Kimse Yok Mu Dergisi (Nis-May-Haz 2011)

Page 1



EDiTÖRDEN // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 01

Çocuklar için değer! MEHMET ÖZKARA Kimse Yok Mu Derneği Genel Başkanı

Dergimizin bu sayısında genişçe ele aldığımız vakıflar konusu, aslında bize hangi topraklar üzerinde yaşadığımızı hatırlatmak için yeterli. Yardımlaşmanın hayat tarzı haline geldiği, diğergamlığın “ekstra” bir meziyet olarak değil sıradan bir “alışkanlık” olarak insanların hayatında yer edindiği aziz bir kültürün mirasçılarıyız. O kültürü devam ettirmek, yardımlaşmayı “sıradanlaştırmakla” mümkün. Yani, gündelik hayatımız içerisindeki yardımlaşma eylemlerini alışkanlık haline getirerek, birine yardım etmek için “vesile” beklemeden sürekli yardım etmek… Bunu en iyi başaranlar ihtimal ki çocuklardır. Kalplerinde henüz kirlenmemiş, eskimemiş, yıpranmamış öyle saf bir iyilik duygusu var ki, yardımlaşma onlar için gündelik ve olağan bir alışkanlık haline gelmiş durumda. “Umut Armağanları” onların bu olağan alışkanlıklarını cisme dökmeleri için bir vesile yalnızca. Bu yıl 3.’sünü düzenlediğimiz yarışma, iştirak eden oyuncaklara ve katılımcıların yazdıkları mektuplara bakılırsa, büyük bir boşluğu dolduruyor. Çocukların içinde yeşeren, coşan, topraktan taşan çiçekler gibi içlerinde kabaran iyilik duygusu yarışma sayesinde ete kemiğe bürünüyor. Bir oyuncak yapıp bir mektup yazmakla aslında ne kadar çok şey yaptıklarının farkında değiller gerçi. Onlara göre bu bir yarışma ve yaptıkları oyuncak yoksul çocukları sevindirecek. Oysa Umut Armağanları sadece bir yarışma değil. Umut Armağanları biz büyüklerin de umut edebilmesi için sağlam kalan son kalelerden biri. Bu yüzden çok önemsediğimiz Umut Armağanları’na iştirak eden oyuncakları her sene daha fazla çocuğa ulaştırmaya çalışıyoruz. Biliyoruz ki 3 sene önce başladığımız, küçük bir umutla tutunduğumuz ve “Acaba istediğimiz yerlere gider mi?” diye kaygılandığımız Umut Armağanları hayal ettiğimiz noktanın da ötesine ulaştı. İşte bu yüzden bu mühim konuyu kapağa taşıdık. Diğer yandan Haiti’de inşasına başladığımız hastaneden de söz ettik sayfalarımızda. Ayrıca geçtiğimiz yıla şöyle bir göz atıp neler yaptığımızın raporunu sizlere sunmak istedik. Aslında sunduğumuz rapor bizim değil sizin yaptıklarınızın raporudur. Altında Kimse Yok Mu Derneği imzası taşıyan her güzel iş sizin işinizdir. Biz ancak sizin emanet ettiklerinizi yerine ulaştırmakla görevli memurlarız. İşte bu derginin, bu derneğin ve yapılan bunca işin asıl sahipleri olan sizlere teşekkür ediyor, yardımlarınızın boşa gitmediğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum. İyi okumalar.

KiMSE YOK MU DERNEĞi PERiYODiK HABER DERGiSi NiSAN / MAYIS / HAZiRAN 2011 • SAYI: 11 Kimse Yok Mu Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği Adına İmtiyaz Sahibi: Mehmet Zeki Özkara Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ülkü Fırat Atlamaz Genel Yayın Yönetmeni: Halenur Gürbüz Yayın Kurulu: Sadık Emecan, �smail Kılınç, Eyüp Tok Haber Merkezi: Murat Çopur, Mehmet Küçükkoyuncu, Mustafa ilhan, Kasım Duman Kapak Fotoğrafı: Ayşe Adlı Kapak ve İç Tasarım: GNG Tanıtım Adres: Kimse Yok Mu Derneği Kısıklı Mah. Aydınoğlu Sk. No: 19 Üsküdar / �stanbul Telefon: 44 44 593 Faks: 0216 520 16 16 web: www.kimseyokmu.org.tr e-mail: info@kimseyokmu.org.tr halenurcalisan@kimseyokmu.org.tr Baskı Yeri: Mavi Ofset Sponsorluğundan dolayı KORTEKS GRUP’a teşekkürler


iÇiNDEKiLER

HAiTi’ye Hastane / 04 Kimse Yok Mu Derneği yardımların daha iyi koordine edilmesi, bölgenin durumunun kolay tespiti ve bölge halkının yanında bulunduğunu hissettirmek adına Kimse Yok Mu Haiti ofisi açıldı. Ofiste görev yapmak üzere Türk bir aile Haiti’ye yerleşti.

DOSYA: Kimse Yok Mu 2010’da Neler Yaptı?/ 09 KSS: Kurumumuzun Sorumluluğu Büyük / 20 KAPAK: Ödül Tö ARAŞTIRMA: Vakıfların Kadından Kanatları 1 /48 KARDEŞ AiLE: Zümriye (Semra) Hanım ve Ailesi /54 PTT: Po CÖMERT ÖYKÜLER: Hz. Ulve’ye hakkınızı helal eder misiniz? / 63

DÜNYADA 2010’DA NELER OLDU?: YILIN iLK FELAKET HABERi HAiTi’DE DEPREM / 10 // PERU SEL ALTINDA / 11// AFET HABERi KENDi ÜLKEMiZ


DOSYA 24/ 35 Her çocuk, gönderdiği armağanın içine laf olsun diye değil, gerçekten umut katsa… Hatta sadece bir coğrafyaya değil, tüm dünyaya yayılsa bu dalga. ismi mi? ismi “Umut armağanı” olsa her bir oyuncağın; Umut Armağanları dünyayı dolaşsa!

umut etmek mi dediniz?

ÇOCUK OYUNCAĞI

OSMANLI VAKIF RUHU

hâlâ devam ediyor / 36 Röportaj: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz “Günümüzde devletin ifa etmekle mükellef olduğu birçok kamu hizmeti, Osmanlı zamanında, vakıf yoluyla ifa edilmiştir.”

örenleri Çocuk Şölenlerine Dönüştü / 33 DOSYA: Dertlere Vâkıf Ruhlar/ 36 osta Çeki Hesabıyla Bağış Yapmak Çok Kolay/ 58 MOĞOLİSTAN: Orhun Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım / 61

ZDEN ELAZIĞ DEPREMi /12// KARDEŞ ÜLKEDEN ACI FERYAT BÜYÜK PAKiSTAN DEPREMi / 13// BALKAN ÜLKELERiNDE YARDIM ÇAĞRISI / 14//


HAİTİ // KiMSE YOK MU // OCAK • ŞUBAT • MART 2010 // 08

YURTDIŞI YARDIMLARI

Haiti’den güzel haber HASTANE YAPIYORUZ! SELEME KASIM DUMAN / s.kasimduman@gmail.com

Her insanın, her toprağın, her ülkenin bir serüveni var, Haiti’nin de var elbet. Biraz kırık, biraz dökük de olsa hikâyesi, orası güzel, çok güzel insanların ülkesi. Haiti halkının serüveni ve “Neden hastane?” sorusunun cevapları izleyen satırlarda...


HAİTİ // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 05

Toprak altı ve toprak üstü zenginliklerinin bedelini yıllarca yoksullukla ödeyen bir ülke Haiti. Kâşiflerin uğrak adresi, Avrupa’nın “kahve üreticisi.” Haiti, pek çoğumuzun ismini o acı felaketle duyduğumuz bir ada ülkesi. Her insanın, her toprağın, her ülkenin bir serüveni var, Haiti’nin de var elbet. Türkiye’ye 9600 km. uzaktaki bu coğrafyanın serüvenini barışla, kalkınmayla, saadetle dolu olarak anlatabilmeyi isterdik. Ancak okuduktan sonra derin bir “ah” çektirecek bu serüven ırkçılığın, insani değerlerin törpülenmesinin, açlığın ve sefaletin, eğitimsizliğin ve emperyalizmin geçmek bilmez yara izleriyle dolu. Haiti, Amerika Birleşik Devletleri’nin Karayip Denizi’nde, Dominik Cumhuriyeti’nin doğusunda, 27.750 km² lik bir alanda sıcak tropikal iklimin görüldüğü bir ada. Topraklarının altı da üstü de zengin: Oksit, bakır, kalsiyum karbonat, altın, mermer gibi madenlerin yanısıra verimli tarım arazilerine de sahip. Ülke, yıllar boyunca bu zenginliğin bedelini yoksullukla ve kanla ödemiş. 1402’de Kristof Kolomb’un Yenidünya’yı keşfinden sonra şuanki Haiti topraklarının üzerinde yaşayan Ara-

wak isimli halk “Hispainola” adını alır. Ülke daha sonra Avrupa’dan gelen kâşiflerin üssü haline gelir. 17. yüzyılda Fransız korsanların eline geçince “Haiti” adını alan ülke, Fransızların insanlarını ve topraklarını kahve üretimi için kullandığı kocaman bir fabrikadır. 1780’lerde Avrupa’da tüketilen şekerin %40’ını, kahvenin ise %60’ını üreten ülkeye kahve ekim alanlarında çalıştırılmak üzere getirilen 790.000 Afrikalı köleyle birlikte ülke bugünkü yoksul vaziyetine doğru hızla yol almaya başlar. Kısacası Haiti, benzer kaderi yaşayan Afrika ülkelerinden konum itibariyle farklı bir yerde olsa da, aynı talihsizliği paylaşmıştır…

KALICI! E D ’ i T i A OK MU H ların daha iyi koordi-bölKiMSE Y tespiti ve eği yardım

rn kolay ık Mu De umunun r u d irmek ad Kimse Yo in n bölge nu hissett i, s u mak e ğ p u m a d il y n d v ne e te göre da bulu s ın fi n O a ı. y d ın çıl iti ofisi a ge halkın k Mu Ha o Y rleşti. e s e y e im y na K Haiti’ e il a ir b rk üzere Tü


“BAĞIMSIZ”

HAiTi

Dünyadaki birçok değişikliğin tetikleyicisi olan Fransız İhtilali’nin Haiti’yi etkilememesi düşünülemezdi. İhtilal sonrasında adadaki fakir ve zengin beyazlar arasında adanın nasıl yönetileceğine dair bir anlaşmazlık çıktı. Bu bir nevi başkaldırıydı. Bu sırada adada yaşayan kölelikten kurtulmuş siyahlar ve yerliler, Fransız İhtilali’nin getirdiği İnsan Hakları Bildirgesi’ne göre kendilerinin de Fransız vatandaşı olduklarını iddia ettiler. Bu sırada “Haiti Devrimi”ni başlatan köleler Haitili liderler önderliğinde silahlı bir güç haline geldi. Yerliler ordusu Fransız güçleri ile Napoleon Bonapart’ın 1803’te gönderdiği orduyu yendi. Bunun sonucunda Haiti kendi ismiyle 1804 yılında bağımsızlığını ilan etti. Haiti anayasası ise 1805’te ilan edildi. Anayasaya göre herkes din özgürlüğüne sahipti ve herkes “Haitili siyah” olarak tanımlandı. Haiti bağımsızlığını ilan etmesine rağmen ABD tarafından 1862’ye kadar tanınmadı. 1915 yılından 1934’e kadar ABD tarafından işgal altında tutulan Haiti 20. Yüzyıl boyunca sancılı dönemler yaşadı. İç savaşın, darbenin, katliamların eksik olmadığı bu ülke, 12 Ocak 2010 yılında 7,0 Richter büyüklüğünde bir depremle acılarına bir yenisini daha ekledi.

Haiti bağımsızlığını ilan etmesine rağmen ABD tarafından 1862’ye kadar tanınmadı. 1915 yılından 1934’e kadar ABD tarafından işgal altında tutulan Haiti 20. Yüzyıl boyunca sancılı dönemler yaşadı.

İşte Kimse Yok Mu Derneği’nin “Haiti” hikayesi de bu noktada başladı…

Ve Kimse Yok Mu Haiti’de Takvimler 12 Ocak 2010’u gösterdiğinde başkent Portau-Prince gibi nüfusun büyük kısmının yoğunlaştığı bir şehre 25 km. mesafede deprem oldu. Yoksulluk, sağlıksız koşullar, beslenme yetersizliği, yaşam standartlarının çok düşük olması, yönetim zafiyetleri ve eğitimsizlik deprem sonrasında büyük bir trajedi oluşmasına çanak tuttu. Başrollerini can kaybının, veba salgınının ve susuzluğun aldığı bir trajedi… Şehir altyapısı fazlasıyla zayıf olan Haiti, yaşadığı depremle tabir yerindeyse yerle bir oldu. Zaten dayanıksız olan yapılar yüz binlerce insana mezar olurken, depremden etkilenenlerin sayısı milyonları buldu. Depremde hayatını kaybeden 230 bin insan, depremin yıkıcılığından etkilenen 3 milyon insan, depremden yaralı olarak kurtulan 300 bin insan… Haiti Hükümeti tarafından duyurulan rakamlar durumu anlamaya yetmese de en azından fikir veriyordu. Afetin bilançosu günbegün ortaya çıktıkça dünyanın gözü Haiti’ye çevrildi. Farklı ülkelerden sivil toplum


HAİTİ // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 07

kuruluşları ve arama kurtarma ekipleri, Haiti’deki durumun vahametini hissetmeye başlamış ve Haiti adına çeşitli yardım faaliyetleri tertip etmişlerdi. Kimse Yok Mu Derneği’nin Haiti macerası böylece başladı. 2010 yılının ilk afet kampanyası ilan edilen Haiti’ye yardım kampanyası, Türkiyeli yardımseverlerin vicdanlarında her zaman olduğu gibi büyük yankı uyandırdı. 15 Ocak 2010 günü bölgeye ilk ulaşan Kimse Yok Mu Derneği yetkilisi Celal Ferruh Yücel’in ardından ülkeye defalarca yardım ekipleri ve malzemeleri gönderildi. Acil ihtiyaç olan gıda sıkıntısının çözülmesi için dağıtılan gıda paketlerinin yanısıra, 27 gün boyunca Haitili depremzedelere sıcak yemek de sunuldu. Günde ortalama 1.400 ki-

şiye sıcak yemek dağıtan dernek, 37.900 kişiye afet bölgesinin zorlu şartlarında sıcak yemek ikram etti. Diğer yandan gönüllü doktorlar eliyle yapılan sağlık yardımları afetzedelerin ve zaten afetten önce de sağlık problemleri bulunan binlerce Haitili’nin hizmetine sunuldu. Bir yandan acil yardımları sahiplerine ulaştıran dernek diğer yandan bölge halkına “kalıcı” olarak hangi hizmetin verilebileceğini düşünmeye başlamıştı. Yapılan sağlık taramaları, ilaç dağıtımları ve ülkede hızla başgösteren kolera salgınının sonunda Kimse Yok Mu Derneği’nin Haiti’de yapacağı kalıcı yardım türü belirlenmişti: Sağlık yatırımı.

KOLERA SALGINI ve hastane ihtiyacı Depremin ardından Haiti’de başgösteren kolera salgını, ülke halkını yeni bir deprem yaşamışçasına zorladı. Salgın o kadar hızlı yayıldı ki Haiti Sağlık Bakanlığı’nın verdiği bilgilere göre 10 ay gibi bir sürede koleradan ölenlerin sayısı göre 3.651’i buldu. Ölüm saçan kolera hastalığı yayılmak için son derece makul bir ortama sahipti; salgının başladığı Ekim ayından bu yana 171.304 kişinin kolera yüzünden hastaneye kalkmasına kimse şaşırmadı. Suların temiz olmaması nedeniyle hızla yayılan hastalık henüz Haiti’yi terk etmiş değil, ülkede hâlâ 2,2 milyon kişi salgın tehdidi altında!

KOLERA NASIL BiR HASTALIK? Kolera hastalığının temel nedeninin kirli su ve kirli su ile yıkanan gıdalar olduğu biliniyor. Bu yolla bağırsaklara yer eden vibrio cholerae isimli bakterinin oluşturduğu hastalığın belirtileri akut ve şiddetli ishal. Deprem sonrası mevcut şehirleşmenin yerle bir olması, içme suları ile kanalizasyon sularının karışması, tüketilecek gıdaların yıkanması esnasında kirli suyun kullanılması Haiti’deki kolera felaketinin başlangıcı olmuş durumda. Hastalığın yayılma yolu su olduğu için kısa sürede çok fazla insana ve geniş bir alana yayılabilir. Koleraya erken ve etkin yöntemlerle müdahale edilmediği takdirde hastalık ölümle sonuçlanması muhtemel. BM İnsani Yardım Koordinasyon Dairesi tarafından yapılan açıklamaya göre Dünya Sağlık Örgütü’nün kolera salgınından 400 bin kişinin etkileneceğine dair uyarısı var. Diğer yandan hastalık ölümcül olmasına rağmen tedavisi basit. Steril müdahale ortamlarında ağızdan sıvı tedavisiyle hastalığı tedavi etmek mümkün.


HAİTİ // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 08

en büyük soruna en büyük çözüm

HASTANE

Açlığın ve yoksulluğun üzerine eklenen afet şartlarının Haitilileri ne kadar zor durumda bıraktığını bilen Kimse Yok Mu gönüllüleri, başgösteren salgın hastalık üzerine Haiti’de hastane inşa edilmesi için çalışmaya başladı. Depremin ardından bölgede bulunan 8 hastaneden 5 tanesinin tamamen yıkılması, 3 tanesinin ise ağır şekilde tahrip olması ihtiyacın büyüklüğünü gösterir nitelikteydi. Nitekim takvimler 20 Aralık 2010’u gösterdiğinde,

Anadolulu yardımseverlerin bağışlarıyla Haiti’nin başkenti Port-au-Prince’ de on binlerce Haitili’ye hizmet verecek bir hastanenin temeli atıldı. Temel atma törenine Haiti Belediye Başkanı Jean Saint Ange Dairus da katıldı. İnşaatı halen devam eden hastanenin zemin katının yapımı tamamlandı. Hastane, yapıldığı bölgede binlerce insanı yeterli sağlık koşullarına, doktor ve ilaç desteğine kavuşturacak.

RAKAMLARLA KYD HAiTi YARDIMLARI • 400 aileye gıda yardımı, • Croix des Bouqouets bölgesinde toplam 5.000, Thomarzeu bölgesinde 200, Carrefour bölgesinde 300, Peti onville bölgesinde de 300 olmak üzere toplam 5.800 aileye, Port au Prince’in çeşitli banliyölerinde de 3 yetim hane ve çocuk bakım merkezine 275 paket olmak üzere toplam 6.075 paket taze et dağıtımı, • Bölgeye gönderilen 6 doktor, 1 sağlık memuru ve 1 eczacıdan oluşan sağlık ekibinin yaptığı sağlık tara maları sonucunda Ponteba bölgesinde 900, Dikini bölgesinde 150, Cite Soleil bölgesinde 150 ve Crois Des Bouquets’de 150 olmak üzere toplam 1.350 hasta muayenesi ve 219.071 USD tutarında ilaç yardımı, • Tedavileri yapılan hastalara, özellikle de çocuklara tedavi sonrasında çeşitli hediyeler, oyuncaklar, gıda ve giyim malzemeleri yardımı.


Kimse Yok Mu 2010’da

NELER YAPTI? ÜLKÜ FIRAT ATLAMAZ ulku.atlamaz@kimseyokmu.org.tr

DOSYA Zaman hızla akıp geçiyor. 2004 yılından bu yana pek çok büyük kampanyayı, faaliyeti ve projeyi başarıyla tamamlamış olan Kimse Yok Mu Derneği için, geçtiğimiz yıl da dopdolu geçti.

KYD gönüllüleri hem dünyanın yaralarını sarmaya çabaladı hem de Türkiye’de gerçekleştirdiği projelerle solgun hayatlara ışık olmaya. �şte 2010’da yapılanlar, 2011’e umut olanlar…


HAİTİ // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 10

DÜNYADA 2010’DA

NELER OLDU? Yılın ilk felaket haberi

HAiTi’de deprem

ACiL YARDIM

Öncelikle 2010 yılında yaşlı küremizin başından geçenlere göz atalım. Depremlerle, sellerle ve türlü çeşit afetlerle sürekli sınanan yeryüzünün insanları, hangi imtihanları nasıl atlattı? Nerede, ne zaman, ne yaşandı? KYD gönüllüleri yaşananların unutulması için hangi yaraları sardı?

2010 yılının Ocak ayının 12. günü Haiti için son derece zor, çetin ve vahim geçti. 7 şiddetindeki deprem başkent Port-Au Prince’i perişan etti. Can ve mal kaybının yanı sıra mevcut yoksulluk şartlarını körüklemesiyle de akıllarda kalan deprem dünya kamuoyunun vicdanını harekete geçirirken, sivil toplum da ayaklanarak ülke halkına yardım yağdırdı. Son 200 yılın en büyük felaketini yaşayan ve 3 milyon kişinin etkilendiği Haiti’deki insanlık dramına Türk halkı da kayıtsız kalmadı.

