OSMANLI'NIN RUMELİ ORTA KOLU

Page 1

OSMANLI'NIN RUMELÄ° ORTA KOLU


Osmanlı'da Rumeli Orta Kolu ve Önemi Osmanlılar üç kıtaya yayılmış geniş coğrafyaları kapsayacak şekilde imparatorluklarını teşkil etmişlerdir. İmparatorluğun bölgelerini merkeze bağlayan ulaşım, taşımacılık ve haberleşme gibi faaliyetlere imkân veren yol şebekeleri Osmanlılarca önem verilen bir meselelerden olmuş, tarihte de birçok devletin yollara aynı önemi verdiği bilinmekte olup bunu birçok farkı devletin organize ettiği müesseseler ve geliştirmiş oldukları yol ağları bilgisinden çıkarabilmekteyiz. Geçmişteki devletlerin geliştirmiş olduğu önemli yol ağları ondan sonraki devletlerin muhafazasıyla önemlerini korumaya devam etmiştir. Özellikle yol yapımı konusunda akla gelen İmparatorluklardan biri olan Roma İmparatorluğu belli bir sistem dahilinde biçimlendirdiği yol ağlarını birinci derecede askeri amaç doğrultusunda inşa etmiştir. Birleştirici bir rolü olan Roma Yol Ağları; Via Millitaris (askeri yol), Via Egnatia, Via Pontica ve Via Istrum şeklinde isimlendirilmiş, milattan önceki tarihlerde yapılan bu yollar Roma ile diğer bölgeleri birbirine bağlamaktaydı. Roma İmparatorluğundan sonra Akdeniz ve Ortadoğu bölgesindeki birleştirici rolü üstlenen, Osmanlıların Yol sistemleri olmuştur. Osmanlılarda tarihte örnekleri görülen bir şekilde yol ağlarını oluşturmuştur bu sistemde genel olarak evvelden beri mevcudiyetini koruyan yolların güzergahını takip edilmiş veyahut eski yolların güzergahına yakın yerlerden yeni yol güzergahları oluşturmuştur. Osmanlıların kullandıkları yol sisteminin merkezi İstanbul olup hâkim olunan geniş topraklar üzerinde iki ana hat, Rumeli Yol Ağı ve Anadolu Yol Ağı olarak isimlendirilmektedir. Bu yollar kendi içerlerinde üçer adet olmak üzere toplamda altı tane güzergaha sahip ana yol ve buna ek olarak tali yollardan oluşan bir yol sistemi oluşturmaktadır. Medeniyetin oluşumu için şüphesiz en önemli faktörlerin başında yollar gelmektedir, tarih boyunca şehirlerin inşası ve fetihlerin ana damarını oluşturan yollar bir devletin geniş bir medeniyetini olmasına katkı sağlamıştır. Tarih boyunca yollar üzerinde kurulan ve gelişen şehirler gibi Anadolu ve Rumeli yol ağındaki şehirlerde eski tarihlerden beri kesintisiz bir yerleşime sahip olmuş canlılığını korumuştur. Rumeli Yol Ağı ve Anadolu Yol Ağının kesin oluşum tarihleri tam olarak saptanamasa da özellikle Osmanlıların Rumeli ve Doğu bölgelerine


