Meramyeniyol2

Page 1

Çizgi: Ufuk Akbal, Logo: Ertuğrul Emin Akgün Ağustos 2014. * Özkaynaklarla word'de ve paint'te hazırlanır; issuu.com'da yayımlanır.


MUHTEVİYAT Ufuk Akbal - Alâmet-i Farika, Esbâb-ı Mucibe ve Eleştiri Adab-ı Muaşeret Notları Rüşdü Paşa - ara ama dalma Ufuk Akbal - Akdenizlilik ve İtalyanite: Selen, Braudel, Putnam Gündelik Hayatın Estetiği Notları Rüşdü Paşa - dur/ oluş son derece coğrafidir Ufuk Akbal- Üç Seyhan Erözçelik Şiirine Kişisel Şerhler İktisatçı Gastronomun Günlüğü Rüşdü Paşa- türk kahvaltısı Rüşdü Paşa- fragmanlar Ufuk Akbal -playlist Rüşdü Paşa - 1921 doğumlu aydın boysan kısa bir hayat Dem Akademisi: Yavuz Dizdar ve Aydın Boysan ARKA KAPAK KIZI: Sasha Grey

İLETİŞMEK İÇİN: meramyeniyolfanzin@gmail.com twitter.com/meramyeniyolfan ufukakbal.blogspot.com rusdupasa.blogspot.com

Rüşdü Paşa: mülkiye’de okudu. türkiye’de organize olamadı. londra, washington d.c. ve madrid’de yaşadı. nietzsche, baudrillard, foucault, derrida, bataille, deleuze okuyor. espresso ve lager içer. falling down filmini seyreder. roma’da yaşıyor. "Kadınlar ve Türkler Hakkında Bildiğin Her Şey Yanlış" ile "Geçiciyiz Ama Kurtulacağız"ı yazdı. Estet. Ufuk Akbal: Sosyoloji ve Kültürel İncelemeler tahsil etti. Beykent'ten ve Datça'dan dışarı çıkmamayı tercih ediyor. "Sağcılık Şiirleri"ni yazdı. Estet.


ALÂMET-İ FÂRİKA, ESBÂB-I MUCİBE VE ELEŞTİRİ Ufuk Akbal "yaşayan tahrik edilmiştir" - ernst bloch

Şekil 1: İGDAŞ- Ufuk AKBAL'ın 1 yıllık doğalgaz kullanımı1.

Meram: Yeni Yol'un ilk sayısını bir (belki de 2. sayının size ulaşacağı tarihe göre en geç) iki ay önce yayımladık. Bu doğrultuda, kâh iyimser kâh kötümser/ muhtelif geri bildirimler aldık. Bir kısmını peşinen kötü niyetliler kategorisine sokmakta beis görmüyoruz. Kişisel ihtilaflar, habislikler, kıskançlıklar belli ki bir ürünün değerlendirilmesinde galebe çalıyor. Bu galebe çalış biçimine hayatın başka alanlarında sıklıkla rastlasak da, burada aşırıestetik/erotik bir hat yararken bu tavrı dışarıda ne kadar tutabiliriz diye de bakıyoruz? Dolayısıyla, dışarıda kalmalı, tartışma dışı edilmeli. Öte yandan, bazı eleştirileri ise ayrı bir 1

Görüldüğü üzere kışın en sert günlerinde bile kullanım bedeli 100 tl'yi geçmemiştir.


kategoride değerlendirmek gerekiyor. Bunlar, iyicil ve özenle cevaplanması gereken eleştiriler. Çünkü, bunlara verilecek cevap aslında fanzinin kümülatif manifestosunu destekler nitelikte oluyor. Neden kümülatif? Bir; adı manifesto olan bir manifestomuz yoğ ise de, ilk sayıda yazılan açılış yazısı aslında bir manifestodur. Öte yandan, Meram'ın genel estetik/etik/politik/epistemolojik tavrı üzerine söylersek; tamamlanmamıştır- her sayı onun kovuğunu doldurur, besler. Bu doğrultuda bu yazılan da, manifestoyu sürece yayan bir tavırdır. Dolayısıyla, hızlıca söylenmeli: a. Twitter caps'leri fanzinin alâmet-i farikası oluyor.. Twitter'da söyleneni fanzine koymanın iki amacı var. Bir, twitter'ın uçucu ikliminin insâfına kalmamak. İki, twitter hesapları ile (hem fanzinin hem Rüşdü'nün hem benim) fanzini bir bütünleşik estetik proje olarak düşünmek. Bu durum, neredeyse twitter caps'lerinin kerteriz olduğu bir yeni yazı alanı açarken, "iktisatçı gastronomun günlüğünde" bu tavır iyiden iyiye berraklaşıyor ve müstakiliyet kazanıyor.

b. Adab-ı Muaşeret notlarını da buraya eklemek lâzım... Sevdiğimiz bir dostumuz, olasılıkla, buradaki didaktik tondan hareketle, bu notları kabaca buldu. Cevaben; a. kötü olan değil, vasat olan tehlikelidir, diyoruz. Diğer bir deyişle; Serdar Ortaç'ın etki alanındaki bir sosyal mobilizasyonu Tengri'nin insafı ile başbaşa bırakmamız gerekir. Kötü x kötü= kötü. Fakat, entelektüel anlamda vasat olan (Örn; Sezen Aksu, Haşmet Babaoğlu, Okan


