâhaze etmesinler. Kendilerinin dışında, lehime veyâ aleyhime olan şeylere yapışmasınlar. Kusmak sebebiyle, abdest gerekip gerekmeyeceğine dair soruya gelince; bunu, yalnız, «M ecelletu 'l-M en aıV d a yayınlanan, Dr. Tevfik Sıdkı'nm makâlesinde görüyoruz.9 Ne senedi ve ne de, nereden nakledildiği belirtilmiştir. Belki de, m odem asrın bir uydurmasıdır.10 9 10

Y ıl 9, S a y ı 7, s. 515 M e s e le m ü e llif in d e d iğ i g ib i d e ğ ild ir . H a d is s â b i t t i r . Y a z a r b u n u , k i t a b ı n ı n a s ıl n ü s h a s ı n d a , d i p n o t t a z i k r e t m i ş t i r Ş ö y le d e m e k t e d i r : «B u s ö z le r i y a z ıp , e s e r in i ta k d im e t t i k t e n s o n ­ r a , h a d is e , Z e y d b. A li'n in « E I-M e c m u » ’u n d a n n a k le n , Ş ev -

351


SÜ N N ETİN YAZIMINA M ÜSADE EDİLMESİ

Sahih olduğu farzedilse bile, nasıl cevap verileceği Tavus, hadisinin ilk rivâyetinde kaydedilmiştir. Dr. Sıdkı'nın : «Bu hadis, sahih olsa da, olmasa da, akla yatıyor ve akıl O'nu destekliyor. Bunun müslümanIann, asla, kendisinden ayrılamayacakları bir prensip ol­ ması ise zarûridir» sözü de, zikrettiğimiz deliller mûvâcehesinde, saçma b ir sözdür. Allah'a hamdolsun, m üslüm anlann selim akılları, sululiah'm, Allah ile kulları arasında bir elçi olması ha­ sebiyle, her ne kadar, K ur'an'da zikredilmese de; O nun getirdiklerini almayı, zorunlu görmektedir. Nasıl ki, Sul­ tanın teb'asm a düşen, elçiliği sabit olduktan sonra, her ne kadar onlara yazılı bir m ektup getirmese de, sultanın sözünü dinleyip, elçiye itaat etmeleriyse, bu da böyledir. Bu tabii olarak herkesçe bilinen b ir keyfiyettir. Belki de, kusm akla ilgili haber'in zahirini makul gören akıl, sa­ dece Dr. Sıdkı'nm aklıdır. M üslümanların akılları ise; kusm uk haberiyle pis­ lenmemiş, tertemizdir. Allah, hepimizi hayır ve doğru olana hidâyet etsin. Hamd, iyilik ve güzelliklerin, nimetiyle tamamlaııdıAllah'adır. Abdûlgâni ABBÛLHÂLIK

k a n in in «Neytü’I-Evtâr» adlı eserinde rastladım . Bu d u ru m ­ d a cevabını, hadisin b ir aslının olduğunu gözönünde bu lu n d u ­ rarak , biraz değiştirm esi gerekiyordu. Fakat, A llah rah m e t etsin. Y azar cevabını değiştirenıeden vefat etmiştir.»


CİLT ŞAHIS İSİMLERİ İNDEXİ

A b d u ’l-A z iz b Ş a h V e liy y u lla h D ih le v i : 29. A b d u lg a n i M u h a m m e d A b d u ’l-H a lık : 32. A b d u lla h b. A m r b. A s : 62, 63, 114, 11?, 149, 151, 242, 283, 315, 316, 324, 343, 380, 381. A b d u lla h b. B u r e y d e : 69. Abdullah 6 İ-h e y si : 121, 206. A b d u lla h b. Mesud : 57, 89, 111, 229 ,226 ,222 ,211 ,124 ,117 2. A b d u lla h b. M ü b a r e k : 71, 293. A b d u lla h b. Ö m e r : 200, 229, 283. A b d u lla h b. Y e s a r : 149, 150. A b d u ’l-M u n ’im e l-H ü s e y in ; 298. A b d u ’l-M u n ’im S a lih e l-A y li : 22 A b d u ’l- V e h b a b e n - N e c c a r : 354. A b d u ’r - R a h m a n b. E b i’z -Z e n â d : 64, 344. A b d u ’r - R a h m a n b. M e h d i : 383. A b d u ’r - R a h m a n b. Y a h y a e l- M u a llim i : 21, 45. A b d u ’r - R a h m a n b. Y e z id : 58. A b d u ’r-R e z z a k H a m z a : 49. e l-A c ç a c e r-R a z i : 283. A h m e d D a v u d o g lu : 25, 28, 57, 107 A h m e d E m in : 21, 32, 42, 307, 316, 342, 346, 347, 387. A h m e d H a m d i A k s e k i : 23, 24, 30. A h m e d M u h a m m e d Ş a k i r : 328, 393. A. M u h t a r B ü y ü k ç m a r : 30. e l-A lâ î : 128. H z. A li : 114, 137, 191, 192, 209, 210, 212, 217, 220, 247, 268, 269, 284 283 279 31 278 276 271 ,,,,,, 349 343 340.,, A li H a s e n A b d ü ’l- K a d ir : 32. A li J b n u ’l M e d e n î : 162, 243, 386, 399. A li b. M u h a m m e d e l- Y u n in i : 395. ‫ﻟﻞ‬

‫ﻣﻪ‬

‫ﺀ‬


A li O s m a n K o ç k u z u : 27, 29. A li ö z e k : 24. A liyyül K â r i: 98, 100. A lu s i : 174, 264, 329, 374. A m e ş : 201, 223. A m r b. A h te p : 272. A m r b. H a z m : 6366 . A m r b. M e y m u n : 112. ‫ﺀ‬

Arştin : 300.

A sım e l-A h v e l : 367. A z im A m a d î : 54.

