KöklüDeğişim 74.Sayı

Page 1



‫بسم اهلل الرحمن الرحيم‬

KÖKLÜDEĞİŞİM Kuruluş: 2004

İslâmi Fikirlere Dayalı Aylık Siyâsi Dergi Zilkade 1431 Kasım 2010 Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ahmet Sivren İdari İşler Müdürü Hakkı Eren Yayın Kurulu Başkanı AbdulHamid Yazıcı Haber Dairesi Müdürü Hüseyin Sivren Kapak&Grafik Tasarım KöklüDeğişim Yönetim Merkezi G.M.K. Bulvarı No: 31/12 Kızılay/ANKARA İletişim&Abonelik&Reklam Tel: (+90) 0 312 229 77 91 Faks: (+90) 0 312 229 77 92 www.kokludegisim.net bilgi@kokludegisim.net

Temsilcilikler

İstanbul Bülent Kurşun Tel: 0 536 638 67 68 Bursa 0 532 627 35 89 kdbursa@hotmail.com

Abonelik ve Hesap Numaları

Yurtiçi

Yurtdışı

6 Aylık

6 Aylık

24 TL

24 TL

Yıllık (12 Ay) Yıllık (12 Ay) 48 TL

48 EUO

PTT Posta Çeki:

Ziraat Bankası Euro Hesabı Başkent Şb. TR93000100 1683474757825001 TCZBTR2A

Ahmet Sivren Adına

1911803

Ziraat Bankası TL Hesabı Başkent Şb.

47475782-5002

Baskı 01.11.2010 Rulo Ofset ve Matbaacılık Adres: K.Karabekir Cd. No: 120/86 İskitler-Ankara 0 312 312 50 75

Yerel-Süreli ISSN: 1304 - 8274

Kasım Ayı Takdim Öncelikle bütün İslam Âlemi’nin Iydu’l-Adha’sını kutluyor ve İslam Ümmeti’nin vahdet içerisinde hayır dolu bayramlar görmesini Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyoruz. Bayramlar; Ümmet’in en mutlu günleri olmalarına, Müslümanların sevinçlerine vesile olmasına rağmen, ne yazık ki günümüz dünyasında Müslümanlar olarak bu duyguları yaşayamamaktayız. Zira İslam Ümmeti’nin içerisinde bulunduğu vakıa buna engel olmaktadır. Allah Azze ve Celle’nin rızası için Müslümanlar kurban kesmek isteseler de, bunu birçok aile iktisadî imkanların kısıtlılığından ötürü gerçekleştirememektedir. İslâmî Beldelerin çok zengin kaynaklara sahip olmasına karşın, Müslümanlar kurban kesecek kadar finansa sahip değillerse, işin içinde başka işler var demektir. Dünyanın birçok köşesinde kardeşlerimiz aç, mazlum ve yardıma muhtaç bir halde iken; maalesef yöneticiler zengin, zalim ve umursamaz bir haldedirler. Onların bu halleri her ne kadar Müslümanları üzse de, gerçek yüzlerinin görünmesi açısından faydalı olmaktadır. Ülkemizde de durum İslam Coğrafyası’ndan farklı değildir. Müslümanlar Iyd-ul Adha’ya hazırlanırken laik-Kemalistler de Cumhuriyet Bayramını(!) kutlayacaklardır. Ama yıllardan beri ne halk devletin bayramını, ne de devlet halkın bayramını isteyerek kutlamıştır. Bizde 87. yılı kutlanan Cumhuriyet’in geçmişini ve bugününü kıyaslayarak gerçekleri bir kez daha gözler önüne sermek ve bu temayı kapağa taşımak istedik. İşte bu konuyla giriş yaptığımız gündem bölümümüze Ahmet Sivren tarafından kaleme alınan “Cumhuriyet Böyle Kuruldu ve Böyle Korunuyor” başlıklı makale ile başladık. Ardından ise son günlerin en çok tartışılan konusu olan başörtüsü ile alakalı olarak Murat Savaş’ın “İktidara Giden Yol Başörtüsünden Mi Geçer?” ve Fatma Nur Şahin’in “Şer’i Hükme Bağlanmak Neden Provokasyon Olsun?” yazılarıyla devam ettik. ABD tarafından Türkiye’de konuşlandırılmak istenen füze kalkanı meselesini de sizler için Hakkı Eren kaleme alarak konu hakkında bilmemiz gerekenleri yazdı. Gündem bölümünde daha sonra sırasıyla; 2011 seçimlerinden sonraya kalmış gibi gözüken Anayasa değişikliği ile alakalı “Evet Anayasa Değişsin Ama Nasıl?” başlıklı makaleyi, Kırmızı kitap olarak bilinen İGSB’nde gerçekleştirilen değişikliklerle alakalı “Kırmızı Kitapta Değişen Sadece Kelimeler” yazısını, “Ümmet Rabbani Âlimler Arıyor” makalesinde günümüz âlimleri ile örnek âlimlerin özelliklerini, “Toplumsal Düzen Kameralarla Sağlanamaz” yazısında ise son dönemde her tarafa yerleştirilen kamera sistemlerine dair bir değerlendirmeyi bulacaksınız. Devamında ise “Mevcut Paraları Altın ve Gümüşe Dönüştürmenin Metodu” ile “Hilafet Devleti’nin Hava Kuvvetleri Nasıl Olacak?” ve en son “Sömürgecilerin Değişen Stratejisi Köklü Değişimi Engelleyemez” başlıklı makaleleri bulacaksınız. Okuyucudan Gelen bölümünde, “Kapitalizme Hizmet Etmenin Karşılığı: Sevilmek ve Övülmek!” yazısını ve Kısa Yorum bölümünde ise; “Suriye Amerika’nın Irak Hegemonyasına Alet Olmaktadır” yazısını okuyacaksınız. Haberiniz Olsun ve Tefsir bölümleri ile de beğeneceğinizi ve faydalanacağınızı umduğumuz 74. Sayımızı tamamlayacaksınız. İslam ile değişmek ve değiştirmek için, suskunluğun kırılma noktası olmaya devam ediyoruz… Değişime hazır mısınız? Not 1: Abonelik ücretlerinizi yan tarafta tabloda bulunan banka ve PTT hesap numaralarına yatırabilirsiniz. Lütfen hesaba para yatırırken, adınızı, soyadınızı ve hangi il/ülke’den yatırdığınızı görevliye yazdırınız. Not 2: Dergimiz, Kapitalist Sömürü ideolojisinin fikirlerinden olan, “telif hakları” kavramını İslâm reddettiği için kabul etmemektedir. Dergimizde yer alan yazılarımız, yazarının ve dergimizin ismi belirtilerek iktibas edilebilir. Dergimize gönderilen yazılar, yayın esaslarımıza uygun olması ve yazıların güncelliğini koruması kaydıyla, yayın kurulumuzun onaylaması halinde yayınlanır. Gönderilen yazıların içeriği bozulmamak kaydıyla- üzerinde değişiklik ve kısmen kısaltma yapma hakkımız vardır.

1

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


İÇİNDEKİLER GÜNDEM Cumhuriyet’i Böyle Kurdular, Böyle Koruyorlar..........................................Ahmet Sivren.........3 İktidara Giden Yol Başörtüsünden Mi Geçer?.............................Murat Savaş.........8 Şer’î Hükme Bağlanmak Neden Provokasyon Olsun!…............. Fatma Nur Şahin......12 ABD’nin Füze Kalkanı’nın Hedefi İslam’ın Kalkanı Mı?........................................Hakkı Eren......16 “Kırmızı Kitap”ta Değişen Sadece Kelimeler ......................................Haluk Özdoğan......21 Evet, Anayasa Değişsin, Ama Nasıl?.....Cuma Canpolat......24 Ümmet Rabbani Âlimler Arıyor!...........A. Sadık Altınel......28 Toplumsal Düzen Kameralarla Sağlanamaz!........................................................Hakkı Eren......33 Hilafet Devleti’nin Hava Kuvvetleri Nasıl Olacak?..............................................Nurettin Aydın......37 “Kürt Sorunu”na Köklü Çözüm (2)..............Talha Yaşar......41 Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı, Garip Müslümanların Diyarı Irak (4)............İbrahim Er......45 Sömürgecinin Değişen Stratejisi Köklü Değişim’i Engelleyemez!.............Hüseyin Sivren......51 Mevcut Paraları Altın ve Gümüşe Dönüştürmenin Metodu................................Yasin Yavuz......54 İşgal Altındaki Beyinlerimiz........................Esma Sıddık......59

HABERİNİZ OLSUN..............................KöklüDeğişim......61

İKTİBAS Türkiye’de Neler Oluyor?...............................Adnan Han......66

OKUYUCUDAN GELEN Kapitalizme Hizmet Etmenin Karşılığı: Sevilmek ve Övülmek!......................Hayreddin Karadağ......70

KISA - YORUM Suriye Amerika’nın Irak Hegemonyasına Alet Olmaktadır............................................Bülent Karaca......74

TEFSİR Bakara Suresi 282. Ayet.................................Esad Mansur......76

Hatırlatma...................................................................................80 Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

2


Ahmet SİVREN

K

urulduğu günden bu yana Müslüman Türkiye halkını laik rejimine adapte etmeye çalışan Türkiye Cumhuriyeti Devleti; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme yöntemlerinden herhangi biriyle bu ameliyesini hep gerçekleştirmeye çalıştı. Varlık sebebini dayandırdığı kurucu zihniyeti inşa eden atalarının yolunda giden Kemalist zevatın, halka tepeden bakan bu küstah tavrı, halk nezdinde hiçbir zaman kabul görmedi. Kurdukları bu yeni sistemin sahipliğinin verdiği ekâbirlik ve beldenin Müslüman halkına atfettikleri “kara cahil” gibi tanımlamalarla Müslümanlar hep aşağılandı; inançları, gelenek-görenekleri ve değerleri geri kalmış (irticaî) addedildi. Mezkûr zevatın böylesi tavırlarından dolayı Müslümanlar, sisteme karşı daha bir hırslandı ve sistemle arasındaki mesafeyi daha da açtı; onu benimsemedi, kabul etmedi.

ki İslam, bu halkın nefislerinde, zihinlerinde, kalplerinde ve hayatlarında en üstün makama sahiptir. Müslümanlar, fıtratlarına uygun ve akıllarına kanaat getirerek benimsedikleri İslam’a aykırı gördükleri her şeyden fersah fersah uzaklaşmışlardır. İşte laiklik akidesi de bu aykırı olan şeylerin en bariz olanıdır. Müslümanların laiklik akidesini benimsemeleri asla düşünülemez; bu veçhile, laiklik esası üzerine bina edilmiş bir devleti, Cumhuriyeti de benimsemeleri mümkün değildir. Üstelik bu sistemi bin bir hile ve desise ile adeta bir deli gömleği gibi giydirmeye çalışan Kemalist zevatın da bu zorba tutumları yara üzerine tuz-biber olmuştur… Halk, zaten kendi rızası dışında transfer edilen bu rejime hiç ısınmamıştı. Bir de bu baskı, korkutma, sindirme muameleleriyle muhatap olması, sisteme karşı olan kinini daha da arttırdı. 1923’te ilan edilen Cumhuriyet’in temelleri üzerine çıkılan Devrim Kanunu sütunları, Anayasa Mahkemelerinin insaftan uzak kararlarıyla inşa edildi. Bu mazlum halkın ensesinde boza pişiren Dikta’nın birincil

Zira Türkiye Cumhuriyeti Devleti, laiklik esası üzerine kurulmuş bir devlettir. Türkiye’deki halk ise İslamî Akide’ye sahip olan Müslümanlardan müteşekkildir. Öyle

3

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Cumhuriyet’i Böyle Kurdular, Böyle Koruyorlar vazifesi, hâlâ sıcaklığını hissettikleri Hilâfet Makamı’nın milletin sinesindeki yüceliğini tarumar etmekti. Bu laik Dikta, halk ne kadar çabuk ilga edilen Hilafet sistemini unutursa, o kadar kısa sürede yeni Laik-Cumhuriyet’i benimsetebileceğini sanıyordu. Bu benimsetme çabasının üslubu olarak da ekseriyetle baskı unsurları kullanıldı.

içlerindeki nefreti. Babalar oğullarına, Laik Cumhuriyet’in kibirli sahiplerinin işledikleri ihanetleri akşam oturumlarında anlattı durdu. Bizler, Cumhuriyetin Müslümanların Kur’an öğrenmelerinin önüne nasıl setler çektiğini dinleyerek büyüdük; samanlıklarda gizli gizli Kur’an tedris eden çocuklar, şimdilerin babaları-dedeleri, hâlâ gözleri dolarak anlatır o yılları… Yaşananları bilsin de nefFakat hesaba katmadıkları çok önemli bir retini her daim canlı tutsun diye çocukları, hakikat vardı ki, bu Laik zevat bunu hiç götorunları… Hilafet Devleti’ne yapılan ihanet, remedi. Bu hakikat; Müslüman Türkiye Halböyle nesilden nesle anlatılır durur. İşte bu kının İslam’a olan derin saygısı ve Allah’ın yüzden, seksen küsur senedir askeriyle, poemri, Rasulullah’ın emaneti olması hasebiylisiyle, eğitimi-öğretimiyle yapılan baskılara, le Hilafet Makamı’na içten bağlılıklarıydı… dayatmalara rağmen CumZaten Osmanlı liderliğinde huriyet Rejimi Müslüman verilen kurtuluş mücadeSömürgeci Kâfir İngiltere’nin Türkiye halkınca benimlesinde, İslamî Beldelerin temellerini atıp, laiklik senmemiştir. dört bir yanından gelen direkt ve endirekt destek te, hep bu derin saygı ve içten bağlılıktan kaynaklanıyordu. Bütün Ümmet, işgallere kadar tek bir vücuttu ve yeniden yekvücut olacağı günleri hasretle bekliyordu; Hindistan’dan Balkanlara, Endonezya’dan Endülüs’e ve tüm Müslümanlar…

esası üzerine yükselttiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, İslam Beldeleri arasında barizleşen özelliği, Osmanlı Hilafet Devleti’nin yönetim vilayeti ve Hilafet Sancağı’nın son olarak burada dalgalanıyor olmasıdır.

Sömürgeci Kâfir İngiltere’nin temellerini atıp, laiklik esası üzerine yükselttiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, İslam Beldeleri arasında barizleşen özelliği, Osmanlı Hilafet Devleti’nin yönetim vilayeti ve Hilafet Sancağı’nın son olarak burada dalgalanıyor olmasıdır. İşte bu sebeple, hem Müslümanlar nezdinde hem de sömürgeci kâfirler nezdinde Türkiye, mühim bir noktada durmaktadır. Bu mühim nokta:

Ama beklenen olmadı; Müslümanlar büyük bir ihanet ve aldatmacayla Hilafet’in ilgası ve Cumhuriyet’in ilanıyla şok oldular… Kandırıldılar. Dermanları kesildi ve iki yana düştü kolları. Kendilerinde biraz güç bulanlar hemen, ya seslerini yükselttiler ya da kılıçlarını kınlarından çıkardılar. Zira İslam’ın Devleti’nin yıkıldığını görüp de öyle oturup duramazlardı. Fakat akıbetleri, ya sürgün oldu ya hapsedilmek ya da idam…

İslam Ümmeti zaviyesinden; Hilafet Sancağı’nın yeniden dalgalanacağı umudunu yeşertmektedir. Zira beklenti; “nasıl ki, Sancak son olarak burada dalgalanıyorduysa, şimdi de yeniden buradan göndere çekilmelidir”, şeklindedir. Sömürgeci kâfirler zaviyesinden ise; Türkiye; -bir önceki paragrafta zikredilen; İslamî Ümmet’in bakışından mütevellit- her zaman Raşidî Hilafet’in ikamesini potansiyelinde

Dedelerinin başlarına gelenleri gören Müslümanlar, sinelerinde içten içe yanacak bir öfkeyi barındırdılar. Sistemin şirin görünme tavırlarına aldanmadan, hırsla beslediler Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

4


Cumhuriyet’i Böyle Kurdular, Böyle Koruyorlar barındırması hasebiyle, bu potansiyeli, yok edilmesi, bu mümkün değilse -ki, değildir-, o halde sadece potansiyel halde yani gizli bir halde kalması sağlanacak bir beldedir.

yışlara ittiği, bu arayışlar içinde kendisini tatmin eden çözümün ise İslamî bir devletin gerekliliği olduğu, dolayısıyla gelinen süreçte Müslümanları bu çözüme daha fazla itecek bir baskıcı anlayışın artık iflas ettiğidir.

Daha önce hiçbir şekilde anlaşamayan ve sürekli birbirlerinin kuyusunu kazan sömürgeci kâfir devletlerin, -özelde Türkiye ve genelde diğer tüm İslam Beldeleri’nin herhangi birinde- 2. Raşidî Hilafet Devleti’nin kurulması potansiyeli/ihtimali karşısında hemen bir araya geldiklerini, ittifak ettiklerini görürüz. Hilafet’in ilga edilmesi ve Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmen kurulmasının ardından bugüne kadar geçen sürede Müslümanlar kendilerini 2. Raşidî Hilafet Devleti’ne hiç bu kadar yakın hissetmemişlerdi. Tabii ki sömürgeci kâfirler de… Zaten son zamanlar da Hilafet Projesi’nin yeniden hayata geçirileceğinin sinyallerini alan, ayak seslerini duyan sömürgeci kâfir devletler, bu devletlerin think-thank kuruluşları, STK’ları… hepsi pürtelaş raporlar yayınlıyorlar, yerli işbirlikçilerine baskı kuruyorlar ve hiç ara vermeden İslam Ümmeti’ni bu potansiyelden uzaklaştıracak saptırıcı fikirler pompalıyorlar.

Zaten özellikle dünya siyasetindeki gelişmeler, İngilizlerin baskıya dayalı sömürü üslubunun artık değiştiğini yerine daha ılımlı bir üslubun tesis edilmeye çalışıldığını göstermektedir. Türkiye’de baskıcı üslubun yerini alan ılımlı ve özgürlükçü Amerikan modelinin önceki senelere nazaran daha rahat uygulanabilmesi de, İngiltere’nin muvafakatiyle mümkün olabilmektedir. Bu iki Sömürgeci Kâfir Devlet, Türkiye’de AKP eliyle yürütülen bu yeni üslubun işe yarayacağını; Müslüman halkın, Cumhuriyeti benimseyip Hilafet arzusundan vazgeçeceğini ummaktadır. Halkın, Hilafet arzusundan vazgeçmesi için ne gerekiyorsa, Efendi Devletler tarafından yerli işbirlikçilerinden isteniyor. Öyle ki artık baskının bittiğini ve yerini özgürlüklerin aldığını göstermek adına; “Kemalizm” bir tabu olmaktan çıkarılıp özellikle STK’larca, aydınlarca tartışmaya açılabiliyor, başörtüsünün üniversitelerde serbest hale gelmesi için AKP’sinden CHP’sine herkes bir şeyler yapıyor, üniter devlet tartışılıp Anayasa’nın ilk 3 maddesinin bile değişebileceği artık rahatlıkla dile getirilebiliyor. Askeriye gibi “dokunulamaz” ve “sorgulanamaz” olan bir yapının, ileri demokrasilerde mümkün olamayacağı, bunun “dokunulur” ve “sorgulanır” hale gelmesini sağlamak için gerekli revizyonun yapılmasının şart olduğu ortaya konuyor. İlkokullarda “Andımız” çilesi, “Atatürk’ü Koruma Kanunu”, millî bayram törenlerine zorla katılım, resmî törenlerde Anıtkabir ziyareti gibi gariplikler de zamanla elden geçirilecek meseleler gibi görünüyor. İslamî hassasiyeti olan ailelerin, hal-hareket, giyim-

Yine bu minvalde Türkiye Cumhuriyeti’nde yıllardan beri süregelen baskıcı İngilizci yapı şu anda yerini özgürlükçü Amerikancı yapıya -biraz da zoraki- terk ediyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin despot, ekâbir İngiliz muhibi Kemalistlerin ritüellerinin yerini, Amerikan muhibi Muhafazakâr Demokratların özgürlükçü anlayışları alıyor. Önceki anlayışın kutsal saydığı ne varsa, bu özgürlükçü anlayış tarafından eleştiriliyor ve tahkir ediliyor. Böylesi bir çatışmanın İngiliz-Amerikan sömürü çatışması olarak değerlendirilmesi pek tabi mümkün fakat bu çatışmanın ortaya çıkardığı hakikat, daha ziyade; baskı ortamının, Müslüman Türkiye halkını, mevcut baskıdan kurtulmak için çeşitli ara-

5

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Cumhuriyet’i Böyle Kurdular, Böyle Koruyorlar kuşamlarıyla bu halkın içinden geldikleri belli olan çocukları bile iktidar olabiliyor ve hatta Cumhurbaşkanlığı bile yapabiliyor…

Devrim Kanunları da 20’li-30’lu yılların kâbuslarındandı muhakkak. Gerek bu kanunlara muhalefetten, gerekse de Devrim’in kendisine muhalefetten, İstiklal Mahkemeleri kararlarıyla binlerce genç-yaşlının yanı sıra Ümmet’in saygıdeğer âlimleri şehit edildi. Yine bu senelerde Müslüman kadınlar, tesettürlü olmaları hasebiyle irticaî addedildiler; modernleştirilme(!) çabalarıyla tesettürü, başörtüsü alındı, bu yarı çıplaklığa karşı çıkanlar cezalandırılmaya devam edildi. Ümmet’i baskı altında tutabilmek için göstermelik kalkışmalar, suikastlar de Cumhuriyet’in vazgeçilmezleri arasındadır o yıllarda da; tıpkı bugünümüzde olduğu gibi.

Tüm bunlar, Müslümanların sisteme entegrasyonu için yapıla gelen göz boyayıcı hareketlerdir. Tabi küfrün tabiatı belli; İslamî olana asla ve kat’a tahammülü yok. Yönetimi Müslümanların çocuklarına vermiş de olsa, Cumhuriyet’in esas sahipleri, DNA’larında olan; İslam ve İslamî olan düşmanlıklarını çok da gizleyemiyorlar. Halkın gözlerini boyamak için ortaya attıkları bütün argümanlar, Müslümanların basiretleri açık, Furkan ile bakan evlatları tarafından bu göz boyayıcıların suratlarına çarpılıyor. Tam burada bir soru akla geliyor:

1940’lar, bir idolün gizli kalmış potansiyelini açı“Değişen ne o zaman?” Devrim Kanunları da 20’li30’lu yılların kâbuslarındandı ğa çıkarır adeta; Milli Şef Cumhuriyet, kurulduğu günden bugüne kadar man- muhakkak. Gerek bu kanunlara İnönü, Cumhurbaşkanı’dır artık. Gelen gideni aratır tık ve esas itibariyle aynı muhalefetten, gerekse misali Millî Şef; ezan-ı yolunda seyrediyor. Bade Devrim’in kendisine Muhammediye’yi Türkçe zen yolcuları rahatlatmak muhalefetten, İstiklal okutur. Camiler ahır olaadına halktan birilerinin Mahkemeleri kararlarıyla rak O’nun döneminde kulkaptan koltuğuna oturmasıbinlerce genç-yaşlının yanı lanılır ve Kur’an-ı Kerim’in na izin vererek de olsa… sıra Ümmet’in saygıdeğer âşıkları Kitabullah’ı okuŞimdi Cumhuriyet’in unuâlimleri şehit edildi. mak için anca samanlıklartulmayacak, unutturmada yer bulurlar kendilerine; yacağımız karanlık geçzira açıktan Kur’an tedrisi yine bu dönemin mişinden bir nefeste sıralayabileceklerimizi yasaklarındandır. sıralayalım ve değişen bir şeyin olmadığını 1950’lerde Müslümanlar, belki de daha önce adını hiç duymadıkları bir ülkeye asker olarak gönderildiler; Kore’ye… Şer yuvası NATO’ya da Türkiye, bu yıllarda üye oldu.

göstermeye çalışalım: 1920’li yıllar, İslâmî Ümmet’in adeta idam sehpasına çıkartılıp boynuna ipin geçirildiği yıllardı. Halkın hiçbir şekilde rıza göstermemesine rağmen Cumhuriyet ilan edilmiş, bu ilana ilk karşı çıkan mebuslar olmasına rağmen, onlar bile karşılarında meşhur üç silahşoru bulmuştu: Kel, Kılıç ve Topal Ali’leri…

Darbeyle kurulan Cumhuriyet, özüne uygun olarak 1960’larda da Darbeden vazgeçemeyeceğini mazlum halka acı bir şekilde hissettirdi; askerî vesayetin korkusuyla halk daha da sindirilmeye çalışıldı.

1923’te Cumhuriyet’in ilanının ardından 1924’te Hilafet’in ilgası; Ümmet’in yağlı urgan boynunda, ayakları altındaki taburenin tekmelenmesiydi adeta. Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

1970’ler büyük bir fitneye sahne oldu; Ümmet’in gençleri batıl fikirler etrafında gruplaştırılarak birbirlerine kırdırıldılar.

6


Cumhuriyet’i Böyle Kurdular, Böyle Koruyorlar Sağ-Sol Çatışması adını alan bu olaylar, 80 Darbesinin en önemli gerekçesi olacaktı.

Bunlar Cumhuriyet’i, Ümmet’in samimi duygularından faydalanarak, onu yalanlarıyla kandırarak; İstiklal Mahkemeleri’nin gayrihukukî kararlarıyla idam ederek, faili meçhul suikastlarla katlederek, Ordu’nun dipçiğiyle tehdit ederek, sindirerek kurdular…

20 yılda bir Darbe yapılacağının sinyalleri 80’lerde net olarak anlaşıldı. 61 Darbesinin üzerinden 20 yıl geçmemişti ki, Müslümanlara göz açtırmaya hiç niyeti olmayan Cumhuriyet Rejimi sahiplerince yeni bir darbe daha imal edildi. Yine 80’li yıllar bir başka fitneye gebedir; PKK terör örgütü eylemlerine başladı. Akabinde bazı illerde “Olağanüstü hal” uygulamasına geçildi. PKK’ya karşı harekât bahanesiyle bazı köyler boşaltıldı.

Yine baskılar, suikastlar, faili meçhuller, iftiralar, yalanlar, kandırmalarla da koruyorlar. Kurulduğu günden bu yana bu mazlum Ümmet’in, fikriyle, diliyle, kıyafetiyle uğraşan Cumhuriyet, süslü ambalajlar içinde yeniden sunuluyor bugün Müslümanlara; paket değişik de olsa içindeki yine aynı. Yine içkiler içiliyor, yine zina evleri açık, yine bulüğ çağına girmiş kızlar tesettürleriyle okuyamıyorlar, yine küfrî-tağutî hükümler tatbik ediliyor, yine Müslümanlar kan ve gözyaşı döküyor, yine Müslümanlar aleyhine kafirlerle stratejik ittifaklar kuruluyor, yine… yine… “Değişen ne o halde?”

90’lı yıllarda, uyanış ve bilinçlenme çabası içinde olan Müslümanlar, bu durumdan rahatsızlık duyan Cumhuriyet’in sahibi Laik Ordu’nun darbesinin post-modern yüzüyle tanıştılar. Müslümanlara atılan çok farklı iftiralar, sindirme politikaları da bu yılların barizleşen yönlerindendir. 2000’lerde, Müslümanlar aleyhine bir fitne daha iktidara taşındı. Yapması gereken ne varsa hepsini yapmış olmasına, giydiği gömleği de değiştirmiş olmasına rağmen, bir türlü Cumhuriyet’in gerçek sahiplerinin gözüne giremedi; İslamî geçmişinden ötürü, tutucu Laikler nezdinde her zaman kendisine şüpheyle bakılan oldu.

Zaman ilerledikçe geçmişte söylenen sözlerin yalan olduğu çıkacak muhakkak. Müslümanların Cumhuriyeti benimseyecekleri umuduyla oynanan tüm oyunlar, kurulan tüm tuzaklar elbette iman duvarına çarpıp geri dönecek, şer’î hüküm gürzüyle küfrün bütün entrikaları paramparça edilecek.

Şuan 2010 yılının içindeyiz, Müslümanların lehineymiş gibi görünen birçok şeyin Müslümanların aleyhine sonuçlandığını gördük bugüne kadar. Cumhuriyet’i kuran, onu yöneten, onun yaşamasını sağlayan zevatın ise Müslümanların lehine hiçbir şey yapmadıklarını da yaşayıp gidenler gördü, ömrü olanlar da görecek. Fakat zulüm payidar değildir; en büyük zulüm ise şirktir. Hele hele, idam sehpaları üzerine kurulan bir zulmün; tebaasının en tabi haklarını bile gasp eden bir zulmün; halkına hizmet için var olacağı yerde halkını hizmetçi gören bir zulmün son nefesi soluması çok daha yakındır.

ِ ‫اط ِل َف َي ْد َم ُغ ُه َفإِذَا ُه َو َز‬ ِ ‫ْح ِّق َعلَى ال َْب‬ ‫اه ٌق‬ ُ ‫َب ْل َن ْقذ‬ َ ‫ِف بِال‬ “Hayır, biz hakkı batılın üzerine atarız da beynini parçalar. Bir de bakarsın yok olup gitmiş.” (el-Enbiya 18)

7

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Murat ŞAVAŞ ِ ‫َوقُل لِّل ُْم ْؤ ِم َن‬ ‫وج ُه َّن َواَل‬ ْ‫ض‬ ُ ‫ات َي ْغ‬ ْ ‫ض َن م‬ َ ‫صارِ​ِه َّن َوَي ْح َف ْظ َن ُف ُر‬ َ ‫ِن أَ ْب‬ َّ ‫ِخ ُمرِ​ِه َّن َعلَى ُجيُوِبه‬ ‫ِن‬ ُ ‫ضرِْب َن ب‬ ْ ‫ِين زِي َن َت ُه َّن إِ اَّل َما َظ َه َر ِم ْن َها َول َْي‬ َ ‫يُ ْبد‬

saklanmasına kadar! Tabiri caizse, “köpeksiz köyü bulup, değneksiz gezenler”, Hilafet kaldırılınca İslamî şiarlara saldırmış ve başörtüsü dâhil pek çok dinî vecibeyi yasaklamıştır. Bu yasaklara itiraz eden ve hakkı haykıran nice âlimler ise devrim kanunlarına muhalefetten asılarak, idam edilmiştir.

“Mü’min kadınlara da söyle; gözlerini (harama karşı) sakınsınlar, namuslarını muhafaza etsinler ve ziynetlerini -görünen kısımlar müstesna- göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar…”

Toplumun doğal liderleri, âlimleri ve muttakiler geçmişte bu hususta can verirken, bugün başörtüsü, demokratik siyasî partilerin oy toplama aracı olarak kullandığı bir malzeme haline gelmiştir. Bu partiler tarafından iktidarı elde etme adına istismar edilmiştir. Ama hangi iktidar gelirse gelsin nüfusunun yüzde doksan sekizinin Müslüman olduğu bir ülkede okumak isteyen Müslüman bacılarımız öğretim kurumlarına başörtüsüyle giremez olmuşlardır. Herhangi bir kılıkkıyafet kanunu olmamasına rağmen, söz konusu başörtüsü olunca bin bir gerekçeyle bacılarımız engellenmiştir. Müslümanlar bir taraftan resmî ideolojinin zulmü, diğer taraftan da bu konuyu istismar eden fırsatçı demokratik partilerin sahte vaatleri arasında kalmış

(en-Nur 31)

Bu ayet-i celile nazil olunca, Mü’min kadınlar hemen o anda üzerlerindeki fazla kumaşları yırtarak başlarını örtmüşler ve teslimiyetlerini ortaya koymuşlardır. Ayet-i kerime ve onu tahsis eden hadis-i şeriflerle birlikte başörtüsünün farziyeti, kimlere karşı örtüneceği ve ne şekilde uygulanacağı da açıklanmıştır. Bu açıklama neticesinde Ashab-ı Kiram konuyu anlamış ve Rablerini razı edecek şekilde amel etmiştir. Asr-ı Saadet döneminden Osmanlı Hilafet Devleti’ne kadar da bu konuda hiçbir zaman Müslümanlar arasında farklı bir düşünce ve uygulama görülmemiştir. Ta ki Cumhuriyet’in ilanından sonra sırf çağdaşlaşmak adına başörtüsünün ideolojik bir simge olarak görülüp yaKasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

8


İktidara Giden Yol Başörtüsünden Mi Geçer? ve ne yapacağını bilemez bir hale gelmiştir. Otoriteye baş kaldırmaktansa, sahte olan vaatlere inanarak her seçimden önce “bu sorunu biz çözeceğiz” diyenlerin peşlerinden gitmiş ve oylarıyla onları iktidara taşımışlardır.

ne yıkmak istercesine, çözümün biran önce gerçekleşmesini arzulamakta ve sorunu kendi iktidarı döneminde çözmek istemektedir.

Bizim endişe ve üzüntümüz ise, sadece sorunun çözülemeyişi değildir; Allah Azze Yakın geçmişi hatırlayan herkes, bu fotoğve Celle’nin farz kıldığı ve Müslümanların rafı net bir şekilde görecektir. Refah Partisi dinî bir vecibe olarak telakki ettikleri başör(RP)’nin iktidar olmasındaki en etkili sebep tüsünün, siyasî bir rant olarak algılanması de bu konuda Müslümanlara verdiği vaatve mevcut siyasî partilerin bunun üzerinleridir. Ama RP tarafından sorunu çözecek den oy toplamaya çalışmalarıdır. Bir başka irade ortaya konulamadığı için bu sefer de önemli husus da, İslamî hareketlerin, dernek MHP sahneye çıkmıştır. Bu sorunu “biz erkekve STK’ların, başörtüsü sorunu hakkındaki çe çözeriz” vaatleri işe yaramış ve Müslümanmücadele anlayışlarıdır. Maalesef buralardalar MHP’yi de iktidar ortağı yapmışlardır. ki Müslümanlar, başörtüsü sorununu; “BaAma tabiî ki, MHP’nin taşörtüsü, giyinme özgürlüğümamen yasaklayarak çözedür”, “Başörtüsü demokratik İslam Ümmeti, on dört ceğini ummamışlardır. İşte bir haktır”, “Başörtüsü insan asırdır başörtüsünü Müslümanlar bu şok hali haklarından bir haktır”, “BaAllah’ın bir emri olarak üzerindeyken bu sefer de şörtüsü Anayasal bir haktır”, görürken, bugün Ümmet’in yeni kurulan AKP konuya “Başörtüsü kişisel hürriyetin temsilciliğine soyunanlar talip olmuş ve halk onları bir parçasıdır” gibi söylembu şekilde dillendirmektedir. da iktidara taşımıştır. Falerle savunmaktadırlar. İskat AKP’nin yaklaşık sekiz lam Ümmeti, on dört asırMaalesef başörtüsü, yeri yıllık iktidarı döneminde dır başörtüsünü Allah’ın geldiğinde teferruat olarak yine nihaî bir çözüm bulugörülmüş ve şer’î bir hüküm, bir emri olarak görürken, namamıştır. Yani kısacası, bugün Ümmet’in temsildemokratik bir hak olarak vaatler vaatleri takip etmiş ciliğine soyunanlar bu şeisimlendirilmiştir. ama bir arpa boyu yol alıkilde dillendirmektedir. namamıştır. Maalesef başörtüsü, yeri geldiğinde teferruat olarak görülmüş ve şer’î Bütün muhafazakâr ve sağ partilerin kulbir hüküm, demokratik bir hak olarak isimlenlandığı ve istismar ettikleri bu mesele, en dirilmiştir. Hâlbuki farzlar, Allah Azze ve sonunda “bu kadarına da pes” dedirtecek bir Celle farz kıldığı için uygulanmalı ve Müslüaşamaya, bu son günlerde gelmiştir: Kemal manlar bu konuda başka bir şey düşünmeKılıçdaroğlu ile üslup değiştiren CHP de melidirler. “bu sorunu biz çözeriz” diyerek 2011 seçimleri ‫ُون‬ ٍ ‫ِم ْؤم‬ َ ‫ِن َواَل ُم ْؤ ِم َن ٍة إِذَا ق‬ öncesi meydanlara inmiş ve böylece bir sol َ ‫َضى اللَّ ُه َو َرُسولُ ُه أَ ْم ًار أَن َيك‬ َ ‫َو َما ك‬ ُ ‫َان ل‬ َّ َّ َ ِ ِ ‫َه ُم ال‬ ‫ل‬ ‫ل‬ ‫ض‬ ‫ل‬ ‫ض‬ ‫د‬ ‫ق‬ ‫ف‬ ‫ه‬ ‫ل‬ ‫و‬ ‫س‬ ‫ر‬ ‫و‬ ‫ه‬ ‫الل‬ ‫ص‬ ِ ‫ع‬ ‫ي‬ ‫ن‬ ‫م‬ ‫و‬ ‫م‬ ‫ِه‬ ‫ر‬ ‫م‬ ‫أ‬ ‫ِن‬ ‫م‬ َ َ‫ا‬ ً‫ا‬ َ َ َ َ ْ ُ َُ​َ َ parti de bu fırsattan yararlanmak için kolları ُ‫ل‬ ْ َ َ َ ْ ْ ْ ‫ْخ َي َرُة‬ ‫ُّمبِي ًنا‬ sıvamıştır. Referandumun ardından halkın bu konudaki hassasiyetini gören ve tekrar “Allah ve Rasulü bir şeye karar verdiği halkla bütünleşmekten başka bir çıkar yol zaman, ne Mu’min bir erkek nede Mu’min bulamayan CHP dahi bu sorunu çözeceğini bir kadın için, onlar için işlerinde seçme iddia etmiştir. AKP ise CHP’yi lafının üzerihakkı yoktur. Kim Allah ve Rasulü’ne is-

9

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


İktidara Giden Yol Başörtüsünden Mi Geçer? İşte bu oryantalistlerden birisi, başörtüsüyle alakalı tespitlerini raporuna sıralarken; başörtüsünün, kadın-erkek bütün Müslümanları iffetli yaptığını, zina ve fuhşiyattan alıkoyduğunu ve dolayısıyla kadının bu şekilde korunmasının toplumun bozulmasının önünde bir engel olduğunu yazmaktadır. O dönemde dikkate alınan bu türden raporlar, kâfirlerin başörtüsüne bakışının günümüzdeki bazı Müslümanların bakışından daha isabetli olduğunu göstermektedir. Casusun tespitleri gerçekten doğru ve yerindedir. Zira İslam, zinayı yasakladığı gibi zinaya götüren vesileleri de yasaklamıştır. Kadının açık-saçık olması bunun en önemlilerindendir. Buradan anlaşılıyor ki başörtüsü bir sorun değil, bilakis Allah Azze ve Celle’nin asırlar öncesinden birçok meseleyi bir arada çözdüğü çözümün ta kendisidir. İnsanların sorunlarını, insanı en iyi tanıyan Rab’lerinden gelmesinden daha tabii ne olabilir ki zaten. Tabii olmayan insanın sınırlı ve eksik olan aklı ile insanların sorunlarını çözmeye çalışmaları ve inatla Allah’ı ilah kabul etmemeleridir.

yan ederse, gerçekten apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.” (el-Ahzab 36) Bu ve benzeri ayet-i kerimeler, Müslümanlar için konuyu netleştirmektedir. Fakat asıl korktuğumuz husus, Müslümanların dinî vecibelerini yerine getirirken mevcut kuralların elverdiği kadarıyla yetinmeleri ve mücadelelerini demokratik yollarla çözüme kavuşturmaya çalışmalarıdır. Başını örtmek isteyen Müslüman bacılar bunu demokratik bir hak olarak algılayıp örtünürlerse, Allah katında bu makbul olacak mıdır? Ya da bu sorun bu şekilde çözülürse İslamî kitleler yıllardır “küfür” dedikleri demokrasiye daha çok meyleder ve daha başka sorunların çözümlerini de demokraside ararlarsa bu doğru olacak mıdır? Peki, mevcut partilerin tamamı demokrasiden yana çözüm arayışında iken, hepsi meselenin demokratik bir zeminde çözüme ulaştırılmasının doğru olacağını dillendirirken ve herkes de çözüm isterken neden bu mesele çözülememektedir? Başörtüsü, neden bu kadar büyük bir sorun olarak algılanmakta ve niçin yıllardır engel olunmaktadır? Bu sorunun cevabı çok basittir. Çünkü başını örtmek ferdî bir eylem olsa da, etkileri ferdî değil, toplumsaldır. Şöyle ki; İslam Hilafet Devleti’ni yıkmak için çalışan -İngilizler başta olmak üzere- Batılı kâfirler 19. asırda Müslümanların topraklarına özel yetiştirilmiş ajanlar göndermiş ve Osmanlı Hilafet Devleti’ni nasıl yıkacaklarını tespit etmeye çalışmışlardır. Bu ajanlar Müslümanların arasına yerleşerek, kimi sıradan birisi, kimisi de güya âlim olarak görevlendirilmiştir. Bu ajanlara genellikle “oryantalist” denir. Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Öte yandan, bu sorun çözülünce üniversitelere başörtüsüyle girilse bile ilk ve orta öğretimlerdeki yani liselerdeki kız çocuklarımız başlarını örtebilecekler mi? Yaşadığımız coğrafyada kız çocukları genelde on iki-on üç yaşlarında buluğ çağına girer. Bu ise orta öğretim dönemine denk gelir. Üniversiteye kadar başını açan kızlarımız bu hassasiyetlerini yitirmezler mi? Ayrıca, yıllarca okuyan çocuklarımızın çoğu sonunda avukat, hâkim ve öğretmen vb. meslekler edinip kamu kuruluşlarında başını açarak çalışmayacaklar

10


İktidara Giden Yol Başörtüsünden Mi Geçer? mı? Üniversitede hak olan, benzer durumda olan birisi için neden farklı ortamlarda hak olmaz? Görüldüğü gibi bu sorun demokrasiyle çözülecek bir sorun değil, yıllardır kökleşmiş, hayat-memat meselesi olmuş ideolojik bir sorundur.

rın uyanışına etki edeceğini gördü ve “siyasal (gerçek) İslam”a karşı “ılımlı İslam” projesini başlattı. Böylece Kapitalizmi yumuşatarak ve insanlara dinini yaşayabiliyor imajı vererek Kapitalizmi hedef olmaktan çıkarmayı planladı. Bu planı, Türkiye’de AKP eliyle ve diğer İslamî Beldelerde de yerli işbirlikçileri eliyle gerçekleştirmeye çalışıyor. Yani aynı zehirli şerbeti Müslümanlara kap değiştirerek sunuyor.