Afetten hemen sonra yapılan gıda ve sıcak yemek yardımlarının yanısıra sağlık taramaları ve ilaç yardımları yapıldı. Bölgede daha sonra hastane yapımı için temel atıldı.

AĞRI’ya sel yardımı

ACiL YARDIM

İlkbaharla birlikte suların taşmasıyla Ağrı’da meydana gelen sel felaketinden sonra, Kimse Yok Mu Derneği 70 aileye yardım elini uzattı. Maddi sıkıntı çeken aileleri afetten sonra yalnız bırakmamak ve ihtiyaçlarını bir nebze olsun giderebilmek amacı ile yola çıkan KYD gönüllüleri, afetten zarar gören aileleri sevindirmeyi başardı.


KYD 2010 // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 11

PERU SEL ALTINDA 2007 yılını yaşadığı deprem felaketinin sarsıcı etkisi altında geçiren Peru’da, 2010 yılının Ocak ayında aşırı yağışlar yüzünden sel felaketi meydana geldi. 20 kişinin hayatını kaybettiği afet 37 bin 933 kişinin de felaketzede durumuna düşmesine sebep oldu.

Afetten etkilenen 150 mağdur aileye gıda, giyim ve mutfak eşyasından oluşan yardım paketleri takdim edildi. Daha önce de Peru’ya yardım götüren KYD’nin çalışmaları Peru ile Türkiye arasındaki sıcak ilişkilerin gelişmesine katkı sağladı. Peru’da 365 adet prefabrik ev yapılarak felaketzedelere teslim edildi. Felaket sonrası battaniye yardımı da yapıldı.

ACiL YARDIM

ŞiLi depremle sallandı Şubat ayında Şili’yi vuran 8,8 büyüklüğündeki deprem 723 kişinin ölümüne neden olurken, kimi kayıplara hiç ulaşılamadı. Özellikle hastanelerin ve köprülerin zarar görmesinden dolayı Şili’deki hayat şartlarını zorlaştıran depremin acısını KYD gönüllüleri paylaştı.

Gıda yardımı yapıldı. Bölgede hasar görmüş olan bir okula kimya laboratuvarı kuruldu.

ACiL YARDIM


KYD 2010 // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 12

ACiL YARDIM

UGANDA sulara teslim oldu

Uganda’da 1 Mart 2010 günü meydana gelen heyelan 45 kişinin can kaybına neden oldu. Yoksulluğun kronikleştiği Afrika ülkelerinden biri olan ülkede meydana gelen heyelan, başkent Kampala’nın 275 kilometre doğusundaki Bududa bölgesinde şiddetli yağışlar nedeniyle oluştu. Ugandalı afetzedeleri Kimse Yok Mu gönüllüleri yalnız bırakmadı. Heyelandan etkilenen 260 afetzede aileye gıda paketinin yanısı paketleri ve battaniye dağıtımı yapıldı.

AFET HABERi KENDi ÜLKEMiZDEN

ACiL YARDIM

ELAZIĞ DEPREMi

8 Mart günü Elazığ’ın Karakoçan ilçesinin Başyurt beldesinde meydana gelen depremin bilançosu “41 ölü” olarak kayıtlara geçse de, kendi ülkemizde meydana gelen bir felaket olması açısından yürekleri biraz daha burktu. Can ve mal kaybının yaşandığı yedi köye yaraları sarmak için insani yardım gönderilirken, bölge halkı yalnız bırakılmadı.

Yaşanan felaketin ardından gönüllülerle birlikte bölgeye ulaşan dernek yetkilileri, halı, battaniye, kıyafet, ayakkabı, ekmek ve su gibi yardım malzemelerini afetzedelere ulaştırdı. Afetzedelerin psikolojik olarak da desteklenmesi adına gönüllü psikologlar tarafından bölgeye ziyaretler düzenlendi. Bölgeye daha sonra da çeşitli yardımlar yapıldı.

Kardeş ülkeden acı feryat

BÜYÜK PAKiSTAN DEPREMi Muson yağmurlarının böyle büyük bir felakete vesile olabileceğini kimse bilemezdi. Ancak 8 Ağustos 2010’da meydana gelen sel afeti, binlerce kişinin hayatını kaybetmesi, on binlerce kişinin evsiz kalması ve binlerce hektarlık ta-

rım arazisinin kullanılamaz hale gelmesiyle sonuçlandı. Daha önce de Pakistan için yardım kampanyaları düzenleyen Kimse Yok Mu Derneği, 2010 yılındaki felaketin hemen ardından “oradaydı.”


KYD 2010 // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 13

ACiL YARDIM Afetin hemen ardından bölgeye ekiplerini gönderen Kimse Yok Mu Derneği, öncelikle açlık tehdidiyle yüzyüze gelen halk için kolları sıvadı. Ramazan ayının gelişiyle gıda kumanyası dağıtımlarının yanısıra sahurda ve iftarda sıcak yemek servis eden sofralar hazırlandı. 30 ramazan boyunca açık olan bu sofralarda yaklaşık 55.000 kişinin karnı doymuş oldu. Acil gıda, ilaç, temizlik malzemesi gibi yardımların ardından sıra bölgeye aynî yardım ulaştırmaya geldi. Pakistan’a aynî yardım göndermek için yoğunluklu olarak demiryolunu seçen Kimse Yok Mu Derneği, Ekim ayının başına kadar Pakistan’a 3 ayrı yardım treni gönderdi. Vefa Treni 1, Vefa Treni 2 ve Vefa Treni 3 İstanbul Haydarpaşa Garı’ndan Kimse Yok Mu gönüllülerinin duaları ve gözyaşları eşliğinde Pakistan’a uğurlandı. Vefa Trenleri’nden 8 Eylül’de yola çıkan birincisi 500 tonluk yardım malzemesini Pakistan’a ulaştırdı. İkincisi de aynı şekilde 500 ton malzeme taşıyan ve 24 Eylül’de İstanbul’dan kalkan trenin ardından, 813 tonluk yardım malzemesini götüren 3. Vefa Treni de 8 Ekim Cuma günü yola çıktı. İkinci Vefa Treni’nde afetzedelerin yaklaşmakta olan kış şartlarında rahat etmesi için kışlık ev tipi çadırların gönderimi yapıldı. Pakistan’a kargo uçağıyla ve gemiyle de yardım gönderildi. Ayrıca Pakistan’da kalıcı yardımların kolaylaştırılabilmesi için ülkede temsilcilik de açıldı. Kimse Yok Mu şimdi “İkbaliye Kasabası” adıyla Pencap’ta 352 konut, karakol, sağlık merkezi, okul ve ibadethanenin bulunduğu bir konut projesini gerçekleştirmeye hazırlanıyor.


KYD 2010 // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 14

Balkan ülkelerinde YARDIM ÇAĞRISI Yılın son felaket haberi Balkanlar’dan geldi. Aralık ayında yaşanan su taşkınlarından en çok Bosna Hersek ve Arnavutluk’un etkilendiği belirtilirken, Sırbistan ve Karadağ da selden etkilenen ülkeler arasındaydı. BosnaHersek’in güneyinde Neretva ve Buna, kuzeybatısında Una ve Sana, ortasında Vrbas ve Jelyeznica, doğusunda ise Drina’nın taşması, 10 bin kişinin evsiz kalmasına neden oldu. Selden etkilenen Balkan ülkeleri Hırvatistan, Sırbistan, Karadağ, Arnavutluk ve Bosna Hersek’e 3 tır dolusu yardım malzemesi gönderildi. Toplam 886.564 TL tutarındaki yardım malzemeleri arasında gıda, kışlık giyim malzemesi ve battaniye yer aldı.

ACiL YARDIM

KIRGIZiSTAN’da yaşananlar yürekleri yaktı

ACiL YARDIM Kırgızistan’ın Oş ve Celalabad kentlerinde 11 Haziran gününden itibaren ortaya çıkan iç karışıklıklar ülkedeki durumu dünya kamuoyuna taşıdı. Çatışmalar 192 kişinin ölümüne, 2 bin kişinin de yaralanmasına sebep olurken binlerce insan mülteci durumuna düştü. 80 bin vatandaşın Özbekistan’a sığındığı Kırgızistan’ın mülteci vatandaşlarına acil insanî yardım Kimse Yok Mu gönüllülerinden geldi.

1000’den fazla yardım paketi Celalabad ve Oş’ta bulunan mağdur ailelerin bir kısmına dağıtıldı. İçerisinde tıbbî malzeme, yağ, un, şeker, pirinç, makarna, çocuk maması ve temizlik malzemeleri bulunan yardım paketlerinden ayrıca mülteci kamplarında kalan 487 aileye de ulaştırıldı. Toplamda 2 tır dolusu acil yardım ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmış oldu.


KYD 2010 // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 15

KYD 2010’da

NELER YAPTI? ECOSOC’a üyeyiz!

olmadı. ketlerin yılı yılında hem yurla fe a c ız ln a re 2010 y i 2010 Mu Derneğ ında hem güzel projele kk o Y e s im e K de yurtdış a attı. Gerç tiçinde hem dalı kampanyalara imz gülen her bir hem de fay şmalar sonunda yüzü ı. lı leştirilen ça ı ise 2011’e miras kald s kişinin dua

KYD, BM bünyesinde oluşturulmuş olan Ekonomik ve Sosyal Konsey’e (ECOSOC) kabul edilerek danışmanlık statüsü almaya hak kazandı. Uluslararası ekonomik ve sosyal meseleler için bir forum görevi gören, üye ülkelere ve BM’ye sosyal politika önerileri oluşturan Ecosoc’a üyelik Kimse Yok Mu’ya “Uluslararası Dernek” statüsü kazandırdı.

SUDAN’DA ”KARDEŞLiK” ORGANiZASYONLARI tılımıyla hem Hartum’da hem de Darfur’da tanıtım geceleri düzenlediler. Program kapsamında Orhaniye Kasabası ziyaret edilip kasabalılara yardım götürülürken, Nyala Türk Kültür ve Eğitim Kompleksi Projesi’nin de tanıtımı yapıldı.

KYD Sudan Darfur yardımları, 2010 yılında hızını kesmeden devam etti. Orhaniye Kasabası Projesi ve katarakt ameliyatları ile Sudanlıların hem gözlerine hem de dünyalarına ışık olan KYD gönüllüleri, gittikçe güçlenen kardeşliği bir organizasyonla pekiştirdiler. 1 – 5 Mart 2010 tarihleri arasında derneğin Sudan’daki çalışmalarını yerinde görmek ve Orhaniye Kasabası’nı ziyaret etmek için Sudan’a giden heyet, Sudanlı yetkililerin de ka-

Hartum’daki Afrika Üniversitesi’nde gerçekleşen tanıtım gecesine Cumhurbaşkanı Müsteşarı Prof. Dr. Ahmet Ali El İmam, Türkiye Büyükelçisi Ertuğrul Kök, Sudanlı bakanlar, diğer ülkelerin yardım kuruluşları başkanları, pek çok devlet yetkilisi ve Türk iş adamlarının yanısıra Afrika Üniveristesi’ne dünyanın pek çok ülkesinden gelen öğrenciler de katıldı. Darfur’da Nyala Meclis Binası’nda yapılan tanıtım gecesinde ise eyalet valisini temsilen yardımcısı Dr. Ferah Mustafa, Hak Başkanı Sebil Ahmed Sebil ve Adalet Bakanı Caaddin Cuddala Dekkaş’ın yanısıra Darfur’daki Türk Kızılayı ekibi katıldı. 2010 yılında Sudan’da Nyala eyaletinde yetimhane ve sağlık merkezi inşaatı başlamış, çeşitli bölgelerde güneş enerjili su kuyuları açılmıştır. Ayrıca sunucu İkbal Gürpınar Darfur’da yapılmakta olan sağlık merkezine hem bağış yapmış hem de sponsor bularak katkı sağlamıştır.

“GiYiM MAĞAZALARI” konsepti yoksullara alışveriş zevkini yaşattı Kimse Yok Mu Derneği’nin 2010 yılında adından sıkça söz ettirdiği faaliyet alanlarından biri de “giyim mağazaları” oldu. Giyim yardımlarını ihtiyaç sahiplerinin evleri götürmek yerine yapılan kıyafet bağışlarını giyim mağazalarında toplamak suretiyle işletilen mağaza sisteminde, ihtiyaç sahipleri mağazaya gelerek beğendiği kıyafetleri ücretsiz alıyor.


KYD 2010 // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 16

7. YILDA

7

konu hikaye sanatçı

Kimse Yok Mu Derneği 7 Mayıs 2010 akşamı Maslak TİM Show Center’da yedinci yaşını kutladı. Geceye dernek yardımseverleri ve gönüllüleri katılırken, yurt dışından gelen birbirinden değerli misafirler de programa renk kattı. Derneğin kuruluşundan bu yana yedi yılı geride bırakışına gönderme olarak, yapılan yardım faaliyetleri de yedi ayrı kategoride ele alındı. İkbal Gürpınar’ın sunumuyla gerçekleşen gecede, yapılan yardımlar yaşanmış birer hikâye ile izleyenlere aktarıldı. Her yardım hikâyesinin ardından hikâyenin gerçek kahramanları da sahneye davet edildi. Katılımcılar arasında Erzurum’dan gelen Hatice Nine, Haiti’de dernek gönüllüleriyle tanışıp onlara yardımcı olan Sibylle Theard Mevs ve eşi Fritz Mevs, Aysel Ertürk ve eşi John Preetzmann, derneğin Darfur’daki göz kliniğinde ameliyat olarak gözleri açılmış İdris Muhammed, Darfur Hak Bakanı Muhammed Fadl El Muhammed, derneğin Hakkari Şemdinli’de yaptırdığı Ağaçlı İlköğretim Okulu’nun üç öğrencisi ve Şemdinli Kaymakamı Hakan Şen, Şemdinli İlçe Milli Eğitim Müdürü İbrahim Aslan, derneğin meslek edindirme kursunda eğitim alarak hayatı değişen Aysun Yücedemir, yıllar önce kendisine kardeş aile eli uzanmasıyla içinde bulunduğu durumdan kurtulup şimdi kendisi de kardeş aile olan Nejdet Yıldız ailesiyle onlara kardeş ailelik yapan Esma-Turan Pamuk Ailesi ve bayramların yardımlaşma şölenlerine dönüşmesine katkı sağlayan iş adamları Şükrü Boydak, Ali Hekimoğlu ve Halit Dumankaya da yer aldı.

2. UMUT ARMAĞANLARI

Yarışması Başarıyla sonuçlandı KYD’nin çocuklar için kurduğu Kumbara Kardeş Kulübü, 2009 yılında hem minik gönüllülerin hayal gücünün artması hem de ihtiyaç sahibi çocukların sevindirilmesi için “Umut Armağanları” yarışmasını tertip etmiş, yarışmanın 2.’si de 2010 yılında düzenlenmişti. 2. Umut Armağanları Yarışması’na Türkiye’nin dört bir yanından on bini aşkın el yapımı oyuncak eser katıldı. Oyuncakları en iyileri Prof. Dr. Ayla Oktay, Doç. Dr. Tosun Yalçınkaya, Meryem Akbal, Can Soysal, Dağıstan Çetinkaya ve Ferhat Çelik’ten oluşan jüri tarafından seçildi. Ödül töreninin ardından binlerce el emeği eserin bir kısmı Kahramanmaraş, Gaziantep ve Adana’da bulunan ihtiyaç sahibi öğrencilere hediye edildi.

MESLEK EDiNDiRME KURSU

onlarca kadına hayat ışığı oldu

2010 yılı KYD Meslek Edindirme Projesi’nin gelişip meyvelerini vermeye başladığı yıl oldu. Başta yoksulluk yüzünden çocuklarına bakamaz hale gelen ve çocukları devlet himayesine geçen anneler olmak üzere, ihtiyaç sahibi bütün hanımların meslek sahibi olması amacıyla başlatılan proje büyük yankı uyandırdı. İlk olarak “Ahşap oyma atölyesi” ile başlayan eğitimlerin ardından, kursu başarıyla tamamlamış kursiyerlerin evlerinden çalışabilmeleri için kendilerine gerekli atölye makineleri dernek tarafından verildi.


KYD 2010 // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 17

FiLiSTiNLi 100 aileye

yardım yapıldı

Filistinli aileler 2010 yılında da unutulmadı. Gazze kentinde belirlenen 100 aileye gıda ve ev eşyası yardımı yapılması için başlatılan kampanya hızlıca sonuçlandı. Kampanyanın sonucunda ailelere buzdolabı, çamaşır makinesi, ocak ve tüp gibi kuşatma şartlarında edinilmesi zor eşyalar ulaştırıldı.

Katarakt ameliyatları ışık olmaya devam etti Darfur’da karanlığa gömülü gözlere ışık olan KYD, katarakt ameliyatlarına 2010 yılında da devam etti. Derneğin Darfur’da kurduğu göz kliniğinde gönüllü olarak görev alan göz doktorlarının yaptığı ameliyatlarla gözleri açılan Darfurlu katarakt hastalarının sayısı yıl sonunda 6350’ye ulaştı.

GAZZE ’YE HAYAT SUYU Kimse Yok Mu Derneği, Gazze’de yaşanan olaylardan sonra halkın en önemli sorunu olan su ihtiyacını çözmek için Gazze Belediyesi ile yaptığı protokolle Gazze’ye 4 adet su kuyusu açarak şehrin su şebekesine bağladı. 340 bin dolara mal olan kuyular şu anda 100 bin insanın su ihtiyacını karşılıyor.

Konya’dan AFGANiSTAN’a yardım tırı Yoksulluğun, savaşın ve hayatta kalma mücadelesinin başkenti Afganistan için Konyalılar harekete geçti! KYD Konya Şubesi ile Sağlık Mensupları Derneği’nin başlatmış olduğu Afganistan’a yardım kampanyası kapsamında ihtiyaç sahiplerine gönderilmek üzere yardım malzemeleri toparlandı. Toplanan bir tır dolusu yardım malzemesi Konya müftüsü Şükrü Özbuğday’ın yaptığı dua ile yolcu edildi.

iSTiKBAL’DEN 1 MiLYON LiRALIK SOSYAL SORUMLULUK PROJESi İstikbal Mobilya ihtiyaç sahiplerinin kışı sıcak yataklarda geçirmesi için 1 milyon TL’lik aynî bağış yaptı. İstikbal, KYD ile yaptığı protokol çerçevesinde ev eşyasına ihtiyaç duyan yoksul ailelerin evlerine ulaştırılmak üzere 6 bin çeşit ürünü Kimse Yok Mu Derneği’ne bağışladı.

SAAT&SAAT’DEN PAKiSTAN iÇiN 1 MiLYON TL Dünya saat markalarını Türk tüketicileri ile buluşturan Saat&Saat Pakistan için yardım gecesi düzenledi. Esma Sultan Yalısı’nda düzenlenen geceye Guess’in Yönetim Kurulu Başkanı Paul Marciano ile Guess ve Gc saatlerinin CEO’su Cindy Livingston da katıldı. Fazıl Say konseriyle başlayan geceye yaptığı 150 bin TL’lik bağışla Saat&Saat firması damgasını vurdu. Diğer bağışçılarsa 75 bin TL ile Dubai ve 50 bin TL ile Kuveyt oldu.


KYD 2010 // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 18

Tahsin Tekoğlu’ndan BÜYÜK BAĞIŞ İşadamı Tahsin Tekoğlu Darfur’da ihtiyaç sahiplerinin kullanımına sunulmak üzere 6 milyon Dolar tutarında kumaş bağışında bulundu. Renkli kıyafetlerine düşkünlükleri ve temiz giyinme konusundaki hassasiyetleriyle tanınan Darfurlu aileleri sevindiren yardımın ardından, Tekoğlu’ndan bir de bölgede okul yaptırma sözü geldi.

RAMAZAN VE KURBAN YARDIMLARI “Paylaşmaya soframızdan başladık,” “Kurbanla yaklaştık.” KYD 2010 yılından Paylaşmaya Soframızdan Başlarız sloganıyla düzenlediği ramazan kampanyası kapsamında yine on binlerce ihtiyaç sahibinin yüzünü güldürdü. Ramazan ayının Pakistan’da yaşanan sel felaketiyle aynı zamana denk gelmesi, yardımseverlerin rahmet ayında zekat ve sadakalarını kardeş ülkeye göndermelerine vesile oldu. Türkiye’nin dört bir yanına ulaştı. Kurban bayramını ise her sene olduğu gibi “Yardımlaşma bayramı”na dönüştüren KYD gönüllüleri dünyanın kalbini fethetmeyi başardı. Bayramda, 37 ülkede ve Türkiye’de toplam 37.781 hisse kurban kesildi, 113.343 aileye dağıtıldı. Bayram hediyeleri ve yardım paketleriyle birlikte ihtiyaç sahiplerine ulaştırılan kurban bağışları yüzlerde tebessüme, gönüllerde ferahlığa vesile oldu…

NiJER’de toprağa can veren su 6-7 köye bir su kuyusunun düştüğü yoksul Afrika ülkesi Nijer’in suya kavuşması için kampanya başlattı. 100 adet su kuyusu açma hedefiyle yola çıkan derneğin kampanyası yardımseverler nezdinde büyük destek buldu. Bir kuyunun maliyetinin 7500 Dolar olarak açıklandığı kampanya kapsamında 37 su kuyusu açıldı bile.

