GSCIMBOM FANZIN 44. SAYI

Page 1


GSCİMBOM GÜNDEMİ Nisan ve Mayıs aylarını kapsayan gündemimiz aşağıdaki gibi gelişmiştir. Galatasaray Forumları Projesi GSCimbom olarak geçtiğimiz aysonunda önemli bir farklılığa imza attık ve geliştirdiğimiz “Galatasaray Forumları Projesi” ni açıkladık ve bu duyuruyu belirlediğimiz belli başlı Galatasaray Forumları ve üyelerimizle paylaştık. Projenin detayları, gerekçelerimizi ve hedeflediğimiz faydaları forumda ve Fanzinimizin bu sayısında bulabilirsiniz. Yaklaşık 1,5 yıldır tasarladığımız düşüncelerimize aldığımız pozitif geribildirimler, doğru yolda olduğumuzun göstergesidir. Bundan sonra, destek veren forumlarla önemli işbirliği içerisinde olup, ortak çıkan “daha gür” bir sesle Galatasarayımızı destekleyecek ve haklarını savunacağız. Bu ortak sinerjinin faydalarını önümüzdeki dönemde Galatasaray Forumları ve Galatasaray olarak göreceğimizi düşünüyoruz. Abdullah TAŞAN GSCimbom.com Admin

Bu atılan birliktelik adımı, yakın gelecekte farklı sinerjiler ortaya koymaya oldukça açıktır. Daha önceden belirttiğimiz gibi, üyelerimizi heyecanlandıran her türlü öneri, tarafımızdan desteklenecektir. GSCimbom ve Alexa Alexa bir internet rank ölçüm kuruluşu olup, sitelerin trafiği ve popülerliği hakkında istatistiki veriler sağlamaktadır. 2009 sonlarında oldukça iyi yerlerde olduğumuz bu listede, artan hitlerimize rağmen, geçtiğimiz yıl düşüş yaşamıştık. Dolayısıyla bu yıl yeniden yükselişe geçme zamanımızın geldiğini düşünerek gerekli düzenlemeleri yaptık ve üyelerimizden bu konuda destek talep ettik. Elde edilmeye başlanan sonuçlar, bizi tekrar ait olduğumuz yerlere taşıyacak gibi görünmektedir. Bu yazı yazılırken, GSCimbom, birçok bilinir markayı geride bırakarak, Türkiye ‘nin en popüler 845nci sitesi konumunda idi. Hedefimizin ilk 500 olduğunu belirterek, bu vesileyle destekleyen tüm üyelerimize teşekkür ederiz. Bu konuda belirtmek istediğim bir detay da, üyelerimizin yüklediği Alexa toolbar ‘ın, üyelerimizin onurlandırdığı, başta Galatasaray.org olmak üzere tüm sitelere de pozitif katkı sağladığıdır. Başkanlık Seçimi Galatasaray 14 Mayıs tarihinde yeni başkan ve yönetim kurulunu seçecektir. Yeni yönetimimize, özlediğimiz başarıları bizlere yeniden yaşattırmak ve marka değerimizi yeniden yükseltmek adına önemli görevler düşmektedir. Biz de GSCimbom olarak beyaz bir sayfa açıp, elimizden geldiğince bu sürece katkı sağlamaya çalışacağız. Seçilecek aday kim olursa olsun, Galatasarayımıza hayırlı olmasını temenni ediyoruz. GSCimbom olarak, böylesi önemli bir konuyu, forumda detaylarıyla irdeleyebilmek için, üyelerimize herşeyi tartışabilecekleri özel bir alt forum açtık. Şu ana dek 120 yakın konu ve 15.000 mesajla üyelerimiz gereken her detayı irdeleyebilmekteler. Yenilikler Futbol takımımızın yeniden yapılanmasını umduğumuz bu transfer sezonu için siz üyelerimize bir de sürprizimiz var. Transfer TV çok yakında GSCimbom.com ‘da olacak. Galatasaray ‘ın ilgilendiği yada transfer ettiği her oyuncu hakkında detaylı analiz ve videolar GSCimbom.com ‘da olacak. Galatasaray’ı takip etmek için, bizimle olmaya devam edin.

2 / GSCIMBOM FANZIN 2011



İÇİNDEKİLER

10 EMRE TİLEV

Doğan Medya Spikeri ile keyifli bir söyleşi

38 BÜLENT TİMURLENK

1 Haftalık İspanya ziyaretinin üzerine keyifli bir sohbet

54 BÜLENT KORKMAZ

KKTC’de bahar şenlikleri nedeniyle bulunan Bülent Korkmaz’ı hazır bulmuşken sorular soralım dedik

4 / GSCIMBOM FANZIN 2011


> 16

BORUSSIA DORTMUND

Almanya’da küllerinden doğarak 2010-11 sezonunu şampiyon tamamlayan bir lokomatif

> 20

JAVIER HERNANDEZ

İngiltere’de yeni bir Solskjaer olmaya hazırlanan çocuk

> 25

ARDA TURAN Aşırı sevmenin hastalıklı ruh hali

> 32

ALTYAPI

Dünya futbolunda makineleşmiş alt yapıların hikayesi

> 48

STSL

Şampiyonluk yolunda günahlar ve gönüller

> 49

SCOUTING

Futbolun geleceği scout altında

> 50

BEVEREN TATİLCİLERİ 96-2000 yıllarında Galatasaray’a transfer olmuş 3 futbolcunun hikayesi

> 52

GALATASARAY Futbol’da 101

> 60

SERİA ÇİZGİSİ İtalya’da 201011 sezonunda neler oluyor?

> 66

EL CLASICO

4 maçın sonunda kazanan takım

> 68

GALATASARAY CAFE CROWN Oktay Mahmuti’nin Galatasaray’ı bu sezon neler yapıyor?

> 71

GALATASARAY MEDICAL PARK Alba Torrens Galatasaray’da. Analiz, artılar ve eksiler

> 72

NBA

NBA ve yıldız sistemi

5 / GSCIMBOM FANZIN 2011


GSCIMBOM FANZIN

ali sami yen kapalısı, hayatın tam ortası GSCimbom MEDYA KURULU Muhammet GÜLHAN | GSCimbom Medya Kurulu Koordinatörü | muhammetgulhan@gscimbom.com Sertaç Murat KILIÇ | GSCimbom Medya Kurulu Yardımcı Koordinatörü Cem KILIÇ | GSCimbom Medya Kurulu Grafikeri Yayın Issuu | http://www.issuu.com Organizasyon: GSCimbom | http://www.gscimbom.com Yapım / Görevler Tasarım – Planlama | Muhammet GÜLHAN Yazı Editörü | Sertaç Murat KILIÇ Grafiker | Cem KILIÇ Destek Goal.com Türkiye Subesi | http://www.goal.com/tr GSCimbom | http://www.gscimbom.com Iletisim E-Mail | medyakurulu@gscimbom.com Twitter | http://twitter.com/gscimbom_fanzin Katkılarından dolayı tüm yazarlarımıza tesekkürlerimizi sunarız. © Copyright GSCimbom Medya Kurulu 2011 | Tüm hakları saklıdır. | All rights reserved. GSCimbom ve GSCimbom Fanzin hakkında

GSCimbom.com 2006 yılında kurulmuş bir Galatasaray taraftar forumudur. Amaç, tüm Galatasaraylıların fikirlerini belirtebileceği, birlikte organizasyonlara katılabileceği, mutlu bir aile ortamı oluşumudur. Forum, 2008 yılında el değiştirerek baştan kurulmuştur ve şimdilerde eski hüviyetini tekrar kazanmıştır. Bugün, 10 bine yakın üyesi ve ziyaretçileriyle, resmi Alexa değerlerine göre en çok takip edilen Galatasaray forumları arasındandır.

BİLGİ

GSCimbom Fanzin, GSCimbom.com medya kurulu tarafından çıkarılan bir e-dergidir. Fanzin’in tarihçesinde, çıkarılan sayılar belirsiz dönemlerde yayınlanmış ve tema, foruma yönelik işlenmiştir. 2010 yılının ilk aylarında Medya Kurulu el değiştirerek GSCimbom Fanzin’e farklı bir kimlik kazandırmıştır. GSCimbom Fanzin’in vizyonu, yine Galatasaray temalı olmasına rağmen artık her renkten taraftara hitap etmeye başlamış ve bir futbol dergisi haline gelmiştir. Amaç, gönül verilen renkler uğruna fikirler yazmak, futbol tarihini irdelemek, günümüz futbol litaratürünü yakalamak ve her renkten futbolseverin bunları okumasını sağlamaktır.



Bu ağaçlar güzel kuşlar, yürüyelim arkadaşlar 20 Nisan 2000. Aradan 11 yıl geçti. Allan Road’dan bir aslan geçti. Finali pençe attı. Türk Futbol tarihinin kazanılan en büyük başarılarından biri olan bu yolda, Galatasaray 20 Nisan 2000 günü Copenhag’a gidiş biletini aldı. İnanılmaz gergin bir atmosferde, Hagi’nin usta pasları ve Hakan Şükür’ün krallığı ile Galatasaray, kahvehanelerdeki, ekran başındaki milyonlarca insanı sevince boğarak finale yürüdü



Yüz Yüze EMRE TİLEV

Emre Tilev (d. 16 Nisan 1971, Ankara) Kanal D televizyonu spor spikeri ve editörü, gıda mühendisi.

Doğan Medya Center’a vardıktan sonra girişte bir adam bekliyor bizi. Emre Tilev. Hoşgeldiniz diyerek selamlıyor kapıda. İçeri davet edip ne içersiniz diye soruyor. Röportaja “sesiniz televizyondaki gibiymiş Emre bey” esprisini patlatarak giriyoruz… Röportaj: Muhammet GÜLHAN GSCimbom Fanzin 2011

Bulunduğunuz konuma nasıl ulaştınız? Spikerlik hayatınıza geçiş nasıl oldu? 1991 yılında operasyon geçirdikten sonra 1992 yılında Türkiye’de ilk yerel televizyonlar kurulduğu dönemde okula bir yıl ara verdim. Bu dönemde yeni televizyonlar kuruluyordu. RTÜK oluşmamıştı ve yayın hakları TRT’ye aitti. O televizyonlarda küçük çaplı başlangıç gerçekleştirdim. Ardından kanallar kapanınca benim yönlendirmelerim oldu. Daha sonra Samsun’a git, şunu yap, bunu yap diyenlere yanıtlarım oldu. Ve

10 / GSCIMBOM FANZIN 2011

yeniden açıldıklarında 92 yılının sonunda Samsun’da yerel bir kanalda başladım. Başlangıçta radyo işindeydiniz sanırım? Evet, Bafra FM ile başladım. Sonra Gözde FM ve Gözde TV’de çalıştım. Gözde TV’den sonra Samsun’da STV’deydim. Oradan Karadeniz’de Kap TV’de çalıştım. 1994 yılında Show TV’ye geldim. Bu şekilde başladık. Cine5’teki döneminiz? 1994’de Show TV’de başlayan süreç Cine5 ile devam etti çünkü Cine5’i biz kurduk. 2004 yılına kadar Cine5’te çalıştım. Çalıştığınız dönemde yayın hakları sizdeydi. Burada maç anlatımlarınız oldu mu? O dönem maçların sadece küçük özetlerini anlatıyordum. Öyle büyük maçlar denk gelmiyordu. 1997 yılında SüperSpor’u kurduktan sonra değişimler oldu. Aynı ekip içinde

bir kurulumdu. İngiltere, Hollanda, Almanya, İtalya liglerini aldık. Orada bol bol maç anlatıyordum çünkü günde 5 maç anlatmak zorunda olduğumuz günler vardı. Yeterli spikerimiz yoktu. O arada Ercan ağabey (Ercan Taner) Anadolu maçlarını yazmaya başladı. Gaziantepspor, Kayserispor gibi. Ama şimdiki gibi değil, 5 dakikalık özetler şeklindeydi. Daha sonra Trabzonspor maçlarını anlatmaya başladım. Bu arada radyo yayınlarım başladı. Show Radyo’da da anlatımlarımı sürdürdüm. Doğan Medya’ya geçişiniz nasıl oldu? 1 Temmuz 2006’da Doğan Medya’ya geçtim. Kanal 1 ile Dünya Kupası’nın organizasyonunu yaparken teklif aldım. Daha önce İlker beyle (İlker Yasin) çalışmıştım. Kendisini yakinen tanıyordum. Geldiğim ekipten Gökhan Telkenar spor müdürüydü. O dönemde Gökhan Telkenar ile uçakta bir sohbet olmuş “Emre’yi senden alacağım” diye. Gökhan


Yüz Yüze EMRE TİLEV

Telkenar da “Dünya Kupası’nı bitirelim, ben Emre’yi kendi ellerimle getireceğim” demiş. Dünya Kupası bitimine 3-4 gün kala buraya geldim. Hatta Dünya Kupası’nda yarı final oynanırken ben Kayserispor maçını anlattım. Anlatırken sizi etkileyen bir maç oldu mu? Ama bunu sorarken şunu söylemeliyim: Bir Galatasaraylıya Emre Tilev dediğinizde akla Bordeaux maçında yapmış olduğumuz o kombinasyon gelir. Tabii, her takım taraftarının özdeşleştiği bir yapı var. Galatasaraylıya sorduğunuzda Bordeaux maçı akla gelir, Fenerbahçeliye sorduğunuzda Inter ya da Chelsea maçı gelir. Sevilla maçındaki anlatımda çok iyi! O maçı ben radyoda anlatmıştım. Doğru, internette bir video izlemiştim. O maçtaki radyo anlatımınız ile görüntüler birleşleştirilerek sanal ortama koyulmuş. Çok iyi işti. Evet, bizim arkadaşlarımızda çekimdeydi. Bunun dışında Beşiktaşlıya sorsanız Liverpool maçı der. Hepsi çok keyifliydi. A, B, C sınıfı diye değerlendirme yapmam zor. Peki, bu noktaya gelişinizde destekçileriniz kimdi? Ben. Kendim. İnsanın kendisi kendisine destek olur. Ailem spiker olmamı istemiyordu. Gıda mühendisi olmamı istiyorlardı. Bu, kendi tercih ettiğiniz meslek miydi? Evet, gıda mühendisliği okudum fakat bunu istiyordum. Ailede eczacılık oku diyen de vardı ama ben gıda mühendisliği okudum. Medyada buna benzer çok hikayeler var sanırım? Evet, doğru. Çok fazla.

Futbola girelim artık. Bu yıl Galatasaray hakkında ne düşünüyorsunuz? Galatasaray’ı bu yıl başarılı bulmak mümkün değil, sorunları var. Özellikle yönetimsel anlamda. Takımsal sorunlar, yönetimsel sorunlar yüzünden yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Artık her şey yönetimsel sorun olarak karşımıza çıkıyor. Takım da bundan ciddi anlamda etkileniyor. Şimdi bu yıl Fenerbahçe 150 milyon $’a kurulmuş, eğer 150 milyon $’ınız varsa bütün takımı silip yeniden kurabilirsiniz. Galatasaray’da da bu olmadığından bütün takımı silelim, yeniden kuralım gibi laflar çok klişe. Bu yüzden Galatasaray’ın Galatasaray varlığını gözden geçirmesi gerekiyor.

Galatasaray’ın bu durumu sizi de etkiliyordur muhtemelen. Mesela Galatasaray yeni sezonda Avrupa liglerinde oynayamayacak... Aslında sadece Galatasaray değil buna Fenerbahçe de, Beşiktaş da, Trabzonspor da, hatta Bursaspor, Gaziantepspor gibi takımlar da dahil. Her takımın kendi içinde bir seyirci potansiyeli var. Ama bu dört büyük olarak adlandırılan grup sistemin içinde dahil olmadıklarında biz ciddi problemler yaşıyoruz. Geçtiğimiz yıl Anadolu’dan bir şampiyon çıktı. Bundan sonrası için umutlu musunuz? Anadolu’dan şampiyon çıktı, çıkmaya da devam etmeli! Bugün sadece şampiyondan bahsediyoruz. Anadolu’dan

11 / GSCIMBOM FANZIN 2011


RÖPORTAJ - GSCİMBOM FANZIN

şampiyon çıkması yetmiyor. Trabzonspor da yaptı bunu fakat kendilerini kısıtlamamalılar. Bursaspor Şampiyonlar Ligi’nde dağıldı. Bunun ceremesini kim çekti? Ben çektim, siz çektiniz, diğerleri çekti. Beşiktaş’da da benzer durum söz konusu. Alt tarafta bizi ciddi anlamda zorlayan bir Yunanistan var. Avrupa kupalarına daha az takımla gitme durumu söz konusu. Bu yüzden ciddi bir defekt oluşturduğunu düşünüyorum.

göz ardı etmemek lazım. Guardiola’nın oyun sistemini çok iyi çözen bir adam. Yani çok çekişmeli maçlar olacak, bir şey söylemek güç olur.

Bu yıl Trabzonspor – Fenerbahçe arasındaki şampiyonluk yarışı nasıl gidiyor sizce? Kim avantajlı? Daha fazla takım olmalı. Daha fazla takım, daha fazla heyecan, daha fazla mücadele anlamına geliyor. Ben bütün takımların birbirine rakip olabilecek kapasitede olmasını istiyorum. Geçen haftaya kadar Trabzonspor daha şanslı diyordum fakat şimdi Fenerbahçe bir adım önde.

Kupadaki finali nasıl değerlendiriyorsunuz? Real Madrid ilk yarıda oldukça iyiydi fakat ikinci yarı Barcelona oyunu domine etmeyi başardı… 90 dakikalık, 120 dakikalık karşılaşmaların üst düzey maçlar olmasını beklemem, mesela Dünya Kupası maçlarına bakın, pek tad veren maçlar olmuyor. Kaybeden her şeyini kaybedecektir. 2010 Dünya Kupası’nda oynanan Hollanda – İspanya maçını da bu şekilde tahmin ediyordum, öyle oldu…

Trabzonspor takımı için “tecrübesiz” yorumları yapılıyor. Bu belirleyici olur mu? Trabzonspor’un golcüleri Umut, Jaja ve Burak. Jaja ve Umut’un gol sayıları ortada, Burak’ın gol sayısı ortada. Yük ona binerse sorun olabilir. Fenerbahçe’de bu şekilde değil. Niang var, Semih var, Alex var. Bu yüzden Fenerbahçe geniş kadrosuyla daha avantajlı görünüyor. Şenol Güneş’in elindeki hamur ortada. Ya çeşitli börek yapacak ya da tek bir çeşit börek yapacak. Şampiyonlar Ligi’nde kimi önde görüyorsunuz? Finalde Real Madrid – Barcelona eşleşmesinin olmasını çok dilerdim. Schalke – Manchester eşleşmesinden enterasan bir sonuç gelebilir. Barcelona’nın kupadaki efeksizliğini Şampiyonlar Ligi’nde sileceğini düşünüyorum. Ama Jose Mourinho faktörü var, bunu

12 / GSCIMBOM FANZIN 2011

İzledikleriniz arasında sizi en çok etkileyen takım kimdi? Kulüp anlamında soruyorum bu soruyu… Barcelona’nın son 5 yıla damgasını vurduğunu söyleyebilirim. Onun dışında 96/97’de kalesini David Seamon’un koruduğu Adamslı, Vieralı, Bergamplı bir Arsenal kadrosu vardı, o muhteşem bir kadroydu. Newcastle’da Alan Shearer’ın olduğu dönem mükemmel bir kadro vardı. Shearer Blackburn’deyken takım muhteşemdi. Çok iyi bir kadro vardı. Chelsea’nin Zola dönemindeki kadrosunu beğeniyordum. Ama şuanda kesinlikle Barcelona çünkü bir maçta 600’ün üzerinde pas yapıyorlar!

Şampiyonlar Ligi’nde önceki dönemlerde daha fazla büyük takımların namı konuşuluyordu. Bunun nedeni çok iyi futbolculara sahip olmaları ve maddi düzeylerinin çok iyi olmasıydı. Şimdi baktığımızda Şampiyonlar Ligi’nde sürpriz takımlar görebiliyoruz, artık karşı koyabiliyorlar. Shaktar bunlardan biri. Guardiola “onlar karşılaştığım en iyi rakip” dedi 5 attıkları maçtan sonra. Sizce bu iyi birşey mi? Elbette iyi bir şey. Futbolun içine ne kadar fazla öge girerse o kadar mantıklı bir süreç işliyor. Bunu Uefa’nın düzenine bağlayabiliriz. 54 ülkeden takım katılıyor Şampiyonlar Ligi’ne. Farklı düzeyde takımlar ön elemede birbiriyle eşleşebiliyor. Platini bunları değiştirdi. Şampiyonlar Ligi farklı bir role büründü. Bu yüzden Şampiyonlar Lig’nde şampiyonların oynaması gerektiğini sergileyen anlayış kendini belli ediyor. Ve şampiyon olan takımlar da buna göre hamleler yapıyorlar. Ama bahsettiğimiz ülkelerin geçmişte de kaliteli takımları vardı, Gorbaçov döneminde ciddi bir bölünme yaşandı. Şimdi Ukrayna, Çekoslovakya gibi ülkeler yeni yeni kendilerine geliyorlar. Çekoslovakya diyoruz, adamlar 15 yıl önce bağımsızlıklarını ilan ettiler. 15 yılda yeni bir yapı yaratıyorlar. Ve bundan yeni zenginler türedi. Aradaki fark da kapanıyor aslında… Doğru, çünkü yatırım yapıyorlar. Mesela Shaktar’a bakın, Lucescu’yu getirdikleri dönem 2004 yılı. O tarihten beri o takımı Lucescu çalıştırıyor. Lucescu o takım ile belli bir dönemden sonra takımdaki hüviyetini oturtmaya başlıyor.


RÖPORTAJ - GSCİMBOM FANZIN

İstikrarı da katabiliriz buna değil mi? Tabii, geçen Uğur abi Rangers’ta maça gitmişti, bize bahsediyordu. ‘Stadda tavana baktım bir sürü resim var!’ Kim bunlar diye sormuş. ‘Kulübün başkanları’ diye yanıt almış. 150 yıla yakın geçmişleri var, 5 ya da 10 tane resim var orada. Bizde bir başkan 30 yıl görevde kalır diye de eklemişler. Yani Türkiye’deki gibi değil. Türkiye’de tavana bunu yapmaya kalksanız, mümkün değil çünkü yer kalmaz!

Peki, iş adamları ile futbol arasındaki bağlantıyı nasıl değerlendiriyorsunuz? Futbol ciddi bir ekonomi haline dönüştü. Futbolu artık dernekler ya da sevgi mantığıyla yönetmek pek akılcı gelmiyor bana. İş adamları yönetmeli. Neden peki? Çünkü Futbol Federasyonu’nun bugün bütçesi 1 milyar $’a yaklaşıyor. Şimdi böyle bir bütçeye sahip kurumu kimin yönetmesini bekliyorsunuz? Sizce futbol önceden daha basit bir oyundu değil miydi? Amatör ruh daha fazla ön plandaydı sanki… Yani, elbette öyleydi fakat şimdi her şey değişti. Kullandığımız telefonlar, internet… Teknoloji ilerledi. İnsanlar daha kaliteli yayınlar istiyorlar. Bunların hepsi için yatırım yapmanız gerekiyor. Bu yatırımın bir şekilde kaynağa dönüşmesi gerekiyor. Kaynağın ise tek çıkış yolu var futbolda: reklam, sponsorluk ve yayın hakları gelirleri. Bugün 35 milyon dolara yakın para aldı Bursaspor. Şampiyonlar Ligi’nde 15 milyon dolar kazandılar. Türkiye’nin en büyük futbolcusu Arda 10 milyonu peşin, 5 milyon taksit teklifiyle Atletico Madrid tarafından

isteniyor. Biz 55, 65 milyonlardan bahsediyoruz Bursaspor için. Futbolda piyasanın yukarı çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? İki yaz önce Ronaldo’ya ödenen meblağ yüzünden fiyatlar oldukça kabardı. Bugün Hulk’u almaya kalktığınızda büyük bir serveti gözden çıkarmanız gerekiyor, öyle değil mi? Çok ütopik, rakamlar bu kadar yükselmemeli. Eğer yükselirse istemediğiniz sonuçlarla karşı karşıya kalırsınız. Bugün Beckham, Ronaldo veya Messi’nin kazandığı ücretlerle hemen hemen eşit seviyeye düşüyorsunuz. Bu adamlar bu ücretleri tam olarak bir takımdan almıyorlar. Yani Ronaldo Real Madrid’e geldiğinde “Ben sana 50 milyon dolar ödeyeceğim, senin adına satılan formalardan %2 pay ödeyeceğim ama senin anlaşmalarından da %20’lik bir pay alırım.” diyorlar. Ronaldo şimdi kazanıyor ama kazanırken %50’lik payı kulübe veriyor. Bunlarla birlikte kulüp ödediği 50 milyonun 45’ini bu yolla çıkarıyor. Sonuçta Ronaldo bunu sahada da kazandırdığı performansla ödüyor. Fakat Türkiye’de bu şekilde değil. Bugün Eskişehir’den Cesar diye bir adam çıkıyor, ücreti ne kadar? 10 milyon €! Mesela Stancu? Doğru, mesela Stancu 5 milyon €’luk oyuncu mu? Ben şuna inanıyorum, bu 5 milyon sadece onun için gitmiyor, burada birileri para götürüyor. Menajerler? Büyük ihtimalle, artık ben adını koymak istemiyorum. Yönetimsel anlamda kulüplerin ve üyelerin daha dikkatli olması gerekiyor. SPK ile denetleniyorsun sen. O zaman ben SPK ile denetlenmiyorsam Türkiye’de akıl almaz transferler yapan takımlara hesap sormalıyım. Bunu sormalı insanlar.

