Bir şehîd’in hayâtı konu ediliyordu bir yerde, cümleye dikkat edin lütfen; “Şehid edildiği dönem havalar çok soğuktu. Evinde odun ve kömür de yoktu; ama o “Kömürüm de odunum da olmasa, benim derdim bunlar değil, derdim Allâh’ın dâvâsıdır” diyordu. Allâh yolunda her şeyimi vermeye hazırım dedikten sonra “Evet sıkıntı çekiyoruz, fakat öbür dünyâda ferâhlık bulacağız” derdi.”
idealleri gerçekleştirir. Öne çıkan örneklik; Dün-
biliyorsun ki benim gözlerim görmüyor. Kılıç
yâ’ya rağbet etmemek, vahye kulaklarını açmak,
yönünden Müslümanlara bir faydam da olmaz.
gerektiğinde yardan-serden geçmek, sessiz sedâsız
Ama istedim ki Pers ordusuna karşı Müslüman-
bir köşe de beklememek...
ların sayısı çok görünsün. Sancağı bana verin,
İşte Abdullah İbn Ümmü Mektûm; Rasûlullah
ben âmâyım, kaçamam. Beni iki saf arasına
sallallahu aleyhi ve sellem ‘in Abese sûresiyle
koyun.’ Târih de ender görülen bir savaş fırtınası
gönlünü hoş tuttuğu âmâ/kör sahâbi. Bedir sava-
esmeye başladı. Üç günün ardından zafer Müslü-
şının ardından cihâdın faziletini, onu yaşama ve
manların olmuştu. Bu büyük zaferin bedeli olarak
yaşatma arzusunu, cihattan geri kalanların âkibe-
yüzlerce kişi şehîd olmuştu. Bu, şehitler arasında
tini ifâde eden âyetler indirilince, sanki bu âyetler
Abdullah ibn Ümmü Mektûm da bulunmaktaydı.
binlerce sahâbe arasında kendisini kastediyormuş
Müslümanların sancağı kucağında, ona sarılmış
gibi müthîş bir mesûliyet duygusuna kapılarak:
bir şekilde bulunmuştu. Öne çıkan başlık; Hak
‘Yâ Rasûlallah! Vallâhi, cihâd etmeye imkânım olsa, cihâd ederdim.’ demişti. Daha sonra gözyaşlarını tutamayarak: ‘Allâhumme enzil Uzrî/ Allah’ım, özrümü beyân eden âyet indir!’ Diye (1)
duâ ederdi. Sürekli ağlardı bu acıyla. Ne samimiyetti onda ki. Büyük bir azim ve kararlılık sâhibiydi. Âmâydı, târihe kaydedileceğini bilmiyordu. Çağlar boyu herkesin kendi kıssasını
dâvânın çilekeşleriyle beraber olmak, fedâkarlık anlarında fedâkarlıktan çekinmemek, ilâhi emir ve yasaklara karşı duyarlılık, hiç değilse Müslümanların sayılarını kalabalık göstermek için faaliyetlerde bulunmak/katılmak... Şehidler kervanına katılanlardan hayâtımıza aksedecek daha birçok özellik vardı. Mesela; Hz.
öğreneceğini, insanlara örnek olacağını da bil-
Ömer de şehâdetin bizi her yerde bulabileceğini,
miyordu. Tek bildiği tevhidin şiârını her yerde
Ebu Hanîfe de zulme ilimle başkaldırmayı, İski-
yükseltmekti. Yaşı almış başını gitmişti. Hem
lipli Âtıf hoca da şerîata kurbân olmayı, Hasân
yaşlı hem âmâydı. Pers imparatorluğuna karşı
el-Bennâ da davet ve mücâdele azmini, Abdullah
cihâd çağrısı dalga dalga bütün vâdilerde yankı
Azzâm da rahat ve lüksten kaçmayı, Usâme de
bulunca, ordu yola çıktı. Zırhını giymiş Abdullah
güzel ahlak ve zâhidliği, Fehmeddin de kardeş-
da göründü. Pers ordusu düzenli, sayıca yüksek,
liği, çile ile yoğrulmayı...
o günlerde ender görülen silahlara sâhip, fillerle donatılmış bir orduydu. Enes bin Mâlik bir ara çadırın içinde Abdullah’ı gördü. Koca çınar düşünüyordu. Gözleri görmüyordu ama hayâtı kalp gözü ile müşâhade ediyordu. Senin ne işin var
Bir âlim, bir mürebbî olan cihâd öğretmeni Abdullah Azzâm rahimehullah, etrâfında yüzlerce şehid gördükten sonra onlarda gördüğü özellikleri şu şekilde sıralıyor;
bur da ey Abdullah! Sesiyle kendine geldi. ‘Enes
Dillerini Müslümanları çekiştirmekten muhâfaza
sen misin’ dedi. Enes, ‘evet benim’. ‘Enes! Sen de
ederlerdi.
24
REBİÜLAHİR 1436
O’nun İzinde...