Woody allen espri kitabı

Page 1


yumuşak gyayınlan:2 espri kitabı

Birinci Baskı: Temmuz 1997 Dizgi: ğ Montaj: Erdem Baskı: Umut Matbaacılık



espri kitabı

Woody Allen Türkçesi: H aşiye Süm er

yum uşak g yayınları


Önsöz

Woody Ailen bir sözcük komedyenidir. Başlangıçta, bir Slapstick-Star'ıydı. H ayranlan esprilerini seviyorlar ve sahne'de bunları kendisi oynadığında daha da çok gülüyorlardı. Ama artık aktör Woody Ailen yönetmen iskem­ lesine çekiliyor ve komik filmler üretiyor. Bu kitap, Woody'yi ve esprilerini seven herkese, onun en gü­ zel düşüncelerini sözcük olarak getiriyor.

5


Komik Adam, Woody Allen

Danny Rose yaşlılar kulübünde sunucudur: "Buraya araba ile geldim. Araba kullanmasını seviyorum, çok ilginç insanlar ezebiliyorsun!" Tina Vitale mafyanın acımasızlığını anlatıyor: Tina: Birkaç kişi gözlerine ateş etti. Danny: Aaa... kör mü oldu? Tina: Öldü! Danny: Tabii ya... böyle şeyler çok göze batar. Dalgın sanatçılar arasında bir konuşma: - Kırmızı yaban mersin sosu biraz kuru olmuş değil mi?" - Şu anda yediğin patates püresi!"

6


1. Sözcük cambazı

Espri yapmak Woody'nin en sevdiği uğraş. Gençliğinden beri bu sanatta daha iyi olmak için çalışıyor. Laf salataları ve keskin konuşmalar, sa­ karlık ile ilgili taş atmalar ve dalga geçmeler onun simgesi. O da tüm palyaçolar gibi mutsuz. Çevresindeki dünya ona yabancı ama aynı zamanda komik geli­ yor. Ve çaresizlikle boğulmadan önce, daha da iyi fıkralar anlatmak ve daha da komik olmak istiyor, 90'lı yılların sonuna değin... Yahudi Woody Allen, Brooklyn'de doğdu. Bura­ da Yahudi esprisinden esinlenen yeterince garip tipler ve garip olaylar yaşanıyordu. Pipolarının tü ­ tününü çocukların kafalarına vurarak boşaltan yaş­ lı adam lar, ağlayarak yaşayan fakir insanların anında yaptıkları espriler günlerini felsefi spekü­ lasyonlarla ve yaşamın anlamını bulmaya çalış­ makla geçirenler... Bunların hepsi, Woody'yi şu so­ nuca ulaştırıyor: Hiç olmamaktansa, bir Flatbush 7


olmak iyidir. İlk fıkralarını, argo sokak konuşmala­ rından, ucuz varyete eğlencelerinden, pazar bağrış­ malarından ve aile kavgalarından oluşturuyor. İlk metinlerini gazetelere ve radyolara gönderiyor. Böylece 17 yaşında, ilk dolarlarını fıkralarıyla ka­ zanmaya başlıyor. PR-Şirketi'nde zeki saçmalıklar üretebiliyor ve bir sene sonra NBC onu bir gösteriyi yeniden düzenlemek için işe alıyor. Bu işle birlikte Hollywood'la tanışıyor. Ve böylece, Mel Brooks, Mel Tolkin, Larry G elbart gibi saygıdeğer kişilerden oluşan bir şaka çetesinin üyesi oluyor. Bu dönemde Woody, hızlılığının ve kararlılığının kendisine çok yardımcı olacağını anlıyor. Yılda 10 bin fıkra yazı­ yor ve şakalarını kendisi sahneliyor. Sözcük komed­ yeni olarak varyetede ilk sahneye çıkışları pek umut verici olmuyor. Ama zeki Woody, bu terslikle­ ri skeçlerinde yem olarak kullanıyor. Böylece, yavaş yavaş sinema perdesinde ünlü bir kişilik haline geliyor: Hazırcevap ve bütün sa­ karlıklarını o müthiş fıkralarında laf salatasına çe­ viren bir komedyen. Bizi korkutmuyor. Çok şeffaf bir insan. Palyaço Woody Ailen, Slapstick'e olan eği­ limi ile, günlük yaşam kültürümüzün entelektüel eleştirmeni haline geliyor. Slaptick çalışmaları na­ sıl ince esprilere yöneliyorsa, o düzeyde bir seyirci kitlesi ve konular hedefliyor. Şöhretinin gelişmesin­ de daha çok kendi kişiliğini odak noktası olarak kullanıyor. "Annie Hall"de canlandırdığı komedyen tipi ile bunun tam tersini çiziyor: Ajans: Bu adam doğuştan komedyen; eminim 8


sana da bir senaryo yazabilir. Komedyen: Evet, evet bana iyi olduğunu söyle­ di. Bakın size nasıl çalıştığımı anlatayım. Biliyor musunuz, ben aslında komik biri değilim. Hani o çı­ kar çıkmaz birkaç espri patlatanlardan. Onlar hava raporunu anlatsalar gülmekten masanın altına dü­ şerler. Hayır hayır, bana gerçek espriler lazım. Söy­ lem değil! Uzun lafın kısası, ben klas çalışmalar is­ tiyorum! Beni anlıyor musun? Örneğin bir küçük açılış şarkısı: Da..Da..Da..Pah..Pah! Ondan sonra sahneye çıkıyorum: "Yine çok gü­ zel insanlar var ve atmosfer süper!" Ondan sonra duruyorum ve birkaç espri patla­ tıyorum, ama sizden biraz malzeme geliyor. Mesela şöyle: Ha, biraz evvel yukarıda Kanada'daydım. Ya­ ni modern Fransız mutfağının çok avantajları var. Ülkedeki kadınlar, doğum kontrol hapı yerine Rokfor peyniri kullanıyorlar, ha ha ha! Bu benim en iyi çalışmalarımdan biri. Alvy: Ben de böylelerinin çoktan yok edildiğini sanıyordum. Ama bir yerde bunları tutan seyircile­ rin olması gerekiyor. Yoksa böyle insanlar çoktan yok olurdu. "Şehir nevrotikleri"nde Johnny Haymer'in ye­ teneklere aracı olan merkezlerde canlandırdığı bu tü r komedyenler, sıradan esprilerle çalışıyorlar. Bu­ na muhtaçlar, çünkü fıkralarında günü yakalayamıyorlar. Buna karşın, Woody Ailen bizden biri, bizim sorunlarımızla ilgilenen biri. Onun esprilerindeki 9


kişilerle kendimizi karşılaştırabiliyoruz. Özellikle, sinema perdesinden bizlere bakıp seslendiğinde; Örneğin, "şehir nevrotikleri'nde yaptığı gibi. Sinema kuyruğunda: Ziyaretçi: Geçen çarşamba Fellini'nin yeni fil­ mini seyrettik. En iyilerinden değildi. Ne demek is­ tediğinden emin olmadığı hissini veriyordu insana. İtiraf etmeliyim ki, bana hep teknik film yapımcısı gibi geliyor. Evet, "La Strada" olağanüstü bir filmdi, negatif enerjinin kullanımının harika bir örneği. Her şeyden daha çok, ama... Alvy: Bunu daha fazla dinlemek zorunda kalır­ sam baygınlık geçireceğim. Annie: Dinleme o zaman! Alvy: Harikasın! Bunu nasıl yapayım, adam düşüncelerini resmen kulağımın içine bağırıyor. Annie: Tamam, tamam. Ziyaretçi: ....Örneğin 'Julia ve Ruhlar’ ve 'Satrican'da çok ama çok iyi huyluydu. Tanıdığım en iyi huylu film yapımcılarından. Alvy: A nahtar sözcük: İyi huylu!...Bu tipik!... Sen neden bTı kadar sinirlisin? Annie: Bugün terapiye gidemedim, uyuya kal­ mışım. Alvy: Tss! Hay Allah! Neden uyuya kaldın? Annie: Çalar saat yüzünden. Alvy: Tss, tss! Bu bana karşı çok düşmanca bir tavır. Annie: Biliyorum! Bizim seksüel sorunumuzu demek istiyorsun.


Alvy: Cinsel hayatımızın yoğunluğunu sırada­ ki herkesin öğrenmesini mi istiyorsun? Ziyaretçi: ...Bu aynı Sammuel Beckett'deki gi­ bi, hayranım... Alvy: Aaaah! Ziyaretçi: Tekniğine hayranım , iliğine kadar etkiliyor beni. Alvy: Ben senin... iliğini etkilemeyi çok ister­ dim. Annie: Sakin ol Alvy! Alvy: Her sözünde adam enseme tükürüyor! Annie: Sana bir şey söyleyebilir miyim? Tera­ pimi kaçırmam seni ilgilendirdiği için önemsiyor­ sun. O kadar ilginç birisin sen! Ziyaretçi: ... Bu, dünya görüşünü ilgilendiren bir sorun!... Alvy: Tss, tss! Galiba ilk buluşmaları! Annie: Hımm! Alvy: Bunlar, büyük bir olasılıkla aylık bir derginin evlilik köşesi aracılığıyla tanışmışlar: Otuz yaşlarında bir akademisyenim, Mozart, James Joyce ve Sodomie'den hoşlanan bir bayan arıyorum!... Ne... bizim seksüel sorunumuz ile ne demek istiyor­ sun? "Brooklyn"de büyümüş bir erkek için çok nor­ malim ben! Annie: Oh, tamam! Benim seksüel sorunum! Bu benim seksüel sorunum! Alvy: Oh, bunu hiç okumadım... bu Henry James'in sanırım, 'Vidanın döndürülüşü' romanından. Annie: Evet, evet doğru... Ziyaretçi: ... Marshall McLuhan çok güzel ifa­ 11


de etti... Alvy: ..Aaahü... Marshall McLuhan!... Ziyaretçi:... Çok yüksek bir gücün oluşturdu­ ğunu söylüyor... Alvy: Evet, evet... böyle büyükçe bir torba do­ lusu domatese neler vermezdim şu an!...(kameraya doğru) Böyle bir durumda ne yapılır, ayaklarına ka­ rasular inene kadar sinema kuyruğunda bekliyor­ sun ve arkanda böyle bir adam duruyor! Ziyaretçi: Bir saniye, neden düşündüklerimi söylemeyecek mişim? Biz özgür bir ülkede yaşıyo­ ruz! Alvy: Ne dedim? Ne dedim? Tabii ki düşün­ düklerinizi söyleyebilirsiniz, ama bu kadar sesli de­ ğil! Hem siz kim oluyorsunuz da M arshall McLuhan'ın hakkında konuşuyorsunuz? Marshall McLuhan hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz. Ziyaretçi: Sizi aydınlatayım o zaman; Columbia Üniversitesi'nde televizyon, basın-yaym ve kül­ tü rle r hak k ın d a ders veriyorum . Ve, Mr. McLuhan'ın bakış açısını en ufak detayına ve inceli­ ğine kadar anlatabildiğime eminim. Alvy: Öyle mi sanıyorsunuz! Ziyaretçi: Evet! Alvy: Bunu çok m erak ettim . Çünkü Bay McLuhan burada. Bay McLuhan'dan rica edebilir miyim? Aaa... buraya gelebilir misiniz? Ziyaretçi: Ama bu!... McLuhan: Ben... aah... ben dediklerinizi duy­ dum ve benim felsefemden haberiniz bile yok. Beni çok yanlış tanıyorsunuz. 12


Ziyaretçi: ...Aaahü... McLuhan: Üniversite sizi nasıl kabul etmiş, hayret ettim! Alvy: Keşke gerçek hayatta da böyle olsa! Ne yazık ki gerçek hayatta böyle olmuyor. Ve gittikçe filmlerinde sürekli kaybeden, büyük çaba­ lardan sonra küçük başarılar elde eden, sakar Woody'yi buluyoruz. Onunla birlikte, yaşadığımız dünyadaki haksızlıkların intikamını alıyoruz. Sine­ ma kuyruğundaki ukala ziyaretçiler gerçek hayatta çok fazla var! Woody'nin sözcük esprisinin belirli bir yönü var. Sonucu belirleyemediğimiz bir merak uyandırı­ yor bizde. Bu da komikliğinin temeli. Woody Ailen, bizi etkileyen konularla ustaca cambazlık yapıyor ve komik etkenlerle bunları esprinin içinde bize ak­ tarıyor. Böylece büyükşehir toplumunun dünya so­ runlarıyla ilgilenmemek için, zorunlu olarak başka uğraşlarla ilgilenmelerini su üstüne çıkarıyor. O za­ man Ailen bir kültür eleştirmeni mi? Evet, onu da yapıyor, ama ilk planda komik olmayı seviyor. Birbirine giren uzun cümleler kurmaya bayılı­ yor. Film fragmanlarının felsefi söylemleri hep te­ petaklak düşüyor, örneğin: "Ölüme tamam. Ama, kıyafetini ona göre seç­ men gerekiyor." ya da: "Melnick diyor ki, ruhumuz ölümsüzdür ve be­ denimiz çürüdükten sonra da yaşamaya devam eder; ama, ruhum bedenim olmadan yaşarsa, emi­ 13


nim, bütün giysilerim ona bol gelir." ("Leit'siz Freud olmaz") Keskin zekalı düşünürlüğü, duygusal söylemle­ ri ve ahlak düşkünlerini hor gören anlamlı hareket­ lerle, gülünç durum a düşürüyor. Woody'nin püf noktası, konuları anlamsızlaşıncaya kadar işlemek. Film fragmanları çok fazla ukalalaşıyorsa, bunu da kendisinde uyguluyor; yakında, bir muz kabuğunun üzerinde ayağının kaymasıyla yere düşeceğinden emin olabilirsiniz. O tipler ne kadar ukala ve ne ka­ dar hava basmayı seviyorsa, Woody Ailen da onlara karşı o kadar acımasız oluyor ve onların bir hiç ol­ duklarını kanıtlıyor. Sevimli tipler, var olabilmek için laf cambazlı­ ğına başvurdukları halde, şeffaf görünmeye çalış­ tıkları ve bu yüzden de kendilerine karşı olmadıkla­ rı için hesap vermeliler. O zaman, hazır cevaplılığın daniskası bile fay­ da etmiyor. Woody Ailen la fa dayalı espriyi sahnede daha da çok geliştiriyor ve her zaman, filmlerinde sahne deneyimini kullanıyor. Aynı, "Şehir nevrotiklerf'ndeki öğrenci önünde yaptığı espriler gibi: "Ben nerdeyim, burası neresi? Umarım, Wis­ consin Üniversitesi'ndeyimdir. Üniversitelerde sah­ neye çıktığım zaman çok heyecanlanıyorum. Sanı­ rım bu, kötü geçen üniversite yıllarım yüzünden. Çünkü, daha birinci sınıfta okuldan atıldım! Metafi­ zik dersinde kopya çekerken yakalandım, oysa sa­ 14


dece yanımdaki çocuğun ruhuna bakıyordum! Sen misin atılan, annem kendisini tuvalete kilitleyerek yüksek dozda kızma birader taşları yutmaz mı! Hem de zarlarıyla birlikte! (Annemin cinsel duyar­ gaları birazcık bozuktur hani!) Ben tabii ki bu olay­ lardan çok etkilendim, büyük depresyonlar geçir­ dim. Ve psikiyatrik bakıma girdiğimde intihara ni­ yetlendim. M utlaka intihar ederdim ama, benim doktorum Freud’un mutsuz müritlerindendi. Başa­ rılı bir intihar girişiminden sonra bile, gelmediğim seansları ödemek zorunda kalırdım." Vesaire, vesaire... Woody Allen'a, tematik hiç­ bir kapı kapalı kalmaz. Ailen, canlı seyircinin nelerden hoşlandığını çok iyi bilir ve bu her yerde tutulur. Zeki dokundurmaları, Wisconsin Üniversitesi'ndeki gibi kültürlü bir seyirci kitlesini tabii ki da­ ha çok etkiliyor. Allen'in usulü sadece tematik değil. Atlamalar­ la, kırık ve birikmiş konularla da çalışır. Dinleyici­ nin bütün esprileri anlayabilmesi için fikir yürüt­ mesi gerekiyor. Bu durum lar için yeteri kadar örnek var. "Weinstein'a Kaddisch yok" "Leit'siz Freud olmaz kitabından" bir bölüm: Rush Street'deki oyun arkadaşı Adelmann, Sorbonne'da araba kullanma dersi okumuş. Bir ara­ bayı çok güzel idare ediyor ve çoğu zaman tek başı­ na bile kullanabiliyor. Woody Allen'in lafa dayalı esprideki inceliği gi­ 15


derek daha da güçleniyor. Sinema perdeleri ve figürler değişiyor ama, Allen’in laf cambazlıkları ve esprilerinin etkileri de­ ğişmiyor. Sözlere dayalı espriler Allen'a, güzel dü­ zenlenmiş sahneleri başaşağı etmeye yardımcı olu­ yor. Yönetmen Woody Ailen fazla "güzelleşmeden" sözcüklerdeki esprinin zevkine tekrar varıyor. Kariyerindeki ilk yılların zemin cümlesi; "Baş­ langıçta cümle vardı." Ailen için artık bu geçerli de­ ğil. Çünkü gittikçe kamera arkasında kayboluyor ve yönetmen iskemlesinin üstünde yerini alıyor. Ko­ mik olmayı başkalarına bırakıyor. Görüntüde olma­ dığı zaman Woody Allen'ın filmleri her zaman ko­ mik olmuyor. Çoğu zaman bir sahnenin komikliği görsel olarak ortaya çıkıyor. "September" filmindeki gibi. Çiftlik evinin içinde, mum ışığının romantik havasının tam ortasında, kesilen elektrikler geri ge­ liyor ve pikabın üstündeki plak çalmaya başlıyor. Böyle ani hava değişiklikleri ile Ailen, sözlü esprilerden elde ettiği etkiyi görsel olarak da yaratı­ yor ve böylece yükselen heyecanı birdenbire yok ediyor. Sözlü esprilerden gelecekte de vazgeçmeyecek. Vazgeçmek için çok fazla komiklik yapması ge­ rekiyor. Çenesi fazlasıyla düşük. Allen'ın sakin ve imalı esprisi, öylesine attığı tek cümle halindeki esprilerinde ortaya çıkıyor. Ör­ neğin: "Benim gibi insanları kabul eden bir kulübe üye olmak istemem." Bu gibi espriler Ailen'den "Şehir nevrotikle16


ri"ne Groucho Marks esprisi olarak nakledildiyse de, bunlar onun kişiliğine özgü... Groucho Marks gibi Yahudi komedyenleri ör­ nek alan Ailen, korkaklık ve küstahlıktan oluşan bir karışımı "Şehir nevrotikleri"nde Alvy Singer ve önceki film tiplerinde karakterize ediyor. Küstahça bütün güzel bayanlara ve güçlü er­ keklere yağcılık yapar ama iş ciddiye bindiğinde he­ men geri çekilir. Hayranlık duyduğu bayan ona: "Bu gece odama gelecek misiniz?" diye sorduğunda Woody'nin ceva­ bı: "Gerçekten orada olacak mısınız?" olur. Onun için kendine güven sadece bir dış cephe, ona gerçekten sahip değil. Woody Allen'ın önceki filmleri "şehir nevrotikleri" de dahil "sözcük filmleri". Woody, sahnelerin aralarında dolaşıyor ve ko­ nuşuyor. Yönetmen Ailen, güzelliğin kendisini anlatan sahnelerden kaçmıyor. Konuşmalarında gevşeklik veren bir şeyler var. Son olarak "M anhattan"da ve ondan önceki filmlerinde de ("Boris Gruschenko'nun Son Gecesi" gibi) sahne görüntüsünün avantajına göre, konuş­ ma zevkini azaltıyor. Zaten skeçlerden, şakalardan, söylem ve varyete konuşm alarından oluşan film zincirlerinde sahne görüntüleri yeterince zor gelişi­ yor. Ailen, birçok tiyatro eserlerinin de yapımcısı. Bunlarda sözcüklerin kontrolsüz akışı, görüntüleri görüntü balesine dönüştürüyor. 17


