GSCIMBOM FANZIN 42. SAYI

Page 1


GSCİMBOM GÜNDEMİ GSCimbom olarak son dönemlerde taraftarı olduğumuz takımın kötü gidişatı nedeniyle bizim de gündemimiz yoğun geçiyor. Özellikle transfer döneminde belki de son yılların en yoğun dönemini yaşayarak “Transfer Nöbeti” konusunda çok yüksek değerler elde ettik. 1 ayı biraz geçgin bir sürede toplam 103.574 mesaj ve 2.680.186 görüntülemeyle olağanüstü bir değer elde ettik. Futbol takımının heyecandan uzak tutması bizi, elbette ki genel olarak bizleri üzüyor olsa da GSCimbom olarak tepki konularımızı ve birliktelik adına attığımız adımları arttırmaktan da çekinmiyoruz. Çeşitli tepki kampanyalarında başrolü oynadığımızı söyleyebilirim. Futbol takımı konusunda her şey bu kadar kötü giderken biz Fanzin için çalışmayı elden bırakmıyoruz elbette. Dergimizin 42. Sayısında bu tepkiler konusunda daha çok adım atmaya çalıştık. Belki de dergimizin ulaştığı kitlenin büyüklüğü bu tepkiler konusunda daha ses duyurucu olmamız konusunda büyük yardım sağlayacaktır bize. Genel hatları itibariyle dergimizin çizgisini korumaya çalıştığı da bir gerçek. Derginin hedefleri her geçen büyümektedir. Bu yola Muhammet Gülhan’la çıktığımızda konuştuğumuz hedefleri birer birer gerçekleştiriyoruz diyebilirim. Bu aya özel olarak onunla karşılıklı bir söyleşi yaptık. Derginin bizle geçirdiği dönem üzerine, geleceği üzerine ve biraz da tabii ki Galatasaray üzerine. Hedefler ve gelinen nokta hakkında o söyleşi de elbette daha çok detay bulacaksınızdır. Bu aya ilişkin diğer bir gelişme de derginin yazar kadrosundaki genişleme. Yaptığımız bazı görüşmeler sonucunda yazar kadromuzda derinlik sağlamak için büyük bir aşama kaydettik. Elbette beklenmedik aksaklıklarla karşılaşıyoruz fakat sağladığımız genişlik bunları büyük ölçüde kapatabiliyor. Yazarlarımızdan aldığımız destek ve bu desteğin yanında elde edeceğimiz başarıda onların da paylarının olması bizleri de çok mutlu edecektir. Çok değerli isimlerle iş birliği yapmaya çalışmamız da hedeflerimizde aslında ne kadar geniş kitlelere hitap etmek olduğunu göstermektedir. Her geçen ayın bir önceki aydan daha olumlu ve daha başarılı geçmesi en büyük temennimiz olmuştur her zaman. Dergide emeği geçen herkes için de bu temennimiz her zaman vardır. Bu sayının da bir önceki sayıdan daha çok keyif vermesini umuyorum. Şubat ayına dair çok özel şeyler bulabileceğiniz GSCimbom Fanzin 42. Sayı için sayfaları çevirmeye başlayabilirsiniz. Keyifli vakit geçirmeniz dileğiyle… Sertaç Murat Kılıç GSCimbom Medya Kurulu Yardımcı Koordinatörü

2 / GSCIMBOM FANZIN 2011


http://www.goal.com/tr


GALATASARA

gscimbom çabamızın adı

1902 yılında İstanbul’da doğ okuduğu yıllarda futbola başla ve olağanüstü bir performans Nihat” olarak benimsedi. Bek iyi mücadele etmesinden dol

HAZIRLAYANLAR: TASARIM VE PLANLAMA: MUHAMMET GÜLHAN YAZI EDİTÖRÜ: SERTAÇ MURAT KILIÇ GRAFİKER: CEM KILIÇ © 2011 GSCİMBOM MEDYA KURULU Tüm hakları saklıdır. Katkılarından dolayı Goal.com Türkiye şubesine teşekkürü bir borç biliriz. İletişim Adreslerimiz: medyakurulu@gscimbom.com muhammetgulhan@gscimbom.com http://twitter.com/gscimboom http://twitter.com/gscimbom_fanzin http://www.facebook.com/gscimbomcom

Arslan Nihat, Galatasaray’da t yanında daha pek çok özelliğ hine altın harflerle yazdıran b 11 metre 92 santimetrelik 1.58 metre ile de yüksek atl olmuştu. 1936 yılında futbolu giydi ve son 8 yıl Galatasaray yılında Milli Takımı bırakana ydi. Savunmada görev yap Şampiyonluğu yaşadı. Bekdik yaparak bu konuda da ad

Aktif futbolculuk yaşantısınd slan Nihat, binicilik, yelken v yarışlarda dereceler ve mad kendilerini emekli ederek k Arslan isimli teknesiyle yar zanan, Boğazı yüzerek g Bekdik neredeyse bütün 1957 ran

yılında 1972

milletvekil ‘de İ


AY ASLAN’DIR

m fanzin ı galatasaray

ğan Bekdik, Galatasaray Lisesi’nde adı.. Kısa zamanda A Takıma yükselen s sergileyen Bekdik’i taraftar “Aslan kdik’e Arslan unvanı, takımı için çok layı seyirciler tarafından verilmiştir.

tam 18 yıl futbol oynayan ve bunun ği ile adını Sarı Kırmızılı takımın taribir sporcudur. Bekdik, 1923 yılında derecesiyle, üç adım atlama’ da, lamada Türkiye rekorlarının sahibi u bırakana dek sarı kırmızılı formayı y’ın kaptanlığını yaptı. Ayrıca 1931 kadar da 18 kez milli formayı gipan Bekdik 5 kez İstanbul Ligi k, 10 kez de Milli Takım kaptanlığı dını futbol tarihimize yazdırmıştır.

dan sonra da sporu sürdüren Arve yüzme sporlarını yaptı. Katıldığı dalyalar kazandı. Yaşıtlarının artık köşelerine çekildiği dönemde bile rışlara katılıp şampiyonluklar kageçme yarışlarına katılan Nihat ömrünü sporcu olarak geçirdi.

li olan Bekdik, 21 Haziİstanbul’da vefat etmiştir.



İÇİNDEKİLER İKİ KOORDİNATÖR, BİREBİR ..................................6 GALATASARAY RUHU ...............................................12 BAŞLADIĞI YERDE BİTSİN .........................................14 UNUTMAYIN, HAGİ! ........................................................18 GALATASARAY’IN KALESİ .......................................22 SENİN OLDUĞUN HERŞEY DE GÜZEL .................27 MELİH ŞENDİL İLE SÖYLEŞİ .....................................28 ANALİZ ................................................................................30 BİZ DAHA BÜYÜMEDEN BÜYÜYORUZ ................39 MODERN FUTBOL ........................................................40 YENİ BİR SİSTEM: WYSCOUT ..................................44 20. YILINDA RYAN GIGGS ..........................................54 BİR AŞK, ÖLÜM VE ÇOCUKLUK HİKAYESİ .....56 YENİ FABREGAS: MIQUEL TORAL ......................59 NBA PANORAMA ..........................................................60 GSCİMBOM ORGANİZASYON .................................64


İKİ KOORDİNATÖR BİRE-BİR GSCimbom Fanzin’in iki koordinatörü, Muhammet Gülhan ve Sertaç Murat Kılıç. Her ay fanzin için keyifli olabileceğini düşündüğümüz birebir hoş sohbet. Fanzin, forum ve Galatasaray temalı. Keyifli olacağınıza inanıyoruz... M: Muhammet Gülhan - S: Sertaç Murat Kılıç

M: Selam dostum, nasıl gidiyor? Keyif alıyor musun fanzinden? S: Selam, fanzini hayatın merkezi olarak görürsem iyi gibi her şey. Tabii bazen aksaklıklar olabiliyor. Keyif mi? Keyif için söyleyebileceğim tek şey var, olağanüstü. Emek verdiğiniz bir şeyin başarılı olması kadar mutlu edebilecek başka bir şey yoktur sanırım. Peki ya sen? Fanzin gelişimi hakkında bilgi ver biraz bize. M: Aşamalı cevap vereyim, bu işin başına ilk geçtiğimde farklı şeyler denemem gerektiğini zaten biliyordum. Her zaman olduğu gibi amacım yine insanların bunu keyif alarak okumasıydı. Bu, artık bir fanzinden çok dergiye dönüştü. Çünkü fanzin dediğimiz şey kısa süreli, tarihi belli olmayan zamanlarda çıkarılan küçük şeylerdir. Biz bunu her ay yapıyoruz ve dergi havasındayız. İyi bir tasarıma ve içeriğe sahibiz. Fanzin elbette keyiften ibaret değil. Bir çok farklı görüş, beyin fırtınası, röportajlar. Yani her ay bir şeyler vermeye çalışırken

8 / GSCIMBOM FANZIN 2011

bir şeyler de öğreniyoruz. Bu çok önemli. Çünkü epey vaktimizi harcadığımız bu çalışmanın bize de verecekleri olmalı. S: Aslında hak vermemek elde değil sana. Biliyor musun, bu işe ilk başladığımız zamanlarda hedeflediğimiz yerin henüz yarısında bile değiliz. Biraz özeleştiri yapmak gerek sanırım. Biz daha ilerisini hedefliyoruz elbette ama şu ana kadar geldiğimiz nokta da çok başarılı. Fanzinden artık “fanzin” değil de “dergi” diye bahsediyoruz. Sanırım bu işi çok önemsememiz ve keyif alarak yapmamız bu işte en önemli etken oldu. Artık daha istikrarlıyız, daha iddialıyız. Bu aşamaya gelirken bir çok engelle de karşılaştık ama bir şekilde aşabildik. Sence bu bizim için yeterli mi? Derginin geldiği için nasıl bir değerlendirme yapabilirsin? M: Şu aşamada çok olumlu yorumlar alsak da bence daha iyisini verebiliriz. Daha bilgilisini. Ben araştırmayı seviyorum. Ve araştırmalarımı insanlara aktarmayı. Planımız “her ay bir öncekinin üzerine çıkabilmek” her zaman.


M: Biraz da forumdan konuşalım. Bu ay bir üyemiz Baros konusuna girip “Baros” diye post bırakmış. Bunu gördün mü? Forumda epey alay konusu oldu çünkü. Hatta forum organizasyonunda bile bahsedildi. Forumda böyle gülünç şeylerin olması çok güzel, zaten her ay üyelerden ilginç yorumlar bölümüne taşıyoruz bunu. S: Evet, aslında bu “ilginç yorumlar” köşesinin sanırım dergimize kattığı samimiyetten bahsetmeden olmaz. İşin doğrusu şu ki, “fanzin” denildiğinde daha samimi, amatörce bir organizasyon, “dergi” denildiğinde daha resmi ve profesyonel bir organizasyon akla gelir. Genele bakarsak biz ikisini bir arada barındırabilen bir yapıdayız. Forumun bu konuda desteği bize böyle oluyor. Çok eğlenceli ve samimi bir ortam oluşmuş durumda forumda. Yapılan organizasyonların meyvesi tabii ki bu. M: Organizasyon dedin de aklıma geldi, bizim organizasyonlar çok iyidir. S: Organizasyonlar hakkında merak ettiklerim var aslında. Araya girip lafını böleyim ve sen de bana biraz organizasyonlardan bahset. Nasıl bir havada geçiyor, her organizasyon sonucu fotoğraflarla ortamı yansıtmaya çalışıyorsunuz elbette ama ortamın samimiyetini öğrenmek istiyorum doğrusu. M: GSCimbom’un ilk organizasyonuna katıldığımda buranın bir forumdan fazlası olduğunu anladım dostum. Söylemiş olmak için söylemiyorum bunu, gerçekten öyle hissettim. Forumdan Mustafa ağabey ile tokalaştıktan sonra nasılsın? diye sormuştu bana. Sonra karnın aç mı? dedi. Evet bir şeyler yiyeyeceğim diye lafımı bitirmeden o ödemişti parasını. Biraz utangaçlıkla başladım ama sonra ısındım. Arkadaş olduk ve hepsinin numarası var bende. Artık bu aileyi sahiplenenlerden biri de benim. Halı saha maçlarımız inanılmaz keyifli geçer. Maç öncesi soyunma odasındaki o espriler, ısınırken yapılan şakalar, her şey. Yani bir üyenin bize katılıp sıkıldım demesi gerçekten zordur. Maç organizasyonları için biletler önceden ayırtılır, yan yana izlenir. Kol kola boğaz patlatılır ve sonunda galibiyet almışsak evlerimize keyifli döneriz. S: Sanırım bunu anlayabiliyorum, o organizasyonlarda bir gün yer almak isterim. Senin hayatını değiştiren bir dönem oldu mu peki? Ne gibi etkileri oldu sende? M: Şöyle cevaplıyayım bunu, sadece benim için değil hepimizin hayatının ortak noktası Galatasaray. Çocukluğumdan başlayan bu serüvenin bir gün bu noktalara geleceğini hiç tahmin etmezdim. Bir gün bir organizasyona katıldım ve kendimi bu ailenin içinde buldum. Medya Kurulu ekibinin başına getirilmemde bir etken de bu organizasyonlar oldu. Bu dönemde benim için değişen şey sanal ortamda insanlara karşı kazandığım güven. Hepimizi birleştiren şey Galatasaray, yani Hagi’nin dediği gibi, Galatasaray’ın olduğu her şey güzel...

S: Hazır Galatasaray lafı etmişken sanırım bizim bu seneki hayatımızı dibe vurduran şeye dönme vaktimiz geldi. Klasik bir laf vardır, bilirsin. Kahvehanelerde genelde rakip takım taraftarına söylenen bir kalıptır. Ben de sana böyle yönelteyim soruyu. Ne olacak bu Galatasaray’ın hali? M: Galatasaray’ın sorunu açık. Savaşan, aç Galatasaray’ı isterken asıl sorunları unutuyorlar. Bu sorunu defalarca dile getirdim ama anlatmak istediğim şeyi anlatmayı başaramadım. Savaşan takımı savaşlarda yaratırsınız, ben ya da benim gibi düşünenlerin ortak noktası futbol oynayan takım izlemektir. Futbolda savaş değil, güç dengesi vardır. Futbol ve güç arasındaki dengeyi bulursak tekrar başarılı oluruz. Ama şuanda içinde bulunduğumuz felsefe başlı başına hatalı. Ben böyle düşünüyorum, senin fikirlerin ne bu konuda? S: Hemen hemen aynı, belki katılamayacağım bir-iki nokta olur ya da ekleyeceğim. Gördüğüm şey senin söylediklerinle birebir. İkinci bir nokta ise çıkış yolu ararken aslında gittikçe çıkıştan uzaklaşmamız. Daha basit bir tabirle söylemek gerekirse, önümüze konan onlarca kapıyı birer birer kapattık. Kapıların kolları dışarıda olunca da geri dönüşü olmadı. Artık çıkış noktamız olan birkaç şey var, bunları da yapabilmemiz önemli. öncelikle neyi istediğimizi ortaya koymalıyız. M: Neyi istediğimiz... Çok iyi söyledin bunu. Bence bunu biri Galatasaray yönetimine biri okutmalı! S: Yani bunu bir şirket gibi düşünmek gerek. Arz ve talep dengesi gibi. Yıl sonu bilançosu çıkaran bir şirketin önündeki seneyi düşünürken yapacağı iki şey olur. Birincisi hedefler ne? İkincisi buna ulaşmak için ne yapmalıyız? Sorusu. M: Peki Hagi için neler söylersin? Mikrofonu eline alan “büyük oyuncu ama büyük teknik direktör değil” diyor. S: Hagi büyük futbolcuydu. Bugün benzer şeyleri Maradona için de söyleyebilirsiniz. Büyük futbolcu, küçük teknik direktör. Teknik direktörlük farklı bir meslektir. Jose Mourinho gibi futbol geçmişi olmayan birinin öyle ya da böyle başarılı olması nasıl bir örnekse Maradona’nın başarısız olması da denk bir örnek. M: Peki eleştiri yapılırken –eleştirenlerden biri de benimaşağılayıcı bir dil kullanılmıyor mu? S: Elbette aşağılayıcı, Hagi eleştiriliyor ama gözden kaçan bir detay var. Hagi’nin futbol bilgisi onu eleştirenlerin yüzde doksanında yoktur. Şöyle açıklayayım, Hagi, futbol bilgisini ayağıyla aktarma konusunda ağzıyla aktarmadan daha başarılı, bu inkâr edilemez. M: Çok iyi özetledin yine. Elimizdekilerle devam etmek zorundayız artık. Fikirlerine sağlık. Bunu her ay yapacağız artık, bence eğlenceli olacak. S: Tasarıma devam et o zaman!

9 / GSCIMBOM FANZIN 2011




GALATASARAY RUHU

EREN LOGOGLU

“Bilirsiniz ki her insanın ayrı bir huyu, ayrı bir karakteri olduğu gibi, her futbol takımının da kendine has bir karakteri vardır. Biz sizlere burada Galatasarayımız’ın huyunu suyunu açıkça ve iyice anlatabilirsek, onu adamakıllı tanıyıp, inşallah senelerce dost geçinirsiniz. Galatasaray bir his takımıdır. Renklerine aşık birbirlerine seven futbolcuların takımıdır. Galatasaray feragat (vazgeçiş) ve fedakârlıklarla çalışacak futbolcuların takımıdır. Galatasaray şımarıkları, kendini beğenmişleri, yalnız kendini düşünenleri sevmez. Kısacası Galatasaray, bir halatı hep birlikte çekenlerin, hep birlikte üzülüp, hep beraber sevinmesini bilenlerin takımıdır.” Baba Gündüz’ün sözleriydi, Atatürk’ün yakın arkadaşı Kılıç Ali’nin oğlu. Galatasaray tarihinin kendisi. Hani Arena’ya açılan Aslanlı Yol üzerine kulüp başkanlarının heykelinin dikilme önerisi var ya, böyle bir anmayı en çok hak eden adam Gündüz Kılıç aslında. Bugünlerde dibe vuran futbol takımının, yöneticilerinin ve taraftarlarının kendi aralarındaki kavgaları bir çırpıda yok etme tılsımına haiz sözcüklerin bütünlüğü var onun sözlerinde.