Aydın düşünen insan, sorun üzerinde çakılıp kalmaz; onun sebep ve müsebbiplerini araştırır. Böylece esas sorunun, bizzat Kapitalist ideolojinin, demokratik nizamın kendisinden kaynaklandığını görür. Çünkü bu ve benzeri sorunlar, hain idarecilerin Batı’dan demokrasi ve cumhuriyeti iktibas etmeleriyle ve Hilafet’i kaldırmalarıyla ortaya çıkmıştır. Ümmet’in kalkanı olan Halife olmayınca Ümmet, kendi vatanında garip kalmıştır. Allah’ın emir ve nehiyleri bu kokuşmuş Kapitalist ideoloji sayesinde tartışılır, seçilir ve oylanır olmuştur.

Köklü ve kapsamlı çözüm ise; akidesi laiklik olan bu Kapitalist ideolojiyi söküp atmak ve yerine Allah’ın emri ve İslam’ın yönetim sistemi olan Hilafet Devleti’ni kurmaktır. O zaman bırakın Allah’ın emirlerinin uygulanmamasını, kimse bunların tartışılmasına dahi cüret edemez. Çünkü Halife, Allah Rasulü Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in de dediği gibi yeryüzünde Allah’ın gölgesidir, Müslümanların kalkanıdır ve İslam’ın bekçisidir. Ve en önemlisi Hilafet; başörtüsü gibi bütün cüz’î sorunları çözecek olan esasî çözümün kendisidir. Çözümün sıhhati için Müslümanlar bu meseleye bu açıdan bakmalıdır. Selam ve dua ile.

Köklü olan bu başörtüsü meselesi hakkında köklü çözümü ortaya koymadan önce AKP’nin konuya yaklaşımını da ele almak istiyorum. Öncelikle AKP’nin artık ABD güdümlü ve eksenli olduğu tartışmasız bir gerçektir. Dolayısıyla ABD’nin başörtüsü konusuna yaklaşımını bilmek, AKP’nin konuya yaklaşımını bilmektir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın jandarmalığına soyunan ABD, rakibi olan İngiltere’nin hilafına Müslümanların dinî duygu ve düşüncelerinin ve İslamî şiarlarının tamamen bastırılmasının veya yasaklanmasının Müslümanla-

ِ ‫َّس‬ ‫ول إِذَا َد َعاكُم ل َِما‬ َ ‫ُّها الَّذ‬ َ ‫َيا أَي‬ َ ‫ِين‬ ُ‫اس َت ِجيبُوْا لِلّ ِه َولِلر‬ ْ ‫آمنُوْا‬ ‫ُم‬ ْ ‫يُ ْحيِيك‬ “Ey iman edenler; Allah ve Rasulü sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığında icabet edin…” (el-Enfal 24)

11

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


ŞER’Î HÜKME BAĞLANMAK NEDEN PROVOKASYON OLSUN! Fatma Nur ŞAHİN

S

on günlerde siyaset dönüp dolaştı yine başörtüsü problemine kilitlendi. Siyasîler tarafından çözümsüzlüğün, çözüm olarak görüldüğü problemlerden biridir, başörtüsü sorunu. Bu haliyle onların daha çok işlerine yaramakta olan bu problemi, çözümü çok kolay olsa da çözümsüz bırakmayı tercih etmektedirler. Yasal bir sorun olmayan ve uygulamada çözüme kavuşabilecek olan bu problem her dönemde üzerinden siyasî rant elde edilen ve her hamlede daha da derinleşen bir yara haline dönüştürülmüştür. Siyasetçiler ellerindeki bu önemli malzemeyi adeta kaybetmek istemezmişçesine meseleyi sakız gibi çiğnemeye devam edip durmuşlardır. Şimdi de “tam çözüme kavuşturuldu” derken farklı bir noktadan tıkanma sinyalleri verilmeye başlamıştır. Bu yeni tıkanma noktası, güya ilköğretimdeki çocukların da bu taleple ortaya çıkmaları ve çözümün dışında kalmamak için örtülü eğitim haklarını dile getirmeleri olmuştur. Bu çocukların haklı taleplerini çözüm sürecini tıkamak olarak değerlendiren Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

medya ve siyasîler, üç tane ilköğretim öğrencisi üzerinden adeta fırtınalar koparmış ve konuyu istedikleri yönde saptırarak yeni bir tartışma ortamı oluşturmuşlardır. Böylelikle bu haklı istek, bir anda arkasında karanlık güçlerin olduğu provokatif bir eylem havasına büründürülmüş ve insanların meseleyi bu şekilde değerlendirmeleri için her türlü yol denenmiştir. Konu ile ilgili tüm haberlerde, Adana, Mersin ve Konya’da okula başörtülü giden ilköğretim öğrencileri, babalarının etkisinde kalan, hatta onların zoru ile bu şekilde hareket eden kızlar olarak gösterilmiş ve bu şekilde kızlar üzerinden yeni senaryolar yazılıp çizilmiştir. Haberlerde; Adana’da okula başörtüsü ilen giden kızın babasının, Hizbullah ile bağlantısı olduğu tespit edildiği için kapatılma kararı verilen Mustazaf-Der Adana Şubesi Başkanı; Mersin’deki kızın babasının ise Hizbullah üyesi olmaktan 6 yıl hapis yatmış birisi olduğu yer almıştır. Böylelikle Hizbullah bağlantısı ortaya çıktı diye kızların baba-

12


Şer’î Hükme Bağlanmak Neden Provokasyon Olsun! larının geçmişi sorgulanmış ve buradan yola çıkarak bu isteğin masum bir istek olmadığı, arkasında provokatörlerin olduğu sonucuna varılmıştır. Ayrıca bu kızlardan bahsederken babalarının sahip olduğu ideolojiden yola çıkarak izleyenlerin zihninde olumsuz bir tablo oluşturmak için Hizbullah ile ilgili hatırlatmalar yapılmış ve işkenceler, mezar evler, domuz bağları, Gaffar Okkan suikastı gibi insanları tedirgin eden ve unutmaya çalışsalar da asla unutturulmayan örnekler arka arkaya sıralanmıştır. Böylelikle bu kızlar ve onlara destek olan babaları ile alakalı zihinlerde olumsuz bir etki bırakılmaya çalışılmıştır. Örgütün JİTEM tarafından kurulduğu iddiaları ile de bu yapılanın provokasyon olduğu ihtimali kuvvetlendirilmiş ve bu konudaki adres de böylelikle gösterilmiştir. Yani bunun masum bir istek olma ihtimalini ortadan kaldırmak için her türlü olasılık düşünülmüş ve kurulabilecek tüm bağlantılar kurulmuştur. Zira bu türden bağlantılar kurma noktasında ustalık kazanmış medyaya sahip bir ülkede yaşıyoruz. Medya, bu konuda o kadar marifetlidir ki, sıradan bir vatandaşı, gerek görüldüğünde devletlerarası terörist gruplarla bağlantısı olan azılı bir suçlu gibi yansıtabilir ve akşam haberlerine bu yeni haliyle konu edebilir. Maalesef, bunlar artık olağan şeyler haline dönüştü, yaşadığımız bu ülkede.

katında hem de insanlar nezdinde sorumlu değil miyiz? Bununla ilgili şer’î hükme baktığımızda ebeveynin bu konudaki sorumluluğunu görüyoruz. Çocuklarını Allah’ın emirleri doğrultusunda yönlendirmemiş ve onlara akideleri ve şer’î hükümlere bağlanmaları noktasında doğru bir bakış açısı kazandıramamış ebeveynin Allah katında sorumlu olduklarını ve bundan hesaba çekileceklerini görüyoruz. Bu, meselenin şer’î boyutudur. Ayrıca aklen meseleyi değerlendirdiğimizde de, biz örtünün farziyetine inanmışken çocuklarımızı bundan men etmemizin nasıl bir açıklaması olabilir. Bu, aynen başı açık bir annenin kızını örtünmeye zorlaması gibidir. Oysa kişi neye inanıyor ve neyi uyguluyorsa, sorumluluğu altındaki çocuğunu da ona yönlendirmesi en doğal olandır ve insanlar bundan dolayı da kınanamazlar. Bu hadisede ise çocuklarına bu haklı isteklerinde destek olmuş ya da onları bu konuda yönlendirmiş olan babalar, sanki zalim ve bencil insanlar gibi yansıtılmıştır. Çocuklarını Cehennem azabından korumaya çalışan bu babalar -ne acıdır ki- sorumsuz, bencil ya da baskıcı olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Hatta meseleyi değerlendiren Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer Üskül, çocuğunu türbanla okula yollayan ailelerin bu şekilde hareket ederek çocuklarının eğitim hakkını engellediğini ve bu durumun devamı halinde de çocuğun ailenin yanından alınıp Sosyal Hizmetlere verilebileceğini, bildiriyor. Bu aileler, dünyaya getirdikleri çocuklara inançları gereği yaşamayı öğretmiş ve bu doğrultuda yönlendirmiş oldukları için çocukların eğitim hakkını engellemiş sayıldılar. Yani suçlu yine vatandaş ilan edildi. Devletin bu konuda hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi sorunun kaynağı bu sorumluluk sahibi aileler olarak yansıtıldı. Yani yine hırsızın hiçbir kabahati olmadığı ortaya çıkmış oldu.

Tüm bakışların üzerlerine yönlendirildiği bu babalar zaviyesinden empati yaparak meseleye baktığımızda şu soruyu soruyoruz: “Dünyaya getirdiğimiz çocukları kendi doğrularımıza yani sahip olduğumuz mefhumlara göre yönlendirmemizin neresi yanlış?“ Yoksa çocukları biz dünyaya getiriyoruz da sonra onlar, bu sistemin çocukları mı oluyorlar? Bizler onları sadece dünyaya getirmekle mi görevliyiz? Kendi öz çocuklarımızı tasvip etmediğimiz bir sistemin istekleri doğrultusunda mı yönlendireceğiz? Onlardan, hem Allah

13

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Şer’î Hükme Bağlanmak Neden Provokasyon Olsun! Bu vesileyle, AKP ve yandaş medya bu sadece üniversitelerde değil, ilköğretimde de aynı haberlerden yola çıkarak; provokasyon, çöproblem var” diye konuyu dile getirseler de, züm sürecinin tıkanması, çözümsüzlükten yana buna kulaklarını tıkayanlar şimdi ilköğreolanların hükümeti köşeye sıkıştırmaya çalışması time başörtüyle gitmeye çalışan bu kızların gibi söylemlerle mağdur edebiyatına soyunüzerinden üniversitede mağdur olan gençlerin du. Öyle ya, aslında sorunu çözecekler ama bir de ümitlerinin yarım bırakılığını iddia ettiler. takım şer odakları buna izin vermiyor, onların Hatta bu yorumların en iddialısı 28 Şubat süda ellerinden gelen bir şey yok. Vatandaşın da recinde başörtüsü yasağının ilk mağdurlarınşer’î hükümlerden taviz vererek, bu Hükümedan ve simge ismi Nuray Canan Bezirgan’dan te daha fazla destek olması gerek. Şu ana kadar geldi. Bezirgan, ilköğretime başörtüsü ile girme verilen tavizler yeterli olmadı, belki bundan sonra çabalarının provokasyon olacağı ve sorunun çöverilecekler sorunu çözer, diye bir umut bekler zümsüz kalması için atılan adımlar olabileceğini hale geldi insanlar. Ama Hükümet, her hasöylüyor ve bu türden provokatif eylemlerin delükarda mazlum ve çaresiz olmaya devam vamının gelebileceğini, iddia ediyordu. Açıketmekte. Bunu desteklelamasında CHP’nin “eğer mek için; kızlardan birsinin üniversitelere başörtülü kızBu konuda yorum yapan babasının Mustazaf-Der ların girmesine izin verirsek, diğer Müslüman cemaatler ya Adana Şubesi Başkanı olbunlar yarın kara çarşafla da da fertler açısından meseleye duğundan bahsedildikten girmeye çalışır” tespitine baktığımızda ise, medya ve sonra bu Derneğin adının gönderme yaparak, sırf busiyasîler ile aynı noktada 27 Nisan e-Muhtırası’na nun için kiralık çarşaflı kızkonu olduğu ve başları ların tutularak üniversitelere buluştuklarını görüyoruz. örtülü küçük kızların ilagirmeye çalışabileceği gibi bir En iyi ihtimal ile “velev ki hi söyleyerek programda tespitte bulunuyordu. Bu provokasyon olmasın” diye yer almaları hatırlatılarak, yaklaşımda da yapılanların başlık atanlarda ailelere, AKP’nin kapatılması için samimi hak arayışları ve oyuna gelmeyin neviinde bir argüman olduğu yenişer’î hükümlere bağlanarak tavsiyelerde bulundular. den gündem edilmiş oldu. eğitim alma isteği olma ihBöylelikle atılan bu adımlatimali üzerinde hiç durmarın sonucunda ne ile karşılaşılacağı insanlara dan, tamamen olumsuz düşünceler ile sadece anımsatılmış, yine sabır ve anlayışla destek provokasyon ihtimali üzerinde duruluyordu. vermeleri telkin edilmiş oldu. Oysa bir zamanlar tıpkı kendilerinin istediği gibi eğitim hakkını talep eden bu çocukların Bu konuda yorum yapan diğer Müslüman seslerine kulak verselerdi, ortak bir sorun ile cemaatler ya da fertler açısından meseleye karşı karşıya olduklarını görecek ve tam desbaktığımızda ise, medya ve siyasîler ile aynı tek verebileceklerdi. Her ne şekilde olursa olnoktada buluştuklarını görüyoruz. En iyi ihsun bu kızlar, bir zamanlar kendilerinin talep timal ile “velev ki provokasyon olmasın” diye ettiği eğitim hakkını talep ediyor ve onların başlık atanlarda ailelere, oyuna gelmeyin neverdiği mücadeleyi veriyorlar. Meseleye buviinde tavsiyelerde bulundular. Bunun yeriradan bakmak, sorunun çözümüne yardımcı ne bu Müslümanların bu hak talebine destek olacaktır, diye düşünüyoruz. verilseydi yalnızca üniversitelere has olmayan bu sorun, belkide topluca çözüme kavuşAsıl üzerinde duracağımız mesele ise ilturulabilirdi. Aklıselim sahipleri, “bu problem köğretimde başörtülü okumak isteyen ve bu Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

14


Şer’î Hükme Bağlanmak Neden Provokasyon Olsun! haklı isteklerini destekler doğrultuda hareket eden kızların babalarının geçmişi ortaya konularak bir takım sonuçlara ulaşmaya çalışmak, ne derece doğrudur. Bunlar, Allah’ın bir emrini yerine getirmeye çalışan ve başka hiçbir planları ya da gayeleri olmayan masum çocuklar olamaz mı? Bu ihtimal neden göz ardı ediliyor ve neden bu haklı istek üzerinde durularak sorun her yönüyle çözüme ulaştırılmıyor? Bu ülkede doğruyu söyleyen ve haktan yana duruş sergileyerek batılı protesto eden herkes neden, ya provokatör ya da meczup olarak yaftalanıyor? Oysa bu damgalar ile kınanılacak bir duruma düşürülmeye çalışılan bu insanlar, aslında hakkı haykırmayı her türlü sonuca rağmen tercih edenlerdir. Haksızlık karşısında susarak dilsiz şeytan konumuna düşmemek için hakkı haykıranlardır.

Münkerler karşısında susmamak, biz Müslümanlar için şer’î bir gereklilik iken şimdi susanlar alkışlanır, hakkı haykıranlar ise yuhalanır oldu. Artık bir münker karşısında sadece kalpten buğz ederek münkerlere göz yummak yerine, dilimizle değiştirmenin yeterli olmadığını gördüğümüz için elimizle müdahale etmek durumundayız. Eğer herkes bu düşüncede olur ve çocuklarını bu şer’î ölçüye göre yönlendirirse sadece üç-beş cılız ses ya da sınırlı tepki olmaktan çıkıp, hakkını arayan ve bu uğurda birlikte hareket eden güçlü bir ses olarak sonuca ulaşılabiliriz. Ancak ne bu sorun, ne de karşılaştığımız diğer sorunların bu türden yüzeysel uygulamalar ile çözülmeyeceğini, mutlaka köklü bir çözüme ihtiyaç olduğunu da göz ardı etmeden meseleye bakmamız gerekir. Zira bu sorunun çözülmesi diğer tüm sorunların çözümünü beraberinde getirmeyecek ve daha büyük sorunlar ile mücadele etmeye devam edip duracağız.

‫ فإن‬،‫ فإن لم يستطع فبلسانه‬،‫من رأى منكم منك اًر فليغيره بيده‬ ‫لم يستطع فبقلبه وذلك أضعف اإليمان‬ “Sizden kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin, gücü yetmezse diliyle değiştirsin, ona da gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin (buğz etsin). Bu ise imanın en zayıfıdır.” (Muslim, İman, 70)

15

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Hakkı EREN

T

önce proje tam olarak nedir, onu göstermeye çalışalım.

ürkiye’de gündem o kadar hızlı değişiyor ki, hangi konuyu takip edeceğinizi şaşırıyorsunuz. İç siyasette taşlar yerinden oynarken, dış siyasette de çok hızlı gelişmeler yaşanıyor. Bütün bu yoğunluğun yanında bazı konuların detaylı olarak irdelenmemesi için de, sunî gündemler oluşturularak, dikkatler başka yöne çekilmek isteniyor. Bu manada AKP iktidarı tarafından fazlaca konuşulmaması istenen konulardan biri de, ABD’nin Türkiye’de kurmak istediği Füze Kalkanı Projesi olarak göze çarpıyor.

Füze Kalkanı Projesi; orijinal olarak “ABD Milli Füze Savunma Programı/National Missile Defence Programme” ismiyle adlandırılır. Küresel Füze Savunma Kalkanı (Missile Defense Shield-MDS) oluşturma girişimleri ise, ABD millî projesi olarak 1990’lı yılların sonlarında başlatılmıştır. Projenin genel amacı; dünyanın her bölgesinde Amerikan toplumuna yönelik füze saldırılarının hedefine ulaşmadan tespit ve imhası için küresel bir füze savunma kalkanı oluşturulması ve geliştirilmesi olarak tanımlanır. Yani okyanusun öbür ucunda bulunan kâfir Amerika, kendisinin ve halkının güvenliği için binlerce km. uzaklıktaki ülkelere savunma sistemi kurmaktadır. Dünyada yaptığı zulümler o kadar çok ve düşmanları da o kadar fazladır ki, bunu yapmayı kendisince bir zorunluluk olarak görmektedir.

Malum olduğu üzere Füze Kalkanı Projesi yeni bir proje değildir. Doğu Avrupa ülkeleriyle arası çok iyi olan ABD’nin bu ülkelere yerleştirmek istediği füzeler, bölge ülkelerini tehdit etmekte ve bölgede ciddi rahatsızlıklar meydana getirmektedir. Peki, kâfir ABD neden bu bölgede böyle bir kalkan oluşturmak istemektedir? Bu Füze Kalkanı Projesinin amacı nedir? Bu soruların cevabını meseleyi birçok açıdan irdeleyerek bulmaya çalışacağız. Ama Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Amerika bu projeyi kendi savunma sistemi için kurduğunu söylese de, buna kimseyi

16


ABD’nin Füze Kalkanı’nın Hedefi İslâm’ın Kalkanı Mı? inandıramamaktadır. Zira en iyi savunmanın saldırı olduğunu herkes bilmektedir. Sömürgeciliğini sürdürebilmesi için de bu türden askerî gücünü dünyanın her tarafına yayması gerekmektedir. Dünyanın her tarafında askerî üsleri ve askerleri olmasına karşın bunlar yeterli gelmemekte ve füze kalkanlarıyla bunu daha da güçlendirmek istemektedir. Bu projeyi güçlendirirken de kendince “haklı” nedenler bulmakta ve diğer devletleri buna inandırmaya çalışmaktadır.

aşikârdır” diyerek düşüncelerini dile getirmiştir. Yine Başkan Putin, uzaydaki silahlanmanın uluslararası toplum için tahmin edilemeyecek sonuçlara sebep olacağına dikkat çekerek, “Füzesavar (anti-missile) savunma sisteminin belirli unsurlarını Avrupa’ya genişletme planları bize yardım etmez; tam tersine bizi rahatsız eder. Kimin, bu durumda kaçınılmaz bir silah yarışı olacak bir sonraki adıma, ihtiyacı var? Benim Avrupalıların kendilerinin ihtiyaçları olduğuna dair derin şüphelerim var” diyerek duyduğu rahatsızlığı belirtmiştir. Gerçekten de Putin’in dediği gibi Avrupa’nın bu konuda ciddi bir isteği olmamakla birlikte, aksine rahatsızlığı söz konusudur.

Amerikan’ın bu projesine, bölge ülkeleri karşı çıkmakta ve rahatsızlıklarını dile getirmektedirler. Bu ülkelerin başındaysa Rusya gelmektedir. Amerika -her ne kadar İran’ı bahane olarak gösterse de- bu ABD’nin NATO ya da bölgeyi güvenli bir bölge AB’yi karar sürecine dâhil Amerika -her ne kadar İran’ı olarak görmek istemekteetmeyerek Polonya ve Çek bahane olarak gösterse dedir. Zira Türkiye’nin geçiş Cumhuriyeti’yle ikili anbu bölgeyi güvenli bir bölge koridoru olarak kullanıldılaşmalar yapması ve böyle olarak görmek istemektedir. ğı bölge, dünyanın en bübir Füze Kalkanı Projesi’ne Zira Türkiye’nin geçiş yük enerji geçiş hatlarına girişmesi Avrupa’nın tepkoridoru olarak kullanıldığı ev sahipliği yapmakta ve kisine yol açmıştır. Ayrıca bölge, dünyanın en büyük ABD bu bölgede herhangi Avrupa ülkeleri kendi kıtaenerji geçiş hatlarına ev bir sorun istememektedir. larında ve kendi kontrolleri sahipliği yapmakta ve ABD ABD enerji geçiş hatlarındışında böylesi bir gücün bu bölgede herhangi bir sorun da olduğu gibi bu konuda bulunmasına, tabiî ki sıcak istememektedir. da Rusya ile karşı karşıya bakmayacaklardır. Konu gelmektedir. Rusya’nın ile alakalı olarak Almanya bölgedeki gücünü bilmekle birlikte, bu gücü Başbakanı Angela Merkel, “AB ülkeleri içinde kontrol altına almak istemesi bu nedenledir. Füze Kalkanı tartışmalarıyla bir bölünme yaşanO yüzden Rusya, bu füze kalkanı projesine masını istememekte, söz konusu füze savunma en çok ses çıkaran ülke konumundadır. Russisteminin NATO çerçevesinde kurulmasından ya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 10 Şubat yana olduğunu” söylemektedir. İngiltere Hü2007’de Münih Güvenlik Zirvesi’nde yaptıkümeti, ABD Füze Savunma Sistemi’nde akğı konuşmasında; tek kutuplu dünyanın kabul tif rol almakta, proje kapsamında bazı önleedilemez olduğunu, uluslararası hukukun temel yici füzelerin İngiltere’ye konuşlandırılması ilkelerinin her geçen gün artan bir şekilde küçümiçin ABD Hükümeti’yle toplantılar yapmakta sendiğini, tek taraflı ve çoğu kez gayrimeşru olan ve kendince kendisini sağlama almaya çalışeylemlerin hiçbir soruna çare olamadığını ve yeni maktadır. Dünyada her siyasî konuda oldugerilim noktaları yarattığını vurgulamış ve “bu ğu gibi bu konuda da İngiltere, ABD’yi yakın koşullar altında, kendi güvenliğimizi sağlama markajda takip etmektedir. Fransa Cumhurkonusunda bir kez daha düşünmemiz gerektiği başkanı Nicolas Sarkozy ise, ABD Füze Sa-

17

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


ABD’nin Füze Kalkanı’nın Hedefi İslâm’ın Kalkanı Mı? vunma Sistemi konusunda “Avrupa Kararı (European Decision)’nda ısrar etmektedir. Öte yandan Çin, projeden duyduğu rahatsızlığı dile getirirken, Kanada projeye katılmayacağını bildirmiştir.

ğine katkı sağlayabilecek olmasından dolayıdır. Son günlerde ABD’li askerler ve bürokratlar tarafından dillendirilen hususun arkasında işte bu nedenler yatmaktadır. İç siyasette hâlâ istediği dengeleri kuramayan ve tabir yerinde ise “dere geçmek üzere olan” AKP iktidarının ABD’den gelen bu talebe vereceği cevap çok önemlidir. Bu öneme binaen gerek Başbakan Erdoğan, gerekse de Dışişleri Bakanı Davutoğlu temkinli açıklamalarda bulunmuşlardır.

Bölgesinde İran ve Rusya ile ilişkileri iyi olan ve yeni bir süreç yaşayan Türkiye’nin bu konudaki kararı, bu ülkelerle ilişkilerinde ciddi bir değişkenlik arz edebilecektir.

“Avrupa’nın ve dünyanın büyük ülkeleri bu konuya temkinli yaklaşırken neden Batı Avrupa ülkeleri projeye ev sahipliği yapmaktadır?”, diye sorulabilir. Sovyet Rusya’nın dağılmasından sonra ortaya çıkan Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerinin, hem güvenlik, hem de ekonomik ihtiyaçları nedeniyle AB’ye ve NATO’ya üye oldukları herkesçe bilinmektedir. Hatta eski Komünist Rusya’dan kaçarcasına Batı’ya yaklaştıkları gözlemlenmiştir. Bu süre zarfında Rusya’nın bölgede daha çok güçlenmesi bu ülkelerin sırtlarını ABD’ye dayamalarına sebep olmuştur. Bu yüzden Çek ve Polonya Başbakanları Şubat 2007’de ortak bir basın toplantısı düzenleyerek, ABD’nin teklifine yanıtlarının olumlu olacağını açıklamışlardır. Pentagon’un bu ülkeler üzerindeki planı ise; gelecek beş yıl içinde kullanılabilir hâle gelecek şekilde Polonya’ya 10 füze savunma sistemi yerleştirilmesi ve Çek Cumhuriyeti’nde kurulacak radarlarla da Asya hava sahasının kontrol altına alınmasıdır. Ayrıca projenin Gürcistan ve Azerbaycan’ı da içerisine alacak şekilde genişletmesi söz konusudur.

Bölgesinde İran ve Rusya ile ilişkileri iyi olan ve yeni bir süreç yaşayan Türkiye’nin bu konudaki kararı, bu ülkelerle ilişkilerinde ciddi bir değişkenlik arz edebilecektir. Zira Türkiye’nin de adının bu proje kapsamında geçmesinden sonra Rusya’nın yaklaşımı, Ankara Büyükelçisi Vladimir İvanovskiy tarafından ortaya konulmuştur. İvanovskiy, “ABD’nin füze kalkanıyla ilgili planları, Rusya’nın kaygıları göz önünde bulundurulmadan gerçekleştirilirse bu durumun stratejik istikrarı olumsuz etkileyebileceği unutulmamalı.” uyarısı yaparak konuya dikkat çekmiştir. Fakat aynen Nabucco Projesi’nde olduğu gibi de, “Sürecin içinde olursak bundan rahatsız olmayız” diyerek mesajını, hem ABD’ye hem de AKP’ye vermiştir. Füze Kalkanı Projesi ile alakalı başka bir husus da, projenin daha yeni geliştirilme sürecinde olduğudur. Hayata geçirilmesi için de yoğun AR-GE masraflarına, süreye ve finansa ihtiyaç vardır. Projeyle bir yandan da ABD savunma sanayinin güçlendirilmesi öngörülmektedir. Obama döneminde savunma sanayi şirketlerinin çok da memnun olmadıkları ve ABD içerisindeki silah lobilerinin Obama’ya baskıda bulundukları bilinmektedir. Bu baskıların hafifletilmesi adına da

Avrupa’da, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nin ABD’ye yakın ve sorunları olmayan ülkeler olmaları nedeniyle tercih edildikleri anlaşılmaktadır. Füze Kalkanı Projesi’nde Türkiye’yi de öne çıkaran nedenler; NATO’ya üye olması, ABD’nin model ortağı olma rütbesine yükselmesi, bölgesinde istikrarlı bir ülke konumunda bulunması, İran’a komşu olması ve Türkiye’de kurulabilecek sistemin erken uyarı bakımdan “İsrail”in de güvenli-

Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

18


ABD’nin Füze Kalkanı’nın Hedefi İslâm’ın Kalkanı Mı? proje yeniden canlandırılmak istenmiş olabilir.

minde kendi ülkesinde savaş görmemiştir. Dünyada çok savaşmış ama bunu genelde kendi topraklarının dışında yapmıştır. Onunla kendi evinde savaşacak olan güçte, İslam Devleti’nden başkası olmayacak gibidir. “İşte şimdiden bunun önlemini alıyor” dememiz, ütopik düşünüyor olduğumuz anlamına gelmez. Zira İslam İdeolojisine göre düşünenlerin hedefleri asla ütopya değildir. Aynen Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Medine’de Hendek Gazvesi öncesinde Ashabı ile beraber açlıktan karınlarına taş bağlamış bir vaziyette ve müşriklerden kendilerini savunmak için hendek kazıyorken yaşanan şu vakıanın ütopya olmadığı gibi… Berâ’ ibni Âzib, bu hadiseyi şöyle anlatır:

Kısacası projeyle alakalı olarak söylenenler; bunun, enerji koridorlarının güvenliğinin sağlanması açısından, bölgede giderek güçlenen Rusya’yı kontrol altına almak açısından ve İran’ın elinde bulundurduğu nükleer silahlar açısından olduğu yönündedir. Biz ise tüm bunlara ilaveten şu sebebe de dikkat çekmek isteriz ki, bizce asıl sebep de budur. Bilindiği üzere ideolojik olarak hareket eden ve dış siyaseti olan büyük devletler, günlük planlar ve projeler yapmazlar. Onlar önlerindeki 10 yıllık, 20 yıllık hatta bazı konularda 50 yıllık bile planlar yapmaktadırlar. Büyük devlet olmak da zaten bunu gerektirir. Hatta ihtimal dahi “Rasulullah Aleyhi’s-Salatu İşte kâfir Amerika da olabilecek konularda bile ve’s-Selam, balyozu alıp “Bisşimdiden bu bölgede meseleyi es geçmeyerek gemillah!” diyerek kayaya bir kurulacak olan bir İslam reken ciddiyeti verirler. İşte darbe indirdi. Kayanın üçte Devleti’nin geleceğini kâfir Amerika da böyle yapbiri parçalandı! “Allahu Ekber! baskı altına almak ve maktadır. Zira Füze Kalkanı Bana Şam’ın anahtarları verildi! onu engellemek adına bu Projesi’ne ve yerleştirileceVallahi, şu bulunduğum yertürden savunma hatları ği güzergâha baktığımızda den, oranın kızıl köşklerini oluşturmaktadır. ABD, İslam Coğrafyası’nı hedef görüyorum!” buyurdu. Sontarihinin herhangi bir aldığını söyleyebiliriz. Hele ra “Bismillah!” deyip kayaya döneminde kendi ülkesinde ikinci darbeyi indirdi. Kayanın ki, bu coğrafya’da İslamî savaş görmemiştir. mücadele ve uyanış, kendiüçte biri daha parçalandı! “Alsini ürkütecek bir seviyeye lahu Ekber! Bana Fars’ın anahulaşmışken. Kendi think-thank kuruluşları tarları verildi! Vallahi, şu bulunduğum yerden, da başta olmak üzere sosyal bilimciler taMedâin’i ve onun beyaz köşkünü görüyorum!” rafından yapılan tespitler, Ortadoğu ve Ön buyurdu. Daha sonra “Bismillah!” diyerek kayaAsya denilen coğrafya’da yeniden bir İslam ya üçüncü darbeyi indirdi. Kayanın kalan son kısDevleti’nin kurulmasının ihtimal dâhilinde mını da parçaladı. “Allahu Ekber! Bana Yemen’in olduğudur. Hatta bu konuda sosyal bilimanahtarları verildi! Vallahi, şu bulunduğum yerciler tarih vermekten dahi çekinmemişler ve den San’a’nın kapılarını görüyorum!” buyurdu.” 2020’lerde ABD için böylesi bir tehlikenin olduRasulullah’ın bütün söyledikleri çok kısa bir ğunu belirtmişlerdir. zaman diliminde gerçekleşti. Düşmandan korunmak için hendek kazan ve açlıktan dolayı karnına iki taş bağlayan Nebi Aleyhi’s-Salatu ve’s-Selam’ın söyledikleri o gün etrafındakilere ütopik gelmediği gibi bugün de bizim yukarda söylediklerimiz bize ütopik gelmi-

İşte kâfir Amerika da şimdiden bu bölgede kurulacak olan bir İslam Devleti’nin geleceğini baskı altına almak ve onu engellemek adına bu türden savunma hatları oluşturmaktadır. ABD, tarihinin herhangi bir döne-

19

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


ABD’nin Füze Kalkanı’nın Hedefi İslâm’ın Kalkanı Mı? yor; raporlarından anlaşılıyor ki, Amerikan sosyal bilimcilerine de ütopik gelmiyor.

