Gölge e-Dergi Sayı 2

Page 25

Caner’in Turtası Caner Özer

D E N E M E

“Cerrahlar, cerrah oldukları için adam kesmezler; onlar adam kesebildikleri için cerrahtırlar!” Bu cümleyi ilk duyduğumda anlık bir şok yaşamadığımı söylersem, yalan söylemiş olurum. Ama biraz düşününce bu sözün hiç de yanlış olmadığının farkına vardım. Üstelik daha ileriki zamanlarda bunu dilimden düşürmez oldum. Bende kalıcı etkiler bıraktığını söyleyebilirim hatta… Beni en çok şaşırtan ise böyle etkili ve zekice bir sözün hiç beklemeyeceğim bir yoldan – yerli bir televizyon dizisi - bana ulaşmış olması. Bu sözü söyleyen estetik cerrah rolündeki aktör, canlandırdığı karakterin özelliklerini de kullanarak, bunu tezini savunurken beni daha da şaşırttı. İnsanların içindeki “Bastırılmış Şiddet Eğilimi”nin dışa vurulmasının sonuçlarından biri olarak nitelendiriyordu mesleğini. Her ne kadar bu adam bir doktor değilse de ve her ne kadar pek çok insana göre bu etik yönden doğru bir tabir olmasa da ben kendisine bu konuda hak vermeden geçemeyeceğim sanırım. Özellikle de son 3 ya da 4 yılda; okuduğu her kitaptaki, izlediği her film ve oyundaki kötü karakterleri takıntı haline getiren biri olarak ben bu görüşün bana çok da uzak olmadığını keşfettim. Pek çoğumuz için hayatın bir gerçeği olan ve hala gizemini koruyan “Ölüm”ü düşünmekten öte, insanların öldürme içgüdüsünün daha çekici bir konu olduğunu düşünüyorum. Bundan daha genel bir nitelendirmeye ihtiyaç duyarsak, “Şiddet Eğilimi” demek de yanlış olmaz sanırım. O kadar çok konu varken, böylesine garip, itici, belki de dehşet verici bir konu seçmek çok da mantıklı gelmeyebilir elbette. Ancak insanların gerçekleri bilmek istememesi, gerçeklerin gizlenmesi için yeterli bir sebep değildir benim gözümde. İşte bu yüzden bu konu hakkındaki düşüncelerimi sizinle paylaşmak istedim. “Bastırılmış Şiddet Eğilimi”, “Katletme Arzusu”, “Öldürme İçgüdüsü” ve belki kişisel bir tabirle “Kırmızı İçgüdü”… Bunlar hiç de küçümsenecek ya da yabana atılacak cinsten tabirler değiller. Hepsi insanlığın en büyük zaafının sonucu ortaya çıkan, yıkım gücü inanılmaz birer olgudur. Bu zaaf elbette ki “İnsan Egosu”ndan başka bir şey değildir. Peki, neden bastırılmış sıfatı kullanılır bu arzular için? Nedir bizi onları bastırmaya iten? Bunu da tek kelimeyle özetlemek mümkündür: “Ahlâk”. Çünkü bunlar insan zekâsının ürünlerinden biri olan, sınırlamaların en büyüğüyle yani Ahlâk ile çatışmaktadırlar. Bazılarına göre hiç var olmamış ve hiç var olmayacak bir olgudur Ahlâk. Tıpkı iyilik ve kötülük gibi o da görecelidir. Değişkenliğinden öte yapaydır da… İnsan aklı kendi sınıflandırmaları ile ortaya çıkardıklarını ve elbette ki kendini yine kendi oluşturduğu bir mekanizmayla koruma altına almış ve sınırlandırmıştır. Buna da ahlâk, görgü, din gibi çeşitli isimler altında yer edindirmiştir. Yani insan hayattaki en büyük gayesini, egosunu tatmin etmeyi, yine kendi egosundan kaynaklı sebeplerle engellemiştir. Üstelik bunu basitçe ve kısa vadeli değil; etkili ve kalıcı bir yöntemle yapmıştır. İşte bu nedenle de insanın en büyük düşmanı yine insandır. Bahsettiğim bu durumu klasik ve modern sanat eserlerini pek çoğunda görmek mümkündür. Edebiyatta da, görsel sanatlarda da en ön planda olan insanın tatminkârlık isteğidir. Sanatçı bir nevi kendini ve toplumu tatmin etmek, içindekileri dışa vurmak için sanata yönelmiştir. İşte bu nedenledir ki sanatçılar Ortaçağ’da hor görülmüş, dışlanmış, engellenmiştir. Sanat özgür düşünmek demektir. Özgür düşünmek arzuların serbest kalması… Ve