12 / GSCIMBOM FANZIN 2011


Futbolcuları televizyon ekranlarından barıştıran değil, soyunma odasında savaştırmayan bir anlayış. Galatasaray duyguların takımı, sarı kırmızıya tapan, iş ahlakı olan ve meslektaşlarını seven oyuncuların, vazgeçmeyi bilen, fedakarca davranabilen, kendini değil takımı düşünenlerin. Birlikte hareket edenlerin, sevinip üzülebilenlerin yeri Galatasaray. Çok değil 3 yıl öncesine gidelim, 2008 Mayıs’ına. Sivas’ta 5 - 3 kazanılan maç sonrası, İstanbul’a dönen takımın uçak yolculuğundan bir fotoğraf karesi. Galibiyeti ve gelmekte olan şampiyonluğu doyasıya kutlayan bir oyuncu topluluğu. Hasan Şaş, Arda, Sabri, Mehmet Topal ilk anda görünenler. Taraftarı oldukları takıma tezahürat eder gibi duruyorlar. Sahada mücadele eden değil de tribünde takımını desteklemeye gelen bir gruba benziyorlar. Aynı anda, senkronize bir şekilde, ritmi kaçırmadan eşlik ediyorlar birbirlerine. Yumruklar sıkılı ve havada, kollar yana açılmış, arada tempo niyetine sözleri bölmeyen alkışlar duyuluyor. Baba Gündüz’ün bahsettiği sevinci paylaşıyorlar. Belki kolaydır başarıyı bölüşmek, doğru! Ancak bir taraftar edasıyla, çocukluğunda tuttuğu takımın şampiyon olmasına sevinen büyümüşler gibi içtenlikle sevinmek, sırf başarı, iktidar hırsı, daha çok para ve unvan için değil, saf bir sebepten gözlerinin yaşlanması ve içlerinin parıldaması zordur. Galatasaray ruhu şeklinde tanımlanan olgu da bu zorluklardan beslenerek kabuğunu kıran bir canlıya dönüşür. Kimi zamansa daha büyümeden çıkar ortamından ve zayıf kalır, varlığıyla yokluğu değiştirmez hiçbir algıyı. Kötüye kullanıldığı da olur, getirim kavgasının ortasında kaldığı da. Özünü korur, mektebin bahçesinden meydana akan kirli sulara aldırmaksızın. Babanın oğluna bıraktığı en dokunulmaz hediyedir, hafta sonları açmaya teşebbüs edersin paketin ağzını da kıyamayıp bakar kalırsın öylece. Taşınır bedenden bedene, yayılır damarlarca ruh. Soğuk, sıcak hava düşünmeden koşulur peşinden, gençlik hevesi değildir. Aldatmak kadar masumiyet yüklü bir kader hiç olmadı, körü körüne bağlı kalınan romantizm belki, idea mesafeli durulan ayrılık. Daha uyumlu ve daha mutlu kalınmadı hiçbir zaman, alkol fazla kaçırıldı, uykusuzluk karıştı karanlığın boyasına. İki dalgası bulunan radyoya kulağını dayayıp gol haberi diye çırpınan çocuğun heyecanındaydı ruh. Kayıp günlerden geçiyoruz şimdi. Baba Gündüz’e ve tavsiyelerine ihtiyacımız var. Aynı fotoğrafı hüzünlü çektirmeliyiz bir de, kol kırılır yen içinde kalır diyerek, birlik olup karakter koyarak davasına. Vazgeçip feda ederek sürdürmeliyiz meselemizi, çalışmayı. Onulmaz yaralar açılsa da ruhumuzda, çok hatalar yapılsa da bu uğurda, sırasıdır kavgayı sona erdirmenin. Galatasaray’ın yeniden dirilmesinin başlangıcı için geç değil. Yok olmaya yüz tutan yönetim & futbolcu & taraftar üçlemesinin ilişkilerini sağlıklı bir seviyeye taşımak, belki de yerinden oynatarak taşları, kahramanca çarpışıp cephelerden çekilmeyi reddederek varlık kaygısı duymanın. Galatasaray bir his takımı, herhangi bir beklentiye girmeyip 14 sene çile çekenlerin. Taçsız Kral Metin Oktay’ın sözleriyle bitireyim; “Bence, Galatasaraylılık din gibi, mezhep gibi yerleşmiş köklü bir inançtır. Galatasaray işte bunun için tercih edilir ve Galatasaraylılığımla her zaman gurur duyarım” İnancımızı koruyalım, hep birlikte.

13 / GSCIMBOM FANZIN 2011


BAŞLADIĞI YERDE BİTSİN

S

on zamanlarda teknik direktör istikrarını göremesek de bir zamanlar hanedan teknik adamlara şahit oluyorduk. Mesela Derwall. Onun için şunu söylemek mümkün, Galatasaray adına bir devrim varsa ilk kıvılcımları atan isim olmuştur. Ya da Fatih Terim. Her zaman ilklerin teknik adamı olmuştur ve Galatasaray’ın da birçok ilkinde imzası vardır. Son olarak Lucescu’yu bile bu hanedan teknik adamlar arasında sayabiliriz. Kendisi harika bir aşçıydı, iki sezon çalışmasına rağmen iki farklı Galatasaray’ı yönetti ve ikisinde de başarılı oldu. Ama biz onun hanedanlığını ancak bugünlerde anlayabiliyoruz.

14 / GSCIMBOM FANZIN 2011

Galatasaray adına bir diğer tabu da Avrupa geleneğidir. Son zamanlarda bu gelenekten de uzaklaştık, Karpaty’ler geliyor bizi eliyor falan ama zamanında atılan temeller hala Galatasaray adını Dünya’da ayakta tutuyor diyebilirim. Bu temeli atan isim Derwall, zirveyi yaşatan da Fatih Terim. Ama hepimiz Mustafa Denizli gerçeğini unutuyor gibiyiz, gerek Derwall’le gerekse ondan sonraki süreçte Galatasaray adını sürekli yukarıda tutmuştur ve Avrupa geleneği dediğimiz olayın ilk imzasını atan teknik adamdır. Hem de iki kere. Galatasaray’ın Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı finali yaşadığı günleri hatırlayın. Türkiye için çok farklı bir olaydı o, yaşananlar rüya gibiydi ama Mustafa Denizli’ydi bunu gerçeğe dönüştüren. Çünkü inanıyordu,

Xamax karşısında karamsar bir tablo oluştuğunda ‘’kendi sahamızda beş atarız’’ diyebilecek bir özgüvene sahipti. Bu özgüvende takıma yansıyınca çok büyük bir başarı yaşanmış oldu. Bir de bunun ikinci ayağı var. O da Kupa Galipleri Kupası’nda yaşanan çeyrek final. Werder Bremen’e karşı oynadığımız maç asla unutulmaz, o gün sadece Ali Sami Yen’e kar yağmıştı ve o kar yağmasa belki de Rotario o golü atacak ve Uefa Kupası’ndan önce bir Kupa Galipleri Kupası sahibi olacaktık. Nitekim Werder Bremen kazandı o sezon kupayı. Galatasaray adına birçok ilke imza atmıştır ama kendi adına da Galatasaray onun için birçok


ilki ve sonu yaratmıştır. Futbolculuğu Galatasaray’da bıraktı, teknik direktörlüğe Galatasaray’da başladı. Bana göre kariyerinin en güzel yıllarını bu takımda geçirdi. Şimdi ise 2 sezon daha teknik direktörlük yapıp bu işi tamamen bitireceğini söylüyor. Acaba döner mi dersiniz, başladığı yerde mi bitsin ister? Olabilir, her şey ihtimal dâhilinde. Her ne kadar gönlünde yatan takımın yani Beşiktaş’ın da teknik direktörlüğünü de yapmış olsa da onun Galatasaray’a duyduğu vefa çok başkadır. Gönül ister tabii başladığı yerde bitirsin, yeniden bu bütünlük sağlanabilsin. Üç büyüklerin hepsinde çalışabilmek zaten zor bir olay. Özellikle de teknik adamlık konusunda. En zoru ise bu üç büyük takıma da kendini sevdirebilmek. İsmin söylendiğinde insanların yüzünün tebessüm edebilmesi. Mustafa Denizli bunu da başarmış bir teknik adam. Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ta çalışmış, bu üç takımı da şampiyonluğa ulaştırmış ve Milli Takım’la da bunun cilasını sağlamış. Bir teknik adamın kariyerinin başında hayal edebileceği bütün noktalara ulaşmış aslında.

Tabii bir de Alemannia Aachen dönemi var, asla unutulmaması gereken bir dönem. Çünkü bu da bir ilk, özellikle de o dönemde bunu başarabilmek çok büyük bir olay. Şimdilerde bile futbolcu ihraç etmekte zorlanıyoruz ama 89 yılında bir teknik adamı ihraç etmeyi başarmıştık. Kimine göre Aachen dönemi başarılı, kimine göre başarısız ama o ırkçı tablonun içerisinde yapabileceği en iyi şeyleri yaptı ve bu alanda da bir ilk yaşatmış oldu. Kimi buna karşı çıkar ama Mustafa Denizli, Galatasaray adına çok özel bir insandır. Kimse de kusura bakmasın, bu adam kariyerinin en güzel yıllarını Galatasaray çatısı altında geçirdi. Müthiş futbol filozofu ve devrimcisi Derwall’in yanında çıktığı bu yolda çok güzel işler başardı, birçok ilki başardı ve kendi adına tabularını da dikmiş oldu. Ben de kariyerini sonlandırmaya yaklaştığı şu zamanlarda, son iki yılım dediği günlerde o iki yıl neden başladığı yerde bitmesin diyorum. Olay Hagi gitsin, o kalsın falan değil. Tamamen Mustafa Denizli sevgisi... BURAK EREN

15 / GSCIMBOM FANZIN 2011


JUAN EMİLİANO CULİO Kulüpte ilk ayları çok iyi gidiyor. Topu ayağına aldığında yıkılmıyor ve takımı için elinden geleni yapıyor. Kuşkusuz, Galatasaray için devre arasında yapılabilecek en iyi transferlerden biri oldu. Peşindeyiz...



UNUTMAYIN, HAGİ... GA Galatasaray’a üçüncü kez zor bir zamanda gel K

ent hayatını anlatan klişe cümleler vardır ya, “neden bu acele, nereye yetişmeye çalışıyoruz?”, aceleyi ben sonradan öğrendim. Sabırsızlığın çaresinin sabır olduğunu da. Ne kadar garip değil mi? Olmayan bir şeyi, yine kendisiyle yenebiliyordum. Çünkü beklemekten başka şansım yoktu.

Çocuktum; o zamanlar beklerdim. Neyi ve kimi beklediğimi bilmeden hep bir şeyler beklerdim. Bir süper kahramanın mahallemize gelmesini mi, kıyametin kopmasını mı, yoksa sadece oynadığımız arsayı kurutması için güneşin bulutların arasından çıkmasını mı, oyunumuza devam edebilmek için arabanın geçmesini mi, teneffüs zilini mi, yolların asfaltlanıp çağdaşlaşmamızı mı, plastik ve dandik panjurların sabah açılmasını mı. yaz mevsini mi? Tabi ki plazalardaki, tek mevsimlik hayatlara göre çok güzeldi, yazın beklendiği kış bile. Plastiğin ve asfaltın modernleştirdiği, kentte zaman hakikaten geçmezdi. Oyunlarımız ve her molasında su içtiğimiz tulumbalar vardı. Şimdi bu çağın gerçekliğine doğan çocuklar için sıradandır fakat hadi bilgisayarı ve interneti geçtim, biz halı sahaya da, bisikletteki 18 vitese de şaşırmıştık. Oyunlarımız hep vardı, nesillere futbolu değil top oynatmayı öğreten arsalarımız. Tapusu olduğunu bile bilmezdik, bizim arsamızdı onlar. İnanın o sahiplendiğimiz arsalarda ne dostlar, abiler, kardeşler futbol oynadı. Bugün Türkiye’de oynanan futbolu beğenmiyorsak, Barcelona’yı değil mahalledeki Maradona abilerimizi gördüğümüzdendir. Bir de Galatasaray vardı. Hep bekleten bir Galatasaray. Haftasonunu bekleten, Ağustos ayını bekleten, şampiyonluğu bekleten, çizgide çamura saplamış bir topu bekleten, Ali Sami Yen stadını görmeyi 18 yıl bekleten... Eğer yine beklemek denirse, en çok Galatasaray’ı bekledim ben. Galatasaray’da çok sevdiğim, delice tapındığım, formasını alamasam da, 2+1 evde oturan her çocuk gibi posterini asamasam da; mahalle aralarında, çamur arsalarda top oynarken bizzat ta kendisi olduğum futbolcular vardı. Tanju, Prekazi ve Uğur ile başlayan, Hakan Şükür, Tugay ve Kubilay ile devam eden. Yavaş yavaş arsaları terketmeye başladığımız zamanlardı. ne garip ki, arsalar betonlarla dolarken ve yerini sentetik halı sahalara bırakırken, futbol da aynı hızla sentetikleşiyordu. O sıralarda biri geldi ki onu hiç beklemiyorduk. Sonradan öğrendik ki, asıl onca yıl burada olmaması garipmiş. sanki, bizle arsada top oynayacak kadar sıradan ve sanki koca bir devri kapatmaya gelmişçesine gururlu. Kahraman mı, yoksa bizden biri

18 / GSCIMBOM FANZIN 2011


ALATASARAYLI HAGİ liyor ama o, imzayı atarken hep gülümsüyor... mi? Aslında her ikisi de, çünkü süper kahramanları yer yüzüne indirdi, aramıza karıştı. Bazen bizimle o arsada top oynadı, bazen de dünya üzerinde sadece tek bir kişiye bahşedilen yeteneği ve olanca tevazsusuyla dünyaları değiştirdi. Kader mi evrimin doğal işleyişi mi bilmiyorum fakat; kendisi, örgütlediği arkadaşları ve tek bir adam, o sene bu forma altında buluşmamış olması her türlü doğa kanuna, bütün dini inançlara aykırıydı. Ben Hagi’yi bu radde ne zaman sevdim, gerçekten bilmiyorum. Ama bu sevgimde, kazandırdığı başarıların etkisi, binde birdir sadece. Leeds deplasmanında, diğer takım arkadaşları korkudan ceza sahası çevresinde bile dolanamıyorken; kendinden emin şekilde penaltı atmaya giderken mi sevdim? En zor anlarda sığınılacak bir limandı. 20 kişi ayırmaya çalışırken; Galatasaray’ı durdurmakla görevli kutsal ittifakın simge adamı Erol Ersoy’un suratına tükürürken mi? Pazarlıksız, uzlaşmasız; haksızlığa karşı bayraktı. Gerçekleşse de “imkansız” diyerek tarif ettiğim anlardan bile sevincini arkadaşlarını çağırarak onlarla paylaşmasını bildiği için mi sevdim? Her büyüdüğünde küçülendi. Son gününde bile, hala en iyisiydi o. Hagi, şimdi bambaşka bir görevde. Kendisi için “kredisi sonsuz” falan demeyeceğim. kredi, belirli bir anlaşmayı içerir; alan tarafı borçlu kılar. Kendi adıma aslen ben borçluyken Hagi’ye, nasıl kredi verebilme haddini bulabilirim? Ben beklemeyi gerçekten çok iyi biliyorum. Beklemenin en güzel hediyesini, Galatasaray ve Hagi isimlerinin yanyana geldiğinde, neler olduğunu görmekle almış biriyim. Kendisi de diyor ya; “sabir, sabir, sabir”. O benim için emirdir artık. yapabileceklerini göstereceği günü sabırla bekliyorum; kendisi gibi hesapsız, pazarlıksız. ona sığınarak.

http://ohabeprekazi.blogspot.com/2011/02/hagiyi-beklerken.html

19 / GSCIMBOM FANZIN 2011


ne olursa olsun,


, seviyoruz seni.


TANSU GUREL

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE, GALATASARAY KALESİ

Zoran Simovic… Claudio Taffarel… Faryd Ali Mondragon…

“Galatasaray’ın, son 25 yılında istisnasız tüm taraftarların güvendiği kalecileri kimlerdi?” diye bir soru olsa; herhalde cevap olarak bu üç isimden başkası çıkmazdı. Belki, onların oynadığı dönemlerde de yedikleri bazı hatalı gollerden dolayı tepki aldıkları zamanlar olmuştur. Ancak bugün kime sorsanız bu üç ismi ayrı bir yere koyacaktır.

Basketbolda bir söz vardır: “Her takım, oyun kurucusu kadar konuşur.” İsmet Badem çok kullanırdı mesela bu cümleyi. İşte bu durumun bir benzeri Galatasaray için de geçerli. Şöyle yüzeysel de olsa Galatasaray’ın bu 25 yıllık süre zarfında aldığı sonuçlara ve kalecilerine bir göz attığımızda, bu sonuca varabiliriz. Galatasaray, her zaman kalecisi kadar konuşabilen bir takım olmuştur. Tabii ki arada istisnai bazı dönemler mevcuttu, ancak genel görüntü bu şekildedir. 1986-87 sezonunda, 14 yıl aradan sonra gelen lig şampiyonluğunda ve 1988-89 sezonundaki o efsanevi Şampiyon Kulüpler Kupası Yarı Finali başarısında, kaledeki isim Simoviç’ti.

2000 yılında, dönemin devleri Borussia Dortmund, Leeds United ve Mallorca gibi kulüpleri eleyip; finalde

22 / GSCIMBOM FANZIN 2011

Arsenal karşısında UEFA Kupası’nı kazanırken, hemen birkaç ay sonrasında UEFA Süper Kupa Finali’nde Real Madrid’i devirirken ve 2000-2001 sezonunda Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali’nde oynarken, Galatasaray kalesindeki isim Taffarel’di.

2001-2007 arasında, Galatasaray formasıyla sayısız maça çıkıp maddi zorluklarla mücadele ettiği için bir anlamda çıtası aşağıya çekilen takımın direnmesini sağlayanlar arasında adını başlara yazdıran, mucizevî şampiyonluklar yaşayıp Galatasaray için gözyaşı döken, sahanın diğer ucundaki bir olay için kalesinden fırlayıp arkadaşlarına arka çıkan kaleci ise Mondragon’du. Tabii Mondragon’un olayı biraz daha farklı. Takımla birlikte, Simoviç ve Taffarel kadar keskin başarılar yaşamamıştı. Ancak onun döneminde, kulübün içinde bulunduğu darboğazı ve yaşanan kadro erozyonunu da dikkate almak lazım. O şartlarda gayet istikrarlı bir çizgisi vardı Kolombiyalının. Şimdilerde ise içinde bulunulan durum açıkçası biraz vahim… Kale için bir türlü aranan kan bulunamıyor. Bir sezon tecrübeli yabancı kaleci alınıyor, ertesi sezon yerliye dönülüyor. Hiçbirinde üst üste iki sezon sabredilmiyor. Mondragon’un ayrılmasının ardından 2007-2008 sezonunda Orkun Uşak ve Aykut Erçetin, ertesi sezon Morgan de Sanctis, 20092010 sezonunda ise Leo Franco ve Aykut Erçetin…


İçinde bulunduğumuz sezon da Ufuk Ceylan, Aykut Erçetin ve devre arasında transfer edilen Robinson Zapata… Gelen isimlerin hiçbiri Simoviç, Taffarel ya da Mondragon etkisi gösterememiş. Görüldüğü üzere istikrar yok. Burada dikkat çeken tek istikrar, Aykut Erçetin’in bütün sezonlarda kadroda bulunması. Ancak oyun anlamında onun da devamlılığı yok. Ve tüm bu isimlere baktığımızda özellikle yerli kalecilerin, kaleyi birbirlerinden sık sık devraldıklarını görüyoruz. Bunun nedeni ise ne yazık ki diğer yerli kalecinin kötü performansı. Hani iyi olan kaleci ertesi hafta diğer kaleciyi kesip takıma girse iş değişecek. Ancak böyle bir şey de söz konusu değil.