Belirtildiği gibi; Allen'in komikliği, ilk önce, sözcüklerinde. Komedyen Allen'm en güçlü silahı çenesi. Şu iki örnek, bütün çalışmalarında sözlere da­ yanan esprilerinin nasıl iz bıraktığını gösteriyor: Önceki döneminden "Sakar Karga Woody" ve sonra­ ki dönemi "Purple Rose of Cairo". Woody Ailen, kendi puantajl'arını koyabilme yetkesini değişik biçimlerde kanıtlıyor: 1. Banka Soygunu 1. Veznedar: Bu da ne demek oluyor? Virgil: Hım, okumasını bilmiyor musunuz? 1. Veznedar: Bunu okuyamıyorum. Ne demek bu? Açık konuşun! Virgil: Hayır, Lütfen torbaya 50 bin dolar ko­ yun ve kuşku uyandırmayın! Silahımı size doğru yöneltiyorum. 1. Veznedar: Bu silahımıl'a benziyor. Burada silahımıl yazıyor, silahımı değil. Bunun sonunda bir T var. Virgil: Hayır, hayır. O bir ünlem işareti! Bak, çok belirgin bir şekilde silahımı yazıyor. 1. Veznedar: George bir saniye gelebilir misin? Sen bunu nasıl okuyorsun? 2. Veznedar: Lütfen torbaya 50 bin dolar ko­ yun ve kuşku uyandırmayın... Virgil: Aah, uyandırmayın! Kuşku uyandırma­ yın! 1. Veznedar: Bunu ne olarak okuyorsun? Sila­ hımı mı, yoksa silahımıl mı? 18


2. Veznedar: Silahımı tabii ki. Ama "uyandır­ mayın" ne demek? Virgil: Kuşku uyandırmayın! Normal davran­ manız gerekiyor. Burada çok belirgin bir şekilde: Lütfen torbaya 50 bin dolar koyun ve kuşku uyan­ dırmayın. Silahımı size doğru yöneltiyorum, yazı­ yor. 1. Veznedar: Ah, şimdi anladım. Bu bir banka soygunu! Virgil: Evet, doğru. 1. Veznedar: Bana lütfen silahınızı gösterir mi­ siniz? Virgil: Oh tabii, buyrun. 1. Veznedar: Size parayı vermeden önce bu ka­ ğıdı lütfen müdürlerden birine imzalatır mısınız? Virgil: Lütfen, çok acelem var. 1. Veznedar: Pardon? Virgil: Çok acelem var. 1. Veznedar: Üzgünüm ama kural böyle. Virgil: Evet o zaman. Virgil'in yazış şeklinin tartışm ası, bankadaki bütün çalışanların çıkardığı gürültü arasında kay­ boluyor. (Sakar Karga Woody) 2. Sinemada Bir Konuşma Erkek Ziyaretçi: Sîzleri orada izlemek hoşumu­ za gidiyor. Bayan Ziyaretçi: Evet, eşim insanları büyük bir zevkle inceliyor. Film fragmanı: Ama biz insan değiliz! Bayan Ziyaretçi: Ah, bu Harold için önemli de­ 19


ğil. İnsanlarla zaten sorunları var. Erkek Ziyaretçi: Benim sorunlarım mı var? İn­ sanlarla ne zaman sorunlarım oldu ki? Bayan Ziyaretçi: Donald'a karşı normal dav­ randığını mı söylemek istiyorsun? Kendi damadıyla konuşmuyor! Erkek Ziyaretçi: Ben mi konuşmuyorum? Ken­ disi gıkını çıkarmıyor! Ağzını hiç açmıyor! Bayan Ziyaretçi: Onu sen sıkıştırmaksın. Erkek Ziyaretçi: Ben insanları sıkıştırmam! Bayan Ziyaretçi: Demedim mi, insanlarla so­ runu var diye! (Purple Rose of Cairo) Bu iki örnek, sözcüklerle oynama şeklini çok güzel dile getiriyor. Ve dahası konuşmada zorluk çeken kişinin toplumsal durumunu karakterize edi­ yor. Onlar için konuşmak, yedi mühürlü bir kitabın ağlarına takılmak gibi bir şey. Ona başarının yollarını açan, Flatbush'un dar kesiminden gelen, konuşma ustası Yahudi Woody Allen'ın, kesinlikle filmlerinde canlandırdığı keke­ meliğin toplumsal olay olması değil. Konuşma medyumunu olağanüstü kullanabili­ yor. İlk aşamada başarısı yazar olarak, sonra yönet­ men, ondan sonra da oyuncu vs. vs. olarak. Ailen bütün senaryolarını evde yazıyor; önce elde, sonra makineye geçiyor. Düzeltmelerinde kesinlikle kim­ seden yardım almıyor. Yazar olarak Ailen, kendisi­ nin efendisi. İlk tiyatro eseri "Don't Drink the Water" 1966'da bir yıl süreyle sahneye konuldu; aynı başa­ 20


rıyı ikinci eseri "P la y it Again Sam"de gösterdi. 1973'te bir perdelik piyeslerinin, "Sex", "God" ve "Death"in ilk temsili yapıldı. Son çalışması "The Floating Lightbulp'"un 1981'de galası yapılıyor. Tüm bu tiyatro eserleri Al­ manya'da da sahneye konuldu ve sürekli olarak oyun programlarında yer alıyor. Allen'ın kısa öyküleri dergilerde ve magazin yayınlarında sürekli basılıyor. Özellikle, "New Yorker"da. Bu öykülerin çoğu film senaryosu olarak yi­ ne ortaya çıktı ve çıkmaya da devam ediyor. Daha önce de belirtildiği gibi Woody Allen ilk aşamada bir yazar ve öyle de kalacak. Bu, komik olmayı ge­ reksinen biri için çok iyi bir çıkış pozisyonu. Konuş­ ma ve konuşturmalarıyla katılaşmış olayları yumu­ şatabiliyor ve bu yüzden seviliyor. Esprilerini ve on­ ları anlatış tarzını seviyorlar. Woody, acımasız bir toplum eleştirmeni ya da ideolog olarak uygun de­ ğil. Onu, endişeler çok rahatsız ediyor. Örneğin, her şey sadece yanılsama ise ve hiçbir şey gerçek değil­ se, ne olacak o zaman? Bu durum için bir ideolojik konuşma hazırlamaya ya da konuşma yapmaya değmez. Her şey tereddütlü ve Woody, daha çok ko­ lay şeylere tutunuyor. Allen "Nadelmann Böyleydi (Yanetkilerinden) adlı kısa öyküsünde bunları anlatıyor: "Nadelmann sürekli olarak nasıl defnedileceği­ ni kendisine sorun ediyordu ve bana bir keresinde şöyle demişti: Yakılmayı, gömülmeye tercih ediyorum. Ama, 21


her ikisinde de Bayan Nadelmann ile birlikteyken ve bir hafta sonunda olmalı." Yoldaşlan hakkmdaki biyografik araştırmalar, Allen'ın en sevdiği edebi yayın şekli; onları kendi konuşmaları ile ele veriyor. "Ölüm Mahkumu" (Yanetkilerinden) öyküsün­ de Ailen son saatlerini yaşayan bir mahkumu anla­ tıyor; bir yazar için ne kadar melodramatik bir fır­ sat. Ama hayır, Ailen bu melodramı ve toplumsal yargıyı deviriyor ve düşünmeye başlıyor: "Clouquet gerçeklerden nefret ediyordu, ama oranın doğru dürüst bir biftek alabileceği tek yer ol­ duğunun bilincindeydi." Saçma dergilerin isterileriyle dalga geçiyordu, hani o sözde uçan dairelerin görgü tanıklarından. (Uçan Dairelerin Tehlikesi-Yanetkileri) "Schmidt’m Anıları - Sen Sana Nasılsan, Ben de Bana Öyle"den toplanmış üçüncü Reich ve ünlü nazibaşları hak­ kında açıklık veren literatürler ve Raymond Chand­ ler ya da Dashiell Hammett gibi polisiye yazarlar ile dalga geçiyor. "Eski Essays'ler" (Leit'siz Freud olmaz) öykü­ sünde psikologların ve sosyal kuramcılarının basit anlayışlarını ve yeni sorular soracakları yerde her soruna kalıplaşmış yanıtlar vermelerini eleştiriyor. Ailen, "Sevgi hakkında" şöyle yazıyor: "Hangisi daha iyidir, seven mi yoksa sevilen mi olmak? Hiç­ biri, eğer kolesterolün altı yüzü geçiyorsa. 22


Sevgi, yani tabii ki romantik sevgiyi kastediyo­ rum, kadın ve erkek arasında olan sevgiyi; çocuk ve anne, bir çocuk ve köpeği arasında ya da iki şef gar­ sonun arasındaki sevgiyi değil! Aşık olduğunda en güzel şey şarkı söyleme ar­ zusudur. Bu arzuya ne pahasına olursa olsun karşı çıkmanız gerekiyor. Ayrıca ateşli erkeklerin de şar­ kı sözlerini "konuşmamaya" özen göstermeleri gere­ kiyor. Sevmek, hayranlık duymaktan daha ayrı bir şey; uzaklardan bir insana hayranlık duyabilirsin ama birini gerçekten sevebilmen için onunla perde­ lerin arkasında mutlaka aynı odada olman gereki­ yor. Vesaire, vesaire..." Bu tü r parodiler bir şeye açıklık getiriyor: Woody Ailen, çoğu şeyi ciddiye almıyor ve o okunmuş biri. Olağan taklitler tabii ki Woody Allen'ın buluşu değil. Belgesel film stilinde Leonard Zelig insan bu­ kalemunun uydurma öyküsünü haftalık televizyon programı şeklinde anlatıyor. Taklit mükemmel. Orijinal belgesel görüntüler­ le ve taklit edilmiş oyun malzemesi ile bağlantıları bu filmi film tarihinde eşsiz bir konuma ulaştırıyor. "Zelig" ile Woody Ailen görsel etkenlerin tama­ men kelime esprileri kadar etkili olabileceğini ka­ nıtlıyor. Woody, hâlâ bir laf komedyeni. Ama bugün espri yazarı ve görüntüye önem veren yönetmen arasında ideal bir uyum sağlıyor. Ailen hâlâ, fikirlerini diyaloglara çevirme yeti sine sahip. 23


2. Slapstick'in bir ustası

Woody Ailen bir "düşerkalkar”, ne kadar darbe yese de ayağa kalkmayı başarıyor. H ayatta kalma stratejisinde bu adam bir usta; sürekli hareket ha­ linde olan eski Kintopp zamanındaki sessiz film ko­ medyenlerinden çok şey öğreniyor. Sürekli gezen, köpeklerden, polislerden ve ayı ısıranlardan kaçan Ben Turpin, Harold Lloyd, Harry Langdon, Lorel ve Hardy ve tabii ki büyük Chaplin, bunlar Slapstick üstalarm m sadece birkaçı. Hepsi seyircilerini çok iyi deniyorlardı ve bu nedenle günlük yaşamların­ daki sorunları daha da iyi biliyorlardı. Onlar Underdog'lar için oynuyorlardı. Slapstick komedyenle­ ri vücutları ile hayattaki haksızlıkları dengeliyor­ lardı. Sakarlıkların, iflasların ve ters giden her şe­ yin arasında dans ediyorlardı. Hiçbir zaman kaza­ nan olamadıkları için yenilgilerinden bir felsefe yapmaları gerekiyordu. Onların tek kuvvetli yanla­ rı, almaktaki yetenekleriydi. Objelere ve nesnelere 24


karşı savaşmak onların asıl uğraşlarıydı. Onların sloganı Slapstick'di. "Slapstick"in asıl anlamı palyaçoların, el kuk­ lalarının timsahları ve polisleri anlatmakta kullan­ dıkları yardımcı sopa. Bu anlam, sessiz filmlerin kargaşalarında ve Nickelodeon'un Kintopp'unda vücut hareketlerinin vurgulaması demek, tüm vücudun çabuk ve tam uyumu. Eski filmlerinde Woody Ailen, kendisini bir Slapstick oyuncusu olarak sunuyor. Yine de o baş­ tan beri söylemleri ve esprileriyle muziplik yapan bir sözcük sanatçısı. Ama ilk olarak Ailen'in içinde­ ki sakar, kendisini vücut hareketlerinde belli edi­ yor. Palyaço Ailen, sadece komik şeylerin söylendiği sahnelerde değil, komik olayların olduğu sahnelerin arasında da zıpır zıpır dolaşıyor. Hoyrat, fırlak ve kısa kalmış Underdog olarak elinden doğru dürüst hiçbir şey gelmeyen dış görü­ nüşü bile Slapstick için harika bir çıkış noktası. "Sakar Karga Woody" ya da "Play it Again Sam" gi­ bi filmlerinde Woody, kendisine yem arayan ama iniş yeri bulmayan uçan bir tavuğa benziyor. Kendinden emin olmayan yürüyüşleri, uçuşan hareketleri, kadınlar, arkadaşlar ya da düşmanlan yaklaştığı anda o korku dolu bakışları, biraz evvel dolu yağmış gibi yüz ifadesi ve sürekli yangın çıkışı­ na doğru geri geri "hazır ol" yürümeleri- bunlar hepsi Ailenin Slapstick sinemasından aldığı örnek­ leri gösteriyor. Ailen eski filmlerinde Slapstick'i gü­ 25


zel görüntülere kontrast olarak kullanıyordu ve söz­ cük esprisinin ağırlığı durumun ciddiyetini sarsı­ yordu. Böylece küçük nedenlerden büyük etkenler oluşuyordu. Kahraman kendisine bir çıkış noktası belirliyor ve hedefine doğru çabalıyor. Ama ne kadar çok uğraşırsa o kadar çok gerçek amacından uzaklaşıyor ve sonunda kendisi de aslın­ da ne istediğini bilmiyor. Hareketleri ile dünyası daha da çok karışıyor. Her şey ama her şey ona rü­ yalarındaki kıza sahip olmasına ya da kahvesini kahve fincanına dökmesine engel oluyor. Çaldığı çello ona çok büyük geliyor, katıldığı sokak bandosu ona göre çok çabuk yürüyor ve onlara ayak uyduramıyor, bayan konuğunu etkilemek istediği plak elinde parçalanıyor ve soygunda kullanmak istediği tabanca yağmurda sabun köpüğüne dönüşüyor. İhanet, özel Slapstick komedyeni Woody Ailen için yaratılmış. Büyük olasılıkla Ailen, sonunda bütün kemik­ lerini tamamen kırmadan her şeyi yoluna sokuyor. Bir slapstick oyuncusunun kuralı, Woody Allen'in eski filmlerinde kullandığı gibi, her zaman tetikte olmak. Fırtınalardan ve depremlerden değil ama onlara benzer felaketlerden, örneğin sevgilisinin banyosundaki kocaman örümcek gibi ya da gelecek dünyadan gönderilmiş özel kötülükler gibi. Sadece harekete geçmek bu sorunların üstesinden geliyor, sözcükler değil. Woody'nin insanlarla ve olaylarla verdiği sava­ şın daha baştan umutsuz olduğu belli. Woody ne kadar rahat görünmeye çalışıyorsa, durumu da o 26


kadar umutsuzlaşıyor. Sevgilisini etkilemek için, aynanın önünde poz veriyorsa o zaman kesinlikle ceketine göre pantolon giymeyi unutuyor. Gözlüğünü rahat bir şekilde gözlük kılıfına ko­ yabilmesi için başka bir gözlüğe daha ihtiyacı olu­ yor. O ne yaparsa yapsın asla rahat bir tip değil ve yine ürkekçe kendisini hayatın akışına bırakmış, her şeye hazır olması gereken biri gibi hayatına de­ vam ediyor. Bu nedenle günlük yaşamın sorunları­ na karşı isterik havası gözden kaçmıyor. Paranoya hisleri bu huzursuz insana yabancı değil, daktilo yazarken bile parm akları birbirine karışıyor. Bu m utlaka kötü dünyanın bir işareti. Her şey onun üzerine yuvarlanıyor. Slapstick'de de düşüş yönü yukardan aşağı tabii ki. Woody de sadece 165 cm küçük olduğu için bü­ tün sakarlıklar tam ona isabet ediyor. Tipik bir Slapstick kahram anı olarak Woody galiba epeyce öğrenmekten aciz. "Sakar Karga Woody"deki Virgil Starkwell ve "Play it Again Sam"deki Allen Felix gibi tipler, dünyanın düşman­ larla dolu olduğunu bilirler ve onlar sanki yokmuş gibi davranırlar. Darkafalı ve tek düze tehlikeleri megalomanca hareketlerle defetmeye çalışıyorlar. Onları tuş eden sadece nesnenin ihaneti değil aynı zamanda hisleri­ ni bastırm a çabalarının başarısı. Ders almak iste­ meyenin hissetmesi gerekiyor. Ve inadın başarısız­ lığa programlanmış olduğunu kabullenmeyenler her zaman kaybeden oluyorlar. 27


Woody'nin eski film fragm anları Bronx ve Brooklyn gibi küçük insanlar dünyasında mücadele ediyorlar. Kendilerini aynada görmemek için kafa­ larını çeviriyorlar ve böylece gerçekleri görmekten kaçmıyorlar] Onlardan son kuruşlarından başka bir şeylerini isteyen yok. Starkwell ve Felix gibileri top­ lumsal bağlantıları için çok büyük çabalar harca­ maları gerekiyor. Tam anlamıyla "hızlı" yaşadıkları için, sürekli insanlann peşinden yürüyorlar. Hareketleri bir ka­ çış, kendileri bunu kabul etmiyorlarsa da. Wöody'nin figürleri sürekli kendilerini aşıyor. Yenilgilerini de ağız dolusu laflarla ve yoğun hare­ ketleri ile örtbas etmeye çalışıyorlar. Özellikle hare­ ketleri onların sosyal önemsizliklerini ele veriyor. Bundan kaçış yok, harekete geçtikleri an yenik dü­ şüyorlar. Bu Slapstick sendromu. Olaylara açık olmak, bunu Woody Allen eski döneminde vücut esprileri ile karakterize ediyor. Charlie Chaplin ya da Buster Keaton gibi maddi dünyanın saldırılarının üstesinden dans ederek ya da artistik yoldan geliyor. Ailen ise bu durumlarda tam burnunun üstüne düşüyor. Bir Chaplin'i hiçbir şey yere yıkamıyor, bir Keaton yıkılmış binaların kalıntıları ile cambazlık bile yapıyor ama Woody Allen'i bir sivrisinek bile yere yıkabiliyor. O sarsılmaz değil, ama yine ayağa kalkıyor hep. Woody sakar numarasına son derece hakim. Sanatçı Woody Allen Slapstick sinemasını sırf kendi ustalığım kanıtlayabilmek için kullanıyor. Bir entelektüel olarak "azdan çok yapılabilir" 28


ödevini öğrenmiş oluyor. Kendisini zor durumlardan o olağanüstü küs­ tahça kelime esprisi ile kurtarıyor. Eğer ağzının üs­ tüne düşüyorsa da bunu Slapstick'in büyük ustala­ rını sevdiği için yapıyor. Slapstick stilin oyununa gelmesi için çok fazla uyanık. Ailen güzel film yap­ tığı derecede Slapstick'e veda ediyor. Narince figür­ leri yaşam dan kaynaklanıyorlar. "Broadway Dammy Rose"da hâlâ biraz sakarlık, Slapstick ar­ tistlerin havası ile yine de narinlik ve stil görünü­ yor. Yıkılışlar ve yüzlere atılan pasta savaşları ar­ tık onun başına gelmiyor. Olaylara karşı psikanaliz ile savaş veriyor. Woody Allen'in figürleri hayatın ya da film sahnesinin güzelliklerinin ne kadar çok farkına varıyorsa o derecede de bir ayağını öbür ayağının önüne atma korkusunu yitiriyor. Başlan­ gıçtaki o sakarlardan ve özenti hırsızlardan film yö­ neticileri ve ünlü televizyon yazarları oluyor. Allen'in yaratm ası ile doğal yürüyüşleri, hayatındaki kösteklemelerin yerine geçiyor. Bir zamanların zıpırı şimdi M anhattan sokak­ larında ipini koparmışçasına bir şekilde jogging yapmaya başlıyor. Slapstick diyalog olarak: 1. Istakozlar Annie: Dur, dur! Panik yapma! Alvy: Bu şeyleri eve getirmek nereden aklına esti! Annie: Bıraksana... o bir şey yapmaz! Alvy: Polisi çağırmaya ne dersin, belki bir ısta­ 29


koz ıslah daireleri vardır! Annie: Saçmalama Alvy onlar sadece bebek. Alvy: Sadece... aah bebekse neden onları kuca­ ğına alıp ninni söylemiyorsun? Annie: İstersen bunu kendin yap. Al! Alvy: Iuh! Çek onu üstümden! Orada... Orada birisi buzdolabının arkasına giriyor... Mutlaka yata­ ğımızın altından çıkar. Annie: Hihihi! Alvy: Ne... o yaratıkların peşinden ne diye geli­ yorsun! Ona karşı zaafım yok!... Onunla sen sohbet et, kabuklu hayvanların dilinden sen anlarsın! Annie: îihh Alvy: Al g..g..gel tencereye a..a..at onu! Annie: Ben... yapamam... hihihi... onu tencere­ ye atamam! Alvy: Ver onu buraya, ver onu bana o..onunla başka ne yapacaksın... onunla sinemaya mı gide­ ceksin? Annie: Ay zavallı! Alvy: Aah!... Eeevet!... eeevet! Şimdi içeride! Birazdan hırsından kaynayacak! Annie buraya gel, çabuk buraya gel... Buzdolabın arkasında kocaman bir tane daha var! Istakoz bıçağın var mı? Onu teh­ dit edersem belki öbür taraftan çıkar. Annie: Hihi! Resim çekmem gerekiyor. Alvy: Belki duvarları da!... Aah biftek alsaydık galiba daha iyi olurdu onların hiç olmasa ayaklan yok. Annie: Aah... dikkat, dikkat, Alvy dikkatli ol, Alvy! İstakozu eline al!... 30