Yurtiçi EĞiTiM PROJELERi devam etti Batman’ın Kozluk ilçesine bağlı Koçaklar Köyü’nde bulunan ilköğretim okulunu ziyaret eden ve koşulların yetersizliğini gözlemleyen KYD gönüllüleri, okulun onarılması ve yeni bir bina daha yapılarak öğrencilerin rahat eğitim alabilmeleri için kampanya başlattı. Eğitim kampanyaları kapsamında ayrıca Hakkâri’nin Şemdinli ilçesinin Öntepe köyünde yapılacak okul için de Hakkâri Valiliği ile protokol imzalandı. Ayrıca SODES projesi kapsamında Diyarbakır’da okuma salonu projesi başlatıldı ve tamamlandı.

BANGLADEŞLiLERiN iÇi ISINDI! Bangladeşli yoksulların 2010 kışına sıcacık girmeleri için battaniye kampanyası tertiplendi. SMS bağış yoluyla düzenlenen kampanyadan elde edilen gelirle Bangladeş’te özellikle barakalarda zor şartlarda yaşayan kişilere battaniye tedarik edildi.


KYD 2010 // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 19

Amerikalı Senatörlerden 80.000 DOLAR YARDIM ABD’nin Teksas eyaletinde faaliyet gösteren Raindrop Helping Hands Yardımlaşma Derneği eyalette yaşayan yardımseverlerden Pakistan için 80 bin dolarlık bağış topladı. Raindrop Helping Hands Yardımlaşma Derneği topladığı bu yardımları Pakistan’a gönderilmek üzere Teksas Eyaletinden dört senatörle birlikte törenle Kimse Yok Mu Derneği’ne teslim etti. Temsili bağış çekini teslim eden Senatör Eduardo Andres Lucio, “Biz birbirimize aitiz. Gelin bir araya gelelim ve gelecek kuşaklara daha güzel bir dünya bırakalım. Teksas eyaletimizden yapılan bu bağışın üç ülke için de memnuniyet verici olduğunu düşünüyorum” dedi.

Nisan Amerika’nın Houston eyaletindeki St. Thomas Üniversitesi’nden 10 kişilik öğrenci ve akademiysen grubu Türkiye’ye gelerek Kimse Yok Mu Derneği’nde staj yaptı. Mayıs Haiti’nin Craix-Des-Bouguet Belediye Başkanı Jean Saint Ange Dairus ve beraberindeki heyet teşekkür ziyareti için Kimse Yok Mu’ya geldi. Aynı ay içerisinde Haiti’nin büyük iş adamlarından Fritz Mevs de derneğe teşekkür ziyaretinde bulundu. Ekim Amerika’nın Teksas eyaletinde Teksaslı senatörler Pakistan kampanyasına iştirak etti. Kasım Carter Center Avrupa Başkanı Ryan Mc Donald, Eski ABD Başkanı Jimmy Carter adına Kimse Yok Mu Derneği'ni ziyaret etti. Aralık Pakistan'ın Pencap Eyaleti’nin Başbakanı Şahbaz Şerif, ülkesine yapılan yardımlardan dolayı teşekkür ziyaretinde bulundu.

2010’DA KiMSE YOK MU’YU ZiYARET EDENLER

Ayrıca pek çok ülkeden gelen ziyaretçiler Kimse Yok Mu Derneği ve faaliyetleri hakkında bilgi almak istedi. İşte derneği en çok ziyaret eden yabancıların ülkeleri: ABD, Belçika, Fransa, Kazakistan, Rusya, Hollanda, Sudan, Haiti, Kırgızistan, Moritanya.

Nikah şekeri almak yerine BAĞIŞ YAP! 2010, nikah şekerlerinin iyilik şekerlerine dönüşme yılı oldu! Düğününde veya nikâhında şeker dağıtmak yerine Kimse Yok Mu Derneği’ne bağış yapmak isteyen yardımseverler, hem büyük iyiliklere vesile oldular hem de yakınlarına örnek oldular. İlk olarak Zehra ve Mustafa Işık çiftinin nikahında gerçekleştirilen uygulama yıl içinde de devam etti. Nikah şekeri parasını derneğe bağışlayan çiftlerin düğünlerinde şeker yerine uygulamayı anlatan küçük kartlar dağıtıldı. Çiftlere “Mutluluk Sertifikası” da verildi.


KURUMUMUZUN SORUMLULUĞU BÜYÜK MUSTAFA iLHAN

mustafa.ilhan@kimseyokmu.org.tr

Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) kavramı Türkiye’de uzun yıllar boyunca hayırseverlikle birlikte anıldı. Projelere destek veren iş adamları ise halk nezdinde özel bir yere sahip oldu. Eğitimden sağlığa, çevreden aileye birçok alanda projeler geliştirildi. Peki, 2000’li yılların başından itibaren şirketlerin ilgi alanlarına girmeye başlayan ku-

KSS Kurumsal sosyal sorumluluk deyince henüz akan sular durmuyor Türkiye’de. Fakat bu taze kavram hızla günlük yaşantımız içinde kendine yer ediniyor. Firmaların kurumsal sosyal sorumluluk projesi olarak gerçekleştirdiği pekçok proje gerçek hayatta karşılığını bulup insanî yardımdan eğitim desteğine, çevre korumadan aile kurtarmaya kadar büyük “sorumlulukların” yerine getirilmesine vesile oluyor.

rumsal sosyal sorumluluk nedir? Türkiye’de hangi alanlarda yoğunlaşmıştır? KSS projeleri uygulamak isteyen şirketler nelere dikkat etmelidir? Şirketlere neler kazandırır? Haydi, gelin, bu ithal kavramı daha yakından tanımak için küçük bir yolculuğa çıkalım:


KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 21

NEDiR BU KSS? KSS Avrupa Birliği tarafından 2001 yılında yapılan tanıma göre “Bir şirketin ya da markanın sosyal ve çevresel kaygıları faaliyetlerinin ve paydaşlarıyla ilişkilerinin bir parçası haline getirmesi ve tüm paydaşlara karşı etik ve sorumlu davranması; bu yönde kararlar alması ve uygulaması” anlamına geliyor.

MARKA savaşlarından sıyrılmak… Küreselleşme ile birlikte sınırların ortadan kalktığı dünyamızda farklı kültürlere ait markaların farklı toplumlarda hızla yerelleştiğini hepimiz gözlemliyoruz. Marka savaşlarının yaşanmasına sebep olan bu durumu lehimize çevirmenin yolu ise kurumsal sosyal sorumluluk. Mesela tekstil… Tekstil, ülkemizin uluslararası ticarette önde gelen sektörlerinden biri fakat bugün bir tekstil firmasının uluslararası firmalara (H&M, Levi’s, Tommy Hilfiger gibi) üretim yapabilmesi için, çocuk veya sigortasız işçi çalıştırmamak, çevreye zarar vermemek gibi birçok kriteri yerine getirdiğini belgelemesi, bu alanda tanımlanmış uluslararası standartlara sahip olması gerekiyor. Özetle, birçok sektörde uluslararası iş yapabilmenin yolu KSS’den geçiyor.

Türkiye’de KSS

EĞiTiM ŞART

GFK Türkiye tarafından gerçekleştirilen “Türkiye’de Kurumsal Sosyal Sorumluluk” araştırması sonuçlarına göre: • Halk, toplumsal sorumluluk kapsamında şirketlerin hayata geçir dikleri faaliyetlerde “eğitim ve öğretime katkının” öncelikli olması gerektirğini düşünmektedir. • Sağlık, çevre ve aile içi şiddet konusundaki projelere destek verilmesi Türk halkı için eğitimden sonraki öncelikli konulardır. • İş dünyasının nezdinde ise çözülmesi gereken sorunlarının başında yine eğitim gelmektedir.


KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 22

AKLIMA BiR PROJE GELDi! NELERE DiKKAT ETMELiYiM ?

Peki, bu kadar çok proje geliştirilirken kurumumuzu nasıl farklılaştıracağız? Bu sorunun yanıtını bulabilmek için çok düşünmeye gerek yok. Projenin içeriği, yöntemi ve iletişiminde ortaya konulacak farklılıklar diğer uygulamalar içerisinde kurumun farklılaşmasında büyük bir rol oynayacaktır. İşte dikkat edilmesi gereken hususlar:

PROJEMiZ

• Firmamızın misyonu ve vizyonuna uygun olmalı, • Kurumsal bir kültür olarak uygulanmalı, • Bir değer üretmeli, • Uygulama öncesi ve sonrası kurum içi ve kurum dışı iletişime önem verilmeli, • Sürdürülebilir öncü çözümler üretmeli, • Sonuçları ölçülebilmeli, • Ve doğru yönetilmelidir.

UYGUN ADIM MARŞ KSS PROJELERiNDE TAKiP EDiLMESi GEREKEN ADIMLAR? Şimdi, fikrin oluşturulmasından projelendirilmesine, planlanmasından uygulanmasına ve ölçümlenmesine kadar uzun bir süreç bizi bekliyor. KSS projelerinin çok hassas sosyal projeler olması doğru iletişim dilinin oluşturulmasını ve konseptin birebir sahaya indirilmesini zorunlu kılıyor. Bu da bambaşka bir uzmanlık alanı gerektiriyor. Bir kere bütün toplum katmanlarını çok iyi tanıyor olmak, onlarla kuracağımız iletişimde iyi bir dil oluşturmak gerekiyor. Eğer projemizle farkımızı ortaya koymak istiyorsak, doğru araştırmalarla toplumsal ihtiyacı belirleyip, ölçümlemeler sonrasında strateji geliştirmeli ve projeyi çok iyi bir planlamayla uygulamalıyız.


KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 23

KSS MARKAMIZA RUH KATIYOR! FiRMAMIZA NELER KAZANDIRIR? • Toplumsal ve kurumsal fayda sağlar. • Markaya değer kazandırır.

• Kurum imajına katkı sağlar. • İmajı itibara çevirir.

• Çalışan motivasyonunu arttırır.

Kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin sonuçlarını değerlendirdiğimizde en önemli sonucun toplumsal fayda olduğunu görmekteyiz. Bu fayda, topluma olduğu kadar şirkete de yönelik olmalıdır. KSS markalara ruh katarak kurum ve markaya değer kazandırıyor. Tüketici ile kurum arasında güven ilişkisi kuruyor ve markanın pazar payı büyütüyor. Nihayetinde amaçlarına ulaşırsa, itibar üretiyor. Toplum geleceğe daha güvenle bakıyor. Şirketler toplumdan aldığının bir kısmını topluma geri veriyor. KSS bir toplumsal sorunla ilişki kurmaktır. Bir kimlik ilanıdır. Bilinirlik ve farkındalığı arttırır. İmajı itibara çevirir ve büyütür. İtibar işletmeler için en önemli kazanımdır. Kurumun yaptıklarına toplumun özellikle dışarıdakilerin biçtiği değerdir. Kurum çalışanlarının gönüllü olarak destek verdiği projeler iş motivasyonunu arttırırken çalışanların kurumu sahiplenmesini de sağlıyor.

SiZ DE BiR KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK PROJESiNE SAHiP OLMAK iSTEMEZ MiSiNiZ ? Kimse Yok Mu Derneği ile birlikte hareket ederek istediğiniz alanda tercih edeceğiniz türden bir projeye imza atabilirsiniz. Kimse Yok Mu ile ortaklaşa gerçekleştirebileceğiniz bir proje, hem kurumunuzun itibarına itibar katacaktır hem de “gerçek” ihtiyaç sahiplerine ulaşmanızı kolaylaştıracaktır. İşte KYD ile birlikte projelendirebileceğiniz yardım alanları:

EĞiTiM: Milli Eğitim’e bağlı ilk ve orta düzeyli okullarda tadilat, araç gerek tedariki, yeni okul yapımı, yurtdışında afet bölgelerinde okul yapımı, öğrencilere kırtasiye veya kışlık giyim tedariki vb. iNSANi YARDIM: Belli bir hedef gruba yönelik (Göçmenler, Afrika ülkeleri, çocuklar, işsizler, kadınlar vs) belli bir türden (gıda, giyim, temiz su vs) insani yardımın toplanmasına ve hedef gruba ulaştırılmasına yönelik projeler. MESLEK EDiNDiRME: KYD Meslek Edindirme projesi kapsamında geliştirilebilecek saha çalışmaları. SAĞLIK: Hem yurtdışında hem de yurtiçinde nüfus yoğunluğunun yaşandığı ve sağlık hizmetlerinin yetersiz kaldığı bölgelerde sağlık taramaları ve ilaç dağıtımları, Afrika’da göz ameliyatları, kanser gibi tedavisi zor hastalıklarla mücadele, engellilerin hayatını kolaylaştırma vb. AFET: Sürekli afet yaşanan veya yaşanması muhtemel olan coğrafyaların olası afetlerden en az zararla sıyrılmalarına yönelik tedbir projeleri, afet kurtarma eğitimleri, acil insani yardıma yönelik projeler vb.


Umut etmek mi dediniz? ÇOCUK OYUNCAĞI HALENUR ÇALIŞAN GÜRBÜZ Halenur.calisan@kimseyokmu.org.tr

KAPAK Damlaydı, derya oldu. Tam da unutacakken dünyada umudun hâlâ var olduğunu, biryerlerden çıkıp geldi; küçücük bir hayalken gerçek oldu Umut Armağanları Yarışması. Sadece oyuncak yapan çocuklara değil, bir yarışmayla ne kadar çok insana dokunabileceğimizi gören herkese umut oldu!


Bir şehri gece ışıkları değil bombalar aydınlatıyor. Şehre yardım götürmek ne mümkün, sınırına bile yaklaşılamıyor. “işi” çocuk “gücü” umut olan birkaç kişi skafa kafaya vermiş düşünüyor: “Gazze için birşeyler yapmak lazım…” Küçücük çocuklar başvuruyor derneğe. “Ben harçlıklarımı biriktirdim, göndermek istiyorum…” “Ben kıyafetlerimi paylaşmak istiyorum…” “Ben oyuncaklarımı bir çocuğa hediye etmek istiyorum…” Ne de çok şeyleri var çocukların verecek, ne deçok sözleri var söyleyecek; çocuk kalpleri ümitsizliğe ne de büyük bir dirençle karşı çıkıyor!


FiKRiN DOĞUŞU

Yazının başında kafa kafaya verenlerden bahsetmiştik, işte şimdi ne yapacaklarını buldular: Mektuplar gönderilmeli ateş altındaki çocuklara; Türkiyeli çocukların yazdığı mektuplar. Yardım paketlerinin içine atıvermeliyiz mektupları, bütün mektupların teması “Umut etmektan vazgeçmeyin” olmalı. Bir de oyuncaklar, illa ki oyuncaklar! Bir çocuğun eline geçtiği zaman, dünyada kötü olan ne varsa unutturacak oyuncaklar! O halde, bir dakika! Madem umut vermek için gönderiyoruz biz oyuncakları, neden biraz daha emek katmıyoruz ki işin içine? Her çocuk kendi yapsa hediye edeceği oyuncağı, yanında bir de mektup yazsa… Her çocuk, gönderdiği armağanın içine laf olsun diye değil, gerçekten umut katsa… Hatta sadece bir coğrafyaya değil, tüm dünyaya yayılsa bu dalga. İsmi mi? İsmi “Umut armağanı” olsa her bir oyuncağın; Umut Armağanları dünyayı dolaşsa!

ÇOCUK KULÜBÜKURULUYOR O zaman acilen işe koyulmak lazım. Öncelikle bu fikrin genel kabul görmesi, dernek yönetimince benimsenmesi gerek. Yönetim Kurulu’nun ve dernek başkanı Mehmet Özkara’nın olurları, destekleri alındıktan sonra sıra geliyor uygulamaya koyulmaya. Başkan Özkara’ya göre yarışmayı duyurmadan evvel yarışmayla birlikte hareketlenen “çocuk gönüllüler” kitlesine altında toplanacak bir “çatı” oluşturmak gerekiyor. Bir çocuk kulübü kurulmasına, Umut Armağanları başta olmak üzere çocukların baş aktör olduğu her türlü faaliyetin bu çatı altında gerçekleşmesine karar veriliyor. Kumbara Kardeş Kulübü böylece başlıyor çalışmaya; kimselerin bilmediği bir yarışma fikri, derneğe gelip giden birkaç çocuk ve “onca işinin gücünün arasında” çocuklara vakit ayırmaya gönüllü birkaç yetişkinle…


UMUT ARMAĞANLARI // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 27

Bir elişinin düşündürdükleri “Umut Armağanları,” güzel isim. Fakat bu armağanlar yalnızca oyuncaktan ibaret kalmamalı. Oyuncakların yanında el işleri ve resimler de yapabilmeli çocuklar; yapabilmeli ki, “Benim elimden bir şey gelmez” mazereti kalmasın hiç kimsenin. Bir el işi kimin ne işine yarar ki demeyin. Küçük dantel bir örtü getirin gözünüzün önüne, üzerine dantel ipleriyle “UMUDUNU YETİRMEYEN ÇOCUKLAR” yazısı işlenmiş, eser sahibinin ismi Kürtçe… Hiçkimsenin işine yaramasa da, en azından umudunu yitirmeme şevki aşılıyor insana, fazlasına ne hacet?.. Yarışmaya katılan eserlerden söz açarsak anlatılacak daha çok şey var lakin önce başladığımız bahsi bitirmeli.

Üç kategoride açılan yarışmanın nasıl duyurulduğundan bahsetmeli. Önce afişler hazırlanır, fakat vakit olmadığı için Milli Eğitim’den izin almak mümkün değil. İznimiz olsa, afişleri okullara ulaştırmak öyle kolay olacak ki… İş başa düştü, afiş gönderilecek okulları tek tek tespit edip adreslerini bulacağız, afişleri gönderip okulları bir bir arayarak yarışmayı anlatacağız. İşin en meşakkatli kısmı burası, okul adresleri, okullara yönelik mektuplar, dernek şubelerine yönelik bildirimler, telefon numaraları, havada uçuşan yüzlerce zarf, kağıt, etiket… Peki değecek mi bunca gayrete, ya kimse teveccüh etmezse bir oyuncak yarışmasına katılmaya?

anne babalar da OYUNCAK YAPTI Bütün ilköğretim sınıflarından katılım mümkün, her türlü malzemenin kullanımı serbest. Yeter ki birkaç çocuğun dünyasında farklı bir pencere açılsın, birkaç günleri oyuncak yapmakla, mektup yazmakla, “Hiç tan ımadığım yoksul bir çocuğu nasıl mutlu ederim?” diye tasalanmakla geçsin. Hem, yarışmanın en güzel kuralı, “Velilerden yardım almanın serbest olması.” Bu kural her ne kadar çocuklara kolaylık olsun diye konmuşa benzese de işin aslı başka. Sebebini işi en başından beri kotaran, gönül veren, hem kendisi canla başla çalışıp hem de ekibindeki çalışanlarına heyecan aşılayan Kimse Yok Mu Derneği Reklam ve Tanıtım Yönetici Ülkü Atlamaz’a sormak lazım, neden koyuldu velilerden yardım alabilme serbestîsi? “İnsanlar bir akşamlığına televizyonu kapatsınlar, çocuklarını karşılarına alıp birlikte vakit harcasınlar diye” diyor ve ekliyor: “Biz bu yarışmayı tasarlarken amacımız çocuklara sadece oyuncak yaptırmak değildi; amacımız çocukların ve büyüklerin harekete geçmesi, umutsuzluğu yok etmek için emek verilmesiydi. Elbette bir çocuğun tamamen anne babasına yaptırdığı kusursuz bir oyuncağı birinci seçmezdik, seçmedik de. Fakat çocuğun annesi babasıyla ‘birlikte’ yaptığı oyuncakla annesine babasına ‘yaptırttığı’ oyuncağı ayırt etmek hiç de zor olmuyordu zaten.”

Yarışmanın ödülleri belirlenirken, bir soru takıldı akıllara: Eğer “şampiyonlara” ödül verip diğer katılımcıları “kaybeden” sınıfına sokacaksa, bu yarışmanın diğerlerinden ne farkı kalır ki? Hayır, bu yarışmaya katılan herkes kazanmalı. Bütün çocuklar, bütün veliler, bütün öğretmenler… “Yarışmaya katılan bütün eserleri ihtiyaç sahibi çocuklara ulaştırmaya karar verdik” diyor Ülkü Atlamaz henüz üç sene öncesi olsa da hasretle hatırladığı o ilk heyecanı anlatırken. “Düşünsenize, çocuklara yardım paketleri yerine başka çocukların yaptığı oyuncaklar, el işleri armağan edecektik. Tabii ki kıyafet, giyim, gıda gibi yardımları da çocuklara vermeyi ihmal etmedik.” Bu arada, yarışmaya jüri üyeliği yapacak “ehiller” belirlenecek, kıymetli vakitlerinden vakit ayırıp en iyi oyuncakları seçmeleri istenecekti. Kimse bir oyuncak yarışmasında seçici kurul üyeliği yapma ricasını geri çevirmedi. İlk yarışmanın jüri üyelerinden çizer Osman Turhan o günleri anlatırken “Benim için anlamı çok büyük” diyor. “Çocukluğumda bugünkü gibi fazla oyuncağa ulaşma imkanımız yoktu. Biz de kendi oyuncaklarımızı üretirdik. Bu yüzden nitelikli bir oyuncak gördüğüm zaman bir çocuk ciddiyetiyle gözlemlerim. Bu yarışmada tasarlanan oyuncakları inceledikçe çocukların gözlerindeki heyecanı okudum” diye de ekliyor. Osman Turhan’ın sözleri yarışmanın bir başka boyutunu hatırlatıyor aslında: Bu yarışma sadece bir yardımlaşma projesi değil aynı zamanda çocukların sanat kabiliyetlerini geliştirmeye hizmet eden entelektüel bir aktivite.