bu da tabuların yıkılması, sistemin çökmesidir. İşte bu nedenle sanatçılar pek çoğumuzdan daha özgür düşüncelidirler. Onlar zihinlerindeki engelleri aşıp, uygulamada olmasa bile tasarlamada arzularını ortaya çıkaranlardır. Patrick Süskind’in romanı “Koku”da, J.K. Rowling’in fantastik roman serisi “Harry Potter”da, Stephen King’in kitabı “O”da, Jean-Paul Sartre’nin hikâyesi “Herostratos”ta ve son zamanlarda büyük ilgi görmüş filmlerden “Testere” (Seri) ve “Sweeney Todd”da (Müzikal) bu durumun yansımalarını görebiliriz. Yazarların bastırılmış tüm duygularını kitaplardaki, insanların çoğunun kötü diye tabir ettikleri karakterlerde görmek mümkündür. Bu kitaplarda asıl konu hep farklı algılanır veya anlatılır. Ancak hepsinin ortak bir noktası vardır: Ya kötü diye tabir edilen karakterlerin yaptıkları şeylerin nedenleri ortaya sunularak, onların da kendilerince haklı oldukları gösterilmeye çalışılır ya da bu karakterler insanların gözünde güçlü, kararlı, tutkulu, zeki gösterilerek onlara sempati veya - korkudan kaynaklı - saygı duyulması sağlanır. Ancak bu eserlerde de diğer her yerde olduğu gibi çok bilindik bir sorun vardır. Bu kadar ileriye gittikten sonra kaybeden taraf yine bu yüceltilenlerdir. Son ana kadar avantajlı olanlar hep onlar olurken, son anda sözde şansın ve azmin yardımıyla karşı taraf ka zanır. İşte sınırlamalar yine burada karşımıza çıkar! İnsanın temel içgüdüsü ne tek başına “Yemek” olabilir ne de “Cinsellik”… İnsanın en temel dürtüsü “yaşamak”tır ve tıpkı hayvanlarda olduğu gibi insan da yaşamak için öldürmekten çekinmeyen bir varlıktır. Çünkü diğer tüm ihtiyaçların kaynağında yaşama arzusu vardır. Birçoğumuz öldürmeyi sadece bir kaçış, korkaklık, ya da zayıflık olarak görse de bir insanı öldürmek hiç de sanıldığı kadar kolay değildir. Bu hem psikolojik, hem ruhsal, hem de bedensel olarak güç ve dayanıklılık ister. Kararlılıktan öte bunun sonrasının da düşünülmesini gerektirir. Bu ancak “Vicdan” adı verilen duyguya yenilmeyi reddederek yapılabilir. Yoksa kişinin sonunu getirmekten öte geçemez öldürmek. Zevk almayı bırakın, yalnızca acı getirir. İşte bu yüzden herkes öldüremez! İşte benim varmak istediğim nokta tam olarak burada başlıyor. Ben, tam olarak bu tür insanların gayelerini anlamaya çalışıyorum. Haliyle ben de normal insanlar gibi düşünmeye başladığım anda, insanların benim bir psikopat olduğumu düşüneceklerini düşünüp korkuya kapılıyorum bazen. Ama elbette ki böyle düşünebildiğim zamanlarda ben de bu bahsettiğim şeyin kulağa ne kadar korkunç geldiğinin bilincine varıyorum. Ama dediğim gibi gerçeklerin gizlenmesi için yeterli bir sebep değil bu. Her ne kadar inkâr edecek de olsak insanlar için yapmak istenenler ve yapılması gerekenler vardır. Ayrım ise onların yapmak istediklerini, yapılması gerekenler olarak görüp görmediklerinde yatar. Ya da yapılması gerekenleri başkalarının yapmak istediklerinden seçip seçmediklerine… Eğer bir seçme şansına sahip olsaydım, o hikâyelerin içinde olma şansı bana verilseydi, kesinlikle iyi diye tabir edilenlerden olmak istemezdim. Çünkü şu an içinde bulunduğum farkındalıkla şansım varken gücümü kullanmak, seçimlerimi yapmak gibi konularda özgür olmak isterdim. Asla her zaman şansla kazanan, yanlı bir düşüncenin ürünü olan kişilerden olmak istemezdim. Çünkü ben onların, zaaflarının farkında olmadıklarını bilip, onlardan üstün olduğumun bilincinde olurdum bö yle bir durumda. Onların bilmediğini bilir ve onların tatmadıklarını tadardım.

25


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.