B abanzade Ahmed Naim : 22 . B a k ılla n i: 286. Bakıy îbn M ahled : 197, 307. B aryan : 300. B edru’d-Dem âm ıni : 370, 371. B edru’ddin A yni : 158, 159, 162. Begavı : 166 , 221 . B e k ir S a d a k : 25. Beyhaki : 183, 247, 281, 293, 337. el-Bezzar 247 ,231 ‫؛‬. Bişr b. E rtât : 401. B la n te r : 300. Busre bint-i G azvan : 92, 195, 196. Busr b. U beydullah : 70.

C abir b. A bdullah : 69, 219, 303. C abir b. S em ure : 326. C afer el-E sk afı : 223, 229, 283. C afer es-Sadık : 174. Cahız : 152. C erir b، Abdu'l-Ham id : 71. C er m an : 300. Cessase : 163, 164, 165, 168. C e v h e ri: 370. Cifris : 300. Cihad T u n ç : 26. C üzekani : 122. 354


D ahhak b. Kays : 153. Davud ez-Zahirî 3 ‫ث‬ ^?. D eccal: 163, 167, 327, 328, 329. ed-Demiri 231 ‫؛‬. R. P. A. Dozy : 19. ‫س‬£Hz. Ebu Bekr : 184, 226, 398, 399, 336, 349, 349. Ebu Bekr el-K atî: 393. Ebu Busra el-Gıffari : 159 Ebu’d-Derda 111 ,89 ‫ت‬. Ebu Eyyub el-E n sarî: 69. Ebu’l-Ferec : 81. Ebu H anife; 223, 224 , 360. 364, 365, 366. 367, 368, 492, 403. Ebu’l-Hasan el-Eş’arı : 286. Ebu’l-Hasan el-K erhî: 226. Ebu’l-Hasan es-S an î: 379. Ebu’l-Hattab b. Dihye : 154, 155. Ebu H ureyre : 21, 91, 92, 117, 138, 139, 142, 158, 166, 169, 179, 185, 201 .299 ,198 ,197 .196 .195 ,194 ,193 ‫ا‬ 191 189 188 187 86 . ,‫ ا‬92 , ‫م‬, 292, 203, 204,295, 206, 297, 298, 209, 219, 211, 213, 215, 216, 217, 218, 219, 221, 222, 223, 224,225, 226, 227, 228, 229, 230, 231, 232, 283, 234. 235249 ‫م‬ 237 236‫م‬. 238 2‫ﻣﻬﻪ‬ , 1* 2‫م‬ 244 243 242 ‫ﺀ‬,. 245 2‫ه‬,6‫م‬, 250, 25265 ,282 .261 ,260 ,259 .258 ,257 ,256 ,255 ,254 ,253 ‫ ﻣﺎ‬252‫م‬, 266, 267, 268,279, 271, 272, 273, 274, 276, 277, 278, 279, 281, 282, 283, 284, 285,286, 287. 288. 299, 292, 293, 294, 392. 393, 306, 307, 308, 319, 311,318, 399, 492 Ebu’l-Hüseyln Şerefü’ddin 821 : ‫ل‬-‫ أ ﻟﺌﺲ‬. Ebu M ansur M a tu rid î: 286. Ebu M usa el-Eş’a r i : 184, 226. Ebu M usa el-Medlnl 394 ‫ت‬. Ebu Nuaym : 66, 143, 165, 175, 196, 204, 344. Ebu Said el~Hudri: 62, 242, 259, 259, 290. Ebu Süfyan 319 ,135 ‫ت‬. Ebu 343 ‫ ﺗﻄﻬﻮ‬63‫م‬. Ebu Ya’l a : 68, 128, 231, 232. Ebu Y u su f: 360. Ebu Z 6 r315 ,111 ,101‫ ؛‬. Edip Gdnenç : 30. ‫؟ل‬

5


Enes b. M âlik: 114, 151, 152, 153, 224, 232, 256, 381. Esat K ılıçer: 24. el-A nsi: 329.

Fadl îbn-i Abbas : 210. 215, 216. F ah ru ’ddin e r-R a z i: 173, 174. F a r m e r : 300. Fatim a bint-i Kays : 165. Fazlu’r-Rahm an : 21. Fuat Sezgin : 24. Fudayl b. Yezid : 367.

t G azzali: 110. i. Geldzier : 20, 25, 26, 176, 199, 203, 229, 251, 252 307. Gulam Ahmed el-Kadıyani : 329.

Halid b. M ahled : 398. Halid b. M uhalled : 246. H a lili: 116. Halime es-Sadiye : 175. H aris b. Esed el-M uhasibi : 327■ H arun er-R e^d : 223, 228. H aşan b. Ali el-K erab isi : 27‫و‬. H asan B a s rı : 83, 122. Haşan Basri Çantay : 25. Haşan Hüsni Erdem : 23. Hassan b. Atiyye : 50. Hatip el-B ağdadi: 26, 122, 384. H attabi : 54, 118, 216, 232, 248. H aydar Hatipoğlu : 30. Hayreddin K aram an : 25. H ayri Kırbaşoğlu : 28. H er A m es de Yunus : 355. el-H erevi: 341. Hişam b Abdulmelik : 341. H ^am b. Urve : 64, 344, 377. Huşeym b. Beşir : 71. Hüseyin A rslan : 31. ,- 1


