Buyuk oykulerin gizi m hakki yazici

Page 1

M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

Büyük Öykülerin Gizi M. Hakkı Yazıcı ( Edebiyat Yazıları )

Edebiyat Yazıları

1


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

HAYAT BİLGİSİ

M. Hakkı Yazıcı, Ankara’da doğdu. İlk, orta ve yüksek öğrenimini yine Ankara’da tamamladı. ODTÜ Ekonomi Bölümü’nü bitirdi. M. Hakkı Yazıcı, halen Moskova’da çalışmakta ve yaşamaktadır. M. Hakkı Yazıcı’nın çalışma yaşamı ve kültürel faaliyetleriyle ilgili çeşitli öz yaşam öyküleri oldu; ama o, en çok hem bir 68’li hem de bir 78’li olması halini sevdi. Öykülerinin, şiirlerinin ve yazılarının bir kısmı Adam Öykü, Notos Öykü, İmge-Öyküler, Dünyanın Öyküsü, Kül Öykü, Adalı, Baraka, Bizim Gazete, Z&Z Akdeniz Kültürü, Memlekent, Yolculuk gibi dergilerde, sanal ortamdaki sanat ve kültür sitelerinde yayımlandı. Önemli bazı siyasal-kültürel dergilerin kurucuları ve yayın kurulu üyeleri arasında yeraldı. 2.Gila Kohen Öykü Yarışmasında Teşvik Ödülü ile ödüllendirilen M. Hakkı Yazıcı’nın “ Fanus” ve “Tiyatrocu” isimli iki öyküsü “Renkler, Öyküler...” seçki kitabında, 2002 yılında, “Dedem Dimitri” isimli öyküsüyse Mübadele Öyküleri seçki kitabında 2010 yılında yayımlandı. 2013 yılında “Koca Bir Sevdaydı Yaşadığımız” isimli anı kitabı Dipnot Yayınevi tarafından yayımlandı. E-Posta

: mhyazici@gmail.com Edebiyat Yazıları

2


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

İçindekiler : Büyük Öykülerin Gizi Öykünün Hikayesi Seçilmiş Hikayeler -Salim Salim Şengil’in Dergiciliği Tomris Uyar:: Edebiyat Anlayışından Anlayı ından Ödün Vermeyen Bir Öykü Militanı Yine Selam m Var Dido Teyzeden !

Edebiyat Yazıları

3


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

Büyük Öykülerin Gizi

Giovanni Boccaccio, “Decameron”da “Kimi öykülerin çok uzun olduğunu söyleyenler çıkacaktır. Bu gibilere bir kez daha söylüyorum, yapacak başka işleri varsa, kısa öykülerimi bile okumaları çılgınlık olur. Yazmaya başladığımdan, çabamın sonuna ulaştığım bugüne dek uzun bir süre geçti. Ama yine de, bu çabayı başkaları için değil aylaklar için harcadığımı aklımdan çıkarmış değilim,”diyor. (1) Şurası bir gerçek ki öykücünün işi zor. Öykücü tutumlu olmak zorundadır; öykücü geveze olmamalıdır. Semih Gümüş’ün dediği gibi “Kısa öykü, kendisininkinden başka bir yaratım biçimi ve sürecini dışarlayan, yapısal ve biçimsel bakımdan kendine özgü bir yazınsal türdür...Kısa öykü, deneysele karşı bazı sınırlar getirir. İster istemez yazınsal doğası gereği yapar bunu. Denebilir ki, yazarını bir romancıdan daha çok kendini denetlemeye zorlar. Romanın bazen sabuklamalara bile açık tuttuğu görülebilir kapısını. Açık kalan yerleri de doldurulabilir. Buna karşılık, bir kısa öyküde amaçsız metin parçalarına raslamak olası mıdır?..Kısa öyküde gereksiz bir tek cümle bile açığa düşerek anlatıyı aksatacaktır...Denetim ve tutumluluk kısa öykünün yaratım sürecinin başlıca güdücüleridir.” (2) 'Uyandığında, dinozor hâlâ oradaydı.' gibi kısacık kısa öykülerin yazarı, bir yıl önce ölen, Guatemala'lı Augusto Monterrosso’nun ölüm yıldönümünde yakın bir arkadaşı anlatıyor: "Bir defasında bir hikâyesini yanlış anlattım ve bir kelime fazla söyledim... Bana onu bir Tolstoy romanına çevirdiğimi söyledi."(3) Edebiyat Yazıları

4


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

19 Şubat 2003’te İstanbul’da düzenlenen “Dünya Öykü Günü”nde okunan tebliğleri dinlerken aldığım notları yeniden okuyunca ister istemez güzel bir öykünün nasıl bir şey olduğunu yeniden düşünmek gereğini duymadan edemedim. Erdal Öz, “Öykünün gevezeliğe tahammülü yoktur... Öykü, okunmalı, sözlü olarak bir daha anlatılamamalı; kristal öykü böyle olur,”demişti. Necati Tosuner, “Öykü, enseye tokat atıp kaçar. Bir anı anlatır,”demiş; Osman Şahin, Cortazar’ın , “Roman puan farkıyla kazanır, öykü nakavtla kazanmak zorundadır” sözünü aktarmıştı. Sema Ulu,”Şiir edebiyatın yıldızıdır. Öykü ise onu göğsünde barındıran gökyüzü.”; Sadık Aslankara,”Öykü, başladığı ve bittiği o kısacık sürede yüreğimizi avucuna alabilmeli,” demişti. Gerçekten de öykünün gevezeliğe tahammülü yoktu. Unutamadığım öyküleri anımsadığımda onların ortak yanını İlknur Özdemir’in mükemmel bir çeviriyle dilimize kazandırdığı Arundathi Roy’un “Küçük Şeylerin Tanrısı” romanından derlediğim aşağıdaki ifadelerin çok güzel anlattığını düşünüyorum. Büyük öykülerin gizi nedir? Büyük öykülerin gizi, gizlerinin olmamasındadır. Büyük öyküler, okumuş, dinlemiş olduğunuz ve yeniden okumak istediğiniz öykülerdir. Herhangi bir yerinden içine girebileceğiniz ve rahatça yerleşebileceğiniz öykülerdir. Onlar heyecanlarla ve şaşırtıcı sonlarla gözünüzü boyamazlar. Beklenmedik şeylerle şaşırtmazlar. İçinde yaşadığınız ev kadar tanıdıktır size. Ya da sevgilinizin teninin kokusu kadar. Nasıl bittiklerini bilirsiniz, ama yine de bilmiyormuş gibi okursunuz, kulak verirsiniz. Tıpkı, bir gün öleceğinizi bilmenize karşın hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamanız gibi. Büyük öykülerde kimin yaşayacağını, kimin aşkı bulacağını, kimin bulmayacağını bilirsiniz. Ama yine de yeniden bilmek istersiniz. Onların gizemi ve büyüsü budur işte. Bu öyküler, çocuklarınız ve çocukluklarınızdır. Onlarla ve onların içinde büyümüşsünüzdür. İçinde büyüdüğünüz ev, üzerinde oynadığınız çayırlardır. Onların pencereleri, görüş biçiminizdir. Bu yüzden, bir öykü okuduğunuzda ya da anlatıldığında, kendi çocuğunuzmuş gibi davranırsınız ona. Onu kızdırır. Cezalandırır. Bir baloncuk gibi havaya uçurur. Güreşip yere serer ve yeniden serbest bırakırsınız. Bu öyküler, sizi koca dünyalardan birkaç dakika içinde geçirir, sararan bir yaprağı incelemek için de saatlerce oyalayabilir. Ya da uyuyan bir köpeğin kuyruğuyla oynamak için... Kan dökülen savaşlardan, bir pınarda saçlarını yıkayan bir kadının mutluluğuna rahatça geçebilir; aklına yeni bir figür gelen bir rakkasenin kurnazca taşkınlığından, dedikodusu yapılacak bir skandal bilen gevezeye; bebeğini emziren bir kadının duyarlığından, bir gülümsemenin baştan çıkarıcı şeytanlığına... Mutluluğun içindeki keder yumağını açığa çıkarabilir... Zafer denizinde gizli utanç balığını... Büyük öyküler, tanrıların öykülerini anlatır; ama ipliğini sıradan insanın yüreğinden dokur. Edebiyat Yazıları

5


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

Ve büyük öykülerin yazarı, doğumundan başlayarak rendelenip cilalanmış, yontulmuş, öykü anlatma görevine uyumlu hale getirilmiştir. Öykü yazarı içinde bu büyüyü taşır. Sevginin yasalarından yararlanır. Öyküleri sıfırı tüketmiş bir sirkin becerikli cambazı gibi üstünde atlayıp zıpladığı bir güvenlik ağıdır; düşen bir taş gibi, dünyadan düşmemesi için elindeki tek çaredir. Rengi ve ışığıdır onun. İçine akıttığı bir kazandır. Öykü, ona biçim verir. Sağlamlık verir. Onu korur. Zapteder. Aşkıdır onun. Çılgınlığıdır. Umududur. Sonsuz sevincidir. 1) Adam Öykü, sayı 7, Kasım-Aralık 1996, s.117 2) Semih Gümüş, Bir Anlatı Olarak Kısa Öykü, Öykünün Bahçesi, Adam Yay., s.20-21 3) Serhan Ada, Hikayelerin En Kısası, 08 Mayıs 2004, Radikal Gazetesi (*) Bu yazi ilk kez 2003 yilinda Ankara'da Öykü Günleri'nde Teblig olarak sunuldu ve Adam Öykü Dergisinin 44. sayisinda yayimlandi.