Bayülgen vb.) iyiler üzerinde de tedrici bir etki üretir. Vasat x İyi x kötü= Büyük olasılıkla kötüden parça taşıyan bir "şey". Dolayısıyla, mücadele bizatihi entelektüel network'ün içinden yürütülmelidir. Bunlar entelektüel "lapsuslarla" mücadele için hazırlanan bir kılavuzun unsurlarıdır. Öbürü zaten "milli irade" metafiziğine terk etmemiz gereken bir alan. Oysa ki, müzikten, otomobil tercihine, şiirden, gündelik dile kadar geniş bir alanda vasat damarlara zerk edilir. Bu nedenle, bu taife bu tehdidin de altındadır, altında kalmalıdır. Bu bapta, diyebiliriz ki, "Haşmet Üstadın son yazısını gördün mü?" ya da "Sezen'in o şarkısı gençliğimizin şarkısıdır", "bu gece en azından Makine Kafa'yı izleriz" gibi ünlemlere hak ettiği muameleyi yapmak, asla kabalık değildir.

Bilâkis, kripto kabalığa karşı bir direnç noktası olarak bu tavır, Bourdieu'nün sosyolojiye atfettiği "dövüş sanatı/ savunma aracı" olmasının bir benzerini hayata geçirmektir. c. Aşırı dağınık, kategorik olmayan, bu nedenle okuyana "keramet-i kendinden menkul" gelen genel hava ise, evet kerametini kendine dayandırıyor. Çünkü, bu aynı zamanda fanzinin esbâb-ı mucibesi. Diğer bir deyişle, bu fanzin tam da bu nedenle icat edildi, yola koyuldu. Gövdeden koptu ve ayrı bir gövde olmamaya karar verdi. Esmek, esereklenmek, majör estetik projelerin "faşizan" vurgusundan kaçarak, bir minör estetik imkan yakalamak için. Dolayısıyla, eleştiri etiği gütmeyenleri taca atarken, eleştiri etiği güdenlere yönelik cevaplarımız iki şeye işaret ediyor; a. fanzinin esbâb-ı mucibesi, b. alamet-i farikası. d. İstiyoruz ki; Meram: Yeni Yol bir damar açıcı, anti-enflamatuar etki göstersin ve politik-estetik-etik Fotoğraf: Arzu Akbal


anlamda tıkanmış olan "dünya projesinin" satıcılarının dışında da çarşıya pazara bir hareket gelsin. e. Bu sayıda Dem Akademisi diye bir atelye çalışması hazırladık. Burada Aydın Boysan ve Yavuz Dizdar rakı üzerine arz-ı endam eyliyorlar. f. Rüşdü, Aydın Boysan okuyor. Boysan'ın rakıyla ilişkisini bilmeyen yok. Cezbedici ve iştah açıcı olduğu kesin. Özellikle "vasat akıl" Bayülgen'in bir ara "tonton amca" pazarlamasının merkezindeydi. Ama Tayfun Er, Erguvaniler'de onun için, "İzmit körfezinin katlinde büyük sorumluluğu olan.." tabirini kullanıyor2. Bu incelenmeli. Gerekirse, inceleriz. Ben bu notu düşmek zorundayım. g. Son tahlilde, tüm bu bilgiler ışığında, Meram: Yeni Yol II'yi hazır ettik. Üstelik, bu sayıda biraz erotizm dozunu yükselterek ve Balkanlar'a uçak bileti bakınarak...

2

Tayfun Er, Erguvaniler, Duvar Yayınları, İstanbul, 2007, s.227.


ADÂB-I MUAŞERET NOTLARI

* MARKET YOĞURDU, TURŞUSU, YUMURTASI, PİLİCİ YEMEYİ ULULAMAK SADECE GÖRGÜSÜZLÜK DEĞİL, KÖTÜLÜKTÜR. * CAMİYE NEMLİ AYAKLARIN ÜZERİNE GEÇİRİLMİŞ ÇORAPLARLA GİRİLMEZ. * DEMLİ SİYAH TÜRK ÇAYI İLE BEYAZ PEYNİRLİ KAHVALTI; BİRBİRLERİNİ BLOKE EDİYORLAR. POSA KAHVALTI ÇIKIYOR ORTAYA. KANSIZLIK, YORGUNLUK, RUHSUZLUK, EROTİZM EKSİKLİĞİNE ÇARE; ÇAYI LİMONLA İÇİNİZ. *KATILIM PAYINI, FAİZSİZ BANKACILIKTAN KAÇIŞ YOLU SANMAKTAN VAZGEÇİNİZ. *KPSS'YE GİRİP MEMUR OLMANIN YEGÂNE HAYAT TAHAYYÜLÜ OLDUĞU KİŞİLERLE İLİŞKİYİ ACİLİYETLE KESİNİZ. *BAHAR/YAZ/KIŞ/SONBAHAR AYLARINDA KLİMATİZE ORTAMDA SPOR YAPILMAZ. *KISA BACAKLI KADINLAR JEAN ETEK/ELBİSE GİYMESİN, ERKEKLİĞE DOĞRUDAN SALDIRIDIR. *SKINNY VE DÜŞÜK BEL JEANS GİYEN KADININ SIRTI AÇILDIĞI ZAMAN KONTROL ETMEMESİ TAVSİYE OLUNUR. SALDIRIYA DAVETİYEDİR. *BİR ERKEK BEDENİNE DİKKAT ETTİĞİNDE YÜZ İFADESİNİ OLUMSUZ DEĞİŞTİREN KADIN YOK HÜKMÜNDEDİR. * AYAKKABISIZ KADIN, KADIN DEĞİLDİR. GERÇEK BİR KADIN AYAKKABI GİYDİĞİNDE KADINDIR. * BİR KADIN HABER SPİKERİ DEĞİLSE, YATAK ODASI/YEMEK ODASI/SALON SESİ İLE KONUŞMALIDIR.