1—

I r a k ı: ‫ ا‬04‫ا‬ 116 23‫ه‬,. Irbad b. Sariye : 55 Abdi’l-Rerr : 58, 191, 202, 275, 2383 ,367 ,366 ,365 ‫ﺑﻢ‬ A sak ir: 137, 143, 208, 273, 282. Dakik el-Id : 127, 128, 141. Ebî Hadid : 283. Ebi Hatim : 116, 220, 334. Ebî Şeybe : 222, 277. Hacer : 25, 26, 61, 74, 99, 104, 106, 107, 113, 114, 117, 118, 125, 126, ‫ل‬2‫ﻣﺔ‬ 165 148 143 135 130 , 166 , , , , , 169, 171203 ,200 180 175 ,, , , 258 257 254 248 247 239 ,238 ,231 ,225 ,222 ,221 ,219 ,216 ,215 ,,,,,, 385 381 380 379 378 374 ,347 ,345 ,325 ,317 ,288 ,275 ,271 ,270 , , , , ,, 388, 391. îbn H aldun : 146, 323, 370, 371, 401, 402. îbn Hazm : 89, 110, 111, 116, 138, 197, 200, 222, 225, 227, 307, 327, 328 , 342. îbn Hıbban : 144, 158, 324, 401. îbn Huveyz M indad : 327. îbn Huzeyme : 131, 215. îbn-i îshak : 93, 190. Îb n u l-C ev zi: 98, 99, 118, 122, 141, 144, 234, 282, 325, 326. Îbnu’i-E sîr:57, 107. îbn-i K e sir: 104, 136, 140, 148, 150, 155, 188, 192, 208, 231, 236, 374 ,282 ,281 ,280 ,269 ,243 ‫ ة‬37‫م‬، ibn-i Kudame ei-Hanbeii 153 ,124 ‫ت‬. îbn-i Kuteybe : 28, 41، 43, 118, 185, 186, 211, 285. îbn-1 Main : 116, 382. îbn-i M erdüye : 335. îbn-i M ü n z ir: 160, 216. îbnîbnîbnîbnÎbnîbnîbn-

‫* آ آ آ سظ‬

‫»ﺀ‬.‫ﺲ‬ ‫ﻣﻢ‬ ‫ﺳ‬ ,.

îbn-i Şirin : 82, 83, 188, 258. Îbn-i Şihap ez-Z ührî: 27, 64, 66, 142, 341, 345. îbn-i Teymiye : 90, 137, 141, 147, 148, 219, 310, 311, 327, 393, 402. Hz. İbrahim : 289. İbrahim C a n a n : 28. İbrahim D eğirm enci: 31. 357


İbrahim b. Ebi Y a h y a : 243, 244. İbrahim b. M usa : 385. İbrahim en -N e h âî: 83, 222, 223. ikrim e b. A m m a r: 320. İmam Evzai : 50, 364, 368. İm am M alik : 30, 82, 240382 ,364 ,363 ,342 ,241 ‫م‬. im ran b. H u s a y n : 50. İmruu*l-Kays : 291. Hz. İsa : 163, 167, 169, 170, 175, 176, 354, 355, 356, 357, 358. İsa b. Eban : 226İshak b Rahûye : 72, 136. İsmail Cerrahoglu : 24. İsmail Hakkı Ünal : 31. İsmail Lütfi Çakan : 29. İsmail b. Umeyye : 243, 244.

J a m e s Robson : 24.

Ju y n b o ll: 20-21.

Ka’bu’l-A h b a r: 90, 143, 144, 145, 146, 147, 149, 151, 153, 207, 229، 235, 236, 237, 242, 243, 244, 327. Kadı A ^ ü 'l-C © b b ar: 170, 173, 174. Kadı iyaz : 289, 325, 326, 374. Kamil M iras : 22 . Kasım b. M uhammed : 82. K a sta la n î: 341. Katade : 173 K aynu’l E ^cai: 217. Kays b. Ubade : 271. Kıvamuddin B u rsla n : 23. Kook : 300. Kortis Himene : 300.

Lebid : 321, 372. L eknevi: 217. Leys b. S a ’d : 382. Hz. L u t: 289.


M ahmud Ebu Reyye : 21, 31, 32, 42, 44, 85, 88, 93, 115, 179. Dr. M ahmud K em al: 298. M ahmud b. R e b i: 75. M ahmud Selame : 318 Malik b. Yuhamir : 182. M akcevan : 300. M a'm er b. Raşid : 71. M ansur Ali Nasif : 25. el-M azeri: 289, 374, 376. Mehmet Sait Hatipoğlu : 28, 28, 29, 30. M ehmet Soluoğlu : 25. Mehmet ^e^i M ellam ehm edoğlu: 28. M ek h u l: 51 Hz. Meryem : 189, 171, 172, 173. Mesih : 187. Mesleme b. Mahled : 89. Hz. Meymune : 158, 157, 159, 180. Meymun b. M ihran : 53. M ikdad b. M a’dikerib : 53, 361. M irza B â k ır: 20. Moftiş : 300. ‫ﺀ‬ Hz. M uaviye: 135, 137, 138, 143, 144, 145, 153, 162, 191, 192, 229. 278, 277, 279, 319, 401, *02. Muaviye b H ^™ el : 166. Muaz b. C e b e l: 57, 226, 247, 267. M udarib b. Cüz : 196. M uğire b. Şu’be 283 ,161 ‫ت‬ . M uhammed Abduh : 333, 372, 373, 374, 378, 403. M uhammed A bdurrezzak Ham za : 21. M uhammed Accac el-*Hatip : 22. M uhammed Ebu ^ehbe : 22, 32, 35, 36, 406. M uhammed H am idullah : 23, 26. M uhammed b. H aşan el-A skeri: 323. M uhammed b. Haşan e§-Şeybanl : 66. M uhammed es-Samahi : 22 M uhammed Tahir Hekim : ^1. M uhammed Tayyib Okiç : 24. Dr. M uhammed V a sfı: 103. M uhammed b. Y a h y a : 288. M uhammed b. Yusuf el-F erbevî: 386.