Edebiyat Yazıları

6


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

Öykünün Hikayesi Öykü mü demek gerekir yoksa hikaye mi? Çokca tartışılan bir konu bu. İkisinin anlamdaş olduğunu söyleyenler de var. Öykü, hikayenin öz Türkçe karşılığı mı? Öykünün de bir hikayesi mi var? Bir başka edebiyat ürünü romanın da bir hikayesinin olduğu gibi... Konuyu sulandırdığım için bana kızanlar olacaktır. Olsun. Ama gerçek niyetim benim de bu konuda kafamın açılması. Belki kızıp karşı çıkanlardan konuya açıklık getirip benim bu çabama yardımcı olacak değerli fikirler çıkacaktır. Öykü sözcüğünü Nurullah Ataç’ın dilimize kazandırdığı söylenir. Demek oluyor ki öykü sözcüğü aşağı yukarı benim yaşıtım. O zaman çağdaş Türk öykücülüğünün önemli temsilcilerinden olan Ömer Seyfettin’in ömrü bu sözcüğü bilebilmeye yetmedi. Öykünün bir düz yazı ürünü olmasına karşın şiirle akrabalığının daha fazla olduğu savı yaygındır ki doğrudur.

Edebiyat Yazıları

7


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

İmgeler her şeyi kurtarıyor mu? Bir temanın içinde erimediği zaman şiirde de imgelerin tek başına bir işe yaramadığı, ardarda sıralanan imgelerle şiirin bir imge mezarlığı haline geldiği çok bellidir. Yapılan şey imge kolajı oluyor. Rahmetli Öztürk Serengil sağ olsaydı “kolay”a “kolaj” derdi, herhalde. Aynı şey, yenilerde, özellikle genç öykücüler arasında moda haline gelen salt imgeler üzerine oturtulmuş öykü anlayışı için de geçerlidir. Güçlü bir teması, bir hikayesi olmayan öykü, yalnızlığa mahkum olup, okurunu bulamayacaktır. Anlaşılamayan, yaygın okunup sevilmeyen öykülerin ne amaçla yazıldığı meçhuldür. Acaba bu öyküleri yazanlar kendi yazdıklarından bir şey anlıyorlar mı? Kendi sanat anlayışlarına sahip çok sınırlı sayıda eş dost ahbap çevresi için mi yazılmaktadırlar? Bu konuda yapılacak tartışmanın bizi ta eskilere “sanat, sanat için mi, toplum için mi yapılır?” tartışmalarına götürmesi tehlikesi vardır. Benim öykü anlayışım 50 kuşağının ürünlerine daha yakın sanırım. Toplumcu gerçekçi edebiyatımızın bana okumayı, öyküyü sevdiren, hayranı olduğum Orhan Kemal üstadımı yadetmeden geçemeyeceğim. Haddim olmayarak Orhan Kemal’in “küçük adamı”nın serüveninin devamının yazılmasını diliyorum. Basit yalın şeyler yazıyorum, kendi halimde. Yazdıklarım küçük insanların yaşam macerası. Onları overlokçular, kaportacı çırakları, manikürcü kızlar da okusunlar istiyorum. Çünkü benim de bir parçası olduğum sevgili halkımın aynı zamanda evrensel de olan hikayelerini yazmak gibi bir hayalim var. 19 Şubat 2003 Çarşamba günü düzenlenen “14 Şubat Dünya Öykü Günü”nde öyküye ilişkin söylenenlerden kısa notlar : Erdal Öz,”Öykünün gevezeliğe tahammülü yoktur... Öykü, anlatılamamalı. Kristal öykü böyle olur.” Adnan Özyalçıner,”Öykü, savaşa karşıdır. Sevgiyi, kardeşliği anlatır.” Necati Tosuner,”Dert anlatmak için öykü iyi bir yoldur...Öykünün romandan çok şiire yakın durduğuna inanırım...Öykü, enseye tokat atıp kaçar.Bir anı anlatır.” Osman Şahin,”Cortazar, roman puan farkıyla kazanır, öykü nakavtla kazanmak zorundadır, der.” “Sözcükler, öykünün canı, kanıdır. Yığma sözcüklerden kaçınmalı.” Sema Ulu,”Şiir edebiyatın yıldızıdır. Öykü ise onu göğsünde barındıran gökyüzü.” Mehmet Zaman Saçlıoğlu,”Sinema, öykü olmasaydı akan fotoğraflar oalrak kalırdı.” Sadık Aslankara,”Öykü, başladığı ve bittiği o kısacık sürede yüreğimizi avucuna alabilmeli.” Melike Tuğcu,”Ölüme meydan okumaktır yazmak.” Gönül Kıvılcım,”Anın hikayesidir öykü. Roman bir günse, öykü bir andır.” Şubat 2003, İstanbul

Edebiyat Yazıları

8


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

Öykünün nabzı başkentte şkentte atıyor Doğan an HIZLAN / 02 Haziran 2006, Hürriyet EDEBİYATÇILAR YATÇILAR Derneği Derneği ile Çankaya Belediyesi’nin birlikte düzenledikleri Uluslararası Ankara Öykü Günleri bu yıl 10 yaşında.1-5 ya 5 Haziran tarihleri arasında arasın yapılacak etkinliğin niteliği şöyle öyle özetlenebilir: "Türkiye’nin pek çok bölgesinden ve yurtdışından yurtdı öykü yazarı, eleştirmen, tirmen, akademisyen, editör ve yayıncıyı bir araya getirecek olan 10. Uluslararası Ankara Öykü Günleri, son yılların en yaygın üretilen edebiyat türü öykü üzerine, gerek kuramsal düzeyde, gerek uygulama düzeyinde bir tartışma tartı ortamı yaratmaya, öykücülerle öykücüleri, öykülerle okuru buluşturmaya, bulu turmaya, dünya ülkeleri arasında kültür sanat köprüsü kurmaya yönelik bir çalışma." çalı Edebiyatçılar Derneğii Genel Başkanı Ba kanı Gökhan Cengizkan’ın tanıtım açıklaması böyle. … Dün yapılan bir önemli panel de; M.Sadık Aslankara, Çiğdem Çi dem Ülker, Ahmet Yıldız, Leyla Ruban Okyay, M.Hakkı Yazıcı’nın katıldığı, katıldı "Salim Şengil engil Öykücülüğü" Öykücülü idi.

Seçilmiş Hikayeler-Salim Hikayeler Şengil’in engil’in Dergiciliği Dergicili

Bir dönem oynanan roller insanın kimliğini kimli ini belirler. Ne kadar çabalasanız da bu rolün belirleyiciliği peşinizi inizi bırakmaz. Hoşnut Ho nut olsanız da, olmasanız da bu böyledir. Edebiyat Yazıları

9


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

Nasıl Varlık Dergisi yayıncılığı Yaşar Nabi Nayır’ın şairliğinin önüne geçmişse, Salim Şengil’in dergiciliği de öykü yazarlığının önüne geçmiştir. Salim Amcamız bundan şikayetçi olmuş mudur? Sanmıyorum. Çıkardığı Seçilmiş Hikayeler Dergisi’nde ilk öyküleri yayımlanan o zamanın genç yazarlarının, onların etkisinde kalan daha sonraki nesilden yazarların Salim Amcası olmak hep hoşuna gitmiştir mutlaka. 92 Yıllık ömrünün sonuna kadar da öykücülerin Salim Amcası olarak yaşadı. 50’li yıllarda herkesin bir amcasının olması normaldi. Kimilerinin Sam Amcası vardı; öyküdaşların ise Salim Amcası… Seçilmiş Hikayeler Dergisinin serüveni 1947 yılında başlıyor. Öykü dergiciliği anlamında da uzun bir süre yaşamını sürdürüyor. Seçilmiş Hikayeler Dergisinin öykücülüğümüzde çok önemli bir yeri var. Çağdaş Öykü yazınımıza öykü yazarlarının katkılarını bir kenara koyarsak, dört önemli unsurun çok önemli katkısının olduğunu düşünüyorum : O dönemin, özellikle 50 kuşağının öykücülerinin yapıtlarına kucağını açan Salim Şengil’in Seçilmiş Hikayeler Dergisi, çok yakınlarda 58. Sayısının ardından bizi geride, mahzun bırakıp yayın hayatına son veren Semih Gümüş’ün Adam Öykü Dergisi ( Adam Yayınları’nın değil de Semih Gümüş’ün dememin özel bir sebebi var.), genç yazarların ticari kaygı duymadan kitaplarını yayımlayan Erdal Öz’ün Can Yayınları ve Özcan Karabulut’un senelerdir emek verdiği Öykü Günleri. Salim Şengil, Eylül 1947’de Seçilmiş Hikayeler dergisini çıkarmaya başlıyor ( O yıllarda henüz amca değil, tabii.) Varlık Yayınlarının eskiden yayımladığı Cep Kitaplarının boyutunda, 96 sayfalık, sadece öykülerden oluşan bir dergi bu. Künyesinde şunlar yazılıdır: Sahibi ve yazı işlerini fiilen idare eden: Salim Şengil. Ayda bir çıkar. Fiyatı 50 kuruş. Adres P.K. 2045 Bakanlık-Ankara. Basımevi, Ankara’da Ar Basımevi. Salim Amcanın o yıllarda “… ödediği telif 7,5 lira. Sait Faik’e 15 lira verir. Çünkü Varlık Dergisi 10 lira vermektedir. İlk sayılar 2000 adet basılır, sonra tiraj 4000’e çıkar. Dergiye bankalardan reklam alınır. Ve yavaş yavaş Şengil, genç yazarları bastıkça, “Ben yazmasam da olur” duygusuna kapılır. Oysa ilk sayılarda hep vardır öyküleri…” (Sennur Sezer / Evrensel Gazetesi / 30.6.2005-On yıl önceki bir söyleşiden ) İlk sayıda yayımlanan öyküler; S. Anadol’un “Fakirin Kısmeti”, Melih Cevdet Anday’ın “Şilte”, Cahit Beğenç’in “Tarladan mı, Tohumdan mı?”, Fahri Erdinç’in “Afili”, Sadi Günel’in “Kınalı Parmaklar”, M. Oğulcuk’un “Bu Yollar Uzar” (Memduh Şevket Esendal’ın resmi görevleri nedeniyle öyküsü bu isimle yayımlanmıştır.), Şahap Sıtkı’nın “ İnsanlar ve Kuklalar”, Salim Şengil’in “Bir İlk Yaz Günüydü”, İlhan Tarus’un “ Altındağ”, Edebiyat Yazıları

