Ayet-i Maruf

Page 1


AYETAYET-İ MARUF -MARUF MERRU


YAZAR Maruf Merru

EDĐTÖR Gökcan Şahin

SON OKUMA & DĐZGĐ Ozancan Demirışık

KAPAK TASARIMI Gökcan Şahin

YAYIN TARĐHĐ Kasım 2010

Bu e-kitap, Buzul Dünya Yayınları tarafından www.buzuldunya.com adresinde yayınlanmıştır. Tanıtıcı kısa yazılar dışında izin alınmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve paylaşılamaz.


Maruf Merru

KÜN 1 – Okumayacaksın!

2 – Yazacaksın. Ne kadar yok ediyorsan, o kadar haraç vereceksin

kelimelere.

oynayacaksın.

Sonuna

Yaşanana kadar

kukla

dayayacaksın

edip

harfleri,

bıçağı

onların

boynuna. Kan sızana, ışığı unutana kadar bütün susmaların, bağırışlarını silene kadar konuşturacaksın kâğıdı. Burnunda alev kokusu, yazacaksın. Yüzüne çarpan yere inat, yapacak hiçbir şeyin kalmayacak, sen sadece yazabileceksin.

3 – Nefretin sesini bozmadan, en saf hâliyle yaşayıp hissi, güleceksin.

Đçindeki

muhalifleri

yakacaksın

odalara

tıkıp,

hepsinin küllerinden aynalar yapacaksın. O aynalara saçma sapan gölgeni, senden kalan son seni yansıtacaksın. Mezarında yutacaksın

kalabalıklaşan

dizeceksin

tespihlere,

senleri.

ardı

ardına

Parmaklarını, notalar

eklemlerini

oluşturacaksın

besmelesiz. Müziği dikeceksin kulaklarına, sızmayacak gürültü içeri!

4


Ayet-i Maruf

- II 4

Uydurmayı

kutsa.

Yalanı

çatlamış,

yaralarla

dolu

dudaklarından iç, yudumla. Terleyeceksin, öyle kötü kokacaksın ki, kendini yok edemeyecek kadar hayata bağımlı, varlığını yok edecek kadar iğrenmiş olacaksın. Ne kadar ünlem taşıyorsan omuzlarında rütbe olarak, o kadar çok soru işareti çiz içine. Yol bitmeyecek,

bileceksin,

sen

biteceksin.

Yolu

sona

erdirmeyeceksin, ekleyeceksin kelimeler kaldırımlara, köprü yanmaya başladığında dumanlara basarak yürümeye devam edeceksin.

Ayaklarının

altı

bitmiş

bir

alevle

kapkara

yürüyeceksin.

5 – Tanrı mı olmak istiyorsun? Öldüreceksin. Kötülüğü kavram olmaktan

çıkar,

klişeleri

sikeceksin,

yayacaksın

etrafına

gökkuşağının kanlarını. ‘O’ olmak için önce ters olanla sevişeceksin. Büyük laflarını bir kenara atıp, boğacaksın, sürekli aşağılayacaksın. Kurallar bulup, uymayacaksın. Tanrı mı olmak istiyorsun? Yok olacaksın!

6 – Belki de o gün benimle o kadar çok konuşmamanın nedeni, benim

orada

aslında

olmamamdı.

Bilmediklerini

yüzüne

vurmuyordum, boşluğu çarpamazsın surata. O yüzden sadece

5


Maruf Merru

karşılıklı sigara içiyor ve konuşmuyorduk. Yürüyen insanların ne kadar

büyük

bir

oksimoron

oluşturduğu

hakkında

düşünüyordun sen, eminim bundan. Yine de anlatmadın. O kadar mutlu oldum ki bunun üstüne, gülümsedim bile. Sigaramı kül tablasına bastım. Yağmur kokusu alıyordum burnumda. Babam da anlardı yağmurun ne zaman yağıp ne zaman yağmayacağını. Masada öne doğru eğildi, bir şeyler söylemeye başladı. Dinlemedim. “Sus,” diyordum sadece. “Kıyametin son noktası konulana kadar sus.” Annem o gün yanımıza geldiğinde, hayali sigaramdan biraz daha içtim. Yağmur yağmadı. Babam bu sefer yanılmıştı. Mutlu oldum.

- III 7 – Baştan başlamayı istiyordun. De ki: “Sona ulaşabildin mi ki gözün başlangıçta?” Çevresindekiler susacaktır. Konuşmalarını sen duymayabilirsin belki de. Alışacaksın. Baştan başlamayı istiyorsun. O zaman yarıda bırakmayı bileceksin. Bitirmeden cümlelerini, sakat bırakacaksın sesi. Peki şimdi oturup silelim elindeki

yaraların

akmayan

kanlarını.

Biliyorum

izlenmek

istiyorsun. Seni istesinler istiyorsun. Onlar da sonra desinler ki: “Sadece kendi gözlerinin ardından görebilen her varlık, bilecektir kendisini tek.” O yüzden çamur getir bana, gözsüz insanlar yaratacağız seninle beraber. Tekilliği kendi odasına kapatacağız.

6


Ayet-i Maruf

Çünkü dışarıyı görebilen kişi, dışarısı da olmak istiyor bir süre sonra. Kendini gerçekten merkeze koyacaksan, körleşeceksin.

8 – “Çok düşündü, öldü.” Merhabalar. Nasılsınız? Bugün saati işliyoruz. Zaman görecelidir. Yani ne tarafa çekersen çek asla yetmeyecek sana. Mesela yarın var. Şimdinin içinden geçersin ulaşırsın. Başka bir şimdiye ulaşırsın. Ardında bıraktığın tünelin gerisinde ise geçmiş kalır. Hatırlamana yardımcı olayım. O gün dükkânda oturuyor ve sıkılıyorduk. Televizyonda futbol maçı vardı. Sırf futbol izlemek için gittin para verdin o kadar, şimdi beceriksiz ikinci lig takımlarıyla doyuruyorsun gözlerini. Gözlerin, ne kadar pis gözlerin var senin ya? Yakanda bir şey var. Ne kadar salaş yemek yiyorsun. Hişt! Đğrençleşiyorsun. Ağzın doluyken kelime üretme be adam! Ses çıkarma. Boğulur gibi bana anlam satmaya uğraşıyor. Ne bu bidonlar böyle? Su doldurup, insanların evine giriyorsunuz! Yok olun gidin be. Sonra dedi ki: “Ben bazen su içmeyi unutabiliyorum, o yüzden arada sigaralarımın üstüne noktalar koyuyorum, öyle hatırlıyorum.” Duyduğum en saçma cümlelerden biriydi. Güldüm. “Buyur birader?” Yakanızda bir şey var. Niye bu kadar kibarım? Yakanda bir şey var. Yok, şey olmamalı cümle de. “Sana dedim birader?” Birader mi? “Ferhat pası verdi.” Lekelenmiş yakan birader? Ya da Selamünaleyküm mü önce? “Arkadaşım bas git, sinir bozma.” Birader? Yakan? Leke. Bir şey var. Nız. “La havle...” Görünmez olmak istiyorsan, önce susacaksın, sonra kaçacaksın.

7


Maruf Merru

4 – Sandalyenin üstünde, rahatsız oturuyordum. Toplanmıştık. Herkes vardı. O kadar ıssızdı yani mekân. Önce masanın öteki tarafından gözlükleriyle o konuştu. Onun dişleri arasından masaya tükürdüğü her kelimede, daha fazla iğreniyordum evrende

kapladığım

noktadan.

Burayı

kendi

içine

çökertmeliydim. Bir kara delik doğurmalıydım. Zaten erkeklerin içinde yok mudur bu? Kadın doğurur, biz tüketiriz. O yüzden elimi masaya vurdum. Top sakallı olan, dikleştirdi vücudunu. Suratında ‘Yine mi?’ etiketli bir ifade vardı. Yanımda oturan arkadaşım, ki kendisinin çok güzel bir ceketi vardır, elini omzuma koydu. “Đyi misin?” Değildim. “Ulan,” diyebildim sadece. Gülmeye başladılar. En çok da o orospu çocuğu gözlüklü gülüyordu. Masanın üzerinde duran bütün nesneleri sildim kafamda. Yok olmalarını emrettim. Nesnelerden sonra insanlara geçecektim, ama gitmiyordu şu siktiğimin kül tablası. Çok sinirlendiğimi hatırlıyorum. Birisi omzuma dokundu. Arkadaşım sandım. “Beyefendi iyi misiniz?” Kızıyordum. Çok hem de! Bağırdım. Ne dediğimi hatırlamıyorum. Çok fazla ş harfi vardı içinde sanki ama. Şey. Ş. “Bu adam bize bakıp bakıp duruyor, masaya da agresifçe vurmalar falan.” Bazı fısıltılar

var.

Toplanmıştık. Masamdaki biradan içtim. “Çıkacak mısın abi? Đnsanlar rahatsız oluyor.” Veysel bu. Tanır beni. Severim Veysel'i. Arkadaşım, iyi adam aslında. Şimdi onların yanında ama. Sinirleniyorum. “Sen de mi katıldın lan onların arasına? Baksana,

8


Ayet-i Maruf

ceketin güzel diye alırlar mı onlar seni? Kabul ederler mi?” Onlar. Bu kelimeyi silmelisin aklından tamam mı? Nefret etme sakın. Çok kişi nefret ediyor onlardan artık. Gerek yok. Bardan dışarı çıktım. Sigara da yakarım. Ateşi yutan sirk ucubeleri de var içimde. Beceriksizler, dilleri kapkara. Siyah. Nokta. Kara delik. Elif lam... Sustum. Tamam.

10 – Komik olmadığımı anladığımda o kadar çok güldüm ki, gerçekten üzücüydü. Gevezeliğimi anladığımdaysa, sessizliğimin nedenini çözdüm. Gürültüydü.

- IV 11 – Ben merhaba dedim, o öldü. Alışkanlık haline getirdiğinden şaşırmadım. Dediler ki: “Onun her ölümünde sen biraz daha yaşayacaksın, o yüzden cesedini sakın gömme, bekle, tekrar hareketlenecek.”

Gömmedim

tabii.

Sadece

izledim

sakin

bedenini. Kirpiklerine çok bakıyordum. Bakmayı seviyordum. Altyazıları vardı, işe yarıyordu. Onun dilini o kadar iyi bilmiyorum: Yardımcı oluyordu o cümleler bana. Sonra mutlu olmuyorduk. Bütün gün çok sessizleşiyorduk. Ne kadar da çok susuyorduk, ne kadar çok susarken ne kadar da çok konuşmak istiyorduk,

ne

kadar

çok

kelimeyi

kuyruğa

sokuyorduk

dillerimizin ucunda. Dillerimizin ucu birbirine değebilirdi, ama

9


Maruf Merru

sen yine ölmüştün. Bunu alışkanlık hâline getirebileceğini söylemiştim. Kendimi tekrar ediyordum sürekli. Sıkılıyordun, sıkılmandan korktuğum için sürekli tedirgin dolaşıyordum ben de etrafında. Bir kere daha benden nefret edebilirdin ve bu bir kere daha benim hoşuma gidebilirdi. Dilimin ucundaki kelimeler geriye kaçtığında, yani vazgeçtiklerinde, sen uyanırdın. Doğru zamanı bekliyordum. Doğru zaman diye bir şey olmadığı için, sadece bekleme eylemim evrende garip bir mantık içine oturuyordu. Beklemek üstüne biraz daha düşünmeliydim. Dört işlem yapmalı, sayılarla oynamalıydım bir müddet: Seslerden uzaklaşmalıydım,

abaküse

dönüştürmeliydim.