M uhammed Zübeyr S ıd d ık i: 24, 25. M uharrem Tan : 31, 86. M uhibbuddin el-Hatip : 21, 89. Muhyiddin el-K ureşî: ^27, 228. W. Muir 19 ‫؛‬. M ulm uhr : 355. Hz. M u s a : 287, 288, 289, 375. M ustafa es-S ıb ai: 21, 30, 44. M übarekfûri : 221. Mücahid : 293. M ü n zirî: 118. MüseyJemetü’l-Kezzab : 166, 329. Nazif D an ışm an : 23. Nazzam : 41, 185, 186,203, 205, 210, 211, 399 ,286 ,221 ‫ ﻟﻖ‬8‫م‬. Nevevi: 23, 104, 115, 126, 152, 234, 260, 261, 275, 390, ‫ﻟﺖ‬ 9‫ل‬ Hz. Ö m er: 65, 89, 110, 111, 112, 116, 124٠ 125,1 •13, 151 152, 158 ‫ ا‬5‫ ه‬. 183, 184, 187, 188, 189, 191, 197, 199, 209, 212, 2219 ,215 ‫ل‬3‫ م‬21‫ﻣﻲ‬، 286, 308, 310, 311, 334, 335, 337405 ,404 ,399 ,367 ‫م‬. Ömer b. Abdulaziz : 65, 66, 71, 337, 340, 341, 342, 344, 345, 404. Ömer Nasuhi Bilmen : 25. Öm er Rıza Kehhale : 57, 122. Pavles : 355. Pezde^i : 227. Rebi b. H a b ip : 19. Rebi b. Huseym : 98. Rebi b. Hüseyin : 140. Rebi b. Subeyh : 346. Reca b. Hayve : 82. Reşit Rıza : 20, 109, 110, 138, 139, 164, 166, 167, 285, 331, 333, 334, 379، 380, 389, 395, 396، 400, 403, Rolyos : 300. Rous A tlencer : 300. S a ،d b. Ebi V akkas : 162, 226, 256, 259, 316. S a’d b M uaz : 100. 360


Sadî Ebu Ceyb : 223. Said b. Cübeyr : 64, 344, 387. Said b. Ebu Arube : 346. ٠Said b. Zeyd : 220. Salebe b. Malik : 204. J. S c h a c t: 20. es-Seâîibi : 191. es-S ehavî: 122. Sehl b. S a،d : 219, 250. es-S em anî: 142 Selahaddin P o la t: 29. Sibeveyh : 370. A. Sprenger : 19٠ 229. Suat Yıldırım : 27. Dr Subhî Salih : 27. Suyuti : 104, 118. 201, 266, 283, 323, 329, 330, 345. Süfyan es-S evri: 71, 81, 368. Süfyan b. Uyeyne : 80, 129, 207, 253, 374, 383. es-Sülemi : 130. Süleyman b. Musa : 79. Süleyman en-Nedvî : 21. Şatıbi : 109, 360. Şerif er-Radiy : 96. Şevkanî : 51, 58, 219, 323, 331. Şureyk b. A bdullah: 246. T a b e ra n i: 122, 130, 247, 324, 329. Tahir el-C ezairi: 104, 120, 132, 392, 395. fak ıy u ’ddin es-S übki: 227. Talat K oçyiğit: 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30. T eh av i: 323. Temim ed-Dari : 163, 164, 165, 166, 167, 168. Tevfik S ıd k î: 20. Ubeydullah b. Adiy : 70. Ubey b. Kâb : 267. Ukbe b. Am ir el-Cühenî 69 ‫؛‬. Urve b. Zubeyr : 65, 283, 337. 361


ü —

üm eyye b. Ebi’s-S a lt: 320. ü m m ü Habibe : 320.

Vakıdı : 135, 230. Vasile b. Eskâ : 232. Vehb b. M ünebbih : 143, 145, 147, 247 ‫ئ‬4 ‫ﺛﺎﺀ‬ , Veki b. C errah : 320, 368. Velid b. A bdurrahm an : 221. Velid b. Rebah : 273 G. W il: 19. Won K ram er : 176.

Yahya b. Main : 320, 383, 386, 399. Yahya b. Said : 70, 78. M. Y aşar K an d em ir: 26, 30. Y aşar Kaplan : 31. Yezld b Abdülmelik :341. Yezid b. H arun : 208. Yezid tb n u ’l Esved : 153. Yezid b. Muaviye : 65, 277, 344. Yezid er-Rekbas : 232. Yusuf Ziya Kavakçı : 25.

Zafer Ahmed el-Osmani : 28. Zahid el-K evserî: 36, 143, 144. Zakir Kadiri Ugan : 23. Zebidi : 22. ez-Zehebî: 143, 398. Zemahşeri : 169, 170, 171, 174, 264. Z erk eşi: 214. Zeyd b. Harise ; 76. Zeyd b. S a b it: 200, 267. Zeynep bint-i Cahş : 378. Zübeyr b. Avvam : 114. Zübeyr b. N e f ir : 217. Züheyr b. M uaviye : 366. 362


II. CİLT ŞAHIS İSİMLERİ NDEXİ

Hz. Abbas : 24, 25. Abdulaziz b M ervan 298 ‫؛‬. Abdulgani Abdulhalik : 195, 203, 352. Abdu’lhalim en-Neccar : 125. Abdu’lhum eyd b. Suleym an : 271. Abdullah b. Abbas : 68, 69, 173, 217, 229, 285, 298, 323, 328, 331. Abdullah Abdullah Abdullah, Abdullah Abdullah A bdullah

، ، ¿‫؛؟‬

٠

b. Adiy : 188, 274. b. el-A lai: 51. b. A m r : 286, 290, 291, 296, 299, 333. b. D inar : 315. b Huneys : 301. b. Mesud : 19, 55, 56, 172 ,203, 215, 217, 258, 260, 321.

: mUm =* .

Abdullah b. M ubarek : 70, 76, 173. Abdullah b. M uem m il: 269, 270, 271. Abdullah b. M u sen n a: 133, 271. Abdullah b. Sebe : 160* 161, 170. Abdullah b. Utbe : 284. Abdullah b. Zekvan : 76. Abdullah b. Z u b e y r: 331 . Abdu’lmelik b. M ervan : 227. A bdu’lmelik b. Said : 346, 347. A bdu'l-U zza: 111, 116. A bdu'r-Rahm an b. Abdulhakem : 87. Abdu’r-Rahm an b. A v f : 18, 54. A bdu’r-Rahm an b. Ebi’z-Zin4d : 304. Abdu'r-Rahm an b. E sv e d : 217. 363