Alvy: Evet... ama ne... Şimdi mi resim çekecek­ sin? Annie: Evet, hadi biraz daha yukarı... biraz da gülümöe! Alvy: îihh! Fena oluyorum bööhhh! Annie: Tekrar tut... evet çok iyi!... Alvy: Bööğğ! İğrenç. (Şehir nevrotikleri) 2. Napolyon'un Sarayında Napolyon: Evet, bu benim için bir şereftir. Boris: Hayır, bu benim için daha büyük bir şe­ reftir. Napolyon: Hayır, bu benim için daha da büyük bir şereftir. Boris: Hayır, bu benim için daha da büyük bir şereftir. Napolyon: Hayır, bu benim için daha da büyük bir şereftir. Boris: Tamam, tam am teslim oluyorum, bu gerçekten de sizin için daha da büyük bir şeref. Napolyon: Siz de Don Francisco'un kızkardeşi olmalısınız? Sonja: Hayır, siz Don Francisco'un kızkardeşi olmalısınız. Napolyon: Hayır, siz Don Francisco'un kızkardeşi olmalısınız. Sonja: Hayır, siz Don Francisco'un kızkardeşi olmalısınız. Boris: Hayır, bu benim için daha da büyük bir şereftir. 31


Napolyon: Evet görüyorum ki İspanyol misa­ firlerimizin espri anlayışı mükemmel. Boris: Evet, evet o biraz çocuksudur. Sonja: Hayır, sen biraz çocuksusun. Boris: Hayır, sen Don Franciscos'un kızkardeşisin. General: Dinner'e geçelim mi? Boris: Geçmeden önce bir şeyler yiyebilir mi­ yiz? ("Boris Gruschenko'nun Son Gecesi") Personel şefi: Oturun lütfen. İsminiz lütfen? Virgil: John, aah Kaçak. Kaçmak gibi. Personel şefi: Bay Kaçak bundan önce hiçbir ofisde çalıştınız mı, tecrübeniz var mı? Virgil: Evet var. Personel şefi: Ne tür bir ofisti? Virgil: Dikdörtgen. Personel şefi: High Speed Digital Elektronik Computer kullanma tecrübeniz var mı? Virgil: Evet var. Personel şefi: Nereden? Virgil: Teyzemin öyle bir aleti var. Personel şefi: Teyzeniz onunla ne yapıyor? Virgil: Bunun hakkında bir şey söyleyemem ah yasak. Personel şefi: Hım. Biraz evvel bir ofiste çalış­ tığınızı söylediniz. Personel şefi: Orada insanlarla mı ilgilendiniz yoksa eşyalarla mı? Virgil: Eşya. 32


Personel şefi: Bu eşyalar benim evimde bulu­ nur mu? Virgil: Aah, hayır yanlış tahm in ettiniz. Bir soru hakkınız daha var. Personel şefi: Bu eşya yenilebiliyor mu? Virgil: Hayır, üzgünüm bu da değildi. Evet bit­ ti zamanınız doldu ve maalesef mesleğimi bulama­ dınız, ben de kartlarım ı şimdi açık açık oynayaca­ ğım ve size ne ürettiğimi söyleyeceğim. Yürüyen merdiven ayakkabısı üretiyorum, asansör ayakka­ bısından midesi bulananlar için. Evet mesleğimi bulamadığınız için üzgünüm, ama... 10 dolar kazan­ dınız ve katıldığınız için çok teşekkür ederim. Belki gelecek sefere daha şanslı olursunuz. Evet çok te­ şekkürler harikaydınız. Personel şefine kapıya kadar eşlik eder ve kol­ tuğuna oturur. ("Sakar Karga Woody")

33


Woody'nin en sevdiği oyun bahçeleri 1. H ayatın saçm alığı

Woody'nin varlığın anlamını arayışı sonsuzdur. Bazen bu, saçmalığın arayışı oluyor. Bu soru onun için çok merkezi: Ölümden sonra yaşam var mı? Ve bir yirmilik bozabilecekler mi? İnsanlar neden varlar? Ve neden, yok, yok? Woody beyin cambazlığını zorladığı halde ilerleye­ miyor. "Evreni gerçekten bilebilir miyiz? diye soruyor. "Tanrım Chinatown'da yolunu bulmak zaten yeteri kadar güç. Önemli olan nokta: Dışarıda bir şey var mı? Ve neden? Ve bunun için bu kadar gürültü ko­ parılması gerekiyor mu?" Gördüğünüz gibi Woody o kadar ciddi olarak aramıyor. Bu, bu metinde daha da belirginleşecek, eğer Descartes'in vecizesini "Dü­ şünüyorum öyleyse varım" kendi lisanına böyle çe­ virirse: "Baksana orada Edna bir saksafon ile yürü­ yor!" 34


Woody amatör bir düşünür. Ama yine de çaba gösteriyor. Anlam sorusu bü­ tün eserlerinde soruluyor. "Boris Gruschenko'nun Son Gecesi" ve "Hannah ve Kızkardeşleri" gibi film­ leri bundan çatlayana kadar dolu. Ve yanıtsız soru yok. Yanıtı yeni bir soru oluş­ turuyorsa da ve bu sonsuza kadar götürse de. Ama bu, soruların zor doğasında olan bir şey, olmanın ya da olmamanın. Ve bunun güzel olan yanı bu neden­ le her zaman aynı soruyu sorabiliyorsun, çünkü her zaman yanıtsız kalıyorlar. "Manhattan" gibi bir film anlam soruları ile dolup taşıyor. Woody Ailen, bu filmde bunları, ustaca, çok güzel görüntülerin sonucu olarak sahneye sunuyor. Bu filmde Isaac Davis ve aşkı Mary'nin pazar gezileri havanın bozması ile sona erer, yağmurdan korunmak için yıldız gözlemlerine kaçarlar. Ve bu­ rada Ailen onlara anlam sorusunu tartıştırır. Bü­ tün güneş sistemimizin ve gezegenlerin o güzel pro­ jeksiyon edilmiş resimlerinin arasında, bizim iki so­ runlu kafa dolaşırlar ve sıradan yaşamın, evrenin büyüklüğünün mesafesi daha da belirginleşir. Bu sahnede Woody Ailen anlam sorusunu yanıtlamaya çalışmıyor, onu sadece soruyor. Sonuçta dolaysız bir aşk ilanı ve az daha kaçırılmış bir akşam yemeği daveti alıyor. Yer solucanlarının öncelikle bedensel varlıkla­ rına tutunm aları gerekiyor. Evren hakkında sorular sormak karın doyur­ maz. "Hannah ve Kızkardeşleri"nde arayış devam 35


ediyor. Mickey Sachs kendisini ölecek kadar hasta his­ sediyor, ama, sapasağlam olduğunu öğrendiğinde neredeyse raydan çıkıyor. Hiperhondan'ın katkısıy­ la: "Hayat anlam sızdır ve insanın algılayabildiği tek kesin bilinç budur." Tamam güzel, ama bu bilinçle ne yapabilir? Acaba sevgi bu anlamsızlığa uygun yanıt mı? Aslında hayatın bir anlamı olması o kadar önemli mi? Mickey Sachs anlam arayışına bir son vermeyi kararlaştırıyor. M anhattan'ın görünür ve bedensel dünyasına kendisini uyumlu kılıyor ve onun içinde yaşanabilinecek şeylere. Bundan başka her şey an­ lamsız. "September" gibi filmler bunun işareti. Ve belki de eski eserlerinde yaptığı gibi Woody Ailen anlam sorularını o kadar komik sorar ve harika esprileri ile bu sorulan sıkıştırır. "Boris Gruschenko'nun Son Gecesi" filmi bu tü­ rün en iyisi. Bu çılgın komedide yönetici saygısızca anlam sorusunun ciddiyetini aşıyor. Dalga geçmek için dü­ şünsel sorularla cambazlık yapıyor ve kahram anı burada öteki dünya korkusunu kaybediyor. Ve son­ da azrail ile neşeli bir düet'e kalkıyorlar. Ayrıca öteki dünyanın avantajı da var: Orada hiçbir şey ters gitmiyor, ayrıca çok da güzel kızlar var o tarafta. Kadere karşı zaten gelinmez. Hepimiz görün­ mez kozmik bir planın parçasıyız. Ya da niçin yazın 36


tenimiz yanıveriyor? Bu bir tesadüf olamaz ki. Woody'nin "Sandwich"deki edebi kahramanı kaderin bütün hızını hissediyor. Buluş dolu bir ha­ yatı vardı, ama 1792'de "bacakları yamulmaya baş­ lıyor ve zamanında tedavi ettirmediği için uykusun­ da onlara yenik düşüyor." (Evet Ama Buharlı Maki­ ne Bunu Becerebilir mi?" "Sen Sana Nasılsan, Ben de Bana Öyle" adlı kitabından) Demek ki kaderden kaçamazsın. Ama anlam sorusunu sormaktan vazgeçebilirsin. Belki de böyle radikal davranış biçimleri bir anlam taşıyor, aynı "Şehir Nevrotikleri"ndeki genç Alvy'de olduğu gibi: Alvy'nin annesi doktora gitti. Alvy bir garip davranıyor: Anne: Aniden çok depresif oldu sadece öyle oturuyor. Dr. Flicker: Bunun için bir nedeni var mı? Anne: Anlat Dr. Flicker'e ... bir şeyler okumuş­ tu! Dr. Flicker: Ne okudun? Alvy: Evren büyüyor. Dr. Flicker: Evren büyüyor mu? Alvy: Tabii! Evren her şeyi kapsıyor ve günün birinde büyürse her şey kırılır. İşte o zaman her şey biter. Anne: Ama bu seni ilgilendirmez ki! Artık hiç­ bir ödevini yapmıyor. Alvy: Niçin uğraşayım ki? Anne: Bunun evrenle ne ilgisi var! Sen burada 37


Brooklyn'desin ve Brooklyn büyümez. Dr. Flicker: Ve bunu milyonlarca sene sonra da yapmayacak. Alvy: Biz de bunun tadını çıkarabildiğimiz ka­ dar çok çıkarmamız gerekiyor... ha ha ha!! Alvy Singer'den Mickey Sacks'a giden direk bir yol var. Allahtan Alvy sonradan iyileşiyor ve ödevle­ rini tekrar yapmaya başlıyor. Bu Dr. Flicker ile an­ nesinin haklı olduğu mu demek? Onlar sadece an­ lam sorusunu sormuyorlar. Alvy soruyor ve oradan geçmesi gerekiyor. Doğru olan yol bu. Hiçkimse bu sorular yokmuş gibi davranamaz. Tabii ki Woody Ailen insanların evren hakkındaki soruları ile beş kuruş için bile ilgilenmediğimi biliyor. Onları dört kuruş için çözüyorlar. Bu nedenle Woody soruları soruyor ve bunlardan espri yapıyor. Bunu bilen her­ kes gülüyor: Her şey saçma. Woody ciddi kalıyor. Her zaman var olmanın sorulan ile boğuşuyor. Hiç­ bir zaman kendilerini uyuşturmuyorlar, baş ağrısı hapı ile hele hiç. Korkarım yakında Woody, Edvard Munchs'un meşhur "Haykırış" adlı resmine benzeyecek. "Deli­ nin Öyküsü" (Yanetkilerden) adlı eserde kendisi de bundan sözediyor. Burada dikkat etmesi gerekiyor çünkü bu hikâyede özellikle acı çekiyor. Ama her zamanki gibi uygun bir espriyle kendisini kurtarı­ yor. "Yalnızlık dolu geceler kusursuzluğun estetiği hakkında düşündürdü beni. Doğada gerçekten her şey "kusursuz" mu, Hyman amcanın aptallığını say­ 38


mazsak. Ben kimim ki kusursuzluk istiyorum? Bü­ yük ölçüde hataları olan ben. Hatalarımı sıralaya­ cak bir liste düzenlemek istedim ama birin üzerine çıkamadım. 1) Bazen şakasını unutur." Ne güzel, işkence veren anlam arayışları bazen bu kadar kolay çözülebiliyorsa. Woody Allen'in kahramanları aslında o kadar kötü tipler olmadıklarının farkına vardıklarında, sokaklarda bile dans etmeye başlayabilirler. Hayat sevinci onları en azından yirmi bilemedin otuz sani­ ye kadar kapsıyor. Ondan sonra yine hayatın ciddi­ yeti başlıyor. Ve bu edebi film kahram anlan anlam arayışı zevkini kendilerine hak olarak görüyorlar. Çünkü bütün öbür sorularla hemen hemen hiç mücadele etmiyorlar. Yeteri kadar yiyecekleri var ve evleri Central Park'a çıkar. Sahel-Zone'daki bir adam için görünmez dünya hakkında sorulardan başka sorun­ lar var. Bunu Woody de çok iyi biliyor. Ama burada, hali vakti yerinde olan toplulu­ ğun kalbinde, işte bu sorular ön planda ve var olan başdöndürücü bir his üretiyorlar. Lunaparktaki muzdağmda yaptığın seferden de daha derin bir his. "Stardust Memories" filminde dünyamıza gelen uzaylılar kahraman Sandy Bates'e, o kadar çok dü­ şünmesi yerine daha iyi espri yapmasını öneriyor­ lar. Ve bu sonuçta hep Woody Allen’in görüşü. Böylece sonsuz evrenden bir varyete yapıyor ve o sah­ nede ışıkların altında durup komiklikler yaratıyor. En güzel anlam sorusu ile hesaplaşmayı "Yanetkile39


ri" kitabının "Misilleme” adlı son öyküsünde bulabi­ lirsiniz. Birçok yanılgıdan sonra kahram an olayı böyle özetliyor: "Yatağımda oturuyordum ve camdan dışarı o sonsuz odaya bakıyordum. Annemle babamı düşü­ nüyordum, tiyatroyu bırakıp tekrar Rabbi okuluna mı başlasam? Yarı açık kapıdan Connie ve Emily'yi görebiliyordum, ikisi de müşterilerle gülüp konuşu­ yorlardı. Benim de orada öyle arta kalmış biri gibi oturur iken, güçsüz, içine çökmüş biri gibi kendi kendime mırıldanabildiğim tek şey dedemden kal­ ma çok eski bir sözcüktü. "Of aman"." Ne sonuç! Bu espri ve melankoli karışımını bi­ liyoruz. "Hannah ve Kızkardeşleri" gibi filmlerde bunlar görülebiliyor. Woody öyle "arta kalmış gibi" bir köşede oturur ve aniden insanlığın, beraber ya­ şamın sıcaklığının ve güzelliğinin farkına vanr. Bir düşünürün ve bir Woody Ailen filmini izle­ yebilme şansına sahip olan bütün sinema izleyicile­ rinin hayatındaki büyük anlar.

40


2. Tanrı öldü

Hayat o kadar haksızlıklarla dolu ki - Tanrı var olamaz. Ama tanrı sadece ölü değil, gözlerimi­ zin önünde ölüyor. Allen'in filmlerine örnek olan Ingmar Bergman'da inananlar tanrı uzaklığını işkence olarak yaşıyorlar. Tanrı susuyor ve her şeye karşın yok­ muş gibi görünüyor. Bu acıyı bütün tanrıyı arayan­ lar çekiyor Farö'den Timoko'ya kadar ("Sükunet"de­ ki Yer). Tanrı kayboluyor ve sessizlik göklere kadar haykırıyor. Woody Allen'in figürleri kendilerini bu durum doğrultusunda düzenlemişler. Arada bir bazıları Tanrıyı çağırmayı akıl ediyor, örneğin Boris Gruschenko. Ve "Stardust Memories"den Sandy Bates onu kendi şahsı ile bir filmde canlandırıyor, sakal ve beyaz bir keten elbise ile, yalnız sesi uyum sağla­ mıyor. Tanrının tekrar ortaya çıkmayacağı bilindiği 41


halde Woody'nin eserlerinde yine de T ann hakkın­ da sorular soruluyor. Bu koşullar altında en iyisi Tanrının varlığı inancı ile kilisede bir yere abone olmak, mümkün olduğunca önde. Ya da sinegogda ya da camiide. Böylece her zaman yenilikleri takip edebilirsin ve Tanrı günün birinde ortaya çıkarsa ilk önce senin haberin olur. Woody tanrı arayışı ile, kendi de bunu durma­ dan yaptığı halde, esprilerini yapıyor. Protagonisti zaten Tannnm varlığına zor inanıyor. Örneğin, "Hannah ve Kızkardeşleri"ndeki kah­ ramanı bu şekilde işkence çekiyor: Mickey Sachs katolik inancı benimsemek isti­ yor, hayatına bir anlam gerek: Rahip: Demek ki şu an Tanrıya inanmıyorsu­ nuz! Mickey: Hayır... ah... ama istiyorum! Her şeyi yapmaya hazırım! Paskalya yumurtalarını bile bo­ yayabilirim eğer yardım ederse. Tabii ki inanca bu kadar kolay sahip olamazsı­ nız. Mickey Sachs'm biraz daha çaba göstermesi ge­ rekiyor. Ve tam vazgeçmeyi düşünürken Tanrının kanıtı gibi bir şey oluyor: Eşi kısır olduğu halde ha­ mile kalıyor. Aslında Tanrı bununla kanıtlanmıyor ama yine de iyi niyetini ve etkisini gösteriyor. Woody Ailen, Tanrıyı sert ve homurdanan yaşlı bir bey olarak gösteriyor. O da bütün dünyalı solu­ 42


canlar gibi cinsiyet oyunlarına katılıyor, yani o da M anhattan'a karışıyor. Ve günün birinde ölüyor. Woody Ailen bu örneği çok işledi. Olayların kronolo­ jik akışı: Günün birinde özel dedektif Lupowitz, lakabı Kaiser, Tanrıyı aramakla görevlendiriliyor. Görevi kabul ediyor ve görevi veren bayan ile şöyle bir di­ yalog oluşuyor: "Tanrının görünüşü nasıl?” "Onu hiç görmedim" "Evet, ama o zaman onun var olduğunu nere­ den biliyorsun?" "Bunu senin bulman gerekiyor" "Oh harika. O zaman onun neye benzediğini bilmiyorsun ve aramaya nereden başlayabileceğini söyleyemeyeceksin." "Hayır, tam olarak değil. Onun her yerde oldu­ ğunu zannediyorum. O havada, bütün çiçeklerin içinde, sizin içinizde ve benim içimde ve bu iskemle­ nin içinde." Woody Allen'in öyküsünde "Mr. Big" ("Sen Sa­ na Nasılsan, Ben de Bana Öyle" kitabında) bu tanrı arayışının başlangıcı. Ve bu öykü trajik sona eriyor. Çünkü özel de­ dektif neye karıştığını anlamadan önce bunlar olu­ yor: Telefon çalıyor. Bayan yanıtlıyor. "Senin için" Telefondaki ses cinayet m asasından Sergant Reed'in sesi: 43


"Hâlâ Tannyı mı arıyorsun?" "Evet" "Yüce bir varlığı? Evrenin yaratıcısını? Her şe­ yin varoluş nedenini?" "Aynen onu" "Bu tariflere uygun biri biraz evvel morga geti­ rildi. En iyisi hemen gelin" Tamam, ne diyebilirim ki, oydu ve görünüşe göre bu bir profesyonelin işi idi. "Buraya getirdiklerinde ölmüştü" "Onu nerede buldunuz?" "Delencey sokağında bir depoda" "Herhangi bir ipucu var mı?" "Bu bir varlığın eseri. Bundan eminiz." Her şey açık, katil Tanrıya inanmayan biri idi. Öyle değil mi? Woody Allen'in öyküsünde birkaç sürpriz değişiklikler oluyor. Ama burada bizi daha çok ilgilendiren yazarın tabuya saygısız davranış biçimi. Ortaçağ'da Woody'yi odun yığını üzerinde ya­ karlardı, kalın çerçeveli gözlüğü ve kıvırcık saçı ile. Ailen kafirlik yapmıyor, o tanrıyı sahneye çı­ karmıyor. Ölümü evet ama tannyı değil. Woody'nin eserlerinde Tannya ölümden önce yaşam yok. Ama bu da gerekmiyor. Çünkü onun Allen'in filmlerinde bir kişi olarak ortaya çıkması bu konu­ daki diyaloglar kadar komik olmazdı. Onun hakkın­ da espriler yapmak onu göstermekten daha güzel. Bu da Woody'nin komik yanı; yüce ve kutsal şeyler­ le dalgasını geçmek. Woody tanrı hakkında felsefe 44


yapmaya başladığı an bu sıradan bir konu olmaya başlıyor. Woody Tanrıya kendi eserinbbile ithaf edi­ yor. Eserin adı basit ve etkileyici: "Tanrı" ("Leit'siz Freud Olmaz" kitabından). Ama bu büyük dramda da Tanrı, yoluna bir fa­ ni olarak devam ediyor. O ölüyor. Tanrı eserinin prova edildiği tiyatro sahnesinde o önemli dakika­ lar: Diabetes: Oh yüce Zeus! Tanrım bana yardım et! (Şimşek Zeus çok yeteneksiz bir şekilde aşağı bırakılıyor, çırpmıyor, ta ki asılı olduğu telin onu boğmuş olduğunun farkına varıncaya kadar. Her­ kes şaşkınlıkla seyrediyor) Trichinosis: Makinaya bir şeyler oluyor! Bo­ zulmuş! Koro: Nihayet tanrı göründü (Ama ölmüş). Diabetes: Tanrı... Tanrı? Tanrı sen iyi misin? Burada bir doktor var mı? Doktor (seyircilerden): Ben doktorum. Trichinosis: Makinenin teli birbirine dolaşmış. Hepatitis: Pssst. Defol, oyunu mahvediyorsun. Diabetes: Tanrı ölmüş. Doktor: Herhangi bir sigortası var mı? Hepatitis: Gönüllü emprovize. Diabetes: Ne? Hepatitis: Sonu emprovize edin. Trichinosis: Birisi yanlış düğmeye basmış. Doris: Boynu kırılmış.