açılması sonucu olarak devletin sınırlarının genişlemesi ve devletin merkezi ile diğer bölgeler arasındaki irtibatın sağlama amaçlı Osmanlılar Yol ağlarına önem vermiş ve birtakım teşkilatlanmalara gidilmiştir. Bunları derbend, menzil, kervansaray ve ulak sistemi olarak sıralayabiliriz. Osmanlılar, derbend, menzil, kervansaray, ulak ve posta sistemi gibi teşkilatlanmalar sayesinde İmparatorluğu boydan boya saran yollar üzerinde haberleşme, ticaret ve ulaşımın kontrolünü ve sürekliliğini sağlamıştır. Devletin erken dönemlerinden itibaren haberleşme ulak adı verilen kişiler tarafından sağlanmıştır. Osmanlılar bir uç beyliğinden devlet olmaya başlamalarıyla birlikte düzenli bir haberleşmenin önemini ve gerekliliğini anlamışlardır. Özellikle Moğollar tarafından Anadolu’nun işgali sonrası daha yaygın hale gelen devletin haber iletiminden sorumlu olan ulaklık sisteminin önemi artmıştır. Atlı postacı sistemine sahip olan ulaklık, Kanuni Sultan Süleyman zamanında Sadrazam Lütfi Paşa’nın katkılarıyla Osmanlılara intikal etmiş ve aynı zamanda daha önceleri uygulamada var olan ulakların sahip olduğu bir belge olan “ulak hakkı” hükmü hakkında birtakım değişikliklere gidilmiştir. Ulaklar ellerinde bulunan bu belgeyle ücretsiz bir şekilde binek hayvanı temin edebiliyor, ulaklara geniş bir özgürlük alanı sağlayan bu belge gerek duyulan her türlü ihtiyacın karşılamasını sağlıyordu. Sağlanan bu geniş özgürlük alanını zamanla kötüye kullanan ulaklar için yine Sadrazam Lütfi Paşa tarafından daha sistemli ve düzenli bir yapıya sahip menzil teşkilatı kurulmuştur. On sekizinci yüzyılın sonlarından yirmi birinci yüzyılın sonlarına doğru posta teşkilatının kurulmasına kadar varlığını koruyan, konaklanan yer anlamına gelen menzil, Osmanlı yol ağları üzerinde belirli aralıklarla inşa edilmiş olup, haberleşme, ticaret ve güvenliğin temin edilmesi gibi görevler gütmüştür. Üç farklı amaç doğrultusunda oluşturulan menziller, askeri amaçlı menziller, Hac amaçlı menziller ve haberleşme amaçlı menziller şeklinde kategorize edilmiştir. Orduya iaşe ve konaklama imkânı sunan menziller düz araziler ve rahatlıkla su bulunabilecek arazilerde kurulmuştur. Osmanlı Yol inşası ve yol bakımı gibi faaliyetleri daha çok sulh ve harp zamanlarında olmuştur, özellikle devletin yapmış olduğu seferler sırasında ordunun ihtiyaçlarının karşılanması ve yeni yol yapımları, ordunun güzergahı üzerindeki yerlere iktisadi canlılık getirmiş aynı zamanda bir menzil külliyesi oluşumu söz konusu olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu sınırlarını doğuya yayması sonucu Anadolu yol şebekesinin önemi artmış, İmparatorluğun merkezi olan İstanbul’dan başlayıp Suriye, Mısır, Arabistan, Irak, Bağdat ve Basra coğrafyalarına kadar uzanan ve bu yerleri birbirine bağlayan yollar devletin yapmış