‫ِن َو َارِئ ِه َويُتَّقَى ِب ِه‬ ْ ‫ام ُجنَّ ٌة يُقَا َت ُل م‬ َ ‫إِنَّ َما‬ ُ ‫اإلم‬ “İmam (Hâlife) ancak (bir) kalkandır, O’nun arkasında savaşılır ve O’nunla korunulur.” (Muslim, Ebu Hurayra)

Yine, Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in dile getirdiği, “…Sonra da tekrar Nübüvvet minhacı üzere Raşidî Hilafet olacaktır.” (Ahmed ibni Hanbel) hadis-i şerifi bizlere ütopik gelmemektedir. O gün Ashab-ı Kiram ona nasıl inandı ise, işte biz de öyle inanıyor ve yeryüzüne tekrar İslam’ın hâkim olacağına iman ediyoruz. Kâfir Amerika ve diğer Batılı ülkelerin de buna inandığını biliyoruz. Ayrıca Müslümanlara yaptıkları tüm zulümlerin hesabının kendilerine sorulacağına da inanıyoruz. Müslümanların kalkanı olan bir Halife nasbedildiği zaman ABD’nin hazırladığı füze kalkanları Allah’ın izniyle işe yaramayacaktır.

Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Bu konudaki şer’i hükmü ise AKP iktidarının verdiği cevaba göre yeniden kaleme almaya çalışacağız, inşaAllah.

20


Haluk ÖZDOĞAN

D

evletler, insanların benimsedikleri mefhum, ölçü ve kanaatlerin toplamını uygulamak için yürütücü görevini üstlenirler ve sağlıklı olan da budur. Eğer bu siyasî varlıklarla, işlerini yürüttükleri toplumun inandığı mefhum, ölçü ve kanaatler birbirine paralel değilse, toplumla devlet arasında -ister açık, ister gizli olsun- sürekli bir düşmanlık olacaktır. Tıpkı Türkiye’deki Müslüman halkla, laik-demokratik esasları benimsemiş Devlet arasında süregelen çatışma gibi. Hangi topluma bakarsak bakalım, yönetim gücünü elinde bulunduran tabaka, bekası gereği -ister kendisiyle çatışsın, isterse kendisiyle uyumlu olsun-, toplumun nabzını sürekli kontrol altında tutmak ister. Dolayısıyla Devlet aygıtı, toplumda lehine kamuoyunu oluşturmak veya kendi siyasetine, kararlarına ve icraatlarına destek sağlamak için kamuoyunu kazanmaya çalışır. Toplumuyla tezat halinde olan devletler, ya toplumu baskı altında tutarak, zorbalıkla boyun büktürür ya da aldatıcı üslup ve araçlarla toplumu ikna etmeye çabalar. Çünkü devlet ne kadar

güçlü olursa olsun, toplumun kızgınlıklarından çekinir, bu kızgınlığın kendi aleyhine bir eyleme dönüşmesinden korkar ki; böylesi bir durumda yönetimde bulunanlar düşeceklerdir. Devleti kendine ait gören tabaka, kendisini eleştiren, kendisine muhalefet eden ve kendisini muhasebe edenlerden korkar. İnsanların İslâmî fikirler etrafında kitleleşip, fikrî ve siyasî çalışma yoluyla Hilafet’i ikame etmek üzere İslâmî Ümmet’i örgütlemesini ve bu kitlenin hareketini ve yürüyüşünü daha bir ciddiyetle hesaba katar. Bu tür bir hareketlenme, sömürgeci kâfir Batı’nın Müslümanların başına musallat ettiği ve İslâmî Beldelerde efendilerinin maslahatlarını gözeten yöneticiler bakımından iç tehdit olarak algılanır. Kendine ait bir ideoloji üzerine kurulu olmayıp, jeostratejik-jeopolitik öneme sahip Türkiye gibi taklidî olarak Batı’dan ithal edilen nizamlarla kaim olan ülkelerde -ki; bu devletler için “dünya siyasetine etki eden büyük devletlerin etkisi altında seyreden ‘uydu devlet’”

21

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


“Kırmızı Kitap”ta Değişen Sadece Kelimeler tanımı daha uygun düşer- devletlerarası siyasete etki etmek isteyen devletlerin çatışmaları da eksik olmaz. Bu çatışmalarda etkinlik kazanan devletin stratejik çıkarlarına göre ülke içindeki kamuoyu da değişkenlik gösterir. Böylesi devletler, yörüngesinde olduğu devletin çıkarlarına göre diğer devletlerle ilişki kurarlar yani dış tehdit algılamaları da yine etkisi altında kaldığı devlete göre şekillenir.

si ve aldatıcı bir üslupla topluma, Halife’nin görevlerini güya bundan sonra Meclis’in ifa edeceği mesajı verilmeye çalışılmıştır. Hilafet’in ilga edildiği gün laikliği koruma görevi ile Diyanet Kurumu tesis edilerek, laiklikle canciğer kuzu sarması bir din anlayışı yerleştirme işine girişilmiştir. Harf Devrimi ve Tevhid-i Tedrisat Yasası’nın temeli de, toplumun İslâm ve Onun kaynaklarından uzaklaştırılmasıdır. Öte yandan Hilafet’in ilga edilmesiyle kıyama kalkan Şeyh Said’in başına gelenler tek başına Cumhuriyet nizamının Hilafet’e karşı nasıl bir refleks taşıdığını anlatmaya yeterlidir.

Türkiye Cumhuriyeti; Hilafet yıkılarak, İslâmî Ümmet’in bir daha bir araya gelemeyeceği vehmiyle sunî sınırlar ihdas edilerek, aralarına ayrılıkçı tohumlar atılarak, başta Sömürgeci Kâfir İngiltere olmak üzere, kâfir Batı’nın yerli uzantıları vasıtasıyla hayata geçirilmiş bir projedir. Dolayısıyla Cumhuriyet kurulduğundan bu yana, İslâm ve İslâm’a ait şiarlar hep tehdit olarak algılana gelmiştir. Bir avuç azınlığa dayanan, halk tabanı olmayan Devlet, halkı potansiyel düşman olarak görme eğiliminde olmuştur hep. Halkın tepkisini çekmemek adına “irtica/gericilik” kelimesi üzerinden sürekli İslâm düşmanlığı yapılmıştır aslında. Ayrıca yine “gericilik” ya da “irtica” kelimesiyle daha ziyade Cumhuriyet öncesi Hilafet kastedilmiştir. İrtica/gericilikten bahsedilirken sürekli Batılıların Hilafet nizamını karalamak için ürettiği argümanlar gündeme getirilmiştir. “Hilafet” lafzı telaffuz edilmemiştir ki; Hilafet mana, mefhum ve bir nizam olarak akıllardan silinip gitsin. Bunun yerine, Hilafet’in geçmişteki kötü tatbiki ön plana çıkarılmış yani babadan oğla geçen (baskıcı/despot) bir sistem şeklinde algılanması sağlanmak istenmiş, İngilizce “empire” kelimesinden türetilmiş “imparatorluk” tabiriyle anılmasına çalışılmıştır. Resmî tarih kitaplarında Osmanlı Halifeleri, aşağılayıcı bir üslupla ele alınmıştır. Toplumun göstereceği tepki nedeniyle Hilafet ilga edilirken bile “Hilafet mülgadır; mana ve mefhum olarak Meclis uhdesinde mündemiçtir” denilerek sinKasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Adnan Menderes döneminden bugüne, Kemalistler ile Demokratlar üzerinden süregelen İngiltere ve Amerika arasındaki nüfuz çatışması, Hilafet’e dair bir hareketlenme olunca, bir anda uzlaşmaya dönüşmektedir. Ekim ayı MGK Toplantısı’nda ele alınan ve AKP Hükümeti tarafından değiştirilmesi gündeme getirilen, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB)’yle sinsi bir plan geliştirilmektedir. Daha doğrusu bu sinsi plan, AKP iktidarının başından beri uygulanmaktaydı. Sadece uygulana gelen bir stratejinin yazılı bir metinde yapılacak değişiklikle topluma duyurulmasıdır. Gizli olan bu metinde yapılacak değişikliğin genel olarak topluma duyurulmasının bir tek amacı vardır. Söz konusu değişiklik, MGSB’ne göre iç tehdit sıralamasında birinci sırada yer alan “irtica” kavramının metinden çıkarılarak yerine “dini istismar eden örgütler” tabirinin yerleştirilmesi şeklinde gündeme geldi. “Dini istismar eden örgütler” tabiri getirilip, “irtica tehdit olmaktan çıkarıldı” denilerek, “devlet artık halkını düşman olarak görmüyor” mesajı verilmekte, Müslüman halkın demokratik-laik sistemle AKP üzerinden barışması ve sistemi sahiplenmesi hedeflenmektedir. Ayrıca “dini istismar eden örgüt” tabiriyle, sistemin demokratik-laik esasını benimsemeyen, onu değiştirmek iste-

22


“Kırmızı Kitap”ta Değişen Sadece Kelimeler yen, İslâmî hayatı arzulayan, hatta Hilafet’i ikame etmek isteyen kitlelerin kastedildiği açıktır. Zira aksi halde tehdit olarak kabul edilmelerinin bir anlamı olmazdı. İşte bu kitlelerle Müslüman halkın arasının ayrılması da hesaplanmaktadır ki; bu kitleler “din istismarcısı” görülsün, taban bulamasın, marjinal bir konumda kalsın.

tanıyarak, PKK’nın varlık sebebi boşa çıkarılıp tasfiye edilebilir. Ancak, İslâmî bir hayat denilince, iş başkadır. Müslümanları sadece muhtemel bir başörtüsü serbestîsiyle kandıramazlar. Çünkü Türkiye’de yaşayan tüm Müslümanlar, akideleri gereği Allah’ın emir ve nehiylerine göre yaşanması gerektiğini bilirler. Artık İslâmî kamuoyu, İslâm’ı içeride bir bütün olarak tatbik edip, dışarıda da bir risalet olarak davet ve cihad yoluyla taşınmasının farziyetini işitip hatırlamaktadır. Bu farzın da ancak Hilafet’le mümkün olacağını anlamaya başlamıştır. Üzerlerine tatbik edilen nizamların kokuşmuşluğunun da bugün artık farkına varmışlardır.

Mekke’de de, Kurayş’in liderleri Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve davetine karşı böylesi çirkin kamuoyu oluşturmaya çalıştılar. Bunun gereğince Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sihirbaz, deli, şair, kâhin, v.b. olduğunu söylediler ve O Aleyhis-Selam’ı eski milletlerin masallarını anlatmakla itham ettiler. Daveti yüklenenlere karşı şiddet, işkence, muhasara ve her türlü yanıltıcı üslup ve aracı kullanıyorlardı. Her gün baskılarını artırarak daveti kötülemek, mugalâta yapmak, insanların Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i dinlemelerini engellemek, göçe zorlamak, yanıltıcı propaganda hamlesini yürütmek gibi çirkin eylemlerde bulunuyorlardı. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in insanlar arasında fitne çıkarttığı, birlik ve beraberliklerini bozduğu, çocukları babalarından uzaklaştırdığı iftiralarını atarak, ata ve babalarının üzerinde bulundukları din, âdet ve geleneğe karşı geldiğini her tarafta yayıyorlardı. Ancak bu çabaların hepsi boşa gitti.

Öte yandan Demokratik nizamın, Cumhuriyet’in bir gün daha fazla yaşaması için çırpınan statükocu yöneticiler, toplumu demokratik fikirlere adapte edip, İslâmî fikirlerin kamuoyunu etkilemesini engellemek için düzenlenen Siyasî Partiler Kanunu’nun “Hilafet’i kurmayı amaçlayan parti kurulamaz” şeklindeki ifadesinin, sistemi güvence altına aldığını zannetmekteler. Sisteme adapte edebildikleri çevrelere öğütleri; bu Müslümanlara yardımı, desteği kesmeleri, lehinde ya da aleyhinde bahsetmemeleri, yokmuş gibi davranmaları, onlarla görüşmemeleri şeklinde olmaktadır. Hilafet’i kamuoyu haline getiren Müslümanlara yönelik, her türlü karalama, iftira, “terörizm”le yaftalama, istihbarî teknik-takip ve dinleme, tutuklayıp hapse atma, rızıklarına mani olma gibi her türlü gayrimeşru yollara başvursalar da, İslâmî hayatı yeniden başlatmaya yönelik daveti durduramadıkları gibi, her geçen gün toplumda daha da fazla yer edindiğine de şahittirler. İşte bu Müslümanların birinci iç tehdit olarak görülmeleri, sistemin çaresiz kalmasındandır. Sistemin sahiplerine hodri meydan; haydi bu davetin sahibi kitleyi ve neden tehdit oluşturduğunu da kamuoyuna açıklayın bakalım, toplum kimin yanında yer alacak?

Zaman ne kadar değişse de, fasit statüko sahiplerinin tavrı değişmemektedir. Acaba bugünküler geçmişteki atalarından neden ders almazlar? Korkunun ecele faydasının olmadığını neden anlamazlar? Bu plan, “PKK” ve “Kürt Meselesi”nin birbirinden ayrılmasında etkili olabilir ve “Kürt Meselesi”nin ayrı ele alınması sayesinde, PKK’nın Kürtler üzerinde meşruiyet sağlamasının önüne geçilebilir. Zira Kürt meselesi, sistem içinde esasî değil, cüz’î bir meseledir. Kürtlere bir takım Anayasal haklar

23

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Cuma CANPOLAT

0

Bu start’ın ardından Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, 30 Eylül 2010’da referanduma ilişkin değerlendirmesinde tabuları yıkarcasına Anayasa’nın ilk 3 maddesinin dondurulmasının evrensel hukuka uygun olmadığını ifade ederek onların da değiştirilmesini istemiş ve şöyle demiştir: “Bence ilk 3 maddeyi dondurmak, evrensel hukuk kurallarına uygun değil. Laikliğin, demokrasi ve hukuk devletini daha ileri götürecek düzenlemelere engel olmaması gerekir. Değişiklikler, ilk 3 maddedeki değerleri götürmüyorsa, Anayasa Mahkemesi izin veriyor. Bu değerlerin içini boşaltan düzenlemelere ise izin vermiyor. O nedenle gerektiğinde ilk üç maddeye de pozitif olarak dokunulabilir.” Bu ifadeye göre Anayasa Mahkemesi Başkanı, yürürlükte bulunan 1982 Anayasası’nın “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” olan ilk üç maddesinin de yeniden yorumlanarak değişebileceğini belirtmektedir; tabiî ki Türkiye Cumhuriyeti’nin; demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğu esaslarını koruması kaydıyla.

1.10.2010’da TBMM’nin yeni yasama yılının açılış konuşmasında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Yeni yasama yılının yeni Anayasa tartışmasına yer vermesi, geniş bir tartışma imkânı ve alanı oluşturması gerektiğini düşünüyorum” diyerek yeni bir Anayasa hazırlanması konusunda malumun ilamını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Başbakan Erdoğan ise 05.10.2010’da TBMM’deki AKP Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmasında “Hemen Anayasa Uzlaşma Komisyonu kuralım, çalışarak güzel bir Anayasa oluşturalım. Yeni Anayasamızı bu şekilde meydana getirelim” diyerek her kesime çağrıda bulunmuştur. Böylece devletin yönetim kadrosunda bulunanlar, 12 Eylül 2010’da yapılan referandum sonucunda elde edilen %58’lik Evet oylarının yorumunu yapmış ve kendilerine kısmî Anayasa değişikliği konusunda destek veren halkın, tamamı konusunda da destek vereceğini düşünmüştür. 12 Eylül 1980 Askerî darbesinin oluşturmuş olduğu 1982 Anayasası’nı tümden değiştirmek için de şimdiden düğmeye basmışlardır. Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

AKP Hükümeti, Anayasa’nın değişmesi

24


Evet, Anayasa Değişsin, Ama Nasıl? için sürecin 2011 yılında yapılacak genel seçimlerden sonra başlamasını planlamaktadır. Bu plan, 29 Eylül 2010 akşamında Başbakan Erdoğan’ın başkanlığında yapılan AKP’nin Merkez Yürütme Kurulu toplantısından sonra şöyle açıklanmıştı: ”İsteseniz de seçimden önce yetişmez. Anayasa değişikliği konusunda samimi olanlar gerekli hazırlıklarını yapsınlar, seçimden sonra oturalım bunları konuşup gerçekleştirelim.” Ama bütün muhalefet partileri ise 2011 seçimleri öncesinde AKP’nin böyle bir vaatle topluma gitmesini engellemek ve seçimlerde kullanacağı bu argümanı elinden almak için bunun, seçimden önce olması gerektiğini beyan etmişler ve AKP’yi bu konuda samimi olmamakla suçlamışlardır.

ve kanunlarının, Allah’ın kitabı olan Kur’an-ı Kerim’den, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Sünneti’nden, Sahabe-i İcma’dan ve Şer’î Kıyas’tan iktibas edilmesi farzdır. Çünkü Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle diyor: َّ ِ‫إِ ِن الْحكْم إ‬ ‫ال لِلّ ِه‬ ُ ُ “Hüküm ancak Allah’ındır.” (el-En’am 57) Buna göre Kur’an-ı Kerim’de geçen bütün hükümler, insanlar tarafından kesinlikle noksansız kabul edilmelidir ve ona uyulmalıdır. Diğer bir ayette ise Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: َّ ‫َذلِكُم حكْم اللَّ ِه يحكُم بي َنك‬ ‫ِيم‬ ٌ ‫ِيم َحك‬ ٌ ‫ُم َوالل ُه َعل‬ ْ َْ ُ ْ َ ُ ُ ْ

Görünen odur ki, seçimlerden sonra mevcut Anayasa değişecektir. Bu konuda partiler arasında ve toplumda da bir mutabakat söz konusudur. Anlaşmazlık yaşanan hususlar ise güçler dengesinin nasıl şekilleneceği yönündedir.

Görünen odur ki, seçimlerden sonra mevcut Anayasa değişecektir. Bu konuda partiler arasında ve toplumda da bir mutabakat söz konusudur. Anlaşmazlık yaşanan hususlar ise güçler dengesinin nasıl şekilleneceği yönündedir. AKP, bunu fırsat bilip “kendi nüfuzunu ve Amerikan hegemonyasını sağlam temellere nasıl oturturum da bu işi nihaî olarak bitiririm”in arayışındadır. Karşı taraf olan ulusalcı laik Kemalistler (asker, CHP, üst düzey bürokratlar) ise, bunu engelleyemeyeceklerini görmekle birlikte “en az zayiatla nasıl kurtuluruz”un peşindedirler. Yani verilen kavganın, halkın ihtiyaçlarıyla hiçbir alakası yoktur.

”Allah’ın hükmü budur. O, aranızda hüküm eder ve Allah Âlimdir, Hâkimdir.” (el-Mumtahine 10)

Böylece insanın yaratıcısıyla, kendisiyle ve diğer insanlarla olan ilişkilerinde hükümleri koyan yalnız Allah’tır. Ve başka bir sûrede Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

‫ْم ُه إِلَى اللَّ ِه‬ ْ ‫َو َما‬ ُ ‫اخ َتلَ ْفتُ ْم فِي ِه مِن َش ْي ٍء َف ُحك‬ ”Her hangi bir şeyde ihtilafa düştüğünüzde onun hakkında hüküm vermek Allah’a mahsustur.” (eş-Şûrâ 10) İslam Ümmeti’nin Anayasasında ve kanunlarında hâkimiyet kayıtsız ve şartsız İslam Şeriatı’na aittir. Ayrıca Allah Subhanehu ve Teâlâ, Rasulü Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den Kur’an-ı Kerim’i insanlara beyan etmesini şöyle talep etmiştir:

Biz ise, Türkiye’de yaşayan Müslümanlar olarak bu konudaki taleplerimizi ve düşüncelerimizi, düşünülen değişikliğin nasıl gerçekleşmesini istediğimizi ve mesele hakkındaki İslamî görüşün ne olduğunu beyan etmeye çalışalım.

ِّ ِّ ‫ون‬ ِ َّ‫ِّن لِلن‬ َ َ‫َوأ‬ َ ‫ِم َول َ​َعلَّ ُه ْم َي َت َف َّك ُر‬ َ ‫ْر لِتُ َبي‬ َ ‫نزْل َنا إِل َْي َك الذك‬ ْ ‫اس َما نُزَل إِل َْيه‬ “Ve Biz, Sana zikri (Kur’an’ı) indirdik ki, insanlara, kendilerine indirileni beyan etmen içindir. Ve umulur ki onlar tefekkür ederler.” (en-Nahl 45) Buna göre Rasulullah

İslam Nizamı’nda, devletin Anayasasının

25

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Evet, Anayasa Değişsin, Ama Nasıl? SallAllahu Aleyhi ve Sellem ‫ِين إِذَا ُد ُعوا إِلَى‬ َ ‫َو َل ال ُْم ْؤ ِمن‬ َ ‫إِنَّ َما ك‬ ْ ‫َان ق‬ İslam Şeriatı, Müslümanların İslam’ı açıklamıştır ve O, َّ َ ‫ِع َنا‬ ْ ‫ُم َب ْي َن ُه ْم أن َيقُولُوا َسم‬ َ ‫الل ِه َو َرُسولِ ِه ل َِي ْحك‬ devletlerinde ve o devletin vefat etmeden önce, on yıl ‫َوأَ َط ْع َنا‬ mahkemelerinde muhakkak boyunca Medine’de kendi“Onlar, Allah’a ve Rave kâmilen tatbik edilmelidir. sinin kurmuş olduğu İslam sulü’ne davet edildiklerin“İslam Şeriatı tatbik edilsin mi, Devleti’nin dâhilî ve haricî de Müminlerin kavli, anbütün siyasî işlerinde İslam yoksa tatbik edilmesin mi?” cak “işittik ve itaat ettik” Nizamı’nı tatbik etmiştir. diye referanduma gidilmez. olmalıdır.” (en-Nur 51) İslam Devleti’nin şekli‫ِيما َش َج َر َب ْي َن ُه ْم‬ َ ‫ون َحتَّ َى يُ َح ِّك ُم‬ َ ‫ال َو َرب‬ َ ‫َف‬ َ ‫ِّك‬ ni oluşturmuş, İslam’ın hayat tarzını İslam َ ُ‫ال يُ ْؤ ِمن‬ َ ‫وك ف‬ Ümmeti’ne hem yaşatmış, hem de kendisi “Rabbine yemin olsun ki, onlar (insandevlet Reisi olarak yaşamıştır. Zaten Allahu lar) kendi aralarında oluşan anlaşmazlıkTeâlâ, O’na şöyle hitap etmiştir: larda (ilişkilerde) Seni (Rasulü) hakem kılَْ‫ِّن أ‬ ‫ِين‬ َ ‫ُم َج َع ْل َن‬ َّ ‫ث‬ َ ‫ِع أَ ْه َواء الَّذ‬ َ ‫ِيع ٍة م‬ ْ ‫ِع َها َواَل َتتَّب‬ ْ ‫ال ْم ِر َفاتَّب‬ َ ‫اك َعلَى َشر‬ ‫ون‬ َ ‫َم‬ ُ ‫اَل َي ْعل‬

madıkça iman etmiş olmazlar.” (en-Nisa 65)

”Sonra Biz Seni emir (İslam) konusunda (bir) şeriat üzere kıldık, Sen ona tabi ol ve Sen, bilmeyenlerin (iman etmeyenlerin) hevalarına (keyiflerine) uyma.” (el-Casiye 18)

Laiklik konusuna gelince; bu inanç, İslam’da küfürdür (dinsizliktir). Çünkü laiklik, İslamî hayatı hiçe saymaktadır. Devleti, İslam’dan (hayattan) ayırmaktadır. Allah’ın yeryüzündeki hâkimiyetini inkâr etmektedir. Hâlbuki Allahu Subhanehu ve Teâlâ şöyle diyor:

Laiklik, Demokrasi ve Hukuk Devleti

İslam Şeriatı, Müslümanların devletlerinde ve o devletin mahkemelerinde muhakkak ve kâmilen tatbik edilmelidir. “İslam Şeriatı tatbik edilsin mi, yoksa tatbik edilmesin mi?” diye referanduma gidilmez. Herhangi bir mahkemeden izin alınmaz veya Ümmet Meclisi’ne sorulmaz. Allahu Teâlâ şöyle diyor:

َْ‫الس َماء إِلَ ٌه َوفِي أ‬ ‫ِيم‬ ِ ‫ال ْر‬ َّ ‫َوُه َو الَّذِي فِي‬ َ ‫ض إِلَ ٌه َوُه َو ال‬ ُ ‫ِيم ال َْعل‬ ُ ‫ْحك‬ “O, semada da İlah’tır ve yerde de İlah’tır. Ve O, Hâkim’dir, Âlim’dir.” (ezZuhruf 84) Bu ayete göre; Allah’ın hak dini olan İslam Şeriatı’nın yeryüzündeki hâkimiyeti, asla inkâr edilemez. Müslümanların devletinin, dâhilî ve haricî siyasetinde fiilen İslam Şeriatı’nın hükümlerine göre hareket etmesi icap etmektedir. Böylesi bir devletinin olmadığı bu gibi günlerde de Müslümanların, İslam Şeriatı’nın bir an önce hâkim olması için azamî gayreti göstermeleri üzerlerine farzdır.

ِّ ‫ِن اللّ ِه حك‬ ِ ‫ْج‬ ‫ون‬ َ ُ‫َوٍم يُوِقن‬ َ ‫ون َو َم ْن أَ ْح َس ُن م‬ َ ‫اهلِيَّ ِة َي ْب ُغ‬ َ ‫ْم ال‬ ً ُ ْ ‫ْما لق‬ َ ‫أَ َف ُحك‬ “Yoksa onlar cahiliye hükmünü mü talep ediyorlar?! İman eden toplum için Allah’tan başka daha iyi hüküm koyan mı var?” (elMaide 50) Buna göre İslam dışı olan bütün Anayasalar ve kanunlar cahiliye yasalarıdır. Velhasıl günümüz Müslümanlarını, gayri İslamî Anayasalarla ve sömürgeci kâfir devletlerin kanunları ile yönetenler, Allah’a nasıl hesap vereceklerini, şu imtihan dünyasında bir oturup düşünsünler. Cahiliye hükümleri ile yönetilen Müslüman halk da daha ne zamana kadar böyle sessiz ve böyle tarafsız kalacaktır? Hâlbuki imanlı olanlar için Allahu Teâlâ şöyle diyor: Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Demokrasi konusu ise, Laiklik inancından meydana gelmektedir ve tağutî bir rejim anlayışıdır. Demokrasilerde hâkimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir! Hâlbuki İslam’da sulta (otorite) ümmetindir; hâkimiyet ise, kayıt ve şartsız Allah’ındır. Buna göre İslam Ümmeti, kendi Halifesini seçecektir ve O’na, Allah’ın

26


Evet, Anayasa Değişsin, Ama Nasıl? ‫ِن‬ ِ ‫َولَئ‬ َ ‫اءهم مِّن َب ْع ِد َما َج‬ َ ‫ِن ا ْل ِع ْل ِم إِنَّ َك إِ َذاً لَّم‬ َ ‫اءك م‬ ُ ‫ِن اتَّ َب ْع َت أَ ْه َو‬ َّ ‫ِين‬ َ ‫الظالِم‬

Kitabı’na ve Rasulü’nün Sünneti’ne göre hükmetmesi hususunda biat edecektir. İslam Hilafet Devleti’nin Halifesi ise, Ümmet Meclisi’nin seçimi ve teşkili için Ümmet’e başvuracaktır. Yine Halife, Devlet’in vilayetlerine, valiler tayin edecektir.

“Ve Sana ilim (Kur’an-ı Kerim) geldikten sonra, eğer Sen onların (gayrı Müslimlerin) hevalarına (yaşam tarzlarına) uyarsan, o vakit Sen kesinlikle zalimlerden olursun.” (el-Bakara 145) ve başka bir ayette Allahu Teâlâ şöyle diyor:

Hukuk Devleti mefhumuna gelince; sömürgeci kâfir Batı devletlerinin hukuku, helal ve harama göre değildir. Onlar, helal ve haramı dikkat-i nazara almadan kendi menfaatlerine göre hareket etmektedirler. Bundan dolayı Birinci Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar Müslümanların memleketlerini işgal ederek sömürmektedirler. Müslümanların petrollerini, yeraltı madenlerini ve yerüstü servetlerini gasp etmek için, onların memleketlerini işgal, milyonlarca Müslüman’ı da Afganistan’da, Irak’ta, Keşmir’de, Filistin’de, Sudan’da, Çeçenistan’da katletmektedirler. Batı’nın hukuk anlayışı, sadece kendisinden yanadır. Onlarından ithal edilen hukuk kuralları ise gerçek hukuk (hak) değildir. Hak, ancak Allah’ın hak dediğidir. Onun dışında kalanların hepsi batıldır. İslam anlayışı bize bunu göstermiştir.

َْ‫ات َو أ‬ َّ ‫ض َو َمن فِيه‬ ‫ِن‬ َّ ‫اءه ْم لَ َف َس َد ِت‬ ُ ‫او‬ ُ ‫ال ْر‬ ُ ‫ْح ُّق أَ ْه َو‬ َ ‫َولَ ِو اتَّ َب َع ال‬ َ ‫الس َم‬ “Şayet Hak (Kur’an-ı Kerim hukuku) Onların (kâfirlerin) hevalarına (keyiflerine) uyarlanmış olsaydı, elbette semalar ve yer ve oralarda olanlar bozulmuş olurdu!” (elMu’minûn 71) Sonuç olarak, Müslüman Türkiye’nin Anayasası ve bütün kanunları kökünden Kur’an-ı Kerime ve Rasulullah’ın Sahih Sünneti’ne göre değiştirilmelidir. Zira gerçek kurtuluş ancak bundadır. ِ ‫اط ِل َف َي ْد َم ُغ ُه َفإِذَا ُه َو َز‬ ِ ‫ْح ِّق َعلَى ال َْب‬ ‫ْوْي ُل‬ ُ ‫َب ْل َن ْقذ‬ َ ‫ِف بِال‬ َ ‫ُم ال‬ ُ ‫اه ٌق َولَك‬ ِ ‫مِمَّا َت‬ ‫ون‬ َ ‫ص ُف‬ “Hayır, Biz hakkı batılın üzerine atarız da beynini parçalar. O vakit yok olup gitmiş olur ve Allah’a karşı vasıflandırmış olduğunuzdan dolayı size azap olsun!” (el-

Bütün dünya, sömürgeci kâfirlerin İslam Coğrafyası’nda yaptıklarından dolayı onların nasıl bir hukuk anlayışına sahip olduklarını çok iyi bilmektedir. Kâfir devletlerin hukuku kendi keyiflerine ve kendi arzularına göre hazırlanmıştır. İslam Hukuku ise, kâinatı, hayatı ve insanı yaratan Allah’ın kitabı olan Kur’an-ı Kerime istinat etmektedir. Zaten Allah, kâfir devletlerin hukukuna karşı, İslam’a iman edenleri şöyle uyarmaktadır:

Enbiya 18)

27

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Ahmet Sadık ALTINEL

G

ginleştirilmiş ve çok görkemli bir fıkıh mirası ortaya çıkmıştır. Özellikle İslâm fıkhî mezheplerinin oluşum süreci olan Hicrî 2. ve 3. yüzyıllarda İslâm coğrafyası, temel İslâm bilimlerinin şekillenmesi ve büyük eserler verilmesi bağlamında müthiş bir hareketliliğe sahne olmuştur. Örneğin, sadece Endülüs’de -İspanyollar işgal ettiklerinde- Gırnata Kütüphanelerinde 600 bin el yazması eser bulunmuştur.

eçen ayki “Ümmet’in Âlimleri Eksen Kayması mı Yaşıyor?” başlıklı yazımızda İslâm Âlimlerinin Ümmet’in can yakıcı sorunlarına bigâne kalmalarını gündemimize almıştık. Bu yazımızda -bir önceki yazının devamı niteliğinde- gerçekte âlimlerin nasıl bir misyon yüklenmeleri gerektiğini İslâm tarihinde salih ulemanın hayatından örneklerle anlatmaya çalışacağız. İslâm tarihi, insanlığın aydınlanma tarihidir. İnsanlık, 14 asır gibi çok kısa bir zaman dilimi içinde böylesine geniş bir coğrafyada yayılmış, bu coğrafyaların insanlarını çok kısa bir süre içinde aydınlatmış ve başka bir hadarata daha tanık olmamıştır. İslâmî aydınlanma, M. 610 yılında vahyin inişiyle birlikte başlamış ve M. 632 yılında Kur’an’ın tamamlanması ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in vefat etmesi ile birlikte nihayete ermiştir. Daha sonraki yüzyıllarda Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in deyişiyle “Nebilerin varisleri” olan âlimlerin İslâmî aydınlanmanın temel referansları olan Kur’an ve Sünneti anlama çabaları çerçevesinde zenKasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

İslâm’ın kalkınmışlık dönemlerinde fıkıh, hayattan kopuk bir şekilde üretilen nazarî bir bilgi değildi. En öz ifadesiyle “kulların fiilleri ile ilgili Şari’in (Allah’ın) hitaplarından (şer’î hükümlerden)” oluşan fıkıh, bireysel, toplumsal, siyasî, iktisadî alanları kısacası bütünüyle hayatı dizayn ediyordu. İslâm âlimi fakihler ise, İslâmî hayatı yeryüzü coğrafyasında yaşanabilir kılan ve onu kuvveden fiile, teoriden pratiğe aktaran çok önemli bir yerde duruyorlardı. Tabiri caizse, İslâm âlimleri toplumun, Allah’ın rızasını kazanabileceği bir hayatı nasıl yaşayabileceği konusunda, bir tür mühendislik çalışması yapıyorlardı.

28


Ümmet Rabbani Âlimler Arıyor! Zira İslâm Toplumu’nu diğer beşerî toplumlardan ayıran en belirgin özellik, onun ilahî vahiy ekseninde biçimlenmesi ve dizayn ediliyor olmasıydı. İşte bu noktada ilahî vahyi anlayacak âlimler çok kritik bir yerde durmaktadırlar.

gibi bir haletiruhiye içindedirler. Hâlbuki sadece bu açıdan bile bakılacak olsa laisizme, sekülerizme; dini, Allah iradesini kendince bir forma sokmaya çalışan beşerî ideolojilere, en güçlü tepkiyi âlimlerimizin vermesi gerekiyordu.

Lakin din ile hayat ayrılınca İslâm âlimDüşünebiliyor musunuz, İmam-ı Azam, lerinin fıkhî çabaları, geçmiş dönemdeki kendisine teklif edilen yargı kurumunun en fıkhî çabalardan farklı bir niteliğe büründü. üst noktasındaki kadılık görevini reddetGeçmişte âlimler, yöneticilerin toplum hamiştir. Kaldı ki o dönemde İslâmî bir devyatını tanzim ederken tatbik etmeleri için let vardı ve kanunlar tamamıyla Kur’an ve proje niteliğinde içtihatlarını yaparlarken Sünnet’e dayanıyordu. Ancak İmam-ı Azam, ve bunları yöneticilere sunarlarken, şer’î hüHalife’nin yaptığı bazı yanlışları, meşrulaştıkümler şimdi, salt akaderır düşüncesi ile kendisine mi dünyasında bir eğitim yapılan teklifi geri çevirDüşünebiliyor musunuz, materyaline, cami kürsümiştir. Sadece bazı yanlışİmam-ı Azam, kendisine teklif larını halkın gözünde meşlerinde sohbet mevzuuna edilen yargı kurumunun indirgenmiş durumdadır. rulaştırabileceği düşünceen üst noktasındaki kadılık Yani âlimlerimiz bugün, siyle kendisine teklif edilen görevini reddetmiştir. Kaldı sistemlerin kendilerine en yüksek bürokratik göreki o dönemde İslâmî bir biçtiği elbiseyi benimsevi reddeden İmam-ı Azam mişlerdir. Düşünebiliyor bugün yaşasaydı, öncelikle devlet vardı ve kanunlar musunuz?! 19. yüzyılın tamamıyla Kur’an ve Sünnet’e İslâm’ın hayata müdahabaşında İslâm Ümmeti’nin lesine engel olan, devletin dayanıyordu. Ancak İmam-ı yaşadığı sarsıcı değişim-çok az bile olsa- işlerinin Azam, Halife’nin yaptığı den sanki bîhaberlermiş dine dayandırılmaması anbazı yanlışları, meşrulaştırır gibi âlimlerimiz, Şer’î hüdüşüncesi ile kendisine yapılan lamına gelen laiklik hakkümleri, nesilden nesle; kında gerekli şer’î hükmü teklifi geri çevirmiştir. ilk nesil bir sonraki nesle, Ümmet’e beyan etmez miydaha sonra gelenler kendidi? Doğu’dan ve Batı’dan lerinden sonrakilere, böylece Kıyamet’e katransfer edilen beşerî hukuk sistemleri ile dar hayatın içinde yaşanıp-yaşanmamasına Ümmet’in hayatının şekillendirilmesine en bakmaksızın nesilden nesle aktarılacak eğigüçlü tepkiyi vermez miydi? Halifesiz bıratim materyaline dönüştürmüştür. Hatta kimi kılmış Ümmet’e ve yeniden Hilafet’in ikamehocalarımız İslâmî ilimleri tahsil eden talebesine mani olan iktidarlara, “Bir Halife’ye belerin ve öğrencilerin İslâm’ın hayatta yaşanyatsız ölen, cahiliye ölümüyle ölmüş gibidir” madığına ilişkin sorgulamalarını “Efendim hadisince hâlihazırdaki durumları ile ilgili sen önce ilmi öğren”, “Sen kendini yetiştir” vb. içtihatlarını beyan etmez miydi? Yani farklı argümanlarla geçiştirmişler, fıkhı ve fıkıh tabir ilmihal ortaya koymaz mıydı? Kanaatimlebesini yıllarca hayattan tecrit etmişlerdir. ce İmam-ı Azam ve onun gibi İslâm fıkhını Buna göre âlimlerimiz, laisizmin kendilerini üretmiş âlimler bugün yaşasaydı, kesinlikve âlim sıfatını almalarına kaynaklık eden le İslâmî hayatın önünde engel teşkil eden İslâm’ı konumlandırdığı yeri benimsemiş Batılı küfür ideolojileri hakkında Allah’ın

29

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Ümmet Rabbani Âlimler Arıyor! “Hiçbir insana yakışmaz ki kendisine kitap, hüküm ve nübüvvet verildikten sonra insanlara dönsün de “Allah’ı bırakarak bana kul olunuz.” desin; tersine ona yakışan söz; “Okuyup öğrendiğiniz bu kitap gereğince Allah’a kul (Rabbanîler) olmayı benimseyiniz” demektir.” (Âl-i İmran 79)

hükmünü beyan ederek, bu noktadaki şer’î hükümleri içtihat edip kamuoyuyla paylaşarak işe başlarlardı. Bin bir entrika ve hile ile Müslümanların Halifesini ortadan kaldırıp İslâm coğrafyasını ellinin üzerinde karton devletçiklere bölmüş olan ulus devlet, milliyetçilik vb. Batılı fikirler ve projeler hakkında fikrî içtihatlarda bulunurlardı. Ümmet’in bölük pörçük, ellinin üzerinde devletçik halinde yaşamasının caiz olup-olmadığı ve buna benzer birçok can yakıcı sorunlar hakkında şer’î hükümleri ortaya koyarlardı. İslâmî hayatı yeniden başlatmanın metodunu Kur’an’ı ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in (Sünnetinden) Mekke’deki uygulamalarını esas alarak ortaya koyarlardı. Kısaca İslâm Ümmeti’nin içinde bulunduğu gerçek sorunları çözümleyici bir siyaset fıkhı üretirlerdi. İslâm’ın sorunlarına çözüm üretemeyeceği noktasında Ümmet’te oluşmuş yanlış kanaati gidermek üzere küfür fikirleri, onlardan çıkarılmış yasaları ve kanunların bozukluğunu gözler önüne serip, hayatın her alanına ilişkin şer’î hükümleri, bir proje olarak ortaya koyarak Ümmet’in İslâm Nizamı’na olan güvenini tazeler ve geniş halk kitlelerinin de desteğini arkasına alarak yönetimleri, bu hükümleri tatbik etmeleri noktasında baskı altına alırlardı.