45


Çok üzücü büyük bir dram. Son saatinde Tanrı artık artistlerle aynı düzeyde. Woody'nin hiçbir şeye karşı saygısı yok mu? Evet, öyle olmasa her zaman eserlerinde onun hakkmda sorular sormazdı. Eğer ona inanmasaydı o büyük yaşlı adam onu ilgilendirmezdi. Ama bu belki onun tanrıya yakınlığı, yani, Tanrıya yakınlığı nedeniyle rahat durmuyor. "Tanrım, tanrım! .Bu son zamanda neler yap­ tın?" Woody (Leit'siz Freud Olmaz kitabından) soru­ yor. Ve aynı metinde şöyle devam ediyor: "Tanrıya inanmayanlar kalplerinin derinliklerinde galiba bir şeyler biliyorlar." Ama ne? Tanrıya inananlardan daha farklı şeyler mi? Ya da daha doğrusu bir şey­ ler mi seziyorlar? Aslında insanlara bir şeyler bil­ mesi verilmiş mi acaba? Ya da sonuçta hiçbir şey bilmediğimizin bilincinde miyiz? Woody'nin kendi kendine sorduğu sorular üzerine sorular. Arada bir, birisine de kendi kendine sorduğu sorular üzerine sorular. Arada bir birini yanıtlayabiliyor. Çünkü Tanrı sorusu ve anlam sorusu birbirine çok yakın olan sorular ve ikisinin de çözümlenmesi gerekiyor. Örneğin çok önemli bir yanıt! Serbest lektür ve ekskürsyonların yardımı ile evrenin yaratıcısı ile bir karşılaşm a. "Bunu nasıl elde edebileceğini Woody Ailen ("İlkbahar programı"nda "Sen Sana Nasılsan Ben de Bana Öyle" kitabında) söyleyemi­ yor. Bu adımı sadece geceokulunda bilimsel bir ça­ lışmadan sonra planlıyor. Planını orada gerçekleşti­ rebilir mi? Ve ekskürsiyonu neye benzeyecek? Belki 46


de Woody, "Stardust Memories"deki Sandy Bates'i ziyaret eden uzaylıların gemisine binip galaksilerarası bir geziye çıkar? Tanrı, Woody'nin hayatında ve eserlerinde en önemli olan kişiliklerden biri. Ve bu nedenle onunla bir kez karşılaşması gerekiyor. Belki Broadway'de ya da herhangi bir musevi lokantasında h atta Se­ venth Avenue'deki "Cornegie"de, şehir nevrotiklerinin hep beyaz ekmek üzerine tuzlanmış sığır eti ye­ diği yerde. Eğer tanrı bu Yahudiyi affetmiş ise ora­ ya bir uğrasın. Çünkü, Woody'nin düşündüğüne göre yarata­ nın da kendi varlığını kanıtlaması gerekiyor. Bunu insanlara bırakmamalı, hele de maden yatağı ve su kaynağını değnekle "resmi olarak" araştıranlar, Tanrıyı her güneş batışında gördüklerini iddia edenlere asla. Bunu daha çok komedyenler yapmalı. Onlar yaratıcının öyküsünü her şeyi ile daha da heyecan verici yapıyorlar. Woody Ailen gibi. O Tanrıdan her şeyi istiyor. Ve böylece o ölmeden önce içinde neler saklı olduğunu gösterebiliyor: Mizah dolu konular.

47


3. Ölüm yaşıyor

Ölümün, hayatın en önemli bölümü olduğu Woody için sır değil. Durmadan onu düşünüyor. Ölüm ya da ölmek onu korkutmuyor. Sadece ölüm zamanı geldiğinde orada bulunmak istemiyor. Ölülerin çok önemli avantajları var: Uykuları çok derin. Sivrisineğin vızıltısı ile bile yatağından fırlayan Woody gibi nevrotik biri için küçümsenecek bir şey değil. Hem Woody gibi bir saftirik neden ölümden korksun ki? O da aynı edebi kahram anı Michael Shaunnesy gibi ("îrlandalı Genius" "Leit'suz Freud olmaz" kitabından) her sicimi saklaya­ na ölümden sonra hayat verildiğine inanıyor. Tanrıyla birlikte ölüm de Allen'da kişilik ola­ rak sahneye çıkıyor. O orta yaşlı karbeyaz yüzlü ve sakarca biri. İnsanların hayatına onları almak için girerler ama uyanık kişilerin oyununa gelebilirler. Ölüm huzursuzluk vermeyen bir figür. Ama ölüm saati öyle değil. Woody gibi bir tip durmadan o an


ne olabilir diye düşünür durur. O an olanlar gerçekte hep bambaşka gelişiyor. Ve bazen Woody gelecekle ilgili düşünceleri ile o ka­ dar yoğun ki etrafında bir şeylerin geliştiğinin bile farkında değil. Ama ölümün geldiğini anlar. "Ölüm kapıyı vur­ muyor" adlı oyununda ("Sen Sana Nasılsan, Ben de Bana Öyle" kitabından) ölüm, N at Ackermann'ı zi­ yarete geliyor: Nat: Satranç oynar mısın? Ölüm: Hayır, oynamam. Nat: Bir resmini görmüştüm orada satranç oy­ nuyordum ama. Ölüm: O ben değildim, çünkü satranç oynayamıyorum. Faytoncu Romme belki. Nat: Faytoncu Romme mi oynuyorsun? Ölüm: Faytoncu Romme mi oynayabiliyorum? Paris bir şehir mi? Nat: Kendinden eminsin değil mi? Ölüm: Çok eminim. Nat: Bak sana ne söyleyeceğim. Ölüm: Benimle pazarlığa kalkışma. Nat: Seninle Faytoncu Romme oynayalım. Sen kazanırsan hemen seninle gelirim. Beıî kazanırsam bana biraz daha zaman tanı. Az biraz... birgün da­ ha. Ölüm: Romme oynamak için kimin zamanı var? Nat: Hadi. Kendinden çok emindin, çok iyi oynuyordun. 49


Ölüm: Aslında bir oyun oynamayı canım iste­ di... Nat: Hadi oyun bozanlık yapma. Sadece yarım saat. Ölüm: Hayır, yapmamam gerekiyor. Nat: İskambil kâğıtları burada. Hadi nazlan­ ma. Ölüm: Tamam, hadi oynayalım. Beni de biraz rahatlatır. Nat: (İskambil kağıtları, bir bloknot ve kur­ şunkalem çıkarır) Pişman olmayacaksın. Ölüm: Dilenci gibi konuşma. Kâğıtları al bana da bir limonata ve biraz çerez getir. Aman tanrım evine bir yabancı geliyor ve ikram edebileceğin pa­ tates cibsi ya da herhangi başka bir şeyin bile yok. Nat: Tabakta biraz jelibon var. Ölüm: Jelibon. Cum hurbaşkanı gelseydi ne olacaktı? Ona da mı jelibon ikram edecektin? Nat: Sen cumhurbaşkanı değilsin. Okuyucu, Nat'in ölümü oyunda yeneceğini tah­ min edebiliyor, bütün bunlar zaten Ingmar Bergman'ın filminin bir sahnesine benziyor yalnız Allen'laştırılmış. Ölümü simgeleyen tırpanlı adamın artık tırpanı ve korkunç görünüşlü kurukafası yok artık. Daha çok Buster Keaton'a benziyor ve oyuna düşkünlüğü onu alelade bir "işten sonra" kumarba­ zı yapıyor. Woody'nin ölümü tuşa getirmesi her zaman çok komik oluyor. 50


"Boris Gruschenko'nun Son Gecesi” filminde sözü edilen kişi onu filmin sonunda almaya geliyor ve birlikte ağaçlı bir yolda dansediyorlar. İki iyi dost gibi sahneden yok oluyorlar. Ölümün nesi bu kadar korkunç ki, bu kadar sevimli biri seni almaya geliyorsa! Eğer Woody Allen'in filmlerinde figürler ölü­ yorlarsa, sadece zevk için ölürler. Konuşmayı keser­ ler, hiçkimse acı çekmez. Allen'in eserlerinde sadece bir acı dolu ölüm sahnesi var. "İçhayat" hariç, "Sa­ mandan Adam" adlı filminde. Beyin casusları onu en sevdiği iş arkadaşını ispiyonlamakla görevlen­ dirdikten sonra bir komedi filminde, intihar ederek ölüyor. Bu bir Martin Ritt filmi ve Woody Ailen sa­ dece başrolü oynuyor. Eğer bu filmi Ailen yapsaydı, Azrail hakkında en iyi esprilerini yapardı. "Stardust Memories"de bir hayranı ona büyük* namlulu silah ile ateş ettikten sonra, Woody sadece zahiri ölüyor. Onun hakkında bir ölüm konuşması yapıldığı sırada, O, Dorrie ile geçirdiği en güzel ilkbahar gü­ nünü anıyor. Bu ölüm tarafından teklif edilmiş bir şans olabilir: İnsan bütün güzel anılarını hatırlıyor ve çirkinlikleri unutuyor. Ölüm yaşamın tezatı de­ ğil, o yaşamın doğal bir parçası. Bu insanı teselli ediyor. Ama yine de tamamen yok olmak kolayca kabul edilemiyor. Hele de Woody gibi daha çok gü­ zel film yapmak niyetindeyse. Ya da "Micheals Pub"da her akşam klarnet çalmayı düşünüyorsa. "New Orleans Funeral and Ragtime Band"deki ço­ cuklar onu orada bekliyorlar. "Erken Essays"lerde 51


("Leit'siz Freud olmaz" kitabında çıkmıştır) Ailen ölümün başka sorunları hakkında felsefe yapıyor: "Ölümün baş sorunu, ölümden sonra yaşam ol­ mama korkusu, korkunç bir düşünce, bilhassa traş olma Rahmetine girenlere. Ölümden sonra yaşam olma korkusu da var ama kimse nerede olduğunu bilemiyor. Ölümün bir başka güzel tarafı da yatar­ ken yapılabilecek çok az şeylerden biri olması. Demek ki, Woody'i kapsayan biraz korku var, ancak esprilerle kapatılmış. Ölüm hakkında böyle kesin düşüncelere sahip biri için aslında sonsuz b ir ' hayat olmalı. Ödül olarak... Başka insanlar için neden yaşlanmaya karşı bir ilaç olmadığı, düşünmeye değer bir konu. Ya da hükümet takımında bir tane bile sempatik politika­ cının olmaması. Woody için bunlar gerçek kenar so­ rulan. O çalışmaya devam ediyor ve kreativ bir bi­ çimde gri hücreleri toz pembeye boyuyor. Bunu çok iyi bildiği için uğraşmaya devam ediyor ve ölüm hakkında yeni espriler üretiyor. Woody Ailen hak­ kında her zaman yönetmen olarak örnek aldığı Ing­ m ar Bergman gibi melodramatik bir şekilde ölüm ile cebelleştiği söylentileri var. Ama hiçbir zaman kanıtlanamamış. Allen'in eserlerinde ölüm ne zaman konu edil­ se, "İç hayat" hariç, Bergman'a doğrudan bir Hommage ile ölümün korkunç dişini çekiyor. "Kürtün Saati" diye bir şey Allen'in eserlerinde olmayacak, "September” gibi melankolik filmler bunun kanıtı olarak kullanılabilir. İnsanların ilişkileri ile ve olayları durduramamaksızm, ölüme doğru giden yol 52


konusunu anlatan bir film. Ama yine de sessiz mizah ile dolu olan bir film. Diyalogu doğru dürüst gözden geçirdiğimizde, Allen'in ölüm hakkmdaki filmlerinden birinde söyledi­ ği en kötü şey. Konuyu işlediği mizahlı konuşmalar­ da Bergmaninkinden dağlar kadar fark var: "Hayranım...Ölüm hakkında fikirler ile dolu­ yum. Benim için çok derin bir konu bu. Benim çok pesimist bir dünya görüşüm var. Aslında hayatın iki bölüme ayrıldığını hissediyorum. İki kategori­ ye... Korkunç bölüm ve şanssız bölüm. Korkunç bö­ lüm, çaresiz hastalıklar körlük, kötürümlük. Bu in­ sanların hayat ile nasıl mücadele edebildiklerini anlamıyorum. Ve şanssız bölüm, bütün öbür şeyleri kapsıyor. Şanssız olduğun zaman ne kadar şanslı olduğunu söyleyebilirsin. Şansı olmayan insan da teselli olarak ne kadar şansım var diyebilir!" (Alvy Singer'in Şehir Nevrotikleri'nde Annie Hall'a söyledikleri) "Özellikle şimdi" düşüncelerin şaşırtıcı ışık esprisi! Yazar yoksa şaşırdı mı? Öbür yandan Woody Ailen tabii ki entelektüel biri olarak ölümün yüceliği hakkında düşünceler yürütüyor. Ölüm uzaklaştırılıyor. Tabii ki, Woody insanların ölümü Allen Pastic­ cio kadar komik bulmadıklarını biliyor. Ama onun yanıtı: Durum ile zamanında ilgilenin! Doğumdan sonra ölmeye başlıyorsunuz! Bu kime anlamsız geli­ yorsa, o kişi lütfen tozluk giyen erkeklerin neden var olduğunu düşünsün, bu daha da anlamsız değil 53


mi diye düşünmeye devam etsin. Woody demek istiyor ki: Ölümün iyi yanlan çok. Zamanında bunlan görmek korkuyu azaltabi­ lir. Bu nedenle erkenden ölüm hakkında espri yap­ maya başlıyor. Bizlerin kendimizi iyi hissetmemizi amaçlıyor. Komik bir defin kurumunun komedyeni olarak! Woody Allen'in örnek aldığı hiçbir komedyen ölüm hakkında bu kadar çok düşünmemiştir. Ha­ yatta kalabilmek için hepsi komiklik yapıyorlardı ama ölüm onlar için doğru dürüst bir konu değildi. Komikliğin" düşüncelerin korkunçluğunu azalttığı­ nın ve gülmekle ölümü inkar ettiklerinin farkında değillerdi.

54


4.Sakar kargalar ve başka kuşlar

Woody, elinden her şey gelen tiplerden değil. Ama başarılı Ailen bunu ayarlayabiliyor. Woody Ai­ len kişi olarak ikisinden bir karışım. Son yirmi yıl içinde hiçbir film yazan, Ailen ka­ dar çok şöhret biçmemiştir. Ve hiçbir yazar bu ka­ dar kreatif medyalar arasmda gidip gelemez ve yine bağımsızlığında kaybolamaz. Ailen haşandan başarıya koşarken, başına ol­ madık kazalar geliyor. Ailen kadınlar yönünden şanslı. Diane Keaton, Mia Farrow ve bir sürü fıstık gibi kız onu bir seks sembolü olarak görüyor. Ne yaparsa yapsın o karşı konulmaz biri. Üstelik Woody bunu, kendi çabasıy­ la başanyor. Woody bir kadına güvenip, oda anahtanm veri­ yorsa, sonradan da yukan gidip seyahat daktilosu­ nun kaybolduğunun farkına varıyor. Ya da bir ba­ yana kitabını ödünç veriyor ve o kitabı yiyor!