Son dönemdeki menajer olayları ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Bu ciddi bir skandal. Bu skandalı TFF çok ciddi bir şekilde ortaya çıkardı. Çünkü baktığınızda dünyanın pek çok yerine sınavlar yapılıyor. Bunları denetlemek zor. Sorulara verilen yanıtlardan çıkarılmış sonuçlar bunlar. Bugün yine baktığınızda Türkiye’de yes ve no kelimelerinin anlamını bilmeyen adamların menajer olduklarını gördüm. Ya da iki futbolcu tanıyıp, ondan sonra lisans alan insanlar var. İnsanların menajerlik kavramlarını ciddiye almaları gerekiyor. Neden? En iyi örnek Sercan. Onunla masaya bile oturmadılar. Avrupa’da futbolcu masaya oturmuyor. Bizde ise anası oturuyor, babası oturuyor, eniştesi oturuyor, babaannesi oturuyor. Böyle bir şey olabilir mi? Biz profesyonel olmak zorundayız. Bu noktayı ileriye taşımalıyız. Bir takımın kriterleri olması çok önemli, değil mi? Örneğin maaş seviyeleri… Bu NBA’de var. Ben Lebron’u 100’e istiyorum gibi bir şey söyleyemezsiniz çünkü Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Onlar pazarın gelebileceği noktayı ortaya çıkarmış. Futbolda böyle değil, fiyatlar istediği gibi yükselebiliyor. Peki sonu ne olacak bunun? Bu, futbolu kirleten bir yaklaşım. NBA bunu çözmüş. Barcelona’ya bakın, 11’in 7,8 oyuncusu altyapılarından oluşuyor. Onlar stadın hemen yanındaki La Masia’da yeşeriyor. Kulübün felsefesini kapıyorlar. Beklentileri ona göre karşılıyorlar. Biz Arda’yı kaptan olarak sevebildik mi? Ya da Rooney veya Ronaldo’yu İspanya’da? Onlar bu kültürü kaptıkları için herkesten farklılar. Başarılı oluyorlar, daha da olacaklar. Arda’nın video görüntüleriyle ilgili ne düşünüyorsunuz? Bence skandal. Bu şuna benziyor, ben dışarıda medyatik bir adamım. Beni çocuğumla parkta oynarken çekebilirsiniz. Beni

13 / GSCIMBOM FANZIN 2011


RÖPORTAJ - GSCİMBOM FANZIN

evimin bahçesinde çekebilirsiniz. Ama beni çocuğumla oynarken, eşimle samimiyken çekerseniz orada sorun vardır. Yani biri demiş ki gel Galatasaray’ın soyunma odasını gör. Bu alçaklıktır, adiliktir. Burada en büyük sorunlardan biri de videonun devlet kanalında yayınlanması. Bana etikten bahseden, bana RTÜK’ten bahseden adamlar bunu yapıyorlar. Ondan sonra televizyonlardaki öpüşme sahnesini insanları rencide etmiş olarak gösteriyorsunuz. Ve bunu bir spor olgusu içerinde yapıyorlar. Benim 7 yaşındaki oğlum “ya bu normal bir şey, bende söyliyeyim” demez mi? Elbette der. O zaman herkes kendine bakacak. Eğer ben bugün herhangi bir yerin CEO’su olsaydım o program yayından kalkmıştı. Bu işi yapanları kovmuştum. Ve bir daha bu piyasada çalışmamaları için elimden gelen herşeyi yapıyor olurdum. Bu alçaklıktır. Görüntülerin para ile satılması ve alınması daha da ilginç bir durum… O daha iğrenç bir şey. Bunca ay saklıyorsunuz o görüntüleri ve para ile satın alıyorsunuz. Ne denilebilir daha? Aslında ne biliyor musunuz? Orada bir futbolcunun yönetici ile girdiği diyaloğun yansıması. Eğer ben bir yönetici olsaydım sayın Adnan Sezgin’in diyaloğu gibi bir diyalog yaşamazdım. Arkadaşlık, dostluk farklı bir şey, bu diyalog farklı bir şey. Ünal Aysal’ı ve listesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ünal Aysal futbolu bilmiyorum dediği an kalesinde iki gol birden gördü. Ben bu işi Ahmet’e, Mehmet’e bırakacağım dediği anda da o iki golden birini çıkartmaya çalıştı. Ama ne zaman başkan seçilir ve Galatasaray Chelsea’deki gibi bir CEO yönetiminde yönetilir, kardeşim ben futbola karışmıyorum, buyur sen yönet der, o zaman Ünal Aysal benim gözümde Galatasaray’ın efsane

14 / GSCIMBOM FANZIN 2011

başkanlarından biri olur. Onun dışında şuanda seçime girmiş her hangi bir başkandan farkı yoktur. Peki Galatasaray’ın kısa süre içerisinde toparlayacağını düşünüyor musunuz? Hayır, bu yaklaşım ile devam ederse hayır. Galatasaray’ın Kanyum’a gitmesi söz konusu, bu sabah suç duyuru yüzünden ifade vermek zorunda kaldı sayın Adnan Polat. Kongrede bile bir taraf evet seçime gitmeliyiz, diğer taraf hayır gitmemeliyiz diyor, ne denli bir kaos olduğu zaten ortada. Seçim belirsizlik içinde, hukukçular bölünmüş durumda. Hadi Haziran’da yapalım derlerse, ne zaman değişim olacak, ne zaman teknik adam gelecek, ne zaman takımını kuracak? 2011-12 sezonunu kaybetmiştir Galatasaray. Eğer 30 Mayıs’dan önce Galatasaray teknik direktörünü belirleyemezse, o sezon bitmiştir Galatasaray için. Medyayı takip ediyor musunuz? Forumlar, sözlükler, bloglar vb… Hakkınızda yazılanları okur musunuz? Hayır, genelde güncel ile haberler için kullanırım interneti. Eleştiriler için şöyle söyliyeyim. Bu yemekhanede 400 kişi yemek yiyor. –göstererekEğer %70’si memnunsa sorun yoktur. Diğerleri beğenmiyorsa ya damak tadı yoktur, ya da et sevmiyordur. Eleştirinin dozunu kaçırdıklarında ben oraya değer vermem. Ve bunu aşanlar, gelip yüzüme söylemeliler bunları. Bakın siz bana nasıl ulaştınız? Benim kapım herkese açık. Ama tek bir kelimeden sen şu takımın taraftarısın, sen şuna yalakalık yaptın gibi şeyler söyleniyorsa orada dur. Eğer kedi ciğeri kadar ciğeri varsa onun, gelip

yüzüme söyler bunları. Benim 10 yaşımdaki oğlum o sitelere girip o yorumları okuyabilir ve ‘baba neden senin hakkında böyle diyorlar’ diye sorabilir. Türkiye’de internet sistemiyle yaratılmış bir hukuk kavramı yok. Orada yazanlar kalıcı olur, biri yorum yapar, sildiremezsiniz. Birine cevap verdiğinizde ‘abi bende spiker olmak istiyorum, nasıl olurum’ diye dönüyorlar size. İşin acı tarafı bu. Bir arkadaşım aradı geçenlerde, ‘Emre x bir arkadaşım bir bankada güvenlik görevlisi, spiker olmak istiyor, ona yardım etsene’ dedi. Ne kadar basit değil mi? Bende ona şöyle yanıt verdim: Abicim sen doktora gidiyor musun? Doktorunu arayıp ‘ya benim bir spiker arkadaşım var, çok güzel apandis ameliyatı yapar’ der misin? Böyle bir mantık var mı? Benim tırnaklarımın arasında kan var, bu kan benim emeklerim. Bu benim gösterdiğim gayret. Ben her anlattığım maçtan sonra oturup karşılaşmaların 3-4 kere tekrarını izliyorum. Hatalarımı bir deftere not tutuyorum. Bu yüzden bunların pek önemi yok. Haftada 5 kitap okuyorum, varsa 5 kitap okuyan biri, onunla tartışırım bunu. Eşim doğumdayken ben görevime gittim. Kulak doğumlu adamlarla tartışmam. Hakemlerle ilgili ne düşünüyorsunuz? Türkiye’de hakemlik yıpratılmış bir kurum. Bugün bunları İngiltere’de herhangi bir hakem için söyleyemezsiniz. Türkiye’de olaya farklı bakılıyor. Siz hiç ben “takımım için ölürüm” diyerek ölen bir adam gördünüz mü? İspanya’da bunları bırakın, adamlar başka boyutlara çıkıyor, Katalan-faşist tartışmaları yaşanıyor. İskoçya’da, Arjantin’de


RÖPORTAJ - GSCİMBOM FANZIN

bu böyle. Burada ise saçma sapan bir sebepten kavga edip başına jop yiyorsun. Sporda şiddet yasası hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce Türkiye’de uygulanabilir mi? Mükemmel. Uygulanamazsa, çok ağır ifadeler kullanacağım programlar yapacağım. Ama uygulanabilir olacağına inandığım için destekliyorum. Kimin için uygulanacağı da önemli. Ayırım yapılmamalı. Milli Takım? Bence kritik maç 3 Haziran’daki Belçika maçı. Almanya zaten aldı başını gidiyor. Hiddink’in futbol kültürü açısından bu ülkeden öğreneceği çok şey var. Ama ben her zaman yerli hocadan yanayım. Hiddink, Van Gaal, Magath gibi adamlar ticari olarak görüyorlar burayı. Ben oraya gideyim, parama para katayım olarak görüyorlar. Kulüp takımları içinde mi aynı şeyi düşünüyorsunuz? Sence? Mesela Roberto Carlos?... Fakat Fenerbahçe onun tecrübesiyle Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynadı! Bir çok örnek verilebilir, Ortega gibi. Davul zurnalarla karşılandı burada fakat kıçına teneke bağlanarak ayrıldı buradan. Bugün Guti’yi tartışıyoruz. Benim için önemli olan maliyet ve burada neler verdiği. Yani birinin benim için ‘Emre iPhone almış’ demesi önemli değil. Benim için ucuz maliyet, kolay mesaj çekmesi, benim işimi görmesi önemli. Bunu aramalıyım ben.

defans futbolu mu oynattı? Ya da Porto’yla? Akıcı bir takımdı. Milito gibi bir adamı gol kralı yaptı, defans futbolundan gelmedi bu. Bence futbolun 21. Yüzyılda dâhisi Mourinho’dur. Mourinho baştan bir yapı yaratıyor, bunun için gerekirse savaşıyor, futbolu bana bırakın diyor. Ben bu gücü Guardiola’da göremiyorum. Mourinho’nun bu başarısını şöyle yorumlayabilir miyiz? 5 dil biliyor, gittiği her ülkenin felsefesini yutuyor ve bunu sistemiyle birleştiriyor… Doğru, çok doğru. Mehmet Topal İspanya’ya gittiğinde ona koydukları ilk madde ne biliyor musunuz? Dil bilmek. Oranın dilini öğreniyor. Adam burada 30 yıl geçiriyor, hala İngilizce röportaj veriyor. Aykut Kocaman vs Şenol Güneş? Aykut hoca egolarından arınmalı. Şenol hoca ile 2006’da birlikteydim, çok beğenirim onu. Bununla birlikte Tolunay Kafkas, Abdullah Avcı gibi hocaların iyi teknik direktör olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de iyi

teknik direktörler var, uzağa gitmemeliyiz.

Kısa sorulara geçiyoruz. İzlediğiniz en iyi kaleci? – Casillas İzlediğiniz en iyi savunmacı? – Puyol İzlediğiniz en iyi orta saha? – İniesta İzlediğiniz en iyi forvet? - Raul En beğendiği teknik direktör – Şenol Güneş Türkiye gelmiş geçmiş en beğendiğiniz futbolcu? - Cüneyt Tanman En etkilendiğiniz stad? Anfield (Türkiye’de izlenim olarak Saraçoğlu ve ambians olarak Beşiktaş) En unutamadığınız maç – Inter x Fenerbahce / Beşiktaş x Liverpool / Galatasaray x Bordeaux / Türkiye – İsviçre (2000) En etkilendiği futbolcu - Vava

Messi vs Ronaldo? Ukalalıkları sevmiyorum. Hepimiz topraktan geldik toprağa gideceğiz. Eğer Messi bugün bunu yapsaydı yeteneklerine ihanet etmiş olurdu. Sergen ihanet etti mesela! Çalışmayarak… Guardiola vs Mourinho? Defans futbolu oynatıyor ama kazanıyor! Tamamen defans futbolu oynattığını söylemek haksızlık olur. Chelsea’de

15 / GSCIMBOM FANZIN 2011


ALMANYA

KÜLLERİNDEN DOĞAN BİR DEV

MUHSİN MORDENİZ

//

B

orussia Dortmund efsane Ottmar Hitzfeld ile altın yılların ardından 2002 yılında Mthias Sammer ile şampiyonluk kazanmıştı. Yaşanan mali sorunlar sonrası ciddi sıkıntılar yaşanmış ve küçülme yoluna gidilmişti. Bu sezon başında ise şampiyonluk sadece hayal olarak görünüyordu. Öyle ki Şampiyonlar Ligi finalisti ve çifte kupalı Bayern’in olduğu ligde Dortmund’u favori göstermek fazla iyimser bir tahmin olurdu. Şampiyonluğa koşan takım ile Hitzfeld’in iki Bundesliga, bir şampiyonlar ligi kazanan takımını ayıran temel fark takımların kuruluş şekli. Borussia Dortmund Şampiyonlar Ligi’ni kazanan süreç içerisinde bir UEFA finali, bir de yarı finali oynamıştı. Takım kurulurken genelde İtalya kariyeri olan yıldız transferleri yaptılar. Jurgen Köhler, Andreas Möller,

16 / GSCIMBOM FANZIN 2011

Mathias Sammer, Julio Cesar, Karl-Heinz, Riedle,Polo Sousa,Stefan Reuter İtalya kariyerleri sonrası yolu Borussia Dortmund takımına düşen yıldızlardı. Bu yıldızların yaşlanması ve Mathias Sammer’in sakatlık yüzünden erken emekliliğe ayrılması düşüşü de beraberinde getirdi. Ottmar Hitzfeld, Münih yollarına düşünce kısa bir süre takım bocaladı. Skibbe ve Scala ile kötü denemeler yapıldı ve takım bu süreç içinde yenilendi. Mathias Sammer göreve geldiğinde ise takım biraz daha toparlandı. Koller, Rosicky, Dede, Ewerton ve Amoroso gibi yıldızlar ile takım yenilendi. Göze hoş gelen futbol ve kazanılan şampiyonluk ile beraber UEFA Finali ile yeniden zirveye oynayacakları düşünülürken yaşanan ekonomik sorunlar yıldızların elden çıkarılması ile sonuçlanınca uzun süre sıra takım olarak kalmalarına sebep oldu.


Bu yıl harikalar yaratan genç kadronun mimarlarından biri efsane kadronun da kaptanı olan Michael Zorc takımın 13 yıldır sportif direktörlüğünü yapıyor. Zorc 2008’de göreve getirdiği Jürgen Klopp ile beraber yeni bir takım oluşturmak için çalışmaya başladığında mevcut kadrodan kaleci Weidenfeller, Hummels, Nuri, Kuba, Kehl kadroda bulunuyordu. Aynı yıl Klopp Mainz’den gelirken yanında Neven Subotiç’i getiriyordu. Sol bek Marcel Schmelzer ise yine aynı yıl alt yapıdan eğiitimini tamlayıp A takıma yükseldi. Klopp ile ilk yıl 6. bitirildi ve yeni sezon için umutlar yükseldi. 2. sezona başlarken kadroya Sven Bender, Kevin Grosskreutz ve Lucas Barrios eklendi. Sonuç olarak 5. sırada kapatılan sezon ile gelişim devam ederken eldeki genç kadro umutları daha da arttırdı. Bu sezon başında ise Lukasz Piszczek, Robert Lewandowski ve transferi esnasında olmasa da daha sonra adını sıkça duyduğumuz 350 bin € Shinji Kagawa, takımın en önemli transferleri oldu. Asıl büyük bomba ise beklenmeyen bir yerden alt yapıdan geldi. Mario Götze Alman genç milli takımlarının en gözde oyuncusuydu ve daha evvel U17 takımı ile Avrupa kupası kazanmıştı. Sezon başında takımın taşıyıcı oyuncusu olması pek beklenen bir durum değildi. Sezon ilerledikçe performansı arttı ve şu an muhtemel bir en değerli oyuncu oylaması yapılırsa ilk başta gelebilecek isim olarak ön plana çıkmış durumda. Son üç yılda yapılan eklemeler ile kadroda ilk 11 oynayan 31 yaşındaki kaleci Weidenfeller dışında 25 yaşını geçmiş oyuncu bile yok. Takımın geneli ise 19-23 yaş aralığında bu kadro bir arada ne kadar uzun süre tutulabilirse elde edilecek başarılarda o ölçüde artabilir.

BUNDESLİGA’DA ÇIKIŞ YAPAN YILDIZ ADAYLARI Oliver Baumann – Freiburg Baumann yılın sürprizlerinden biri genç kaleci henüz 20 yaşında Freiburg bu sezon ligin çıkış yapan takımlarından biri olurken genç eldiven üstüne düşen görevi fazlasıyla yerine getirdi. Bu çıkışla beraber hocaları Dutt ve stoper Ömer Toprak Leverkusen’e giderken golcü Cisse şimdiden transfer piyasasının gözdeleri arasında bulunuyor. Ümit Milli Takımı’nında kalesini koruyan Baumann ise bu performansı sürdürdüğü takdirde önümüzdeki yıllarda adından sıkça söz ettirecektir. Philipp Wollscheid- Nürnberg Nürnberg ligin 2. yarısı ile bareber büyük bir çıkış yakalarken bunda genç savunma oyuncusu Wollscheid önemli bir pay sahibi oldu. İlk 90 dakikalık maçını ilk devrenin son haftasında oynayan gen savunmacı bu maçla beraber yakaladığı ilk 11 fırsatını kullanıp yerini bir daha kaptırmadı. Önümüzdeki yıl bu performansı devam ettirebilirse transfer piyasasında adını sıkça duyabiliriz. Lewis Holtby- Mainz Holtby esasen Schalke oyuncusu fakat sene başında fazla oynamayacağı öngörüsü ile Mainz’a kiralık gönderildi. Bu süreç içinde ciddi sıkıntılar yaşayan Schalke bu karardan pişman oldu. Bunun sebebi Scahelke takımının yaratıcı orta saha konusunda sorun yaşamasından ziyade genç Holtby’nin gösterdiği üstün performans oldu. Bu arada Holtby’nin babasının İngiliz olduğunun notunu da düşelim. Julian Schieber – Nürnberg Schieber, Holtby gibi yetersiz görünüp kiralanan mağrur genç hikayesinin aktörü oldu. Stuttgart sezona zirve umuduyla başlarken Pogrebnyak,Cacau,Marica gibi forvetlerine güvenirken bu sezonki planların içinde Schieber yoktu. Sezon Stuttgart için kabusa dönüşürken Schieber küllerinden doğdu ve Nürnberg ile büyüdü. Sezon sonu için şimdiden teklifler alan Schieber Stuttgart’a dönermi bilinmez ama şimdiden Nürnberg’te kalmayacağı belli oldu gibi.

17 / GSCIMBOM FANZIN 2011



Jurgen Klopp, kendisi için

“Kendi görüntülerimi görmek beni kesinlikle her zaman mutlu etmez. Kulübe çizgisi üzerinde kontrol davranışları konusunda iyi bir adam değilim. Duygusal ve spontan değilim.”

GSCİMBOM FANZİN - DÜNYA FUTBOLU


DÜNYA FUTBOLU

“Hernandez’in adımları ve hareketleri bize yardım ediyor. O, savunmacılar için başa çıkılması zor bir oyuncu. Gollerini görüyorsunuz, fantastik!” Sir Alex Ferguson, Javier Hernandez hakkında

JAVIER HERNANDEZ: MEKSİKA’DAN GELEN EN GÜZEL ŞEY SERAP BAHAR GSCIMBOM FANZIN

INGILTERE

Ü

nlü futbol düşünürlerimizden birinin de dediği gibi, futbolcuların fiyatları yıllara göre düzenlenirse, bazılarınınki çift sayı olan yıllarda artar. Sebebi de çift sayılı yılların Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası organizasyonlarına sahip olmasıdır. Javier Hernandez ise bu tür futbolcuların arasına karışma fırsatı bile bulamadan Sir Alex Ferguson tarafından Manchester United bünyesine katılmış bir futbolcu. Geçtiğimiz sene yapılan Dünya Kupası öncesi, genç futbolcu avıyla ilgilenenler dışında, çoğu kişinin, ben de dahil, Javier Hernandez isminden haberi yoktu. Taa ki Meksika’nın Arjantin ile karşılaştığı çeyrek final maçına kadar. Arjantin’e ceza sahası içinden attığı o güzel gol, Manchester United tarihinin ilk Meksikalı’sını da yalnız United taraftarına değil, Hernandez’i tanımayan herkese de tanıtıyordu.

Babası ve dedesi de Meksika Milli Takımı’nda oynama başarısı göstermiş Hernandez’in lakabı Chicharito. Anlamı ise “Küçük Bezelye”. Babası Javier Hernandez Gutierrez’in lakabı Bezelye’ymiş. Hernandez de babası ve dedesigibi futbolcu olunca, “Küçük Bezelye” anlamına gelen Chicharito ünvanını almış ki, United’da giydiği formanın da ardında ismi değil, Chicharito yazar. Hernandez’in, United’daki diğer golcülerden farklı yönü ve bir nevi tercih sebebi, fırsatçı oluşu. Futbolun tabirlerinden biri olan “golü koklamak” deyiminin vücut bulmuş bir örneği gibi Hernandez. Diğerleri onlarca milyon sterlini saçarken, Manchester United’ın Scout ekibi Hernandez’i bulduktan sonra Sir Alex Ferguson izlemeden, ekibine güvenip “peki, alın” demiş. Pişman oldu mu? Bence hayır.

20 / GSCIMBOM FANZIN 2011

Hernandez, Manchester United’da oynadığı maçların çoğunda oyuna sonradan dahil olan, nöbetçi golcülerden birisiydi ilk geldiği zamanlarda. Fakat bugünlerde United’ın iki forvetinden biri veya 4-3-3 oynadığı zamanlarda da ileri üçlünün ortasındaki ismi olarak görev alıyor. Kestiği isimler ise geçtiğimiz senenin en önemli golcülerinden Wayne Rooney ile, bu sene Premier Lig gol krallığını elinde bulunduran Dimitar Berbatov. Bu sene genel olarak Premier Lig transferlerini irdelediğimizde ise, maliyet/fayda ekseninde en başarılı transferin yine Hernandez olduğunu görüyoruz.


Chicharito için Alex Ferguson “Hernandez beni şaşırttı” diyor ve ekliyor; “onu Solksjaer’e benzetiyorum” Tevez örneğinden hatırlayacağımız üzere, Fergie’nin, Amerikalı oyuncularla pek arası yoktur. Fakat bir oyuncuyu United efsanelerinden Solksjaer’e benzettiyse, Hernandez oldu diyebiliriz. Haksız da sayılmaz, bilenler bilir, Solksjaer’in lakabı, “Bebek Yüzlü Katil”di. Nerede ne yapacağı belli olmayan, bir anda rakibi alt ederek golünü atan başarılı bir isimdi. Hernandez’in de bebek yüzünün altında kurnaz, bir o kadar da kaliteli bir forvet yatıyor. Ferguson başka bir demecinde ise “Benim Küçük Lineker’im” diyerek

Chicharito’yu yine bir United efsanesi olan Gary Lineker ile bir tutuyor ve onore ediyor. Gelecek Hernandez’e ne gösterir, neler yaşatır bilinmez. Ama sakatlık veya olumsuz bir şey yaşamazsa, Chicharito #14 formasını uzun yıllar izleyebiliriz. Genç yaşında zirveye oynayan Hernandez’in, takım arkadaşı Giggs gibi bundan 18 sene sonra da United efsanesi olmaması için hiç bir neden yok. Kaldı ki bugün bile büyük bir kesim tarafından efsane olarak adledilmiş durumda.