Bugün Galatasaray kalesinde oynayabilmek için gereken ilk şart, bir önceki maçta oynayan kalecinin kötü performans göstermesidir. Bu durumda elbette size de sık sık oynama fırsatı gelebilir ancak bir maçta kötü performans göstermeniz ya da hatalı bir gol yemeniz halinde ertesi hafta yedek kulübesine, hatta tribüne yollanacağınızı bilmek, özgüveninizi delik deşik eder. Özgüven sorunu yaşadığınızda da, o hatalı gol mutlaka bir gün sizin ağlarınızı da havalandırır. İçinde bulunduğumuz dönemde Galatasaray kalesini korumaya aday yerli kaleciler için de bu döngü geçerlidir. Aslında bu durum sadece bugüne özgü bir özellik değil. Galatasaray’da yerli kaleci konusu, son 25 senenin en önemli sorunlarından biri olmuştur. Zaten yazının başlarında ismini saydığımız, Galatasaray futbol takımının yakın tarihine damgasını vurmuş üç kalecinin de yabancı olması, bunu açıkça gösteriyor. Simoviç sonrası dönemde, takımın kalesindeki en istikrarlı ve en başarılı yerli ise -ister beğenin ister beğenmeyin- Hayrettin Demirbaş’tır. Ki Hayrettin de aslında kendisine fazla güvenilmediğini ve yabancı bir kalecinin kendisini direkt olarak kesebileceğini biliyordu. Bunun en enteresan göstergelerinden birisi de 90’lı yılların başında Yugoslavya’daki iç savaştan kaçan ve Türkiye’de çeşitli kulüplerde deneme antrenmanlarına çıkan bir Boşnak kalecinin (Hırvat da olabilir) yolunun, Florya’ya düşmesiyle yaşanmıştı. Şimdi adını tam olarak hatırlayamadığım bu kaleci, Galatasaray’la deneme antrenmanlarına çıkmak

istediğinde, dönemin kalecisi Hayrettin Demirbaş tarafından “Ekmeğimize göz dikiyor” gerekçesiyle bir miktar yıpratılarak geri püskürtülmüştü. O dönemde doğal olarak Hayrettin’in de kötü zamanları oluyordu ve bu kötü zamanlar, sıklıkla tekrarlanmaya başlayınca o da kendisini bir anda sahanın dışında buldu. Ancak Hayrettin’in Galatasaray’dan kiralık olarak Vanspor’a gittiği 1994-95 sezonunda, kale ilk olarak şimdinin kaleci antrenörü Nezih Ali Boloğlu’na teslim edilmiş gibi göründüyse de daha sonra onun da hataları sıklaşınca Spartak Moskova’nın kalecisi Gintaras Stauce transfer edilmişti. Nezih Ali Boloğlu’nun hikâyesi de ilginçtir aslında. Kendisi Gençlerbirliği’nde oynarken, bir Galatasaray-Gençlerbirliği maçı esnasında Tanju Çolak’ın penaltısını kurtarmış ve sezon sonunda da süt alma bahanesiyle takımının kampından kaçıp Galatasaray’a imza atmıştı. Sonrasında gelen 6 sezonda sadece 17 kez forma giymiş, onlarda da pek umut vermemişti. Yani şimdiki kaleci antrenörümüz Nezih Ali Boloğlu’nun, maç tecrübesi olarak, beğenmediğimiz Aykut Erçetin’den daha yetersiz olması da bizim için bir ironi olsa gerek.

Ve Mehmet Duymazer… Galatasaray’ın o dönemki kaleci yıkımlarının başrol oyuncularından birisiydi. Ümit Milli Takım’ın gelecek vaat eden kalecisi olarak, Kayserispor’dan transfer edilmiş ve Beşiktaş’la oynanan bir TSYD Kupası maçında, Sergen Yalçın ve Orhan Kaynak’ın fantastik gollerinin ardından kafasını kale direklerine vurarak isyan etmişti. Zaten o günden sonra da kendine gelemedi. 90’ların ortaları, aslında bugünlere çok benzer. Bugün nasıl Aykut, Ufuk ve X diye tabir edebileceğimiz çeşitli yabancı kaleciler arasında gidip geliyorsak, o günlerde de sırasıyla Mehmet Duymazer, Pierre Esser (yani Cengiz Dülgeroğlu), Volkan Kilimci ve Mehmet Bölükbaşı (ve hatta şimdinin ünlü futbolcu menajeri Ahmet Bulut, nam-ı diğer Artist Ahmet –neyse ki resmi maçlarda oynamadı-) ile çeşitli arayışlara girmiş, arada da Gintaras Stauce ve Brad Friedel ile birkaç yabancı kaleci denemesinde bulunmuştuk. Taa ki Taffarel’e kadar…

Galatasaray kalesinde, yerlilerin işinin ne kadar zor olduğunu bize gösteren bir diğer isim de Pierre Esser’di. Biz onun Galatasaray formasıyla oynadığı ilk ve tek maç olan, aslında ilk başlarında da fena oynamadığı Vanspor maçının sonlarına doğru, gerçek adının Cengiz Dülgeroğlu olduğunu öğrenince, o da maçın son dakikasında Yusuf Tepekule’den yediği o meşhur/fantastik golü bizlere hediye etti. Ne de olsa Galatasaray kalesinde bir yerli kaleci isen böyle goller yemen lazımdı. Cengiz de bunu yapıp, bir süre daha Florya’nın sosyal imkânlarından faydalandıktan sonra Almanya’ya döndü. Ancak Türkiye’ye transfer olurken neden Cengiz Dülgeroğlu ismini değil de Pierre Esser ismini kullandığı sorusuna o dönemde pek kimse cevap bulamamıştı. Şimdilerde adamın kaygıları

23 / GSCIMBOM FANZIN 2011


anlaşılabiliyor aslında. Haksız da değil.

Dediğimiz gibi, o dönemin şimdilere benzeyen en önemli özelliği, bir önceki maçta oynayan kalecinin kötü performans göstermesi halinde diğer kaleciye yerini bırakmasıydı. Bu sebeple bir sezonda 3-4 ayrı kalecinin forma giydiğine şahit oluyorduk. Bu kalecilerden en dikkat çekici hikâyeye sahip olanlardan ikisiyse Volkan Kilimci ve Mehmet Bölükbaşı’ydı. Volkan Kilimci, takımı Kocaelispor’da oynarken Galatasaray’a karşı bir maçta çok iyi bir performans sergilemiş, Hayrettin’in de hataları peş peşe gelince Florya’nın yolunu tutmuştu. İri yapılı ve biraz hantaldı. İlk günlerde çok ekstra bir hatası ya da iyi oynadığı maçı yoktu. Vasat bir görüntü çiziyordu. Sonradan hataları üst üste gelmeye başlayınca, o da kendisini bir anda kulübede buldu. Hatta öyle bir serbest düşüş yaşıyordu ki, zaman içinde kulübeden tribüne gönderiliyor ve daha sonraları birkaç Türk futbolcuyla birlikte Belçika’nın Beveren takımına kadar uzanan bir yola girip, parasını alamadığı için alt liglerde oynamak üzere Türkiye’ye dönüyordu. Yerine geçen isim ise Akçaabat Sebatspor’dan alınan genç kaleci Mehmet Bölükbaşı’ydı. O dönemde henüz 19 yaşında olan Mehmet Bölükbaşı, kaleyi, Volkan’dan devraldığı 1997-98 sezonunun sonuna kadar büyük başarıyla korumuş ve takım da şampiyon olmuştu. Mehmet’le ilgili enteresan bir ayrıntı da geldiği günden, 2003-2004 sezonunda Çaykur Rizespor’a karşı oynanan ve kırmızı kart gören Mondragon’un yerine oyuna girip 5 gol yiyerek Galatasaray kariyerini sonlandırdığı lig maçına kadar, onun oynadığı hiçbir lig maçında Galatasaray’ın kaybetmemiş olmasıdır. Ancak nedense bir türlü izleyenlere güven verememiştir. Zaten ondan kaleyi devralan Taffarel de, Mehmet’in kötü performans göstermesinden dolayı değil; kendi iyi performansı, tecrübesi ve iyi kaleciliği sayesinde Galatasaray kalesine geçmiştir.

Şimdiki durumla o dönem arasındaki fark da budur. Başarı, formsuz ve yetersiz olanın kesilmesiyle değil, formda ve yeterli olanın kaleyi devralmasıyla yakalanmıştır. Buradaki başarıdan kasıt asla Süper Lig şampiyonluğu değil. Dikkat edilirse Volkan’ların Mehmet’lerin oynadığı dönemde de şampiyon oldu Galatasaray. Orkun ve Aykut’la da olmuştu. Bugün herhangi bir yerli kaleciyle de yine şampiyon olabilir.

24 / GSCIMBOM FANZIN 2011

Ancak orta vadede, Galatasaray’ın Avrupa’da tekrar söz sahibi olabilmesi sadece istikrarlı bir kaleci ile mümkündür. Peki, şu anda kadromuzda bulunan kaleciler bu durumun neresinde? Bu soru çok önemli. Ben, Aykut Erçetin’in artık Galatasaray kadrosunda bulunmasının bir anlam ifade ettiğini düşünmüyorum. Eğer üçüncü kaleci olmaya razı gelecekse tabii ki durabilir. Netice itibariyle sezon boyunca tek maç da oynasa 30 maç da oynasa aynı çizgide devam eden bir kaleci. Ne daha iyi ne de daha kötü… Ufuk Ceylan’ın ise kesinlikle gitmesi gerek. Aslında onun yetersiz olduğuna da inanmıyorum. Ufuk yetenekli bir kaleci. Fiziği mevkisi için gayet yeterli. Fakat en çok ihtiyaç duyduğu şey özgüven. Yani Galatasaray’da, bir yerli kaleci için en az bulunan özellikten bahsediyoruz. Ufuk hata yapmaktan korkmasa, üst üste 10-15 maç oynayabilse gözle görülür bir gelişme yaşayabilir. En ufak hatası yüzünden bir sonraki maçta kesik yiyeceği duygusuna kapılırsa Bursaspor maçında Vederson’dan yediğine benzer golleri, çokça görürüz kalemizde. Bu güven ortamını Galatasaray’da yakalayabileceğine inanmadığım için gitmesi gerekir diye düşünüyorum. Robinson Zapata’ya gelecek olursak, onun da aranan isim olduğunu sanmıyorum. Geleli belki çok kısa bir süre oldu ve az sayıda maça çıkma fırsatı bulabildi ama oynadığı maçlarda yediği goller, yaptığı pozisyon hataları ve yaşından dolayı gelişime açık olmaması nedeniyle de kısa vadede takımdan ayrılacağını düşünüyorum. Yaşına bakınca çok uzun bir süre için düşünülmediği yorumu yapılabilir. Yanılıyor olma ihtimalim de var. Henüz 4-5 maç oynadı sadece. İlerleyen zamanlarda daha net fikirler elde edilebilir. Bunlar, “şu anda” görünenler… Bu sebeptendir ki, Galatasaray’ın ya bulduğu yetenekli yerli kalecide ısrar etmeye ya da yeni bir Simoviç’e, Taffarel’e veya Mondragon’a ihtiyacı vardır. Gelecek isim, iyi kaleciliğinin yanı sıra istikrar sahibi ve lider karakterli olmalıdır. Ayrıca taraftarla bütünleşebilmeli ve takımı sahiplenebilmelidir. Galatasaray, geçmişinden ders alabilirse, kendisine daha iyi bir gelecek çizebilir.


BAYRAK ADAM



SENİN OLDUĞUN HERŞEY DE ÇOK GÜZEL BE HAGİ [Belge alt başlığını yazın]

[Belge başlığını

Gelecekten umudu kestiğinde durup geçmişe bakar insan. Birçok şey düşünür: yanılgılarını, yitirdiği güzel anları. An an hepsi dirilir gözünün önünde. Yaşanıp gitmiştir, birgenellikle belge [Belgenin özetini buraya yazın. Özet, daha geri gelmez, değiştirilemez o anlar. Yine de bilgidir. Belgenin özetini buraya yazın. Özet, genellikl gerçeklerden kaçıp sığınmak ister insan o yaşadığı anlara. kısa bir bilgidir.] 90’ların sonlarındayız. O zamanlar hayat daha zordu. Hani küçük çocukların çizgi film kahramanlardı olurdu, Heidi, Red Kit, Tsubasa, Ninja Kaplumbağalar. Benim de bir kahramanım vardı. Gheorghe Hagi. Galatasaray onu bir havaalanında yakaladı. Belki de kader. Tuttu çekti onu Galatasaray’a. Kim tahmin edebilirdi İspanya’da tutunamamış, ne olduğu belli olmayan bir lige giderken kolundan tutup Galatasaray’a getirilmiş bu adam kulüpte bir efsane olacak? Elbette çok az kimse. 55 ekran bir televizyon vardı. Renkli ama tüpü bitmeye durmuş. Görüntüyü öyle net alamıyoruz. Efsane anlar geliyorum demez, bir an yakalar sizi. Hagi de öyle yakaladı beni. 98 yılının Ekim ayında. Tugay inanılmaz bir beceri ile topu kaptı, daha sonra Hagi’ye aktrdı. Hagi fizik kurallarını alt etti. O sağa giden topu sola döndürdü usta. Üzerinden 12-13 yıl geçti. Ama ben o anı unutamadım. Golden sonra yastıklarla duvarlara tırmanıyorum. Arkadan bir baba sesi “tamam sakin ol otur” diyor. Ben inadına daha fazla seviniyorum. Analiz yapmazsınız, kadrolara bakmazsınız. Küçük yaşta çocukların sadece bir büyücüye ihtiyacı olur. Ve onlar büyücüye hayran olurlar. Büyücünün takımını tutarlar. Öyle bir hikaye işte. Hagi bize Galatasaraylılığı verdi. Sıcak bir elin piyanoya dokunuşu gibi Hagi. Çayını içerken simidinle, üzerinden geçen narin kuşlar gibi Hagi. Sokakta futbol oynayan amatör ruhlu çocukların kendilerine taktığı lakaptı Hagi. Komutandı. Sahada ya da kulübede olması bir şeyi değiştirmeyecek. O hep masallardaki harika kahraman olacak. Galatasaray’ın bir mobilya parçası. Milan’a attığı aşırtmadan sonra iki elini havaya kaldırıp tüm doğallığıyla sevinecek. Sıkacak yumruğunu. Çünkü Hagi. Galatasaray’a 3. kez zor bir dönemde imza atıyor ama o hep gülümsüyor. İçi sıcak. Şöyle diyor “Galatasaray’ın olduğu her şey güzel.” Seninle de öyle Hagi. MUHAMMET GULHAN

27 / GSCIMBOM FANZIN 2011


MELİH ŞENDİL İLE KÜÇÜK BİR SÖYLEŞİ Bu ay söyleşi köşemizde Ligtv’nin başarılı spikerini konuk ediyoruz. Sertaç Murat Kılıç’ın sorularını Melih Şendil bizler için yanıtladı...

28 / GSCIMBOM FANZIN 2011


-İlk olarak bu söyleşi konusunda gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ederim. Sizinle başlamak istiyorum söyleşimize. Siz, mesleğiniz, meslekteki geçmişiniz, geleceğiniz ve kariyeriniz hakkında neler söyleyebilirsiniz? Dışarıdan biri olarak değerlendirdiğinizde kendinizi eleştirebileceğiniz veya övebileceğiniz noktalar neler? 1992 yılında TRT sınavını kazanarak başladım mesleğe..Mikrofonla ilk tanışıklığım Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyosu oldu.Kendimi övmem ya da yermem yakışık kalmaz. -Bu mesleğin zorlukları veya dezavantajları var mı spor dünyasında? Mesleğinizin daha da kolaylaştırılması veya cazipleştirilmesi için çalışmalarınız veya fikirleriniz var mı? Anlatım pozisyonlarının düzeltilmesi için yıllardır büyük mücadele veriyorum. Birçok yerde düzelttirdik, sanırım benden sonrakiler, bana, bunun için dua edecektir. -Siz spor dünyasının aslında en çok duyduğu seslerin başında geliyorsunuz. Maçlardaki anlatımınız kitlelerce beğeni topluyor şüphesiz. Futbolseverler futbolu bir nevi sizden takip ederken siz nerelerden takip ediyorsunuz daha çok? Tam olarak sormak istediğim, mesleğiniz dışında takip alanınız nereler? Bire bir takip ediyorum. Hocalarla konuşuyorum, antrenmanları izliyorum. İnternet en büyük kaynağımız tabii ki. -Bu soruyla doğru orantılı olarak; blog, forum gibi sanal medyanın futbola kattıkları veya katabilecekleri hakkında neler düşünüyorsunuz? Sanal medyanın, medya içindeki yeri ne konumda, ne konumda olmaya gidiyor sizin açınızdan? Sanal dünya, günümüzün en büyük gücü oldu bile. -Biraz da GSCimbom Forum’undan bahsetmenizi isteyeceğim. Görüşlerinizi, önerilerinizi, inceleme fırsatı bulduysanız içeriği hakkındaki izlenimlerinizi öğrenebilir miyiz? Forumda kimsenin aklına gelmeyecek fikirlerin yer alması çok güzel. Bizler de taraftarın düşüncelerinin öğrenmek için zaman zaman başvuruyoruz bu kaynaklara. -Fanzin hakkında bize neler önerebilirsiniz? Aslında bu soruyu sormamın baş nedeni her gün çeşitli spor dergileri okuyorsunuzdur veya en kötü ihtimalle dergi bir medya ayağı ve siz de medyanın tam içindeki kişi olarak bazı incelikler hakkında fikir sahibisinizdir. Sanal dergi olarak “Fanzin”in gelişimine ne gibi çalışmalarla adım atabiliriz? Bence yeterince iyi site. Bir eleştirim yok.

-Ligin son 10 haftasını göz önüne alarak değişen tablonun sebebi nedir size göre? Bu son 10 haftada ligi şekillendiren ne oldu? Son 10 haftada ligi değiştiren tek şey, Trabzonspor’un puan kayıpları, Fenerbahçe’nin yüksek performansı oldu. Ne yazık ki GS ve BJK dışarıda kaldı. -Lige takım olarak etki edenler olacaktır elbette. Özellikle zirve yarışını etkileyecek belli başlı takımlar her yıl oluyor. Bu sezon yukarıdaki dengeleri bozacak takımlar kimler olur? En sakat takım Gaziantepspor. Kayserispor’u geçeceklerdir diye düşünüyorum. -Takımlar dengeleri değiştiriyor dedik ama bu sezon dengeleri bozan oyuncular da oluyor, performanslarıyla. Alex, Burak Yılmaz gibi isimleri sayabiliriz. Belki bir de Kenny Miller, geldiğinden beri gösterdiği performansla. Bunların takımlarına verdiklerini tek cümleyle özetlemenizi istesem bu ne olurdu? Bu oyuncular takımların ruhu. -Galatasaray’dan devam etmek istiyorum. Tarihin en kötü lig performansı, yenilgi sayısında gelen bir rekor ve yönetimsel birçok olumsuzluk. Sizce en baştan şu ana kadar baktığınızda kırılma noktası ne oldu? Kırılma noktası F.Terim, H.Şükür derken, Hagi ile anlaşılması oldu bence. Ben yerliden yanayım. Tugay Kerimoğlu’nun ne eksiği var? Vizyon, tecrübe, karizma, bence güvenmek lazım O’na. Takım teslim edilebilir. Bir yıldır stajda neredeyse. -Kırılma noktası dedik ama bir de kırılma noktaları olarak görebileceğimiz zaaflardan bahsetmek gerek. Hem yönetim, hem teknik kadro, hem taraftar hem de futbolcular bazında değerlendirdiğinizde kırılma noktası olan çatlaklar neler gözüktü dışarıdan? Ben dışarıdan bir göz değilim. Yöneticiler, taraftar liderleri, hep haber kaynaklarımız. -Son olarak Galatasaray’la ilgili biraz sizin özelinizde bir soru sormak istiyorum. Bugüne kadar anlatmaktan en çok keyif aldığınız Galatasaray maçı hangisi oldu, aklınıza kazınan? Bunun yanı sıra derbi de anlatmışsınızdır birçok kez, hangisi sizi anlatırken oldukça zorlamıştır temposu vb. sebeplerle? En zevkli GS maçım, Arif Erdem’in Bursaspor’a harika bir gol attığı maç herhalde. Arif’in golünde kopmuştum. -Röportaj teklifimizi kabul edip değerli görüşlerinizi paylaştığınız için tekrar teşekkür ederim. İş hayatınızda başarılarınızın devamını dilerim. Asıl ben teşekkür ederim. 29 / GSCIMBOM FANZIN 2011


ANALİZ

ADEM ANDIC

İki maç arasındaki uçurumun analizi: Geçtiğimiz hafta Eskişehirspor karşısında ortaya koyduğumuz performansla birlikte, yapılan hatalara rağmen herkesin içini bir ümit kaplamıştı. Yardımlaşma, pas alış verişi, pas tercihi ve koordinasyon gerçekten üst düzeydeydi. Bir de, maçın ilk yarısında hani o özlediğimiz baskı havası, rakibi boğan oyun anlayışımızı da oyuna yansıtınca galibiyet kaçınılmaz olmuştu. Bir nevi fakirin duası kabul olmuş ve istikrarsız bir futbol sanki gelişim gösteriyormuş gibi bir görüntü çizmişti. Ama bütün bu pozitif havanın aslında yalancı bir yansımadan ibaret olduğunu bu hafta karşılaştığımız Gaziantepspor maçı ile bir kez daha görmüş olduk.