10


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

Cahit Uçuk’un “Postacı”, Peter Stinling’in “En Güzel Gözlü Kız” isimli öyküleridir. İktisat tarihimize not düşmek açısından; ilk sayının arka kapağına alınan T.İş Bankası reklamında “1947 İkramiye Planı’na göre yapılacak çekilişlerde 4 adet arsa, 1 adet 3.000 Liralık, 300 adet 20 Liralık ikramiye” verileceği bildiriliyor. 2. Sayının arka kapağında ise şu ilan var: “ Philips. Dünyanın en büyük radyo fabrikaları. Türkiye’nin her tarafında acentaları vardır.” Başka bir ilan : “Bir Rüzgar Esti, Dram 1 Perde, yazan Salim Şengil. 60 Kuruş, posta pulu karşılığında gönderilir. Yine bir ilan: “Tüccar Terzi Kuruçayırlı Salih Zeki. Her cins İngiliz ve yerli kumaşları, temiz bir dikiş, üstün bir zevk her zaman hakimdir.” 3. Sayının arka kapak ilanı Halk Bankasının “Tank biçimi kumbaralarını herkes kapışıyor acele ediniz.” Vakit, 27 Mayıs’a çeyrek var. 3. Sayıda iç sayfa ilanı : “Bulgur yiyen ihtiyarlamaz, Büçel T.A.Ş.” Size gereksiz bir ayrıntı gibi gelebilecek bu ilan ve reklamları, Dergi ile ilişkilendirdiğimden değil, bir iktisatçı olarak iktisadi-siyasi tarihimize olan özel merakımdan ve ilginç bulduğumdan not ettim. İlk sayısından 47. sayısına kadar Dergi, bu formatını koruyor. Hem yayın politikası, hem boyut olarak. Yani 5 ciltte toplanan 47 sayıda yalnızca öykülere yer veren bir dergi. Hemen hemen her sayısında “Bize Gelen Kitaplar” köşesinde yeni yayımlanan öykü kitapları, Hikayecilerimizi Tanıtıyoruz köşesinde bir öykücü tanıtılıyor. Her sayıda Ernest Hemingway, John Steinbeck, William Saroyan, Erksine Caldwell, Peter Stinling, Frances Frost, L.J. Daventry, Stanislava Kuşelevska, V.S. Pritchett, Maksim Gorki gibi yabancı yazarların birer öyküsüne yer veriliyor. 6. Sayıdan itibaren öykülerin yanı sıra kuramsal yazılar da yayımlanmaya başlıyor. 9-10. sayıdan (Nisan-Mayıs 1948) başlayarak öykü dergilerinin iki ayda bir yayınlanış geleneğini başlatıyor. Ancak Dergi’nin künyesinde hala “ayda bir çıkar” ibaresi yazılmaya devam ediyor. 47. Sayıdan sonra da, Temmuz 1957 yılına, 66. sayıya kadar yayın hayatına devam ediyor. Ancak Seçilmiş Hikayeler artık sadece bir öykü dergisi değildir; kardeşi şiir de Dergi’ye konuk gelmiştir. Attila İlhan’ın şiirlerine, Ece Ayhan’ın öykülerine rastlarız Dergi sayfalarında. Boyutları da farklılaşmıştır. Dergi sayfalarındaki ilanlar da o dönemin siyasi-ekonomik gelişmesine şahitlik etmeye devam eder: “Bütün ağrılara karşı Gripin”, “Banyoda Puro” devri başlamıştır. İlk 47 sayılık dönemde çıkan dergiler 5 ciltte toplanır : 1. Cilt, 1-5. sayılar; 2.Cilt, 6-14. sayılar; 3.Cilt, 15-25 sayılar; 4.Cilt, 26-37. sayılar; 5.Cilt, 38-47. sayılar. 6.Cilt 1. sayı ile yeni bir seri başlanır. 5 Yıl sonrasında Derginin içeriği farklılaşmıştır. Bu sayıda bir ilan: “GE Bu Memleketin Ampulü. Yıl 1951 (ve ben doğuyorum). Edebiyat Yazıları

11


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

Öykü dergiciliğinin kutsiyetini, meşakkatini bilen biz Öyküdaşları asıl ilgilendirenin o ilk beş ciltlik (47sayı ) dönem olduğunu düşünüyorum. Değişikliği biraz daha örnekli açıklamaya kalkarsak Adam Öykü, Adam Sanat Dergisi’nin içine girmiş gibi oldu diyebiliriz. Seçilmiş Hikayeler Dergisi, o yıllar boyunca öykücülerin vitrine çıktıkları, öykülerini okurları ile buluşturdukları önemli bir araç olmuştur. Dergide bu dönem boyunca öyküleri yayımlanan öykücüler (Soyadı harf sırasına göre); Mehmet Akalın (2 öykü),Oktay Akbal ( 5 öykü), Fahir Aksay (3 öykü), Malik Aksel, S.Aldanır, M. Sabri Altınel, Sabahattin Anadol (6 öykü), Melih Cevdet Anday (2 öykü), Orhan Asena, Osman N. Atmaca, Ece Ayhan, Halil Aytekin (3 öykü), Selami Başkurt, Tahsin Batman, Faik Baysal, Tuna Baltacıoğlu, Fakir Baykurt, Cahit Beğenç, Kemal Bekir, Vüs’at O. Bener (2 öykü), Kemal Bilbaşar, Salah Birsel, Müzeyyen Boralı, Yalçın Bükülmez, Necati Cumalı, Kemal Çal, Emel Çandarlı, Saadet Diniz, Raur Erbay, Fahri Erdinç ( 15 öykü; 8. Sayı Fahri Erdinç Özel Sayısı , Mart 1948), Memduh Şevket Esendal (2 öykü, M. Oğulcuk ismiyle 1 öykü), Sait Faik (2 öykü), Muzaffer Gökaşan, Mümtaz Göktürk (2 öykü),Sadi Günel, Halikarnas Balıkçısı (2 öykü), Fethi Giray, Ayhan Hünalp (2 öykü), Zeynel İlhan (5 öykü), Canip S. İlter, Şahap Sıtkı İlter (23 öykü; Sayı 22-23 Şahap S. İtler Özel Sayısı, 1949), İsmet İmamoğlu, Teoman Kahraman, A. Faruk Kakınç, Orhan Veli Kanık (2 öykü), Ceyhun Atuf Kansu ( 4 öykü ), A. Faik Karabudak (2 öykü), Orhan Kemal ( 11 öykü; 30-31. Sayı Orhan kemal Özel Sayısı ),Y. Sait Keskin, Samim Kocagöz ( 6 öykü), Yunus Kazım Köni, Kemal Bekir Manav (2 öykü), Nezihe Meriç (13 öykü; Sayı 40-41 Nezihe Meriç Özel Sayısı), İlhan Müstecaplı, Ümran Nazif, Mustafa Niyazi, M. Oğulcuk (M.Ş.E), A. Ferhan Oğuzkan, Hamdi Olcay (5 öykü), Hafit Otmar, Feride Özpay, Avni Öztüre, Elin Pelin, Cavide Rifat, Resai Savaşman, Aclan Sayılgan, Cevdet Kudret Solak (2 öykü), Sabri Soran (5 öykü), Mükerrem Kamil Su (2 öykü), Salim Şengil( 2. sayısında “Es Be Süleyman Es” isimli ödül kazanacak öyküsü yer alır;toplam 20 öykü), Sedat Tanaydı, İlhan Tarus (9 öykü), Ziya Termen (3 öykü), Şevket Tezel, Naim Tirali, Ercüment Uçarı, Cahit Uçuk, Cavit Yamaç (2 öykü), Ziya Yamaç, Adnan S. Yücebaş, Tahsin Yücel, Sabahattin Zengin, Bildik isimlerin yanı sıra hiç duymadıklarımız… Tam 82 öykücüye kapılarını açmıştır Seçilmiş Hikayeler Dergisi. Kim bilir kaç güzel öykü Dergi sayfalarında kaldı ve bilmiyoruz? Seçilmiş Hikayeler Dergisi, öykü yazarlarına kapısını hep açık tutmuştur. İlk sayısından itibaren her sayıda bir kutucuk içinde Dergi yayın politikasını özetleyen bir duyuru yer almıştır : “Bu güne kadar isim yapmış hikayecilerimizle, genç istidatlara sayfalarımızı her zaman açık bulunduracağız!..” Dergi’nin 15-16. Sayısı (Yıl: 1949, Cilt: 3), Salim Şengil Özel Sayısı. Bu sayıda sekiz öyküsü yayımlanır. Biyografisinde şöyle tanıtılıyor 1913’te Selanik’te doğdu ( yani hemşerim). Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını Fethiye’de geçirdi. Hikayelerinin çoğunda bu küçük şehir yahut kasaba hayatının hususiyetlerine, insanlarına rastlanır.” Fötr şapkalı, kravatlı, çizgili ceketli, kaytan bıyıklı, gözlerini ufka dikmiş bir fotoğrafı basılıdır. Edebiyat Yazıları