21 / GSCIMBOM FANZIN 2011


FUTBOL

KÜLTÜRÜ



SOSYAL MEDYA - Okan Kılıçkaya

Sezona her ikisi de çok kötü başladı. Küme düşme tehlikesiyle burun buruna geldiler ve antrenörlerini değiştirdiler. Ama asıl ne değişti? Yeni sezona, Fulham’ı UEFA Kupası’nda finale çıkaran Roy Hodgson’ı takımın başına getirerek giren Liverpool, Kasım ayında küme düşme potasına inmiş, aldığı başarısız sonuçlarla taraftarını kahretmişti. 7 Ocak 2011’de Roy Hodgson görevinden istifa etti. 11 yıldır takım çalıştırmayan ancak Liverpoollular için çok büyük bir efsane isim Kenny Dalglish, Kırmızılar’ın yeni menajeri oldu. İşte o tarihten bu yana, Liverpool ligde adeta şaha kalktı. Geldiği tarihten beri Liverpool oynanan maçlarda en fazla puan toplayan 3. takım oldu. İskoç menajerin yaptığı ilk önemli icraat, Fernando Torres’i rekor bir ücretle Chelsea’ye satmaktı. Karşılığında da Uruguaylı Suarez ve genç yetenek Andy Carroll’ı alarak takıma dinamizm kazandırdı. Elinde geniş bir kadro yoktu. Bu yüzden Glen Johnson, Steven Gerrard, Daniel Agger, Fabio Aurelio gibi oyuncuların sakatlık haberleri geldiğinde Liverpool taraftarı dahil herkes onun sıkıntı çekeceğini düşünmüştü. Ancak Dalglish, bir önceki menajer tarafından alınmış Konchesky, Jovanovic, Poulsen gibi tecrübeli oyuncuları kullanmak yerine, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan Liverpool’a, gençleri yani geleceğini kazandırdı. 1- Steven Gerrard’ın yokluğunda orta sahada, 22 yaşındaki Jay Spearing 2- Glen Johnson’ın sakatlığı, 2 tane çakı gibi gencin formasıyla kapatıldı. Önce 20Martin Kelly, sonra 19 yaşındaki Danny Wilson, savunmanın sağ kanadını başarıyla savundular. 3- Liverpool-Manchester City maçında, sol bek Fabio Aurelio sakatlanmıştı. Dalglish hiç düşünmeden 18 yaşındaki John Flanagan’ı sahaya sürdü. Genç futbolcunun bacakları titriyordu ama menajer 6 gün sonra Arsenal deplasmanında da onu sahaya bu kez sağ bek olarak ilk 11’de başlatacaktı. Flanagan sağ beke geçince, sol kanada 16 yaşındaki Jack Robinson monte edildi. O kadro, ligin en katı savunmalarından birine sahip Birmingham City’i dün 5-0 mağlup etti. 4- Ne gönderilen Ryan Babel, ne Joe Cole, ne de Milan Jovanovic, Dalglish döneminde 19 yaşındaki Jonjo Shelvey kadar forma giyebildi. NTV spikeri Murat Kosova’nın “hayal gücü fazla yüksek” dediği Shelvey, şimdilik tecrübesiz ama menajer ondan da umutlu. 10 yıldır takım yönetmeyen Kenny Dalglish, üzüntü içindeki Liverpool’u, ligin 2. yarısında en çok puan toplayan 3. takım yaptı. Sadece lig lideri Manchester United ve lig ikincisi Chelsea, Liverpool’u geçebildi. Kasım ayında Galatasaray’ın da durumu içler acısıydı. Ondan sonra 2 kere teknik direktörü değişti, stadyumu değişti, yakında başkanı değişecek. Ama takımda değişen ne: Hiçbir şey... Orta yapmayı bu yaşına kadar öğrenemeyen Sabri, kale çizgisinde bekleyip “ofsayt” diye elini kaldırma şaşkınlığını gösteren Gökhan Zan, ileri pas atmayı aklından geçirmeyen Ayhan, niye oynatıldığını bir türlü çözemediğim Mustafa Sarp, halen ilk 11’de forma giyiyor. İşte 6 ay önceki Liverpool ve Galatasaray’ın, 6 ay sonraki hali. Bizi ilgilendiren en önemli konuysa; milyon dolarlar harcanıyor, ama gelecek adına 1 futbolcu bile kazanılmıyor...

24 / GSCIMBOM FANZIN 2011


Aşırı Sevmenin Hastalıklı Ruh Hali Atilla ÇELİK: GSCimbom FANZIN

S

evginin iyileştirici ve huzur verici bir güç olduğu söylenir. Turuncular içindeki Tibet rahipleri ya da en vurucu romantik romanların yazarı değildir bunu söyleyen. Deneyimlerle, izlediğimiz filmlerle ya da yaşam öyküleriyle şahitlik ettiğimiz bir gerçekliktir. Bahar gelir gelmez çiçeklerini açmış kiraz ağacı gibidir sevgi ile kapsanmak ve o sevgiyi duyumsamak. Karanlığı yırtan bir ışık, karamsarlığı uzaklaştıran bir yelpaze, gülümseten bir devadır. Eyvallah! Klasikçe sevmek güzeldir. Sevgi güzeldir. Bunu tek bir kalıba sığdırmamak gerekir. Sevgi deyince iki insan arasındaki özel bağlantıyı düşünmemek gerekir. Sevginin birçok çeşidi var. Herhangi bir insana, aileye, tutulan bir takıma, bir müzik grubuna, sanatçıya, aktöre, müzisyene, edebiyata, doğaya, hayata.. Hangisine olursa olsun, bu sevgi aşırılık kazanınca beraberinde bir hastalığın geldiğini de görmek lazım. Aşırılık her zaman kafa karıştırıcıdır, bozuk bir ruh halidir. Psikolojik bağlamda bir hastalık olduğu söylenebilir. Aşırı seven, tapan, ilgili şeye çok ama çok düşen, bir hastalık tohumunu yutmuş ve o tohumun tesiri altında yaşamaya başlamıştır bile. O noktadan sonra mantığın da yavaş yavaş kaybolduğu söylenebilir. Aşırı seven, aşırı sevdiği şeyi putlaştırmıştır, merkezileştirmiştir. O olmazsa olmazıdır hayatı için. Bir kadını aşırı seven bir erkek ya da bir erkeği aşırı seven bir kadın normallik mefhumunun ötesine geçmiştir bile. Gözü ondan başkasını görmez. Ondan gayri hiçbir şeyi hissetmez. Hayatının anlamıdır o. Onsuz bir yaşam ışığı düşünemez. Hayatının en keskin ve tek ışığıdır. Mantık kaybolmuştur. Ne yaptığını ve ne kadar doğru olduğunun farkındalığı kaybolmuştur. Onunla kapsanmak için yapmayacağı şey yoktur. Gerekirse hayatında geri kalan her şeye bir set çeker. Onlara olmasa da olur gözüyle bakar. Gün gelir, aşırı sevginin getirdiği manyaklıkla öyle saçma sapan şeyler yapar ki, tüm bunların hepsi o anki ruh hali doğrultusunda gayet doğal gelir. Hastalık bütün bedene, kalbe, ruha yayılmıştır bir zift gibi ama gerçekliktir bu onun için. Normalliğin kendisidir. Dışarıdan bakan mantıklı ve objektif dimağların gözlemleri, bu noktada hastalığın tüm işaretlerine hâkim olur. “Ortada bir manyaklık var” çıkarımına ulaşır. Aşırılık büyük oranda körlüktür çünkü. Onun için o ruh haliyle gerçek olan tek şey haricinde hemen hemen her şeye kördür belki de. Dedik ya, hayatın kendisidir aşırı sevdiği ve bağlandığı şey. Bir hastalığın boyunduruğunda olduğumuzu ne zaman anlarız? Onu kaybettiğimiz zaman.. İşte o zaman, ne kadar mantıksız olduğumuzun farkına hemen varır mıyız? Hayır. Sanmıyorum. Hayatın gerçekliğine ve merkezine tek bir şeyi alan insanoğlu için, kaybedilen o tek şey hayatın elden uçup gitmesi gibidir. Aşırı duyarlılar için belki de bir intihar sebebidir. Hayatın tek bir anlamla yüklü olamayacağını başlangıç itibariyle anlamanın imkânsızlığıdır. Anlayamaz da! Ölüm gibi bir şeydir onu kaybetmek. Sevmek güzeldir ama aşırı sevmek ve sadece tek bir şeye bağlanmak hayatın kaybeden bireyi olmakla eşdeğerdir. Bir katile bile dönüşebilirler. Sadece ona sahip olmak için tüm dünyaları, yolları, insanları yakıp yıkabilirler.

25 / GSCIMBOM FANZIN 2011


Tek bir şeye aşırılıkla bağlanmak hastalıktır. Hayatın merkezinde tek bir şey olmamalıdır. Hayatın anlamını sadece bir insana, sadece bir insana duyulan aşka bağlamak sağlıklı bir ruh hali değildir. Hayatın merkezine sadece birini almak ölüme her an hazır olmak gerekliliğidir. Zayıflıktır. Hayatın merkezine birçok doluluğu ve anlamları yüklemek daha gerçekçi ve mantıklı olsa da çok insansı olduğu söylenemez. Çünkü bu aşırılık zaten insan olmaktan gelir. Daha insansıdır. İnsan çok güçlü bir varlık olsa da aşırı güçlülere robot yakıştırması yaparız. İnsan değil bu deriz. Çok güçlü olmak, bazen insan olmanın ötesine geçebilmektir derler. Bunu gerekli kılar. Bazen birçok şeyi aptalca ve mantıksızca görürüm. Hayatın merkezinde ne kadar çok veri ve sonsuzluk varsa, gözlemlerimin eşik değeri o derece mantıksızlığı yakalamaya meyilli oluyor. Gerçeği saf haliyle yakalıyorsunuz. Bu gerçeklik bazı şeyleri daha iyi anlamanızı sağlar. Dünyanın uzaylı tarafı Barca veyahut dünyanın insansı tarafı Real Madrid bazılarını ilgilendirmez bile. Onun için tek gerçek Galatasaray’dır. Dünyanın en muhteşem futbol resitali, Galatasaray’ın verdiği zevki vermez bile. En kötü anlarında bile mazoşistçe zevk almayı bilirler. Ne olursa olsun, en kötü anlarında bile onu izlerken heyecan yaparlar. Titrerler. Ateşle kapsanırlar. Hep bir umudun peşinden koşarlar. Dünyanın en iyi takımı Barca’dır derler. Ama sevgimizin getirdiği mantıksızlıktan olsa gerek, Galatasaray’ın verdiği zevkin yanına bile yaklaşamaz onların oyunu. İstedikleri kadar makine olsunlar. Olaya futbol dilinden ve biraz daha mantıklı taraftan yaklaşmak istersek, sürekli paslaşmak, makine gibi bir devir tutturmak güzel. Hoş. Gözlere zevk veriyor. Tamam da, bunların çok büyük bir kısmı rakip takımın hücum bölgesinde olmayınca, gerçek anlamda saldırgan bir atakçılıktan dem vurulamayınca, bir noktadan sonra insanın uyuyası geliyor. Çünkü sistematik devir bir noktadan sonra uyuşturur. Adrenalini düşürür. Rakip kaleye 50. pas sonunda şut çekilecekse, insanoğlu bunu yüceltebilir ama ben bundan 11-12 yıl önceki Sarı Kırmızılılarının, durmaksızın sağlı,

26 / GSCIMBOM FANZIN 2011

sollu, ortalı saldırgan ve sürekli atağı düşünen, rakibi bunaltan anlayışını daha heyecanlı buluyordum. Bu Sarı Kırmızılıların DNA’sının bir parçasıydı. Milanlar, Barca’lar, Realler korkarak çıkarlardı bu Sarı Kırmızılıların karşısına. Her babayiğidin kabullenebileceği bir şey değildi bu. Bir gerçeklikti. Bir heyecan fırtınasıydı. Bu öyle bir güçtü ki, Milan ile yapılacak karşılaşma öncesi, Sarı Kırmızılıların teknik hocası “rakibi küçümsememeliyiz” gibi bir ibare kullanabiliyordu. Bu büyüklük, sadece renklerden gelen bir büyüklük değildi. Rakip kim olursa olsun, onları boğan, sürekli rakip kale önünde cirit atan ve bana göre şimdiki Barca’dan daha heyecanlandırıcı, ateşli ve yürekten oynayan bir duygunun dışavurumuydu. Bu öyle bir sevgidir ki yeri gelince armayı öptürür. Onun uğruna, bu renkler uğruna linç edilmene bile sebep olabilir. Aşırı seversin, mantıksızlığa düşersin, gençliğinin getirdiği yanlışlar da yaparsın. Ama en azından aşklarda linç edilmek istemezsin. Milyonlar vurmaz sana. Sadece tek bir insan vurur. Sevdiği vurur. Bir armaya duyulan aşkın, kalpten sevmelerin nihayetinde, milyonlar tarafından bu sevgin yüzünden linç edilmek istenmen sağlıklı bir ruh hali değildir. Onu sevmeyenlerin hastalığıdır. Ruhsuzluğudur. Çekememezliğidir. Hastalıklı bir ruh halidir. Nefret tohumların tarafından ziftlenmişliktir.

Aşkta çok sevmek mi? Aşırı sevmek her zaman mantıksızdır ve hastalıktır. Bunda değişen bir şey yok. Bu acı gerçeklik kabul edilmelidir. Savunma mekanizmalarına hiç girmeksizin..


GERİYE KALAN SADECE BİR RESİM

ALİ SAMİ YEN


2010-11 sezonu Ĺ&#x;ampiyonu:

MILAN


GSCİMBOM’DAN ALINTILAR Baki Özden, Arda Turan’ın transfer haberleri hakkında Arda en azından bir sene daha bizde kalmalı. Henüz kaldığını düşündüğümüzde bile adam akıllı kadro kuramıyoruz. Salih ERDOĞAN, İnsua’nın bonservisi hakkında İnsua gibi çoğu maçta yedek olmasına rağmen yürekten oynayan başka bir futbolcu daha yok bu ülkede. Helal olsun. Eğer çok iyi bir oyuncu almayı planlamıyorsak (Taiwo kalitesinde) takımda kalmalı bence. Yeter ki Hakan Balta sol bekte oynamasın! Fatih Tüfekci, GSTV şifresiz olacak konusu için Önceden ne zaman canım sıkılsa GS TV’yi izlerdim. Paracı zihniyet bizi mahrum bıraktı bundan. Galatasaray gibi dünyada milyonlarca taraftarı olan bir kulübün TV’si şifresiz olmalı. Dünya kulübü olmak bunu gerektirir. Çetin KAYA, Lorik Cana’nın Gerets’in gelme ihtimalinden sonra takımın kaptanı olma durumu Son derece tehlikeli bir konu. Düşünün şimdi; Hiç böyle bir durum yok iken Sabri veya Arda alıyor eline Fanatik Gazetesini ve bu haber ile karşılaşıyor. Ne düşünürler acaba ? Yani şimdi Geretz’in ilk işi gelir gelmez kaptanı değiştirmek mi olacak? Sorun bu muymuş yani? Adem ANDİÇ, Emmanuel Culio hakkında Performans açısından pek standartlarını aştığını söyleyemem. Belli bir çizgisi var, o çizgiyi biraz daha öne taşısa kaliteli yabancılar grubuna dahil edebilirim. Tuğberk Apaydın, Sabri Sarıoğlu hakkında Hırslı, haddini bilen, Galatasaraylı. Daha fazla vasfı olması gerekmiyor benim gözümde 11’de oynamak için.

29 / GSCIMBOM FANZIN 2011



Değerli Galatasaraylılar; Bildiğiniz üzere, Galatasarayımızı internet ortamında destekleyen birbirinden bağımsız çok sayıda forum bulunmaktadır. Ezeli rakiplerimiz, resmi taraftar sitesi olma sıfatlarıyla, bizlerin toplamı kadar üye sayısı ile medya üzerinde ciddi etki oluşturabilmekte ve Galatasarayımız bu destekten mahrum şekilde mücadele vermektedir. Her bir forum veritabanı farklı olduğundan, Galatasaray forumları arasında bir birleşim de, pratik olarak mümkün görünmemektedir. Bu sebeple, GSCimbom.com olarak, tüm Galatasaray Forumları yöneticilerine, Galatasaray taraftarlarını kucaklamaya, forum footer alanında diğer site link ya da banner ‘larını paylaşmaya ve forumlar arasında bir birliktelik sağlamaya davet mesajları göndermiş bulunuyoruz. Bu sayede; - Her bir forumda bulunan üyelerin diğer Galatasaray forumlarını tanıması, yeni kazanımlar sağlaması, - Her bir forumun üye sayısının artması, hit, site ve marka değerlerinin yükselmesi, - Galatasaray forumları arasında işbirliği oluşması, taraftarlar arasında bütünlük sağlanması, - Galatasaray camiasının ihtiyacını duyduğu birliktelik mesajının tabandan başlatılarak verilmesi, - Galatasaray camiasını yıpratabilecek olaylara karşı ortak bir tavırla hareket edebilmek için gerekli iletişim ağının sağlanması, - Ayrıca, forumlarda ilgili sitelerin domain adına ait kullanıcı hesabı oluşturulması gibi birçok uygulama ve yaratılabilecek çok sayıda ilave sinerjiler sözkonusu olacaktır. Bu bir dostluk, bütünlük çağrısıdır. Bu zor görevi başarabilmek, tarihteki pek çok ilk gibi yine Galatasaraylılara ait olacaktır. Bu çağrımız hakkında bizlere yapacağınız her bildirim ya da yeni öneri, memnuniyetle karşılanacaktır. Forumlar ve yönetimleri arasında kalıcı dostluklar tesis edilecek ve sürdürülecektir. Bu mesaj, (alfabetik sırayla) Alisamiyen.net, Aslantepe.biz, Aslanyurekliler.com, Gsbasket.org, Gsfans. org, Gstvnet.com, Scoutgs.com, Ultraslan.com forum yöneticilerine gönderilmiştir. GSCimbom.com olarak bizler, proje boyunca -gelecek yanıtlar ne olursa olsun-, ilgili forum linklerini forumun en alt kısmına eklemiş bulunuyoruz. GSCimbom.com Forumu


FUTBOL’DA ALTYAPI Ahmet ÇİZMECİ

Son zamanlarda, futbolumuzda bir çok şeyin tartışıldığı günlerdeyiz. Bana göre tartışılması gereken en önemli konu, her şeyin başı olan “altyapılar”. Ülkemiz futbolunun yıllardır dile getirilen en temel sorunu alt yapıdır ve bir türlü düzeltilemedi bu sorun. Hem yönetim, hem tesis, hem de futbol olarak, alt yapıda gerçekten sınıfa kalıyoruz. Avrupa’da oynadıkları futbolla her zaman takdir alan ve finallerde her zaman kendilerine bir yer bulan takımlar, her konuda alt yapı gelişimini tamamlamış durumda.

P

remier Lig / İngiltere ligi’nin alt yapı sorunu, sadece kendi ülke takımları için var. Manchester United, Arsenal, Everton, Sunderland, Tottenham gibi takımların, birbirinden yetenekli genç oyuncuları olmasına rağmen, scout çalışmaları sonucu bunların bir çoğu ülke dışından geliyor. Son 2-3 yılda Everton, Baines ve Coleman gibi has İngiliz yetenekleri ilk 11’e yerleştirerek, bu sorunu bir nebze olsun küçültmeye çalışsa da, bu durum, Milli takımları için gerçekten ciddi bir sorun oluşturuyor. Ancak bu sorununu bir kenara bıraktığımız zaman, inanılmaz bir alt yapı ve scout sistemi görüyoruz İngiliz takımlarında. Arsenal’e zaten böyle bir yazıda değinmek yersiz ve bloglara sığamayacak cinsten. Arsen Wenger’in kurduğu ve alt yapıda Steve Bould’un başında bulunduğu gerçekten çok iyi bir grup var ve dünyanın yer yerinden inanılmaz bir oyuncu akışına sahip Arsenal Akademisi. Manchester United da aynı şekilde. Alt yapılarından her zaman Giggs, Scholes gibi takım ruhunu hiç bırakmayacak oyuncular çıkartmasını, görev adamları bulmasını iyi biliyorlar. Şu anda çıkarttıkları Darren Gibson, orta sahada gerçekten çok güçlü

32 / GSCIMBOM FANZIN 2011


FUTBOL

bir isim. Fletcher, Rafael ve Fabio kardeşler, O’shea, Evans gibi İngiliz olmayan bir çok genç oyuncuyu bulup, onlara “ Kırmızı Şeytan “ ruhunu aşılıyorlar. Bu adamların en önemli yanı ise, İrlanda – Galler ekseni arasındaki en iyi oyuncuları bulup takıma kazandırmak. Bunların dışında, Wes Brown, Scholes, Beckham gibi çok değerli ingiliz oyuncular da, alt yapının ürünleri. Chelsea ise, Abramoviç’in gelişiyle son 10 yıldır her konuda gelişmekte olan bir kulüp. Tabii bu gelişme, alt yapıda da kendini gösteriyor. Dünyanın her yerinden oyuncu getiriyorlar. Sırbistan, Hırvatistan ve Hollanda pazarında çok aktifler. Son 2 yıldır Vitesse’yi neredeyse pilot takım olarak kullanıyorlar. Everton çok fazla futbolcu alışverişi yapsa da, ne varsa alt yapısından çıkan gençlerinde var. Özellikte son 1-2 yılda, Baxter, Jack Rodwell, Anichebe gibi gençleriyle alt yapı olarak ışık saçıyorlar. Everton daha önce de Rooney’i dünya futboluna sunmuştu. Sunderland ise, bu sene parlattığı yıldızı Jordan Henderson ile, İngiliz futbolunun geleceği için umut oldu. Southampton gibi her daim bir yıldız çıkartabilen, Crystal Palace gibi büyük takımlar için oyuncu pişiren kulüpler de var İngiltere’de. Böyle küçük takımlar, bu tarz alt yapı sistemleriyle de, kasalarına inanılmaz paralar koyuyorlar. Mesela Southampton Saints Akademisi, şu anda İngiliz futbolunun odaklandığı Alex Chamberlian’ı parlatmakla meşgul. Daha önce de, Gareth Bale, Theo Walcott, Wayne Brigde, İngiliz futbolunun en büyük golcülerinden olan Alan Shearer gibi yıldızları alt yapılarından çıkartıp büyük paralara satmışlardı. İspanya’ya geçtiğimizde ise, yıllardır bir Barcelona gerçeği var. Johan Cruyff’un gelmesiyle “alt yapı ile üst yapı” olarak ayrılmaktan çıkan bir kulüp Barcelona. Öyle bir sistem var ki şu anda, Barcelona B takımına kurallar el verse, La Liga’ya çıkıp şampiyon olacaklar. Büyük bir scout ekibinin çalışmasıyla bulunan gençler, geldikleri günden A takıma çıkacakları güne kadar hep aynı futbolu oynuyorlar ve bu da onların herhangi bir uyum sorunu yaşamamasını sağlıyor. Pedro, Messi, Xavi, İniesta, Pique, Puyol, Guardiola gibi isimlerle, Barcelona alt yapısının “La Masia”sının adı dünya futboluna altın harflerle yazılmış, insanların aklına tam anlamıyla kazınmış durumda. Tabii bunların hepsi büyük bir çalışmayla oluyor. Guardiola’nın da dediği gibi, yıllar öncesinden, “ İniesta’nın, Xavi’den bile iyi olarak geleceği” biliniyor. Guardiola’ya, “alt yapıda Xavi diye bir çocuk var seni geçecek !” deniliyor. Bunların hepsi, uzun uğraşlar sonucu, geleceği görerek olabiliyor. Öte yandan, alt yapısında 24 yaşına gelmiş, 26 yaşına gelmiş ama hala B takımda oynayan oyuncular da var. Ama takım 2. Ligde olduğu için, onların tek sorunu birinci ligde oynayabilmek oluyor. Ee tabii, Barcelona alt yapısından da oyuncular çalınabiliyor. Örneğin, Pique’yi ManU çalmıştı ellerinden ama, yuvaya geri döndü Gerard Pique. Fabregas da öyle ve bu yaz o da yuvasına dönecek büyük bir ihtimalle. Bu arada, transfer döneminde Manchester City, Barcelona B takımının gelecek vaat eden İsrailli oyuncusu Gai Assulin’i kadrosuna kattı. Yine bir ada takımı Blacburn Rover ise, Ruben Rochina’yı Barcelona’dan çaldı. Ezeli rakip Real’de ise çok büyük bir alt yapı çalışması olmamış hiçbir zaman. Her zaman en iyilerin, en gösterişlilerin peşindelerdi onlar. Ama yıllar içinde orada da, takımın ruhunu yansıtan Guti, Raul, Hierro, Casillas gibi alt yapının ürünleri olan futbolcular çıkarak takımlarına büyük hizmetler vermişlerdir ki, bazıları hala hizmet vermeye devam etmekteler. Bu iki dev hariç, sadece Bask bölgesindeki futbolcularla oynayan Atletic Bilbao da bir çok büyük oyuncu ve yetenekli genç çıkarmış. Son dönemde Llorente, Javi Martinez (alt yapısı Osasuna ) ve İker Munian bunun en iyi örnekleri. Bunun dışında, 2005 yılında Chelsea’ye 12 milyon €’ya sattıkları Del Horno, Andoni Goikoetxea gibi isimler Bilbao alt yapısından yetişmiş ve dünya futbolunda önemli yer almışlardır. Atletico Madrid, Valencia, Sevilla gibi takımlar da, son dönemde çıkardıkları Jesus Navas, Dominguez gibi isimlerle alt yapı çalışması içine girdiklerini gösterdiler. Zaman içerisinde bir de Real Sociedad’ın çıkarttığı alt yapı yıldızları var. Xabi Alonso, Bilbao efsanesi olsa da, Sociedad alt yapısı almış. Etxeberria, Javier Garrido gibi isimler de bu takımın en iyi dönemlerinden çıkan yıldızlardı. Sergio Ramos, Mendieta, David Silva, Cazorla gibi isimler ise, bir dönemin alt yapı çalışması ürünleri. Son dönemde takımlar Barca’yı gördükten sonra, kendi içlerine daha fazla döndüler. Atletico Madrid yabancı stoperler alırken, bu dertlerinin devasını Alvaro Dominguez’de buldular. Aynı şekilde, yabancı kaleciler varken, son yıllarda Asenjo denendi ama, olmayınca da, kendi içlerinden De Gea gibi süper bir kaleci çıkardılar. Almanya’da ise sistem biraz daha farklı gibi geliyor bana. Alt sıradaki takımlar veya alt liglerdeki takımların alt yapılarından iyi oyuncular çıkıyor ve bu oyuncular hemen ilk görüşte kendilerini belli ediyorlar. Büyük takımlar, bu genç yaşta ki yıldız