olduğu doğu seferlerinde ordunun izlemiş oluğu yol güzergahı olmuş bunun yanında kutsal topraklara kadar uzanan bu yol ağları üzerindeki menziller askeri amaçlarının yanı sıra Hac yolcuları ve Sure Alayları için de menziller oluşturmuştur. Osmanlılar kutsal topraklara giden yollara dönemleri boyunca önem vermiş, bu yolları açık tutmaya çalışmalarının yanı sıra Anadolu yollarının nazaran daha bakımlı ve düzenli olan bu yolların etrafında birçok bayındırlık faaliyetine gidilmiştir. Anadolu ve Doğu arasındaki bağlantıyı sağlayan Anadolu Yol Ağı, antik çağlardan kalma Anadolu için önemli bir yeri olmuş olan Kral ve İpek Yolu ağlarının genişletilip, onarılıp kullanmasının yanı sıra bu ek olarak Anadolu içlerinde belirli bölgeleri birbirine bağlayan tali yolların yapılması sonucu oluşturulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun Anadolu’daki yol ağı üç hat üzerinden şehirlerin merkez ile bağlantısı sağlanmıştır. Anadolu’daki canlılık bu yolların geçtiği şehirler, menzillerin çevresi ve bazı yolların ulaştığı limanlarda gözlenmiştir. Osmanlı Yol şebekesi Anadolu’da da münakale ve muhabere faaliyetlerine kolaylık sağlamak amaçlı birtakım kollara ayrılmıştır. Anadolu sağ kolu olarak adlandırılan bu kol Hac yolu olarak da bilinmektedir. Güzergâh İstanbul’un Üsküdar bölgesinden başlayıp Gebze Dilovası’ndan İznik’e oradan da Yenişehir Bozüyük yolunu takip eden güzergâh Eskişehir’e ulaşıp Konya’ya gelen yol, Adana’ya devam edip Antakya yolu ile Halep Şam güzergahını izleyip kutsal topraklar olan Mekke ve Medine’ye kadar ulaşmaktadır. Anadolu’da en çok kullanılan yol olan sağ kol üzerinde toplamda yirmi yedi tane menzilhane bulunmakla birlikte bu menziller daha çok askeri ve Hac faaliyetlerine hizmet etmiştir. Anadolu Yol şebekesinin sol kolunu oluşturan güzergâh ise, İstanbul Erzurum arasında yer alıp Erzurum Hasankale Kars yolunu izleyerek Kerkük’e kadar uzanmaktadır. Diğer bir yol ağını teşkil eden orta kol ise Bağdat - Basra yolu olarak geçmekte olup Gebze’den başlayıp Bolu’ya oradan Merzifon üzerinden Tokat ve Sivas yolunu takip ederek Malatya ve daha sonra Diyarbakır’a varan güzergah Nusaybin üzerinden Musul Kerkük yoluna ulaşıp, güzergah Bağdat’a oradan da Basra’ya kadar uzanmaktadır. Osmanlı yol şebekelerinin ayrımlardan oluşmasında ilk dönem devletin yapmış olduğu fütuhat stratejileri etkili olmuş, aynı zamanda iç düzen ve emniyetin sağlanması gibi konular ayrımları şekillendiren başlıklar olmuştur. Kolların ortaya çıkışında emniyet ve iç düzenin yanı sıra iktisadi, içtimai, strateji ve muhafaza gibi konular göz önüne alınmıştır. Anadolu ve Rumeli Yol ağlarındaki kollar genellikle uzun mesafeler kadar ulaşıp birçok şehirden geçen bir yol güzergahına sahip olmuşlardır. Bu yollar Osmanlı İmparatorluğu’nun en geniş sınırlara ulaştığı


on altıncı yüzyıl ve on dokuzuncu yüzyıllar boyunca merkez ile diğer bölgeleri birbirine bağlamıştır. Osmanlının yol sisteminde Rumeli ayağını teşkil eden Rumeli yol sistemi yine üç farklı koldan oluşmaktadır. Erken dönem Osmanlı fütuhat hareketleri Batıya Avrupa’nın Akdeniz’e uzanan en büyük yarımadası olan Balkanlar’a doğru yapılmıştır. Bin üç yüz elli gibi erken bir yıla tarihlendirilen Osmanlının Rumeli topraklarına ayak basması Süleyman Paşa komutasında olmuştur. Devletin Rumeli coğrafyasına açılma politikalarında Roma İmparatorluğu döneminden kalma mevcut yollardan yararlanılmıştır. Bu yollar stratejik, ekonomik ve politik egemenlik sağlaması açısından oldukça önem arz etmiş yolların var olan güzergahları adeta Balkanların belkemiğini oluşturan ve bunun yanı sıra Orta Avrupa’ya açılan bir kapı rolü üstlenmiştir. Önemli şehirlerin ve daha küçük derecede önem arz eden köy kasabaların üzerinden geçip uzun mesafelerden oluşan Osmanlı yol şebekesi Rumeli’de de üç yönden ilerlemiştir. Tarih boyunca stratejik önemi fazla olan Balkanların bu önemi kavşak noktası olmasından kaynaklı olmuştur. Romalılar ve Bizanslılardan sonra Osmanlıların kullandığı bu yollardan biri olan Kırım – Karadeniz yolu olarak isimlendirilen Rumeli yol ağının sağ kolunu oluşturan bu yol İstanbul’dan başlayarak Çatalca, Kırklareli, Prevadi - Karsu - Babadağı, İsakçı - Akkirman yolu ile Ozi ile Kırıma kadar uzanmaktadır. Ticari açıdan önemli bir yol olan Rumeli sağ kolu Osmanlıların erken dönemde Balkanlara geçiş noktalarından biri olmuş, Özellikle İsakçı – Edirne hattı önemli olup bu hat eski tarihlerden beri Marmara bölgesine yapılan kavim saldırı ve göçlerinin izlediği bir hat olmuştur Osmanlı İmparatorluğu’nun Lehistan, Boğdan ve Prut gibi bir takım önemli seferlerinde izlenen yol olan sağ kol güzergahı on sekizinci yüzyıldaki Osmanlı – Rus savaşları için ehemmiyet oluşturmuştur. Bir diğer Rumeli yol ağını oluşturan kol olan sol kol ise Romalılar zamanında Via Egnatia olarak isimlendirilmiş olup güzergahı ise İstanbul, Silivri, Malkara, Fereciktir. Rumeli Yol Ağları içeresinde daha işlek ve canlı bir yapıya sahip olan Orta kol ise Roma zamanında kullanılan (Via Militaris - Askeri Yol) yolunun güzergahına sahiptir. Dağlık olan Balkan yarımadasının en uygun ulaşım koşulu sağlayan bu güzergâh bunu doğal geçitler ve akarsu vadileri sayesinde başarabilmiştir. Orta Avrupa’ya uzanan bir kapı niteliğinde olan Orta Kol güzergahı Osmanlıların Avrupa Seferlerinin istikamet yolu olmuş özellikle de Avusturya üzerine yapılan seferler örnek verilebilir, Devletin toprak kaybetmesiyle sınırlar tekrardan Edirne’ye dayanmıştır fakat bu zamana kadar Osmanlılar bu yol hattını diğer yol