Woody sakar bir karga. Başarısına bir türlü inanmıyor ve bu nedenle başarı hareketlenmiyor. Woody yanlış yapılacak her şeyi yanlış yapıyor ve takım elbisesi kaşıntı yaptığında intihar etmeyi ka­ rarlaştırıyor. Bütün sakarlıkları olmadan önce Woody'nin si­ nirleri çoğu zaman son derece gergin ve o kızıl saç­ ları korkudan her zaman dimdik. Her yerde tehlike görüyor. "Onun korkusu gözlerini kapadığı anda şehrin ona zebra çizgileri çizeceği." ("Allen'in not defterinden" "Leit'siz Freud ol­ maz" kitabından) Ya da içtiği çorbanın tasından bir elin çıkıp onu boğmasından korkuyor. Korkuları, alçak gönül­ lü dünya görüşü ile beslenmiş. Woody'nin kendisi burada kene rolünü oynuyor. Bu rolüyle Sylvester Stallone'den millerce uzak. Bu öyle bir dünya görüşü ki, kim bu görüşe sa­ hipse, üstündeki takım elbisesini çaldırabiliyor. Woody Allen'in "irlandall Genius" (Leit'siz Freud ol­ maz" kitabından) öyküsünde sözünü ettiği O'Higgins de böyle bir tip. Ya da Weinstein gibi, Union Square de gezer­ ken; "Aniden sıcak yaşlar akmaya başladı, sanki bir baraj yıkılmış gibi. Sıcak ve tuzlu yaşlar, uzun za­ mandır tutulmuş bir duygunun dalgası ile acımasız­ ca akmaya başladılar. Yalnız tek bir sorun vardı yaşları, kulaklarından akıyordu." ("Kaddisch'e Weinstein Yok" öyküsünde "Leit'siz Freud olmaz" kitabından) Woody'nin hiçbir işi düzgün gitmiyor ve Ailen 56


da bunu kendi yararına olacak şekilde daha da kö­ rüklüyor. Woody gibi stresli olan biri yön hissini çok çabuk kaybedebiliyor. "Kaddisch'e Weinstein Yok" ("Leit'siz Freud ol­ maz" kitabından) öyküsünde bir diyalog bunu anla­ tıyor. Woody'nin hayalindeki kardeşi Ike ile "ger­ çek" konusunda sorunları var: "Harriet, nerede hata yaptık" "Gerçeğin hiçbir zaman yüzüne bakmadık" "Bu benim hatam değildi. Sen onun kuzeyde ol­ duğunu söyledin" "Gerçekler kuzeyde Ike" "Hayır Harriet. Konusuz rüyalar kuzeydedir. Gerçek batıdadır, yanlış umutlar da batıda ve sanı­ rım Louisiana'da güneyde" Bunları kim toparlayabilir ki, gerçek hakkında bile en kolay şeyler arasında bir uyuşma yok ise. Woody gibi birisi için bu sözkonusu olamaz. İlk yö­ netmenlik işinde ("Sakar Karga Woody" 1969) "yaşlı ego" Woody'nin en güzel sakarlıklarını topluyor ve bize gözdağı vermek için bunları sunuyor. Tipik bir durum: Woody, Virgil Starkwell olarak Slumlarm içinde büyüyor ve bir daha çıkamıyor. Küçük ve çe­ kingen olduğu için her zaman başarısız oluyor. Bu demek ki ona sadece gangster kariyeri kalıyor. Büyük bir gangster olmak istiyor fakat küçük bir gangster oluyor. Yine de bütün ülkenin polisleri onun peşinde ama silahı ile polislerin karşısına çıktığında, silahı sadece silah şeklinde bir çakmak olarak beliriyor. Soymak için girdiği hayvan satıcısında onu koca­ 57


man bir goril kovalıyor ya da yaşlı kadından çaldığı el çantasından sadece birkaç tane bisiklet zinciri çı­ kıyor. insan çıldırabilir ama Woody bunu yapmıyor. Underdog'un sahip olduğu bastırm a mekanizması ile her zaman büyük planlar peşinde, bu nedenle öne adım atmaya cesaret edebiliyor. O sakar bir karga ama sanki güzel ve güçlü bir Marabu'ymuş gibi davranıyor. Tüylerini kabartıyor ve gagasının üstüne düşüyor. Virgil Starkwell, Loise'e verdiği randevuya gideceğine hapise gidiyor ve o zaman her şeyi itiraf etmesi gerekiyor. "Ben müzisyen değilim" ama bunu Louise za­ ten anlamıştı. '

Louise: Seni kaç sene burada tutacaklar? Virgil: Ooh, evet ben... aah... zannedersem... emin değilim. Aah... bugün günlerden ne Pazartesi mi? Louise: Evet. Virgil: Salı, Çarşamba, Perşembe... aah on se­ ne! Bir de buna benzer durumlar var, bahanelerin işe yaramadığı durumlar. Woody ne kadar kıvrak bahaneler uydursa da aşkta bazen bu bahaneler işe yaramıyor. Louise: Virgil çocuğumuz olacak! Virgil: Ah bu bir şaka değil mi? Louise: Hayır, hayır çocuğumuz olacak, bugün


doktora gittim. O da benim bir çocuğum olacağım söyledi. Bu da benim sana noel hediyem. Virgil: Bir kravat bana yeterdi. Louise: Biraz olsun bile sevinmedin mi? Virgil: İnanamıyorum! Louise: Ama Virgil, gerçekten!... Virgil: Evet, ama bu nasıl oldu? Louise: Nasıl oldu da ne demek? Virgil: Ben şey... demek istiyorum ki, biz iki­ miz, sen ve ben... sertleşmiş ayak başparmağım... bu nasıl... yani demek istiyorum bu...! Louise: Hım evet. Virgil: Şey demek ki o zaman mı oldu? Louise: Hımm, hımm. Woody gibi kendi ve dünya hakkında bu kadar az şey bilen birinin başına böyle şeyler gelebilir. Böyle bir adamın kendine güveni sıfır olmalı. Woody'nin sakar ve sürekli kaybeden kişi tiple­ mesi yalnızca "Sakar Karga Woody" filminde işlen­ miyor, bundan sonraki filmlerinde de sürüyor. Fielding Mellish olarak Orta Amerika'nın geril­ la savaşına karıştığında da sakar ve içe dönük bir kişiyi canlandırıyor Woody. "Play it Again Sam" (Tekrar Çal Sam) de Allan Felix rolündeki Woody, kendine örnek aldığı Humphrey Bogart'a hayran ama asla onun gibi ola­ mayacağına inanıyor. "Uyuyan" filminde Miles Monroe olarak sadece bir mide operasyonu geçirme­ si gerekirken, narkozla uyutuluyor ve uyandığında kendini 2173 yılında buluyor. Geleceğin dünyasında 59


da sakarlıklar peşini bırakmıyor. Şanssızlık diz boyu, sonsuza kadar devam edi­ yor. Boris Gruschenko rolünde hiç ilgisi olmayan bir suikaste karıştığı savıyla ölüme mahkum edili­ yor. Alvy Singer rolünde kronik Los Angeles bulan­ tıları yaşıyor. Leonard Zelig'den hayatında bir den­ ge bulamayan Danny Rose'a kadar müşterileri ba­ şarıya ulaştığı an onu terk ediyor. Bu sakar karga­ lar Allen'e iyi kazandırıyor. Figürlerine görüntü ve ses vermek için kendisi sahneye çıktığında, "sakar" tiplemesini o kadar iyi canlandırıyor ki seyircilerin düşüncelerinde hep: "Woody bir sakar karga” olarak yerleşiyor. Usta Woody Ailen bu sinsi, çekingen, bücür kalmış, içine kapanık, baykuş yüzlü, melankolik adamı sahnelerde başarı ile canlandırıyor. Kalın çerçeveli gözlüklü, yaşlı çocuk olarak Woody Ailen, oynadığı "Woody" figürünü öylesine benimsiyor ki biz de ona severek inanıyoruz. Bu sakar kuş, küçük başarılar elde ettiğinde işin içinde yazar Woody Allen'in parmağı olduğunu hissediyoruz. Woody, bizim günlük korkularımızı yok ediyor.

60


5. Of am an kafasakatlıkları

Woody Allen'in film fragmanlarının işleri ol­ dukça zor. Benlikleri dengesizliklerle dolu. Woody Ailen bu durumu abartmayı çok seviyor. "Umutsuz­ luğun ustaları" olan figürler yaratıyor. Fragmanla­ rı, psikolojik çöküntüde en derin psikolojik çöküntü­ ye kadar değişen ruh hali içindeler. Değişmeleri ge­ rektiğini biliyorlar ama bunu nasıl yapacaklarını bilmiyorlar. Ya da kendileri olmak istiyorlar ama değişmekten korkuyorlar. Woody'nin film fragman­ ları bu denli karmaşık bir ruh hali içindeler. Woody Ailen, 30 yıldan bu yana psikiyatristlerin koltuğuna yatıyor ve yine de hastalarla, onların hastalıkları ile ve psikiyatristlerle dalgasını geçi­ yor. "Kötü zamanda yaşıyoruz" adlı öyküsünde de yaptığı bu. ("Yanetkilerden") Psikiyatrinin "Cosmopolitan dergisinin falın­ dan da etkili" olduğunu savunuyor. 61


Ama sonradan öykülerinde psikiyatristlerin gerçek psikopat oldukları anlaşılıyor. Onların tera­ pisi sadece arada bir "Ha gayret" diye bağırmak. Psikiyatristlere saygısı yok, ama onların törensi hallerine hayran. "Şehir nevrotikleri"nden Alvy: Bir keresinde Freud'un müridlerinden olan bir doktora muayeneye gitmiştim, ona başarılı bir intihardan sonra bile seans ücretini ödemek zo­ rundasın." •

Annie'nin Annesi: Annie bana 15 yıldan beri psikiyatriste gittiğinizi anlattı! Alvy: Oh evet harika gelişmeler gösteriyorum. Artık salya önlüğüne ihtiyacım yok. •

Annie: Cinsel organ kıskançlığından söz etti. Bu senin için bir anlam taşıyor mu? Alvy: Hem de ne anlam! O işkenceyi çeken az erkeklerden biriyim! Alvy (Shelly Duvall'a): Bence orgazma fazlası ile değer veriliyor, ruhun üzerindeki beyaz yerleri görünmez yapmamak için. Shelly Duvall: Bunu kim söylüyor? Alvy: Belki Miki Fare özgürlük heykeline. •

Annie: Psikiyatristim bu adımın benim için çok önemli olduğunu söyledi. Alvy: Evet, benim psikiyatristim onu tavsiye ettiği için başından beri ona güveniyordum. 62


Alvy: Annie'nin psikiyatristini ben ödüyorum, o gelişme gösteriyor benimse sorunlarım artıyor. •

Psikanalizin kullanılışının bu örnekleri, Woody Allen'in sanatında değişik olarak devam edebiliyor. "Şehir nevrotikleri" Annie Hall filminde anlaşılır bi­ çimde bütün esprileri toplamış. Ve bunun ötesinde bu, bir film terapisi. Can­ landırdığı tip, bir psikiyatri seansında kahraman sözcüklerin ve görüntülerin akışında serbest birleşerek anımsar ve anlatır. Psikanaliz belki.de Woody'nin en sevdiği oyun türü. Konuda bu kadar zeki espriler üretmesi Allen’in ne kadar soyut çalıştığını gösteriyor. Bunlar esprilerinin metodunu ve çalışma şeklini gösteriyor. Kendi yaşamından takıntılar, motifler ve konular kullanıyor ve bunları kendi kendini terapi ederek sanatının malzemesi olarak kullanıyor. Gülmekle korkuyu kendinden uzaklaştırabili­ yor, krize veda ediyor ve içinde olan baskıyı atabili­ yor. Bu nedenle kendi korkularından espri yapma­ nın, Woody Ailen için yaşamsal önemi var. Gülmek­ ten vazgeçmek kendi psikoterapisinden ve Ameri­ kalı Ingmar Bergman olma yolundaki hayalinden vazgeçmesi demek. Bu aşamaya gelmekten Freud korusun. "Helmholtz ile Sohbet" ("Sen Sana Nasılsan, Bende Bana Öyle" adlı kitabından) öyküsünde, 60'lı yılların sonunda, Woody yine sevilen kahkahasını 63


patlatıyor. Helmholtz adında bir psikiyatristin uzun ko­ nuşm alarından oluşan biyografisini form olarak kullanıyor psikanalistik dünya görüşün biçim deği­ şikliğini tanımlayabilmek için. Helmholtz sözde "Psikanalizin bir öncüsü". Ölümün kazanılmış bir karakter belirtisi olduğu­ nun kanıtı ile üne kavuşuyor. Helmholtz hizmetka­ rı Rolf ve dok köpeği Rolf ile İsviçre'de yaşıyor ve kendisi de içinde yer alabileceği biçimde otobiyogra­ fisini değiştirmekle meşgul. Maydanoz hakkında tartışmasından sonra Fre­ ud ile bu bilgin arasında özel antipatik bir bağlılık var. Helmholtz, biyografi ile birkaç özel seçilmiş du­ rumu tartışıyor. Tüm bu durumlar asıl hastaların psikologlar olduğunu gösteriyor. Ama psikanalizlerin de zaferleri oluyor: "İlk kez on sekiz yaşındayken bir kadına yak­ laşmıştı, ondan sonra yıllarca haftada yarım düzi­ nesine tecavüz ediyordu. Terapide yapabileceğim en uygun yöntem eski alışkanlığının yerine sosyal ola­ rak kabul edebileceği yeni bir alışkanlık koymaktı, saldırgan eğilimi bastırabilm esi için. Terapiden sonra bilinçsiz bir bayana rastladığında ceketinden büyük dilbalığı çıkarıyordu ve ona gösteriyordu.” Terapinin zaferi! Woody Allen’in sinsice gülü­ şünün eşliğinde. Belki de böyle öykülerde kendisini hastanın yerine koyuyor ve "sosyal olarak kabul edebileceği alışkanlıklarla" iyileşmeyi umut ediyor. Kendi avanaklığından sanat yapabiliyor Woody. 64


Allen'in bol malzeme ile bize sunduğu tüm ça­ lışmalarında, "şehir nevrotikleri" gibi filmlerinde ve "Helmholtz ile Sohbet" gibi öykülerinde yazarın kendi kafa sakatlıklarını ve koltuk seanslarını işle­ diğinden kuşkulanılıyor. "Şehimevrotikleri" filminden bir cümle: "Rahat kelimesini duyduğum anda kompleksle­ re giriyorum." Böyle bir itiraf, gerçek otobiyografiyi gösteriyor. Buna bir anlamda herkes sahip ancak ondan ne yaratacağın önemli. Bütün film sanatları her şeyden daha çok psi­ kanaliz ile ilgili. Kendi yaptığı ilk film olan "Sakar Karga Wo­ ody" de psikolojik araştırm alar ön planda. Psikolog­ lar, sahneye çıkıyorlar ve hastalarını inanılmaz bir çabuklukla anlatıyorlar. Hastanın böylece normale dönme yolunda hiçbir şansı yok. Psikologların ise bilimsel söylemlerini geçerli kılabilmek için "hasta­ ya" gereksinimleri var. Ordunun kriz ocağına gereksinimi olduğu gibi. "Bananas"daki muz cumhuriyetinin dolambaçlı yollarından sonra Woody hemen psikoz cephesine geri dönüyor: "Play it Again Sam"de, kendisinin de başı çektiği Middle-Class entelektüellerinin salak­ lıkları ile dalgasını geçiyor. Bundan sonraki filmi "Seks hakkında bilmek isteyip de sormaya asla cesaret edemedikleriniz" ise psikolojik filmleri içinde en çok satanı. Woody böylece zevkli esprisi ile seksolojiyi ya­ rım yamalak açıklığa kavuşturuyor ve kendi figür­ lerini psikolojiden koruyor. Bütün kafadan sakatla65


rın katıldığı bir koleksiyonu, yönetmen Ailen "Uyuyan"da sunuyor. Bu filmde geleceğin dünyası nev­ roz bahçesi olarak gösteriliyor. "Boris Gruschenko'nun Son Gecesi'nde de göstermelik kahramanın otobiyografisi, psikanaliz aspekti altında 1812 yılın­ daki Rusya'ya gönderiliyor. "Şehir nevrotikleri", "îçhayat", "Manhattan" ve "Stardust Memories"den sonra en son hayranı bile Woody'nin Freud derecesinde bir beyin cambazı ol­ duğunu anlıyor. Özellikle son filmi, yönetmen Allen'm film çevi­ rirken psikoterapi seanslarını anımsadığını gösteri­ yor. Woody bu konuları öylesine iyi işliyor ki, tüm bunların bizim kendi ruhsal dengesizliklerimiz ol­ duğunu sanıyoruz. Woody'nin esprisi bu nedenle etkili oluyor, ken­ dimizi iç hayatımız dahil onun kişiliğinde buluyo­ ruz. Böylece Woody adeta "vekaleten" bizim için acı çekiyor. "Stardust Memories"den sonra gelen bütün eserlerinde kendi hatalarımızı Woody'nin hataları ile karşılaştırabildiğimiz sahneler ve diyaloglar var. Öbür insanlarla paylaşılamayacak kadar günlük yaşam dan alınm ış. Örneğin "Şehirnevrotiklerı'nden: Isaac ile Tracy yatakta, yeni evlerinde ilk gece: Isaac: Dinle, duyuyor musun? Sanki birisi trampet çalıyor. Sanki biri onu testere ile kesiyor. Evet aynen sanki bir adam bir trampeti testere ile kesiyor. 66


Tracy: Biraz daha elleşsene. Isaac: Duyuyor musun? Sesi duyuyor musun? Tracy: Benimle Biraz daha oynaş bu dikkatini dağıtır. Isaac: Söylesene bir gecede kaç kere... yani de­ mek istiyorum kaç kere yapabiliyorsun... Tracy: Çok kere. Isaac: Evet bunun farkındayım, çok kere! Sa­ na bir şey söyleyeyim mi? Çok kere benim en sevdi­ ğim sayıdır! Tracy: Her zaman arzuladığım egzotik türden deneyelim. Isaac: Şoke oldum. Senin yaşında bir kız ola­ rak ne biçim konuşuyorsun! Şimdi dalgıç takımımı getireceğim ondan sonra sana gösteririm nasıl... Tracy: Ben ciddiyim! Isaac: Sözünü ciddiye alıyorum! Ama... duy­ muyor musun? Duyuyor musun yoksa ben mi çıldır­ dım? Bu kahrolası sesin nereden geldiğini bilmek istiyorum. Tracy: Galiba asansör boşluğundan geliyor. Isaac: Hayır asansör boşluğundan gelmiyor. Duvardan bir yerden geliyor. Sana bir şey söyleye­ yim mi otele gidelim bu gece burada uyuyamam, ya­ pamam. Böyle geceleri hangimiz bilmiyoruz ve hangi­ miz benzer sıkıntıları yaşamadı? Woody bunlardan harika film konulan üretiyor. Belki de günün birin­ de psikiyatriste gereksinimi kalmayacak ve yaratıcı çalışmaları seanslann yerini alacak. Belki de "Han67


nah ve Kızkardeşleri"nin kahramanı Mickey Sachs ile derin nefes vermesini de paylaşabilir: "Yıllardan beri psikanalizdeydim ve hiçbir şey olmadı. Zavallı psikiyatristim o kadar bunaldı ki so­ nunda kendi Salad Bar'ını açtı." Bu aşamaya geldiğinde, insan ya batar ya da kurtulur. Bu Woody için o zamana kadar psikotera­ pi hakkında birkaç espri daha toplayabilmek de­ mektir.

68


6. Doğal hayat

Şehrin sınırlarını geçmeyi sevmiyor. Dışarıda sivrisinekler pusuda yatıyorlar ve korkunç hayvan­ lar çalılıkların arasında dolaşıyorlar: "Benim için doğa..., biliyor musun... ben bilmi­ yorum..., orada örümcekler ve böcekler, küçük ba­ lıkları yiyen büyük balıklar var ve bitkileri yiyen bitkiler ve... sanki büyük bir lokanta gibi, bu benim görüşüm." O halde doğaya çıkmak neden? Woody'nin ora­ da hiçbir işi yok, ona çatı bahçesi yeterli. Orada bile saksıdaki palmiyeler kuruyor. Dışarda tanrının kendi atölyesinde kimbilir hangi korkunç ölçülerde bunlar oluyor. Doğa, şehirlilerin gereksinimlerine karşı anlayışsız. Yeşillikler arasında rahatlam ak Woody için sözkonusu değil. Hafta sonu ekindeki bayan iç ça­ maşır reklamları O'nu daha çok rahatlatıyor. Ses­ sizliğin insanı rahatsız ettiği ve alıştığı sesleri duy­


mayı özlediği bir yere gitmek ona aptalca geliyor. Woody'nin şehre gereksinimi var. Şehir ne ka­ dar büyükse o kadar iyi. En iyisi New York. Bu şehir yaratıcı beynin gereksinimi olan bü­ tün olanaklara sahip. Woody günlük kullandığı yollar ile şehri bir örümcek ağı gibi kaplıyor. Sabit noktalan sinema, kütüphaneler, barlar ve lokantalar. O nlann arasın­ dan tanınmadan bacaklannı sallayabildiği ıssız yer­ leri var. Şehir ne kadar büyük ise pınltısı içinde ya­ şayanlara o kadar yansıyor. "Manhattan"da Woody, en sevdiği iç tepkileri gösteriyor: 1. Bölüm: "Sevdiği şehir gibi sert ve romantik idi. Siyah çerçeveli gözlüğünün arkasında, yırtıcı bir kadının hakim olamadığı seksüel gücü pusuda yatıyordu. New York onun şehri idi ve hep öyle ka­ lacaktı." New York'daki canlı yaşam, Woody'nin nabzına geçiyor. Burada yüzbinlerce kadın yaşıyor ve hepsi tabii ki hayalinde- ona ait. Onlar" bunu bilmediği halde kendisi bunu biliyor. "Şehir nevrotikleri"nde bir New York kaçağı ile diyalog kuruyor: Tony: Ve siz, siz hâlâ New York'da mı yaşıyor­ sunuz? Alvy: Evet, orası hoşuma gidiyor. Tony: Ben de uzun süre orada yaşadım ama şimdi orası çok kirlendi. 70


Alvy: Ben çöp severim, içinde kendimi iyi his­ sederim. Buna yakından bakarak, o kadar ciddiye alma­ yın. Çünkü Woody iki film sonra "Manhattan"da, giriş sahnesinde New York'un çöp dağlarına sinirle­ niyor. Ama belki de çöp sorunu Beverly Hills'de ve rüyaların şehrinde dikişsiz kahverengi gökyüzünde plastik bir güneşin açması sorunundan daha iyi. Zaten bu Woody'nin New York Spleen'in geridönüşü: Batı sahil zombilerine derslerini vermek isti­ yor. Woody'e göre Kaliforniya’daki insanlar yaratıcı değiller. Tam tersi; onlar doğu sahillerinde çalışan­ ları pazarlıyorlar. Yeni parola "Batı sahili doğu sa­ hiline karşı”. Ve sinema yüzyılın başında New York'dan Hollywood'a taşındı ve böylece kendisini ticarete sattı. Woody gibi eleştirmenler bunu böyle görüyor­ lar, insanlar orada aynen böyle kendilerini satıyor­ lardı. "Şehir nevrotikleri"nde Woody'nin dalga geçtiği gibi bir ülkenin "tek avantajı kırmızı ışıkta sağa sa­ pabilmek." Kronik Los Angeles bulantısı olan Woody Ailen basitçe batı kıyısını doğa olarak ve doğu kıyısını da kültür olarak görüyor. Hollywood'u ya da New York'u da merkez olarak. Hollywood'a sivrisinekler uçuşuyor: sokansivrisinekler, ünlüsivrisinekler, ticarisivrisinekler, yeteneklisivrisinekler, her türden sivrisinekler. 71


