Freedom, What's that?

Page 1

Eşref Karadağ Özgürlük mü O da Ne?

şy un rarmu anlatı k on eyen a ilir! o o s ç a a n b n d m e t a i a m e i n? B sı, b . On o. K lki d aha y musu : Be un çaba diğidir d sak ü a l e n oku nd biliyo . ür ı u ş m n g l ş i e z e ğ a ç m d Ö e n e iy n şla no nsa iç vazg ıyor. İk yum, se ısın?” d ğ’ın dili arkada i r i h ş d iyo ym stır ada için elki de e ya in’d e: “Bilm le oyna ref Kar un hem B s ! r ı e ş iy yı im e Eş z… . On k, d su, M ben nar bir d ışsanız olsanı i Sera özgürlü sonya k r oy k e a n l u N a n r n n t i oyu ruz. ıkta z’le ned e ko f ’le ı! lar; ? Anlatt zi biliyo ocagö , Diken’ e r ş E ay n ’a si K ini mısı nam ldiğ hır fare ikkulak a i y b o Sizin lüğü; a lık’a, D sonra d r a niz ce zgü Bab erse r özgür v nız ö ntüy’e, e s u seve tabı rı Uz u ki da çok b , i Sah vet, o E nız? mısı

ISBN 978-605-5742-73-7

9 786055 742737

top.com.tr

Eşref Karadağ Çizer: Anıl Tortop


mez; en karanlık odaya yöneldi. İçeride boydan boya uzanan eski bir dolap vardı. Önünde durup derin derin soluk aldı. Birden dolabın ardında, duvar boyunca uzanan karanlık geçeneği fark etti. Kendisini güvene aldığı bu yerde bir daha dinlendi. Çevresine bakınırken duvara giren karanlık bir delik gördü. Girmekten vazgeçip odanın içini incelemeye karar verdi. Tam karşısında, garip bir kutu içinde asılmış yiyecek gördü. Bu, peynire benziyordu. Ancak böylesini daha önce hiç görmemişti. Bir hamlede peynirin yanına gitti. Gözlerine inanamıyordu. Üç gündür süren açlığı sona erecekti. Minik ön ayaklarını el gibi kullanarak peyniri tuttu. Daha ilk ısırıkta dünya başına yıkılıverdi. Kutu büyük bir gürültüyle kapanmıştı. Uzun süre çığlıklar atarak kıvrandı. Çıkış aradı. Çırpınmaktan yorgun düşüp bayılıverdi. Uyandığında açlıktan ölecek gibiydi. Uğrunda bu kutuya sıkıştığı peyniri güzelce yedi. Çok geçmeden odaya bir insan girdi. Kocagöz’ün içinde bulunduğu kutuyu alıp yürümeye başladı. İçinde sağa sola savrulan minik fare sersemlemişti. Kutunun açıldığını, oradan başka bir yere bırakıldığını ayrımsadı. 10


“Hey! Sen kimsin?” diye seslendi yan kafesten genç bir hemstır. Hem salıncakta sallanıyor, hem de Kocagöz’e bakıyordu. “Bu bir sokak faresi.” dedi yaşlı hemstır. Yüzünde aşağılayıcı bir ifade vardı. “Bizi duymuyor. Bayılmış olmalı.” “Uyan! Hadi uyan! Aç gözlerini!” dedi anne hemstır, zayıflama çarkında yürüyüş yaparken. Doğum sonrasının fazla kilolarını atmaya çalışıyordu. lar.