33 / GSCIMBOM FANZIN 2011


FUTBOL

adaylarını hemen almakta hiç tereddüt etmiyorlar. Son dönemde, Dortmund sayesinde göze batan bir scout sistemi var. Klopp yönetimindeki Dortmunt, Kagawa, Barrios, Lewandowski gibi futbolcuları neredeyse sıfır maliyetle bulup, getirip, oynatıp milyon €’ luk oyuncular haline getirdi. Almanlar, 2000 Avrupa Şampiyonasından sonra bunun gerçek anlamda farkına vardılar ve önemini kavradılar. 2000 Avrupa Şampiyonasında Almanya sadece 1 gol atabilmiş ve 1 puan alabilmişti. İşte ondan sonra gerçek bir yapılanmaya giriştiler ve bugün meyvalarını topluyorlar. Bu yeniden yapılandırma sürecinin odağında ise, futbol altyapı okulları vardı. 1. ve 2. Bundesliga’da mücadele eden profesyonel kulüplere “altyapı okulu kurmak” zorunluluğu getirildi. Her akademide olduğu gibi, Almanya’da da takımlar genç oyunculara her türlü olanağı sağlıyor. Şu anda Alman Birinci Ligi’ndeki tüm oyuncuların yüzde 52,4’ü, işte bu altyapı okullarından geliyor. Kulüpler, futbol altyapı okullarına bugüne kadar 600 milyon eurodan fazla parasal kaynak sağladılar. Örneğin Borussia Mönchengladbach’ın alt yapısı, Borussia-Park stadına 5-10 dakikalık bir mesafede. Borussia Mönchengladbach takımının altyapıdan sorumlu yöneticisi Roland Virkus, kulübün futbol altyapı okulu hakkında, “Okulumuzda antrenman sahaları, sosyal konutlar ve idari birimler hepsi bir arada. Okul buradan arabayla beş dakikalık mesafede. Yani gençlerin zamanlarını iyi kullanmaları amaçlanıyor.” Marcel Jansen, Marko Marin, Marvin Komper gibi isimler Mönchengladbach takımının alt yapı okullarından çıkma. Bayern’e ise fazla girmeye gerek yok. Her daim kendi alt yapısından yetiştirdiği değerleri var. Thomas Müller ve Badstuber ise son dönemdeki en önemli örnekler. Bunlar sadece, ülkelerin futbol dünyaları içindeki bazı örnekler, ya da öne çıkanlar. Ülkemizde ise bunların hiç biri yok. Alt kademedeki takımlar arada sırada bir oyuncu çıkarabiliyorlar. Örneğin şu anda Konya Şekerspor Ömer Ali’yi, Altay Volkan Yaman’ı parlatıyor, ancak bu, düzenli bir hale getirilemiyor. Ülkemizde “scoutluk sistemi” ise, nerdeyse bir şehir efsanesi halini alacak. Aylar önce Abdullah Avcı Ntvspor’a çıkmıştı ve -kendi ile birlikte- 4 kişilik bir scout ekibi olduğunu söylemişti. Bildiğimiz tek scout ekibi de budur herhalde Türkiye’de. Yeni yeni birkaç kulübümüz “Wyscout” sisteminden faydalanmaya başlasa da, bir çoğu hala menajerlerin önerdiği futbolcuları daha cazip buluyorlar. “Alt yapı”, sonsuza kadar tartışmaya açık. En alt kademede oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçındaki küçücük çocukların kavgası, cahiliyetin alt yapıda bile yansıyan holiganizminin bir göstergesi. Bu çocuklara ne öğretiliyor ki, ne oynasınlar !? Galatasaray alt yapısında, en temel olarak ne alır şu anda genç yıldız adayları !? Her sene bir şeyler değişiyor. Değişime ayak uydurmayı öğretmek gerek o zaman alt yapılarda. Ama bu hepsinden zor. Belli bir sistemde, belli oyuncularla oynamayı öğrenen genç yetenekler, A takımlara çıktıkları zaman hiç sıkıntı çekmiyorlar. (Örnek : Barcelona). Rijkaard’la birlikte, alt yapıya Hollandalı bir hoca getirerek Galatasaray buna doğru bir adım atmıştı ama, ısrarcı olunmadı. Bizim genç yetenek çıkarmadaki temel sorunumuz, onlara güvenmemek, gidip sakatlıktan bütün sezon yatan adamlara milyon €’ lar verirken, genç oyuncularımıza 1 milyon € ayırmamak. Alt yapılar için yapılan yıllık harcamalar çok gülünç boyutlarda. Bir çok kez, bir çok spor programına da konu oldu bu. Galatasaray’ın Bayan Psikiyatrisi Telegol’a çıkıp bunların hepsini dile getirdi. Emre Çolak, Anıl Dilaver, Semih Kaya, Galatasaray’ın son dönemde belki de yitirmekte olduğu değerler. Daha önce de, Özgürcan, Cafercan, Mülayim Erdem gibi, “gümbür gümbür geliyor” denen gençler yitip gitmişti. Çünkü bunların hiç birine gerçek bir şans verilmedi, gerçekten inanılmadı bu gençlere. İniesta, Xavi, Messi, Guardiola… Bu futbolcuların hangisi başka takımlara kiralık olarak başka takımlara gitti !? Ya da gidenlerden, -mesela Avrupa’da Wilshere gibi- hangisi kendine bir şeyler katabilecek takımlara gitti !? İşte en son örnek Arda Turan. Ersun Yanal’dan bir şeyler öğrenebildi Manisa’da ve sonra Galatasaray’ın en büyük yıldızı oldu. Bir başka örnek, Aydın. Abdullah Avcı’nın elinde rehabilite edilerek takımına döndü ama, tam olarak güvenilmedi ona ; önünde her zaman birileri oldu. “Süper” ama,Süper Ligimiz’de, maçlarda kadroda genç oyuncu bulundurma kuralı olmasa, hiç kimse çıkmayacak ortaya. “Para” konusuna gelince, genç oyuncuya neden para verilmez anlamıyorum. Cenk Tosun’a mesela. Hiçbir büyük takım para verip almadı ama, Gaziantepspor onun değerini bildi. Sonuç, 11 maçta 10 gol. Hala İsmail Köybaşı’na verilen 6 milyon €’ya yananlar var. Bakın kaptan İbrahim Üzülmez gitti, o genç orada tek başına kaldı ve sırtlamaya çalışıyor yükü. Milli Takımın geleceği için de, tek sol bek adayı o’dur herhalde. Fenerbahçe 2 yıl önce Abdülkadir Kayalı ve 2 genç oyuncu daha almıştı. Hangisinin ismi hala akıllardadır !? Belki bir tek Abdülkadir, o da artık geri dönemeyecek herhalde Fenerbahçe’ye. Beşiktaş, hala gelecek seneye Ferrari’yi gönderip yabancı bir stoper almayı planlıyor. Ne gerek var ki ? İbrahim Toraman-Sivokbonservisi alınacak olan Ersan ve tabii ki alt yapıda ışıldayan Atınç var. Bu formayı ona verdiniz de sırıttı mı o forma onun üzerinde !? Ne gerek var başka bir futbolcuya, koyun onu takıma, yoksa Semih Kaya olur başınıza. Ülkemizde şu da hiç gözüme çarpmaz benim : Bir Southampton’ımız yok mesela. Neden yok !? Çünkü alt kademelerde bir oyuncunu yıllık geliri 4 bin lira. Üste çık, süper ama süper ligimize çık, bir oyuncunun 90 dakikalık oynama bedeli bu. Hangi alt kademelerde oynayan takım, gençlere ne para ayıracak da, ne yetiştirecek !? Derwall’in Türkiye’ye ilk geldiğinde, “öncelikle geçici değil, kalıcı başarıların, çağdaş altyapı ve tesislerin” önemini vurgulamıştı. Ve aynı şeyler hala vurgulanmakta ama, kime !? Bu vurguya dikkat eden var mı !?

34 / GSCIMBOM FANZIN 2011


TRİBÜN

KÜLTÜRÜ


FUTBOL HAYATTIR

LİONEL MESSİ



BÜLEN TİMUR

>El Clasico yolculuğunun dönüşünde Bülent Timurlenk bizi kabul etti. Sorunlu bir yolculuktan sonra buluştuk. El Clasico’dan Galatasaray’a, bloglardan gazetecilik mesleğine kadar herşeyi enine boyuna konuştuk. GSCimbom Medya Kurulu Koordinatörü Muhammet Gülhan sordu, Bülent Timurlenk yanıtladı...

38 / GSCIMBOM FANZIN 2011


NT RLENK

Röportaj: Muhammet Gülhan GSCimbom Fanzin 2011 Yolculukla başlayalım Bülent ağabey, nasıl bir El Clasico izlediniz Mestella’da? Benim futbol sevgimde El Clasico’nun yeri ayrı, çok uzun zamandır da izlemek istiyordum. Ama bir tarafın stadında izlemem gerekseydi, Real Madrid’in stadında olmasını tercih ederdim. Kral Kupası finali olması daha iyi oldu çünkü her iki taraftan 20 bin taraftar geldi ve hesaplar tek maç üzerinden yapıldı. Finale yükseldikleri andan itibaren bütün

programımı buna göre ayarladım. Bir futbolsever olarak müthiş bir deneyim oldu. İlk El Clasico’nuz mu oldu bu? Evet, tribünde ilk kez bir El Clasico seyrettim. Daha önce başka maçlarda tribünde Real Madrid ve Barcelona’yı izlemiştim. Ama karşılıklı olarak iki takımı ilk kez seyrettim. Giderken güzel futbol, bol gol beklentim olmadı. Ekran başına oturduğun zaman her maçın keyifli olmasını istersiniz ama benim beklentilerimi karşıladı. Taraftarlık anlayışından, ezeli rekabet anlayışından farklı bir anlayış var orada. Fairplay demek doğru olmaz, aslında birbirlerini sevmiyorlar. Sevgisizlik ortamı şiddete yöneliyor. Gerekli önlemler de alınmıyor. Çok keyifliydi. 120 dakikaya uzaması da çok iyi oldu. Ben de Real Madrid sempatizanıyım. Real Madrid’in kazanmasına sevindim. Barcelona’nın da böylece ayağını bir kez daha kaydırdım!

R>

KİMDİ

si Itaniversite nu Ü l u b n ezu Ista ölümü m lyanca b abah gazetesi S gazeteci. pormax’de S e yazarı v n Futbol ’da Avrupa da yorum ın program ır. 4,5 yıldır d ta k yapma or. y blog tutu o. balsamic to e c a / http:/ t.com blogspo

Orada farklı bir futbol felsefesi var, öyle değil mi? Taraftarların birlikte maç izlemeleri, hakemlerin sertliğe karşı tutumları gibi… Beraber maç izliyorlar kısmı sadece Kral Kupası finali için söylenebilir. Bizim oturduğumuz, burada numaralı diye adlandırdığımız tribünde birlikte maç izleyenleri görebilmek mümkündü fakat yine kapalı diye tabir ettiğimiz bölümde bunu göremiyordunuz. Aslında birbirlerinden nefret ediyorlar. Bunlar atkılarına “antimadridista” olarak yansımış durumda. Mesele siyasi değil aslında, El Clasico’yu anlayabilmek için iki kulüp tarihinden tutun, İspanya’nın 20. Yüzyılına da göz atmalısınız. Türkiye’de mesele biraz ucuzlaştırılıyor. Franco’nun Katalanlara karşı savaşı gibi. Şimdi 1 hafta boyunca oradaydım, 3-4 gün de Barcelona’da kaldım. Bir Katalan

39 / GSCIMBOM FANZIN 2011


RÖPORTAJ - GSCİMBOM FANZIN

ile konuşurken ağzından Franco lafı duymuyorsunuz. Bu çiğlik bizde var. Bu cehalet, bilgisizlik bizde var. Türkiye’de El Clasico çok seviliyor ama bir yanlış yapılıyor. Katalanları çok zayıf görüyorlar, bütçesi olmayan, şehir olarak imkanları olmayan halk topluluğu olarak görüyorlar. Barcelona şehrinde kişi başına düşen gelir 35 bin €. İspanya’nın en zengin bölgelerinden bir tanesi. Ayrıca Franco olayı kapanmış durumda, futbol konuşulurken Franco’dan bahsetmek ayıp karşılanıyor orada. Yani bu bizim ülkemizde mi yapılıyor? Herkes İspanyol futbol tarihini okumak zorunda değil elbette, dönemin şartları içinde Real Madrid oranın başkenti. Alınan sonuçlar içinde bunun etkileri olmuş olabilir. Türk futbolunda da var. Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş’ın siyasi, bürokrasi güçlerle kazanmış olduğu şampiyonluklar var. Bizim El Clasico’nun futbol tarafına bakmamız lazım. Can sıkıcı olan şey “Franco’nun takımı” yorumları, Franco’nun takımı diyen bütün futbolseverlere, eşe, dosta ben şunu söylüyorum. Franco sorununuzdan önce gidin Kenan Evren ile olan probleminizi kapatın.

Fakat bir sonraki maçla birlikte, 70 bin taraftarının önünde topu %75 rakibe vererek bu taktikle sahaya çıkması oradaki ömrünü kısalttı, hatta ben sene sonunda ayrılacağını düşünüyorum. Çünkü medyaya karşı olan tavırlarının geri dönüşlerini almaya başladı. Kendini medyaya düşman ilan etti. Şuanda yapacağı en ufak hatada düşmanları onu vurmaya kalkacak. Kral Kupası finalindeki hakem biraz müsemmalıydı. Hakemi neredeyse dövmekten beter ettiler ama kartlar fazla çıkmadı. Bana göre Pepe’nin atılması gerekiyordu. Bir adamın atılması için illa adam öldürmeye teşebbüs etmesi gerekmiyor. Hakemin kararları Madrid cephesinin pek hoşuna gitmedi ama Barcelona cephesinin birkaç oyun çevirdiğinin de altının çizilmesi gerekiyor. Bir de çok sempati topluyorlar. Oyun olarak Real Madrid’in de çok keyifli maçlar çıkardığını gördük bu sezon. Ve şunun da altını çizmeliyiz, kimse Real Madrid ya da Barcelona taraftarı değil. Olamaz. Sadece sempatizan. Messi, Ronaldo’dan çok daha sempatik bir oyuncu. Ve Barcelona’ya baktığınızda İniesta ve Xavi, bu oyuncular saha içinde çok fazla kavga etmiyor. Diğer taraftar Ramos, Marcelo, Ronaldo, Mourinho antipatik isimler. Ekran başında olanlar için bunlar pek kaldırılabilir karakterler değil. Bu yüzden sempatinin Barcelona tarafına kayması daha normal.

Peki karşılaşmayı oyun olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? 5-0’lık hezimet ve 1-1’lik maçtan sonra Mourinho’nun nasıl bir 11 çıkaracağını tahmin edebiliyordum çünkü bir Kral Kupası ve iki tane Şampiyonlar Ligi karşılaşmasına gideceksiniz. Ligde 8 puan geridesiniz. Mutlaka kazanmak zorunda olduğunuz bir karşılaşmada risk alırsanız ve karşınızda Barcelona varsa mağlup olursunuz. O yüzden bir kez Peki, Mourinho’nun Di Stefano, “Barcelona’da raflarda daha hezimete uğramamak için Cruijff gibi isimlerle münakaşaya Guardiola için yazılmış 6 mümkün olduğunca savunmaya kitap gördüm, bizim burada ef- girmesi? anlayışıyla sahaya çıkarsınız. sanelerimiz için yazılmış bir kitap Mourinho İngiletere de, İtalya’da Kral Kupası’nda kullandığınız da kavga etti. 40 yıllık gazeteciye bile yok.” taktik tuttu diye ertesi maçta seni tanımıyorum dedi. Burada da bunu denerseniz sorun olur. değişmesini bekleyemeyiz. Ayrıca Yediğiniz golü çıkaramayabilirsiniz. geçmiş bir İspanya kariyeri var. Kral Kupası’nda da Barcelona şans Mourinho Barcelona’nın dinamiklerini bulmasına rağmen atamadı. Aslında onların bilen bir adam. Orada Cruijff’ün felsefesi da sinirlerinin gerildiğini düşünüyorum. Onların işlerken de çalışan Mourinho idi. Cruijff biraz aykırı normalde inanılmaz bir özgüvenleri var, 90 dakika bir adam. Zamanında koruduğu söylenen Rijkaard’ı boyunca Real Madrid’e gol atamamaları da onları da çok acımasızca eleştirdi. Bu işler biraz şehir gerdi. Bir pozisyon hatası yaptılar ve tam önümüzde efsanesi gibi yürüyor. Cruijff’tan bahsediyoruz, her Di maria nefis kesti ve Ronaldo işi bitirdi. Maçın futbol adamının kendine göre kuralları var. O da geneline bakarsak, 20 Clasico dahi izlemiş olsam Mourinho’yu kendi kurallarına göre sınıflandırabilir. orada güzel futbol benim için önemli olmuyor. Ama ben Mourinho’nun taktik zekasını daha fazla Mourinho ikinci El Clasico’yu kısmetiyle kazandı. beğeniyorum. Karakter yorumları bana biraz komik

40 / GSCIMBOM FANZIN 2011


geliyor, benim arkadaşım değil, iş ilişkim olan biri değil. En azından Türk medyasına karşı zorluk çıkaran biri değil. Di Stefano’ya gelince, o da futbol namına birşeyler söylemek istiyor. İlk maçta eleştirdi, sonra takım kural kupasını aldı, bu kez taktir etti. Belli yaşa gelmiş bir insan. Di Stefano’nun futbol fikrine karşı çıksak kim bizi kaale alır ki?... 4 yılın ardından Guardiola’nın sinir sisteminin bu karşılaşma öncesi yıprandığını gördük. Bu bir strateji mi? Guardiola’nın Rijkaard dönemi devraldığından bu yana imza atarken bir fotoğrafı var. O fotoğraf ile şimdiki fotoğrafı arasında çok fark var. Adam resmen çöktü! Neredeyse 10-15 yıl yaşlandı. Mourinho’nun İspanya’da yaptığı hareketler beni şaşırtmıyor. Benim blogda 1 yıl öncesine kadar yazmış olduğum bir yazı var, Guardiola ve hayat hikayesi. Guardiola sorunlu oyuncularla yollarını hep ayırdı. Deco gitti, Eto gitti, Ronaldinho gitti, Ibrahimovic gitti. Biraz fazla vefalı davrandığı adamlar yüzünden sıkıntıya düştüğünü söyleyebiliriz. Mesela Milito. Ameliyat olurken başında 3 saat bekleyen bir adamın üzerinde nasıl bir etki bıraktığını bilemezsin. Şuanda stoper sıkıntısı çekiyorsun, oynatmıyorsun. Mascherano’yu kullanıyorsun. Barcelona’nın kadro derinliği Real Madrid kadar değil. Ama Barcelona’nın belkide sırrı bu. Real Madrid’de bunu yapmaya kalktığınızda şişkin egoları yüzünden soyunma odasında sorun çıkarıyor. Barcelona’nın böyle bir handikapı var

ama ideal 11’ini koruduğu sürece dünyanın en iyi takımı. Bir İniesta’nın yokluğunda bile bunu yavaş yavaş düzeltmeye başladılar. Eskiden daha fazla aksıyorlardı. İniesta’sız bir Clasico’da Barnebau’dan 0-2’lik galibiyetle çıkmak kolay iş değil. Bir takımın kalitesini ucuzlatmak da kolay. Messi var Guardiola ne yapıyor? Ya da Fatih Terim’in Hagi’si vardı, Alex vardı Daum ne yaptı? gibi. Bunlar söylenebilir ama Şampiyonlar Ligi ilk maçında maçtan çok Guardiola ve Mourinho çarpıştı. Son maçta bir hamleyle Guardiola’nın rakibin solunu çökerterek maçı kazandığını gördük. Mourinho’nun şişkin bir egosu var, yani 4 yıl önce Barcelona B takımını çalıştırmış bir adamdan bahsediyoruz. Hal böyle olunca size Pep derler. Adama bakıyorsun, o süre zarfında Porto ile, Chelsea ile, Inter ile kupalar kazanmış. Ben Barcelona’da raflarında Guardiola hakkında yazılmış 6 tane kitap gördüm, oyunculuk döneminde bir tane yazılmamıştır. Bizim burada efsane teknik direktörler için yazılmış bir tane bile kitap yok! Arda’nın video olayları hakkında bir gazeteci, yorumcu olarak ne düşünüyorsunuz? Özellikle bunun devlet televizyonunda yayınlanması... Bu videoyu çeken birinin bunca süre yayınlamadıktan sonra bunu imha etmesi gerekiyordu. Arkadaşının ağzının yamuk çıktığı bir fotoğrafı saklamazsınız, onu da silmeliydiniz. Birinci kısım bu. Burada bir etik hırsızlığı, ahlaksız yapıldığı açık. Bunu kim yaptıysa sorumlularını bulmak

41 / GSCIMBOM FANZIN 2011


RÖPORTAJ - GSCİMBOM FANZIN

da Galatasaray kulübünün problemi. İkinci kısım da bunun devlet televizyonunda yayınlanması. Bildiğim kadarıyla oradaki kişinin de herhangi bir spor geçmişi yok, magazinci. Pes diyorum. Zaten özel kanallarda bu işin düzeyli kalmasını isteyen futbolsever bu kadar şikayetçiyken, devlet televizyonunun kalkıp bu görüntüleri yayınlamış olması inanılmaz. Ama sonuçta Arda bu, yere tükürse rayting. Arda’yı da haklı buluyorum. Bu konuda da son 3 yılda Galatasaray’ın formalarını her zaman eleştirdim. Farklı renkler, farklı ürünler, farklı tonlar her zaman kullanılır ama bunlar çok radikal seçimlerdi. Belki o turuncu forma kırmızıya yakın olduğundan dolayı kabul edilebilir. Son iki yılda çıkan formalar özellikle “sahadaki Galatasaray mı bu takım” dedirtiyor, aslında oynadığı futbolla da bunu dedirtiyordu. Arda’nın evinin salonunda bunu yapması ve dışarıya sızdırması Türkiye’ye yakışıyor, ne diyeyim. Türkiye standartlarında bu normal... “Arda gideceği yerden fotoğrafını yollamalı. O çok değişti. Galatasaray deja vu sever. Bugün Gerets dönse Arda, yine aynı Arda değil.”

