Gezi'nin Uzun Hikayesi M Hakki Yazici

Page 1

Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

*

M. Hakkı Yazıcı

“Gezi”nin uzun hikayesi “Gezi”nin uzun hikayesi

* 1


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Hayat Bilgisi

M. Hakkı Yazıcı, Ankara’da doğdu. İlk, orta ve yüksek öğrenimini yine Ankara’da tamamladı. ODTÜ Ekonomi Bölümü’nü bitirdi. M. Hakkı Yazıcı, halen Moskova’da çalışmakta ve yaşamaktadır. M. Hakkı Yazıcı’nın çalışma yaşamı ve kültürel faaliyetleriyle ilgili çeşitli öz yaşam öyküleri oldu; ama o, en çok hem bir 68’li hem de bir 78’li olması halini sevdi. Öykülerinin, şiirlerinin ve yazılarının bir kısmı Adam Öykü, Notos Öykü, İmge-Öyküler, Dünyanın Öyküsü, Kül Öykü, Adalı, Baraka, Bizim Gazete, Z&Z Akdeniz Kültürü, Memlekent, Yolculuk gibi dergilerde, sanal ortamdaki sanat ve kültür sitelerinde yayımlandı. Önemli bazı siyasal-kültürel dergilerin kurucuları ve yayın kurulu üyeleri arasında yeraldı. 2.Gila Kohen Öykü Yarışmasında Teşvik Ödülü ile ödüllendirilen M. Hakkı Yazıcı’nın “ Fanus” ve “Tiyatrocu” isimli iki öyküsü “Renkler, Öyküler...” seçki kitabında, 2002 yılında, “Dedem Dimitri” isimli öyküsüyse Mübadele Öyküleri seçki kitabında 2010 yılında yayımlandı. Mart 2013 tarihinde “Koca Bir Sevdaydı Yaşadığımız” isimli bir anı kitabı Dipnot Yayınları arasında. yayımlandı. E-Posta

: mhyazici@gmail.com

“Gezi”nin uzun hikayesi

2


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

“Kedicik, Biri sana dese ki Çok mu sevindin beni gördüğüne Bir takla at da anlayayım Atma sakın. Takla atan yalakalardan olma sakın! Sana yakışmaz… Kedicik, Sen gel kendi kendinin efendisi ol, Ve efendilik hevesin olmasın başka kedilere.

1. Kedicik

Arif bey, uyanıp, gözlerini açtığında gün çoktan ağarmıştı. Karısı ondan önce kalkmış, mutfakta kahvaltı hazırlığındaydı. Çayı demliyordu. Çaydanlıkta kaynayan suyun fokurtuları yatak odasına kadar geliyordu. Her sabah kalkınca ilk iş olarak yaptığı gibi sokak kapısına baktı. Kapıcı henüz günlük gazeteyi ve ekmeği getirmemişti. Sonra balkon kapısının aralık olup olmadığını kontrol etti. Kapının hafif aralık olması gerekiyordu, yoksa Çapkın içeri giremezdi. Çapkın, sevgili kedileri de henüz dönmemişti eve. Bahçeye bakan zemin kattaki evlerinin balkon kapısının aralık olup olmadığını kontrol ettikten sonra sabah haberlerini izlemek için televizyonu açıp, karşısındaki koltuğa oturdu. “Gezi”nin uzun hikayesi

3


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Sevgili kedileri, uykusunu aldığında, her gece geç saatlerde dışarı çıkar sabaha kadar sokaklarda gezinirdi. Sokaklarda onu dostlar, arkadaşlar, sevgililer beklerdi. Soylu bir ev kedisi olmasına rağmen ciğercinin kedisiyle de, sokak kedisiyle de ayrım gözetmeksizin dostluk yapardı. Onu çocukları gibi seven Arif Beyle karısı Sabahat Hanım, girip, çıkmasına, gezmesine, tozmasına hiç kısıtlama getirmez, onun dışarıda gönlünce gezdikten sonra eve geri döneceğini bilirlerdi. Eve ilk geldiğinde minicik bir kedi yavrusuyken adını erkek olduğu için Çapkın koymuşlardı. O da ismine layık olmayı iyice abartıp, Beşiktaş sokaklarını çocukları ve hatta torunlarıyla doldurmuştu. Arif Bey, bunu eşe dosta, konu komşuya iftiharla anlatırken ninesinden dinlediği eski bir Rumeli hikayesini araya sıkıştırırdı. “Efendim,” diye başlardı. “Bir evin Bilal isimli bir erkek kedisi varmış. Geceleri dışarı çıkar, dolaşır; sabahları da eve geri dönermiş. Bir süre sonra fark etmişler ki kedi sabahları yorgun argın, perişan bir halde döner olmuş. Bezgin bir şekilde gelip, ocağın kenarına kıvrılır, saatlerce uyur, ancak kendine gelirmiş. Ertesi gece yine aynı şey tekrarlanırmış. Merak edip, endişelenmeye başlamışlar. Acaba Bilal kediciğin bir hastalığı, bir derdi mi vardı? Öğrenmek için fark ettirmeden peşinden, gidip izlemeye karar vermişler. Bir gece kedinin peşi sıra evden çıkmışlar. Bilal, epey bir yürüyüp, mahallenin aşağı taraflarında meydanlık bir yere gelmiş. Meydanda kediler bir araya gelip, toplaşmış; çalıp, oynayıp alem yapıyorlarmış. Bilal, hemen aralarına karışıp kendisini ortalara atıp oynamaya başlamış. Erkek kediler, dişi kediler hep birlikte sabaha kadar bir yandan çalıp, bir yandan da oynamışlar. Alem ki, ne alem…Sonunda yorulup, bitap düşüp, yere serilmişler. Eğlence yorgunu Bilal, sürüne sürüne eve geri dönmüş. Ev ahalisi böylece Bilal’in sırrına vakıf olmuş.” Arif Bey, bu hikayeyi anlatır, kedileri için “Bakmayın böyle halim selim durduğuna, bu Bilal,” derdi; onu bazen Çapkın Bilal diye çağırırlardı. Sabah haberleri yine kasvetliydi. Arif Bey, hem kızar, hem de televizyon ekranına bakmaktan, günlük gazeteleri okumaktan kendini alamazdı. Sinirlendiğini, bunun da sağlığına iyi gelmediğini bile bile televizyonun karşısına geçip parti liderlerinin Salı günleri yaptıkları Grup konuşmalarını izlerdi. Terlikleri de koltuğun yanı başındaydı. “Gezi”nin uzun hikayesi

4


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Arif Bey, sanki televizyondakiler onu duyuyormuş gibi onlarla konuşur tartışırdı. Seyrederken yüksek sesle ettiği yakası açılmadık küfrün de bini bir para… Bu kadarla kalsa iyi, daha da ileri gidip kızdığında ekrana terlik fırlatırdı. Zaten sicilinde bir ekran kırma vukuatı da vardı. Allahtan oğulları “Üzülmeye değmez, zaten sizin televizyonun tüpü ömrünü tüketmişti, iyi göstermiyordu,” deyip yeni bir televizyon alıvermişti onlara. Arif Bey, mutfağa doğru seslendi: “Bak, bak hanım, ne diyorlar, ekonomi iyiye gidiyormuş. İyi gidiyor da bizim niye haberimiz olmuyor? Emekli maaşımız mı arttı? Alım gücümüz mü yükseldi? İşsizlik mi, işsizlik oranı mı azaldı?” Mutfaktan gelecek cevap her zamanki gibi hazır ve aynıydı: “Haklısın bey, üzme canını, bak yine kalbin sıkışacak.” Arif Bey, “Şerefsizler,” diye bağırdı yüksek sesle. Karısı meraklanıp, mutfaktan kafasını uzattı: “Hayırdır bey?” “Gel, gel! Şu haberlere bak anlarsın.” Taksim Gezi Parkı’nda da olaylar olmuştu. Arif Bey’in ömrü neredeyse İstanbul’da geçmiş bir İstanbul sevdalısıydı. “Sade bir semtini, mesela Beşiktaş’ımı sevmek bile bir ömre değer,” derdi hep. O güzelim İstanbul’unun her geçen gün nasıl betonlaştırıldığının canlı şahidiydi. Neydi bu betonlaştırma, grileştirme merakı? “Bağzı”ları, rant, yalan, talan üzerine bir hayat kurmuşlardı. Yöneticiler sanki şehri güzelleştirmek değil de çirkinleştirmekle görevli sayıyorlardı kendilerinini. Sanki acaba bugün nereyi bozarız çabası içindeydiler. Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirini uyarlayıp: “Sana dün bir helikopterden baktı aziz İstanbul!” diye söylendi.

“Gezi”nin uzun hikayesi

5


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

2. Alina’ya yol gözüküyor

Yine trafik, yine gergin sürücüler… Alina’nın telefonu çalıyor. On beş dakika içinde haber toplantısında olması isteniyor. Arabasının radyosunu açıyor. Şanson Radyo’da eski bir Rus şarkısı var. Telefon yine çalıyor. Sean, Londra’da yine yağmurlu bir hava var diyor. Haber değeri olmayan bir haber. ..Bir haberciye yapılır mı bu?! Çok özlediğini söylüyor, “İzin koparabilirsem belki Moskova’ya gelirim,”diyor. Sean’den iyi bir hayat arkadaşı olur mu? Yaşayıp görecekti. Moskova’da altı ay önce yapılan bir uluslararası finans sempozyumunda tanışmışlardı. İyi İngilizce biliyordu ya, her yere nöbetçi muhabir olarak Alina’yı gönderiyorlardı. Bu toplantıya da onu göndermişlerdi. Sean de İngiltere’den konuşmacı olarak katılmıştı. İngilte’den katılmıştı, ama İngiliz olduğunun sanılmasına hep içerler, kızardı. O, Londra’da çalışan bir İrlandalı finans uzmanıydı. Alina, önce konuşmasını dinlemişti. İyiydi. Bilgili ve donanımlı olduğu hemen belli oluyordu. Yakışıklıydı da. Belki de onu daha çok etkileyen bu yönüydü. Alina, bu parlak İrlandalıyla tanışmayı kafasına koymuştu. Düşündü, bunun en kestirme ve kolay yolu da televizyon için bir söyleşi yapmaktı. Sean, bu tür söyleşilere pek alışık değildi. Önce utandı, kızardı; sonra kabul etti. Söyleşi günü Alina, bütün silahlarını kullandı. Önce kuaföre gitti. Sonra en baştan çıkarıcı kıyafetlerini giydi, güzel sade bir makyaj yaptı. Söyleşi, başarılıydı. Sean, önce, utandı, sıkldı. Alina, onu sorularıyla rahatlattı. Ortamı yumuşattı. Sean’ın dili açıldı. Söyleşi sonrasında birlikte yemeğe gitmişlerdi. İşte her şey böyle başlamıştı. Ancak sonrasında nasıl bu kadar hızlı ve hayal gibi gelişmişti ilişkileri o bile şaşırıyordu. Trafik yine tıkandı. “Propki”, trafik sıkışıklığı, hayatına giren en lanet sözcüklerden biri. Radyodaki güzel melodi bile sakinleştirmek için yeterli değil. Kaza, “avari” var herhalde. Bakalım daha ne kadar burada takılıp kalacak. Haber toplantısına neyse ki geç kalmadan yetişti. “Gezi”nin uzun hikayesi

6


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Kazasız belasız bir toplantı olacağını sanıyordu, ancak hiç beklemediği bir sürpriz onu bekliyordu: İstanbul’da önemli olaylar vardı. Birkaç gün önce, 27 Mayıs 2013 gecesinde Türkiye’de Taksim Gezi Parkı’nda ağaçların iş makinaları tarafından söküldüğünü fark eden birkaç kişinin bunu sosyal medyada paylaşmasıyla bu ülkenin tarihinde pek de şahit olunmamış büyüklükte, kendiliğinden gelişen, geniş katılımlı kitlesel eylemler başlamıştı. Gerçi İstanbul’da küçük bir büroları vardı, ama olayların bu boyutunda habercilik açısından yeterli değildi. Hemen çantasını hazırlayıp, bir kameramanla birlikte ilk uçakla gitmesi gerekiyordu. Ve hatta geç bile kalmışlardı. Toplantıdan sonra yerine geçti, şaşkın bir şekilde masasına oturdu. Kocaman bir salonda diğer çalışma arkadaşlarıyla birlikte oturuyordu. Olağanın dışında bir şey olduğunu hisseden arkadaşları meraklı gözlerle ona bakıyorlardı. “Yine yol gözüktü,” dedi. Bu aslında hiç olmayan bir şey değildi. Elena Vladimirovna: “Bu defa nereye?” diye sordu. “Türkiye’ye.” “Oooo ne iyi, baba vatanına. Çok şanslısın. Bil bakalım ben nereye gidiyorum? “Nereye?” “Suriye’ye. Alex Vasilyev, hastalanmış, geri dönüyor; onun yerine beni gönderiyorlar.” “Ya kızım, geliş gidiş savaş muhabiri mi olacağız, nedir?” “Valla öyle gibi gözüküyor. Peki, senin meslekte örnek aldığın biri var mı? Mesela Darya Aslamova gibi?” “Aman, aman eksik olsun.” İvan Petroviç, Haber Müdürü, elinde kahvesiyle yanına gelip, masanın kenarına teklifsizce oturdu. Salonda çalışanları gösterdi. Ona doğru eğilip, fısıltıyla: “Kim bunlar?” diye sordu. Alina bir şey anlamamış bir halde: “Gezi”nin uzun hikayesi

7


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

“Kollegi, yani iş arkadaşlarım,” diye cevap verdi. “Hayır! Bu kadar basit değil, onlar senin düşmanın değil belki, ama rakiplerin. Aranızdan çok azı, en başarılılarınız iyi gazeteci olacak, yükselecek. Büyük bir rekabet yaşayacaksınız. Ancak aklını kullanıp, çok çalışırsan aradan sıyrılabilirsin. Sana verilen fırsatları iyi değerlendir.” Alina, hemen yanıbaşındaki masada oturan Elena’ya göz ucuyla baktı. Can arkadaşı Lenuçka’sına hiç şimdiye kadar bu gözle bakmamıştı. Bu kötü bir duyguydu. Dostça, yardımlaşarak çalışılan bir ortam daha iyi değil miydi? Hiç sesini çıkarmadı. “…” İvan Petroviç,“Alina, sadece iyi dil bilmekle iyi gazeteci olunmuyor biliyorsun; ancak senin iyi İngilizce ve bu son olayda da Türkçe bilmen sana avantaj kazandırıyor. Ama lütfen biraz da gazetecilik becerilerini kullan. Bu, senin için iyi bir fırsat olabilir. Sana güveniyorum, başarılar… Göster kendini,” diye devam etti. “Anladım. Sağol İvan, seni mahçup etmeyeceğim.” Biletini almışlardı bile. Türk Hava Yolları’nın TK 418 uçuş numaralı uçağıyla gidecekti. Moskova Vnukova Havalimanı’ndan öğleden sonra saat dörtte kalkıyordu uçağı. Kameraman Pavel’le birlikte gideceklerdi. Moskova’yla İstanbul arasında bir saatlik saat farkı vardı. Uçak, bir terslik olmazsa Türkiye saatiyle akşamüstü saat altıda İstanbul Atatürk Havalimanı’nda olurdu. İniş, aprona yanaşma, pasaport kontrolu falan derken ancak yedide dışarı çıkabilirlerdi. “Trafiğin yoğun olduğu saatler, ancak yine de Moskova’da olduğu kadar değildir,” diye düşündü. Saatine baktı, öğlene yaklaşmıştı. “Hainler, bana hiç hazırlanacak zaman bırakmamışlar,” diye söylendi. Eve gidip, dönse geç kalacaktı. Allahtan pasaportu yanındaydı. Annesine telefon etti. Annesi her zamanki telaşlı haliyle çığlığı kopardı: “Gospadi (aman tanrım)! Siyças vayna idiot tam," dedi. “Yani, şimdi orası savaş alanı gibi". Yapacak bir şey yoktu. İş işti. Onun seçtiği meslek de buydu. “Aslında sen mutlusundur,” diyor annesi, “o domuz babanla hasret gidereceksiniz yine.” “Gezi”nin uzun hikayesi

8


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Doğruydu aslında, o “domuz” babasıyla da hasret giderecekti; onun yumoş yanaklarından bol bol öperek başlayacaktı hasret gidermeye. Annesinin babasına kızgınlığının daha çok eski bir aşkı yitirmiş olma özleminden kaynaklandığını biliyordu. Babası İstanbul’da yaşıyordu. Türktü. Hem de beyazından. 12 Eylül Darbesi’nden sonra seksenli yıllarda yurtdışına kaçmak zorunda kalmış, Rusya’ya gelmişti. Partili bir komünistti. MGU’da Rusça ve Ekonomi öğrenimi görmüştü. Kader ağlarına örmüş, annesiyle tanışmış, büyük bir aşk yaşamışlardı. İşte bu büyük aşkın bir meyvesiydi o. Kızına babacığı rahmetli Ali Bey’in ismini çağrıştırdığı için Alina ismini vermişti, 1989’dan sonra Duvar yıkıldıktan sonra, Perestroyka zamanında bütün arkadaşları büyük hayal kırıklığı yaşarken o da bundan nasibini aldı. Hele hele daha önceleri Türkiye kendilerine “Komünistler Moskova’ya” diye bağıranların yeni işler kapmak için akın akın Rusya’ya gelmeleriyle iyice çileden çıktı. Sonunda vatan hasreti de baskın çıkınca İstanbul’una geri dönmüştü. Annesi gelmek istememişti; Alina’yla Moskova’da kalmışlardı. Zaman zaman kendilerini bırakıp Türkiye’ye gelen, memleketini aşkına tercih eden babasına kendisine sitem eden Alina’ya “N’apsaydım evladım? Nazım gibi gurbet ellerde mi ölseydim? Türkiye benim vatanım,” derdi.

3. Ramiz ve karısı kontrola gidiyor

Polis Ramiz, gece nöbetinden sabah eve yorgun argın dönmüştü. Sadece yorgunluk olsa neyse, öfkesi burnundaydı. Kaç gündür Gezi Parkı, Taksim, Beyoğlu ve çevresindeki olaylar genişlemiş Beşiktaş’a, İstanbul’un diğer bölgelerine ve Türkiye’ye yayılmaya başlamıştı. Ramiz’in ekibi de geceyi Beşiktaş’ta göstericilerle çatışarak geçirmişti. Bu yetmiyormuş gibi Metroda yalnız başına gelirken bir öğrenci grubunun arasında kalmıştı. Yan gözle ona bakıp, “Polis simit sat, onurunla yaşa,” diye slogan atıp, sonrda kıkırdayıp, gülüşmüşlerdi. Cevap vermek istemiş, ancak kendisini kontrol edip “Gezi”nin uzun hikayesi

9


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

vazgeçmişti. En azından, “Meraklıysanız siz simit satın, madem öyle niye okuyorsunuz?” demek istemişti. Ama sustu, yoksa tartışmayı uzatıp başına iş alacaktı. Sakin olması lazımdı. Öyle ya, polisin sinirlerine hakim olması gerekirdi. Yine hareketli günler yaşanıyordu İstanbul’da. Bu da onlar için ucu belli olmayan mesai demekti. Bazen hiç uyumadan, hazırlanmış uyduruk kumanyalarla yetinip, aç suzuz, koşuşturmak demekti. Her ay düzenli olarak eve giren maaşı olmasa hiç çekilecek bir şey değildi mesleği. Aslında aklında olmayan bir şeydi bu mesleği seçmek. Liseden sonra, üniversitede istatistik öğrenimi görmüştü. Gel gör ki iş yoktu. Bulamamıştı öğrenimine uygun bir iş. Askerliğini jandarma komando olarak yapmıştı. Bak işte bu işine yaramıştı. Başka iş bulamayınca polis olmak için başvurmuş, sınavları kolayca kazanıvermişti. Böyle başlamıştı polislik macerası. Merdivenlerde komşu teyze Selma Abla’yla burun buruna geldi. Sanki kadın onun gelmesini bekliyordu. Elinde bir acı biber kavanozuyla önüne dikildi. “Hoş geldin yavrum. Nasılsın? Mesaiden mi?” “Evet abla. Siz nasılsınız?” “Bugün bir yaramazlık falan yapmadın değil mi?” “Yok ablacım, yapmadım.” “Bak öyle çoluğun çocuğun üzerine biber gazı attığını duyarsam bu elimdeki acı biberi ağzına sürerim…Ona göre!” “Yok ablacım, merak etme yapmam.” Selma hanım, polis Ramiz’e iyi bir ayar çektiğinin rahatlığıyla içeri girdi. Ramiz’in ise yorgunluktan çene yarıştıracak hali yoktu. Uyumadan karısıyla doktora gitmeleri gerekiyordu. Zor bela izin alabilmişti amirinden. Karısı hamileydi; hastaneye kontrola gideceklerdi. Geçen gittiklerinde öğrenmişlerdi karısının hamile olduğunu. Karısı Gülizar, bir iki aydır adet görmediğini söyleyip, doktora gitmek istemişti. Çocukları olmasını çok istiyordu. Hayırlı bir haber alacaklardı belki. Doktor Uğur Bey, testlere göz attıktan sonra, Ramiz’e uzatmıştı. “Gezi”nin uzun hikayesi

10


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

“Pozitif” yazıyordu. Ramiz bundan bir şey anlamazdı, ne demekti “pozitif”. Neyseki doktor, uzatmamıştı: “Kutlarım. Bir çocuğunuz olacak. Hayırlı bir evlat olur, inşallah.” Ramiz’in cevabı ağzından bir çığlık gibi çıkmıştı: “İnşallah!” Her şey iyi gidiyordu. İyi bir doktora denk gelmişlerdi. Güleryüzlü, saygılı ve en önemlisi bilgili. Ramiz, dinlenmeden ve hatta üstünü başını bile değiştirmeden karısını alıp hastanenin yolunu tuttu. Hastanenin bahçesindeki merdivenlerde birer ikişer basamakları çıkan Doktor Uğur Bey’le karşılaştılar. Üzerinde doktor önlüğü önden önden koşturuyordu. “Siz çıkın, kaydınızı yaptırın, ben şimdi geliyorum,” dedi. Doktor Uğur, kaç gündür evindeki yatağın yüzünü görmemişti. İstanbul’da polisin göstericilere karşı orantısız güç kullandığı, yaralanmalı, acil tıbbi müdahaleye ihtiyaç duyulan toplumsal olaylar oluyordu. Toplumsal olaylara duyarlı bir hekimin bunlara seyirci kalması olanaksızdı. Okuldan mezun olurken ettikleri Hipokrat Yemini de bunu gerektiriyordu. Hastanedeki bazı doktor ve hemşire arkadaşlarıyla birlikte mesaiden sonra Tabipler Odası’nın İpek Sokak’taki merkezine gidiyorlardı. Oradan da ihtiyaca göre oluşturulan seyyar revirlere. Bir gece önce neredeyse hiç uyumamıştı. Çok yoğun çatışmalar, sayısız yaralı vardı. Neyseki henüz bir ölün vakası yoktu. Sabah eve gitmeden koştura koştura, üzerindeki doktor önlüğüyle hastanenin yolunu tutmuştu. Hastanenin bahçesindeki merdivenleri çıkarken o günkü resmi mesaisinin ilk hastası ve kocasıyla karşılaşmıştı. Ve hastasının kocası bir Çevik Kuvvet polisiydi. Yorgundu, hiç gülme, eğlenme psikolojisinde değildi, ama “Şu dünyanın işine bak, gece sabaha kadar polislerin yaraladıklarına baktım, sabah hastaneye gelince de gece baktıklarımı yaralayan polislerin birisinin karısına bakacağım,” dedi içinden. Doktor Uğur Bey, bütün yorgunluğuna rağmen yine de güleryüzüyle karşıladı Ramiz’le karısını. “Gezi”nin uzun hikayesi

11


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Sağlıklı, normal bir hamilelik dönemi geçiriyordu Gülizar. Çabucak bitti kontrollar. Hastaneden çıktılar. Yüzü gülüyordu, ama gözünden yanaklarına süzülen iki damla yaşa engel olamadı. Karısının da yanaklarından mutluluk gözyaşları süzlüyordu. Gülizar, kocasının koluna her zamankinden daha sıkı yapıştı. Öylesine bir süre nereye gittiklerini düşünmeden yürüdüler. Ramiz’in izni öğlene kadardı, Gülizar’ın da aile bütçesine katkıda bulunmak için çalıştığı Beyoğlu’ndaki konfeksiyon mağazasındaki işinin başına gitmesi gerekiyordu. Ancak bir iki saatlik kaytarmaya yetecek kadar vakitleri vardı. Ramiz: “Hadi gel, sahilde biraz oturup, çay içip bunu kutlayalım. Ben de biraz yorgunluk atarım,” dedi.

4. Kedicik olağan gece gezmesinden dönüyor

Çapkın, aralık balkon kapısından süzülüp içeri girdi. Olağan gece gezmelerinden birinden daha dönmüştü. Her eve geldiğinde yaptığı gibi televizyonun karşısındaki koltuğunda oturmuş elinde gazetesi, bir gözü televizyon ekranında olan Arif Bey’in kucağına zıplayıp yerleşti. “Hah işte, geldi bizimki,” diye karısına seslendi Arif Bey. O gece yine sabaha kadar ufak tefek maceralar yaşamıştı Çapkın. Ama bu önemli olmayan, günlük şeylerdendi. Evden dışarı çıkıp genellikle diğer kedilerin toplaştıkları mahalledeki boş arsaya gittiğinde bütün diğer ahbabı olan kedilerin arasında o azman tekirinde olduğunu görmüştü. Bu boş arsa yine çevre evlerden yaşlı bir kadının konu komşudan topladığı yemek artıklarını getirip sokak kedilerini beslediği yerdi. Burada her zaman yirmi otuz kedi bir arada olurdu.

“Gezi”nin uzun hikayesi

12


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Ah bir de o azman tekir olmasa…Ali kıran, baş keseni olmuştu kedi grubunun. Yaşlı kadının getirdiği yemek artıklarının en güzel olanlarına el koyar, her türlü şirretlikle yanına kimseyi yanaştırmaz. Afiyetle karnını doyurur. Tıksırıncaya kadar yedikten sonra, artık yemeklerin gerisini canının istediği diğer kedilere pay ederdi. Torpil yaptığı kedilerin pek çoğu da kur yaptığı dişi kediler oluyordu. Çapkın, istemeye istemeye kedilerin arasına girdi. Azman tekir de onu fark etmiş, yan yan bakıyordu. Bu ne kadar böyle devam edecekti? Çapkın’ın cesaretini toplayıp efendilik taslayan bu zorbaya dersini vermesi gerekiyordu. Hırpalansa da, dayak da yese bunu göze almalıydı. Ve yaptı da. Bütün cesaretini toplayıp, azman kedinin yanında bitti. İlk saldıran tekir kedi oldu. İriydi, güçlüydü, ama az gözlülüğü yüzünden çok yemişti, şişkin midesiyle zor hareket ediyordu. Çapkın, bu fırsatı iyi değerlendirdi; azman kediyi eşek sudan gelene kadar hırpaladı. Sonunda yılan tekir kedi çareyi kaçıp, uzaklaşmakta buldu. Azman tekir de dövülür müymüş? Şimdiye kadar hiçbir kedi buna teşebbüs edememişti. Ama çapkın cesaret edip bunu yapmıştı. Bir anda diğer kedilerin kahramanı oldu. En önemlisi de uzaktan uzaktan göz koyduğu komşu evlerden birinin dişi kedisi Sarman’ın gözüne girmiş olmasıydı.. Azman kedi kaçıp gittikten sonra kediler, itişip kakışmadan zaten hepsine yetecek olan artık yemekleri afiyetle yemişti. Ortalıkta ne bir efendi, ne de efendilik hevesi olan vardı. Eve dönüş yolundaki ara sokalarda komşu Sarman kediyle birlikte yürümüşlerdi. Çapkın, bu işi başarmanın özgüveniyle mutlu bir şekilde eve dönmüş, Arif Bey’in kucağında huzurlu bir uykuya hazırlanıyordu.

5. Alina İstanbul’a geliyor “Gezi”nin uzun hikayesi

13


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Yolda, takside, Vnukova Havaalanına giden hızlı trende tableti ve not defteri Alina’nın hep elindeydi. Havaalanında beklerken ve uçakta defteri yine elindeydi. Yeni yeni bilgiler bulup notlar aldı. Olayları hızla kavraması ve işe girişmesi gerekiyordu. Allahtan uçakta yanına düşen adam çok konuşkan değildi. Kısaca birbirlerine iyi yolculuklar temenni ettiler. Moskova’ya bir iki günlüğüne gelip, dönen İstanbul’lu bir iş adamıydı. Elindeki Dan Brown’ın Türkiye’de yeni basılmış “Cehennem” isimli romanını okuyordu. Alina: “İlginç olmalı?” dedi. “Evet, içinde İstanbul’la ilgili bir bölüm de var.” Alina, “Çok vaktim olsaydı bu kitabı okur muydum?” diye düşündü. Herhalde okumazdı. Neyse, adamın ne okuduğuna da karışacak hali yoktu ya. Merak etmişti. Adam kitabı açık bırakıp, tuvalete gittiğinde hızla, şöyle bir karıştırdı. Sayfa 467: "Burası ikiye bölünmüş bir dünya, karşıt güçlerin şehriydi: Dindarlarla laikler; eskiyle yeni; Doğu'yla Batı... Avrupa ile Asya arasındaki coğrafi sınırda duran bu ebedi şehir, gerçekten de Eski dünya'dan daha da eski bir dünyaya uzanan bir köprüydü. İstanbul." Evet, öyleydi İstanbul. Alina’yı her zaman cezbeden bir rüya şehir. İstanbul’da uçaktan iner inmez bulabildiği bütün gazeteleri aldı. Yolda karıştırmaya başladı. Bindikleri taksinin şoförü, mesleğinin klasik tiplemesine uygun, bıçkın bir delikanlıydı. Alina, Türkiye’de toplumun, halkın nabzını anlayabilmek için taksicileri, berberleri dinlemenin, konuşturmanın faydasını biliyordu. Ancak bunun bir tehlikesinin de farkındaydı. Onlar anlattıkları kadar, sorup, öğrenmesini de severlerdi. Hemen bir gazeteci refleksiyle muhabbeti açıp, taksicinin ne düşündüğünü anlamak için sordu: “Hayırdır, Türkiye’de neler oluyor?” “Gezi”nin uzun hikayesi

14


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

“Yaaa abla, tadımız tuzumuz kalmadı. Ortalık bir karıştı ki hiç sorma.” “Kötü şeyler mi oluyor?” “Üç tane ağaç kesildi diye adamlar ortalığı ayağa kaldırdı.” “…” “Çapulcu bunlar. Topu çapulcu.” Taksici, zaten konuşmaya hazırdı. Aralıksız konuşmaya devam etti. “Kötü şeyler oluyor tabii. Tam her şey düzelmişken, bütün dünya krizle boğuşurken, bizim ekonomimiz iyiye giderken bunlar oluyor. Tabi ya yabancılar bizim iyiliğimizi ister mi? Tökezlememiz için her şeyi yaparlar.” Sonra pot mu kırdım acaba diye dikiz aynasından Alina’ya bakıp: “Abla kusura bakma, sözüm meclisten dışarı tabi” diyor. “Senin durumlar nasıl, hayatından memnun musun?” “Yok be abla, işler kesat. Bak bu taksi benim değil, bir arkadaşın. Biz de plaka alacak para nerde? Şimdi ben daha birkaç saat önce, saat üçte arabayı arkadaştan aldım. Sabaha kadar çalışırım şimdi ben. Artık Allah ne verirse. Düşün bak…Sonra sabah arkadaş arabayı benden devralacak. Bak, her gün sabaha kadar direksiyor sallıyorum, ama karnımızı ancak doyuruyoruz. Başka bir şey yok.” “Kötü yani?” Ekonomik durumla ilgili muhabbet burada bitiyor. “Abla, çok iyi Türkçe konuşuyorsun da, sende pek Türk tipi de yok; neyin nesisin?” Tuzağa girmişti bir kere, yarım yamalak da olsa soruları cevaplayıp, geçiştirmesi gerekiyordu: “Ben Rusya’da yaşıyorum, annem Rus, ama babam Türk. Rus vatandaşıyım.” “Haaa anladım, çok var be abla bizim memlekette senin gibilerden. Buraya gelip, Türklerle evlenen çok Rus kadın da var.” “…” “Abla, Türkçeyi iyi kıvırmışsın. Tipin de farklı olsa herkes seni Türk zanneder.” “Yahu tabii ki, dedim ya, benim anadilim Rusça, ama baba dilim de Türkçe.” Taksi Sahil Yolunda ilerlerken şoförden fırsat bulduğunda, pencereden denize, evlere, sokaklara, insanlara bakıyordu. “Hey gözümün içi İstanbul, seni yine özlemişim,” diye mırıldandı. “Gezi”nin uzun hikayesi

15


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

İstanbul bütün güzelliğiyle karşısındaydı…Akşam oluyordu. Ufukta güneşin denizle oynaşı vardı. Taksici, Taksim tarafına gitmeye pek gönüllü değil. Durmadan “Abla, şimdi oraları savaş gibidir. Yollar kapalıdır. Ne işin var, Taksim’deki otelde. Gel seni Laleli’deki, Aksaray’daki güzel otellerden birine yerleştirelim,” diye tekrarlıyordu. Alina, yanaşmıyor. “Yollar kapalıysa, gidebildiğimiz yere kadar gideriz,” diye ısrar ediyor. Yeniden Dan Brown’ın kitabından aklında kalan bir iki şeyi hatırlıyor: "Eşsiz bir deniz manzarası sunan Kennedy Caddesi, ağaçlıklı ve tarihi mekanları arasında kıvrılıyor, Yenikapı İskelesi'ni geçtikten sonra Boğaz'a dönerek oradan kuzeydeki Haliç'e doğru ilerliyordu." Kameraman Pavel’in manzara umurunda bile değildi. Yorgunluğun etkisiyle sızmış uyuyordu. Sarayburnu’nu dönerken taksinin penceresinden eğilip, Topkapı Sarayı’na baktı. Hürrem’in, Sultan Süleyman’ın sarayına… Rusya’da “Velikalepnıy Vek (Muhteşem Yüzyıl) belki de Türkiye’deki kadar popüler bir diziydi. Domaşnıy Kanal, kimbilir kaçıncı kez tekrarını veriyordu. Gelmeden önce iş avansını alırken muhasebeden Olga abla, “Hürrem’in şehrine gidiyorsun ha! Ne mutlu sana,” demişti. Dili dönmüyor, Hürrem diyemiyordu, “Gurrem diye telaffuz ediyordu. Dizinin hızlı izleyecilerindendi. Bu defa, kafasını sağa çevirip, Süleyman’ın sarayın balkonundan dalgın ve düşünceli baktığı Boğaz’ın girişine baktı. Süleyman gibi “Muhteşem”di. Boğazdan esen yel içine sevinç ve mutluluk doldurdu. “Merhaba canım İstanbul!” Onca çarpık kentleşmeye rağmen direniyordu İstanbul.