A bdu’r-Rahm an b. Hermele : 304. A bdu’r-Rahm an b Mehdi : 98, ‫ ة‬73‫م‬ A bdu'r-Rahm an b. S ü ley m an : 279. Abdu’lvahid b. Kays : 278. Abdu M enaf : 111, 116. A bid b. Huneyn : 129, 130. el-A clunî: 99. Adem b. iyas 335 ‫؛‬. Adudiddin el-^yei: 239. Ahmed E m in: 13, 14, 23, 27, 33, 34, 35, 36, 37, 39, 40, 57, 100, Ahmed b. Hanbel : 23, 24, 105, 129, 270, 273, 303, 317, 323. Ahmed Ş a k ır : 296. Akabe b، M ü slim : 129, 130. Hz. Alı : 23, 25, 26, 35, 58,79, 151,160282 281 248 247 245 ‫م‬216 ‫م‬,,,,, 283, 2335 ,321 ‫ج‬4‫م‬ 298 286‫م‬,, Ali Hasan A bdulkadir: 45, 46, 51, 52, 57, 62, 63, 109, 1‫ﻣﻠﻞ‬ Ali b. el-M edinî: 273, 274312 ,275 ‫م‬. Ali b. Salih : 213. A İkame : 217, 218. Alusi : 152, 205. Am m ar b. Y a s ir: 52, 56, 182. A m id î: 225. A m ir eş-Şa’bi : 302. Amr. b. Hazm : 62, 286 A m r b. Şuayb : 270, 271, 272, 273, 274, 275, 276, 277, 2ro. Asım b. N e b il: 60, 91. Ata : 269. A ttab : 331.

el-B agavî: 39، Bedrü’ddin el-A ynî: 279, 318. Bera b. Azîb : 323, 332. Beşîr b. Nehik : 300. Beyhaki : 15, 87, 94, 99, 102, 104, 116, 118, 191, 215, 276, 278, 281، 283, 330, 340, 341, 346, 348. B ezzar: 130, 134 Biial b. Rebah : 181, 183. R. L. Blaehere : 110. Bükeyr b. el-Eşec : 347. 364


Büsr b. Ubeydullah : 189. Büşeyr el-A devî: 323. Büşeyr b Ka’b : 331.

Cabir b. Abdullah : 68, 69، 143, 188, 216. Cabir b. S e b a t: 301. Cabir b. Sem ure : 59, 87. C erir b. Abdü’lham id : 219. el-Cubbâi : 237, 238. 239. 240. 241. Cübeyr b. M ut’îm : 258. C ü v ey n î: 42. C ü zek an î: 118.

D a re k u tn î: 98, 102, 103, 117, 191, 270, 272 287 Davud el-A ntakî: 28. Davud ez-Z ahîrî: 54. ed-D eraverdi: 304. E. Dermenghem : 115، ed-D ihlevi: 52. D in a r : 102.

Ebu A b d u llah : 94. Ebu A bdu’r-Rahm an el-H ubulâlî: 299. Ebu A bdu’r-Rahm an el-M enblcî: 117. Ebu A m ir: 95. Hz. Ebu B ekir: 18, 46, 48, 54, 62, 102, 105 213, 2İ4T 247, 278, 297, 308, 309, 310, 313, 320, 329, Ebu Bekr el-Cessas : 236. Ebu Bekr b. Hazm 316 ,314 ‫؛‬. Ebu’1-Buhteri: 78. Ebu Bürde : 218. Ebu C afer el-B u h arî: 152. Ebu C afer tbnu’l-Buhteri : 98. Ebu C afer M uhammed b. A li: 284. Ebu Cehil : 182, 183, 184. Ebu Cuhayfe : 282. Ebu’d-Derda : 215. Ebu Eyyüb el-E n sarî: 188. Ebu’l-Hakem : 37.


Ebu Ebu Ebu Ebu Ebu

Hamîd : 346.

Hanife : 33, 39, 40. Hasen el-B asrî: 238. Hudbe : 102. H ureyre 131 ,130 ,129 ,100 ,98 ,61 ,39 ,38 ,37 ,34 ,28 ,27 ,21 ‫ت‬ , 166, 171 216, 261, 2335 ,328 ,323 .322 ,300 299 ,296 ,286 ,281 ‫و‬0 ‫م‬, 337, 342. Ebu Huzeyfe Şerefuddin H ic a z ı: 93. Ebu Huzeyme : 273, 309 Ebu îshak : 236, 239. Ebu îshak el-F ezarî: 70. Ebu Kasım b. Münde : 298 Ebu Kılâbe : 189, 304. Ebu Kiranı : 302. Ebu Meiih : 304. Ebu Mesud el-E n sari: 215. Ebu M uhammed b. Hazm : 54, 102. Ebu N adra : 216, 351. Ebu N asr et-Temimi : 238. Ebu Nuaym 317 ,315 ,139 ‫؛‬. Ebu Navas : 244. Ebu B ey y e: 150, 151, 172. Ebu Said el-Hudrî : 88, 132, 139, 212, 216, 247, 257, 267, 284, 296, 320. Ebu Süfyan b. H arb : 25. Ebu Şah 296 ,286 ,267 ‫ت‬ . Ebu Ubeyd : 244, 273. Ebu Umame el-Bahili : 168. Ebu ü sam e : 189. Ebu Yusuf :287, 335. Ebu Zer: 323■ Ebu Zin^d : 173. Ebu Zür’a : 305, 311, 312. Hz. Enes b. Malik: 36, 48, 62, 102, 105, 133, 134, 137, 168, 271, 272, 297, 300, 301, 330, 331, 335, el-Esmai : 244. el-Esrem : 273. Esved b. H ila l: 217. E ^ c c : 102.

Eşter : 282. 283, el-Evzaî : 220, 230, 316. Eyyub b. Ebi T em izi: 304. 366


Fahruddin er-R azî: 204. Hz. Fatım a : 320. Fatim a bint-i Kays : 51, 56. Fudale b. Ubeyd : 188. el-G afiki: 29. ‫ آ‬. Gazzali : 246. Gıyas b. İbrahim : ?8. Goldzier : 13, 14, 18, 47, 57, 63, 67, 70, 75, 77, 79, 80, 82, 83, 85, 86 100 99 98 97 95 ,93 ,92 ‫ت‬ ,91 ,89 ,88 , ,,, 111 107 105 103 01 ,,,, 113, 119, 125, 167, 170, 172.