ara ama dalma Rüşdü Paşa ‘zaman, onu harekete bağlı kılan bir tanrı yüzünden kamburlaşmayı bırakır’. deleuze. siyasal bilgiler fakültesi. adı ne güzel. prof.dr.bilsay kuruç. bilsay hoca’nın dersi, bitti. açım ve param yok. okuyabilirim varsayımı ile kütüphaneye gitmek aklıma geldi. kız arkadaşım yok ve bir kızla ne yapılır bilmiyorum. kütüphanedeyim. bilsay kuruç, karşımda. ne istiyorsun, sordu. kitap ödünç almak istediğimi söyledim. sordu. makroekonomik dengesizlikler ve fiyat bekleyişleri/ yılmaz akyüz. bir ânda söyledim. yılmaz hoca’nın kitabını okumama şaşırdı. anlamıyorum, dedim. ben de anlamıyorum yılmaz hoca yazar böyle kitaplar,dedi.

bilim ve yaşam arasındaydım. yöntem üzerinde düşünüyordum. bir yöntem bulmalıydım. ne yapmalı hocam, dedim. okuldan sonra ne yapmalı? adını soyadını yazdır bir kartvizite, dedi. altına da, idealist, yazdır. kendin gibi bir aptal bulursan, o kartı göster ona. bilsay kuruç bir iktisadi planlama/ iktisat politikası hocası değil. bir felsefeci. yönteminin yaşama sanatı bilgisi olduğunu bilmiyordum. karar vermek gerekiyordu. 903840234 sene plan yaptım. yöntem, plandı.

Fotoğraf: Arzu Akbal


günde beş dakika kendimi iyi hissediyorum. o beş dakika geldiğinde ajandamı çıkartıyorum. bir sonraki günün sayfasına dokuz ışık yazıyorum. başbuğ’un dokuz ışığı kavramını ödünç almıştım.

Fotoğraf: Arzu Akbal

dokuz ışık önemli değildir. plan yapmak engelleyici. plan yapmak, eylemi engeller. trajik olan eylemin engellenmesine dair yargıdır. plan, yargı doğurur. siyasal bilgiler okumak, gelenekten kopmak anlamına gelir. o ara kimse yoktu. bütün masumiyeti ile şeytansı görünen bir kadın oldu. the kadın ile diğer tüm kadınlar arasında kaldım. ânlık yaşadım ve yaşadıklarımı genelleştirdim. plan yapmak için teori gerekiyordu. durmadan teori kurdum. teori, öteki hareket olarak teori, yaşamdan değil ötekilerden kopartır. koparttı. kopmak. duyulan tüm cümlelerin sınamasını yapmaktır. teori kurmak yaşamaktan vazgeçmek oluyor. teorik olarak aşılmış bir hayat yaşamaya değmeyeceğine dair bir 20384028423 sene sonra bir şey oldu. kendiliğinden bir şey. teoriyi değiştiriyordum, hayat değişiyordu. bu iyiydi. keşifti ve teorinin yerine geçiyordu ve sevmek için imkândı. Sonsuza yakın şekilde düş görerek yaşayabiliyordum. eylem, hiçti.