Şimdi biz yazımızın kalan kısmında kendisine ilim verilmiş gerçek Rabbanî âlimlerden; ilmini yalnız Allah’a hasreden, kınayıcının kınamasından korkmadan hayatı İslâmî eksende yaşama ve yaşatma gayretinde olmuş âlimlerin hayatından bazı örnekleri paylaşmak istiyoruz: İbnu’l-Cevzî şöyle anlatır: “(Halife Harun) Raşid, Şeyban’a dedi ki: “Bana nasihat et.” Şeyban, “Emanı buluncaya kadar seni korkutan biriyle arkadaşlık etmen, korkuya düşünceye kadar seni emin ettiren biriyle arkadaşlık etmenden daha hayırlıdır.” Raşid dedi ki: “Bunu izah eder misin?” Şeyban dedi ki: “Nasihat bakımından sana “Sen halktan ve tebaalardan mesul olduğun için Allah’tan kork!” diyen kişi, “Siz Ehl-i Beyt’ten ve Nebi’nin akrabası olduğunuz için günahlarınız bağışlanmıştır.” diyen kişiden daha hayırlıdır.” Bunun üzerine Raşid o kadar ağladı ki etraftakiler ona çok acıdılar.” Âlimlerin sultanı olarak bilinen el-İz ibni AbdusSelam’ın (D.1181-Ö.1262) talebelerinden biri kendisine; “Sen Sultan Eyyub’ü muhasebe ederken ondan korkmadın mı?” dedi. el-İz ibni AbdusSelam talebesine şöyle cevap verdi: “Oğulcağızım! Vallahi Allah’ın heybetini düşününce sultan gözümün önüne bir kedi gibi geldi.”

İşte, Selef-i Salihîn Uleması’ndan Ahmed ibni Hanbel’e bakın. O, Mutezili bir Halife’nin Kur’an’ın mahlûk olduğu konusunda kendisinden bir değerlendirme yapmasını istemesi karşısında nasıl dik durmuştu. Bu Celil Âlimin dik duruşu karşısında işkence gördüğü, kolu kırıldığı hatta işkence sırasında aldığı yaralardan dolayı vefat ettiğini tarih kitaplarımız kaydetmektedir. İşte Rabbanî âlimler böyleydi.

Fudayl ibni İyad uzun bir konuşmadan sonra Harun Raşid’e şöyle dedi: “Ey siması güzel olan! Allah sana bundan soracaktır. Eğer yüzünü ateşten sakındırabilirsen yap... Sakın sabahlarken veya akşamlarken tebalarına karşı kalbinde bir aldatma olmasın. Zira Allah Rasu-

َّ ُّ ‫ْحكْم َو‬ ‫ُول‬ َ ‫ُم َيق‬ َّ ‫النبُ َّوَة ث‬ َ ‫ما ك‬ َ ‫َان ل َِب َش ٍر أَ ْن يُ ْؤت َِي ُه الل ُه ا ْل ِك َت‬ َ ُ ‫اب َوال‬ َّ ِ ِ ‫ِما ُك ْنتُ ْم‬ ‫ب‬ ‫ِّين‬ ‫ِي‬ ‫ن‬ ‫َّا‬ ‫ب‬ ‫ر‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ن‬ ‫ُو‬ ‫ك‬ ‫ِن‬ ‫ك‬ ‫ل‬ ‫و‬ ‫ه‬ ‫الل‬ ‫ون‬ ِ ‫د‬ ‫ِن‬ ‫م‬ ‫ِي‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫د‬ ‫ا‬ ‫ب‬ ‫ع‬ ‫ا‬ ‫و‬ ِ َّ‫لِلن‬ َ ُ ْ ً َ ُ‫اس كُون‬ َ َ َ ُ ْ َ ‫ون‬ َ ‫ِما ُك ْنتُ ْم َت ْد ُرُس‬ َ ‫تُ َعلِّ ُم‬ َ ‫ون ا ْل ِك َت‬ َ ‫اب َوب‬ Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

30


Ümmet Rabbani Âlimler Arıyor! lu şöyle buyurmuştur: “Kim onları aldatarak sabahlarsa cennetin kokusunu almaz.” (Buharî

Soyu ne kadar asil, kalbi ne kadar yürekli, dili ne kadar keskin, niyeti ne kadar sadık ve nefesi ne kadar takvalı biri...”

7151, Muslim; İman 142)

Âlim ve İmam Cafer es-Sadık (D.80-Ö.148) hak sözü söylemede Allah’tan başka -Halife Mansur dâhil- hiç kimseden korkmazdı. Halife Mansur ona bir gün şöyle sordu: “Allah neden sineği yarattı?’ Ona cevaben şöyle dedi: “Zâlimleri zelil etmek için.”

Hak sözü söylemesiyle bilinen ve bu uğurda şehit edilen Iraklı Âlim AbdulAziz AbdulLatif el-Bedrî (D.1930-Ö.1969) Bağdat’ın Adile Hatun Camii’nin kürsüsünde konuşurken dönemin Devlet Başkanı AbdusSelam Arif’in camiye girdiğini fark eder ve hiç çekinmeden şunu söyler: “Ey AbdusSelam! İslâm’ı tatbik et. Eğer, İslâm’a bir karış yaklaşırsan biz sana bir adım yaklaşırız. Ey AbdusSelam! Milliyetçilik bize yaramaz, bizim tek kurtuluşumuz İslâm’dır.”

Bir gün Halife Süleyman b. AbdulMelik’e bir Arabî geldi ve dedi ki: “Ey Mu’minlerin Emiri! Ben sana bir söz söyleyeceğim, hoşuna gitmese de ona katlan. Eğer onu kabul edersen arkasında hoşuna gidecek şeyler vardır!” Halife Mısır’da Cemaleddin AbdunNasr dikta Süleyman “Söyle.” deyince, Arabî şöyle dedi: hükümetinin büyük iş“Ey Mu’minlerin Emiri! kencelerine maruz kalmış, Seni, dinlerine karşılık senin Âlim ve İmam Cafer esyıllarca hapislerde yatmış dünyanı, rızana karşılık RabSadık hak sözü söylemede ve en sonunda iddialalerinin gazabını satın alan, Allah’tan başka -Halife rına canını şahit kılarak Allah için senden korkan, seMansur dâhil- hiç kimseden şehit olmuş son dönem nin için Allah’tan korkmayan, korkmazdı. Halife Mansur (1966) âlimlerinden Seyyid Ahiret’i harap edip dünyayı ona bir gün şöyle sordu: Kutub’a hapisteyken Mıimar eden, Ahiretle savaş, “Allah neden sineği yarattı?’ sır Diktatörü bir mektup dünya ile barışık halde olan Ona cevaben şöyle dedi: gönderir. Mektupta Seyadamlar kuşatmış. Allah’ın “Zâlimleri zelil etmek için.” yid Kutup’tan fikirlerinsana emanet ettiği şeyleri den vazgeçtiğini deklare sakın onlara emanet etme, eden bir makale yazmasını ister. Şayet bunu çünkü onlar emanetin zayi olmasına, Ümmet’in yaparsa kendisine Bakanlık, vb. tekliflerde zillete düşmesine aldırış etmezler. Sen, onların bulunur. Şehit Âlimin cevabı tereddütsüz, işlediklerinden sorumlusun, onlar senin yaptık“Eğer Allah kanunu ile mahkûm edilmişsem ben larından mesul değiller. Ahiretini ifsat etmeye Hakk’ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla karşılık onların dünyalarını ıslah etme. Zira en mahkûm olmuşsam ondan çok daha üstün bir düfahiş aldanmış insan Ahiretini başkasının dünşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıkyasına karşılık satan insandır.” Bunun üzerine lardan merhamet dilemem. Allah’a şükürler olsun Halife Süleyman Arabî’ye; “Sana gelince; sivri ki, on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye dilin, kılıcımdan daha keskindir.” dedi. Arabî de ulaştım. Ben Allah yolunda yaptığım iş için asla şöyle dedi: “Evet, ey Mu’minlerin Emiri! Senin özür dilemem. Namazda Allah’ın birliğine şahalehine aleyhine değil.” Halife Süleyman ona det eden parmağım asla bir tağutun hükmünü “Zat-ı âlinize ilişkin bir ihtiyaç var mı?” dedi. onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır.” Arabî; “Genelden başka, özel bir isteğim yok.” dedi. Sonra kalkıp gitti. Sonra halife Süleyİslâmî bir hayatı başlatmak ve Nübüvvet man şöyle dedi: “Allah onun iyiliğini versin. minhacı üzere Raşidî Hilafet Devleti’ni ikame

31

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Ümmet Rabbani Âlimler Arıyor! etmek üzere çalışan Âlim Şeyh Takiyyuddin en-Nebhanî de (D.1914-Ö.1977) bu şahsiyetlerden biridir. Dönemin Ürdün Kralı Huseyn’in oğlu 1. Abdullah her hafta Rağdan’da bulunan sarayında bazı âlimleri ağırlardı. Bu vesileyle bazı âlimler Kral’dan meslektaşları Âlim Takiyyuddin en-Nebhanî’yi hapisten çıkartmasını istediler. Bunun üzerine Kral, Takiyyuddin en-Nebhanî’nin huzuruna getirilmesini istedi. Birçok âlimin bulunduğu ortamda Kraliyet Sarayı’na getirilen Şeyh Takiyyuddin en-Nebhanî’ye Kral, şu soruyu yöneltir: “Ey Şeyh! Beni dinle. Benim dost edindiğime dost, düşman edindiğime de düşman edineceğine dair bana söz veriyor musun?” Âlim Şeyh Takiyyuddin en-Nebhanî ona bakarak hiçbir şey söylemez. İkinci sefer Kral aynı soruyu sorar. Üçüncü seferde Kral daha sesli olarak yine aynı soruyu tekrarlayınca Âlim en-Nebhanî başını kaldırarak Kral’a bakıp şöyle der: “Daha önce ben İslâm’ı dost edineni dost, İslâm’ı düşman edineni de düşman edineceğime dair Allah’a söz vermiştim.” Bunun üzerine Kral kızarak Âlim Şeyh Takiyyuddin en-Nebhanî’nin tekrar hapse iade edilmesini emreder.

işleyenlere) uyarsa günahından kurtulamaz.” “Fasık ve azgın yöneticiler olacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik ederse ve onların zulmüne yardım ederse Benden değil ve Ben de ondan değilim. Benim Havz’ıma da gelmeyecektir.” “İçinizden en çok sevdiklerim ve Kıyamet gününde bana en yakın olacak olanlar güzel ahlâk sahibi olanlarınızdır. “Güzel konuşuyor” dedirtmek için uzun uzun ve edebiyat yaparak konuşanlar, sözünü beğendirmek için avurdunu şişire şişire laf edenler, bilgiçlik taslayarak lügat parçalayanlar ise hiç sevmediğim ve Kıyamet günü bana en uzak olan kimselerdir.” (Tirmizî, Birr 71) “Muhakkak ki Allah sığır cinsinin otu yerken ağzında evirip çevirdiği gibi sözü ağzında evirip çevirerek lügat parçalayan kimselere buğz eder.” (Ebû Dâvud, Edeb 94; Tirmizî, Edeb 72) Sonuç olarak; Ümmet’in düşünce siperlerinde nöbet tutması gereken âlimler görevlerini yerine getirmeyince Ümmet, deryada rotasını kaybetmiş bir kaptan gibi nasıl yol alacağını bilemedi ve kendisine dayatılan Batılı düşünce ve sistemlere mecbur oldu. Gerçek Rabbanî âlimlere düşen görev; İslâmî hayatın yeniden başlamasının önünde duran yöneticilere kırbaç gibi en ağır sözleri söylemeleridir. Şayet âlimler haksızlık karşısında susarsa, Ümmet zelil yöneticilerin elinde zillete düşer.

Tarihten ve günümüzden örneklerini verdiğimiz Rabbanî âlimlerin duruşları bu şekildeydi. Onlar, münker ve münkeri tatbik eden yöneticiler karşısındaki tutumlarını konjonktüre göre değil hakikatte bir Müslüman âlime, Nebi varisine yakışacak biçimde tamamen şer’î hükümler çerçevesinde belirliyorlardı. Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:

ُّ ‫ْح َيا َة‬ ِ ‫ون َع ْن َسب‬ ‫ِيل‬ َ ‫ص ُّد‬ َ ‫ِين َي ْس َت ِحب‬ َ ‫الَّذ‬ َ ‫ُّون ال‬ ُ ‫الد ْن َيا َعلَى آْال ِخ َرِة َوَي‬ ‫ض اَل ٍل َبعِي ٍد‬ َ ‫اللَّ ِه َوَي ْب ُغوَن َها ِع َو ًجا أُولَئ‬ َ ‫ِك فِي‬ “Dünya hayatını Ahiret’e tercih edenler, Allah yolundan çevirenler ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar derin bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim 3)

“Şu muhakkak ki, sizin üzerinize birtakım âmirler (yöneticiler) tayin olunacak da siz onların yaptıklarından bazısını maruf ve güzel göreceksiniz. Kim münker işi çirkin görürse onun günahından berî (uzak) olur. İnkâr edip ondan sakındıran, (günaha katılmaktan) uzak olur. Ancak kim ona razı olur ve (onu Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

32


Hakkı EREN

İ

nsan, fıtratı gereği sosyal bir yaşam sürmek ve diğer insanlarla beşerî münasebetler kurmak zorundadır. Bu sebeple tarihin bütün dönemlerinde bir arada yaşamış ve cemaî bir hayat sürmüştür. Toplumdaki fertlerin birbirleri ile münasebetler kurması insanda fıtraten var olan ihtiyaçları karşılamak içindir. İnsan bir yandan bu ihtiyaçlarını karşılarken diğer yandan da toplumsal anlamda huzur ve güven içerisinde yaşamak istemiştir. O zaman hem insanı hem de toplumu bu güven ve huzura kavuşturacak olan bir kurallar manzumesi zorunlu olmaktadır. İşte ideolojiler de esasî bir fikir olmaları açısından bu ihtiyacı karşılamak için doğmuşlardır ve İslam Dini de bu ihtiyacı doğru şekilde karşılayan tek ideolojidir.

şılamak isteyenler, fıtratlarına aykırı ameller işlemeyi özgürlük zannedenler, kendi ihtiyaçları için başka insanların haklarına tecavüz edenler ve kolay olduğu için haram üzerinde yürümek isteyenler her zaman olmuştur ve de olacaktır. Aynen Kur’an-ı Kerim’de belirtildiği gibi insan iki yol ile karşı karşıyadır ve yaptığı tercih onu ya kurtaracak ya da cezalandırılmasına sebep olacaktır. ‫“ َوَه َد ْي َن ُاه النَّ ْج َد ْي ِن‬Biz insana iki yol gösterdik.”

(el-Beled 10)

İdeolojiler; insanın ihtiyaçlarının doğru bir şekilde nasıl karşılanması gerektiği yönünde hayat hakkında mefhumlar ortaya koydukları gibi, toplumsal huzurun sağlanması ve toplumun korunması konusunda da bir takım düzenlemeler belirleyerek insan ve toplum açısından kaosun çıkmasına engel olurlar. Toplumun huzurunun muhafazasına yönelik olan bu düzenlemeler insanın davranışlarını kontrol altına alır ve hatalı davranışlarda bulunanları düzeltir. Ancak insanın insan olması hasebiyle kendisinde

İnsanın ve toplumun huzurunu sağlayan ideolojiler hayat sahasında bulunmuş olsa da her asırda ve her toplumda doğrudan yana meyil alabilen insanlar olduğu gibi, yanlıştan yana yön alabilen insanlar da olmuştur. İhtiyaçlarını insana yakışmayacak şekilde kar-

33

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Toplumsal Düzen Kameralarla Sağlanamaz! var olan ihtiyaçları doğru şekilde karşılaması elbette onu yaratan ve müdebbir olan bir yaratıcı tarafından konulmalıdır. Çünkü o insanı yaratmış, heva ve hevesine göre de başıboş bırakmamıştır.

de bunları önleyemez ve sadece bu tür filleri işleyenleri yakalamaya çalışır. Yani bataklığı kurutamaz ve sadece sinekleri öldürmeye başlar. Oysaki suç ve suçla mücadelede esas olan, insanı suça iten sebepleri belirleyebilmek ve onu bu düşünceden alıkoyacak olan bir otokontrol sistemi oluşturabilmektir. Yoksa suç işlendikten sonra suçluları yakalamak suçu önlemek demek değildir.

‫ون‬ َ ُ‫آمنَّا َوُه ْم اَل يُ ْف َتن‬ ُ َّ‫أَ َح ِس َب الن‬ َ ‫اس أَن يُ ْت َرُكوا أَن َيقُولُوا‬ “Siz iman ettik demekle başıboş bırakılacağınızı mı zannettiniz.” (el-Ankebut 2)

İnsanın ihtiyaçlarının doğru bir şekilde “Ulusal çaptaki ortalama verilere göre; açıkarşılanması tabii olarak huzurlu bir toplulan dava­larda ilk sırada hırsızlık, kapkaç gibi mal mun oluşmasına vesile olacaktır. Tersinde varlığına karşı suçlar yer alıyor. Bir yılda hırise, insanın ihtiyaçlarının yanlış ve sapıkça sızlıktan dolayı açılan dava sayısı 235 bin 495. karşılanması huzursuz ve güven duyulmaBuna göre; yaklaşık her 2 dakikada bir hırsızlık yan bir toplumun doğsuçundan dava açılıyor. 255 masına sebep olacaktır. bin 344 olarak açıkla­nan İnsanın ihtiyaçlarının doğru Aynen günümüzde Kamağdur sayısı, yaklaşık 2 bir şekilde karşılanması pitalist ülkelerde oldudakikada bir kişinin hırsızlık tabii olarak huzurlu bir ğu gibi… Kapitalizm ki suçunun mağduru olduğu toplumun oluşmasına vesile onun akidesi olan laiklik anlamına geliyor. İkinci sıolacaktır. Tersinde ise, insanın ve yönetim nizamı olan rayı yaralama suçları alıyor. ihtiyaçlarının yanlış ve sapıkça demokrasiye göre YaraBir yılda yarala­madan açıkarşılanması huzursuz ve güven tıcı, dünya işlerine karışlan dava sayısı 178 bin 111. duyulmayan bir toplumun maz ve dünyanın sevk ve Buna göre; her 2,5 dakikada doğmasına sebep olacaktır. idaresini insana bırakır. 1 kişi de yaralama suçunun Aynen günümüzde Kapitalist Yani Allah’ın mülkünde mağduru oluyor. Ha­yata ülkelerde olduğu gibi… Allah’a kafa tutma küskarşı suçların sayısı ise bir tahlığını gösterir ve onu yolda 20 bin 520. Hırsız­lık, aciz olarak atfeder. İnsana ve hayata dair yaralama ve cinayet suçları, tüm suçların yüzde kuralları Yaratıcının değil de beşer olan insa62,8’ini kapsıyor. Üçüncü sırayı adam kaçırma, nın koymasının daha doğru olacağını söyler. tehdit, şantaj gibi hürriyete karşı suçlar alıyor. İşte en büyük yanlışlık da burada başlar. Zira Bu sayı 1 yıl içinde 70 bin 570. Araç kundaklama Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: gibi genel tehlike yaratan suçlardan do­layı dava açılma sayısı ise 27 bin 280. 1 yıl içinde 14 bin ‫ْما‬ َ ‫َو َم ْن أَ ْح َس ُن م‬ ً ‫ِن اللّ ِه ُحك‬ 337 cinsel suç işlenmiş. Bu suçun mağdur sayısı “Allah’tan daha iyi kim hüküm koyabi20 bin 282 şeklinde açıklanırken, bu rakam her 26 lir?!” (el-Maide 50) dakikada 1 kişinin cinsel suç mağduru olduğunu gösteriyor.” (www.extrahaber.com/artikel.php?artikel_ Hüküm koyma merciinde insan olduğu id=534)

zaman doğal olarak insanlar ihtiyaçlarını yanlış veya hatalı olarak karşılamış olurlar. Böyle olunca da toplumda anarşi, cinayet, intihar, hırsızlık, gasb, fuhuş, uyuşturucu, vb. gibi birçok cürüm işlenir olur. DevletlerKasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

İstatistikî verilere göre hal böyle iken, yetkililer mevcut demokratik düzende bu suçları nasıl engellemeyi düşünüyorlar acaba? Her tarafa mobese kameraları kurarak mı?

34


Toplumsal Düzen Kameralarla Sağlanamaz! Mobese kameraları suç işlendikten sonra suçluların en yakın zamanda yakalanması için işletiliyor yoksa herhangi bir suç önleyici özelliği bulunmuyor.

ya çalışıyor. Patronlar, işçilerine güvenmiyor ve işyerlerine kamera, işyerine ait taşıtlara ise CPRS sistemi taktırıyor. Devlet, memuruna güvenmiyor ve dairelerine kamera yerleştiriyor. Esnaf, müşteriye güvenmiyor ve dükkanına kamera yerleştiriyor. Vali, meclis üyelerine güvenmiyor ve il meclis salonuna kamera taktırıyor. Nerede ise her apartman girişine, her daireye, her eve, her işyerine, her kavşağa ve her meydana onlarca kamera yerleştiriliyor. Niye? Çünkü insana güvenilmiyor! Çünkü insan birer suç mekanizması haline geldi de ondan! Neden? Çünkü Allah’ın insana ilişkin koyduğu kurallar uygulanmıyor. İnsan neden bu kadar bozuldu kimse umursamıyor, kimse düşünmüyor ve herkes esasî sorunu değil de tali sorunları tartışıyor.

Son günlerde gördüğümüz kadarıyla da üzeri kameralar ile donatılmış polis arabaları ve karayolları üzerine döşenen trafik kameraları ile trafik ve asayiş sağlanmaya çalışılıyor. Ama kameranın algılama alanına kadar kuralı hiçe sayan sürücüler o alana gelince fren yapıp 70 km/s hıza düşüyor ve kamerayı geçince de hemen herkes gaza yüklenip tekrar hızlarını artırıyor. Yani devletin caydırıcı olma gücü, sadece kameranın o algılama sahası kadar olan 100 metrelik bir alanı kapsıyor. Bu örnek bile ne kadar çarpıcı değil mi? İnsanın, İslamî değerlerden her geçen gün uzaklaştırıldığı ve Allah Azze ve Celle’ye edilen imanın her an daha da zayıflatıldığı günümüzde, kamera ile huzur ve güven sağlama yöntemine sadece devlet başvurmuyor. Allah ve Rasulü’nün koruma altına aldığı bir kale ve toplumun en mühim yapı taşı olması açısından önem arz eden aile içerisinde de maalesef kamera ile huzur ve saadet aranıyor. İslamî bir tabana oturmayan evliliklerde eşlerin birbirlerine güvenmedikleri ve kişiyi zinaya sevk edecek vesilelerin toplumda çok rahat bir şekilde TV ve internet ortamlarında alenen bulunması, evlere gizli kameralar takılmasına sebep oluyor. Çocuklarına bakıcı tutan aileler, gelen bakıcıya güvenmiyor ve eve gizli kamera yerleştirerek onu kontrol ediyor. Çalışan anne ve babalar, çocuklarına güvenmiyor ve evlerine gizli kamera yerleştirerek evlatlarını kötülüklerden uzak tutma-

Kamera ile sağlanmaya çalışılan huzur ve güven ortamı, elektrikler kesildiği veya kameralar devre dışı kaldığı zaman ise işlemiyor ve insanlar hemen kontrolsüz şekilde suça meylediyor. Aynen kâfir Batı’da olduğu gibi… Batı toplumuna ve onların yaşam biçimini bize gösteren bir vasıta olması açısından sinema filmlerine baktığımızda bu, rahatlıkla görülebiliyor. Elektrikler kesildiği veya herhangi bir güvenlik zafiyeti oluştuğunda insanlar, hayvanlar gibi kontrolden çıkıyor ve yağma-talan yapmaya, çalmaya, gasb etmeye ve öldürmeye koşuyor. Böyle bir toplumu taklit eden, kalkınmayı bu taklitte arayan ve sistemini, yönetim şeklini, kıyafetlerini, harflerini, ölçülerini yani her şeyini Batı’dan ithal eden ve bu taklidi çağdaşlık bilen bir toplum, belli bir zaman sonra da o toplumun özelliklerini taşımaya başlıyor. İşte maalesef kapitalizm, özgürlükler ve

35

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Toplumsal Düzen Kameralarla Sağlanamaz! demokrasi, insanı bu hale getiriyor. Şimdi de Türkiye yavaş yavaş bu hale geliyor ve getirilmek isteniyor. Doğal afetlerden sonra insanlar o vahim duruma aldırış etmeden yağma yapmaya başlıyor. Aynen depremden ve sel felaketinden sonra gördüklerimizde olduğu gibi…

“Sizler insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder kötülükten alıkoyarsınız. ” (Âl-i İmran 104) İnsanları suçtan alıkoyan bir diğer önemli unsur da, bu alanda Allah Azze ve Celle’nin koyduğu had cezalarıdır. Muhakkak ki bu cezaların caydırıcı olma gücü, bugün uygulanan ve her gün bir yenisi eklenen mevcut cezalardan daha da etkilidir. İslam’ın getirdiği bu cezalar ise toplumun muhafazası açısından kaçınılmaz olduğu kadar, insanlar açısından da rahmetin kendisidir. Zira onlarda hayat vardır.

Oysa İslam’ın egemen olduğu bir toplumda insanları günah işlemekten alıkoyan en önemli unsur Allahu Teâlâ’ya olan imanları, yaptıkları her fiilin âlemlerin Rabbi tarafından görüldüğü ve meleklerce kayıt altına alındığı ve bu kayıtlar neticesinde Ahiret hayatlarının belirleneceği inancıdır. Kalplerdeki, Allah korkusu ve insana ilişkin duyulan sevgidir. Böylesi toplumlarda ferdî olarak cürüm işleyenler elbette olacaktır ama toplum, cemaî olarak böyle bir atmosferde bulunmayacaktır. İnsanlar tek başlarına kaldıklarında Allah korkusu ve imanları sayesinde suça meyletmekten geri duracaklardır. İnsanı günah işlemekten alıkoyan ilk unsur imanı, fikirleri ve bunlarla şekillenen vicdanı olacaktır.

‫اص َح َيا ٌة‬ ِ ‫ِص‬ َ ‫ُم فِي ا ْلق‬ ْ ‫َولَك‬ “Kısasta sizin için hayat vardır.” (el-Bakara 179)

İslam, kendi nizamına ve Müslümanlara o kadar güveniyor ki, insanlar hakkında gizli teftiş yapmıyor ve dört duvarın arasına yani özel hayatlarına karışmıyor. İnsanlarda öyle bir inanç oluşturuyor ki; Müslümanlar kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla bu nizamın ve düzenin korunması için her türlü fedakârlığı yapıyor ve şehit olmak için yarışıyorlar. Kendi aleyhlerine olsa da şahidlik yapıyor ve Ahiret’i dünyaya tercih ediyorlar. Aynen zina ederek zani hükmünde olan ve recm edileceğini bildiği halde Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e itirafta bulunan kadının vakıasında olduğu gibi. Kadın Rasulullah’ın göndermek istemesi üzerine tekrar geliyor ve “ben zina ettim” diyor. Kimse bilmediği halde gelip suçunu itiraf ediyor. Çünkü Allah katında temizlenmek ve günahının hesabını dünyada çekmek istiyor. Ancak buna muadil uygulamalar, İslam’ın hâkim olduğu toplumlarda olur ve Müslümanlar birbirlerini bir güven abidesi görerek gerektiğinde kardeşlerini nefislerine tercih ederler. İşte biz Müslümanlar, böylesi bir toplum istiyoruz. Hem de kameraların mercekleri önünde…

ِ ‫(“ َخ‬O iman edenler ki) Allah’a ‫ِين لِلّ ِه‬ َ ‫اشع‬ itaatkârlar…” (Âl-i İmran 199) İnsanı günah işlemekten alıkoyan ikinci unsur ise; birbirlerinden çekinmeleri ve kendi aralarında bir otokontrol sistemi oluşturmalarıdır. Son günlerin popüler deyimi ile mahalle baskısıdır. Müslümanların kardeşlerine karşı görevleri olan “emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-munker” ilahî düsturunu yerine getirerek kardeşlerini günahtan beri tutmalarıdır. Birbirlerine tavsiyelerde bulunmayı kendilerinin ve toplumun huzuru için şiar edinen Müslümanlar bu yönüyle de suçu engelleyeceklerdir. Bu sebepten dolayı da kimse böylesi bir toplumda alenen günah işleyemeyecektir. ِ ‫ون بِال َْم ْع ُر‬ ‫وف َوَت ْن َه ْو َن َع ِن‬ ِ َّ‫ِج ْت لِلن‬ َ ‫اس َت ْأ ُم ُر‬ َ‫كُنتُ ْم َخ ْي َر أُ َّم ٍة أُ ْخر‬ ‫َر‬ ِ ‫ال ُْمنك‬ Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

36


Nurettin AYDIN

M

odern çağda sınırlarının geçilmez olmasını sağlamak isteyen herhangi bir millet, güçlü ve teknolojik olarak gelişmiş bir hava kuvvetlerine muhtaçtır. Hava kuvvetleri, ülkenin hava sahasındaki güvenliği ve savunmayı sağlamak üzere silahlı kuvvetlerin bir parçasıdır. Bir milletin hava kuvvetleri, kendi silahlı kuvvetlerine ve müttefiklerine yakın hava desteği (CAS-Close Air Support) de sağlamakla yükümlüdür.

Hava üstünlüğüne sahip bir ülke, hava sahası üzerine hâkimiyet kurar ve dolayısıyla düşmanlarına karşı büyük bir avantaj kazanır. Bütün bunlardan dolayı Hilâfet Devleti’nin gelecekte en gelişmiş hava kuvvetlerine sahip olması kaçınılmaz bir zorunluluk halini almaktadır. Hilâfet Devleti’nde hava kuvvetlerinden sorumlu en üst düzey yetkili Hava Kuvvetleri Komutanı’dır ve (idari olarak) Cihâd Emiri’ne ve (doğrudan) Başkomutan olan Halîfe’ye bağlıdır. Hava Kuvvetleri Komutanı’nın görevi, hava kuvvetlerinin yönetimi ve geliştirilmesidir. Hava kuvvetleri içerisinde çeşitli kısımlar olacak ve her bir kısmın özel bir sorumluluk alanı bulunacaktır. Örneğin, bazı kısımlar murakabe ve muhaberata tahsis edilirken bazı kısımlar da hava savaşlarının icrasına ayrılacaktır ki, bu kısımlar ağırlıklı olarak savaş jetlerinden oluşmaktadır.

Günümüzdeki pek çok hava kuvvetleri; savaş uçaklarından, askerî kargo uçaklarından, bombardıman uçaklarından, askerî keşif uçaklarından ve diğer muhtelif hava araçlarından oluşmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana hava araçları, pek çok savaşın ve çarpışmanın sonucunda kritik rol oynamıştır ve bu son derece önemli rol, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda, Falkland Savaşı’nda ve Körfez Savaşları’nda görülmüştür.

İslam Dünyası Hilâfet Devleti, bugün İslâm Âlemi’nde

37

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Hilâfet Devleti’nin Hava Kuvvetleri Nasıl Olacak? tasarlanmış ve geliştirilmiş bulunan hava kuvvetleri altyapısını elbette değerlendirecektir. Devlet mülkiyetinde olmaları bakımından hâlihazırda İslam Âlemi’nde mevcut bulunan hava kuvvetlerine el koyacak ve ilk etapta Hilâfet Devleti’nin savunmasında kullanacaktır. Nitekim Türkiye, İran, Pakistan ve Endonezya gibi ülkeler askerî havacılık alanında ciddi ilerlemeler kaydetmişlerdir.

rin pilotlarını da eğitmektedir. Daha önce de Pakistanlı savaş pilotları 1967 Arap-“İsrail” (6 Gün) Savaşları sırasında Müslüman Arap ülkelerinin tarafında savaşa katılmışlardı. İran da geliştirdiği çok sayıda füze sistemlerinin yanı sıra tek kişilik Saika-80 tipi savaş jetleri geliştirmiştir. Endonezya Havacılık Şirketi (IAE) ise çeşitli tip ve modelde uçakların parçalarını tasarlayıp geliştirmekte, şu anda da lisanslı olarak NC-212 tipi kargo uçaklarının üretimini yapmaktadır. Hâlihazırda pek çok halkı Müslüman ülkenin hava savunma sistemleri vardır ve bunlar çeşitli türde yerden havaya atılan füzeler (GTAM), sinyal/ frekans bozucu aygıtlar, radarlar ve etkin bir hava savunmasının gerektirdiği diğer pek çok unsuru içermektedir. Hava savunma sistemleri, ülkenin sınırlarını korumak maksadıyla hava kuvvetleri ile bütünleşik olarak kullanılan sistemlerdir.

Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TAI) lisanlı askerî hava araçları üretmiştir ve buna Türk Hava Kuvvetleri için ürettiği toplam 232 adet F-16 Fighting Falcon tipi savaş uçağı da dâhildir. TAI tarafından üretilen pek çok F-16 başka ülkelere de ihraç edilmiştir. TAI ayrıca şu donanımları da üretebilmektedir: · Airbus 319/320/321 tipi uçaklar için paneller · Boeing 737 tipi uçaklar için kanat uçları ve uçuş güverte panelleri

Keza İslam Âlemi’ni nokta nokta kaplayan çok sayıda hava üsleri mevcuttur ve bu, her ne kadar şu anda başımıza bela olsa da Hilâfet Devleti için ilk etapta bir avantaja dönüşecektir. Bu hava üsleri Hilâfet Devleti’ne anında savaş uçaklarını ve kara kuvvetlerini herhangi bir yere konuşlandırma fırsatı tanıyacaktır. Keza doğal afetlerin vuku bulması halinde de bu hava üsleri kurtarma operasyonları için değerlendirilebilecektir.

· Eurocopter EC135 tipi helikopterler için arka kapılar ve motor kaputları · Boeing 747 tipi uçaklar için burun iniş takımları · UAV’ler (insansız hava araçları) Pakistan’ın sahip olduğu Pakistan Havacılık Kompleksi (PAC) ise Pakistan Hava Kuvvetleri için uçak montajı ve üretimi yapmaktadır. PAC ayrıca Pakistan Hava Kuvvetleri tarafından eğitim maksatlı kullanılan MFI-17 Muşşak tipi uçakları geliştirmiştir. Tesiste yine F-16 ve Dassault Mirage 5 tipi gibi çeşitli savaş uçaklarının bakımı ve onarımı gerçekleştirilmektedir. Keza Pakistan ve Çin ortaklaşa JF-17 Thunder tipi 4. Nesil savaş jetleri geliştirmişlerdir. Yine Pakistan nükleer başlıklar taşıyabilen Cruise füzeleri de üretmiştir.