6. Alina’nın defterinden haber notları “Gezi”nin uzun hikayesi

16


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Alina, not defterini yeniden açıp haber notlarını gözden geçirmeye başladı.

28 Mayıs 2013, 1. Gün Gece yarısı inşaat baskını Taksim’de Yayalaştırma Projesi adıyla bir inşaat vardı. 27 Mayıs 2013 günü, gece yarısı Yüklenici firmaya ait iş makinaları gece saat 23:30 sıralarında Gezi parkı’nın Askerocağı Caddesi’ne bakan tarafında yıkım çalışmalarına başladı. Gündüz sanki torbaya girmişti, ancak belli ki kimselerin dikkatini, tepkisini çekmeden, bir geceyarısı harekatıyla işi bitirmek niyeti vardı. Bu yıkımı bildiren ilk tweet saat 23:47’de atıldı. Bu haberi alan yirmi kişilik bir grup derhal olay yerine gelerek iş makinalarına engel oldular ve gece burada nöbet tutmaya karar verdiler. Sosyal medyada haberleşme ağı kurulmuştu bile: “Buraları eskiden dutluktu dememek için…” “20 kişi ile geldik iş makinalarını geri çektiler, binlerle geleceğiz ağacımızı da, meydanımızı da, Emek’imizi de alacağız…” Ertesi sabah mesai saatlerinin başlamasıyla İstanbul 2. Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na yıkımın yasadışı olduğu başvurusunda bulunuldu. Ancak yüklenici firma yıkımı sürdürmekte kararlıydı. Öğlen saatlerinde dozerler yeniden çalışmaya başladı. Engel olmaya çalışanlara polis biber gazıyla müdahale etti. Rasgele sıkılan biber gazından nasibini alanlar arasında daha sonra “kırmız elbiseli kız” adıyla direnişin sembolleri arasında yer alacak Ceyda Sungur da vardı. Bu olayın resimleri ulusal ve uluslararası medyada büyük yankı buldu. Eylemcilere destek için gelen BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, iş makinalarının önüne geçerek çalışmayı engelledi. Sırrı Süreyya Önder: “Her birimiz bir ağacın nöbetini tutacağız, sabahları kuşlara tekmil vereceğiz,” dedi. Eylemciler, yıkımın yasadışı olduğunu ileri sürerek, yıkımın sonlandırılmasını, varsa resmi yıkım kararının gösterilmesini istediler. Bunun üzerine yıkım ekibi, dozerler ve polis geri çekildi “Gezi”nin uzun hikayesi

17


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Akşam saatlerinde aktivistleri desteklemek üzere parka büyük bir kalabalık doluştu. Beşiktaş Çarşı Grubunun sloganlar atarak gelmesi ise büyük bir coşku yarattı. Sırrı Süreyya Önder, twitter hesabından “Gezi parkındayım, nefes hakkını savunanlar buraya” mesajını attı. Park, tıklım tıklım destek için gelenlerle dolmuştu. Gündüz olan olaylardan sonra giderek kalabalıklaşan grup, parktaki nöbeti devam ettirdi. Gecelemek için çadırlar kuruldu. Kalabalık, 29 Mayıs programını 12:30'da basın açıklaması; 18:00'de konser ve 22:00'de film seyri olarak belirlemişti.

29 Mayıs 2013, 2. Gün “Biz kararı verdik” diyorlardı Eylemlerin başlamasının ikinci günü böyle bitmişti. Ertesi günün sabahında geceyi kurdukları çadırlarında geçiren aktivistler, kalk borusu niyetine Bandista’nın “Haydi Barikata” şarkısıyla uyandılar. “Haydi barikata, haydi barikata! Ekmek, adalet ve özgürlük için…” Bazı eylemciler, parka yeni fidanlar diktiler. Öğlen saatlerinde başka bir mekanda Başbakan, üçüncü Boğaz köprüsünün açılış töreninde konuştu ve eylemcileri eleştirdi. Köprünün adının Yavuz Sultan Selim olacağının duyurulmasıysa daha sonra gerginliğin başka bir sebebi olacaktı. Eylemcilere destek çığ gibi büyüyordu. Araçlarıyla parkın yakınından geçenler, korna çalarak desteklerini ilettiler. Twitter hesaplarından gönderilen mesajlarla “yeşili çalma, korna çal,” kampanyası yayılıyordu. 29 Mayıs 2013 günü gerçekleşen Yavuz Sultan Selim Köprüsü inşaatının açılışı sırasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan; "Ne yaparsanız yapın. Orası için karar verdik. Yapacağı," diyerek bu konuda kararlı olduklarını belirtti. 30 Mayıs 2013, 3. Gün Müdahale oluyor, çadırlar yıkılıyor Olayların büyümesini tetikleyen şey sabahın erken saatlerinde oldu. Sabah saat beşte çevik kuvvet ekipleri Parka girerek üç gecedir nöbet tutanlara gaz bombalarıyla müdahalede bulundu. Belediye zabıtaları ve taşaron şirket görevlileri 200 kadar eylemcinin kaldığı 30 çadırın bir kısmını ateşe verdiler, bir kısmını da toplayarak götürdüler. “Gezi”nin uzun hikayesi

18


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Arkasından iş makinaları yeniden çalışmaya başladı. BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder, olayların başlamasının ikinci gününde, 28 Mayıs Salı günü olduğu gibi dozerlerin önüne çıkarak yıkıma engel oldu. Parktaki protestolara kısa zamanda büyük bir katılım oldu. Muhalif siyasetçilerden, sivil toplum örgütlerinden, sanatçılardan destek geldi. Gecelemek için yeni çadırlar kuruldu. Sanatçı Mehmet Ali Alabora’nın “Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hala anlamadın mı? Hadi gel.” Tweet mesajı yayıldı. Bu mesaj, daha sonra Başbakan’ın büyük tepkisine neden oldu. Doğruydu, mesele sadece Gezi Parkı, birkaç ağaç değildi. Ama iki, üç ağacı da küçümsemek doğru muydu? Değildi kuşkusuz. Ama işte, o ağaçlar, “haysiyet kalkışması”nın sembolü olacaktı.

31 Mayıs 2013, 4. Gün Olaylar Park’ın ve Taksim’in dışına taşıyor: Her yer Taksim Sabahın erken saatleri yine polis müdahalesiyle başladı. Polis, Gezi Parkı’na iki taraftan saldırdı. Parkta bulunan üçbine yakın kişinin üzerine yoğun gaz bombası atıldı. Parktan çıkarılan grup İstiklal Caddesine kadar kovalandı. Parkın girişi polis bariyerleriyle kapatıldı. Taksim Meydanı ve İstiklal Caddesi kısa zamanda tazyikli su ve gaz bombası müdahalesiyle savaş alanına döndü. Olaylar gün boyu devam etti. Sabah saatlerinden beri devam eden çatışmalar Harbiye, Gümüşsuyu, İstiklal Caddesi ve Tarlabaşı’nda yoğunlaştı. “Her yer taksim, her yer direniş”, “Diren Gezi” sloganları ve tweetleri yaygınlaştı. Gece saatlerinde İstanbul dışındaki illerde de Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Eskişehir, Hatay, Tunceli, İzmit, Konya, Manisa’da da eylemi destekleyen gösteriler başladı. Artık her yer Taksim, her yer Gezi Parkı olmuştu. Olayların ana medyada çok az yer bulması üzerine Halk TV, Ulusal Kanal ve Hayat TV gibi televizyon kanalları öne çıktı. Barış ve Demokrasi Partisi milletvekili Sırrı Süreyya Önder 31 Mayıs günü omzuna gaz bombası isabet etmesi nedeniyle ikinci kez yaralandı. Ayrıca CHP milletvekili Sezgin “Gezi”nin uzun hikayesi

19


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Tanrıkulu gaz bombasının etkisiyle fenalaştı. Polis olaylara gaz bombasıyla müdahalede bulundu. Yaralı sayısının çokluğu ve bölgedeki hastanelerin yeterli olamaması nedeniyle Türk Tabipler Birliği geçici bir acil müdahale birimi kurdu. Yapılan bir başvuru sonrası,İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Topçu Kışlası Projesi hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi. 1 Haziran 2013, 5. Gün Olaylar yaygınlaşıyor, Gezi’de ‘işgal’ başlıyor Olaylar büyümüş, yaygınlaşmıştı. Sabah saatlerinde erken saatlerde Kadıköy’de toplanarak yola çıkan binlerce kişi Çevre yolundan yürüyerek Boğaz Köprüsü’nü geçip Beşiktaş’a ulaştı, burada polis müdahalesiyle karşılaştılar. Taksim, Beyoğlu ve çevresinde çatışmalar gün boyu sürdü. CHP, Kadıköy’de yapmayı planladığı mitingi Gezi Parkı olayları nedeniyle Beşiktaş’ta yapmaya karar verdi. CHP’nin Beşiktaş’tan Taksim’e yürümek istemesine onay çıkması üzerine polis Taksim Meydanı’ndan çekilmeye başladı. Polis Taksim Meydanı’na çekilince ara sokaklarda toplanan göstericiler Gezi parkı’nı ve İstiklal Caddesini doldurdu. Polis çekilince Taksim Meydanı’na doluşan binlerce kişinin üzerine yeniden biber gazı atıldı. Kalabalık İstiklal Caddesi’ne ve Gezi Parkı’na kaçıştı. Akşamüstü saat beşte ise Meydan’da ve Park’ta üniformalı hiçbir polis kalmadı. Otuzaltı saat süren çatışmalar sona ermişti. Ara sokaklara dağılan eylemciler Gezi Parkı’nı doldurdu. Greenpeace Türkiye, twitter hesaplarından “Gezi Parkı’nda atılan direnişin tohumu, şimdi ağaç oldu,” mesajını gönderdi. Gece boyunca başta Beşiktaş, Ankara ve Adana’da olmak üzere çatışmalar devam etti. Taksim çevresine barikatlar kuruldu. *** Ne çok olay olmuştu. Alina, “Bizimkiler yine geç kaldı; bunca olay olduktan sonra beni gönderdiler. Neyse bu, onların sorunu, ben en azından babamı görür, biraz İstanbul havası aldıktan sonra dönerim,” diye mırıldandı. “Gezi”nin uzun hikayesi

20


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Ufff, her şey çok karışıktı. Babasını aramak; hem geldiğini haber vermek, hem de yardımını istemek iyi olacaktı. Babasının yardımını almadan bu karmaşık durumu anlaması mümkün değildi. “Aloo, baba!” “Alinuçka, n”apıyorsun?” “Ben İstanbul’dayım.” “Hoppala, neden daha önce haber vermedin?” “Öyle.., biraz ani oldu.” “Tam gelecek zamanı buldun, buraları karışık.” “İyi ya, ben de bunun için geldim. Bizim televizyon haber yapmam için beni gönderdi.” “Ne iyi yapmışlar. Bu iş bana yarayacak, seni çok özledim.” “Ne zaman görüşürüz?” “Hemen! Ben uygunum nerdeysen hemen gelebilirim.” “Ben şimdi yoldayım. O zaman otelde buluşalım.”

7. Alina otelde

Taksicinin korktuğu gibi olmamıştı. Yollar açıktı ve çok zorlanmadan otelin bulunduğu kadar gelebilmişlerdi. Ortalık biraz sakinleşmişti. Bir iki saat önce olsa belki de bu kadar rahat gelemeyeceklerdi. Alina ile kameraman Pavel, Talimhane’de yer ayırttıkları bir otele yerleştiler. Alina, bak görüyor musun Paşa, ne kadar akıllıyız, olayların olduğu yere çok yakın bir otelde yer ayırttık demeye hazırlanmıştı, ama daha girişte otelin onlardan daha önce gelmiş yabancı gazetecilerle dolu olduğunu gördü. “Gezi”nin uzun hikayesi

21


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

İstanbul’daki olaylar bütün dünyanın ilgi odağındaydı. Odasında gazeteleri masanın üzerine, yatağa, yere; her yere yaydı. Hızla bilgilenmesi lazımdı. Neler oluyordu? Vakit kaybetmeden her şeyi anlaması gerekiyordu. Biraz okudu. Sonra olaylar dışarıda canlı yaşanırken içeride gazetelerden bir şeyler anlamak şaçma diye düşündü. Bu arada telefonu çaldı; Sean arıyordu. “İzin aldım, Moskova’ya geliyorum,” dedi. Alina, Moskova’da olmadığını, İstanbul’a geldiğini söylediğinde çok şaşırdı. “Hay Allah, iznimi birlikte geçireğimizi düşünmüştüm,” diye devam etti. “Maya zayka, küçük tavşancığım, I love you.” Babası çok gecikmemişti. Otelin lobisinde buluştular. Elinde bir naylon market torbasıyla gelmişti; torbanın içinde bir baret ve küçük bir gaz maskesi vardı. “Baba, alemsin. Bak, ben büyüdüm artık, ama sen hala büyümedin.” “Kızım sen biraz daha kal burada, durumu anlarsın. Ne olur, ne olmaz tedbirli dolaşmak lazım.” “Aman ha, öyle her yerlere girip, çıkma. Bir de senin derdine düşmeyelim.” Aslında babasının rahat duramayacağını biliyordu. Eee, ne de olsa eski bir 68’liydi; yaş altmış da olsa delikanlılık günlerinin hayalinden uzak olamıyordu. Pavel, odasında çoktan uyumuş olmalıydı. Onu uyandırmaya kıyamadı. Her şeyi olduğu gibi bırakıp dışarı çıktıklarında olayların merkezine varabilmeleri için çok fazla yürümelerine gerek kalmamıştı. Gezi parkı’na girdiler. Ortalık sakinlemiş gibi görünüyordu. Babası ortalığı ondan daha dikkatli izliyordu. İnsanlara, pankartlara baktılar. Sloganları dinlediler. Park, gencecik insanlarla doluydu. Doğuştan “apolitik” olarak yaftalanmış bir gençlik… Sanki bu yafta onların kaderiydi. Milliyetleri, dinleri, cinsiyetleri yetmezmiş gibi bir de bu etiketle yaftalanmışlardı. Şimdi bu insanlar, bu halkın makus talihini de değiştirebileceklerinin, başka şeyler de olabileceğinin işaretini veriyorlardı.

“Gezi”nin uzun hikayesi

22


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Gaz bulutlarına söz bulutları karışmıştı. Sözün gücü, gazın gücüne galebe çalacaktı belki. Muhabbetlerde TOMA suyundan, biber gazından ne ölçüde nasibin alındığı, copun vücudun en çok hangi bölgelerinde daha etkili olduğu, ne oldu, ne olacak konuları vardı. Dünyayı saran isyan dalgası nihayet Türkiye’ye de mi ulaşmıştı? Bu, çevrecilerin basit bir direnişi miydi, yoksa AKP’nin muhafazakâr ve piyasacı politikalarına, otoriterliğine, Başbakan’ın kibrine karşı sokağa çıkan yüzbinlerin öfkesi miydi? Olayların başlamasından sonra muhalif olan, partili, partisiz bütün siyasi oluşumlar Park’ta inisiyatif almak için gelmişti., Bayrağını, flamasını, pankartını kapıp gelen bütün siyasi eğilimler oradaydı. Bazıları da fırsatçılık peşindeydi kuşkusuz. Gezi Parkı'nda başlayan protestoların başından beri Taksim'de olan BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, polisin Taksim Meydanı'ndan çekilmesinden sonra alana giren ilk isimlerden olmuştu. Akşam saatlerinde katıldığı televizyon programında yaşananları değerlendiren Sırrı Süreyya Önder, ana muhalefet partisi CHP'yi yerinden hoplatacak, öfkelendirecek açıklamalarda bulundu. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun olayların başlamasının beşinci gününde Taksim alanına gelmesini yorumlayan Önder, o kendisine has üslubuyla, 'Direnişi biz başlattık.CHP ambulans arkasında giden fırsatçı taksi gibi konmak istedi. Yemezler gözüm...' dedi. Alina’nın babası: “Alinuçka, biliyorsun bu işlerden anlarım. Ancak bu, başka bir şey… Bizim bildiğimiz, alıştığımız eylemlerden değil bu. İnsanlar da öyle.” Gezi’de olup bitenler, bir hayli, karışık, karmaşık, bildik kalıplarla izahı zor, çok boyutlu, hissî yanı da oldukça yoğun bir olaylar yumağıydı. Yoksa Gezi Parkı’nda yaşananlar, farklı görüşlerden kitlelerin akın ederek kurdukları çadırlarıyla, oluşturdukları bir tür komün hayatıyla, Alain Touraine’in söylediği gibi, “bundan böyle sınıfsal bir eksende değil, kimlik bazlı kültürel eksende cereyan edeceği” öngörüsündeki ‘yeni toplumsal hareketler’in Türkiye ölçeğindeki yeni bir tezahürü müydü? Alina, dolaşırken, konuşabildiği herkesle konuştu, notlar aldı. Sonunda o da yorulmuştu. Otele dönmeye karar verdi.

“Gezi”nin uzun hikayesi

23


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Babası, “Geç oldu, ben burada kalsam daha iyi olur. Çadırlardan birinde uyurum. Hem böyle daha huzur içinde uyurum,” dedi.

8. Alina iş başı yapıyor Ertesi sabah Alina ile Pavel, erkenden kalkıp, dışarı çıktılar. Babası hala Park’ın içindeydi. “Bizim grup nöbeti devretti. Biraz uyuduk. Ben eve gidiyorum. Akşam yine gelirim,” dedi. Pavel, sağa sola koşturup çekim yapıyordu. “Ortalıkta bir şey yok. Bizi boşuna mı yolladılar ne?” diye söyleniyordu. Gönderdiği ilk haberler çoktan yayınlanmaya başlanmıştı. Video çekimleri ve bazı sokak röportajları da… Taksim sakin görünüyordu, ama olaylar nerdeyse bütün Türkiye’ye yayılmıştı. Alina, bir yandan ortalığı kolaçan ediyor, sokak röportajları yapıyor, bir yandan da defterine yeni haber notları alıyordu.

2 Haziran 2013, 6.Gün Eylemlerin ilk kurbanı Polisin Taksim’den tamamen çekilmesinden sonra sabah göstericiler ellerinde çöp poşetleriyle Meydanı, Parkı ve hatta ara sokakları temizlemeye başladılar. Başbakan öğlen saatlerinde Osmanlı Arşivi Ek Hizmet Binası’nın açılışında yaptığı konuşmada AKM’nin yıkılarak bir opera binasının, Taksim’e cami yapılacağını söyledi ve “Bunun iznini birkaç çapulcudan alacak değilim,” dedi. Öğleden sonra saat üç civarında Dolmabahçe’deki Başbakanlık çalışma ofisinin önünde toplanan eylemcilere polis midahale etti. Çatışmalar, Dolmabahçe’de ve ara sokaklarda sabah saatlerine kadar devam etti. Taksim Meydanı’ndaki Atatürk Kültür Merkezinin çatısına çıkan elli kişilik bir grup, binanın cephesine “Boyun eğme!” yazılı bir afiş astı. “Gezi”nin uzun hikayesi

24


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Akşam saatlerinde Ümraniye’de otoyola çıkarak eylem yapan kalabalığın arasına dalan bir aracın çarptığı yirmibir yaşındaki Mehmet Ayvalıtaş isimli bir genç yaşamını yitirdi. Bu, Gezi Parkı eylemlerindeki ilk can kaybı oldu. Dolmabahçe’deki çatışmalarda yaralananlar Bezmialem Valide Sultan Camiine taşınarak ilk tedavileri orada yapıldı. Gece olmuş. Alina’nın İstanbul’daki ilk iş günü sona ermişti. İvan Petroviç’ten gelen bir SMS telefonuna düştü. “İyi gidiyorsunuz.” Hepsi bu kadardı. Bu, İvan Petroviç’in memnun olduğunu mu gösteriyordu? Gerçekten de işleri iyi gidiyor, çok çabalıyorlardı. Ancak kuşkusuz İvan Petroviç’e söylenemeyecek bir sırları vardı: Geldiklerinin daha ilk gününde pek çok Türk gazeteci ve televizyoncuyla tanışmış ve kaynaşmışlardı. Bir grup genç gazeteci yanlarına gelerek kendi gazete ve televizyonlarının haberlerini, görüntülerini yayınlamayacakları bildiklerini, karşılıksız olarak onlarla paylaşabileceklerini söylemişlerdi. Tek şartları vardı. Bu, aralarında ve gizli kalacaktı. Çoğu haberinin haber merkezi tarafından kullanılmadan çöpe atılması mesleğe yeni başlayan her genç gazetecinin başına gelen evrensel bir durumdu. Ama siyasi iktidarlar tarafından uygulanan baskı ve gizli sansür nedeniyle kamunun bilgilendirilmemesi, haberlerin, görüntülerin heba edilmesi çok acı bir durumdu. Alina’ya bu da yabancı değildi, anladığı bir şeydi. Yeni ve toy bir gazeteci olmasına rağmen yaşadığı deneyim bunu anlamaya yeterliydi.

9. Sean de İstanbul’a geliyor

İstanbul’a gelişlerinin ikinci sabahında Alina, birkaç saatlik uykunun arkasından kalktı. Nereden aklına geldiyse “Bu kadarlık ‘Stalin uykusu’ yeter,” dedi kendi kendine. Ruslar, böyle üç dört saatlik uykuya böyle derlerdi. Stalin bazılarına göre paranoyadan, bazılarına göre ise çok çalışmaktan geceleri sadece dört saat uyurmuş. Uykunun dayanılmaz cazibesine yenilmek her zaman hoş olmayabilirdi. O, uyurken kaçırabileceği pek çok olay olabilirdi. “Gezi”nin uzun hikayesi

25


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Yine nereden aklına geldiyse babasının Rusya’da bıraktığı kitaplarından birini, Amerikalı gazeteci John Reed’in Ekim Devrimi’ni anlattığı ünlü kitabının “Dünyayı Sarsan On Gün”ün Lenin’in önsöz yazdığı Rusça eski baskısını hatırladı. Babası bir ara, vakit bulup geldiğinde bana bu kitabı getirir misin, demişti. Aksilik işte yine vakit bulamamış, getirememişti. İnşallah babasının aklına gelip, “Yine mi getirmedin benim kitabımı?” diye tutturmaz, diye düşündü. Kitap, Rus Devrimi’ni anlatan en başarılı kitaplardandı. Bir gazeteci gözü ve hassasiyetiyle Bolşevik Devrimi arifesindeki günlerde yaşananların, canlı tanıklıkların, çeşitli grupların, çatışmaların, düşüncelerin, gerçek hikayelerin anlatıldığı muhteşem bir kitaptı. Tarih yazımına kaynaklık etmesi bakımından da özgün bir eserdi. John Reed, Devrim sabahında uyuyakalmış, o ana şahitlik edememişti. Ama olsun, yine de bu, kitabın değerinden bir şey kaybetmesine neden olmamıştı. John Reed, o gün öğlene doğru uyandığında pek çok olay olmuştu. Giyinip, sokağa çıktığında Bolşevik komiserlerin “Yaşasın, başardık!” diye bağırdıklarını görür. O anı kaçırmış olmasına üzülür kuşkusuz, ama onların sevinçlerine katılmamazlık etmez. Uyumak, dinlenmek zamanı değildi. John Reed’in başına gelenden ders almak lazımdı. Ve hatta becerebilse hiç uyumamak gerekiyordu. Olaylar beklenmedik bir hızla gelişiyordu. O bir otel odasında tatlı tatlı uyurken haber atlamak gibi bir durumla karşılaşmak istemiyordu. Neyse ki bir şeyler anlayıp, öğrenmeye başlamıştı. Pavel’i de uyandırdıktan sonra aşağıya lobiye indi. Bir an önce kendilerini sokağa atmaları lazımdı. Kimbilir dışarıda neler oluyordu veya olmuştu? İstanbul ofisleri şoförlü bir jip kiralamıştı onlar için. Gezi Parkı’nın, Taksim Meydanı’nın boyutlarını aşan olaylarla ilgili haber yapabilmeleri için böyle bir ulaşım aracına çok ihtiyaçları olacaktı. Ancak lobiye iner inmez elinde sırt çantası, boynunda kravatı, üzerinde adeta yuppilerin üniforması olan beyaz gömleği ve lacivert takım elbisesiyle resepsiyonun önünde dikilen Sean’le burun buruna geldi. Sabah erken bir uçakla gelmiş, aynı otele kaydını yaptırmıştı. “Sean, zamanlaman harika,” dedi. Sean, bir hoş geldin öpücüğü bile almadan, böyle sitem edilmesinden alınmış bir halde kalakaldı. Alina:

“Gezi”nin uzun hikayesi

26


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

“Sean, hayatım hoş geldin, ama bir dakika bile kaybetmeden çıkmamız gerekiyor. Kusura bakmazsan hoş geldin, beş gittin faslını ve aşkımızın teferruatını daha sonra konuşsak?” “Sean, “Ben de sizinle geleyim,” dedi, “Belki hatta yardımım bile olur.” “Bu kılıkla mı?” “Ne var? Herhalde üstümü başımı değiştirme mi bekleyecek vaktin yoktur.” Sean, daha odasına bile çıkamadan, çantasını resepsiyona emanet edip, arkalarıa düştü. Koşar adımlarla jipin parkettiği yere doğru yürümeye başladılar. Sean, bir yandan önden önden yürüyen Alina’yla Pavel’e ayak uydurmaya çalışırken, bir yandan da kılık kıyafetinin açıklamasını yapmaya çalışıyordu. O da işten çıkar çıkmaz üstünü başını değiştirmeye vakit bulamadan havaalanına gitmişti. Alina, kameraman Pavel ve Sean, ilginç bir takım olmuşlardı. Alina, Pavel’e Sean’ü gösterip: “Paşa, sence de bu kıyafetiyle penguenleri andırmıyor mu?” diye güldü. Evvelki gece Park’ta dolaşırken eylemciler, ulusal haber kanallarının olaylar hakkında ayrıntılı haber vermediklerinden, zamanıymış ve pek lazımmış gibi “Penguenlerin Yaşamı” gibi belgeseller yayınlayarak seyirciyi oyaladıklarından yakınmışlardı, “Sakın siz de öyle yapmayın,” diye talepte bulunmuşlardı. Alina, Sean’ü penguenleri andıran bu kıyafetiyle birlikte yürürken görünce akşamki sitemler aklına gelmişti. Taksim’de oyalanmanın alemi yoktu. Şimdi haber, her yerdeydi. Beşiktaş’ta olayların olduğu bilgisi gelmişti. Bütün gazeteciler oraya gidiyordu.

10. Kedicik yine sokakta, ancak bu sefer dert büyük

Çapkın aralık balkon kapısından süzülüp, bahçeye çıktığında ne büyük bir maceranın eşiğinde olduğunun farkında değildi. Oysa bu, onun için her gün yaptığı olağan bir şeydi. “Gezi”nin uzun hikayesi

27


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Geçen gece azman tekire karşı elde ettiği zaferden sonra emin ve güvenli adımlarla yürüyordu. Yine kedilerin toplaştığı boş arsaya gitti. Azman tekir ortalıklarda yoktu. Demek ki dersini iyi almıştı. Bütün kediler, birbirlerine dalaşmadan artık yemekleri yiyordu. Sabah olmuş, karnını doyuran kediler teker teker buluşma mekanları Şairler Parkı’nın yakınındaki boş arsadan ayrılıyorlardı. Çapkın, göz koyduğu komşu dişi kedinin ara sokaklara doğru uzaklaştığını gördü. Peşine takıldığı bir dişi kedinin arkasından ara sokaklardan Akaretler’i kesen bir sokağın köşesinde kadar gelmişti. Tam o sırada ayağının dibinde büyük bir patlama oldu. Ok gibi fırlayıp, deli gibi kaçmaya başladı. Kendisini bir çöp konteynerinin içine zor attı.

11. Ramiz ve diğer polisler eylemcilere karşı

Polis Ramiz: “Lan tertip, kediyi öldürüyordun. Elinin ayarı yok mu?” diye arkadaşına çıkıştı. “Sus oğlum, çalışıyoruz, çene çalma zamanı değil.” Gaz bombası sonrası ara sokaklara kaçışan eylemciler, yeniden sokak başlarında toplanmaya başladılar. İçlerinden iki kişi Çapkın’ın sığındığı çöp konteynerini yolun ortasına doğru sürükledi. Diğerleri de etraftaki çöp konteynerlerini ve ellerine geçirdikleri şeyleri yolun ortasına yığıp barikat oluşturmaya başladılar. TOMA’lar, “prostatlı ihtiyarlar” gibi su sıkıyorlar, sonra geri çekiliyorlardı. Bir TOMA gelip eylemcilerin barikat niyetine yolun ortasına koyduğu konteynere dayandı. Güvenli bir yer diye Çapkın’ın içine kapağı attığı çöp konteynerini önüne katıp sürüklemeye başladı. Konteynerin içindeki Çapkın, korkudan deliye dönmüştü.