AKDENİZLİLİK VE İTALYANİTE: SELEN, BRAUDEL, PUTNAM Ufuk Akbal * 1980'li yılların İtalyan porno sektörünün en ihtişamlı figürlerinden biri olan Selen'in asıl adı Luca Capognero, kendisi 1966, Roma doğumlu. 20 yaşında Cesare Geronimi'nin "Orgia di Compleanno" (Doğumgünü Orjisi) isimli filmi ile bu sektörde ilk kez arz-ı endam eyliyor. 1993'de Alex Perry'nin yönetmenliğinde oynadığı uluslararası ve yüksek bütçeli bir filmle birlikte 27 yaşında "Selen" ismiyle müsemma "İtalyan porno sektörünün en önemli" ismi oluyor. Salieri, D'amato, Bandinelli ve Damiano kariyeri boyunca çalıştığı yönetmenlerin en başında geliyor. Bu kariyer aynı zamanda 1993 ile 1998 arası kazandığı 17 ödülle de perçinleniyor. Ünü sadece sektörle sınırlı kalmayan Selen, anaakım bir oyuncu olarak Cannes Film Festivali'ne katılıyor ve hâsılı Asia Argento'nun Williamsburg Brooklyn Film Festivali'nde en iyi yeni yönetmen ödülünü almasını sağlayan Scarlet Diva'sında da küçük bir rolü ifa ediyor. Selen iki çocuk annesi ve Nicole Zanone ile evli. Selen kendini, "utangaç, zeki, iyi huylu ve güzelliğinin yanı sıra büyüleyici" olarak nitelendiriyor3. * Türkiye'de kuşaklara internet yasakları işlemiyor. Bir şekilde, genel internet "karartmasından" önce Selen'i tanıyoruz. Ancak Selen'i sanki özellikle internetle tanıyoruz. (Çünkü, benim tanıdığım Selen'i Rüşdü tanımıyor). Yaşı daha yeni olanlar için ne ifade eder bilmiyorum. Fakat Selen'de asıl vurgulamak istediğimiz unsur, sektörün içinden bir "anti-endüstriyel yaklaşım". Bir başka İtalyan Gramsci,"uçağı, binmeden kaçıramazsanız" demişti. Arka kapak kızımız Sasha Grey, porno sektöründeki sendikal faaliyetleri ile tanınıyor. Ama Selen'in tavrı çok daha farklı, o "kendiliğinden", "içkin" bir davranış olarak - elbette sektördeki İtalyaniteyi, bunun oluşumunda Tinto Brass'ın ve Salieri'nin yüksek estetik etkisini ve sinematografisini de ekliyorum, endüstriyi reddediyor ve endüstrinin arzu ettiği göz banyosundan çok daha azına imkân tanıyor. Bunu yaptığının kendi bile farkında olmayabilir. Vücud ve ses müziği ona kendinden bir "akış" kazandırıyor. Bu yanıyla, Selen "yakalanamayan bir akışın" aktrisi. Selen, bir başka İtalyan heykeltraş Giacometti'nin yontamadığı akış olarak da tarif edilebilir.

3

"Selen", bkz: http://en.wikipedia.org/wiki/Selen


* Dışavurumcu cesareti ve türler arası güçlü geçişleri ile gerçek bir görsel fütuhatçı olan Akdenizli Selen'in endüstriye getirdiği yeniliğin köklerini Fransız tarihçi Fernand Braudel'in Akdeniz havzasını tarif ederken başvurduğu topografik inceliklerde bulabilmek mümkün. Annales okulunun önemli ismi Braudel; "Akdeniz ve Dünyası"nda4 , Akdeniz'in en temel karakteristiklerinden birinin "yüksek, geniş, bir türlü sona ermeyen dağlar" olduğunu, "bunlardan bazılarının yükseklikleri nedeniyle, diğerlerinin ise bütünsel biçimleri veya zor ulaşılan derin veya yüksek yanlara sahip vadileri nedeniyle öyle" olduklarını ve denize doğru egemen ve sert yüzlerini döndüklerini söylemektedir. Demek ki, Akdeniz, deniz olduğu kadar "dikine kuzeylerin manzarasını" oluşturan dağlardır ve "bu dağların olduğu yerde hiçbir şey portakal ağaçlarının çiçek açtığı Akdeniz'i hatırlatmamaktadır". Bu veriler ışığında, denilebilir ki, bir; Selen de, vücudunun imkânsız topografyasıyla biraz "müspet imajlarla" örülü Akdeniz'dir, "portakal çiçekleri ve bağ ile zeytinlikler ve kentleşmiş köylerin" 5Akdeniz'i ama bu imaj yani tül kaldırıldığında Braudel'in anımsattığı daha çok dikine kuzey manzaralarını oluşturan, denize egemen dağlardan mürekkep bir Akdeniz'dir.

Şekil 2: Braudel- Akdeniz'in Kıvrımları

İki; "kıvrımlar": Selen, sektörün fetişleştiremediği bir "kıvrımlar ağıdır". Göğüsleri, kalçaları, dudakları, ayakları ve tüm bu topografyayı çevreleyen "şuh" bakışları ile Akdenizlilik genelinin ve İtalyanlık özelinin, "kusurlu bir çiçeğidir". Kusurluluk; orantısızlık, fabrikatif olmadığı için hatalı ve güzel. Bir başka İtalyan ünlüsü Mimar Aldo Rossi'nin veciz 4 5

Fernand Braudel, Akdeniz ve Dünyası, C.1, Çev: Mehmet Ali Kılıçbay, 2. Baskı, İmge Kitabevi, 1993, s.3-6. a.g.e, s.55-56.