Elbette Hilâfet Devleti, İslam Âlemi’nde mevcut bulunan bu altyapıyı geliştirmek durumunda olacaktır ki Devlet, dışarıdan yardım almak zorunda kalmaksızın askerî ve sivil havacılık alanlarında bağımsız tasarımlar ve üretimler gerçekleştirebilsin. Böylece Hilâfet Hava Kuvvetleri şu avantajlara sahip olacaktır: · Stratejik niteliğe sahip uluslararası hava sahası ve donanma geçitleri üzerinde hâkimiyete

Türk ve Pakistanlı savaş uçağı pilotları, dünyanın en iyi pilotları arasındadır. Pakistanlı pilotlar, diğer halkı Müslüman ülkeleKasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

· Hava Kuvvetleri’nin gücü ve gelişimi için

38


Hilâfet Devleti’nin Hava Kuvvetleri Nasıl Olacak? gerekli olan muazzam petrol rezervlerine ve diğer doğal kaynaklara hızlı erişime

üstünlüğü için gerekli diğer pek çok yönden mahrumiyet içerisindedir. İşte Hilâfet Devleti, hava üstünlüğünü kazanması için ihtiyaç · Dünyanın en büyük ve teknolojik olarak en duyacağı elzem teknolojinin tasarlanıp gegelişmiş hava kuvvetlerinden birine sahip olmaya liştirilmesi yönünde ilerlemesini sağlayacak Potansiyel Güçler politikalar icra edecektir. Devlet, havacılık mühendislerinin yetiştirilmesine hasredilmiş İslâmî topraklar, Hilâfet Devleti’ne strakurumlar inşa edecek, bu mühendisler detejik bir hava kontrol sahası kazandıran son ğişik türde (askerî ve sivil) hava araçlarının, derece stratejik bir coğrafi konumda yer aluçak gemilerinin, güdümlü füzelerin, uçak maktadır. O nedenle diğer ülkelerin gerek motorlarının, helikopterlerin, tahrik birimaskerî gerekse sivil havacılığı, hava sahasılerinin (uçak, füze, uydu vs. araçların fırlanın kullanımı için Hilâfet Devleti’nden izin tılmasını sağlayan sistemlerin) ve diğer ilgialmak zorunda kalacaktır. Bugün, Birleşik li aparatların tasarlanıp geliştirilmesinden Devletler ve müttefikleri, Müslümanların basorumlu olacağı gibi sivil şındaki hain yönetimlerin havacılık pilotları ve savaş kendilerine hava sahalarını İslâmî topraklar, Hilâfet uçağı pilotları yetiştirilkullanma izni verdiklerinDevleti’ne stratejik bir hava mesinden de sorumlu oladen ötürü Irak ve Afganiskontrol sahası kazandıran caktır. Hilâfet Devleti, bu tan gibi halkı Müslüman son derece stratejik bir kurumlara dünyanın en iyi topraklara hava saldırılacoğrafi konumda yer eğitim kalitesini kazandırrı düzenleyebilmişlerdir. almaktadır. O nedenle mak durumunda olacaktır. Amerika ve müttefiklerinin diğer ülkelerin gerek askerî Keza Devlet, dosta düşizin talepleri reddedilebilgerekse sivil havacılığı, hava mana gücünü göstermek miş olsaydı, ne Irak’a ne de sahasının kullanımı için ve dünya çapında sarsıcı Afganistan’a tek bir hava Hilâfet Devleti’nden izin bir imaj oluşturmak üzere saldırısı düzenlemeye güç almak zorunda kalacaktır. müttefiklerine askerî doyetiremezlerdi. Çünkü hernanım sağlayacak, onlarla hangi bir hava kuvvetinin askerî tatbikatlar yapacaktır. herhangi bir ülkeye saldırı operasyonu düzenleyebilmesi için, saldıracağı ülkeye yakın Hilâfet Devleti’nin hava üstünlüğü kazanhava sahasını kullanabiliyor olması gerekir. ması tabiatıyla zaman alacaktır. Amerika BirÖrneğin, bir AWACS (Hava Uyarı ve Kontrol leşik Devletleri’ne baktığımızda sahip olduSistemi) uçağı veya hava ikmal uçağı göreviğu hava üstünlüğüne düşe kalka geçirdiği on nin icrası için “dost” hava sahasına muhtaçtır yıllardan sonra ulaşabilmiştir. Başlarındaki ve bu tür hava araçları “düşman” bölgelerinbozuk yönetimlere rağmen İslam Âlemi’nde de uçamaz. havacılık alanında sınırlı da olsa bazı başarılar elde edilmiştir. Bozuk yönetimlerle bu başarılar elde edilebilmişse, ihlâslı bir yönetimle neler başarılamaz ki? Muhlis bir Halîfe başkanlığında İslâmî Devlet, tüm Müslümanların birleştirilmesine liderlik edecek, İslam Ümmeti’nin dünyanın en gelişmiş hava kuvvetlerine sahip olma hedefiyle Ümmet’in

Şu anda halkı Müslüman ülkeler, güçlü bir hava kuvvetinin geliştirilmesi için elzem olan pek çok kilit sahada gelişmemiş durumdadır. Keza uçak gemileri, (bunlar, temel maksadı uçakların konması ve kalkması olan savaş gemileridir) havadan havaya ikmal teknolojisi, AWACS teknolojisi ve hava

39

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Hilâfet Devleti’nin Hava Kuvvetleri Nasıl Olacak? evlatları arasından nice pilotlar ve havacılık mühendisleri çıkaracak, Allah’ın lütfu olan doğal kaynakları bu yönde en verimli şekilde değerlendirecektir. Amerika’nın dünyadaki en iyi hava kuvvetlerine sahip olmasının nedeni, dünya hâkimiyeti ve lider millet olma vizyonudur. Küresel bakışa sahip herhangi bir millet, hakimiyete ulaşma çabasında ergeç başarı elde eder, çünkü sahip olduğu vizyon, süper güç haline gelmesi için gerekli ekonomik ve teknolojik kudrete ulaşmaya sevk edecektir.

Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

İşte Hilâfet Devleti, İslâm’ı tüm dünyaya yayma vizyonuna sahiptir ve bu vizyon doğal olarak Hilâfet Devleti’ni teknolojik ve ekonomik kuvveti elde etmeye sevk edecektir. Nitekim zirvede olduğu dönemlerde Hilâfet Devleti, dünyanın geniş bir çevresini elinde tutuyor, zamanının teknolojik ilerlemelerinin büyük çoğunluğu onun bağrından çıkıyordu. İşte bunun sebebi, Hilâfet Devleti’nin İslâm’ın nurunu dünyaya taşıma vizyonuna sahip olmasıydı.

40


Talha YAŞAR

S

orunun çıktığı yer ve zaman, sorunun kaynağının ortaya konulması bakımından bizlere her zaman ışık tutmaktadır. Bu cüzî sorunun da kaynaklandığı yer yani esasî sorun, kurulduğu günden bu yana yine Laik-Kemalist Sistemin kendisidir. İşte bu meyanda sorunu “Kürt Sorunu” olarak isimlendirmek şahsımca yanlış olsa da, meselenin okuyucularımız tarafından daha net anlaşılması için yaygın olarak kullanılan ismiyle kullanılmıştır. Zira yaşanan sorun sadece Kürtlerin sorunu olmadığı gibi, sorunun oluşmasındaki etken de sadece Kürtlerin etnik kimliği değildir. Sorun, mevcut rejimi devam ettirmek adına devletin halkına karşı uyguladığı siyasetin kendisidir.

men hiçbir problem çözüme kavuşmamıştır. Çözüme kavuşamayan problemlerden biri de bahsettiğimiz “Kürt Sorunu” konusudur. Bu meseleyi çözmek için ister AKP’nin ortaya koyduğu Kürt açılımı olsun, isterse de meseleyi İslam’ın ön gördüğü şekilde çözüme kavuşturmaya çalıştığını iddia eden derneklerin ve vakıfların çalışmaları olsun, bunların hepsi sistem içi çözümler olması itibariyle hiçbir hastalığa şifa olamaz. Aksine bunlar, hastalığın daha da ilerlemesine yol açan melanetler olmuştur. Bugünkü hükümetlerin, siyasî partilerin ve de bu anlayışta olan insanların demokratik düzen içerisinde bu meseleyi halletmeye çalışmaları kadar doğal bir şey olamaz. Fakat Müslümanların bu meseleyi demokrasi düzeni içerisinde çözmeye çalışmaları kadar da abes bir durum olamaz. O halde Müslümanlar, karşılaştıkları problemlerin çözümünü akidelerinden çıkan hükümler doğrultusunda çözsünler ki, hayatlarında sorunlar ve sıkıntılar dallanıp

Kürt halkının, zulüm ve zorbalıklara karşı çözüm arayışı -Müslüman olmaları itibariyle-, akidelerinden olmalıdır. Bugüne kadar Müslümanların problemlerine yönelik Demokratik-Laik Düzen içerisinde birçok çözüm önerileri sunulup uygulanmasına rağ-

41

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


“Kürt Sorunu”na Köklü Çözüm (2) budaklanmasın. Bu meselede de olduğu gibi bütün sorunların çözüm adresi, İslam’dır.

haklarını ellerinden almak için her türlü zulme, zorbalığa, hile ve desiseye başvurmuşlardır. Burada İslam, insana renginden, dilinden, kavminden, vatanından dolayı farklı bir şekilde bakmaz. İslam, insana üstünlüğün, şerefin, ancak takva ile olacağını beyan etmiş yani kul olan insanın kulluğunu yapmasıyla bir değerin/kıymetin, üstünlüğün onun için söz konusu olduğunu belirtmiştir. Bunun dışındaki hiçbir şeyin üstünlük için söz konusu olmadığı, birçok nassla sabit olmuştur.

‫ال‬ َ ‫ون َحتَّ َى يُ َح ِّك ُم‬ َ ‫ال َو َرب‬ َ ‫َف‬ َ ‫ُم‬ َ ‫ِّك‬ َّ ‫ِيما َش َج َر َب ْي َن ُه ْم ث‬ َ ُ‫ال يُ ْؤ ِمن‬ َ ‫وك ف‬ ِّ َ ‫ِيما‬ َ ‫ِم َح َرًجا مِّمَّا ق‬ ً ‫َض ْي َت َويُ َسل ُموْا َت ْسل‬ ْ ‫َي ِج ُدوْا فِي أن ُف ِسه‬ “Hayır, Rabbine andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem etmedikçe sonra haklarında verdiği hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.” (en-Nisa 65)

Zulme uğrayan ve çözüme muhtaç olanın Allahu Teâlâ, farklı renkteki ve dildeki Müslüman olması hasebiyinsanların Kendisinin ayet...İslam’ın, insanı Allah’ın le muhakeme olacağımız lerinden olduğunu belirtip kulu olarak görmesi, insan yerin adresi Rabbimiz tabeyazın siyaha, Arap’ın, rafından bu ayetle açıkça olması hasebiyle hiçbir insan Fars’ın, Kürt’ün, Türk’ün ifade edilmiştir. Bu merciin birbirlerine üstünlüğünün arasında ayrım yapmaması, dışında başka bir muhaolmadığını açık bir şekilde birinin diğeri üzerindeki üskeme adresi veya çözüm belirtmiştir. Allahu Teâlâ tünlüğünü kabul etmemesi, mercii aranması, beyhudeinsana bakışın ne kadar yüksek şöyle buyurmuştur: liği ortaya koymaktadır. َْ‫ات َو أ‬ olduğunu ortaya koymaktadır. ِ ‫او‬ ‫ض‬ ِ ‫ال ْر‬ َّ ‫ْق‬ ُ ‫ِن َآيا ِت ِه َخل‬ ْ ‫َوم‬ َ ‫الس َم‬ Binaenaleyh bizim de, bu َ َ ِ ‫ف أل‬ ‫ُم‬ ُ ‫اخت اَِل‬ ْ ‫َو‬ َ ‫ُم َوأل‬ ْ ‫ْوا ِنك‬ ْ ‫ْس َن ِتك‬ Milliyetçi, ırkçı, kabileci problemin şifaî çözümü “Gökleri ve yeri yaratanlayışlar, mensubu oldukları için problemi Rabbimizin ması, dillerinizin ve renkırkı, diğerlerinin üzerinde emrettiği şekilde neticelendirmemiz gerekiyor. görerek kendilerine yaşam hakkı lerinizin muhtelif olması da O’nun ayetlerindentanırken ötekilerin ise yaşam İslam’ın meselelere bakışı dir.” (er-Rum 22) haklarını ellerinden almak için sunî olmadığı için ortaya Bu ayetten açık bir şekilkoyduğu çözümler de yüher türlü zulme, zorbalığa, hile de anlaşılmaktadır ki, yarazeysellikten uzak, insan ve desiseye başvurmuşlar. tılmış olan insanın rengini, fıtratına uyumlu, insanın dilini de Allahu Teâlâ yaratmıştır. Bu hakikendisiyle teskiye bulacağı kalıcı çözümlerkati görmezlikten gelen beşerî düzenler, indir. Bu minval üzere İslam’ın, insanı Allah’ın sanlar arasına milliyetçilik, ırkçılık gibi gayri kulu olarak görmesi, insan olması hasebiyle İslamî birçok fitne ve fesadı, ellerindeki devhiçbir insan arasında ayrım yapmaması, bilet gücüyle yaymaya çalışmışlar ve bu çabarinin diğeri üzerindeki üstünlüğünü kabul nın neticesinde yeryüzünün tamamına bu ve etmemesi, insana bakışın ne kadar yüksek benzeri melanetleri baş belası ederek insanolduğunu ortaya koymaktadır. Lakin bugün lar arasına kin ve nefret tohumları ekilmesihiçbir beşerî sistem, insana bakışını İslam’ın ne sebep olmuşlar. baktığı seviyeye çıkaramamıştır. Milliyetçi, ırkçı, kabileci anlayışlar, mensubu oldukları Yine Allahu Teâlâ farklı renk ve dilde yaırkı, diğerlerinin üzerinde görerek kendileriratılmış olan insanların farklı kabilelere, milne yaşam hakkı tanırken ötekilerin ise yaşam letlere sahip olduğunu beyan ederek, bunun Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

42


“Kürt Sorunu”na Köklü Çözüm (2) insanlar arasında bir husumet sebebi değil, aksine birbirleri arasında kardeşlik bağlarının oluşturulması için tanışmaya, İslam’ın rahmetini insanlar arasında tesis etmek için çalışmaya bir vesile olarak görülmesi gerektiğini beyan ediyor.

Bu mesele, İslam’ın ortaya çıkardığı bir mesele olmayıp tamamıyla bugünkü demokratik-laik düzenlerin varlığından kaynaklanan bir sorundur. Meselenin çözümüne yönelik olarak, ne demokrasi aşığı AKP’nin demokratik açılımları, ne de İslamcı yazarçizerlerin, dernek ve vakıfların sistem içi, statükoyu rahatsız etmez bir biçimde ortaya attıkları sözde çözümlerle çözebilecekleri bir mesele olmadığı gün gibi ortaya çıkmıştır. Nasıl ki, 1400 yıl boyunca insanlar arasında adaletle hükmetmiş olan, insana insan olarak bakan, gayri Müslimlerin dahi adaletiyle hükmolunmak istedikleri İslam, bugün yeniden hortlatılan meselelerin kökünü asırlar öncesinde köklü bir şekilde kuruttuysa, bugün de kurutmaya muktedirdir. Meselenin çözümünün İslam’ın mecrasında aranmayıp sorunun kaynağı olan demokrasi mecrasında aranması oldukça gariptir.

ً‫ُم ُش ُعوبا‬ ٍ ‫اس إِنَّا َخلَ ْق َناكُم مِّن َذك‬ َ ‫َيا أَي‬ ُ َّ‫ُّها الن‬ ْ ‫َر َوأُنثَى َو َج َع ْل َناك‬ َّ َّ ‫ِيم َخبِير‬ َ ‫َوق َ​َبائ‬ َ ‫ارُفوا إِ َّن أَك‬ َ ‫ِل لَِت َع‬ ٌ ‫ُم إِ َّن الل َه َعل‬ ْ ‫ُم ِعن َد الل ِه أَ ْتقَاك‬ ْ ‫ْرَمك‬ “Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en değerli olanınız Allah nezdinde en takvalı olanınızdır. Allah bilendir, haber alandır.” (el-Hucurat 13) Her şeyden haberdar olan Allahu Teâlâ’nın bizlerden istediği, kardeşlik hukuku çerçevesinde birbirimize yaklaşmamız, birbirimizin hakkını tanımamız, fiziksel farklılıkların üstünlük veya alçaklık vesilesi olarak görülmemesidir. Çünkü yaratılan insan, kendi anne-babasını seçemediği gibi, belli bir millete, belli bir renge sahip olmayı da kendisi seçememiştir. O halde insanın, kendi çabasıyla ortaya koyamadığı bu unsurları, bir üstünlük olarak görmesi kadar abes bir durum olamaz. Lakin İslam, üstünlüğün Allahu Teâlâ’dan ittikada yani emir ve yasaklarına uymaya çalışmakta olduğunu belirtmiş, ne Arap’ı Arap olduğu için diğer milletlerden üstün görmüş, ne Kürt’ü Kürt olduğu için, ne Acem’i Acem olduğu için, ne de Türk’ü Türk olduğu için üstün görmüştür. Üstünlük, sadece ve sadece bütün işlerini Rabbinin emirleri doğrultusunda yapıp Allahu Teâlâ’dan en çok sakınmış olanlarındır.

Sorun, ulus devlet anlayışını benimseyen ve bunu diğer etnik unsurlar üzerine dayatan Laik-Kemalist Sistem sorunudur. Sorun, demokrasi düzenleri içinde daha çok özgürlük, daha çok hak yalanlarıyla topluma zehir aşılama sorunudur. Sorun, demokrasinin varlığıyla ortaya çıkmış olan kan, gözyaşı, asimilasyon ve ırkçılığı ortaya koyan şovenist anlayış sorunudur. Yine sorun, demokrasinin ortaya çıkardığı sorunu bunun mağduru olduklarını iddia edenlerin çözümü demokraside aramaları sorunudur. Ve yine sorun, Müslüman kanaat önderlerinin hiçbir kalıcılığı olmayan kendilerinin dahi inanmadıkları sistem içi çözüm arayışları sorunudur. En nihayetinde sorun, laikdemokratik sistemlerin hâkim olup, Hilafet

43

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


“Kürt Sorunu”na Köklü Çözüm (2) Devleti’nin olmaması sorunudur.

Devlet’in, bütün tebaanın eğitim, öğretim, sağlık, hukuk, iktisat, yönetim gibi hususları en üst derecede ve adilane yerine getirme zorunluluğu, tebaanın devlete olan güvenini artırarak, Devlet’e sadakatin yıkılmaz bir kalesi olmasını sağlar.

Evet, İslam’ın böyle bir sorunu olmadığı için ne halkın, ne de devletin bugünkü sistemler gibi bu meselelerle uğraşı yoktur. Çünkü İslam, insana Arap, Kürt, Türk, siyah, beyaz olarak bakmayıp insan olarak bakar; milliyet, ırk ve kavmiyetin ön plana çıkarılmasını kesin naslarla haram kılar.

Sonuç olarak; bu topraklar üzerinde yaşayan Müslüman Kürt, Türk ve diğer halkların, mevcut demokratik düzenlerin tatbiki neticesinde ortaya çıkmış olan bu zorbalıkları, bu kin ve nefret tohumlarını İslam’ın hakkı ve hukuku tesis eden nizamıyla bünyelerinden söküp atacakları gün yakındır. İşte o gün, hem Kürtler, hem Türkler, hem de diğer Müslüman unsurlara ve insanlığa adalet, huzur, güven ve mutluluk bu Hak Nizam’ın gölgesinde yaşatılacaktır, inşaAllah... Zulmedenler ise Allahu Teâlâ’nın şu ayetine duçar olacaklar, muhakkak:

Farklı renk, dil ve kavimden olan insanların birbirleriyle tanışıp birbirlerinin hukukuna riayet etmesini istemesi, kardeşlik bağının kurulmasını sağlayarak birbirlerinin dertleriyle dertlenmelerini, aralarında sevginin, saygının, merhametin tesis edilmesini sağlaması; üstünlüğün takvaya bağlanmasıyla merkeze İslam’ın alınmasını sağlayarak, cahiliye ürünü olan düşünce ve davranışlara girilmesi engellenerek asabiyette yarışma yerine, hayırda yarışmanın önünün açılmış olması; ırkçı, kavmiyetçi, milliyetçi gibi hususların yerine ümmet bilinci ön planda olduğundan Müslümanların, İslam Devleti’yle bir bütünlük oluşturarak onu korumak için her şeylerini feda edebilecek duruma gelmesi… İslâm’ın hâkimiyeti altındaki tebaada böylesi etnik ayrımcılığın, faşizan yaklaşımların ortaya çıkmasını engeller.

Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

ٍ ‫َموا أَ َّي ُمن َقل‬ ‫ون‬ َ ُ‫َب َين َقلِب‬ َ ‫َو َس َي ْعل َُم الَّذ‬ ُ ‫ِين َظل‬ “Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılâba uğrayıp-devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” (eş-Şuara 227)

44


İbrahim ER Geçen Sayıdan Devam...

Y

apılan seçimler açısından değerlendirildiğinde, 2005 yılı ABD’nin Irak işgalinin meyvelerini toplama gayretlerini sarf ettiği bir yıl olarak dikkati çekmektedir. Bu yılın hemen başında yapılan yeni anayasa için gerçekleştirilen halk oylaması ile yılın sonuna denk gelen bir dönemde yani 15 Aralık 2005 tarihinde yapılan genel seçimler, Irak açısından demokratik sürecin başlaması anlamına gelmektedir. Bu ise orada yaşayan Müslümanlar açısından işgalden sonra yaşanan bir başka büyük yıkımdır. Çünkü daha işgalin yaraları sarılamadan oluşturulmaya çalışılan demokratik ortamın meydana getirdiği kaos, Müslümanlara aynı büyük acıları yaşatmaya devam etmektedir. O tarihten bu yana binlerce insan meydana gelen patlamalarda hayatını kaybetmiş yada sakat kalmış, toplumun neredeyse yarısı işsizliğin pençesinde kıvranır halde en temel ihtiyaçlarını bile karşılamaktan aciz bir hale düşmüş, sömürgeci kafirin kışkırttığı mezhep ve fırkacı-

lık yüzünden kardeşler birbirlerine düşman hale gelmişlerdir. İster demokrasinin çürük ve kokuşmuş vakıası ile ABD’nin yapmak istedikleri açısından değerlendirilsin, isterse beş yıldan bu yana Irak’ta yaşananlar açısından değerlendirilsin sonuç tek kelimeyle hüsrandır. Sonuçta ortaya çıkan devlet, ABD’nin kuklalarından meydana gelen bir güruhun bizzat oluşturduğu ve kendisinde yönetici olduğu bir “işgal devletidir”. Irak, bugün sömürünün başı olan ABD açısından dünya üzerinde bulunan birkaç önemli bölgeden birisidir. Onun sahip olduğu bu önem, sömürgeciler tarafından üzerinde ince plan ve projelerin oluşturulmasını da beraberinde getirmektedir. İşte bu plan ve projelerin sorunsuz şekilde hayata geçirilmesi için; sömürgecilerin silahlarının ve oluşturulan fitne ortamının sebep olduğu katliamlara, toplumun parçalanmasıyla birlikte birbirine olabildiğince düşman olmuş toplulukların meydana getirilmesine ve sahibine (ABD’ye)

45

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... (4) düşman olmasına rağmen, onun getirdiği derafi konumun önemiyle birlikte, o dönemde mokrasi ve insan hakları gibi sahte söylemleİngiltere’nin Ortadoğu’daki en önemli iki re ve kavramlara yönelmiş bir halk kitlesinin ayağından (Türkiye ve Irak) bir tanesi konuoluşturulmasına ihtiyaç vardır. Bu durum mundadır. Sonuçta o günkü Irak yönetimi kesinlikle bu şekildedir ve bu açıklamalarda köklü bir İngiliz geleneğine sahip olan Baas herhangi bir abartı da söz konusu değildir. Partisi’nin adamı Saddam Hüseyin’in elindeBunu anlamak istemeyen bazı çıkar sahipdir ve bu yüzden de Amerika açısından keleriyle, Batı kültürünün ve nizamlarının yosinlikle tasfiye edilmesi gerekmektedir. bazlaştırdığı düşük şahsiyetli insanların bu Her ne kadar temelleri ve hakkında yameseleye bakış biçimleri meselenin özünü pılan planları çok daha eskilere dayanıyor değiştirmez. Burada önemli olan Müslüman olsa da, 11 Eylül 2001 tarihini Amerika’nın halkların uyanık olmaları ve üzerlerinde dö21. Yüzyıl Projesi’ni fiilen hayata geçirmeye nen tezgâhları fark edebilmeleridir. Aksi takbaşlamasının miladı olarak kabul edebilidirde yaşananlar, bugün riz. Bu doğrultuda O’nun Irak’ta olduğu gibi sömürOrtadoğu’daki Irak ve TürOrtadoğu, ABD’nin ”21. geci devletlerin işlerini kokiye hamlelerine ideolojik Yüzyıl Projesi” olarak laylaştırmaktan başka bir bir bakış açısıyla bakacak adlandırdığı bu sömürü işe yaramaz. olursak; bizlere Türkiye projesinin Amerika Onlar her ne kadar “deve özellikle de Irak’la ilgili açısından dünyada birinci mokratik serbest seçim” yapmak istedikleri husudevlet konumunun olarak isimlendirmiş olsasunda çok net bilgiler veredevamlılığını sağlayabilecek lar da, bu seçimlerin Amecektir. Burada bu meseleyi en önemli ayağıdır. Bu proje rika’nın silahlarının gölgeele alırken dikkat etmemiz kapsamında işgal öncesi sinde yapıldığı aşikârdır. gereken noktalardan biri Irak’ın durumu, O’nu ABD’nin Irak’ı sivil otoride, Ortadoğu Projesini hateye devretmeye başladığı Ortadoğu hâkimiyetinin tesisi yata geçirme hususunda 2004 yılından bu yana; geaçısından Amerika’nın ilk Amerika’nın Türkiye ve rek yeni anayasa oluşturhedefi haline getirmiştir. Irak’ta aynı anda harekete ma ve onu halk oylamasına geçmiş olmasıdır. Ancak bu sunma meselesinde ve gerekse o günden buiki devletin sahip olduğu yapılar göz önünde güne kadar yapılan genel ve yerel seçimlerde bulundurulduğunda, her iki devlet üzerinneleri amaçladığını anlayabilmek için, öncedeki nüfuz elde etme girişimlerinin birbirinlikle ABD’nin Irak’ta oluşturmak istediği den tamamen farklı üsluplarla yürütülmesi yapı hakkında fikir sahibi olmak gerekir: gerekliliği de kaçınılmaz bir gerçektir. Bu nedenle de ABD Irak’ta fiili işgal yoluna giderek Ortadoğu, ABD’nin ”21. Yüzyıl Projesi” askeri bir güçle mevcut yapıyı tasfiye edip olarak adlandırdığı bu sömürü projesinin nüfuzunu yerleştirme yoluna giderken, aynı Amerika açısından dünyada birinci devlet işi Türkiye’de iktidara taşımayı başardığı konumunun devamlılığını sağlayabilecek kendi işbirlikçileri eliyle yani bugün iktidaren önemli ayağıdır. Bu proje kapsamında işda bulunan AKP yönetimi eliyle uygulamaya gal öncesi Irak’ın durumu, O’nu Ortadoğu çalıştığı siyasi manevralar sayesinde gerçekhâkimiyetinin tesisi açısından Amerika’nın leştirmeye çalışmaktadır. Ancak gerek askeri ilk hedefi haline getirmiştir. Çünkü Irak, samüdahalelerle ve gerekse de siyasi manevrahip olduğu zenginliklerin ve bulunduğu coğKasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

46


Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... (4) larla nüfuz elde etme girişimi bu işin birinci aşamasıdır. Asıl önemli olan aşama atılan bu birinci adımdan sonraki aşamadır yani o bölgede istikrarı sağlayıp kalıcı olabilme aşamasıdır. Geriye dönüp baktığımızda ABD’nin bu iki ülke üzerinde daha önceki dönemlerde de defalarca nüfuz sağlama girişimleri olmuş fakat bunların hiçbirisinde kalıcı olmayı başaramamış ve İngiltere’nin askeri ve siyasi manevraları karşısında çaresiz kalmıştır.

hücum ederek yapabildikleri ortadadır. Bir avuç direnişçi Müslüman ile baş etmekten bile acizdirler. Karşılarında henüz güçlü bir İslami siyasetin olmamasına rağmen, ancak işbirlikçilerinin kendi ümmetlerine karşı yaptıkları ihanetlerle siyasi açıdan mesafe kat edebilmektedirler. Amerika’nın önümüzdeki dönemde Irak’ta uygulamayı düşündüğü yapı aslında parçalara ayrılmış bir Irak şeklindedir yani amaç Irak’ı bölmektir. Ancak bu bölünme; her birinin ayrı bir devlet haline geldiği açık bir bölünme değil, devlet içinde devletlerden meydana gelen ve ”yumuşak bölünme” diye tabir edilen bir yöntemle gerçekleştirilecek olan bir bölünmedir. Bu bölünme şekline göre Irak’ta zayıf bir merkezi hükümet oluşturulacak ve bu hükümet kendisine bağlı olan bölgeler içerisinde en zayıf halka konumunda olacaktır. Bugün de olduğu gibi bu otorite, etrafındakileri toplayabilme gücüne sahip olamayacaktır. Aslında amaç hep aynıdır; bölgeleri yutulması daha kolay lokmalar haline getirmek yani gücünü olabildiğince kırabilmek ve kendi kontrolünde daha kolay tutabilmektir. Amerika’nın bu güçlü bölgelerden ayrı ayrı devletçikler oluşturmayıp onları zayıf bir halkaya bağlamasının sebebi ise iki şekilde değerlendirilebilir:

Sonuçta 1948 yılından bu yana dünyanın sömürü sahnesinin baş aktörü olan ve özellikle de İngiltere’nin sahip olduklarına yönelik kıyasıya bir mücadeleye girişen Amerika, şu ana kadar elde ettiklerini tekrar kaybetmeye hiç de niyetli görünmemektedir. Bu süreçte kaybettikleri hususlardan dolayı kendisinde önemli tecrübeler oluşmuştur. Aynen Türkiye’de siyasi otoriteyi ele geçirmekle Türkiye’yi ele geçiremeyeceğini, gerçekleştirdiği hamlelerle birlikte iki önemli adamını kaybettikten sonra anladığı gibi. Ancak İslami Beldelerdeki devletlerin yapıları ve sömürgeci kâfir Amerika’nın oralarda kalıcı olabilmesi için uygulayacağı yeni stratejileri tespit edebilmesi için normalde bu kadar büyük tokatlar yemesine gerek yoktur. Bu durum aslında onların bu konuda; oluşturdukları yüzlerce araştırma ve düşünce kuruluşlarının varlıklarına, bütün imkânlarını seferber etmelerine ve bütün teknolojik gelişmeleri sonuna kadar kullanmalarına rağmen ne kadar da beceriksiz olduklarının bir göstergesidir. Onların, İslam Hilafet Devleti’nin yıkılmasıyla birlikte sahipsiz kalan Müslümanların üzerine

Bunlardan birincisi; bu bölgelerin bağımsız birer devlet haline gelmesi durumunda, özellikle İngiliz nüfuzunun hâlâ etkisini sürdürdüğü bölgelerin elde tutulması konusunda Amerika açısından ciddi sorunların oluşmaması, ikincisi de; Amerika’nın Irak’a

47

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... (4) müdahale kastına ters düşen bir durumun ortaya çıkmaması yani bölücülüğünün ve bozgunculuğunun ifşa olmaması içindir.

rağmen hâlâ 50.000 Amerikan askeri Irak’ta kalmaya devam edecektir. Obama’nın açıklamalarına göre bu askeri kuvvet; Irak Birliklerine, eğitime ve terörle mücadeleye desİşte ABD’nin 20 Nisan 2003 tarihinden tek vermek ve Amerika’nın sivil ve askeri itibaren Irak’ta oluşturmaya çalıştıklarının değerlerini korumaya devam etmek üzere kanlı özeti kısaca bu şekildedir. Bu zamana Irak’ta kalmaya devam edecektir. Ama asıl kadar yapmış oldukları; milyonlarca insanın ilginç olanı Obama’nın o konuşmasında gebaşına bombalar yağdırması, savaşın başçen “Ancak Irak’a karşı sorumluluğumuz devam ladığı tarihten bu yana yaklaşık 1,5 milyon etmektedir… Şirketlerimiz uzun vadede Irak’la Müslüman’ı katledip milyonlarcasını sakat birliktedir” ifadeleridir. Bu ifadelerden anlabırakması, inşa ettiği cezaevlerinde tutuklaşılacağı üzere bundan sonra Irak’ın inşası ve dığı Müslümanları akıl almaz muamelelere Irak halkının refah düzeyinin yükseltilmesi maruz bırakması, pislik Amerikan askerleri için Amerikan şirketleri seferber olacaktır. tarafından birçok Müslüman kadının ırzına Bunun anlamı ise yedi yılgeçilmesi, ocakların yerle dan bu yana Amerika’nın bir edilip malların yağBugün gelinen noktanın siyasi askeri alanda yaşamış olmalanması, kadın, çocuk açıdan başlangıcını oluşturan duğu başarısızlıkların yeve yaşlı demeden insan2005 seçimlerinin gayesi; rini, bölgedeki ajanları vaların açlık ve sefalete terk Sömürgeci kâfir ABD’nin zalim sıtasıyla oluşturmuş olduedilmesi… Peki ya kukla Saddam rejiminin toplum ğu mevcut siyasi durumla sivil otoriteler devreye üzerindeki etkilerini silmekten birlikte yavaş yavaş ekogirdikten sonra yakılan ziyade, kendi yapmış olduğu nomik alandaki girişimfitne ateşleriyle Müslüpisliklerin üzerini demokratik ler alacaktır. Obama’nın manların birbirlerine düortam oluşturma safsatalarıyla konuşmasında geçen bu şürülmeleri, bu yüzden hem Irak halkı ve hem de cümleler, Amerika’nın de hemen her gün bir yerbölgeye gerçekten çöreklerde patlayan bombalarla dünyada oluşan aleyhte kamuoyu lenmeye başlayacağını ve nezdinde örtmek istemesidir. binlerce Müslüman’ın haO’nun tarafından fiili söyatını kaybetmesi, şu an mürünün devreye gireceğini çok net bir biekonomik açıdan yaşanan sıkıntılar, tavan çimde ifade etmektedir. yapan işsizler ordusu ve daha nice felaketlerin Irak’lı Müslümanların başından eksik Bugün gelinen noktanın siyasi açıdan başolmamasının sebebi yalnızca ve yalnızca yulangıcını oluşturan 2005 seçimlerinin gayesi; karıdaki iki paragrafta bahsedilen Amerikan Sömürgeci kâfir ABD’nin zalim Saddam reprojesinin gerçekleşebilmesi içindir. jiminin toplum üzerindeki etkilerini silmekten ziyade, kendi yapmış olduğu pisliklerin Bu nedenle de askerlerini de büyük oranüzerini demokratik ortam oluşturma safsada çekeceğini daha önceden ilan etmiş oldutalarıyla hem Irak halkı ve hem de dünyada ğu 2010 yılı, Amerika açısından Irak’ta yeni oluşan aleyhte kamuoyu nezdinde örtmek isprojelerin devreye gireceği bir yıl olarak plantemesidir. Ayrıca bir diğer hedef de; demoklanmıştır. Nitekim de öyle olmuştur ve Ağusratik hayata geçişi başlatmak suretiyle ortaya tos sonu itibariyle ABD askerleri Irak’tan çeçıkacak yeni hayat tarzı ve bu hayat tarzının kilmeye başlamıştır. Ancak bu çekilmelere kaynağı olan kültürün yer etmeye başlamaKasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

48


Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... (4) sıyla toplumda var olan İslami hassasiyetleri ve İslami hayatı başlatma gayretlerini de tamamen devre dışı bırakabilmektir. Aynı yıl içerisinde oluşturulan yeni demokratik anayasa ve bu anayasanın devreye girmesi için yapılan referandumla, 2005 yılı sonunda yapılan demokratik parlamento seçimleri bu gayenin en etkili adımını oluşturmaktadır. Böylece 2010 seçimlerine kadar olan 4,5 yıllık süre zarfında; İşgalci, bir taraftan kendisine ve oluşturacağı kukla otoriteye yönelik direnişleri kırıp yok etmeye çalışacak, diğer taraftan da serpeceği nifak tohumları vasıtasıyla Müslümanlara hedeflerini şaşırttırarak birbirlerine düşürecektir. Bu hamleleri gerçekleştirmek suretiyle de, oluşturmayı planladığı bizim “Yumuşak Bölünme” diye tabir ettiğimiz bölünmüş bir Irak modelinin zeminini oluşturacaktır.

Bunlar; Iyad Allavi liderliğindeki Sünni İttifak, Nuri el Maliki liderliğindeki Şii İttifak ve Mesut Barzani’nin önderliğindeki Kürdistan Koalisyonudur. Ortaya çıkan bu tablo, 7 Mart 2010 tarihinde yapılan seçimlerin neticesinde bugün hala Irak’ta bir hükümetin kurulmamasını sağlayan tablodur. Irak’ta şu an itibariyle çözülemeyen bu denklemin etkin elemanları Maliki ve Allavi taraflarıdır. Kuzey Irak Kürt Yönetimi ise önemli bir ittifak olmakla birlikte O’nun yapısı ve varlığı çok daha eskilere dayanmakta olup parlamentoda kazanmış olduğu sandalye sayısı doğrultusunda iki tarafın da kendisiyle görüştüğü desteği alınmaya çalışılan gurup konumundadır. Bugüne kadar kurulamayan hükümet hakkında kamuoyunda binlerce haber ve yoruma yer verilmiştir. Özellikle Başbakan Nuri el Maliki’nin hükümet kurmaya yönelik girişimleri başta ABD olmak üzere bütün dünya tarafından çok yakından takip edilmiş ve bu gelişmeler “cesaret verici” olarak değerlendirilmiştir. Bu gelişmeler doğrultusunda Maliki’nin Suriye ve Türkiye ziyaretleri ile bu meselenin masaya yatırdığı hususu gündeme gelirken, daha öncesinde 2008 yılında yaşananlar sebebiyle en büyük rakibi olarak nitelendirilen Şii Lider Mukteda es Sadr ile görüşerek destek araması yine bu meseleyle ilgili ilginç gelişmelerdir. Bu krizin çözümüne yönelik Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu’nun da iştirak ettiği ve Iyad Allavi’nin sonradan katılıp hem Sadr ve hem de Davudoğlu ile görüştüğü ve Lübnan Başbakanı Hariri’nin de hazır bulunduğu bir mini “Şam Zirvesi” gerçekleşmiştir. Bu görüşmelerden önce Sadr Allavi’ye destek vermeyeceğini açıklamıştır. Aynı zamanda hem Malik’nin ve hem de Allavi’nin Kuzey Irak Kürt Federasyonu ile devam eden temasları bu sürecin göze çarpan diğer gelişmeleridir. Görüldüğü gibi bu meseleyle ilgili birçok de-

Sahip olduğumuz bu bilgiler ve ortay çıkan siyasi tahliller neticesinde Irak’taki 7 Mart 2010 seçimlerini değerlendirmek bizlere en doğru sonucu verecektir. Öncelikle bu seçimler neticesinde parlamentoda oluşan tabloya bir göz atmak, Irak’ı planlandığı şekilde bölmeye götürmek için oluşturulmuş üç farklı kutbu ortaya koyacaktır. Bu seçim sonuçlarına göre parlamentoda elde edilen sandalye sayıları: - Iyad Allavi (Irakiyye) 91 Sandalye - Nuri el Maliki (Kanun Devleti Koalisyonu) 89 Sandalye - Kürdistan Koalisyonu 43 Sandalye - Goran (Değişim) Partisi 8 Sandalye - Irak Uzlaşısı (Tavafuk) 6 Sandalye - Irak’ın Birliği İttifakı 4 Sandalye - Kürdistan İslam Birliği 4 Sandalye - Kürdistan İslami Cemaati 2 Sandalye Yukarıda görünen seçim sonuçlarına göre ittifakların parlamentoda elde ettikleri sandalye sayısına bakıldığında ortada üç tane güçlü oluşumun varlığı dikkati çekmektedir.