New York'ta hava temiz. Arada bir birkaç ara­ ba gidip geliyor ama bu New York'un havasının çok hızlı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Ve bazen Woody Ailen şehir sevgisini eşsiz re­ simlere çerçevelemeyi başarıyor. "Manhattan" fil­ mindeki gibi sabah Mary ile Queensborough köprü­ sünde oturarak güneşin doğmasını beklerken: Mary: Ahh, burası çok güzel! Isaac: Evet... öyle, gün doğduğunda tanımlanamayacak kadar güzel oluyor... Mary: Evet biliyorum ve bunu seviyorum... Isaac: H arika bir şehir, insanlar ne derlerse desinler, o olağanüstü. O kadar... Mary: Evet! Şimdi bunu biliyoruz. New York öyle, bambaş­ ka. Ama burada da nevrozlar açıyor. New York'un kendine özgün çılgınları ve çılgınlıkları var. Onlar gidip geliyorlar. "... ben insanların halkın "New York sokak de­ lisi" dediklerinden değildim. Hani plastik torbaları­ nı ip parçaları ve şişekapakları ile dolduranlar..." ("Delinin Öyküsü" "Yanetkileri"nden) New York'da normalden deliliğe geçiş akıcıdır. Hangi düzeyde olduğunu doğru dürüst kimse bilmi­ yor. Yaratıcı olanlar bu durumda en iyisini yapıyor­ lar: Sanat... Delilik olmadıkça hiçbir şey yapılamıyor ve 72


New York delilik için en uygun yer. Woody Ailen bir kez kent sınırını gerçekten ge­ çiyor. "Bir Yazgecesi Seks Komedisinde doğaya açılmaya cesaret ediyor. Bunu, Bergman'm "Yazge­ cesi Gülümsemesi" filminden esinlendiği için yapı­ yor, yani neden doğa sevgisi değil yine sinema. Bu filmde Allen, Mendelssohn müziğinin ritmi­ ne göre ceylanları hoplatıyor. Dereler, sakin mırıl­ danıyorlar ve çalılıkların arasında romantik ateşböcekleri, tavşanlar ve kelebekler geziniyor. Woody Ailen huzuru o kadar abartılı sahneye koyuyor ki, o anda, sivrisineklerin egsoz gazında boğulduğu Manhattan'a dönme özlemi kendini hissettiriyor. Allen'm filmlerinde ormanlar, bu zamanın nev­ rozlarından etkilenmemiş, eski zamanlardan kalan bir masal gibi. Woody filmde bir mucidi canlandırı­ yor. Garip pervane bisikleti ile sahneden dışarı uç­ tuğunda, nilüfer gölünün içine düşüyor. Doğada da her şey kolay olmuyor. Görüntü ilk bakışta yanıltı­ yor, ancak ikinci bakışta insanların doğal çevrede yön duygularını nasıl kaybettikleri daha da belir­ ginleşiyor. Çalılıklar ve nilüfer gölünün arasında sürekli bir mutluluk sözkonusu olamıyor. Yüksek bina ve çöplüklerin arasında da! Ama, burada hiç olmazsa sorunlar göz önünde. Şehir, in­ sanı yanlış kaçışlara yöneltmiyor ve günün birinde belki bu kargaşaya bir çözüm bulunacak. Woody Allen'in son filmlerinden "Radio Days" ve "September", doğa ve kent yaşamı hakkındaki görüşlerini yansıtıyor. 73


"Radio Days" ve "Zelig" gibi filmlerde medya dünyasını işliyor Woody. Bu dünya ile kent yaşamı arasında bağlantı kuruyor. Bu arada kendisi de sos­ yal toplum hakkında bir şeyler öğreniyor. "September" ve "İçhayat" filmleri kent dışında bir villada geçiyor. Doğa, kentten kaçanlara rahat­ lamaları için hizmet sunan bir yer. Ancak yine de ruhsal bunalımların çoğu burada oluşuyor. Kendile­ ri ile başbaşa bırakıldıklarında insanların kente ne kadar bağlı olduklan ortaya çıkıyor. Doğa karşısın­ da herkes sesli bir düşünce ile kendi içine dönüyor ve başkalarına da içhayatlarmın gölünden su sıçra­ tıyorlar. Hayır teşekkürler, kentte yaşam daha güzel. Hem inatçılar için de Central Park var. Zaman zaman alevlenen anlam arayışında Woody parka gi­ diyor, Tracy ile bazı akşamlar parkta fayton ile ge­ ziyor. Central Park doğa gereksinimini gidermek için yeterli ve daha güzel.

74


7. G erçekten politikacılar sapıklardan daha m ı kötü?

Woody Ailen, sabit fikirli ve kuralcı kişilere hayret ediyor. Bunlara din adamları, tavşan yetiştiricileri ve politikacılar dahil. Biraz fark var tabii ki, yüz mas­ kelerinde biraz insanlık olan eğitilmiş liberal politi­ kacılar, kendi yaşamlarını parti programına göre daraltan ideologlardan daha iyiler. Woody Allen’a göre politika, "düşünmeme" sa­ natı. Politikanın olduğu yerde düşünce yok. Bu gö­ rüş daha önce de değişik insanlar tarafından deği­ şik araçlarla belirtilmiş. Woody ise espri yolunu se­ çiyor. Üstelik son derece hiddetli espriler bunlar. Woody'ye göre politikacıları gözden kaçırma­ mak gerekiyor. Böyle ortodoks yaratıklarla görün­ tüde iyi dalga geçiyor. Bunu özellikle "Bananas"da çok iyi yapıyor. Ve "Zelig"de sürekli aynı fabrikanın ürünü gibi görünen ve düşünen politikacıları tipli75


yor. Politikacılar, Woody Allen'a göre karmaşık ve gülünç devrin asıl ikonları. "Şehir nevrotikleri"nden iki diyalog bunu açık­ lıyor: Adlai Stevenson için düzenlenmiş bir seçim kampanyasında: Alvy: Asıl mesleğiniz seçim kampanyaları dü­ zenlemek mi? Allison: Hayır, bunu öylesine yapıyorum. Dok­ tora tezimi hazırlıyorum. Alvy: Ne hakkında? Allison: 20. yüzyıl edebiyatında politik angaj­ man. Alvy: Ah evet, siz yahudi sol liberallerden hoş­ lanırsınız ve entelektüel New Yorklulardan, Cent­ ral Park West Brandeis Üniversitesi’nden, sosyalist yaz kamplarından, aah... ve mutlaka duvarda asılı Rosa Luxemburg Pin-Up-Girl olarak. Ve özellikle kuruluşa karşı küçük güzel bir grev... aah... kendi­ mi aptal yerine koymadan lütfen konuşmamı dur­ durun. Allison: Hayır, bu harikaydı, kültürel bir Stereoteype indirilmeyi severim. Alvy: Ben genelleştirmeyi severim, tabii ki sol­ ların lehine... Politika ve ahlak: Allison: Earl W arren komitesinden herkesin bu komploya karıştığını mı söylemek istiyorsun? Alvy: Neden olmasın? 76


Allison: Earl Warren'de mi? Alvy: Ben... ben Earl W arren'i tanımıyorum canım! Allison: Lyndon Johnson? Alvy: "Lynd.. niye bana soruyorsun! Lyndon Johnson bir politikacıdır! Bu insanların ahlakını bi­ liyorsun! Bence bu sapıkların da bir derece altında. Allison: B unların hepsi komplocular: FBI, CIA, G. Edgar Hoover, Petrol şirketleri, Pentagon ve Beyaz Saray'ın tuvaletinde duran adam... Alvy: ... şey... tuvalette duran adam hariç... Itirazlı bakış açıları, "küçük insanın" sempatisi sonunda belirginleşiyor. Woody Allen'in "Boris Gruschenko'nun Son Gecesinde" belirginleştirdiği bir sempati. Bu filmde kahraman kölelerin iktidara geçmesini ilan ediyor, çünkü sadece onlar "doğru dürüst nasıl yapıldığını" biliyorlar. Politik bir tanımlama olarak bu açıklamayı pek dikkate almamak gerekiyor. Çünkü sadece profes­ yonel politikacılar ahlaksız olmuyor, Alvy Singer'in dediği gibi, "sade insanlar da" iktidarın tadını al­ dıktan sonra alçalabiliyorlar. Ailen, zaman zaman bu konudaki düşünceleri­ ni açıklıyor. Örneğin: "Halkın uyum sağlaması için kısa ama yardımcı bir tanımlama. Dikkate alınmalı ki, direniş bittikten sonra ezilenler çoğu zaman iktida­ ra geçiyorlar ve ezenler gibi davranmaya başlıyor­ lar. Tabii ki böylece onları telefona çağırmak zorla­ şıyor ve direniş sırasında onlara sigara ve sakız için 77


ödünç verdiğimiz parayı da hiç hatırlamıyorlar." (Leit'siz Freud Olmaz'dan) Ayrıntılı olarak bunu Woody, "Viva Vargas! Di­ renişçinin günlüğünden bölümler" eserinde anlatı­ yor. Direnişin kendi çocuklarını yutmayacağına ina­ nan idealist direnişçiler için zengin bir kaynak. "Spinelli yıllarca kendini adamış İtalyan bir komünist idi ve Marksizme başarıyla katkıda bu­ lundu, zekice onu Tortellini'nin içine doldurarak." ("Sizin için Fabrizio's da yedik'-Yanetkilerden) Böyle bir Marksizmi afiyetle yeriz. Öbür az ba­ haratlı ama tuzu fazla kaçmış Marksizmi Ailen pek sevmiyor. Bu örnek bunu gösteriyor. "Weinstein'a Kaddisch Yok" öyküsünde Woody, kaderin oyunu ile dalgasını geçiyor. "Her sabah traş olurken, yüzüm samîye benzi­ yor diye düşünüyor Weinstein", Woody'nin edebi kahramanı. Çoğu kez Robert Redford ile karıştırıyorlardı onu, ama bu her zaman bir kör tarafından yapılı­ yordu. Bir de Feinglas vardı, başka bir gençlik ar­ kadaşı: Tipik sınıf birincisi. Bir işveren ispiyoncusu, işçiler tarafına geçen ve sonra da Marksizmi benim­ seyen, komünist bir propagandacı. Parti tarafından terkedildi, Hollywood'a gitti ve ünlü bir çizgi film seslendiricisi oldu. Kaderin oyunu." Bu tü r yaşam öykülerinde politik taktiklerin rüşvetleri var. Bu da Woody Allen'i idelistlere karşı huylandırıyor: Onlar güzel resimleri ve iyi yemekle­ ri bir yana bırakırlar, hazırlıksız ve aniden enter­ nasyonal ya da Wall Street milli marşını söylemeye 78


başlayabilirler. Oysa Allen gibi bir yazar bedava bira karşılı­ ğında herkesten hoşlanıyor. "Weinstein'a Kaddish Yok" öyküsünde kendisini politize edebilecek koşul­ ları sıralandırıyor: "Onun hayran kaldığı politika marksizmin teo­ risindeki düzendi. Eğer herkes "Ninotschka" şarkı sözlerini ezberlerse kollektiflik olabileceğinden emindi." Biraz saf tabii ki, ama ne düşünce! "Marksiz­ min teorisindeki düzen" toplumu duygulandırıyor­ du. Yazar Allen'in bu kavramları böyle komik bir noktaya getirmesi, O'nun niteliğini gösteriyor. Ve onun için önemli olan, politikanın sonuçlarına ağla­ mak değil, gülmek. Ailen yaratıcı bir hümanist, bize en son diyetlerin günün en önemli konusu olduğuna inandırm ak isteyen sıkıcı programcılardan çok farklı... Woody'i güldüren de kılık değiştirmiş direnişçi­ lerin durumları, dans etmeleri, değişik tepkileri. Kuzey Amerika tarihinde bazı karanlık lekeler ve bunun için oluşturulmuş insanların özel hayatına kene gibi yapışan komiteler var. Woody'nin kahramanı Weinstein bu komiteler­ den biri ile kötü deneyimler ediniyor. Weinstein'in arkadaşlarının hepsi "Amerikan Olmayan Entrikalara Karşı Derneği"nden kaçındı­ lar. Blotnik kendi annesi tarafından, Scharfstein emir servisi tarafından ihbar edildi. Weinstein, sa­ vaşa yardım için para verdiğini itiraf etti ve bunları 79


ekledi: "Oh evet Stalin'e bir yemek odası aldım." isim vermemekte direniyor ama demek çok ıs­ ra r ederse toplantılarda karşılaştığı insanların boy ölçülerini verebileceğini söylüyor. Sonunda paniğe kapılarak beşinci temel hakkına dayanacağına üçüncüye dayanıyor ve bu ona pazar günleri Philadelfiya'da bira alma hakkı veriyor. Yazar Allen'in politik niyet açıklaması doğal. Gerçekten öyle mi? Bu metni demek okusaydı nasıl tepki gösterirdi acaba? Bu demek artık yok. Ama gizli küçük demek­ ler var ve politikacılar vatandaşı aptal yerine koy­ duğu sürece hep olacaklar. Woody Allen'in bu tür metinlerde dalga geçtiği politik gerçekler, Weinstein’in düşündüğünden çok daha ciddi ve daha kötü. M artin R itt'in "Samandan Adam" filminde Woody Allen, Howard Prince'i oynuyor. Filmde ken­ disini kibarlar kibarı sanan politikacı tüm karak­ terlerden daha gülünç. Woody Ailen bu filmde poli­ tik pozisyonlar olduğu için gereğinden fazla çalışı­ yor. Kahraman burada politikayı yaşam düşmanı olarak algılıyor: "Amerikan Olmayan Entrikalara Karşı Araş­ tırma Demeğinden" Davacı: Sadece birkaç soru Mr. Prince, çok meşgul olduğunuzu biliyoruz. Mr. Prince, Alfred Miller'i tanıyor musunuz? Howard: Aah... kim? Davacı: Alfred Miller! 80


Howard: Aah... niye? Davacı: Demeğe sadece söyleseniz! Hııı? Howard: Peki neden,... bilmemem gerekiyor? Başkan: Mr. Prince, endişelenmeyin! Buraya gelen herkes doğruyu söylerse endişelenmesine hiç gerek yok. Howard: Hmmh..., hangi Alfred Müller? Davacı: Yazar Alfred M iller'i tanıyor musu­ nuz? Howard: Aah... dediğiniz gibi; "tanımak", bili­ yor musunuz... bir insanı tanıyabilir miyiz? Ben... Alfred Miller ile birlikte büyüdüm ama... onu tanı­ yor muyum? Dediniz ki: Onu tanıyor musunuz? ama... onu tanıyabilir miyim... İncil anlamında ya­ ni?... Bunu yapabilir miyim?... Haklı mıyım? Davacı: Bu çoğu kez buluştuğunuz Alfred Mil­ ler olabilir mi? Howard: Aah... bunu kim iddia ediyor? Davacı: Bu doğru mu, yoksa değil mi? Howard: Önce ben sordum! Davacı: Doğru mu?! Howard: Anlamıyorum, burada ben birisin­ den... Davacı: Soruyu yanıtlar mısınız! Howard: ...Hangi, hangi soruyu? ... Herhangi bir soru soruyorsunuz ben de yanıtlıyorum ondan sonra... Davacı: Alfred Miller'i tanıyor musunuz!... Howard: Bunu,... bunu... sormuştunuz!... Avukat: Howard ne yapıyorsunuz! Howard: Endişelenmeyin, ben... yaparım! 81


Avukat: Yemin ettiniz ve soruyu yanıtlamaz­ sanız cezalandırılırsınız! Howard: Ben sadece karşılık veriyorum, yanıt vermiyorum hepsi bu. Avukat: Laf salatası. Howard: Yanıt vermezsem bana bir şey yapa­ bilirler ama ifade vermeden yanıt verirsem elimde­ ler. Avukat: Onlan kızdırmak mı istiyorsun? Howard: Olsun! Ne yapabilirler? Beni dışarı atarlar! Davacı: Alfred Miller'i tanıyor musunuz? Howard: Hey! Hmmh... Her hafta otobüs dolu­ su komünist geçtiğini biliyor musunuz? Demek iste­ diğim buna karşı önlem alan var mı? Başkan: Şu an eğlence bölümündeki komünist komplosundan başka bir şeyle ilgilenmiyoruz! Howard: Bu nasıl olur, yani neden kimse buna karşı bir şey yapmıyor? Neden bütün insanlar si­ lahlandırılmıyor? Bence herkes silah kullanmayı öğrenmeli. Sadece başka işe yaramayan insanları askeri okullara göndermek bence çok büyük bir ha­ ta. Başkan: Mr. Prince! Bu komite büyüyen ko­ münist tehlikesine sizin gibi aynı endişe ile bakıyor! Davacı: Alfred Miller hakkında hafızanız bula­ nık olduğuna göre bu kişilerden birini tanıyor mu­ sunuz: William Phelps, Herbert Delaney, Florance Barrett, Herschel Braunstein, Heckey Brown olarak da tanınıyor... Howard: O öldü. 82


Davacı: Onu tanır mıydınız? Howard: .... Davacı: Mr. Prince bugün buraya bize yardım­ cı olmak için geldiniz! Başkan: Bize bir saniye izin verir misiniz Mr. Prince!... Başkan (Davacıya): Hani radyo istasyonunda bir anlaşmamız vardı! Davacı: Sanıyorum bunu kendiliğinden yapı­ yor... 1. Başkan Muavini: Neden onu cezalandır mıyoruz? 2. Başkan Muavini: Bunun için geçerli nedeni­ miz yok! Başkan: Onu öylesine bırakmamalıyız, beşinci maddeye bile değinmiyor. Onu çivilebileceğimiz bir şey olmalı! Davacı: Peki!... Mr. Prince!... Size başka bir so­ ru sormak istiyorum! Patrick Callahan diye birisini tanıyor musunuz? Howard: ...Aah...kim? Davacı: Gece kasiyeri olarak çalıştığınız lokal­ de şef garsondu. Howard: Ben?... Ben mi diyorsunuz? Davacı: Damy La G attuta diye birisini tanıyor musunuz? Howard: Hımh... bu, aah, manav değil miydi? Davacı: Mr. La G attuta ve Mr. Callahan için bahisler yatırdınız değil mi? Howard: Sadece... aah... sıkı arkadaşlık bazın­ da... 83


Davacı: Mr. Prince, bahis yatırmak bir suçtur! Avukat: Howard, bu doğru mu siz bir yarış aceıitası mıydınız? Aman tanrım!... Aah sayın başkan bir saniye izin verir misiniz, sizinle konuşabilir miyim? (Mırıldanma) Avukat (Howard'a): Onlarla anlaşmaya hazır mısınız? Howard: İsim vermem gerekiyor değil mi? Avukat: Howard onlar çok aklı başında insan­ lar! Bir isimden fazla vermen gerekmiyor! Howard: Evet ama hangisini! Avukat: Bu size bağlı! Howard,... bir ayağınız­ la hapiste duruyorsunuz. Bir isim ne ki! Kafanızı fazla yormayın Meckey Brown'i verin! Howard:... Meckey? Avukat: O zaten ölmüş! Bu neyi değiştirebilir ki! Onların istediği sadece bir jest, beraber çalışma isteğinizin bir işareti olarak! Başkan: Şahit devam etmeye hazır mı? Avukat: Evet sayın başkan. Davacı: Mr. Prince size bu soruyu protokol için soruyorum: Herschel Braunstein'i tanır mıydınız? Avukat:... Howard hapise gireceksiniz!... Davacı: Meckey Brown olarak da tanınmış. Avukat: ...Mantıklı olun!... Davacı IBaşkan: Bu adamı Brown'mi yoksa Braunstein olarak mı tanırdınız? Bu isimlerden biri yeterli Mr. Prince!... Avukat: Onlara söyleyin! Davacı: Brown ya da Braunstein!... 84


Başkan:... Bir isim!... Davacı: ...Cevap vermeyi red mi ediyorsu­ nuz?... Avukat: ...KonuşsamzaL. Howard: ...Aah... yani çocuklar... Ben bu komi­ teye bana böyle soru sorma hakkını vermiyorum! Ve... aah... bir şey daha var... mmmh... siz, aah... hepiniz kıçımı yalayabilirsiniz!