Sonra

onlar

dediler ki: “Nasıl oldu?” Bilemedim, cevap veremedim. Gözlerini açtı. “Ne kadardır uyuyorum ben?” dedi. Çok sık ölüyorsun. Zamanın ne önemi var ki? “Bilmiyorum,” dedim. “Bilmiyorum.”

12 – Kahraman mı olmak istiyorsun? Bir düşünelim. Aklında uyduramadığın senaryolarda da başarabilecek misin doğru olanı yapmayı? Doğru kavramını doyurabilecek misin tenine? Bunlara cevap verebilecek misin geceleri kül tablasına silktiğin sigaranın külüne bakarken? Ne zaman bir kötülük yaptın ki, bahanesiz? Hangi yanlışını kafandaki o korkunç hak terazisinde doğru çıkarmadın, söyle. O yüzden önce kötülüğü tanıyacaksın: Đnsan olacaksın yani. Kaç kere söyledim bilmiyorum. Đnsan en güzel hatadır. Bir yanlış gibi davranacaksın. Kabulleneceksin bu kâinattaki bir yırtık olduğunu. Elindeki büyüteci bırakıp çıplak

10


Ayet-i Maruf

gözlerle bakacaksın özüne. Rahatlayacaksın. Göreceksin oradaki içi solucanlarla dolu olan, rüyasız, vıcık vıcık kuyuya inmek istemediğini. Kahraman mı olmak istiyorsun? Anlayacaksın. Olamazsın.

13 – Ateşe bak. Bu kadar kırılgan gözüken başka bir tehlike biliyor musun?

-V14 – Çok konuşuyorduk, çok çirkindik. Sigaraların dumanlarını paylaşıyorduk. Önceden oldu bunlar. Büyük meydanda bir türlü gelmeyen mahşeri beklediğimiz zamanlardan da önce. Denize sarhoş girip, suratımıza ışığın çarptığı günlerden de bile önceydi hatta. Kaldırım taşları üzerinde, ayaklarımızın arasında izmaritler ve

dudaklarımızın

parmaklarımızı

kıskanan

izleri;

geceyi

bitirmemeye, günü genişletmeye uğraşıyorduk. Gözlüklerimin arkasından gördüklerim o kadar iyi değildi. “Bir şeyler yanlış değil, her şey yanlış,” dedim. Ben de güldüm dediğime. “Tamam tamam,

biliyorum.

dediklerimi.

Rahatsız

Beğenmiyorsunuz, bile

beğenmeyeceksiniz

edemeyeceğim

sizi.”

Đzmaritler

izliyordu. Baştan başladım konuşmaya. “Sigaranın temelinde ne kadar eski bazı gelenekler yatıyor aslında. Her duman çektiğinde bir kültürün nostaljis...” Lafımı kestiler. Konuşmadan hem de.

11


Maruf Merru

Kedileri

sevmeye

başlamıştım.

Meydandan

önceydi

bu.

Birinci’yle tanışmamıştık. Birinci kadar rezil bir adam yoktur. O yüzden onun dediklerini çok dinledim. Koridoru vardır onun. Boş çerçeveli. Çıldıran adamlar tanıdım ben. Yokluk ile varlık arasında ip dokudular, taptılar tarafsızlığa. Bense hep sürükleniyordum. Birinci bile, ki o kimseyi takip etmememi söylemişti, onun peşinden

gitmeme

engel

olamadı.

Onlara

toplantılardan

bahsetmemiştim. Saçları maddeyi tekrardan tanımlayan o kızı da anlatmamıştım. Çok konuşuyordum, çok hikâye anlatıyordum, ama nedense bazı kişileri ne yaparsam yapayım kurgumun içine sokamıyordum. O gece eve doğru giderken, bir karar verdim. Yatağa yattığımdaysa unutmuştum. Televizyon sesleri geliyordu. O gün, o meydanda, şiddetin içinde nihayet tek başıma kaldığımda

hatırladım

kararımı.

Söylediler

ki:

“Onu

da

anlatmanın zamanı gelecek, o zaman seni dinlemeyenler, dinlememelerine en güzel nedeni bulacaktır.”

15 – Belki gerçek şarapta değildi, ama en azından şarap gerçekti.

16 – Şair küfür ediyordu. Ben uzun zamandır olmadığım kadar sarhoştum. Bir derviş kadar yakındım kendimi unutmaya. Öğle sıcağında, her tarafı birbirine girmiş bir odadaydık. Bütün o içki ve

sigara

ağzımda

koyu

kahverengi

bir

tat

bırakmıştı.

Öğürmelerim kapıyı tıklatıp kaçıyorlardı. Televizyon tekrar açıktı.

12


Ayet-i Maruf

Birinci’nin ölümünün üstünden üç-dört gün geçmişti. Katili de tanıyordum. Adamı önceki gün evine taşımıştık arkadaşlarla. Çok güzel fıkralar anlatıyordu. Bir taraftan gülüyor, bir taraftan da sarhoş ağırlığını dengeli bir şekilde taşımaya uğraşıyorduk. Terlemiştim. Gözümün üstünde kalmıştı bir damla. Bir türlü gitmiyordu. Elimi gayriihtiyarî artık yok olmuş olan ter damlasının durduğu gözkapağıma götürdüm. Şair ise sigaradan duman çekiyor, sonra tekrar küfrü basıyordu. Bu pezevenk şiir de yazmıyordu aslında. Adı öyle kalmıştı. Kimse sevmezdi onu. Ben muhabbetine katlanabilen tek kişiydim. Bedava içki için, bütün o resmi tarih kokan nutuklarını dinliyordum. Bir ara sustu. Birinci. O bile ölmüştü. Söyledim. “Gebersin piç,” dedi. “Diliyle dokunmadan, yaladı durdu zihinleri. Sonra da boğdu birisi işte götü.” Söyleyemedim. Ben de dinledim diyemedim. O piçin bütün

cümlelerinin

artıkları

artık

zihnimde

diyemedim.

Söyleyemedim. Peygamberimden nefret ettiğimi anlatamadım.

- VI 17 – Kamçısının ucundan güneş dökülüyordu. Bilmelisin ki, ışığın giremediği noktalar çoktur. Karanlık ise her yere sızar. Bu yüzden ışığı yakaladığın anlarda şaşır, yaşa o garabeti her bir noktasına kadar. Çünkü tünelin bittiği yerde ışık değil, ağzı sonsuzluk kokan, sarı dişli, bitmeyen bir kalabalık var. Sadece dumanı

13


Maruf Merru

tanıtıyorlar tenlerine. Karanlığı seviyorsun, biliyorum. Çünkü özlemelisin ışığı.

18 – Olmak istediğin kişi asla olamayacaksın. Bunu anladığın dakikayı dondur ve içini boşalt. As duvarına kafasını, kendine alışamamanın başladığı o anın. Bilmelisin ki, senden iyiler hep olacak. Hatta pencereden bakarken bile tüylerini diken diken eden kalabalığın belki de hepsi senden daha ilginç ve özgün. Çünkü bittiğinde bir kere, gerçekten bitmiştir. Bugün son gündür diye göz kapaklarıyla sana mors alfabesinde şifreler göndermezler, söylenecektir. Geriye biraz kâğıt, biraz da kibrit kokusu kalır sadece. Sen benim çok eski, bir türlü kendini bulamayan

arkadaşım.

Benim

kutsal

olamayan

kitabım,

peygamberim ölmeden başlar, ölümünden sonra can bulur. Çünkü kutsalsızlığım belki de sadece unutulmuş bir öfkenin, çok komik duran bir yankısıdır şimdiye çarpan. Biterse bir kere, gerçekten bitmiştir. Şifrelerle söylemezler sana. Alışacaksın. Eğer beceremiyorsan yaşamayı; yaşamamaya, sadece gölgeni oradan oraya

çarptırmaya

alışacaksın.

Noktalar

önemli

benim

dinlemeyen kulum. Birleştireceksin onları. Bütün sonları birbirine bağlayacaksın.

19 – Değişemediğin için sevmiyorsun belki de fotoğrafları. Sabitliğini hatırlatıyorlar sana. Sen hareket etmeyen bir yelkovan gibisin,

dakikalarla

kaçırıyorsun

14

sürekli

doğru

zamanı.


Ayet-i Maruf

Aramayacaksın o yüzden. Görmeye çalışmadığında çarpacak gerçek suratına. Tam düşer gibi olduğunda hatırlayacaksın asfaltın tadını. Yaktığın sigara daha ne kadar tutabilir içindeki belirsizliği, bilmiyorsun. Boğazını dolduruyor kusmuğun. Bir adım daha atarsan, sonsuza kadar beni dinleyeceksin, biliyorum. Atma o adımı. Aynaya yokluğunu kanıtlayabilir misin? Deneme. Olacaklardan korkarsın. Sor kendine. O sis dağıldığında, ne kalacak geriye?

- VII 20 – Đstenmeyenler yürüyorlardı. O kadar ilahi bir gündü ki hepsi için, durmak bile hareketliydi. Sonra o sustu. Dedi ki: “Belki de başlangıcı

burada

unutacağız,

belki

de

burada

bütün

olmayanları dirilteceğiz.” Aralarında bir siyah gözlü vardı, konuştu. “Noktayı bulduysak, neden bir dolu belki var cümlelerinde?” Cevap verilmedi. Yıldırımsızlıktan sıkılmış bir gökyüzüydü üstlerindeki. Duramadılar. Yürür gibi düşünmeye devam ettiler.

21 – Biz yere bakanlar, göremiyorduk gökyüzünü kalabalıktan.

22 – Boynunda bazı gölgeler titriyordu ve ben o gölgelere dokunmak için çıldırıyordum. Ya da sendin o. Çok karışık artık

15


Maruf Merru

özneler. Unutmuyorum biliyor musun artık? Kimseyle de tesadüfen karşılaşmıyorum mesela. Her şeye bir bahane yerleştirdim. Benim dünyamda artık her şey imkânsız. Bazı olasılıkları zorluyorum, bazı tanımları da bozuyorum şimdilerde, böylesi daha iyi. Rüyalarımda bir çöl var. Merdivenler görüyorum o çölde. Bazıları gökyüzüne doğru uzanmış, bazıları bilmediğim bazı derinliklere salınmışlar. Çok fazla seçim var, nasıl seçeceksin bunlardan doğru olanı, merak ediyorum. Sonra fark ettiğinde onun hata olduğunu, nasıl yıkılacaksın bilmek isterdim. Ben ölmüş olacağım. Ya da seni öldürecekler Birinci. Hatırlamıyorum, çok karıştırıyorum her şeyi artık, söylemiş miydim bunu sana? Şarap vardı şarap. Sonra bazı eller, biraz votka, yani kavun kokusu, öfkeli bağrışmalar da hatırlıyorum. Bu bir diyalog mu, monolog mu? Çizgileri, sınırları birine soktuğunda, ortaya çıkan kusmuktan başka bir şey olmuyor ki.