21. hafta Gaziantepspor deplasmanı ile birlikte son haftaların, belki de son yılların en sıkıcı futbolunu sahaya yansıtmış olduk. Özellikle ilk yarının tamamında çok etkisizdik. Takım halinde isteksiz olmamızla beraber, son haftalarda üstün performans sergileyen futbolcularımızın da isteksiz olması mağlubiyet kaçınılmaz oldu. Bilhassa geçen hafta ortaya koyduğumuz, yardımlaşma ve koordinasyonu unutmuş, isteksiz ve umursamaz bir yapıya bürünmüştük. Hakan Balta’nın bireysel hatası maça damga vurmuş olsa da biz zaten mental açıdan bu maça hazır değildik, iyi çalışmamıştık. Asıl irdelenmesi gereken konu; futbolun bize sunduğu, kazanmak istiyorsan “bunu yapmak zorundasın kardeşim” dediği ana prensip; ne yaptığını bilmektir. Eğer kazanmak istiyorsan saldıracaksın, kaybetmemek istiyorsan savunacaksın. Hani bazı futbol filozofları; “en iyi savunma hücumdur” düsturunu ilke edinmiş olsa da malum-u ilamın ana prensibini gölgelemek ve sadece göreceli bir havaya sokmaktan başka bir anlam ifade etmez. Kesinlikle böyle bir şeyi Hagi’ye sorsak, vereceği cevap bundan farklı olmaz. Neyse… Biz bu dogmaları kafamıza fazla takmadan kendimize tekrar soralım; “bizim amacımız nedir?” diye… Amacımız kazanmak mı yoksa kaybetmemek mi? Oynadığımız futbolu kısa süreliğine göz ardı ettiğimizde ve sadece aldığımız sonuçları baz aldığımızda bile bizim amacımızın, maksadımızın ne olduğunu anlamamız imkansız gözüküyor. Yani amaçsız ve hedefsiz bir futbol sergiliyoruz. Sanki şampiyonluk şansımız hala devam ediyormuş gibi sürekli geriyi ön plana alma çabaları içerisindeyiz. Ancak bunu da tam yapamıyoruz çünkü hücum futbolunu oynayan takımların bile yapamayacağı

30 / GSCIMBOM FANZIN 2011


basitlikte savunmada açık veriyoruz, bir türlü açıkları kapatamıyoruz. Kısaca sistemsizlik içerisinde futbol dövmeye çalışıyoruz. Çıkıp futbolculara sorsan, yahu arkadaş ne oynuyorsunuz siz deseniz, vallahi hocam bende anlamıyorum der. Akla mantığa sığmayacak bir şekilde ve seyrek gelişen hücum atraksiyonlarımızda bile bir tereddüt, bir kendine güvensizlik var. Yaklaşık 20 pas ile gelebildiğin rakibin defans hattına rakibin, 2 uzun topla geliyor ve gol buluyor. Ne kadar komik bir şey değil mi? Dışarıdan göründüğünde sanki tek kale oynamışız da rakip açığımızdan yararlanıp bir gol bulmuş gibi gözüküyor ama gel gelelim işin içinde, ne bir yaratımcı futbol anlayışı ne de hücum yapmaya çalışan bir takım görüntüsü var. Kısaca bizim sistemimizin ve yapmak istediklerimizin kavramsal olarak kendi içerisinde çeliştiği ve birer paradoksa dönüştüğü izlenimi su götürmez bir gerçektir. Bu mağlubiyetin ikinci bir sebebi de takımı ileriye taşıyacak yaratıcı oyuncu eksikliğinin olmasıdır. Sezon başından beri birçok kez bunu dile getirdik. Belki Hagi’nin sisteminde yaratıcı oyuncuların sayısı, Rijkaard’ın sistemine oranla düşük olabilir ama bir takım en kötü iki yaratımcı oyuncu elinde bulundurmalıdır. Bizde sadece Arda bu açığın birini kapatabiliyor ama o da sakat ve tek başına yetersiz kalıyor. Belki de yıllardır aradığımız kan olan Culio’nun yanına aradığımız meziyetleri olan bir oyuncu geldiğinde işler rayına oturabilir, bu çelişkili sistemin eksiklilerine sünger çekebilir. En azından futbolun gerektirdiği ana prensibi sonunda sağlama almış oluruz ve beklediğimiz istikrar gelebilir. Sonuçlara tam olarak yansımasa da Hagi, bu takım benim diyebilir. Bilhassa, Sabri gibi teknik özellikleri yeterli olmayan bir oyuncu orta sahada denenmez, kendi mevkiine yani sağ beke geçmiş olur. Aksi halde dengesiz ve sistemsiz, bloklar arası bağlantının kopuk olduğu ve yaratıcılıktan uzak bir takım görüntüsü çizmeye devam ederiz. Tercih hataları ve savunmada oluşan aksaklıkların analizi: İleri açılan uzun top ile birlikte, kafayla indirilen topun Hakan Balta’nın büyük bir hatasıyla önünde bulan İsmail Sosa’nın vuruşuyla gelen golün belki de onlarcasına son iki sene de fazlasıyla tanık olduk. Bu problem her ne kadar bireysel bir hata olarak gözükse de savunmanın bir anda o kadar boş kalması, savunma hattının fazlaca geride ve kopuk olmasıyla birlikte bunun aslında taktiksel bir hata olduğu gerçeğini suiistimal etmemek gerekir. Yani orta saha ve hücum hattı rakip takımın üzerine doğru giderken, savunma hattının o kadar geride kalması tamamen taktiksel bir hatadan oluşur. Eğer bir takım hücum ediyorsa yahut baskı kurmaya çalışıyorsa, oluşan geriye dönük ani atakları kesmek için defans hattı ile hücum hattı arasındaki bağlantının boyunu kısaltmak gerekir. Yoksa orta saha oyuncularının hücuma destek vermek amacıyla ileri açılmasından doğan boşluğu rakip oyuncular basit bir uzun topla giderip, savunmanın dengesini alt üst edebilir. Bu şekilde yapılan hataya, Rijkaard ve Skibbe döneminde de birçok kez tanık olmuştuk. Rijkaard bu açığı kısa sürede kapatmayı bilmişti ancak elindeki orta saha oyuncuları hücuma ve savunmaya yeteri kadar destek veremediği için beyin fonksiyonlarını yitirmiş bir birey gibiydik. Şu anda orta sahamızın işliyor olmasına rağmen defans kurgusunun fazla geriye çekilmesi ve takımdan oldukça kopuk kalması rakip takımların kolay bir şekilde pozisyon bulmasına ve bizimde tam tersi bir şekilde zor baskı kurmamıza neden olmaktadır. Hagi’nin bu problemi bir an önce tespit edip, nihayete erdirmesi gerekir. Diğer bir önemli bir aksaklık da defans oyuncularımızın yanlış tercihlerden ötürü, yanlış yerlerde oynamasından kaynaklanıyor. Özellikle Neill, ön libero gibi yüklü bir mevkinin ağırlığını taşıyacak meziyetlere tabi bir oyuncu değil. Hele savunma hatalarının ayyuka çıktığı anlarda tamamen oyundan düşüp, rakip takımın daha rahat pozisyon üretmesinin tek sebebi Neill’dir. (Yani ön libero da oynayan Neill’dir.) Cana gibi mücadele gücü yüksek, diri bir oyuncu ön liberodaki açığı daha rahat kapatabilir. Gerektiğinde Neill ile pozisyon değişimi yapabilir, ileriye yardım edebilir, gol dahi atabilir. Ama Neill bunları tam olarak yerine getiremez, baskıya dayanamaz. Ayrıca Hakan Balta gibi ağır, ileriye açılmayan bir bek oyuncusu ile birlikte tamamen ağır işleyen bir savunma yapısına büründüğümüzü de tekrar hatırlatmak gerekir. Hakan Balta, Servet ve Neill ile birlikte ligin en yavaş ve hataya müsait savunma hattını oluşturmaktayız. Bu kadar problem bir araya gelince, başta belirttiğim gibi bu sonuç kaçınılmaz oluyor. Futbolda en önemli diğer bir husus da hatalardan ders almaktır, teknik kadromuzun da bu eksiklerin farkında olduğunu umut ediyor, takımımıza bundan sonraki maçlarda başarılar diliyorum.

31 / GSCIMBOM FANZIN 2011


ANALİZ

KAAN BALKAS

Galatasaray 4-2 Eskişehirspor

Harika bir atmosferde, harika bir futbol izledim. Uzun bir aradan sonra, benim Galatasaray’ım vardı sahada. Hagi’nin yabancı kontenjanını doğru kullanmaya yönelik bazı kararlar alıdığını düşünüyorum. Neill’ın oyun kuruculuk kalibiliyetini kullanarak, onu önlibero olarak oynatmaya çalıştığı aşikar. Neill’ın bu mevkide daha fazla maç yaptıkça, takım arkadaşlarına alıştıkça daha iyi performanslar göstereceğini düşünüyorum. Mesela bu akşam mükemmel bir önliberoydu. Cana’nın defansif yönünü, hırs ve doğru hamle özelliğini kullanarak, eskiden Marsilya’da ve Arnavutluk Milli Takımı’nda da oynamış olduğu stoper mevkisinde değerlendirmeye çalıştığı da belli. Antep maçında olmasa da, bu maç mükemmeldi. Insua’yı oynatmıyor; çünkü yerli kaleciler çok ciddi hatalar yaptıkları için, kalede bu kontenjanı doldurmak zorunda kaldı. Ufuk Bursa maçındaki golü yemeseydi, bugün Insua’yı izliyor olacaktık büyük ihtimalle. Bu mevkinin bankosu ise, iyileşirse Çağlar olacaktır. Biraz daha sabır o nedenle... Stancu neden solda oyunuyor? Çünkü Baros dönecek. Stancu da soldan destek verecek. Peki Arda dönmeyecek mi? Evet, ama Sabri ve Yetka’nın denendiği sağ iç mevkisinde görürseniz hiç sürpriz olmasın. Enteresan olabilir, bu şekilde bir düşünün derim. Zapata yabancı kontenjanını doldurmalı mıdır? Hala karar vermek için erken olsa da, 2 maçta yediği 5 golü, yani istatistikleri göz önünde bulundurursak, bir soru işareti yok değil. Ha, Ufuk gibi, Aykut gibi bariz, kişisel hatalarla henüz gol yemedi. Ama kaleci hakkını yerli olarak kullanabilsek nasıl bir kadro olabilir, bir bakalım: Orta sahadan itibaren bana heyecan verici geliyor. Savunma yönü yeterli, ofansif yönü ise oldukça etkili. Kazım, Yekta ve Kewell da arkadan destek verip, rotasyona girecekler. Mustafa Sarp’ın oyna girmesi benim de tüylerimi diken diken ediyor. Ama Neill’ın, Asya Kupasın’dan oldukça yorgun döndüğünü, zorlanmaması gerektiğini ve başka bir önliberonun olmadığını da unutmayalım. Ayhan olsa, Ayhan girerdi (Ayhan da yeterli değil tabi, ama bir Mustafa Sarp da değil). Devre arasında mutlak bir gurbetçi transferi gerektiren bir bölgeydi, atlandı maalesef. Kale için de olası bir Sinan Bolat transferi bize yabancı kontenjanı açısından çok önemli bir avantaj getirir. Yaza artık... Ben bu sene ligi, kupa için ve önümüzdeki sene için bir yatırım, bir hazırlık olarak görüyorum. Bu açıdan umut verici bir ablo vardı, mutluyum.

32 / GSCIMBOM FANZIN 2011


ANALİZ

BURAK EREN

Galatasaray 1-0 Bucaspor

Hagi ile Rijkaard’ın 4-3-3’leri arasındaki fark, Hagi’nin orta sahada daha dirençli ve topa basan oyuncularla oynamasından geçiyor. Rijkaard {yetersiz rotasyona rağmen} orta sahanın ortasında Elano gibi Misimovic gibi bir organizatörü mutlaka kullanırdı. Hagi’nin tercihi ise Culio ve Neill gibi pas organizasyonuna da yatkın ama temelde mücadele barındıran isimler. Ama bugün hücumlarda organizasyon anlamında sınıfta kaldık, yeterli değildik. Özellikle de Baros’un 11’e yerleşmesiyle bu daha da ortaya çıktı. Baros’un orta sahanın ortasına kadar gelip hücum başlattığı anlar oldu, oysa Baros’u doğru paslarla buluşturacak Misimovic gibisinden bir futbolcuyla çok daha olgun ataklar izlemek mümkündü. Orta sahanın organizasyon anlamında yetersiz kalmasının bir diğer etmeni de Neill ve Culio’lu orta sahada Sabri’nin doğru partner olmaması. Çünkü istikrarsız bir futbolcu ve orta sahada da oynarken bu istikrarsızlığı daha bi gün yüzüne çıkıyor. Eskişehirspor maçının başında kurulan baskı ve devamında gelen gollerde onun getirdiği enerjinin rolü büyüktü ama pas organizasyonu aranan anlarda oldukça yetersiz kaldı. Bu yüzden de Culio bir bakıma maystro rolünde tekti, Neill ise maç boyu rakibin hızlı çıkmasına engel olmaya çalıştı. Durum böyle olunca da maçın çok büyük bir bölümü Kazım ve Stancu devreye giremedi, haliyle de Baros aradığı topları bulamadı. Oysa Hagi, yanlışından dönüp Sabri’yi beke çekerek Yekta’yı oyuna aldığında ise daha bir olgun, kanatları da çalıştırmaya başlamış ve biraz da olsun baskıyı rakibi üzerinde hissettirebilen bir hal aldı. Galatasaray’ın savunmada zaafları belli. Defansın arkasına atılan uzun topların sıkıntı olduğu zaten ortada ve herhangi bir bek savunmamızdan da söz etmek mümkün değil. Hakan Balta yerine Çağlar oynadığında biraz daha umutlandım ama Çağlar’ın maç eksiği büyük. Mendy bir ara orayı koridor yaptı ve buna çara bulamadık. Çünkü alternatif yok, malesef bekler çok büyük sıkıntı. Bucaspor da maç boyunca bu eksiklerden yararlanmaya çalıştı, gol pozisyonları da üretti ama şansın yanlarında olduğunu söylemek imkansız. Gerek duran toplardan, gerekse kanatlardan hızlı geldiklerinde buldukları net pozisyonları var, hatta net pozisyonları Galatasaray’a göre daha fazla. Yüzde 70’lere dayanan bir topla oynama yüzdesi var, başarılı paslarda Bucaspor’u üçe, dörde katladığımızı görüyoruz ama yukarıda bahsettiğim gibi organizasyon sıkıntısı olunca da Bucaspor gibi bir rakip bile senin karşında daha etkili olabiliyor, önemli pozisyonlar harcayabiliyor. Şunu da eklemek lazım ama, Stancu’nun duran top başarısı çok yüksek. Yan toplarda içeriye harika toplar kesiyor ve bu topların da geneli isabetli, büyük tehlikeler yaratabiliyor. Bu da Galatasaray adına çok önemli bir artı olsa gerek. Kazanılması gereken bir maçta kazanılan bir galibiyet ve görünüş o ki böyle bir ileri bir geri gibi sezonu tamamlayacağız. TT Arena’da da kolay kolay maç kaybetmeyiz ve Cenk Tosun diye de her hafta haykırmaya devam edeceğiz. Zapata’nın da çok kritik bir top çıkardığını söylemek lazım, bu tip sürpriz gelişmeler görmeye de pek alışık değiliz...

33 / GSCIMBOM FANZIN 2011


ANALİZ

SABRI SOGUOGLU

İstanbul BB 3-1 Galatasaray İki devrelik bir mücadele olarak ele almak lazım dünkü İstanbul Büyükşehir Belediyespor, Galatasaray karşılaşmasını aslında. Klasik maçların aksine bir devresi 60 dakika, diğeri de 30 dakika oynanan bir oyun vardı Olimpiyat stadındaki rüzgarın etkisi altında. Maçın başındaki yazı tura atışı sonrası rüzgarın yardımıyla 12 kişi oynayacak olan Galatasaray’dı ve ilk yarı da hava şartlarına alışmakta sıkıntı çektiği ilk 10 dakika haricinde golü de buldu, rakibi de ceza sahasına hapsetti, kendilerini desteklemeye gelenlerin de yüzlerini güldürdü... Tribünler de mutluydu, soğuktan dışarı çıkmayıp, televizyondan maçı takip edip, internette yorum yapanlar da... Oyunun ikinci yarısında rüzgara karşı başlayan Galatasaray, akıllı ve bilinçli de başlamıştı oyuna. Topu gelişigüzel şişirmek yerine, sürekli yerden pas yaparak, hem rakibi hem de rüzgarı alt etmek amacındaydılar. Bunu yaparken de gelecek ikinci bir gol ile Belediye takımının oyun disiplini bozulup, belki de farka gidecekti Galatasaray ki, plan Kazım’ın pasında Stancu’nun ıskasına kadar tıkır tıkır işledi. O pozisyon belki de maçın kırılma anıydı ki, devamındaki dakikalarda Galatasaray’lı stoperlerin gol bulmaya gittiği bir korner vuruşu sonrası defansı boş yakalanan Galatasaray, beraberlik golünü görmekteydi kalesinde. İşte o andan itibaren bambaşka bir 30 dakikalık devre başladı ve parçalı forma içindeki topçuları tanıyamaz duruma geldik. Bireysel hatalara, hakemin de penaltıdaki hatası eklenince maçın skoru birden 3-1 Belediyespor lehine dönüverdi. Zaten psikolojik olarak kötü durumdaki topçulara maça gelen taraftarlar da tepki gösterince, maçı çevirme şansı sona erdi ve Galatasaray bir mağlubiyet daha almış oldu. İlk 60 dakika her türlü desteği gösterip, sonrasında gelen gollerle futbolcuları yuhlayan taraftara diyecek söz bulamıyorum. Özellikle “Misimoviç” diye yapılan tezahüratların anlamı nedir? Ne yapmıştır Misimoviç Galatasaray formasıyla ve 3-5 maç oynamış bir adam için Hagi’nin yaptıklarını bir kalemde silmek ne kadar doğrudur? Özellikle, kimsenin bu Galatasaray’ı çalıştırmayı istemediği bir dönemde işini gücünü bırakıp “ateşten gömleği” giyen Hagi’yi, her kötü sonuçta suçlamak neyin nesidir? Hani “yenilsen de yensen de taraftarın senleydi”... Fatih Terim’i severim, sevgim de asla bitmez lakin Rijkaard sonrası kendisine yapılan teklifi İmparator da kabul etmedi, Manisa’nın şovmen hocası Hikmet Karaman da, zira oynayacakları ilk karşılaşma Fenerbahçe maçıydı ve Galatasaray 10 küsür yıl kazanamıyordu Kadıköy’de. Bu durumda taşın altına elini koyan Hagi’yi, sırf bu cesareti için desteklemek lazımken, Serkan’ın yaptığı hatalardan sorumlu tutuyoruz, yenilen golde eleştiriyoruz... Hatta işi abartıp, öyle bir hale geldi ki Galatasaray taraftarı, takım maç kaybetsin ve hocaya yüklenelim diye fırsat kollanıyor... Sonrasında da utanmadan sıkılmadan “başarılar gelir geçer, asaletin bize yeter” diye bağırılıyor... Sözlerimizde, davranışlarımızda, yazılarımızda ne kadar samimiyiz ki? Önce kendimizi eleştirelim sonra Hagi’ye döndürelim eleştiri oklarını. Bu takımın bu duruma düşmesinde yönetim, futbolcu, taraftar üçgeninin hiç mi suçu yok da tek hatalı Rumen hoca? Olimpiyat stadını Trabzonspor taraftarı tıklım tıklım doldururken, “bu soğukta orada ne işim var?” diyerek evde oturan, facebookta-twitterda lakırtı yapan taraftarın; maça gidip, takımı sonuna kadar destekleyeceği yerde yuhlayan taraftarın; sahada hocasının taktiğini uygulamayan, adamını unutan, golü kaçıran, formayı ıslatmayan topçuların; iç çekişmelerle takımı rezil eden yönetim kadrosunun hiç mi hatası yok Galatasaray’ın bu kötüye gidişatında? Onu almış, bunu oynatmış, değişiklikte geç kalmış geçiniz bunları, Hagi’nin tek suçu bu dönemde “saflık” yapıp Galatasaray’ın teknik direktörlük görevini kabul etmesidir, o kadar...