49

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Petrolün İnsan Hayatından Daha Değerli Sayıldığı... Irak... (4) ğişik çözüm hamlesi yapılmıştır ancak 2010 seçimlerinden hedeflenen gayeyi ve bugün gelinen noktayı analiz edebilmek için bu görüşmeleri tek-tek ele almak da çok anlamlı değildir.

hükümete de itibar etme olasılığını düşürmektedir. Böyle bir ortamda koalisyonlardan meydana gelen hükümetler ise çekişmelerden başka bir şey içermeyecektir. Bu ise otoritesi zayıf bir hükümet ve bu otoriteye bağlı gözüken ancak her biri kendi içerisinde ayrı bir otorite olan yapılar demektir. İşte bu Irak’ın nihai şekli hakkındaki Amerikan planıdır. Bu yapı O’nun kolayca kontrol altında tutabileceği ve olası bir kaybetme riski karşısında devlet içerisindeki güçleri birbirine düşürerek sonra da çözüm için devreye girebileceği yapıdır.

Sonuçta 2005 seçimleri nasıl demokratik hayata ayrılan ilk adım niteliği taşımış ise, 2010 seçimleri de Irak’ta oluşturulacak güç dengelerinin barizleştirilmesi ve zayıf bir devlet otoritesi altında yumuşak bölünmenin gerçekleşeceği altyapıyı oluşturmaktır. Bu yüzden 2005 yılı seçimlerinde oluşturulan ittifaklarla 2010 yılı seçimlerinde oluşturula ittifaklar arasında çok büyük farklar vardır. Irak’ta çok daha ağır şartlar söz konusu olduğu halde hükümetler kurulabilmişken, katılımın en yüksek olduğu bu seçimler sonrası hükümet kurulamamış ve bu suretle de ittifakların oluşturduğu yapılar arasında bu mücadeleden ve geçen zamandan dolayı daha belirgin çizgiler oluşmuştur. Bu keskin çizgiler ise her bir ittifakı kendi içinde bir güç haline getirirken, diğerinin kurmuş olduğu

Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

2010 yılı seçimleriyle birlikte bu planla ilgili olarak ittifakların çizgileri belirginleştirilmiş ve hükümet sürecinin uzatılmasıyla yapıları sağlamlaştırılarak kurulacak hükümetin güçlü olma olasılığı da ortadan kaldırılmıştır. Devam Edecek…

50


Hüseyin SİVREN

Y

Şimdilerde ise terör sektörü bitirilmek istenmektedir. Bu cümleye binaen şu soru sorulabilir: “Böyle bir sektörü bahsettiğimiz devletler neden bitirmek ister?” Daha düne kadar etnik, mezhepsel veya siyasi görüş farklılıkları üzerinden terör olayları ile menfaat sağlayanlar, bugün ise “demokratik açılım” adı altında daha büyük menfaatler elde etmeye çalışmaktadırlar. İşte girilen bu yeni sürecin oluşumunu sağlayacak, devamını getirecek ve bu süreci koruyacak yeni figüranların ortaya çık(arıl)ması bahsettiğimiz devletler açısından zaruri hale gelmiştir. İnsanları birbirine düşman etmek için bomba attıranlar, cami-köy yaktıranlar… özetle kaos ve terör ortamının varlığını ve devamını sağlayanların kullanım süreleri dolmuştur. Ya saf değiştirip bu yeni süreçte oluşan menfaatlerde birleşecekler ya da emekli olacak veya ettirileceklerdir.

ıllardır süren terör faaliyetleri Türkiye’deki Müslüman halkın canını ve malını kaybetmesine yol açmıştır. Birileri canından ve malından olurken diğer yandan birileri de, terörü bir sektör haline getirip hem mal-mülk sahibi hem de itibar sahibi olmuşlardır. Bugüne kadar kişisel menfaatler için kurulan çeteler, devletin maddi ve manevi desteği ile yaptıkları terör olaylarını devam ettirebilmişlerdir. Bu nedenle terör, yıllardır süren ticari bir menfaat kaynağı olarak görülmüştür. Bu sektörde çalışan birinci dereceli faillere, eylemleri vatan-millet adına yapılıyormuş gibi gösterilerek böylesi bir anlayış verilip azimleri arttırılmaya çalışılmıştır. Bu sayede sektörün taşeronları hem toplumu yönetmeye devam etmiş hem de servetlerine servet katmışlardır. Fakat bu sektörün en büyük menfaatini ise bu işin asıl failleri elde etmişlerdir ki bunlar, sömürgeci, kapitalist Batılı devletlerdir.

Bunların içerisinde çete liderlerinden siyasi partilere, askerlerden medya mensuplarına ve öğretim görevlilerinden işadamlarına

51

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Sömürgecinin Değişen Stratejisi Köklü Değişim’i Engelleyemez! kadar uzanan geniş bir kitle bulunmaktadır. Değişen ve değişecek olan parti programları nedeniyle değişen ve değişecek olan parti başkanları da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Sansasyonel tutuklamaların arkasındaki hakikatin de bu olduğu kanaatindeyim. Esasen bu yeni süreci en iyi özetleyen cümle şu olsa gerek: “Bîtaraf olan bertaraf olur.”

süslü laflarla halka yeni süreçte daha çok menfaatinin olduğunu anlatmaya başlar. Hatta “bunun kaçırılmaması gereken bir fırsat olduğu” gibi cümlelerle söze başlarlar. Ardından da birileri çıkıp bu fırsat dedikleriniz Batılı ülkelerin planlarıdır, bu planlar onların menfaatleri içindir dediğinde, savunma olarak kullanılan “Batılı ülkelerin menfaatleri ile Türkiye’nin menfaatleri paralel olabilir. Fakat bu bizim de planımızdır.” lafı (cümle dikkatle okunduğunda) aslında anlatmak istediklerimizin özetidir.

Girilen bu süreçle birlikte gelişen olaylara bakarak şöyle bir tez öne sürülebilir: “Bütün bunlar yaşanırken toplumunda bir takım menfaatleri var.” Bu doğrudur fakat yeni süreci başlatanlar büyük bir mugalâta yaparak bu Fakat toplumu kandırmaya yönelik şekilde düşünülmesini istemektedir. Bunu mugalâta, güçlü bir şekilde medya ve siyaşöyle bir cümle ile özetlersek daha net anlasi partiler tarafından öylesine pompalanır şılacaktır: “Türkiye gibi nizamını Batılı devletki, doğru sözler neredeyse duyulamayacak lerden ithal eden devletler ancak kadar sessiz kalır. Bu manaBatılı devletlerin menfaatini göda Türkiye’de terörün sonTerör ve savaşlarla zetebilirler”. landırılmak istenmesinin de menfaatleri ve devamını birçok sebebi vardır. İşte bu Terör ve savaşlarla mensağlayan bu devletlerin sebeplerden biri de İslâmî faatleri ve devamını sağlayeni menfaatleri terörsüz, Beldelerden elde edilen petyan bu devletlerin yeni mensavaşsız bir ortam olmasını rol ve doğalgazın, Batılı ülfaatleri terörsüz, savaşsız bir gerektiriyorsa, Türkiye’de kelerin menfaatlerine sunulortam olmasını gerektiriyorolduğu gibi terör ması için enerji koridorunun sa, Türkiye’de olduğu gibi sonlandırılmak istenir. güvenliğinin sağlanmasıdır. terör sonlandırılmak istenir. Türkiye’yi bir devlet değil, Tıpkı Irak’ta olduğu gibi bir köprü olarak gören sömürgeci kâfir Batılı milyonlarca Müslüman’ı canlarından, maldevletler, boru hatlarının geçtiği topraklarlarından, yurtlarından eden savaşla başlayan da terör olaylarını en aza indirgemek, hatta süreç kısmen sonlandırılıp, savaşı başlatan bitirmek zorundadırlar. Çünkü kendileri tadevlet(ler) kendi menfaatini gözetecek olan rafından oluşturulan yeni dünya düzeninde nizamı kurmak için savaşı sonlandırırlar. Bu yeni senaryolar ve yeni roller oluşturulmuşaşamayı uygulayacak olan partileri icat edip, tur. Köprünün başında duranlar, toplumsal bunları da destekleyecek olan asker, polis, huzurlarının sağlanması adına geçen servemedya, işadamı, v.b. gibi unsurları da oluşte ses çıkarmayacak ve bu köprüde bekçilik turup ondan sonra savaşı tamamen sonlanyapmaya devam edeceklerdir. Yaptıkları dıracaklardır. bekçilik ise belki de onlara görevlerini yerine Bunun gibi, Batılı devletlerin menfaatgetirmenin huzurunu verecektir. Bu köprüleri planlı ve programlı devam ederken (etnün altında yaşamaktan başka çare bırakıltirilirken), planların uygulanacağı Türkiye mayan halkın ise “en azından analarımız ağgibi devletler bu planlara göre yeni şekiller lamasın, evlatlarımız ölmesin” demeleri kadar almaktadır. Sonra da ülkenin sözde elitleri, haklı bir gerekçesi olmayacaktır. Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

52


Sömürgecinin Değişen Stratejisi Köklü Değişim’i Engelleyemez! Peki, köprünün bilet kesenleri şimdilerde “analar ağlamasın” derken, yarın yeni bir süreç işlemeye başladığında “biz artık bölgesel bir gücüz, güçlü bir ordumuz ve ekonomimiz var. Bundan dolayı bölgemizde olup-bitenlere, savaşanlara kayıtsız kalamayız, NATO ve BM’nin savaş bölgelerine muharip asker göndermeliyiz” gibi içi boş sözlerle bu toplumdaki anaları ağlatmaya devam ederlerse hiç şaşırmayın. Yine Batı’nın İslâm ile olan savaşını gözlerden uzaklaştırmak için Batılı askerlerin yerine Müslüman askerlerinin gönderilmesi, Müslüman’ın Müslüman’a kırdırılması da kimseyi şaşırtmasın. Afganistan, Pakistan, Irak gibi ülkelere Batılı devletlerin menfaatleri için muharib asker gönderilmek istenirse “bunu kimseye kabul ettiremezler” denebilir. Bu

toplum bugüne kadar neyi sinesine çekmedi ki, bunu da kabullenmesin. Emin olun bu günlerde yaptıklarından daha süslü yalanlarla bunu da kabul ettireceklerdir. Sonuç olarak, Türkiye halkının düşüncelerine taban tabana zıt olan ve Batı’dan ithal edilen demokrasi bu toplumun menfaatlerini değil, sahiplerinin (Batı’nın) menfaatlerini koruyup gözetecektir. Yapılan planların, değiştirilen süreçlerin esasî sebebi de işte budur. Kim bilir yapılan bu planları, değiştirilen süreçleri alt-üst edecek köklü bir değişim belki de çok yakındır. Ne dersiniz?!

53

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Yasin YAVUZ

İ

kinci Raşidî Hilafet Devleti kurulduğunda karşı karşıya kalacağı sorunlardan biri, mevcut paraların İslamî madenî para sistemi olan “altın ve gümüş”e dönüştürülmesidir. Bu sorun, en görünür olarak devletin ilk kurulduğu günlerde özellikle de devletin ilan edileceği bölge veya bölgelerde ortaya çıkacaktır. Bu sorunun çözülmesi ve soruna hâkim olunması için önce sorunun vakıasının anlaşılması, onun teşhis edilmesi ve içerisinde bu gibi bir durumun ortaya çıktığı yöntemlerin mülahaza edilmesi ve sonra da bu soruna ilişkin kesin çözümün tanımlanması kaçınılmazdır.

bu paralarda hızlı bir şekilde çöküntü oluşmakta, değerleri düşmekte, bu paralara sahip olanlar bunların değerinden büyük bir bölümünü kaybetmekte ve enflasyon denilen şey meydana gelmektedir. Nitekim şu andaki tüm ülkelerin ellerinde bulunan yerel para birimlerinin döviz karşısındaki değerinde bir düşüş meydana geldiği gibi aynı şekilde birçok döviz de büyük oranda değer kaybetmiştir. Dolayısıyla İslam Beldelerindeki mevcut devletlerde bulunan insanlar bu durumdan ve bu sorundan dolayı bir hayli sıkıntı çekmektedirler. Mesela, Suriye’de, geçen yüzyılın seksenlerinde yaklaşık 4 Suriye lirası 1 dolar ederken liranın çöküşünden sonra şu anda 50 Suriye lirası yaklaşık 1 dolar eder olmuştur. Bu ise büyük miktarda lira basılması ve piyasalara sürülmesinden sonra meydana gelmiştir. Aynı şekilde yaklaşık 4 Lübnan lirası 1 dolar ederken şu anda 1500 Lübnan lirası yaklaşık 1 dolar eder olmuştur. Yine 88 yıl önce 1 Ürdün dinarı 3 dolar

İster yabancı ister yerel olsun mevcut paraların tamamı yasayla korunmakta olup onun değeri bu korumadan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bu paralar altın ve gümüşe konvertibl değildir (yani altın ve gümüş karşılığı yoktur). Bunun içindir ki para piyasalarında herhangi bir siyasî veya ekonomik sarsıntının meydana gelmesi durumunda Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

54


Mevcut Paraları Altın ve Gümüşe Dönüştürmenin Metodu Devleti bunların değerini koruyacaktır.

ederken şu anda 1 Ürdün dinarı yaklaşık 1,5 dolar eder olmuştur. Bu durumun aynısı Irak’ın Kuveyt’e girdiği sırada Kuveyt parasında da meydana gelmiştir. Hatta Kuveyt’e girildiği ilk günlerde Kuveyt dinarı taşıyan bazı insanlar yaklaşık 25 dinarı 1 dolara değiştirmişlerdir. Sudan, Türkiye, Endonezya ve benzeri ülkelerin parası gibi İslam Dünyasındaki ülkelerde tedavülde olan paralar da bu çöküntüden kurtulmuş değildir.

İnsanların Zarara Uğramasına Sebep Olan En Önemli Durumlar Şunlardır: - Tüccarlarda ortaya çıkacak birinci durum: İşyerinde on bin dinar eşdeğerinde emtia ve eşyası ile bin dinar nakit parası bulunan bir tüccarın hiçbir zararı olmayacakken kârı ise çok yüksek olacaktır. - Arazi, gayrimenkul ve aynî mal sahiplerinde ortaya çıkacak ikinci durum: Elli bin dolar değerinde bir ev veya araba ile on bin dolar eşdeğerinde yerel paraya sahip olan kimsenin sahip olduğu aynî malı onun nakitteki zararını telafi edecektir.

Bütün bu olanlara rağmen mevcut bu nizamlar ve devletlerin başındakiler hiç değişmemiştirler. Bu durum İslamî olmayan dünya devletlerinde özellikle de Sovyetler Birliği’nin çökmesinden ve Komünizmin yok olmasından sonra Sosyalist sistemin var olduğu devletlerde de meydana gelmiştir. Lübnan lirası veya Irak dinarının başına gelenin aynısı hemen hemen Rus rublesinin de başına gelmiştir. Zira o zaman enflasyon inanılmayacak bir boyuta ulaşmıştır ve sayılamayacak kadar çok örnek olmasından dolayı başka örnekler vermeye bile gerek yoktur.

- Memurlarda ortaya çıkacak üçüncü durum: Bunların geneli aylık veya haftalık harcamalarına yeterli paranın dışında nakde sahip olmayan kimselerdir. - İşsiz ordularda ortaya çıkacak dördüncü durum: Bunların ellerinde değerini kaybedecekleri her hangi bir nakit bulunmamaktadır. - Büyük oranda nakit parası bulunan şahısların olduğu beşinci durum: Bunların paralarının geneli yerel para birimi ve bazıları da döviz olarak yerel ve yabancı bankalarda bulunmakta olup yerel paralardan oluşan zararlarını telafi edecek altın, gümüş, mücevherat ve aynî mala sahiptirler. Yerel para biriminin düşmesinin etkisi iç ticaretten daha çok dış ticarette daha belirgin bir şekilde olacaktır. (Yani ithal mallarının fiyatları içerideki malların fiyatlarından kat be kat fazla olacaktır.) Bu nedenledir ki bu sorun; yeni bir sorun ve kurulduğu anda Hilafet Devleti’ne has bir sorun olmayıp kesinlikle tabii ve eski bir sorundur ve günümüzün kalıcı olaylarındandır. Dolayısıyla Hilafet Devleti’nin paraya ilişkin bu değişimin doğurduğu sonuçları yüklenmesi caiz değildir. Çünkü bu paraların varlığı ile onun ilgisi yoktur.

Bundan dolayıdır ki bu sorun, yeni bir sorun veya kurulduğu anda Raşidî Hilafet Devleti’ne has olan bir sorun değildir. Zira yukarıdaki tüm örneklerde görüldüğü üzere neticede paranın değerinin düşmesinin doğurduğu sonuçlara katlananlar bizzat insanlar olmuştur. O halde bu paraların değerinin düşmesinin doğurduğu sonuçların sorumluluğunu bu paraların varlığı ile hiçbir ilgisi olmayan Hilafet Devleti’ne mi yükleyeceğiz? Bu soruya cevap vermek için zararın devletin ilan edildiği bölge veya bölgelerdeki insanlarda ya da bankalarda toplanmış olan yerel para birimlerinde olacağını dikkate almakla birlikte insanların zarara uğramasına sebep olan en önemli durumların gözden geçirilmesi kaçınılmazdır.

Sorunun vakıasının açıklanması, onun teşhis edilmesi ve onda meydana gelen bazı örneklerin etüt edilmesinin ardından

Aynî para, altın, gümüş, döviz, bölgeler ve diğer devletlerin yerel paralarına gelince; Hilafet

55

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Mevcut Paraları Altın ve Gümüşe Dönüştürmenin Metodu vermek amacıyla her türlü anonim şirketlerdeki hissedarların, mudilerin, alacaklıların, gerçek ve tüzel borçluların adlarını muhafaza edecektir. Ayrıca bankaların sabit mal varlıklarının satışı ilan edilecek, bunların değeri birleştirilecek ve bunlar, bankalar ile diğer devletlerin döviz ve yerel paralarının değiştirilmesiyle elde edilen altın ve gümüşe eklenecektir. Mudilerin ve hissedarların bankalardaki paraları, bu bankalarda bulunan paraların, satılan sabit mal varlıklarının, tazmin edilen kredilerin, toplanan döviz ve benzeri yabancı paraların ve bu bankalarda toplanan altın ve gümüşün oranıyla hesaplanacaktır.

Hilafet’in ilan edileceği bölge veya bölgelerdeki yerel para biriminin değiştirilmesinde aşağıdaki hususlar takip edilecektir: 1- İnsanlarda bulunan yerel paralar toplanarak kaydedilip belgelenecek ve herkese teslim ettikleri miktarı gösteren bir belge verilecektir. Ancak bu miktar on bin doları veya onun eşdeğerindeki miktarı geçmeyecektir. Şayet bu meblağ on bin doları geçerse genel olarak bireyler veya şirketler ellerinde büyük miktarda paralar bulundurmayacağından dolayı sahteciliği önlemek için bu paraların seri numaraları ve kaynağı araştırılacaktır. 2- Merkez ve ticarî bankalardaki yerel paralardan oluşan nakit paralar toplanarak bütün bankalardaki gerçek kişiler, kurumsal borçlular, alacaklılar ve hissedarlar adına belgelenip muhafaza edilir. Çünkü bankadaki paraların geneli hisse olarak kamu ve özel mülkiyet alanında çalışan şirketlere yatırılmasının yanı sıra şirketlere ve bireylere kredi olarak verilmektedir.

3- Diğer devletlere ait döviz ve yerel paralar meşru bir yolla komşu ülkelere gönderilerek karşılığında altın, gümüş ya da Müslümanların ve Hilafet Devleti’nin ihtiyaç duyduğu malzemeler alınacaktır. 4- İçeride insanların ellerinde bulunan yerel paraların teslim edilmesi için iki hafta müddet tanınacak ve dışarıda bulunan yerel paralar bundan istisna tutulacaktır.

Anonim şirketleri gibi olan ticarî bankalara anonim şirketleri muamelesi yapılacak olup kamu mülkiyeti alanı dâhilinde çalışan anonim şirketleri ise kaldırılacaktır. Petrol, doğalgaz, demir, fosfat, potas ve benzerlerini çıkarma alanında çalışan şirketler gibi şirketlerin, mal varlıklarının ve fonlarının denetimi ise devlet tarafından yapılacaktır. Ferdî mülkiyet alanı dâhilinde çalışan anonim şirketlere gelince; bunların İslamî şirketlere dönüştürülmesi için çalışma başlatılacak ve İslamî şirketlere dönüştürülmesi imkânsızlaşırsa bu şirketler tasfiye edilecektir. Bu şirketler, tasfiye edilecek ve hakları mümkün olduğunca sahiplerine geri verilecek olan ticarî bankalar gibidir. Devlet, el verdiği oranda tasfiye edilen şirketlerin sahiplerine haklarını geri Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

5- Devletin ilanı öncesindeki bölgenin genel bütçesine ait paralar, asker ile memurların maaşları, cihat, eğitim, tıbbî tedavi ve benzerleri için şer’î doğrultuda harcanması amacıyla muhafaza edilecektir. 6- İçeride toplanan altın ve gümüş, toplanan yerel para arasındaki oranla işlem görecek olup belge sahiplerine bu oran miktarı dağıtılacaktır. Bu ise gözetim ve tazminat babından olup devletin yapması gereken zorunluluk babından değildir. 7- İnsanlar arasındaki borçlar, paranın kendisiyle değiştirildiği aynı oranda altın ve gümüş göre hesaplanacaktır.

56


Mevcut Paraları Altın ve Gümüşe Dönüştürmenin Metodu Hilafet Devleti’nde muamele edilecek olan şer’î para birimi, saf altından oluşan 4.25 gr. dinar ile saf gümüşten oluşan 2. 975 gr. dirhem esası üzerine olacaktır.

dâhil olmalarını hızlandırmak için aynı üslup kullanılacaktır. Dünya çapındaki muameleyi altın ve gümüş sistemine dönüştürmek için aşağıdaki hususlar takip edilecektir:

Bunlar, Hilafet Devleti kurulduğu esnada devlet dâhilinde bulunan insanlar açısındandı. Yakın bir vakitte Hilafet Devleti’ne katılabilme ihtimali olan bölgelerdeki Müslümanlar açısından olana gelince; aşağıdaki hususlar takip edilecektir:

1- Devlet dâhilindeki (petrol, fosfat, demir ve benzerleri) gibi tüm maddeler, dışarıya sadece altın ve gümüşe göre ya da devletin veya devlet içerisindeki insanların ihtiyacı olan maddelerle takas edilmesi üslubuyla ihraç edilecektir.

1- Bu bölgelerde bulunan insanlara ellerinde bulunan paraları altın ve gümüşe çevirmelerinin zarureti anlatılacaktır.

2- Devlet içerisinde bulunan yabancı paraların bitirilmesinin ardından dışarıdan ithal edilen her türlü malın bedeli sadece altın ve gümüş olarak ödenecektir.

2- Bankalardaki paralarını çekmeleriyle birlikte hesaplarını tasfiye etmeleri anlatılacaktır.

3- Dış borçlarda altın ve gümüş esası üzerine 3- Anonim şirketlerinde sahip oldukları hismuamele edilecektir. selerinden hızlı bir şekilde kurtulmalarının zarureti anlatıla4- Diğer devletler, altın ve İslam Ülkelerinde bulunan caktır. gümüş sistemini benimsemeye altın ve gümüş miktarı, davet edilecektir. Tüm bunlar ise Hilafet

iç ve dış muameleleri

Devleti’ndeki medya organ5- (İki haftalık) değişim sükarşılamak için ları yoluyla, art arda yayınrecinin sona ermesinden sonra yeterlidir. Mesela, Arap ların çıkarılmasıyla ve geniş devlet içerisindeki kâğıt paraEmirlikleri’nde dünyadaki fısıltı kampanyalarının yaların alınması yasaklanacaktır. altın rezervinin üçte biri pılmasıyla olacaktır. Bu çaÇünkü insanların kâğıt paraya, bulunmaktadır. lışmanın başka bir faydası özellikle de Hilafet Devleti’nin daha olacaktır; o da bölgeilan edildiği ülkenin parasına deki mevcut nizamın yıkılması sürecini hızolan güvenleri otomatikman kaybolacak ve diğer landıracaktır. Hele ki bu neşriyatlar ve fısıltı hiçbir ülke dış ticarette onu kabul etmeyecektir. kampanyaları, halkın temsilcileri olmaları Bu da “kâğıt paraya göre muamelenin belirli bir vasfıyla halk meclisi üyelerinden veya toplum süre daha devam etmesinde bir mânia yoktur” temsilcilerinden, bölgenin Hilafet Devleti’ne diyenlerin görüşünün hatalı bir görüş olduğunu dâhil edilmesini ilan etmelerine dönük bir tagöstermektedir. lep ile vilayetteki hizbin şebabının bu bölge İslam Ülkelerinde bulunan altın ve gümüiçerisinde liderliğini yapacağı katılım sürecişe gelince; İslam Ülkelerinde bulunan altın ne karşı koyma noktasında devlet başkanını, ve gümüş miktarı, iç ve dış muamelelebaşbakanı, güvenlik birimlerini ve orduya ri karşılamak için yeterlidir. Mesela, Arap yönelik bir uyarı içermişken. Emirlikleri’nde dünyadaki altın rezervinin Aynı şekilde görünür gelecekte katılma üçte biri bulunmaktadır. Altın ve gümüşün ihtimali olmayan bölgelerdeki mevcut nidevlet içerisinden devlet dışına kaçırılmasına gezamları panikletmek ve katılım sürecine lince; kesinlikle bunun aksi bir durum ortaya

57

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Mevcut Paraları Altın ve Gümüşe Dönüştürmenin Metodu çıkacaktır. Çünkü altın ve gümüşün devlet içerisindeki değeri devlet dışındaki değerinden çok daha yüksek olacaktır. Yani bu da demektir ki, altının kaçırılması dışarıya değil, içeriye olacaktır.

_____ * Altına dayalı para sisteminin 1944 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin aldığı bir kararla değiştirilmesinin ardından dünya ekonomik sistemi ABD dolarına dayalı bir hale geldi. ABD ile ekonomik ilişki içinde olan çoğu ülkeler, ABD doları bloke ederek para basma yoluna gittiler. Böylece dünyada altına ayarlı para sistemi, ABD dolarına bağımlı hale geldi. Bu durum ABD’ye bağımlı bütün ülkelerin malî durumlarını bozdu. Dünyada rezerv para haline gelen doları basan ABD, petrole para vermeden petrol faturasını diğer ülkelere ödetir oldu. ( )

Son olarak şunu söylemek isteriz ki, ortaya koyduğumuz bu metot; tartışmaya, araştırmaya ve ele almaya açıktır. Kâğıt para sisteminin altın ve gümüş sistemine dönüştürülmesinde takip edilecek metodun belirlenmesinde tek yetki sahibi olacak olan Müslümanların yakın gelecekteki Raşid Halifesi’dir.

1968 yılında Fransa’da De Gaulle, Almanya’da Adenaur bir araya gelip, ABD’nin bu yanlış ve dünyanın malî yapısını bozan para sistemine karşı harekete geçtiler. Fransa ve Almanya hükümetleri, ABD’nin uygulamak istediği parasal politikaların tutarsızlığını göstermek için dolar toplayıp, karşılığında ABD’den altın talep edeceklerdi. ABD altın veremeyince de sistemin tutarsızlığı ortaya çıkacaktı.

Başta Amerika olmak üzere Batı devletlerinin, mevcut para sisteminin madenî para sistemi olan (altın ve gümüş) sistemine dönüştürülmesini engellemek amacıyla De Gaulle’nin karşısında durdukları(*) gibi Hilafet Devleti’nin de karşısında durmaları ihtimaline gelince; bu gayet tabii bir husus olup sadece para mevzusu ile sınırlı değildir. Bilakis bu devletler, Hilafet Devleti’ni ortadan kaldırmak için tüm alanlarda onun karşısında duracaklardır. Ancak Hilafet Devleti, Allah’ın izniyle kapsamlı ambargo, Amerika, müttefikleri ve ona tabii olanlar tarafından Hilafet Devleti’ne karşı savaş ilan edilmesi, nükleer, kimyasal, bakteriyel, balistik füzeler, kıtalararası balistik füzeler, konvansiyonel silahlar ve benzerleri gibi tüm kitle imha silahlarının kullanılması da dâhil en kötü tüm olasılıklar ile başa çıkmak için hazırlıklı olacaktır. İşte tüm bu beklenen hususlar ile bunlara karşı alınacak önlemler Allah’ın izniyle hizbin liderliğinde mevcuttur.

Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Dünya altın rezervlerinin en çok olduğu Rusya’dan ABD’nin altın alamaması için De Gaulle derhal Rusya’ya gitti. De Gaulle daha havaalanında iken, ABD’li bir gazeteci; “Rusya’dan Komünizm mi ithal edeceksiniz?” sorusunu De Gaulle’e sordu. General De Gaulle; “Dünyayı bizim sistemimiz ve Rusların sistemi mutlu edemedi. İnsanlık ancak başka bir sistemle mutlu olabilir.” dedi. Bu gelişmeler üzerine CIA harekete geçerek, Avrupa Komünizmini ortaya attı. Fransa’da 68 Kuşağı sokağa düştü. De Gaulle istifa etmek zorunda kaldı. Böylece ABD, Fransa ve Almanya’nın dolara bağlı para politikasını engellemelerine imkân bırakmadı.” (www.sevkicobanoglu.com)

58


Esma SIDDIK

G

mak, insanın davranışlarını bozmak demektir. Beyin işgali çerçevesinde, Müslümanların davranışlarına yön veren ve onları harekete iten fikirleri, yani İslami mefhumları saptırılmaya ve içi boşaltılmaya çalışılmaktadır. Böylelikle Müslümanların kendilerine hayat veren vahiyden uzaklaştırılıp, kapitalizmin boyunduruğu altına alınmaları kolaylaşacaktır. Oysaki İslam ve Ümmet için esaret altına girmek tabiatlarına aykırıdır. Zira hakikatler asla kötülüğün karanlığına mağlup olmazlar.

ünümüzde insanlık; maddi ve fikri olarak işgal edilmiştir. Fikri işgal sadece işgal altında olan, kolonileştirilmiş topraklarda yaşayan halklarla sınırlı değildir. Dünya genelinde tüm halkların beyinleri kapitalizmin işgali altındadır. Kapitalizm, beyin işgaline çok büyük önem vermektedir. Çünkü beyinleri işgal edip içerisindeki fikirleri belirlemek, insanı istenilen noktaya getirmek ve kontrol etmek yani kolayca sömürebilmek demektir. Bu işgal ise detaylı kültür faaliyetleri ve medya organları ile güçlendirilmektedir. Planlı, programlı, doğrudan hayat sahasına indirilen ve çok sinsi hamlelerle gerçekleştirilmektedir.

Bazı İslami mefhumlar aslından uzaklaştırılmaya veyahut da manasından eksiltme yoluyla saptırılmaya çalışılmaktadır. Aynı zamanda birçok İslami mefhumun içi boşaltılmaya çalışılmaktadır. Mesela; Kur’an-ı Kerim süslenip, en gözde köşelere asılmaktadır. Fakat içeriği unutturulmuştur. Hac sadece ruhani birliğin değil, siyasi birliğinde meydana gelmesi gereken bir yerdir. Camiler sadece kapılarına kilit vurulan ibadethaneler değil, ilim yuvalarıdır. Medreseler defilelerin

İslam akidesine iman etmiş beyinlerde bu zulümden paylarına düşeni almışlardır. Ve halen, dört bir yandan gelen fikri saldırılara maruz kalmaktadırlar. İnsanın hayatına yön veren, hayatını şekillendiren fikirlerin bütünü, insanın mefhumlarını oluşturmaktadır. Mefhumları boz-

59

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


İşgal Altındaki Beyinlerimiz yapıldığı otantik yerler değil, âlimlerin yetiştiği, İslami ilimlerin kaynaklarıdırlar. Sadece kalp temizliği değil, davranışlarda da Şeriata uygunluk şarttır. Ezanlar minarelerden yükseldiğinde saygıyla sesleri kısmak değil, ezanın davetine icabet etmek gerekmektedir. Ebeveynler arkadaş değil, itaat ve razı edilmesi gereken ailenin sütunlarıdır. İslam sisteminin, demokrasi veya başka herhangi bir sistemle uzlaşan hiçbir yanı yoktur. Çünkü İslam sisteminin temeli vahye dayanır. Kulların akılları, heva ve heveslerine değil.

Aynı zamanda bir ümmetin kötü halden iyi hale geçebilmesi, doğrudan nefsindekilerini değiştirmesine, yani bozuk mefhumları atıp yerine doğru mefhumları oturtmasına bağlanmıştır. Allah Celle Celaluhu şöyle buyurmuştur: ‫ِم‬ َ ‫إِ َّن اللّ َه‬ ُ ‫َوٍم َحتَّى يُ َغي‬ ُ ‫ال يُ َغي‬ ْ ‫ِّر َما ِبق‬ ْ ‫ِّروْا َما ِبأَ ْن ُف ِسه‬ “Bir toplum bünyesinde olanları değiştirmedikçe Allah o toplumun halini değiştirmez.” (er-Ra’d 11) Bu Ayet-i Kerime’nin pratiğini Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bizzat göstermiştir. Cahilce yaşayan Mekkelileri, “La İlahe İllallah” dedikleri takdirde, onlara “bütün insanların arkalarında yürüyecekleri”, “boyun eğecekleri”, liderler olmayı vaad ediyordu. Akabe’de Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e biat edilmesinin ardından Abbas b. Ubade, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i himayelerine almanın, “dünyaya meydan okumak” anlamına geldiğini söylemişti. Verilen vaadler ve söylenen cümleler gerçekleşti... 1400 yıllık Hilafet!

Fikri saldırıların ve neticesinde meydana gelen beyin işgallerinin önüne geçmenin tek yolu Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu sözlerinde yatmaktadır: “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmazsınız: Allah’ın Kitabı ve Rasul’ün Sünneti.” (Muvatta) Atasözünde de geçtiği gibi, Kapitalizm’in sunduğu, küçük büyük dini bilgileri, hatta tüm bilgileri ince eleyip sık dokumak gereklidir. Fikirlerimize, hadiste geçen ölçüyü koymalı, ancak oradan çıkacak fikirleri mefhum edinmeliyiz. Başka bir deyişle, pazarlanmaya çalışılan bilgilerin, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in gösterdiği ölçüye dayanarak, şer’î hüküm olup olmadığından emin olmalı, ardından varılan şer’î hükmü, tekrar Allahu Teâlâ’nın istediği ve gösterdiği şekilde hayatımızda uygulamalıyız.

İşte bu nedenle Kapitalizm, Müslümanların beyinlerinin işgal edilmesine ayrı bir önem vermektedir. Tıpkı Kureyş gibi zulmüne karşı koyup, saltanatını sonlandıracak bir devletin kurulmasına götürecek yolların İslam ideolojisinde mevcut olduğunu bilmekte ve bu yolları kapatmak için azami derecede çaba göstermektedir. Bilmektedir ki, Müslümanlar bunu yapmaya muktedirlerdir. Ayet-i Kerime’de de belirtildiği gibi, Müslümanlar yanlış mefhumlarını, doğru mefhumlarla değiştirdikleri takdirde, Allah mutlaka onlara yardım edecek ve batıl zayi olacaktır.

İslami mefhumların asıllarından uzaklaştırılmaları, insanoğlunun fıtratına uygun bir şekilde, kalkınmış bir varlık olarak yaşama imkânından uzaklaşması demektir. İnsanın özüne uygun tek yaşam biçimi, vahye dayalı bir yaşam biçimidir. Zira insanoğlu da yaratılmıştır ve Rabb’e ait delillerdendir. Dolayısıyla ancak Rabb’in gösterdiği yoldan gittiği zaman fıtratına uygun yaşamış olur ve böylece dünya ve ahirette gerçek saadete ulaşır.

Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

60


KD: Yahudilerin, İslam Topraklarını kirleten necisten başka bir şey olmadığı her yaptığı harekette kendini göstermektedir. Her ameli onun sonunu yaklaştırmakta, Müslümanların kinini arttırmakta ve vereceği hesabı daha da kabartmaktadır.

YAHUDİ VARLIĞI “İSRAİL” ASKERİNDEN SKANDAL GÖBEK DANSI “İsrail”li askerlerin, Filistinli tutukluları küçük düşürmeye yönelik eylemlerine bir yenisi daha eklendi. Son olarak YouTube’da paylaşılan bir videoda bir “İsrail” askeri, elleri ve gözleri bağlı bir Filistinli kadının etrafında Arap müziği eşliğinde dansöz gibi dans ederken görülüyor. Bu görüntüyü kayda alan diğer “İsrail”li asker ise tezahürat yaparak olaya eşlik ediyor.