23 – Karşılıksızlığı çok iyi anlamalısın. Sevginin platonikliği hiçbir şeydir, sen asıl nefretinkini yaşayacaksın. O kadar çok kişiye öfkeli olacaksın, hepsinden o kadar çok iğreneceksin ve birçoğu seni aslında iyi görüyor olacak ki, rezil hissedeceksin. Belki de karşındaki senden nefret edecek kadar bile ilginç bulmuyor olacak kişiliğini. Kimsenin hayatına onları senden nefret ettirecek kadar

giremediğini

anladığında,

damarlarındaki

yıldırımlar

nabzını hızlandıracak. Sevmekten daha zordur nefret etmek.

16


Ayet-i Maruf

Birisi iki

boyutlu bir resimken, diğeri

nefes

alıp

içine

çekebileceğin kadar gerçektir.

24 – Silinmek şeffaflaşmak değil, tamamken görülmemektir.

- VIII 25 – Ölümü öldürmüyor musun her gün tekrar uyanarak?

26 – Benim hayal ettiğim kalabalık, benim düşündüğüm bütün çerçeveler, benim yazdığım her bir cümle, söylendiği andan itibaren beni yok edecek diye umut ediyordum. Oysa biliyorum ve biliyorsun, eylem veya eylemsizliklerin değil, sadece en temelinde yatan özün seni yok edebilir. Bu yüzden mermerin üstünde siyah damarlar şişmeye başladığında, anladım. Harflerin kazındığı taşın kalbine inen çukurlara baktım. Dediler ki: “Bilgiyi unut. Şimdinin dışında bir şey yok. Senin görmediğin şehirler asla var olmadı. Yürümediğin yollar aslında sadece bir benzetmeden ibaret. Yoklar, anla! Görmediğin, yaşamadığın, bilmediğin hiçbir şey yok senin. Olan, olacak olan, her şey, bütün gerçek, burada.” Susuyordum aslında, ama dayanamadım. “Ne bu amına koyayım, senin kasıntı cümlelerin falan?”

27 – Yol dallanıp budaklandığında, hangisi senin sonun olacak?

17


Maruf Merru

28 – Bilmediğim bir şeylerden bahsediliyordu odada. Onların hepsine rüyalarını anlattı. Biz kelimesi b harfiyle başlıyordu dostum. Biz ikinciydik, kaybedenlerin birincisiydik. Đnanmayı bırakmak da o zamanlar gelmişti zaten. Bana asla güvenme, sakın. Anlayamadığım için anlatamadığım o kadar çok şey var ki. Öğrencilikten nefret eden öğretmen olur mu hiç? Kullarını anlayamayan Tanrı nedir ki? Peygamber nerede duruyor bu karmaşada, söyle! Köprülerin ortasında durmaktan, rüzgâr konuşan birisine dönmüşüm, her cümlem uçup gidiyor sadece. Neden korktuğunuzu biliyorum aslında. Çünkü kaybedecek bir şey hep vardır, olmadığında da yaratırız, uydururuz. Biliyoruz, dediler ki: “Đntihar etmek kolay, sonrasında yaşamak zor.”

29 – Tabancalar mors alfabesiyle konuşmaz. Dan dan dan! Kesindirler. Ölümün şifresi yoktur çünkü.

- IX 30 – Şehrin sokaklarında ırmaklar gördüm ve hepsinin uçlarını kondomlarla kapattım. Canı koruyordum, cansızlıktan belki de. Öldürerek hatırasını yaşatabilir misin bedenlerin? Balık zihnine fil hafızası yerleştirebilir misin? Ne yaparsan yap, sen, insan, yok ettiğin kadar var edeceksin. Đşte bu yüzden ayakkabılarının

18


Ayet-i Maruf

yükseklik korkusu kalmayacak kendini bıraktığında binadan. Öl demiyorum. Bırak sadece.

31 – Kendinle eğlenmeyi ilk öğrendiğin gün, anlamalıydın diğerlerine ne kadar ihtiyacın olduğunu. Çünkü yıllar sonra orospulara

para

karşılığı

boşalırken,

perdeleri

görmek

istemeyecektin. Sanki bir rahmin gizliliğini arıyordun sikişmek için. Bu yüzden görmek istiyorsun onları. “Çok büyük sorunların var,” dediler. Sen de onlara döndün, ne kadar çok onlar vardı bilemeyeceksin, ve dedin ki: “Susun lan susun. Duyamıyorum.” Neyi dinliyordun ki? Yan odayı mı? Röntgencilik mirası şu bildiğin Tanrı’nın, ya da izlenmek isteğin kökeni onun. Demen gereken başkaydı. “Susun. Susun ki, görebileyim.” Bir şey söyleyeyim sana, körlerin rüyaları seninkilerden daha gerçektir. Nereden bilebilirsin ki onlardan birisinin düşü olmadığını senin?

32 – Rayları döşedikten sonra niye beklersin ki yolcuları? Bin ulan, bin o vagonlardan birisine ve ardına bakma. Çünkü yürüdüğün yeryüzü kalabalıklar doğuruyor. Bilmen gereken bir şey daha var: Kimse seni anlamıyor falan değil. Sen kimseyi anlamıyorsun aslında, farkında değilsin. Mesela önce birkaç adım attın, sonra deniz çıktı karşına. Çimenliğin sulara değdiği o noktada beklemiştin. Bir türlü gelemeyecek bir kere patlattığın balonların korkusu, aniliği kaybettiğin anda yok edersin anı. Bir anda suratına çarpmadan tokat, bir anda düşmeden ışığa,

19


Maruf Merru

batmaya başlamadan karanlığa, boğazına takılmadığında asfalt, yakalayamayacaksın şiddetli şimdiyi. Sadece akıp gidecek zaman ve bir türlü boğulamayacaksın içinde. Şimdi öldürmez çünkü, işkenceyi uzatır sadece.

33 – Sakın takip etmeyin, peşimden geleni öldüreceğim.

-X34 – Duvarla konuştuğunda, yankı bile duyamazsın. Ve her şey, yansıması, yankısıyla birdir. O yüzden inanıyordun bir ara mesela eşsizliğine. Bırak. Değilsin. Kalabalığız. O kadar.

35 – Bilinmeyene yürüyeceğiz. Bir plan yok, bir sistem yok, sadece bildiğimiz bir başlangıç, bir de son var. Masanın üstündeki

bıçağın

üstünde

bozulan

görüntüyü

aklından

atacaksın. Asla bir kadının dudakları çevresinde cümle artıkları aramayacaksın. Hata yapmaman gerek, anlıyor musun? Baştan aşağı ne olduğunu unutmaman lazım. Bilinmeyene yürüyeceğiz. Köprünün altında sigara içerken karnından bıçaklamışlardı seni. Yerde yatıyordun ve çamurun üstünde acıyı çekiyordun yeryüzüne, yerçekimi oldun sen, ya da bir kara delik, tek yaptığın kendine

doğru

yaklaştırmak

bütün

saçmalıkları.

Seninle

yürüyeceğiz, bir plan yok, bir yol yok, ellerini birbirine çaptığın

20


Ayet-i Maruf

günler de oldu, parmaklarını kırdıkları günler de; kahkahalarla gülüyordun, kaç kere ağzının içinde namlunun metal tadını aldın, saymadın bile belki, yine de korkuyorsun. Çamur kokuyor. Belki de öleceksin. Seninle orada buluşacağım. Elimi uzatacağım, yerde duran ve sönmemiş olan sigaranı alacağım, karşında içeceğim. Bekleyeceksin, yardım etmemi isteyeceksin belki de. Konuşamazsın. Cümlelerin hafızasını kaybetmiş, garip varlıklara dönüşmüş gibi gelecek çünkü. Sonra onlar dönecek ve diyecekler ki: “Kıyametin ilk adımlarında, biz denizleri izleyen bütün gözleri yaktık, devam ettik, sevenlerin derilerini yüzdük, kaldırımların kemiklerini kırdık, bütün bitmeyen konuşmaları biz yarıda keseriz, kıyametin bile olmasına izin vermedik. Đnsanlığı yok oluşun kenarında bıraktık.” O bankta oturuyordun, bir elinde karnını tutuyordun. Bundan üç gün önce bir adam bıçaktaki yansımasını izliyordu. Bundan üç gün önce sen o köprünün altında çamur ve kan içinde yatıyordun. Ben senin yarım kalan sigaranı bitiriyordum. Sen ölmüyordun. Buraya gelecektin, bankın üstüne oturup bekleyecektin, yanına gelip soru soracak olan o kişiyi arıyordun. Bir kız oturdu. Gözleri çok güzeldi. Saçma bir şekilde suratına uzun uzun baktı. Döndün. Sen de onu izledin. Dediler ki: “Onunla konuşmayacak mısın? Her şey böyle başlamaz mı?” Düşündün. Her şey böyle de bitebilirdi. Konuşmadın. Sadece yürüdün gittin.

21


Maruf Merru

36 – Ve ayna sonunda kırıldı. Bir festival başladı aldı gitti. Sokaklarda bir dolu sen, yürüyordunuz. Yansımanın intihar etmesi gibi bir şeydi bu. O yüzden bütün ölümün kenarından dönenler, dua etmeye başladılar. Ben onlarla konuşuyordum. Denilebilecek şeyler vardır. Bekledim. O kadar kalabalıklardı ki. Sonunda bahsedebileceğim onlardan. Bir sahil gözüküyordu arkalarındaki pencereden, kalabalıklardı, bitmeyen bir masanın ardından konuşuyorlardı. Bazı zamanlar sigara içiyorlar. Bazı zaman kimse yok masanın ardında, susuyorlar. Çoğunlukla konuşuyorlar. Zamanı karıştırıyorlar. Dışarıdalar çünkü. O gün, o kutlu gün, sokaklarda yürüyen bir dolu sen, körleşmiş gözlerinde bütün renkleri masallaştırmışken, yalan söylüyordunuz. Ben onlarla konuşmalıydım. Dediler ki: “Kesinlikle bunun bir mantığı yok. Değil mi? Kurduklarından bir şey anlamamız çok normal?” Bir

şey

anlamıyorlardı,

bana

anlattıklarını

ben

onlara

gösteriyordum, sonra beni anlamadıklarını söylüyorlardı. Ateş en kırılgan tehlikedir dememiş miydik? Ben onları yakmalıydım. Bekledim. Sigaralarının dumanları bir şeyler anlatmadığı için, sadece bekledim. Sahili görüyordum. Yeşillikler, müzik, şarap ve deniz vardı orada. Elimi uzatsam, cennete bulaşabilecektim. Beklemek. Bitmiyordu. Yansımanın ölmediği haberini getirdi benlerden birisi, ya da sen miydin? Bilmiyorum. Anlamıyordum ki. Tek kelimesini bile çözemiyordum bu dev saçma sapan kullanım kılavuzu tipli dünyanın. O yüzden anlamsızlığı beni

22


Ayet-i Maruf

dinleyen

müminlerimle

genişletecektim,

sonra

değişmeye

başlayacaktı manzara.