12


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

Aynı sayıda bir ilan : “Gölge kaybolup gider, duvarda resim kalır. İnsanlar göçer dünyadan, hatırda isim kalır. Foto Adnan.” “Fotoğrafın tarihine göre, Salim Şengil’in Toprağa Dönüş adlı öyküsüyle, CHP’nin açtığı Türkiye Hikâye Yarışması’nı kazanmasının üstünden 11 yıl, ilk öykü kitabı Kafasını Törpüleyen Adam’ın yayımlanmasının üstünden 6 yıl geçmiş; Salim Şengil 36, Seçilmiş Hikâyeler 2 yaşında. 36 yaş! …36 yaş vurgusuna, sanki Salim Şengil’in hayatı yeni başlıyormuş gibi “Seçilmiş Hikâyeler 2 yaşında”yı ekledim. Çünkü Salim Şengil’in diğer yüzü Seçilmiş Hikâyeler dergisidir. Edebiyat tarihlerinde Türk öykücülüğünün ‘50’li yıllarda büyük bir atılım yaşadığı, o kuşağın Türk öykücülüğüne bir kimlik kazandırmak için yoğun çaba gösterdiği bilgisi yer alır ancak buna neden olan yayın çalışmaları hakkında fazla bir bilgi verilmez. Seçilmiş Hikâyeler dergisi işte bu verilemeyen bilginin gerçek bilgisidir. Seçilmiş Hikâyeler’den önce Resimli Hikâye (12 sayı, 1927-28), Küçük Hikâyeler Kolleksiyonu (4 sayı, 1930) adlı iki öykü dergisi daha çıkmış, dolayısıyla okur, bunlar üstünden “tür” dergisine kısmen alıştırılmıştır. Seçilmiş Hikâyeler dergisi bu anlamda bir ilk dergi değildir ancak formatı, içeriği, yayım periyodu itibariyle “tür” dergiciliğine tek başına örnek oluşturabilmiş ilk dergidir. Sanat dergisini bir ihtiyaç olarak gören ve kimi çoğul girişimlerin başarısızlığına tanık olan Şengil, tek başına bir dergi çıkarma niyetini ilkin Memduh Şevket Esendal’la paylaşır ve Esendal’dan şu net cevabı alır: “Şengil, sen öykücüsün. Boşver sanat-edebiyat dergisini. Yalnız öykülerden oluşan bir dergi çıkar.” Bu öneri doğrultusunda, Seçilmiş Hikâyeler dergisinin serüveni başlar. (Ömer Lekesiz, Kuramdan Yoruma Öykü Yazıları, s.144) Başka bir ilan : “Doğan çocuğunuza Türkiye İş Bankasından kumbaralı bir tasarruf hesabı açtırınız! İkisi birlikte gelişir.” Hemen her sayısında Derginin sayfalarının “genç istidatlar”a açık bulundurulacağı duyurulsa ve çok sayıda yeni, genç yazarın öykülerine yer verilse de yakınmalar eksik değildir. Derginin 18-19. sayısında İsmet İmamoğlu isimli bir okuyucunun mektubu ve öyküsü yayımlanır. Sitemkar mektupta şunlar yazmaktadır : “…Bir öykümü gönderiyorum. Ama açık konuşmam gerekirse Dergide çıkacağından pek umutlu değilim. Dergi sahipleri çoğunlukla ancak tanıdıklarının ve tanıdıklarının sağlık verdiklerinin yazılarını koyuyorlar dergilerine.” Bir ilan : “6 ayak General Electric Buzdolapları gelmiştir. Koç Ticaret T.A.Ş. (Ankaraİstanbul-Eskişehir) Öykülerinin yayımlanmasını isteyen sitemkar okurlar sanki birbirlerinden taktik almaktadırlar. 26-27. sayıda yine sitemkar bir okuyucunun, “Zira duyduğuma göre; ya arkadaşlarınızın veyahut ta arkadaşlarınızın tavsiye ettiği hikayecilerin yazılarını basıyormuşsunuz diye yazan Yıldırım Sait Keskin’in mektubuna Salim Şengil, “Kendi Kendimizi Tenkit” köşesinde “Eğer bugüne kadar Derginin çıkan sayılarını incelemiş olsaydınız, bu kadar bol yeni imzaların, hepsinin arkadaş veya dostumuzun dostu olmasına imkan bulunmayacağını görecek ve bu fikrinizi değiştirecektiniz”, diye cevap verir. Edebiyat Yazıları

13


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

Bir sonraki sayı, 28-29. Sayı “Yeni İmzalar Sayısı” olur. Bu sayıda 9 yeni öykücünün öyküleri yayımlanır. Bir önceki sayıdaki sitem mektubunu yazan Yıldırım Sait Keskin’in “Başıboş Gezenler” hikayesi şöyle başlıyor: “Şu İstanbul, bir garip şehirdir vesselam! Ne insanlarına, ne de mevsimlerine emniyet olur.” Yine bu sayıda Salim Şengil’ in öyküsü yayımlanan öyküler ve öyküleri ile ilgili olarak kısa notları yayımlanır. Yıldırım Sait keskin için şunları azar: “Bir köprü tasavvur edin. Vakit karanlık bir gece olsun. Köprünün üstünden bir çok insanlar gelip geçsin. “Başıboş Gezenler” hikayesiyle Yıldırım Sait keskin, bu gelip geçen insanlar içinde ateş böceği gibi ışık verenidir. Daha ileride, köprüyü geçtikten sonra yıldız olup parlayacağına inanıyoruz.” Seçilmiş Hikayeler’ in “Yeni İmzalar Sayısı” gerçekten öykücülüğümüze yeni imzalar kazandıran bir köprü olmuştur adeta. Bunların arasında Tahsin Yücel ve Nezihe Meriç de vardır. Bu sayıda bir ilan : “Tamsu Türk-Amerikan Su ve Sondaj Şirketi.” Yine aynı sayıdan bir özlü söz : “Her sanatkar ilk önce bir müptedidir.” Başka bir ilan : “Fındıklarınızı Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliği’nden alınız.” Salim Şengil, Tahsin Yücel içinse şunları yazar: “Bizden istediği eli, Tahsin Yücel’in “Ver Elini Tanır Köyü” hikayesini neşretmekle, ona uzatmış oluyoruz. Henüz genç olan bu arkadaşımızın vaatli çalışmasiyle hikaye sanatında verimli olmasını dileriz.” Nezihe Meriç’in yayımlanan “Bir Şey” isimli öyküsü şöyle başlamaktadır: “Bilge hayretler içinde. Buna tam hayret de denemez; henüz tesiri geçmemiş olan bir sevinç ve şaşkınlık hali.” Nezihe Meriç için şunları yazar: “İşte ilerisi için büyük ümitler beslenecek bir imza daha! Bu, hakikatte bir kadın ismi midir? Yoksa müstear imza mıdır? Bunu bilmiyoruz ama, hakikat şudur ki; “Bir Şey” isimli hikayesini, benim diyen ustaların başaramayacağı muvaffakiyete ulaştırmıştır.. “Bir Şey” de çok şeyler var. Beklemek bizden, çalışmak ondan.” Çok fazla beklenmeyecektir. Nezihe Meriç, arka arkaya güzel öyküler yazar ve bunlar Seçilmiş Hikayeler Dergisinde yayımlanır. Derginin 40-41. sayısı Nezihe Meriç Özel Sayısı’dır. Salim Şengil ve Nezihe Meriç, 1951’deki tanışmalarının sonrasında 1956’da evlenirler. Dergi yönetimine ikinci bir öykücü katılır. Derginin yayınlanma fikrinin ortaya atılmasından itibaren yol arkadaşlığı yaptığı Memduh Şevket Esendal’ın ölümüyle sonlanan Esendal-Şengil birlikteliğinin yerine Derginin yönetiminde, politikasının Edebiyat Yazıları