“Gezi”nin uzun hikayesi

28


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Ara sokaklardan çıkan eylemciler büyük bir kalabalık oluşturmuştu. Sloganlar atmaya başladılar: “Sık bakalım, sık bakalım, biber gazı sık bakalım, kaskını çıkar copunu bırak, delikanlı kim bakalım”

12. Alina, Sean ve kameraman Pavel olay yerinde

“Aaayyy kotik! Sean gördün mü kediciğin halini? Gaz bombası ayaklarının dibinde patladı, deliye döndü.” Gözü dönmüş bir polis copunu savurarak kameraman Pavel’in üzerine yürüdü. “Çekme! Çekme diyorum ulan!” Pavel, söylenenleri zaten anlamıyordu. Kamerasıyla görüntülemeye devam edince kafasına ve kamerasına birkaç darbe aldı. Alina, araya girip Pavel’i korumaya çalıştı. “Durun biz yabancı gazeteciyiz. Yanlış şeyler yapıyorsunuz, biz sadece işimizi yapıyoruz.” Polisin cevabı kısa ve netti: “S..tir o..!” Pavel’in yüzü gözü birden kan içinde kalmıştı. Alina, “Aman allahım, Paşa, iyi misin?” diye paniğe kapılmış, bağırırken hemen dibinde oldukları bir evin zemin katının pencerelerinden birinden perde arkasında yaşlı bir kadının dehşetle onlara baktığını gördü. Kadın, eliyle içeri gelin işareti yaptı. Alina ve Sean, yüzü gözü kan içindeki Pavel’i de alarak eve girdiler. Kadın, evde bulabildiği pamuk, tendürdiyot, kolonya, gaz bezi, ne varsa getirdi. Polisler de kapıya dayanmıştı. Hukuk, arama izni, falan hiç önemli değildi onlar için. “Gezi”nin uzun hikayesi

29


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Açık kapıdan girmeye yeltendiler. Yaşlı kadın, hemen önlerine çıktı: “Durun bakim, nereye giriyorsunuz öyle teklifsizce? Daha yeni temizlik yaptım. Önce ayakkabılarınızı çıkarın,” dedi. Polisler, söylene söylene ayakkabılarını çıkardılar. Polis şefi elinde telsiz yanlarına geldi. “Evet, evraklarınızı, basın kartınızı görebilir miyim?” Alina, Pavel’i göstererek: “Gördünüz mü ne yaptığınızı!?” diye isyan etti. “Hanımefendi, işimizi yapıyoruz, uzun etmeyin.” “Aaa, ne güzel! Peki, biz neyimizi yapıyoruz?” Alina, çantasından evrakları çıkardı. Polis şefi: “Anlaşıldı. Rus gazetecisiniz. Bu da kameramanınız,” Sean’i göstererek, “Peki ya bu takım elbiseli bey kim? O da mı gazeteci?” “Hayır, o, finans danışmanı. ” “Eeee!?” “Benim erkek arkadaşım. Beni görmek için Londra’dan gelmişti.” Bu garip durum polis şefinin yanında dikilen Ramiz’i güldürdü: “Bu da iyiymiş, sevgiliniz sizi iş yerinde ziyarete geldi, öyle mi?”

13. Kedicik yine kaçıyor

Ortalık biraz sakinleşmişti. Çapkın, konteynerin içinde açlığını giderebileceği yiyecekler olmasına rağmen bir an önce buralardan uzaklaşmak niyetiyle ürkek hareketlerle konteynerin içinden çıktı.

“Gezi”nin uzun hikayesi

30


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Eylemciler yukarıdaki oluşturdukları yeni barikatların arkasında, polisler ise aşağıda kümelenmişti. Komşunun sarman kedisi ortalıkta yoktu. Çapkın, sakin ve daha güvenli olan bir ara sokağa doğru koşarak girdi. Gerçekten de bu sokak sakin bir sokaktı. Kedicik nereye gideceğini bilemeden yürümeye başladı. En iyisi eve dönmekti, ama tersi dönmüş, yönünü şaşırmıştı. Yolunu bulabileceği ümidiyle yürümeye devam etti.

14. Alina bir olaydan öbürüne koşturuyor

Sabah sabah asap bozucu bir olay yaşamışlardı. Savaş muhabirliği gibi bir şeydi bu da. Şimdi oturup, ağlama zamanı değildi. Çok fazla ümitli olmasa da Başbakan’ın basın toplantısına yetişmesi lazımdı. Böyle sıkışık bir program vardı bugün. Başbakan Erdoğan, dört günlük Kuzey Afrika seyahatine çıkmadan önce Atatürk Havalimanı’nda bir basın toplantısı düzenleyecekti. İstanbul Ofislerinin kendileri için kiraladığı jip uzakta olamasa gerekti. Alina, telefonla jipin şoförünü aradı, gerçekten de uzakta değildi. Hemen yakınlarında bir yere geldi. Allahtan uzak bir yer değildi. Pavel’i bu haliyle basın toplantısına götürmenin bir alemi yoktu; Sean ile birlikte otele dönseler ve biraz dinlenseler daha iyi olurdu. Önce Pavel’le, Sean’ü bıraktılar otele. Alina, Pavel’den kamerasını istedi, az çok biliyordu kullanmasını; daha önce de çekim yapmıştı. Omzuna aldığı kamerayla jipe atladı. Şoför, evi Beşiktaş’ta olan Serkan isimli genç bir delikanlıydı. Ve tabii ki sıkı Beşiktaş’lıydı. Çevreyi ve İstanbul’u biliyordu; hızlı ve çabuk gidilebilecek bütün kestirme yolları biliyordu. “Gezi”nin uzun hikayesi

31


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Alem bir çocuktu. “Sabah polise direnenler bizim çocuklar, Çarşı grubundan,” dedi gururla. Yol boyunca geçen yaz Antalya’da bir turizm şirketinin havaalanı transferi işlerinde şoför olarak çalıştığı zaman tanıştığı bir Rus kızıyla olan aşkını anlattı. Onun heyecanla anlattığı bu aşk hikayesi bir bakıma sabah yaşadığı olayın etkisini üzerinden atması için Alina’ya iyi de gelmişti; ancak sonunda dayanamadı: “Serkan’cım, şu senin aşk hikayesini daha uygun bir zamanda doya doya dinlesek de, biz, bir an önce şu basın toplantısına yetişsek ha, ne dersin?” Halden anlayıp, “Tamam abla,” deyip, fazla ısrar etmedi. Biraz deliceydi ama iyi huyluydu. Sempatik de denilebilirdi. “Abla, akıllı olup dünyanın kahrını çekeceğine, deli ol, dünya senin kahrını çeksin,” diye izah ediyordu yaşam felsefesini. Alina: “Vay yavrum, Serkan, herkes senin kadar uyanık olursa vay halimize,” dedi. Neyse gene şansı yardım etti; zamanında yetişti basın toplantısına. Akreditasyonunda da sorun yoktu, kolayca girdi içeri. Başbakan, basın toplantısında Gezi Parkı olaylarına yönelik eleştirilerini sürdürüyordu. “Bu, bir Gezi Parkı olayı değildir. Gezi Parkıyla ilgili iki saat TV’de ifade ettim. Belediyemiz yaya genişletme çalışmalarında on tane ağacı kesmiyor, söküyor. Olay bu… Biz, orayla ilgili yapılacakları açıkladık. Yayalaştırma çalıştırmaları yapıyoruz yine sıkıntı yaşamadık. Ama bu olayda atılan adımlar dışarıdan içeriden atılan adımdır. Aklı selim vatandaşlarımızın bu oyuna gelmemesi lazım… Olay, Gezi Parkı olayı değildir. Şimdi, zaten bu olayların arkasında aşırı uçlar ve CHP zihniyeti var. Topçu Kışlası tarihe ve kültüre sahip çıkmaktır. Gezi Parkındaki ağaç meselesi bu olayı fitilleme olayıdır. Bunun günahını çekecekler tabii. Benim saf, temiz vatandaşlarımı da buraya yönlendiriyor. CHP, Kadıköy’de miting yapacağım diyor, son anda vazgeçiyor. Sonra Taksim'de konuşma yapacağım, diyor, onu da yapamıyor. CHP’nin çok ciddi bir vebali vardır. CHP aşırı uçlarla dayanışma halindedir… Ankara’nın ne alakası var, İzmir’in Gezi parkıyla ne alakası var. Olay aslında sandıkta AK partiyi mağlup edemeyenler bu yollarla geride bırakabilir miyiz, bunun peşindeler. Süreç yakın. Sandıkta zaten gereken cevabı milletim verecek. Eğer biz anti demokratik bir uygulama yapıyorsak milletimiz bizi al aşağı eder. Onun için sakin olun, rahat olun. Evvellah bunlar aşılır, geçilir,” diyordu. Reuters Muhabiri Birsen Altaylı Başbakan'a bir soru sordu: “Gezi”nin uzun hikayesi

32


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

"Gezi Parkı ile başlayan olaylar hükümete karşı başlayan bir muhalefet gibi algılanıyor. Sizin bu olaylara karşı olan toplumdaki bu hareketi küçümser bir tavırda olmanız kitleleri daha fazla öfkelendirdiği şeklinde yorumlar var. Siz buna katılıyor musunuz? Herhangi bir yumuşatıcı bir tavır içine girecek misiniz?" Bu soru Başbakan’ı sinirlendirmişti. “Yumuşatıcı ifadeler ne olabilir, bana öğretirseniz ben öyle konuşurum. Bütün toplum demeyin buna aklım yatmaz. Bütün illerde bu ideolojik yapıların uzantıları vardır. Onları ayağa kaldırmış olabilir. Sizin şunu görmeniz lazım. Bu ülkede ne yapılmadı da böyle bir adımı attılar? CHP yok, peki başka kim var. Tespiti yapabildiniz mi? Onların ideolojisi yok mu? Bizim evlerinde zorla tuttuğumuz yüzde elli var. 'Aman sakin olun' diyoruz. Biz eğitimde yaptığımız yeniliklerle mi eleştiriyoruz. Oralarda hiç öyle bir pankart gördünüz mü? Siz işte buradan Reuters'ı böyle bilgilendiriyorsunuz. Böyle mesaj gönderiyorsunuz,” diye cevap verdi. Belki herkes bir “balkon konuşması” bekliyordu, ama olmamıştı. Peki, binlerce insan sokağa dökülmüşken, Başbakan arkasına bile bakmadan Fas, Cezayir, Tunus’a ziyarete giderken üç beş ay sonrasını görebiliyor muydu?. Alina, tam bu soruya hazırlanıyordu ki Başbakan’ın bu sert cevabını görünce vazgeçti. Ürkmüştü. Bir gazeteci için zaaftı, biliyordu; ama ürkmüştü. Haber Müdürü İvan Petroviç de bu olaya şahit olsa hak verirdi. Putin’in bir basın toplantısında o da bir benzerini yaşamış, kimyası bozulmuş, günlerce anlatmıştı.

15. “Chapullist” Sean Park’ta

Sabahtan itibaren yaşadıkları Alina’nın sinirlerini germişti. Otele dönüyorlardı. Serkan, bütün anlatacaklarını giderken tüketmiş gibi sessizdi. Belki de onun psikolojisini anlamış rahat bırakmak doğru olur diye düşünmüştü. Yolda gözlerini dinlenmek için kapattı. Muhteşem İstanbul manzarası bile şu anda ilgisini çekmiyordu. “Gezi”nin uzun hikayesi

33


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Biraz dinlenmek için otele döndüklerinde Sean’ın ilk işi üstünü başını değiştirmek olmuştu. Alina, takım elbisesi ve kravatından kurtulup karşısına tişört, blucin ve spor ayakkabısıyla çıkan Sean’a takılmadan edemedi. “Hah, işte şimdi mekanın ve olayların ruhuna uygun bir şeyler giymişsin.” Sean, sadece üstünü başını değiştirmekle kalmamış, dışarıdan gaz maskesi ve baret satan bir satıcı bulup, hem kedisine, hem de onlara birer takım almıştı. Piyasa talebe çok duyarlıydı. Olayların üstünden çok geçmeden eskiden cep telefonu şarj aletleri, Çin işi oyuncaklar satan çocuklar, seyyar satıcılar, birden talebi patlayan gaz maskesi, baret, bayrak gibi malları satmaya başlamışlardı. Alina, devamla, “Tam bir aktivist gibisin,” dedi. Sean: “Babam beni bu halimle görse çok mutlu olurdu,” dedi. Babası eski bir IRA militanıydı. Sean’ün hem üniversite de okumak, hem de çalışmak için Londra’ya gitmiş olmasınıysa hiçbir zaman içine sindirememişti. Alina: “Park’ın içinde eylemcilerle birlikte bir resmini çekip, internetten babana yollayalım. Mutlaka çok mutlu olacaktır,” dedi. “Stalin uykusu”yla yetinse baygınlık geçirecekti. Hiç olmazsa bir iki saat uyuyabilmek için odasına çıktı. Yeniden dışarı çıktığında akşam olmak üzereydi.. Kameraman Pavel, biraz kendine gelmişti. Bir şeyler yakalayıp görüntülemek derdine düşmüş Sean’le beraber Park’ın içine girmişlerdi. Sean, Pavel’e “Sen işine bak,” deyip, çoktan kalabalıkların arasına karışmıştı. Sean’le bir ara yeniden karşılaştıklarında çok mutlu ve uyum sağlamış görünüyordu. Eylemcileri kastederek: “Burada hemen herkes İngilizce konuşabiliyor. Çoğu iyi eğitimli, akıllı genç insanlar,” dedi. Sonra yine neşeyle, zafer işareti yaparak: “I’m also ‘chapullist’ (Ben de “çapulcu’yum)!” diye bağırdı. Park’ın içinde yeni arkadaşlar, "Çapulcu Cafe”, “Çapuling otel", Sean’ü keyiflendirecek daha birçok şey vardı. “Gezi”nin uzun hikayesi

34


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Başbakan Erdoğan, 2 Haziran günü Gezi Parkı eylemleri hakkında yaptığı konuşmada "Çok açık net söylüyorum. Biz birkaç çapulcunun o meydana gelip halkımızı yanlış bilgilendirmek suretiyle tahrik etmesine pabuç bırakmayız,” dediğinde kuşkusuz siyasi literatüre ve hatta İngilizce söz dağarcığına “Chapullist” şeklinde bir sözcük katkısında bulunduğunun farkında değildi. Bu sözcük aynı gün içinde yayıldı, benimsendi; bütün muhalifler “Ben de çapulcuyum,” demeye başlamıştı. İşadamı Cem Boyner, Gezi Parkı protestolarına üzerinde “Ne sağcıyım ne solcu, çapulcuyum çapulcu” yazan bir pankartla katıldı. Facebook kullanıcıları kendi hesap isimlerinin önüne “Çapulcu” yazmaya başladılar. Gezi eylemlerine katılanlar, “çapulcu” nitelemesini metaforik biçimde kabullenmişlerdi. Eylemciler, "Everyday I'm çapuling," diyorlardı. Hayat, kendi mizahını yaratıyordu. Sözcüğünün metaforik ifadesi o kadar yaygınlaşmıştı ki “Çapulcu” kelimesini markalaştırmak için başvurular yapılmaya başlandı. Türk Patent Enstitüsüne ilk başvuru 4 Haziran'da yapıldı. Marka tescili için başvuru yapan kişiler bebek emziği, tuvalet kağıdı, gazete, alkollü içkiler, meşrubat, protez organlar ve prezervatif gibi ürünlere "Çapulcu" kelimesini vermek istiyordu. Marka başvurularında "Çapulcu" kelimesinin İngilizce yazılışları da yer alıyordu. "Chapulcu" için dört, "Chapuller everyday is chapulling" için bir, "Chapulling" ve "Chapullist" içinse ikişer marka başvusuru yapıldı. Alina, gün içinde yaşadıkları dahil, bütün olayları bir yandan meşhur defterine notlar alırken, bir yandan da elindeki akıllı telefonunu, tabletini, uygun olan her aleti kullanarak haber geçmeye devam ediyordu. 3 Haziran 2013 Dolmabahçe’deki çatışmalarda eylemciler bir buldozeri ele geçirerek TOMA’ların üzerine sürdü. Eylemciler, ele geçen iş makinesinin üzerine polisin TOMA (Toplumsal Müdahale Aracı)’sına nazire olarak ‘POMA’(Polis Olaylarına Müdahale Aracı) yazmışlardı. Çarşı Grubu eylemcileri direnmenin kitabını yazıyorlardı. Kendi aralarında işbölümü bile yapmışlardı. Mesela eldivencilerin işi, atılan gaz bombalarını polise geri fırlatmaktı. Taş kırıcılar ekibiyse cephane tedarik ediyordu. Çarşı Sağlık Ekibi de vardı. Eylemler, Ankara, İstanbul, İzmir gibi pek çok şehirde sürmüştü. Taksim ve civarındaki küfürlü ve cinsiyetçi yazılar eylemciler tarafından silindi. Sabah saatlerinde sakin olan Taksim, akşam yeniden doldu. “Gezi”nin uzun hikayesi

35


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Ankara’da gün boyu eylem ve müdahale vardı. Ankara’nın bildik mutena yerlerinden Tunalı Hilmi “Tomalı Hilmi”, Kızılay ”Gazılay”, Güvenpark “Dövenpark” olmuştu adeta. Ankara’da Kuğulu Park’ta polisin biber cazlı saldırılarından olumsuz etkilenen kuğular, kaz ve ördekler Çankaya Belediyesi tarafından daha güvenli bir yere aktarıldı. Gezi Park’ında düşen adeta küçük bir kıvılcımdı; ancak ortam uygundu, hızla yayıldı, Anadolu'da volkana dönüştü. Ağaçlara bakıp da ormanı göremeyen, olanları doğru anlayamayan yanardı. Ve hatta bazıları şimdiden ağaçtan düşmenin travmatik halini yaşamaya başlamışlardı. Üç günlük Kuzey Afrika gezisi için Fas’a gitmeden önce havaalanında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Şu anda bizim evlerinde zorla tuttuğumuz bu ülkenin en az yüzde ellisi var,” dedi. Tencere, tava vurularak yapılan protestolara ilişkin olarak da “Tencere, tava; bunlar aynı hava,” diye konuştu. Gece Hatay’dan acı bir haber geldi. 22 yaşındaki Abdullah Cömert yaşamını yitirmişti.

16. Kedicik Park’a sığınıyor

Çapkın, evin yolunu bulamamıştı, ama güvenli olduğunu hissettiği başka bir yere, Beşiktaş Akaretler, Maçka, Gümüşsuyu falan derken ara sokaklardan Gezi parkı’na kadar gelmişti. Park’ın içi kalabalıktı, ama sakin görünüyordu. Kediciğin olumsuz şeyler olduğuna dair bir sezgisi yoktu, zaten onun dışında başka kediler de vardı Park’ın içinde. O da tercihini Park’ın içine girerek yaptı. Konaklamasının bu başlangıcında Çapkın, Park’ın işgalcilerinin arasına katıldığının, Arif Bey’in yakıştırdığı Çapkın “Bilal” lakabına ilave olarak, bir de “Çapulcu kedi” lakabının eklendiğinin farkında değildi. Ayrıca Çapulcuların Arif Bey’in ve Sabahat Hanım’ın sevgisini aratmayacak bir ilgisi ve sevgisiyle de karşılaşmıştı. İyi de besleniyordu. Yaşadığı şoku çabucacık atlatması için bütün olumlu koşullar vardı.

“Gezi”nin uzun hikayesi

36


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

17. Alina, Sinem’le karşılaşıyor

Alina, Park’ın içine her girdiğinde içini bir sıcaklık kaplıyordu. Kendisini rahat hissettiği böyle bir ortamda işini yapıyor olmak güzel bir şeydi. Park’ın içi panayır yeri gibiydi. Arkasından birinin ismiyle seslendiğini duyunca döndü. Uzun zamandır göremediği halasının kızı Sinem’di. Birbirlerine doğru koşturarak, kucaklaştılar. “Kız, ne işin var burada?” “Asıl senin ne işin var burada!?” “Bizim televizyon haber yapmam için gönderdi. Sen ne yapıyorsun?” Bu kadar olurdu; kaç senedir görüşemediği halasının kızıyla Park’ta karşılaşmışlardı. “Biz arkadaşlarla geldik.” Uzaktan onları izleyen arkadaşlarının arasından birini gösterdi. “Bak, bu Ulaş, erkek arkadaşım.” Uzun, boylu, bıyıklı delikanlı Sinem’in yanına geldi. Yakışıklı bir çocuktu. Halinden kalın bıyıklarının kendisine çok yakıştığının farkında olduğu anlaşılıyordu. Alina, bu bıyık biçimini Rusya’nın yakın tarihinden, Stalin’den dolayı iyi bilirdi.. Alina’nın bıyıklarına baktığını sezen Ulaş, “Yakıştığı için bıyık bırakıyorum, daha derin anlamlar yüklemenize gerek yok,” dedi. “Ama merak ediyorsanız söyleyeyim, ölen babamın da böyle bıyıkları vardı. 68’liydi…” Sinem: “Bu da doktor Uğur. Liseden arkadaşım. Buradaki revirin koordinasyonunu yapıyor. İhtisası jinekoloji, ama olsun, burada pratisyen hekime bile ihtiyaç var. Ben de ne yapim, bir işe yarayayım bari dedim, Uğur’a yardım ediyorum,” diye yanlarına gelen başka bir arkadaşını tanıttı. O sırada Sinem’in telefonu çaldı. Telefonun öbür ucunda bir arkadaşı vardı. “Begüm’cüm, burası biraz kalabalık ve gürültülü, sesini tam alamıyorum. Biraz daha yüksek sesle konuşur musun?” Daha rahat duyabilmek için nispeten sessiz bir yere, büyükçe bir ağacın altına gitti. “Gezi”nin uzun hikayesi

37


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

“Nerdesiniz, Beyoğlu’nda barda mı? Gelemem hayatım, ben burada Gezi Parkı’ndayım.” Begüm, hattın öbür ucundan: “Gezi Parkı’nda mı, ay kız, of oldum yani, ne işin var senin orda?” “Sonra anlatırım. Hem arkadaşlar da var burada. Yakındasınız, bari siz gelin, burası daha ilginç.” “Bakalım, Burada biraz oturalım. Bizimkileri ikna edersem, biz de bir uğrarız.” *** Bir saat sonra Begüm de iki arkadaşıyla geldi. Biraz da meraktan gelmişlerdi. Etrafa şaşkın ifadelerle bakıyorlardı. “Aaaa, bak, bizim bankadan çocuklar da var burada,” dedi Begüm. “Şu ilerideki gözlüklü çocuk var ya bizim bankada IT departmanında çalışıyor. Kaç senedir aynı binada çalışıyoruz, sadece uzaktan bir merhabamız var. Kırk yıl düşünsem burada karşılaşacağımız aklıma gelmezdi.” “Emre!” diye seslendiği genç adam arkasına döndü, Begüm’ü görünce yanlarına geldi.

18. Arif Bey endişeli

Ortalık iyice karışmıştı. Her ne kadar ulusal haber kanalları olayların ayrıntılarını vermeseler ve hatta pek lazımmış gibi olayların en hararetli olduğu zamanlarda, CNN, BBC ve Alina’nın çalıştığı Rus televizyon kanalı gibi yabancı haber kanalları bütün olayları sabahlara kadar canlı yayınla aktarırlarken “penguenlerin yaşamı” gibi belgesel yayınları vermekle yetinseler de Arif Bey, kötü şeyler olduğunu sezinlemişti. İçini çekti, Cahit Sıtkı’nın ezbere bildiği bir şiirini büyükçe bir kağıda özenerek yazıp, duvara astı. “Memleket isterim Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; Kuşların, çiçeklerin diyarı olsun.

“Gezi”nin uzun hikayesi

38


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Memleket isterim Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun; Kardeş kavgasına bir nihayet olsun. Memleket isterim Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun; Kış günü herkesin evi barkı olsun.” Arif Bey, duvardan bir iki metre uzaklaşıp, “İşte bu”, dedi. Mutfağa seslendi: “Hanım, benim yeni anayasa taslağım hazır,” dedi, “Fazla laf salatasına gerek yok.” Sabahat hanım da Arif Bey gibi endişeliydi; sonunda endişesini dışa vurdu. “Bey, bizim kedinin başına kötü bir şey gelmiş olmasın?” “Yok hanım, ne olacak, keratanın daha önce de böyle birkaç gün kaybolduğu olmadı mı? Kurtlarını döker, gezer dolaşır, eve döner. Merak etme.” “Haklısın belki, ama yine de merak etmeden duramıyorum.” “Merak etme, bir şey olmaz.” Sabahat Hanım’ın yine de içi rahat değildi. “Hani sen bir ara dışarı çıktığında şöyle bir dolaşıversen; belki konu komşudan, bakkaldan, kasaptan gören bilen vardır,” dedi.

19. Doktor Uğur Bey, Sinem, arkadaşları; hepsi bir işin ucundan tutuyor

Doktorlar, hemşireler, sağlık elemanları, eylemcilerin arasında gezinen seyyar bir ekip kurmuşlardı. Doktor Uğur da bu ekibin içindeydi ve ayrıca koordinasyon görevini yapıyordu. İlk sağlık müdahalelerini beyaz önlükleriyle dolaşan Begüm’ün de yardımcı olarak yer aldığı bu seyyar gönüllüler yapıyordu. Tıbbi malzemeleri arkadaşlarından temin ediyorlardı. Ventolin, talcid ve diğer bazı ilaçlardan oluşan kitler hazırlamışlardı.

“Gezi”nin uzun hikayesi

39


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Gezi Parkı doktorlarının genellikle toplaştıkları, haberleştikleri yer İpek Sokak’taki Tabipler Odası’ydı. Gezi Parkı’nın içinde de bir revir vardı. O akşamdan sonra her akşam iş çıkışında Park’a gelen Begüm de “Ortalıkta serseri mayın gibi dolaşmayayım bari, ben de bir işe yarayayım,” diyerek Sinem’in yardımcısı olmayı kendine seçmişti. Yani sağlık ekibi yardımcısının yardımcısı olmuştu. O zamana kadar siyasi hiçbir olaya ilgi göstermeyen, bütün bu işleri aptalca ve lüzumsuz bulan Begüm, sanki hızla metamorfoza uğramaya başlamıştı. Kan tutan, kan görmeye dayanamayan, parmağı kanasa hemencecik bayılan İzmir Karşıyaka’lı, iyi aile kızı, kolejli Begüm, bütün korkularından hızla kurtuldu. Bunun da ötesinde Park’ta kurulan Çapulcu Kütüphanesi’nin en obur okuru oldu. Artık siyaset konuşuyordu, hem de en koyu teorik jargonu kullanarak. “Lenin, ‘Devrim: mutfaktan çıkmayan kadının, devlet yönetmeyi öğrenmesidir !’ demiş " diye başlayıp konuştuğunda Sinem’in şaşkınlıktan ağzı açık kalmıştı. Begüm’ün çalıştığı bankanın bulunduğu beton irisi iş merkezlerinin mekanı Maslak’ta Çapulcular kendi aralarında örgütlenmişlerdi. Hatta haberleşebilmek, çabuk hareketlenebilmek için her binanın, her iş yerinin temsilcilerini seçmişlerdi aralarında. Öğlenleri yemeklerde bir araya geliyorlar, akşamları da gruplar halinde, topluca geliyorlardı Gezi Parkı’na. Hemen her akşam sabahları ayakları geri geri gittikleri sevemedikleri işlerinden çıkıp sevdikleri işlerine, Park’a çapulculuk yapmaya gidiyorlardı. Begüm’ün bankadan arkadaşı Emre de kendisine Çapul TV’nin internet bağlantılarını düzenleme, teknik desteğini sağlama işini edinmişti. Ortalığın sakin olduğu her fırsatta, sağlık ekibinin, Sinem’le, Begüm’ün bulunduğu yere gelip, “Ne alemdesiniz, bir ihtiyacınız var mı?” diyerek muhabbete başlıyor, uzun süre onlarla oturuyordu. Sinem’in erkek arkadaşı Ulaş ise daha kıdemli bir militan olarak daha aktif bir görev seçmişti kendisine. Barikatların kurulmasını organize ediyor. Olası bir baskına karşı zamanını barikatların arkasında bekleyerek geçiriyordu.

20. Çatışma arası gizli muhabbet Park’ın içi sakindi, ancak başka yerlerde çatışmalar sürüyordu. Beyoğlu Tünel’de çatışma arasında herkes kendi köşesinde nefesleniyordu. “Gezi”nin uzun hikayesi

40


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Alina’yla kameraman Pavel de tarafların arasında bir yerde, bir duvar köşesinde oturuyorlardı. Bu eylem ve çatışma arası Alina’la kameraman Pavel için de bir dinlenme fırsatıydı. Eylemcilerle, polisler arasıra birbirlerine laf atıyorlardı. Çatışmaktan herkes yorulmuştu. Sanki savaş vardı da, savaşan taraflar bir ateşkes anında kendi cephelerinin gerisinde muhabbet ediyorlardı. Onun gibi bir şeydi işte. Polislerden biri eylemcilere, “Suyunuz var mı, suyunuz? Sıcaktan dilim damağıma yapıştı,” dedi. “Hayrola TOMA’larınızda su kalmadı galiba?” diye laf attı bir eylemci. Başka bir eylemci, “Yahu o su içilir mi, içine kimyasal madde koyuyorlarmış,” diye lafa karıştı. Eylemciler, iki pet şişe suyu polislere uzattı. Polis: “Sağol. Oooo soğukmuş da. Lan oğlum, amma tedariklisiniz, kim yapıyor lojistiğinizi? Dış güçlerden mi destek alıyorsunuz, nedir?” “Abi saçmalama. Cebimizdeki üç beş kuruşla bakkallardan alıyoruz.” Bir diğer eylemci espri yaptı: “Suyunu iç, pınarını sorma.” Polis Ramiz, "Hocam, dağıt şu arkadaşlarını, dört gündür eve gidemiyoruz,” diye ricacı oldu. Eylemci: “Siz giderseniz, biz de gideriz. Siz önden buyurun,” dedi. Bir polis: “Yaktınız bizi. Bizim aracımız yağmalandı, benim silahım çalındı. O silahla bir suç işlense?..” diye sitem etti. Bir diğeri: “Bu olaylardan sonra insan ister istemez nefret duyuyor. Bu sadece sizle alakalı değil. Aranızdaki provakatörleri sız çıkaracaksınız! Aranızda provokatörler var.” Eylemci:

“Gezi”nin uzun hikayesi

41


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

“Biz onları zaten ayırıyoruz. Ama bir noktadan sonra siz sadece emri mi uygulayacaksınız, yoksa bir yandan şunu düşünüyor musunuz: acaba ne oluyor burada? Bu insanlar haklı olabilir mi, diye düşünüyor musunuz?” Polis Ramiz: “Acaba ne oluyor burada diyoruz da, emri uygulamadan bir şey yapabilir misin? De ki paranı ben vereceğim, ben senin yanındayım, bırakırım bu işi...” Bir diğer polis: “Burdakilerin hepsi mecburiyetten yapıyor bu mesleği. Elinde belki başka bir imkan olsa....” Eylemci: “Abi şu durumdan hiçbirimiz memnun değiliz. Yemin ediyorum bak, yemin ediyorum hiç birimiz bu durumdan memnun değiliz. Hiçbirimiz memnun değiliz.” Ramiz: “Hepimiz aynı vatanın evlatlarıyız!” Eylemci: “Sana gelecek şey bana gelsin, yemin ediyoruz. Siz bizim düşmanımız değilsiniz!” Polis Ramiz: “Ya hocam, şunları dağıt ya. Bak dört gündür eve gideceğim ya! Karımı göremedim, haber alamadım. Üstüne üstlük kızcağız hamile.” Eylemci: “Abi ben de dört gündür uyuyamıyorum! Haklısınız da biz de yıllardır nefes alamıyoruz yani... Kafamıza sürekli binen bir adam var.” Polis Ramiz: “Bunun muhatabı ben değilim abi. Ben emir kuluyum!” Diğer polis : “Seçim var önümüzde, bir şeyleri beğenmiyorsan tepkini öyle göstereceksin!” Eylemci: “Abi bir sigara versene,” diyor polise. Polis: “Gezi”nin uzun hikayesi

42


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

“ Yok valla, ben de sizinkilerden aldım.” Muhabbet uzayıp gidiyor, ta ki yeniden çatışmaya başlayıncaya kadar.