ifadesiyle, bu kusurluluk Selen'de, "mekanın somut işaretidir"6. Kusurludur, çünkü bir femme-fatale değildir. Bilâkis, "şuh" dediğimiz bakışların ardından "masumiyet" fırlamak için imkân kollar. Ve çoğu zaman fırlar da. En "ateşli" sahnelerin, dünya erkeklerinin temaşa etmek için en tenha anı kolladığı "mahremlerin" içinden Selen, muhattabının gözlerinin içine bakar. Ve elbet bu kıvrımlar bizi yine o "akış" meselesine terfi ettirir. Üç; Selen, Akdenizlilik nitelendirmesini tek başına hak eden "zeytin ağacına" benzer; çünkü Braudel'in ifadesiyle zeytin ağacı "Akdeniz'e kadar giden ve ondan kaçan bütün hareketleri damgalamaktadır". Braudel devam ediyor; "zeytin ağacının Akdeniz'i kendini dar kıta şeritleri, denize yapışık bitişik topraklar haline indirgemektedir. Bu mekân tarihin Akdeniz'i ve iklim örtüsü tarafından ritimlendirilmiş olması nedeniyle, belirleyici olarak kalmaya devam etmektedir; bu örtü o kadar özeldir ki, sadece o "Akdenizli" nitelemesini tek başına işaret etmektedir"7. Çünkü, birbirine beş benzemezi Yunanistan'ı, İspanya'yı, İtalya'yı, Kuzey Afrika'yı, hatta Türkiye'yi- "insanlarını ve mallarını hiçbir sıla hasretine uğramaksızın mübadele edebilen" bu coğrafyayı aynı ağ etrafında toplayan bir "bitimsiz örgütçüdür"8. Bu örgütçülük, zeytin ağacı ile, zeytinle, Braudel'in ifadesi "sıvı iklimin" aurası ile- Selen'i önemli ölçüde benzeş kılıyor. Selen de, biteviye sıla hasreti çekmeyen, "kaynaklarını" bulunduğu an'a adayan bir sıvı iklimin - ve elbet de akışın kestirilemez örtüsünü temsil etmektedir. Ve tüm bu örtüyü bir Akdeniz güneşi dövüyor, düşünün. Dolayısıyla, buradan Selen'in vücut diline hakim olan İtalyanite'yi (ve Akdenizliliği) çünkü Braudel, Fas için, "güneş altında daha fazla yanan bir İtalya'dır" diyor, damıtmak mümkün gözüküyor. * Bununla birlikte, Selen önce sektörde İtalya'nın en iyisi, ardından da anaakım oyuncu olarak sivrilmesini ise kanaatimce İtalyan sivil toplum geleneğine borçlu gibi geliyor. Biz bu kavramı genellikle Gramsci'nden mülhem biliyoruz ve egemen sınıfın "hegemonyasının" tesis edildiği yer olarak negatif bir anlam taşıyor. Ancak Gramsci, "karşı hegemonya" kavramını önererek, bu alanın işçi sınıfı tarafından fethini de önemsiyor. 6

Rafael Moneo, "Aldo Rossi ve Mimarlık Düşüncesi", Çev: Mehmet Adam, Mimarlık Dergisi, S.206, 7/8, 1984, s.24. 7 Braudel, a.g.e, s.61. 8 a.g.e, s.61.


* İtalya Gramsci'nin ama aynı zamanda Berlusconi'nin ülkesi. "Koskoca ülke bir seks skandalı ile sarsıldı" dememeli. İtalya'da bu gece dahi buna benzer bir skandal yaşanabilir. İtalyanite dediğimiz şey böyle bir imkân ve keyfiyet vaad ediyor. Bu aynı zamanda bahsettiğimiz "kusurluluk" çiçeğinin de bir yansıması değil mi? Selen'in bu damardan beslendiği unutulmamalı. Politikada kusurluluk, ekonomide kusurluluk.. Dolayısıyla, İtalya sadece Güney veya Kuzey İtalya değildir; İtalya'nın karakteristiği bu ikisinin sentezidir. * Peki, 20'li yaşlarında porno sektöründe sivrilen, ardından anaakım sinemaya evrilen, Selen'in hikayesi İtalyan sivil toplum ve sosyal kapital geleneğinin içerisinde nereye oturuyor? Bunun cevabını ise İtalya'da sivil toplum çalışmaları ile bilinen siyaset bilimci Robert Putnam'ın 1994 tarihli Making Democracy Work: Civic Traditions in Modern Italy çalışmasında arıyoruz. Putnam, bu eserinde sivil toplum ve İtalya'daki kollarına ek olarak "sosyal kapital" kavramına da başvuruyor. Gramsci'den farklı olarak Putnam'ın sivil toplum kavramına atfettiği içerik ekonomik, sosyal ilişkileri sınıf çatışması merkezli bir okumaya tabi tutmuyor. O kavramı, çeşitli nüanslar olmakla birlikte Bourdieucü içeriği paralelinde kullanıyor ve İtalya pratiğinde sivil toplum ve sosyal kapital'le işbirliği, sivil zorunluluk, güven ve mütekabiliyet esasına referans veriyor. Siyasal katılım, kültürel normlar, demokrasi geleneği, finansal güç vb. 1970'lerden beri İtalya'da ancak Kuzey İtalya'da yükselen bir trend olarak sivil toplum alanına dahil ve Putnam bunları Gramsci'nin aksine İtalya'da demokrasi inşasına harç taşıyan unsurlar olarak kodluyor. Elbette, Putnam'a göre Kuzey bu standartlar açısından Güney'e göre çok daha bayındır bir görünüm arz ediyor. Bu gelişmişliği ise sivil toplum ve sosyal sermayenin daha güçlü olmasına borçlu olduğunu belirtiyor. Kuzey İtalya'da bireysel bağımsızlık üzerinde feodalitenin gücü zayıfken, Güney ise özellikle Katolik kilisesinin etki alanı olarak "güvensizliğin hakim olduğu" bir coğrafyaya ve ilişkiler ağına işaret ediyor. Aynı şekilde, Kuzey'de insanların "vatandaş", Güney'de ise "bağımlı" olduklarına dikkat çekiyor. * Putnam'ın Kuzey- Güney İtalya tezi her sosyal teori gibi determinizm tehlikesi ile eleştiriye mahkûm. Bu, kuşku yok ki, olacaktır. Oluyor da. Sosyal teori eleştirisinin dükkanı kapatıp evine döndüğü akşamlarda ise Putnam'ın teorisinden Selen'in poetikasını izah etmeye yarayan tortular kalıyor. Biz bu tortulardan bu yazıyı tevarüs ediyoruz. Dolayısıyla, "storia italiana" hem Putnam'ın İtalyasının kurumsal tasarım, sosyo-ekonomik ve sosyokültürel faktörler açısından ayrılmışlığının hem de Selen'in içinden geçtiği sürecin adı oluyor. Bu anlamda Selen, sadece Akdenizliliğin çoğulluğunun değil, İtalyanitenin çoğulluğunun ve elbet de zihinsel ayrılmışlığının da izlerini varlığında taşıyor. Bu şu demek; hem Güneyli temalar; anarşik, kaotik ve güvensiz hem de Kuzeyli bir dekor; bayındır, işbirlikçi vb. Hâsılı, Selen; İtalyaniter, bir imkân. Akdenizli ama pür "sosyal kapital" zengini değil, dedirtiyor.