hatlarına göre daha iyi durumda tutmaya çalışmışlardır. İstanbul’dan başlayıp Edirne, Filibe ve Sofya’ya oradan da Niş üzerinden Belgrad’a kadar uzanan bir güzergahı takip eden Rumeli orta kolu Osmanlı yol ağları içerisinde en önemli yol ağlarından biri olmuştur. Osmanlılar kurmuş oldukları yol ağları ile devletlerinin merkezini diğer bölgelerle bağlantısını sağlamış özellikle batıya doğru yayılma gösteren Osmanlılar Bu yollardan biri olan Rumeli Yol Ağı sayesinde Asya ile Avrupa’nın ile bağlantısını kurduğu gibi başkent olan İstanbul’u Batı Karadeniz üzerinden Kırım’a Balkanlar üzerinden Orta Avrupa, Yunanistan ve Adriyatik Denizine kadar bağlamıştır. Anlatımını yaptığımız Rumeli orta kolu güzergahı İstanbul’dan başlayarak Büyükçekmece, Silivri, Çorlu, Lüleburgaz, Babaeski, Havza, Edirne, Filibe ve Sofya ve Niş üzerinden Belgrad’a kadar uzanmış olup İmparatorluğun sınırlarının genişlemesiyle birlikte Rumeli orta yolu Budin’e kadar uzatılmıştır, bu güzergâh üzerindeki bazı önemli şehirler şu şekildedir;

İstanbul Şehrin kuruluşu milattan önce altı yüz elli dokuz senesine tarihlendirilip küçük bir alanda koloni yerleşimi olarak ortaya çıkan şehir zamanla kurulmuş olduğu yarımadadan çıkıp sınırlarını geniş bir alana yayan Byzas’ın kurduğu şehir kurucusuna ithafen ilk adı olan Byzantion adını almıştır. Stratejik bakımdan kara ve denizin arasında yer alan konumu tarih boyunca İstanbul’un bu özelliği şehri önemli kılmıştır. Byzantion’un Roma İmparatorluğu hakimiyetine girmesiyle birlikte şehrin önemi daha da artmış bu dönemde İmparatorluğun merkezi olan Roma’ya rakip olabilecek şekilde Roma İmparatoru birinci Konstantin tarafından şehirde yeniden yapılanmaya gidilmiş, Roma şehri örnek alınarak oluşturulan şehir on bir mayıs üç yüz otuz senesinde resmi bir törenle açılmıştır. Konstantin’in yoğun imar faaliyetlere gittiği şehir bu tarihten itibaren İmparatorluğun merkezi olmuş ve Konstantinopolis olarak adlandırılmıştır. Yol sistemine önem veren İmparatorluklardan biri olan Romalılar Yol ağlarının oluşturmalarıyla

birlikte

Konstantinopolis

ve

Roma

şehrini

birbirine

bağlamıştır.