14


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

belirlenmesinde Şengil-Meriç birlikteliği doğar. Türk edebiyatında derin izler bırakan yayıncı ve aynı zamanda edebiyatımıza güzel öyküler kazandıran, Salim Amcamızı çoğunluğu edebiyatla, yayıncılıkla geçen ömrünün 92 yılında, geçen sene bu zamanlarda, 28 Haziran 2005 tarihinde kaybettik. Edebiyatımız ‘Amca’sız kaldı! Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü’nde Salim Şengil hakkında şu bilgiler veriliyor:Günümüz yazarlarından. Ortaokulu İzmir’de bitirdi (1936). Bir süre banka memurluğu yaptı. 193536 yıllarında Tan Gazetesi’nde muhabir, daha sonra Ankara Radyosu’nda tiyatro sanatçısı olarak çalıştı. Seçilmiş Hikáyeler (66 sayı, 1947-1957) ve Dost (102 sayı, 1957-1973) dergilerini çıkardı, Dost Yayınları’nı kurdu. Eserleri: Kafasını Törpüleyen Adam (hikáyeler, 1943), Bir Rüzgár Esti (piyes, 1945), Es Be Süleyman Es (hikáyeler, 1980), Güzel Bir Oyun (hikáyeler, 1983), Savrulup Gidenler (1987), Anılarda Kalan Portreler (anı, 1991), Penceredeki Işık (öykü, 1992). CHP’nin açtığı öykü yarışmasında ‘Toprağa Dönüş’ adlı öyküsüyle birincilik (1937) ve Komşumuz Bulgaristan adlı röportajıyla 1972 Türk Dil Kurumu Basın Dil Ödülü’nü ve ayrıca Ankara Halkevi’nin öykü yarışmasını (1944 ve 1945 yıllarında iki kez) kazandı. Arkasından çok yazıldı, çizildi; çok ağlandı…Kolay değil o ; -Öykücülüğümüzün yılmaz emekçilerindendi; -1950 kuşağı öykücülerinin ortaya çıkmasını sağlayan Seçilmiş Hikâyeler dergisinin kurucusu ve editörü, -4. Ankara Öykü Günleri Onur Ödülü sahibi, -Edebiyatımızın nirengi taşlarından biriydi. İşte, Salim Amcayla ilgili olarak yazılanlardan kısa kısa alıntılar: “Salim Şengil yok artık. Ama yeri belli. Neresi bu yer? Türk öykücülüğünün taa kalbi…” M. Sadık Aslankara, Dünyanın Bir Kahramanı: Salim Şengil, İmge Öyküler, Sayı 4, Ağustos-Eylül 2005. “Salim Şengil, sağlam yayıncılık ilkeleri ve tutarlı davranışları doğrultusunda, Ekim 1947’den Temmuz 1957’ye Seçilmiş Hikâyeler (66 sayı), Ekim 1957’den 1973’e Dost dergisi (102 sayı) ve yayıneviyle yaklaşık çeyrek asır, genelde edebiyatımıza, özelde öykücülüğümüze sürekli taze kan taşımış; edebiyatla yaşamış, edebiyat eylemiş ve edebiyatta bıraktığı “temiz” bir isimle gitmiştir.” (Ömer Lekesiz, age.) “1947-1997 yılları arasında, Ankara ve İstanbul’da, Salim Amca kadar hiç kimse yürümemiştir. Tamı tamına yarım yüzyıl!Salim Amca’nın nüfus kağıdındaki adı Salim Şengil’dir. Salim Amca’ya ‘Salim Amca’ adını eşi, ‘Anamız’, yazarlar yazarı Nezihe Meriç taktı. Sonra hepimizin ‘Salim Amca’sı oldu. Salim Şengil’in Ankara’da yayınladığı Seçilmiş Hikáyeler (1947-1957) ve Dost (1957-1973) adlı dergiler, çağdaş Türk edebiyatının en önemli dergileri arasında yer alır. Bence Varlık ve Yeni Dergi kadar önemli iki dergidir. Ankara’da yayınlandığı için İstanbul vitrinine pek çıkmamıştır bu Edebiyat Yazıları

15


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

dergiler ama işten anlayan kültür ve sanat insanları bu iki derginin Türk edebiyatındaki yerinin çok önemli olduğunu iyi bilirler.Salim Şengil’in Nezihe Meriç’le birlikte çıkardığı dergiler, Türk edebiyatının özgürlük sığınağı olmuştur. İktidarlar, dergi yönetimleri, yayınevleri tarafından soluğu kesilmek istenen yazarların çoğu Ankara, Ulus, Rüzgárlı Sokak, OVE Han’daki büroda yönetilen dergilerde kendilerine özgürlük sığınağı ve yayınlanma olanağı bulmuşlardır.Örneğin Yaşar Kemal’i Yaşar Kemal yapan ‘Pis Hikáye’, Seçilmiş Hikáyeler’in bir özel sayısında yayınlanmıştır. Şimdi edebiyat seçkinlerinin gözdesi olan, edebiyatımızın en büyük öykücülerinden Vüs’at O.Bener, öykülerini Seçilmiş Hikayeler ve Dost’ta, ilk kitaplarını ise Dost Yayınevi’nde yayınladı. Aralarında Bilge Karasu da olmak üzere 1950-60 kuşağı öykücüleri Salim Amca’ya uğramıştır.Attila İlhan’ın ilk şiir kitapları Duvar, Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı, ilk romanları Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez Salim Amca tarafından yayınlandı.Salim Şengil modern anlamda, Yaşar Nabi’den sonra ikinci dergi ve yayınevi editörüdür. Ancak Salim Amca, Yaşar Nabi’ye nazaran daha yenilikçi ve öncü bir editördür. Kitapların kapaklarına bir anlam, renk ve hareket getirmiştir. Örneğin Attila İlhan’ın Sisler Bulvarı ve Sokaktaki Adam kitapları dönemine göre başdöndürcü bir estetik düzeye sahiptir.Salim Şengil’in Dost dergisi ve Dost Yayınevi, Názım Hikmet yasağını delen ilk dergi ve yayınevi değilse, ikincidir.Ben kendi adıma Salim Şengil’in kendisine, dergi ve yayınevine çok şey borçluyum.Türk edebiyatında, benim durumumda en azından elli yazar ve şair vardır, Salim Amca’ya borçlu olan.Salim Amca, başkalarının yapıtlarını yayınlamak için 40 yıl kendi yapıtını ihmal etti. Ama 1980’lerin ortalarına doğru yapıtına geri döndü ve önemli kitaplar yayınladı. Dünya edebiyatında Salim Şengil gibi adamlar vardır ama sayıları çok değil.Salim Amca, 28 Haziran 2005 günü 89 yaşında Erden Irmağı’na doğru yola çıktı. Ona bir çift sözüm var yolluk olarak:Salim Amca, Aden bahçesinde de çok yürüme, krome karton, üçüncü hamur kağıt arama! Yaz, oku, istersen tek başına kazazka oyna, istersen hayranın genç hurilerle vals yap!” Özdemir İnce, Böyle nereye Salim Amca? , 03 Temmuz 2005, Hürriyet. ”1960'lı yıllarda Ankara devletin imkanlarıyla kurulan bir kültür merkeziydi ve aslında donuk bir Balkan başkentiydi. Hiç kuşkusuz Türkiye'nin gerçek kültürel zenginliğini en iyi biçimde temsil eden bir kent değildi. Zira Türkiye kendi tarihi mirasını tanıyan, onun tadını çıkaran bir ülke hiç olmamıştır. Bir azınlığın dışında "Batı" henüz çok kimsenin adım atmadığı, hakkında hayal ve söylentilere dayanarak hayranlık veya düşmanlık beslediği bir dünyaydı… Ankara henüz memuriyetle geçinen Türk aydın takımının toplandığı bir yerdi. İstanbul'un zorluğundan kaçanlar da buraya birikmişti. Salim Şengil,…1940'ların fakir Türkiye'sinde genç yazarları topluma takdim için didinip "Seçilmiş Hikayeler" külliyatını çıkarttığı gibi o sıralarda da Dost dergisini çıkarıyordu. Eşi hikayelerinden ve tiyatro eserlerinden tanıdığımız Nezihe Meriç yani kısacası Nezim gibi o da öztürkçeci, sırf yazarlıkta değil yaşantılarında da temiz ve titiz, yaptıkları iş için sıkıntıya tahammül eden kişilerdi. Salim Şengil aynı dergide Türkiye'de rastlanmayan başka öncülükleri de yaptı... O kıtlıkta bir takım genç yazara telif ücreti bile verirdi. Dahası var, kendi yazdıklarından önce milletin öykülerini derleyip toplayıp yayımlama gayretindeydi. Parası olsa da olmasa da yaşamayı bilirdi. Salim amca bu dünyaya geldiği gibi gitmeyen adamlardandır. Sevgi Soysal'ın "Tante Rosa"sı eşi Nezihe Meriç'in hikayeleri gibi daha nice şey onun gayretiyle hayata geldi. Bu dediklerim Salim amca olmasa "Benim eserimi basın" diye de kimsenin kapısını çalmazlardı. Toplumlar da aslında işini sessizce, ısrarla Prusyalı disipliniyle yapan böyle adamlar sayesinde bir yerlere giderler. Edebiyat Yazıları