“Uyan! Uyan!” diye yineledi tüm hemstır-

“Kendi haline bırakın! Hem bize ne sokak faresinin durumundan?” diyerek herkesi payladı yaşlı hemstır. Bu, hemstırların en güçlüsüydü. “Babalık haklı… Bize ne oluyor ki? Bırakalım yatsın öyle. Nasılsa gelir kendine.” dedi genç hemstır. Salıncağından indi. Kocagöz’le ilgilenmeyi bırakıp ağzına bir parça yem aldı. Olduğu yere uzanıp miskince yemeye koyuldu. “Anne, anne! O kim?” diye sordu minik hemstırın biri, çarkın içinde yürüyen annesine. “Bir yabancı.” dedi anne hemstır, derin 11


temizlik yapılmayacağını anlatıyordu. Yoksa yemekler verilmeden doğrudan temizliğe başlanırdı. Sonra sular yenilendi. Efendi bütün suluklara taze su doldurdu. Bu işi de bitirdikten sonra önce kepenkleri, sonra da camı kapattı. Ve geldiği gibi çekip gitti. “Bu neydi şimdi?” diye sordu Diken. “Bilmem.” dedi Babalık, “Efendi bu, canı sıkılırsa böyle erkenden çıkar gelir. İşine akıl ermez!” “Hayır!” dedi Kocagöz, “Bunun anlamı başka.” “Nasıl?” diye sordu Uzuntüy. “Ne demek istiyorsun?” Kocagöz’ün fikirleri onlar için önemliydi. Can kulağıyla dinlemeye başladılar. Hatta çocukların bile konuşmasına izin vermediler. “Her gün gelip yemeğimizi, suyumuzu veren insan… Bugün daha ayrı davranmadı mı?” “Söyle artık Kocagöz! Meraktan çatladık be!” diye çıkıştı Babalık. “Diyeceğim o ki, bugün bize verilen yemek ve su çok fazla. Bu, günlük ihtiyacımız değil.” “Yani?” “Bu insan bir yere gidiyor. Hem de birkaç günlüğüne.” 42


“Yok canım!” dedi Kahve, “Atıyorsun.” “Bence de atıyor.” dedi Uzuntüy. “Haklı olabilir.” dedi Babalık. “Günlerdir bu işi yapıyor. Hiç böyle davrandı mı Efendi?” “Bakalım. Göreceğiz…” dedi Diken. Ama ne olursa olsun, Efendi’nin erkenden çekip gitmesine bütün hemstırlar çok sevindi. Gizli çalışmayı kaldıkları yerden sürdürdüler. On günün dolmasına iki gün kala, Kocagöz kafesinden çıkmayı başardı. İlk işi hemstırların bulunduğu odadan çıkmak oldu. Kocagöz’ü şaşkınlıkla izleyen hemstırlar ardından bakakaldılar. “Anne, Kojagöj gitti mi?” diye sordu yavrulardan biri. “Gelecek.” dedi Uzuntüy, “Merak etmeyin hemen geri gelecek.” Kocagöz çıkalı bir hayli zaman olmuştu. Her an geri döner diye, bütün hemstırların gözü aralık duran kapıda kaldı. O gün öğleye kadar beklediler. Kocagöz’ün dönüp dönmeyeceği konusunda kimse bir yorum yapmadı.




Bunu gören Kocagöz: “Hayır! Yapma Uzuntüy! Şimdi hiç zamanı değil!” diye bağırdı. Sinirini kontrol eden Uzuntüy, kararından vazgeçti. Kafesin delik yerini ayrımsayan Efendi yanındakiyle bir şey konuşup başını salladı. Sonra parmağıyla delik olan bölgeyi düzeltti. Açılan telleri boşluğa doğru itti. Kafesi de aldığı yere bıraktı. Hemstırlar çok korkmuştu. Ya Efendi, Kahve’nin yerinde olmadığını ayrımsarsa? Bütün kafesleri tek tek incelemez miydi? Bir anda her şey bitebilirdi. Efendi’nin cebinden bir ses duyuldu. Bu, insanların zaman zaman dinlediği güzel seslerden birine benziyordu. Efendi, çıkardığı patlıcan kurusuna benzeyen şeyi kulağına götürdü. Garip bir şekilde konuşmaya başladı. Konuşurken yanındakinin yüzüne bakmıyor, aksine Kahve’nin boş kafesine bakıyordu. 52