“nasılsa kimse katılmaz…”

Bir sonraki iş: Yarışmaya iştirak eden oyuncakların tanzim edilmesi, kayıt altına alınıp seçime hazır hale gelmesi. Kumbara Kardeş Kulübü’nün ilk sorumlusu Sema Arslan’a göre işin en zor kısmı buydu. Her ne kadar başlarda ekipçe “Nasılsa kimse katılmaz, ödül törenine bir gün kala oturup kendimiz oyuncaklar yapmak zorunda kalırız” diye espriler yapsalar da, daha yarışma afişleri okullara gider gitmez oyuncakların gelmeye başladığını anlatıyor Sema Arslan ve ekliyor: “Gelen ilk oyuncak hâlâ gözümün önünde. Sonra sırasıyla derneğimizin kapısına yaklaşan kargo araçları, kolilerle getirilen oyuncaklar, el işleri, resimler… İlk önce hepsini büyük bir özenle tek tek kayıt altına aldık. Sahibi belli olmayan oyuncakların sahibini araştırdık, okulları aradık vs… Fakat gün geçtikçe oyuncak sayısı artmaya başladı, altından kalkamayacağımı düşünmeye başladım. Tabii ki o zamanlar bir sonraki sene katılım sayısının beşe katlanacağını bilmiyordum. Hatta bir sonraki sene yarışmanın devam edeceğini bile zannetmiyordum. Herşey küçücük bir hayalin gerçekleşmesinden ibaretti aslında, böyle büyüyeceğini tahmin edemezdik.”

l a y a U h D L O K E Ç R E G

Evet, herşey küçük bir hayalin gerçekleşmesinden ibaretti. O hayal büyüdü, serpildi. Birinci yarışmaya 2000 eser katıldı. 9 saat süren bir jüri toplantısıyla en iyiler seçildi. Her kategorinin birincilerine yurtdışına yardım gezisi gibi unutamayacakları bir armağan verildi. İstikamet Bosna Hersek’ti; Bosnalı gazi çocukları Türk çocuklarının el emekleriyle yaptıkları armağanlarla sevindi. İkinci sene gelenek bozulmadı, şampiyonlar bu defa da Kosova’ya götürüldü: Hem gezmeye hem de kendi yaptıkları oyuncakları kendi elleriyle arkadaşlarına armağan etmeye. Ve en başından beri planlandığı gibi, hiçbir çocuğun eseri “kaybeden” sınıfına girmedi. Eserler hem ödül törenleri öncesi yapılan sergilerde sergilendi hem de ihtiyaç sahiplerine yardım paketleriyle birlikte armağan edildi. Bu yıl yarışmanın üçüncüsü tertipleniyor. Bu satırların okunduğu sırada belki de şampiyonlar belli olmuş olacak bile. Kumbara Kardeş Kulübü Sorumlusu Saliha Polat’a göre bu sene yarışmaya ilgi katlanarak büyüyecek. Bu ilginin en güzel tarafı ise daha çok katılımcının “daha çok çocuğu sevindiricek daha çok oyuncak” anlamına gelmesi. Bu sene ayrıca kompozisyon alanında da katılımın sağlanabileceği yarışma artık rüşdünü ispatladı. Türkiye’de bu alanda yapılan ilk ve tek proje olması bir yana, yüzlerce çocuğu sevindirmenin en “iyi” yolu olarak tarih yazmaya başladı. Belki 7 sene sonra “onuncusu,” belki 17 sene sonra “yirmincisi” düzenlenecek diyor kulüp sorumlusu Saliha Polat; “Ve biz buralarda olmasak da toprağa ne kadar güzel tohumlar attığımızı hep bileceğiz.”

DAĞISTAN ÇETİNKAYA’nın 3. Umut Armağanları’na özel çizimi


UMUT ARMAĞANLARI // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 29

Birinci yarışmanın jürisi 9 saat süren bir elemeyle seçtiler en iyi oyuncakları. Yaklaşık 150 oyuncağın tek tek incelendiği jüride yer alan isimler kendi heyecanlarını da kattı işin içine. Yarışma fikrine baştan beri destek veren ve sahip çıkan Yumurcak TV Genel Yayın Yönetmeni Meryem Akbal hem çocuklar hem de yetişkinler açısından titizlikle inceledi oyuncakları. Yarışmaya desteği hâlâ devam eden Akbal, Kumbara Kardeş Kulübü fikrinin de annelerindendi aslında. Nuriye Toraman, jüride hem bir televizyoncu hem de “anne” gözüyle baktı eserlere. Her oyuncağı çocuk psikolojisi açısından inceleyen Uzman Pedagog Ferhat Çelik de halen Umut Armağanları’nın seçici kurulu arasında. Çizer Osman Turhan’ın dışında üç yayıncı daha vardı jüride: Gonca Dergisi’nin eski yayın yönetmeni Hasan Candan,

Kumbara Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Zeynep Sevde Paksu ve Üsküdar Çocuk’un Genel Yayın Yönetmeni Sevde Sevan Usak. Hemen her eseri eline alıp inceleyen, büyük bir titizlikle puanlandıran Hasan Candan muhtemelen her oyuncakta kendi oğlunu getirdi gözünün önüne. İkinci elemelerde jüri isimlerinin içine yenileri katıldı. Kumbara Dergisi’nde Uçan Eşek öyküsünü yazıp çizen Usta çizer Dağıstan Çetinkaya, TRT Çocuk’un Genel Yayın Yönetmeni Can Soysal, yıllarını çocuk konusuna vermiş Prof. Dr. Ayla Oktay ve Eyüp Oyuncakları Atölyesi’nin kurucusu Doç. Dr. Tosun Yalçınkaya. Bu yıl bu isimler arasına hem anne hem de oyuncu olan bir yenisi ekleniyor: Sanatçı Filiz Taçbaş.

R O Y i Ç E S R A L N EN iYiLERi O


OYUNCAKLARIN ANADOLU YOLCULUĞU

Harran’ın Aşağıkesmekaya Köyü’nü bilir misiniz? Bir köy okulu düşünün, Urfa’nın Harran ilçesinde olduğunu zannederek gittiğiniz fakat Harran’dan sonra da uzun bir yolculuk yapmaya mecbur kalarak ancak ulaşabildiğiniz. Bahçesinde toplanan çocuklar belli ki saatlerdir sizi bekliyor. Minibüsünüzden inerken alkışlarla karşılanıyor, mahcubiyetinizden yerin dibine geçiyorsunuz. Okulun erkek öğrencileri mini mini elleriyle küçük birer “adam” gibi çiğköfteler yoğurmuş, ikram etmek için heyecan içindeler… Yanınızda getirdiğiniz kolileri okulun içine taşıyorsunuz. Sıra kutuları açmaya geliyor. Kutulardan çocukların her biri için önceden hazırlanmış kıyafetler, eşofmanlar, kırtasiye malzemeleri ve ayakkabılar çıkıyor. Paketlerin çocuklara dağıtımı için öğretmenler giriyor devreye. Sonra sıra oyuncak paketlerinin açılmasında. Kızlar için rengarenk bebekler, erkekler için arabalar, hayvanlı oyuncaklar, maketler… Cıvıl cıvıl paketlerin içinden çıkan her bir oyuncağın yanına iliştirilmiş birer mektup. Harranlı çocukların dudaklarından “Sevgili kardeşim” diye başlayan satırlar dökülüyor kıpır kıpır. Siz, bir yandan heyecanla kıyafetleri çocukların üstlerine tutup ölçerken, oyuncakların dağıtımını en adil şekilde gerçekleştirmeye çalışırken, bir yandan da düşünüyorsunuz: “Burada, kimseciklerin uğramadığı bu köyde, bir araba dolusu oyuncak ne de çok şey demekmiş… Umut Armağanları bu demekmiş!..”

Armağanlar Şemdinli’ye kadar ulaştı Kimse Yok Mu Derneği’nin Hakkari’nin Şemdinli İlçesi’ne bağlı Ağaçlı Köyü’nde yaptırttığı ilköğretim okulu şimdiye dek iki kere mezun verdi, pek çok ziyaretçiye ev sahipliği yaptı. Bu ziyaretçilerin en önemlileriyse “Umut Armağanları” oldu. İstanbul’ da tek tek hazırlanıp paketlenen, yardım paketleriyle birlikte Şemdinli’ye gönderilen Umut Armağanları, hep “uzakta” yaşamaya alışmış çocuklarla Batılı çocukların arasına görünmez bağlar kurdu. O bağlara tutunup birbirleriyle mektuplaşmaya başlayan çocukların iletişimi devam ediyor. Bu eşi görülmemiş kardeşlik projesi ise ulaşılan her bir köyde sanki yeniden can buluyor, yeniden kök verip güçleniyor…

Maraş, Antep ve Adana’ya oyuncak 2. Umut Armağanları Yarışması’ndan sonra yarışmaya iştirak eden oyuncakları Anadolu’ya götüren ekibin ilk durağı Kahramanmaraş’ın Şerefoğlu köyü oldu. Kulüp gönüllüleri köye vardıklarınnda Şerefoğlu İlköğretim Okulu öğrencileri okulun bahçesinde hazır bekliyordu. Okulun 204 öğrencisine o gün hem el yapımı bir oyuncak hem de kıyafet paketleri armağan edildi. Bir sonraki durak olan Kahramanmaraş’ın Hasancıklı köyü Erkunt Traktör İlköğretim Okulu’nda da durum farklı değildi. 220 öğrenci armağanlarını alırken “Seneye biz de katılacağız” diye cıvıldaşıyordu. Gaziantep Yeşilkent İlköğretim Okulu da 50 öğrencisiyle hazırlanmış İstanbul’dan gelecek konukları bekliyordu. Kendilerine tek tek oyuncaklar ve giyim paketleri armağan edilen öğrenciler, oyuncakların yanındaki umut mektuplarını dikkatlice okumayı da ihmal etmedi. Yolculuğun son durağı olan Adana’da ise SBS’ye hazırlanan ve hemen hepsi çok yüksek derecelerle iyi okulları kazanmayı hedefleyen 155 ihtiyaç sahibi öğrenci oldu.


UMUT ARMAĞANLARI // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 31

UMUT MASALININ SONA ULAŞTIĞI NOKTA… Birinci Umut Armağanları’nın şampiyonlara ödülü Bosna Hersek gezisi olarak belirlenmişti. Saray Bosna’da Gaziler Derneği aracılığıyla bir araya gelen otuz kadar savaş gazisi, aileleri ve çocuklarıyla katıldı Umut Armağanları törenine. İstanbul ekibi yanlarında getirdikleri hediyeler ve Umut Armağanları’yla hazırlanmış, onları bekliyordu. Yarışmanın üç kategorideki birincileri, Derya, Sima Nur ve Hatice çıktılar sahneye. İsimleri önceden belirlenmiş Boşnak çocukları tek tek davet ederek kendi yaptıkları eserler başta olmak üzere Umut Armağanları’nı Bosnalı çocuklara hediye ettiler. Giydikleri pırıl pırıl kıyafetleri ve yüzlerinde yerleşmiş candan tebessümleriyle Boşnak aileler öyle büyük bir tevazuyla kabul ettiler ki armağanları… Evet, bunlar o çocukların ilk oyuncakları değildi. Fakat ilk “el emeği göz nuru” oyuncaklarıydı. Hem de tâ Türkiye’den, “ağabey” ülkeden getirilmiş. Oyuncaklarını kucaklayan, sımsıkı sarıp sarmalayan ancak yardım paketlerinin içini açıp bakmaktan imtina ederken, bu ülkenin vakarı çocukların bile üzerine sinmişti!

BiZ SAVAŞTAN BERi BAYRAM YAPMIYORDUK, TÜRKLER GELDi BAYRAM OLDU! 2. Umut Armağanları’nın birincilik armağanı Kosova ve Makedonya gezisi oldu. Umut Armağanları’nın Kosovalı yetim çocuklara armağan edilmesi için Priştina kentinde düzenlenen törene çocuklar aileleriyle birlikte katıldı. İsimleri tek tek okunarak sahneye davet edilen çocuklara hediyelerini 2. Umut Armağanları birincileri Merve Öztürk ve Cüneyt Kıyıklık verdi. Bu programı özel kılan en müthiş sözlerse Kosova’nın kültür bakanı Lütfi Haziri’den geldi: “Biz savaştan beri Priştina’da bayram kutlamayız. Yas ilan etmişiz. Bu bayram ilk defa bir kutlamaya katıldık. Bunu, Türkiye’den kardeşlerimizin gelişi şerefine yaptık. Bundan sonra Priştina’da bayramlar bayram gibi kutlanacak!


Derya Onur, 1. Umut Armağanları Yarışması’nın oyuncak kategorisindeki birincisi. Denizli Pakize Suzan İlköğretim Okulu’nda okuyan Derya öğretmeninden yarışmayı duyunca evine gidip anneannesinden öğrendiği süpürge bebeği yapmaya koyulur. Ailesinin maddi durumu çok iyi olmasa da “gönlü zengin” sınıfına dâhil olan Derya oyuncağını yarışmaya gönderdikten bir müddet sonra haber gelir: Birinci olmuştur! Önce okulunda kutlamalar yapılır, okul bahçesi bayram yerine döner. Sonra Kimse Yok Mu Derneği’nin Denizli Şubesi’ne çağırılıp tebrik edilir. Ardından öğretmeniyle birlikte ödül törenine katılmak için İstanbul’a geldiğinde, herkesin parmakla gösterdiği kişi haline dönüşür. Televizyonlara çıkar, röportajlar verir. Son olarak öğretmeni ve babasıyla birlikte katıldığı Bosna Hersek gezisinin “yıldızı” olan Derya’nın yaşadıkları bunlarla da sınırlı kalmaz. Derneğin Denizli Şubesi tarafından ailesinin durumu incelenen ve yardım kararı alınan Derya, ailesini ferahlatacak ciddi miktarlarda yardım ulaştırılmasına vesile olur. Gökten üç elma düşmese de, Derya için artık herşey bambaşkadır…

DERYA’NIN HAYATI DEĞiŞTi MÜHENDiSLiK HARiKASI “AKiF” İstanbul’dan yarışmaya katılan İhsan Bölüm’ün yaptığı Akif isimli robot düğmesine basıldığı zaman ışıklarını yakıp söndürerek ileri doğru yürümeyi başarıyor ama tek başarısı bu değil. Bu robot İstiklal Marşı okuyor! 2. Umut Armağanları’nda altıncı olan Akif, aynı zamanda yarışmanın ödül töreninin açılışını da yaptı.


UMUT ARMAĞANLARI // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 33

ÖDÜL TÖRENLERi ÇOCUK ŞÖLENLERiNE DÖNÜŞTÜ Birinci ve ikinci Umut Armağanları yarışmalarının ödül törenleri İstanbul Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde yapıldı. Her iki ödül töreninin de öncesinde yarışmaya katılan eserler arasından seçilen oyuncak ve el işleri Umut Mektupları’yla birlikte sergilendi. 23 Nisan haftasında düzenlenen törenlerin öncesinde ayrıca çocukların eğlenmesi için aktiviteler tertiplendi.


e r im i z e; l ş e d r a eli K biz Türk iy ak l ar l a y iz oyu nc

o n onlarla nder diğ i Bi z e g ö acağ ı z. Ç ü n k ü u y o r u z. k y o y nama sk ir l er d i y e k or ı z da d eğ i l e m ı k r a a s l r na dık z. l arı san A ma o n d e sak l a yacağ ı z i el erek kal bim a r da n g d i n l el k a z u lerce km lerimizi 10. 000’ l a d ı ğ ı n ı z, d e r t e ş l ik k ö p r ü d ır b i z i h a t e H a i t i i l e k a r k ü r ed e r i z. v k e z ş in te diğ in i ğ u n u z iç Yüzlerce oyuncakla yarışmaya iştirak eden Antalya Şubesi, Antalya’da açtısü kurdu ağ ı z. ğı sergiyle oyuncakları tanıttı. Ardından oyuncakları alıp yardım malzemeu t ma yac n u ç i h i leriyle birlikte Haiti’ye götüren şube, Haitili depremzede çocuklara unutamaSi z i n i z. ar deşl er K i yacakları birer armağan verdi. Oyuncakların yetimhanede dağıtılmasının arl i t i Ha

HAiTiLi ÇOCUKLARDAN MEKTUP VAR!

dından Haitili çocuklar oyuncakları gönderen Türk arkadaşlarına birer mektup yazmaya karar verdiler. İşte o mektuplardan birisi:

HiÇ KiMSE BiR ÇOCUKTAN DAHA KREATiF OLAMAZ Kitlesel bir şekilde bilgisayarı iyi kullanan çocukları “zeki” zannededuralım, bilgisayarın başından kalkıp oyuncak üretmeye başlayan çocukların zekası insanı şaşırtıyor. Eski bir tavadan yapılmış gitar, kavanozlardan yapılıp kollarına çatal takılmış robotlar, tahta kaşıklardan yapılmış oyuncak bebekler, orijinal birer çizgifilm kahramanı kalitesinde hazırlanmış eğlenceli karakter oyuncaklar, içindeki her türlü detayı düşünülmüş ev maketleri, plastik bardaklardan vücuda getirilmiş dev bir robot, yumurtaların içi aydınlatarak yapılmış gece lambası, zeytinyağı tenekesinden yapılmış kamyon, plastik kovalardan yapılmış bateri ve daha nicesi… İşte çocukların “serbest” bırakılan zihinlerinin en duru meyveleri!


UMUT ARMAĞANLARI // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 35

Oyuncak ve kompozisyon dallarında düzenlenen 3. Umut Armağanları Yarışması’nın sonuçları 10 Nisan’da açıklanıyor. Yarışmada ilk üçe girenler 3000, 2500 ve 2000 TL’lik eğitim bursları kazanıyor. Giyim çekleri, netbooklar ve dijital fotoğraf makineleri de yarışmanın diğer ödülleri arasında. Fakat ödüller arasında yine en mühim yeri “Yurtdışına yardım gezisi” alıyor. Ödül töreni 17 Nisan 2011’de Haliç Kongre Merkezi’nde düzenleniyor. Muhteşem bir çocuk şenliği olarak düzenlenecek ödül töreninin öncesinde yine eğlenceli etkinlikler ve oyuncak sergisi yer alacak.

TEŞEKKÜRLER! Zambak Yayınları, Dumankaya İnşaat, Bank Asya, Exa Bilgisayar, Eloysis Güvender Yayınları, Yumurcak TV, Enox, Caillou Oyuncakları, Samanyolu Yayın Grubu, Burç FM, Samanyolu Haber Radyo, Moral FM, Özel FM, Koyuncu, KİM, Haber Aktüel, Dünya Radyo, Simbo, LC Waikiki


DOSYA

DERTLERE VÂKIF RUHLAR NAZLI H�LALKIZILKAYA/kizilkayahilal@gmail.com

“Fakirlik ve ihtiyaç içinde boğulan gönüller, dumanla dolu bir eve benzer. Sen onların derdini dinlemek suretiyle o dumanlı eve bir pencere aç ki, onun dumanı çekilsin ve senin de kalbin rakîkleşip ruhun incelsin!..”

MEVLÂNÂ


DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 37

Eski mahallelerin birinde gezdiğimizde önümüze birden mahallenin orta halli bir bakır ustasının dişten tırnaktan artırarak yaptırdığı bir mescid çıkar. Mescidin az ilerisinde başka bir hayırseverin yaptırdığı bir medrese görürüz. Serin bir cami avlusunda sırtımızı dayadığımız revak sütunlarının, bir fâninin “Mal da yalan mülk de yalan” diye vakfettiği, görünürde mimari bir parça, derunda ise ahirete uzanan bir hayır yolu olduğunu düşündünüz mü hiç? Ya Üsküdar’da, Tophane’de, Sultanahmet’te, suyunu içemesek de sıcak bir yaz günü ahşap saçağının altına sığındığımız, sanatına hayran olduğumuz çeşmelerin, sebillerin hayır uğruna sebil edilen çil çil altınlarla inşa edildiğini… Veya şehirlerin siluetini belirleyen kalem minareli camilerin, bereketli keselere uzanan müşfik ellerin eseri olduğunu… Bu hep böyledir… Eski mahallelerin birinde gezdiğimizde önümüze birden mahallenin orta halli bir bakır ustasının dişten tırnaktan artırarak yaptırdığı bir mescid çıkar. Mescidin az ilerisinde başka bir hayırseverin yaptırdığı bir medrese görürüz. Taş sokaklar arasında sıra sıra dizili bedestenlerin, hanların arasından geçip köşeyi dönünce, kubbesinden bacalar taşan ve her gün önüne biriken fakir fukaraya kepçelerle aş dağıtan bir aşevinin önüne çıkıveririz. Şehre uzaktan

dağ başlarında yolculara, yolda kalmışlara hizmet veren bir kervansaraya rast gelme ihtimalimiz büyüktür. Bu Osmanlı’da hep böyledir… İmparatorluğun Bosna’dan Yemen’e uzanan her karış toprağı, vilayetinden kazasına, kasabasından köyüne kadar, varlıktan geçip de yokluğu yeğleyen insanların yaptırdığı vakıf eserleriyle doludur. Vakfetme kültürü Osmanlı’da kimi zaman mütevazı bir cami, kimi zaman Süleymaniye’de koca bir külliye olarak çıkar karşımıza. Konya’da bir medrese iken, Bosna’da bir köprü, Hicaz’da hacılara su taşıyan bir suyoluna dönüşür. Ve her vakıf eseri, vâkıfından izler taşır. Her vâkıf, hiç kapanmayacak bir hayır kapısı açmak ve ötelere hayır dualarla gitmek arzusuyla hareket eder. Her binanın temeli cömertlikle atılır, her harç merhametle yoğrulur, her taş diğerkâmlıkla yerine yerleştirilir. Her kapı hayra açılsın istenir, her pencere fakir evlerdeki o meş’um siyah dumanın hızla çıkıvermesi için konur duvarlara.

gelmişsek, ıssız

ruhları

iNCELTEN MEDENiYET “Vakıf” sözlük manası olarak hapsetmek, alıkoymak durdurmak anlamlarına geliyor. Terim manası ise; bir malı Allah’ın mülkü olarak görüp, onun üzerinde sahiplik iddia etmeyip toplumun yararına tasadduk etmek demek. Bir de daha derin bir mana çıkaralım, ki o da yardımlaşmanın, paylaşmanın, infak etmenin, koruyup gözetmenin, hiçbir menfaat beklemeden karşılıksız vermenin kurumsallaşmış halidir. Kısaca vakıflar kalpleri rakîkleştiren, ruhları incelten bir medeniyettir. Vakıf kurmanın temelinde, malından özellikle ihtiyaç sahiplerinin yararına gönüllü olarak feragat etme fikri yatar.