34 / GSCIMBOM FANZIN 2011


ANALİZ

NAZMI HASDEMIR

Galatasaray 0-0 Gaziantepspor Serkan-Servet- Cana- Çağlar’ın savunmasını oluşturduğu bir takımın taraftarlarına, futbolseverlere sunabileceği güzel bir şov asla olmayacaktır. Üstelik bu maçta, Servet, benim seyrettiğim en iyi oyununu oynamış olsa bile. Kale arkasındaydım, bir ara Servet pas verebilecek, topu def edecek birini bulamayıp, çalımlarla üstümüze üstümüze aktı. Güzel bir pozisyondu. Yazık, ikinci yarı golleri kaçıran futbolcu Servet’mi olacaktı. İsteyen deney yapabilir. Her ligten takım isimlerini bir torbaya at, ve rastgele çek. Galatasaray hariç, istisnasız bütün takımların 2000 senesi kadrosu, 2011 senesi kadrosundan zayıftır. En iyimser Galatasaray’lı cevap versin, şu takımdan 2000 senesi Galatasaray’ında oynatabileceği futbolcu varmıdır? Aslında alınan neticeye üzülmemek lazım. Olası bir galibiyet, tur, Adnan’ların ömürüne ümür katacaktı. Kimi kötü futbolcular kredi kazanacaktı. Hedef kalmadığına göre, artık ne olacaksa olacaktır. Ancak bu büyük yangın, Hagi’yi de yakacak. Bu takımı, sıradan bir kupa çeyrek finalinden medet umar hale getiren, ve medet bile bulamayan tek kişi vardır. Ve artık Adnan’ın ambarına fare girmiştir. Her Fener maçı, ya bizim ya onların bir devrim maçıdır. Bu sene ilk ana maça, Reykart, Hagi değişikliğiyle çıkıldı, 2. sinde Adnan Başkan olmayacaktır artık. Bu günkü maçta artık Galatasaray bağırsaklarında kalan son boku da sıçmıştır. BAM üçlüsünde direnen, Hagi Hoca, Ayhan’ı son maçına çıkardı. Tek bir olumlu pas atmadan ilk yarı geçiren Ayhan, 2. yarıdaki homurdanmalardan sonra, oyundan çıktı. Çıkarken rekor bir desibelle yuhalandı. Stadın büyüsü de işe yaramadı. Bu düzey maç için çok yoğun ve coşkulu bir taraftar vardı. Zaman zaman, ölüyü diriltecek tezahürat yapıldı. Ne var ki takım ölü bile değil, ölü olsa inanın dirilir, parkinson hastası, titriyorlar, ne yazık ki felç geçirmiş Galatasaray, bağırmayla çağırmayla düzelecek gibi değil. Şu maçta son yarım saatte Mustafa Sarp’ın oyuna girmesini çok istedim. Ayhan’ı yuhlamadım, Hasan Şaş’ı da yuhlamamıştım, ama bütün bir içtenliğimle Mustafa Sarp’a küfür etmeyi kaçırdım. Gaziantep bütün bir maçı 0-0 a bağlamış, idare ettiler, gol lazım olsa mutlaka atarlardı. Ve biz utanılacak bir futbolla bütün bir ikinci yarıyı sanki son dakika gibi doldur boşaltla, karambol gole umut bağlayarak geçirdik, ve hatta ne yazık ki son 10 dakika tamamen teslim olmuş bir şekilde sıçan gibi debelenerek bitirdik.

35 / GSCIMBOM FANZIN 2011




galatasaray batmakta olan bir gemi, ya da irtifa kaybeden bir sıcak hava balonu gibi. okyanusta bir balondasın. balonu havada tutan sıcak hava giderek soğuyor. havayı tekrar ısıtacak alevler ise en son 11 sene önce harlıymış. o alevin harıyla ufukta ucu bucağı gözükmeyen bir denize açılmışsın daha yeşil çayırlar bulacağım umuduyla. altında yanan ateşin sıcağında umudun, iyimserliğin, kendine güvenin sonsuzmuş. büyük bir hata yapmışsın ama. yolun uzun, şimdi yanan ateşin ise yeni yakıt olmadan fani olduğunu hesaba katmamışsın. bir de yanına pusulanı almayı unutmuşsun. şimdi 10-11 senedir o bitmek tükenmek bilmez denizde kah o yana kah bu yana salınıyorsun. bir iki defa, sonuncusu 2008 yılında, bir adaya çıkıp, kıtaya vardım sanmışsın. adayı bulmanı öyle allayıp pulamışsın ki yakıtsız, pusulasız ve kanatsız önündeki okyanusu aşacağına inanmışsın. ama işte şimdi balon iyice sönmüş. çıktığın adalarda ateşini yeniden yakacak imkanlar arayacağına kumsalda güneşlenip böbürlenmeyi

36 / GSCIMBOM FANZIN 2011

tercih ettiğin için yakıtsızsın. sıcak hava balonunun ilk ihtiyacı sende yok artık. ama yanına aldığın yükleri kıyıya vardırmak gibi bir derdin de yok nasıl olsa. eğer okyanusu aşıp vaadedilmiş topraklara varamayacaksan bile kendine ufak bir ada bulup oraya kapağı atmak da yetecek sana. yanında yola çıktıklarına ise hemencecik safra etiketi yapıştırıp yükseklik kaybettikçe kenardan aşağı atmaktan çekinmeyeceksin. tek derin var, paçayı sıyırmak. balonun sepetinin kenarından kimi , neyi tepetaklak köpekbalıklarıyla dolu denize attığının ise hiiiç önemi yok. uzakta bir sis, bir martı, suda yüzen bir kütük. işte aradığın küçük ada. 2012 martında varacaksın hesabına göre o kongre adasına. bir varsan, hala umudun var. bir gaz belki bir üç sene daha balonu uçuracak, olmadı süründürecek ısıyı bulursun. ama oraya varmak için ne yapmak lazım? aslında bu süreç daha önce başladı. önce belçikalı bir kum torbası attın aşağıya. sana bir senelki bir gaz vermiş, balonu biraz yukarıya ittirmiş vazifesini görmüştü. o seni pek sevmişti ama senin umurunda mıydı? önce onu tepetaklak ittin aşağıya. sonra bir alman vardı. eline

verdiğin üç beş oyuncakla heyecan verici bir gösteri sunmaya çalışan. onu da salladın gitti. ama yetmedi. irtifa kaybını durduramadın. kendi öz oğlunu önce tutuşturup balonun havasını besledin, sonra da o saman alevinin külünü savurdun rüzgara. yetmedi , yetmezdi. bir hollandalıyı yakman gerekiyordu. onun seni yükseleteceğini gerçekten ummuş muydun? varmaya çalıştığın ufak ada için miydi hesabın yoksa büyük suyun ötesindeki yeşil kıta için mi? altında hızla yaklaşan suyu görünce önemi kalmadı hesapların. tekmeyi attın. şimdi ise en kalın kütüğü attın ateşe, en büyük kum torbasını salladın okyanusa, biraz daha menzil kazanırım hevesiyle. sıraya da bir başka öz evladını koydun. ama hiç bilemedin. asıl kum torbası, asıl safra, asıl çapa senelerdin hep sendin.

bir yorum pangaean, ekşi sözlük


Biz daha büyümeden “büyüyoruz”

SERTAC MURAT KILIC

Eskişehirspor-Sivasspor maçının son dakikasında yaşanananları gördüm. Maçı izleyemedim ama videoyu gördüm ve bir şeyler karalamak istedim. Kim bilir ne örnekler vardır bunun gibi. Türk futbolunda erken doğup erken yaşlanan kaç tane isim sayabiliriz kim bilir. Hepsinin sonu aynı oldu gibi. Sezer Öztürk aslında baş kahraman. Olayı dramatikleştiren Pele ama baş kahraman Sezer Öztürk. Aslında son dakikada atılan bir frikik golü sonrası insanlar Pele’yi konuşmayı isterdi, golü atan adam o çünkü. Ama baş kahraman Sezer Öztürk. Sebep basit aslında. Türk futbolcusunun gelişememesinin sebebi basit. Eleştirmek haddimiz olmaktan çıkıyor artık, bu bayağı ağır küfür etmeyi bize mecbur kılıyor bir noktadan sonra. Ya eleştirmek az kalıyor bizim için. Çünkü futbolcunun saha içerisinde yapması gereken basittir. Takım arkadaşını korumak, ona saygı duymak, kendisi için değil sahdaki diğer 10 arkadaşı için oynamak. Yapması gereken bu, bu çünkü futbolcu olmak bireysellikten ötedir. Bugün Ronaldo’nun Messi’den daha az sevilmesinin sebebi bu belki de. En azından Türkiye şartlarında bu durum böyle. Biz ülke olarak duygusal bir milletizdir. Okulda bir hocamın bize söylediği de böyle bir şeydi. Millet olarak çok duygusalız, hak vermemek mümkün mü? Değil, çünkü bizim değer yargılarımızda saygı-sevgi hep ön plandadır. Bencillik en sevmediğimiz şeydir falan filan işte. Bunlar belirli kıstaslar bizim gözümüzde. Hayatın her alanında böyle bakarız olaylara. Futbolda da bu durum böyledir. Batuhan’ın birkaç sene önce BJK-FB maçında Higuain’i kahramana yapmak istememesidir sevmediğiz şey. Sevmediğimiz şey Emre Belözoğlu’nun çirkefliğidir falan. Bunlar bizim olaylara duygusal yönden bakışımızdır. Çünkü biz saygıyı severiz, terbiyeyi severiz. İnsanları yargıladığımız en önemli iki özelliktir bunlar. Futbolumuzda genç yetenekler çok fazla, hatta abartayım çok çok fazla. Alt yaş gruplarında tonla başarı kazanıp da hâlâ üst seviyelerde belli bir ağırlığımız yoksa sebepleri direk eğitimde ararız. Aslında suçu direk kulüplerin alt yapı yetersizliğine bağlarız. Bir yerden sonra onları unutuyorum ben. Tam da bu noktada unutuyorum. Genç yaşta bir yeteneğiniz varsa onunla övünmek de bu halkın başka bir özelliğidir. İlla biz en iyiyiz, her şeyin mükemmeli bizde, “en iyi benim” godoşluğundan da büyük haz alırız. Kaybetmek yoktur bize göre, nasılsa yapabiliyorum, istersem daha da iyi yaparım da istemiyorum havası vardır hep. Derslerde, okul hayatında vs. Tonla örnek sayılabilir, neden büyümediklerine dair. Büyüyemeyenler mi? Kazım belki de en başta gelir. O listenin en başıdır, yarı Türk ama o listeye girer yine de. Aydın Yılmaz, İbrahim Akın, Batuhan Karadeniz, Ufuk Ceylan... Uzar bu liste de nereye kadar kestiremiyorum. Kurban mı? Kurban bunlar işte, bunları kurban eden de bizler değiliz, kendi içlerinde yenemedikleri egoları belki de. Hepsinin egoları onları bu konuma getirmemiştir elbette, farklı sebepler de olmuştur ama özel hayatları da etkilemiştir onları. Bu da bir egodur işte. Sezer’in yaptığı hadsizlik, terbiyesizlik, saygısızlık, ahlaksızlık, kendi bilmezlik, kendini beğenmişlik, ukalalık, artistlik bla bla bla... Böyle gider bu. Yani aklınıza gelebilecek tonla şey sayarsınız o yaptığı hareket için. Pele’nin golü atması, göz yaşlarını tutamaması işin en romantik yanı. “Kim daha bağlı şimdi bu takıma?” diye sorarlar adama. Kendi egoları yüzünden 90+3’te takım arkadaşıyla kavga eden Sezer mi, yoksa golü atıp, formasını çıkarıp ağlayan Pele mi? Kim daha çok mücadele etmiştir. Pele de olamayanlardan, ülkemizin değil ama Avrupa’da büyük kulüplere gitmesine rağmen tutunamayanlardan. O da belki zamanında Sezer gibiydi ya da yeteneği yetmedi ama en azından böyle bir şeyi daha önce yapmadı bu kulüpte. Belki o akıllandı ama yanındaki bir türlü akıllanamadı. Manisa’da 2. lig şampiyonluğu yaşarken Sezer, Pele İnter’de sahaya kurtarıcı olarak giren adamdı. Yerimizi bilmiyoruz ya biz, işte bu yüzden hep kaybediyoruz. O golden sonra adam olsa gidip özür dileyip tebrik ederdi, o kadar adam mı peki? Adam olmak büyümeyi gerektirir, olgunlaşmayı gerektirir. Pele karşısında kendini Ronaldo görmemeyi gerektirir. Sırtındaki 10 numaranın büyüklüğünü taşımayı gerektirir. Büyük olmamayı gerektirir belki de büyük olmak. Sezer’in yaptığı onun egolarının kendisine hükmettiğini gösterir. Biz Türk olarak erken büyüyoruz gerçekten. Biz 3 büyüğün ilgilenmesiyle büyüyoruz aslında. Biz daha büyümeden “büyüyoruz”.

37 / GSCIMBOM FANZIN 2011


MODERN FUTBOLUN DOĞUŞU Futbol, bugünkü haline en yakın şeklini, 17. yüzyılda İngiltere’de almıştı. Bunda, İtalyanlardan alınan Calcio’nun da önemli etkisinin olduğu söylenebilir. 120x80 metre boyutlarında bir alanda oynanan bu oyunda top olarak, üzeri deriyle kaplanmış ve içi şişirilmiş bir hayvan mesanesi kullanılmıştır. Ve bu topun, birer metre arayla dikişmiş iki çubuktan ibaret kalelerin arasından geçirilmesiyle takımlar birer sayı kazanmışlardır. Bu sayılar da özel görevliler tarafından bir bıçakla kale çubukları üzerine atılan çentiklerle belirlenmiştir. 1861 yılında, Kral II. Charles’in uşaklarının oluşturdukları takımın, Albemarie Kontu’nun uşaklarından kurulu takımı yenmesi üzerine, bu maçı büyük bir ilgi ve heyecanla izleyen İngiltere Kralı, kendi armasını taşıyan formalarla oynayan uşaklarının armağanlarını kendi eliyle vermişti. Gerek halk tabakaları arasında, gerekse soylular arasında aynı büyük ilgiyi gören futbol, İngiltere adalarında hızla yayılırken büyük bir gelişme de göstermiş ve önemli aşamalara uğramıştır. Bu, futbolun evrimiydi ve şöylesine bir kronolojik gelişme göstermişti: 38 / GSCIMBOM FANZIN 2011


1841 - Futbol topunun tam bir küre biçiminde olmasının kabulü. 1848 - Tüm futbol kurallarının “Cambridge Kuralları” adı altında birleştirilerek, tüm İngiltere’de aynı standartta futbol oynanmasının sağlanması ve bu kurallara göre Cambridge’de öğrenciler arasında ilk futbol maçının oynanması. 1855 - Bir İngiliz futbol takımının (üniversite karması) futbol maçı oynamak üzere ilk kez İngiltere adalarının dışına çıkması ve Almanya’ya giderek orada yaptığı maçlarla Almanya’da futbolun ilk tohumlarını atması. 1857 - İngiltere’de ilk futbol kulübü Sheffield Club kuruluşu. 1863 - Futbolun İngiltere’de uyandırdığı büyük ilgi karşısında 11 kulüp temsilcisinin Londra’da, Great Queen Street’tedi Lincoln Hanı altındaki bir birahanede toplanıp futbol dünyasının ilk federasyonu olan İngiltere Futbol Federasyonu “Football Association”u kurmaları (26 Ekim 1863). Bu tarih, modern futbolun doğuş tarihi olarak kabul edilmektedir. 1870 - Lizbon’da oturan İngilizlerin futbolu Portekiz’de oynamaya ve yaymaya başlamaları. 1871 - Dünya futbolunun ilk büyük organizasyonu olan ve “Kral Kupası” adıyla da anılan “İngiltere Federasyon Kupası” maçlarının başlaması ve Kennington Park’ta yapılan final maçında Royal Engineers’i 1-0 yenen Wandrers takımının ilk kupayı kazanması. 1872 - Glasgow’da, İngiltere ile İskoçya arasında, futbol tarihinin ilk milli maçının oynanması ve bu maçın 0-0 berabere sonuçlanması (30 Kasım 1872). 1875 - “Football Association” un kalelere üst direk konulmasını kabulü ve topa kafayla da vurulabilmesine izin vermesi. 1876 - Kornerin futbol kuralları içine konulması. 1879 - Glasgow’dan Darwen’e, para ve parlak iş teklifleriyle futbolcu getirtilerek futbolda profesyonellik yolunda ilk adımın atılması. 1882 - İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda futbol federasyonları temsilcilerinin, futbol kurallarında değişiklikler yapmaya ve selahiyetli “International Board”u kurmaları (6 Aralık 1882). 1885 - Futbolda profesyonelliğin, İngiltere Futbol Federasyonu tarafından resmen kabulü. 1886 - Ofsaytın futbol kuralları içine alınması. 1889 - Futbolun İngiltere adalarından taşıp Avrupa’ya yayılmaya başlaması karşısında Danimarka ve Hollanda’da ilk futbol federasyonlarının kuruluşu. 1890 - Futbol maçlarında tam salahiyetin hakemlere verilmesi. 1891 - Penaltının futbol kuralları içine alınması. 1893 - Amerika kıtasında ilk futbol federasyonunun Arjantin’de kurulması. 1895 - İngiltere’de, bayanlardan kurulu takımlar arasında ilk futbol maçının oynanması. 1899 - Maç süresinin 90 dakika, futbol alanı ölçülerinin 118.4x91.4 metre olarak belirlenmesi. 1901 - Bir futbol maçının, tarihte ilk kez 100 bin kişi üzerinde seyirci toplaması ve Sheffield United ile Tottenham takımları arasındaki “Federasyon Kupası” final maçını 110.802 kişinin izlemesi. 1902 - Avrupa Kıtasında oynanan ilk milli futbol maçında Avusturya’nın Macaristan’ı 5-0 yenişi (Viyana. 12 Ekim 1902). 1903 - Futbolda “averaj”ın kabulü. 1904 - Paris’te toplanan Fransa, Belçika, Danimarka, Hollanda, İspanya, İsveç ve İsviçre futbol federasyonları temsilcilerinin yaptıkları uzun görüşmeler sonunda “Uluslararası Futbol Federasyonu olan FIFA’yı resmen kurmaları (21 Mayıs 1904) 1906 - Kıtalar arasında yapılan ilk milli futbol maçında Güney Afrika’nın Brezilya’yı Sao Paulo’da 5-0 yenişi. 1907 - Kendi sahasında bulunan bir futbolcunun ofsayt sayılmamasının kabulü. 1908 - Londra Olimpiyat Oyunları ile futbolun ilk kez Olimpiyat Oyunları’nda yer alması ve İngiltere’nin şampiyon oluşu.