GÜNDELİK HAYATIN ESTETİĞİ NOTLARI Gündelik hayatın estetiği meselesi, Meram: Yeni Yol'da oldukça merkezi bir yer tutmayı sürdürüyor. Çünkü, mevcut estetik algının kusma süreci tamamlanmadı. Kısa vadede de tamamlanacak gibi gözükmüyor. Bir "yeni yükselen sınıfların estetiksizleştirme" dalgası ile yerleşiklerin "estetik" olarak kodlayıp bize reva gördüğü tortunun mücadelesi. Öte yandan, Şerif Mardin'in "imamın Cumhuriyet'in imamı olduğunu" kodlayan sosyolojisi, burada da konuşturulabilir - müteahhit Cumhuriyet'in müteahhiti, TOKİ Cumhuriyet'in TOKİ'sidir. Dolayısıyla, "kırılarak ve sürekli" ve "yeni soslara bulanarak süregiden" bir estetiksizleşme söz konusu. Ama açık ki; a. Bizi boğuyor. Dolayısıyla, bunun dışında bir şey üretmek elzem. Bu dilin dışından konuşmak. b. Bu boğucu dili de, bulunan her fırsatta deşifre etmeyi ihmâl etmemek.

Bir içeriden eleştiri: Nurdan Gürbilek'in Şerif Mardin için söylediği "yokluk tespiti meselesi"nin oltasına takılanlardan biri de biz olmayalım istiyoruz. Yani, "Türklerde roman yoktur, çünkü Türklerde daemonik unsur yoktur", "Türklerde heykel yoktur, çünkü İslam'da tasvir yasağı vardır", "Türklerde Batılı karakter karikatürdür, çünkü jurnal tutmak yoktur" vb. gibi çoğunlukla klişeleşmiş şeylere itibar etmemek gerekiyor. "Eksiklik" ve "kusurluluk", daha doğrusu yokluk meselesi. İki, bu yokluğu tespit etme hâli. Hızla ve Raymond Williamscı bakışla, "burada bunu tespit ettiğimize göre, demek ki Türklerde bu eksikliği görecek bakış vardır". Dolayısıyla, mutlak bir "yoksunluk/yabancılık" söz konusu değildir. Her toplumsal oluşumun egemen, arta kalan ve oluşmakta olan bilinç biçimlerinin karmaşık bir karışımı olduğunu söyleyen Williams’a göre, hiçbir egemen toplumsal düzen, dolayısıyla egemen kültür; insani pratiğin, insani enerjinin ve insani amacın tamamını tek başına kapsayamaz ya da tüketemez.9 Bu aynı zamanda estetik/politik/epistemolojik tüm hizayı bir adım bozanların "kutlu açmazıdır". Kabul.

9

Raymond Williams'tan aktaran Terry Eagleton, İdeoloji, Çev: Muttalip Özcan, 2. Baskı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2005, s. 79-81.