21. Alina’nın not defterinden

4 Haziran 2013, 8. Gün Gezi’de ortalık sakin, gerilim azalıyor Gezi Parkı, güne sakin başladı. Sabah saatlerinde Gezi Parkı’nda nöbet tutan eylemciler için yoga kursu verildi. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le yaptığı görüşmenin arkasından yaptığı basın toplantısında sıcak mesajlar verdi. İlk günlerdeki eylemler için “Çevre duyarlılığıyla hareket edenlerden özür diliyorum. Bunu bir çevre olayı olarak görseydik, bu noktaya gelmezdi,” açıklamasını yaptı. Öğleden sonra Cumhurbaşkanı Gül ise Uluslar arası Yatırımcılar Derneği (YASED) Yönetim Kurulu Başkanı Serpil Timuray ve beraberindeki yönetim kurulu üyeleriyle Çankaya Köşkü’nde yaptığı toplantı sonrasında yaptığı açıklamada gösterilerin Ortadoğu ülkelerinde olanlardan ziyade Avrupa’daki İngiltere, İspanya ve ABD’ndeki gösterilere benzediğini belirtti. Ankara’da Güvenpark’taki göstericiler de günü dinlenmeyle geçirdi. Polislerle karşılıklı sohbet ettiler. Hava karardıktan sonraysa çatışmalar yeniden başladı. Brezilyalı yazar Paulo Coelho, twitter’dan Taksim’deki olaylarda kullanılan ülkesinde üretilmiş bir biber gazı kapsülünün resmini paylaşıp, “Kendimizden utanmalıyız” mesajını gönderdi.

22. Gezi Parkı’nda yeni bir hayat

“Gezi”nin uzun hikayesi

43


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Sinem, elindeki kağıtta yazılı bir arkadaşının verdiği boşlukları doldurmaca oyunu esprisini Alina’ya gösterdi. “Bak, çok matrak; bakalım beğenecek misin?” Alina, kağıtta yazılanları okudu: “Aşağıdaki boşlukları doldurarak sözcükleri tamamlayınız: -İ-E- G-ZPolisin yanıtı: BİBER GAZI Halkın yanıtı: DİREN GEZİ” Beğenmişti. “Çok hoş,” dedi Alina. Gezi Parkı’nın işgalinden sonra kısmen sakin, ama aynı zamanda yeni polis müdahalelerin her an beklendiği yeni bir yaşam başlamıştı. İçerde hayatın devam ettirilmesi için gerekli bir toplumsal örgütlenmenin deneyimi yaşanmaya başlanmıştı. Pek çok kişi olan biteni birkaç çapulcunun başkaldırısı, eylemi gibi görse de başka şeyler de oluyordu. Belki de yaşanılası başka bir hayatın nüveleri, pratikleriydi bunlar. Sabahları belirli saatlerde çöpler toplanıyor, gönüllü doktorların, hemşirelerin oluşturdukları revirde sağlık hizmetleri veriliyor, barınma, yeme-içme ihtiyaçları organize ediliyordu. Gerek duyulan bütün şeyler yavaş yavaş oluşturuluyordu. Eylemcilerin bir kütüphanesi, yemek pişirme üniteleri, devrim müzeleri, ihtiyaçları belirleyen, temin eden ve dağıtan bir örgütlenmeleri vardı artık. Polis? Polis, günlerdir bu bir nevi “kurtarılmış bölge”ye giremiyordu. Taksim Meydanı’na ve Gezi Parkı’na giden bütün yollar, eylemcilerin devrilmiş polis araçlarından, yan park edilmiş belediye otobüslerinden ve pek çok malzemeden oluşturduğu barikatlarla kapatılmış durumdaydı. Belki de bir karayolu bülteni gibiydi Çapulcu bülteni: “Yeni bir toplum inşaat çalışmaları nedeniyle Taksim Meydanı ve Gezi Parkı TOMA’lara, Akreplere ve diğer araçlara kapatılmıştır!”

“Gezi”nin uzun hikayesi

44


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Geceleri bazen esen rüzgarın durumuna göre, aşağıdan, Beşiktaş’tan, Kabataş’tan yukarıya Park’ın içine kadar ulaşan Çarşı Grubuna atılan biber gazı bombalarının bulutları her an hazırlıklı olunması konusunda bir uyarıydı. Gündüz ve gece çok geç saatlerde bile bir baskın olması ihtimaline karşı direnişçiler her an hazırlıklıydılar. Sinem’in erkek arkadaşı Ulaş, gece gündüz barikatların arkasındaydı. Orada uyuyordu. Aynı mekanda olmalarına rağmen Ulaş’la Sinem’in birbirlerini günlerce görmedikleri oluyordu.

23. Alina’nın notları Çapulcu sayısı artıyor 5 Haziran 2013, 9.Gün ABD'li siyasi düşünür ve dilbilimci Noam Chomsky, Gezi Parkı eylemlerine destek için çektiği, Youtube’da yayımladığı videoda yer alan pankarta "I am also a çapulcu in solidarity. RESISTANBUL" yazdı. Yayınlanan videoda Gezi direnişine destek verdiğini açıkladı ve Türkçe “Ben de çapulcuyum,” dedi. Bu arada TPE'e çapulcu ile alakalı marka tescili başvurusu yapanların sayısı durmadan artıyordu. Başvuruların kapsamı oldukça genişti. Böcek ilacından, ütüye, yiyecek ve konaklama hizmetlerine kadar genişleyen bir liste söz konusuydu. "Çapulcu" ismini kreş ve eğitim hizmetleri için tescillemek isteyen de vardı, ağır silah ve iş makinesinde kullanmak isteyen de. Çapulcu için motorlu taşıt markası başvurusu bile yapıldı. Bebek emziği, tuvalet kağıdı, gazete, alkollü içkiler, meşrubat, yumurta, protez organlar, prezervatif, yangın söndürücü madde ve şemsiye de marka tescilinde kapsama alınması istenenler arasındaydı. Saat onbirde Taksim Dayanışması Platformu üyeleri Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’la bir buçuk saat süren bir toplantı yaptı. Bu toplantıda beş maddelik talepler listesi sunuldu: Topçu Kışlası yapımı projesinin iptali; AKM’nin yıkım girişimlerinin durdurulması; İstanbul, Ankara ve Hatay vali ve emniyet görevlilerinin görevden alınması; gaz

“Gezi”nin uzun hikayesi

45


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

bombası kullanımı uygulamasına son verilmesi; Türkiye genelinde meydanlardaki gösterilere fiili engellemenin sona erdirilmesi talepler listesindeydi. DİSK, KESK, Türk Tabipler Birliği ve TMMOB, “Doğaya, yaşama, emeğe, Taksim’e sahip çık!” sloganıyla Türkiye genelinde işi bırakma eylemi başlattı. Onbinlerce sendika üyesi İstanbul, Ankara ve İzmir’de sokaklarda yürüdü ve meydanlarda toplandı. Ankara’da Kuğulu Park’ta akşam saatlerinde eylemciler ilk kez çadır kurdular. Gece Gezi Parkı’nda Miraç Kandili nedeniyle Anti Kapitalist Müslümanlar Grubuna bağlı eylemciler pilav dağıttılar. Yasin okunmasının arkasından Grubun lideri yazar İhsan Eliaçık Taksim Meydanı’nda bir konuşma yaptı. İstanbul’da sakin, olaysız, müdahalesiz bir gece yaşandı. Ankara’da ise gerilim vardı. Tunalı Hilmi Caddesi ve Kızılay civarında polis müdahalesi oldu.

6 Haziran 2013, 10.Gün Mustafa Sarı: Olaylarda üçüncü kayıp Ankara’da geceyarısı bir ara sakinleşen ortam yeniden gerildi ve polis müdahalesi yeniden başladı. Adana’da bir önceki gece eylemcilere müdahale sırasında alt geçit inşaatından düşerek ağır yaralanan polis komiseri Mustafa Sarı yaşamını yitirdi. Kuzey Afrika gezisi kapsamında Tunus’ta bulunan Başbakan Erdoğan, basın toplantısında olaylara değindi. Kardeş Türküler Grubu, Başbakan’ın “Tencere tava, bunlar aynı hava” sözünden ilham alarak “Tencere Tava havası” isimli bir şarkı düzenledi.

7 Haziran 2013, 11.Gün Onbinler Başbakan’ı karşılamak için havaalanında Kuzey Afrika gezisinden dönen Erdoğan’ı İstanbul Atatürk Havalimanı’nda gece saat ikide binlerce kişi karşıladı. Başbakan’ın konuşması, sık sık “Yol ver gidelim, Taksim’i ezelim”, “Dik dur eğilme, Türkiye seninle” sloganlarıyla kesildi. “Gezi”nin uzun hikayesi

46


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Başbakan, sloganlarla kesilen konuşmasında ilk kez Gezi Parkı olaylarının arkasında faiz lobisinin bulunduğuna dair bir iddiayı ortaya attı. Ankara’da Kuğulu Park’ta iki gündür kurulu olan çadırlar kaldırıldı. Gösterilerin başlamasından beri Ankara en sakin gecesini geçirdi. Polis, göstericilere müdahale etmedi. Akşam Halk TV’de Redhack temsilcisi canlı yayına bağlanarak konuştu.

24. Alina ve Sinem, Begüm’ün işyerine ziyarete gidiyorlar

Begüm, o gün Sinem’i işyerine öğlen yemeğine davet etmişti. Sinem, Alina’yı da ayarttı, “Hadi, Metroyla gider döneriz. Bir iki saatlik kaçamaktan bir şey olmaz,” dedi. Birlikte Begüm’ün merkez ofisi Maslak’taki uzun, beton irisi binalardan birinde olan bankadaki işyerine gittiler. Önceki akşam Redhack temsilcisinin Skype üzerinden canlı yayına bağlanarak yaptığı konuşmadan çok etkilenmişlerdi. Yolda giderken uzun uzun bunu konuştular. Alina’nın uzaktan gördüğü bu binalara ilk gidişiydi. Gözlemleri ilginçti. Moskova’da da vardı böyle binalar. Kendi çalıştığı televizyon da bunun gibi büyük bir binadaydı.Gerçi artık bütün dünyada böyleydi durum. Bu tür binalardaki yaşam hep ilgisini çekerdi. Sanayi döneminde kapitalizm, işçileri esir almıştı; sanayi sonrası dönemdeyse hizmet sektörü çalışanları esir alınmışa benziyordu. Uzun güvenlik, kayıt kuyut işlemlerinden sonra binaya girebildiler. Begüm, onları ziraretçilerin alındığı salonda karşıladı. Birazdan topluca alt katta yemek yemeye gideceklerini söyledi. Emre de gelecekti. Alina, Begüm çantasını almak üzere ofisine gittiğinde kaşla göz arasında Sinem’e merakla sordu. Begüm’le Emre’nin ilişkileri aradan geçen zaman içinde iyice ilerlemişe benziyordu. Sinem, kendi yorumunu da kattı dedikodusuna; senelerdir aynı bankada birlikte çalışıyor olmalarına rağmen birbirlerine hiç ilgi duymamışlardı. Gezi olayları sayesinde ilişkileri gelişmişti. “Gezi”nin uzun hikayesi

47


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Gerçekten saat yarımı gösterince topluca alt kata inen, hepsi birbirine benzer giyinmiş koca bir topluluk oluştu. Sanki ilk defa görüyormuş gibi Alina, böyle bir fanus içine sıkıştırılmış bir yaşam manzarasını seyretmekten fena oldu. Ruhu sıkıldı. Her sabah aynı binaya gitmek, her öğlen aynı yemekleri yemek ve aynı mağazaların önünde turlamak, her akşamüstü aynı servis otobüsleriyle eve dönmek korkunç bir şeydi. Aslında güzel bir gündü... Bu arada modern çağın fabrikalarının havasını yeniden bir koklamıştı... Yabancısı değildi bu insanların yaşamına. İyi maaşlarla iyi işler bulabilme imkanına erişmiş olmak şans mıydı?... Onlar için sevinmek mi üzülmek mi gerekirdi? Bu plazalar ve içindeki yaşam aynı Amerikan filmlerindeki New York, Manhattan manzaraları gibiydi. Ama bir de, plazaların içine hapsedilmiş yaşamlara, hayatın tümü açısından bakmak da mümkündü... O zaman da, Şarlo'nun sanayi dönemini hicveden filmleri akla geliyordu... Artık fabrika yok, ultra lüks gökdelenler var, artık işçi tulumları yok, takım elbise ve döpiyesler var, vida sıkıştırmak ve çekiç sallamak yok, dosya, kağıt, bilgisayar var... Ama mekanlara hapsedilen yaşamlar açısından durumda bir değişiklik var mıydı? Bu insanlar kendi aralarında Türkçeyi kalbinden, İngilizceyi sırtından vurarak geliştirip, türettikleri garip melez bir dil konuşuyorlardı. İşin esprisi yapılacak olursa Türklish gibi bir şey denilebilirdi buna… Plazanın yakınında bir restoran vardı, hep beraber oraya gittiler. Begüm, Emre tuvalete gittiğinde Sinem’in kulağına, „Biliyor musun?“ diye fısıldadı, „Ben Emre‘nin Redhack üyesi olmasından kuşkulanıyorum. Sinem, hayret eder bir ifadeyle sordu: “Nereden çıkardın bunu?“ „His,“ dedi, „Öyle olduğunu hissediyorum. Hem biliyorsun Emre IT Departmanında çalışıyor. İnternet ve bilgisayar programcılığı konusunda çok deneyimli.“ „Ay, alemsin Begüm. Hayal gücün çok yüksek.“ „Bak hayatım, bu kadar değil, biliyor musun Redhack’in faaliyette olduğu zamanlarda Emre ortalıklarda olmuyor. Hani dün akşam Redhack temsilcisi Halk TV’nin canlı yayınına bağlanmıştı ya, hepimiz Park’ta birlikteydik bir tek Emre yoktu aramızda.“ “Gezi”nin uzun hikayesi

48


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Alina söze karıştı: “Aynı Süperman gibi, hani Süperman’in ortaya çıktığı zamanlarda Clark ortadan kayboluyor ya.“ “Vallahi aynen öyle. Ay çok romantik d’il mi?“ Superman’in hikayesini herkes gibi Alina da, Begüm de biliyordu. Superman, gerçek kimliğini gizlemek için Clark Kent adını kullanarak, Daily Planet gazetesinde sıradan bir insan gibi çalışıyordu,. Aynı gazetede çalışan Lois Lane isimli bir genç kızla yeni yeni alevlenen bir gönül ilişkileri vardı. Lois Lane, Superman’in hayranıydı, kendi arkadaşı Clark’ı ise pek bir şeye benzetemiyordu. Ama bazı olaylar, tesadüfler sonrasında Clark’ın aslında Superman olabileceğinden kuşkulanmaya başlamıştı. Emre, tuvaletten dönmüştü. Konuyu hemen kapattılar. Alina, alıcı gözle Emre’yi süzdü. Neden olmasın, diye düşündü. Yakışırdı da.

25. Kahraman kameraman Pavel çok faal

Pavel, işi iyice geliştirmişti. En kritik yerlerde, en doğru zamanlarda olabilmeyi başarmaya başlamıştı. Yahu nereye gidiyorsun orada bir şey yok, boşuna gitme dense mahçup olunabilirdi. Sanki içine doğmuş gibi çok iyi görüntüler kaydedebileceği bir açının içinde oluveriyordu birden. Golü koklayan usta bir forvet oyuncusu, avını kovalayan bir avcı, ya da sabırla kurbanını bekleyen bir snaypır gibiydi. Haliyle de tarihe belge olacak kadar değerli görüntüleri kaydediyordu. Öylesine havaya girmişti ki durup dinlenmeden koşturup duruyordu. Kamera ve tripod taşımaktan omuzları çürümüştü, ama aldırış ettiği yoktu. Şoför Serkan’la kanka olmuşlardı, Pavel’in en büyük destekçisi de oydu. Bizi en kısa zamanda bulunulması gereken yere arabayla yetiştiriyordu.

“Gezi”nin uzun hikayesi

49


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Pavel, o çok güçlü sayılmayan kolları, elleriyle kamerasını oradan oraya çeviriyordu. Görenler partnerini vücudunun üstünde döndüren usta bir dansçıya benzetebilirlerdi onu. Kamerası artık onun bir uzvu gibi olmuştu. Gözü de sanki vizörle bütünleşmişti. Adeta kamerasının vizöründen bakmasa hiçbir şey göremeyecekti. Olayların sabahlara kadar devam ettiği bazı geceler, çok yorgun düştüğünde, sokağı panoramik olarak görebilen yüksek bir duvarın üstüne ya da bir apartmanın merdiven boşluğundaki bir pencereyi kendisine mekan seçip kamerasını çalışır halde sabitleyip, bir tavşan uykusuna dalıyordu. Pavel, biraz dinlenip uyurken, kamera çalışıyordu. Bir keresinde, yine yüksek bir bahçe duvarının üzerinde uyurken az daha dengesini kaybedip tepe üstü düşüyordu. Şoför Serkan kemerinden yakalamış, onu düşmekten kurtarmıştı. Her halükarda kaydedilen tüm görüntüler değerliydi. Bu sayede bütün dünyanın olayları kanlı canlı izleyebildikleri görüntüler ortaya çıkmıştı.

26. Alina’nın haber notları

Gezi Parkı olaylarını yaşayanlar deneyimlerini heyecanla anlatıyorlardı. Ahmet Saymadı: “Gezi Parkı mücadelesini başından beri takip eden arkadaşlarımdan Mustafa, 27 Mayıs Pazartesi gecesi beni arayıp, ¨Çabuk gelin Gezi Parkı’na girdiler¨ dediğinde bana çok sıradan bir konuşma yapıyormuşuz gibi gelmişti. Mustafa’nın sesindeki titreme ve samimiyet beni evden çıkardı, yoksa zaten memleketin her yeri, her gün AKP tarafından talan edilmekteydi ve bu bilgi oldukça sıradandı. Evden çıkmadan twitter ve facebook’a ilk bilgileri girdim ve çağrı yaptım. Ben parka vardığımda yirmi kişi olmuştuk. Parktaki sayımız hızla arttı, medyanın ilk andaki ilgisi, meselenin sosyal medyada epeyce yer etmesi, Gezi Parkı’nın yıkılmasına dönük tepkinin oradaki yirmi kişiyle sınırlı kalmayacağını göstermişti. Yıkım ekibini yirmi kişiyle göndermiş, yıkımı durdurmuş olsak da sabah kadar nöbet tuttuk. Ertesi gün saat 10.00 civarında artık bir şey olmayacağını düşünerek parktan ayrıldıktan 10 dakika sonra müdahale başladı, çabuk geri gel diye aradılar. İlk müdahalede yine yirmi kişiydik, hızlıca sayımız arttı, saatlerce direndik, gaz yedik, dövüldük, ama yine de Parkı terk etmedik. Ancak Sırrı Süreyya Önder’in dozeri durdurmasıyla mesele başka bir aşamaya geçti. Müdahalenin yapıldığı günün gecesinde 1000 kişi parktaydık, Çarşamba daha da kalabalıklaştık. Perşembe yapılan şafak operasyonuyla alandan atıldık, Sırrı Süreyya Önder yetişti, yine yıkımı durdurdu. “Gezi”nin uzun hikayesi

50


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Cuma sabahı tekrar operasyon yapıldı,alandan yine atıldık. Cuma günü bizleri Parktan atmalarından sonra, Parkı bariyerlerle çevirdiklerinde, sabah 10.00’da Divan Otel önündeki açıklamaya, saat 13.00’te Taksim Meydanı’ndaki açıklamaya müdahale edip dağıttıklarında umudumuzu yitirdik. Mücadeleye dair tek kırılmayı o anda yaşadık. Aynı gün akşam saat 19.00’a üçüncü çağrıyı yaptığımızda bu çağrıyı rutin bir toplanma gibi düşünmüştük. Öyle değilmiş... Akşam sokağa çıktığımızda insanlar çoktan toplanmış, polisle karşı karşıya gelmişti bile. Kalabalığı görünce bu işin bambaşka bir yere evrildiğini anladık. Sokak çatışmaları sabah 06.00’ya kadar sürdü. İnsanlar dinlenip sokağa geri döndüler ve Cumartesi günü saat 16.00’da Taksim Meydanı açıldı. Gezi Parkı, Taksim Meydanı, meydana açılan caddeler Cumartesi gününden beri bizim kontrolümüzde. Sekiz gündür devletin olmadığı, polisin ve zabıtanın kimseye müdahale etmediği, paranın yerine değişimin, dayanışmanın ön plana çıktığı başka bir hayat yaşıyoruz. Yaşımız ne olursa olsun, kendi 68’imizi yaşıyoruz. Bütün ezberlerin bozulduğu, Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyenlerle Abdullah Öcalan’ın askerleriyiz diyenlerin buluştuğu bir yerdeyiz. Velev ki ibneyiz, alışın her yerdeyiz diyenlerle Cuma namazı kılanların buluştuğu bir yerdeyiz. Hepimiz hayatımız boyunca yaşamadığımız ve belki de bir daha yaşamayacağımız bir deneyimi yaşıyoruz. Laf değil bu kez gerçekten tarihi bir an yaşıyoruz, tarihi biz yazıyoruz,” diyor, “Kaldırım taşlarının altında kumsal varmış, gördük...” diye devam ediyordu. Hala kim bu eylemciler diye soranlar vardı. Aydın Şelte de başına gelenleri anlatırken buna cevabı iyi, kısa bir özetle vermiş oluyordu: “Cuma günü İstiklal üzerinde barikatta peş peşe yediğimiz gaz neticesinde ufak bir kriz yaşamış olmalıyım ki yere yığılmışım. Düşerken darbe almamı türbanlı bir kadın arkadaş engellemiş. Yerden hemen iki anarşist kaldırmış, gözümü açan kişi bana “İyi misin, hewal?” diye soruyordu. Sonra doktorlar geldi. Bir gey sirkeli suyla yüzümü yıkadı. O an anladım ki halk ayaktaydı,” diyor, “Bu direniş bir milattır. Bu direnişte her kesimin yer alması gerekir. Ülkücülerin barikat kurduğunu görmek için bile gelmelisiniz! “ diye bitiriyordu sözlerini. Sarp Kürkçü de “Video oyunları direnişin içine kök saldı,” diyordu, Video oyunları ile büyüyen, internet kafelerde oyun oynayarak sosyalleşen bu gençliğin anekdotlarından, objektiflere yansıyan duvar yazılarından söz ediyordu. "6 yıldız oldu tank gelecek" , Bu, Grand Theft Auto (GTA) adlı bir aksiyon oyunuyla büyüyen neslin sokaktaki mizahıydı aslında. "Sis atma o.ç". Oyuncuların aralarında koyduğu sözlü olmayan kurallara uymayıp bombayı kullanana edilen bu laf yine oyuncuların duvarları süslediği bir başka jargondu.

“Gezi”nin uzun hikayesi

51


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

İstiklal Caddesi’ndeki “GTA’da polis döven bir nesle sataştın!” duvar yazısına uygun bir durum vardı. Evet, mizah, bu direnişin kendisine çok yakışan süsüydü. Duvarlarda, pankartlarda her an insanı gülümseten şeylere rastlamak olasıydı. Duvar yazılarında, pankartlarda sanki kelimeler gülüşüyordu kendi aralarında… Mesela uluslararası bir kahve zincirinin duvarında “yaşasın tam bağımsız kuru kahveci Mehmet Efendi”, Garanti Bankası’nın kapısında “hiçbir şey garanti değil”, kozmetik ürünleri satan bir mağazanın kepenginde “biber gazı cildi güzelleştirir”, bir ayakkabı mağazasının camında “dar ayakkabı ile yaşama: hükümet istifa” yazılarını görmek mümkündü. Yalnız bu kadar mı? “Çare Drogba”, “Kahrolsun bağzı şeyler”, “Kahrolsun mezbahalar, tavuklara özgürlük”, “Korkma la, biziz halk”; “Huzur isyanda”; “Biberi bal eyledik meydanları dar eyledik”; “Tomayla 8 gündür beraberiz ciddi düşünüyoruz” ve hatırlanmayan veya fark edilmeyen daha niceleri… Gezi Direnişi’ne destek veren farklı illerde sloganlar da yerel dille ve özelliklerle zenginleşiyordu. Örneğin Ankara’da “Diren la Angara”; “İzmir’de tomaya tomat diyolar”, “Biz biber gazına da çiğdem deriz”; Denizli’de “Denizli direnip duru gari” gibi…

8 Haziran 2013, 12.Gün Ankara ve İstanbul’da miting yapma kararı alınıyor Sabah saatlerinde İlköğretim 8. Sınıf öğrencilerinin girdiği Seviye Belirleme Sınavı nedeniyle göstericiler, iki saatlik sessizlik kararı aldı ve uyguladı. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, twitter hesabından; “Gençler, Gezi parkı’nda kuş sesleri, ıhlamur kokusu ve arı vızıltısıyla huzurlu bir sabah varmış, doğru mu? Aranızda olmak isterdim,” mesajını iletti. Öğlen saatlerinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında toplanan AK Parti Merkez Karar Yönetim Kurulu toplantısında 15 Haziran’da Ankara’da ve 16 Haziran’da İstanbul’da olmak üzere iki büyük miting yapılması kararı alındı. Öğleden sonra saat üçte İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Toptaş, yapılması tasarlanan Topçu Kışlası’nda kesinlikle bir AVM olmayacağını, orada bir müze yapılmasının düşünüldüğünü açıkladı. Akşamüstü saat yedide Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray taraftarları Taksim’de bir araya geldiler. “Gezi”nin uzun hikayesi

52


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

İstanbul’da Taksim ve Beşiktaş’ta olaysız bir gece yaşanırken Gazi Mahallesi’nde polis göstericilere sert müdahalede bulundu. Akşam saatlerinde Ankara’da yağan yağmura rağmen Kızılay, Güvenpark ve Kuğulu Park’ta gösteriler devam etti. Kuğulu Park’ta çadırlar yeniden kurulmaya başlandı. İstanbul’dan Ankara’ya gelen Beşiktaş taraftar grubu Çarşı büyük bir coşkuyla karşılandı. İzmir’de akşam Gündoğdu Meydanı’nda toplanan yüz bini aşkın gösterici aynı anda meşaleler yaktı.

9 Haziran 2013, 13.Gün Taksim’de şölen, Ankara’da karşılama var Geceyarısından sonra da İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, eylemcilere yönelik sıcak twitter mesajları iletmeye devam etti. “Hala anlamayıp soranlar var. ‘Müdahaleye hazırlık var mı, yok mu, açık yaz,’ diyorlar. Yok, diyorum, yok, anlaşıldı mı? İyi geceler…” Ankara’daysa olaylar sabaha kadar devam etmişti. Özellikle Kennedy Caddesi’nde yoğunlaşan çatışmalar sabahın ilk saatlerine kadar sürdü. Öğleden sonra saat dörtte Taksim Dayanışması, bir gün önce duyurulduğu gibi taleplerinin yerine getirilmediği gerekçesiyle Taksim’de şölen gibi büyük bir miting düzenledi. Miting alanına ulaşımın daha rahat gerçekleşebilmesi için alandaki bazı barikatlar eylemciler tarafından kaldırıldı. İstanbul’da bunlar olurken Başbakan Erdoğan, öğleden sonra saat beşte oniki günlük aradan sonra başkent Ankara’ya döndü. Esenboğa Havaalanı’nda kendisini karşılayan onbinin üzerinde karşılayıcıya hitap etti. Havaalanı’nda yaptığı bu konuşmadan sonra yolu üzerindeki Pursaklar, Altınpark ve Ankmall’da yarımşar saatlik birer konuşma yaptı. Daha öncesinde de Adana ve Mersin’de de konuşmalar yapmıştı; böylece aynı gün içinde altı ayrı konuşma yapmış oldu.

10 Haziran 2013, 14.gün Gezi’de mantık dersi Matematik profesörü Ali Nesin, Gezi parkı etkinlikleri kapsamında eylemcilere beyaz tahta önünde mantık dersi verdi.

“Gezi”nin uzun hikayesi

53


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Beşiktaş ve Dolmabahçe’deki çatışmalar sırasında yerlerdeki kaldırım taşları göstericiler tarafından sökülmüştü. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi ekipleri taşların söküldüğü yerlere beton dökmeye başladı. Akşam saatlerinde Adana, Antalya, Bursa, Çanakkale, Eskişehir, İzmir, Kocaeli ve Mersin’de Gezi Parkı eylemcilerine destek yürüyüşleri yapıldı. Bakanlar Kurulu toplantısının arkasından Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bir basın toplantısı yaptı. Başbakan Erdoğan’ın Çarşamba günü eylemcilerden bir grupla toplantı yapacağını duyurdu. Arınç, ayrıca “Olayların dış bağlantılı olduğuna dair somut delillerimiz var,” dedi. Arınç’ın basın toplantısının arkasından Taksim Dayanışması, “Başbakan kiminle görüşecek bilmiyoruz. Bize bir çağrı yapılmadı,” şeklinde bir açıklama yaptı.