39 / GSCIMBOM FANZIN 2011


FUTBOL HAYATTIR: ROBIN VAN PERSIE



Ö

ncekilere göre çok şanslı bir kuşak olsak da, biz de bir dönem TRT’de yayınlanan “Avrupa’dan Futbol” programını iple çekerdik. Avrupa’nın major liglerinde oynanan maçlar, atılan fantastik goller, unutulmaz yıldızlar... Sürekli izleme şansımız olmayan şeyler olduğundan bulunmaz fırsatlardı bu programlar; ayrıca sokak futbolunda kendimize biçtiğimiz rollerin kahramanları değişirdi haftadan haftaya atılan gollere göre. Bir gün abilerin maçında defans oynarken Franco Baresi olurdunuz, öbür gün boş kaleye topu yuvarlarken Jean Pierre Papin. Premier Lig’in büyüsüne kapılıp mesafe tanışmayan şutlar atardık, frikiklerde topun başına ilk giden biz olurduk. O dönemler gelen yabancı oyuncuların kim olduklarını, geçmişlerini gazetelerin eklerinden öğrenirdik. Tanıdığımız oyuncu sayısı azdı ve ülkeye gelmeleri mümkün gözükmüyordu; bu yüzden Gheorge Hagi’nin gelişi tarafımdan davullu zurnalı etkinliklerle kutlanmış, parçalı forma ile görülecek gün iple çekilmiştir. O zamanların en büyük klişelerinden biri de, kasetlerden izlenerek alınan, adı sanı duyulmamış futbolculardı. Oyuncu paspas olduğunda “kasetten futbolcu mu alınır” lafları alır yürürken, iyi çıktı mı “büyük keşif” olarak adlandırılırdı. Yıllar yılı o kasetler gelir giderdi de, neye benzediğini hiç kestiremezdim. Bir adam geliyor, elinde vhs kasetlerle, sonra oturup izleniyor, vs. . Gerçekten de bir futbolcu hakkında kaç tane kaset vardı ve ne kadar fikir verebilirdi bu kasetler? Bilişim çağında kasetler yerini cd’lere bıraktı ve artık oyuncu kötü çıktığında “cd den, youtube’tan izlenip futbolcu mu alınır?” deniyor.

Özel televizyonlar, gelişen teknoloji derken artık dünyanın herhangi yerinde olup bitenden haberdar olan bizlerin, futbol özelinde kendimizce bir veritabanı oluşturmamız da zor olmadı. Menajerlik oyunları, TV’de yayınlanan Avrupa, Güney Amerika ligleri, özel futbol kanalları, kitaplar derken dünyadaki oyuncu havuzundan iyi kötü ilgilenen

44 / GSCIMBOM FANZIN 2011


herkes haberdar. Gelen oyuncuları özellikle yeni nesil yakından tanıyor ve alternatiflerini kâğıda yazıp “neden bu oyuncu değil de bu?” sorusunu sorabiliyor. Özellikle oyuncu keşif ekseninde, genç yetenek bulup onlardan para kazanma planlarını kendi takımları için yapanların sayısı bir hayli arttı. Hem oyuncuyu keşfetmenin, hem onu yetiştirmenin, hem de üzerine yüksek meblağlara büyük takımlara

pazarlamanın gururunu yaşamanın hayalini kuruyor Türkiye’de taraftarlar. Bir de bunu gerçeğe dönüştüren Porto, Fiorentina, Lyon, Sevilla, Palermo, Udinese gibi takımlar var. Bu takımları diğerlerinden ayıran ne? Avrupa’da birçok takımın scout sistemleri olduğunu biliyoruz ama doğru oyuncuya onları yönelten rehber ne? Artık bu noktada başlıkta söylediğimiz, kaset devrini kapatan Wyscout’tan bahsedebiliriz. Wyscout İtalya merkezli bir şirket ve futbol federasyonlarına, kulüplere, menajerlere, teknik adamlara ve scoutlara oyuncu takibi konusunda destek oluyor. Avrupa’da birçok ünlü kulübün, birçok teknik adamın kullandığı sistemi bu kadar özel kılan, piyasada var olan onlarca istatistik, analiz, veri sisteminden ayırt eden nedir peki? Wyscout gerçek anlamda bir oyuncu takip sistemi. 50000’den fazla oyuncunun, 3000’e yakın takımın oynadığı maçların 90 dakikaları(!) sistemde mevcut. Evet, kısa görüntü, ya da oynadığı en iyi maç değil; bir oyuncu ya da takımın oynadığı tüm 90 dakikalar. İnternet bağlantısı ile çalışan sistem kullanıcısına 60’tan fazla ligi, Şampiyonlar Ligi’nden Dünya Kupası’na, Libertadores’ten, genç takım turnuvalarına kadar her türlü organizasyonu takip etme şansı sunuyor. İsterseniz sistem üzerinden izleyebileceğiniz maçları, dilerseniz sabit diske kaydetme olanağınız da var.

Televizyonda yayınlanan her maçı takip eden birinin, bu bilgiler ışığında kafasında oluşmaya başlayan şeylerin heyecan verici olduğunu düşünüyorum. Günde 100’den fazla maçın eklendiği sistemde özellik major liglerde hafta sonu oynanan maçlar Pazartesi itibari ile sistemde gözüküyor. Bu ligleri artık dünyada herkes takip edebiliyor; Wyscout’un farkı da bu noktada devreye giriyor. Mesela Brezilya’da alt liglerin yanı sıra, 19 yaş takımlarının ligi de sistemde bulunuyor. Bunun yanında hiç bilgimizin olmadığı üçüncü dünya ülkelerinin takımlarının maçlarını da bulmak, haklarında bilgi sahibi olmak ve “kapalı kutu” klişesinden kurtulmak mümkün. Kısacası sadece futbolcu keşfinde değil, oynanacak rakipleri takip anlamında da

45 / GSCIMBOM FANZIN 2011


oldukça kullanışlı bir sistem Wyscout. Şirket interaktif olarak çalışıyor. Bir oyuncunun ya da takımın yeterli sayıda maçını bulamadığınız takdirde, şirket ile iletişime geçip durumu bildirmeniz halinde, kısa zamanda oyuncunun ya da takımın oynadığı diğer maçlar sisteme ekleniyor. Sistemin kullanılış biçimi hakkında biraz bilgi verelim. Sistemi kullanan kulüpler arasında İtalyan devi Inter de var. Inter’in kulüp bünyesinde 5 adet Wyscout sistemi var; kulüp başkanının odasında, sportif direktörün odasında, teknik direktörün odasında ve dünyayı dolaşan scoutlarda... Wyscout bilgisayar, televizyon ve ipad yardımı ile kullanılan bir sistem. Bilgisayar ile kullanımı oldukça kolay; mobil olarak kullanılmayı sağlayan usb key sayesinde yolculuklarda, havaalanında, kısacası internet bağlantısı olan herhangi bir yerde sisteme kolayca ulaşmanıza ve oyuncuları, maçları takip etmenize olanak sağlıyor. Öte yandan ipad i de benzer bir şekilde kullanacağınız gibi, antrenman sırasında dahi oyuncuları takip etmeniz, bilgisayar yerine ipad i kullanmanız mümkün. Son seçenek olan TV ise, verilen TV Box’a yapılan internet bağlantısı sayesinde benzer şekilde kullanılabiliyor. Dilediğiniz maçı sistem üzerinden seyredebileceğiniz gibi, maçları indirmeniz de mümkün. Sistemi kullanan menajerlerin transfer dönemlerinde müşterilerine oyuncularını tanıtırken bu sistemi kullandıklarını da belirtelim.

Bir oyuncuyu televizyondan seyretmek yeterli midir? Kesinlikle hayır. Ama bir oyuncunun birkaç maçını çıplak gözle seyretmek de yeterli değildir. Wyscout’un tanıdığı en önemli getirilerinden biri, takımları gereksiz yolculuk masraflarından kurtarması. Sistem yardımı ile oyuncu havuzunu bir nevi elekten geçirme şansınız oluyor. Bu sayede hedef liste daralıyor ve sadece oluşturduğunuz listedeki alternatiflere gidiyorsunuz. Adı geçen futbolcu ile ilgili gerekli raporları hazırlamak için ciddi imkanlar sunuyor size. Bunun yanı sıra, sanırım en büyük getirisi, özellikle ülkemizdeki kulüpler için konuşacak olursak, art niyetli menajerlerin elinden kurtarması. Ülkemizde kulüpler deyim yerindeyse menajerlerin kucağında ve transferlerde başarı oranı %30 olduğunda, transferin doğru yapıldığı varsayılıyor. Dünya piyasasının bilinmemesi, oyuncunun hiç izlenmemesi gibi etkenlerin sonucu olarak, kulüpler ciddi maddi zararlara giriyorlar. Kulüpler Wyscout sayesinde bu tarz bir bağımlılıktan kurtulacağı gibi, kendi transfer listelerini de oluşturabilirler. Aynı zamanda, olası Avrupa Kupası maçları öncesinde, gelecek rakip maçları beklemek yerine, kura çekildiği andan itibaren rakiplerini etüt etmeye başlayabilirler.

46 / GSCIMBOM FANZIN 2011


Wyscout oldukça yeni bir sistem ve hızla gelişiyor. Şahsi kullanıcıları arasında Jose Mourinho, Arsene Wenger gibi ünlü teknik adamlar bulunuyor. Wyscout’u kullanan bazı ünlü kulüpler ve federasyonlar şunlar: Inter, Milan, Villareal, Sevilla, Napoli, Genoa, Wigan, Federation of Romania, Lech Poznan, Wisla Krakow, Udinese, Sampdoria, Fiorentina, Lazio, Palermo, Celta Vigo, Larissa, Real Saragoza, Recreativo Huelva, Asteras Tripolis, Tenerife, Kavala, Atalanta, Torino, Parma, FC Porto. Türkiye’de kullanan ilk kulüp ise, daha önce birçok alanda öncü olan Galatasaray oldu. Wyscout, transfer sorunlu ülkemizde devrim yaratabilecek bir sistem. Gelir düzeyleri eskiye göre artmış kulüplerimiz, önceki yıllara göre daha kaliteli yabancılar getirmesine rağmen, hala bu konuda yeterli değiller ve aldıkları yabancıları birkaç ayda geri gönderiyorlar. Wyscout sayesinde Porto olunmasa dahi, birçok şey değişebilir, ne dersiniz?

Wyscout Türkiye Sayfası: http://www.wyscout.com/turkey.php MUZAFFER CAN MUTLU

47 / GSCIMBOM FANZIN 2011


KING KENNY’NİN EN İYİ TAKIMI 1979 yılında Kenny Dalglish’in yıllığı için seçtiği dünya karmasına göz atıyoruz. Aradan yıllar geçmesine rağmen Kenny Dalglish, hala The Kop tribünlerinin kralı. Altında parantez içinde yapılan yorumlar birebir Dalglish’in yorumları… 1. Ray Clemence “Liverpool için 250’den fazla çıkardığı şutlarla Ray kendi rekorunu konuşturur. O, dünyanın sayılı kalecilerinden biridir.” 2. Danny McGrain “Parlak, sağ bekten kim saldırırsa orayı savunur. Sakatlıklar 78 Dünya Kupası’nda performansını göstermesini engelledi.” 3. Paul Breitner “Batı-Almanya ile Dünya Kupası sahibi. Orta saha şemasında ve ataklarda iyi bir sol bek. Ayrıca Real Madrid’de kendisini kanıtladı” 4. Bobby Murdoch “Celtic harikasının Lisbon aslanları kenesi, orta saha oyuncusu. Güçlü mücadele, iyi pasör ve yetenekli bir koşucu.” 5. Franz Beckenbauer “İlham verici bir liderlik, topu tehlikeli hale getiren bir oyuncu, harika bir stoper.” 6. Daniel Passarella “Arjantin ile Dünya Kupası’nı kazanan kaptan. Etrafındaki oyuncuları düzenler ve dikine oynar. Akıllı bir defans oyuncusu. 7. Rivelino “Usta Brezilyalı. Bir takımın yarısını doğrayabilen sol ayak. Ölümcül serbest vuruş uzmanı, üstün pasör yeteneği ve bir takımın generali.” 8. Denis Law “Dünya sınıfında bir oyuncu. Yetenek başlığı ve ateşten doğası onu ölümcül bir rakip yapar. Kutunun içinde harika derece hızlıdır.” 9. Johan Cruijff “Göz kamaştırıcı Hollandalı. Bir orta saha ve forvet olarak pas, şut ve mücadele becerisi büyüleyicidir ve ileriye doğru bir oyuna hakimdir” 10. Pele “Bin golden fazla birinci sınıf gol atan harika bir adam hakkında söylenecek başka ne vardır ki?” 11. George Best “Hız, denge, beceri, bitirici güç ve sınırsız güvene sahip hücum oyuncusu. Kariyeri dış baskılar tarafından kısaltıldı.”

48 / GSCIMBOM FANZIN 2011


PROFİL: Alan Shearer

(1970, Gosforth, Newcastle), eski İngiliz futbolcu, futbol tarihinin en iyi santraforlarından biri olarak kabul edilir. Southampton, Blackburn Rovers, Newcastle United takımlarının yanında İngiltere Milli Futbol Takımı’nın da formasını giydi.Taraftarı olduğu ve en iyi dönemlerini geçirdiği Newcastle United takımına 1996 yılında gelmiştir. Gelmeden önce yaptığı bir açıklamada sonunda rüyalarım gerçek oldu diyip minnettarlığını göstermiştir. 260 golle FA Premier Lig tarihinin, 206 golle de Newcastle United tarihinin en golcü oyuncusudur. Shearer İriyarı ve çelik gibi vücudu, azgın gücü ,görülmeyecek kadar sert ve isabetli şutları, kale önündeki bitiriciliği, kaptanlık özellikleri ve iyi tekniği ile bilinirdi. 17 Nisan 2006 tarihinde oynanan Sunderland Newcastle United maçından sonra futbolu bıraktığını açıkladı. 11 Mayıs 2006 tarihinde St. James’ Park`da Celtic F.C. ile yapılan jübile maçında sakatlığından dolayı oynayamadı. Gene de başlama vuruşuna geldi ve maçın sonunda bir penaltı atarak kariyerini noktaladı.


Chelsea’nin £50m’luk yeni yüzü Fernando Torres, transferinin ertesi haftasında eski takımı Liverpool’a karşı forma giydi. Taraftarlar maç öncesinde bastırılan Torres t-shirlerine büyük ilgi gösterdi. Carlo Ancelotti maçtan önce onun hazır oldugunu düşünerek Liverpool karşısında 11’de sahaya sürdü. Torres sahada Liverpool taraftarı tarafından baskı altına alınmaya çalışılsa da Stamford Bridge ona sahip çıktı. Maçın son yarım saatlik diliminde oyundan alınan Fernando Torres için maç sonucu hüsranla bitecekti. Eski takım arkadaşları ve Kenny Dalglish Stamford Bridge’e Torres’i bıraktı ve 3 puanı alarak Anfield’a döndü…

Jack Wilshere İngiliz futbolunun son dönemde yetiştirdiği en önemli yeteneklerden biri. Çalışkan, zeki ve futbolu seviyor. Her geçen gün kendisini geliştiriyor. İngiltere Milli Takımı teknik direktörü Capello ise Jack Wilshere’ın Baresi, Raul ve Maldini kadar iyi olabileceğini iddia ediyor. “Wilshere’in yeteneği var ama beklemek zorunda. Her zaman kendisini geliştirmeli. İngiltere için bir çok maç çıkaracağını düşünüyorum. Geri dörtlünün önünde Wilshere için bir çözüm bulmaya çalışacağız.” Capello, Wilshere’in pozisyonu hakkında da fikrini söylüyor: “Başlangıçta Wilshere forvete doğru gitmek istediğini söyledi ancak o bu pozisyonda oynayabilir. Andrea Pirlo da forvet arkasında oynadı fakat geri dörtlünün önünde bitti.” Şimdilik, Capello’nun planları arasında anahtar isim Jack Wilshere gibi duruyor. Wilshere bunun üzerine Emirates’de dünyanın en iyi takımı Barcelona’ya karşı oynadığı futbolla mental olarak daha yukarılara çıkabileceğini gösteriyor.

50 / GSCIMBOM FANZIN 2011

BÜYÜLEMEYE DEVAM Lionel Messi inanılmazları başarmaya devam ediyor. Bu ay Atletico Madrid’e tek bacağıyla 3 gol atıyor ve Guardiola üst üste 16 galibiyet alan takımının üzerinde onun için şöyle söylüyor: “Tarihte tüm büyük takımların fark yaratan bir oyuncusu vardı ve bizim fark yaratan oyuncumuz işte Messi’dir.”