16


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

Uzun yaşadı, çok kimsenin fark etmediği, fark edenlerin de çok saygı duyduğu işler yaptı.” (İlber Ortaylı, 1960'larda Ankara ve Salim Şengil , 12 Temmuz 2005, Milliyet.) “Gönen'den ilk öykülerimi yolladığım "Seçilmiş Hikayeler Dergisi" sahibi Salim Şengil, bunları İlhan Tarus'a okutup onun hem Gönen'e, hem Kavacık'a mektup yazmasını sağladı. Tarus'un mektubu, sonra buna eklenen dostluğu kimi biçimsel zorlukları birden atlatmama yardım etti…” ( Fakir Baykurt , Fakir Baykurt’la Söyleşi / Semih Gümüş / Adam Öykü, Kasım-Aralık 1999.) “Salim Amca’yı bizim edebiyatçılar kuşağı, Ankara’da yayımladığı, önce ‘Seçilmiş Hikayeler’, sonra da ‘Dost’ dergileriyle tanımıştır. 1950’li yılların genç şair ve hikayecileri nezdinde fevkalade itibarlı edebiyat dergilerinden biriydi ‘Seçilmiş Hikayeler Dergisi; Hüsamettin Bozok’un ‘Yeditepe’si, Vedat Günyol’un ‘Yeni Ufuklar’ı gibi... Şiir ya da hikayeleri bu dergilerde yayımlanma bahtiyarlığına erişenlere gıptayla bakılırdı!” ( Himi Yavuz, Haziran! Ayların en zalimi!, Zaman, 06.07.2005 ) Kaynaklar : - Seçilmiş Hikayeler Dergisi, Sayı 1-47 ( 5 Cilt) - Ömer Lekesiz, Kuramdan Yoruma Öykü Yazıları, Selis Kitaplar, Şubat 2006, -İmge Öyküler, Sayı 4, Ağustos-Eylül 2005. - Hüseyin Su, Öykümüzün Hikâyesi, Hece Yay., Ankara 2000 - Özdemir İnce, Böyle nereye Salim Amca? , 03 Temmuz 2005, Hürriyet - İlber Ortaylı, 1960'larda Ankara ve Salim Şengil , 12 Temmuz 2005, Milliyet - Sennur Sezer, Evrensel Gazetesi, 30.6.2005 ( On yıl önceki bir söyleşiden ) - Düşler ve Öyküler Dergisi, Salim Şengil ile Seçilmiş Hikayeler Üzerine Söyleşi, İmge Öyküler, Sayı 4, Ağustos-Eylül 2005. - M. Sadık Aslankara, Dünyanın Bir Kahramanı: Salim Şengil, İmge Öyküler, Sayı 4, Ağustos-Eylül 2005. - Kadir Yüksel, Öykücülüğün “Dost”u Salim Şengil, İmge Öyküler, Sayı 4, Ağustos-Eylül 2005. (* Bu yazı, 1 Haziran 2006 tarihinde 10. Uluslar arası Ankara Öykü Günlerinde yapılan panel konuşmasının notlarıdır.)

Edebiyat Yazıları

17


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

Tomris Uyar: Edebiyat Anlayışından Ödün Vermeyen Bir Öykü Militanı Kitapları ve anılarımızla yaşayacak elbette...Ama onun en az kitapları kadar anılması, örnek alınması gereken yanı edebiyat anlayışı ve kişiliğidir.Tomris Uyar’ın öyküleri, çevirileriyle örtüşen önemli olan yanı, sağlam, onurlu, tamı tamına kendi olabilen, ödünsüz bir edebiyatçı duruşuydu. Ödeşmesi sadece edebiyatla oldu. Düşündüklerinden, edebiyat anlayışından hiç ödün vermedi. Tomris Uyar, yazıları, gündökümleri ve çevirilerinin öykü anlayışıyla, edebiyat anlayışıyla koşutluk göstermesine özen gösteren yazarlardandı. *** Daha birbuçuk ay öncesine kadar bir grup arkadaşla birlikte Bilgi-Atölye’de başlattığımız Edebiyat Yazıları

18


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

beraberliğimizi her Pazar günü Beşiktaş-Fulya’daki mütevazi bir apartman katındaki evinde bir araya gelerek sürdürüyorduk. Bilgi-Atölye’de geçen yılın sonunda biten çalışmalarımıza ameliyatının neden olduğu zorunlu aradan sonra Mayıs ayında yeniden başlamıştık. Rahatsızlığına rağmen yaşam coşkusundan, edebiyat sevgisinden hiçbir şey yitirmemişti. Edebiyat onun için en kuvvetli ilaçtan daha etkiliydi. Hayata yine gülerek, matrak geçerek bakıyordu. Ne yaşamında, ne de öykülerinde hiç şikayet etmezdi. Şikayet yazıldığı anda edebiyat iç dökmeye dönüşüyor, derdi. Hastalığını yeni yazdığı bir öyküyü dostlarına okur gibi anlatıyordu. O ünlü ironik tavrıyla, vücut dilini kullanarak, özenli Türkçesiyle ameliyatını, bedeninin tepkilerini anlatıyordu. Çalışmak için masaya oturup edebiyatın sihirli dünyasına geçtiğimizde enerjisinin nasıl yükseldiğini, gözlerinin pırıl pırıl olduğunu hayretle gözlemliyorduk. Çalışma masasının üzerindeki emektar Omega marka portatif daktilosunun tuşlarının üzerinde “Ne olacak, ben de yazarım sizin yazdıklarınızı”, dercesine bir ifadeyle dolaşan kedisi Siyami’ye sevgiyle bakıyordu.

Rahatsızlığı artınca yeniden hastahaneye kaldırıldı. Hastahaneden telefon ederek iyileştiğini bir sonraki hafta yine evde bir araya gelip çalışabileceğimizi söylüyordu. Buna inancı da tamdı. Onunla birlikte edebiyatın sihirli, zengin dünyasında yolculuğa çıkmıştık. O zaten Çetin Altan’ın dediği gibi “kendi yetiştiği özel fidelikle fidanlıktan; Türkiye’de ne limanı, ne de iskelesi bulunan, bir “yazı” okyanusuna fırlatmıştı kendini...O güzelim Türkçeyle, onca güzelim öykü ve çeviri”leriyle...Bizi de almıştı teknesine; edebiyatın en güzel ürünlerinin hoş esintisi ile yelkenlerimizi şişirip “kıyıdan açılmıştık.” Bize öykülerin dünyasından yaşadığımız hayata baktırdı. “Kuşa bin türlü bakmasını” öğrendik. Keşke bu yolculuk daha uzun sürseydi ve hatta hiç bitmeseydi. 2002 yılı adeta Tomris Uyar yılı olmuştu. Güzel Yazı Defteri ile Dünya Kitap Ödülü’nü almıştı. Peki ya 2003 yılı!?..Yazılmamış hiç bir konu yoktur, derdi. Önemli olan nasıl yazdığınızdır. “Hiçbir konusu olmayan bir kitap, hiçbir dış ögeden medet ummayan, yalnızca biçem gücüyle ayakta duran bir kitap” yazmaktı dileği... Öykü bir an sanatıdır..Bütün öyküler sona yakın bir yerde başlar, derdi. Ve aydınlanma anı: Bir gerçekle yüzyüze gelme. *** Edebiyat Yazıları