27. Begüm ve Emre işleri ilerletiyor

Begüm ve Emre, o akşam Park yerine bir arkadaşlarının doğum gününe gitmeyi tercih etmişlerdi. Dönüşte Emre Begüm’ü evine kahve içmeye davet etti. Vakit erkendi. Begüm daveti geri çevirmedi. Emre’den gittikçe hoşlanmaya başlamıştı. Ancak hızla gelişen bu ilişkilerini kafasında anlamlandırabilmek için onun hakkında daha fazla bilgiye ihtiyacı vardı. Evini, hayatını öğrenmek istiyordu. Çok önemli değildi, ama onun Redhack üyesi olup olmadığını da gerçekten merak ediyordu. Moda da karanlık ara sokaklardan ; balkonlarından, pencerelerinden Gezi eylemlerine destek için tencere, tava çalınan evlerin arasından yürüyerek Emre’nin evine gittiler. Tencere, tava dışında aslında sakin bir gece sayılırdı; adeta eylemciler de, polisler de konuşmadan, anlaşmadan dinlenmeyi seçmişlerdi. Birazdan herkes uykuya yenik düşecek, kulağı zımbalı yüzlerce köpek İstanbul'un ve gecenin sahibi olacaktı. Begüm, Emre mutfakta kahve hazırlarken bekar evinden biraz hallice olan evdeki eşyaları teklifsizce karıştırmaya başladı. “Gezi”nin uzun hikayesi

54


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Müzik setinin yanındaki rafta CD’ler sıralanmıştı. Mozart, Bethoven, Eminem, Orhan Gencebay,… “Sen manyak mısın?” diye seslendi. “Ne dedin?” “Mozart’la Orhan Gencebay’ı bir arada dinleyebilen birisi ancak manyak olabilir.” “Senin aklın ermez.” Yalnız müzik zevkinde değildi, bu çelişki. Kitaplıkta da Bukowski’nin kitapları ile Dostoyevski’nin, Tolstoy’un kitapları yanyana durup onun bu şaşkınlığı ile dalga geçer gibi sırıtıyorlardı, sanki. “Sen gerçekten manyaksın.” “Niye?” “Değişik zevklerin var. Bu kadar farklı müzik türlerinin hepsini severek mi dinliyorsun?” “Evet?!” Emre, kahveleri getirmiş, karşısındaki koltuğa oturmuştu. Begüm, “Başka ne dinlemeyi seviyorsun?” diye sordu. “Seni…” Şaşırdı. Oysa ciddi bir cevap bekliyordu. Anlamaya çalışan bir ifadeyle baktı yüzüne. Muzipçe gülümsüyordu. O da güldü. “Sağol. Ay çok derinsin, etkilendim ve hatta çarpıldım. İçine girsem boğulurum diye korkmaya başladım.” Begüm, konuyu biraz değiştirmek ihtiyacını duydu. “ Ben artık ciddi kaçma planları yapıyorum.” “Nereden?” “Bu şehirden. Bana basıyor artık. Dayanamıyorum. Güneyde bir yerlere yerleşip, sakin, huzurlu bir hayat yaşamak istiyorum.” “Bu yaşta biraz erken değil mi?” “Çok ‘kazmapolit’ bir şehir oldu burası.” “Kozmopolit demek istiyorsun, yani.” “Gezi”nin uzun hikayesi

55


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

“Hayır, ‘kazmapolit’ demek istiyorum. Çok daha açıklayıcı.” “…” Emre, karşısında böyle garip şeyler konuşan, aptal sarışın pozundaki kızın yüzüne baktı. Güzel kızdı. Bu garip muhabbet de yeni tanışmış olmanın doğasından kaynaklanan dereden tepeden konuşulan saçmalıklar, diye düşündü.. Ortalığı biraz renklendirmek için mp3 çalarını açtı. Kaan Boşnak, derinden yüreğe sızan, günün anlam ve önemine uygun bir şarkısını söylüyordu. “ne sandın ki başta attığın gazdan korkup senden merhamet umucaz sen istediğin gibi yak haşla bu hayatı ne senden satın aldık ne de sana satıcaz istediklerimi ver bana yoksa sen taştan biz ağaçtan taraf olucaz”

28. Alina’nın babasının arkadaşları da Park’ta

Alina’nın babası hemen her gün Park’a geliyordu. Bazı geceler Park’ta sabahlıyordu. Bu defa arkadaşlarıyla beraber gelmişti. Beyaz saçlı, sakallı altmışlık adamlar, kadınlar, hepsi çok sevimliydi. Park’ın her bir köşesinde ayrı bir şenlik vardı. Güzel bir yaz akşamıydı. Gökyüzünde yıldızların selamını engelleyecek tek bir bulut yoktu. Hep beraber bir köşede koruyucusu oldukları ulu bir ağacın altında oturuyorlardı. Muhabbet koyu; çaylar Dayanışma’dandı. Türkiye’nin yakın tarihinin en hareketli dönemini yaşamış, bedelini de ödemişlerdi. Ölümler, işkenceler, hapislikler, kaçma göçme yılları, parasızlık, işsizlik; hepsinden “Gezi”nin uzun hikayesi

56


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

nasiplerini almışlardı. Yüzlerinde o yılların izleri olsa bile, yine de gözlerinin içinde umut ve sevinç vardı. Tarihe onurlu bir not düşmüş olmaları hayatla en önemli bağlarıydı. Ortalığa ilgi ve sevgiyle bakıyorlardı. Onca yıllık emeklerinin, mücadelelerinin boşa gitmemiş olmasının verdiği huzur yerleşmişti yüreklerine. Parktaki gencecik insanlar, onların gençliklerinde olduğu gibi parkalı, postallı, Stalin bıyıklı, sert haşin bakışlı değillerdi. Hemen hepsinin genellikle dile getirdikleri Gezi Parkı’ndaki bu direnişin, yeni bir ruh taşıdığıydı. Alina’nın babası: “Bu çocuklar senelerce apolitik diye aşağılandı. Bu gidişle biz dahil herkesi utandıracaklar,” dedi. Gezi, kendi mizahıyla, sanatıyla, söylemiyle yeni bir hayatın müjdecisi gibiydi. Daha şimdiden çok sayıda yeni şarkıya da ilham vermişti. Evet mizah!.. Mizah, bu direnişin en belirleyici özelliğiydi. Bu gencecik insanlar Orwell’in o muhteşem “Her şaka minik bir devrimdir” ifadesinin farkında mıydılar bilinmez, ama yaptıkları tam da buydu. Etraflarındaki gençlerin hep bir ağızdan söyledikleri şarkıya, Ali Şahin’in “Gezi: Faşizmin Anti-Tezi” şarkısına aradan sözlerini kaparak eşlik etmeye başladılar. “Bilgisayarın başında apolitik bir nesilken Baskınla yasağınla sabrımızı taşırdın. Birkaç duyarlı insan parkını savunurken Orantısız gücünle çadırlarını yaktın Açık saçık giyinme Vapurda, metroda öpüşme İnternette fazla sürtme 10’dan sonra içme Bak bu da bir insan İhtiyaçları olan Özgürce yaşamak Ve nefes almak falan. Solcu sağcı genç ve yaşlı Müslümanı, Allahsızı Fener, Cimbom, yetiş Çarşı Tek yumruk faşizme karşı…” Gezi, bu ülkede okuyan düşünen herkesin tarafını seçmek zorunda kaldığı bir kırılma anı olmuştu.

“Gezi”nin uzun hikayesi

57


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Akın Amca, eylemcilerin “gaz kardeşliği”nden etkilenmişti. Yakınlarda, Cihangir’de oturuyordu. “Mahallemizin çöp tenekelerini barikatçılara kaptırmak ve biraz gaz yemek dışında fazla bir zayiatım yok,” diyordu neşe içinde. Devamla; “Toplumsal eylemler insanların bilinç düzeyini önemli ölçüde değiştiriyor. Özellikle eyleme aktif olarak katılanlar, dünyaya daha farklı bakmaya başlıyorlar,“ dedi. Gaz bombaları direnişçilerin çoğunun gözlerini yakarak açmıştı, dünya gözlerinde başka türlü görünmeye başlamıştı bile. Bunun farklı bir boyutu da vardı; kitleselleşmiş toplumsal hareketler, yarattıkları sinerjiyle zamanın, çağın ruhuna, düşünce ve duygu biçimine katkı sağlıyorlardı. Müfit Amca, başka bir mevzuya takılmıştı: “Kozanın içindeki bir tırtıl gibi İstanbul,” dedi. Halinden uzun konuşmaya hazırlandığı belliydi. Müfit Amca, İstanbul hayalini anlatıyordu. Gözlerini yıldızlara sabitlemişti; sanki İstanbul’u dinliyordu konuşurken. “Bir tırtıla büyüteçle bakarsanız, inanılmaz bir zarafet ve güzellik göreceksiniz. Altındaki yaprak gibi yeşil gövdesi, minik tüyleri ve dokunaçlarıyla bir mücevher ustasının elinden çıkmış gibidir. Gün boyu elma, armut, meşe ve dut gibi ağaçlarda gezinip doymak bilmez bir iştahla yaprak yiyen bu kelebek larvaları, günü geldiğinde kendine bir koza örerek çirkin bir pupaya dönüşürler. Pupa evresindeki hayvan hareket edemez, kaçamaz, kendini savunamaz. Kuşlar bu kolay ve çaresiz ava bayılırlar. Sanki cansız gibi görünen kozanın içindeki pupa ise özündeki çelişkilerin doğrultusunda bir iç hareket yaşamakta, değişim geçirmekte, anatomik yapısı neredeyse tümüyle başka bir şeye dönüşmektedir. Buna başkalaşım yahut ta başka bir deyişle metamorfoz denir. Başkalaşım bitince kozadan çıkan böcek, narin kanatlarını bir iki saat kuruttuktan sonra havalanacak, çiçekten çiçeğe uçmaya başlayacaktır. O güzel tırtıl, çirkin bir kozanın içinde geçirdiği değişim evresinden sonra, artık zarif ve göz alıcı bir kelebektir. İstanbul’umuzun yaşam öyküsünü bazen bir kelebeğinkine benzetirim. Dün doğanın ve tarihin kalemiyle yontulmuş, hayranlık uyandıran bir mucize. Tıpkı minik tırtılımız gibi. Bugün yoğun nüfusuyla beton koza içine hapsolmuş, deprem ve başka belalara karşı savunmasız kalmış bir karabasan. Çirkin ve çaresiz bir pupa gibi. Yarın ise kozayı yırtarak sağlıklı ve mutlu bir ortama dönüşecek cıvıl cıvıl bir metropol. Rengarenk bir kelebek gibi. “Gezi”nin uzun hikayesi

58


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

İstanbul şimdi bu başkalaşımın ortasında. Hepimiz bir ömür boyu tırtılın koza ördüğü evreyi yaşadık. Kentimizin gün be gün çirkinleşmesini, yaşanılmaz hale gelmesini, doğal, tarihsel, kültürel ve estetik değerlerini yitirerek sıradanlaşmasını izleyerek karamsarlaştık. Değişimin bizi ancak daha kötüye götüreceğine, hayırlı olanın geride kaldığına inanır olduk. Oysa çare açık: İstanbul’un artık bu kozadan çıkması zorunlu. Kozayı yırtabilmek içinse, içimizdeki kötümserlikle de, gözü kör nostaljiyle de hesaplaşmamız gerekiyor. Kozadan tekrar tırtıl çıkamayacağı gibi, 25 yıl öncenin, 50 ya da 100 yıl öncenin İstanbul’unu da tekrar yaratamayız. İstanbul bir daha asla 3, 5 ya da 10 milyonluk bir kent olmayacak. Geçmiş geçmişte kaldı, dünden ve bugünden ise yarına sadece koruyup sakındığımız eser, doku ve hatıralar kalacak. Bir kozadan sadece iki şey çıkabilir: Ya canlı bir kelebek, ya da değişimi reddetmiş ölü bir pupa. Bu kozadan da ya modern bir kent çıkacak, ya da sakinlerini atalete ve mutsuzluğa mahkûm etmiş bir insan istifi.” Müfit Amca sözlerini bitirdiğinde herkes gözleri onun gibi yıldızlara sabitlenmiş, suskunlanmış, düşünüyordu. Gözler daha sonra umutsuzluğa bayrak açmış, kentlerini savunan, kozadan değerlerini korumuş modern bir kent çıkarma inancıyla coşkulu, neşeli genç insan kalabalığına çevrildi.

29. Müdahale edilmeyecek denilmişti, ama…

Vali, söz vermişti. Müdahale edilmeyecekti. Parkın içi sakindi. Polisler köşelerine çekilip mevzilenmişlerdi; müdahale emri verilmediği için onlar da sakindi. Bu sakinlik vicdanı olan her insan için iyi bir şey olsa da bir haberci için tabii ki arzulanmayan bir durumdu. Alina ve Pavel, kendilerine muhtemel bir olayı görebilecekleri, ancak güneşin onları taciz edemeyeceği gölgede bir yer seçip, beklemeye başladılar. Taksim’de hayat normal seyrine yeniden dönmüş gibiydi. Onlardan önce gölgeye sığınan başkaları da vardı. “Gezi”nin uzun hikayesi

59


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Konuşmak için bahane arayan boyacı “Bak,abla,” dedi, az ötede bekleyen güzel kızı göstererek, “Bu kız var ya,...birazdan kalantor bir herifle buluşacak.” “Bunu tahmin etmek zor bir şey değil ki, böyle güzel bir kız sen gibi bir çulsuzla buluşacak değil ya,” diye takıldı yanında tezgah açmış piyangocu. “Yok ya...Sen sanki pek çulluydun,” diye çıkıştı boyacı. İstanbul’un en kıyak yerlerinden birinde tezgah açmışlardı. Günün her saatinde tıklım tıklım dolan Amerikan hamburger restoranlarından birinin yakınındaki bir apartmanın girişini iş yeri bellemişlerdi. Biri ayakkabı boyacılığı, diğeri ise piyango bileti satıcılığı yapıyordu. Hamburgecinin önü önemli buluşma yerlerinden biriydi. Merkezi ve çok bilinen bir yerdi. Canları sıkıldıkça bekleleyenlerden kimin nasıl biriyle buluşacağını tahmin etme oyunu oynuyorlardı. Senelerden beri aynı yerdeydiler. Apartman sakinleri de alışmışlardı onlara. Ses çıkarmıyorlardı kapının önüne oturmalarına. Ahbaplık bile oluşmuştu aralarında. Faydaları olmuyor da değildi. Yabancı ve şüpheli insanların apartmana girmelerine engel oluyorlar, güvenliğini sağlıyorlardı, bir anlamda. Boyacı da, piyangocu da yoksul, ama olgun, aklı başında , iyi insanlardı. Apartmanda oturanlarla birbirlerini ismen tanırlar, her karşılaştıklarında selamlaşır, hal hatır sorarlardı. Apartmanın kapıcısı boyacının yakın köylerden hemşehrisiydi. O da onları kolluyordu. Boyacı sandığını akşam eve giderken merdiven altındaki depoya bırakıyordu. Eh işleri fena sayılmazdı, ama bu son olaylar yok mu, bütün işleri bıçak gibi kesmişti. Meydan bir koşma, kaçma, kovalama mekanı haline gelmişti. Bildik seyyar satıcılar ortama uyup, iş değişikliği yapıp, baret, gaz maskesi, su, limon gibi güne uygun şeyler satmaya başlamışlardı. “İki milyon. Son biletler. Size bile çıkabilir,”diye bağırdı, piyangocu. “Sen milyonda kaç sıfır var, biliyor musun?”diye takıldı, boyacı yeniden. “Ne’bleyim ben. Zaten çok lazım da değil.” “Bana da bir çeyrek ayırmayı unutma. Parasını yarın veririm.” “N’aparsın, büyük ikramiye sana çıksa?” Boyacı bilmem der gibi boynunu büktü. “Soğanın cücüğünü yerim deme sakın, kafa atarım.” “Boş ver kafanı yorma. Nas’olsa bize çıkmaz.”

“Gezi”nin uzun hikayesi

60


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Kaldırıma bir Cherokee cip yanaştı. İçinde şoför koltuğunda oturan iş adamı kılıklı genç, yakışıklı bir adam uzanarak ön kapıyı açtı. Az ötede bekleyen güzel kız, yüzünde gülücüklerle koşturup arabaya bindi. Birbirlerini yanaklarından öptüler. “Bak demedim mi, sana bu kız kalantor bir herifle buluşacak diye? Bildim işte.” Güneş çekilmeye başlamıştı. Bir ara köşeye arasıra takılan doğulu simitçi çocuk bir tabla simitle gelip, hamburgecinin önünün bereketinden yararlanarak iki saat içinde simitlerin hepsini satarak mutlu bir şekilde gitti. “Simitçi, Amerikan hamburgecisine rakip oldu,”diye gülüştüler. “Bu sefer ben tahmin yapacağım. Sırt çantalı, öğrenci kız annesiyle buluşacak. Alışverişe gidecekler beraber.” “Ben de erkek arkadaşıyla buluşup, sinemaya gidecekler, diyorum.” Bu muhabbeti izlemek hoştu. Ancak birden ortalık hareketleniverdi. Polisler, parka saldırı pozisyonu aldı. Durumu anlayan ve bir süredir deneyim kazanan boyacı sandığını, piyangocu tezgahını kapıp daha güvenli olan apartmanın içine girdiler. Hani Vali sözvermişti: Müdahale edilmeyecekti. Vali, karar değiştirmiş, ya daha yukarlardan bir yerden sıkı bir fırça yemişti. Fırça yukarlardan başlayıp aşağılara kadar gelmişti belli ki.

30. Alina’nın defterinden 11 Haziran 2013, 15.gün Çevik güç on gün sonra Taksim’de

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, sabah saat sekizde twitter hesabından Taksim Alanı’na yönelik bir çalışma yapılacağını duyurmuştu. Gayenin Cumhuriyet Anıtı ve AKM’nin ön cephesindeki pankart ve resimlerin kaldırılması olduğunu Gezi Park’na ve Taksim Meydanı’na dokunulmayacağını söylemişti. “Gezi”nin uzun hikayesi

61


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Bu açıklamanın hemen arkasından Gümüşsuyu Caddesi tarafından çok sayıda polis Taksim Meydanı’na girmişti. Alandaki pankartlar indirildi ve Meydan boşaltıldı. Birkaç kişilik bir grup polisle çatıştı. Öğlene doğru Gezi Parkı’ndan inen eylemciler, çatışan grupla polis arasında bir insan zinciri oluşturdu. Bu arada yine öğlen saatlerinde Çağlayan’daki Adalet Sarayı içindei eylemcilere destek açıklaması yapan acvukatlara müdahale edildi. Kırkdokuz avukat gözaltına alındı, altı saat sonra serbest bırakıldılar. Öğleden sonra polis yeniden Taksim’e girdi. Taksim’de polisin bazı basın mensuplarına karşı sert müdahalesinin olduğu gözlemlendi. Akşamüstü Vali Mutlu, yine twitter hesabından polisin Taksim’deki bekleyişinin pankart ve flamaların yeniden asılmasını önlemek için olduğunu Gezi Parkı’na karşı bir müdahale olmayacağını duyurdu. Bunun üzerine polis, AKM’nin önüne doğru çekildi. Polisin çekilmesiyle birlikte Taksim Meydanı’ndaki kalabalık arttı. Aynı saatlerde Ankara’da ve İzmir’de destek yürüyüşleri başladı.. Vali Mutlu, Gezi parkı’na müdahale edilmeyeceğini duyurmuştu, ama akşam saatlerinde AKM’nin önünde bekleyen polisler, TOMA ve biber gazlarıyla Gezi Parkı’nın girişine doğru müdahaleye başladı. Atılan gaz bombalarının bazıları Park’ın içine düştü. Parkın girişine kadar giren polis buradaki çadırları yıktı. Çatışmalar sabah saatlerine kadar sürdü. Gazi Mahallesi’nde göstericiler, çevre yoluna çıkarak yürüyüşe geçti. Ankara’daki gösteriler geceyarısından sonra özellikle, Kennedy Caddesi ve Bestekar Sokak civarında yoğunlaştı. *** Kaçan, sokak aralarına girenler şanslıydı. Ama bir de kaçamayıp, polislerin arasına düşenler vardı. Yaşlı bir adam polislere: “Gezi”nin uzun hikayesi

62


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

“Ne vuruyorsun? Oğlum yaşındasın!” diye bağırıyordu. Orta yaşın üzerinde bir kadın, kızıyla beraber gelmişti. Kadına polisler sordu: “Eylemci değilseniz ne işiniz var burada?” Kadının cevabı açıklayıcıydı: “Evde oturup, merak içinde bekleyeceğime beraber geldim.” Kadın devam etti: “Niye yapıyorsunuz bunları, bu çocuklar hepimizin evlatları. Sizin çocuğunuza yapılsa iyi mi olur?” “Sizin çocuğunuza yapılsa iyi mi olur?” sözü Ramiz’in kulağından girip, yüreğinin en derin yerlerine ulaştı. Aylar sonra hayata merhaba diyecek kendi çocuğunu düşündü. Bu soru iyi olmamıştı. Ramiz, doğacak çocuğuyla birlikte geçirecekleri güzel günleri; ailecek sahilde yürüyecekleri, parkları, bahçeleri gezecekleri günlerin hayalini kurarken böyle bir soruyla karşılaşması iyi olmamıştı.

31. Arif Bey’in endişeleri artık had safhada

Kedicik günlerdir ortalıkta olmayınca Arif Bey’le, Sabahat Hanım’ın merakı, endişeleri iyice artmıştı. Bu normal bir durum değildi. Kapıcı yıllık iznini kullanmak için memleketine gitmişti. Bunu da bahane edip Arif Bey, ekmeği ve gazeteyi almayı bahane edip dışarı çıkıyordu. Yolunu uzatıp, kocaman bir daire çizip, her sabah başka sokakları dolaşıp bakkala gidiyordu. O gün İskeleye kadar indi. Sahilde yürüdü. Ortalık toz duman içindeydi. Bu durumu görünce endişeleri daha da artıyordu. “Gezi”nin uzun hikayesi

63


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Kediciğin başına kötü bir şeyler mi gelmişti? Ancak ümidini kaybetmemişti. Çapkın, günün birinde, yine eskiden olduğu gibi eve dönecek diye umutlanıyordu. Karısının endişelerini arttırmamak çok fazla şey anlatmamaya karar verdi. Arif Bey, eve dönünce bu defa da bulduğu başka bir şiiri astı. “Bir gün, Lodos değişiklik yapsa, Mesela Kuzeyden esse Kadıköy-Karaköy vapuru karar değiştirse Tornistan edip Kanlıca’ya yanaşsa Erguvan çiçekleri kıyak yapıp ağustosa kadar uzatsa Boğaziçi’ndeki misafirliklerini Martılar kedileri yemeğe davet etse Mesela Mustafa’nın karnesinde bütün notları “pekiyi” olsa… Kemal amcamın romatizma ağrıları sona erse Sahil boyunca yorulasıya yürüse, Ciğerlerine çekse Boğaziçi’ni, Balık ekmekle yeniden merhaba dese İstanbul’a Ada vapuru iskelesinde elinde bavuluyla Dimitri amcama rastlasam Altı Yedi Eylül’den sonra Yunanistan’a kaçan. Yüzünde kocaman bir gülücükle “Vre, dayanamadım vatanıma geri döndüm, dese. Gülfidan’ın kocası pazardan eve iki file dolusu zerzevatla gelse Gülümser teyze ağızlarına biber sürse Biber gazı atanların Savaş, sadece eniştemin ismi olsa, Simitçi Ramazan’ın cebinde yürürken metal paralar şıngırdasa, “Umuut var, taze umut var!” diye bağırsa… Hastaneler, hapishaneler boşalsa, Okullar, fabrikalar, pazarlar, tıka basa dolsa. Pazar yerleri şenlik mekanı olsa, Buzdolapları ağzına kadar, tıka basa dolu olsa, Ciğercinin kedisiyle, sokak kedisi arasında musavat olsa… Enflasyon, devalüasyon, açlık, işsizlik, vesair muzırat Birer Bir Nisan şakası olsa. Bir Mayıslarda hep tozsuz, gazsız şenlik olsa… Bayraklar süslese meydanları Yollar yürümekten aşınsa Güneş öldürse mikropları, Temizlese pislikleri. Umutlar yeşerse, hayaller gerçek olsa… Yalanlar, gerçeklerden tırsıp, terk eylese diyarı.

“Gezi”nin uzun hikayesi

64


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Aşık olsa Varoşların bütün kızları... Sevinçten deli olsak, Her gün, ama her gün bayram olsa… İşte, Ben, O zaman her gün kutlarım yaşıyor olmanın mutluluğunu Çengelköy’deki çay bahçesinde. Fazlasında valla billa gözüm yok; Bir bardak çay, yanında bir simit yeter.”

32. Alina’nın defterinden

12 Haziran 2013, 16.gün Müdahalenin arkasından Gece boyunca yapılan müdahaleler ve çatışmalar sonrasında Meydan yorgun düşmüştü. Gün ağardığında Meydan’a polisler ve iş makineleri hakimdi. Bütün gece boyunca devam eden polis müdahalesinden sonra 12 Haziran’da Gezi Parkı güne yağmurla uyandı. Taksim Meydanı, bir savaş alanı gibiydi. Barikatlar kaldırılmıştı. Meydan’ın bir iki köşesinde polis araçları ve TOMA’lar bekleşiyordu. Taksim Anıtı, günlerdir onu sarmalayan pankartlardan, flamalardan, bayraklardan temizlenmiş ve yalnızdı. Etrafında dün onu korumakla görevli polisler bile yoktu. Atatürk Kültür Merkezi de öyle. Başbakan’ın “paçavralar” dediği bez pankartlar, flamalar, posterler kaldırılmıştı. Önünde sadece sıra sıra polis araçları vardı. Gezi Parkı’nın Taksim Meydanı tarafındaki girişiyse yine barikatlarla kapatılmıştı. Taksim Meydanı’nın son ondört günlük kalabalığı yoktu, ama Park’ın içinde Gezi Direnişi’nin artık alışılmış havası hala devam ediyordu. Coşkusu da öyle…Bir gün önceki polis müdahalesinde bir kısım çadırlar yıkılmış da olsa hayat rutinini sürdürüyordu. Yağmur var, yağmurluklar dağıtılıyor. Ortalık temizleniyor.. Birlikte kahvaltı yapılıyor. Ve halay… Yoğun gecenin ardından yorgun olanlar dinlenmeye çekiliyorlardı. “Gezi”nin uzun hikayesi

65


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

33. Atatürk endişeli Taksim’de sis bulutları dağılmış, ortalık sakinleşmişti. Ancak Meydana meydan demek için bin şahit gerekiyordu. Sadece İstanbul’un değil, Türkiye’nin merkezi olmak Taksim’e özgü bir şeydi herhalde; ancak şu andaki haliyle bir metropolün meydanı olmaktan çok uzaktı. Olayların merkezinde yer alan Taksim Anıtı’nda Atatürk sanki olan bitenleri endişeyle izlemiş olmanın hüznüyle, dalgın gözlerle meydana bakıyordu. Çevresindekiler de öyle… Sanki Sakarya Meydan Muharebesi’ni izler gibi izlemişti olanları. Alina, kameraman Pavel’e “Paşa, gel ortalık biraz aralanmışken bir kaç görüntü alalım,” dedi. Bu boşlukta Rus izleyicilerin ilgisini çekecek başka bir haber yapmak fikri gelmişti birden aklına. Türkiye’nin en ünlü meydanı Taksim’de yer alan Taksim Anıtı’nın herkes tarafından bilinmeyen ilginç bir hikayesi ve sırrı vardı. Alina, bunu Rusya’dan biliyordu. Taksim'deki Cumhuriyet Anıtı'nın açılışının yapıldığı 1928 yılından beri, Atatürk’le beraber Taksim'e bakan anıtta yer alan grubun içinde iki Rus generali vardı. Yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nun varisi genç Türkiye Cumhuriyeti ile Rus Çarlığı’nın varisi Sovyetler Birliği’nin o yıllardaki dostluğu bilinen bir gerçekti. Gerek Kurtuluş Savaşı gerekse Cumhuriyet'in kuruluşunda "Bolşevikler"in maddi ve manevi desteğine bir nebze teşekkür etmek için o iki generalin heykeli oraya konmuştu. Anıtta Mustafa Kemal Atatürk’le birlikte yer alan grupta İsmet İnönü'nün arkasındaki figür, Kızıl Ordu'nun kurucusu olarak bilinen Frunze, az sayıda askeriyle Ekim Devrimi'ne yaptığı katkısı ile biliniyordu. Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra bile efsane olmayı sürdürüyordu. Mareşal Fevzi Çakmak'ın arkasındaki ise Sovyet Orduları Başkomutanı Voroşilov'du. Cumhuriyetin 10. yıl kutlamalarına da katılan Voroşilov II. Dünya Savaşı'nda mareşal ünvanını almıştı. General Mihail Vasilyeviç Frunze, Sovyetler Birliği tarihi içinde önemli bir yere sahipti. Lenin'in özel talimatıyla, olağanüstü elçi sıfatıyla 13 Aralık 1921'de Ankara'ya gelmiş, onuruna düzenlenen mitingde yaptığı konuşma büyük etki yaratmıştı. Millet Meclisi'nde de konuşma yapmıştı. Frunze, Mustafa Kemal'le yakın ilişki kurmuş, Sakarya cephesini gezmişti.

“Gezi”nin uzun hikayesi

66


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Yefremoviç Voroşilov'un Türkiye için önemi ise şuydu: Ulusal kurtuluş savaşının sürdüğü yıllarda askeri bilgisiyle savaşın taktik ve stratejisine katkıda bulunması amacıyla Ankara'ya gönderilmişti. Mihail Vesilyeviç Frunze ve Kliment Vefremoviç Voroşilov... Bolşevik devriminin generalleri. Atatürk için "özel" adamlardı. Çünkü, Kurtuluş Savaşı'nda dünya Anadolu halkına silah doğrultmuşken, genç Türkiye’ye destek veren Sovyetler'in "apoletli elçileri"ydi onlar... Frunze, 1921'de TBMM kürsüsüne çıkmış, Rus halkı adına, Sakarya Zaferini kutlamıştı. Voroşilov ise, "silahsa silah, paraysa para, isteyin verelim" demek için, savaşın en zorlu günlerinde Ankara'daydı. Atatürk, onları unutmadı hiç. Bizzat, Atatürk'ün emriyle dahil edildiler, Anıt'taki figürler arasına... 1928'den beri orada, Taksim'in göbeğinde, Atatürk'ün hemen yanıbaşında duruyorlardı. Pavel, kamerasıyla Anıt’ın etrafında dönerek Alina’nın söylediği ayrıntıları görüntüledi. Taksim Anıtı’nın dört cepheli kaidesinin kuzey yüzünde Kurtuluş Savaşı, güney yüzünde Cumhuriyet Türkiye'si canlandırılmıştı. İki yan cephede sancağı dalgalandıran Türk askeri vardı. Kurtuluş Savaşı'nı canlandıran cephede, başında kalpağı ile savaş giysili askeri üniforması içinde Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın Kocatepe'deki pozu canlandırılmıştı. Yanında piyadesi ile, süvarisi ile, topçusu ile kahraman askerleri yer alıyordu. Bir de savaşın lojistik destekçisi fedakâr Türk kadını yere bağdaş kurmuş savaşı izliyordu. Önünden her gün binlerce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının gelip geçtiği Taksim Cumhuriyet Anıtı yıllardır orada dururken, Atatürk, Rus generalleri yanına yerleştirmişken; nasıl olup da, 1950'den itibaren, Kurtuluş Savaşı'nda Anadolu halkına kurşun sıkanlarla kanka olunup, destek verenlere düşman olundu o da ayrı bir konuydu. Haber Müdürü İvan Petroviç, muhtemelen bu habere bakınca “Ya kızım, biz seni şu andaki olayları haber yap diye gönderdik, şimdi yaptığın bu tarihi haberin ne ilgisi var?” diyecekti. Ama Alina, biliyordu; çok ilgisi vardı.

34. Alina 12 Haziran 2013 günü haber notlarına devam ediyor

Geceyarısı CHP genel Başkanı Kılıçdaroğlu, partisinin Merkez Yürütme Kurulu’nu topladı. Toplantının arkasından Cumhurbaşkanı Gül’e “liderler zirvesi” çağrısı yaptı. “Gezi”nin uzun hikayesi

67


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Akşamüstü saat beşte Başbakan Erdoğan,onbir kişilik bir Gezi Parkı heyetiyle bir araya geldi. Toplantıya heyetin dışında bazı bakanlar da katıldı. Toplantı sonrasında görüşmeye katılan Gezi Parkı Heyeti’nin Park’ın içindeki eylemcileri temsil etmediği eleştirileri yapıldı. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, bir basın açıklaması yaparak toplantıda Başbakan Erdoğan’ın Gezi parkı için referendum seçeneğinin ilgili kurumlara götürülebileceğini belirttiğini söyledi.

13 Haziran 2013, 17.gün Eylemcilerin profili Eylemcilerin profili çıkarılmıştı. KONDA Araştırma ve Danışmanlık Şirketi, 6-7 Haziran tarihlerinde Gezi Parkı’nda 4411 eylemci ile yaptıkları anketin sonuçlarını açıkladı. Bu anketin sonuçlarına göre; eylemlere katılanların yaş ortalaması 28’di, eğititim seviyeleriyse Türkiye ortalamasının üzerindeydi. Ankete katılanların yüzde 79’u hiçbir siyasi partiye, derneğe, vakfa veya bir sivil toplum kuruluşuna mensup değildi. Neden bu eyleme destek veriyorsunuz sorusuna ise yüzde 58,1’i “Özgürlüklerin kısıtlanmasına karşı oldukları” cevabını vermişlerdi. Sağlık bakanı Mehmet Müezzinoğlu, TBMM’de bir grup gazeteciye yaptığı açıklamada Gezi Parkı eylemcilerinin kurdukları revirlerde tedavi yapan ve ilaç yazanlar için suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi. Gezi Parkı eylemleri devam ederken bir anda Taksim’deki Cumhuriyet Anıtı’nın altında duyarlı bir müzisyen, Almanya’dan direnişe destek vermek için gelen piyanist Davide Martello, piyanosuyla belirmiş ve müzik yapmaya başlamıştı. Piyanist Martello, o gece de, üst üste ikinci gece saat onda Taksim Meydanı’nda piyanosunun başında 13 saat sürecek bir konser vermeye başladı. Eylemlere katılan katılmayan birçok kişinin daha önce hiç yaşamadığı güzel anlar yaşamalarına katkıda bulundu.