Konstantinopolis Orta Çağ’ın en görkemli ve en büyük şehri haline gelmesiyle birlikte birçok kabile ve devletin ilgisini çeken şehir tarihte birçok kez kuşatılmıştır. Şehir Birçok kez kuşatılmasına rağmen bunlardan sadece bin iki yüz dörtteki Haçlı Seferleri sırasındaki Latin kuşatması ve Osmanlıların bin dört yüz elli üç senesindeki kuşatmaları başarılı olmuştur. Yirmi dört mayıs bin dört yüz elli üç senesinde İstanbul Osmanlı Padişahı Sultan ikinci Mehmet


tarafından fethedilip İmparatorluk sınırlarına katılmıştır uzun yıllardır süren Bizans hakimiyeti son bulmuştur. Tarih boyunca kozmopolittik yapısını koruyan şehir Osmanlı Devrinde de bu özelliğini kormuş, önde gelen belli başlı kentlerden biri olmuştur. Devletin Edirne’den sonra başkenti olan İstanbul her türlü faaliyette de başkentlik yapmış olup buna yol ağlarını da katmak gereklidir. Osmanlı İmparatorluğunun başkentinin İstanbul olması Yol sistemindeki güzergahlarının hareket noktasının İstanbul olmasına neden olmuştur. İstanbul şehri tarihi boyunca birçok halka birçok devlete ev sahipliği yapmış çok kültürlü bir yapıya sahip olmuştur.

Edirne Eski tarihlerden beri önemli bir yere sahip olan şehir bu özelliğini stratejik konumundan almıştır. Roma döneminde Hadrianopolis olarak adlandırılan şehir, Roma İmparatorluğunun Anadolu ve Avrupa’yı birbirine bağlayan yol ağının üzerinde yer almaktadır. Kavşak noktası olan bu şehir bu özelliğini Osmanlılar zamanında kullanılan yol sistemleri içerisinde de koruyabilmiştir. Osmanlı yol sisteminde önemli bir yer kaplayan İstanbul Edirne hattı Balkanlara açılan bir kapı niteliğinde olup, hat yoğun bir ulak trafiğine sahne olmuştur. Ulu Yol, İstanbul Caddesi, Sultan Yolu olarak da isimlendirilen İstanbul - Edirne hattının arası kırk dört saat olup, hat üzerinde belirli noktalara belirli aralıklarla inşa edilmiş konaklama ve haberleşme ihtiyacı için bir nevi posta istasyonu olarak adlandırabileceğimiz menziller vardır. İstanbul – Edirne hattı üzerinde toplamda altı adet menzilhane bulunmaktadır. Birçok amaca yönelik oluşturulan bu menzilhanelerin başlıca oluşturulma amaçları arsında askeri, ekonomik ve haberleşme faaliyetleri ön plandadır.

Edirne Rumeli Orta kol Ağının en önemli

merkezlerinden biri olup, Edirne de bulunan menzilhanenin ayrı yerlere uzanan yedi tane kolu bulunmaktadır. Edirne menzilhanesi sefer sırasında ordunun veyahut haberleşme sırasında ulakların mutlaka uğradıkları bir yer olmuştur. Edirne şehri Meriç nehri ve bu nehrin kollarının geçtiği güzergahta bulunup bu konumu şehre tarımsal yönden avantaj sağlamıştır. Tarımsal olarak şehri besleyen bu nehir aynı zamanda devletin başkenti olan İstanbul’un iaşesi için önemlidir. Zahire depolarından biri olan bu şehir İstanbul’un iaşesini kara yolu ile karşılayabilmekteydi. Edirne şehri bin üç yüz bir senesi gibi erken bir tarihte Osmanlı hakimiyetine girmiş, şehrin gelişmesinde Osmanlının imaret sistemi etkili olmuştur. Şehrin fethedildiği ilk dönemlerde akıncı beylerin başlatmış olduğu imar faaliyetleri uzun yıllar devam


etmiş, İstanbul’un fethine kadar Devlete başkentlik yapan bu şehir Osmanlının idari ve kültür şehirleri arasında yerini almıştır.