Arda’nın gitmesi gerektiğini düşünüyor musunuz? Bunu bir sene önce yazdım “Fotoğrafını yolla oralardan” diye. O günden bu güne Arda çok daha fazla hırpalandı. Ben bunu yazarken de hiçbir şekilde Arda’nın özel hayatına girmedim. Ne istedin Arda’dan, genç Turkcell ile sinema biletini kovalamasını mı? Arda sinemada kapatır, 500 bin €’luk arabaya da biner. Herşeyi yapar. Bir kere şunun altını çizmek lazım, Arda’yı kim gece kulübünde yakaladı? Arda Turan’ı hiç alkollü gördünüz mü? Kız arkadaşı olamaz mı? Üstelik düzenli bir ilişkisi var. Şöyle eleştirilebilir, günlük ilişkiler yaşayan, Türk medyasına 50, 100 tane farklı kadınla görüntü veren Arda’nın hayatını eleştirebilirdin, ya da maçtan bir gün önce bilmem kaç promil alkol ile yakalanıp görüntüleri çekilen bir Arda’yı eleştirebilirdin. Ama diğerleri boş. Arda’nın şuanda belki evliliğe doğru giden bir ilişkisi var, bunu irdelemek kimsenin hakkı değil. Galatasaray’ın başkanlık seçimlerinde sonuçlanmayan davayla birlikte belkide yeni yapılanma çok geç başlayabilir, öyle değil mi? Hayır, geç bir yapılanma olmuyor. Bence 14 Mayıs’ta seçimler olacak, Galatasaray yeni başkanını seçecek.

42 / GSCIMBOM FANZIN 2011

Seneye Avrupa kupalarına gidemeyecek olan Galatasaray’ın sezonu Temmuz günlerinde açmasını bekliyorum. Gelen yönetim diğer yönetimin yaptığı gibi futbolcuları hazırlık kampının ilk dönemine yetiştireceğiz diyecek ve yapamayacak. Transfer 30 Ağustos’ta kapanacak. Gelen yönetim için geç bir yapılanma olacağını sanmıyorum. Şuanda futbolcular da 4 hafta geçse de tatile gitsek, ya da taraflar sezon bitse de işkenceden kurtulsak havasında. Peki Galatasaray’ın kısa sürede toparlayabileceğini düşünüyor musunuz? Hayır, bu konuda umutsuzum. Yalnız Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş gibi camialar farklılar. Galatasaray çok büyük bir camia, seneye şampiyonluğa oynamayacağını söylemek çok büyük bir laf etmek olur. Çünkü Galatasaray 1959’dan beri hangi sezon olursa olsun sezonu şampiyonluk umuduyla açarlar. Sezonu açacak futbolcular da şampiyonluktan bahsedecekler. Bu, kağıt üzerindeki. Ama konunun pratiğinde böyle olacağını sanmıyorum.

Ünal Aysal’ın listesini nasıl buldunuz? Ben o listeyi beğenmedim. İsim isim olarak bakarsak, neden o yönetime girdiklerini anlam veremediğim isimler var. Galatasaray deja vu sever. Galatasaray’ı yönetmek aslında zor değil. Doğru transferleri yapmak için doğru adamlara ihtiyacınız var. O adamları doğru seçmek lazım. Neyin üzerine Galatasaray adını koyarsan, sana bir şekilde başarı getirir. Bu isimlerin fazla işlevselliği olduğunu düşünmüyorum. Ünal Aysal bu ortamda Galatasaray’da bir mesih olarak kabul edilmiş durumda, ne yazık ki. Ama Galatasaray’ın Dünya futbolu ölçeğinde yanlışı şu: 4 yıldır Şampiyonlar Ligi’ne giremeyen bir Galatasaray’dan bahsediyoruz. Minimum 60-70 milyon € kayıp demektir bu. Şampiyonlar Ligi görsel olarak muhteşem, ama


RÖPORTAJ - GSCİMBOM FANZIN

Avrupa Futbolu’nda da benzer durumlar söz konusu. 2000’li yıllarda Şampiyonlar Ligi’nde karşılaştığı o Deportivo’lar, Nantes’lar şuanda kayıp. 25 kişilik kadronun mütebakada çekileceği bu listede önümüzdeki sezon Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi’ne katılabileceğini söylemek zor olur.

belirli bir gelişim gösterdiğini düşünüyorum. Ben bu piyasada Galatasaray’ı çalıştırabilecek 3 tane adam tanıyorum. Bu yüzden şuanda tek tercih Fatih Terim gibi görünüyor. O harika 4 yılın ardından ikinci döneminde kim bu kadar başarısız olabilir diye düşünmeden de edemiyorsunuz.

İş adamı apoletindeki bir başkanın, futbola Az önce deja vudan bahsetmiştiniz. Galatasaray’da karışması ya da karışmaması arasındaki uçurum çok yaşanıyor bu durum. Başarısızlık olduğunda nedir? sürekli geçmişe dönülüp eski başarılı isimler Bir teknik adamın orta saha için yazdığı 4 ismin gündeme getiriliyor. Fatih Terim, Kalli, Gerets vb. ilkinin maddi yetersizlik yüzünden alınamaması Aradaki uçurum nedir? Bu, bundan sonrası için bir ve listenin üçüncü sırasındaki oyuncunun transfer risk mi, avantaj mı? edilmesi futbola karıştığı manasına gelmez. Ya da Kulübün bütün değerlerini, Florya’nın kokusunu bir yaz kampı dönemi için başkanın “şurada hazırlık bilen adamın getirdiği avantajlar var ama, aynı maçları yapacağız” deyip teknik adamın suratını futbolcular değil, aynı futbol değil, hayat aynı değil. buruşturması çok önemli değil ancak “haftasonu Pek sıfırdan başlamıyormuş gibi görünse de, aslında Beşiktaş derbisene çift forvet çıkalım” ya da çok şey değişmiştir Galatasaray’da. Eric Gerets’den “Mustafa Sarp’ın yerine Cana oynasın” diyen bir bahsediyoruz, 5 yıl oldu. O dönemden kim var ki? başkanın (ki bunu diyen bir başkan doğruyu söyler) Sabri, Aykut… bunları söylemesi kabul edilemeyebilir. Ancak örneklerini de görüyoruz, Berlusconi de karışıyor, Arda… Milan çift forvet oynamalıdır diyor. Başarılı olduğun Arda da aynı Arda değil. Eric Gerets’in elindeki Arda sürece sorun yok. Ama başkanlar da bilebilir ile bugünkü Arda’nın egosu aynı değil. Fatih Terim futbolu, bizde bildiğimizi söylüyoruz. bunu çok net yaşadı. O başarılar kazandığı Adnan Polat da bilir, Aziz Yıldırım takımla Dünya Kupası’ndan sonraki o takım da bilir. Benim 8 yaşımdaki oğlum aynı değildi. Yazılış şehveti denen bir da Real Madrid neden Higuain’i şey vardır, bazen ipin ucunu ya da Kaka’yı oynatmadı Gazeteciliğe girelim. Frank Rijkaard kaçırabilirsiniz. 4,5 yıldır blog diyor, Real Madrid’in geniş Türkiye’deyken Kadir Çetinçalı’nın tutuyorum, bloguma bir kere kadrosunu biliyor. 8 yaşında bir yazısını okumuştum. Rijkaard için reklam almadım. Okuyucuyu bir çocuktan bahsediyoruz. “kara balon” ibaresini kullanmıştı ve neden rahatsız edeyim ki? Fazla büyütmemek gerek ama o dönem tepki almıştı. Bu örnekten başkanlar da haddini bilmek yola çıkarak siz de bir gazeteci olarak zorunda. Türkiye’deki gazetecilik anlayışının doğru yapıldığına inanıyor musunuz? Galatasaray’ın antrenörü yabancı mı olmalı, Kendi mesleğimi de dobra dobra eleştiren bir yerli mi? insanım. Blogumda da yazdım, bu tür yazıları Ben teknik adamlara yabancı ya da yerli gözüyle yazmaktan çekinmem. Kadir Çetinçalı 25 yıldır bakmam. İyi teknik adam vardır, kötü teknik adam bu medyanın içinde yer alan bir Galatasaray vardır. İyi olan teknik adamı da Türkiye şartlarında muhabiri. Benim de abi dediğim bir isim. Şunu denemeden ne olduğunu bilemezsin. Ben Rijkaard’ı unutmayalım, bu söylediğin kabul edilebilir bir çok beğenen biriydim. Benim için Schuster şey değil ama yazının şehveti diye bir şey vardır. tercihi de Beşiktaş için çok iyi bir tercihti. Bütün Bazen yazı yazmanın şehvetine kapılarak işin ucunu bunları gelirken başarısız olabileceğini söylemek kaçırabilirsin. Kadir Çetinçalı’nın da o yazdığı şeyden zor. Yerli teknik adam konusunda Türkiye’de çok keyif aldığını düşünmüyorum. Unutmak lazım. Galatasaray’ı çalıştırabilecek 3 tane teknik adam Ama unuturken de bir daha yapmamak üzere var: Fatih Terim, Mustafa Denizli, Ersun Yanal. unutmak lazım. Irkçılık kelimesini duyduğum anda Abdullah Avcı’nın Galatasaray’a uygun bir teknik bile tüylerimi diken diken ediyor bu durum, bir adam olduğunu düşünmüyorum. Daha düşük benzerini ben yaşadım. Anlatayım size. Jaun Pablo bir profilli, yıllardır İstanbul BB ile çizdiği futbol Pino’nun sene başında Medrano Sirki’ne gitmesi anlayışıyla yerinde saymıştır. Tolunay Kafkas’ın gerektiğini söyledim. Pino’yu herkes beğenebilir,

43 / GSCIMBOM FANZIN 2011


RÖPORTAJ - GSCİMBOM FANZIN

ben beğenmiyordum. O dönemde Medrano Sirki İstanbul’a gelmişti. Onun lakabı sihirbaz olduğu için, öyle bir şey kaleme aldım. İnsanlar kalkıp bunu yanlış anladı, halbuki böyle bir şey aklımın ucundan bile geçmemişti. Hani “halı sahada olsa bunu takımıma almam” dediğiniz adamlar vardır ya, Pino benim için öyle bir oyuncu. Galatasaray seviyesinde olduğuna inanmıyorum. Aylar sonra 40 yıldır Galatasaray’ın içinde olan Bülent Ünder geldi ve o sorumsuz diyerek kadro dışı bıraktı. Burada da biraz haklı çıktık sanırım… Peki blogların günümüzdeki konumu nedir sizce? Blog sosyal medyanın bir parçasıdır. Bu 1990’ların sonunda chat ile başlayan, ardından forum ve messenger ile devam eden bir gelişim. Blog kavramıyla Türkiye 3-4 yıl geç tanıştı. Biraz hızlı uyum sağladığımızı düşünüyorum. Son olaylar yüzünden bloglar eski keyfinde değil. Günlük yazmak bizden önceki kuşaklar için zor bir şeydi. 4,5 senedir günlük tutmaya çalışıyorum. Bunu yaparken aslında kendi mesleğime dair notlar almış oluyorum. Televizyon programına çıkmadan önce Mourinho hakkında notlar yazmak bana daha rahat konuşma şevki sağlıyor. Diğer taraftan blog tutanların bir çoğu üniversite öğrencisi olduğu için farklı yerlere de fokuslanmak gerekebiliyor. Günlük yazmak gerçekten zor. Forumlardaki tartışmalar daha çok sığ, o iyi futbolcu diyor sen değil diyorsun, bu tartışmaya gidiyor. Ya da biri Galatasaray büyük diyor, diğeri Fenerbahçe. Oysa diğer tarafta istatistiklerle süslenmiş bir yazı. İyi bir futbol külliyatı oluştuğunu düşünüyorum. Yakın bir zamanda bu külliyatın içinden zamana yenik düşmemiş tarzda yapılan araştırmalardan seçkin bir kitap oluşturmayı düşünüyorum. Elinde sonunda orası sanal bir dünya, bloglar kapandığında hiçbir şey göremiyorsun. İnsanların elinin altında olacağı bir kitap projemiz var. Gelecek için iyi de bir arşiv olacak aslında… Elbette, ben blog seviyesinin taraftar düzeyinin çok üzerinde olduğuna inanıyorum. Çok sevdiğim, değer verdiğim arkadaşlar var. Okumaktan çok fazla keyif alıyorum. Türkiye’de bir kitapçıya gittiğinizde kaç tane kitap var ki? Bir rafı dolduramıyorsunuz. Ben yurt dışına gittiğimde bilmediğim dilde olan bir kitabı da alıp geliyorum buraya. Belki bir gün çözerim bunu, burada dursun diye alıyorum. O da olmadı çocuğum okur belki, ama orada olsun. O kadar dar bir çerçevedeyiz ki gazetelerde bu tür araştırmaları yapamıyor, günlük şevk ile çalışıyorlar. Bugün

44 / GSCIMBOM FANZIN 2011

Gattuso futbolu bıraksa 10 tane blog yazar bunu. 3 ya da 5’ini okusan Gattuso uzmanı kesilebilirsin. 5 yıl önce böyle birşey yoktu. Digitürk bünyesinde yorum yapan biri olarak, siz de bloggerlara destek oldunuz, yasak hakkında genel olarak yorumunuz nedir? Savunmak değil, fikrimi sordular ve söyledim. Şöyle bakalım, orası sanal dünya. Barlar sokağında 10 barın bir tanesi sana ait. Barlar sokağında bir adamın uyuşturucu satıldığı ortaya çıkıyor ama gelen ekipler bütün barlar sokağını kapatıyorlar. Burada Türk adaletinin problemi öne çıkıyor. Orada o barı kapatmaları gerekiyordu. Bunu blog yazanlarla alakası yoktu. Ben 4,5 yıldır blog yazıyorum, okuyucuya olan saygımdan dolayı bir kere Google reklamı almadım. Hepsi saçma reklamlardı. 4,5 yıl içinde orta sınıf bir araba alacak kadar Google reklamlarından para kazanabilirdim. Şimdi burada yayını illegal olarak veren yayıncılar ne yapıyor? Aslında yayını da orada vermiyorlar, adam aynı tarzda 20 tane blog açıyor. Linkin altına gömdüğü hyperlink bir reklam, bir tık onun için. Burada yayıncı kuruluş yayınının illegal olarak dağıtılmasından rahatsız, burada sorun yok. Program yapmakla alakası yok. Ben hayatım boyunca sokaktaki korsancıdan bir şey almadım, çünkü hayatımı telifle kazanan bir insanım. Bu işten binlerce insan ekmek yiyor. Kimse kusura bakmamalı, burası muz cumhuriyeti değil. Forumları takip ediyor musunuz? Güncel haberler veya atılan bir linke tıklamak dışında forumları takip edecek vakit bulamıyorum. GSCimbom forumu için de aynı durum söz konusu. Herhangi bir forumda yazmıyorum. Forumlar hakkında takibim bu kadar. Diğer taraftan Ekşi Sözlük ve Galatasaray Sözlük’ü takip ederim. Mesela son Arda olayı hakkında bir yazı kaleme alırken taraftarın düşüncelerini okumak adına takibe alırım. Savaşı kimin kazandığını belirlemek için yaparız bunu. “ İspanya futbol tarihi hakkında bir kitap projem var. 300-350 sayfayı bulacak. Sadece bu yıl olanlardan bile bir 5 sayfa yazılabilir!” Yakın zamanda bir kitap yazmayı düşünüyor musunuz? Tecrübelerimizi aktarabileceğiniz, insanların okuyabileceği bir kitap… Yakın zamanda bunun için bir iki teklif aldım. 4,5 yıllık blog arşivine girerek, oradan belirli yazıları


seçerek bir kitap oluşturma fikri vardı. Bunun son bir okuması yapılıp yayın hayatına geçirilebilirdi. Fakat yoğun iş hayatından dolayı bunlarla uğraşamadığımı söyleyebilirim. Bunun dışında İspanya Futbol Tarihi hakkında bir kitap projem var. Şuan bununla uğraşıyorum. 100-150 sayfaya yaklaştık. Hesabıma göre 300 sayfadan aşağı tutması zor görünüyor. Sadece bu yıl yaşananlardan ötürü 4-5 sayfa ayırabilir. Diğer taraftan zaman akıyor. Hayatını çok uzun zamandır yazan ve çizen bir insan olarak insanın bir kitapçıya girdiği zaman bir kitabını görmesi güzel birşeydir. Türkiye’de futbol külliyatına olan ilgi o kadar az ki, bu işten bir gelir elde etmek, yayıncı zarar etmesin düşüncesinden görülebiliyor. Bu iş artık dijitalleşti. Bugün bir yazıyı bloğuma taşıdığımda orta trajlı bir gazete kadar okuyucu (hit) alabiliyorum. Bu sayede bir rahatlık var, Galatasaray hakkında bir yazı yazdığınızda 25 bin kişi okuyor. Daha sonra bu forumlara taşınıyor. Hafta bittiğinde o yazıyı 100 bin kişi okumuş oluyor. Bu ülkede bir yazıyı 100 bin kişi okuyorsa yeterlidir. Anladığım kadarıyla kitap yazmaktaki amacınızı gelir elde etmekten çok futbol külliyatını yukarıya çıkarmak olarak görüyorsunuz? Türkiye’de kitap yazıp kim gelir elde etmiş ki ben elde edeyim. Hayatımı kitap yazarak kazanmak isteyen bir adam değilim. İçimdeki gazetecilik heyecanı bitene kadar bu mesleği icra edeceğim. Kitap yazmak şöyle, bu ülkede bu kadar insan İngiltere, İspanya futbolunu severken oranın tarihini yazmak hoş bir şey. Ya da Messi ülkemizde bu kadar sevilirken oradaki kitapların çoktan bizim dilimize çevirilip raflardaki yerini alması gerekir. O kadar adam ve o kadar efsane var ki... Sadece yurt dışı değil, buradaki efsanelerin kitaplarının da yazılması gerekiyor. Hatta bir kitap yazılacaksa, Türkiye’de

45 / GSCIMBOM FANZIN 2011


RÖPORTAJ - GSCİMBOM FANZIN

mertebe açısından kült bir noktaya ulaşan gelişim sporun hikayesinin yazılmasını isterdim. Hıncal Uluç’lar, Yiğiter Uluğ’lar, bunların bu noktalara nasıl gelindiğinin yazılmasını çok isterdim. Gelişim Spor Türkiye’nin yayıncılığında bir dönüm noktasıdır, bugün hâlâ bir benzeri yoktur.

Fanzinlere uzak değilim. Çok başarılı. Bu ülkede bir şeyleri kağıda dökmeden daha fazla okuyucuya ulaşmak mümkün değilmiş gibi görünüyordu birkaç yıl öncesine kadar ama bugün dijital ortamdaki bu tür işlerin, kağıttaki işlerden daha iyi olduğunu düşünüyorum. Ancak amatör ruhla yapılan bir iş, aşkla yapılan bir iş bu. Kalkıp buraya benimle Gazetecilik mesleğini seviyor musunuz? röportaj yapmaya geliyorsunuz. Bu heyecanı ne Bu mesleği sevmezseniz yapamazsınız. kadar duyarsınız, bayrağı sizden kim alır bilinmez. Haftasonunuz yoktur, düzgün tatiliniz yoktur, Sadece spor değil, keşke başka alanlarda da gündemden uzak kalma lüksünüz yoktur, ailenle fanzinler olsa… Çok zayıfız o konuda. 90’lardan önce kahvaltıya gidemezsin. Gazetecilik kağıtlarla fanzinler yapıldığı dönemlerde çok böyle bir meslekken onu sevmeden etkileyiciydi ama hayat da değişiyor artık. yapabilmek mümkün değil. Kendi 140 karakterle konuşuyoruz twitter’da, elinde olmayan sebeplerden dolayı “90’larda fanzinc yayınları kısa kısa. Onun hızına yetişilmiyor. mesleğinden soğuma durumun daha tutulurdu. Keşke sadece olabilir ama gazetecilikte Dergiciliği nasıl buluyorsunuz spor olmasa, başka fanzinler konsantrasyon çok önemli. de okuyabilsek. Bu konuda çok günümüzde? Galatasaray dergisinde Gazetecilik çok keyifli bir meslek, çalıştınız bir dönem… yetersisiz.” saygın olduğunu düşünüyorum. Meşakatli bir iş. Aylık bir dergiyi Eleştiriler okuyoruz ama eninde yapmak, o dergiyi satmak hiç kolay sonunda ben şunu söylüyorum: bir iş değil. Neden? Çünkü insanlara Gazetecilik öyle bir meslektir ki, sadece özel sayfalar vermeniz gerek. Sonuçta bir avukat, mühendisten bahsetmiyoruz, insanlar akşam haberlerde izlediği haberi bunu bir kimya mühendisi, bir kimyager de yapar. internette yakalayabiliyorken bizim burada ertesi Bu, her gün yapabilenlere ödenen bir meslektir. Biz gün yaptığımız haber televizyonda çıkıyorken, aylık, hayatımızı bundan kazanıyoruz. Dışarıdan yapılan haftalık bir derginin nasıl tutulacağı merak konusu. eleştiriler biraz farklı, bende yaparım bu mesleği, Türkiye’de dergi okuma alışkanlığı hiçbir zaman bende yazarım o yazıyı, bende çekerim o fotoğrafı oturmadı. Trajlar da ortada. Dergicilik delilerin işi. değil olay. Ever herkes elindeki makineyle fotoğraf Ama Türkiye’de bir kural daha var, iyi dergi yaparsan çekebilir ama bizim bir Süleyman abimiz var, kimse batarsın. Piyasada bir sürü kötü dergi var, onlar kusura bakmasın onun gibi çekemezler. Ya da Atilla yayınlanmaya devam ediyor. Dergiciliğin kuralı budur Gökçe gibi yazı yazamazlar. Gürcan Bilgiç gibi bir Türkiye’de. İyi dergilerin hepsi 2 yılda batarlar. camianın içinden özel bir haberi çıkaramazlar. Bunun bir sürü örneği var. Kısa sorular: İzlediğiniz en iyi kaleci? Simovic Medya üzerinde farklı mesleği seçip gazeteciliğe İzlediğiniz en iyi savunmacı? Popescu adım atan insanlar? İzlediğiniz en iyi orta saha? Prekazi Benim yazılarını okumaktan büyük keyif aldığım, İzlediğiniz en iyi forvet? Roberto Baggio çok sevdiğim Bağış Erten de avukat. Ben İtalyanca bölümü mezunuyum, hayatım boyunca İtalyanca öğretmenliği yapmadım. Herkes yapabilir bunu. Nereden mezun olduğun önemli değil. Bu meslek dil bilmeyi gerektirir, gözlem gerektirir, konsantrasyon gerektirir, vefa gerektirir. Her iletişim fakültesi mezunu gazeteci olacak diye bir şey yok. De, da’yı ayıramayan iletişim fakültesi mezunları var. GSCimbom Fanzin’i ziyaret etme şansı buldunuz mu? Sürekli değil, çok başarılı buluyorum. Fanzinlere karşı 90’larda bu işi yapmış bir kardeşim var.

46 / GSCIMBOM FANZIN 2011


SOSYAL FUTBOL AYIN KİTAP

ÖNERİSİ

Futbol Asla Sadece Futbol Değildir’le büyük yankı uyandıran Simon Kuper, II. Dünya Savaşı’nın bir tür alternatif tarihi sayılabilecek zahmetli bir çalışmayla okuru heyecanlandırmayı sürdürüyor. “Yahudi” kulübü olarak bilinen Ajax’ın ve Yahudilerin yakınlık duydukları Hollanda’nın, aslında, Avrupa’yı yakıp yıkan savaşta canilerle nasıl da sessiz bir işbirliğine girdiğini, Soykırım karşısında direnmeyen, kendisine dokunulmasını dilemekten öteye geçemeyen bir halkın tarihini, belgeleri ve tanıklıklarıyla gözler önüne seriyor. Ajax, Hollandalılar ve Savaş, her şeyden önce dramatik, hüzün verici bir kitap. İnsanın nasıl da alabildiğine acımasız, bencil, ayrımcı ve korkakça davranabildiğini, gerçeğin taşınması güç ağırlığıyla ortaya koyuyor. Kuper’in kitabıyla, futbol tutkumuz, varoluşumuzu sorgulamamıza dek varacak uzun soluklu bir hesaplaşmanın aracı olabilir.