85


8. Rabbilerin dünyası

Woody Ailen bir Yahudi. Espri yaparken de di­ ni konulardan kaçmıyor. Yücelik ile alçaklık, aziz­ lik ile ahlaksızlık arasındaki farkı kabul etmemek için tüm yaşamı komik bir numara olarak işlemeyi ilke edinmiş. Böylece, küstahlığını eleştiren Ortodoksların hışmına uğruyor. Aynı zamanda sadece vicdan aza­ bından dolayı Yahudilikle ilgilenen ve Yahudilere yapılan suçu örtbas etmeye çalışan yağcılardan uzak durmaya çalışıyor. Yahudilerle ilgili espri yapılacaksa bunu ancak bir Yahudi yapabilir... Woody Ailen, tarihi güç gösterilerine kurban oldukları sürece Yahudilerden hoşlanıyor. Bunun da ötesinde, Yahudi komedi bölümüne üye, Yahudi mizah anlayışı O'na işlemiş. Bununla birlikte Allen'in eserlerinde Yahudi inancını savunduğu söyle­ nemez. Aksine pek çok eserinde bu konu ile ve Ya­ 86


hudiliğin ortodoks uygulamaları ile dalga geçiyor. Ama Ailen gibi tamamen bir Yahudi olarak ye­ tiştirilmiş ve New York’da Yahudi mahallesinde bü­ yümüş olan biri Yahudi kültürünü ve yahudileri O'nun gibi sevebilir. Ailen yahudi mizahını arkasına alıyor. Sabadern'de hayatta kalma stratejisini keşfeden Ya­ hudi mizahı. Politik ortodoks praksis’e benzer Rabbilerin inançları, Woody Ailen gibi bir sanatçıya görsel esp­ riler yapma olanağı veriyor. Alışılmışın dışındaki davranış biçimleri ile alışılmış bir çevrenin kontras­ tı sonunda Woody'nin Rabbileri oldukça egzotik olu­ yorlar. Günlük yaşamın en basit konularına durma­ dan saldırıyor, farfaralık ediyorlar. Sindirim bozuk­ luğunun nasıl tedavi edileceği ya da televizyondan ne kadar uzaklıkta oturulacağı konusunda tartışı­ yorlar. ("Misilleme" Yanetkileri'nden) Woody'nin kendisi de bir Rabbi gibi konuşmaya başlıyor. Örneğin, "Manhattan"da, ayrılıktan zarar görmüş Mary’e yaşam hakkında yaptığı konuşmada olduğu gibi. "Hannah ve Kızkardeşleri" filminde Woody, Mickey Sachs olarak katolik inanca geçmek istiyor. Babası kızgın soruyor; "Ama neden? Seni bir Muse­ vi olarak büyüttük!" Ve Mickey'nin cevabı: "Belki de Yahudi olarak dünyaya geldiğim için..." "Stardust Memories"de Sandy Bates düşünü­ yor; "Brooklyn yerine Polonya ya da Berlin'de doğ­ 87


muş olsaydım, bugün bir abajurdum" Sadece bir Yahudi, Yahudiler hakkında böyle espriler yapabilir ve yapmaya yetkilidir... Woody'nin en sevdiği tarz, dram atik konular hakkında hafif espriler yapmak. Konu ne kadar dramatik ise espriler o kadar hafif oluyor. Yazar olarak böylece en komik etkileri elde ediyor. Bu, saygısızlık olarak da nitelendirebiliyor. "Rabbi Baumel, Witebsk'in bilgini, açlık grevi­ ne girmeye karar verdi. Rus Yahudilerine geto dı­ şında slip giymeyi yasaklayan haksız kanunu pro­ testo etmek için." (Sen Sana Nasılsan, Ben de Bana Öyle" kita­ bından) Ancak Woody'nin yaptığı saygısızlık suçlulara değil, tarihin kurbanlarına da yönelik. Yahudileri daha iyi insanlar yapmaya çalışmıyor, onların hata­ larını gösteriyor. Allen'in yöntemi bütün konuları demokratik ve eşit biçimde işlemek. Böylece Yahudilerin resmini düzeltiyor. "Yahudiler, belli bir ücret karşılığında Tanrı­ nın ilgisini bekliyorlardı. Eski koruma şantajı, üc­ ret karşılığında onlarla ilgilenmek." ("Mr. Big" "Sen Sana Nasılsan, Ben de Bana Öyle") Bir Yahudinin yahudiler hakkında böylesine saygısızca konuşması çok sık yaşanan bir şey değil. Bu Yahudinin adı Woody Ailen olmasaydı hiç ciddi­ ye alınmazdı. Ama böylece yazarın gerçek amacı or­ taya çıkıyor: Yahudilerin resmini bulanık gösteren olumlu ya da olumsuz tüm ön yargıları yok etmek. 88


Bütün diğer insanlar hakkında nasıl konuşuluyorsa yahudiler hakkında da öyle konuşulması. Bu, bu­ gün için olanaklı değil. Ancak belki Woody sayesin­ de bir gün gerçekleşebilecek. Bu amaca, günlük yahudi düşmanlığını tanım­ lamak da dahil. Hem de anlaşılabilir biçimde: Alvy: Tam olarak duydum, sakalına söylendi: Yahudi! Rob: Of, sen manyaksın. Alvy: Hayır, hayır değilim! Üçümüz tenis kor­ tuna giderken o, eşi ve ben, eşine baktı, ikisi bana baktılar ve ondan sonra kendi kendine mırıldandı: Yahudi! Rob: Alvy sen tamamen paranoyaksın. Alvy: Ne, neden ben para.., sadece böyle şeyler dikkatimi çekiyor! Geçenlerde NBC'de birkaç kişi ile buluşmuştuk. Haydi millet sizi davet ediyorum demiştim. Bunun üzerine Tom Christre Yahudi de­ di. Anlıyor musun: Ya idi demedi, "Yahudi" gibi ya idi dedi! Rob: Max her yerde hayalet görüyorsun! Alvy: Bana Max demekten vazgeç! Dün plak satan bir dükkana gittim, uzun boylu sarışın bir sa­ tıcı bana doğru geldi, hani Siegfrid tipleri vardır ya, tepeden tırnağa bir süzdü ve "Bu hafta indirimimiz var, Richard Wag-ner, Max, Wag-ner! hemen ne de­ mek istediğini anladım, Wag-nerü ("Şehir Nevrotikleri"nden) M anhattan sokaklarında yürüyen Alvy ve ar­ 89


kadaşı Rob arasında bu küçük diyalogda Woody kendisini anlatıyor. Filmde biyografik bir detayın işleniş biçimi oldukça ilginç. Woody Allen New York'da tanınmamak için arkadaşlarının kendisine "Max" demesini istiyor. Filmde kendisiyle dalga ge­ çercesine "Max" adını kullanması, onun yaratıcılığı­ nın göstergesi. Ve Woody, Yahudi sakar, Alvy Singer figürün­ den dimdik dışarı bakıyor. Şüpheci bir Yahudi, gün­ lük Yahudi düşmanlığı altında acı çeker ama yine de yahudilerin ne düşündükleri ve yaptıkları hak­ kında fikrini söylemez. Tamamen kişisel düzeyde bu böyle anlaşılır: (Isaac, Mary'ye "Manhattan"de.) "Biliyor musunuz, kitabım değer yargılarımızın yıkılışını tartışıyor. Yıllar önce annem hakkında kı­ sa bir öykü yazmıştım, adı da: "Hadımlaştırılmış Siyonist*" Roman olarak bunun üstünde çalışaca­ ğım. Ne diyebilirim ki bütün gece kitabım hakkında konuşabilirim...." Annesini hadımlaşma tehlikesinde olarak siyonizmde yükseltiyor. Yahudi veliler de çocuklarına kötü şeyler yapan veliler. Onları örnek göstermek için hiçbir neden yok. Bunu da "Weinstein'a Kaddisch yok" ("Leitsiz Freud Olmaz" kitabından) öykü­ sündeki bir bölüm kanıtlıyor. "Sanki 1Q derecesinin yüksekliği onu öbürlerin* Siyonizm: Ulusal musevi devletini kurmak için oluşturulan bir hareket.

90


den yeterince ayırmıyormuş gibi, bir de inancı hak­ kında tanımlanam az haksızlıklarla karşı karşıya kalıyordu. Özellikle annesi ve babası tarafından. Tabii ki annesi ve babası sinagogun bir üyesiydi ama oğullan, Yahudi olduğu gerçeğini bir türlü kabullenemiyordu. "Bu nasıl olabilir?" diye babası üz­ gün, üzgün soruyor." Bu anneler ve babalar çok garip. Oğullarına Yahudi dostu bir yüz ve ortodoks bir inanç veriyor ondan sonra da hiçbir şeyi anımsamak istemiyorlar. Anneler ve babalar, kendilerine ve çocuklanna kar­ şı Yahudi düşmanlandırlar. Ama normal hallerinde yine de sevimli görünüyorlar. Woody, bu insanlan oldukça ölçülü bir biçimde işliyor.

91


9. Seks yaparken

Woody gerçek bir muzır, bundan sonraki dün­ yada "çifte esprinin" bulucusu olarak anılmak isti­ yor. Ama aşktaki başarısı da bir o kadar önemli. Aşkla aslında seksi kast ediyor. Woody'nin fi­ gürlerinin anahtarı seks. Woody Allen'in eski filmlerinde bir ya da daha fazla kadına sahip olan erkekler var. Woody sahip olmakla hep aynı şeyi söylemek istiyor, bir daktilo­ ya sahip olmak ya da bir pul koleksiyonuna. Çevre­ sinde milyonlarca kadın var ve hiçbirine sahip de­ ğil. Bunun değişmesi gerekiyor. Tiyatro eseri "Play it Again Sam", 1972'de filmleştirildi. Bu filmde Ailen, kendisine uygun bir ka­ dın arayışını işliyor. Bu Slapstick komedisinde ters gidebilecek her şey ters gidiyor. Bekar bir erkek yalnızca seks ge­ reksinimini gidermek için kadın özlemi çekiyor, ya­ ni özel bir kadın aramıyor. Kadınsı hatları yerinde


olan herkes işine yarayabilir. Çok çabuk tahrik olu­ yor ve bu süreçte bir sürü sakarlıklar yapıyor. Ailen eserinde böyle bir erkeği tipliyor. Bu er­ kek kadınları anlamıyor, çünkü kendisini de tanı­ mıyor ve anlamıyor. Bu nedenle şu sonuca varıyor. "Kadınlar bizi saran yumuşak şeylerdir ve birgün bizi tamamen saracaklar. ("Ölüm Mahkumu" "Yanetkiler"den) Kadınlar hakkında böyle soyut düşünen biri, ilişkilerini her zaman bilinmeyene doğru bir itiliş olarak yaşayacak. Ve bu, arzularını durmadan alev­ lendirecek. Aşk hakkında çok fazla düşünüyor ve bu nedenle aşkı yaşayamıyor. O, bir sonuca varana ka­ dar aşk uçup gidiyor. Allen'in karakterlerinin akıllarında, seks yap­ m aktan başka bir şey yok. Bütün o Alvy'ler, Isaac'ler, Sandy'ler ve Mickey'ler bedensel mutlulu­ ğun arayışında olan kişiler. "Seks Hakkında Bilmek İsteyip de Sormaya Asla Cesaret Edemedikleriniz " komik ve eğitici bir film: "Adem elmayı lezzetli olduğu için ısırdı, ama farkına vardı ki; Havva'nın meyveleri daha da ta t­ lı!" Bu filmde Woody Ailen, adi bir kışkırtıcılık ya­ pıyor. Girmek ya da girmemek, buradaki durum bu. Öten horoz dahi karşı cinsi arıyor. Ve başka bir yerde Hamlet kılığındaki gevezesi diyor ki: "Espri tatsızlaşıyor! Bir kadın sunulmalı bana, sıkıntımı gidermek için! Ah kraliçem seni gözlerimin önünde çıplak olarak canlandırıyorum, ya da hizmetçi olsa da olur, sadece az giysili bir kadın! 93


Bu film gerçekten sıkı! Woody tüm tabuları yı­ kıyor ve ortalığı kahkahalara boğuyor. Bunu sadece bu filminde yapıyor. Öbür filmlerindeki esprileri daha edepli. Bu filminde kurtlarını tamamen döküyor. Aşk ve seks hakkında terbiyesiz esprilerini yapıyor ve bunları filmin odağı ilan ediyor. Seks, her zaman iyi bir kelime esprisine değer. Örneğin, "Boris Gruschenko'nun Son Gecesi"nde olduğu gibi: Kontes: Bu güne kadar sahip olduğum en iyi sevgilisin. Boris: Evet, biliyor musun yalnız olduğum za­ man sürekli çalışıyorum. Önemli olan aşka hazırlanm a aşaması. Ve Woody için de bu bir sorun. Kadınlarla birlikteyken genellikle hemen olmuyor. Aynı filmde bu kısa diya­ log oluşuyor: Kontes: En son ne zaman bir kadınla beraber­ din? Boris: Ne..., bugün günlerden ne? Pazartesi, ah... Salı,., iki sene! Ama korkmayın. Sonradan seks ile her şey yo­ luna giriyor. Her şey tamam, Woody dayanılmaz. Karılarını kısa süre için ellerinden aldığı boynuz­ lanmış eşlerin saldırılarına ustaca karşı çıkıyor. Kont: Kontes Alexandrowna'nm namusunu le­ 94


kelediniz! Boris: Orgazmda önceliği ona bıraktım! Kendinden emin olan bir adam! Şaşılmaz, bu filmde Boris, Rus genişliğinin bütün vahşiliğini ka­ nında taşıyor. M anhattan ve delilikler çok uzakta kalıyor. Woody özgürce hareket edebiliyor. Önceki filmlerinde Woody Allen'in kahraman­ la n yine de aşk konusunda zorluk çekiyorlar. "Uyuyan"da Woody, Louise ile tanışıyor, iç ça­ maşır konusunda uzman, ama aşk konusunda biraz deneyimsiz. Woody bunu daha da büyük deneyim­ sizliklerle dengeliyor. "Bananas"da Woody, San Marcos'un askeri sal­ dırısına karşı propaganda yapan büyük memeli bir sosyologa aşık oluyor. Woody onu kahramanca yata­ ğa atıyor, ama o da onu gerilla savaşma atıyor. "Seks hakkında bilmek isteyip de sormaya ce­ saret edemedikleriniz"de bir sperm parçası olarak fırlatılmadan önce, büyük memelere karşı verilen savaş anlatılıyor. "Boris Gruschenko'nun Son Gecesi"nde Woody, kendisini cehennemde buluyor am a orada da güzel kızların olabileceği umuduyla avunuyor. Ve "Şehir nevrotikleri"nde seksüel açlığı onu Annie'ye götürü­ yor. Seks olmalı. Eski karısı Robin ile bir sahnede Woody nedenini açıklıyor: Alvy: Bir şeyin farkına vardım, hiçbir şey bil­ mesen bile kendini entelektüel olarak gösterebilir­ 95


sin. Ama vücut yalan söylemez, şimdi olduğu gibi. Robin: Yapma, hayvan seni! Alvy: Hayır, hayır müthiş olan bu. Dışarda küçükkareli yum urta kafalılar yabancılık sorununu tartışırken, biz burada rahatça yuvarlanabiliyoruz. Robin: Alvy yapma!... senin seksin düşmanlı­ ğın zembereği oluyor. Alvy: Hayvansı arzularımı hep böyle psikanalitik kategorilere indirm en mi gerekiyor. Hıııh...mıh..., Zaratustra evet diyordu, onun sütyenini çıkarırken... Robin: Alvy! yanda New York dergilerinde sö­ zü çok geçen insanlar oturuyor... Aman tanrım ne düşünürler....! ("Şehir Nevrotikleri") Vücut hiçbir zaman yalan söylemez! Woody'nin sekste hayran olduğu da bu. Bu duygusal spor onu tahrik ediyor. Buna karşın bütün düşünsel gereksi­ nimler solarak ikinci sıraya düşüyor. Aşk istediğin zaman sadece bir şey yapman ge­ rekiyor, aşk yapmak! Ama Woody'nin düzeyindeki enteller çoğu zaman bu konuda uzun uzun düşünü­ yorlar. Annie: Ne dersin, Southhampton'daki partiye gidelim mi? Alvy: Canım istemiyor. Diğer insanlara gerek­ sinimimiz var mı, hı? Işığı söndürelim ve yo-yo-yul oynayalım ya da buna benzer güzel şeyler, hı? Annie: O zaman önce kendime bir sigara ala96


yırn. Alvy: Of, bu hep beyaz kadından, siyah vahşi bir kedi olabilme hayalin için. Annie: Hiç uçukken seviştin mi? Alvy: Ben? Hayır, hayır. Ne zaman ot ya da al­ kol alırsam dayanılmaz derecede iyi olurum. Kendi kendimden midem bulanır. Ben ah... neden sevişti­ ğimiz zamanlar uçmuş olman gerektiğini anlayamı­ yorum. Annie: Beni rahatlatıyor Alvy: Sen... ahh... rahatlam an mı gerekiyor, ahh... benimle yatmadan önce? Annie: Ne önemi var ki? Alvy: İstersen şana narkoz verebilirim, o za­ man hiçbir şey hissetmezsin! (Şehir Nevrotikleri") Annie: Alvy sonsuza kadar beraber kalalım. Alvy: Hayır, bu gibi çocukluklar için çok yaşlı­ yız. Allahtan her zaman "Şehir Nevrotikleri"ndeki gibi olmuyor. Ailen'in bir dediği öbür dediğine uy­ muyor. "Manhattan"da olduğu gibi: İsaac genç arkadaşı Tracy'ye: "Biliyor musun ben tutucuyumdur. Ben evlilik dışı ilişkilere inanmam. İnsanlar tüm yaşam için birleşmeli. Kumrular gibi ya da katolikler gibi." Sevimli görüşler. Ve Allen'ın eserlerinde aşk 97


büyük bir bilmece olarak kalıyor. Isaac arkadaşı Yale ile "Manhattan"da: "Biliyor musun, bana akıl danışmamalısın. Ka­ dınlarla ilişkiler konusunda August Strindberg ödü­ lünü ben kazanırım." Woody kendisini sakar bir karga olarak tanıtır­ ken aniden bir seks sembolü olarak çıkıyor ortaya. Bir sahnede, potansiyel başarılı erkeklerin yığınla bulunduğu bir yerde akıllı cüce müthiş bir şekilde kadınları etkiliyor. Esprili, akıllı ve nazik. Kadınla­ rın peşinden koşmayı bıraktığı anda kazanıyor. "Manhattan"dan bir diyalog bunu kanıtlıyor. Mary ve Isaac yatakta: Mary: Bu harikaydı. Isaac: Evet öyleydi. Mary: Şehir dışında olmayı çok seviyorum. Isaac: Sivrisinekler zaten az olan kanımı son damlasına kadar emdiler. Mary: Kendimi yeniden doğmuş gibi hissediyo­ rum. Isaac: Evet, volkan gibiydin. Ama ben bir hisse kapıldım, iki saniyeliğine, sanki öyle yapıyormuşsun gibi..., önemli değil ama... tırnaklarını enseme batırdığında. Orada biraz... Mary: Biliyorum, seninle hâlâ heyecanlanıyo­ rum... Isaac: Ne, hâlâ mı? Ama bu tartışılır. Mary: Her şey iyi yürüsün istiyorum! 98


Isaac: Öyle zaten! Mükemmel! Bana açık alan bırak, her şeyin iyi yürümesini sağlarım. Mary: Söz veriyor musun? Buna gerçekten söz mü veriyorsun? Sana sadece harika olduğunu söyle­ yebilirim. Isaac: Bunu ümit ederim. Mary: Biliyor musun Yale de çok iyiydi, hari­ kaydı. Ama o evli idi. Ve Jeremi, Jeremi eski eşim, seks konusunda olağanüstüydü, yatakta bir boğa idi... Isaac: Eeee, ben neyim? Moses dede mi? Mary: Hayır, hayır sen farklısın. Sen tam a­ men... senden çocuklarım olmasını isterdim. Isaac: Ah gerçekten mi? Lütfen ışığı söndür! Söndür. Sıkı tutun ama! Woody istediği zaman her kadın için gerçek bir sürpriz olabiliyor. Öbür erkeklerin yön hissi olmadı­ ğını düşünüyor. Woody'ye göre onların bilmedikleri, aşkın kendilerini nereye götürdüğü ve kırmızı süs balıklarına olan aşkın, kadın ve erkek arasındaki aşktan farklı olduğu. Böylece parti konuşmalarında Woody duru bir bilgin gibi görünüyor. Sarışın: Geçenlerde orgazm oldum ama psikiyatristim gerçek orgazm olmadığını söyledi! Ben de o zaman düşündüm ki... Isaac: Sahtesi mi olmuş? Benimkisi hiç bir za­ man sahte olmamıştır. Erkek sözü! En kötüsü bile tam on ikiden vuruyor! ("Manhattan") 99