Efendi, kulağına dayadığı şeyi yeniden cebine soktu. Yanındakine bir iki şey daha söyledi. Çıkarken de önce Diken’i, sonra da Babalık’ın da içinde olduğu dört hemstırı gösterdi. Yanındaki, başını sallayarak onayladı ve ardından çıktı. İnsanların çıkmasıyla tüm hemstırların bakışı Kocagöz’e döndü. Neler konuşulduğu merak ediliyordu. “Haberler kötü.” dedi Kocagöz, “Hem de çok kötü…” “Çıldırtmasana hayvanı! Söyle haydi, ne konuştular!” diye çıkıştı Uzuntüy. “Söyle Kocagöz!” diye yalvardı Babalık. “Söyle! Söyle!” diye bağırdılar. “Özgürlük aşkına sakin olun arkadaşlar! Toparlamaya çalışıyorum konuştuklarını.” dedi Kocagöz. “Şu insan… Doktor. Yarın sabah gelecekmiş.” “Beni de götürecekmiş, değil mi?” diye sordu Babalık. Başını öne eğdi Kocagöz. Bunun anlamı açıktı. “Ya ben? Ben de var mıyım gidecekler arasında?” diye sordu Diken. “Hayır.” dedi Kocagöz. “Özellikle seni, o küçük insan için ayırmasını tembihledi. Ama durun! Bırakmayın kendinizi! Tamam, be53


“Zaman bitiyor.” “Haydi! Haydi az kaldı!” diyerek coşturdu herkesi Kocagöz. Bir kafes daha açıldı. Geride yalnızca Uzuntüy’ün kafesi kalmıştı. Dört hemstır dışından, Uzuntüy içinden son kalan teli koparmaya çalışıyorlardı. Her birinin ağzı kan içinde kalmış, dişleri yok denecek kadar kısalmış, körelmişti. Öte yandan uyanmış olan yavrular mızmızlık ediyor, bir an önce gediğin açılmasını bekliyorlardı. Dışarıda ise güneş oldukça yükselmişti. Bu durum kepenklerin arasından sızan ışıktan anlaşılıyordu. Efendi’nin ya da yardımcı insanın gelmesi an meselesiydi. Kocagöz; “Hemstır kardeşlerim! Zamanımız kalmadı. Aşağıda tek sıra olup öyle bekleyin.” dedi. “Bu iş bittiğinde hemen gideceğiz.” “Sen bu işi bize bırak!” dedi Babalık, “Haydi, bizimkilere yolu göster.” “Ama şey…” “Bırak!” dedi Babalık, “Haydi! Dediğimi


yap! Biz arkadan geliriz.” “Siz yolu bilmiyorsunuz ki.” “Unutma! Biz de fareyiz. Az da olsa burnumuz koku alır. İzinizden geliriz. Haydi Kocagöz! Gidin artık!” Kocagöz indi. Hemstırların önüne geçti. “Haydi! Beni izleyin!” Hemstırların gittiğini gören yavrular bağırıp çağırmaya başladı. “Durun!” dedi Babalık. “Çocukları da alın!” Yavru hemstırlar da takıldı gidenlerin peşine. Kocagöz’le birlikte kısa sürede gözden yittiler. Diken bir yandan, Kahve öte yandan aynı teli sırayla dişliyorlardı. Onlar çalışırken Uzuntüy sabırsızlıkla gidip geliyordu kafesin içinde. Sıra Babalık’a geldi. Biraz da o uğraştı. Tel, bir lastik gibi bükülüyor, ancak kopmuyordu. Olanca gücüyle yüklendi Babalık.




“Haydi!” dedi İhtiyar. “Son kez karnınızı doyurun samanlıktan. Sonra da başınızın çaresine bakın…” Her biri samanlığa dağılıp kahvaltılık buğday toplamaya koyuldular. Kahvaltıdan sonra Kocagöz, hemstırları bir araya toplayıp samanlıktan götürdü. Dışarıda bulutlu bir hava vardı. “Yağmur yağacak.” dedi Dikkulak. “Bir an evvel kendinize bir sığınak bulmalısınız.” Yağmurun ne olduğunu sordular. Kocagöz açıklamaya çalıştı. Başlarını sallamalarına karşın hiçbiri anlamamıştı. Çok geçmeden beklenen oldu. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmur tüm hemstırları sırılsıklam etti. Tüyleri bedenlerine yapıştığından çok üşümüşlerdi. Büyük bir zeytin ağacının kovuğuna sığındılar. “Yağmur… İşte bu.” Hemstırların hepsi başını salladı. “Bizim için bir başka tehlike de sansarlardır.” dedi Kocagöz. “Dar ve derin ağaç kovuklarını tercih etmeliyiz…” Hemstırlar artık sansarın ne olduğunu sormadılar. Nasıl olsa karşılaşacaklardı. Ken86