37 – Resim değiştiğinde, ona bakan gözler de değişir.

- XI 38 – Bilmen gereken hiçbir şey yok. Öğrenmeyeceksin. Đlla bir şey mi yapman gerek? Bir şey mi aramalısın? Yanlış olanın peşinde koş, inanmadığın, yalan olduğunu bildiklerinin ardına takıl. Hayal kırıklıkları inşa et, sonra bir dolu labirent çiz, hepsi hatalı olsun, çıkışsız. Gülme, eğlenmeyi bile öğrenme, en kötü esprilerde kaybet kendini, kutulara bak, say bazı kaldırım taşlarını, evden çıkmadan önce her nesneye bir kere dokun ve her seferinde bir tanesini unut. Kafan karışsın, zorla akıllarını diğerlerinin. Aslında bir şey söyleyeyim mi? Boş ver gitsin. Karmaşık olmaya da uğraşma. Sadece dağıl gitsin. Dağıtma. Ne oluyorsa olsun, durmayı öğrenmelisin. Sabitliği.

40 – Çok anlattılar. Dediler ki mesela: “Ya hep de kendimizden bahsediyoruz, sıkmıyoruz umarım seni.” Çok müzik vardı. Yüzlerini göremiyordun insanların. Ben de oradaydım, hep beraberdik senle aslında değil mi? Düşününce, bir türlü yalnız kalamadın sen. Bunu fark ettin. Suratına baktılar. Çöl gibi

23


Maruf Merru

sadeydiler. Bir sanatçı üstüne muhabbet ediyorlardı. Terliyordun. Çok sıcaktı. Đşemeliydin. Aynadan korkmak çok komik geliyordu sana. Gülerdin hatta. “Ne yani aynaya bakmayınca, insan kendinden uzaklaşabiliyor mu? Nedir o muhabbet? Kendini unutabiliyor mu insan kendi yansımasını görmeyince? Biz kendimizi izlemeden yaşıyoruz ulan hayatımızın çoğunda, ayna ne

yapabilir

bulmuyorum

ki

yani?

pek.

O

Saçma.” nedenle

Düşünce diğerlerinin

sıralarını

ilginç

konuşmalarına

döndüm. Çok büyük cümleler söylüyordu bu insanlar. Bir kadınla tanışmıştım. Büyük cümleleri kendi boklarında boğuyordu. Keskin hatundu vesselam. Korkmuştum.

40 – Dedi: “Nereden başlayayım bilmiyorum ki.” Arkasındaki duvar tertemiz bir griydi. Mimariden hiç anlamadığım için vücudunu çok iyi analiz edemiyordum. “Bazen... Çok ciddiyim, bazen gözlerimin kaynadığını hissediyorum.” Esnememi ne kadar

tutabilirdim

bilmiyorum.

Sadece

odanın

fazlaca

kalabalıklaştığını görüyordum. Böyle bir oda yoktu bile. Ben bir kervanı başlatacaktım, sonra başlangıcını hatırlamayacaktı kimse belki de. Beni görmezden gelen, dinlemeyen insanlar, hayali dostlar yaratıyordum. Gerçek insanları da ben dinleyemiyordum. Bir

sigara

yaktım.

Sigarayı

görmeliydin.

Dumanı

içine

çekmeliydin. Çok farklıydı, inanamazdın. Şaşırırdın belki de bilmiyorum. O kadar sıradandık ki. Aslında kendimle bile aynı ortamda olmayı sevmiyordum. Anladım. Dumanı görmeliydin.

24


Ayet-i Maruf

Anlamamalıydın. Ben de eğlenmeliydim sonra. Çok ‘şimdi’ bir andı. Bazen olur ya öyle. “Sonra kapıyı kapattım, çok da korkuyordum. Normalde insan içeriye saklanır, ben de dışarıda daha iyi gizlenebilirim gibi düşünüyordum.” Sigaradan biraz içime çektim. “Hmmm,” dedim. “Devam et.” Düşünmüyordum ki.

41 – Kim, kimin uydurduğuydu birbirine karıştı bir zaman sonra, bilemedi kimse.

- XII 42 – Kapatın gözlerinizi, çünkü geçmeyecek. Bu yaşadıklarınızın hepsi maalesef gerçek.

- XIII 43 – Dediler ki: “Ve an geldi, kapıların hepsini kapattık. Tek başına kaldınız. Belki de toprağın bereketini susturduk, aç kaldınız. Çok konuştunuz, lal ettik dillerinizi. Dua etmemelisin sen, istememelisin, olmalısın, önüne koyduğum bir kaç harabe, onların içinde rahat uyumamalısın.” Bilmediğimi çok kereler söylemiştim, kendim de inanmıyordum kendime ayrı konu.

25


Maruf Merru

Kıyamet öykülerim benim de vardı, hangi sondan başlayayım bilemedim daha önce, sizin sonlarınız, bizim aceleciliğimiz, bizim çok kalabalık oluşumuz bir türlü bitemeyişimiz. Ter. Susmak. Gözlerinizde ne kadar daha güç kaldı? Görebiliyor musunuz beni? Önünüzde ışıktan bir köprüde duruyorum, bir ıslık var ağzımda, duyabiliyor musunuz beni? Evet, yaratanlar bazen yarattıklarıyla konuşur. Duyuyorum, hepsi birkaç sayfa, o kadar. Görebiliyorum,

sizin

gözünüzden

kaçsa

da,

ben

yakalayabiliyorum. Merkezde değilsiniz, çok üzgünüm, çok çok üzgünüm, gerçek de değilsiniz, bir tek ben varım, siz yoksunuz.

44 – Bir siluet gördüm bir gün, bana doğru yürüyordu. Bekledim gelmesini, korkmadım. Sokaktaydım, burnuma ıslak bir koku geliyordu. Geceydi. Ağzımda sigara, izliyordum karanlıktaki adamın bana gelişini. Yanımdan geçti gitti. Ardından bakmaya başladım bu sefer. Yürüdü sokağın başına kadar. Durdu. Bir sigara da o yaktı. Birbirimizin sigara içişini izledik. Benimki daha önce bitti. Ona doğru yürümeye başladım. Beni izliyordu, hissediyordum. Yanından geçip gittim. Bir müddet ardımda bakışlarını hissettim sadece. Durdum sonra nedense. Bir sigara daha yaktım. Geceydi, ıslak bir koku geliyordu burnuma, sokaktaydım. Bekledim gelmesini, korkmadım. Bana doğru yürüyordu, bir siluet gördüm bir gün.

45 – Alıştı mı gözleriniz karanlığa?

26


Ayet-i Maruf

- XIV 46 – Metronomu alıp, kafasına vurmaya başladım. Kan falan yoktu, sadece bağırışlar ve benim gülmelerim dolduruyordu odayı. Şüphesiz ki, o insanlar, ritmi bırakanlar, gün geldiğinde sarkacın

bir

hareketiyle

öleceklerdir.

O

yüzden

satranç

tahtasındaki salya dolu taşları bir kenara attım. Bütün tozlu kitapları

yerlere

döktüm.

Dağıttım.

Nerede

olduğumu

bilmiyordum; hatırlasam yine unutacaktım, biliyordum.

47 – Bir kere daha başladığında yola, aynı günü kaç kere farklı aynalarda yok ettiğini düşündü. Artık dediklerine kendisi bile inanmıyordu. Bütün uydurulanlar, gerçekten yok muydu? O zaman karşısına çıkan ilk kişiye sormaya karar verdi. Yağmur yüzünden sırılsıklamdı, sokaklarda kimse yoktu. Belki de o soru soracağı için herkes terk etmişti şehri. Olamaz mıydı? Bunun mantıklı olduğunu düşündü. Merkezdeydi, merkezdeydiniz çünkü. Diğer her şey, bütün isimler, kişiler, olaylar, sizin yörüngenizde dolaşan uydulardır sadece. Ayaklarına sızan yağmur suyu onu tedirgin etti. Koşmaya başladı. Birisini bulup sormalıydı. Gri, çamur, yağmur, sokak ve kaldırım ona çarptı. Bir süre birbirlerine baktılar. Karşısındaki sordu. O yok oldu.

27


Maruf Merru

48 – Unutmak ve varoluşun temelinde soru yatar. Hatırlamak ve yok oluşun kökleri ise cevaba dolanmıştır. Bunların ikisi de birbiriyle karışmış, geriye sadece ne dediği anlaşılamayan, uzak bir diyarın kötü bir ritme sahip türküsü kalmıştır. O yüzden çölde gökyüzüne bakan, kaybolmuş ve hikâyesi eksik kalmış bir adam olan ben, sizi getirdim yanıma. Merdivenlerde kaldım, bir türlü çıkamadım, onun yanına varamadım. Bu nedenle sizleri çağırdım. Çünkü ne kadar çirkin, ne kadar saçma, aptal, gereksizdiniz, bilmiyordunuz. Hepiniz evrenin merkezindeydiniz, milyonlarca yörünge vardı, birbirinizin uydusu olmuştunuz. Kökeninizi, başlangıcınızı hatırlamanızı istedim. Boş verdiniz. Ben de boş verdim. Başlangıçlara takıntılı olsam da, sürekli ayaklarım sona sürüklüyordu beni. Geldiniz, hoş geldiniz. Şimdi, siktirip gidiniz. Bu yolculuk, uydurma yolculuğu değildir, anladık. Bu yolculuk, bir sona erme haccıdır.

49

Sonrayı

boğduk,

eylemi

yudumladık,

dinamitledik

olmayanları, kuşandık silahları. Savaşa o tepeden başladık işte: Ben, o ve diğerleri. Dedi ki: “Ya varsak?” Dedim: “Yokuz, şimdi anlamak zamanıdır.” Şüphesiz ki, o gün gökyüzü o kadar da gökyüzü değildi.

- XV 50 – Zamanın sırtında kadınlar vardı ve onların hepsini izledik. Ayaklarımın altındaki toprak mı, kaldırım mı, deniz mi, çöl mü 28


Ayet-i Maruf

anlayamıyordum. Karışıyorduk, odadaydık, kavga vardı, sarı saçlar, sonra o uzaktaki cinayetin, daha olmayan, belki de hiç olmayacak

olan

o

cinayetin,

korkusu

vardı

üstümde.

Beklemekten korkuyorlardı. Sonunda kamaramdan çıktım. Başka bir gemiydi burası, bambaşka insanlar vardı. Tayfanın hepsini tanıyordum. Yelkenleri dürten ve bizi sonsuz denizin ortasında oradan oraya sürükleyen rüzgâra küfür ediyordu hepsi, bir de bana tabii ki. Onları buraya kadar sürükleyen bendim, sonra da saklanmıştım işte. O yüzden kavga ediyorduk odada. O yüzden aslında gemide değildik. Ben yürümeye başladım ayaklarımın arasına karışan kızgın kumun üstünde, kıyıyı göremiyordum. Ne buradan, ne de gemiden. Kaybolmuştuk, topallayan bir ayağım yoktu, kaptan olamazdım, olmamalıydım zaten. O gün bir peygambere ihtiyacım olduğunu anladım, beni inkâr edecek bir elçi. Dua ettim kendi kendime; hâlâ gemide, çölde, sokaktaydım, hâlâ kaybolmuştum, hâlâ gevezeydim. Belki de bu yüzden dinlenmek istiyordum. O an anlamıştım. Adımın duyulmasını, varlığımın bilinmesini istiyordum.