Çünkü mülkün tek sahibi Allah’tır ve insan da şu arz üzerinde bu mülkün, kısa bir süre için, sadece emanetçiliğini yapar. O halde bu dünya ancak “layık olduğu” kadar değerlidir; dünyaya haddinden fazla kıymet biçmek, hiç gitmeyecekmiş gibi yaşamak İslam öğretisine aykırıdır zira. Malını vakfedenler işte bu düşünceyle hareket ederler. Vermenin almaktan her zaman daha üstün olduğuna inanırlar. Beden giysisi altındaki ruhlarının bu şekilde inceleceğini, kalplerinin bu şekilde temizlenip, hayatlarının bu şekilde anlam bulacağını düşünürler.


DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 38

iBRAHiMî GELENEK Kaynaklar malını hayır yolunda sarf ederek vakıf kuran ilk vâkıfın Hz. İbrahim olduğundan bahsederler. Buna göre, ilk vakıf eseri de, kendi elleriyle yaptığı Kâbe’dir. Yine o Filistin’de, günümüzde bile “Halilurrahman Vakfı” adıyla yaşayan çeşitli hayır kurumları kurmuş, vakıf geleneğinin temellerini atmıştır. Sonrasında Hz. Davut ve Hz. Süleyman’ın da yine Filistin’de fakir ve muhtaçlar için hayır eserleri yaptırdıkları zikredilir.

lüler bulundukları ülke toprakları içinde camiler, medreseler, imaretler ve şifahaneler yaptırır. Türk tarihine geldiğimizde Selçuklular ve Anadolu Beyliklerinin muazzam vakıflar kurarak, bu kültürü Anadolu’ya taşıdıklarını görürüz. Bin yıllık vakıf medeniyetimizin son ve büyük mimarı Osmanlı ise bu kültürü doruk noktasına çıkarandır.

Bu kadim gelenek, İslam’ın doğuşuyla birlikte, kâmil insan oluşun bir mecburiyeti haline gelir. İslam tarihinde ise, elinde bulunan yedi hurmalığını yolcular, miskinler ve yoksulların ihtiyacı için vakfedip vakıf uygulamasını ilk başlatan kişi Peygamber Efendimiz (SAV)’dir. Efendimiz, her konuda olduğu gibi bu konuda da ashabına örnek olmuş; onları iyiliğe ve hayra teşvik etmiştir. Vakıf kültürü, daha sonra gelen İslam devletlerince de daha da genişletilerek devam ettirilir. İslam bayrağı taşıyan her devlet, Emeviler, Abbasiler, Eyyubiler, Memluk-

vakıf cenneti

OSMANLI

Osmanlı’da devlet sadece askeri alanda yatırım yaparak, sınırların emniyetini sağlamakla ve halkın mal ve can güvenliğini korumakla mükelleftir.

“Dönüp durmakta olan bu gaddar felek içinde sahip olunan bütün kudret ve makamlar, hâlden hâle geçerek değişip durur, sürekli değildir. Dünya yurdu son bulma ve zillet yeridir. Sağlık ve hastalık hâlleri birlikte yürür, sevindirmesini azarlaması takip eder. Şüphesiz en hayırlı insan, bir an bile gaflet etmeyerek, sağlığında akıbetini düşünüp, bu dünya tarlasına hayrat tohumunu atan kimsedir.” Böyle diyor Kemal Ağa kızı Zeynî, kendi adına kurduğu vakfın vakfiyesinde. Dünya çengel atılıp da, kâm alınacak bir yer değil, bir yolcunun bir müddet istifade ettiği gölge veren bir ağaç gibidir. Yolcu biraz sonra kalkıp gideceği gibi, ağaç da bir müddet sonra gölge vermez olur. O halde bu faniliği bakiye çevirmek, dünya durdukça akıp giden bir hayır sahibi olmak için, gaflet etmemek, sağken akıbeti düşünmek gerek. Osmanlı insanı işte bu bilinçteydi. Vakıf kurmak, üzerine sadece hayır yazılmasının ve kapağının hiç kapanmamasının umulduğu bir defter açmak gibiydi. Bu arzuyla

İmparatorluğun hüküm sürdüğü yedi iklim dört bucak, bir örümcek ağı gibi vakıf eserleriyle çepeçevre örülmüş; muazzam bir vakıf medeniyeti kurulmuştu. Osmanlı’da devlet sadece askeri alanda yatırım yaparak, sınırların emniyetini sağlamakla ve halkın mal ve can güvenliğini korumakla mükelleftir. Geriye kalan birçok toplum hizmeti (sosyal yardım, eğitim, din, sağlık hizmetleri) vakıflar tarafından yerine getirilir. Açlar doyurulur, yolda kalmışlar barındırılır, öğrenciler okutulur, dullar yetimler gözetilir, acizler yaşlılar korunup kollanır… Sokak hayvanları, uçamayan göçebe kuşlar bile unutulmaz, onlar için bile birer vakıf kurulur. Vakıflar bu anlamda hem vatandaş için, hem de devlet için bir güvenlik sigortasıdır. Devlet güçsüz düşüp, halkı için bir şey yapamaz duruma gelse bile, vakıflar güçlü birer istinat duvarı olarak varlıklarını muhafaza ederler. Yoksul halk onlara sırtını dayar, hastanede şifasını, aşhanede gıdasını onlarla bulur.


DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 39

iLK OSMANLI VÂKIFI ORHANGAZi

Padişahları vakıf kurmada hanedan üyeleri, üst düzey devlet adamları ve varlıklılar izler. Herkes mal varlığına göre hayır yapma telaşındadır.

Osmanlı Devleti içinde vakıflaşma süreci ilk olarak Orhan Gazi’yle başlar. Orhan Gazi, İznik’i fethedip de payitaht eylediği zaman, ilmî çalışmaların yapılabilmesi için bir medrese yaptırır ve bu medresenin her daim ayakta kalabilmesi için bazı mülklerini ona vakfeder. Bu devamlılık sayesindedir ki Orhan Gazi Medresesi’nde nice âlim ders verir, nice âlim yetişir.

den medresesine, hastanesinden sebiline kadar her türlü hizmet kurumunu barındıran bu vakıflar, hem şehrin bayındır bir hale gelmesini sağlar, hem de halkın istifadesine sunulur. Bursa’da Muradiye, Edirne’de Selimiye, İstanbul’da Süleymaniye Külliyeleri hep bu hizmet düşüncesiyle ortaya çıkarılmış şaheserlerdir.

Padişahları, vakıf kurmada hanedan üyeleri, üst düzey devlet adamları ve varlıklı insanlar izler. Herkes mal varO’nun, Bursa’da Orhaniye Külliyesi’nin bir bölümü olarak lığına göre akıp giden bir hayır yapma telaşındadır. Zenyaptırmış olduğu caminin kandillerini her sabah kendiginden fakire doğru “gönüllü” bir servet sinin yakması ve imaretinde fakirakışının olduğu bu kültürde, toplumsal fukaraya bizzat hizmet ederek yemek Zenginden fakire doğru hayat içinde derin uçurumlar oluşması dağıtması, vakıf medeniyetini kurma “gönüllü” bir servet akıda engellenmiş olur. Zengin mal birikyolundaki ilk adımlardır. tirmez, fakir zenginin malından rahatşının olduğu bu kültürde, Sonrası malûm, gazilerin kılıç kusız olmaz; bu şekilde arada toplumsal toplumsal hayat içinde şanıp at sürdüğü, surlarına Osmanbir gerginlik yaşanmaz. derin uçurumlar oluşması lı sancağı diktiği her şehre, her kasabaya vakıf eserler kurulmaya devam edilir. Adapazarı, Bolu, Amasya, Bursa, Edirne camilerle, medreselerle, zaviyelerle süslenir; yoksul halkın sıcak yemek yediği imaretler, evsiz barksızların, yolda kalmış yolcuların kalabileceği tabhaneler yapılır.

da engellenmiş olur. Zengin mal biriktirmez, fakir zenginin malından rahatsız olmaz; bu şekilde arada toplumsal bir gerginlik yaşanmaz.

İstanbul’da ilk vakıf ise fethin hemen akabinde camiye dönüştürülen Ayasofya için Fatih Sultan Mehmed tarafından kurulur. Bu vakıf Ayasofya’nın bakımı ve çalışanların ücretleri için gereken mali desteği karşılar. Kapalıçarşı’nın ilk kuruluş amacı da Ayasofya vakfına kira geliri getirmesidir. Sonrasında, yani İstanbul bir Osmanlı şehri olduktan sonra, her köşesi vakıf eserleriyle donatılır, şehir bu eserlerle adeta yeniden imar edilir. Devlet içindeki en büyük vakıflar tabii ki bizzat padişahların kendi kurdukları vakıflardır. Padişahların şanlarına yaraşır şekilde büyük külliyeler halinde inşa ettirdikleri ve içlerinde imaretin-

Osmanlı döneminde kayıtlara geçen vakıf sayısı 26. 300 olarak saptanmış. Bu oldukça muazzam bir rakam… Bu vakıflar bir yandan taş üstüne taş koyarak, camiler, tekkeler, medreseler, aşevleri, kervansaraylar, şifahaneler, suyolları, çeşmeler, sebiller, yollar, kaldırımlar, kütüphaneler, hanlar, hamamlar, iskeleler, deniz fenerleri, köprüler yaptırmış; bir yandan da günümüzdeki Sivil Toplum Kuruluşları gibi mali veya ayni yardımlarda bulunmuş. Yoksullara yakacak ve gıda yardımı yapmış, genç kızlara çeyiz, kimsesiz cenazelere kefen bulmuş. Sadece bayramlarda çocukları sevindirmek, borçluların borçlarını ödemek, hizmetçilerin efendileri tarafından azarlanmaması için kırdıkları kâse ve kapların yerine yenilerini almak için bile vakıf kurulmuş. Bu şekilde toplum içinde açık kalmış her gedik kapatılmaya çalışılarak, yüzyıllar sonrasına zengin bir vakıf medeniyeti miras bırakılmış.


DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 40

Avarız vakıflarını ayakta tutan, nakit olarak hibe edilen akçeler ve bir dükkânın veya bir hanın halkın avarızını gidermesi için vakfedilen geliridir. Sokaklarında gezen her insanın birbirini tanıdığı, birbirini kolladığı, birbirine kefil olduğu bir mahalle düşünün. Oturanı belli, yabancısı belli. “Mahalleli” olmanın, bir yere ait olma hissinin kâmilen yaşandığı bir eski zaman köşesi. Birbirini tanıyan insanlar, birbirinin sıkıntısını, derdini, kederini de bilir. Ve kimse kimsenin hâline bigâne kalmaz, kimse bildiği bir hâli bilmezlikten gelmez. Kapalı avlular arkasında yaşanan hayatlar, mahalleye kapalı değildir oysa. Mahalleli hangi evde işten güçten düşmüş, aciz bir hasta yatıyor; hangi evin hanımı dul kalmış üç yetimine kıt kanaat bakmaya çalışıyor; hangi genç kız evlenecek de çeyiz sandığının hâlâ dibi görünüyor, bilir. Bilir ve bu durumlar için her zaman kıyıda köşede bir miktar para bulundurur. İhtiyaç sahiplerine düzenli bir şekilde yardım yapabilmek için bir de vakıf kurar ki, bu vakıflara “Avarız” vakıfları denir. Avarız, “Arıza” kelimesinin çoğuludur. Yani bir insanın başına gelebilecek her türlü sıkıntıyı anlatır: Ahşap bir fakirhaneyi saran ani bir yangın, beklenmedik bir hastalık, görünmez kazanın yol açtığı bir sakatlık ve bunun gibi insanın uzak kalamayacağı her türlü sıkıntı, arıza olarak görülür ve hemen giderilmeye çalışılır. Bu anlamda avarız vakıfları mahallede yaşayan insanlar için adeta bir “sosyal güvenlik sigortası” işlevindedir. Avarız vakıflarını ayakta tutan, nakit olarak hibe edilen

mahallenin yardımlaşma sandığı

akçeler ve bir dükkânın veya bir hanın halkın avarızını gidermesi için vakfedilen geliridir. Bu şekilde içi doldurulan “Avarız akçesi sandıkları”, gün gelip de başı dara düşen bir yoksulun ihtiyacı için açılıp ortaya dökülür. Fakirlere gıda ve yiyecek yardımı yapılır, düşkünlere kol kanat gerilir, dul ve yetim kalanlara maaş bağlanır, kefen parası bulamadan ölmüş bir garibin defin masrafları karşılanır. Vakfa ait bir hastanede şifa bulmuş bir hasta, hastaneden taburcu olduğu zaman, koltuğunun altına bir takım elbise yerleştirilir, cebine de iyileşinceye kadar sarf etmesi için birkaç kuruş konur. İşte Osmanlı’da “mahalleli” olmak böyle bir şeydir.

ş, düşmü n e t ç ı ü ng nım de işte ngi evin ha kmaya v e i g n aat ba yor; ha leli ha Mahal r hasta yatı ine kıt kan ecek de m i aciz b lmış üç yeti nç kız evlen nüyor, bilir. ü dul ka r; hangi ge âlâ dibi gör aman kıyıda o çalışıy andığının h r için her z urur. a s çeyiz bu duruml para bulund Bilir ve bir miktar e köşed


DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 41

“VAKFiYEMVASiYETiMDiR” Bir vakfın kurucusunu, idare şeklini, gelirlerini ve bu gelirlerin harcanacağı yerleri gösteren talimatnamelere “vakfiye” adı verilir. Vakıf senedi de denilen vakfiyeler, bir vakıf kurulup da kadılık siciline işlendikten sonra kesinleşir ve daha sonra hiçbir şekilde değiştirilemez.

leştirilmesi ve şartların uygulanıp desteklenmesinde emeği geçenlerden Allah razı olsun” diyerek dua eder. Vakfa zarar verecekler içinse: “Kim ki bunu tahrip etmeye kalkar, vakfiyenin hükümlerini değiştirirse, Allah’ın laneti o zalimler üzerine olsun” diye beddua…

Bir vakıf eseri bırakmak, hâlden istikbale uzanan bir hayır köprüsü kurmak ve üzerinde yürüyecek insanların duasıyla rıza makamına kavuşmak amacı taşır. Bu yüzden hemen hemen her vakfiye Allah’a hamd, Peygamber’e salât ile başlar ve vâkıfın bu vakfı kurmaktaki gayesini belirtmesiyle devam eder:

Vakıf malı, yetim malı gibi görüldüğü için her zaman korunması istenir. Yüzlerce yıl önce kurulmuş birçok vakıf eserinin hâlâ hizmet veriyor olmasının arkasındaki sır da bu olsa gerek.

“Bunu yapmamın sebebi hayır ve uğur ummak ve sevabını ahirette münezzeh, yüce, tazim ve tekbire layık olan Allah’tan dilemek, Allah’ın rızasını ve rahmetini kazanmaktır…” Her vakfiye, vakfı koruyanlar için: “Vakfın tamiratı, ebedi-

Bitlis’te “Hüsrev Paşa Vakfı”nın 1581 tarihli vakfiyesinden

Fatih Sultan Mehmed Han’ın 1470 tarihli vakfiyesinden

“Rahva’daki kervansaraya gelen misafirlere yedirilmek üzere günlük beş batman koyun eti alınacak. Sabah buğday çorbası, akşam pirinç çorbası yapılacak. Yemekten sonra gelen misafirlere bal, pekmez, peynir ve yoğurt ikram edilecek. Mübarek gecelerde misafirlere çorba, pilav, zerde veya ekşi aş ile ziyafet verilecek. Kış günlerinde adam sayısınca her ocak başına bir kucak odun ve yirmişer dirhemden birer mum verilecek. Üç kandil sabaha kadar yanacak.”

“…Yatağa düşmüş, evine doktor getirme imkânı olmayan hastalara doktor gönderilecek. Hastanede ölenlerin cenaze masraflarını karşılamak üzere her gün beş akçe biriktirilecek. İmarete gelen misafirler, görevliler tarafından güler yüzle karşılanacak; misafir olarak kalmak isterlerse, üç günden çok olmamak üzere misafir edilip, yeme-içme ihtiyaçları karşılanacak. İmaretten, dul kalmış saliha hanımlar için yemek verilip, namus ve iffetleri muhafaza edilecek.”

İ�stanbul’da “Merhum Mevlâna Şah Ali Çelebi Kızı Fatma Hatun Vakfı”nın 1585 tarihli vakfiyesinden

Manisa’da “Çakıroğlu Mehmet bin Hasan bin Mehmet Vakfı”nın 1908 tarihli vakfiyesinden

“Vakfeylediğim evlerde fakirler ve dul hanımlar oturacak, adı geçenler otururken binada tamirat gerekmesi halinde vakıfça bu tamirat yapılacak.”

“İlk mekteplere ders kitapları alınıp fakir, küçük öğrencilere verilecek. Buralarda okuyan yetim çocukların yiyecek ihtiyacı karşılanacak. Bayram arifelerinde o mekteplerdeki yetim çocuklar giydirilecek.”

Tokat’ta “�kinci Bayezid’in Validesi Gülbahar Hatun Medrese Vakfı”nın 1492 tarihli vakfiyesinden “Tokat Beldesindeki imarette bulunan eşyalar ihtiyaç duyuldukça kalaylanacak veya yenilenecek. Mefruşat yenilenecek. Malzeme temin edilirken güzel, yeni ve eskisinin aynı olmasına dikkat edilecek. İmarette kalan topluluk için salih ve ehl-i kıraat, namazın şartları ve rükünlerine ait hususları iyi bilen bir imam bulundurulacak ve bu görevlice imarette bulunanlara beş vakit namaz, teravih namazı ve cemaatle kılınan nafile namazlar kıldırılacak. Gelen misafirlerin hayvanlarının yemleri temin edilecek. Talebelere, fakirlere ve misafirlere sabah ve akşam yemek verilecek. İmarete, ısıtılması için yakacak, aydınlatılması için çerağ ve kandil yağı, hasır alınacak. Yine imaretin mutfağında kullanılmak üzere güzel ve yağlı et, mevsime göre kabak, ıspanak, biber, soğan, nohut ve sarı pirinç alınacak.”


OSMANLI

VAKIF RUHU

hâlâ devam ediyor PROF. DR. AHMED AKGÜNDÜZ

RÖPORTAJ Meryem Zülal Tunalı Osmanlı Araştırmaları Vakfı Başkanı Prof. Dr Ahmed Akgündüz, vakıf müessesesini medeniyet haline getiren Osmanlı ruhunun yardım dernekleri sayesinde devam ettiğini söylüyor. Bahsettiği “medeniyeti” tanımak için küçücük bir girizgâh niteliğindeki bu söyleşi ise belki de hangi topraklar üzerinde yaşadığımızı bir kez daha hatırlamamıza yardımcı olacak.


DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 43

Vakıf, bir Osmanlı ve İslam müessesesi midir?

tana defnedilir… Hayatın her alanına hizmet verecekler vakıflar mevcuttur. Osmanlı’dan öncekiler bu kadar geniş yorumlamıyor ve sayıları da o kadar fazla değil.