dilerine yağmurdan korunabilecekleri kapalı bir yer bulmalıydılar. “Burada mı kalacağız, ıslak tüylerimizle?” diye sordu Uzuntüy. “Bak şu çocukların haline; titriyorlar soğuktan.” “Üşüyoyuj!” diyerek titredi Uzuntüy’ün yavrularından biri. “Üşüyoruz! Üşüyoruz!” diye yineledi diğerleri. “Şurada, biraz ilerde koyunların ağılı var. Ama…” diye duraladı Kocagöz. “Ama, ne?” diye sordu Babalık. “Tehlikeli…” “Tehlikeli mi? Koyunlar mı tehlikeli?” “Koyun ne? Koyun ne?” diye sordu hemstırlar. “Ahırın kedisi orada yaşar.” dedi Dikkulak. “Girip çıkması zor olur. Biz farelere yasaktır orası. İhtiyar yasakladı…” “Annemizi orada yitirdik.” dedi Kocagöz. “O kadar güzel yiyecekler var ki orada; arpalar, buğdaylar, küçük kurtlar, solucanlar… Koyunlara verilen güzel yiyecekler. Zavallı annemiz! Bizi, doyurmak için götürmüştü oraya.” “Vahşi kedi! Kimbilir ne yaptı annemize!” diye sızlandı Dikkulak. 87


“Anneciğim!” diye haykırdı. “Sonunda seni bulduk!” “Anneciğim!” diye tekrarladı Dikkulak. Kuyruksuz, çocuklarından hangisine sarılacağını şaşırdı. Bir an duraladı. Önce Kocagöz’e, sonra Dikkulak’a sarıldı. Ardından ikisini birden doyasıya kucakladı. Farelerin ardından yetişen hemstırlar çevrelerini sarıverdiler. Olanları şaşkınlıkla izledikten sonra; lar.

“Anneciğim! Anneciğim!” diye bağırdı-

Seslerden irkilen Kuyruksuz, durup hemstırlara baktı. Hemstırlar hep bir ağızdan gülerek: “Özgürlük aşkına!” diye haykırdılar.

96



Eşref Karadağ Özgürlük mü O da Ne?

şy un rarmu anlatı k on eyen a ilir! o o s ç a a n b n d m e t a i a m e i n? B sı, b . On o. K lki d aha y musu : Be un çaba diğidir d sak ü a l e n oku nd biliyo . ür ı u ş m n g l ş i e z e ğ a ç m d Ö e n e iy n şla no nsa iç vazg ıyor. İk yum, se ısın?” d ğ’ın dili arkada i r i h ş d iyo ym stır ada için elki de e ya in’d e: “Bilm le oyna ref Kar un hem B s ! r ı e ş iy yı im e Eş z… . On k, d su, M ben nar bir d ışsanız olsanı i Sera özgürlü sonya k r oy k e a n l u N a n r n n t i oyu ruz. ıkta z’le ned e ko f ’le ı! lar; ? Anlatt zi biliyo ocagö , Diken’ e r ş E ay n ’a si K ini mısı nam ldiğ hır fare ikkulak a i y b o Sizin lüğü; a lık’a, D sonra d r a niz ce zgü Bab erse r özgür v nız ö ntüy’e, e s u seve tabı rı Uz u ki da çok b , i Sah vet, o E nız? mısı

ISBN 978-605-5742-73-7

9 786055 742737

top.com.tr

Eşref Karadağ Çizer: Anıl Tortop


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.