35. Anneler de Gezi’de

“Gezi”nin uzun hikayesi

68


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Vali Hüseyin Avni Mutlu, Gezi Parkı’nda çocuğu olan annelere yönelik “Gelin çocuklarınızı alın” çağrısında bulunmuştu. Ancak 13 Haziran akşamı saat dokuzbuçukta yüzelli kadar anne çocuklarını almaya değil, ama Gezi eylemindeki çocuklarına destek vermek için ellerinde pankartlar ve “Anneler burada, Başbakan nerede?”, “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganlarıyla Taksim Meydanı’na gelerek el ele tutuşup, insan zinciri oluşturdular. Başbakan, yıllar önce bir çiftçiye “ananı da al git” demişti. Genç bir kız, “anamı da aldım geldim” yazan bir pankartla, annesinin elinden tutup gelmişti. Yanındaki annesi de “Çapulcu anne” pankartı taşıyordu. Çocuklarımızın başına kötü bir şey gelir mi diye endişelenseler de anneler de alışmıştı olaylara sabahları evden çıkarken “Yağmur var, şemsiyeni aldın mı?” diye sorar gibi, “Gözlüğünü, maskeni unutma, gaz var,” diye uyarıyorlardı. Sinem, kendi annesini de diğer annelerin arasında görünce deliye döndü. “Ayy sen de mi geldin!? Hoşgeldin Park’ımıza tatlışım.” Halası, Sinem’den aldığı boş bir gaz bombası kapsülünün içine diktiği bir çiçeği onlara hediye olarak getirmişti. Saksı niyetine gaz kapsülünü temizlemiş, içine toprak ve daha yeni filizlenmiş güzel bir çiçek koymuş, iyice sulamıştı. Alina’yla öpüşürken, “Şeker Bayramı kutlaması olsa ailenin bu kadar ferdi bir araya gelemezdik,” dedi gülerek. Asıl sürpriz Alina için olmuştu kuşkusuz. Kalkıp Moskova’dan iş için gel; bu, babanla, halanla, kuzeninle bol bol hasret gidermek için vesile olsun… “Bundan iyisi, Şam’da kayısı,”dedi Alina. Şam, deyince aklına geldi. Bütün Suriye’de ve başkenti Şam’da, yani Damascus’ta, Damask’ta şu anda kanlı bir kardeş savaşı vardı. Ahh ah,..dünya tarihindeki bilinen ilk cinayet olan Kabil ile Habil olayının da Şam'ın kuzeyindeki Kasyun Dağı'nda gerçekleştiğine inanılmıyor muydu? Bu coğrafyadaki kardeş kavgası ne zaman bitecekti? Babasına sorsa cevabını biliyordu; “Bu savaşlardan çıkar umanlar, sağlayanlar bittiği zaman,” diyecekti. Lenuçka, sevgili iş arkadaşı Elena Vladimirovna Suriye’ye gidecekti. “İnşallah başına kötü bir şeyler gelmez,” diye temennide bulundu içinden. Elena’yı hatırladı ya, “iti an, çomağı hazırla,” ya da “iyi insan lafının üstüne gelir,” açık olan tableti vınlamaya başlamıştı, Skype hesabından Haber Müdürü İvan Petroviç arıyordu. “N’aber Alina?” “Gezi”nin uzun hikayesi

69


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

“İyiyim Vanya, sen nasılsın?” “Normalna. Alinuçka, hem bir hatırını sorayım, bir ihtiyacın var mı diye yoklayayım dedim, hem de çok iyi gittiğinizi söyleyeyim, diye aradım.” “Gerçekten mi?” “Gerçekten. Bak artık iyi bir gazeteci olduğunu kanıtlamaya başladın. Burada hep senden bahsetmeye başladılar. Ünün yayılıyor.” “İyi bir kadın savaş muhabiri olarak öyle mi? Darya Aslamova gibi mi?” “Nerden çıktı şimdi bu? Senin tarzın çok farklı ve bence daha iyi.” Bunu duymak iyiydi. Darya Aslamova, bol miktarda cinsellik ve biraz da gazeteciliğiyle ünlü bir kadın Rus gazeteciydi. Her fırsatta “ilk Rus kadın savaş muhabiri” olduğunu belirtmeye meraklıydı. Haber ve başarı için cinselliğini kullanmaktan çekinmeyen, onu anlatan bir yazının başlığında olduğu gibi “Savaş ve seks için doğmuş bir kadın”. Bir sohbette “çantamdan prezervatif asla eksik olmaz” demişti. Bir gazeteci olarak “gündem yaratmak” kadar “gündem olmayı” da seviyordu. “Herkesin yoğurt yiyişi farklı, senin başarın yeni yeni fark ettiğin yeteneklerinle olacak,” diye devam etti İvan Petroviç. İvan’ın ağzından bal damlıyordu. Alina, tablet bilgisayarının yönünü değiştirdi. “Bak, Vanya, sana buradaki şu andaki atmosferi göstereyim.” Tabletinin kamerasını Park’taki kalabalığın üzerinde gezdirdi. “Muhteşem değil mi?” “Evet, gerçekten güzel bir ortam var,” dedi İvan Petroviç, “Alina, ancak dikkatli ol, seni oraya haber yapman için gönderdik, sakın bir eylemci gibi davranıp tarafsız haber yapma duyarlılığından uzaklaşma.” “Merak etme, sevgili haber müdürüm, güvendiğin bir gazeteci olarak tarafsız haber yapma ilkeleri konusunda hassas olacağımdan emin olabilirsin.”

36.

“Gezi”nin uzun hikayesi

70


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Vali Mutlu, eylemcilerle görüşüyor Alina’nın gece mesaisi bitmemişti. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, 13 Haziran’da twitter daveti üzerine Dolmabahçe Saat Kule Kafe’ye gelen yaklaşık altmış kişiden oluşan bir grup Gezi Parkı eylemcisiyle geceyarısı buluşarak sabah saatlerine kadar süren bir görüşme yaptı. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Dolmabahçe’de direnişçilerle görüşmeden önce kameralar karşısına geçtiğinde direnişçilerden birinin Vali’nin iki gün önce ‘müdahale olmayacak’ açıklamasına rağmen polisin çok sert müdahalede bulunmasına tepki göstermesi üzerine Vali Mutlu, dayanamayarak duruma ‘kelime-i tevhid’ ile karşılık verdi. Vali Mutlu, Gezi Parkı’nda sürekli olarak kalanların sayısının yaklaşık binbeşyüz kişi olduğunu ve bu yüzden toplantıya katılanların sayısının bu oranda olmasının önemli bulduğunu söyledi. Bir eylemci yakınıyordu: “Benim buraya gelme nedenim şu, bir şey benim kanıma çok dokundu. Marjinal değilim. Onaltı gündür Başbakan tarafından sürekli olarak marjinal olarak ifade edilmekten sıkıldım ve üzüldüm,” diyordu. Böyle bir görüşmeyi başından beri istediğini ifade eden Vali Mutlu, “Bu diyaloğu başından beri her zaman arzu etmiştim. Mevcut gelişmeler şimdi bu fırsatı yarattı. Daha önceden yapmak gerekirdi. bir eksiklikti,” dedi. Bir başka eylemci: “Sizin de Geziye gelmenizi isterdik,” dedi. Vali Mutlu, “Vallahi gelmek isterim. Samimi söylüyorum,” diye cevap verdi. Bir eylemci: “Kimsenin güvenliğe ihtiyacı yok, güvenliğinizi sağlarız,” diyerek Vali Mutlu’yu Gezi Parkı’nda öğle yemeğine davet etti. Bunun üzerine Vali Mutlu: “Gezi”nin uzun hikayesi

71


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

“Kokoreç yoksa gelmem. Kokoreç varsa gelirim,” dedi. Alina, bunu Sean’e tercüme edince merakla sordu: “Kokoreç ne demek?” Alina, fısıltıyla: “Türklere özgü bir yiyecek; ben sana bir ara yediririm, anlarsın,” diyerek kısa kesti. Eylemcilerin çoğu, muhabbetin koyuluğundan mutlu olmakla birlikte, Vali Mutlu’dan net ve kesin cevaplar alamamaktan şikayetçiydi. Müdahalelerin sertliğinin sebebi ve ileriye dönük müdahale olup olmayacağı, Gezi Parkı’nın akibetinin ne olacağıyla ilgili sorular hep yuvarlak cevaplarla geçiştirildi. Bir kısım direnişçi, ‘Net çözüm ve cevapları zaten beklemiyorduk. Yeter ki bir diyalog köprüsü kurulsun, daha yakın temas halinde olalım amacıyla görüşmeye geldik. Böyle de oldu,” diyordu. Direnişçilerin görüşmeyi görüntülü kaydetmek istemesi üzerine tartışma yaşandı. Görüşme sırasında sadece TRT Haber kameraları kayıttaydı. Vali Mutlu, görüşmeyi kendi kameralarıyla kaydetmek veya görüntü almak isteyen direnişçilere izin vermedi. ‘Burada sadece devletin kanalının kamerası var, o da sizin izninizle,’ diyerek diğer kameralara izin vermeyeceğini söyledi. Dolayısıyla kameraman Pavel’e de bir kenarda oturmak düştü. Aynı saatlerde Başbakan Erdoğan da Başbakanlık Resmi Konutu’nda, bazı sanatçılar ve Taksim Dayanışma Platformu temscilcilerinin bulunduğu onaltı kişilik bir grupla bir başka sürpriz toplantı yapıyordu. Bu toplantı da sabaha karşı saat üçbuçukta sona ermişti.

37. Ateş bacayı sarıyor; aşk, engel, barikat, mekan, biber gazı dinlemiyor

“Gezi”nin uzun hikayesi

72


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Sinem, dedikoduyu sevmem, diyordu, ama zararsız minik haberleri Alina’yla paylaşmaktan da keyif alıyordu. Alina’ya gelince; onun işi zaten gazetecilik, önüne gelen herkesi dinlemek, haberler almak mesleki alışkanlığıydı. Begüm, Emre’nin Tunceli’li bir alevi-kürt olduğunu öğrendiğinde çok şaşırmıştı. Selanik göçmeni bir ailenin çocuğu olan İzmir Karşıyaka’lı bir kolej kızı için bazı şeyleri hemen hazmetmek kolay değildi. Ancak ateş bacayı çoktan sarmıştı. Asıl zorluk emekli jandarma albay babasına ve annesine durumu izah etmekteydi. Babası Anadolu’nun hemen her köşesinde yaşadığı tayinlerinde Türkiye’nin sadece Batıdan ibaret olmadığını öğrenmiş ve biliyordu. Garnizonlarda, asker kışlalarında her sınıftan, her dinden, mezhepten, milletten askerle karşılaşmıştı. Hele hele Doğu’da görev yaptığı zamanlarda edindiği deneyim az buz değildi. Zaman zaman yakından bildiği yoksul Kürt köylerinde gördüklerini, yaşadıklarını anlatırdı. O zamanlar çok küçük olan Begüm’e anlatılanlar bir masal gibi gelirdi. Bir başka sorun da Emre’nin babasının emekli astsubay olmasıydı. Telefonda kısaca ilişkilerinden bahsettiğinde babası Emre’nin babasının da asker kökenli olduğunu duyunca çok keyiflenmişti. Ancak rütbesini öğrendiğinde sus pus olmuştu. Öyle ya biricik kızını paşa çocuklarıyla evlendirmeliydi. Annesi, bütün anneler gibi uzlaştırıcıydı, “Yavrum, siz iyice düşünüp karar verdiyseniz, mutlu olacaksanız bize bir şey söylemek düşmez,” diyordu. Ancak yine de telefondaki her konuşmanın sonunda kendisini tutamayıp ağlıyordu. Velhasılı zor bir durumdu; ama aşk, bütün engelleri aşacak gibi görünüyordu.

38. Alina’nın notları

14 Haziran 2013, 18.gün Ethem Sarısülük’ün kalbi durdu Öğleden sonra saat üçbuçukta üzücü bir haber ulaştı. 1 Haziran’da Ankara’da yapılan eylemlerde polis kurşunuyla yaralanan Ethem Sarısülük yaşamını yitirmişti. Türk Tabipler Birliği ve İstanbul Tabip Odası, Gezi Parkı’nda bir basın açıklaması yaptılar. Sağlık Bakanı’nın açıklamasını protesto ederek, “Sağlık Bakanı bizi “Gezi”nin uzun hikayesi

73


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

mesleğimizi yaptığımız için suçlamaya çalışıyor. Biz, okulu bitirirken bu suçu işlemek üzere yemin ettik,” açıklamasında bulundular. Gezi Parkı reviri sağlık ekibi de başta doktor Uğur olmak üzere tam kadro basın toplantısında yer aldılar. Başbakan Tayyip Erdoğan ile Taksim Dayanışma Platformu temsilcilerinin görüşmelerinin ardından herkesin gözü Gezi Park'ındakilere çevrilmişti. Gün boyunca Gezi Park eylemcilerinin ne yapacağıyla ilgili birbirinden çelişkili haberler geldi. Çekilmekten devam etmeye, tek çadırdan parti ve STK bayrakları toplatılmasına kadar çok sayıda senaryo dolaştı ortalıkta. Akşam saatlerinde Gezi Parkı’nın yedi ayrı noktasında önceki gece Başbakan’la yapılan görüşmeleri aktarmak üzere forumlar yapıldı. Eşit söz hakkıyla yapılan toplantılarda forumların eylemlerin geleceğine dair ortak karar alınana kadar devam edeceği duyuruldu.

39. Çapkın, Sinem’in kucağında mutlu Arif Bey’in endişelerinde haksız değildi, ancak sevgili kediciği Çapkın şimdilik emin ellerdeydi. Çok kısa zamanda Gezi Parkı sakinlerinin sevgilisi haline gelmişti. Onu elleriyle besliyorlardı. Kucaktan kucağa geziyordu. Sinem, oturduğu yere kadar gelen kediyi farkedince yakalayıp kucağına aldı. Kuşkusuz Çapkın sevgiden anlıyordu. Sinem’in Çapkın’ı okşayan şefkatli, yumuşacık elleri onu mutlu etmeye yetmişti. Alina da Sinem’in kucağına yerleşen Çapkın’ın başını okşarken: “Aslında şanslı olduğunun farkında değilsin d’il mi kotik?” dedi. 14 Haziran’da İstanbul Veteriner Hekimleri Odası, bir basın açıklaması yaparak Taksim civarındaki olaylarda dokuz kedi, iki köpek ve yüzlerce kuşun biber gazından etkilenerek öldüğünü açıklamıştı. Sinem: “Bu pek sokak kedisine benzemiyor. Mırtav ayları çoktan geçti ne işi vardı acaba sokaklarda? Kerata çok azgın olmalı…”

“Gezi”nin uzun hikayesi

74


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Alina, kaç günlerdir göremediği Moskova’daki evindeki kendi kedisi Barsık’ı andı. İçi rahattı, annesi ona iyi bakar, en az onun kadar severdi. Çapkın’ın başını avuçlarının arasına aldı, “Kotik (kedicik) seni Barsık diye çağırabilir miyim?” Sinem, “Barsık senin kedinin adı mı?”diye sordu. “Evet, Rus kedilerinin çoğunun adı Barsık’tır. Sizdeki Tekir gibi…” “Çok sosyal bir kedi bu. Park’taki herkesin sevgilisi...Bütün çapulcuların bacaklarına sürtünüp, keyifle kırın sesi çıkarıyor. Onların bacağına sürtünerek, kokusunu geçiriyor, onları da kedileştiriyor.” Alina: “Sinem’cim biliyor musun, bu hayvanlar aleminde en fazla kendisi gibi olan hayvan kedi, herhalde. Neruda ne güzel de anlatmış şiirinde, kedilerin bu özelliğini: ‘...İnsan balık olmak ister ya da kuş,/yılan, keşke kanatlarım olsaydı der,/köpeğe sorarsanız, o bir aslandır./Mühendisin tek özlemi şair olmaktır,/sinek kırlangıca özenir,/kanatlanıp uçmayı düşler şair./Oysa kedi/yalnızca kedi olmak ister/ve her kedi,/bıyıklarından kuyruğuna,/altıncı duyusundan fare avcılığına,/altın gözlerine gece karanlığında/salt kedidir...” Sinem: “Çok hoş! Böyle bir ortama, bu soylu direnişin vatanı Park’a da en çok yakışan hayvan bu çapulcu kedicik d’il mi?” “Kuşkusuz öyle. Ama şu, ağaçların dostu, dallarının neşesi, gaz bulutlarına rağmen bizim gibi onları terketmeyen kuşları da unutma.” Alina: “Madem edebiyatçıların sözlerine girdik Albert Camus’dan da duruma uyan bir şeyler söyleyeyim bari ' Fırtınanın şiddeti ne olursa olsun, Martı sevdiği denizden asla vazgeçmez 'diyor. Güzel değil mi?” “Evet canım… Biliyor musun bir şahin en az onbeş kilometrekarelik bir alanda ürüyormuş. Her alanın büyüklüğü oradaki hayvanların yaşam olanaklarını belirliyormuş. Bir kartal içinse en az elli kilometrekarelik alan gerekiyormuş. Şehir yaşantısına uyum sağlayabilmiş hayvanlar var; martılar, sicaplar,...Ama bu gidişle onların da yaşama olanakları ortadan kalkacak. Bir de uyum sağlayamayan türler var. Asıl onlar korunmalı. Bu betonlaşma çılgınlığının bir sınırı, sonu olmalı.” Bir süre susuyorlar. Sanki olan bitenin muhasebesini yapıyorlar kafalarında. “Gezi”nin uzun hikayesi

75


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Sinem: “Bu kedi sokak kedisi değil, bir ev kedisi; yolunu kaybetmiş anlaşılan. Buralarda fazla kalmaz evine döner,” dedi. “Öyle ya, kediler sahiplerine değil, evlerine bağlıdırlar,” diye onayladı Alina.

40. Günün “bomba” haberi

Ertesi sabah Sinem, Alina’yı geçerken görüp, koşturup yanına geldi. “Sana bomba gibi bir haberim var,” dedi. Gaz bombalarının eksik olmadığı bir ortamda haberin “bomba” diye nitelenmesi hoş değildi, ama Alina merakla baktı. “Begüm’le Emre nişanlanmaya karar vermişler. Begüm’ün ailesi İstanbul’a geliyor. Mütevazi bir tören yapacaklarmış.” Alina, “Aaaa, ne güzel!” diye haykırarak sevincini belli etti. “Dur, daha bitmedi,” diye devam etti Begüm,”Haberin bir başka bomba tarafı daha var. Nişan töreni bu akşam, burada, Gezi Parkı’nda olacak.” Alina, “Hoppala,” diye bu defa şaşkınlığını ifade etti. “Nasıl ama haber?” “Dibim düştü.” Tören için Begüm’ün annesiyle babası, İzmir’den yola çıkmışlardı bile. Emre’nin ailesi İstanbul’daydı. Aileler ilk kez burada tanışacaklardı. Aile çevresinden ve yakınlarından da bazıları katılacaklardı. Begüm’ün annesi telefonda, “Kızım, bu nasıl olacak? Önce bir isteme falan olsaydı… Normali böyle değil mi? Siz zaten kararınızı vermişsiniz, ama biraz da gelenekleri düşünseniz, ne deriz el aleme?” diye itiraz edecek olduysa bile Begüm, “Annecim, bırak şimdi sizin zamanınızın adetlerini, hem böylesi daha özgün ve hoş değil mi?” diye annesinin lafını ağzına tıkamıştı. Aslında tam haber olabilecek bir olaydı. Hep gaz bombalarını, çatışmaları yazacak hali yoktu ya. Oradaki hayattan, insan manzaralarından gerçek bir yaşam öyküsüydü bu. “Gezi”nin uzun hikayesi

76


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Begüm’le Emre, birbirlerini daha önceden tanıyorlardı, ama aşkları burada açığa çıkmıştı. Nişan törenini de Gezi Parkı’nda yapmak son derece doğal ve anlamlı değil miydi? İyi bir haber yapmak için hazırlık yapmalıydı. Kameraman Pavel’e çok iş düşecekti. Çekeceği görüntüler hem iyi bir haber malzemesi, hem de Begüm’le Emre’ye güzel bir nişan hediyesi olacaktı. En iyisi onu otele gönderip akşam zinde olması için dinlenmesini sağlamak lazımdı. *** Begüm’le, Emre’nin aileleri akşam Park’a geldiklerinde her şey normal ve sakin görünüyordu. Herkes bayramlıklarını giymişti. Olayı öğrenen Park’ın sakini çapulcular da etraflarını sarmışlardı. Görünüşte herkes mutlu ve neşeliydi. Begüm’ün, Emre’nin korktuğu gibi de değildi durum. Aileler çabucak kaynaşıvermişlerdi. Emekli albay Naci Bey’le, Emre’nin babası Hasan Bey, bir tenha köşe bulmuşlar muhabbeti koyultmuşlardı bile. Naci Bey, keyifli görünüyordu. Astlarının korktuğu bu sert askerden kızının mutluluğu söz konusu olunca eser kalmamıştı. Kedicik, Hasan Bey’i Arif Bey’e benzettiğinden mi nedir, kucağını kendisine yer olarak seçmiş, uzanıp uyumaya bile başlamıştı. Çapulcular orkestarası ortamı neşelendirecek, kızıştıracak hareketli müziklerini çalmaya başlamışlardı.

41. Alina’nın not defterinden

Alina, düğün dernek bile olsa işini, gazeteciliğini unutmuyor ve ihmal etmiyordu. O meşhur defteri yanından hiç eksik olmuyordu, haber değeri olan, kayda değer ne varsa not alıyordu.

15 Haziran 2013, 19.gün Polis yeniden Park’a giriyor, 15 gün sonra Gezi Parkı boşaltılıyor “Gezi”nin uzun hikayesi

77


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Taksim Dayanışması üyeleri 14 Haziran görüşmesinin ardından düzenledikleri forumların kararını sabah saat onda açıklamıştı. Gezi Parkı’nda sabahın ilk saatlerine kadar devam eden forumlarda “Nöbete devam” kararı alınmıştı. Bazı siyasi parti ve kuruluşların ortak bir Taksim Dayanışması çadırı altında buluşmaya karar verdikleri duyuruldu. Alınan ortak karara göre direnişin sadece Taksim Dayanışması çadırında sürdürüleceği, park ve çevresindeki diğer çadırların, flamaların ve bayrakların indirileceği belirtildi. Eyleme katılan siyasi parti ve kuruluşlar çadırlarını kendi rızalarıyla, kendileri sökeceğini bildirdiler. Öğleden saat dörde gelindiğinde Taksim Platformuna ait olanlar dışındaki bütün diğer flamalar ve bayraklar indirildi. Gezi Parkı’nın Taksim Meydanına açılan kısmındaki barikatlar temizlendi. Eskiden kalan sadece biri polise ait, iki tane yanmış araç kalmıştı gözle görülen. Muhtemelen o da onları kaldırmak için bir iş makinasının gücüne gereksinim olduğundan... Gezi Parkı eylemlerinin tek bir çatı altında sürdürülme kararı ve Başbakan’dan gelen iyimser mesajlarla ortamın nispeten yumuşadığı görülüyordu. Ortam, barışçıl ve sakindi. Akşam saatlerine doğru haftasonu olmasının da etkisiyle çocuklu ailelerin de bulunduğu bir kalabalık Park’a geldi. Gelen bu kalabalığın arasında Begüm’le, Emre’nin aileleri de vardı. Begüm onlara Gezi Parkı'nı gezdirdi. Birlikte dolaştılar, sonra Divan Otel'e gidip kafesinde oturdular. Herkesin keyfi yerindeydi. Parktan forumlarda konuşanların sesi geliyor, arada müzik sesi yankılanıyordu. Birkaç saat sonra yaşanacak ‘Kara Gece’nin kimse farkında değildi. Ankara’daysa Başbakan Erdoğan, Sincan’da, “Milli İradeye Saygı” mitinglerinin ilkinde akşamüstü yaptığı konuşmada, “Yarın İstanbul mitingimiz var. Taksim Meydanı boşaldı, boşaldı…” mesajını vererek, gözdağı verdi. Bu, Gezi Parkı’nın boşaltılması konusunda net bir mesajdı, belki de talimat… Sonra, Twitter üzerinden Başbakan Erdoğan'ın konuşmaları gelmeye başladı.

“Gezi”nin uzun hikayesi

78


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Erdoğan, Ankara'da "Çok açık net söylüyorum, Taksim Meydan boşaldı boşaldı, boşalmadığı takdirde artık bu ülkenin güvenlik güçleri orayı boşaltmayı bilir" dediği haberi gelir gelmez, Gezi'de kıpırdanmalar da başladı... Şenlik havası yerini yavaş yavaş tedirginliğe bıraktı. Önce yuhalamalar, ardından sloganlar geldi. Akşam saatlerinde polis, Park’taki göstericilere dağılmaları yolunda anons yapmaya başladı. Günlerdir süs diye taşınan baretler takılmaya başlandı. Saat sekizbuçukta göstericilere müdahale başladı. Saat dokuzbuçukta AKM önünde bekleyen çevik kuvvet polis ekipleri harekete geçti ve kısa sürede polisler Gezi Parkı’na girdi.. Bu sırada protestocuların büyük kısmı parkı boşalttı. Gaz bombaları ve TOMA’ların desteğinde saldıran polis ekipleri onbeş dakika içinde Park’ı boşalttı. 1 Haziran günü çekildikleri Gezi Parkı’nın çevresinde kordon oluşturdular. Böylece çadır eylemi sona ermiş oldu. Polis kendisine taş, molotof kokteyli atan, havai fişek ile çatışan bir gruba gaz bombası ile müdahale etti. Gezi parkını kontrole alan polis temizlik ve belediye işçilerinin parka girmesini sağladı. Yaklaşık bin işçi flamaları, çadırları ve kamyonlarca çöpü gece boyunca topladı. Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nın boşalmaya başlamasının ardından kalabalıklar Harbiye, İstiklal Caddesi ve Tarlabaşı yönlerinde toplanmaya başladı. Gece saat onbirden itibaren Taksim'in yanısıra İstanbul’un Kartal, Ortaköy, Kadıköy, Etiler, Gazi Mahallesi gibi bölgelerinde de protesto gösterileri yeniden başladı. Sonrasında çatışmalar durmadı. Sabahın ilk ışıklarına kadar çevre sokaklarda devam etti. Polis çevre otellere sığınanlara sert müdahalede bulundu. *** Polisin müdahalesinin olduğu anda Begüm’le Emre’nin nişan törenlerinin en heyecanlı kısmına gelinmişti. Yüzükler takılıyordu. Açıkçası hiç kimse yaşanan sakin günlerden sonra bu ani baskını beklemiyordu. “Gezi”nin uzun hikayesi

79


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Ortalık birden karıştı. Gerçi onlar daha güvenli bir bölgede,Park’ın arka taraflarında Divan Otel’ine yakın bir yerdeydiler, ancak Emre ve Begüm, yakınlarına bir zarar gelmesinden endişelenerek, töreni kısa keserek Park’tan çıkmayı önerdiler. Aileler, şaşkınlık içindeydiler. Etraflarında bir kaçışma, kovalama başlamıştı. Gezi Park’ında tam anlamıyla bir kaos vardı. Gelenlerin çoğu hazırlıksızdı. Maskeleri bile yoktu. Begüm’ün babası emekli jandarma albay Naci Bey, kaçmayı onuruna yediremiyordu: “Niye kaçacakmışız, bir suç mu işledik?” diyordu. Bir anda polislerle yüzyüze geldiler. Kalkanları, kaskları, gaz maskeleri, jopları ve biber gazlarıyla polisler karşılarındaydı. Naci Bey, polislerin amiri olduğu belli olanla burun burunaydı. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye çıkışıp, kendini tanıtmayı bir an aklından geçirdi. Sonra vazgeçti. Bu, eskidendi. Bir işe yaramayıp, ters de tepebilirdi. Malum Ergenekon, Balyoz Davaları falan derken pek çok yüksek rütbeli subayın başı derde girmişti. Zaman değişmişti. Polislerin amiri: “Komutanım sizi zarar görmeden, Park’ın dışına alalım,” dedi. Naci Bey, soran bir ifadeyle polis amirinin yüzüne baktı. Amir, emekli jandarma albayı Naci Bey’i tanımıştı. O, Kırkağaç 6. Jandarma Er Eğitim Alayı’nda askerliğini yaparken, Naci Bey de Alay Komutanıydı. Naci Bey, gazdan fena halde etkilenmişti. Konuşurken gözlerinden yaş geliyordu. Begüm, babasının yüzünü talcidli suyla yıkarken polis amirine, Kıbrıs Savaşı’nda bulunduğundan bahisle, “Savaşta bile ağlamadım, burada ağlattınız evladım,” diye çıkışıyordu. Begüm ve Emre, anne ve babalarını apar topar uzaklaştırdılar. “Şimdi buralarda taksi de bulunmaz ne yapacağız?” diye söylenirken Alina, “Bizim araba yakınlarda sizinkileri Serkan götürsün,” dedi. Saldırı o kadar ani ve yoğun olmuştu ki, onlar Serkan’ın arabasına binene biber gazından nasiplerini almışlardı.