Bu vesileyle Enis Batur söyleşiyor10;

Ve yine bu vesileyle Yalçın Küçük söylüyor11;

10 11

Enis Batur'la Söyleşi için; http://blog.xoxothemag.net/post/45982488710/enis-batur Yalçın Küçük, Bir Dikine Ülke, Başak Yayınları, Ankara, 1993, s.14.


dur/oluş son derece coğrafidir Rüşdü Paşa ‘kaçmak ne kımıldamaktır ne de tam manasıyla seyahat etmektir’.deleuze. sabah uyandım. aklıma dün geldi. dün ne oldu/ hatırlamaya çalışıyorum. olmayacak bir şey olmuş olmalıydı. dünde olmayacak bir şey aramak bugün korkuısu olmalı. aklıma allah geldi. ağladım. İyi oldu. hiçbir işim yok ıköle değilim. istersem yarın sabaha kadar yatakta kalabilirim. deleuze’de vardır/ lawrence’ a göre edebiyatın en üstün nesnesi/ gitmek/ gitmek kaçıp kuırtulmak/ ufuğu geçmek/ bir hayata girmektir.

Fotoğraf: Arzu Akbal

kaçış çizgisi yersiz yurtsuzlaşmak oluyor. bugün bir işim yok/ buradayım. aklıma allah’ı getiren umutsuzluk. türkler göçebedir. her ân gidebilirler. valiz hazırdır. türk devleti kağıt üzerinde. bir dinamiktir. ya da aşağılık bir şey. dinamik/ yeni olana uyumlu. türk kadını kolay baştan çıkartılır. aşağılık/ türk kadını baştan çıktıktan sonra cinsi müzakereler başlatır. sonu


olmayan/ mallaştıran/ iktidarsızlaştıran ve siyasal hegemonyanın iki kişilik izdüşümü kölelik düzeni. kaçmak en yüksek eylemlilik düzenidir. kırgız/ derdi/ dedim. hırsız/ anlamındadır. hırsızistan diye bir ülke var. kırgızistan resmi adı olsun. kaçmak, bir şeyi kaçırmaktır. çalmak. iktisadi inkişaf tarihinde en görkemli yeri olan abd at hırsızlarını idam eder. sermayedir at sermaye malıdır ve yalnızca bir mal değildir. sermaye malıdır ve sermaye malı büyümek için gerektir. türklerde ise atlar hep çalındı/ inkişaf yok. her sabahki yataktaki savaştan yersizyurdsuzlaşmakla kurtulmak gerek. silah gerek. tüm kaçış sürecinde silahın peşinde olmalı. makine değil teknoloji/ ideoloji. kimler kaçtı? hardy, melville, stevenson, woolf, lawrence, fitzgerald, miller, kerouac, burroughs, özel. bir kanalı takip etmeli /çizgi çekmeli/ hâyâli olsun/ başlangıç aynıdır. kımıldamadan kaçmak mümkün. toynbee/ tarih isimli yapıtta/ göçerlerin ne yolcu ne de göçen/ kımıldamayanların isteplere yapışıp kalanlar büyük adamlarında yerlerinde duranlar/ en büyük yeni silahların icatçıları olarak, onların oldukları yerde bir kaçış çizgisi izlediklerini göstermiştir. türkler, göçmendir. yükler var. taşlar. mülkiyet, sahiplenme, pasaport. coğrafya/ diyor/ deleuze/ hareketli fizikten daha az daha az bedensel ve zihinsel değildir. sır burda.


ÜÇ SEYHAN ERÖZÇELİK ŞİİRİNE KİŞİSEL ŞERHLER Ufuk Akbal Şairullahtan müteveffa Seyhan Erözçelik'e hiçbir zaman "sansar", "arıza" gibi hitaplarda bulunabilecek kadar yakın olmadım. O kadar bile değil; bizimkisi bir seneyi biraz aşkın bir facebook arkadaşlığı ve meyilleşmeden öteye de gitmiyor/ gidemiyor. Öte yandan o kadar yakın olsam da, buna benzer hitaplarda bulunmak mizacıma aykırı. Bir de çok seneler önce blogumda şiirini yanlış alıntılayıp, kendi medyamda ona terslenmiştim. Üşenmemiş, yorum yazmış ve şiiri düzeltmişti. Şimdiye kadar olan bölümüne ek olarak, benim muhtemelen, onunsa kesin alkollü olduğu bir akşamdan facebook vasıtası ile talebim üzerine bana yolladığı bir dinleme listesi var. Onu da buraya alıntılayıp, ayracı kapatalım. Ufuk Akbal seyhan abi, gecelerin iyi olsun. bana bir müzik önerir misin beykent balkonlarında dinleyeceğim. Seyhan Erozcelik tür? neşeli, ağlamaklı, damardan? Ufuk Akbal dalgalı.. enescu gibi..romen rapsodisi gibi.. tam ağlamaklıyken kontraya yatıracak birşeyler.. Seyhan Erozcelik beethoven, ruins of athens'dan dervişler korosu/ravi shankar/wish you were here/ferdi özbeğen/chopin tabii ki... bueno vista Ufuk Akbal dinliyorum