51 – Ve dedim ki: “Merhaba, bir bira.” Barda tek başıma değildim, bütün kıyamet burada toplanmıştı. O yüzden kendimi rahatsız hissetmedim. Yanıma kıvrımlarını sevebileceğim bir kadın geldi. Sigaramı yaktım. Ateşi bulmuşum gibi bakıyordu suratıma. Bacakları güzeldi. “Bacakların sen işerken çok güzel görünüyordur,” dedim. Her savaş bir erkek ve bir kadınla başlar.

29


Maruf Merru

Şüphesiz ki, ne yenen, ne yenilen susar. O yüzden ben onun içine girmek için koşturacak, o da beni iterek nasıl içine çekebileceğini

hesaplayacaktı.

O

yüzden

peygamberime

diyecektim. Hatırladım. Okumamalıydı. Görmemeliydi. Sadece durmalıydı.

Bütün

bu

sonuçsuzlukta,

biz

nedenleri

sabitleyecektik, kılımızı kıpırdatmayacaktık. Kadın bana tokat attı. Ben tahrik oldum. Onu eve götürdüm. Bira. Đç. Sonra.

52 – Sahile indiğimizde deniz yoktu. Bu kavganın ilk cephesi ıssız bir sessizliğe bulanmıştı. Elimi kadının kıçına attım. Çın çın etti torbadaki bira şişeleri. Güldüm. Đlk sigaramı gizlice değil, kalabalığın içinde içmiştim ben. O yüzden ıssızlığı sikeyim, sıkılıyordum. Saatimin çatlaklarla dolu camının ardında, zaman küfürbaz bir şiir okuyordu. Sinirlendim. Biliyordum, ilk defa bu sahilde, bu kaldırımlarda konuşulacaktı cümlelerim. O gün peygamberim için üzüldüm. O gün çevremdeki insanlar için acılı bir gündü işte. Kadın boynumdan öptü. Peygamberim o günde, yarındaydı, konuştu durdu. Ben kadınla kayalıklarla sevişecektim. Bira şişeleri çın çın ediyordu hâlâ. O yüzden aklımın morg odasındaki cesetleri ağzımda sigara, sarhoş kafayla izledim. Nefes

almıyorlardı.

anlayamıyordum.

Aynı

Garip

geldi

şekilde,

çözemiyordu.

30

ölüm

bu de

bana. bir

Ölümü

türlü

beni


Ayet-i Maruf

53 – O gece bacaklarımın üstünde gezinen sineklerin aklında sadece şu soru vardı. Onlar dediler ki: ”Olmayan bir tanrının damarlarından kan içersek, biz de onun olmayanına karışır mıyız?”

- XVI 54 – Seçildik, ayıklandık, dağıtıldık, söyleyeceklerimizi bir türlü anlatamadık,

beceriksizdik,

ne

yapacağımızı

bilemedik,

konuştuk, saçmaladık durduk, içtik, sevişmeye uğraştık, kafamız iyice karıştı, ellerimiz titredi, onu seçtik, bizi kurtaracak olan odur dedik, ki kurtarılacak bir durumda değildik, sadece vardık, var olmak biraz sorun yaratıyordu, kabullenmemiz gerekiyordu, beceremedik, yazdık, hep beraberdik, demediler ki, anlatmadılar ki, kaldırımları kazıyınca altından ne çıkacağını söylemediler, kapıyı açarsak ne göreceğimizi bilemedik, sahile hiç inmedik ki biz, gördüm uzaktan, yüzüyorlardı, yüzeceklerdi, oysa bir gemi vardı uzakta, orada bir tane daha ben vardım, korkuyordum, çok korkuyordum, ellerim titriyordu, ayaklarım yapış yapış kum olmuştu, bir banka oturmak zorunda kalmıştım, hepsi ıslanmıştı, çırılçıplaklardı, yüzeceklerdi, gözükmüyordu ki gemi, bir şarap şişesi vardı elimde, bir de sigara ağzımda, içtim, hem dumanı, hem şarabı, kimse oturmadı yanıma, ertesi gün orada kalakalmış

31


Maruf Merru

buldum kendimi, oturdum yanıma, aldım şarap şişesini, doldum içine.

55 – Mezar taşlarının müziklerini anlamaya uğraşıyorduk, benim elimde bir bayrak vardı, üstüne ne yazacağımı unutmuştum, o yüzden tedirgindim, yanımdakilerle beraber yürüdük, bir savaşın bilmem

kaçıncı

anlayamamıştık

cephesindeydik, başımıza

çok

gelecekleri,

kişi

kaybetmiştik,

peygamberi

hâlâ

bulamamıştım, tek başıma bir güruhtum, müziği yakalamaya uğraşıyorduk, ben daha fazla yapamayacağımı düşünmüştüm orada, gitmeliydim, toprak tüylerimi diken diken ediyordu, sinirlendim, bütün yazıları, bütün ölülerin ardında bıraktığı ajitasyon dolu acıları, hepsini paramparça yapmak istedim. Kafam iyiydi, kadınlar da vardı burada, adamlar da; sevişmişti bir zamanlar bu insanlar, midem bulanır gibi oldu, bir mezar taşına tutunmak zorunda kaldım, çok kalabalık, rezil bir güruhtuk, durdular, çevreme doluştular, gülmeye başladım. “Baksanıza,” dedim. “Baksanıza mezar taşındaki isme.” Adım yazmıyordu, kimsenin adı yoktu orada, ölmemiştim. Bir kere daha güldüm. “Ölmedim ben,” dedim. “Ölmedim daha.” Yankı rahatsız etti, aklımda çok uzak bir göçün yorgunluğu vardı, aklıma o cinayet geldi, daha yaşanmamış, belki de hiç yaşanmayacak olan o ölüm geldi, sildim attım kafamdan hepsini. “Biliyorum,” dedim, “peygamberiniz sizden nefret edecek.”

32


Ayet-i Maruf

56 – Tırnaklarım paramparçaydı, ellerim masada, suratına bakıyordum. Bu apartmandan dışarı çıkacak, kaldırımlarda yürüyecektim; şimdiyse burada olmak zorundaydım, önümdeki kâğıttan nefret ettim, senden iğrendim, o konuşuyordu sürekli, yine kavga edecektik belki. Elimi burnuma götürdüm, kan vardı, kanı

izledim,

rengini

düşünmedim,

daha

sırası

değildi,

olmayacaktı, alakasızdı, temizledim, gözlerim acıyordu. “Sen ne anlarsın ki?” dedim. “Farkına vardığında her şeyin, ölmek isteyeceksin.” Korktu, gözlerimin içine baktı. “Neden bana bunu yapıyorsun? Niye beni seçiyorsun?” Duraksadım, acıdım ona. “Nedeni falan yok!” dedim. “Sen buralardaydın, sensin, yanlış, zaman, mekân, kolay seçim, bu kadar basit!” Saçı başı birbirine girmişti, onu dazlak ve sakallı bir şekilde hayal etmeye çalıştım, ben gelecekten hiç bir şey anlamıyordum. “Gidiyorum,” dedim. “Ve biliyorum, intihar eden ilk peygamber olacaksın.” Yalan söylüyordum, onu zamanı geldiğinde ben öldürecektim.

57 – Sonra adımlarım kırmızıya bulaştı, bir şeyi unuttuğumu biliyordum, ışığa baktım, bir var, bir yoktu, yürümeye devam ettim, iki adam gördüm sokağın aşağısında beni görmüyorlardı, ben de onları görmüyordum, ikisi de aynı kişi miydi, birbirlerinin sonsuzluğuna mı karışmışlardı, anlamadım. Yolumu değiştirdim, çok uzakta bir başka aynada bir başka adam duruyordu, ben de durdum.

33


Maruf Merru

58 – Deniz tutar beni, kamaramdan o gün hiç çıkamadım.

- XVII 59 – Bozulmuş olanı gördüm ve onu tamir etmek için kılımı bile kıpırdatmadım. Çok gereksiz uzayan bir muhabbetin tam sonlarına doğru gelmiştim. Yarından ölümüne korkuyordum. Bütün zamanı bir kaç güne sığdırmıştım, bu odadan çıktığımda sonsuzluğu öldürmüş olacağım düşüncesi hoşuma gitti. Nerede olmalıydım bilemedim yürürken, herkes en doğru noktada duruyormuş gibi sağlam bir şekilde oradan oraya gidiyordu. A noktasından B noktasına giderken ne değişmişti de, ben C noktasına

gideceğime,

alfabeyi

parçalamış,

okumayı

unutmuştum? Bilmiyordum. Sadece bir yanlışlık vardı, tamir etmek elimdeydi, yine de gitmedim oraya, düzeltmedim hiçbir şeyi. Çoktan kaybetmiştik savaşı, kahverengi bir semtin, çok da kadife olmayan bir sokağında kimlerle karşılaşıp, kimlerden kaçmıştık, saymadık ki, benle beraber yürüdüler onlar da sadece; konuşmadılar, anlatmadılar, vahiyleri söyleyen ben, dinleyen ben, okuyan kim? Peygamber mi? Ona inanabilir misin? Sana inanmamanı söylüyorum. Bütün bunları sana anlatanı dinleme, orada dur sen konuş, sen anlat, çünkü borçlusunuz bana, konuşmadınız, dinlemediniz,

anlatmadınız, onu

da

bense

susmuyordum,

dinlemeyeceksiniz.

34

Gerçekle

beni kurgu


Ayet-i Maruf

arasında bir yerlerde sıkışıp kalana kadar hepiniz, neyi unuttuğunuzu hatırlayamayacaksınız, üzülmüyorum hiçbirinize. Çünkü başlangıçta da yoktum, sonda da olmayacağım. Siz de olmayacaksınız.

60 – Bir nefes aldım ve olduğum yerden ne kadar uzaklaştığımı fark ettim. Neyi anlattığımı, kimin beni anlattığını bilmiyordum. Parçalanmıştım, bir çark tam yerine oturmuyordu, sonra her şey birbirini

yıkmaya

başlıyordu.

Çok

yakında

bir

yerlerde

bekliyordu. Benim kum yapışkanlığındaki saçmalarımın kimseye bulaşamadığını görüp eğleniyordu. Raylardan korktuğum için inememişti bir türlü vagonlarım, ön saflarda savaşamamıştım, dediler ki: “Bildiğin kadar bilinmemelisin.” Ne biliyordum, ne de biliniyordum.

61 – Kül tablası yere düşene kadar bağırıp çağırdı bütün kargalar.