47 / GSCIMBOM FANZIN 2011


A. EREN LOĞOĞLU

GÜNAHLAR VE GÖNÜLLER

GSCIMBOM FANZIN

Puanlar eşit, kalan maçlardan kanımca en dişe 1995 - 1996’da Karadeniz diyarında Oğuz ve dokunur olanı -Karabük - aynı rakiple, denklik Aykut’un golleriyle kazanıp şampiyon olan durumu ligin sonuna kadar sürecek gibi. Fener, 2004 - 2005 sezonun 30. haftasında Fenerbahçe ve Trabzonspor’dan bahsediyorum. tartışmalı bir maçla -pek hatırlanmaz nedenseİkili averaja kalırsa şampiyonu belirleme hususu, Trabzonspor’u ve 33. hafta Galatasaray’ı yenip Fenerbahçe önde. şampiyon olan Fener. Özellikle 30 Nisan 2005’te oynanan maçı unutmak olası değil. Dışarda Karabük, içerde Ankaragücü ve son maç dışarda Sivas ile sarı lacivertliler tarafında. Serkan’ın ayağına temas olmadan atlamasına Dışarda Buca, içerde Büyükşehir Belediye ve verilen faul, vuruşu kullanan Alex ve aktif son maç dışarda Karabük ile bordo mavililer ofsayt olan Luciano -kafayı vuran başkasıtarafında. ile Fenerbahçe 1 - 0 öne geçiyor. Ardırdan Aurelio’nun eli es geçiliyor ve Rüştü’nün Fatih Geçtiğimiz sezonun 33. haftasında Ankara’da Tekke’ye yaptığı sert müdahaleye penaltı Fenerbahçe’yi ağırlayan ve beklentiye girenleri çalınamıyor. Burada kalsa gene iyi, Trabzon hüsrana uğratan MKE’den medet ummak beraberlik golünü buluyor ve hemen ardına zorlama olur. Serkan Kırıntılı’nın müthiş Anelka’nın kendini yere bırakmasına çalınan performansı sonrası günahların takımı bir penaltı, akıl alır gibi değil. Maç bir Fenerbahçe’ye ödülünü alırcasına transfer takımın elinden alınıp diğerine altın tepsiyle olduğu düşünülürse, belki onun olmaması götürülüyor. bir şans şeklinde algılanabilir. Bülent Uygun, Mecnun Odyakmaz ve sahada alınan sonuçlar Her iki sezonda da Trabzonspor’un başında dolayısıyla Fenerbahçe sicili temiz olmayan Şenol Güneş vardı ve geçtiğimiz sezon ligin son Sivas’ın da çelme takması olasılığı zayıf. haftası artı kupada Fenerbahçe’yi üzen adamdı Geriye yalnızca Karabük kalıyor, enteresan olan o, daha önce üzüldüklerini hesabını sorarcasına. da son hafta aynı takımın Trabzonspor’u konuk etmesi. Asıl defter dürme zamanıysa bir kez daha çıktı karşısına. Fenerbahçe ve Trabzonspor’un kaderi Trabzonspor, geçtiğimiz sezonun 34. haftasında üst üste sert bir şekilde çakışıyor ve her birinde şampiyonluğu Fenerbahçe’den onuruyla çalıp Şenol Güneş ana parça. Yardımcı oyuncu Bursaspor’a vermişti. Bir de kupayı alıvermişti da Aykut Kocaman, geçen sezon Daum’un Kadıköy’ün elinden. Bir hayli kesişen hikaye ve yanındaydı. alınmak istenen intikam var. Daha eski, sararmış solmuş gazete küpürlerinde, görüntü kalitesi yerlerde sürünen görsellerde kalmış olanlar.

48 / GSCIMBOM FANZIN 2011

Buca maçı zor, Fener’e karşı 3 - 1 öne geçip 5 - 3 kaybeden bir takım oldukları zihni kurcalayınca. İBB’yse bir o kadar kolay gibi. Lige havlu atıp kupayı kovalıyor Abdullah Avcı, hanesine artık salt başarı yazdırmak istiyor. Son haftaysa Karabük, bilinmeyen bir denklem. Fenerbahçe’nin son hafta psikozundan kurtulma adına ligi o noktaya bırakmak istememesi üzerinde bir baskı oluşturur mu veya tam tersi Trabzonspor’un rakiplerini motive eder mi, hep birlikte izleyeceğiz. Emenike transferi ve dedikoduları bir koz olabilir Karabük maçları üzerinde, dikkatle takip etmek gerekir. 1 Mayıs 2010’da Taksim meydanına çıkan ve işçi bayramını kutlayan Karabük tayin edebilir şampiyonu, emeğe bu denli önem veren bir kulübün adalet terazisine güvenmek zorundayız. Her iki maçta da kan ter içinde kalıncaya dek mücadele sergileyeceklerdir. Şenol Güneş teknik direktör olarak da şampiyon olmayı seneler öncesinde hak eden bir adam ancak 9 puan öne fırlayıp Fenerbahçe’ye geçilmesiyle belki de bir defa daha boynu bükük ayrılacak sahadan. Günahlar ve gönüller, bakalım kim uzanacak zafere?


BURAK EREN

P

GSCIMBOM FANZIN

orto’nun neden Porto olduğunu anlatmama bile gerek yok aslında. Harika bir sistem, bana göre sistemden de öte hanedanlık. Gidenin yeri mutlaka doluyor. Gelen 3’e geliyor ama 40’a gidiyor. O 40’a gidenin yerine de 3’e mutlaka biri geliyor. Bu süre zarfında iyi bir jenerasyon da yakalanınca Avrupa’da kupalar geliyor. Ama bu süre zarfında her sezon Avrupa arenasında mutlaka bir noktaya ulaşıyorlar. Bunu son zamanlarda Shakhtar da yapmaya başladı ama Porto bir başka. Shakhtar’ın Lucescu’dan sonra geleceğini göremiyorum, Porto ise Boas’dan sonra da Porto olmaya devam edecek. Tıpkı Mourinho’dan sonra Porto kalmaya devam ettikleri gibi.

FUTBOLUN GELECEGI SCOUT ALTINDA

İşte bu Porto’nun da en büyük silahı scout sistemleri. Nasıl bir tarama ekipleri var, teşkilatlanma nasıl oluyor bilemem ama o scout ağı Porto’yu ayakta tutmaya devam ediyor. Gidip Hulk’u 5.5 milyon avro gibi bir rakama Japonya’lardan getiriyorlar. Şimdi o Hulk’u geldiğinin birkaç katı daha büyük bir ücrete satacaklar. Falcao da aynı şekilde, büyük paralar kazanılacak bu sayede. Futbol çarkı da böyle dönüyor işte, iyi birscout ağı olan takımın sırtı kolay kolay yere gelmiyor. Şunu da söyleyelim, scout olayı çok profesyonel bir iş. Neredeyse bu işin okulları falan açılacak, o denli önemli ve zahmetli bir iş. Bu yüzden de iyi scoutları da bulmak zor, kolay yetişmiyor bu işi yapanlar. Hem teknik direktör misali futbolu bileceksiniz, hem de futbolcu gibi düşüneceksiniz. Geçmiş yıllarda hem iyi bir futbolcu hem de iyi bir teknik direktör de olmanız sizi scout yapmaz, farklı bir profesyonellik alanı bu. Şöyle düşünün. Gökhan Gönül’ün ne kadar değerli bir futbolcu olduğunu biliyoruz. İkinci ligden transfer edilen bu adam bir anda Fenerbahçe’nin vazgeçilmezi oldu. Oysa ilk etapta Galatasaray gündemine gelmişti kendisi. Ogan Tarhan, bu futbolcuyu izlemiş ve beğenmiş, Adnan Sezgin’e de önermişti. Ama Adnan Sezgin kendi yorumunu kattı ortaya, beğenmedi bu adamı ve durum ortada. Adnan Sezgin’in futbol bilgisinin bir ispatı olmasının yanında, bu işin neden farklı bir alan olduğuna da güzel bir kanıt. Galatasaray’ın da scout hamlesi yapması beni ilk etapta çok sevindirmişti. Türkiye’ye de lazım bu hamleler, bizim geleceğimiz Manchester United’i, Barcelona’yı falan örnek almaktan geçmiyor. Bizler Porto gibi takımları örnek almalıyız, onlar ne yapıyor diye araştırma halinde olmalıyız. Scout ağını da kurmak atılan en önemli hamledir ama biz bu scout olayına nasıl bakıyoruz? Asıl mesele orada. Scout ağının başına Cüneyt Tanman getirildi ve onun kurduğu bir ekip bu işi yürütüyor. Ekip elemanlarına baktığımda ise Galatasaray’ın eski futbolcularını görüyoruz. Ali Sami Yen’in kapandığı maçta hatırlıyorum, eski futbolcular maç yaptıktan sonra röportaj falan veriyorlardı. Çoğu da futboldan kopmuş insanlar, teknik direktörlük bile yapmıyorlar. Ve onlar verdikleri röportajlarda ‘’Cüneyt Tanman’la konuştuk, scout ekibinde yer alacağız’’ diyorlardı. Eski efsanelerin futbol bilgilerini falan tartışmam bana düşmez, hepsinin Galatasaray için verdiği emekler çok büyük, baş üstünde yeri olan insanlar. Ama diyorum ya, scout olayı başka bir iş, ayrı bir profesyonel dal. Malesef görünen tablo da Galatasaray scout ekibinin sanki eski isimlere vefa kurumu gibi çalıştığını görüyorum. Bu da çok yanlış bir uygulama oluyor haliyle, insanların bu ekipten fazla bir beklentisi olmuyor. Kurumsal olma yolunda adımlar atması gereken Galatasaray’ın, daha da profesyonel bir yapıya kavuşması gereken Galatasaray’ın farklı adımlar atması lazım. Bana sorarsanız Cüneyt Tanman’ın ait olduğu yer sportif direktörlüktür, menejerliktir ya da Galatasaray içerisinde farklı bir yerdir. Kimse ona hayır diyemez, o büyük kaptan. Ama scout olayı başka, bu kadar değerli bir alanı bu işi bilenler yani profesyoneller yönetmeli. Futbolun geleceği bu futbolcu keşiflerinde...

49 / GSCIMBOM FANZIN 2011


TANSU GÜRSEL

Beveren Tatilcileri: Volkan Kilimci, Osma

GSCIMBOM FANZIN

G

alatasaray, eğer yanlış bilmiyorsam, Avrupa kulüplerine en çok futbolcu gönderen Türk kulübü. Özellikle UEFA Kupası şampiyonluğu ve sonrasındaki birkaç yıllık süre zarfında sarı kırmızılı formayı giyen birçok futbolcu Avrupa’nın önemli kulüplerine transfer olmuştu. Bu oyuncuların çoğunu bir çırpıda sayabiliriz. Ancak genelde unuttuğumuz birkaç isim daha var: Volkan Kilimci, Osman Coşkun ve Mehmet Gönülaçar… Bu üç futbolcu, kulübün altın dönemi olan 1996-2000 arasındaki dönemde kadroda yer almış, ancak çok fazla forma şansı bulamamıştı. Volkan, Kocaelispor’un gelecek vaat eden kalecisiydi ve 1996 yılında Galatasaray’a transfer olmuştu. Gençlerbirliği’nin sol kanat oyuncusu Osman ile Gaziantepspor’da başarılı maçlar çıkaran ve Hakan Şükür’e alternatif olarak düşünülen Mehmet Gönülaçar ise 1997’de transfer edilmişlerdi. Öyle ya da böyle, zaman zaman başka kulüplerde kiralık oynasalar da, bu üç oyuncu UEFA Kupası’nın kazanıldığı yıl Galatasaray’ın futbolcularıydı. Ve 2000-2001 sezonundan itibaren kaderleri birlikte çizilecekti. Volkan, Osman ve Mehmet’i Galatasaray’ın dışında buluşturan Belçika kulübü Beveren ise o dönemde derin bir mali sıkıntı içerisindeydi. Kulübün borçları çok fazlaydı ve bir diğer köklü Belçika kulübü Lokeren’le birleştirilmesi gündemdeydi. Derken ortaya Nazmi Karatmanlı adında bir Türk iş adamı çıktı. Daha önce Hakan Şükür’ün Torino’ya, George Leekens ve Jean Jacques Misse Misse’nin de Trabzonspor’a transferlerinde menajerlik yapan Karatmanlı, kulübün borçlarını ödeyeceğini deklare ederek yönetimi eline aldı. Aynı zamanda bir Galatasaray taraftarı olan Karatmanlı, UEFA Şampiyonunun oyuncularını Beveren’e transfer edeceğini söyleyip Galatasaray’ın kapısını çaldı ve Volkan-Osman-Mehmet üçlüsünü kiralık olarak transfer etti. Ayrıca bu üç oyuncuyla birlikte Toshack döneminde Beşiktaş’ta forma giyen Hikmet Çapanoğlu, Kardemir Karabükspor’lu Soner Açar ve Adanasporlu Olivier Surray da Beveren’in yolunu tutuyordu.

50 / GSCIMBOM FANZIN 2011

Nazmi Karatmanlı çok iddialıydı. Sezonu ilk Avrupa Kupaları’na katılma hedefi koymuşt çizilen tabloya uymuyordu. Mali sıkıntı aşıla alamıyorlardı. Takımdan ilk ayrılan Osman Türkiye’ye döndü ancak burada da bir trans bulamayınca futbolu bırakmak zorunda kal bırakmak zorunda kalan Osman, daha son Okulu’nda yeni yetenekler yetiştirmeye çalı devam etti. Sonraki dönemde, Beveren kul attırdı. Bu oyuncular da Mehmet Gönülaça Gönülaçar, o dönemde yaptığı açıklamada Ferrera’yı suçluyor ve şunları söylüyordu: “ antrenör Emilio Ferrera, sözleşme paramız birini veriyorlar. Biz net maaş üzerinden an Bu da bize karşı yapılan ayrı bir aldatma. H evimde kalıyor. Ayrıca Belçikalılar, bir Türk’ Ellerinden gelen kötülüğü bize yaptılar.”

Oyuncuların akıbetleri ise biraz enteresand Fransız kulüplerinin istediğini söylemesine döndü ve hiç forma giyemeden Diyarbakırs Erzurumspor ve Batman Petrolspor’da da k Galatasaray’ın futbolcusu olarak futbolu bır TRT 6’da yorumculuk yapıyor.

Volkan Kilimci, “Buraya tamamen değişik d olduğunu gördük. Nazmi Karatmanlı da biz özür diledi ama neye yarar. Her şey bizim i arasındaki sorunlar, bizim başımızda patlad


an Coşkun ve Mehmet Gönülaçar

k 10’da bitirme ve bir sonraki sezon da tu. Ancak durum, hiç de sezon başında amamıştı ve futbolcular paralarını Coşkun oldu. Osman, Beveren’i bırakıp sfer yapamadı. Galatasaray’da da şans ldı. 30 yaşına bile gelmeden futbolu nradan Çorlu’daki Galatasaray Futbol ışarak, Galatasaray’a hizmet etmeye lübü Hikmet ve Soner’i kaldıkları otelden ar’ın evinde kalmaya başladılar. Mehmet a takımın İspanyol teknik direktörü Emilio “Ne hayallerle buraya geldik. İspanyol zı ödetmedi. 4 aydır maaşımızın üçte nlaşmıştık, kulüp ise brüt para ödüyor. Hikmet ve Soner şu anda benim ’ün kulüp sahibi olmasını çekemediler.

çok iyisiniz. Sizlerden vazgeçemeyiz) diyor ama bizi hep kadro dışı bıraktı, arkamızdan konuştu. Sadece, bir ay önce doğan çocuğumun çifte vatandaşlık işlemlerini bekliyorum. Bunlar biter bitmez hemen Türkiye’ye döneceğim. Mehmet ile ben Galatasaray’dan kiralık gelmiştik. Dönünce, Galatasaray’da idmanlara başlayacağız. Türkiye’deki birinci lig kulüplerinden hem bana, hem de Mehmet’e teklifler var” açıklamasını yaptıktan sonra bir süre Beveren’in as kalecisi Fauhmi’nin ayrılmasını bekledi. Ancak o da ayrılmayınca Türkiye’ye döndü. Galatasaray’daki yönetim değişikliği nedeniyle yaklaşık 1,5 yıl boyunca açıkta kalan ve futbol oynayamayan Volkan, dönemin 3. lig takımı Küçükköyspor’a transfer oldu. Ardından da Eskişehirspor ve Karagümrük Kyoto’da oynadıktan sonra futbolu bıraktı. Son olarak Kartalspor’da Ergün Penbe’nin teknik kadrosunda kaleci antrenörlüğü yapıyordu.

dı. Mehmet Gönülaçar, kendisini rağmen devre arasında Galatasaray’a spor’a kiralandı. Mehmet, daha sonra kiralık olarak forma giydikten sonra raktı. Şimdilerde Kürtçe yayın yapan

Hikmet Çapanoğlu bir süre alt liglerde oynadı ve unutuldu. Olivier Surray, Belçika’da kaldı ancak daha sonra ismi bir şike soruşturmasında geçti. Polis tarafından ifadesine başvuruldu. Bu oyuncular içinde sanırım ilginç ve güzel sonlardan biri, dönemin Ümit Milli futbolcusu Soner Açar’ın yaşadıkları oldu. Bazı kaynaklarda Soner’in üç sezon daha Beveren’de oynadığı ve sonrasında çok genç yaşta futbolu bıraktığı yazıyor. Tabii bunlar ne kadar doğrudur bilemiyoruz. Ancak kendisiyle ilgili en son haberlerde Belçika’da yaşayan Bekir Tetik isimli bir FIFA menajerinin yönlendirmesiyle Anderlecht’in futbolcu izleme komitesinde yer almaya başladığı, hatta bir dönem Andre Moritz’i izlemek için Kasımpaşa maçlarını takip ettiğini öğreniyoruz.

düşüncelerle geldik. Ama bunların ne ze sahip çıkmadı. Telefonda bol bol için çok kötüydü. Nazmi Bey ile kulüp dı. Teknik direktör Ferrera, (Sizler

Volkan Kilimci, Osman Coşkun ve Mehmet Gönülaçar’ın yaşadıkları bu kısa serüven hakikaten sıkıntılı bir şekilde bitmiş. Ancak onlar da Avrupa görmedik diyemezler. Bir şekilde Belçika’nın havasını solumuşlar. Tabii keşke daha düzgün şartlar altında çalışsalarmış. Yine de bu hikâyeyi, 2000’lerin başında Avrupa’ya transfer yapan Türk futbolcuları arasındaki en ilginç olanı olarak kabul edebiliriz.

51 / GSCIMBOM FANZIN 2011


EFE YILMAZ GSCIMBOM FANZIN

FUTBOL 101

Galatasaray’da yönetimin akıbeti ne olacak, seçim olacak mı olmayacak mı gibi belirsizlikler yaşanıyor. Başkan adaylarının isimleri değişse de getirecekleri hocaların isimleri değişmiyor. Peki, niçin bu kısır döngüden çıkılamıyor?

Değişen dünya ile birlikte futbola kafa yoran bizler daha fazla okumaya, daha fazla yurtdışında olanı biteni takip etmeye başladık. Hal böyle olunca taraftarın kimliğinde de bir evrim oldu ve eskiden saha içine kafa patlatan taraftar artık, futbolcunun bonservisine verilen parayı, kulübün transfer politikasını, altyapıya gösterilen ya da gösterilmeyen ilgiyi ve bunun gibi aslında takım ve kulüp yönetimini daha çok ilgilendiren işleri daha fazla düşünmeye başladı. Ki zaten taraftarın öncelikli görevi bunları düşünmek değil takımına elinden geldiğince destek olmak. Taraftardaki bu değişim ise kulüplerde sadece görüntüde yaşandı. Eskiden yerli yıldızlar kaçırılarak transfer ediliyordu şimdi ise kapalı kapılar ardında yapılan açık arttırmalarda en fazla parayı basan kulüp düdüğü çalıyor. Eskiden tribünlerin deplasman masrafları yönetimler tarafından nakit para yoluyla karşılanıyordu, şimdi tribün gruplarının liderlerine ya bilet yolu ya da ek işlerle maddi imkanlar sağlanıyor ve onlar kendi gruplarının masraflarını kendileri karşılıyor. Konuyu genelden özele, en özelimize Galatasaray’a getirelim artık. Her hafta daha da dibe vurduğumuz bir sezon yaşıyoruz. Bunun çok sebebi var. Şu anda bu durumundan kurtulmak için ilk yapılması gereken ise Adnan Polat’tan kurtulmak. Bu konuda biz taraftarın yapabileceği bir şey yok, kulüp yapımız biz sıradan insanların yönetimde söz almasına imkân tanıyacak kadar demokratik ve medeni değil. Ama ufukta öyle ya da böyle bir kongre gözüküyor ve şu anda mevcut üç aday var. Adayların ise teknik direktör adayları neredeyse aynı. Yahut egemen medyanın işine geldiği için Lucescu, Terim ve Gerets isimlerini ön plana çıkartıyor. Daha komiği bir kesim medya ve taraftar tarafından Godot gibi beklenilen Ünal Aysal’ın, Bülent Tulun’u da futbol takımı ile ilgili bir göreve getireceği konuşuluyor. Futboldan anlamadığını kendisi söyleyen Ünal Aysal’ın en büyük iddialarından biri yine o anlamadığı futbolu kendi deyimiyle profesyonellere emanet etmek. Sadece futbolu değil kulübün işleyişindeki birçok önemli birimi profesyonellere emanet etmekten bahsediyor Ünal Aysal. Eğer Sayın Aysal’ın bahsettiği profesyonellerin hepsi Bülent Tulun gibiyse yine anlık başarılar sonunda heder olacağız demektir. Taraftarın zaten müşteri gibi görülmeye başlanması yeteri kadar can sıkarken saha içindeki başarısızlık değil ama Galatasaraylılık’tan nasibini almamış duruş insanı yıpratıyor. Benim naçizane önerim ise, kulübün bugüne kadarki başkanlarının büyük çoğunluğunun mezunu olduğu Galatasaray Lisesi’nin ve hatta Galatasaray Üniversitesi’nin müfredatına futbol ile ilgili seçmeli dersler koymak. Koyulacak ilk dersin adı da Futbol 101 olsun bitsin. Sonuçta futbol ile ilgilenecek o profesyoneller ağaçta yetişmiyor.

52 / GSCIMBOM FANZIN 2011


Fotoğraf: Kewell kızına öpücük kondururken


BÜLENT KORKMAZ

Dogu Akdeniz Üniversitesi Bahar Senlikleri kapsamında ultrAslan-DAÜ’nün davetlisi olarak KKTC’de bulunan Bülent Korkmaz ile GSCimbom Koordinatörü Ertugrul Yılmaz bir röportaj yapma imkanı buldu...



RÖPORTAJ - GSCİMBOM FANZIN

Röportaj: Ertuğrul Yılmaz GSCimbom Fanzin Televizyonda yorumculuk yapıyorsunuz şu anda. Futbolun içinden gelen birisi olarak yorumculuk yapmak mı yoksa teknik direktör olarak görev almak mı sizin adınıza daha keyif verici? Tabi ki teknik direktörlük yapmak daha büyük keyif veriyor. Çünkü sahanın içerisinde olabiliyorum. Ama teknik direktörlük yapmadığım bir dönemde de yorumculuk yaparak saha dışından Türk futboluna yardımcı olmak istiyorum. Ama saha içi benim için daha keyifli, daha güzel. Peki şu anda size gelen bir teklif, görüştüğünüz bir kulüp var mı? Var, 2-3 hafta içerisinde netleşir. Şu anda bir takımda çalışmak istiyorum ama bunun için bazı şartların oluşması lazım, istediğim ortamın oluşması lazım. Sadece yurtiçinden mi geldi bu teklifler? Yurtiçinden ve Asya’dan da bir takım daha var. Futbol oynarken savunmacı olarak çok iyi işler çıkarttınız. Çalıştırdığınız takımlardaki defansif anlayışı buna mı bağlıyorsunuz yoksa oyuncu yapısına göre mi karar veriyorsunuz? Ben hiç öyle düşünmüyorum. Futbolun hem defans hem de ofans yönünü oynatmaya çalışıyorum. Tabi ki eldeki mevcut kadroya göre de hareket etmek zorunda kaldığımız oluyor. Ama bir gerçek var ki takım defansını iyi yaparsanız hücumda bir sıkıntı yaşamazsınız. Fatih Terim’in bir felsefesi var; en iyi savunma hücum yapmaktır diye... Tabi ki maçı kazanmak için hücum yapacaksınız ama maçı kaybetmemek için de defans yapacaksınız. İki türlü düşünmek lazım. Çok hücumu düşünürseniz sonunuz felaket olur. Riskli bölgede risk alacaksınız, güvenli bölgede güvenlik oluşturacaksınız. Futbolda güvenli bölge kendi kaleniz, riskli bölge de rakip kale.