Mukaddes değerlere, mabetlere bir şeyler tahsis etmeyi kast ediyorsak insanlık tarihinin hemen her döneminde bunun örneklerini görmek mümkün. Ancak İmam-ı Nasıl bir yorum farkı var? Şafii’nin ifadesiyle bir insanın kendine ait bir mülkü Allah’a yakınlaşmak maksadıyla vakıftan istifade edenOsmanlı’da yaşanan iki önemli gelişme diğer İslam üllere tahsis etmesi yani hükmi bir şahsiyet getirmesi makelerinde yoktur. Birincisi, İslam âlimleri nakit paranın nasındaki vakıf İslam’a hastır. Ben de İmam-ı Şafii ile vakfedilip edilemeyeceğini tartışmışlar. Bu tartışma Kaaynı kanaatteyim. Bugün Avrupa’da nuni dönemine kadar devam etmiş. Osmanlı modeli taklit edilerek açılEbussuud Efendi’nin nakit para vakmış çok sayıda kuruluş var. Ama Osmanlı’da fakir bir ailenin fetmenin caiz olduğu yönündeki fetbunlar Osmanlı’da olduğu gibi sadeçocuğu vakıf bir evde dovası çok önemli bir sermaye birikiğar. Vakıf beşikte sallanır. ce Allah rızasına yönelik kurumlar mine vesile olmuş. İkinci önemli geVakıf medresede tahsil gödeğil. Bir ferdin, grubun ya da toplulişme de şu: Peygamber (SAV) zamarür. Vakıf medresede hoca mun menfaatini gözetmek üzere kunından beri devlete ait bir arazinin olur. Vakıf bir evde oturur. rulmuş yapılar. gelirleri hayır cihetlerine tahsis Peki, vakfın Osmanlı’ya has özelliği var mı?

Öldüğünde vakıf kefenle kefenlenir ve vakıf bir tabuta konularak vakıf bir kabristana defnedilir…

Vakıf Hazreti Rasulullah’ın kendine ait 7 bahçeyi Müslümanların karşılaşacakları âni ve zaruri ihtiyaçlara tahsis etmesiyle başlamıştır. İslam tarihi boyunca vakıf vardır ama vakıf medeniyeti, benim şahsi kanaatim, geniş anlamda Osmanlı’ya hastır. Nedir bunu düşünmemize sebep olan özellik?

Osmanlı’da fakir bir ailenin çocuğu vakıf bir evde doğar. Vakıf beşikte sallanır. Vakıf medresede tahsil görür. Vakıf bir okulda hoca olur. Vakıf bir evde oturur. Öldüğünde vakıf kefenle kefenlenir ve vakıf bir tabuta konularak vakıf bir kabris-

ediliyor ama çok az uygulanmıştır.


DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 44

Osmanlı ile beraber tahsisat kabilinden vakıflar denilen bu sistem; sosyal güvenlik, eğitim, sağlık hizmetlerinin tamamını kapsar hale gelmiştir. Devlet vakıf kuruyor ve o alandan çekiliyor. Günümüzde devletin ifa etmekle mükellef olduğu birçok kamu hizmeti, Osmanlı zamanında, vakıf yoluyla ifa edilmiştir. Tanzimat’a kadar ilköğretim müesseseleri, ortaöğretim ve yükseköğretim müesseseleri olan medreseler ve darül-fünunlar tamamen vakıf yoluyla kurulmuş ve hizmet vermişlerdir. Sağlık hizmetleri, sosyaI güvenlik ve sosyaI yardım hizmetlerinin ifasında da vakfın önemli bir yeri vardır. Belediyelere ait birçok hizmet, esnaf teşkilâtları ve ordu yardımlaşma kurumlarının ifa ettikleri hizmetler de vakfın görevleri arasındadır. Bu hizmetler için çok önemli kaynaklar ayrılmıştır. Mesela İkinci Bayezit ve Fatih Sultan Mehmed zamanında Trakya bölgesi arazisinin yüzde doksanının geliri vakıflara tahsis edilmiştir.

Fatih semtinde yerlerdeki ifrazatın üzerine kül döken insanlara maaş ödenmiştir. �stanbul’da, Cerrahpaşa’da sokak kedilerine ve köpeklerine ciğer vakfedilmiştir. Hizmetçilerin çalıştıkları evlerde kırdıkları bardak ve ibrikleri tazmin etmek için kurulmuş vakıflar vardır.

Vakıf ruhunun arkasında nasıl bir hissiyat var? Sırf Allah rızasını gözeterek yardımlaşmaktan söz ediyoruz. Hiçbir dünyevi karşılık beklenmiyor. Mesela padişah hanımları ve kızları çok zengin kabul edilen insanlardır ama arkalarında hiçbir mal varlığı bırakmadan dünyadan gitmişlerdir. Vakıf haline getirmişlerdir sahip olduklarını. Geride miras bırakmamışlardır. Şeyhülislamlar ve sadrazamlar geliri çok olan insanlardır. İstisnaları dışında hepsinin vakfı vardır. Bu ruhun temel kaynağına tekabül eden bir ayet bir de hadis var. Ayet, Ali İmran Suresi’nde geçiyor. “En çok sevdiğiniz malları Allah yolunda harcamadıkça iyilik yapmış olmazsınız.” Bazı âlimler, vakıf kelimesi geçmemesine rağmen bu ayeti vakfın delili kabul etmişlerdir. İkinci delil ise peygamberimizin sıhhatinde şüphe edilmeyen şu hadisidir: “İnsanoğlu vefat ettiğinde bütün amelleri kesilir. 3 şey hariç. Birisi sadaka-i cariye.” Tamamen vakıftır. Nedir devamlı akıp giden sadaka… Süleymaniye’dir. Fatih medresesidir. Sebildir vesaire. Diğer ikisi de faydalı ilim ve hayırlı evlat.


DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 45

Osmanlı’daki vakıf sayısı ve faaliyet alanları ile ilgili ne söyleyebilirsiniz bize? Net bir rakam veremem. Ama örnek vereyim. Elimdeki bir vesikaya göre İstanbul’un yüzde 75’i vakıf. Kanuni devrinden itibaren böyle. Mesela Kapalıçarşı tümüyle vakıf. Bu örnek ne kadar büyük bir müessese ile karşı karşıya olduğumuzu anlatmaya yeter sanırım. Mesela Perşembe Pazarı bölgesi tümüyle Ayasofya vakfıdır. Okmeydanı, Kasımpaşa ve İstanbul’un tarla olan yerleri Küçükçekmece ve Büyükçekmece hep vakıf… Mülkiyet kamuya ait ancak gelirleri vakıflara tahsis edilmiştir. Statüleri Cumhuriyet döneminde mi değişiyor? Tabii. Cumhuriyet sonrasında sistem alt üst oluyor. Bir vakıf nasıl kurulurdu, vakıf sayılabilmesi için hangi şartlar aranırdı Osmanlı’da? İki türlü vakıf var. Biri devlete ait gelirlerin tahsis edildiği irsadi vakıflar. Bugünkü sosyal yardımlaşma vakıfları

bu türdendir. Devlet tarafından ihtiyaç sahiplerini gözetmek için kurulmuştur. Başında kaymakam, vali gibi devletin resmi görevlileri vardır. Kimse Yok Mu gibi kamu menfaati için çalışan hayır kurumlarının kuruluşu ise şöyledir: Bir kişi kendine ait bir malı veya nakit parayı geliri ve menfaatleri Allah yolunda harcanmak üzere kendi mülkiyetinden çıkarıp bir hükmi şahsiyete tahsis eder. Farz edelim ki benim 10 dönümlük bir arazim veya 10 bir euro param var. Bunu şartlarını benim koyduğum bir vakıf haline getiririm. Veya kurulmuş bir vakfa devrederim. Vakıf kurmak için özel şartlar var mı? Hayır. Bugün vakıf kurmak zor ama Osmanlı’da çok basit. Tek yapmanız gereken mahkemeye gidip tescil ettirmek. Bu da sonradan gelen nesillerin müdahale etmemesi için gerekiyor. Vakfın tüzüğünü, gelirlerinin kime harcanacağını, nerede kullanılacağını siz belirliyorsunuz. Bu detayları içeren belgeye vakfiye deniyor.


DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 46

Faaliyet alanları ile ilgili herhangi bir sınırlama söz konusu mu? Allah’ın emirlerine muhalif olmayan her şey vakıfların faaliyet alanı içindedir. Fakirler, kimsesizler, eğitim, sağlık, savunma müesseselerinin, belediye hizmetlerinin tamamı. Mesela Fatih Sultan Mehmed’in vakfiyesinden Fatih semtinde yerlerdeki tükürükleri temizlemek için özel görevliler istihdam ediliyor. Yerlerdeki ifrazatın üzerine kül döken bu insanlara maaş ödenmiştir. Daha enteresanı İstanbul’da, Cerrahpaşa’da sokak kedilerine ve köpeklerine ciğer vakfedilmiştir. Nazilli’de tarihi bir çınar ağacının korunması için vakıf kurulmuştur. İstanbul’da Bayezit camiine konan martı ve güvercinlerin korunması ve yemlenmesi için vakıf var. Mesela hizmetçilerin çalıştıkları evlerde kırdıkları bardak ve ibrikleri tazmin eden vakıflar görüyoruz. Ev sahiplerinden ceza görmesinler diye zararları tazmin ediliyor.

Vakıfların devletle ilişkisi nasıl? İki türlü ilişki var. Özel vakıflar dediğimiz sahih vakıflarda iki önemli noktaya bakmamız lazım. Devlet mütevellinin vakıfnameye koyduğu şartlara tabi olmak zorunda. Ayrıca devletin bütün hâkimleri veya tayin edeceği bütün özel hâkimler her sene vakıfların muhasebesini incelemekle mükellef. Vakıf işlerinin usulüne uygun yürüyüp yürümediğini, istismar olup olmadığını denetliyorlar. Devletle özel vakıflar arasındaki en önemli kurum vakıf nazırlığı. Biz buna vakıf müfettişliği de diyebiliriz. Bu hizmeti doğrudan kadılar yürütüyor. Devlet gelirlerinin tahsis edildiği vakıflar ise mütevelliyi ve nazırı doğrudan devlete bırakmışlardır. Mesela bir şeyhülislam büyük bir vakıf kurmuş ve demiş ki benim vakfımın mütevellisi şeyhülislamlardır. Aynı şekilde sadrazamlara, Anadolu Kazaskeri gibi görevlilere de bırakılabilir. 1826 yılında devlete ait bu vakıfların mütevelliliğini vakıflar nezareti üstlenmiştir. Yani şu andaki Vakıflar Genel Müdürlüğü aslında sadece devlete ait mazbut vakıfların idaresinden sorumludur. Diğerlerini de kontrolle mükelleftir. Rakam vermediniz ama söylediklerinizden anladığımız kadarıyla Osmanlı döneminde binlerce vakıf vardı. Bugün önemli bir kısmı yok bu vakıfların. Neden ve nasıl kayboldu bu vakıflar?

Vakıflardan istifade edenlerin Müslüman olması şartı var mı? Böyle bir şart yok. Muetevelli bunu sart koşabilir. Ancak burada bir detaya girmemiz gerekiyor. Osmanlı; haham, papaz gibi din adamlarına vakfı caiz görmüştür. Ama kiliseye vakıf caiz değil. Çünkü kilise İslam’ın kabul ettiği bir mabet değil. Onun için kilise vakfı yoktur. Müslümanların kurduğu kurumlardan gayr-i müslimler istifade edebilir. Ama eğer vakfiyesinde sadece müslümanlara hizmet edeceği yazıldıysa o zaman iş değişir. Vakıf kuran istediği şartı koyabilir. Mesela Vakıf Guraba, guraba-i müslimin hastanesidir. Oradan sadece ihtiyaç sahibi müslümanlar istifade edebilir.

Osmanlı’nın dağılma sürecinde imparatorluk toprağındaki vakıflar oralarda yaşayan insanların direncini artırmış ve mücadele ruhunu beslemişti. Bu dönemde özellikle Fransızlar vakıflar aleyhine çokça çalışma yürütmüşler ve bunların gayr-ı İslami oldukları yönünde bir kanaat oluşturmaya çalışmışlardı. Maalesef bu tür hücumların benzeri Türkiye’de de yaşandı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan sonra ilk icraatı, devletin tahsisat kabilinden vakıflarını bütünüyle iptal etmek oldu. Geriye oran itibariyle onlardan çok daha küçük olan sahih vakıflar kaldı. Onları da yok etmek için yoğun gayret harcandı. Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivlerinde bu kanaatimize temel oluşturan talimatname hâlâ duruyor. Ben sadece iki örnek vereyim. Birinde aynen şu cümle geçiyor: “İki cami arası ölçülecek, aradaki mesafe 500 metreden azsa küçük olan yıkılacak.” Hanlar, hamamlar, çeşmeler hakkında konuşmaya gerek yok bu örnekten sonra.


DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 47

Yüzlerce cami yıkıldı. İkinci büyük mesele; Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün neşrettiği yıllık evkaftan satılık evkaf kitapçıkları var. Vakıflar açıkça satılmıştır. Gayr-ı müslimler satın almıştır çoğunu. Mesela Süleymaniye’nin çevresindeki dükkânların yüzde 90’ı Ermeni ve Rumlara satılmıştır. Sadece İstanbul’da satılan gayrimenkullerin sayısı 230 bin kadardır. Sadece bi¬nalar, dükkânlar değil, vakıf hukukuna göre satılması mümkün olmayan camiler, hamamlar külliyeler, çeşmeler ve medreseler de satılmıştır.

Dini açıdan Allah’ın laneti onların üzerine olsun bedduası. Mesela Fatih Sultan Mehmet Ayasofya vakfiyesinin en sonunda “Maksadı dışında kullananlara, iptal edenler ve sahte kararlarla gayesini değiştirenlere Allah’ın, meleklerin ve müminlerin laneti olsun” diyor. İslam hukuku açısından müeyyidesi ise doğrudan doğruya devletin müdahalesidir.

Bir vakfa tahsis edilen gelir sadece o vakıf için kullanılabiliyordu herhalde. Bugün bu şartlara uyuluyor mu?

Evet, elbette. Kimse Yok Mu gibi vakıf ve dernekler vakıf ruhunu Allah rızası için hiçbir karşılık beklemeden devam ettirdikleri gibi bütün dünyaya da örnek oluyorlar. Buralara destek veren insanların yaptıkları da tamamen vakıf hizmetidir. Onlar hayatını vakfetmiş insanlardır. Malını vakfetmek kolay, asıl mesele bu davayı hayatın merkezine koyabilmekte. Ben bu insanlara hayatı vakıf insanlar diyorum.

Hayır, maalesef, bütün gelir havuzda toplanıyor bugün. Acı bir gerçek bu. Vakıf olarak kurulmuş, vakfa tahsis edilmiş mülklerin maksadı dışında kullanılmasının hukuki ve dini hükmü nedir?

Bugün yine Allah rızası için kurulmuş yardım kurumları var. Onların vakıf ruhunu devam ettirdiklerini düşünebilir miyiz?

Kimse Yok Mu gibi vakıf ve dernekler vakıf ruhunu Allah rızası için hiçbir karşılık beklemeden devam ettirdikleri gibi bütün dünyaya da örnek oluyorlar. Buralara destek veren da tamamen vakıf hizmetidir.


ARAŞTIRMA

Vakıfların KADINDAN KANATLARI /1 ELiF AYLA

elifaylaelif@hotmail.com

Kadın eli değmiş vakıfları anlatacağız şimdi sizlere. Neden mi? Çünkü en az bir hanımefendinin kalbi kadar naif hikâyeleri var onların. Şimdilerde magazin konusu oladursun tarih sahnesinin kadınları, gelin biz onların hayırlarından konuşalım; hayır söyleyip hayır bulalım!


ARAŞTIRMA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 49

Son günlerde tarihte kadın meselesi, sahiden bir “mesele” haline geldi. Bu aslında iyi bir şey belki de. Sular bulanmadan durulmaz derler; mevzu konuşulacak, konuşuldukça da anlaşılacak. Bir sahnenin arkasındaki fısıltıları dinliyoruz sanki. Oysa keşke haremin kadınları çıksa sahneye; işte o zaman “Biz gerçek harem hanımları” diye anlatırlar bizlere. “Ben Kösem” der ilki, “Hani şu fena bildiğiniz Kösem.” “Ben Ayşe Sultan,” “Ben Esma Sultan…” Böyle böyle anlatsalar kendilerini… Kendilerini ve dönemlerini… Haremin bir eğlence yuvası olmadığını, içinde çocukları da barındıran bir hane özelliğini taşıdığını aynı zamanda tıpkı bugünün Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı gibi kurum olduğunu anlatsalar. Bu köklü, köklü olduğu kadar da sorumlulukları olan kurumun dünyaya uzattığı yardım ellerini anlatsalar sonra. Yalnızca bizim topraklarımızda değil, dünyanın farklı coğrafyalarında da. Aslında müslüman kadınların vakıf geleneği Hz. Hatice’yle başlar. Kadın vakıflarının kapısını bir valide, eş, hemşire olarak o açmıştı. Mekke’de üç yıl gibi bir boykot süresince ve devamındaki yıllarda zengin bir kadın olan Hatice’nin gücü tartışmasız bir denge unsuruydu. Zengin doğup yoksul ölmüş olan bu sevgili valide, hâlâ hayırlarıyla gönüllerin valide sultanı değil midir?

SU GiBi AZiZ BiR HANIM Bugün bir lider eşi olarak hatırlanması gereken kadınların başında Harun Reşit’in karısı Zübeyde gelir. Her daim dik durmuş, vakar ve merhamet sahibi bu kadın da halef ve selefleri gibi pek çok hayra, vakıf eserine imza atmıştır. O eserler neler mi? Zübeyde Hac yolunda olan müslümanlar istifade edebilsin diye pek çok suyolu ve kemer inşa ettirdi. Belki misliyle de kuyu açtırdı. Bu kuyu ve suyolları Osmanlı İmparatorluğu süresince de onarımları ve bakımları yapılarak kullanıldı. Kim bilir, belki hâlâ yolcularına su dağıtan birileri anıyordur Zübeyde’yi… Dönemin parlak ve siyasi isimlerine göz attığımızda, karşımıza, Zübeyde’nin kayınvalidesi Hayruzan Hanım da çıkar. Oğullarının iktidar mücadelesinde haklı ya da haksız adı geçen bu kadın, belki de adını ölümsüzleştirecek bir işe imza attı: Darul Erkam üzerindeki haklar kendisine geçince etrafındaki tüm mülkleri satın alan Hayruzan, müslümanların ilk defa bir araya geldikleri bu kutlu mekânı yeniden inşa ettirdi.


ARAŞTIRMA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 50

YENi CAMi’nin 70 yıllık yapımı

Gelelim Osmanlı hareminin hanımlarına. Bugün pek çok saray kadını için hakaret olarak yakıştırılan “dönme” sıfatı, basit bir İstanbul gezisiyle ihtimal ki dönüp söyleyenlerin başına dolanacaktır! Hatta vakıf, cami, külliye, çeşme ve kütüphane dolu bu turun sonunda görülecektir ki bazı devasa eserler tek bir hanım tarafından bitirilememiş, kendisini takip eden kadınlar tarafından tamamlanabilmiştir. Safiye Sultan tarafından başlanıp, altmış küsur yıl sonra Hatice Turhan Sultan tarafından bitirilen Yeni Cami buna güzel bir örnektir. Zamanında çok ses getirmiş caminin inşaatının kâhyalığına kızlar ağasının kethüdası tayin edilir. İnşaatın sorumluğu sadrazama verilir. Tüm bunlar camiye yö-

netimin verdiği önemi ve işin ne kadar büyük çaplı olduğunu göstermektedir. Ancak, padişahın vefatıyla birlikte valide sultanlıktan ayrılan Safiye Sultan, inşaata da son vermek zorunda kalır. Bina eskimeye başlar. IV. Murat camiyi tamamlamak istemişse de, ona da nasip olmamıştır bu kadın eli değmiş ibadethaneyi açmak. Yetmiş yıla yakın bir zaman sonra Turhan Sultan inşaatı yeniden başlatır. Oldukça külfetli olan bu caminin yapımını, sultanın hünkâr mahfiline koridorlarla bağlı bir köşkten izlediği bilinir. Böylelikle Yeni Cami, kadınlar tarafından inşa edilen ilk selâtin cami olma özelliğini de kazanarak uzun, çok uzun yıllar sürecek İstanbul şehadetine başlar…


ARAŞTIRMA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 51

GÜLFEM’iN ÖMRÜNE BEDEL… Yeni Cami Galata Köprüsü’nün altından akan berrak suyu seyrededursun, biz yönümüzü İstanbul’un mütemmim cüzü Üsküdar’a çevirelim. Üsküdar Gülfem Camii, yalnızca kadınların ibadetine açık olan, uğruna bir can feda edilen pek sevgili bir eserdir. Rivayet odur ki, çok güzel bir cariye olan Gülfem’in ikbalde gözü yoktur. (Bununla birlikte Gülfem’in yüksek bir maaşının olduğu, kethüdalık gibi bir makam sahibi olduğu varsayımlar arasındadır.) Saray kadınları arasında yükselmek, valide sultan olmak gibi hayaller kurmamaktadır. Gülfem daha ziyade hayır işleriyle hemhal olmuş bir kadındır, en büyük arzusu da bir cami yaptırmak… Para biriktirmektedir. Padişahın kendisini çağırdığı bir gece sırasını bir başka cariyeye satar. Böylece camisi için daha fazla para biriktirebilecektir. Fakat bunu öğrenen sultan çok hiddetlenir. Yapılan hareketi şahsına değil, devlete yorar ve Gülfem’i cezalandırır. Bir söylenceye göre Gülfem öldürülür. Fakat gerçek öğrenilince cami padişah tarafından tamamlanıp, ibadete açılır. Tarih efsaneleri sever. Efsaneler arasında Gülfem’in Şehzade Bayezid’i tuttuğu için sonu ölüme giden bir yola girdiği söylense de, gerçek umarız bir tozlu arşiv sayfasından gülümser bize. Bu cami yanında bir okul, imaret ve çeşme varsa da hangilerinin cariye tarafından, hangilerinin sonradan başka hayırseverler tarafından yaptırıldığı bilinme-

mektedir. (Gülfem Hatun ayrıca sağlığında Karacaahmet Sultan türbesini tamir ettirmiştir. Yine rivayete göre rüyasında her gece Karacaahmet Sultan’ı gören cariye türbeyi ziyaretinde harap vaziyeti görür ve burayı inşa ile tavanı yaptırır. Türbenin içine de Karacaahmet Sultan’ın sancağını, devetüyü hırkasını ve tespihlerini koydurur. Bu hayırsever kadın Manisa’da çeşme de yaptırmış, vakfiyesi için Manisa’dan otuz dükkânını bağışlamıştır. Gülfem Hatun Ebussuud Efendi imzası taşıyan bir vakıf kurmuş, bu vakıf çatısı altında pek çok hayra imza atmıştır. İdam edilmiş olduğu kesin olan bu talihsiz cariyenin eserlerinden günümüze yalnızca camisi kalmıştır ki bu cami de bir yangın geçirmiş, yeniden yapılmıştır. Cami dışında kalan mektep, çeşme ve karbansarayı yol çalışmalarına feda edilmiştir.) Yolumuz Üsküdar’a düşmüşken Gülnûş Emetullah Valide Sultan’dan bahsetmeden geçmek olmaz. Gülnûş Emetullah Valide Sultan, bugün hemen her İstanbullunun tanıdığı bir simadır. Üsküdar’daki güzel camisi ve yanındaki üstü açık türbesiyle bu hanım sultan, validesi olduğu iki padişahtan (II. Mustafa ve III. Ahmet) belki daha çok bilinir, yâd edilir. Bugün hala yaşayan camisinde bir kütüphane oluşturan sultan Galata’da da bir yaptırmış fakat yazık ki o caminin ömrü günümüze kadar vefa etmemiştir.