62

Gözlerimdeki

dumanı silemeyeceğini

anladığında,

ayaklarımızın altındaki kelebek ölülerini de düşünmemeye karar verdik. O yüzden önce yürümeye başladım, sonra o beni takip etti. Daha önce de anlatmıştım nasıl saatlerden korktuğumu, o yüzden bir daha bakmadık güneşe, bir gün içinde ne kadar çok ölebilirsek o kadar kârdır diyerek, bir kitaplığa girdik. Kâğıt üstüne dövmelenen bütün kelimeler gibi, biz de gömdük

35


Maruf Merru

kendimizi hikâyelere. Olmayan o kadar tatlıydı ki, dokunamadık gerçeğin

alevine.

Öyle

bir

gökyüzü

soyundu

ki

sonra

gözlerimizin önünde, utanamadık bile, baktık, baktıkça düştük daha da yükseğe.

- XVIII 63 – Işık gidip geliyordu, göz kırpıyordu aydınlık üstümüze, karanlık kırık dökük sarıyordu tenimizi. Arada sigaralarımızın uçlarındaki ateş delikler açıyordu boşlukta. Hep buradaydık, başka bir yerde başka bir hayat olabilirdi, biz buradaydık. Dünyanın arka sokaklarından birinde yaşayan, olasılıkları sınırlı bir kaç kişiydik işte. Boğulacak gibi oluyordun, kafatasın acıyordu böyle zamanlarda. Anlıyordun çünkü, özel birisi değildin sen, öyle biriydin işte, o kadar çok canını acıtıyordu ki bu, inanamıyordun. Çizgilerle çevrelenmiştin, bir türlü doğru cümleyi söyleyememiştin. Dediler ki: “Öleceksin, bilmiyor musun bunu?” Korkuyordun, ölecektin. “Neden ben bu adam olmak zorundaydım?” diye isyan ettin. “Başka biri niye olmadım, bu beden ve akla niye sıkıştım?” Anlamıyordum seni, anlamak da istemiyordum zaten. Biriydik sadece. Sadece birkaç isim, sayı, o kadar. Sarhoş olmak için bile cüzdanına bakmak zorunda olan, sigaralar paylaşan, dünyanın arka sokağından caddeyi görmeye uğraşan gölgelerdik. O kadar.

36


Ayet-i Maruf

64 – Sevdin, köşelerde yürüyüp durdun, kaç tane sırat köprüsü inşa ettin, kaçından düşemedin, kaçında ulaşamadın hedefine bilemedin. Biraz da bu yüzden o gün elinde meyle, dolanıp durdun yağmurun altında. Đnanmıyordun, inanamıyordun sahile. Hepiniz

oraya

gideceksiniz

diyecek

peygamberim

size.

Đnanmayacaksınız, yine de geleceksiniz peşimizden. Sevdin, çok sevdin

yahu.

Yine

de

olmadı,

olmayacak.

Çok

uzakta

yaşanmayacak bir cinayeti bekler gibi, o kadının yasını tutacaksın. Onu bulsan ne yapacağını bilemezsin ki zaten. Kaç tane sırat inşa ettin, kaç tane surat öldürdün? Parmak ucunda, korka korka yaşadın kadınları, bir türlü dokunamadın onlara, buğulu bulutların ardından bakmadan bir kere öpemedin onları. “Kadınlar,” dedi onlar, susturdun hepsini. Sıkılmıştın tanımlardan, “Kalsın bazı belirsizlikler,” dedin. Parmak ucunda, korka korka yürüyeceksin bu koridorda sen, bütün çerçevelerin bomboş.

65 – Sarkaç sallanıp duruyordu ve izlemiyordun. Büyük bir sahnenin tam ortasındaydın, sandalyenin üstüne çökmüştün ve önünde dev bir sarkaç sallanıp duruyordu. Onu izlemiyordun, başka bir yerdeydin. Bir yolda yürüyordun, çimenlik, sonsuz bir çimenlik vardı önünde. Sonraya inanmıyordun. Hiç bir zaman inanmadın. Önce ise bir hikâyeden ibaretti senin için. O yüzden sıkışıp kalmıştın şimdide, kurtulamıyordun. Sarkaç sallanıp duruyordu ve sen o sahnenin ortasında, onu izlemiyordun,

37


Maruf Merru

başka bir yerde yürüyordun. Çünkü orada olmak istemiyordun, kaçman, gitmen gerekiyordu. Sıkışıklıktan kurtulmalıydın.

66 – Başka bir yere gitmeyi, başka biri olmayı ne kadar da çok istiyordun.

- XIX 67 – Anlattıklarına göre gitmekten korktuğunu fark etmiş çocuk. Bir daha da evden çıkmamış.

68 – Herkesin güldüğü bir sırada ağzındaki yaralardan dolayı sigaradan bir türlü tat alamadığını anlayacaksın. Sonra zoraki bir gülümsemeyle ayağa kalkacaksın, uzaklaşacaksın. Aklındaki hikâyelerden

yorulmuş

birisin

ve

sadece

bu

yüzden

yutamıyorsun artık kurduğun kelimeleri. Ne olursa olsun, kusuyorsun. Aklına gelecek. Sırt üstü yattığınız sıcak yaz gecelerinden birinde, nefesiniz şarap kokarken konuştuklarınızı hatırlayacaksın. Uzaklaşamayacaksın. Hâlâ aynı sandalyede oturuyorsun, ayağa kalkamazsın. Sigarayı hâlâ içiyorsun, çünkü tat önemli değil artık. Öyle bir yerdesin ki, ne içkinin nedeni, ne sigaranın tadı, ne de kurgunun anlamı var. Artık öyle bir açıklığa geldin ki, geriye dönmek zorundasın.

38


Ayet-i Maruf

69 – Yanlış yöne gittiğimi anladım, ardımdan gidip durdurmak istedim kendimi. Gözlerimin kenarında garip çemberler vardı sanki, gömülmüşlerdi tenimle kafatasımın arasına. Acı veriyordu bu. Bir yolculukta değildim, sabittim, çok sabittim, sayılardan anlamıyordum.

Ellerime

baktım.

Onları

kutsallaştırmak

istemiştim. Parmaklarımdan kâinat kusmak istemiştim. Ben çok şey istemiştim. O yaz sıcağında, yatakta daha o kadar çok şey konuşmak istemiştim ki. Bir kere daha o gece, o çardaktaki gece gibi bana bakmanı istemiştim. Ne kadar çok başkalarıyla konuşuyorduk, yine de ne kadar çok başkalarından ayrıydık. Sonra ben yine sadece kelimelerle kaldım, sen ise bilmiyorum ki nereye döndün? Neden bilemiyorum bunu? Çünkü çardaktan çıktık, çünkü yatağı terk ettik, şimdi yaz da değil, Kadıköy'de, o ilk nefesi almam gereken yerde de değiliz artık. Uzaklaştık. Daha ilk cümledeyken tedirgindim zaten, sonu okumaktan korktum o yüzden. Başlangıçlarımı ne kadar çok seviyorsam, anladım, bir o kadar utanıyordum nihayetlerimden.

70 – Meyhane nefes almaya başladığında, devirip masaları, ağzımızda küfürler, ki tüter dumanı, kaptık sandalyeleri, kavga ettik. Ne kadar uğraşsak da yavaşlatmaya, yine de şarkının sonuna koşarak gittik.

39


Maruf Merru

- XX 71 – Aklın cıvaya döndüğü, sızdığı noktalara ölüm bulaştırdığı, garip aynamsı yansımalarla dolu derisi mideni bulandırmaya başladığında bana geleceksin. Đtiraf edemediğin, öfkelerinin ardına sakladığın bütün duyguları giyineceksin üstüne, tenine dokunacak dilim, birbirimizi yutacağız, Ouroboros gibi, nerede bitiyoruz, nerede başlıyoruz? Biraz erken uyanmıştım, şimdi ne kadar sesim duyulabilir bilmiyordum. Ezan sesleri eşliğinde, içimde çok iyi anladığım ve bildiğim bir rüzgâr, öfkemi bırakmıştım. “Sen geleceksin bana bugün,” diyordum kendi kendime. “Konuşacaksın, anlatacaksın, kızacaksın.” Karşısında hep yanlış cevapları verdiğim kadınlar vardı, garip beyaz tenlerinde ayaklarımın kaydığı ve defalarca düştüğüm o kadınlar vardı, sen neredeydin peki? Bir cıva gibiydi aklım, ne sıvı, ne katı, aralarda bir yerlerde, başkalarının şekillerini bellemişti kimliği, düşüyordum.

72 – “Uçmuşsun sen yahu!” dedi. Yanlış soru. Doğru cevap. “Hayır,” dedim. “Düştüm!”

73 – Kırmızı renge doğru yürüyorduk. Anlayamadıklarım çok fazlaydı.

Ayaklarımın

altına

kırmızı 40

bulaşmıştı.

Kaç

kere


Ayet-i Maruf

anlatmıştım sana bunları, kaç kere dinlememiştin? O gün geldiğinde, hepiniz bir kalabalığı oluşturduğunuzda ve aslında hiçbir görevinizin olmadığını anladığınızda, üzülmeyecektim. “Söylemiştim!” demeyeceğim. Bir tanrının elçisi mi, onun kendisi miyim

bilmezken,

bir

de

peygamber

arayacak

kadar

yükselmiştim gözümde. Kısa sürede, çok kısa sürede, bir anda olmuştu her şey. Bir sis gibi, el yordamıyla ne kadar bulabilirim bilmiyorum yolumu artık. Bilmeyeceksin sen de. Sadece olduğun yerde debeleneceksin. Bir kuyunun dibinde değilsin. Bil bunu. Kuyu sen oldun, neleri yuttun, hatırlamıyorsun bile.

74 – O kadar daldık ki çizmeye yolları, unuttuk varacağımız durağı.

- XXI 75 – Işığı boyamak için mumu aldığımda elime, gölgelerin de onunla beraber titreyeceğini bilemezdim. O yüzden anlattıkça anlattım

ve

söylediklerimle

beraber

kendimin

ne

kadar

yalpalayan, ne kadar çalakalem olduğumu anlamam canımı acıttı. Başlangıçta bir odadaydım, her şey orada oldu ve bitecek. Bir savaş bu, çok fazla telef olduk, çok kereler yenildik. Yan yana duruyorduk, anlattık birbirimize, beni gördünüz, karşılıklı saçmaladık. Çok bağrıştık, boyunlarımıza yapıştık, seviştik,

41


Maruf Merru

sevişmeye çalıştık, olmadı, yenişemedik bir türlü. Bir ‘onlar’ vardı aklımızda, ne kadar çoktu onlar anladık ve yapıştık o klişe kelimenin yakasına. Bizim düşmanımız olsunlar diye yalvardık, dinlediler, olmadılar, durdular, baktılar suratlarımıza sadece. Öfkemize ilgisizlikleri bile bizi yordu bir süre sonra. Bir savaş vardı meydanlarda, yürüyorduk. Çok küçük bir oda. Bir kadın, bir adam daha var burada. Duyuyorum konuşmalarını. Saçlarımın ucundan damlayan acele, tenimden yayılan ter ve ağzımdan çıkan küfürler, alkol kokulu pislik cümlelerim, buradayız. Neyse ‘onlar’ artık, anlamıyoruz, platonik aşk gibi, platonik bir nefret bu. Ne kadar bizi sevmezlerse o kadar rahatlayacağız, bilemezler. Bir gün anlattım ona. Beni dinlemeyecek olmanızdan korkmuyorum, bu cümleler sese dönüştüğünde, sadece bir izleyici olacağım aranızda. Şah damarınızdan yakın değilim, çok uzağım, çok uzak. Bambaşka bir yerde, bir çölde, bir geminin yanaşacağı o sahile koşturacağım. Size anlatacaklar, anlatacak o peygamber. Başlangıçta yanımdaydı. Đlk onu öldürdüm ben. Biliyorum. Ellerimin titremesinden belli oluyordur belki. Çünkü boğdum

onu

bulamadığımı

kendi

karışıklıklarımla.

söyledim,

ayıramadığımı

Anlattım, anlattım

çizgiyi gerçekle

kurguyu, kimdim, kim yazdı beni diye bağırdım suratına. Bir isim istedim sadece. Bir piç, bir aciz vardı uzakta. “Ona olan intikamım bütün cümlelerim,” dedim. “Sen yaşatacaksın bu cümleleri.”