—H— Habib b. Mualiim : 274 Ha،€a€ : 85, 86. Hz. Hai'sa : 309. Hâkim : 71, 92, 121, 191, 298, 301. Halef el-A h m ar: 245. Halid b. Hıdaş el-B ağdadî: 303. Halid b. Mahled : 129. Halid b. Nizar : 302 Halil b. Ahmed : 231 Halil b. M ürre : 281. Hamame : 183. Hammad b. üsam e : 62. Hz. H arun : 26. H arun b. Antere 298 ‫ت‬ . Hmds el-A ver: 163. Harun er-Re$id : 7 Hz. Haşan : 25. Haşan b. C â b ir: 301. Haşan b. Akil : 302. Hatip el-Bağdadi : 78, 188. el-H erev i: 315. Heysem b. Adi et-Tâi : 117. Hişam b. Urve : 117, 157, 301. Hubab b. M ü n zir: 66. Humeydi : 153, 273. Hürm üz : 331. Hz. Hüseyin : 25. Hüseyin H ey k el: 115. 367

‫ﺀ‬


e M ra k î: 14, 43, 312. Itban b. Malik : 300.

îbn Abdi’l-Berr : 60, 104, 214, 215, 216, 218, 269, 271, 284, 298, 299, 300, 301, 316, 329, 342, 348. îbn A ra b i: 204■ îbn A rrak : 36, 205. îbn Cârud : 117. îbn Cevzi : 35, 39, 40, 41, 42. îbn Gezeri : 233, 234. îbn Cüreyc : 94, 148, 261, 316. îbn Ebi’d -D ü n y a: 15. îbn Ebi Hatim : 37. îbn Ebi Müleyke : 214, 298. îbn Ebi ‫ ؟‬ey b e:8 7 , 271. îbn Ebzâ : 67. îbn Esir : 48. îbn Furek : 236. îbn H acer: 14, 55, 98, 99, 118, 129, 131, 132, 135, 152, 153, 178, 316 314 300 3299 295 ‫ل‬294 ,7293 ,283 ,‫ﺀ‬279 ,233 ,226 ,189 ,179 , ,, , , , ‫ ﻟﻮ‬8‫م‬ 335 331,,‫ دو‬6 ‫ا‬ ibn Haidun 33. 39, 40, 41, 12 îbn H a z ^ : 55, 56, 104, 2^7, 341, 343, 344, 348. îbn Hıbban : 103, 121, 131, 134, 271, 275. îbn Huzeyme : 270. îbn îshak : 92. ibn Kesir : 14, 43, 152, 163, 213. îbn Kuteybe : 134, 149, 150, 152, 267, 269, 291, 294, 307. îbn Luheya : 272, 347. İbn Main : 92, 98, 103, 270, 271, 272, 273. ibn N u m e y r: 149. îbn Ömer: 33, 34, 37, 38, 39, 61, 85, 86, 99, 100, 103, 218, 248, 272, 298, 322, 333. ibn Raheveyh : 272, ،K)3. 7‫ اإأ‬. îbn S a’d : 51, 149, 271, 285, 287. îbn Saiah : 220, 276, 277, 290, 318. İbn Seken : 117. îbn-i S in a : 28. 368


îbn Şirin : 76, 173, 219, 331. Ibn S ü b k i: 238, 239. îbn Şahin : 117. îbn Teymiye : 14, 15, 42, 8‫ﻣﻪ‬ 157 152 2‫ه‬,5, ‫م‬ îbn V e h b : 215 îbn Zübeyr : 59, 86. Hz. îbrahim : 16, 17. İbrahim b. A bdurrahm an b. Avf 55 ‫ث‬ . İbrahim en -N eh ai: ^19, 229, 230, 302. ‫ و‬1‫ اا ﺀ أم‬: ‫ ال‬7‫م‬ im ran b Husayn 330 ‫ت‬ . İm rüu’l-Kays : 245. Hz. I s a 339 ,223 ,128 ,127 ,99 ,20 ,16 ,15 ‫؛‬. îshak b. İsmail et-T alek an ı: 219. îshak b. M a n s u r: 272, 303.

Ka’b b. M a lik : 312. Ka’b b Ucre : 87. Kadı ^yaz 318 ,297 ,178 ,156 ,152 ‫ت‬ . Ka’ka b. Hakim : 298. K araza b. Ka’b : 214 Kasım 116 ,111 ‫ت‬ . K asım i: 317. Kasım b. M uhammed : 51, 213, 219. Kasım b. Süheyl 347 ‫؛‬. K atad e: 229, 328, 332. Kays b, Ubad 329 ,282 ‫؛‬. el-K elbi: 115.

Lebid b. cl-A’sam : 147.

M“ M ahmud b. Rebi’ : 300, Makil b Sinan : 247. i. Malik : 43, 71, 173, 189, 215, 303, 304, 315, 316, 317, 335, Malik b. D inar : 15. Malik b. Dühşum : 301. M a’ıner : 94, 302, 304. M ansur b. el-Mu’te m ir : 219. 369


Maziri : 152, 155, 156. M eh d i: 78. M ek h u l: 272, M ervan b. Hakem : 88, 89. Hz. Meryem 128 ‫؛‬, Mesleme b. Mahled : 188. Mesruk : 218. M esu d i: 118. Mısver b. M ahreme : 54. Hz. Muaviye : 24, 58, 60, 79, 87, 161, 176, 177, 212, 245, 329 Muavîye b. K u r r a : 304. Muaviye b. Salih : 272, 273, Muaz b. C ebel: 62, 103, 104, 249, 287, 335, 336, 337. Mugiré b. Hakim : 279. M ugiré b. Şu’be : 54, 58, 79, 176, 247, 260. M uhammed A b d u h : 150, 151, 152. M uhammed Ebu Ş e h b e : 193. M uhammed b. Haccac el-L ahm i: 36. M uhammed b. Mesleme : 54, 320. M uhammed b. R a f i: 95. M uhammed Ş e le b i: 41. Hz. Musa 223 ,155 ,128 ,26 ,16 ‫؛‬. M u tarn f b. Abdullah : 330. M uttalip b A bdullah b. Han tap : 212. Mücahid : 279, 294, 323. el-Münziri : 270, 278. M üsenna b. es~Sabah : 272. Müslim b. el-Haccac : 329. — N — en-Nakkaş : 118. N a s tu r: 102. Nazzam : 127, 159. en-Nehdiye : 183. Nevevı : 28, 38, 152, 178, 293. Nuaym : 102. Hz. Nuh : 16.