56 / GSCIMBOM FANZIN 2011

Siz futbol oynarken genç yaşta Avrupa Kupası maçlarında oynamıştınız. Ama şu anda görüyoruz ki ligde dahi gençlere şans verilmiyor. Bunu genç futbolculara mı bağlıyorsunuz yoksa teknik adamlar gençleri oynatmaya cesaret edemiyor mu? Ben gittiğim her takımda genç oyuncu oynatmaktan, genç oyuncuyu bulup ortaya çıkarmaktan yanayım. Ama elinizde öyle genç oyuncu varsa, o takımın potansiyelini taşıyabilecek oyuncu varsa oynatırsınız. Şu anda belki o potansiyelde olmasa da ileride daha iyi olabilecek bir oyuncu Galatasaray alt yapısında vardır ama mevcut yapı onu kaldırmayabilir. Genç oyuncu oynatmanız için oyuncunun takımın seviyesinde olması lazım. Altyapıda bir sıkıntı var yani. Bir Mehmet Güven örneği var. Altyapıdan çıktı ama ardından takas yoluyla Manisaspor’a gönderildi. Bunun olması lazımdı. Çünkü Mehmet Güven 5-6 senedir Galatasaray takımında oynuyor ve futbol adına Galatasaray’a bir şey veremiyordu. Ama yeteneği var mı? Var. Manisaspor’a giderek en doğru işi yaptı. Kendi yeteneğini Manisaspor’a sunabildi ve iyi maçlar çıkarıyor. Bazı oyuncular vardır; yeteneği olsa bile o psikolojiyi kaldıramaz ve böylece verimli olamaz. Çünkü Galatasaray takımı her zaman için galip gelmek zorundadır. Altyapı sistemini mi değiştirmek gerekiyor bunu düzeltmek için? Önerileriniz nelerdir? Altyapıda kişilik eğitimi, profesyonellik eğitimi, taktiksel yönden eğitim gibi her yönden eğitim vermek gerekir. O eğitimi etkili bir şekilde


RÖPORTAJ - GSCİMBOM FANZIN

verdiğiniz zaman bir problem kalmaz. Galatasaray’da oynadığınız veya teknik direktör olarak görev aldığınız dönemde altyapıda gelecek vaat ettiğini düşündüğünüz bir oyuncu var mıydı? Ben Semih Kaya üzerinde durmak istiyordum. Ben Galatasaray’da teknik direktörlük görevine başladığımda Semih Kaya sakatlıktan yeni çıkmıştı. Ben Semih Kaya’yı oynatmak için 3 tane hazırlık maçı almıştım. Ve 1 ay boyunca pozisyon alması için çok uğraştım. Yeteneği vardı ama yeteneğini sahada gösterecek pozisyon almayı bilmiyordu. Onda o yetenek ve kapasite var. Ben bu olaydan sonra Başkana üzerine basarak altyapının yeniden yapılanması gerektiğini, altyapının komple değişmesi gerektiğini söyledim. Şu anda Kartalspor’da iyi oynamaya devam ediyor. Ama kendisini de daha fazla geliştirmesi lazım. Kendini geliştirmeyen oyuncu her zaman için geriler.

Semih Kaya, Kartalspor sahasında kenarda ısınırken Fotoğraf: Muhammet Gülhan

Bu fedakarlığı gösterebilecek, o ruha sahip bir oyuncuyu şu anki kadroda görüyor musunuz? Jenerasyon değişiyor. Şu anki oyuncuların futbola bakış açısıyla o zamanki bir değil. 10 sene sonra belki de yeni bir jenerasyon gelecek. Siz altyapıdan oyuncuları eğiterek çıkarırsanız bu tür davranışları ve fedakarlıkları sahada görürsünüz. Hem altyapıdan iyi oyuncular çıkarmayıp hem de iyi oyuncular transfer etmezseniz sizin istediğiniz yapıda bir oyuncu kitlesini sahada göremezsiniz. Barcelona’daki gibi altyapıdan gelen oyuncunun sahada oynaması lazım. Bizim dönemimizde Hakan Şükür çok genç yaşta takıma geldi, Arif, Hakan Ünsal ve

UEFA Finaline dönelim. O gün maçta kolunuz çıkmışken sargılı halde oynadığınızda bir acı hissediyor muydunuz? Bir şey hissetmedim, hissettim dersem yalan olur. Ama futbol oynamamı engelliyordu tabi. Maçtan sonra gece acıdan uyuyamadım. Fotoğraf: Bülent Korkmaz, Uefa kupası finalinde takımını yalnız bırakmadı

57 / GSCIMBOM FANZIN 2011


RÖPORTAJ - GSCİMBOM FANZIN

Ümit Davala aynı şekilde öyle. Okan, Suat, Emre altyapıdan geldi. Ve başarı bu şekilde yakalandı. Bunların hepsi zamanla olur. Şu an için mevcut ortam yok. Sinerjiyi kendiniz yaratacaksınız. Futbolcularla ilgilenme açısından bakıldığında yöneticilerin de büyük payı vardır sanırım... Şu bilinmelidir ki hiçbir oyuncu kulüpten üstün değildir. Siz bir oyuncuyu kulübün üstünde gösterirseniz o zaman geçmiş olsun demek gerekir. Galatasaray’da şu an bu yapıldı. Bu seneki büyük düşüş için kısa bir teknik analiz yapar mısınız? Doğru planlama ve programlama olmaması, istikrar olmaması, futbolcu istikrarının sağlanamaması, teknik direktör değişiklikleri ve devamlı oyuncu transferleri düşüşün sebebidir. Bu istikrarsızlığın bir sebebi de yöneticilerin kendilerini kurtarma çabası mı sizce? Kendilerini kurtarma çabası, başka bir şey değil. Futbol takımını yöneticiler yönetmeye kalkışırsa her türlü hüsrana uğramaya mahkumsunuzdur. Peki Galatasaray’da son dönemde oynayan futbolcuların sözde profesyonel olmasını neye bağlıyorsunuz? Yani Fatih Terim gibi dominant bir hoca olmadığında çok rahat disiplin sorunlarıyla karşılaşıyoruz. Teknik Direktörle de ilgili bir durum bu. Klasik tabirle “at sahibine göre kişner” derler. Teknik Direktörle birlikte iyi transferler yapılmalı ve iyi bir jenerasyon oluşturulmalı. Futbolcu ve teknik direktör kulübün üzerinde gösterilmemeli. Kulüp kuralları olmalı ve ona uymayanlar kim olursa olsun gidecek, kurallara uyanlar kalacak. Kimse vazgeçilmez değildir. Eski futbolculara vefasızlık yapıldığını düşünüyor musunuz? Bunu o zamanı yaşayan insanların vicdanına bırakmak lazım. Onlar hala aynı düşüncede mi

58 / GSCIMBOM FANZIN 2011

bilemiyorum. Şu var ki; manevi duygularınızı yitirirseniz kulübün büyüklüğü falan kalmaz ortada. Kulübü büyük ve dünya çapında yapan; başarılar ve manevi değerleridir. Onların kaybolduğunu hissediyorum ben. Galatasaray’a başkan olması beklenen Sayın Ünal Aysal’ın bir açıklaması var: Galatasaray’a hizmet etmiş Galatasaray’ı tanıyan… Galatasaray’ın gerçekleriyle burun buruna gelmemiş yeni bir hocanın faydalı olacağını düşünmüyorum” diye. Aynı şekilde eski futbolculara kulüpte çeşitli görevler vereceğini de açıkladı. Sizin düşüncelerinizle örtüşen bir yaklaşım sanırım bu da... Bekleyip göreceğiz. Bunlar söylemlerle olmaz. icraata dökmek lazım. Seçim vaadi olarak söyleniyor bu, ama bence seçim vaadi olmamalı, icraata dökülmeli. Proje olarak güzel bir proje olduğunu düşünüyorum. Döneminizdeki Anadolu takımları ile şimdiki Anadolu arasında bir fark var mı? Bunda yayın gelirlerinin rolü ne ölçüde sizce? Yayın gelirleri doğrudan etki yapan faktör. 30 trilyona yakın para aktarılıyor ve istedikleri transferleri yapabiliyorlar. Büyük takımların yanlış transferler yapması nedeniyle de aradaki fark kapandı. Son olarak; biz taraftar sitelerinin tek amacı Galatasaray’a destek olabilmek. Bunun için sizin bizlere bir öneriniz var mı? Benim tek önerim Galatasaray’a her koşulda destek olmanızdır. Ben her zaman şunu söylerim; kötü günde gerçek karakterler ortaya çıkar. Bu kulüp taraftarındır, taraftar maddi ve manevi anlamda katkı sağlıyor. Türk Telekom Arena’nın her koşulda dolması gerekiyor. Deplasmanda kendine ayrılan yerin tamamen dolu olması gerekiyor. Benim için taraftar bu demektir. Zamanınızı ayırıp sorularıma yanıt verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum. Rica ederim.


Üzerine yorum yapamayacağınız resimler olur ya, bu da onlardan biri. Galatasaray bu olmalıdır. Sizinleyiz Engelsiz Aslanlar...


SERİE A ÇİZGİSİ ▪ ITALYA

Son yıllarda yaşanan skandalların, futbol ekonomisinin küçülmesinin, takımların istikrarsızlığının getirisi olarak Inter’in domine ettiği Serie A 2010-2011 sezonunda önceki sezonlara göre nispeten çok başlı bir lige dönüştü. Son haftalarına girdiğimiz şu günlerde Scudetto’nun yeni sahibi, herhangi bir mucize olmazsa, AC Milan olacak.

MUZAFFER CAN MUTLU Son şampiyon Inter, Şampiyonlar Ligi GSCIMBOM FANZIN finalini kazandığı gün kaybetti teknik adamını; Jose Mourinho Inter’deki görevini de tamamlamıştı ve yeni bir meydan okuma için Real Madrid’in başına geçti. Mourinho’nun takımlarının Mourinho sonrası dönemlerde yaşadığı krizler artık tanıdık görüntüler. Liverpool ile yollarını ayıran Rafael Benitez, Inter’in yeni teknik adamı olarak görevlendirildi. Mourinho döneminde sert alan savunması, yüksek düzeyde kontrollü oyun oynayan Inter, Rafael Benitez ile kimlik değiştirmeye çalışsa da fazla başarılı olamadı. Benitez’in yüksek presli, bol rotasyonlu oyunu Dünya Kupası uzantılı sakatlıklar ve oluşturulmayan kadro derinliği ile birleşince Inter’de serbest düşüş yaşanmaya başladı. Son şampiyon Rafael Benitez ile yollarını ayırıp, geçen sene AC Milan’ın başında Inter ile şampiyonluk yarışı yapan, ezeli rakibinde yıllarca oynamış ve önemli bir yeri olan Leonardo’yu takımın başına getirdi. AC Milan’ın başında kritik hatalar yapan, takıma kritik eşikleri atlatmakta zorlanan Leonardo, başladığı günlerde Inter’i ciddi şekilde ivmelendirse de, AC Milan günlerinde yaşadığı problemleri Inter’de de tekrarladı. Ligin kırılma maçında San Siro’da, AC Milan’a karşı varlık gösteremeyerek kendisi adına önemli bir testten daha kaldı. Şampiyonluk şansı pek kalma yan Inter, yine de Napoli’nin yaptığı puan kayıplarını değerlendirerek, ligi ikinci bitirmeye kararlı gibi.

60 / GSCIMBOM FANZIN 2011


DÜNYA FUTBOLU Şampiyonluğa son derece yakın olan AC Milan’da son 2 senede yaşanan transfer hareketleri, uzun süredir ezeli rakibinin arkasında kalan takımın tekrardan başa geçeceğinin göstergesiydi. Sanırım İtalya Başbakanı ve AC Milan kulübünün sahibi Silvio Berlusconi, 75 yaşına geldiği ve hayatının son baharını yaşadığı şu günlerde takımını tekrar Avrupa’nın zirvesine taşımaya kararlı. Leonardo ile yollarını ayırdıktan sonra sezon başında, 2 yıldır Cagliari ile iyi işler yapan Massimiliano Allegri’yi takımın başına getirdi. Geçen sezon yaşanan kırılma anlarındaki başarısızlığın yanı sıra, Berlusconi’nin “Milan tek forvet oynamaz” açıklamalarının da bunda etkisi büyük. Bu çerçevede, şampiyonluk hedefi için kesenin ağzını da açtı. Barcelona’dan Zlatan İbrahimovic ve Manchester City’den Robinho takıma katıldı. Gana ile Dünya Kupası’nda son derece iyi bir performans gösteren Kevin-Prince Boateng Genoa ile bonservis paylaşımı yapılarak kadroya katıldı. Kadro derinliğini arttırmak adına Chievo’dan Mario Yepes alınırken, alt yapıdan da genç oyuncular takıma entegre edildi. Devre arasında Mark Van Bommel ve Antonio Cassano takviyesi yapıldı. Sezona da son derece iyi başlayan AC Milan bir düşüş dönemine girse de, Inter ve Napoli ile evinde oynadığı kritik maçları kazanarak rakipleri ile arasındaki puan farkını açtı. Ligin bitimine 3 hafta kala 8 puan farklı liderliğini sürdüren AC Milan 18.şampiyonluğa ve 15.Scudetto’ya son derece yakın. Takımın bu sezon yaşadığı en büyük hayal kırıklığı Şampiyonlar Ligi ikinci turunda Tottenham’a elenmesi oldu. Şampiyonluğu son dönemlere kadar kovalamayı başarsa da kadro kalitesi, derinliği ve tecrübesi bu stres ile mücadele etmeyi başaramayan ligin süpriz ekibi Napoli ise ligin en sempatik takımı konumunda. Maradona’nın şampiyonluğa taşıdığı, pizzanın doğduğu şehir uzun süre şampiyonluk mücadelesinin içerisinde yer alarak beklentilerin çok üzerinde bir performans gösterdi. 2009 senesinde takımın başına geçen Walter Mazzari oynattığı 3’lü savunma ve kontrol futbolu ile dikkat çekici sonuçlar aldı. Şu an ligin en az gol yiyen üçüncü takımı olan Napoli aynı başarıyı hücum konusunda gösteremeyince bu yarıştan koptu. Takımın en etkili silahı Palermo’dan satın alma opsiyonu ile kiralanan Uruguaylı Edinson Cavani. Takımın attığı gollerin hemen yarısına imza atan Cavani’ye takımda benzer bir destekçi çıkmayışı Napoli’nin bu yıl yaşadığı en önemli problem. Lavezzi ve Hamsik’in Cavani’ye eşlik ettiği takıma gelecek yıllarda muhakkak dominant oyuncuların eklenmesi gerekli. Gökhan İnler’in sene sonunda Napoli’ye katılacağı söyleniyor. Bu tarz çıkışlar yapan takımların en önemli sorunu bir sonraki yıl yaşadıkları ciddi düşüş. Bu yıl Avrupa Ligi’ni ve Seri A’yı birlikte götürmeyi başarabilen Napoli gelecek yıl büyük ihtimalle Şampiyonlar Ligi’nde olacak. Bu katılım büyük olasılıkla bir tecrübeden ileri gidemeyecek olsa da takımın gelecek yılları açısından son derece önemli bir gelişme. Başkent’in sağ görüşlü takımı Lazio seneye iyi başlayan ancak devam ettiremeyen takımlardan. Bir ara Milan ile adı geçen Hernanes, Lazio ile harika bir sezon geçirse de, takımının düşüşüne engel olamadı. 2000’lerin başında yaşadığı ekonomik kriz sonrası ciddi şekilde küçülen Lazio 2 yıldır bir toparlanma döneminde. Doğu Avrupa ve Güney Amerika menşeili genç oyuncuları kadrolarına katarak ekonomik ve sportif büyüme planları yapan kulübün son birkaç senedeki yeniden yükselişi dikkat çekici. Ligin bitimine 3 hafta kala Şampiyonlar Ligi yarışında Udinese ve Roma ile birlikteler. Sezonun geneline bakacak olursak ilk 4 onların hakkı gibi duruyor.

61 / GSCIMBOM FANZIN 2011


DÜNYA FUTBOLU

Roma geçen sezon muhteşem bir seri ile geri dönmesine rağmen şampiyonluğa ulaşamamıştı. Ranieri ile başlanan sezonda işler iyi gitmedi ve yerine takımın eski golcüsü Montella getirildi. Nispeten toparlanan takımın hedefi Şampiyonlar Ligi olsa da, olası puan kayıpları sonrası Avrupa Kupalarından bile olabilir. Udinese hem İtalya’ya hem de Avrupa’ya sıkça oyuncu servis eden bir kulüp olmasına rağmen başarı istikrarı konusunda sıkıntı yaşayan bir kulüp. Son 2 sezonda Parma’da iyi işler yapan Francesco Guidolin ile sezona başlayan kulüp iyi bir grafik çizdi. Kadrosundaki dikkat çeken Asamoah, Sanchez gibi dikkat çeken gençlerin yanı sıra, 20’den fazla oyuncusu da kiralık olarak dışarıda. Gelecek yıl bulunduğu seviyenin üzerini zorlayabilecek kapasitesi var Udinese’nin. Sezonun en büyük hayal kırıklıkları ise Fiorentina ve Juventus. Mor Menekşeler Prandelli sonrası takımın başına Sinisa Mihajlovic’i getirdi. Sezon başında yapılan transferlere ve genişleyen kadroya rağmen oldukça kötü bir sezon geçiren takım, sezon başı sakatlanan Stevan Jovetic’in eksikliğini ciddi şekilde hissetti. Her şeye rağmen genç bir çekirdek kadrosu olan Fiorentina’nın gelecek yıl tekrardan yukarılara oynayacağını öngörmek zor değil. Juventus ise düşürülmesi sonrası yaşadığı krizi hala atlatabilmiş değil. 1 senede tekrar Serie A’ya dönmüş olsalar da, harcadıkları yüksek paraların karşılığını bir türlü alamıyorlar. Öyle ki, bu yıl Avrupa Kupalarının dışında bile kalabilirler. Şu anki teknik adamlığı Luigi Del Neri tarafından yapılan kulübün sezon sonunda teknik adam değişikliğine gideceği konuşuluyor. Eski yöneticilerden Moggi’nin önerisi ise Francesco Guidolin. Yaz transfer sezonunda ciddi para harcayacak kulüplerden biri olacak Juventus’un, kimliğine kavuşabilmesi için birkaç seneye daha ihtiyacı var gibi gözüküyor. İtalya ligi birçok açıdan ligimize benzer. Haliyle sadece bizde yaşandığını zanettiğimiz olayların birçoğunu İtalya’da da görmek mümkün. Sezonun en ilginç olayı Palermo kulübü başkanı Mauro Zamparini’nin alınan 7 gollü Udinese yenilgisi sonrası Delio Rossi’yi kovması. Ancak ilginçlik kovmasında değil. Apar topar Serse Cosmi’yi takımın başına getiren Zamparini takımdaki düşüşe engel olamayınca, birkaç hafta önce kameralar önünde verip veriştirerek kovduğu Delio Rossi’yi yeniden takımın başına geçirdi. Son yıllarda yaşanan olaylar sonrası tek başlı hale gelen Serie A’nın tekelden çıkması bir yana Napoli gibi sürpriz bir takımın da şampiyonluk yarışına katılmış olması son derece keyif verici. Gelecek sezon için şimdiden plan yapan Juventus, Mihajlovic ile ikinci yılında daha başarılı olacağını düşündüğüm Fiorentina, el değiştiren Roma ve yapılanmayı sürdüren Udinese, Lazio, Genoa ve Palermo’nun katılımıyla İtalya Serie A, Avrupa’nın en keyifli ligi olmaya aday. Önceki yıllara göre saha içindeki dinamiklerin değiştiği, gol sayısının arttığı Serie A iki başlı La Liga’dan sıkılanlar için kaçmayacak bir nimet konumunda...

62 / GSCIMBOM FANZIN 2011


“AMIGO”

RAUL




▪Maratonun galibi: ISPANYA

BARCELONA

KRIIS VOAKES

Barcelona Salı günü de üstüne düşeni yaptı. Sahaya futbol oynamak için çıkan bir Real Madrid izledik. Belki de bu tavır değişikliği, sezonun ilk yarısında gelen hezimetin bir benzerinin yaşanmamasının sebebi oldu ve Real Madrid, Camp Nou’dan beraberlikle ayrıldı. Rövanş öncesinde Barcelona’nın istemeyeceği bri sürprizle karşılaşacağına inanan kimse yoktu. İşine bakan Katalan devi, Wembley’deki final için biletini aldı. Pep Guardiola’nın ekibinin sahada asla paniklemediğini gördük. Madrid’in deplasmanda kaybedecek bir şeyi olmadığını ve büyük bir kumar oynayacağını biliyordu İspanyol teknik adam. İlk yarı sonrasında Madrid’in etkisiz kaldığını gördük. Barcelona için işler kötü gittiği zaman bir yedek planı olmadığı yönünde eleştiriler yapılıyordu. Ancak Katalan devinin asıl planı bu maçta da eksiksiz işledi. Pedro’nun ikinci yarıda attığı gol, ise harika bir pastanın üzerindeki leziz krema gibi oldu. Iniesta’nın akıl dolu ara pasında Marcelo’nın çaresiz bakışları arasında Casillas’ı avlayan Pedro, Real’deki umut kırıntılarını da silip süpürdü. İlk maç sonrası çok tartışılan hakem hatalarını da görmedik rövanşta. Frank De Bleeckere için Carvalho’nun pozisyonu dışında maçın sonucuna etkileyen bir hatası olduğunu söylemek haksızlık olur. Real’in hakkını da vermek lazım. Neredeyse hiç umutları olmamasına rağmen, turnuvaya savaşarak veda ettiler. Angel Di Maria’nın bencillikten uzak tavrıyla verdiği pasla golü atan Marcelo, takımına beraberliği ve bir anlamda gururu getirdi. Realli oyuncuların gördüğü sarı kartların hemen hepsinin de oyunun gereği olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu 18 günlük maratonun galibi olarak Barcelona’yı ilan etmek yanlış olmaz. İki beraberlik ve bir galibiyetle kritik bir dönemi minimum hasarla kapattılar. Madrid, İspanya Kral Kupası’nı müzesine götürdü belki ama sezon başındaki hedeflerini gerçekleştiremedi. La Liga’da şampiyonluğunu ilan etmesine sayılı günler kalan Barcelona ise, üçüncü Şampiyonlar Ligi kupasını müzesine götürmenin hesaplarını yapıyor. 2009’un final rövanşını izleyeceğiz Wembley’de. Guardiola’nın öğrencileri, yeni bir zafer için sahaya çıkacak. Messi gibi bir kozu elinde bulunduran İspanyol devi, Alex Ferguson’un uykularını kaçırmaya başlamıştır. El Clasico’ların galibi, bence yine Avrupa’nın en iyisi olacaktır.