ABD, İNSANSIZ UÇAKLARIYLA PAKİSTAN’I VURMAYA DEVAM EDİYOR ABD’nin insansız uçakla Pakistan’ın Kuzey Veziristan aşiret bölgesinde dün düzenlediği 2 ayrı füze saldırısında 9 kişi öldü.

Skandal videoyu “İsrail”in Kanal 10 televizyonu yayınladı. “İsrail” Savunma Bakanlığı ise bu görüntünün ortaya çıkmasının ardından konuyla ilgili soruşturma açtıklarını duyurdu.

İsimleri gizli tutulmak koşuluyla açıklamada bulunan Pakistan istihbarat yetkilileri, ABD’nin Kuzey Veziristan aşiret bölgesindeki Mir Ali Kenti’ne bağlı Maçi Hel Köyü’ne düzenlediği ilk saldırıda, insansız uçaktan atılan füzenin bir araca isabet etmesi sonucu 3 kişinin öldüğünü belirtti. İstihbarat yetkilileri, bu saldırıda ölenlerin kimliklerinin belirlenemediğini, ancak saldırının yapıldığı köyün, Afganistan Talibanı ile Pakistanlı yerel militanları barındırdığının bilindiğini söyledi.

“İsrail” askerleri geçtiğimiz aylarda da Filistinli tutuklulara davranışları dolayısıyla soruşturmalarla ve hatta cezalarla karşı karşıya kalmıştı. Son olarak Ağustos ayında Eden Abergil isimli askerin, elleri ve gözleri bağlı Filistinli askerlerin yanında çektirdiği fotoğrafları sosyal paylaşım sitesi Facebook sayfasında yayınlaması büyük tartışma yaratmıştı.

Başka kaynaklar, bu saldırıda ölenler arasında Pakistan Talibanının en çok aranan

Hürriyet - 06.10.2010

61

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Haberiniz Olsun liderlerinden Hafız Hüseyin’in de bulunduğunu ileri sürmüşlerdi.

Müslümanları görmekte ve kendi avenelerine de Müslümanlarla yaptığı savaşı teröristlerle yapmış olduğu bir savaşmış gibi göstermelerini emretmektedir. ABD, yapmış olduğu savaşı, müttefiki ilan ettiği Türkiye ile meşrulaştırıyor, Türkiye ise Müslümanlara karşı savaşan ABD’ye bu desteği vermekten geri durmuyor…

ABD’nin düzenlediği ikinci saldırıda yine Mir Ali Kenti’ne bağlı Aziz Hel Köyü’nde bir evin isabet aldığını belirten istihbarat yetkilileri, bu saldırıda militan olduğundan şüphelenilen 6 kişinin öldüğünü kaydetti. ABD, son iki ayda Pakistan’ın kuzeybatı bölgesinde Taliban ve El Kaide hedeflerine yönelik saldırılarını artırdı. Pilotsuz uçaklar bu ay bölgede şimdiye kadar 17 saldırı düzenledi. Washington yönetimi, saldırılar ve saldırılarda kimlerin hedef alındığı konusunda açıklama yapmıyor. Pakistanlı yetkililer ise ülke egemenliğinin ihlali olarak gördükleri saldırılara karşı çıkıyor, ancak İslamabad yönetiminin saldırılar için CIA’ye yardım ettiğini düşünüyor.

ÖZBEKİSTAN’DAN BİR MEKTUP

ABD insansız uçaklarınca Pakistan’ın aşiretler bölgesinde yılbaşından beri düzenlenen 50’ye yakın saldırıda 220’den fazla kişi öldüğü, 2008 yılından bu yana ise toplam 110 saldırıda 1000’den fazla kişinin öldüğü ifade ediliyor. ABD’nin Pakistan topraklarına düzenlediği saldırılar, kamuoyunda Amerika karşıtı tepkilere yol açıyor.

es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuh, Sizlere Özbekistan’daki mevcut otoritenin bizlere yapmış olduğu takibat, hapsetme ve çoğu zaman ölüm derecesine varan işkence gibi muamelelerin sadece bir kısmını gönderiyorum. Hizb-ut Tahrir’li olmamızdan dolayı bize yapılan bu muamele sadece bizlerle sınırlı değildir. Bilakis İslam daveti için çalışan herkesi kapsamaktadır. Şu an itibarıyla Özbekistan hapishanelerinde hiçbir şiddet eyleminde bulunmamasına rağmen sadece Hizb-ut Tahrir’den dolayı yatanların sayısı yaklaşık 8.000’e ulaşmıştır. Bu Özbekistan rejiminin zulmü, diğer mevsimlere göre yazın daha çok şiddetlenmektedir. Nitekim bu yaz başında önceki sorumluların tutuklanmasının ardından belirlenen yeni yardımcıların hepsi tutuklandığı gibi aktif şebabımızın çoğu da tutuklanmıştır. Bu tutuklamalar ise başkent Taşkent, Vadi Fergana, Andican ve Özbekistan’ın diğer vilayetlerinde meydana gelmiştir.

AA - 16.10.2010 KD: Kâfir Amerika, İslam’ın kıyamını geciktirebilmek için kendisine hedef seçtiği beldelerdeki savaşını aralıksız devam ettirmektedir. ABD, kendisine terör tehdidi olarak sadece İslam’ı ve Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

62


Haberiniz Olsun KD: İslam’a ve İslam’ın hâkimiyetine davet eden Müslümanlara yapılan bu zulümler, Allah’ın izni ile zaferin yakın olduğunu bizlere hatırlatmakta. Ancak bize düşen ise kardeşlerimize yapılan zulümlerin son bulması ve İslam’ın nurunun ve adaletinin hâkim olması için yapılan mücadeleleri daha da hızlandırmak.

Şebabımızın birçoğu sırf tutuklanmamak ve gittiği yerde çalışmak için ülke dışına çıkmaktadır. Ancak bu halde bile otoritenin adamları, ülke dışına çıkanları takip etmekteler ve casusluk yapmaktalar. Bu günlerde, bu mübarek Ramazan ayında bile otoritenin adamları, ülke dışına çıkanları sormaktalar ve bulamadıkları zaman akrabalarını alarak evlatlarının nereye gittiklerini öğrenmek için onları merkezlerinde alıkoymaktalar ve evlatları dönünceye kadar onları tutuklamakla tehdit etmektedirler. Hatta bazıları baygın düşünceye ve yaşlılar yorgunluktan yere yığılıncaya kadar onlara acımasızca ve vahşice muamele etmekteler. Hatta otorite, su, doğalgaz idaresinde çalışan memurları ve Mahalli Şura Meclisi’nin erkek ve kadın üyelerini cezaevinde yatan mahkûmların ailelerinin nafakalarını nereden temin ettiklerini, nereden yiyip-içip giyindiklerini ve nasıl yaşadıklarını öğrenmeleri için ajanlık yapmakla görevlendirmektedir.

SİYONİSTLER CAMİ KUNDAKLADI KUR’AN-I KERİM’İ ATEŞE VERDİ Siyonist “İsrail”lilerin Batı Şeria’da Müslümanlara ait bir camiyi kundakladığı, içindeki Kur’an-ı Kerimleri ateşe verdiği belirtildi.

Mahkûmiyet süreleri biten mahkûmların “Hizb-ut Tahrir” ile çalışmayı terk etmesi ve hizbe karşı ajanlık yapmak üzere otorite ile birlikte çalışması için onlarla pazarlık yapmaktalar. Bunu reddeden şebaba da “Seninle hala işimiz bitmedi” diyerek ona ek olarak üç yıl hapis vermekteler. Bu ek süreyi geçirdiği halde serbest bırakılmayıp tekrar pazarlık yaptıkları şebab bile vardır.

İşgalci “İsrail”liler Müslümanların kutsallarına yönelik saldırgan tavırlarından geri durmuyorlar. Yahudiler yine Batı Şeria’da bir camiyi kundakladı ve duvarlarına İbranice küfür yazdı. Olay, Beytüllahim yakınlarındaki Beyt Feccar Köyü’nde meydana geldi. Köy halkı, camiye giren kundakçıların bazı Kur’anları ve cami halısını yaktıklarını söylediler. “İsrail” polisi olayı soruşturduklarını açıkladı ancak kimden şüphelendiklerini belirtmedi.

İşte Özbekistan’daki mevcut otoritenin hali budur. Buna rağmen bizler, onun zulmü karşısında zinhar durmayacağız, bu otoriteyi değiştirmek için şer’î çalışmamıza devam edeceğiz, Allah’ın, beldemiz ve diğer İslam beldelerindeki kardeşlerimizin yardımı sayesinde Allah aramızda hükmedinceye kadar sabredeceğiz. Şüphesiz Allah, hâkimlerin hâkimidir!

Dün de Ürdün nehri batı yakasında bir Filistinli genç ırkçı “İsrail” rejimi askerlerinin açtığı ateş sonucu hayatını kaybetmişti. Bir süre önce Arap Birliği bir bildiri yayınlayarak Siyonistlerin Kudüs’ü Yahudileştir-

www.islamdevleti.org - 04.09.2010

63

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Haberiniz Olsun me ve Filistinlileri göçe zorlama çalışmaları hususunda uyardı.

Kur’an-ı Kerim’in yırtılması olayı üzerine hâlâ devam eden müzakere turlarını kınayan Örgüt, iktidara karşı şiddetli bir hücum başlattı. Örgüt, Ümmeti, sırtına binmiş rejimlerin kökünü kazımaya, İslam Hilafeti’ni tekrar kurmaya, Yahudilerin Kutsal Topraklardaki varlıklarını sona erdirmeye, mukaddesatına sahip çıkmaya ve şeytanın vesveselerini kâfirlerin kulaklarından silmeye davet etti.

Öte yandan bölgede temaslarını sürdüren Amerika’nın Ortadoğu özel temsilcisi George Mitchell, Kahire’de yaptığı açıklamada hem “İsrail” hem de Filistinlilerin, kendisinden doğrudan görüşme zemini oluşturmak için dolaylı müzakereleri devam ettirmesini istediklerini belirtti.

İsra Haber - 16.09.2010

İlke Haber Ajansı - 04.10.2010 KD: Yahudiler bu küstahça ve korkusuzca tavırlarını Müslümanların gözleri önünde sergilemekten geri durmuyor. Hâlbuki Hilafet Devleti’nin var olduğu ve Müslümanların İslam ile izzetli olduğu dönemlerde başını kaldırıp yukarıya bakamayacak derecede korkmaktaydılar… HİZB-UT TAHRİR, KUR’AN’IN YIRTILMASINI DEĞERLENDİRDİ Yahudilerin Kur’an-ı Kerim’i yırtmasını değerlendiren Hizb-ut Tahrir, bu durumun Yahudiler için şaşılacak bir durum olmadığını açıkladı.

HİZB-UT TAHRİR’DEN MİLLETVEKİLLERİNE DAVET Eylül ayı başında iftar yemeği ile gündeme gelen Danimarka Parlamentosu şimdi de Hizb-ut Tahrir tarafından gönderilen bir konferans daveti ile gündemde. Danimarka Parlamentosu’nda Milletvekillerine Hizb-ut Tahrir örgütü tarafından gönderilen bir konferans davetiyesi sinirleri bozdu.

Dün bir grup yahudinin Kudüs Kenti’nde Kur’an-ı Kerim nüshalarını yakmasının akabinde Filistin’de bulunan Hizb-ut-Tahrir, sitesinde “Bu, Kuran-ı Kerim’in kendilerini ‘iman edenlere karşı en fazla düşmanlık edenler’ olarak tanımladığı bir topluluk için şaşılacak bir olay değildir” ifadelerini kullandı.

Hizb-ut Tahrir tarafından düzenlenen ve “Batıda İslam’ın Durumu” adlı konferansa Danimarkalı Milletvekilleri de davet edildi. Konferansta tartışılacak konular arasında “İslamî Mücadelede Kadının Rolü” ve “Batılı Yaşam Stilinin Müslüman Kadının Kurtuluşu Olduğu Düşüncesi İle Hesaplaşma” gibi alt başlıklar da bulunuyor.

Siteden yapılan açıklamada ayrıca, “Bu suç, öncekileri de sonrakileri de daima İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık etmiş, Allah Rasulü’nü öldürmek için komplo kurarak yemeğinin içine zehir koymuş, Allah’ın fazlından Müslümanlara bahşettiği şeylerde çekememezlik göstermiş ve halen de Allah Rasulü’nün İsra ve Mirac’ı gerçekleştirdiği toprakları işgal etmeye devam eden bir topluluk için hiç şaşırtıcı değil” ifadeleri yer aldı. Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Davetiyeyi alanlardan biri olan Sosyalist Halk Partisi Kadın-Erkek Eşitliği Sözcüsü Pernille Vigsö Bagge, davetiyeyi alınca şoke

64


Haberiniz Olsun olduğunu ve çok kızdığını belirterek, davetiyeyi Batılı değerlere ve özgürlüklere yapılmış bir hakaret olarak yorumladığını söyledi. Vigsö Bagge,”Boşuna bir çaba içerisindeler, ülkemizdeki kadınlar elde ettikleri sosyal hakları bırakmaya hiç niyetli değiller, Hizb-ut Tahrir’in cehennemin dibine kadar yolu var.” dedi. Haber Gazetesi - 21.09.2010 KD: Kendi fikirlerinin doğru olduğuna körü körüne inan Batılılar, fikir özgürlüğüne inandıklarını iddia etseler de farklı görüşlere tahammülleri yoktur. Hele ki bu görüşler İslam’ın, insan fıtratına en uygun olan dosdoğru fikirleri olduğunda, kinleri ağızlarından taşar hâle gelmektedir, kalplerinde ise daha fazlasını barındırırlar…

Şiddetten payını alan 22 yaşındaki Sümeyye Şerif’in beyin kanaması geçirdiği, diğer bir öğrencinin de kolunun kırıldığı belirtiliyor. Olayla ilgili görüntüler Facebook’da ve diğer video paylaşım sitelerinde yayınlandı. DHA - 15.09.2010 KD: İslam Beldeleri’ndeki uşak yöneticiler ve onların zalim iktidarları yüzünden Müslümanlar hem kâfirlerden zulüm görmekte hem de kendi halkından olan güvenlik güçlerinden zulüm görmekte… İslam’ın hâkim olmadığı bir yerde Müslüman Müslüman’a zulüm edebilmekte. Ümmet’in içinde bulunduğu durumun en acı göstergesi bu. Kurtuluşumuz olan İslam’a ve onun yönetimine can pahasına ihtiyacımız var.

MISIR’DA ÜNİVERSİTE KAPISINDA TÜRBANLI KIZLARA COPLU DAYAK! Mısır’ın Zakazik Vilayetinde El-Ezher Üniversitesi İslamî Araştırmalar Fakültesi Bölümü’nün kapısında 10 Ekim’de çekildiği iddia edilen görüntülerde görevli yüzbaşı polis, aranmayı reddeden bir grup türbanlı kız öğrenciyi tekme tokat dövüyor.

65

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Adnan HAN

1

çok yeni ekonomik ve sosyal haklar getiren bu paket, Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu gibi Türk yargı sisteminin ve laik cumhuriyetin iki kilit kurumunun yapısına yönelik temel değişiklikler de içermektedir.

2 Eylül 2010 günü Türkiye’de seçmenlerin %78’i anayasal reformlara ilişkin bir referandumda oy kullandı. Referandum %58 reformlar lehine ve %48 aleyhine sonuçlandı. Türkiye’nin iktidar partisi olan Erdoğan’ın AKP’si 30 Mart 2010’da anayasal düzenlemeler içeren paketi Meclis’e sunmuş, değişiklikler Nisan sonu ile Mayıs başı arasında 330’un üzerinde lehte oyla geçirilmiş, ancak bu oran üçte iki çoğunluk olan 367’ye ulaşmadığı için doğrudan yasalaşamamış, yine de referandum için yeterli gelmişti. İşte bu referandum 12 Eylül 2010’da yapıldı.

Önerilen değişikliklere göre Anayasa Mahkemesi’nin 11 yerine 17 üyesi olacak ve çoğunluğu AKP milletvekili olan TBMM, bağımsız baroların önereceği adaylar içerisinden Mahkeme’nin üç üyesini seçebilecek. Erdoğan 2003’te Başbakan olur olmaz Türkiye’deki güç dengesini değiştirmeye girişti. Attığı ilk adımlardan biri, Milli Güvenlik Kurulu’nun hükümete müdahalesinin yasal dayanağını kısıtlamak oldu. Keza Erdoğan bu Kurul’un bileşimini, asker-sivil dengesi sağlanacak şekilde de değiştirdi. Milli Güvenlik Kurulu; Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları, Bakanlar Kurulu’nun belirli üyeleri ve –başkomutan sıfatı da taşıyan- Cumhurbaşkanı’ndan müteşekkildir ve başka ülkelerdeki milli güvenlik kurulları gibi ulusal güvenlik politikası geliştirir.

Her ne kadar mevcut anayasa 1980’de düzenlenen bir askeri darbeden sonra hazırlanmış olsa da ordu ve laik devlet kurumları Hilafet’in yıkıldığı 1924’ten beri kontrolü ellerinde tutmaktadır. 26 maddelik bu anayasa değişiklik paketi ise Türkiye’deki güç dengesini sarsabilecek birtakım reformlar içermektedir. Başta darbecilere anayasal zırh kazandıran geçici 15. Maddenin kaldırılması olmak üzere kişisel özgürlüklere dönük pek Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

66


Türkiye’de Neler Oluyor? 2007’de düzenlenen kitlesel gösterilerde (Cumhuriyet mitingleri) pek çok Türk milliyetçisi, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturması ihtimali durumunda, o koltuğun laik cumhuriyetin bekçisine ait olduğu inancıyla laikliğin tehdit altında olacağını inandığını gösterdi. Sonunda AKP, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanlığına aday gösterince, Gül’ün hanımının başörtülü olması ve İslami bir geçmiş sahip olması nedeniyle Cumhurbaşkanlığı seçimleri siyasi bir krize dönüştü. Anayasa Mahkemesi, üçte iki çoğunluğu gerekli saydığı ve muhalefet partilerinin boykotu nedeniyle bu orana ulaşılamadığı için seçim sonuçlarını geçersiz saydı. Bunun üzerine AKP, Temmuz 2007’de yapılan baskın seçim kararını aldı ve genel seçimler hükümetin daha büyük bir oy oranıyla devam etmesini sağladı. Çatışmanın Oyuncuları Kimler?

Ordu ve Laikler Neden Bu Reformlara Karşı?

AKP iktidara geldiğinden bu yana ordunun Türkiye üzerindeki elini zayıflatmak ve Milli Güvenlik Kurulu içerisinde hükümetin elini güçlendirmek için çalıştı ve AKP bunu, demokratikleşme adı altında ve reformlar yoluyla gerçekleştirmeye yöneldi. Meclis Anayasa Komisyonu üyesi ve CHP Konya Milletvekili Atilla Kart, Hürriyet Daily News ve Economic Review’e şöyle konuşuyordu: “(İktidar partisinin) anlayışına göre Başkanlık Sistemi, kontrol edilemez bir tek adam yönetimi getirecektir. Hukuki özgürlükler daha az korunur hale gelecektir. Bu sistem, demokrasi adı altında kuşBu çatışma 2007 yılında ku doğuran gelişmelere yol kaynama noktasına erişti. O açacaktır. Böyle bir sistem zaman askerî ve laik unsurlar, Türkiye’ye uygun değil.”

AKP’yi mahkemeler yoluyla kapatma çabası içine girip AKP’yi laik anayasaya aykırı davranmakla suçladılar. Bu aşırı tepki, AKP’nin başörtülü kızların üniversitelere girişine yönelik kısıtlamaları hafifletme çabasına tepki mahiyetindeydi.

AKP, ordunun aşırı gücünün azaltılması, rolünün kısıtlanması ve mahkemeler yoluyla sorgulanabilir, hesap verebilir bir hale getirilmesi yönünde şu anda yoluna iyi devam etmektedir. Hükümet’in yargı üyelerinin bileşimini değiştirebilir hale gelmesiyle birlikte artık yargının sınırlı bir bağımsızlığı var ve bu da uzun süredir laikliğin güvenilir kalelerinden biri olan yargının bir dönüşümden geçeceği anlamına gelmektedir.

Bu kriz; bir başka AKP atağı sonucu, bilhassa 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde önerileri doğrultusunda bir aday belirleme yeteneğini kaybetmelerinden beri zemin kaybede gelen Silahlı Kuvvetler liderliğindeki Kemalist Laikler arasındadır. Bu Laikler Cumhuriyet’in, Türkiye’yi İslamî bir devlete çevirmeye dönük gizli bir gündemleri olduğunu ileri sürdükleri İslamcıların tehdidi altında olduğu inancındadırlar. Diğer tarafta ise Amerikancı Pragmatistler vardır ve bunlar Erdoğan liderliğinde, yargının ve ordunun ulusal politikalardaki nüfuzu üzerinden laiklerin nüfuzunu kaldırmak için çalışmaktadırlar.

Bu çatışma 2007 yılında kaynama noktasına erişti. O zaman askerî ve laik unsurlar, AKP’yi mahkemeler yoluyla kapatma çabası içine girip AKP’yi laik anayasaya aykırı davranmakla suçladılar. Bu aşırı tepki, AKP’nin başörtülü kızların üniversitelere girişine yönelik kısıtlamaları hafifletme çabasına tepki mahiyetindeydi. Laik unsurlar, sırf Türkiye’nin kontrolünü kaybetmekten

67

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Türkiye’de Neler Oluyor? arasındaki dolaylı müzakerelerde de kilit bir rol oynadı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu İran hakkındaki bir konuşmasında şunları söylüyordu: “Türkiye ve ABD, (İran) İslam Cumhuriyeti konusunda görüş birliği içindeydi. Biz bölgemizde herhangi bir devletin nükleer silahlara sahip olmasını istemiyoruz ve İran’ın nükleer sorunu için diplomasi yoluyla bir çözüm arzuluyoruz.” (HaberTürk, 15.09.2010)

korkmadılar, dahası kamusal hayata her tür İslamî görüntünün yayılmasına karşı da katı bir duruş sergilediler. Laikler AKP’yi gizli bir İslami gündeme sahip olmakla suçluyorlar suçlamasına ama bunun gerçeklik payı nedir? Laikler AKP’yi Şeriat yanlısı olmakla itham etmeyi sürdürüyorlar. Elbette Erdoğan ve Abdullah Gül’ün hanımlarının başörtülü olduğu ve Türkiye’de kamu kurumlarında başörtüsü üzerinde süregelen yasağı gevşetme girişiminde bulundukları doğru olmakla birlikte, İslami derslere (Kur’an kurslarına) izin vermek ve başörtüsüne yönelik zalimane yasağı hafifletmek (kaldırmak değil) vs. dışında AKP’nin İslami eğilimli olduğu yönünde pek fazla bir kanıt yoktur.

Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan Fazilet Partisi’nden ayrılıp Adalet ve Kalkınma Partisi’ni Erdoğan liderliğinde kurar kurmaz Amerika ile bağları kuvvetlendirmeye başladılar. Silahlı kuvvetlerin siyasi iktidar üzerindeki nüfuzunu kırmaya dönük pek çok reformlara girişirlerken, AKP’nin izlediği stratejinin köşe taşını, 5 Temmuz 2006’da Abdullah Gül ve Condoleezza Rice tarafından Türk ve Amerikan hükümetleri arasında imzalanan “Stratejik Vizyon Belgesi” teşkil etti. Belgede şöyle denildi: “Bu Stratejik Vizyon Belgesi, etkin işbirliği ve yapıcı diyalog yoluyla, paylaştığımız ortak vizyonun ortak çabalara yöneltilmesine ilişkin Türk-Amerikan görüş birliğini teyit eder.”

Türkiye-“İsrail” ilişkileri, AKP döneminde daha da derinleşti. Bazı Türk yetkililer, Mavi Marmara baskını hadisesini “iki dost” arasındaki bir sıkıntı olarak değerlendirdiler. Ayrıca AKP’nin iktidara geldiğinden beri Türk yasalarını Avrupa Birliği yasalarına uyumlaştırmak yönünde son derece açık ve net bir planı vardır ve bunun dik alası zinanın yasallaştırılması olmuştur.

Bu Çatışmanın Devletlerarası Bir Boyutu Var Mı?

Öte yandan AKP, Amerika’ya giderek yakınlaştı. Bilhassa Amerika’nın Irak’ta tam da ihtiyaç halinde olduğu dönemde Türkiye Amerika için vazgeçilmez hale geldi. Türkiye Amerika’nın İran’daki ve Ortadoğu’daki çıkarlarını koruduğu gibi Filistin ile “İsrail” Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

Türkiye’nin devletlerarası meselelerdeki özgüveni, harici bir payanda olmaksızın mümkün olmazdı. Geleneksel olarak Türkiye Cumhuriyeti bir İngiliz müttefikidir. Hilâfet’in yıkmasından sonra Mustafa Kemal, laik cumhuriyeti Batı’ya ve bilhassa

68


Türkiye’de Neler Oluyor? enerji bağımlılığını kesmeye yönelik alternatif bir rotadır. Obama’nın Nisan 2009’daki tarihi Türkiye ziyareti akabinde ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin, Avrupa Alt Komitesi Başkanı Robert Wexler başkanlığında düzenlenen “ABD ve Türkiye: Model Bir Ortaklık” başlıklı oturumunda şu sonuca varıldı: “Bu işbirliği; Afganistan, Irak, İran, Balkanlar, Karadeniz, Kafkaslar ve Ortadoğu’da karşı karşıya olduğumuz ciddi güvenlik meselelerinin yanı sıra küresel bir finans krizinin de yaşandığı bir ortamda her iki devlet için de hayatîdir.” (Wex-

İngiltere’ye yanaştırdı. İkinci Dünya Savaşı akabinde İngiliz tâcının düşüşü ve Amerika Birleşik Devletleri’nin yükselişi ile birlikte Türkiye NATO’ya katıldı ve Sovyet yayılmacılığına karşı bir siper gibi davrandı. Şu anda dünya çapında Türk dış politikasının pozisyonları tümüyle Amerika’nın çıkarları ekseninde dönmektedir. Ortadoğu’da Türkiye, barış sürecine can vermede kilit bir rol oynadı. RAND Corporation’da Avrupa Güvenliği masası eş başkanı Stephen Larrabee, Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolü konusuna şunları söylüyordu: “Türkiye’nin yeni aktivizmi, Soğuk Savaş’ın sonundan beri kendi güvenlik çevresindeki yapısal değişimlere bir tepkidir. Ve düzgün yönetilebilirse bu, Washington ve Batılı müttefikleri açısından, Ortadoğu’ya varan bir köprü olarak Türkiye’yi kullanmak için bir fırsattır.” (F. Stephen Larrabee, ‘Türkiye Ortadoğu’yu Yeniden

ler ABD’yi Türkiye’nin Değerini Anlamaya Teşvik Ediyor’, Sunday’s Zaman, Mayıs 2009)

İşte bunun içindir ki Amerika’nın Irak’tan güvenle çıkabilmesinde ve Rusya’nın Kafkasya ve Doğu Avrupa’da çevrelenmesinde Türkiye’nin oldukça önemli bir rol oynayacak olması itibariyle ABD’nin bu mücadelenin neticesinde son derece kritik bir çıkarı vardır.

Keşfediyor’, Temmuz-Ağustos 2007)

Kafkasya’da da Türkiye, Rus yayılmacılığına karşı kendi periferisini (çevresini) güvence altına almaya yönelik bir siper konumundaydı. Keza Türkiye, Batı’nın Rusya’ya

Adnan Han, International Issues, www.international-issues.org

69

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Hayreddin KARADAĞ ِ ‫ُم أُ ْس َوٌة َح َس َن ٌة فِي إِ ْب َر‬ ‫ِم‬ َ ‫يم َوالَّذ‬ ْ ‫ِين َم َع ُه إِ ْذ قَالُوا لِق‬ ْ ‫َو ِمه‬ َ ‫اه‬ ْ ‫َق ْد كَا َن ْت لَك‬ َّ َّ ‫ُم‬ ِ ‫ون مِن ُد‬ َ ‫ُم َومِمَّا َت ْعبُ ُد‬ ُ ‫ُم َوَب َدا َب ْي َن َنا َوَب ْي َنك‬ ْ ‫ون الل ِه َك َف ْرَنا ِبك‬ ْ ‫إِنا بُ َراء مِنك‬ َّ ‫ضاء أَ​َب ًدا َحتَّى تُ ْؤ ِمنُوا بِالل ِه َو ْح َد ُه‬ َ ‫اوُة َوال َْب ْغ‬ َ ‫ال َْع َد‬

durma, onlara düşmanlık besleme ve onları dost edinmeme hususunda Mu’minlerin, İbrahim Aleyhi’s-Selam’ı ve onunla birlikte iman edenleri örnek almalarını emrediyor. Çünkü onların bu hali, Kıyamet’e kadar gelecek Mu’minlerin yoluna ışık tutmakta ve aydınlatmaktadır. İbrahim Aleyhi’s-Selam ve onunla birlikte iman edenler, kâfirlerin dinini, yolunu, nizamlarını inkâr etmiş ve onların belirledikleri küfür nizamlarından fışkırıp hayatı sulandıran siyasal yapılanmalarından, hukuklarından, ekonomik düzenlemelerinden, eğitim ve öğretim programlarından, evlenme ve boşanma anlayışlarından uzak olduklarını onların yüzlerine haykırmışlardı. Bütün hayat işlerini el-Mudebbir olan Allah Azze ve Celle’nin hükümleri doğrultusunda yapan Müslümanlar, Allah’ın istediği bir şekilde hayat yaşamayı kabul edene kadar da kâfirlere karşı sürekli bir düşmanlık ve öfkelerinin bulunduğunu, yalnızca ilah olarak Allah’ı ve O’nun indirmiş olduğu nizamı kabul ettikleri takdirde, bu kinlerinin son bulacağını, ifade etmişlerdi.

“İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten iyi bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: “Biz sizden ve sizin Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir. “ (el-Mumtehine 4)

Allah Subhanehu ve Teâlâ Kur’an’ın birçok yerinde bizlere nebilerin kıssalarından örnekler verir. Bu kıssalarda Müslümanlar için büyük bir rahmet bulunmaktadır. Çünkü bu kıssalarda Müslümanların ibret alacakları sahneler ve öğütler çoktur. Yukarıdaki ayet-i kerimede Allah Subhanehu ve Teâlâ, İbrahim Aleyhi’s-Selam ve onunla birlikte iman edenlerin kâfirlere karşı kesin bir tavır alışlarını, kâfirlerin taptıkları şeylerden beri oluşlarını, onlara düşmanlıklarını kesin bir şekilde ortaya koyuşlarını övüyor ve kâfirlerden uzak Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

70


Kapitalizme Hizmet Etmenin Karşılığı: Sevilmek ve Övülmek! Fakat günümüz Müslümanları, bazı âlimlerinin ve işbirlikçi yöneticilerinin saptırmalarıyla, değer yargılarını unuttular. Allah’a olan tevekkülleri ciddi bir zaafa uğradı. Kimin safında yer aldıklarının farkında olmadılar; kâfirlerin ellerindeki ekonomik ve siyasal güce aldanan yöneticilerin ardına takılarak Allah’ın ayetlerinden neredeyse tamamen yüz çevirdiler. İşte yaşadığımız zaman böyle bir zaman. Bu zamanda birtakım yöneticiler, bizlere imanımızdan dolayı düşman olan kâfirler lehine hareketler içine girdiler, onların davalarını güttüler.

hemen hemen hepsi de özellikle Türkiye’ye muhabbet besler olmuşlar; onun yöneticilerini sever bir hale gelmişlerdir. Bu yöneticileri sevmeleri ve onların yolundan gitmeleri için de diğer ülkelerde yaşayan Müslümanlara örnek göstermeye başlamışlardır. Bu örnek gösterilen yöneticilerin fikirleri, çok acı kötü yemeklere; kendileri ise güzel kıyafet giyen nazik garsonlara benziyor. Servis ettikleri bu fikirlerin, kâfirlerin hoşuna giden fikirler olduğu, hatta bizzat kâfirlerin fikirleri olduğu ve bu fikri taşıdıklarından dolayı da onları yere göğe sığdıramadıkları besbelli.

Küfürlerinden dolayı bizimle aralarında ebedî düşmanlık olması gerekenler, imanımızdan dolayı bizi sindirmek ve silindir gibi ezmek istiyor; bizim başımızdaki yöneticiler de girmiş oldukları girdaplı yollardan çıkmayıp bizleri kâfirlerin egemenliği altında onlara kul olmaya zorluyorlar. Zamanın değişmesiyle medeniyetin gelişmesini, Allah’ın -hâşâ- yenilmesi olarak yorumlayanlar, kâfirlerden gelebilecek tehlikelere karşı kendilerini sağlama alabilmek için onlarla dostluk kurup gözlerine girmeye çalışıyorlar ve onların değer yargılarıyla hayatı değerlendirmeye, onların küfür nizamları olan demokrasi vb.ni Tevhid pazarında pazarlamaya kalkışıyorlar. Allah’ın indirdiğinden başkasına çağırıp insanları dalalete düşürüyorlar. Ve bütün bu halleriyle de övünüyorlar. Şaşılacak şey doğrusu!

Buyurun, son zamanlarda Batılı medyada çıkan bazı haberlere bir göz atalım: 25.02.2010 tarihinde Reuters Haber Ajansı’ndan Simon Akam’ın Türkiye’deki imam-hatip okulları üzerine yapmış olduğu tespit “Türkiye’den model olabilecek bir İslamî eğitim sistemi mi?” başlığıyla yayınlanmış. Reuters’ın haberine göre; Afganistan, Pakistan ve hatta Rusya Eğitim Bakanlığı heyetleri, imam-hatip okullarına gelerek incelemelerde bulundular ve radikalleşmeyle savaş için bu okulların kendi ülkelerinde bir model olabileceğini açıkladılar. Reuters, medreselerden farklı olarak imam-hatiplerde müfredatın sadece yüzde 40’ının Kur’an ve İslam eğitimine ayrıldığını, geri kalanının “laik” konular olduğunu ve her sınıfta Atatürk’ün fotoğrafının asılı olduğunu kaydetti. Öğrencilerin, hem Hicret’i hem de Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni öğrendiğine dikkat çekti. Bu özellikleriyle imam-hatiplerin bazı kişiler tarafından “radikal İslam’ın panzehiri” olarak görüldüğünü kaydetti. Tayyip Erdoğan ve Kabinesindeki bakanların yüzde 30’unun da bu okuldan mezun olduğuna vurgu yaptı. Reuters’a göre, Türkiye’deki imam-hatip okulları son dönemde “model olarak” birçok ülkenin dikkatini çekiyor. Afganistan Eğitim Bakanı Faruk Wardak, Ankara’da bu okullardan birini ziyaret etti ve kendi ülkesinde de bu sistemin

Kâfirlerden olan dostları ise, kendilerine sunulan bu üstün hizmetten dolayı, onları nasıl da seviyorlar. Sevgilerini her fırsatta nasıl da dile getiriyorlar. Son zamanlarda yabancı basında çıkan yazılara dikkat eden Mu’minler görmüşlerdir ki, sanki Kıyamet kopmuş da dünya tersine dönmüş… Asırlardır imanları yüzünden Müslümanlara kin besleyen ve bu kinlerinden dolayı Müslümanları aşağılayıp gericilikle yaftalayan kâfirler, bu tavırlarından vazgeçmiş görünmekteler sanki. Zira artık

71

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Kapitalizme Hizmet Etmenin Karşılığı: Sevilmek ve Övülmek! kendisine yazmış olduğu mektupta geçen direktiflere göre hareket ettiklerini söyledi. Erdoğan, Türkiye’nin misyonunu en iyi idrak edebilecek ülkelerden birinin “Şüphesiz ki kadim dostumuz ve Sayın Obama’nın ifadesiyle, “model ortaklık” kurduğumuz Amerika Birleşik Devletleri” olduğunu söyledi. Erdoğan, “ABD hedefi ve vizyonu ile Türkiye’nin vizyonu örtüşmektedir” diyerek ABD ile sadece kâğıt üzerinde bir model ortaklığı yapmadıklarını, bilakis bu müttefikliğin devam ettiğini ve işbirliklerinin çok boyutlu olduğunu dile getirdi.