19


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

Tomris Uyar, öykü dışında bir edebiyat türünü denemedi. Onun en belirgin yanı sadakattı. Bir kerecik olsun öyküye ihanet etmedi.Bir kerecik olsun öyküyü romanla aldatmadı.Hiç şiir yazmadı, ama kendisine şiirler ithaf edildi. İkinci Yeni şairlerinin Turgut Uyar’ın, Cemal Süreya’nın, Edip Cansever’in kraliçeleri idi. Edip Cansever’in adadığı doğumgünü şiirleri, öykülerinde yönlendirici kaynaklardan oldu. Bütün öykü yazarlarına sorulan “ne zaman roman yazacaksınız?” soruları artık onu bıktırmıyordu. Kendine has ironik tarzı ile yanıtlar veriyordu. Öykünün her ne kadar düz yazı türü olsa da şiirle akrabalığının daha fazla olduğuna inananlardandı. Sahi öykücülere neden roman yazmıyorsunuz, ya da ne zaman yazacaksınız sorusunu soranlar “şiir yazmayacak mısınız,” diye neden sormuyorlardı? Edebiyata ilk adım atışı çeviri ile olmuştu. Tomris Uyar'ın, Tagore'den ''Şekerden Bebek'' adlı ilk çevirisi 1962'de Varlık Dergisi’nde yayımlandı. Kuşkusuz Saint-Exupery’nin Küçük Prens’ini, Lewis Carroll’un Alice Harikalar Ülkesinde’sini onun çevirilerinden okuyarak büyüyen pek çok çocuk şimdi edebiyatın iyi okurları arasında yerini almıştır. Türkçe okurları Katherine Mansfield’i, Edgar Alan Poe’yu, Jorge Luis Borges’i, Juan Rolfe’u ve daha bir çok yabancı yazarı onun çevirileriyle sevdiler. Kendi ülkelerinin dilinde ve edebiyat anlayışında büyük yankılar yaratan girişimler gerçekleştirmiş edebiyatçılar dışında yabancı yazar çevirmedi. En son Pazar sohbetlerimizden birinde, kendisine yapılan bir teklifle ilgili olarak fikrimizi almak istedi. Cevabı kendisindeydi, ancak bizimle de paylaşmak istemişti. Madonna’nın yazdığı bir kitabın çevirisini önermişlerdi, hem de normal çeviri ücretlerinin çok üzerinde bir paraya. Kitabı bütün dünya ülkeleri ile eş zamanlı olarak Türkiye’de yayımlayacak yayınevi çevirinin muteber ve ünlü birisi tarafından yapılmasını istiyordu. Paraya mutlaka gereksinimi vardı. Ama reddetmişti. Bizim de aynı düşüncede oluşumuz onu mutlu etmişti.Öyküleri ise çevirilerinden çok sonra gelmişti. Okuru ile buluşmakta hiç telaşlı değildi. Yaşamın ve yazmanın telaşa gelmeyeceğini söylüyordu. Şiirin telaşı kaldırabileceğini, öykününse kaldıramayacağını düşünüyordu. Çeviriyi seçmesinin nedeni İngilizceyi daha iyi öğrenmek değil, Türkçe’de dilinin kıvraklığını, esnekliğini sınamaktı. ''Kristin'' adlı ilk öyküsü 1965 yılında Türk Dili Dergisi’nde yayımlanmıştı. 1969 yılına kadar R.Tomris imzasını kullandı. İlk öyküleri “Papirüs” dergisi yangınında yandı. Onları unuttu. O dönemde insanı öykü yazmaya iten dergilerde; Memet Fuat’ın yönettiği “Yeni Dergi”de, Cemal Süreya ve Ülkü Tamer’le birlikte çıkardıkları “Papirüs”te, öyküleri yayımlandı. 1970’lerde ise ülkemiz çağdaş öykücülüğünün en önemli isimleri arasına yerini aldı. Arka arkaya güzelim öykü kitapları yayımlanmaya başladı; İpek ve Bakır (1971), Ödeşmeler(1973), Diz Boyu Papatyalar(1975) Yürekte Bukağı(1979), Yaz Düşleri/Düş Kışları(1981), Gece Gezen Kızlar(1983), Yaza Yolculuk(1989), Sekizinci Günah(1990), Otuzların Kadını(1995), Aramızdaki Şey(1997), Güzel Yazı Defteri(2002) ve günlükleri; Gündökümü(1981), Günlerin Tortusu(1985), Yazılı Günler(1989), Tanışma Anları(1995), Yüzleşmeler(2002). *** “İnsan bir işe belli bir niyetle başlarsa o niyetten pek sapmadan ilerleyebiliyor.Beni yazmaya iten yazarlar başta hangileriyse bugün de aynı. Arada ufak değişikliklere raslarsam çok seviniyorum. Öykü idmanı için Çehov’u okuyorum hala, yazma keyfini kazanmak için Truman Capote’yi, Katherine Mansfield’i, Türk edebiyatıyla bağımı diri tutmak için Halit Ziya’yı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, Reşat Nuri’yi, Sait Faik ile Sabahattin Ali’yi okuyorum,”diyordu.“Yaşadığım ülkede ferahlatıcı yazılar yazılabileceğine inanmıyorum. Bayağılıklar, yolsuzluklar, kırımlar her an gözümün önündeyken. Oyalayıcı bir şey yazmaktansa kopkoyu bir karamsarlığı yeğlerim,” demişti.Oktay Edebiyat Yazıları

20


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

Rifat’ın ölümünün ardından yazdıkları adeta kendi ayrılışını da anlatıyor:“Ülkemizdeki asi, hırçın, titiz, yalnız, has insanlar, aslında ortamdaki bayağılıktan ötürü ölüyorlar. Önce evlerine, sonra gitgide içlerine kapansalar da, sürülseler de, yakalarını bırakmayan o toplumsal bayağılıktan...İçki, sigara, kalp yetmezliği...Hepsi bahane.”Biz sizi “uzun bir yolda yürürken” görmemiştik hiç!“Ölüm mü,bir gölün dibinde durgun uykudasın.”

(*) Bu yazi ilk kez Dünya Kitap Dergisi'nde yayimlandi.

Edebiyat Yazıları

21


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

Yine Selam Var Dido Teyzeden !

'Ve sen Kör Mehmet'in damadı! Hele sen! Niye öyle tiksinerek bakıyorsun yüzüme? Öldürdüm evet seni, ne olmuş! Ve iste ağlıyorum... Sen de öldürdün! Kardeşler, dostlar, hemşehriler... Koskoca bir kuşak, durup dururken katletti kendi kendini!.. Anayurduma selam söyle benden Kör Mehmet'in damadı! Benden Selam Söyle Anadolu'ya!.. Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin... Ve kardeşi kırdıran cellatların Allah bin belasını versin!..' Böyle bitiyor Dido Sotiriyu’nun, Benden Selam Söyle Anadolu’ya“ isimli romanı.1982 yılında Abdi İpekçi Türk-Yunan Dostluk Ödülü'nü alan bu kitap, kökleri Türkiye'de olan, Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Türkiye'den göç etmek zorunda kalan ünlü Yunan yazar Dido Sotiriyu'nun en önemli, etkileyici kitabı. Türkiye'nin kültür mozayığında çok önemli bir yer tutan Yunan azınlıkların, Kurtuluş Savaşı öncesindeki ve savaş sırasındaki yaşamlarından gerçekçi kesitler sunan Dido Sotiriyu, kendisini söyle tanıtıyor: “1911'de Küçük Asya'da Aydın'da doğmuşum. Babam, Volos'tandır. Kökü, Volo'dan gelir. Annem, 12 Adalardan. Dedem ise, Rodos'tan gelmiş. İstanbul'da Fener Lisesi'nde öğretmenmiş. Çocukluk yıllarımda ailemle birlikte, doğduğum il olan Aydın'da yaşadım. 1922'de Anadolu'dan ayrılarak Yunanistan'a, amcamların yanına gitmek zorunda kaldım. Ailem daha sonra göçtü oraya. İlk çocukluk yıllarının anıları belleğimden silinmiyordu.

Edebiyat Yazıları

22


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

Babamın arkadaşı Talat Beyler, sokakta oynadığım Rum ve Türk çocukları bugün bile aklımda. Yaşadığım yerlerde insan ilişkileri çok sıcaktı. Babam sabuncu idi ve halkla yoğun ilişkiler içinde idi. Ben küçükken evimizin önünden develer geçerdi ve önünde de bir merkep olurdu. Bu merkep'in üzerinde bulunan bir çocuk beline kuşak sarardı. Bunları hatırlıyorum… O dönem Türk halkı ile de ilişkilerimiz çok sıcaktı... Yaşadığım günlerin, duyduğum gerçek olayların o kadar etkisi ve büyüsü altında kalmıştım ki, bu konuyu ele alan bir kitap yazma isteği içimde çığ gibi büyüyordu. 1962 yılında, Benden Selam Söyle Anadolu'ya adlı kitabım yayınlandı. Bence ilk kez gerçekleri ortaya koyan bu kitapta geçenler tümüyle tarafsız bir gözle yazıldı. 1947'de siyasi bir kitap hazırlamıştım, ama basamadım. O zaman gazetecilik yapıyordum. Basılı olan eserlerim ise şunlardır: -1962, “Benden Selam Söyle Anadolu'ya”. Bu eserim Türkçe bir çok kez ve ayrı yayınevleri tarafından basıldı. En iyi çevirisi Türkçe oldu. 8 dilde yayınlanmıştır. -1959, “Ölüler Bekliyor”. Bu kitabım Rusça ve Romanca'ya çevrildi. Ayrıca, Fransa'da Sorbon'da Mirabel kaynak olarak kullanıldı. Roman türünde. Aydın'da bir çocuğun doğup büyümesi anlatılıyor. Oradan buraya gelmeleri, ilerici aydınlarla nasıl karşılaştıkları, faşizm olgusu vb... anlatılıyor. Türkiye'de yayınlanacaktı fakat cuntanın gelmesiyle, Türkiye'deki yayını durduruldu. -1961,” îlektra” 1943 ulusal direnişinde Almanların yakıp kaleden attıkları bir gencin hayatı anlatılıyor. Bu kitap Rusça'ya çevrildi. -1975, “Emperyalizmin Stratejisi ve Küçük Asya'nın Yıkılışı”. -1976, “Endoli”. Bu kitap Beloyanis’in davasını anlatmaktadır. Beloyanis.benim kız kardeşimin kocasıdır ve 1952'da kurşuna dizildi. Çocuklarına ben baktım. Bu kitapta ayrıca, Yunanistan iç savaşı ve ulusal direniş sonrası durum anlatılmıştır. -1979, “Misafirler”. Roman türünde, 19yy. da aile, çocuk ve kadın ilişkilerini anlatıyor. -1982, “Yıkılıyoruz” Roman türünde, 1950-60 arası Yunanistan'daki durum anlatılıyor. Sonuç olarak şunu söyleyeyim: Ben daha çok ülkemin acılarını ve sorunlarını anlatmaya çalıştım. Bunlar üzerinde durdum. Genel olarak iki dönemi işledim. Bunlardan birincisi. Küçük Asya'dan geliştir, ikincisi ise, iç savaş ve sonraki dönemdir. Bence önemli olan barıştır, esas düşman savaştır. Bunu söylüyorum.” İki halk arasındaki barış ve dostluğu öne çıkaran Sotiruyu, Yılmaz Güney'in bu kitabı filme almayı da düşündüğünü ama kısmet olmadığını belirtiyor. Hemen herkesin kütüphanesinde bulunan "Benden Selam Söyle Anadolu'ya"nın unutulmaz yazarı Dido Sotiriyu 95 yaşında aramızdan ayrıldı. Sotiriyu, kitabında Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu'daki Rum köylüleriyle Türkler arasında yaşanan tarihsel bir dramı anlatıyordu. Öykü Manoli Aksiyotis adlı bir Rum köylüsünün gerçek yaşamından kaleme alınmıştı. Sotiriu'nun şu sözlerine katılmamak mümkün mü?.. "Bütün bu çekilen acı, kötü bir rüya olsaydı, ah... Ve yan yana, omuz omuza verip Edebiyat Yazıları