Kimisi onu özet görüntüleriyle, kimisi Barcelona tarihine geçen o unutulmaz golle, kimisi Los Galacticos’un içinde, kimisi pis bir burunla rüyalarına girerek hatırlayacak onu... El Fenomeno, başlı başına bir efsane. Futbolu bıraktı ama bize yaşattığı unutulmaz gollerle hatırlayacağız onu.

http://twitter.com/gscimbom_fanzin

51 / GSCIMBOM FANZIN 2011




MANCHESTER’DA 20. YILI

RYAN GIGGS

İ

lk maç: 2 Mart 1991. Fotoğrafa bakıyorsunuz ve şimdi çok şey değişmiş. Old Trafford, o zamanlar sade bir yerdi, son derece büyük bir yatırım ihtiyacı içindeydi, sanayileşmenin etkisiyle mücadele eden bir şehirdi. “Madchester” gürleyebilirdi ama Manchester apartman daireli metropollerin uzağındaydı. Cam kuleleri şimdi görüyorduk. Ryan Giggs 17’ydi, sıska yapısının içine biraz fazla büyük bir forma giymiş. Manchester 0-2 Everton. Takım 7 lig maçından galibiyetle çıkamamış bir koşu içerisinde. Son kupaları neredeyse bir yüzyılın çeyreği boyunca. Uğursuz bir başlangıç oldu. “O sopanın arkasındaki şey arkamdan gelen Dave Watson” diyor Giggs. “Büyük çocukların ligine hoşgeldiniz”di bu. “O 54 / GSCIMBOM FANZIN 2011

yaştan sonra dizimde büyük bir kesiğim vardı.” Yoksa o, Ferguson’un soyunma odasındaki bağırışları dışında birşey hatırlamıyor Yıldönümü bu Çarşamba. “Kanlı kanat boyunca sertçe yürümenin yirmi yılı” Ferguson’un dediği gibi. Buna rağmen Giggs olan Giggs, çok fazla telaş istemiyor. Bir gün Old Trafford’un dışına onun için oraya bir heykel koysanız büzülür. “Bir heykel? Gerçekten bilemiyorum...” Şimdi 37’sinde, kulaklarının arkasında gri saçın benekleri görünür. Emeklilik ufukta –belki sadece 15 ay uzakta- ve güvensizliğin tuhaf bir anı var. “Üç dört yıl önce bu konuda endişeli değildim ama şimdi endişeliyim” diyerek itiraf ediyor. “Ne yapacağımı gerçekten merak ediyorum”


INDA

Hocalık bir fikir. Eğer isterse o, United’da büyükelçilik açıktır ona. Bir duyu Giggs için, Old Trafford’un mobilya parçası olmaya devam edecek. Oraya bir çok yetenekli çocuk geldi oldu ve şimdi kulüpten gitti. Hiçbiri 20 yıl devam etmedi. Kimse bu kadar fazla oynamadı. Ya da böyle mükemmellikle devam edemedi. Bir destan ve anaktronik koşu oldu. “20 yıl benim, gururlu hissediyorum. ” gittikçe Sir Bobby Charlton’un evrensel temyizini sahip bir adam söylüyor bunu. “17 yaşında bir takıma gelen ve orada 20 yıl kalan bir oyuncudan bahsediyorsunuz. İmkansız değil ama bunun bir kez daha olabileceğini düşünmek fazla sert.”

Ona bugünlerde sık sorulan soru basittir. “Bu kadar uzun ömürlü olmanın sırrı nedir?” Ancak bir çok faktör var. “Herşeyden önce bu, neyle doğmuş olduğunla alakaladır” ondan sonra “yaşamında doğru yolu bulmayı denemek”tir. Giggs… Daha genç kıvırcık saçın paspasıyla sırım gibi çocuk. Şimdi ak düştü o saçlara ama o hala Manchester’da. Daniel Taylor, Guardian Çeviri: Muhammet Gülhan

55 / GSCIMBOM FANZIN 2011


Futbol: Bir Aşk, Ölüm ve Çocukluk Hikayesi

A

ATILLA CELIK

slında futbola dair yazılabilecek birçok mecra var. Hele eğer yaşınız Cahit Sıtkı Tarancı’nın deyimiyle ömrün yarısına dayanmışsa, sürdürdüğünüz yaşam örgüsünün sizlere anlattıracağı çok şey vardır. Bazen çok gezen bilir, bazen de çok yaşayan.. Vakitsizlik nedeniyle futbol konusunda uzun uzadıya, farklı kuyulardan girip farklı kaynaklara çıkmayı pek düşünmedim.

Futbol bu. İçine hayatın kendisini, mutluluğu, acılarınızı, hayatınızın anlamını bile boca edebilirsiniz. Bazen ruhunuzun sesidir. Bazen de en büyük eğlenceniz ve mutluluk kaynağınız. Sizlere yaşattığı büyük mutlulukların yanında büyük acılar yaşatmasını da bilir. Bazen buz kesilirsiniz. Bazen sıcaklarsınız. Ateş basar yüzünüzü. Sinirden tırnaklarınızı yersiniz. Ya da elleriniz titrer. Öfkelenirsiniz. Bazen de gönül bağıyla bağlı olduğunuz takım, önemsiz bir takıma gol atsa da büyük bir hırsla yumruklarınızı sıkarsınız. Eğer daha büyük başarılara yelken açmışsanız, bu yolculuk esnasında yapılan her güzel manevra, sonuca her güzel ulaşmalar sizi çılgına çevirebilir. İnsanoğluna bunca duyguyu kaç şey yaşatabilir? Belki sevgiliniz değil mi? O yüzden futbol fena halde hayata benzer demenin ötesine geçeriz. Futbol bazen fena halde aşka benzer. Karasevdadır bu. Anlamlandırma gereği bile duyulmaz. Futbolda çoğu zaman sevdiğiniz kadını görebilirsiniz. Sizi öfkeye boğabilir, aşka doyurabilir, mutlu edebilir ve sinirlendirebilir. Ama zannedersem futbol daha öte bir duygu. Sonsuza kadar yaşayacak aşk öyküleri ve aynı yastıkta kocayış kısmını halı altına süpürürsek, bir kadını, sevdiğiniz bir erkeği bırakabilirsiniz ama kendi tuttuğunuz takımı kolay kolay bırakamazsınız. Sevdiğiniz birini bırakmanız belki tepki alabilir ama tuttuğunuz bir takımı bırakmanız daha fazla yadırganacaktır. Çok ironik değil mi? Spora dair turnuvalar insan hayatı için büyük bir zevktir mutlaka. Sıradan bir müsabaka ile uluslar arası bir müsabaka arasında inanılmaz fark vardır. Aldığınız zevk katmerlenir. Özellikle çocukluk zamanlarımda turnuvalardan büyük zevk alırdım. Avrupa Şampiyonası’ndan.. Dünya Kupası’ndan.. Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası, UEFA Kupası ve Kupa Galipleri Kupası’ndan.. Tenisten atletizme, basketboldan voleybola, hentboldan masa tenisine kadar hiçbir programı kaçırmazdım. Sonuçta TRT dönemine mahkum bir çocuğun farklı bir alternatif yolundan gidebilmesi pek mümkün değildi. TRT ne sunmuşsa ona mahkum kalırdık. Ama inanılmaz zevk alırdım. Özel kanallar çoğaldıkça, alternatifler

56 / GSCIMBOM FANZIN 2011


bir nevi sonsuzluğa yaklaştıkça ve eğer iş hayatınız spora odaklı olmayıp yoğun bir iş hayatı olmuşsa, çocukluğunuzda tattığınız o zevkler farklılaşacaktır. Daha çocukken herhangi bir taraf gözetmeyip her şeyi, her takımı ve sporcuyu büyük bir zevkle izlerken, aradan yıllar geçince elinizde kalan vakitsizlik ve alternatif çokluğu sizi seçimler yapmak zorunda bırakacaktır. Hepsini izleyebilmeniz ve zevkle takip edebilmeniz mümkün değildir artık. Ne yalan söyleyeyim. Öyle bir hayat döngüsüne saplandım ki, Galatasaray dışında hiçbir şeyi geniş ölçekli takip edemez oldum. LİG TV’niz vardır, her ay bir sürü paraya kıyarsınız ve harcanan onca para Galatasaray’ın bir aylık maçları içindir. Diğerlerini es geçmek zorunda kalırsınız. Çocukken öyle miydi? Hayal meyal de olsa bir spor turnuvasına ilk şahitlik edişim 1986 Meksika Dünya Kupası ile olmuştu. Bir oyuncudan bahsederlerdi. Tanrısal bir güç ithaf edilmişti ona. Onun hakkında kulağıma çalınanlar, televizyonda söylenenler ve büyüklerimizin kelamları beni garip bir şaşkınlığın boyunduruğu altına almıştı. Kendisini ilk kez televizyonda gördüğümde bunu neden o kadar övüyorlardı ki diye hayıflanmıştım. Yerden bitme, bücürüğün tekiydi halbuki. Fakat o da ne? Bir maçta bu bücürük, yerden bitme topçu, başladı iri kıyım adamları takır takır geçmeye. O çalım atmaya doymuyordu, iri kıyım topçular da çalım yemeye! Futbol iksirini içmiş olmalıydı bu bücürük. Kaleciye bile çalımı basmıştı. Sonrasında yere düşerek vuruşunu yapmış ve madara etmişti beni. Daha on yaşında olan bendeniz, böyle bir golle tanışınca neye uğradığını şaşırdı. Boşuna değilmiş demek ki onun Tanrısallaştırılması. Maradona’dan başkası değildi bu insanüstü yetenek. Bu öyle bir güçtü ki, Napoli gibi sıradan, İtalya’nın kuzeyli kulüpleri karşısında yokları oynayan ve bunun ezikliğini yaşayan bir kulübü devasa bir güce dönüştürmüştü. Hem de neredeyse tek başına! Onu başlangıçta bilmeyen ben, neden Tanrılaştırıldığını anlayamamıştım ama Napoli’de oynamaya başlayıp hünerlerini sergilemeye başlayınca o artık Maradona değildi. Aziz Maradona’ydı. Napoli için oldukça önemli bir aziz olan Gennaro’nun bile adı değiştirilmişti Aziz Gennarmando diye. Yıllarca açık tenli kuzeylilerin boyunduruğu altında ezilen ve gururları çiğnenen güneylilerin aziziydi Maradona. Onun sayesinde Napoli bileği bükülemez bir gurur abidesine dönüştürülmüştü. Ama fazla sevgi her zaman zararlıdır. Yıllar sonra Napoli’den ayrılmak istediğini söylediğinde bırakın halkın galeyana gelmesini, topluma derinden hükmeden mafyayı bile çıldırtıyordu. Futbolun korkutucu bir yönüne şahitlik edilmişti o zamanlar. Maradona’ya benzetilen voodoo bebeklerine iğneler saplayıp pencereden aşağı atan manyaklar vardı Napoli’nin sıcak caddelerinde. Beni gerçek anlamda ilk kez çok etkilemiş, büyük bir hevesle ve aklı başımda takip ettiğim ilk turnuva ise o zamanki adıyla Batı Almanya’da düzenlenen 1988 Avrupa Futbol Şampiyonası’ydı. Futbolla çok içe içe olduğum zamanlara denk gelmiştir ve sürekli top peşinde koşturup duran iflah olmaz bir futbol manyağıydım o zamanlar. Birçok insan Batı Almanya’yı tutuyordu. Kupayı onların kaldırmasını istiyorlardı. Benim favorim ise Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) idi. Favori olmaktan öte onları tutuyordum. Ee, o zamanlar bir nevi Soğuk Savaş döneminin son demleri. SSCB yanlısı olmak bir nevi arka taraf istiyor. Boru mu? Adamlar gomonist işte. Ne tutulur, ne de yenilirlerdi. Yahu ben de çocuktum. Ne anlarım gomonizmden, soğuk savaştan, eski kovboy bozması Reagan’dan, Gorbaçov’dan. Dur bir dakika! Gorbaçov’dan bir şeyler anlardım. Kelindeki lekeyi hiç unutmamakla birlikte ne zaman Gorbaçov desem aklıma ‘Glasnost Perestroyka’ değil de çorba içen bir adam gelirdi. Çorba gibi adı vardı işte. Bizimkisi de çocukluk! Nasıl oldu da kimsenin pek tenezzül etmek istemediği SSCB’yi tutuyordum? Belki de dönemin en iyi takımıydı. Zamanın Dinamo Kiev efsanesi çok meşhurdur. Zamanın topçuları dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek antrenmanlara tabi tutulmuştur. Siz deyin makine, ben diyeyim Robocop. Zerre fark yok. Kondisyonuyla ve ilginç oyun taktikleriyle geleni geçeni ezip geçen bir dev söz konusu. Zamanın Türk takımları Avrupa maçlarına çıktığında 60. dakikadan sonra dil dışarıda bitik şekilde koşmaya çalışırken, bu adamlar peş peşe iki maçı hiç yorulmaksızın tamamlarlarmış. Türk takımlarının kondisyon olarak bittiğine gözlerimle şahitlik etmiştim zaten. Meşhur bir Bursaspor – Ajax maçı hatırlarım. Deplasmanda oynanan bir maçtır. Maçın 60. dakikasından sonra Bursasporlu oyuncular ayakta bile duramamaktadırlar. 5-0 mağlup olur Bursaspor. Rakip 5-0’a rağmen acımasız davranmaz. Oyunu rölantiye alır. O maçtaki bazı sahneler asla aklımdan çıkmaz. Bursasporlu oyuncular nefes nefese kalmışlar, iki metrelik mesafeye bile ite kaka gidebilmektedir. Düşüp bayılacaklarından korkmuştum. Her neyse. SSCB neredeyse makine düzeninde işleyen Dinamo Kievli oyunculardan oluşmuştur ve kupanın gizli favorisidirler. O zamanlar futbolla yatıp kalkan ağabeyim ise Igor Belanov hastasıdır. Haliyle Dinamo Kiev hakkında da bayağı bilgisi vardır. Sürekli onu dinleyen ben haliyle adamlardan çok etkilenmiştim. Igor Belanov, Protasov, Kuznetsov, Zavarov, Blokhin, Mikhailichenko ve Dassaev dediğimde benim için akan sular dururdu. O zamanın anlatıları mı abartıydı, yoksa ben çocuk olduğum için çok mu abartıyordum bilmiyorum ama Dassaev dediğimde aklıma muazzam bir dev geliyordu. Dünyanın en iyi kalecisi olduğunu söylüyorlardı. Deve gibi de boy vardı. Gruplar maçında Hollanda karşısında bir performansı vardır ki dillere destandır.

57 / GSCIMBOM FANZIN 2011


Ne de olsa başlarında büyük taktisyen ve teknisyen Lobanovski vardı. Bambaşka bir futbol dilini dünyaya getirmişti. Mutlak profesyonellik denen bir olguyu futbolla tanıştırmıştı. Michels ve Cruyff kadar anılmayan bu futbol kurdu, üçgenler ve ön alan baskısı denen bir şeyi getirmişti futbola. Makine tadında bir takım kurmuştu. Zamanın tüm en iyi Rus oyuncuları onun eleğinden geçmişti. Biz futbola odaklanırken, manyak Rus matematikçileri de Lobanovski’nin taktiklerini diferansiyel denklemle açıklama çalışıyordu.

Finale kadar makine gibi oynayan ve güzel futboluyla beni etkileyen SSCB, gruplarda yendiği Hollanda ile finalde karşılaşmıştı. Tam bir yıldızlar çarpışmasıydı. Kalede iki dev vardı. Dassaev ve Van Breukhelen. Van Breukhelen, ismiyle bile beni duvara çarpmış gibi hissettirirdi. Muazzam bir kaleciydi. Tipine bakar, kaledeki duruşuna bakar, bir de ismine bakar ve kaçacak delik arardım. Küçükken bazı şeyler bizleri daha çok etkiliyordu haliyle. Sadece isimleri değil, kendimiz o esnada beden olarak da ufak olduğumuz için kendilerini de televizyondan izlememize rağmen dev gibi görürdük. Final maçı nedense istediğim gibi geçmemişti. SSCB pek dikiş tutturamamış ve Hollanda mükemmel Gullit ve Van Basten golleriyle kupayı almıştı. Bu hiç ama hiç hoşuma gitmemişti. Benim Dassaev’im ve Igor Belanov’um neden yenilmişti? Laboratuvardan çıkmış Robocoplar nasıl olur da lalelere, portakallara yenilirdi. Laleler koklanmak, portakallar yemek için vardı. Ama bu Robocoplar finalde ne koklayabilmiş ne de yiyebilmişlerdi. Olsun! Igor Belanov hala Belanov’du. Beyaz Ayı’ydı. Kutuplarda değil de Kiev’de yaşayan.. Ulan Dassaev! Van Basten’den o golü yemek sana hiç ama hiç yakışmamıştı. Seni dev diye bağrımıza basmıştık halbuki. Futbol bazen ise fena halde ölüme benzer. Kapanışı ise Eduardo Galeano yapsın: “Abdôn Porte, Uruguay’da Nacional takımının formasını, dört yılı aşkın bir süreyle ve iki yüzü aşkın maçta taşıdı. Her zaman alkışlandı, zaman zaman da tezahüratlar yapıldı ona ve bir gün yıldızı söndü. Sonra onu takımdan çıkardılar. Bekledi, dönmek istedi, döndü. Ama çaresi yoktu, kötü talih yakasını bırakmıyordu, insanlar onu ıslıklıyorlardı; savunmada kaplumbağaları bile kaçırıyordu, ataklarda ise etkili olamıyordu. 1918 yazı sonunda, Nacional takımının sahasında Abdôn Porte, kendini öldürdü. Yıldızının parlamış olduğu sahanın ortasında gece yarısı kendine bir kurşun sıktı. Bütün ışıklar sönüktü. Silah sesini de kimse duymadı. Hava aydınlanırken onu buldular. Bir elinde silahı, öbür elinde ise bir mektup vardı.”

58 / GSCIMBOM FANZIN 2011


Yeni Fabregas: Jon Miquel Toral UGUR KARAKULLUKCU

Tarihin en iyi takımı olup olmadığı tartışılan günümüz Barcelonasının temellerinin altyapıdan geldiği malum. Kaleci Valdes’ten kaptan Puyol’a, stoper Pique’den yıldız oğlu yıldız Messi’ye, Xavi’si ve Iniesta’sıyla hakikaten bir rüya takım gibiler. Bu tadına doyum olmayan pastanın üzerinde olmayan kiraz ise bendeniz de dahil olmak üzere birçoklarına göre Arsenal’in 87’li kaptanı Cesc Fabregas’tır. La Masia çıkışlı bir Katalan olan Fabregas, Arsene Wenger tarafından Arsenal’e getirilip işlense de o hâlâ Barcelona’nın çocuğu ve muhtemelen kariyerindeki bir sonraki durak tekrar Katalunya olacak. Peki Fabregas bu yolun son yolcusu mu? Görünüşe göre hayır. Daha önce bordo-mavililerin altyapısında Fran Merida ile Ignasi Miguel’i de Arsenal’e kazandıran Wenger, bu kez en az Cesc Fabregas kadar ses getirmesi beklenen 16 yaşındaki orta saha oyuncusu Jon Miquel Toral Harper’ı 500 bin avro karşılığında transfer etti ve ortalık tekrar karıştı. Barça’nın başkanı Sandro Rossell, transferi, “Biraz ahlak dışı” olarak tanımladı. Wenger ise bir mahalle maçındaymışçasına “Adamın gelmek istiyor” tadında bir cevap verdi. Torel Harper adından da anlaşılacağı üzere anne tarafından İngiliz ve Fransız hocanın dayanak noktası da bu.Anlaşmazlığın esas sebebi ise Arsenal’in İspanya’daki genç oyunculara 17 yaşından önce profesyonel sözleşme imzalamayı yasaklayan kuraldan faydalanarak Katalanları aradan çıkarması. Hatta öyle ki Toral’ın en yakın arkadaşı ve orta sahadaki ekürisi Sergi Samper’e de teklif götürülmüş. Wenger’in Londra’da bir Xavi-Iniesta ikilisi kurma çabası ise Samper’in ret cevabıyla direkten döndük. Şimdilik... Aslına bakılırsa birçok İngiliz kulübü bu madeni keşfetti ve Liverpool, Chelsea ve Manchester City gibi kulüpler altyapılarına İspanyol yetenekleri kazandırmak için büyük çaba sarfediyor. İspanya’daki “Daha 17” kuralı değişmediği sürece de yeni Fabregaslar, Torallar görmeye devam edeceğiz.