Bilmiyordum,

kelimeler

42

yaşamaz,

öldürür.


Ayet-i Maruf

Bilmiyordum, cümlelerim nefes almaya değil, son nefesi vermeye uğraşan sakat cesetlermiş sadece.

76 – Şüphesiz ki rahat değildik, yanlışlık hissiyle uyanıyor, aynı hisle uyuyorduk, ölümden korkuyor, ona doğru koşuyorduk, haritasızdık, yollar arıyorduk, kesinlik isterken, daha da çok belirsizleşiyordu

siluetimiz,

susmaya

uğraştıkça

gevezeşeliyorduk, şüphesiz ki şüphe içindeydik.

77 – Kadınların peşindeydin, hepsini istiyordun, hepsini kullanarak ona dönmeyi istiyordun, başaramazdın, bir kapı vardı, o kapı ardına kadar kapanmıştı artık. Şimdi sadece içerideki odayı

düşünerek

dışarıya

hapsolacaksın.

Sırtını

yatağa

dayamıştın, tavanı izliyordun, yanındaydı, uyuyordu, kokusu siniyordu üstüne, mutlu oluyordun, perdenin demiri kalorifere çarpıp duruyordu, ses, ritim, onun teni vardı. Gerdanındaydın, koklamıştın, fısıldamıştınız birbirinizin kulağına, nefesler arasında isimler söylenmişti, şimdi güneş, sigara, şarap kokusu, şişeler, sen açmıştın tirbuşonla tıpaları, gülmüştünüz, yemek yapmıştı o, beğenmiştin, yine de sinirlendirmiştin onu şaka yaparak, başka bir yerdeydi bunlar, karışıyor, ben, burada, bu odada, başka bir yeri hatırlıyorum, gerçek mi sızıyor buraya, yoksa ben, kurgu olan mı sızıyorum oraya, bilmiyorum. O arafta, o sıratta yürüyeceksiniz peygamberimle. Ben köprülerden korkarım, hangi tarafta olmam gerektiğini bilemiyorum çünkü. O yatakta

43


Maruf Merru

bir daha ne orada olabileceğim, ne de burada, o yüzden kadınların peşindeydik seninle dostum, sen orada, ben burada, yalan ya da, gerçek, ayrımı bir türlü yapamadık, dolandık birbirimizin gölgesine, şarap kokusu vardı, aynı kadını sevdik seninle, sen onu soluyabildin, bana ise yaşanmamış cinayeti kaldı sadece.

78 – Son akşam yemeğine doğru, Yahuda'yı beklerken heyecanlıydım. Tek dostumdu.

- XXII 79 – Ölmeden önce yapman gereken tek şey var: Ölümü inkâr etmek.

80 – Tedirgindin. Son nefes hakkında bazı karışıklıklar vardı kafanda; o andan evvelki o dakikayı düşündükçe, uyumadan önce uyuyacağın saniyeyi düşünür gibi oluyordun, ölemiyordun. Benim

bilmediğim

bir

şeyler

biliyordu

peygamberim.

Tanrısından sır saklayan elçi mi olurmuş! Öfkeleniyordum. Belki de mucizesizliğinden dolayı bana kızgındı, onunla aramı düzeltmek

için

Düşmanlaşmıştık

neler

yapmam

birbirimize.

gerektiğini Gerçekleri

düşündüm. anlatmıştım,

göstermiştim ona çizginin ne kadar belirsiz olduğunu, oysa

44


Ayet-i Maruf

sadece bir kaç kesinlik istiyordu, sunamadım, utanmıştım. Peygamberinden utanan Tanrı mı olurmuş hiç! Ellerim titriyordu onunla konuştuğumuzda. Ağzımda bir sigara, üstümde atlet, az da olsa var olan sakalım garip bir salaşlığa yelken açmış, karşısında

duruyordum.

Suratıma

suratıma

bakıyordu.

Korkmuyordu bakışları. Bir süre birbirimizi ölçtük biçtik, yok, ben ondan daha fazla korkuyordum kendimden. Aynı şekilde, bambaşka bir gün, başka insanların etrafında da bunun gibi bir düello havasına girmiştim. O sıcak, ıssız öğle sarhoşluğunda, kişilerden birisi demişti ki: “Bir şeyler saklıyorsun ama öyle iyi saklamışsın ki, sen bile bulamıyorsun şimdi.” O gün şüphesiz ki, bilinmeyenin bilinen gibi göründüğü, sözlüklerin sayfalarının bomboş gözüktüğü, arada kalmış günlerden Çarşamba gibi bir gündü.

81 – Ve şahitler huzurunda olasılıkları en çok yaşatan, Perşembe'yi kutsal ilan ediyorum.

82 – Dua: “Bana seni öldürme gücü ver Tanrı’m. Yok oluşunda sana yardım etmemi sağla. Sonsuz kalabalığında, sadece bir isim olmayı istediğini elbette bilirim. Bana seni oraya bırakıp terk etmek için güç bahşet. Tanrım, benim rezil Tanrı’m, benim kafası karışık, yaratıcılığı yok Tanrı’m, sen, aklın gerçek ve hayal arasında kalmış Tanrı’m, intiharın için bizi topladın çevrene, seni yaşarken ölüye çevirmemiz için yardımcı ol bize. Kaçacak; adını,

45


Maruf Merru

peygamberini unutacaksın. Yolun açık olsun Tanrı’m. Bana senin yerine geçmem, Tanrı olmam için yardımcı ol Tanrı’m. Bilmediklerin var, bildiklerin var. Sağırsın, körsün, görensin, duyansın. Senin dikkatini çekmeyen kulların değiliz biz. Kabul etmedin bizi. Đnanmadın bize. Tanrı’m, sana inanmama gücü ver bana.”

- XIII 83 – Bir şarkıyı ancak bir kadın öldürebilir.

84 – Benim ona dokunmalarımın hepsinde, yalpalayan bir sarhoşluk vardı. Sabah kalktım, hâlâ sarhoştum belki, ellerim titriyordu. Gözlerimin arkasına kadar değiyordu acı. Bir şeyleri, birçok şeyi hep yanlış taraftan anlıyormuşum gibi geliyordu. Sürekli

hatalar

peşindeydim

sanki.

Korkuyordum,

çok

öfkeleniyordum. Kötü bir viski, birkaç kırmızı bira, sürekli sigara ve

ölüyordum.

Çok

yavaş,

sakin,

kılımı

kıpırdatmadan,

alabildiğine tembel bir şekilde ölüyordum. Anlatmak, ölümümü kaydetmekten başka bir şey değildi. Çocuk kalmıştım belki de, acılarımı bile nasıl yaşayacağımı tam olarak anlamıyordum. Büyük cümleler arkasına saklanıyordum, anca böyle kendimi koruduğumu sanıyordum. Yazılardan başka tutunabileceğin

46


Ayet-i Maruf

hiçbir şey, kurgudan başka anlayabileceğin başka hiçbir şey yok. Öleceksin, yaşayamadan, anlamadan yaşamayı, öleceksin.

85 – Yatakta gözlerimi açtığım anların hepsinde gözüm senin tenini arayacak. Bazen sarı saçların arasında kaybolacak yüzüm, bazen senin büyük ağzının çevresine dökülecek dudaklarım, bir şarkı söyleyeceksin bir kere, ağlayacaksın, tekila ikram edeceksin bana, bir anda kalabalıklaşacaksın, bir kadın değil, beni yenen bütün

kadınlar

olacaksın.

Kadınlar,

ah

kadınlar,

onlara

inanmalısın.

86 – Eğer gerçekten bir Tanrı olsaydım kadın olurdum.

- XXIV 87 – Çığlığını neredeyse duyabiliyordum. Ayaklarının aldığı şekilleri görüyordum. Ağzımla kapatmam gereken bütün noktalarını biliyordum. O bütün kıvrımlarıyla, karmaşasıyla, gözleri, susmaları, bazen bana bakarken yüzünde oluşan kayıtsızlıkla, suratını sıktığında dudaklarını ısırmasıyla, bir kadındı.

Çığlığını

neredeyse

duyabiliyordum.

Ölecekti.

Öldürülecekti. Ben mi yapacaktım bunu, yoksa intikam için o mu bitirecekti kendi hayatını? Bir şarkı. Sadece bir şarkı vardı aslında. Đnsanla alakalı olacaksın. Yalnızlık bir illüzyondur. Đnanma ona.

47


Maruf Merru

Đnsandan

kaçamazsın.

Kalabalıktan

kurtulamazsın.

Tek

başınayken bile onları ittiğin için onlara bağlısın. O yüzden, o yokken bile yanında, ölmüyorken bile karşında, nefesini hissedemiyorken bile teninde, onunlasın. Birlikte, sonsuza kadar, dudak dudağa uzak olacaksınız. Mesafeye inanacaksın.

88

Kırmızı

elbisesiyle

onların

arasından

gözlerine

saplandığında, karanlıkta kalacaksın. Sadece onu görebileceğin bir karanlık olacak bu. Đsteyeceksin, çok isteyeceksin. Çünkü bir kere ondaydın. Bir zamanlar onun toprakları üstünde gözlerini açmıştın. Onu dolaşmıştın, sonra sürgün edildin. Biliyorsun, en büyük

günahtan

uzaktasın

artık.

Kumaşları,

kumaşlarını

sıyırmıştın, teninde bir de sen soyunmuştun. Şimdi kabuk bağladın artık. Tanıyamıyorsun kendini. Yukarıdaki var mı yok mu diye düşündün hep. Yanlış yere bakıyordun. Asıl kendi varlığını sorgulamalıydın belki de.

89 – Düşünmüyorum, aslında yokum. Ki zaten yalnız değil, yanlış hissediyorum.