Hz. Osman b Affan : 18, 58, 79, 161, 233, 321. Osman b. Ebu Şeybe : 317. 370


Hz. Ö m er: 46, 48, 51, 52, 53, 54. 55, 56, 62, 6?, 163, 193, 2214 ‫ ه‬3‫م‬, 2329 ,321 ,320 ,313 ,310 ,309 ,308 ,299 ,298 ,285 ,248 ,247 ,216 ‫ل‬5‫م‬ Ömer b, Abdu’l-Aziz : 62, 103, 314, 315, 316, 317, 318. Ömer b. Abdulvahid e d - ^ m e ş k i: 278. Ö m er b. Ebu Rebia : 229, 244.

Rabi b. S a’d : 301. Rafi b. Hadic : 1^7, 284. er-Ram ahurm izî 284 ‫؛‬. R e b ia : 346. Reca b. Ebu Seleme : 329. Reea b. Hayve : 59, 87. Reşit R‫ل‬z 2 8 9 : ‫ ه‬. er-R iyaşi: 305.

—S ” es-S âei: 117, 312. Sa’d b. İbrahim : 215. es-S ağ an î: 99. Said b. Abdulaziz : 219. Said b Cübeyr : 69, 218, 285, 298. Said el-Makbûri : 131. Sûid b. el-Müseyyib : 41, 189, 304348 ‫م‬. Salih b. Cezce : 272. Salih b. Keysan : 5‫ ﺀة‬. Selahaddin Eyyübi : 184. Sem ure b. Cündüb : 328. Seri b. Y a h y a : 302. Sevâde b. Hayyan : 304. Sevban : 177. Seyfüddin el-A m idi: ''2 Suyutî : 14, 15, 35, 42, 139, 213, 238, 265, 292, 293, 317, 331, 340, 341 S ü b k i: 247. Süfyan es-Sevri : 60, 7316 ,303 ,173 ,94 ,93 , ‫ ه‬. Süfyan b. Uyeyne : 60, 93, 94, 152, 298. Süleyman b. Bilal : 129. Süleyman b. Ebi Zuheyr : 37. 371


Süleym an b. Esved el-M uharibî: 217. Süleym an b. M usa 302 ‫ت‬ . Süleym an b. Yesar 271 ‫ت‬ . Süm am e b Abdullah : 62, 105, 133, ^71.

Şa'bi ٠٠ 189, 2229 ‫ﻣﻮل‬. î. Ş afii: 41, 42, 102, 133, 173, 199, 201, 203, 209, 246, 258, 260, 340, 341, 343, 344, 348, 350. Ş a tib i : 61. Ş e v k a n l: 104, 351, Şuayb b. M uham m ed : 275, 276. Şu’be : 37.

Taberî : 47. T a b e ra n ı : 99, 188. T a h a v i: 118. T ank b. Şihab : 283. Tavus : 298, 331, 340, 348, 350, 352. Dr. Tevflk Sıdkı : 203, 351, 352. T ubba b. M a’dikerîb : 61.

-

٧٠

-

Ubeyd b. Hanin : 53. Ubeydullah b. Ebî ^ a f ! : 351. Ubey b. Ka’b : 53, 330, 347. U kayll:98, 99, 279. Ukbe b. A m ir: 188. Urve b. Zübeyr : 215, 332. üm eyye b. H alef : 181 ümmü Seleme : 26. ümmü üneys : 183. V akıdı: 117. Vehb b. C erir : 302. Vehb b. Münebbih : 278. V ek i: 60, 92. W ink: 109, 111, 113, 114, 115, 116, 118, 119. Wlnsek : 171.


Y ahya b. Ca’de : 216. Y ahya b. el-H akem : 103. Yahya b. K e s ir: 302. Y ahya b. Said : 220, 278, 304, 315. Yahya b. Said el-Kattan : 37, 60, 116, 270, 272. Hz. Y a k u b : 178. Yakup b. Şeybe : 55, 117. Yezid b. H arun : 60, 93. Yezid b. Şerik et-Teyml : 281. Yunus b. H a b ib : 231. Y u s r: 102. Hz. Yusuf :178.

ez-Zehebî : 14, 51, 70 , 85, 86, 214, 215, 271, 272, 274, 275, 276, 278, 329. Zenire : 183. Zeyd b. A İİ: 351. Zeyd b. Erkam : 152. Zeyd b. Harise : 116. Zeyd b. S ab it: 212, 213, 233, 258, 308, 309. Zeynep bint-i Cahş : 111. Ziyad b. A b d u llah : 60, 92, 93. ‫ل‬. Z ü h ri: 59, 62, 82, 83, 102, 103, 166, 229, 284, 304, 313, 317, 318.


BİBLİYOGRAFYA Abdulhahk, A b d u lg än i: Hucciyetü’s-Sünne. Abdu’Ikadir, Ali H a s a n : N azratu’n Amme fi T arihi’I-Fikhi’I-Islä m i.