Sterling’in eli kulağında İngilizlerin gündemindeki bir başka genç yetenek ise Liverpool’un aralık 94 doğumlu yıldız adayı Raheem Sterling. Federasyon Kupası’nın gençler kategorisinde boy gösteren Sterling’in Southend United’a attığı beş gol epey dikkat çekti. Kenny Dalglish de kayıtsız kalmayıp onu kadroya aldı. Geçen hafta Sparta Prag deplasmanına giden kafilede yer alan genç oyunculardna biriydi. Çok hızlı, muazzam bir sağ ayağı var ve yaptığı gol vuruşlarının tamamını tercih ederek yaptığını size hissettiriyor. Zaten Kırmızılar geçen yıl onu QPR’dan alabilmek için Manchester ekipleri United ile City’yle kapışmak zorunda kalmıştı. Bizim pek alışkın olmadığımız bir kültür genç oyunculara bonservis bedeli ödemek ama yavaş yavaş Türkiye’de de bunun örneklerini görmeye başlayacağız. Çok uzak değil...

59 / GSCIMBOM FANZIN 2011


NBA PANORAMA

BATI Tepeye oynayanlar: Spurs nihayet çift haneli mağlubiyet sayısına ulaştı ve aynı zamanda kötü haberi de aldı:Parker 1 ay civarı yok. Şu saatten sonra zaten bir yerde rölantiye alacaklarını düşünürsek, Parker’ın eksikliğiyle bunu daha dikkatli yapacaklardır. Bu sezon onlar için de çok kritik ve Boston’ın durumuyla benzeşiyorlar:Şu takımın, yüzük için son şansı olabilir. Tim Duncan artık en iyi döneminde değil, Manu belli bir yaşa geldi, ve böyle iyi geçen bir normal sezon. Lakers garip mağlubiyetlere devam ediyor ama bir yandan da bu sürede Batı Finali’ndeki muhtemel rakipleri Oklahoma’yı iki kez yendiler. Birçok kişi tarafından normal sezonda tökezlemeler yaşasalar da Konferans Finali’ne çıkacak iki takımdan biri olarak görülüyorlar. Onlarda da biraz PlayOff öncesini hor gören kafa hakim gibi. Bir yandan da Barnes’ın dönüşü bekleniyor. Ha bir de malum, Kobe All-Star Mvp’si olma hedefini aradan çıkardı. Oklahoma’da yapı ufak değişikliklere uğradı ve potaaltını Play-Off için (Lakers için?) daha kuvvetli hale getirdiler. Perkins bir süre sakat, fakat idare edebilecek gibiler. Perkins-Ibaka-Collison-Mohammed sertlik açısından gayet iyi fakat, yine Lakers uzunları için kısa kalıyorlar. Yine de cesur bir hamle. Öte yandan düzenle ilgili sorunları var ve Play-Off’ta bu tip şeyler büyük sıkıntı yaratır. “Scott Brooks da yılın koçu seçildikten sonra kovulan koçlar arasına katılacak mı?” endişeleri de tüm hızıyla sürmekte. İşleri düzeltiyorlar ve şu anda Spurs’ün arkasından ikinci sıradalar Batı’da. Beaubois’in dönüşü onlar için harika

60 / GSCIMBOM FANZIN 2011

oldu ve kadro daha da derinleşti. Butler’ı bir ara takas etme ihtimalleri vardı ama gerçekleşmedi. “Emektar”Peja’yı kadroya katıp ilk 5’e yerleştirdiler. İlk bakışta Konferans finali ihtimalleri az, fakat hiç olmadığını kimse söyleyemez.

Suns, “büyük takas” sonrası beli doğrultmaya devam ediyor ve onlar da trade deadline öncesi oluşan takas fırtınasına bulaştı. Dragic’i bir draft hakkıyla birlikte vererek Aaron Brooks’u aldılar, bol bol şut atacaktır artık Brooks.

Orta Halliler: Denver’da Melo sonunda gitti ve yeniden yapılanma resmen başladı denebilir. Takas sonrası gelen oyunculardan hangileri sezon sonunda kalır bilinmez, fakat Denver’ın bu büyük takastan karlı ayrıldığı söylenebilir. Ellerinde çok iyi bir kadro var ve işler kesinleştikten ve yeni gelenler takıma alıştıktan sonra daha kesin şeyler söylenebilir.

Utah’ta neler olduğuortada ve bu sezon PlayOff’a dahil olmaları artık çok zor gibi. Hele de Suns “iyileşirken”. Mehmet hala sakat. Dönünce de ne olacağı belli değil. Deron’ın ardından Devin Harris gibi bir oyun kurucuya alışmak, hem zaman hem de galibiyetten yiyecek.

New Orleans da ufaktan takas işlerine bulaştı ve Thornton’ı yollayıp Carl Landry’yi aldı ki benim gözümde çok önemli hamle. Landry’nin ne kadar cevval bir potaaltı oyuncusu olduğu aşikar ve büyük katkı yapacaktır takıma. Geçen sezon Paul’ün yokluğunda parlayan iki gencin de takımdan ayrılması nasıl yorumlanabilir, ilerde anlayacağız. Portland’da Wallace geldikten sonra bir üst seviye zorlanır mı, merak ediliyor. Alridge çok iyi bir sezon geçiriyor, ki All-Star olması gerektiğini savunan çok kişi vardı. Play-Off için mücadele ettikleri çok takım var, ve sezon sonu hakkında bir tahmin yapmak çok güç. Memphis OJ Mayo ve Randolph’u son anda takımda tuttu ve hala iddialılar Play-Off için. Eski oyuncuları Shane Battier’yi zamanında büyük umutlarla beklenen Thabeet ve 2011 ilk tur draft hakkı karşılığı aldılar ve kısa rotasyonu daha da kuvvetli hale geldi.

Yeraltı: Golden State’ten bahsedeceksek eğer, formaları en iyi tercih. Nostalji “kokan” yeni formaları çok güzel. Onun dışında da işte Monta Ellis falan. Aslında eskisi gibi uzunsuz yardırsalar daha iyi sanki. Clippers değil de, “Blake Griffin” diye bu kısma başlamak daha doğru olurdu. AllStar’a da -bir şekilde- damgasını vurdu ve uzun yıllar NBA’in en üst düzey yıldızlarından biri olacağını iyice kafamıza yerleştirdi. Ha tabii, takım böyleysek ne kadar burada kalır, bilinmez. Baron’ın gidişi onları etkileyebilir. Mo Williams nedir yahu? Kings’de takımdan çok, şehir değiştirme meselsi gündemde. Cousins’den umut var. Thornton’ın gelişi hareket getircektir. Clippers’ta olanlar, Wolves için de geçerli. Love’ın ribaund sayıları ve double-double serisi takımdan daha önde, ve bu çok normal. Hala bazılarının çok şey beklediği Anthony Randolph’u aldılar büyük takasta veBrewer’ı yolladılar. Çok da farketmedi gibi.


DOĞU: Tepeye oynayanlar: Doğu’da son duruma bakarsak -”baktığınız zaman”- en yukarda bir üçlü belirmiş durumda. Tabii takımların çapına bakacak olursak, bu daha da geniş belki. O yüzden aslında u ilk grubu belirlemek biraz zor. Ama 4 takım diyebiliriz:Yani Magic, Heat, Bulls ve Celts. Celtics biraz beklenmedik bir hamleyle Perkins’i -ve Nate’i- Oklahoma’ya yollayıp, Krstic ve normalde seneler önce bu formayı giymesi gereken ama sezon öncesi takasta Seattle’a yollanan -Ray Allen’ın alındığı- Green’i aldı. Sezon sonu Perkins’in sözleşmesi bittiği ve gitme ihtimali olduğu için bir yerde bu takası mazur görmek gerek belki ama, potaaltı sertliği açısından birkaç kademe düşüş yaşanacak olması, her şeyi değiştiriyor. O’Neal’ların sürekli sakat olması, Semih’in de Cavs’e yollanması (ki kalsa bile tecrübe eksikliği sıkıntısı olurdu o noktada da) muhtemel bir Magic eşleşmesinde Howard’a, ya da muhtemel bir NBA Finali’nde Gasol-Bynum ikilisine Boston’ın kimle karşı koyacağını sorduruyor insana. Ayrıca sakat Marquis Daniels’ı da Kings’e yolladılar. Bulls’ta işler iyi gidiyor. hamle namına James Johnson’ın yollanması var. Ömer Aşık sayı katkısı olmasa da diğer alanlarda çok büyük oynuyor ve NBA çevrelerinden beğeni topluyor. Böyle devam ederse yeri çok sağlamlaşacak.

daha da yapmış oldu. Arroyo da serbest kaldı. Hala birçok kişi onların “yeterince iyi olmadığını” düşünüyor. Haksız değiller ama, Noel’deki Lakers maçında ben her zaman olmasa da, bazen Heat’in diğer büyüklere karşı direnebileceği, yeterli derecede karşı koyabileceğine dair izler gördüm diyebilirim. Bosh ara sıra saçmalıyor. Magic’te Hido vasat gidiyor en başta. Arenas bol bol çember dövüyor. İşler tamamen Nelson’a kaldığında ise, garantiniz olmuyor. Bir ara Randolph’u almaya yaklaştılar. Bu sezon için Doğu Finali zor gibi gözüküyor. Ama PlayOff’lar işte. Orta Halliler: Atlanta Bibby ile Hinrich’i takas etti ve azıcık da olsa en yukarıyı zorlama çabası içindeler. Ayrıca geçenlerde takımın satılacağı gündeme geldi. New York Melo’ya kavuştu ve bir kademe daha yükseldiler. Kadro derinliği açısından geriye gidiş olsa da, Billups’ın varlığı ve Amare ile Melo’nun skorerliği açıkları kapatacaktır. Jeffries’i de -nedendir bilinmez- yeniden aldılar serbestken. Sixers Play-Off 1. turunda elenecek şekilde yoluna devam ediyor. Ne daha azı, ne daha çoğu. Sadece kime elenecekleri merak konusu. Indiana’da yeni koç Vogel çok haşin bir giriş yaptı Pacers kariyerine. Tam aşağılarında Bobcats var ve tehlikedeler. Onlar da Wallace’ı verdi ve bizler de Jordan’ın yöneticilik kariyerinin ne kadar kötü olduğunu bir kez daha gördük. Güya salaryde yer açmak falan.

Yeraltı: Milwaukee bir sürü elinde top seven adamla birlikte ilerlemeye devam ediyor. Bu sezon için Play-Off zor. Jennings olduğu sürece hepten zor. Ersan bi’şeyler yapmaya çalışıyor işte, bu takımda olabileceği kadar. Pistons’ta koç ile oyuncuların arasının nasıl olduğu şu son olaylar neticesinde iyice belli oldu ve, zaten kör-topal giderlerken, tamamen b.ka sardılar. Nets artık Deron Williams’a sahip. Ama ne kadar süre için? Gerçekten orada olacak mı önümüzdeki sezon da? Eğer kalırsa, alt sıralardan da olsa Play-Off gelebilir seneye. Kris Humphries belli sebeplerden iyi oynuyor. Zaten Vujacic falan da var. Raptors Bargnani’yi 5 numarada denemeye devam ederek, NBA tarihine geçecek bir inat sergiliyor. Onun haricinde DeRozan’a bol bol atacak top kalıyor. Aynısı Wizards için de geçerli Wall’a sıkıntı olmasın diye takasta gelen Bibby’yi serbest bıraktılar. Takım çok garip bir görünümde. Rashard filan. Cavs seriyi sonlandırdıktan sonra artık daha önemli Türk NBAseverler için. Semih’in daha fazla süre alması bekleniyor. Jamison’ın sakatlığı, yeni ve uzunca bir mağlubiyet serisinin daha CEM DOGAN habercisi olabilir.

Heat Wizards’ın anlaşıp serbest bıraktığı Bibby’yi kaptı ve bir veteran hamlesi

61 / GSCIMBOM FANZIN 2011


Üyelerimizden Reyhan Türkgeldi Galatasaray kulübünün “Korsana Hayır” projesine katkıda bulanarak resmini gönderdi ve 614 oy ile 4. olarak Galatasaray T-shirt’ü kazandı. Kendisini tebrik ediyor ve sonuçlardan sonra yaptığınız ufak söyleşiyi ekliyoruz. Merhaba Reyhan, öncelikle tebrik ederiz. Fotoğraftan bahseder misin biraz bize? Teşekkürler. Her anım Galatasaray’la geçer, elime fotoğraf makinamı alırım ve Galatasaray’la ilgili resim çekerim. Yarışmayı görünce tam fotoğraf makinasını alıp işe koyuluyordum ki bu resim geldi aklıma ve yolladım. Formaların hikayeleri nedir peki? Turuncu forma arkadaşlarımın bana doğum günü hediyesi, ayrıca ilk formam. Parçalıyı Sami Yende izlediğim ilk maçtan önce aldım. Aslan formayı ise bu yaz aldım, Sami Yen’i dışardan da olsa son kez gördüğüm gün. Yani bütün formaların ayrı bir önemi var benim için. Tekrar tebrikler, t-shirt’ün eline geçtiğinde fotoğrafını bekliyoruz. Elbette, teşekkürler. 62 / GSCIMBOM FANZIN 2011


“Korsana Karşı Sen De Kükre!” Yarışmasında Kazananlar Belirlendi Taraftarlarımızın orijinal GS Store ürünleri ile çektirip gönderdikleri fotoğraflar arasında, Galatasaray Facebook sayfasında gerçekleştirilen yarışmada en çok oyu alan ve ödül kazanan fotoğraflar taraftarlarımızın oylarıyla belirlendi. Yarışmayı Cavit Acar adlı taraftarımız 1.342 oyla birinci sırada tamamladı. Kendisini tebrik ediyoruz. Ödül kazanan taraftarlarımız; 1- Cavit Acar, 1.342 oy Büyük boy Ali Sami Yen maketi + Galatasaray tişörtü kazandı. 2- Yeşim Çetin, 961 oy Galatasaray Futbol A Takımı kamp eşofmanı kazandı. 3- Cenkut Gürdal, 874 oy Küçük boy Ali Sami Yen maketi kazandı. 4- Reyhan Türkgeldi, 614 oy Galatasaray tişörtü kazandı. 5- İlker Aksoy, 603 oy Galatasaray cep telefonu aksesuarı kazandı. Kazanan taraftarlarımıza mail yoluyla ulaşılacak ve adreslerine hediyeleri postalanacaktır. http://www.galatasaray.org/gspazarlama/haber/9436.php

63 / GSCIMBOM FANZIN 2011


GSCimbom HALI SAHA 13 Şubat Pazar günü GSCimbom’un geleneksel 10. Halı saha maçı Bostancı sahilde yapıldı. Büyüklerimizden eksikler olsa da karma bir jenerasyonla keyifli vakit geçirdik. B takım A takımı 15-6 yenmeyi başardı. Gelen tüm üyelerimize teşekkür eder, bir sonraki organizasyonda yeni üyelerimizin katılımlarını bekleriz. A takım: Murat Durgun, Semih Yüksel, Semih Çavuşlar, Muhammet Gülhan, İnan Yılmaz, Okan Çelik, Çetin Kaya, Efehan Yıldız B takım: Semih Akpınar - Çağlar İpekli, Namık Zengin, Ahmet Gülen, Erhan Karkucak, Salih Erdoğan, Tamer İpekgül, Berke Atmaca

64 / GSCIMBOM FANZIN 2011


65 / GSCIMBOM FANZIN 2011


http://www.elsaleh.org/ Bu yıl 5.sini düzenlediğimiz GELENEKSEL MURAT ELSALEH FOTOĞRAF YARIŞMASI başladı. Çoğunuz onu “Foto Murat” olarak tanıyorsunuz. Belki de hiç tanımadığınız sadece ismini duyduğunuz, resmini gördüğünüz biri. Peki, kimdir Murat? ultrAslan-UNI’nin kurucularından olan Murat, uzun süre ultrAslan ve ultrAslanUNI için fotoğraflar çeken ve internet üzerindeki fotoğraf arşivi oluşumunun başlamasında başrol oynamış bir tribün emekçisidir. 7 yıl önce 6 Nisan’da yaşattığı acı onunla ilgili tek kötü hatıramızdı. Ve bizler 5 yıl önce kardeşimizi yaşadığımız acıyla değil, sevdalarıyla anmaya ve yaşatmaya karar verdik. İşte bu yarışma, bu fikir ile ortaya çıkmış ve Galatasaray ile fotoğrafı ortak bir paydada buluşturmuştur. Galatasaray Tribünü’nün artık gelenekselleşmiş yarışması için şimdi fotoğraf çekme sırası sizde ! Son üç senedir olduğu gibi bu sene de, yarışma 2 kategoride olacaktır. 1. Kategori : “Galatasaray ve Sarı-Kırmızı” temasındaki fotoğraflar değerlendirmeye alınacak dereceye giren ilk 10 fotoğraf http://www.elsaleh.org adresinde oylamaya açılacaktır. 2. Kategori: Tribün ve spor konulu her renkten fotoğrafın katılabileceği bu kategoride katılımcılar Alpaslan Dikmen Özel Ödülü için yarışacaklardır. Çektiğiniz resimleri adınız, soyadınız, irtibat numaranız ve çektiğiniz resmi anlatan bir cümle ile beraber yarisma@ elsaleh.org mail adresine gönderiniz. Yarışmanın katılım kuralları: 1- Her katılımcı bu yarışmaya 1 (bir) adet fotoğraf ile iştirak edebilecektir. 2- Katılımcıların resimleri e-mail yolu ile yarisma@elsaleh.org mail adresine göndermesi gerekmektedir. Farklı yollarla ulaştırılan ve farklı mail adreslerine gönderilen fotoğraflar dikkate alınmayacaktır. 3- Eleme iki etaptan oluşmaktadır: i. İlk olarak tüm resimler oluşturulan jüri tarafından ön elemeye tabi tutulacaktır. ii. Finale kalan 10 fotoğraf http://www.elsaleh.org’da oylamaya sunulacaktır. 4- Oylama 28 Mart 2011 tarihinde başlayacak ve 3 Nisan 2011 gecesi 00:00’da sona erecektir. 6- Yarışma sonucu ödül töreninde açıklanacaktır. 7- Ödül töreni yeri ve tarihi önümüzdeki günlerde bildirilecektir. V.GELENEKSEL MURAT ELSALEH FOTOĞRAF YARIŞMASI ÖDÜLLERİ 1. ALİ SAMİ YEN STADI Güney Tribün 1. kat kombinesi 2. Forma, atkı ve bereden oluşan Galatasaray Store hediye paketi 3. 1 yıllık GALATASARAY Dergisi aboneliği Alpaslan Dikmen özel ödülü: 100 TL değerinde tekno market hediye çeki

66 / GSCIMBOM FANZIN 2011


Hayatınızın bir köşesinde Galatasaray. Dolabınızın gözünde. Yatağınızın başucunda. Peki sizin için ne anlam ifade ediyor hiç düşündünüz mü? Galatasaray hayatınızın neresinde? Yazdıklarınızı bize gönderin. Galatasaray’ı. Kendinizi. Konu sınırımız yok. GSCimbom Fanzin ekranında yazılarınız yayınlansın! Bize ulaşabileceğiniz mail adresleri: medyakurulu@gscimbom.com muhammetgulhan@gscimbom.com



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.