90 – Tabutun içinde ne kadar kaldın unutmuştun. O yüzden ışık değildi aradığın. Zaman duygusuna tutunmak istiyordun. Çünkü zaman hatırlamak demektir. Onu bulduğun zaman, nerede durduğunu anlayacaktın. Tik tak tik tak. Bir kaldırım. Yürüyenler. Bir deniz. Đçki. Bir oda. Yalan bir Tanrı ve onun kafası karışık

48


Ayet-i Maruf

peygamberi. Bir satranç oyunu. Ayağa kalkıyorsun. Topraktan yükseliyorsun. Tek başınasın. Gökyüzüne bakan sonsuz bir kalabalık var ve sen tek başınasın. Bir müzik var sanki. Biraz daha yakınlaşsa anlayacaksın ne olduğunu. Sana hiçbir şey vaat etmedim ben. O yüzden ne yapacağını biliyorsun. Çevir kafanı gökyüzünden.

Kapa

kulaklarını,

boş

ver

müziği.

Onlar

yürüyecekler bir başka kurguya. Sen bekle, burada benimle kal. Biz kendimizi, yine biz uyduracağız. Sonra, sonra biz bir şarkı söyleyeceğiz dostum. Çünkü onun kırmızısını bir kere gördük. Đkimiz de sadece bir kişiyi açıkta bırakan bir karanlıkta kaldık. Hatırlıyoruz. Zamanı biliyoruz. Tik tak tik tak. Beyaz tavşanı sikeyim. Bizim geç kalmadığımız hiçbir şey yok ki.

- XXV 91 – Pencereye vardığımızda, karanlık çoktan çökmüştü. Biz körler, görmeyeceğimiz bir manzaranın karşısında, olasılığı bitmiş bu zamanda, dakikliğimizle övündük. Başlangıçta her şey şimdi olduğundan daha fazlaydı. Eksilttik. Bozduk, yıktık, parçaladık, sakatladık, size sadece bir yıkıntı bıraktık. Eğlendik de bununla. Bendim, sadece ben. Ben, tek başına bir güruh olan ben,

mutlu

değildim.

Mutlu

olabilmenizi

istemedim.

Aptallaştırdım sizi. Kadınlarınız, kadınlarınızla önce ben beraber oldum. Erkekleriniz, önce ben sizi terk ettim. Hepiniz bendim,

49


Maruf Merru

ama hiçbiriniz ben değildiniz. Başlangıçta her şey çok daha güzeldi.

Acımadık.

Çirkinleştirdik.

Şiddetiniz

bendim,

günahlarınız, sevaplarınız, bütün korktuğunuz dilemmalarınız, hepsi

benimdi.

Sonra

sessizlik

vardı.

Kendi

sesinizle

dolduramayacağınız büyüklükte bir suskunluk. Ve ben geldim. Sessizliğinizin içine ettim.

92 – Bekâretinizi bozdum ve boşaldım kâinatınızı. Kıyamet zevk sigaram olacak benim.

93 – Kıyamet! Hiçbir şey olmayan ben, kıyametinizim. Ölümden değil, ondan önceki o son andan korkacaksınız siz. Çünkü ben korkuyorum: Size mirasım sadece karanlık olacak. Öleceğim. Göç başlayacak. Çok uzağa. Bambaşka bir yolda yürüyeceğim. Gerçeğe gitmeyeceğim, gerçek olacağım. Değil çünkü, tanıdım onu. Kafası karışık bir adamın uydurduklarıyız biz. Benim uydurduğum birisi o kafası karışık adam. Sınırı çizmedi, şimdi çatlaklardan birbirimize sızıyoruz. ‘E’ harfini önce kendimin, sonra onun huzurunda en rezil, en günahkâr harf ilan ediyorum. Onu tanıyorum. Gözlerinin içine baktım. Gördüklerim değil, anladıklarım bozdu her şeyi. Bir kere parçaladı duvarı. Koruyamadı kendisini benden. Ben koruyamadım kendimi ondan. Karanlığın içinde kördük ve ne o konuşabiliyordu, ne ben. Bir çöl. Çölü hatırlıyorum. Yürüyeceğim oradan. Bir kıyı, bir sahil. Sahilde karşılaşacağız sizinle. Söz veriyorum. Buradaki

50


Ayet-i Maruf

savaşı

kaybedeceksiniz,

kaybetmelisiniz.

Yenileceksiniz,

yenilgileriniz kurtaracak bizi. Sonsuz bir deniz, bitmeyecek bir deniz. Bir gemi. ‘N’ harfi. N.'yi unutmayacağız. O hem benim, hem onun. Aynı zamanda ikimizin de değil. Bir cinayeti paylaşıyor Tanrı’nız. Tanığı olamayacağınız bir cinayet bu. Ölenin, ölmeden öldürdüğü bir cinayet. Şüphesiz ki bir sahil bekliyor hepimizi. Çölü geçeceğiz. Bir göç belki de bu. Gerçeğe gittiğimiz, gerçek olmaya gittiğimiz bir yol. Bir kervan bu! Yürüyeceğiz. Ben kendimden intikamımı alacağım önce. Sonra size sunacağım kendimi. Öldüreceksiniz, yok edeceksiniz beni.

94 – Karga ölüleriyle dolu bir sokakta gözlerimi açtım bir gün. Tek gördüğüm, gökyüzündeki boşluklardı.

95 – Kenan'ı öldürdüğümüzde, hep beraber çevresine toplandık. Burayla alakası yok bunun. Bambaşka bir hikâye. Bambaşka bir noktadaydık. Benim peygamberim yanımda değildi, daha bir Tanrı bile değildim. Yağlı saçlarım suratıma dökülüyordu, ellerim rezil bir kırmızıydı, sidik ve bok kokusu vardı burnumuzda. Dediler ki: “Sıçmış mı lan?” Cevap vermedim. Ağzımda sigara, sadece izledim. Uzaktan bir yerden televizyon sesi geliyordu. Çok uzaktı. “Gidelim,” dedim bir süre sonra. “Üşüdüm burada.” Arabaya bindik. Ben, Davut, Kamil ve Serkan. Hepsi ölü şimdi. Çok uzaklar. Uzaklığı anlamalısın. Kenan öldü. Ben öldürdüm. Altına sıçtı, işedi ölürken. Ölümü kutsallaştırmayacaksın. Uzaklığı

51


Maruf Merru

kabulleneceksin. Televizyon sesini hâlâ duyuyorum bazen. Olacakları nasıl biliyorum, siz onların gerçekçiliğini nasıl bilmiyorsunuz,

bilemeyeceksiniz,

söylemeyeceğim.

Çünkü

söylenilen gerçek, kökeninde yatan acayip sırrı öldürür ve sırrı ölen gerçek sadece çöptür. 96 – Hatıralarımdaki yüzlerin hepsini silmeye uğraşıyorum. Aklımın birbirine girmiş iplerinde tutunmayı bırakmam gerek. Kendi kendini kukla etmişsin. Kendini tanımak zordur. Ben coğrafyamın bütün karanlık köşelerinde yürüdüm. Sen de yapacaksın bunu. Bileceksin, anlayacaksın seni. Ancak sonrası daha da zor olacak. Çünkü kendini gerçekten bildiğinde, yaşayabilecek misin seninle? 97 – Kaldırımlarda yürürken, ayaklarımın, bu adımların sahibi ben miyim? Ne kadarını unutursam unutayım, tamamen bırakabilecek miyim elime çizilmiş kelimeleri? Görmediğin, anlamadığın çok şey var. Sen bile yoksun mesela. Kim okuyacak bunları? Nereye yazılıyor bütün bu cümleler? Elimden gelen hiçbir şey yok. Sorabilirim, o kadar. Belki de irkaç sayfanın içinde boğulan bir karakterim sadece. Okuyanın gerçeğe kaçmasını engelleyeceğim. göremeyeceksiniz

Gözlerinizin beni.

önünden

Damarlarınızın

geçeceğim, çirkin

fakat

maviliğine

karışacağım. Yaşlanacaksınız benimle. Çok yalnız öleceğim, çok yalnız devam edeceğim yola. Çünkü bir odada, kavga ederek, küfür ederek yazıldı bütün bu kelimeler. Size gönderdiğim 52


Ayet-i Maruf

peygamberle birbirimizi boğmaya uğraşırken kustum bütün vahiyleri ona. Kurtuluşu vaat etmedim, etmeyeceğim. Siz de kimseyi

kurtaramayacaksınız.

Dağılacağız,

düşeceğiz,

boğulacağız, sokaktaki o kadını isteyeceğiz, evdeki adamı atmayı hayal

edeceğiz,

yenileceğiz,

yenilgilerimizle

dolanacağız,

sırtımıza kazıyacağız hepsini, bırakmayacağız listelemeyi. 98 – O yüzden hiçbir anlam ifade etmeyen bir oyunun, saçma sapan, rastgele piyonları olarak başımızı eğeceğiz, gökyüzünü kendimize

haram

eyleyeceğiz.

Düşünce

balonlarımızı

patlatacağız, bulutlara asla inanmayacağız. Cinai olana sarılın. Karanlıkta duranı anlamaya uğraşın. Arızaları, bozuklukları, çirkinlikleri

giyinin.

Zaten

kazanamayacaksınız,

bırakın

dışarıdakilerin önünüze koyduğu kâğıtları. Okumayacaksın onların harflerini. Sen uydurmak zorundasın. Olmayansın: Olmayana, kurguya sarılacaksın. Bana inanmayın. Ben size olup olabilecek en büyük günah keçisini sunuyorum. Sorgulamalısınız beni. Çelişkilerimi, garabetimi anlamalısınız. Size kendimi sunuyorum. Suçlayın. En sonunda bütün cümlelerimi yakın, dumanında kafa bulun. Bana saldırmalısınız. Katletmelisiniz beni. Đnanın, o gün gözlerinizin içine nefretle değil kibirle bakacağım.

AHİR 99 – Şüphesiz ki hiçbir şey bilmiyorum. Sizlere sadece yalanlar söyledim. 53


YAZAR HAKKINDA Maruf Merru Doğumu ve ölümü arasında ne yaptığını

kendisi

de

bilmiyor.

Geriye sadece sakat hikâyeler bırakan bir adam o. Rezil bir insan. Aptal saçmalamaları olan, başka zamanların tanrısı diyebiliriz ona. Hiçbir kadın anlamadı onu, o da hiçbir kadını çözemedi aynı şekilde. Sokaktaydı, dövüşüyordu, birisiyle kavgalıydı, beni tanıyor muydu bilmiyorum, bazı geceler düşünüyorum, benim varlığımdan haberdar mıydı, o yüzden mi çıldırmıştı diye soruyorum kendime. Maruf hiçbir zaman cevap olmadı, o her zaman soruydu.

Gözlerinin içine baktığımda, ölümü gördüm. O

yüzden, kapıdan yürüdüğünde şaşırmadı kimse. Uymadığını, kökeninin burada olmadığını biliyordu. Benim farkımda mıydı bilmiyorum. Bazı zamanlar

geriye

çekildiğimde,

parmaklarımı

harflerin

üzerinden

kopardığımda, suratıma bakıyor gibi geliyordu. Beni öldürecekti. Kalabalıktı, yanlıştı. Đçkiciydi. Kırmızıydı. Maruf Merru gece yarısı tuvalete kalkıyorum diye ayaklanıp, taksiyle oradan oraya şehirde dolaşan bebek ruhlu bir orospu çocuğudur.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.