ılımlı din eğitimi için model olabileceğini söyledi. Ardından Pakistan’ın Ankara Büyükelçisi bu okulu ziyaret etti ve aynı şekilde imamhatiplerle ilgili kendi ülkesinde üst düzey yetkililer arasında görüşmeler yapıldığını söyledi. Afgan Eğitim Bakanı, imam-hatiplerle ilgili olarak “Okul sadece eğitim için değil radikalleşmeyle savaş için de çok önemlidir” dedi. Türkiye’nin ve şu an iktidarda olan AKP’nin, Batılılar tarafından niçin bu kadar çok sevildiğini ve övüldüğünü üstteki haberden anlayamadıysanız, aşağıda geçen haberlerden mutlaka anlayacaksınız. Bir diğer haber şöyle:

Erdoğan’ın, Allah ve Rasulü’ne düşmanlık yapan ABD’yi “kadim dost” ilan edip aynı vizyon dahilinde hareket etmesi, Kapitalizm’in yayılmasını kendisi için ölüm-kalım meselesi olarak gören Kapitalistler için bulunmaz bir fırsattır. Zira üstteki makalede de ifade edildiği gibi, Müslümanlara sevdirilen Erdoğan eliyle bir çok İslamî hareket, tağutî sisteme entegre edilmiştir. Demokrasi ile İslam’ın bir arada Türkiye’de güzelce yaşandığı bahanesiyle de diğer İslamî Beldelerin demokrasiyi benimsemesine çalışılmaktadır. Bu gerçeği 18.06.2010 tarihli makalesinde Philip Stevens şu şekilde dile getirmiştir:

15. 06. 2010 tarihinde Financial Times Gazetesi, Türkiye’yi; bağımsızlığı, dinamik ekonomisi ve gelişen demokrasisiyle “hayran olunacak” bir ülke olarak gösterdi. Gazete’nin “Türkiye’nin Bağımsız Rolünden Ders Çıkarmak” başlıklı makalesinde, Başbakan Recep Erdoğan’ın “İsrail”e yönelik sert eleştirisi ile Ortadoğu’daki Müslümanların kalbini kazandığı kaydedildi. “Ortadoğu’da kahraman olmak için çok şey yapmaya gerek yok, sadece “İsrail”e meydan okuyup ABD’ye karşı durmak yeterli. Erdoğan, her ikisini de yaptı.” denilen makalede, şu ifadeler kullanıldı: “Türkiye iyi bir model.”, “İslamcı mirasın Arap komşularıyla yakınlaşmayı sağladığı Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi, İslamcı partilerin modern siyasî sistemlerde nasıl entegre olunacağını gösteren bir modeli temsil ediyor.” Financial Times’taki makale şu ifadelerle son buluyor: “Erdoğan’ın amacı kuşkusuz ki “İsrail”in eylemlerine sorumluluk getirmektir, Yahudi devletinin düşmanı olmak değil.” Bu haberin çıktığı 15.06.2010 tarihinde Partisi’nin Grubunda yaptığı konuşma da ise eksen kayması eleştirilerini yanıtlayan Erdoğan, “Uluslar arası basında adeta düğmeye basılmış gibi Türkiye hakkında haberler ve yorumlar çıkmaya başladı.” dedi. İran’la imzalanan Tahran Anlaşması’nda, kendi başlarına bu adımı atmadıklarını bizzat Obama’nın Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

“İşin ironik yanı, bu yeni kendine güvenen Türkiye’nin Batı’ya verebileceği daha çok şey olması. Bu haliyle Ortadoğu ve Müslüman dünyasında daha çok itibarı var. Batı’nın gerçekten kaybetmemesi gereken Türkiye budur.” Yine Bu kapsamda Carnegie Endowment for International Peace’de Misafir Akademisyen olarak bulunan Lehigh Üniversitesi’nden Profesör Barkey’in özel bir gazeteye vermiş olduğu şu demeç de konumuza ışık tutmaktadır: “AKP, Türkiye’yi modernleştirmek ve devleti demokratikleştirmek için çok şey yaptı, bu sadece dindar ve muhafazakâr bir partinin başarabileceği çok zor bir şeydi.” Referandum sonrasında da kâfirler Türkiye’deki dostlarına medyaları yoluyla teşekkür etmeyi ihmal etmedi. Obama, referandum sonucunu “Türk demokrasisi-

72


Kapitalizme Hizmet Etmenin Karşılığı: Sevilmek ve Övülmek! nin zaferi” olarak yorumlarken, New York Times gazetesi de “Daha Demokratik Bir Türkiye” (16.09.2010) başlıklı yazısında Türkiye’ye övgüler yağdırdı. Başbakan Erdoğan’ın, “Anayasa ve ekonomik reformcu olarak takdire şayan bir geçmişinin olduğu” da vurgulanan yazıda, AB Komisyonu tarafından da desteklenen Anayasa paketinin geçmesinin, Türkiye’nin Anayasal olarak AB’ye girmeye hazır olduğunu gösterdiği, Avrupa’nın artık bu konuda bahane uydurmayı sürdüremeyeceği vurgulandı. ABD’nin en prestijli haftalık dergilerinden Time’da çıkan yazıda ise “Kazanmak işin kolay tarafıydı. Kilit bir referandumla güçlenen Türkiye’nin liderinin şimdi kendi halkını birleştirmesi gerekiyor.” denildi.

dir.” (el-Bakara 147) buyrulur. O yüzden halkın çoğunluğuna uymak dalâlettir. Allah’ın hükmüne rağmen alternatif hüküm çıkarmak sapıklıktır. Demokrasi virüsü girdiğinden bu yana, demokrasi yalanı ile kandırılmış halk, kurtuluşun İslâm’da, öze dönüşte, Hilafet’te olduğunu bu hain yöneticilerin ve şaşkın hoca-âlim takımının gölgelerinden göremedi. Onların yönlendirmelerine kanarak Batı’da, Batılılaşmada görmeye başladı. Şeytan’ın ordusunda neferlik yapanlar ancak beşerî ideolojilere ve onun nizamlarına davette bulunurlar; Hilafet’in karşısında yer alırlar. “Referandum günü şimşekler “elhamdülillah” diye çaktı” diyecek kadar, “Mezardakileri bile kaldırıp “evet” dedirtmek lazım.” diyecek kadar ileri gidenlerin -kafaları bu kadar neyle yumuşadıysa artık!- bir an önce silkelenip kendilerine gelmeleri ve Allah’a tövbe etmeleri gerekir. Eğer bir yerde övgü bulunuyorsa orada ilk önce sevginin olması şarttır. Çünkü sevgisiz övgü olmaz. İnsan bir kişiyi veya herhangi bir şeyi överken, öveceği varlığın bir veya birkaç özelliğinden etkilenir. Etkilendiği özellik onda bir tür hoşluk uyandırarak bunu sevgiye dönüştürür, bu sevgi de yüreğin derinliklerinden kopup gelen kelimelerin dile övgü olarak yansımasını sağlar. Kapitalist kâfirlerle aramızda onların küfürleri yüzünden ebedî düşmanlık bulunurken ve onlar Kapitalizm yerine İslam’ı seçinceye kadar da onlara karşı tavrımızı değiştirmeyecekken, onların bizi, bizim de onları sevmemiz düşünülemez. Çünkü saflarımız farklıdır aynı değil. Bugün Kapitalist Batı’nın Türkiye’yi ve Başbakanını övmeleri, bunların kafirlerin saflarında yer aldığı ve Müslümanlara ihanet ettiği içindir. Hakkın safında bulunup Hilafet’i tesis etmek için çalışmak yerine batılın safında bulunup demokrasi için çalıştığı ve Kapitalizm’e hizmet ettiği içindir!

Kapitalist Batı’nın Türkiye’den, “Senin ne müthiş demokrasin var, yavrum!” makası alması kendi sistemini Türkiye’ye dayatıp uygulattığı içindir. Böylelikle onlar yeni dünya düzenini oluşturma yolunda egemenliklerini pekiştirmekte, kendi iradelerini kabul ettirmektedirler. “Demokrasi” denilen halkın, kendi belirlemiş olduğu hükümlerle kendini yönetmesi mefhumunu Türkiye’ye kâfirlerin soktuğunu, yeni dünya düzeninin bu şekilde olması gerektiğini savunduğunu bilmeyen yokken, Mu’min nasıl olur da bunu kabul eder? Hükmü, gerçek hakim olan Allah’tan alıp da nasıl halka verir? İslâm’da halkın çoğunluğunun mu, Hakk’ın mı hükmü önemlidir? Halbuki halk, Hakka kul olmalı, O’nun hükmüne teslim olmalıdır. Çünkü, ‫ون‬ ِ َّ‫َر الن‬ َ ‫َم‬ َ ‫“ أَ َكث‬İnُ ‫اس اَل َي ْعل‬ ِ َّ‫َر الن‬ sanların çoğu bilmezler.” (Câsiye 26), ‫اس‬ َ ‫أَ ْكث‬ ‫ون‬ َ ُ‫“ اَل يُ ْؤ ِمن‬İnsanların çoğu iman etmezler.” (elĞâfir 59) ‫ور‬ ‫اس إِ اَّل ُك ُف ًا‬ ِ َّ‫َر الن‬ ُ ‫“ َفأَ َبى أَ ْكث‬İnsanların çoğu nankördür.” (el-Furkan 50) ve ‫َر َمن فِي‬ َ ‫َ ِإو�ن تُ ِط ْع أَ ْكث‬ َّ َّ َ‫ا‬ ِ ُ‫ض ي‬ ِ ‫وك َعن َسب‬ ‫ون إِال الظ َّن َ ِإو� ْن ُه ْم‬ ِ ‫أل ْر‬ َ ُّ‫ضل‬ َ ‫ِع‬ ُ ‫ِيل اللّ ِه إِن َيتَّب‬ َّ ‫ون‬ َ ‫ص‬ ُ ‫“ إِال َي ْخ ُر‬Yeryüzünde bulunanların çoğ na uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka (söz de) söylemezler. “ (el-En’âm 116) ‫ِّك‬ َ ‫ْح ُّق مِن رَّب‬ َ ‫“ ال‬Hak Rabbinden-

73

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Bülent KARACA

O “

rtadoğu’da Mısır olmadan savaşamazsınız, Suriye olmadan da barış yapamazsınız.” (Henry A. Kissinger)

ları Amerika aleyhinde harekete geçirmeyi, Amerikan okulunun ve ABD kültür merkezinin kapatılmasını içeriyordu. Bunlara ek olarak Esad rejimi ABD yetkililerinden resmi bir özür ve mağdurlara tazminat ödenmesi talebinde bulundu. Hâlbuki bu öfkeli tavırların arkasındaki bazı detaylar Suriye’nin bu saldırıda Amerika ile işbirliği yapmış olabileceği izlenimini uyandırıyor.

Bu ay sizlere 2008 yılında meydana gelmiş bir olay üzerinden İslamî beldelerden olan Suriye gibi yönetimlerinin nasıl Amerikalı efendilerine ajanlık yaptıklarını izah edeceğim. 26 Ekim 2008 günü 4 ABD helikopteri Irak’tan Suriye içine doğru 8 km uçuş yaparak Suriye’nin doğusunda bulunan bir çiftlikteki binalara saldırıda bulundu. (www.

2 Kasım 2008’de İngiliz basınından The Times; Suriye’nin baskının yapılmasına izin verdiğini, fakat operasyonu ellerine yüzlerine bulaştırınca pisliği temizlemek ve bölgedeki köylülerin ağzını bağlamak için Suriye’nin adı çıkmış gizli istihbaratının bölgeye akın ettiğini deşifre etti. Gazete, çiftlik alanının eğitim yapmak ve Irak sınırına geçmek isteyen mücahidler için bir cennet olduğunu da ifşa etti. Bazılarının da belirgin bir Irak aksanı ile konuştuklarını belirtti. Bu ifşaatlar yeni değil ve uzun süredir var olan Suriye’nin gizlice ABD’nin Irak’a yerleşmesine destek olduğu kuşkularını destekler mahiyettedir.

cbsnews.com/stories/2008/10/26/world/main4546279.sht

Operasyon ABD özel harekatı tarafından yürütüldü ve dördü çocuk, biri el-kaide üyesi olan Ebu Gadiya da dahil 8 kişi öldürüldü. Baskının hemen ardından Suriye rejimi egemenliğinin ihlali gerekçesiyle saldırıyı şiddetle kınadı ve protesto etmek için misilleme niteliğinde bir dizi önlem aldı. Bu önlemler Irak sınırından Suriye askerlerinin geri çekilmesini, kalabalık-

ml?source=RSSattr=HOME_4546279)

Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

74


Suriye Amerika’nın Irak Hegemonyasına Alet Olmaktadır Saddam’ın düşmesinden ilk defa Bağdat’a büyükelçi ABD yanlısı Irak’ın hasta sonra, birçok Irak vatandaşı gönderdi. Daha sonra çok hükümetine daha ileri Irak’tan kaçtı ve Suriye’den şaşırtıcı olmayan bir gelişdüzeyde siyasi meşruiyet iltica talebinde bulundu. me oldu ve Eylül ayında sağlamak için Suriye; 2008 Günümüzde bu mültecileIrak Başbakanı Celal Talayılında diplomatik ilişkileri rin sayısı yaklaşık olarak 1,5 bani, efendisi Başkan Geornormalize etmek için 26 milyonu bulmaktadır. Surige Bush’a Suriye’nin artık ye; Amerika himayesinde, Irak’ın güvenliği için tehdit yıl sonra ilk defa Bağdat’a amacı çok bariz bir şekilde oluşturmadığını söyledi. büyükelçi gönderdi. Irak’lı mültecileri toplamak Mademki tehdit oluşturmuve Irak direnişinin içine sızarak ABD yetyordu neden ABD bu baskını düzenledi? kililerine eşzamanlı istihbarat sağlamak ve Görünüşe göre saldırının zamanlaması 3 özellikle mezhepsel anlaşmazlıkları tetikleamaca ulaşmayı hedefliyordu. yen Irak’taki gizli operasyonlarını gerçekleşBirincisi, ABD’ye Ebu Gadiya’nın tutuktirmek olan militan eğitim kampları kurdu. lanması için geçerli bilgiler sunuldu. Birkaç Suriye aynı zamanda Irak sınırlarında her hafta öncesinde Irak’taki bir el-Kaide savaş 4 kilometrede bir kontrol noktaları oluşturkampı olan Baküba’da bazı militanlar tutukdu. Bu çabalarıyla Suriye rejimi sınır boyunlandı ve onlardan elde edilen istihbarat basca hareket eden mücahidlerin izlerini takip kını teşvik etti. etme ve gözetleme imkânı bulmaktadır. Bu düzenleme sayesinde birkaç bin bağımsız direniş savaşçısını ve son örneği Ebu Gadiya olan üst düzeyli hedeflerin yok edilmesi ile sonuçlandı.

İkincisi, sınırdaki Suriye askerlerinin geri çekilmesi ABD’ye askerlerini resmi olarak 2011’e kadar Irak’ta tutmasını sağlayacak yeni bir güvenlik anlaşması imzalamak için Irak’lılar üzerinde bir baskı unsuru oluşturmaya yardımcı oldu.

Bu tedbirlerden sonra Suriye, belli ölçülerde Irak’ın batı sınırlarını sakinleştirmiş ve ABD’nin bölgeyi kontrol etmesine yardımcı olmuş oldu. ABD yanlısı Irak’ın hasta hükümetine daha ileri düzeyde siyasi meşruiyet sağlamak için Suriye; 2008 yılında diplomatik ilişkileri normalize etmek için 26 yıl sonra

Üçüncü olarak da, ABD genişletilmiş önleyici savaş doktrinini ilan etmek için bu baskını istismar etmiş oldu.

75

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


BAKARA SURESİ 282. AYET Esad MANSUR ِ‫َّح َم ِن الر‬ ‫َّحي ِم‬ ْ‫ِس ِم اللّ ِه الر‬ ْ‫ب‬ ‫وه‬ َ ‫ُّها الَّذ‬ ُ ُ‫ُّسمًّى َفا ْكتُب‬ َ ‫َيا أَي‬ َ ‫ِين‬ َ ‫آمنُوْا إِذَا َت َد َاينتُم ِب َد ْي ٍن إِلَى أَ َج ٍل م‬ ‫َما َعلَّ َم ُه اللّ ُه‬ َ ‫ِب بِال َْع ْد ِل َو‬ ٌ ‫ال َي ْأ َب كَات‬ ٌ ‫ُم كَات‬ َ ‫ِب أَ ْن َي ْكتُ َب ك‬ ْ ‫َول َْي ْكتُب ب َّْي َنك‬ َّ ُّ َّ ِ َّ ِ ‫س ِم ْن ُه‬ ‫خ‬ ‫ب‬ ‫ي‬ ‫ال‬ ‫و‬ ‫ه‬ ‫ب‬ ‫ر‬ ‫ه‬ ‫ل‬ ‫ال‬ ‫ق‬ ‫ت‬ ‫ْي‬ ‫ل‬ ‫و‬ ‫ق‬ ‫ْح‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫ه‬ ‫َي‬ ‫ل‬ ‫ع‬ ‫ِي‬ ‫ذ‬ ‫ال‬ ‫ِل‬ ‫ل‬ ‫َفل َْي ْكتُ ْب َولْيُ ْم‬ ِ ّ َ َ​َ َ ْ َ ْ َ َْ َ ُ َ َ َّ ُّ ‫َان الذِي َعل َْي ِه ال‬ ‫يع أَن‬ َ ‫ضعِي ًفا أَ ْو‬ َ ‫ِيها أَ ْو‬ َ ‫َش ْي ًئا َفإن ك‬ ُ ‫ال َي ْس َت ِط‬ ً ‫ْحق َسف‬ َ َّ َّ ‫يم‬ ‫ُم َفإِن ل ْم‬ ْ ‫ِل ُه َو َفلْيُ ْمل‬ ُ َ‫اس َت ْش ِه ُدوْا َشهِي َد ْي ِن من ر‬ ْ ‫ِل َول ُِّي ُه بِال َْع ْد ِل َو‬ ْ ‫ِّجالِك‬ ُّ ‫ِن‬ ٌ ِ ‫الش َه َداء أَن َت‬ ‫ض َّل‬ ِ ‫ام َأَرَت‬ ‫و‬ ‫ل‬ ‫ج‬ ‫ر‬ ‫ف‬ ‫ن‬ ِ ‫َي‬ ‫ل‬ ‫ج‬ ‫ر‬ ‫ا‬ ‫ن‬ ‫ُو‬ ‫ك‬ ‫ي‬ َ َ َ ‫ان مِمَّن َت ْر‬ َ ‫ض ْو َن م‬ ْ َ َ َ ُ ُ َْ ِّ ُّ ْ ُ ‫ال‬ َ ‫ال َيأ َب الش َه َداء إِذَا َما ُد ُعوْا َو‬ َ ‫اه َما األ ْخ َرى َو‬ ُ ‫اه َما َفتُذَك َر إِ ْح َد‬ ُ ‫ْح َد‬ ْ‫إ‬ َ َ َ َ َ ِ ِ ِ ‫ْس ُط ِعن َد اللّ ِه‬ ‫ق‬ ‫أ‬ ‫ُم‬ ‫ك‬ ‫ل‬ ‫ذ‬ ‫ه‬ ‫ل‬ ‫ج‬ ‫أ‬ ‫َى‬ ‫ل‬ ‫إ‬ ‫ِير‬ ‫ا‬ ‫ب‬ ‫ك‬ ‫و‬ ‫أ‬ ‫ِير‬ ‫ا‬ ‫غ‬ ‫ص‬ ‫ه‬ ‫و‬ ‫ب‬ ‫ت‬ ‫ك‬ ‫ت‬ ‫ن‬ ‫أ‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫م‬ ‫أ‬ ‫س‬ ْ َ َ ْ ِ ً ً َ ُْ ُ ُ َ َ َ ْ ْ ُ ْ ‫َت‬ َّ َّ َّ ِ ‫ارًة َح‬ ‫ِيروَن َها‬ َ ‫ْوم لِلش َها َد ِة َوأَ ْد َنى أَال َت ْرَتابُوْا إِال أَن َتك‬ ُ ‫اض َرًة تُد‬ َ ‫ِج‬ َ ‫ُون ت‬ ُ ‫َوأَق‬ َّ َ َ ‫آر‬ َّ ‫ض‬ َ ‫وها َوأ ْش ِه ُد ْوْا إِذَا َت َب َاي ْعتُ ْم َو‬ َ ُ‫ال ي‬ َ ُ‫اح أال َت ْكتُب‬ ٌ ‫ُم ُج َن‬ َ ‫ُم َفل َْي‬ ْ ‫س َعل َْيك‬ ْ ‫َب ْي َنك‬ ِّ َّ َّ ‫ُم اللّ ُه‬ َ ‫ِب َو‬ ٌ ‫ال َشهِي ٌد َ ِإو�ن َت ْف َعلُوْا َفإِن ُه ُف ُس‬ ٌ ‫كَات‬ ُ ‫ُم َوات ُقوْا اللّ َه َويُ َعل ُمك‬ ْ ‫وق ِبك‬ ِّ ٍ ‫ِيم‬ ‫ل‬ ‫ع‬ ‫ء‬ ‫ي‬ ‫ش‬ ‫ُل‬ ‫ك‬ ‫ب‬ ِ ‫َواللّ ُه‬ ٌ َ َْ “Ey iman edenler, belirli bir süreye kadar borçlandığınız zaman onu yazın. İçinizden bir kâtip doğru olarak yazsın. Kâtip Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borçlu olan da yazdırsın. Rabbi olan Allah’tan korksun da ondan hiçbir şeyi eksiltmesin. Eğer borçlu cahil veya zayıf olursa, ya da bizzat kendisi yazdırmaya gücü yetmezse, velisi (onu) dosdoğru yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek yoksa razı olacağınız şahitlerden, bir erkek ve biri Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

unuttuğu zaman diğerinin ona hatırlatması için iki kadın (şahit de olabilir). Şahitler çağrıldıklarında (şahitlik etmekten) kaçınmasınlar. Küçük olsun, büyük olsun borcu süresiyle birlikte yazmaya üşenmeyin. Bu, Allah katında daha adaletli, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için de en isabetli olandır. Ancak aranızda yaptığınız alışverişin peşin bir ticaret olması halinde onu yazmamanızın bir günahı yoktur. Alışveriş yaptığınız zaman da şahit tutun. Yazana da şahide de zarar verilmesin. Eğer bir zarar verirseniz bu şüphesiz, sizin yoldan çıkmanız demektir. Allah’tan korkun. Allah (bunları) size öğretmektedir. Allah her şeyi bilendir.” (el-Bakara 282) Bu ayete, “borçlanma ayeti” denilip Kur’an’ın en uzun ayetidir. Borçlanmakla ilgili önemli ve değerli hükümleri içerir. Allahu Teâlâ, iman edenlere seslenip borçlandıkları, zaman yazmalarını talep etti. İşte; ilk talep, borcu yazmaktır. İkinci talep ise, udul olan (dürüst) bir kâtip tarafından bu borçlanmayı yazmaktır. Bu kâtip,

76


Bakara Suresi 282. Ayet ancak iki tarafın anlaştıkları hususları yazacaktır, fazla veya eksik yazmayacaktır. “Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde kâtibin yazmasının” manası budur. Allah’ın kendisine öğrettiği şey, yalan bir şey yazmamak, fazla veya eksik yazmamak, değişik bir şey yazmayıp sırf anlaştıkları hususları yazmaktır.

âkil ve baliğdir. Âkil olan kimse, dengeli ve aklıselime sahiptir. Sefih veya zayıf veya cahil veya dilinde, aklında ve kavrayışında sakatlık yoktur. Bu iki şahit bizden olacaktır. Ayette; “Sizden iki şahit tutun” denilmektedir. Buna göre şahitler, Mü’minlerden olmalıdır. Çünkü ayetin başında, “Ey iman edenler” hitabı geçmiştir. Eğer iki adam bulunmazsa, bir adam ile iki kadın şahit tutulur. Ayette iki kadın söylendi; “kadın” akılbaliğ bir insan demektir.

Üçüncü talep ise; borçlu kimsenin, kendi üzerindeki hakkı borcu olduğu gibi yazdırmasıdır. Allah’tan korkarak haktan veya borçtan hiçbir şey yazdırmaktan sakınmayacaktır, hiç eksik yazdırmayacaktır.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, “kadınların akıl ve din hususunda eksik” olduklarını söyleyince, bir kadın Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e bunun sebebini sormuştur. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle cevap verdi:

Dördüncü talep şöyledir: Borçlu olan kimse; eğer sefih veya zayıf veyahut yazdıramayan ise velisi yerine geçip borcu yazdıracaktır. Sefih olan kimse, para ve malı idare etmek veya tasarruf etmekten men edilen kimsedir. Eğer, bir kimse savurgan veya müsrif veyahut para veya malın idaresini bilmeyip boşuna malını ve parasını harcarsa, İslam Devleti’ndeki hâkim bunun hakkında hacr (tasarruftan men etmek) kararı çıkarır. Böyle kimselere sefih denilir, akılsızlık yapan veya aptal gibi bir kimse olur. Doğru dürüst düşünemeyen veya idareyi yapamayana da sefih denilir. Kur’an-ı Kerim’de, münafıklara ve kâfirlere sefih lakabı verilmiştir. Para ve malın idaresini bilmeyenler de olarak sefih adlandırıldı. Münafıklar ve kâfirler, inanmayıp İslam’ın fikir ve ahkâmını doğru şekilde düşünmeyip mugalâta veya yanıltma yaptıkları için beyinsiz oldular. Zayıf olan kimseler, çocuklar ve delilerdir. Onlar borcu yazdıramazlar. Bu sebeple zayıf kimseler sayıldılar.

“Aklın eksikliği; iki kadının şahitliği, bir erkekliğin şahitliği eder. İşte, aklın noksanlığı budur. Namaz kılmadan geceleri geçirir, Ramazan’da orucu bozar, bu ise; dinin noksanlığıdır.” (Muslim) İki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine eşit geldiği için aklen eksik sayıldı. Ayette, bunun hikmeti gösterildi; “biri onu unutursa diğeri ona şahitliği hatırlatsın.” Bu ise, maliye ve onunla ilgili hususlarda geçerlidir. Fakat birtakım hususlarda, özellikle kadınlarla ilgili hususlarda sadece kadının şahitliği kabul edilir, erkeğin şahitliği hiç kabul edilmez. Misal olarak; kadınlar hamamında bir cinayet veya vukuat meydana gelirse, yalnız kadının şahitliği kabul edilir. Fakat maliye ve ticaret muamelelerinde kadının esas yeri burası olmadığı ve ekseriyetle buralarda bulunmadığı için unutkanlığı söz konusu olabilir. Bu hikmete dayanarak, iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliği yerine tutuldu ki o, unutkanlığa karşı bir tedbir mesabesinde olsun. Çünkü kadınlar, malî ve ticarî alanlarda az iştigal ettikleri için büyük ihtimal unutabilirler. Emzirme konusunda ise, tek

Yazdıramayan borçlular ise, cahil veya dilinde bir sakatlık olan kimselerdir; bunlar, yanlış yazdırabilirler veya sözlerinden yanlış şeyler anlaşılıp bu nedenle başka şeyler yazdırabilirler. Bu durumda, bu kişilerin borcunu velileri yazdırır. Beşinci talep; iki adamı şahit tutmaktır. “Adam”ın manası, Arapça’da “teccül”dür;

77

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Bakara Suresi 282. Ayet bir kadının şahitliği kabul edilebilir. Zira bu alan, kadınların alanıdır. Buna göre, aklın noksanlığı, unutkanlıktan ileri gelir. Çünkü insan hep unutursa, düşünme eylemini etkiler. Misal olarak; hadis rivayetini kabul etme konusunda eğer bir kişi, erkek olsa da ziyadesiyle unutkan ise onun rivayeti reddedilir, kabul edilmez. Hâkim de onun şahitliğine karşı şüpheyle bakar.

Eğer, şahit tutulursa veya insanların haklarıyla ilgili bir şey bilirse, bu bildiği mesele hakkında insanlar arasındaki çekişmeyi kaldırtmak ve hakları sahiplerine iade etmek için, şahit olduğu olaylarla ilgili olarak direk gören ve direk duyan kimse hemen gelir, direk gördüğünü veya direk duyduğunu söyler. Ama direk görmezse ve duymazsa şahit olamaz ve hiçbir şey söylemeye hakkı yoktur, yoksa günahkâr olur. Çünkü işi daha fazla karıştırır ve çekişmeyi arttırır.

Bu ayet ve o hadis kadının değerini düşürmez, sadece, insanların haklarını korumak için alınmış bir tedbirdir. Zira -erkek olsun kadın olsun- akılları, tam yerinde değilse, çok unutkanlığı varsa veya aşırı sinirlilik ve kızgınlık durumlarında meseleler değişkenlik arz eder. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem; “Hâkim kızgın iken hüküm veremez.” (Buharî) buyurdu.

İnsanların hakları dışında olup gizlice işledikleri günahlar hakkında şahitlik yapmak için koşmak mekruhtur. İnsanların ayıp, kusur ve gizlice işledikleri günahları örtmek daha efdal, üstündür. Gizlice, o Müslüman’la konuşulur ve ıslah etmeye çalışılır. Nitekim Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu hususla ilgili şöyle buyurdu:

Kızgınlık ve sinirlilik esnasında akıl sağlam çalışmaz, hâkim o halde hüküm verince bir ihtimal, yanlış hüküm verebilir. Kadının dinen noksanlığı ise, doğum yapınca veya âdetli olunca, namaz kılmaz ve oruç tutmaz. Namaz tamamen ondan sâkıt olur, oruç ise, bilhassa bozulduğu günleri kaza eder. Ayette; “…razı olacağınız şahitler” denilmesi, şahitlerin udul olmalarına, güvenilir olmalarına delalettir. Zira udul veya güvenilir olmayınca onların şahitliğine razı olmayız.

“Şahitliği yapmak için çağrılmadan şahitliği yapan birtakım insanlar ortaya çıkacaktır.” (Buharî ve Muslim) Borcun küçük veya az veya çok olmasına bakmaksızın yazılması daha iyidir. Birçok insan borcu yazmaktan üşenirler veya sevmezler. Birbirlerine güvendikleri için yazmaya yönelmez veya lüzum görmezler. İleride bunun üzerine bir ihtilaf olabileceğini veya unutabileceklerini düşünmezler. Bu nedenle Allahu Teâlâ borcun az veya çok olmasına bakmaksızın yazılmasını, üşenilmemesini talep etmiştir. Zira bu, Allah indinde daha adaletli ve şahitlik için daha sağlamdır, şüpheye düşmemek içindir. Borcun miktarı, tarihi, ne zaman ödeneceği ve şahitler yazılınca iş sağlam olur, ilerde pek şüphe olmaz, haklar kaybolmaz ve yerine getirilir. İnsanları yaratıp hallerini ve gelecekte ne olup biteceğini bilen Allahu Teâlâ insanlar arasındaki ihtilafların kaldırılmasını ister. Çünkü insanların dünyada huzurlu yaşamalarını ister. Bunun için dosdoğru ahkâm indirdi. Allah’ın hük-

Şahitler, şahitliklerini yerine getirmek için çağırılınca hemen gelip şahitliklerini yerine getirirler, kaçmazlar. Şahitliği yerine getirmekten kaçıyorsa günahkâr olur. Çünkü Allah “şahitliklerini yerine getirmekten kaçmasınlar” diye emir veriyor. Kaçtıkları zaman insanların haklarını kaybettirmeye ve onların da çekişmenin husulüne sebep olurlar. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem söyle buyurdu: “En hayırlı şahitleri size göstereyim mi? Çağrılmadığı halde şahitlik etmek için koşan kişidir.” (Muslim) Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

78


Bakara Suresi 282. Ayet münden daha güzel hüküm var mı? Elbette, hayır!

kesinlikle haramdır. Çünkü Allahu Teâlâ, “Eğer bunu yaparsanız sizde fasıklık var demektir” buyurmuştur.

Ancak, hali hazırda ticaret ayrıdır; burada mal teslim edilir ve parası hemen verilir. Borçlanma davası yoktur, bir el malı teslim eder, başka bir el malın parasını hemen teslim eder. Bunun yazılması gerekmez. Çünkü satıcı, malı teslim edip bunun parasını aldı. Ama yazılırsa da olur. Çünkü ayette “bu halde, hazır ticareti yazmasanız da bir sakınca yoktur” denilmiştir. Ancak, her alışveriş türünde de şahit tutulursa daha iyidir. Böyle alışverişler daha sağlam olur, ilerde ihtilaf ve çekişmelerin meydana gelmesi ihtimali azalır. Şahit tutmanın her alışverişte daha güzel ve mendup (sünnet) olduğuna dair şu hadiste Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

Sözleşmeyi yazana ve buna şahit olana, yazdıkları ve taraflardan işittiklerini değiştirmek için onlara baskı yapmak fasıklıktır. İnsan fasık olunca, bir daha şahitliği ve sözü kabul edilmez olur. Ta ki tövbe edince, yaptığını düzeltince ve kendisinin düzeldiğini en az bir sene boyunca ispat edinceye kadar tekrar udulluğuna dönecektir. Ancak o zaman şahitliği kabul edilir. Allah, Kendisinden sakındırıp O’nun emrine muhalefet etmemizin büyük bir günah olduğunu göstermektedir. “Allah size öğretiyor.” Bu ifadenin manası; Allah bize öğretince ondan sakınırız ve korkarız. Allah’ın hükmünü öğrenmeden nasıl ondan sakınılacaktır? Bundan dolayı, insan bir iş yapacaksa veya bir şeye yönelecekse önce bu iş ve bu şey hakkında Allah’ın hükmünü bilmelidir. Yoksa günahkâr olur. Zira Allah’ın hükmünü bilmezse, ona uygun amel ortaya koyamaz. Bu ise büyük günahtır. Ayetin şu “Allah’tan korkun Allah size öğretiyor” ifadesinden, özellikle fıkhı öğretmek anlaşılır. İnsanın, yapacağı işler hakkındaki şer’î hükümleri öğrenmesi kastedilir. Fıkıh ise; Kur’an’dan ve Sünnet’ten pratik meselelerle ilgili hükümlerin ilmidir.

“Üç kişi vardır; Allah’a dua ederler, Allah onların duasını kabul etmez: Bir adam, ahlakı ve huyu kötü olan kadınla evli olup onu boşayamıyor. Başka adam, yetim baliğ olmadan ona parasını veriyor. Öbür adam ise başka bir adama, şahit tutulmadan borç veriyor.” (Buharî ve Muslim’in şartlarına göre sahih olan hadistir. Hâkim rivayet etmiştir).

Bu hadisteki “duası kabul edilmiyor”un manası, mekruhtur. Bu adamlar, iyi olmayan durumdadırlar, demek isteniyor. Zira şahit tutmak farz kılınmadı ve tutulmanın haram kılınmadığı için şahit tutmak mendup oldu. Ayrıca, insanın karısı kötü ahlaka ve huya sahip olunca onu boşamamak haram değildir veya onu boşamak farz değildir. Onu boşamamak mekruhtur. Yine, baliğ olmadan yetime parasını vermek de mekruhtur.

Allah her şeyi bilir, ne olacağını bilir, insanlar bilemezler, tahmin ederler, Allah kesin olarak ne olup biteceğini bildiği için yukarıda ahkâmı indirmiştir. Bu ahkâma tabi olduğumuz zaman hem dünyada hem Ahiret’te mutlu oluruz. Dünyada işlerimiz düzgün olur. Ahiret’te Allah bizden razı olur ve bizi Cennet’e sokar, ebedî saadete sahip oluruz.

Ayette, “şahide ve kâtibe (yazana) zarar verilmesin” ifadesinin manası; kâtibe, yazdırılan şeyler dışında yazması için baskı yapmak ve şahide, duyduğu veya gördüğü şey dışında söylemesi için ona baskı yapmaktır. Bu,

79

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Bayramlar Allah Azze ve Celle’nin Müslümanlar için tayin ettiği kutlama günleridir. Bu günlerin hangi günler olduğunu da Rasululllah SallAllahu Aleyhi ve Sellem; İydu’l-Fıtr’ın Şevval ayının ilk günü, İydu’l-Adha’nın ise Zilhicce ayının 10. günü olarak bildirilmiştir. Bu konuda Müslümanlara düşen sorumluluk, hem Şevval hilalini hem de Zilhicce hilalini gözlemlemektir. Zira hangi günün bayram olduğu bu gözlem sonucunda ortaya çıkacaktır. ‫إذا رأيتموه فصوموا إو�ذا رأيتموه فأفطروا‬ “Hilal’i görünce oruç tutunuz, tekrar görünce de iftar ediniz (bozunuz).” (Buharî) Müslümanlar için Ramazan Orucunun, Ramazan ve Kurban Bayramı’nın başlama gününün tespitinde hilalin gözlemlenmesi, bunun ilan edilmesi ve bütün Müslümanların bugünlerde ortak hareket etmeleri Şer’an farz ve Müslümanların vahdetinin bir emaresi olması açısından da mühim bir ameldir. Bunun önüne geçmek isteyenler, bu vahdetten korkan sömürgeci kâfirler ve onların yerli uşak yöneticileridir. İşte bugün öylesi bir gündür ki, Müslümanlar yeniden ayağa kalkacaklarının bir nişanesi olarak bu günleri, vahdetin bir emaresi olarak birleştirebilmeli, tek hilale tabi olup, tek Ramazan’da oruç tutmalı, aynı bayramda bayram etmeli, Haccetmeli ve kurban kesmelidirler. İşte bu sebeple okurlarımıza konuyla ilgili olarak bazı mühim hatırlatmalarda bulunmak istiyoruz. - İydu’l-Adha (Kurban Bayramı) -nasipse- Zilhicce ayında 10. günü olduğundan o günün tespitinin yapılması elzemdir. Kurban kesilecek günler İslam fıkhında bellidir ve o gününün tespit edilmesi ibadettin sahih olmasını sağlayacaktır. Bu sebeple Bayram gününün tespiti açısından Zilhicce hilalinin takip edilmesi bütün Müslümanlar üzerinde bir mesuliyettir. - Hilal’in takibinin yapılması başka bir konu açısından da kaçınılmazdır. Zira Müslümanlar İydu’l Adha’nın arifesinde kurbet kastıyla oruç tutarlar. Çünkü İydu’l-Adha’nın arifesinde de oruç tutmak menduptur. Fakat Zilhicce hilalinin görülememesi dolayısıyla Bayram günlerinin tespitinde olacak bir sapma, Müslümanları bayram gününde oruç tutmuş olmaya götürebileceğinden, haram işleme riski ile karşı karşıya getirebilir. Yani Müslümanlar sevap umarken, ikaba muhatap olabilirler. Konuyla alakalı olarak Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: ‫ وهي أيام أكل وشرب‬،‫ وأيام التشريق عيدنا أهل اإلسالم‬،‫ ويوم النحر‬،‫يوم عرفة‬ “Arefe günü, Nahr günü (Adha Bayramı) ve Teşrik Günleri biz Ehl-i İslâm’ın bayramıdır. Bunlar; yemek, içmek günleridir.” Bu hatırlatmaların ardından, Zilhicce hilalini dünyadaki bütün Müslümanlar gibi bizler de gözlemleyecek ve ulaştığımız sahih sonucu inşaAllah internet sitemizden sizlerle paylaşacağız. Iydu’l-Adha’nız mubarek ve hayırlara vesile olsun inşaAllah…

Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

80


81

KÖKLÜDEĞİŞİM - Kasım 2010


Kasım 2010 - KÖKLÜDEĞİŞİM

82


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.