“Gezi”nin uzun hikayesi

80


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

16 Haziran 2013, 20. Gün Son müdahale başladı Begüm’le Emre’nin nişanı burunlarından gelmişti. Neyseki aileleri zarar görmemiş; maksat hasıl olmuş, nişanlanmışlardı. Geceyarısından sonra gösteriler İstanbul’un diğer bölgelerine de yayıldı. RedHack, Tweetter hesabından, "Eşit adil sömürüsüz sınıfsız bir dünya için kardeşlik için özgürlük için ve hürriyet için kalbimizle yürüyoruz. Yiğitseler durdursunlar bizi", "Kendi mitinglerinde bedava otobüs, bedava yağmurluk - kılavuzluk bedava yemek verenler. Bize gelince toma, gaz, jop diyorlar susacak mısınız?" mesajlarını iletti. İlk kez polis kuvvetlerine ek olarak Jandarma ekipleri de göstericilere Divan Oteli ve çevresinde müdahele etti. Eylemciler, revirdeki yaralıları ve müdahale sırasında yaralananları korumaya çalıştı. Eylemcilerin bir kısmı, Koç grubuna ait olan Divan oteline sığındı. Yaralılar Divan otelde kurulan revirde tedavi edilmeye başladı. Begüm, annesinin bütün ısrarlarına rağmen ailesiyle birlikte gitmeyi reddetmişti; onları uğurladıktan sonra baretini, gaz maskesini ve yüzme gözlüklerini takıp Sağlık Ekibi’nin içindeki görevine devam etti. Polisler Divan otelini kuşattı. İddialara göre polislere, bazı yaralıların ambulansla tam teşekküllü bir hastaneye aktarılması gerektiğini söyleyen bir grup eylemciye polis "getirin bir görelim bakalım gerçekten yaralılar mı?" dedi. Bunun üzerine bir grup eylemci maskelerini çıkarttı. Eylemcilerin iddiasına göre polisler eylemcilere gaz bombası ve tazyikli su ile bir müdahale etti. Eylemcilerin yeniden Divan oteline sığınmasının ardından polislerin bir kez daha Divan Hotel'e girmeye çalıştı. Divan otelin döner kapısı kilitlendi. Bu sırada içeriye bazı polisler kapalı alanda biber gaz bombası attığı öne sürüldü. Tomalardan sıkılan tazyikli su ile müdahale edilen bazı eylemciler vücutlarının yandığını söyledi. Polisler Divan otelinin çelik döner kapısına bir kez daha yüklendi. Bu sırada İstanbul'un dört bir yanından insan eylemcilere destek vermek için yürümeye başladı. Vali Mutlu açıklama yaptı ve Taksime gelecek herkese müdahale edileceğini açıkladı. “Gezi”nin uzun hikayesi

81


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Pek çok yerden insan Taksim'e yürüyüşe geçti. Kalabalıklar köprüden geçerek Taksim'e yürümek istedi. Polise ait Toma'lara ek olarak jandarmaya ait iki TOMA'nın da Taksim'e girdiği görüldü. Divan otelinin lobisine polis tarafından bir kez daha gaz bombası atıldı. Eylemciler reviri korumak için otelin etrafında insan zinciri oluşturdu. Toma'lar turuncu renkli tazyikli su ve biber gazlarıyla insan zincirini dağıtmaya çalıştı. Polisler TOMA'lardan birini ve bir miktar polisi otel önünde bırakarak başka bir otele yöneldi. Divan otelinden ayrılan polisler Hilton oteline sığınan bir grup eylemciye müdahale etti. Anadolu yakasında toplanıp Taksim'e gelmek üzere Boğaziçi köprüsünden yürüyerek geçmek isteyen gruplara Polis müdahalede bulundu. Jandarma ihtiyatta bekletildi. Gecenin geç saatlerinde Jandarma köprüden çekilince gruplardan bir kısmı köprüyü geçip Mecidiyeköy'e kadar ulaştı. Polis gruba geceyarısı saat iki civarında TEM-Okmeydanı bağlantı yolunda müdahele etti. Gece geç saatlerden sabaha kadar Akaretler, Taksim-Karaköy arası, İstiklal Caddesi, Harbiye, Tarlabaşı gibi bütün yollardan Taksim'e çıkan gruplara polis müdahaleleri devam etti. Polislerin halka basınçlı su sıkan TOMA araçlarının su tankına kimyasal madde koyduğu medyada yer aldı. Aynı gün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ankara Sincan’dan sonra “Milli İrade'ye Saygı” mitinglerinin ikincisini Kazlıçeşme'de miting yaptı. Mitingteki katılım sayısı tartışmalara neden oldu. Mitingde çok sert açıklamalar yapan Erdoğan'ın konuşmasının ardından, İstanbul Taksim Gezi Parkı'nda barikatları kaldıran ve sadece sembolik bir çadır bırakan silahsız eylemcilere polis müdahalesi başladı. Gece boyunca olaylar oldu ve polis müdahaleleri sürdü. Ankara, Mersin,Adana,İzmir gibi pek çok ilde gösteriler gün boyu da devam etti. Ankara'da ölen Ethem Sarısülük'ün cenazesinin Kızılay meydanına getirilmek istenmesi üzerine olaylar çıktı. Çanakkale'de protestocular iskele yolunu kapatınca Çanakkale-Eceabat ve ÇanakkaleKilitbahir seferleri iptal edildi.

“Gezi”nin uzun hikayesi

82


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

42. Polis Ramiz’le, Doktor Uğur Bey de Gezi Parkı’na müdahale sırasında karşılaşıyor Vali, yine söz vermişti, ama başka şeyler olmuştu. Polisler, Gezi Parkı’na müdahalede bulunmuşlardı. Ortalık yine savaş alanına dönmüş; Park’ın içindeki revir de bundan nasibini almıştı. Polis Ramiz karısının doktoruyla burun buruna gelince şaşırdı: “Doktor bey, sizin ne işiniz var burada?” Doktorun cevabı da aynı şaşkınlığı taşıyordu: “Ben, meslek yeminim gereğini yerine getiriyorum. Yardıma ihtiyacı olan insanlara tıbbi destek veriyorum. Ya sizin burada ne işiniz var?” Ramiz de şaşkınlığı devam ediyordu, ancak cevabı benzerdi: “Ben de işimi yapıyorum.”

43. Sean gözaltına alınıyor

Polis, müdahale etmekle kalmamış, yakalayabildiklerini de gözaltına alıyordu. Gazeteci ordusu olanları görüntüleyebilmek için o tarafa doğru hücum etti. Fotoğrafçılar, kameramanlar en iyi görüntüleri yakalayabilmenin telaşı içindeydi. Alina ve Pavel de tabii… Alina’nın elinde fotoğraf makinası, Pavel’in elinde kamerası, her şeyi görebilecekleri en uygun yeri kapmak için itiş kakışın içine girdiler. Alina, o sırada Sean’ü polislerin arasında, itilip kakılarak polis aracına doğru sürüklendiğini gördü. Koşarak yanına doğru gitti, ancak polisler daha fazla yaklaşmasını engellediler. “Sean,” diye bağırdı. Sean, başını çevirip, baktı;o da ellerini açıp, şaşkınlığını belirten bir hareket yaptı.

“Gezi”nin uzun hikayesi

83


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Alina, adeta bir savaş muhabiri gibi, tozlu, dumanlı, kanlı olayları eylemciler kadar yaşamıştı. Artık her şeyi kanıksar bile hale gelmişti, ancak Sean’ü polislerin arasında görünce birden kötü bir duyguya kapıldı. Sadece Sean değil, Doktor Uğur, Sinem, daha bir çok tanıdığı gözaltına alınanlar arasındaydı.

44. Kedicik yine kaçıyor

Çapkın’ın Park’ın içindeki huzurlu günleri çok uzun sürmemişti. Ortalık yine toz duman içinde kalmıştı. O da zorunlu olarak yine ara sokaklara kaçtı. Bu defa istikameti Sıraserviler Caddesi yönündeydi.

45. Alina’nın haber konusu bu defa Sean

Dert yokmuş gibi bir de Sean’ın gözaltına olayı çıkmıştı başına. Neyse, haber haberdi. Buradan da bir haber çıkabilirdi. Siyasetçiler, dış mihrakların tahriklerinden sözetmeye başlamışlardı. Sean’ın başına da kötü bir şey gelmesindi. Aman, diye söylendi kendi kendine, daha neler, nereden geliyordu bu saçma sapan düşünceler aklına. Sean’ün gözaltında bulunduğu yeri bulmak zor olmamıştı. Diğer gözaltına alınanlarla birlikte savcılık çıkarılacaklardı. Kapıda uzun süre bekledikten sonra gözaltından bırakılanların arasında Sean’ü de görünce rahatladı. Sean, “Benim için ilginç bir macera oldu,” diyordu gülerek, ama tedirgin olduğu belliydi. “Gezi”nin uzun hikayesi

84


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Gözaltına alınanlar arasında başka yabancılar da vardı. Sean’ü gözaltına alan ekipten bir polis, “Amirim bir yabancı turist daha var bunların arasında,” diye seslenmişti. Gösterdiği turist Miya Yasumi isimli bir Japon kızdı. Polis amiri de “Al al, onu da al, Daha iyi,” demişti. Gözaltına alınan yabancıların artması niye bu kadar heyecanlandırıyordu polis şefini? Öyle ya “dış mihrak” şüphesini teyit edip güçlendirecek daha fazla malzemeye gereksinim vardı. İşte o zaman Sean, gerçekten korkmuştu. Bu, sıradan bir eylemci olarak suçlanmanın da ötesinde bir anlam taşıyordu. Ramiz de ekibin içindeydi, turist kıza gülerek: “Hayrola Miya, Tayyip Japonya’daki ağaçları da mı kesti, neden geldin buraya?” diye takıldı. Neyse ki korktuğu başına gelmemişti. Savcı, işinin ehli, pratik bir adamdı. Sırayla, çabuk çabuk yapıp, bitiriyordu sorgu faslını. Alina, Sean’e “Sen ne anlattın?” diye sordu. “Ne olduysa hepsini… Başka anlatacak başka bir şey mi vardı ki?” Savcı sorgulamanın sonunda, “Bakın bir defa daha gelirseniz, Sultanahmet’e gidin, Ayasofya’yı, Kapalı Çarşı’yı, Topkapı Sarayı’nı gezin. Bizim daha önemli turistik mekanlarımız da var,”diye espri yapmıştı. “Oralara da gideriz, değil mi Sean?” “Eh artık, sana kalmış bir şey, beni gezdirirsin.”

46. Gülizar, Beyoğlu’nda olayların içinde kalıyor

Polis, eylemcileri İstiklal Caddesi boyunca ve ara sokaklarda, TOMA’lar, akrepler ve biber gazıyla kovalıyordu. Çok sert müdahale ediyorlardı. Sorgulamadan, önlerine kim gelirse, herkesi jopluyor, tekmeliyorlardı. “Gezi”nin uzun hikayesi

85


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Kaçan kaçanıydı. Mağazanın müdürü, olaylar büyüp, kaçışan eylemciler İstiklal Caddesi’ndeki mağazaların içine sığınmaya başlayınca çareyi dükkanı kapatıp personeli evlerine göndermekte bulmuştu. Mağazanın müdürü oldukça yaşlı bir adamcağızdı. Ömrü neredeyse Beyoğlu’nda çalışarak geçmişti. Gencecik bir delikanlı iken 6-7 Eylül olaylarını yaşamıştı. O zamanlar İstanbullu bir Rumun dükkanında tezgahtar olarak çalışıyordu. O dehşet günlerini anımsamıştı. Uzun zamandır yakasını bırakan kekemeliği yine nüksetmişti. “Kı-kı-kızlar, ça-çabuk, a-a-acele edin,” diye bağırıyordu. Gülizar, bir an önce buralardan uzaklaşıp evine gitme telaşındaydı. Ne taraftan gitse daha iyi olur diye düşünemeden birdenbire caddenin öbür tarafından kaçışan kalabalığın arasında buluverdi kendisini. TOMA’lar tazyikli su sıkıyor. Biber gazı atan polislerin arkasından, ellerinde, jopları, kalkanlarıyla kalabalık bir polis grubu göstericilerin üzerine saldırıyordu. Gülizar, gazın etkisiyle kendinden geçti, bayılacak gibiydi. Yetmezmiş gibi arkasından gelen bir kaç polisin jop ve tekme darbeleriyle fenalaştı, yere düştü. “Durun, vurmayın, ben polis karısıyım,” diye bağırmak istiyordu, ancak mecali yoktu. Yüz metre kadar uzak bir mesafede olayları belgeleyen Alina ve Pavel, Gülizar’ın baygın bir şekilde yere yığıldığnı görünce yardım için yanına koştular. Gülizar, yarı baygın halde yerde yatarken “Bebeğim, bebeğimi öldürdüler,” diye hıçkırıyordu. Pavel, kamerasını Alina’ya verdi ve Gülizar’ı sırtladı. Gazetecilik, haber önemliydi, ama şimdi daha önemli olan bir insanlık görevi vardı. Hiç tanımadıkları, daha önce hiç görmedikleri birisi bile olsa, bu hamile kadını en yakın hastaneye götürmeleri gerekiyordu. “Paşa, böyle olmayacak galiba… Bu senin kamera değil, kızcağız hamile, başka türlü taşımak lazım.” Pavel, çaresiz, ne yapayım der gibisinden baktı. Zavallı Paşa, öyle iri yarı, güçlü kuvvetli birisi değildi ki bu kızcağızı nasıl taşıyacaktı? Neyse, şoför Serkan hızır gibi yetişti, birlikte Gülizar’ı jipe kadar taşıdılar. “Gezi”nin uzun hikayesi

86


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

47. Ramiz’e telefon geliyor

Ortalık biraz sakinleşmişti. Beyoğlu’nun başka bir ucunda, Taksim’de polisler eylem, çatışma arasında kimi yere oturmuş, kimi sırtını duvara dayamış nefesleniyorlardı. Ramiz’in telefonu çaldı. Karısının telefonuydu; açtı. Ancak telefondaki karısı değildi, hastaneden bir hemşire arıyordu. Karısı hastanedeydi; hemen oraya gitmesi gerekiyordu. Görevdeydi. Ortalık, gerginliğini tam anlamıyla atmamıştı. “Peki,” demekle yetindi. Meraklanmıştı. Önemli ve kötü bir şey olabilirdi. Amirinin yanına gitti, durumu anlattı; izin istedi. Amiri, “Şimdi bütün bu olayların arasında olacak şey mi?” der gibilerinden baktı. Ama yapacak bir şey yoktu. “Çabuk git, bak da dön,” dedi. Arkadaşlarının arasından sıyrılıp, hastaneye doğru koşmaya başladı. Yakınlarda binebileceği, taksi ya da başka bir araç yoktu. Ara sokaklarda koşarken onu gören rastgeldiği insanlar korkuyla kaçışıyorlardı. Nefes nefese kalmıştı. Üniforması sabahtan beri koşuşturmaktan zaten terden sırılsıklamdı, şimdi daha da kötü bir hale gelmişti. Ama aldıracak zaman değildi. Neyseki hastane çok uzakta değildi, ancak olacak gibi değildi. Tam o sırada ara sokaklardan birinden bir kamyonet çıktı. Ramiz, durdurup “Hastaneye,” dedi. Kamyonet şoförünün itiraz edebilecek hali yoktu, nereye derse oraya götürecekti. Hastaneye vardığında yorgunluktan bayılacak gibiydi. “Gezi”nin uzun hikayesi

87


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Yukarıda Doktor Uğur Bey’le karşılaştı. Demek ki gözaltından bırakmışlardı. Tıbbi müdahaleyi o yapmıştı. “Korkulacak bir şey yok,” dedi. “Eşiniz hayli hırpalanmış, ancak kendisi de, bebek de sağlıklı.” Ramiz, karısının alındığı odaya girdiğinde Gülizar’ın çığlıklarla ağlamasıyla karşılaştı. Doktor Uğur, içeri girip Ramiz’i dışarı çıkardı. “Memur bey, eşiniz polisler tarafından hırpalandı, darp edildi. Sizi böyle üniformanızla görünce henüz atlatamadığı şok nedeniyle tepki gösterdi. İsterseniz daha sonra gelin. Endişe etmeyin düzelecektir,” dedi. “Anlıyorum, doktor bey. Sağolun.” Koridorda bir sure konuşmadan beraber yürüdüler. Ramiz: “Gözaltından bırakılmanıza sevindim. Sizin için endişelemiştim. Umarım sizi fazla üzecek şeyler olmamıştır.” Doktor Uğur Bey, “Teşekkür ederim. Fazla önemli bir şey olmadı,” diye cevap verdi. “Hayatta bazen garip, beklenmedik şeyler oluyor. Daha önce siz doktor, ben hastanızın kocası olarak karşılaşmışken, bu olaylarda siz eylemci, ben eylemcilere müdahale eden polis olarak karşı karşıya geldik.” “Olur böyle şeyler,” dedi Doktor Uğur, “Bir başka zamanda benimle eylemci kimliğimle karşılaşmanız yine mümkün, ama sizinle benim hastam olarak karşılaşmayacağımız kesin.” “?…” “Zira benim ihtisasım jinekoloji.Gerçi sizinle doktor-hasta ilişkisi içinde karşılaşmamız mümkün olamayacaksa da, eğer Başbakan’ın öğüdünü tutar en az üç çocuk yaparsanız, eşinizle hastam, sizinle de hasta yakını olarak yeniden karşılaşmamız ihtimal dahilinde,” dedi gülerek.

48. Duran Adam boşuna durmuyor

“Gezi”nin uzun hikayesi

88


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı "Kuşlar geri dönecek Taksim'e"(Ferhan Şensoy)

Şimdi de Duran Adam eylemi çıkmıştı. Yine ezber bozan bir eylem. Adamın biri Taksim Meydanı’na gelmiş, dikilmiş, gözlerini de AKM’ye dikmiş hareketsiz duruyordu. Önce hiç kimse farketmedi. Bir süre sonra farkedildi. Polisler etafında dolaşmaya başladı. Adam, hareket etmiyor, konuşmuyor, öyle ayakta hareketsiz dikiliyordu. Slogan atmıyordu, mesajı yoktu, kamu malına zarar vermiyor, tarfiği engellemiyordu. Ne olacaktı, ne yapılacaktı şimdi? Polisin Gezi Parkı’na müdahalesinin ardından 16 Haziran, pazar günüydü Taksim’e çıkışların engellenmesini protesto eden Erdem Gündüz isimli bir kişi, akşam saatlerinden itibaren Taksim Metro çıkışında hareket etmeden ve konuşmadan beklemeye başladı. Üzerinde beyaz, hafif kırışmış gömleği, ütüsüz keten pantolonu ve ayağının dibinde sırt çantasıyla, ellerini cebine sokmuş duruyordu. Saçı başı da biraz dağılmıştı. Hava da sıcaktı biraz. Ama dağınıklığının sebebi bu da değildi. Evet duruyordu! Hiç kıpırdamadan, konuşmadan… Aslında bunca zaman hiç kıpırdamadan ayakta durmak kolay değildi. Neden sonra polis, onu fark edip ve yanına geldi. Polis, ne olduğunu anlamıyor ve ellerini cebinden çıkartıp ceplerini daha sonra çantasını arıyor. Gündüz'ün çantasında sadece ilaç, eldiven, cüzdan, kitap, anahtar olduğunu görüyorlar. Durumu polise ihbar ettiğini söyleyen birisi "Duruyordu dikkatimi çekti, bomba olur, bir şey olur diye 155'i aradım. Ben bir saattir oturuyorum, bir saattir burada," dedi. Eylem, kısa zamanda duyuldu, büyük yankı buldu. Duran adamlar çoğaldı. Duran adamın yanında başka duran adamlar, kadınlar olmaya başladı. Protestoyu sosyal paylaşım sitelerinden gören başkaları da gece destek için Gündüz'ün yanına gelerek hareketsizce durmaya başladı. Bu protesto sosyal paylaşım sitesi twitter'ın dünya gündemi sıralamasında "duran adam" ismiyle en üst sırada yer aldı.

“Gezi”nin uzun hikayesi

89


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Sinem, gece birde “Ben gidiyorum,” deyince, Alina, “Dur, ben de geliyorum, kimmiş, derdi neymiş öğrenelim. Belki iyi bir röportaj çıkar,” dedi. Alina, ayrıntılı bir söyleşi yaparım, umuduyla heyecanlanmıştı, ancak Duran Adam, hiç konuşmadan, açıklama yapmadan durmaya devam ediyordu. Alina’nın zorlaması sonunda protestosu ile ilgili olarak duyabildiği, sadece fısıltı halinde ağzından çıkan, "Her şey ortada. İnsanları Taksim'e sokmuyorlar" sözleri oldu. Gece boyunca devam eden eylemde, eylemcilerin sayısının bir ara üç yüze ulaşması üzerine geceyarısı saat ikide polis ekipleri eylemcileri dağıtmak için harekete geçti. Polis amiri, eylemcilere doğru ilerlerken, "Sabit duranları alın" diye emir verdi. Ancak geç kalmışlardı, tam sekiz saat hareketsiz duran Erdem Gündüz, müdahaleden birkaç dakika önce alandan kendiliğinden ayrılmıştı. Taksim Metro çıkışında beklemekte ısrar eden on kişi ise polis ekipleri tarafından gözaltına alındı. Avukat olduğunu söyleyen bir kişi polise, "Gözaltına alınmamım hiçbir hukuki gerekçesi yok" diye itiraz ediyordu. Gözaltına alınanlar otobüse bindirilerek ifadeleri alınmak üzere polis merkezine götürüldü. Protestocu grubun alandan çıkarılmasının ardından yaklaşık yüz polis Taksim Metro çıkışında beklemeye başladı.

49. “Duran Adam” eylemi devam ediyor

Alina, ertesi sabah yine erkenden Taksim’e geldi. Meydanda bu defa başka Duran Adamlar vardı. 17 Haziran 2013, Pazartesi Cumartesi akşamı Gezi Parkı'na yapılan polis müdahalesini protesto etmek için 16 Haziran Pazar günü, sekiz saat Taksim Meydanı'nda sabit duran Erdem Gündüz'ün başlattığı eylem, biri kadın üç kişi tarafından devam ettiriliyordu. Duran Adamlara Duran Kadınlar da katılmıştı.

“Gezi”nin uzun hikayesi

90


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Eylem sosyal paylaşım sitelerinde 'Duran Adam' ismiyle ünlense de kadınlar da eyleme destek veriyordu. Olay, internet ortamında büyük yankı bulmuştu. Sosyal paylaşım sitelerinde Gezi Parkı eyleminin şekil değiştirerek devam ettiği tartışmaları başlamıştı. 'Duran Adam' eylemi, gelen yeni kişiler tarafından devam ettirildi. Özellikle Erdem Gündüz'ün başlattığı nokta boş bırakılmıyordu. Polis ise sabit duran kişilere kimlik kontrolü yapıyordu. Kimlik kontrolünde herhangi bir olumsuzluğa rastlamayan polis, eylemcilere kimliklerini teslim ederek ayrıldı. Pazar günü giriş yasağı kaldırılan Gezi Parkı yeniden yasaklandı. Polisin parktaki nöbeti devam ederken belediye ekiplerinin de temizlik ve ağaç dikme çalışmaları devam ediyordu. İstanbul’da başlayan ve Türkiye’nin dört bir yanını aşarak uluslararası destek bulan Gezi Parkı direnişine destek vermek için, Taksim meydanında kıpırdamadan duran Erdem Gündüz’ün ‘sivil itaatsizlik’ eylemi ABD’nin New York kentinde de yankı buldu. Beyaz gömleği ve kot pantolonu, içinde su şişesi ve krakerlerle, ABD’nin simgesi olan Özgürlük Heykeli’ne bakarak saatlerce kımıldamadan duran bir Türk genci, Türkiye’deki direnişçilere New York’tan mesaj yolladı. Duran Adam eylemine destek tweet’leri de az değildi. Okan Bayülgen, “Duran Adam deli ya da akıllı!Ne farkeder! Üzerinizde yarattığı etkiye bakın! Durarak bir sanat eserine dönüşmek! Yalan, ya da gerçek,” diyordu. Bir diğeri, “Sen tek başına koca kalabalıkların çıkaramadığı sesi çıkar sessizce. Orantısız zeka bu işte...” Bir başkası, “Duran adam dış destekli yerli ajansların işidir. Y.Bulut,” diyordu. Bu tweet’e esprili cevap da “Duran adam CIA'dan arkadaşım Guy Standing” idi. Sean, elinde akıllı telefonu Alina’nın yanına geldi. “Bak, babamla annem,” dedi, “Bu resmi internetten göndermişler.” Alina, merakla baktı. Yaşlı bir çiftin resmi vardı ekranda. “Çok hoş. Neresi burası?” “Gezi”nin uzun hikayesi

91


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

“Dublin’de, merkezde bir meydan.” “Ne yapıyorlar?” “Gezi Parkı eylemcilerine destek için İrlanda’da, Dublin’de Duran Adam eylemi yapıyorlar. “

50. 19 haziran 2013, Çarşamba

Her eylem gibi bu eylem de kendi alternatifini yarattı: Bu defa ‘Duran Adamlara Karşı Adamlar’ ortaya çıktı. AKM’ye yönünü dönerek eylem yapan ‘Duran Adam’ eylemcilerinin karşına, 19 Haziran günü öğleden sonra saat dört sıralarında, beyaz tişörtlerinin üzerinde ‘Duran Adam’a karşı Duran Adam’ yazılı sekiz kişi gelerek dikilmeye başladı. İki grup arasında herhangi bir diyalog olmazken, Gezi Parkı eylemlerine destek için eylem yapanlar, birbirlerini k tahriklere kapılmamaları için uyardılar. Bir polis yetkilisi de gelerek, yeni eylemcileri gerginlik yaratmamaları yönünde uyardı. Olayı kenardan izleyen bir vatandaş: “Tişörtleri kendi paralarıyla mı aldılar, yoksa yine olan bizim vergilere mi oldu?” diye yanındakiyle konuşuyordu. Yanındaki: “Kötü taklitlerden öteye gidemeyen zevatın son kıllığı,” dedi. “Copy paste yönteminin dibine vurmuşlar. Ulan bir de orjinal birşeyler üretin de biz de görüp imrenelim.” Bu arada "Duran"lardan bir genç, "Karşı Duranlar"dan birine rozet taktı. "Karşı Duran" rozetin üzerindeki yazıyı okuduktan sonra çıkardı. Rozette, "Çapulculaştıramadıklarımızdan mısınız?" yazıyordu. Alina, bir şeyler öğrenmek için yanaştı. “Gezi”nin uzun hikayesi

92


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

"Karşı bir tepki oluşturmak için mi buradasınız?" Aralarından biri sorulara cevap vermeyeceklerini söyledi. Aynı adam, giydikleri tişörtte yazan yazıyı kastederek, "Önümüzde zaten ne amaçla burada olduğumuz yazıyor," dedi. Bir başkası, "Evet, o yüzden buradayız" şeklinde cevap verdi. Az konuşuyor olsalar da ’Duran Adam’a karşı Duran Adamlar’ ilk eylemcilere göre daha konuşkanlardı. Herhangi bir siyasi parti veya derneğe üye olmadıklarını ve kendi iradeleri ile eylem yaptıklarını söylediler. "Demokratik bir eylem yaptık. Amacımıza ulaştık,” diyen gruptakiler, kırk kırkbeş dakika sonra taksilere binerek meydandan ayrıldılar. Taksim Meydanı'nda hareketsiz durarak protestoda bulunanların sayısı akşam saatlerinde arttı. Meydandakilerin yanı sıra bazı kişiler, "duran adam" eylemini Gezi Parkı merdivenlerinin başında sürdürmeye başlamıştı. Gezi Parkı eylemlerinde hayatını kaybedenler için Taksim Meydanı'nda oluşturulan noktaya güller bırakıldı ve mum yakıldı. BaşbakanYardımcısı Bülent Arınç da Millet Meclisi’nde gazetecilerin sorularını cevaplarken ’Duran Adam’ eylemleri ile ilgili olarak "Dikkatimi çekiyor bir iki günden beri. Bu bir şiddet eylemi değil. Bu göze de hoş gelen, eğer bir eylemse eylem türü. Bir barışçı eylem türü, bunu kınayacak halimiz yok,” dedi. Duran Adam’ın eylemini sekiz saat sürdürdüğünü öğrenince de "Peki ihtiyaçlarını gidermiyorlar mı bu insanlar?" diye sordu, “Bir insan ayakta nasıl bu kadar saat kalabilir, demek ki bel veya boyun fıtıkları yok bunlarda. Sağlıklarına bir zarar gelmesin, onları seviyoruz. Ama bu eylemleri anlamlıdır. Bu eylem türlerini teşvik etmemiz gerekir. Özünde şiddet barındırmayan, ama durdukları halde mesaj veren bir unsurdur. Sekiz saat uzun bir süre. Bence beş dakika durmalı, altıncı dakika işine gitmeli. Bu insanların işi mi yok? Sekiz saat nasıl ayakta durabiliyor? Çalışmıyor mu bu insanlar, hayatlarını kazanmıyorlar mı, üniversitelerine gitmiyorlar mı, sınavları yok mu?" diye merakını dile getirdi.

51. Ramiz’in görev yeri yine Taksim

“Gezi”nin uzun hikayesi

93


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Ramiz’in görev yeri yine Taksim’deydi. Bu defa gaz bombası, TOMA’lar, Akrepler, tazyikli su yoktu. Duran adamlara nazır bir yerde oturup, müdahale etmeden bekliyorlardı. Amirlerden biri bir kucak dolusu kitap getirmişti. Ayakta duran, bazıları kitap okuyan eylemcilere karşı onlar da kitap okumaya başladılar. Amir, “Okumasanız bile okuyormuş gibi yapın,” demişti. Canlarına minnetti. Eylemci kovalamaktan onlar da yorulmuştu. Kim düşünmüşse iyi düşünmüştü. Polisin imajını düzeltmek için iyi bir fikirdi. Ramiz’in kısmetine Aytmatov’un “Cemile” isimli romanı düşmüştü. Okuyor gibi yapsa da olurdu, ama o, karıştırıp, bir iki sayfa okuduktan sonra kendisini kaptırdı okumaya devam etti.

52. Ramiz, marjinal dayısından kitap istiyor

Polislerin Taksim’deki duran ve dururken kitap okuyan adamlara karşı yaptıkları “kitap okuma” imaj düzeltme çalışması sona ermişti. Ramiz’in Taksim’de görevdeyken okuduğu kitabı da geri almışlardı. Aklı kendisini saran, içine alan bu romanda kalmıştı. En heyecanlı yerinde kalmıştı. Bir yerlerden bu kitabı bulup, okumaya devam etmek, bitirmek istiyordu. Dayısında olabilirdi bu kitap. Aynı apartmanda oturdukları dayısının kapısına dayandı. Hakikaten de dayısında vardı bu kitap. Ramiz’in dayısı yine onur duyduğu eski işçi tulumunu sandığından çıkarmış, giymişti. Bu, bir şeyleri andığının işaretiydi. Öyle ya bir iki gün once 15-16 Haziran 1970 İşçi Direnişi’nin yıldönümüydü. Dayısı, bu eski işçi tulumunu yıkar, ütüler, özenle bir sonraki anmada yeniden giymek üzere sandığına yerleştirirdi. Dayısı emekli bir işçiydi. DİSK Maden-İş üyesi ve çalıştığı fabrikanın işyeri temsilcisiydi. Türkiye işçi sınıfı hareketi tarihinin en önemli, kitlesel eylemlerinden olan 15-16 Haziran “Gezi”nin uzun hikayesi

94


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

olaylarına da aktif olarak katılmıştı. Haliyle de sonrasında ve 12 Mart Darbesinde başına malum şeyler gelmişti. Ramiz’in ailesinin dayısı dışındaki bütün fertleri muhafazar eğilimliydi. Dayısının aile içindeki lakabı “marjinal”di, “bizim marjinal Haşim” diye anarlardı. Ramiz, “Bu da ailemizin değişiği,” diye içinden güldü. Aslında polis olmak için başvurduğunda yapılacak soruşturma sonrasında dayısı nedeniyle işe alınmayacağını düşünüp, çekinmişti. Ancak korktuğu başına gelmemişti. Başbakan, Gezi Parkı eylemcileri için “Bunlar marjinal gruplar, çapulcu,” dediğinde de dayısının aile içindeki lakabı aklına gelmişti. “Dayı sen okumuş yazmış adamsın, ne demek bu marjinal olmak yahu?” Ramiz’in muzipliği üstündeydi, dayısını makaraya sarmak istiyordu; ancak dayısında faka basacak göz yoktu. “Bak, evladım,” dedi, “Sen kendini merkeze koyarsan, dünya senin etrafında dönüyor zannedersen, sana uzak olan herkes marjinaldir.” “…” “Anladın mı? Yüzünden biraz bir şeyler anladığını görüyorum. Şimdilik o da yeter.”