Filibe Bugünkü Bulgaristan sınırları içeresinde yer alan şehir, Trak kabileleri tarafından kurulmuş olup Makedonya Krallığı hâkimiyeti sırasında Makedon kralı ikinci Flip’in adına ithafen Filipolis olarak adlandırılmıştır. Osmanlı erken döneminde hakimiyete alınan şehir bin üç yüz atmış bir senesinde fethedilmiş olup, bin üç yüz atmış üç Edirne’nin Osmanlı Devleti’nin merkezi yapılmasının yılı olup bu yıl içerisinde Rumeli Eyaleti de kurulmuştur. Rumeli Eyaletine Edirne şehrinden sonra Filibe şehri de merkezlik yapmıştır. Osmanlı’nın Balkan coğrafyasındaki önemli şehirlerinden biri olan Filibe yetiştirmiş olduğu önemli ilim adamları ve bünyesinde bulundurduğu

birtakım

tarikatlar

sayesinde

Osmanlılar

zamanında

önemli

İslam

merkezlerinden biri haline gelmiştir. Filibe, Rumeli Yol ağının orta kol güzergahındaki önemli şehirlerden biri olup canlı bir ticaret merkezidir. İstanbul’un zahire depolarından olan Edirne, Sofya, Eflak, Boğdan vs. gibi şehirlerden biri de Filibe şehridir. Osmanlı Hakimiyeti zamanında çok yönlü bir etnik yapıyı bünyesinde bulunduran Filibe şehri, Türkler, Yunanlılar, Bulgarlar, Ermeniler ve İspanya’dan göçen Yahudiler tarafından oluşan bir nüfusa sahip olmuş zamanla nüfus yoğunluğu Bulgarlar aleyhine artmış ve Osmanlı’nın son dönemlerine doğru şehir kozmopolittik yapısını kaybetmiştir. Bir Bulgar şehri haline gelen Filibe şehri Bulgaristan’ın kültür şehri olarak ön plana çıkmaktadır.

Sofya Roma döneminde Serdika, Bizans döneminde Triyaditsa ve Bulgar döneminde Sredets olarak adlandırılan şehir, Osmanlıların İnce Balaban Bey tarafından bin üç yüz seksen beş senesinde fethedilmesiyle birlikte şehrin adı Sofya olarak anılmıştır, bunda fetih sırasında dikkat çeken ve şehrin fethinden sonra camiye çevrilen Steve Sofiya (Aya Sofya) kilisesin katkısı vardır. Rumeli yol ağının önemli şehirlerinden biri olan Sofya şehri Rumeli Eyaletinin merkezliğini de yapmıştır. Osmanlıların batıya doğru seferlerinde önemli bir şehir olan Sofya şehri sadece Rumeli Eyaletinin merkezliğini yapmamış aynı zamanda Avrupa topraklarının


merkezi konumunda olmuştur. On sekizinci yüzyıldaki Osmanlı – Rus savaşlarından etkilenen bir bölge olan Sofya, bin sekiz yüz yetmiş dokuz senesinde Ruslar tarafından işgal edilmiş yedi yıl sonra da şehir silahlı bir darbe ile Bulgar Prensliğine bağlanmıştır. Şehir Fethedildikten sonra zamanla devletin iskân politikaları sayesinde Anadolu’nun orta ve batı bölgelerinden getirilen insanlar birlikte Osmanlı şehri özelliğini kazanmış birçok faklı halkı bünyesinde bulundurmuştur. Osmanlı zamanındaki Sofya’da bulunan mahallere bakacak olursak burada ulak ve akıncı mahalleri ve nüfusu dikkat çekmektedir. Erken dönemde fethedilen şehir akıncı beylerinin katkılarıyla gelişim göstermiştir idari bakımdan önemli bir şehir haline gelmiştir. Sofya şehrinin Balkanlardaki konumu ve aynı zaman da Rumeli yol ağındaki önemli bir durak olması gibi nedenlerden dolayı Sofya şehri ile devletin merkezi İstanbul arasında yoğun bir ulak trafiği olmuştur, bu şehirde ulakların sayısının fazla olması kurulan mahallere veyahut her mahallede belirli bir ulak nüfusunun olması sonucunu doğurmuştur. Sofya şehri ticari ve ekonomik canlılığa sahip bir şehir olup bünyesinde birden çok bedesten, han, kervan ve birçok meslek dalına ait dükkân bulundurmaktaydı. Osmanlı zamanında Yüzden fazla meslek grubunun olduğu saptanan Sofya’da demir ve demircilik alanında yirmiye yakın meslek grubu olup bunda ön plana çıkan nalbant mesleği olmuştur. Kavşak noktasında bulunan ve önemli bir menzilhaneye sahip olan bu şehir ulakların uğrak noktalarından biri olmuştur.