KALELERi ONARAN KADINLAR Osmanlı kadınlarının görünen hayratları yanında bir de görünmezleri vardır ki, belki de asıl hikâyeler onlarda gizlidir. Ülke savunmasından silah alımına, askerlerin bakımından, at ihtiyacına kadar uzanan bu liste sahiden dikkatle incelenmeyi hak eder. İşte ülke savunmasına dair çalışan hanımlardan biri: Turhan Sultan. Çanakkale Boğazı’nın iki yanında yıkık vaziyette bulunan kaleyi onararak yeniden açılmasını sağlayan valide hakkında padişahın sır kâtibi Abdi İbrahim Paşa yazdığı kasidesinin bir bölümünde şöyle der: “…Boğazın iki yakasına iki kale yaptırarak müminlerin topraklarını düşmana karşı emniyetli kıldı. Şimdiye kadar hiçbir valide sultan dünyaya böyle saygın bir anıt dikmeye layık olamamıştı.”


ARAŞTIRMA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 52

KÖSEM VE HÜRREM SULTANLAR

dınlarındandır o. Üzerine çok şey konuşulmuş, yazılmışsa da, en “yanlış” anlaşılan hanım sultanlardan biri odur kuşkusuz. Kösem gizli hayırlarda da bulunuyor, yetim kızları evlendiriyor, onların çeyiz ve ev ihtiyacını görüyor, giydirip bakımlarını sağlıyordu. Bunların pek çoğu el altından yapılıyor; sultan tebdil kıyafet çıkıyor, ihtiyaç sahiplerini yokluyordu.

Osmanlı saray kadınlarından söz ederken adı anılmadan geçilemeyecek güçlü kadınlardan biri kuşkusuz Kösem Sultandır. Osmanlı tarihinin çetrefilli zamanlarının ka-

Bir diğer yanlış tanınan padişah kadını da Hürrem Sultan olmalı. Hürrem Sultan adına Kanuni’nin yaptırdığı eserler bir yana, Hürrem Sultan’ın bizzat yaptırdığı vakıflar da onun hayırsever kişiliğini ve güçlü şahsiyetini vurgular. Sultan’ın İstanbul’daki külliyesi, Mekke ve Medine’deki külliyeleri ile İstanbul’daki büyük hamamı bugün için de büyük ölçekli yapılardır. Sultanın Mekke, Medine ve Kudüs’te yaptırdığı külliyelerde her gün yoksullara aş dağıtıldığı bilinir. Bu mutfaklarda günde 80 kilo pirinç kullanıldığına dair kayıtlar, dağıtılan yemeğin miktarına dair fikir vermektedir. Diğer yandan Kudüs’teki vakıf 1944 yılına kadar ihtiyaç sahiplerine yemek vermeye devam etmiştir. Hâlâ bir hanım sultanın ekmeğini yiyip, duada olanların varlığını bilmek, bugüne bir şey söylemiyor mu?

KiTAPLARA DEĞEN KADIN ELi Tüm bunların yanında hanım vakıflarında önemli bir yeri kütüphaneler ve okullar almıştır. Okullar arasında belki de bugün en bilineni Pertev Nihal Valide Sultan’ın yaptırdığıdır. Bugün lise olarak hizmet veren bina, vakıf işlevini halen sürdürmektedir. Pek çok yetime annelik ettiği bilinen bu sevgili valide, yaptırdığı camisine de 1000 civarı kitap bağışlamıştır. Osmanlı tarihinde kütüphanecilik II. Selim’in eşi ve Kanuni’nin gelini olan Nurbanu Sultan’la başlar. Külliyeye bir medrese ile darülhadis ekleten sultan, bu ilim yuvasının talebeleri için kütüphane bağışlamış, o günün şartlarında kütüphane memuruna günde 3 akçe yevmiye bağlamıştır. Kütüphane zamanla başka sanat ve hayırseverlerin ilgisine mazhar olmuş, zengin bir kitap koleksiyonu oluşmuştur. Nurbanu Sultan yetiştirdiği evladına da aynı muhabbeti vermiş ki, kızı İsmihan Sultan da hem vakıf geleneğini sürdürmüş hem de Eyüp’teki medresesinde bir kütüphane oluşturmuştur. Bugünden bakılınca kütüphane oluşturmak belki basit görünüyor fakat dönemde büyük bir ihtiyacı karşılıyor, büyük maddi imkânlar ve emek gerektiriyordu.


VE BiR KADININ BÜTÜN SERVETİ Yalnızca yaşarken değil, vefatıyla bile hayra vesile olmayı başaran pek çok hanım arasından yazık ki azına yer verebildik. (Nurbanu Sultan öldüğünde kölelerinden 150’sinin azad edilip, her birine 1000’er altın verilmesini vasiyet etmişti. Sultan III. Murad’ın kızı Ayşe Sultan da ölümünden sonra müslüman esirlerin satın alınıp azad edilmesi, özellikle de kadın esrilere öncelik tanınması yönünde bir vasiyet bırakmıştı.) Kısa bir girizgâh yaptık. Bu uzun bahsin kısa girizgâhının nihayetini, son dönemde çokça hatırlanan Fatma Pesend hanım ile yapalım: Hür bir kadın olarak saraya giren Fatma Pesend Hanım, Sultan II. Abdülhamid’in kadınlarındandır. Eğer tarih faklı bir biçimde seyretseydi, bugün biz bir adayı bu hanımın vakfı olarak kadın vakıflarının en başına yazıyor olacaktık. Fatma Pesend Hanım, kendinden evvelkiler içinde belki de en fedakâr olanıydı. Bu zeki hanım, bir zamandır izlediği kederli padişahın derdine derman olmak ister. Mesele İsrail toprakları için bir fiyat biçmiş olan Yahudi ziyaretçinin zamanlamasıdır. Fransızlar Osmanlı borçlarının bir kısmı için Midilli Adasını işgal etmişler, ellerindeki senet tutarını faiziyle alamamaları halinde adaya el koyacaklarını bildirmişlerdir. Ne tesadüftür ki bir İsrail inşa etmek arzusuyla ziyarete gelen Herzl’in de teklif ettiği rakam aynıdır. Eşinin derdini bilen Fatma Pesend Hanım, bütün servetini eşine vererek sıkıntıyı gidermeyi teklif eder. Kendi geleceğinden ümitsiz padişah teklifi reddeder, pek genç olan bu hanımefendiye müstakbel azlinden sonra lazım olabilecek bu servetin ehemmiyetini anlatır. Hanımından aldığı cevap manidardır. “Bu devlete benim borcum yok mu?”


HiKAYESi

ZÜMRiYE ve ailesi (SEMRA) HANIM Zümriye Hanım, sayıları gün geçtikçe azalan vefalı, fedakâr ve sabırlı hanımlardan biri. Karşısında bizi görünce çok seviniyor. Hoş beşten sonra asıl konuya gelip konuşmaya başlıyoruz. Melek Çe Kimse Yok Mu Derneği ile nasıl tanıştığını, bu tanışıklıktan sonra hayatının nasıl değiştiğini merak ediyorum.

Bu sözler sonra gelecek öykünün ipuçlarını veriyor. Kız çocuklarını bekleyen kader Semra Hanım için de kederle akıp gidecek besbelli diyorum içimden.

Aslında çoğu zaman insanlara neler yaşadıklarını sormak zor oluyor. Acı hatıralar tekrar yaşanıyormuş gibi içi burkuluyor insanın. Bunu biliyorum. Ama birimizin konuşması, birimizin dinlemesi gerekiyor. Zümriye Hanım öyle şükürle dolu ki, o zor günleri hatırlamak da adeta şükrünü artırıyor. Heyecanla başlıyor söze. Kelimeler birbirine dolanıyor. Yaşadıklarına hâlâ inanamadığını seziyorum. “Dünyada iyi insanlar da varmış!” diyor coşkuyla yanımdaki gönüllü arkadaşlarımızı işaret ederek “Hepinizden Allah razı olsun!” diyor.

Fakat öykünün devamı daha derin bir kırılmayı haber veriyor. Henüz on beş yaşına geldiğinde babasını kaybetmiş. Çok geçmeden de annesi felç geçirmiş. Hayat giderek zorlaşmış. Bu mücadelenin içinde kardeşler büyümüş ve bir bir evlenip yuva kurmuşlar.

“İsterseniz her şeyi bir sıraya göre anlatalım” Zümriye Hanım, diyorum. “Böylesi daha iyi olur.” Sanki bir şeyi yeni fark etmişçesine bir açıklama yapıyor. “Biliyor musunuz benim adım Zümriye değil Semra,” diyerek itiraz ediyor. “Ama nüfusumda Zümriye yazıyor. Zaten bu yüzden okula ilk başladığım gün öğretmenden azar iştim. Bana adımı sordu, Semra dedim. Ne bileyim ömrüm boyunca annem, babam, kardeşlerim, arkadaşlarım beni Semra diye çağırdılar. Öğretmen ‘Hayır senin adın Zümriye! Daha adını bile bilmiyorsun!’ deyince çok şaşırdım. Söyleyecek söz bulamadım. Eve gelince Anneme sordum. Meğer Nüfus memuru adımı yanlış yazmış. “Anlayacağınız daha ilk günden okul kötü başladı. Biz dokuz kardeştik. Babam da zaten hepimizi okutmaya hevesli değildi. Yani okul yarım kaldı.”

Semra Hanım ise felçli annesine bakmak için evliliği geciktirmiş. “Dünyalık olarak bir ineğimiz vardı. Onun sütünü satıp geçiniyorduk. Evin bütün sorumluluğu omuzlarımdaydı. Annem felçli olduğu için yataktan kalkamıyordu. Onun rahat etmesi için elimden geleni yapıyordum. “Ancak yaşım ilerledikçe annem de evlenip bir yuva kurmamı ister oldu. 38 yaşıma geldiğimde daha önce bir evlilik yapmış olan Galip Bey bana talip oldu. “Aslında bu evliliğe pek gönüllü değildim. Ama annem ve ağabeylerim çok ısrarcı oldular. “Böylece gelin olup Galip Bey’in fakirhanesine ayakbastım. Baraka gibi bir odaya gelin gelmiştim. Eşimin ilk evliliğinden olan iki kızıyla paylaşıyorduk bu yoksul odayı. Annesi babası ve ağabeyleri de bir iç avluya bakan yan yana odalarda kalıyorlardı. Evin bu hali pek tuhaf geliyordu bana. “Kaynımla odalarımız yan yanaydı. Bu beni hep


KARDEŞ AİLE // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 55

HiKAYESi

korkuturdu. Çünkü çok iri yarı, sert mizaçlı, ahlaki açıdan da düşük adamdı. Odanın dışına koyduğumuz eski bir buzdolabını mutfak olarak kullanıyorduk. Mutfak eşyalarımız da kırık dökük birkaç parça tencere ve tavadan ibaretti. “Eşin dostun yaptığı eşya yardımlarıyla evi dayayıp döşedim. Eskiciden bir soba alıp kurdum. Bu küçük odayı elimden geldiğince bir yuvaya benzetmeye çalışıyordum.

bakımdan çıktıktan sonra koltuk altında bir kist tespit ettiler. Muayene sonucu kanser olduğu ortaya çıktı. Hemen ameliyata aldılar. Hiçbir sosyal güvencemiz olmadığı için çalışmak zorunda kaldım. Merdiven silerek eşimin hastane masraflarını karşılamaya çalışıyordum. Fakat kazandığım para masraflarımızı karşılamıyordu. “Galip Bey’in ameliyat yarasından sürekli kan akıyordu. Bu yüzden

“Bir yıl sonra Tuğba dünyaya geldi. Ne yazık ki tam da o günlerde Galip Bey’in alkolik olduğu ortaya çıktı. Her akşam eve sarhoş geliyordu. “Ayık olduğu zamanlar pek azdı. Sarhoş olduğu zamanlarda da ne yaptığını bilmiyor bize eziyet ediyordu. Sabretmekten başka çarem yoktu. Tek tesellim dünyaya yeni gelen bebeğimdi.” Semra Hanım kendisine yaptığı türlü eziyetlere karşı eşinin iyi yanlarını da görmezlikten gelmiyor. Onun misafir ağırlamayı, ikram etmeyi çok sevdiğini söylüyor. “Evimize misafir geldiği zaman en güzel şekilde ağırlamaya çalışırdı. Birçok kez evde borç alarak misafir ağırladığını biliyorum. Zor durumda olmamızı asla bahane etmezdi. Bu onda gördüğüm en iyi hasletti. Fakat sarhoş olduğu zaman yine bize eziyet etmekten geri kalmıyordu. Bu zorluklara katlanırken en büyük desteğim annemdi. Bana hep sabırlı olmamı öğütler, eşime dua ederdi. ‘Galip, tuttuğun altın olsun oğlum,’ derdi. “Kızım gün geçtikçe büyüyüp serpildi. Dört yaşına basmıştı. Ama ne yazık ki annem iyi değildi. Ömrünün son günlerini yaşıyordu. Çok geçmedi Hakkın rahmetine kavuştu. İşte o zaman hayattaki en büyük dayanağımı kaybettim.” Semra Hanım sözün burasında derin bir iç çekti. Bu dünya iki kapılı bir han değil mi zaten, diye düşündüm. Ömür dediğimiz şey de iki kapı arasında. Semra Hanım da biliyor bunu. Tevekkülle kabulleniyor yaşadıklarını ve anlatmaya devam ediyor. “Annemin acısı geçmeden Galip Bey kalp krizi geçirdi. Üç ay boyunca yoğun bakımda kaldı. Yoğun

günde dört kez pansuman olması gerekiyordu. Sürekli hastaneye gidip gelmek zorundaydık. Akşama kaldığımız zamanlarda tinercilerin arasından geçiyorduk. Bazen bize sataşıyorlardı. O zamanlarda çok korkuyordum. “Kızımın da okul çağı gelmişti. Okula kayıt yaptırmam gerekiyordu. Burada Şaypa Marketler Zinciri’ni oluşturan marketlerin bir şubesi vardı. Marketin sahibi Şadiye Hanım’la tanışmıştım. Bana marketinin kartını verdi. Bir süre ihtiyaçlarımızı böyle karşıladık. “Şadiye Hanım Tuğba’nın okul masrafları için de para yardımında bulundu. Kimse Yok Mu Derneği’nin bize yiyecek yardımında bulunmasını sağladı. Dernekten birçok kişiyi tanıyor ve anladığım kadarıyla sık sık da bağışta buluyordu. “Fakat bütün bunlar eşimin hastane masrafla-


KARDEŞ AİLE // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 56

HiKAYESi

Hayat müca de Fakat şimdi lemiz devam ediyor. her şey dah a iyi… Etrafımızda gü var. Kimse Y vendiğimiz insanlar ok Bizi her zam Mu gönüllüleri var. an arayıp so ruyorlar.

rı karşısında devede kulak kalıyordu. Yine de idare ediyor, sabrediyorduk. Ne yazık ki o günlerde Şadiye Hanım’ın oğlu Metin iflas etmiş. Kadıncağız varını yoğunu oğlu için ortaya koymuş. Bize ve başkalarına yaptığı yardımları kesmek zorunda kaldı.

“O günler çok sıkıntılıydı. Her şey kötüye gidiyordu. Komşularımız halimizi Olay TV’ye haber vermişler. Olay TV burada yerel bir kanal… Doğukan Bey diye biri geldi, halimize çok üzülüp bizi televizyona çıkardı. Televizyonda halimizi, derdimizi anlattım. Kimse Yok Mu Derneği şube müdürü Sadullah Bey programı izlemiş. Ertesi gün ziyaretimize geldi. “Sadullah Bey bize bir kardeş aile bulmuştu. Ayşin Hanımlar… Ayşin Hanımlar bizimle çok yakından ilgilendiler. Sıkıntılarımızı aşmamız için ellerinden geleni yaptılar. Ne yazık ki bir süre sonra iflas ettiklerini öğrendim. Artık onlardan yardım isteyemezdik. “Fakat Ayşin Hanım bizden hemen el çekmedi. O günlerde Kimse Yok Mu Derneği’nin yemekli yardım toplantısı vardı. Bizi o yemeğe davet etti. Hayırseverler üstümü başımı giydirip bir konuşma yapmamı istediler. Ben de kızımla yaşadıklarımızı anlattım. Hayırseverlere benim gibi yardıma muhtaç insanlara yardım yapmaları için çağrıda bulundum. “Bu olaydan birkaç gün sonra eşim vefat etti. Hayatımız tam anlamıyla kararmıştı. Kaynımın ahlaksızlıkları bizi çok rahatsız ediyordu. Her gece içiyor ve sarhoş oluyordu. Ahlaksız kadınları, erkekleri ve tinercileri eve getiriyordu. Ortak kullandığımız tuvalet dışarıdaydı. Ama geceleri kapımızı kilitliyor ve hiç dışarı çıkmıyorduk. Kızıma ve bana bir şey yaparlar diye korkuyordum. Gece boyu sesleri kesilmiyordu. Sabah olduğunda yine kızımı eve kilitleyip merdiven silmeye gidiyordum. Kızım da ben de tam bir hapis hayatı yaşıyorduk. “Kaynım ben yokken kapıları tekmeliyor, bağırıp çağırıyormuş. Tuğba o zamanlarda çok korkuyor-

du. Düşünüp taşındım. Sonunda yine Doğukan Bey’i aramaya karar verdim. ‘Evladım! Beni buradan kurtarın’ diye yalvardım.

“Doğukan Bey sağ olsun vakit kaybetmeden geldi. Halimizi zaten biliyordu. Fakat onu son görüşümüzden bu yana iyice kötülemiştik. Çok üzülerek yanımızdan ayrıldı. Bir süre ortalıkta görünmedi. Sonra yanında Kimse Yok Mu gönüllüsü bir müteahhit olduğu halde geri geldi. “Müteahhit bize bir arsa veriyordu. Buraya ev yaptırabilirdik. Hiç paramız yoktu. Nasıl olur derken o günlerde ablamın evlenmek üzere olan bir evladı öldü. Bu beklenmeyen acı hepimiz derinden yaralamıştı. Ablam evladının altınlarını onun hayrına bize verdi. Biz de götürüp müteahhide verdik. Hayırseverlerin de yardımıyla evimiz kısa zamanda yapıldı. Fakat işin sonunda ev için ruhsat alınmadığı ortaya çıktı. Belediye evimizi yıkıma geldi. Neyse ki müteahhit ve hayırseverler işe el atıp el birliğiyle bu sorunu çözdüler. Ruhsatımız alındı. “Kimse Yok Mu gönülülerinin yardımıyla eşimin özürlü maaşı bana bağlandı. Kızım Tuğba gelecek yıl ticaret meslek lisesine başlayacak. Hayat mücadelemiz devam ediyor. Fakat şimdi her şey daha iyi… Etrafımızda güvendiğimiz insanlar var. Kimse Yok Mu gönüllüleri var. Bizi her zaman arayıp soruyorlar. Hepsinden Allah razı olsun.” Konuşmamız bitince Semra Hanım bizi arabaya kadar geçiriyor. Arkadaşımız olan Kimse Yok Mu Derneği gönüllüleri ona ramazan hediyesini veriyorlar. Tuğba’ya ve Semra Hanım’a hoşça kalın deyip yanlarından ayrılırken içim bir tuhaf oluyor. Yeryüzü büyük bir yer. Fakat ihtiyaç sahiplerine yardım etmek isteyen, Kimse Yok Mu gönüllüleri için yoksulların elinden tutulduğu bir yer. Onlar yeryüzünün yardım güvercinleri. Nerede onlar varsa bilin ki orada iyilik var!