53. Gezi’de ne olmuştu?

Alina, bir nefeslenme arasında Sean’ü de peşine takıp, akşam Kadıköy’de bir meyhanede arkadaşlarıyla toplanan babasının yanına gitti. Babasıyla arkadaşları, Kadıköy’deki bir meyhanede kocaman uzun bir masayı doldurmuşlardı. Dünya mı çok küçüktü, yoksa “biz kırk kişiyiz, kırkımız da birbirimizi biliriz” durumu mu vardı? Alina, hemen hepsini tanırdı. Ve severdi de. Babasının bu altmışını geçmiş “eski tütek” arkadaşlarının pek çoğuyla fecebook’da da arkadaştı. Bu, aslında onların memleketi kurtardıkları mutad meyhane toplantılarından biriydi. “Gezi”nin uzun hikayesi

95


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Ancak son bir kaç yıldır pek eski tadı kalmamıştı. Türkiye’nin güncel siyasi meseleleri kırk yıllık arkadaşların arasına kara kedi gibi girmişti. Eski bildik ayrışmaların yerini yeni küslük konuları almıştı. Bir zamanlar sol içinde karşıtlarına karşı ha bire kullanılan “opportunist”, “goşist”, “işbirlikçi”, “revizyonist”, “karşı devrimci”, “küçük burjuva” gibi eleştirel terimlerin yerini başkaları almıştı. Birbirlerini düşmanlık derecesinde suçluyorlardı. Bir taraf öbür tarafı “ulusalcı”, “milliyetçi”, öbür tarafsa diğerini “liboş”, “dönek”, “yetmez, ama evetçi” olarak suçluyordu. Bir de ortada kalanlar vardı. Bazıları da onları “orta yolcu”, “havetçi” diye suçluyordu. Neredeyse pek çoğu birbiriyle selamı sabahı kesmişti. Yemeğe icabet etmeden önce “Kimler gelecek? Şunlar gelirse ben gelmem,” diye ön yoklama yapar olmuşlardı. Babasının eski, kadim arkadaşı Mehmet amca: “Uzun süre önce dağılan bir geçmişin hatıraları hala azizlikle saklanıyor. Öte yandan gündönümü fırtınaları insanları dört istikamete savurup duruyor. Kuruyan yapraklar gibi oraya buraya dağıtıp bırakıyor. Eski dostlarımızın bir kısmıyla çok uzun zaman önce yollarımız ayrıldı. Artık karşı kamplardayız, dönüşü olamaz bunun. Bir kısmı için dileğim en kötü koşullarda karşılaşmamak. Birkaç tanesi için de bunun tersini isterim, artık ne olacaksa. Gene de, bu kadar yıldan sonra yüreğindeki insan sevgisi sönmemiş birçok eski arkadaşımız var,” diyordu. Ancak bu son olaylar sanki yeniden bir araya gelebilme ümitlerini biraz yeşertmişti. Ülkenin gündemine Gezi olayları bütün ağırlığıyla oturunca memleket meselelerinin konuşulması da o çerçevede oluyordu haliyle. Alina, meyhane toplanmalarını iyi bilirdi. Geçmişte de katılmışlığı vardı. Sıradan bir meyhane buluşmasından, akşam yemeğinden öte adeta “memleketi kurtarma” forumları da denebilirdi. Bu yüzden hazırlıklı gelmişti; meşhur not defterinin yanısıra bir ses alma cihazıyla video kayıt cihazını da yanında getirmişti. Babası hem bir 68’li, hem de bir 78’li olma haliyle öğünürdü. Tevellüdü öyle bir ara yere denk gelmişti. “Gezi Direnişi’ne de katıldım, aynı zamanda Gezi kuşağından da sayılırım d’il mi?” dedi. Şule: “Küçül de cebime gir,”diye takıldı. Alina’nın babası ortaya: “Gezi ile bizim 68 hareketi arasında bir benzerlik var mı?” diye sordu. “ Şule: “Gezi”nin uzun hikayesi

96


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

“Gezi yeni bir Türk 68’i sayılabilir mi, diye de sorabilir miyiz? Taner: “Ben Gezi’nin yeni ve gecikmiş bir Türk 68’i olduğuna inananlardanım,” dedi. “İki boyutuyla, birincisi kendi özellikleri itibarıyla, ikincisi çekirdek Gezi’nin 68’lilerin çocukları olmaları nedeniyle. Türk 68’inin ilk masum hâlleri kaybolmadı. O kuşak, kendi çocuklarını, kendi hayalleri doğrultusunda büyüttü eğitti. Gezi’de boy gösterenler işte o 68’in çocukları idiler. Şimdi onların bireysel özgürlüğü esas almış kültürel tavır alışları bir toplumsal değişime yol açacak mı? Göreceğiz.” Attila, liboş olmakla kalmayıp aynı zamanda da kötümserdi: “Ben bu Gezi Parkı gençliğinin ilerde ne yapacağını size şimdiden söyleyeyim.” Şule: “Hadi söyle bakalım.” “Önemli bir bölümü zaten CHP'li ailelerden geliyor. Zamanla çoğu CHP'ye resmen girip örgütte yer kapmaya çabalayacak. Bir kısmı partinin Bizans labirentlerinde kaybolup gidecek. Bir kısmı klasik CHP tarzı siyaseti aşkla benimseyip bildik CHP'liye dönüşecek.” “Eeee?” “Yaşlandıkça Gezi'de ne harikalar yarattıklarını anlatmak çoğunun diline vuracak. Önce çocuklarına sonra belki torunlarına nasıl bir biber gazı kapsülünü tekmeleyip kendilerinden uzaklaştırdıklarını, polis kalkanına tüm güçlerini toplayıp okkalı bir tekme indirdiklerini, geceler boyu polise ellerine ne geçerse fırlattıklarını, sağı solu ateşe verdiklerini hikâye ederek vadelerini doldurmaya çalışacak.” Taner: “Yahu Attila hocam, kahin gibisin. Daha şimdiden anladın gelecekte olacakları.” Şule: “Yok arkadaş, ben böyle toptancı ve basit nitelemelere karşıyım. Gezi Parkı direnişinin şiddeti ve kapsadığı kitleler ve tüm ülkeye yayılması ve hemen her yeri bir direniş mecraına dönüştürmesi pek öyle tesadüf değil. Mesele tam da Mehmet Ali'nin Tweet'indeki ‘mesele üç beş ağaç değil’, dediği gibi. Direnişin İstanbul'dan başlaması da bir tesadüf değil. İstanbul, neo-liberal politikaların, başta hükümet olmak üzere rantçıların vahşi saldırısını en çok hisseden kent. Bu, tamamen kentin yoksullaşan orta sınıfının ve yoksullarının kent merkezini terketmeme mücadelesi. Neo-liberal söylemin bizlere unutturduğu bir sınıf mücadelesi. Çünkü neoliberal kent politikları adları ister kentsel dönüşüm, ister rantsal dönüşüm olsun -ki ben “Gezi”nin uzun hikayesi

97


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

ikincisini tercih ederim, yoksulları periferiye iteleyerek kent merkezlerini zenginlere açma ve yoksulları kentin görünmezleri arasında eritme politikalarıdır. Onun için Gezi, BDP'nin tutumuna rağmen Kürtlerin de desteklediği bir eylem oldu. Onun için Gezi'de kimse dışlanmadı. Onlar bu direnişin kendilerinin kentte varoluş direnişi olduğunu biliyorlardı. Onun için bütün Türkiyenin yoksulları, yok sayılanları, kadınları, kıyıda köşede kalmışları sokaklara döküldü. Yok arkadaş, Gezi, sadece Gezi değildi. Gezi, neo-liberal politikaların insanlıklarını ayakları altında ezdiği, gün gün yoksullaşan, beyaz yakalı işçiler dahil, her güvencesiz sınıfın direnişiydi. Bunu böyle okumamızı baskılayan bazı şeyleri gözetmeye ve otosansür uygulamaya devam edersek Gezi'yi de sade suya tirit etmeye devam edeceğiz.” Herkesin, ama herkesin ezberi bozulmuştu; başbakanın, valinin, siyaset bilimcilerin, sağcıların ve hatta eski solcuların. N’olmuştu “Gezi”de, kimdi bunlar? Olanları eski bildik kalıpların içine sokabilseler çok rahatlayacaklardı. Ama olmuyordu. ..Saçmalamaya bir başladılar mı, arkası geliyordu. Sadece Türkiye’de yaşayanlar değil, yabancılar da şaşırmıştı aniden gelişen bu yeni olaylar karşısında. Ne olmuştu. Krizin teğet geçtiği, yükselen güçlü bir ekonomiye sahip Türkiye’ye? Olaylardan önce önce Türkiye pek modaydı; canlı bir liberal ekonomi ile Avrupa’ya uygun makul İslamcılığı birleştirmiş bir devlet modeliydi. Bütün Avrupa ülkelerinde kriz yükselip, halkın hoşnutsuzluğu kitlelere, sokağa yansımış, ancak Türkiye bütün bu olumsuzluklardan çok etkilenmemişti. Arap baharı sonrasında bütün Arap coğrafyasında büyük kitle olayları yaşanmış, her şey, sağlam gibi gözüken iktidarlar bile yıkılmış, Türkiye bütün bunlardan etkilenmediği gibi yeni kurulan rejimlere örnek olarak bile gösterilmeye başlanmıştı. Tabii ki, Kürtlerin çözümlenmemiş statüsü; Osmanlı İmparatorluğu geleneğinin diriltilmesi anlamına gelen genişleme çağrıları; zaman zaman dini yasaların empoze edilmesi; gazetecilerin tutuklanması ve Ermeni soykırımının inkarı gibi orada burada uğursuz işaretler de vardı, ancak bunlar büyük resmi bozmasına izin verilmeyen küçük lekeler olarak göz ardı edilmekteydi. Sonra birden Taksim protestoları patlayıverdi. Konunun İstanbul’un orta yerinde meydana bakan parkın bir alışveriş merkezine dönüşmesini protesto etmekten ibaret olmadığının, çok daha derin bir huzursuzluğun güçlendiğinin herkes farkındaydı. Direnişin işaret fişeği Sırrı Süreyya Önder’in 28 Mayıs sabahı Gezi Parkı’na taarruz eden vandalizme bedenini siper etmesiydi. O dramatik andan itibaren Taksim Dayanışması’nın direnişi ivme kazandı, 31 Mayıs sabahı gelen vahşi müdahaleyle çığ gibi büyüdü. “Gezi”nin uzun hikayesi

98


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Hikayenin özeti böyle anlatılabilirdi. Ancak bu konu daha çok su kaldıracağa benziyordu. Daha şimdiden belli oluyordu. Şarkılara, şiirlere, öykülere, belgesellere, konulu filmlere, görsel sanat eserlerine ilham veriyordu. Hakkında şimdiden bilimsel yazılar, tezler yazılmaya başlanmıştı.

54. Alina’nın babası ve Sean

Alina, babasının masadaki muhabbetin doruğuna çıktığı bir anda Sean’ün oturduğu yere doğru süzüldüğünü ve yanındaki boş sandalyeye oturduğunu geç fark etmişti. Masadaki yüksek sesli konuşmalardan, gülüşmelerden neler konuştuklarını anlaması kolay değildi. Bütün dikkatini neler konuştuklarını anlamaya verdi. Mimiklerinden, arada yakaladığı sözcüklerden ufaktan bir sorma soruşturma halinin olduğu belliydi. Sonunda dayanamadı o da yanlarına gitti. Tahmini doğru çıkmıştı. Babası muhtemel damat adayıyla adeta mülakat yapıyordu. Ne iş yapardı, kaç para kazanırdı, annesi, babası kimdi? Falan... Babasının kulağına eğilip: “Yaa, baba ne yapıyorsun sen yaa!?” “Ne var ki kızım, kızının geleceğini düşünen her babanın yaptığını yapıyorum. Bakalım hayat gemisine birlikte binmeyi düşündüğü adam kızıma uygun mu?” “Yaa baba, henüz bir şey yok ki. Arkadaşız biz.” “Olsun, atı alan Üsküdar’ı geçmeden ben olaya müdahil olayım.” “Baba sen bile, ha? O kadar çağdaş olmaya çalışırken klasik baba tipinden kurtulamıyorsun.” “Klasik baba tipiyle ne alakası var. Bu, evrensel bir şey. Marx bile kızıyla evlenen Lafargue’a uzun uzun mektup yazıp uyarmış.” Alina, Sean’ın babasının eski bir IRA militanı olduğunu söyleyince babası şöyle bir durdu: “Gezi”nin uzun hikayesi

99


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

“Hadi ya!” dedi. Bu, Sean için iyi ve yeterli bir referanstı ona göre. Gülme sırası Alina’ya gelmişti. Babasına sarıldı: “Alemsin, alemsin; bir tanemsin.”

55. Hasan Fehmi Amca bir anısını anlatıyor

Uzun bir masada herkesin ne konuştuğunu takip etmek zordu kuşkusuz. Yeme, içme, muhabbet derken kim kimin yanında, önünde oturuyorsa onun anlattıklarını duyabiliyordu. Biraz hareketli olursan masada boşalan sandalyeleri dolaşır, masanın diğer bölümlerindeki muhabbetlere de katılabilirdin. Alina da öyle yaptı. Akın Amca: “Hayır mıdır, şer midir, yahu arkadaşlar, bir kazanda kaynatılsa bile birbirine yapışmayacak gibi görünen toplum kesimleri ve siyasetler bu zulme karşı bir araya geldiler ve ortaklaşa direndiler,” diyordu neşeyle. Limonata gibi bir ilk yaz havasında herkesin yüzü gülüyordu. Hasan Fehmi Amca: “Geçenlerde bizim köye gittim, ellibeş yıl önce dallarına tırmandığım ağacı öyle sapasağlam ve koskoca görünce içim garip duygularla doldu,” dedi. Müfit Amca: “Ağaçlar bizden güçlü,” diye söze karıştı. “Birileri köklerinden söküp atmazsa evet,” “Yeniden savaşırız...” Laf döndü dolaştı yine Gezi olaylarına geldi. “Gezi”nin uzun hikayesi

100


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Müfit Amca: “Ya, biz hep bu yeni nesli hep apolitik, çıkarcı, toplumsal olaylara duyarsız diye aşağıladık; bizi utandırdılar herhalde d’il mi?” Şule: “Kendi çocuklarımızı, onların beklentilerini anlayamadık, hep kendi bildiğimiz doğruları kafalarına kakmağa çalıştık.” Alina’nın babası: “Bizi çok şaşırttılar, çok,” dedi. “Bakalım daha neler göreceğiz, inşallah,” dedi. Masanın uzak köşelerinden birisi, Alina’nın kim olduğunu göremediği birisi: ““Mükemmelsiniz Yirmibirinci Yüzyılın Çocukları. Hadi onların şerefine kadehlerimizi

kaldıralım,” diye bağırdı. Kadeh kaldırma faslı sona erdikten sonra, Hasan Fehmi Amca, biraz da herkesin dinleyip, öğrenmesini istediğinden sesini yükselterek: “Dostlar Nazım’ın “Karayılan”ını bilirsiniz,” diye başlayıp, kendi anıları arasında yer alan Karayılan’ın öyküsünü andıran bir arkadaşının öyküsünü anlatmaya başlamıştı ki Adnan Abi, Karayılan Türküsünü söylemeye başladı. Öbürleri bu işareti alır da durur mu? Her zaman olduğu gibi hep bir ağızdan söylemeye başladılar: “Atına binmiş te elinde dizgin Vardığı cephede hiç olmaz bozgun Çeteler içinde Yılan'ım azgın,..” Türkü bitince Hasan Fehmi Amca, yeni bir hamleyle kaldığı yerden hikayesini anlatmaya devam etti: “Herkes Taksim'in hikayesini konuşurken, benim başka bir hikaye anlatmam çok yerinde görünmüyor, ama belki bir bağlantı kurulabilir. Hikaye, evde direniş haberlerini televizyondan seyrederken akşam uzeri aklıma geldi. Belleğimin bir yerlerinde kaybolup gideli hayli zaman olmuştu aslında. Emin, benden üç beş yaş küçük bir delikanlıydı, anlatacağım olaylar sırasında. Ondört yaşlarında birseksene yaklaşan boyu, kıvırcık saçları ve masum yüzüyle hayli hoş bir çocuktu. Karınca dahi ezmez, kibar ve utangaçtı. Bir gün küçük bir çığlık atarak arkama saklanmaya çalıştığında, çok şaşırdım, çünkü kaçtığı çocuk taş çatlasa biryirmi civarındaydı. Emin, "N'olur abi, kurtar beni," diye yalvarıyordu bana. "Emin, dalga mı geçiyorsun? Çocuğu dövmene bile gerek yok. Üzerine yat yeter," dedim. İzleyen günlerde, Emin'in “Gezi”nin uzun hikayesi

101


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

bu korkaklığıyla çok eğlenen kasaba çocuklarının egolarını şişirmek için yerli yersiz Emin'in üzerine yürüdüklerini öğrenecektim. Kendimi duruma el koymak zorunda hissettim ve Emin'in himayemde olduğunu ilan ettim de o yazı rahat atlattı çocuk. Sonra liseyi bitirdiğini, ardından İstanbul'da bir üniversiteye girdiğini duydum. Uzun yıllar hiç haberini almadım. Otuz yaşından sonra gittiğim naylon askerlikte altı kişilik, hayli kültürlü, sinemadan, tiyatrodan, edebiyattan anlayan, sosyolog, makine mühendisi ve mimarlardan oluşan bir arkadaş grubum oldu. Çok keyifli sohbetler yapardık. Bütün eğitimlerde arazi olur, bir derenin içinde kitap, dergi okur, tartışır, sohbet ederdik. Yıldız'da hocalık yapan makine mühendisi arkadaşımız bir gün Zaralı olduğumu öğrenince, gözleri parladı; "Emin'i tanıyor musun?" dedi. Önce hatırlayamadım. Tanıdığım bütün Emin'leri gözümün önünden geçirdim, sonra arkadaşın "İri yarı, kıvırcık saçlı, vesaire" demesiyle hatırladım dünyanın bu en ürkek delikanlısını. Arkadaşın anlattıklarını askerlikten sonra sorup soruşturarak öğrendiklerimle birleştirdiğimde ortaya çıkan hikaye şöyle. Emin İstanbul'da da ilk yılını herkesten, her şeyden korkarak, hiç kimseye, hiçbir olaya bulaşmadan geçiriyor. Bunda da hayli başarılı oluyor. Kendi başına hiç iş almıyor. Korkaklığını bilmeyenler de cüssesinden korktuklarından hiç sataşmıyorlar. Dönem zaten 12 Mart dönemi, her şey sıkısıkıya zapturapt altında. Siyaset de Emin'in umurunda olmadığından hayat gayet tatlı akıp gidiyor. Ama Emin'in Karayılan gibi şahlanacağı günler uzak değildi. Ne var ki Emin bunu bilmiyordu. Gecelerden bir gece bir şehir yurdunun yatakhanesinde mışıl mışıl uyurken Emin, polis baskın verip herkesi gözaltına alır. Arizona'daki fırtınaya henüz kırkiki yıl vardır, ama Emin doğal olarak bunu da bilmemektedir. Gelgelelim kırkiki yıl sonra Arizona'yı vuracak fırtınadan bihaber olması Emin'in o fırtınaya yakalanmış bir yaprak gibi titremesini engelleyememektedir. Emin'in dayak yemekten bu kadar korkması hem felaketi olur hem de kurtuluşu. Bu kadar çok korktuğunu gören polisler "Var bunda bir iş. Bir bildiği olmasa niye bu kadar korksun ki?" diye herkesi bırakıp ona girişirler. Sabaha kadar, ertesi akşama kadar gelen polis döver Emin'i giden polis döver. Yumruk, falaka, elektrik. Sonra başkalarının ifadesiyle toplanan bilgileri de değerlendirince polis Emin'i serbest bırakır. Emin de korkularını. Dayak yemek bu muymuş diyen Emin o günden sonra kimilerinin baş belası, azılı bir kabadayı olur. İstanbul'u yıllarca kimilerine zehir eder. Haftada en az iki defa Küllük isimli kahveyi, milliyetçilerin karargahını basar tek başına. Masa, sandalye dağıtır kahveyi. Emin'in şerrinden illallah diyen kahve sakinleri Emin'i (artık Deli Emin) gözetlemesi için nöbetçi koymaya başlarlar. Deli Emin'in namı alıp yürür.

“Gezi”nin uzun hikayesi

102


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Bunları öğrendiğimde aklıma Nazım'ın Karayılan'ın Hikayesi adlı şiiri gelmişti. Şimdi ise polisin aşırı biber gazı kullanımıyla halka nasıl korku eşiğini atlattığını görünce belleğimin derinliklerinden çıkıp geldi bu hikaye.” Müfit Amca: “Güzel bağlantı,” dedi. “Bu son olaylar da kendi Karayılan’larını, Emin’lerini ortaya çıkardı sanırım.”

56. Ağaçlar kalkmış ve yürümeye başlamıştı

“Ağaç… Tarih boyunca ağaç aslında hayatı savunmak anlamına gelir. Taşa, bronza rağmen ağacın, ahşabın yanında durmak hayatı kutsamak gibi bir şey olmuştur,” diyordu İskender Savaşır. Ağaçlar kalkmış ve yürümeye başlamıştı. Gezi direnişi, bir yaşam sevinci örgütlenmesiydi. Üç beş ağacın sökülmesine engel olmaya çalışmakla serüvenleri başlayan Gezi Parkı eylemcileri sloganlarının arasında sanki bunu haykırıyordu: “Onlar taştan, biz ağaçtan.”

57. Alina, Sean, Kedicik, Ramiz

Ayakta bile duramayacak kadar yorgundular. Alina, “Kokoreç yer misin?” diye sordu Sean’e. “Nedir o?” “Daha önce sana bahsetmiştim. Tarifi zor, boş ver; yiyince anlarsın.” Sean boş ve soran gözlerle baktı Alina’ya. Kimbilir ne işler açacaktı yine bu serüvenci aşığı. “Gezi”nin uzun hikayesi

103


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

“Çabuk karar ver. Bak Türkiye Avrupa Birliği’ne girince yiyemezsen sonra pişman olursun tadamadım diye.” Sean, çaresiz “OK,” dedi. Alina, köşedeki kokoreççiden iki ekmek arası kokoreç ve ayran alıp döndü. “Al bakalım, bak bu kokoreç, bu da Türk milli içeceği ayran.” Galatasaray’da bir mağazanın ışıklı vitrininin önünde yere oturup, yemeye başladılar. “Beğendin mi Avrupa çocuğu?” “Hı hı, çok lezzetli.” Arkalarındaki duvara birileri, “Revolution will not be televised, it will be ‘tweeted’” yazıyordu. Sean: “Sence de doğru mu?” diye sordu. “Kısmen, ama bak, biz de iyi ve başarılı bir televizyon yayını gerçekleştirdik.” Bir yerlerden, bir müzik mağazasının hoparlörlerinden, bir direnişçinin tabletinden, mp3 çalarından ya da bir evin penceresinden,- aslında o anda nerden geldiğinin hiç önemi yok; Bandista’nın “Aşk Şarkısı” kulaklarına kadar ulaştı. "Aşk İstanbul'da bir sokak / Berlin'de bir squad bir, iki, üç bazen binlerdir / AŞK ÖRGÜTLENMEKTİR." Kokoreçin, müziğin ve biraz oturup dinlenebilmiş olmanın keyfiyle otururlarken caddenin bir ucundan jopları, kaskları, kalkanları, biber gazlarıyla tam teçhizatlı bir polis grubu gelip önlerinde durdu. İçlerinden en bulaşkan olduğu belli biri: “Siz burada ne yapıyorsunuz,” diye sordu.” Ramiz: “Ya tertip, sen artık bunları tanıyamadın mı? Kaç günlerdir içli dışlı olduk. Bu kız Rus gazeteci. Türkçe biliyor.” “Hımmm, Antalya’ya çok mu tatile gelmiş? Allah bilir adı da Nataşa’dır.” Alina’nın aklına çok güzel cevaplar geliyor, ancak ne olur, ne olmaz diye kendisine hakim oluyordu. Aynı polis, “Peki bu yanındaki da mı gazeteci?” diye sordu. “Gezi”nin uzun hikayesi

104


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

“Hayır,”dedi Alina. Sean’e sevgiyle bakarken Türkçede derinliği olan böyle bir sözcük aklına geldi. “Bu, benim hayat arkadaşı adayım,” diye devam etti. “Sizce yasalara uymayan bir durum var mı?” Hayat arkadaşlığı, asker arkadaşlığının, çocukluk, okul, iş arkadaşlığının, yoldaşlığın, akrabalığın, karı-koca olmanın çok ötesinde anlamı olan bir beraberlikti ona göre… Kendi yaşadıklarını, çevresindeki insanların yaşadıklarından edindiği gözlemleri düşündüğünde ona daha anlamlı ve önemli geliyordu bu sözcük. Polisler, kendi aralarında söylene söylene uzaklaştılar. Ramiz: “Adam da bankacıymış; İngiliz midir, İrlandalı mıdır nedir, ne işi varsa buralarda?” “Saçmalama lan oğlum, ne işi varsa buralarda diyorsun, kızı görmedin mi? Ben olsam cehenneme kadar giderim bu kızla.” “Valla haklısın.” Başka bir polis lafa karışıyor: “Herifi olaylarda gözaltına almıştık, savcı bırakmış. N’aparsın?” “Dış mihraktır oğlum, faiz lobisinin ajanı falan.” Polis şefi: “Vay be, içimizdeki İrlandalılardan yani!” “İçimizdeki İrlandalılar” sözünü Türkiye’deki bütün futbol meraklıları bilirdi. Bu polis şefi de bildiğine göre demek ki futbol kültürü fena değildi. 1999 yılında, Milli futbol takımının teknik direktörü Mustafa Denizli Türkiye ile İrlanda arasında oynanan Euro 2000 eleme maçından sonra verdiği röportajda onu ve takımı acımasızca eleştirenleri kınamak için bu sözü kullanmıştı. Bir vakitler aralarından su sızmayan yakın dost olan iki isim, gazeteci Hıncal Uluç ve Mustafa Denizli’nin arası maç öncesi bir televizyon programında Hıncal Uluç’un oldukça sert eleştirileri nedeniyle bozulur. Bu eleştiriler oldukça ağırdır. Herkes Mustafa Denizli’den kendisini savunmasını bekler. Ancak Denizli konuşmaz. Maç bittiğinde saha kenarında karşısında televizyon kameralarını bulan Mustafa Denizli maç sonu heyecanıyla içinde biriken öfkeyi açığa veren bir demeç verip, kendisini eleştirenleri "içimizdeki İrlandalılar" olmakla suçlar. Bu söz daha sonra sanattan spora, siyasetten ekonomiye kadar tüm alanlarda bireylerin ya da kurumların "ihanet" ini tanımlamak için kullanılmaya başlanır. Alina’yla Sean, uzaklaşıncaya kadar polislerin arkasından baktılar. “Gezi”nin uzun hikayesi

105


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Sean: “Ben,” dedi,”Gözaltına alındığımda çok üzüldün mü? Biliyorum gözaltına alınan, dövülen herkes için üzülürsün de benim için daha fazla üzüldün mü?” Alina, “Böyle saçma soru da sorulur mu?” der gibi baktı. Müzik devam ediyordu. “Aşk inadına, aşk devrimdir mağlup, galip ve nikbindir Aşk her sabah, aşk her gece aşk mücadeledir Aşk bir molotof kokteyli bazen elde kalem misali daim doğrudan eylemdir Aşk pasif direniştir Aşk İstanbul'da bir sokak Aşk Berlin'de bir squad bir, ki, üç bazen binlerdir Aşk örgütlenmektir Aşk meydandır, aşk aleni Aşk maskesiz yürümektir Aşk kırılmış bir tüfektir Aşk müşterektir Aşk bir kadim punk tutumu Aşk karakızıl bayrak oldu Aşk mor, yeşil ve pembedir Aşk rengarenktir Aşk Ankara'da bir meydan Aşk Atina'da yanan çam Aşk alevler içindedir Aşk diyalektiktir “Şuraya bir baksana,” dedi, Alina, “Şu çöp kutusunun arkasına sinmiş kedi, bizim kedi mi?” Sean, karanlıkta anlamaya çalıştı. “Bütün kediler birbirine benzer, ama o galiba.” “Ah kotik (kedicik) iyice perişan olmuşsun. Senin halin bizimkinden beter.” Beşiktaş kedisi, oradan oraya kaça kaça Galatasaray’a kadar gelmişti. “Kıs, kıs, kıs.” “Gezi”nin uzun hikayesi

106


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Sonra birden toparladı, “Hay allah kotik senin bir Türk kedisi olduğunu unuttum, bir Rus kedisi çağırır gibi çağırıyorum. Gel pisi, pisi.” Çapkın, bu dost sese karşılık vermemezlik edemezdi. Miyavlayarak yanaştı. “Kokoreç yer misin?” Kediye “kokoreç yer misin” diye sorulur muydu? Tabii ki yerdi.

58. Arif Bey yine kızıyor

Bayrak satıcısı Ali Sarıçiçek Beyoğlu’nda halkı isyana teşvik ettiği gerekçesiyle tutuklanmıştı. Ali Sarıçiçek, Taksim’de yapılan bir eylemde yakalanıp gözaltına alınmış, sonra tutuklanmıştı. Yirmi yıl hapsi istenilen Ali'ye yurtdışına çıkış yasağı konmuştu. Sabahat hanım: “Bey, duydun mu serbest bırakılan bayrak satıcısı adama şimdi de yurtdışına çıkış yasağı konmuş..” Arif Bey: “Tüh be, Kanarya Adaları'na gidecekti adamcağız bayramda. Ulan bırakın da adam yurtdışında Türk Bayrağı satsın. Hakikaten hiç akıl yok bunlarda. Adam bayrak satıyor hafız, eroin değil. Değil yurt dışına kaçacak parası, adamın ekmek alacak parası yok !”

59. Kedicik sonunda evine dönüyor

Huylu huyundan vazgeçmezdi, Arif Bey, televizyonu açacaktı; ama yine o aynı malum yüzü görüp sigortaları atacak, tansiyonu çıkacak diye korktuğundan bir türlü eli uzaktan kumandaya gitmiyordu. “Gezi”nin uzun hikayesi

107


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Hazreti Muhammed’in bir sözü geldi Arif Bey’in aklına; “Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz.” Bu arada duvarda bir başka şiir, Nazım’ın bir şiiri vardı: "Mussolini çok konuşuyor TARANTA - BABU! Tek başına yapayalnız karanlıklara bırakılmış bir çocuk gibi bağıra bağıra kendi sesiyle uyanarak, korkuyla tutuşup korkuyla yanarak durup dinlenmeden konuşuyor. Mussolini çok konuşuyor TARANTA - BABU çok korktuğu için çok konuşuyor!. " Sabahat hanım balkon kapısının aralığından süzülerek içeri giren, günler sonra evine dönebilen Çapkın’ı görünce hayretler içinde kaldı. “Ahh canıımmm, ne oldu sana böyle!?.. Nerelere kayboldun, bizi merakta bıraktın!” diye sevinçle çığlığı bastı. Arif Bey de kediyi görünce elindeki gazeteyi bıraktı. “Oooo, bizim erotik kiremitler kralımız geldi, eve dönüp yeniden minik salon aslanı olmaya karar verdi herhalde?” dedi. Kedilerinin aynı zamanda bir çapulcu, bir metropol panteri olduğunun farkında değildi. Çapkın, eski alışkanlıklarını unutmamıştı. Doğruca koltuğun üzerine zıplayıp, Arif Bey’in kucağında kendine yer açtı. Arif Bey, başını okşarken güven içinde olduğunu bilerek, sevgi mırmırı halini alıp, kendinden geçti. “Bey, bu artık sokağa çıkmaz bana kalırsa.” “Yok hanım, sanmam. Korkuyu bir kere üstünden attıktan sonra daha çok çıkacaktır sokağa.”

60. “Gezi”nin uzun hikayesi

108


Onlar Taştan, Biz Ağaçtan

M. Hakkı Yazıcı

Sean dönüyor

Sean, ertesi gün Londra’ya olağan yaşamına dönecekti. Uçağı erken saatlerdeydi. Alina ise bir süre daha buralarda kalacaktı. Haber Müdürü İvan Petroviç öyle buyurmuştu. “Alinuçka, yolumuz bir daha İstanbul’a düşer mi?” diye sordu. Alina: “Seni bilmem, ama benim daha çok işim olacak gibi buralarda.” “Bu daha başlangıç…Öyle mi?” “Yesss, aynen!” İstanbul’un üstünden güçlü bir rüzgar esmişti. İstanbul’un bildik rüzgarlarından lodos, poyraz falan değildi; bu, başka bir şeydi. “İlk sevgilinin gülüşüne benzer bir ‘Haziran’ havası değil mi esen?” Bütün yalanları, büyük kibirleri, betonlaşmış kalıpları, köhne fikirleri silip süpürmüştü. Alina da, Sean de farkında olmadan ve bilmeyerek bu tarihi olayın şahidi olmuşlardı. Hem de bu toprakların yabancısı oldukları halde... Alina için biraz daha az yabancı denilebilirdi, ama o da genellikle uzaklarda yaşıyordu. Ama bu rüzgar, oralı, buralı değildi ki zaten. Bu gün burada, yarın orada esen sevda yüklü bir rüzgardı. Ve daha çok eseceğe benziyordu.

“Gezi”nin uzun hikayesi

109


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.