Vidin Tarih boyunca kale ve liman şehri olarak ön plana çıkan Vidin şehri günümüzde Bulgaristan’ın en kuzey batı tarafında Tuna nehrinin kıyısında yer almaktadır. Roma döneminde Bonania olarak isimlendirilen şehir daha önceleri kelt kabilelerinin Dunonia olarak isimlendirdikleri yerleşimler üstünde kurulmuştur. Efsaneye göre Vida ve Niş adındaki iki kardeş Tuna ve Morava nehri arsandaki toprakları elinde bulunuyordu, Erkek kardeş Niş şehrini kurmuş, kız kardeş olan Vida, “Vida’ya ait şehir” anlamına gelen Vidin şehrini Tuna nehir üzerinde kurmuştur. Osmanlı döneminde de önemli Tuna nehri limanlarından biri olma özelliğini koruyan Vidin, Tuna Nehri boyunca gelen saldırılarda da önemli bir muhafaza üssü olarak görev üstlenmiştir. Liman şehri olan Vidin aynı zamanda kara üzerinden de eski roma yolu olan via militares’in önemli durak noktasından biri olup Balkanlar ve Orta Avrupa’yı bağlayan bir konumdadır. Şehir bünyesinde bulundurduğu önemli özellikler neticesinde tarihi


boyunca birçok kez saldırıya uğramış, birçok kez el değiştirmiş, çok değişken bir kadere sahip olmuştur. Vidin’de beş yüz yıldan fazla süren Osmanlı egemenliği bin üç yüz doksan altı senesinde başlamış olup, Anadolu’dan getirilen Müslüman Türk aileleri bu şehre yerleştirilip imar faaliyetlerine girişilmesiyle Vidin bir Osmanlı şehri görüntüsüne bürünmüştür. Osmanlı – Rus savaşları sırasında eşkıya yurduna dönüşen Vidin aynı zamanda yaptığı kale savulmasıyla istilacılara karşı destansı bir gayet göstermiş olup bu olay Vidin Destanın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Vidin Osmanlı Devleti’nin Balkanlar üzerindeki önemli şehirlerinden biri olmuştur.

Niş Roma döneminde Nissus olarak isimlendirilen şehir Roma imparatoru birinci Konstantin’in de doğduğu topraklardır. Balkan coğrafyasındaki en eski yerleşimlerden biri olan Niş şehri stratejik önemler taşıyıp bundan dolayı sürekli el değiştirmiştir. Roma Yollarından biri olan Via Militaris’in üzerinde yer alan şehir mühim kavşak noktalarından biri olmuştur. Niş şehri bin iç yüz seksen altı senesinde Osmanlı topraklarına katılmış olup beş yüz seneye yakın Osmanlı hakimiyetinde kalmıştır. Bu rakam Niş şehrinin tarihi boyunca bir devlete bağlı kaldığı en uzun süreden biri olmuştur. Bir uç şehri olarak kurulan Niş zamanla gelişerek sancakbeyliği haline gelmiştir. Osmanlının önemli üstlerinden biri konumunda olan şehir devletin Rumeli seferlerinde ordunun takviye yapıldığı merkezlerden biri de olmuş bu gibi özellikleri şehri geliştirip büyütmüştür. Şehir Osmanlı Rus harbinden ardından yapılan Berlin Anlaşması sonrası Sırbistan’a verilmiştir.