PTT // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 58

POSTA ÇEKi

HESABIYLA bağış yapmak çok kolay! “Posta çeki,” para göndermenin en pratik yollarından biri. PTT’nin sağladığı posta çeki ile bağış sistemi ise yardımseverlerin işini kolaylaştırıyor. Kimse Yok Mu Derneği’nin de kullandığı posta çeki ile bağış yöntemini tanımak için PTT Basın Merkezi’ne yönelttiğimiz soruların cevapları, kurumun sosyal sorumluluğa verdiği önemin ispatı niteliğinde.

Posta çekiyle bağış yapmak ne demektir? Sistem hakkında detaylı bilgi verebilir misiniz? (Bağış yapmak için herhangi bir belge ibraz etmek gerekiyor mu? Bağış karşılığında makbuzdekont vs. veriliyor mu? Bağışın ulaştığını test etme imkanı var mı? Bağışlar kaç günde kuruma ulaştırılıyor?)

İnsanlar PTT şubelerine kolayca ulaşabiliyor mu?

Bağış yapılan kurumun, adına açtırılan posta çeki hesabına bağışların yapılmasıdır. Kuruluşumuz, dileyen müşterilerine kolay ve ucuz bir şekilde para transferi işlemlerini yapabilmelerini temin etmek gayesiyle “Posta Çeki Hizmeti’ni” sunmaktadır.

Ayrıca ülkemizin en ücra yerlerine dahi hizmet götürebilme gayesiyle buralara yeni işyerleri açmış olup; hali hazırda müşterilerimizin işyerlerimize kolayca ulaşabilmesi için ülke genelinde 4.109 adet işyerimizle hizm e t ver-

Sözkonusu hizmetten gerçek veya tüzel kişiliğe sahip bütün müşterilerimiz yararlanabilmekte olup, başvuruları sonrası adlarına açılan posta çeki hesabı ile ucuz bir şekilde para transfer işlemlerini yapabilmektedirler. İşyerlerimizden bu hesaba yapılan bağış işlemleri karşılığı bağışta bulunan kişiye bir belge verilmektedir. Söz konusu işlem interaktif posta çeki hizmeti (internet üzerinden posta çeki işlemlerinin yapılması) kullanılarak yapılmış ise işlemi yapan kişi yazıcısından bu işleme ait belgeyi yazdırabilmekte, işlem PTTMatik’ler (7 gün 24 saat kesintisiz hizmet sağlayan ATM’ler) aracılığıyla yapılmış ise PTTMatik’ten işleme ait makbuzu alabilmektedir. Bağış için yatırılan para ânında bu işlem için açılmış olan posta çeki hesabına işlenmektedir.

Kuruluşumuz, müşterilerimizin hizmetlerimize kolaylıkla ulaşabilmesini temin etmek amacıyla sapa yerlerde bulunan işyerlerini merkezi yerlere taşıma çalışmaları yapmıştır.


PTT // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 59

mekteyiz. PTT olarak banka şubesi olmayan 33 ilçe, 1144 belde ve 184 köy olmak üzere toplam 1361 işyerinde müşterilerimizin hizmetindeyiz.

Başkanlığı’nca yürütülen “Yürüme problemi olan çocuklara yürümeyi öğreten pediatrik lokomat cihazı” teminine yönelik kampanyası,

İnternet, SMS gibi teknolojik bağış yolları varken posta çekinin rağbet görmesinin sebebi nedir? Günümüzde hâlâ teknolojiden pek fazla hoşlanmayan, klasik yöntemleri tercih eden kullanıcıların olduğu saptaması doğru mudur? PTT’nin bu kullanıcılar için sağladığı diğer kolaylıklar nelerdir?

• Türk Kızılayı’nın “Kurban Bağış Kampanyası,”

Posta çekinin rağbet görmesinin sebebi, teknolojiden hoşlanmayanlar olduğu gibi teknolojiye her zaman ve her yerde ulaşamayan ve kullanamayanların var olmasıdır. Türkiye’nin en yaygın işyerine sahip kurumu olarak bu kişilere de bağışlarını istedikleri yerlere ulaştırma imkanı vermekteyiz. Diğer yandan kuruluşumuz teknolojik gelişmeleri yakından takip etmektedir. Bu kapsamda posta çeki işlemleri sadece işyerlerimize müracaat ederek değil; yukarıda da belirtildiği gibi internet ortamında ve PTTMatikler vasıtasıyla da sunulmaktadır. Bağış dışında açılan posta çeki hesaplarına yapılan yatırma işlemlerinden alınan ücret bankalarla karşılaştırıldığında çok düşüktür. Bu nedenle posta çeki işlemleri tercih edilmektedir. PTT “Kamu Yararına Çalışan Dernek” statüsü bulunan derneklere ne tür destekler veriyor? 2003 yılından beri görme engelli vatandaşlarımızın çeşitli konularda bilgilerinin artırılması ve topluma kazandırılması amacıyla Türkiye Körler Federasyonu, Görmeyenler Kültür ve Dayanışma Derneği, Altınokta Körlere Hizmet Vakfı Başkanlığı, Görsem Görme Engelliler Dayanışma Derneği Merkezi tarafından bastırılan makbuz ve eşya piyangosu biletlerinin satışları yapılmış olup, bu hizmetler için sadece posta ücreti alınarak satılan materyalin bedeli derneklerin hesabına yatırılmıştır. Kuruluşumuzun iş trafiği göz önünde bulundurularak bu ve benzeri destekler sürdürülmektedir. Bu kapsamda Türk Kızılayı ile kuruluşumuz arasında düzenlenecek olan Kan Bağışı Kampanyası sayesinde ülkemizdeki kan ihtiyacının giderilmesine katkı sağlanacaktır. Diğer yandan görsel dökümanlarının işyerlerimizde teşhir edilmesi suretiyle destek olduğumuz kampanyalar şunlardır: • HİV virüsünden tüm toplumun korunması amacıyla Dünya Posta Birliği’ne (UPU) üye ülkelerce de gerçek leştirilen kampanya, • Patika Alanya Engelsiz Yaşam Gönüllüleri Derneği

• THK’nca yürütülen fitre ve zekat toplama faaliyetleri, • Türkiye Gaziler Vakfı’nın Mehmetçiklere adak ve kurban bağışı kampanyası ve • “Pakistan’a Yardım Kampanyası”nın duyurulmasını teminen işyerlerimizde afişler teşhir edilmek suretiyle kampanyaya ücretsiz destek verilmiştir. Ayrıca, • ENAD Engelli Aileleri Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneği’nce engelli vatandaşlarımızın ve ailelerinin günlük hayatta karşılaştıkları sorunlara çözüm bulmak, onlara teknolojik imkanlar sunmak ve engelsiz bir dünya hazırlamak amacıyla düzenlenen “2. ENGELLİLER VE İHTİYAÇLARI GÜNLERİ ENGELLİ HAYATI KONFERANSI” organizasyonuna kuruluşumuzca da destek verilmiştir. • Her yıl 19 Eylül tarihinde kutlanan Gaziler Günü’nde Tüm Terör Mağduru ve Aileleri Güçbirliği Derneği tarafından düzenlenecek etkinlikler kapsamında kuruluşumuzca gazilerimizin yanında olduğumuzun göstergesi olarak 200 kişilik yemekli Gazilerimizi Anma Töreni düzenlenerek destek verilmiştir. • Dünya Engelliler ve Dostları Gelişim Derneği Genel Merkezi ile kuruluşumuz arasında 05.01.2011 tarihinde yurtiçi ve KKTC ASPOS varışlı kargoların idaremiz vasıtası ile taşınmasına yönelik bir sözleşme imzalanmıştır.


MOĞOLİSTAN // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 60

Orhun listan’a sadece un Nehri’ni o ğ o M n e ’d e Türkiy ve Orh rhun Vadisi’ni e çadırına Abideleri’ni, O daki bir göçeb e “özın ıs y kı l o y , lerini v görmek için boş deve sürü siyle insaşı a b , k a lm o r misafi zluk his mek ve sonsu a seyahat etle iz ” rı a tl a r ü g ırd rahlatan bozk fe . Anü n lü n ö g nın sinlikle değer.. an ke t, e lb e r ili b rb mek için gidile rkiyeli yardımseverlerin ku ü T , le rimizde. cak öncelik yorduk berabe rü tü ö g ı ın ım yard

Moğolistan’a doğru yol alırken “Ağlayan Devenin Öyküsü” var aklımda. Yavrusunu emzirmek istemeyen devenin müzikle iyileştirildiği bir belgesel... Yerel giysili Moğollar, çadırlar ve deve sürüleri... Ve biraz puslu da olsa başka bazı imajlar; göçebe bir kültür, uçsuz bucaksız uzanan bozkır, özgürce gezinen atlar... Bütün bunlardan daha güçlü; ama yine de uzak ve efsanevi bir bilgi daha var elbet zihnimizin bir köşesinde. Moğolistan, köklü tarihimizin delili Orhun Abideleri’ni binlerce yıldır bağrında saklayan vefalı bir ev sahibi aynı zamanda, batıya, daima batıya at koşturan atalarımızın hareket noktası...

ÜLKÜ ÖZEL AKGÜNDÜZ / u.akagunduz@aksiyon.com.tr

Hayal etmek ve düşünmek için hayli zamanımız var hem. Üç saatlik uçuşla Moskova’ya gideceğiz önce, orada iki saat bekleyecek ve Moğolistan Havayolları’yla altı buçuk saat uçarak başkent Ulan Batur’a ineceğiz. O çadırları ve develeri bulabilecek miyiz, Orhun Abideleri’ne el sürebilecek miyiz, zihnimizdeki renkler, ışıklar mı daha canlı, daha parlak yoksa hakikat mi işte o zaman göreceğiz... Ulan Batur, Ruslardan kalma bitişik nizam apartmanları, yüksek cam binaları, alışveriş merkezleri, İstanbul’u bile aratan trafiği ve maske takmayı gerektirecek kadar kirli havasıyla ‘şaşırtan’ bir şehir... Bir toparlanma, gelişme halinde olduğu muhak-


MOĞOLİSTAN // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 61

“incelikli” bir hayat ORHUN IRMAĞI’NIN KIYISINDA oturdum ağladım

Gezebileceğimiz iki müze ve bir Budist tapınağı var. Budist Moğol halkının günahlarından arınmak için ziyaret ettiği tapınak, altın ve gümüşten yapılmış devasa Buda heykeliyle dikkat çekiyor. Ve güvercinlere yem vermek, sadece İstanbul’un Eminönü’sünde ya da Saraybosna’nın Başçarşı’sında değil, bu tapınağın avlusunda da makbul bir davranış. Müzelere gelince, biz daha ziyade, Moğol kültürüne ait objelerin sergilendiği Milli Tarih Müzesi’nde vakit geçirdik. Burada bizi bir sürpriz bekliyordu üstelik, “Türk periyodu” diye anılan 6-9. yüzyıllara ait arkeolojik buluntuların teşhir edildiği özel bir salon... Toprak kaplar, vazolar bir yana, gümüş mutfak eşyaları, son derece zarif gümüş bir geyik heykeli, altın bir taç ve binalara ait olduğu düşünülen süslemeler... Göçebeliğin bütün olumsuz imajlarından nasibini almış atalarımızın aslında ‘incelikli bir hayat sürmüş olabileceğine inanmak için yeterli deliller...

kak; ama bilirsiniz başkentler hep soğuk yüzlü olur, Ankaralılar gücenmesin, insan dünyanın hangi köşesine giderse gitsin hep bir İstanbul arar, binlerce kilometre yol almayı gerektirecek bir sebep... O sebep Ulan Batur değil işte, bu çok açık. Ve maalesef egzotizm hemen giderilmesi gereken bir ihtiyaç! Dinlemek ve anlamak için vakit yok zaten! Hiç bilmediğin bir şehre, bir hayalle çıkagel, o hayale kavuşmak için arsızca bir telaşa kapıl ve sana istediğini vermediğinde şehri, elinin tersiyle bir kenara it... Uzak mahallelerde, müstakil evlerin bahçelerinde çadırlar ve tek tük de olsa atlı adamlar görünce niye gülümsedik? Aradığımızı kısmen bulduğumuz için değil mi? Neyse, epeyce su götürecek bu bahsi kapatıp şehirde neler yapabileceğimize bir bakalım.

Şimdi Ulan Batur’dan doğuya doğru yaklaşık 40 kilometre uzaklaşalım. Nalayıkh ilçesi yakınlarında ziyaret etmemiz gereken üç nokta var. Birincisi Moğolistan’da geçirdiği bir trafik kazasında hayatını kaybeden ve vasiyeti üzerine o topraklara gömülen Türk okullarının genel müdürü rahmetli Adem Tatlı’nın kabri. Ona selam vermeden, ruhuna bir Fatiha yollamadan bozkırlara açılmayı istemeyiz zira... Hüzünlü bir başlangıç mı, evet; ama “Hüzünlenmeyin evladım, hüzünde dünya gizlidir” diyen bir dostun sesi kulağımızda... İkinci nokta Tonyukuk Yazıtı. Orhun Irmağı civarında olmamasına rağmen, aynı döneme ait olduğu ve aynı konulardan bahsettiği için Orhun Yazıtları’yla birlikte anılan Tonyukuk Yazıtı’nın II. Göktürk Kağanlığı döneminin büyük veziri Bilge Tonyukuk’un ölümünden önce bizzat kendisi tarafından diktirildiği biliniyor. Aynı civardaki görülmesi gereken üçüncü nokta ise, Moğolların gururu Cengiz Han’ı atı üzerinde gösteren devasa bir heykel.


MOĞOLİSTAN // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 62

KARAKUMYOLLARINDA...

Türkiye’den Moğolistan’a sadece Orhun Abideleri’ni, Orhun Vadisi’ni ve Orhun Nehri’ni görmek için, yol kıyısındaki bir göçebe çadırına misafir olmak, başıboş deve sürülerini ve “özgür atları” izlemek ve sonsuzluk hissiyle insanın gönlünü ferahlatan bozkırda seyahat etmek için gidilebilir elbet, kesinlikle ve kesinlikle değer... Ancak itiraf etmeliyiz ki bizim önceliğimiz farklıydı. Türkiyeli yardımseverlerin Kimse Yok Mu Derneği aracılığıyla Moğol kardeşlerine ulaştırmak istedikleri kurban yardımını götürüyorduk beraberimizde. Önce kurbanlar kesilmeli, yoksul aileler ziyaret edilmeliydi, sonra nereye gideceksek giderdik. Hem söz konusu Moğolistan olunca, kurbanlık koyunlar, zaten görmek istediğimiz bozkırın ortasında toplanıyordu, yardımlar girmek istediğimiz Moğol çadırlarına ulaştırılıyordu ve yol Orhun Irmağı’nın kıyısından geçiyordu. O buz tutmuş ırmağın kıyısında biraz soluklanmak ve tabii duygulanmak, hatta dumanda pişirilen nehir balığından tatmak için vaktimiz de vardı, daha ne olsun! Yine de içimizde bir korku, buraya kadar gelmişken Orhun Abideleri’ni görmeden dönermişiz bir de, olur mu olur. Ulan Batur’a inmekle bitmiyor ki iş, abi-

delerin bulunduğu Karakurum’a doğru yaklaşık 430 kilometrelik karlı buzlu bir yolu kat etmek gerekiyor ki sırf bu yüzden Moğolistan’a yolu düşen çoğu Türk, yazıtları göremeden dönmek zorunda kalıyor. Biz talihli yolculardandık çok şükür, Türk okullarının fedakâr öğretmenleri yüzlerinde hiç yitmeyen bir tebessümle hep yanımızdaydılar. Son model bir cipin içinde, yanımızda geceden pişirilmiş patates kızartmaları, köfteler, kekler ve meyvelerle Karakurum yollarına düşebildiysek onlar arkamızdan ittirdiği içindir. TİKA tarafından bir müze içine taşınan Orhun Yazıtları’nı öyle görebildik işte, Uygur Türklerinin ilk başkenti Karabalgasu’nun kalıntılarını ve Gobi Çölü’nün başlangıç noktasını... Buz tutmuş bir çöl, başka nerede görülebilir? Şimdi İstanbul’da bu yazıyı tam da sonlandırmak üzereyken düşünüyorum, geriye ne kaldı? Orhun Vadisi’nden, Bilge Kağan yazıtının bulunduğu alandan bir parça toprak, küçük bir taş, kurumuş bir ot, hepsi de bir kavanozun içinde duruyor. Ama daha güzeli hiç kesilmeyen bir ufuk çizgisi, serin bozkır rüzgârı ve gülümseyen Moğol yüzleri...


CÖMERT ÖYKÜLER // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 63

HZ. ULVE’ye

hakkınızı helal eder misiniz? ELiF AYLA / elifaylaelif@hotmail.com

Yazılmış en güzel şiirin yaşayanlarıydı onlar. Dünyanın en güzel şarkısının bülbülleri. Gökkuşağının kıskandığı güllerin kokuları.

Resulullah’ın önüne. Çocuk küpeyi aceleyle kulağından çıkaramamış, yırtıp almış. Korkmuş sadakasını veremeyeceğinden…”

Son bir sadakat yemini gibiydi koşuşları. Hayırda yarışmaları vuslat davetine icabet eder gibiydi. Hepsinin gönlünde bir coşku, telaş, bitmek bilmez bir güç vardı. Ne kadar gitseler, bir kere daha gidecek hal geliyordu kalplerine. Ne kadar verseler yeniden verecek bereket. Onlar, Ashabı Kiram Efendilerimizdi.

Sesler sustu. Artık hiçbirini duymuyordu. Rabbine döndü. Namazlarına namaz ekledi. Bir tek akan gözyaşları vardı yoldaşı. Bir de Rabbi. Ağladı… Ağladı… Ağladı…

Bizans, “Muhammed öldü!” uğursuz şayiasını yaymış, Medine’nin üzerine yürümeye hazırlanıyordu. Efendimiz (SAV) bir karşı atakla derhal hareket etmek, düşmandan evvel davranmak istiyordu. Sefer duyruldu.

“Yarabbi,” dedi. “Eğer ki üzerimde kardeşlerimin hakkı var ise, ben hepsine helal ettim hakkımı. Sadakamdır bu. Verecek bir şeyim yok, helal edecek haklarımdan başka.” Uyudu. Sabah olduğunda Efendimiz (SAV) ashabını toplayıp gecelerini sordu, dün gece ne yaptıklarını. Kimseden ses çıkmadı. Hâlbuki biri bir şey yapmış olmalıydı, önemli bir şey. Rabbi mutlu edecek bir şey. İkinci defaya sordu, yine sessizlik. Üçüncü soruşunda öne çıktı sahabi efendimiz. Anlattı halini. Anlatıp sustu. Mahcup bir susuş…

Her inanan elinde ne varsa getiriyor, azları çok oluyordu. Hz. Ömer malının yarısını seriyordu bu uğurda. Hz. Ebubekir hepsini. “Ev halkına ne bıraktın?” diyen Efendimiz’e, “Allah ve Resulünü” diyordu Ebubekir. Hep öyle dost, hep öyle candan öte can. Çocuklar koşuyordu sadaka toplayanların peşinden. Oyuncakları mıydı sadaka tasına konan, hayalleri mi kim bilir? Biri evine çekilmiş ağlıyordu. Kimselere görünmeden, ağzını bıçak açmadan, sessiz sessiz ağlıyordu o. Kalbinin kilidi boşalmış, ruhu sıtmaya tutulmuş hıçkırıklara boğuluyordu. Komşularının seslerini işitiyordu. “İnanlar toplanmış, sadaka tasının içine ne varsa bırakıyorlarmış.” Fısıltılar büyüyor, büyüyor, duvarlara çarpıyor, gök gürültüsünden beter bir sesle kulağında patlıyordu. “Kadınlar ziynetlerini yolluyorlarmış.” Kalbi daha şiddetle çarpıyor, acısı tarife sığmaz bir hal alıyordu. “Çocuklar koşuyormuş sadaka toplayanların peşinden. Kanlı bir küpe gelmiş

“Hiçbir şeyim yok” dedi. “Verecek bir şeyim yok.” Kardeşleri sefere giderken, çocuklar bile avuçlarındakileri verirken, verecek hiçbir şeyi yoktu sadaka niyetine.

Ve bir müjdeyle çınladı Medine. Efendimiz’den Hz. Ulve’ye müjde: “Dün gece Cebrail Aleyhisselam gelip, ‘Ashabın içinde öyle biri var ki, Rabbin ondan razı oldu’ dedi.” O, Hz. Ulve Efendimizdi. Gönüllerin Ulvisi. Bin şu kadar yıl geçince… Vedadan sonraya kalınca. Sadakalar bir telefon mesajına düşüp, vermek kolaylaşınca. Yine de yok, almaktan bizarım diyenler. Sadaka niyetine deyip, helal edecek hakkımız da mı yok?


iYi ÇiZGiLER

DAĞISTANÇETiNKAYA




Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.