Bu film, Woody'nin nasıl büyüdüğünü gösteri­ yor. Yine de New Yorklu bir entel olarak sorunlara yenilmiş değil ama smokini ile partilere gittiği za­ man bütün kadınlar gözlerini ondan alamıyorlar. Mary ve köpeği ile gece kentin sokaklarında, Georg Gershwins müziğinin eşliğinde dolaşırken son derece romantik bir aşık Woody. (Isaac'ın dairesinde): Tracy: Galiba sana aşık oldum. Isaac: Kendini böyle kaptırmamaksın, tamam mı! Bu gerçekten harika! ikimizin çok zevkli günle­ rimiz olacak, ama sen bir çocuksun, bunu unutma­ malısın. Yaşamında daha çok çekici erkekle tanışa­ caksın... Yani tabii ki benim tadımı çıkaracaksın! Benim olağanüstü sakin esprimi ve hayret verici aşk tekniklerimi. Ama lütfen henüz yaşamın başın­ da olduğunu unutma. Tracy: Evet ama benim için hiçbir şey hisset­ miyor musun? Isaac: Tabii ki, senin için neler hissettiğimi anlatamam ama biliyor musun? Kendi yaşında bi­ riyle olmaktan korkuyorsun. Tabii bu benim için çok gururlandırıcı, erotizmden de hiç bahsedilme­ mek. Evet ve polisler bizi burada basmazlarsa, o za­ man mutlaka birkaç rekor kırarız. Ama biliyor mu­ sun öbür yandan bu iyi birşey olmaz, sen... beni ha­ yatın otoyolunda başka yola çıkış olarak görmelisin. Şimdi lütfen giyin sanırım gitmen gerekiyor." Tabii ki, Woody tatlı Tracy'i gönderdiği için piş­ man oluyor. Bu durumda davranışı yine birbirine 100


uymuyor ve her zamanki gibi yine şaşırtıyor. Ama "Manhattan"dan sonra Woody büyümeye başlıyor, her beş dakikada bir kimliğiyle ilgili krize girmiyor ve bir kadının karşısında dizleri titremiyor. Ve böylece Woody Ailen "Sakar karga Woody"den bu yana uzun bir yol katediyor. "Seven er­ kek" tipinin canlandırıldığı "Hannah ve Kızkardeşleri"ndeki başarısını gösterene kadar. Kuşku yok, bu adam sevmeyi öğrenmiş. Dorrie: Hımmm. Güzel kokuyorsun. Sandy: Öyle mi? Dorrie: Traş losyonun. Bütün çocukluğumu anı fırtınası ile geri getiriyor. Sandy: Öyle mi? Bu, "Frogrance Proustienne”. Chanel'deki indirimli satışlardan ucuza alınabili­ yor. Kova dolusu aldım. Dorrie (kikirdiyor): Hımm, hemen aşağı gidip yiyecek bir şeyler alayım ve bu akşam evde kalalım, ben de yemek yapanm. Sandy: Evet ama bundan evvel yemek yaptı­ ğında mutfak Hiroşima'ya benzemişti. Dorrie: Evet çok komikti. Annemin tarifine gö­ re Filet de Boef foure Perigaurdine yapabilirim ve onun yanında romda sweat potatoes... Sandy: Ne? İçecek hiçbir şey yok mu? (Öpüşüyorlar) ("Stardust Memories”) Sandy: Ah, sizi lobide ilk anda gördüğümde, bana çok zevk vereceğinizi biliyordum. 101


Daisy: Bu... gerçekten inanılmaz bir altıncı hissiniz var, bütün bu insanların arasından beni mi buldunuz. Ben sadece aksilikler getiririm. Sandy: Sadece ah... ah, zannedersem bunun üstünden gelebilirim. Ben... (Öpüşüyorlar) ("Stardust Memories") (... Sandy geliyor ve flütün kılıfı elinde. Dorrie'ye doğru yürüyor) Dorrie: Doğum günlerini hiçbir zaman unut­ mam. Sandy: Harika. Ama nerden biliyordun., bu her zaman arzu ettiğim şey. Dorrie: Hep çalmayı öğrenmek istiyordun ya. Sandy: Evet, istiyorum... bu M ozart'ın flüt konserini çalabilir mi? Dorrie: Senin çalman gerekiyor. (Dorrie arkasından bant ile bağlı bir kitap çıka­ rıyor) ("Stardust Memories") (Bir doktor Mickey Sachs'a kısırlık tanısı koy­ muş ve eşine suni döllenmeyi tavsiye etmiş): Mickey: Bu gururumu zedeliyor. Ne diyeceğimi bilmiyorum. Hannah: Kendi kendini mahvetmiş olabilir misin? Mickey: Kendi kendimi nasıl mahvetmiş olabi­ lirim? Hannah: Fikrim yok belki de aşın mastürbas­ 102


yon? Mickey: Şimdi de hobilerimle mi uğraşıyorsun? Böyle şey olur mu! Belki de bir çocuk evlatlık edine­ biliriz. Böyle bir şey yapabiliriz. Hannah: Suni döllenmeye ne dersin? Mickey: Neden söz ediyorsun? Hannah: Biliyorsun “Yüce bağışlayıcı” bana bir şey ekiyor... Mickey: Bir yabancıdan mı? Hannah: Yani bankalar var, dondurulmuş ko­ ruyorlar. Mickey: Sen, sen eritilmiş bir çocuk mu istiyor­ sun?

103


10. G örüntüler, görüntüler, görüntüler

İçerde. Televizyon stüdyosunda. Gece. Mickey: Ne demek istiyorsun, oyunu gösterme­ yecekler mi? Paul: Onu "Standards and Practices*"e sor­ mam gerekiyor. Çok açık buluyorlar. Mickey: Ama onlara prova çekimlerini göster­ dik!... Biliyor musunuz onların ne yapmaları gereki­ yor? Ne demek istediğimizi çakmak! Mary: Mickey, yayma sadece yarım saatimiz kaldı! Larry: Eksik! Gösteri beş dakika eksik kaldı! Mickey: Eksik mi? Nasıl olur? Her şeyi çok uzun yaptık! Paul: Oyunu çıkarmamız gerekiyorsa on daki­ ka eksik kalacağız. ♦Amerikan televizyonunun bir bölümü, verilen skript malze­ menin belirli yayın taleplerine uygun olup olmadığım kararlaş­ tırıyor.

104


Mickey: Anlamıyorum nasıl yapabilirler. Bu... otuz dakika sonra başlıyoruz değil mi? Larry: Bunu yapabilirler. Seyirci sayımız ber­ bat olduğu için. Mickey: Migrenim iyice azdı! Televizyon stüdyosu, politik sansür enstitüsü ve tımarhane olarak, "Hannah ve Kızkardeşleri"nde Woody Ailen televizyona bir anıt daha kurdu. Çat­ laklarla ve yırtıklarla süngerden bir anıt. Woody te­ levizyonu sevmiyor. Bu da hayret verici değil. Televizyon endüstri­ si, onun için ulusun en büyük görüntü çöp dağı. Gö­ rüntülere bağlı olan ve görüntülerle ifade edilebilen her şeyi televizyon veriyor. Kuzey Amerika bir gö­ rüntü endüstrisine sahip, Orta Avrupa kültürü ise hâlâ kelimelere dayanıyor. Ve Woody için televiz­ yon çevre kirliliği gibi bir şey, özel yaşamın, en ufak yırtıklarından içeri giren ve kafaları zehirleyen bir virüs. Dergiler, televizyon gösterileri... Görüntüler! Reklam ve yine reklam görüntüleri. Kişisel algıla­ ma alanı, yabancı ürünlerin saldırısına uğruyor. Bir tü r kolonizasyon televizyon. Oysa geçmiş yüzyılların kolonizasyonu zararsız hafta sonu ge­ zintileri idi. Elektronik medya bunu günde 24 saat yapıyor. Ve daha da derinlere giriyor. Woody bu endüstriye karşı Don Kişot'un değir­ menler karşısında verdiği savaşı veriyor. Ama tam anlamıyla savaşıyor. Her fırsatta bu endüstriye karşı espri silahım çekiyor. 105


Allen'm kendisi de televizyonla büyümüş. Ünlü Johnny Carson’ın yardımcısı olarak bir televizyon programına çıkmış.. "Şehir Nevrotikleri"nde bir hayranı onunla bu konuyu görüşüyor: 1. Hayran: Ahh..., siz televizyondan değil misi­ niz? Alvy: Hayır! Evet... ara sıra, sürekli değil. 1. Hayran: Adınız ne? 'Alvy: Zaten bilmezsiniz ama önemi yok... 1. Hayran: Siz... aah... Johnny Carson şovundaydmız değil mi? Alvy: Evet, öyle ama dediğim gibi sürekli değil. 1. Hayran: Adınız ne? Alvy: Ben, ben... aah... ben Robert Redford'um 1. Hayran: Ah-hadi! Hahaha!... Alvy: Alvy Singer, tanıştığımıza memnun ol­ dum, çok sevindim, başarılar! 1. Hayran: Hey Bili!... Alvy: Aah! Bunu yapmanız gerekiyor mu? 1. Hayran: ...bu Alvy Singer! Televizyondan!... Alvy: ...eeevet! Önemli bir şey değil herkesin başına gelebilir!... Aman tanrım!... 1. Hayran: Televizyondan düşünebiliyor mu­ sun! Alvy: Balta için bir saray...! 2. Hayran: Kim televizyondan? 1. Hayran: Buradaki herif! Düşünebiliyor mu­ sun Johnny Carson şovundan! Alvy Singer değil mi? Alvy: Söylesene bu da ne oluyor, bir Pen-Club buluşması mı? 106


2. Hayran: Hangi programda?... 1. Hayran: Bir imzalı resim verebilir misiniz? Alvy: Ciddi değilsiniz herhalde? 1. Hayran: Tabii ki! Kız arkadaşım için! Ralph için yazar mısınız! Alvy: Kız arkadaşınızın ismi Ralph mi? 1. Hayran: Aslında abim oluyor! Alvy: Buyrun. 1. Hayran: Alvy Singer! Heh!... Alvy Singer bu­ rada!... 2. Hayran: Meşhur Alvy Singer bu!... Bu konuşma, aptallaştıran televizyon zevkini çok açık gösteriyor. Sinsi Woody, onu "Johnny Carson şovundan" şapşal olarak tanıyan hayranlarını kırmıyor. Ve bu nedenle kimse Allen'in 1971 yılında tele­ vizyondan ayrılmasına şaşırmıyor. O, komedi için uygun olmayan bu medyayı antipatik buluyor ve ça­ lışmak istemiyor. Yine de birkaç yapımcıya, örneğin Dick Cavett’e saygısını yitirmiyor. O, sert eleştirilerini daha çok televizyonun konserve tekniğine yöneltiyor. Woody, eğlence dünyasının canlı ortamından geliyor. Orada yeteneklerini zekice kullanmayı ve seyirci ile iç içe olmayı öğreniyor. Televizyonun mix masalarla nasıl yürüdüğünü anlamıyor Woody. Televizyonda gösteri başarısız ol­ duğu halde teknik olanaklarla yapay bir alkış yara­ tılabiliyor. Woody'ye göre bu hiç komik değil. Televizyonda ne yayınlandığı önemli değil, önemli olan yayın zamanının dışına çıkılmaması. 107


"Şehir nevrotiklerı'nden bir konuşma, mix ma­ sanın ahlakını gösteriyor. (Los Angeles'de bir TV stüdyosunda) Rob (Mix masasında olan adama): ... Bu cüm­ leden sonra, bana güzel kahkahalar koyacaksın. Yayın:... Çocuk arabasını tercih ederim, onun­ la daha çabuk ilerleyebilirim... (Kahkahalar) . Rob:... Evet, daha fazla olabilir... Alvy: Söylesene burada her şeyin ne kadar ah­ laksız olduğunun farkında değil misin! Rob: Max burada başarı söz konusu! Alvy: Ama insanları sahte kahkahalarla alda­ tıyorsunuz! Rob: Tabii, tabii... Yayın:... Emie neden uyuyorsun, ofiste değil­ sin ki. Rob: Dikkat et bundan sonra yine süper bir kahkaha gelmesi gerekiyor! Alvy:... Oooh... Rob: Canlı bir şov bu. Alvy: Evet, ama espriler komik olmadığı için hiçbir hıyar gülmüyor. Rob: İşte bu nedenle kahkahayı teknik ile ya­ pıyoruz. Yayın: Ernie bunu sana açık açık söylemem gerekiyor, bazen bana öyle geliyor ki... Rob: Şimdi tek tük gülüşler, onlar sanki kaza­ ra gibi olması gerekiyor... ve şimdi alkış... (büyük alkış) 108


Alvy: Kayıtlarınızda "yuhh" var mı?.... Bana bir şeyler oluyor... Rob: Ne oldu? Alvy: Bilmiyorum..., birden başım döndü... Bu durumda insanın gerçekten midesi bulanır. Özellikle Woody Allen gibi yazar ahlakına sahip olan insanların... Woody için hâlâ ne söylendiği önemli, nasıl söy­ lendiği değil. Görüntülerin gücü onu daha devirme­ di. Konu televizyon olduğu zaman Woody çok ça­ buk kabalaşıyor. O zaman hafifliğini kaybediyor ve görüntünün dayanılmaz ağırlığı üstüne çöküyor. Reklamlar onu yere çakıyor. Ekrandaki sığ kültür onu yok ediyor. Görüntülerin dünyasında komik ol­ mak oldukça zor... Ama Woody Allen bu durumdan zekice sıyrılı­ yor. Onun televizyona yanıtı sinema. Filmleri ile kendi görüntü dünyasını kuruyor ve böylece televiz­ yona muhalefette bulunuyor. Televizyonun yıktığını sinema güçlükle yeniden kuruyor ve Woody Allen bütün var gücü ile buna yardım ediyor. Ailen, bugün paha biçilmez bir durumda, ol­ dukça bağımsız çalışıyor. O'na kimse karışamıyor. Woody'nin kahram anları yaşamlarının büyük bir bölümünü sinemalarda geçiriyorlar. "Play it again Sam"deki Allan Felix de tüm yaşamını orada geçiriyor. "Casablanca" filmini izleyip, karanlık sa­ londan dışarı çıktığında tamamen şaşkına dönüyor. Işıkta, hayallerin görüntüleri aniden değişiyor. Si­ nema da televizyon gibi yaşamm yerine geçebiliyor. 109


Ama Woody bundan da espri yapmasını başarıyor. Woody sinema bağımlıları ile iyi geçiniyor ama uyuşmuş televizyon bağımlıları ile asla. Sinemanın görüntü dünyası, televizyondaki gi­ bi tehlikeli değil, yine de tahrik ediyor. Sinemaların görüntüleri zarar vermiyor. Kendi yaşamımız ile derin bağlantılar kuruyor, oradan çı­ kıyorlar ve yine oraya dönüyorlar. Oysa televizyon sadece varlığın bir parçasına sesleniyor. Sinema in­ sanın bütününü büyülüyor. Woody de öyle... Ve bu nedenle sinemaya geçiyor Woody. Sandy: Ne söylenebilir ki? A rtık komik film yapmak istemiyorum. Kimse beni buna zorlayamaz, ben... sizi anlıyorum, kendimi hiç komik hissetmi­ yorum. Dünyaya bakıyorum ve insan sefaletinden başka bir şey göremiyorum. Menajer: insanların sefalet içinde olduğu bir dünyada Kansas City'de sinema bilet satışı olmaz. Sandy: Of! Yayın Ajansı: Kansas City'deki insanlar gül­ mek istiyorlar. Bütün gün tarlalarda çalışıyorlar. Sandy: Bakın başım ağrıyor. Lütfen... Kansas City'deki bilet satıcıları ve Hollywood'da Oscar ödülünü verenler Woody'yi hiç ilgilen­ dirmiyor. Dünyadaki sefalet ile ilgili ciddi filmler yapmak onun için daha önemli. Televizyonda bunu yapmak için hemen hemen hiç olanak yok. Televizyon ciddi düşünceleri bir şov 110


ile dağıtıyor ve yoz reklamlar ile buna tuz biber eki­ yor. Sadece sinema "dünyanın sefaletine" karşı çıkı­ yor. Televizyon Stüdyosunda:

"

Spiker: "insanlar" programına hoş geldiniz. Bugün Gregory ve Caroline Payne-Witness-Smith ile sohbet edeceğiz, Carters'lerin çok yakın dostları. Gregory (stüdyo sahnesinde): Biz normal alela­ de insanlarız, normal alelade borçlar ile. Sizin gibi hahaha! Spiker: Sadece bir fark var Bayan Payne-Witness-Smith Katatonik bu doğru mu? Gregory: Katatonik kelime yerine basit olarak "pasif kelimesini kullansak daha iyi olur. Redaktör: Kamera sekiz yeni pozisyona yedi­ ye... Alvy (bu programı yazan): Doğrusu bence bun­ ların hepsi çok aşağılayıcı. Bilmiyorum, her şeyin etkisi çok steril oldu. Asıl konsepsiyonumuzdan hiç­ bir şey kalmadı. Redaktör: Ama bu cesur bir deney. Alvy: Ama bu! Ama bu cesur bir deney değil ki. Bununla ne ilgisi var. Hiçbir maddesi yok ki. Redaktör: Ne diyorsun bu çok eğitici! Alvy: Eğiticiden de kötü. Bu çok esprisiz! Bun­ da komik olan ne buluyorsun? Seyirci tepkilerine baksana. Yıllarca kötü program yayınlayarak in­ sanların zevkini yok ettiniz. Ekranların karşısına oturuyorlar ve gama ışınları beyinlerindeki son gri hücreleri yiyip bitiriyor. Hayır, hayır, hayır, hayır 111


ben bu işten çekiliyorum. Ben bu ahmaklıkları daha fazla yazamayacağım. Redaktör: Sakinleştirici bir hap ister misin? Alvy: Sizler gibi ben sakinleştirici hap yut­ mam! Sizler bu mereti sürekli yutuyorsunuz. Ya da canlandırıcı. Bu saçmalıkları komik bulduğunuza şaşmamalı. Sizlere bir şey söyleyeceğim; Burada yaptığınız her şey özellikle bu, bu var ya çevre kirli­ liğine giriyor! Ben bu işten çıkıyorum! İstifa ediyo­ rum! Tamamen bitiriyorum. Gregory (sahnede): Şimdi size bunu evde nasıl yaptığımızı göstereceğim. Şefkatli kollarımı ona sa­ rıyorum... Spiker: ... aman boynumu kırmayın! Gregory:... ve kafasını doğru yöne döndürüyo­ rum, böyle... (Eşinin kafasını 90 derece döndürüyor) ("Manhattan") Bu ve buna benzer hareketleri Woody'nin ken­ disi de yıllar önce yapmıştı. Espri yazarı Woody Ai­ len ürettiği bütün görüntülerden kendini sorumlu hissediyor. Sahneye koyduğu filmlerde sorumluluk ve titizlik her zaman kendisini gösteriyor. Görüntü­ ler, yönetmen için ahlaki bir kategori. Hiçbir tele­ vizyon yönetmeni ona karışmamalı. Ve mix masa­ sından gelen hiçbir alkış, başarılı olmayan sanatsal görüntülerini yüceltmemeli. Bu nedenle Woody'nin görüntüleri sonsuza ka­ dar ulaşacak görüntülerdir.

112


Espri yapmak VVoody’nin en sevdiği uğraş. Gençliğinden beri bu sanatta daha iyi olmak için çalışıyor. Kesken konuşmalar, taşlamalar ve dalga geçmeler onun simgesi. Bu dünyada, giderek daha da yabancılaştığımız bu dünyada, tüm palyaçolar gibi mutsuz. Hepimiz gibi. Ayakta kalmanın, yaşamanın sırrım etrafı alaya alarak bulmuş. Hepimiz gibi. Elinizdeki bi kitap, belki de inadına yaşayan kara mizah ustasının gizli ve açık sırlarının tümünü içeriyor.


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.