66 / GSCIMBOM FANZIN 2011



OKTAY MAHMUTİ’NİN GALATASARAY’I ÇAĞLAR TORUN GSCIMBOM FANZIN

Bu sayıdan itibaren Fanzin’de yeniden Basketbol Köşesi’ni doldurmaya çalışacağım. Kısa bir ara vermiştik, takımla birlikte kaldığımız yerden tam gaz devam ediyoruz. Herkese selamlar,saygılar yeniden.. Geride bıraktığımız yaz Florya’ya adım atan Oktay Mahmuti’nin, basketbol şubesinde yaratması muhtemel devrimin varlığı konusunda pek çok kişi hemfikir olsa da bu devrimin bu denli kısa sürede etkilerini göstermesi pek öngörülmüyordu doğrusu. 2010-2011 sezonunun bitmesine bir hafta kala 29 maçta aldığı 22 galibiyetle Galatasaray basketbol tarihinin son 20 yılındaki en yüksek galibiyet yüzdesine ulaştı Oktay Mahmuti’nin takımı. Yunanistan’da yaşanan ekonomik krizin etkileriyle Avrupa Kupaları’na katılmama kararı alan Maroussi’nin yerine hiç beklenmedik bir anda Wildcard ile çağrıldığı Eurocup elemelerinde St.Petersburg gibi hedefli ve kendisinden kat kat bütçeli bir takımı da devre dışı bırakarak, Kupa 2’de de boy göstermeyi başaran aynı takımdı. İtalya’da kamp yaparken hiç beklemediği bir çağrıyla bu organizasyona katılarak ilk turu geçen ve 2.turda zorlu bir grupta Avrupa’ya veda eden Galatasaray Cafe Crown’un kadrosunda yer alan tam 9 kişi geçtiğimiz sezonu başka ülkelerde ve başka takımlarda tamamlamıştı. Geçen sezon koç Cem Akdağ’ın ve ekibinin üstün başarısıyla lige tutunan takımdan yalnızca Caner Topaloğlu ve Radoslav Rancik yeni Galatasaray kadrosunda yer bulabildi. Yeni kurulan bir kadro, yeni koç ve elbette yeni fikirlerle sezonu açan takımın 29 hafta sonunda elde ettiği 22 galibiyet, Galatasaray basketbol tarihinde kendisine ayrı sayfa açılması gereken bir normal sezon performansı. Bunun altını kalınca çizmek lazım. Sezon başında Preston

68 / GSCIMBOM FANZIN 2011


BASKETBOL

Shumpert’ın Türk vatandaşlığına geçiş işlemlerinin bürokratik işlemler nedeniyle vaktinde tamamlanamaması kadro kurma planlarında ciddi bir soruna yol açmış olsa da eldeki bütçe/performans parametresinde Mahmuti’nin sınıfının en iyilerinden biri olduğunu tekrar gösterdiğini de söylemek lazım. Efes Pilsen çıkışlı olması sebebiyle kariyeri boyunca adı her zaman ‘savunma’ ile yan yana yazılan koç Mahmuti’nin, dokuz oyuncusunun henüz ilk sezonunu geçirdiği takımda yarattığı bu değişim, taraftarı da hareketlendirdi kuşkusuz. Futbolda yaşanan ‘tarihi’ sezonun etkisiyle de, Abdi İpekçi geçen yılların aksine artık daha dolu ve daha enerjik. Emekleme adımlarının atıldığı bu sezonda taraftarın parkede de bir takımının olduğu hissiyatını fark edebilmesi de yine değerli bir detay bu sezona dair. Play-Off Öncesi İhtimaller Denizi Sarı kırmızılı renklerin hâkim olduğu noktalarda pek alışık olmadığımız üzere orta vadeli bir başarı planıyla yola koyulan bu takım, 29 hafta sonunda geldiği noktada son hafta öncesinde play-off yolundaki rakibini belirleme şansını elinde tutuyor. 2 senaryo var bu başlık altında. İlki, son hafta Antalya BŞB’i Abdi İpekçi’de mağlup ederek ligi 2.sırada tamamlamak ve 7. sıradaki Olin Edirne ile play-off ilk turunu oynamak (Bu seride Olin Edirne, iki lig maçını da kazandığı için seriye 1-0 önde başlıyor.) İkinci senaryoda ise, play-off’un 8.bileti için kazanmak zorunda olan Antalya BŞB, hedefine ulaşırsa Galatasaray Cafe Crown sezonu 3.sırada tamamlayarak Beşiktaş Cola Turka ile eşleşecek. Bu seride de Oktay Mahmuti’nin koç Ergin Ataman’ın takımı karşısında 1-0 üstünlüğü bulunuyor. Akıl oyunlarının oynanacağı haftada neler yaşanacak hep beraber göreceğiz. Sezonun son haftasında yaşanması muhtemel senaryoları paylaştıktan sonra Galatasaray Cafe Crown’un kendi açısından tarihi normal sezon performansının altını okumaya devam edelim. Üç sezon sonunda Türkiye’de şampiyonluk kupasını kaldırmak mottosuyla yola çıkan takımın, bütçe ve kadro kalitesi/genişliği sıralamasında ligin ilk 2 sırasında yer almadığı aşikâr. Son 10 sezondaki şampiyonlukların Ülker, Fenerbahçe Ülker ve Efes Pilsen arasında bölüşüldüğü gerçeği de hemen yanı başımızda hazır bekliyor. Bu hegamonyayı kırabilmek salt yüksek bütçeli kadro kurmakla başarılması mümkün bir olay da değil zaten. Tüm bunların bileşkesinde, sağlam bir kadro kurmak kadar önemli olan bir diğer olgunun sağlam takım kurmak olduğunu en iyi bilen isimlerden biri koç Mahmuti. Bu olguyla fark yaratabileceğini ve eldeki kadrodan maksimum verimi alabileceğini göstermesi de ayrıca önemliydi. Nitekim özellikle yerli kadro kalitesi anlamında kendi kadrosunun fersah fersah önünde bulunan ve yabancılarda da, göreceli olmakla birlikte, açıkça üstünlüğü bulunan Efes Pilsen’in önünde kapatıyor normal sezonu. İlk sezondan çıkarılması gereken derslerden biri de bu kesinlikle. Parkeye gelen beşlinin kalitesi ve kenarda bekleyen oyuncuların derinliği kadar, hatta belki onlardan da etkili şekilde sonucu belirleyen bir psikolojik eşik var. Ve Florya’da bu eşik aşılmış durumda şimdilerde. Savunma Kimliği ve Hücumu Paylaşan Galatasaray Rakamlar üzerinden yürümek gerekirse, Galatasaray Cafe Crown’un 2010-2011 sezonunu betimlemek için bizlere yardımcı olacak çok temel iki istatistik var. Bunlardan ilki, takımın savunma kimliği. Yine rakamlar üzerinden devam edersek, 29 maç sonunda karşılaşma başına yenilen sayı ortalaması

69 / GSCIMBOM FANZIN 2011


BASKETBOL

68.3. Sezon boyunca rakiplerini 50-60 bandında tutmayı hedefleyen bu savunma takımının, Bornova deplasmanında 40 dakika sonunda yediği toplam 49 sayı da kendi adına bir sezon rekoru. Rakamların ötesinde ise, son periyoda 15 sayı geride girse dahi maçı son topta kaybeden bir savunma kimliği var bu ekibin. Bunun tüm rakamlardan üstün olduğu tartışılmaz. Başarı yolunda bir diğer istatistik ise, basket sayısı/asist oranında kendini belli ediyor. Kupa 2’nin ilk turunda bu paremetrede organizasyonun en başarılı takımı olan Galatasaray Cafe Crown’un takım olgusunu spesifik şekilde ortaya koyan bir rakam bu da. Süper-star’sız bu kadroda top kullanma konusunda herkes birbirine yardımcı olmak için uğraşıyor. Bu düzlemde, Tutku Açık kenardan gelerek ana sorumluluğu alan isim olsa da tüm takımın pasör oyunculardan kurulu olması ve başarının birlikte oynayarak geleceğine inanmaları da önemli yan faktörler. Üç sezonluk orta vadeli planın ilk normal sezonunun tamamlanmasına bir hafta kaldı sadece. Hemen ardından play-off’lar bütün hızıyla başlayacak. Akabinde neler yaşanacak, bizi neler bekliyor bu süreçte; izleyip göreceğiz. Fakat bu organizasyonun henüz emekleme aşamasında olduğunu ve ayağa kalkış sürecinde elinden tutacak bir taraftar gücüne ihtiyaç duyduğunu söylemeye gerek yok. Bu süreçte gereken sabrı göstererek, başarı için olgunlaşmayı bekleyerek takımını desteklemek düşüyor taraftarın payına da. Mevcut tablo burada aktardığım yönüyle sadece tek boyutlu değil elbette. İkinci ve üçüncü boyutlarına da zamanımız ve yerimiz olduğu ölçüde girişeceğiz önümüzdeki dönemde. Hem idari hem teknik konularda sıkıntılar da var bu düzende. Fakat başarı için geçilmesi gereken, engebelerle dolu yol bu yol. Organizasyon bu organizasyon, teknik ekip de bu teknik ekip. Bu halkanın sonuncusu taraftar olmalı, o zaman işler olması gerekenden daha hızlı gerçekleşebilir. Sinerji de destek de bu zincirin en etkin halkası. Dedim ya; yol bu yol. Uzun zaman sonra doğru yol, doğru isimlerle senkronize edilmişken sapmaya izin vermeyecek olan taraftar olmalı.

Hakan Üstünberk Etkisi > Galatasaray basketbolunun bu sezonunu konuşurken atlanılmaması gereken isimlerden biri de kesinlikle Şube Sorumlusu Hakan Üstünberk. Adnan Polat yönetiminin başarı skalasında bulunduğu yer herkesin malumu iken Sayın Hakan Üstünberk, basketbol şubesindeki atılımın ve ayağa kalkma çabalarının bir numaralı mimarı. Hazırlık maçlarında dahi takımı yalnız bırakmayan, Tarihi Mali Kongre Günü Bandırma deplasmanına helikopterle gelerek takımın başında bulunan Hakan Üstünberk, basketbolda atağa kalkmaya çabalayan sarı-kırmızının hikâyesinde her zaman özel bir yere sahip olacak. Mevcut yönetimin er ya da geç görevi bırakmasının ardından bu ayrılığın taraftarı üzecek tek yanı bence Hakan Üstünberk olmalı. Biliyorum ki, dışardan da olsa, katkı vermeye devam edecektir kendisi. Bu takım hedefleri doğrultusunda başarılara ulaştığında onun da ismini anmak ve son dönemde camiada ve taraftar var olan vefasızlığı yapmamak lazım. Teşekkürler Hakan Üstünberk.

70 / GSCIMBOM FANZIN 2011


GALATASARAY MEDICAL PARK

ALBA TORRENS GALATASARAY’DA ARAS KAFKASLI GSCIMBOM FANZIN

İspanya Milli Takımı ve Halcon Avenida’nın oyuncusu Alba Torrens, Galatasaray’ın teklifi karşısında önümüzdeki sezonlar için ülkesinden ayrılmayı kabul etti. Galatasaray’a Euroleague MVP’si titri ile gelen genç oyuncu, dünya genelinde kadın basketboluna bakış açısını değiştirebilecek kadar farklı ve yetenekli. Yalnız Alba’dan elde edilecek kazanım, Halcon’un Avrupa şampiyonluğuna bakış ile doğru orantılı olacaktır. Sporun her dalına damga vuran İspanyol alt yapısının, milli takımlar düzeyinde yakaladığı başarının, kulüp takımları için de tekrarlanması beklenen bir olaydı. Halcon’un doğru hamleleri ile de 18 yıl sonra ‘Kupa 1’ İspanya’nın olurken, Demir Perde’nin de 6 senelik serisi yıkıldı Euroleague’de. Ülke tarafından bugünler için yetiştirilen Alba Torrens ve diğer Albalar’ın doğru birkaç ekleme ile daha Halcon’u Avrupa’nın en büyüğü yapması, Spartak’ın önceki yıllardaki kazanımlarına göre çok daha ilham verici. En başa dönüp, biraz daha yakından tanıyalım Torrens’i. 30 Ağustos 1989’da Mallorca’da dünyaya gelen Alba Torrens, fiziği ve yeteneğine ihanet etmeden 12 yaşından itibaren basketbol eğitimine başladı. Inca Basketbol Okulu’nda temeli hazırlanan yıldız, 2004/05 sezonunda ikinci lig takımı Segla XXI’de profesyonelliğe adım attı. 2006’da Celta formasıyla birinci lige zıplayan Torrens, 3 sene boyunca ligde fazla iddiası olmayan bu takımda gelişimini sürdürdü. 2009’da transfer olduğu Halcon dönemini daha yakından biliyoruz ama bunun öncesinde, ikinci lig de olsa,

hep oynayarak gelişimini sürdürmesi çok önemliydi. Zaten, oyuncunun önünü açan projenin bir parçası bu. Tıpkı kariyeri için yapılan, diğer hamleler gibi. Sıradan bir uzun olabilecekken, guard oyna(tıl)maya başlamasıyla, gün itibariyle dünyanın en dikkat çekici “kısa”larından biri. 19 yaşındayken İspanya Milli Takımları’nın tüm yaş gruplarında formayı giymeyi başaran Torrens, milli takım kariyerinde birçok kişisel ödül kazanmayı bild,. İlginç olan nokta ise hem altyapılarda hem de profesyonel kariyerinde defalarca MVP olan Torrens’in, bu turnuvaların hiçbirinde en skorerler listesinde dahi olmaması. Halcon ve milli takımlarda çok sağlam ve oturmuş bir düzenin parçası olan Alba, takım arkadaşlarıyla paylaşımının çok yüksek olduğu bu sistemin en sivrilen ismiydi. Şutör guard ve kısa forvet pozisyonlarında görevini kusursuz bir şekilde yerine getiren genç yıldız, fiziği ile uzun forvet, yetenekleri ile de oyun kurucu pozisyonlarında kullanılabiliyor. 1.90’dan daha uzun boyuyla, 2 ve 3 numaradaki eşleşmelerinde rakiplerine zorlu anlar yaşatan Torrens’in, yüksekliğine rağmen hızı ve top hâkimiyeti onu asıl özel yapan donanımları. Göze çarpan ilk eksikliği ise şutu, boyuna göre ribaund ortalamalarını da biraz daha arttırması beklenebilir kendisinden. Bu ikisini de geliştirdiği halde, erkek basketbolcularla kıyaslanacak kadar rakipsiz kalacaktır kadın basketbolunda. Uzun kollarının savunmada, atletikliğinin hem savunma hem de hücumda takıma vereceği katkıyı da göz önünde bulundurmak lazım. Kendisinden beklentiler ve çekinceleri sıraladıktan sonra, başarıları ile yazıyı bitirip hoş geldin diyoruz Alba Torrens’e.

ARTILAR VE EKSİLER > -: İlk kez yurt dışına çıkması, onu zorlayabilir. +: Çok farklı bir kültüre gelmemesi ve uzun süreli bir kontrat yapılması Galatasaray’a aidiyet hissetmesini kolaylaştıracaktır. Saha dışındaki sempatik, sahadaki hırslı hareketleri ile de taraftar ile arasında kolayca bir bağ kuracaktır. -: Bireysel gelişiminin devam etmesi adına, Türkiye’nin doğru ülke olduğu bir soru işareti. +: Bu oyuncunun kendisinde biten bir şey tabii. Kafasında “ben oldum” fikri olmadığı sürece kendini geliştirmeye devam edecektir. -: Bir makine düzeninin en parlak dişlisi olmakla, başka bir takıma büyük yıldız olarak gelmek arasında ciddi bir fark var. Beklentiler ve kullanım şekli o yüzden çok önemli. Augustus ve Fowles’ın dahi kimi zaman etkisiz kaldığı Galatasaray’da, iş bireyselliğe kalacaksa onlar kadar katkı veremeyebilir genç oyuncu. -: Galatasaray’ın ona, onun da kendisine bakış açısı Türkiye kariyerini doğrudan etkileyecektir. Galatasaray; “O, MVP. Her zorlu durumda kurtarıcımız olacaktır.” o da; “Ben MVP’yim, buranın süper starıyım.” diye düşünürse her iki taraf da hayal kırıklığına uğrayabilir. +: Halcon benzeri bir sistem takımı olma yolunda tek hamlesi Alba Torrens olmayan Galatasaray, Tamika Catchings benzeri bir katkıyı Alba’dan alıp, ondan maksimum fayda sağlayabilir. Çok üst düzey bir altyapısı olan Alba, basketbol bilgisiyle de yaşının çok ötesinde bir tecrübe ile gerekli yardımı yapacaktır takımına. +: Sylvia Fowles’ı elde tutan, henüz diğer kıta dışı hakkını kullanmayan Galatasaray’a, olabilecek en yüksek kalitede eklenen Avrupalı 3. silah; hem Euroleague’de hem de ligde rakiplerin işlerini zorlaştıracaktır. Başarıları: *İspanya U16 ile 2004 U16 Avrupa Şampiyonası Şampiyonluğu ve MVP *İspanya U16 ile 2005 U16 Avrupa Şampiyonası Şampiyonluğu ve MVP *İspanya U18 ile 2006 U18 Avrupa Şampiyonası Şampiyonluğu *İspanya U18 ile 2007 U18 Avrupa Şampiyonası İkinciliği. Turnuvanın En İyi Beş’ine seçildi *İspanya ile 2008 Pekin Olimpiyatları’nda Beşincilik *İspanya ile 2009 Avrupa Şampiyonası Üçüncülüğü *İspanya U20 ile 2009 U20 Avrupa Şampiyonası İkinciliği ve MVP *2009 yılının En İyi Genç Kadın Oyuncusu ödülü *İspanya ile 2010 Dünya Şampiyonası’nda Üçüncülük. (İspanya tarihinin madalya kazanan en genç kadın basketbolcusu) *2010 ve 2011 Euroleague All Star’da Avrupa Karması’na seçildi *Halcon ile 2010 İspanya Süper Kupası *Halcon ile 2011 Euroleague Şampiyonluğu ve MVP *Halcon ile 2011 İspanya Lig Şampiyonluğu

71 / GSCIMBOM FANZIN 2011


NBA VE YILDIZ SISTEMI CEM DOĞAN GSCIMBOM FANZIN

Bu sezon televizyonlarda gösterilen, şu bazı takımlardan büyük oyuncuların “koca kafalı” hallerinin bulunduğu jeneriğin en sonunda kimin bulunduğunu fark ettiniz mi? Geçen sezonun sayı kralı, henüz 3. Sezonunda sayı krallığına ulaşan, Dünya Şampiyonası’nda da ortalığı birbirine katan Kevin Durant. Peki, o jenerikte “son adam” olmak bu kadar önemli mi? Evet önemli. Ne oldu da birden en öne fırladı Durant aniden? O kadar adam varken. Bu kadar kolay olmamalı değil mi? Ama öyle. Zaten kimi büyük oyuncuların devri geçiyor artık, kim bunlar, işte Dirk, Kobe, Kidd, Duncan, Garnett. Yerleri zaten doluyor ve dolacak, “yıldızlık” manasında. Ama NBA’de bu iş çok sıkı tutuluyor. Durant’in ligdeki çıkışı, artık play-off takımı olmaları ve de uluslararası platformda da kendini kanıtlaması, hemen ligi yönetenlerin Durant’i “hedef oyuncu” olarak belirlemesini sağlıyor. Ve o performansını koruduğu sürece de bu destek devam ediyor, ya da arkadan itekleme, ne derseniz artık. NBA, her dönem belli yöntemlerle bu işi yapıyor. Sürekli yeni yıldızlar “pompalanıyor”. Ligi takip eden kişilere daha fazla seçenek sunuluyor. Onlar bu yıldızlardan birini seçiyor ve onun peşinden gidiyor. Bu hem manevi, hem de “maddi” destek, NBA’in büyümesinde ana unsurlardan oluyor. Tabii bu işin ekonomik kısmının bazı bedelleri de var. Reklam anlaşmaları, sponsorlar, ekstra hayır işleri, daha fazla TV programı derken, iş kâbusa dönüşebiliyor oyuncu açısından. Bu konuda sanırım verilebilecek en büyük örnek, Dwyane Wade’in 2006’daki şampiyonluktan sonra, 6. Maçtan sezonun ilk maçına kadar olan bölümde sadece bir gün boş olması. Düşünebiliyor musunuz, koca yaz döneminde sadece bir gününüz boş. Onun harici çekimler, toplantılar ve antrenmanlarla geçiyor. Hani “endüstriyel basketbol” diye bir şey varsa, bu örnek onun dip noktasıdır. Eğer şampiyonluk yaşayan bir oyuncu, en azından makul sayıda günü, tatil olarak geçiremiyorsa, insan rahatlıkla “tükürürüm öyle şampiyonluğun içine” diyebilir. Belki demiştir de Wade. Küçüklüğünden beri NBA şampiyonluğu hayaliyle büyüyen biri için, fazlasıyla ağır bir deneyim olmalı. Bu konuda elimizdeki son örnek, Derrick Rose. Karakteri buna pek müsait olmasa da (Tim Duncanvari bir arkadaş, malum). Son olarak MVP de seçilmesiyle, Durant ile birlikte şu içinde bulunduğumuz dönemde reklamı çokça yapılacak isimlerden biri de Rose. Henüz 3. Sezonunda Rose, ve belli bir çizginin üstünde kaldığı takdirde, bu “destek” sürekli olacak. Hep belli bir tanınırlık seviyesinde kalacak. Elbette oynadığı takımın da büyük payı var bu işte, çünkü eğer “pazarı daha ufak” bir takımda oynasa, belki o “yıldız desteği” daha az verilecek. Sonuçta ligdeki 3 en büyük şehirden birinin takımında oynuyor Rose. Ve tarihsel olarak da ona destek çıkacak bazı öğeler var. Bu ligi seviyoruz, fakat bireysellik açısından bazı aşırılıklar var. Sistemini yürütmek ve ilgiyi belirli düzeyde tutmak için, böyle pazarlama yöntemlerine başvuruyorlar. Sevsek de sevmesek de, meşru olsa da olmasa da, doğru ya da yanlış da olsa, böyle büyük bir sektör, belki de bu şekilde yürüyor.

72 / GSCIMBOM FANZIN 2011


DWIGHT HOWARD Defensive Player of the Year


KEVIN LOVE Most Improved Player


BLAKE GRIFFIN Most Rookie Player


DERRICK ROSE Most Valuable Player


LAMAR ODOM Sixth Man of the Year


GSCİMBOM RECORDS / İSTATİSTİK



GSCİMBOM RECORDS / İSTATİSTİK



GSCİMBOM RECORDS / İSTATİSTİK



GSCİMBOM RECORDS / İSTATİSTİK



GSCİMBOM İSTATİSTİK



1 Mayıs 2011, Bostancı Sahil Halı Saha Organizasyonu KADROLAR Yeleksiz Takım: Mustafa Gürpınar, Ahmet Gülen, Tamer İpekgül, Namık Zengin, Çağlar İpekli, Okan Çelik, Onur Nigdeli, Alemdar İbaret, Semih Akpınar Yelekli Takım: İnan Yılmaz, Berkant Oktay, Çetin Kaya, Ekstra 1, Muhammet Gülhan, Umut Sezer, Semih Yüksel, Levent Dinçel, Berke Atmaca



GOOD BY TO HELL In the second half of the 2010-2011 Turkish football season Galatasaray moved to its new home ground in Istanbul, the Turk Telekom Arena, a 52,000-seat multi-purpose stadium replacing the Ali Sami Yen Stadium. The fate of the legendary Ali Sami Yen Stadium is now sealed. The demolition of Ali Sami Yen, one of the most iconic venues in Turkish football and the home to one of the three oldest Istanbul football clubs Galatsaray for 47 years, started last week. For almost half a century, the yellow-and-red lions hosted their rivals in this temple with the slogan “welcome to hell”. The stadium played host to victories against European giants FC Barcelona, A.Bilbao, AC Milan, Real Madrid, E.Frankfurt, and a historic victory against Neuchatel Xamax. Most notably it was the scene of Galatasaray’s triumphal UEFA Cup campaign in 2000. The team played all its home group and qualification matches for the 2000 UEFA Cup at the stadium before winning the final against Arsenal in Copenhagen, the biggest success in the history of Turkish football. World renowned Italian referee Pierluigi Collina even once admitted: “I love this Hell.” It was witness to unforgettable national and international football matches, hosting world class teams, players, coaches and referees. The stadium witnessed 14 of Galatasaray’s 17 Turkish league titles. Opened in 1964, Ali Sami Yen Stadium has always played a major part in the Turkish football scene, being home to Galatasaray’s heyday and many victories of the Turkish national football team.

90 / GSCIMBOM FANZIN 2011


But within two to three years it will be replaced by a vast residence and office project, rising above the memories where Ali Sami Yen Stadium used to stand. While I was photographing the demolition of the stadium it took me on a journey through my childhood and my photojournalism career. It was 30 years ago when I was standing in exactly this spot. My uncle, a football player and a Fenerbahce fan, took me to a friendly match between Fenerbahce and England’s Tottenham Hotspur. I only remember when Fenerbahce scored a goal how surprised I was. While my elders were cheering and jumping in the air to celebrate, I couldn’t see anything. It was the first football match in my life that I watched in a stadium. My memories are all in black and white. The stadium was Ali Sami Yen. Years later, at the end of the 1980’s, my hobbies, football and photography, drove me to sports photography. I was a young and ambitious sports photographer working for the daily Tercuman as an intern. Galatasaray were facing Swiss team Neuchatel Xamax. At that time, It was not easy to find a place in a four-man team who covers the big matches for the newspaper. I was the fifth or sixth photographer for the match, not in the field but in the stand just behind the Galatasaray bench. In the final minutes of the game, taking advantage of the high tension, I sneaked onto the field. In the past, photographers were allowed to approach the bench to photograph last minute reactions. I remember Galatasaray coach Mustafa Denizli took off his jacket and started waving it to celebrate their 5-0 victory. I barely made a couple of pictures of his celebration and got lost in the joyful crowd. It was the first professional football match that I photographed. This time my memories were in color. The stadium was Ali Sami Yen again. Another milestone in my life: it was April 1, 2009, my first day at Reuters and my first assignment was Turkey versus Spain in a World Cup qualifying match in Istanbul. The memories are digital. The stadium was, of course, Ali Sami Yen. While witnessing bulldozers demolishing the historic Ali Sami Yen stadium, I remembered the famous Galatasaray slogan as a farewell: “now it was time to say goodbye to hell.”

91 / GSCIMBOM FANZIN 2011


Galatasaray ile büyüdü.

Oynadığı ilk Şampiyonlar Ligi maçında maçın oyuncusu seçildi.

19 yaşında Dünya’nın en etkileyici tribünlerinden The Kop’un önünde Liverpool’u salladı.

22 yaşında Galatasaray’ın kaptanlık pazubandını taktı.


2008 yılında bitime iki hafta kala yaptığı hattrick ile Galatasaray’a şampiyonluğu getirdi.

Tarihinde ilk kez yarı finale çıkan Milli Takım’ın en önemli oyuncusuydu.

Bir sezonda oynadığı 50’den fazla maçla Galatasaray tarihine geçti.

Efsane Ali Sami Yen stadının gördüğü son efsane oldu.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.