23


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

yürüseydik tarlalara yeniden. Saka kuşlarının türküsüyle şenlenen ormanlara doğru yürüyebilseydik. Ve her birimizin sevdiceği kendi kolunda, çiçeklere bürünmüş kiraz bahçelerinden gülümseyerek çıkıp, yan yana eğlenmek üzere şenlik meydanlarının yolunu tutabilseydik. Anayurduma benden selam söyle kör Mehmet'in damadı. Benden selam söyle Anadolu'ya... Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin. Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların Allah bin belasını versin..." Bu kitapta Manoli Aksiyotis isimli Anadolu Rum köylüsünün öyküsü kendi ağzından aktarılmıştır. 1914-1918 arası Amele Taburu'nda bulunmuş, Anadolu'yu Rum istilasıyla birlikte Elen (Helen) üniformasını sırtlamış, esaret görmüş ve nihayet Yunanistan'da mülteciliğin zehirli ekmeğine ortak olmuştur. İltica ettikten sonra kırk yıl boyunca dokerlik, sendikacılık yapmış; İkinci Dünya Savaşını izleyen Yunan Milli Direnme Hareketine katılmıştır. Emekli olunca da, altmış yılı aşkın yaşantısını kaleme almıştır Manoli. Büyük bir sabırla cefa çekerek: Çünkü doğru dürüst okuma yazma bilmemektedir. ”İki kudret vardı evde, önünde titrediğimiz! Allah ve babam. Anadolu yaşam tarzı hüküm süren bir kasabanın çocuğuydu Manoli. Baba yıldızlar ışırken uyanır, küçük takkesini ve çoraplı pantolonunu giyinir, elini yüzünü büyük bir gürültüyle yıkar, ikonaların karşısına geçer istavroz çıkarır, biraz közde kızarmış ekmeğini şaraba banar birkaç zeytin ve bol küfürle yola çıkardı. Bağları, incirleri, tütünleri, zeytinleri, pamukları, mısırları, susamları, şarapları, iki katlı evlerinin önünde meyve ve sebze bahçeleri, kiliseleri olan bir hayat. Köylüleri iliğine kadar sömüren beyler yok. Tüm dükkanlar, kahveler, iki kiliseyle üç okul ve köyün tek Türk binası olan Zaptiye Dairesi; defne ve mersin dallarından görünmüyor. (Bu gün ise otellerden, pislikten ve bakımsızlıktan) Yazın herkes yazlığına gidiyor, sonbahara doğru dönüp büyük bir temizlik başlıyor, o kadar ki yollarda yürümeye çekinilecek bir temizlik. Evlerin önü rengarenk çiçeklerden geçilmiyor. (Bu gün İstanbul ve İzmir'de bu renkleri sadece pencerelerinin önünde sürdürüyorlar) Ürün satımı sonunda en çokta incirden cepler doluyor ve doğru İzmir; çeyiz, giysi vs.” Stelyo Berberakis : “Yunan edebiyatıyla tanışmam öğrencilik yıllarımda, Dido Sotiriu'nun "Benden Selam Söyle Anadolu'ya" kitabıyla olmuştu. Romanında I. Dünya Savaşı'na kadar Anadolu'da yaşayan Rum ve Türkler'in ilişkilerini; Anadolu'nun Yunan işgaliyle yaşadığı kanlı savaş ortamını ve savaş sonrasında iki ülke arasındaki mübadeleyi anlatmıştı. 'ANADOLU ANASI' Onun kitaplarıyla soyum arasında bir ilişki olduğunu sezdiğim öğrencilik yıllarımda Dido'yu evine gidip ziyaret etmiştim. Atina'nın İlisia semtindeki evinde matematik profesörü yaşlı ve kötürüm eşiyle oturan Dido, beni tam bir 'Anadolu anası' gibi karşılamıştı. Yanaklarımdan öpmüş; salonun en rahat koltuğuna oturtmuştu... Ben kocasıyla konuşurken; Dido, köfte pişirdiği mutfaktan, sohbetimize katılıyordu. "Türk olsun Rum olsun fark etmez... Anadolu'nun havası, suyu bizim en büyük zenginliğimizdir" diyordu. Savaşa gelince "Bak evladım. Savaşta iyiler ya da kötüler yoktur" dediğini hatırlıyorum. 70 yaşına rağmen, hayat doluydu. Dido ile tanıştığım günden bu yana ya telefon ederek ya da ziyaret ederek halini hatırını sorar; kahvesini içerdim. Kendisiyle beş yıl önce yapmış olduğum mülakatta "Çok yakında bu dünyadan ayrılacağını" biliyordu. Hep "Ben büyüyorum ama yaşlanmıyorum bir türlü" diyen Dido, gerçekten de yaşlı ve yorgun bedeninin içinde genç bir devrimcinin ruhunu taşıyordu. 'Kara haberi' radyodan duyduğumda Dido'nun bu dünyadan 'mutlu' olarak ayrıldığını Edebiyat Yazıları

24


M. Hakkı Yazıcı

Büyük Öykülerin Gizi

düşündüm. Hayatı boyunca hedeflediği her şeyi yapmıştı. 'Abdi İpekçi Barış Ödülü'nü alan Dido'nun kitapları 50 dile çevrilmişti. "Benden Selam Söyle Anadolu'ya" kitabıysa, Yunan ilkokullarında okutuluyordu. Mücadeleleri yeterince meyve vermişti. Eceli bekliyordu. Bu dünyadan mutlu ayrıldı Dido...” Refik Durbaş: Dido Sotiriyu, Stelyo Berberakis’in de tanımlamasıyla, Yunan kimliği taşımasına rağmen bizi anlatan, bu toprakları, bu toprakların insanlarını, güneşini, gökyüzünü, akan ve duran sularını yazan bir "Anadolu anası" idi,."Benden Selam Söyle Anadolu'ya" da 1. Dünya Savaşı öncesi Anadolu'da yaşayan Rum ve Türklerin kardeşliğini, Ege'nin Yunan işgaliyle yaşadığı kanlı savaş ortamını ve savaş sonrasında iki ülke arasında yaşanan mübadele öncesinde yaşananları yazmıştı."Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü"nü alması da bu kardeşliğin bir göstergesiydi.Çünkü bu topraklarda doğmuştu. Uc yıl once o ölümsüz "selam"ını son kez Anadolu toprağına bırakarak çekip gitti dünyamızdan... 70'li, 80'li yıllarda Türkiye'de en çok okunan romanlardandı "Benden Selam Söyle Anadolu'ya"... Sotiriu, 75. yaşının baharında, 1986 yılında ülkemizi ziyaret etmiş, doğduğu köy Şirince'yi ziyaret ederek kitaplarını imzalamıştı. Şirince, o zamanki adıyla "Kırkıca" anayurduydu çünkü... Bu köyde doğmuş, 12 yaşına kadar bu köyde yaşamıştı. Şirince'yi ziyaretinde Köy muhtarının evinde çay içerken küçük bir kız iken yaşadıklarını düşünecek, çok güzel bir kadın olan annesine hayranlık duyan Türk subayı Talat Bey'i hatırlayacak ve "Bütün anılarımı kendime sakladım, kalbime gömdüm" diyecekti. Sotiriu, Şirince'den ayrılırken de toprağı öptükten sonra şöyle diyecekti:"Şu anda burada kalan bu güzel gök, bu güzel güneş sanki beni bekliyordu. Gökyüzü, kuşlar, ağaçlar, Anadolu sıcaklığı hiç değişmemiş... Her şey eskisi, yani benim yazdığım gibi...Sotiriyo, "Benden Selam Söyle Anadolu'ya" diyerek ayrıldı aramızdan... "Sotiriu'nun ölümü dolayısıyla Başbakan Kostas Karamanlis bir açıklama yayınladı."Bakalım, bizim devlet büyüklerimizi ne zaman bir ünlü yazarımızın doğum ya da ölüm gününü hatırlayacak? Bir mektupla olsun doğum gününü kutlayacak, iki satırlık bir açıklamayla ölümünü uğurlayacak?”

Edebiyat Yazıları

25


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.