El-Acluni, Ism a il: Ke§fu’!~Hafa ve Muzilü'l-Elbas. Ahmed b. H an b el: el-Müsned. Älusi : E uhu’I-Meäni. El-Ämidi, Seyfüddin : el-Ihkäm fi Usulfl-Ähkäm. Ayni, Bedruddin ‫ ؛‬Um detu’l-Käri. El-A zim äbadi: Avnu’I-Ma’bud، Bezzar : M ecman’z-Zevald. Buhari, Ism a il: el-Camiu’s-Sahih. el-Cezairi, Tahir ‫ ؛‬Tevcihu’n-Nazar. ed-D ärim i: en،*Nakz. ed-D ärim i: es-3ünen. ed-D ihlevi: H uccetu’llah el-Bäliga. Ebu Davud : es-Sünen. Ebu ‫ ؟‬ehbe, M uham m ed: es-Siretu’n-Nebeviyye fi-Dav’il-Kur’an ve’s-Sünne. Ebu §ehbe, M uhammed : el-Isräiliyyät ve*I-Mevzuät fi Kiitübi’t Tefsir. Ebu §ehbe, Muharhmed : el-Medhal li D iräsetri-K ur’ani’LKerim. Ebu Yusuf : K itabu’l-H ara‫ ؟‬. Emin Ahmed : D uha’l-isläm. Emin Ahmed : Fecru’I-tsIäm. E. Dermenghem : H ayat ü M uhammed. el Firuzabädi: Kamusul^M uhit. Goldzier, I. : D irasat islämiyye. el:Hattabi : M ealimu’s-Sünen. Ibn Abdilber : Camiu Beyani'l-Hm ve Fadlili. fbn Abdu'§-§ekur, M uhibbullah : M üsellemu’s-Sübüt. Ibn A rrak : Tenzihu’‫؟‬-§eriä. 375


Ibnu’l-C ezerí: en-Neşr. Îbnu’l-Esîr, Mecduddîn : Camiu’I-Usul ilâ Ahadi íbn H acer: Fethu’L-Barí. Ibn Hacer ‫ ؛‬Hedyü’s-Sârî fl Mukaddimet-i Fethí' íbn H acer: Takribu’t-Tehzib’ íbn H acer: Lisanu’l-Mizân. íbn Hazm : el-Ihkam fi UsulTl-Ahkâm. İbn Kayyım : î’lam ul Muvakkıîn, îbn Kayyım : Zâdu’l-Meâd. îbn Kayyım : TelbisüT-İblis. îbn Kuteybe : Te’vil-i Muhtelefi’l-Hadis. îbn Mâce : es-Sünen. îbn Sa'd : Tabakatü’l-Kübra. îbn Salah : Ulumul-Hadis. İbn Sellâm, Ebu Ubeyd Kasım : Kitabu*l-Emvâl. îbn Teymiyye : Reful-Melâm ani’l-EimmetiVAlâm. el-Kasımî, Cemaleddin : Kavaidu’t-Tahdis. el-Kureşî : el-Harac. el-Münziri : et-Tergib ve’t-Terhib. Müslim : el-Camiu’s-Sahih. en-Nesaî : es-Sünen. en-Nevevi : Şerh-u Müslim. er-Razı, Fahruddin : Mefatihu’l-Gayb. es-Sahâvî : Fethu’l Mugis. es-Sehâvi: Şerh-u Elfiyeti’l-Irakî. es-Suyutî : Tedribu’r-Ravi fi Şerhi Takribi’n - Nevevî es-Suyutî : Mi f t alı u s-S ünne. Şakir Ahmed : el-Raisu’l-Hasis. eş-Şafiı: er-Ri6âle. eş-Şafii : Cimau’l-llm. eş Ş atıb i: el-Muvafakat. Şelebi, Muhammed : Usulî'l-Fıkhiİ-Îslâmî. eş-Şevkâni : Neylu’l-Evtâr. Tac Abdurrahman ve Seyis Muhammed : Müzekkiret-u Tarihi’t Teşri’i’I-Islâmî. et-Tirmizî : es-Sünen (el-Camiu’s-Sahih). et-Tirmizi: el-ıleî. ez-Zehebî : el-Mizan. ez-Zehebı : Tezkire tu’l-H uffaz.

٠

376


Sünnet Müdafaası II Günümüzde bir takım insanlar, “ S ize d ü şe n K u r’ana sa rılm a k tır, o n u n h e la l d ed iğ in i h e la l, h aram d e d iğ in i d e h aram sa y d ığ ın ızd a k u rtu lu şa e r e r s in iz !” diyerek inanan insanları

sadece bir kaynağa yöneltmekte ve bilerek Allah’ın Rasulunü ve hadisi devreden çıkartarak: “ sü n n e tsiz b ir h a y a t” ırf savunuculuğunu yapmaktadırlar. Tam bir müsteşrik kafasıyla hareket eden bu yerli “ o ry a n ta list iş b ir lik ç ile r i” nin asıl amaçları sadece sünneti devreden çıkartmak değil, koskoca bir hadisler deryasını bir çırpıda yok saymak ve dolayısıyla da onları rivayet eden eşsiz sahabiyi neredeyse “ yalan h a d is ” gibi ağır bir ithamla suçlayarak inananların gözünden^sahabinin etkinliğini silmektir. Bu yüzden olsa gerek, şimdilerde her önüne gelen bir ahkâm kesmekte, hadisleri reddetmekte, sünneti kabul etmemekte ve eşsiz sahabiye dil uzatabilmektedir. Bu hastalığın şifası da hiç şüphesiz Rasulullah sevgisinde, sünnet ve hadis sevgisinde yatmaktadır. Nitekim Ali Imran Sûresinin 3 1 . ayetinde: “ D e k i, A lla h ’ı se v iy o r sa n ız b ana u y u n , A llah da sizi s e v s in ”

denilerek bu reçete vahiyle teyid edilmiştir. Günümüzde hadis, sünnet, mezhep ve tasavvuf inkarcılarına karşı bu sahada yazılmış en ciddi reddiye mahiyetinde olan Prof. Dr. Ebu Şehbe'nin “ S ü n n e t M ü d afaası” adlı elinizdeki iki ciltlik bu eserle, insanımız Rasulullah’a ve onun sünnetine daha çok yaklaşacak ve bu değerlere daha sıcak sarılacaktır.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.