Belgrad Doğu ve Batı Avrupa’nın ortasında yer alan Belgrad, balkanları Avrupa’ya bağlayan önemli noktalardan biridir. Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği plato üzerine inşa edilmiştir. İsmi Sırpça’da “beyaz şehir” anlamına gelen “beo” ve “grad” kelimelerinden gelir. Osmanlı tarihinde Avrupa seferleri için bir üs konumunda olduğu için “Dar’ül Cihad” olarak anılan şehrin tarihi cilalı taş devrine kadar dayanmaktadır. Birinci yüzyıldan altıncı yüzyılın ortalarına kadar çeşitli bölgesel faktörlerle birlikte Roma İmparatorluğunun önemli bir şehri olan


Belgrad, dört yüz kırk bir yılında Hunlar tarafından tamamen tahrip edilmiş, beşinci yüzyılın sonlarına doğru Bizans imparatorluğunun etrafını surlarla çevirmesine karşın yedinci yüzyılda Slavlar ve Avarların saldırılarıyla tamamen yıkılmıştır. Dokuzuncu yüzyıldan on beşinci yüzyıla kadar Bulgarlar, Bizanslılar ve Macarlar arasında sık sık el değiştiren Belgrad’ın, tamamen Osmanlı hakimiyetine geçmesi bin beş yüz yirmi bir yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan seferi sırasında gerçekleşmiştir. Bin beş yüz kırk bir yılında Budin eyaletinin kurulmasının ardından Belgrad Sancağı bu eyalete bağlanmıştır. Fethinden bu tarihe kadar ise Osmanlıların seferleri açısından askeri üs olarak önemli bir rol teşkil etmiştir. Şehir on altıncı yüzyıldan itibaren önemli bir ticaret merkezi haline gelmiştir. On yedinci yüzyılda nüfusu doksan sekiz bin’e kadar ulaşan şehir, askeri amaçla kurulan birçok yapıya da ev sahipliği yapmaktaydı. Bin yedi yüz on sekiz- bin yedi yüz otuz dokuz yılları arasında Avusturya işgali altında kalan şehrin önemli bir bölümü yıkılsa da bin sekiz yüz yetmiş sekiz yılına kadar Osmanlı hakimiyetinde kalmıştır. Bu tarihten itibaren ise yeni kurulan Bağımsız Sırbistan’ın başkenti olarak hizmet vermiştir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sırasında şehir işgal edilse de dağılana kadar Yugoslavya ‘nın Başkenti olarak kalmıştır. Şehir halen Sırbistan Cumhuriyeti’nin başkentidir.


KAYNAKÇA  Altunan, Sema, “XVII. Yüzyıl Sonlarında İstanbul-Edirne Arasındaki Menziller ve Bazı Menzilkeş Köyler”, Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt 25 , Sayı 39 , 2006 , s. 75 - 99.  ……………………, “XVIII. yy’da Silistre Eyaletinde Haberleşme Ağı: Rumeli Sağ Kol Menzilleri” OTAM, Sayı 18, Ankara, 2005, s.1- 20.  …………………….., “Osmanlı Devleti'nde Haberleşme Ağı: Menzilhâneler” Türkler Ansiklopedisi, Cilt 10, Ankara, 2002, s. 913- 919.  Bezaz, Yurda Güven, “Geçmişten Günümüze Haberleşme ve PTT Tarihi”, Türkiye Haber-İş Sendikası Yayınları, Ankara, 2006  Çetin, Metin, “Rumeli Orta Kol Güzergahı ve Üzerinde Hizmet Veren Menzilhaneler (16901750)” Balkanlar'da İslâm Medeniyeti: Beşinci Uluslararası Kongresi Tebliğleri, Saraybosna, Mayıs 2015,  Halaçoğlu, Yusuf, “XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilâtı ve Sosyal Yapı” , Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2007.  Kiel, Machiel, “Filibe”, DİA , Cilt 13, İstanbul, 1996, s. 79-82.  …………………., “Niş”, DİA, Cilt 33, İstanbul, 2007, s. 147-149.  …………………., “Vidin”, DİA, Cilt 43, İstanbul, 2013, s. 103-106.  Müderrisoğlu, Fatih, “Menzil Kavramı ve Osmanlı Devleti'nde Menzil Yerleşimleri”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 10, Ankara, 2002, s.920-926.  Şahin, İlhan, “Sofya”, DİA, Cilt 37, İstanbul, 2009, s. 344-348.  Şentürk, M. Hüdai, “Tanzimat Devrine Kadar Osmanlı Devleti'nin Ulaşım Teşkilâtı ve Yol Sistemine Genel Bir Bakış”, Türkler Ansiklopedisi, Cilt 10, Ankara, 2002, s. 904-912.  Zamolo, Dıvna Djuric, “Belgrad” DİA, Cilt 5, İstanbul, 1992, s. 407-409.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.