1. Aralıklarla belirtiyorum. Şiir üzerine konuşamıyorum. Daha doğrusu, teorik bir kuşatıcılıktan ziyade, her defasında empresyonizm sokağına sapıyorum.Üstelik zamanla bundan keyif almaya da başlıyorum. Vardığım son nokta, katiyetle, tamamen empresyonist bir nokta olmasa da, ortaya çıkan tablo kişisel bir derlenip-toplanmalar ansiklopedisinin bir maddesinden daha fazlasını ifade edemeyebiliyor. Tabi bu bir başkası için seyretme biçimi. Benim içinse bir "ansiklopedinin maddelerinden" bir ansiklopediyi inşa etmek önemsediğim bir iş. Çünkü, ölmeden önce üretmek istediğim en oylumlu ama rafine" metin bir "kişisel ansiklopedi". İçe gömülmüş, içten dışa sinyaller gönderen. Bunda muhakkak bir Seyhan Erözçelik maddesi olur, olacaktır. Olursa da, o maddeyi bu yazı oluştursun madem. 2. Meram I'de de belirttim. Ayhan Şahin diye bir yazar dost var ve "Seyhan Erözçelik şair değildir" dediğini işittik; düzeltti - "büyük şairler kategorisine sokmuyorum" dedi. Y.T. de bunu destekler mahiyette cümleler kurdu. C.D. de paralel düşünüyor, sanıyorum. Bu


nedenle ona yapılanı ortodoksinin genel tavrının bir tezahürü olarak kodladık ve sepete ekledik. Bu durum bizi kan kardeşi kıldı. 3. Dolayısıyla, a- güçlü bir şair olmadığını düşünenler, b- güçlü bir şiir bırakmadığını söyleyenler mahfiline karşı, "otobiyografik bir Seyhan şiiri şerhi" düşüyorum ve bu şerhi oluştururken de, estetik anlamda masadan en tok (dolayısıyla bana göre en güçlü) kalktığım üç şiirini kişisel anılarımla, çağrışımlarla ve sembollerle ele alıyorum. Bu şiirler, "Küçük Dul Kız", "Aşk, İdam ve Altın" ve son olarak "Zurna ve Pembe"12. 4- Küçük Dul Kız; "şeker pembesi bir akşam gidip geliyordu/ Bebek sularıyla göğün arasında" dizelerinin ardı ardına patlaması ile başlıyor. İstanbul'da hasbelkader yumuşak bir akşama, yine hasbelkader herhangi bir kıyıda (Beşiktaş, Kadıköy, Üsküdar, Bakırköy, Çengelköy vb.) yakalanmışsanız, sizi sarıp sarmalayan ruh hâline Seyhan, Bebek'te yakalanmış. Ölümcül şeylerden biri, estetik anlamda güzelin karşısında yapayalnız kalmak- bir başkasına aktarmakta kifayetsiz kalmak. Bir manzara (burada şeker pembesi Boğaz akşamı), bir başkası için Tuz gölü, Kapadokya, Abant vb. Birisine, "öyle bir manzara vardı ki.. görsen şaşarsın" ya da "burada ölmek isterim" gibi ünlemler yerine çok daha rafine bir sözü olana belki de "şair" diyorlar. Ben de bugüne dek, bu ölümcül durumu bunca iyi ifade eden bir dizeye rastlamamıştım belki de. Ve hemen akabinde seyreden cümleye de, aynı zamanda "göğüslerimizde birer gelincik ölüsü kilitlenmiş/ tıpır tıpır gidip geliyorduk biz de/ Magnezyum alevi kadar kısa, aldatıcı bir hayat işte". Evet, tam da bu "gelincik ölüsünün göğse kilitlenme", ses çıkaramama ama çıkarmak isteme- çıkarınca büyünün bozulacağını bilme ve bütün bunların bir magnezyum alevi zamansallığına yayılması. Seyhan Erözçelik şiirinin ifade gücünün en drajeleşmiş tezahürlerinden biri. Proust'a gönderme yapmaksızın bırakmayacak bir akşam üstelik; "Söz gelimi, Leyla, eski sevgilim..". Neyin söz gelimi? Bu söz nereden geliyor? Birbiriyle bağlanmamış nesnelerin uzaydaki salınması muamelesi yapamıyoruz bu şiire. Söz Leyla'ya yine şeker pembesi akşamlardan geliyor; "dilini dişlerine gerip sevişirdi kahkahayla/ sonra birden göz kuşlarına boğulurdu şeker pembesi akşamlara kilitlenip/ Ürperirdim bana dokunduğunda yüreğim tıpır tıpır atardı". Dolayısıyla, gelincik ölüsünün zemindeki (burada yürek) yarattığı ses (yani bir manzaranın) uzayda iliştiği "şey", sevgilinin dokunuşudur. 12

Seyhan Erözçelik, Kitaplar- Toplu Şiirler (1980-2003), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2003, s.141, s.238, s.239. Yılmaz Türk, şair Ramazan Parladar'ın "toplu şiirleri" sevmediğini, her şiir kitabının tek bir kitap olması gerektiğini söylediğini aktardı.


Peki sevgili bu dokunuş için aynı şeyi mi hissetmektedir? Erkek aşkı ve kadın aşkı ayrımını koyuyorum. Erkek aşkında cevabı "evet" olan bu şeyin "kadın aşkında" cevabını bilmiyorum. Kadının erkeğe duydu aşkta yani. Çünkü, bu dizenin ve buna benzer bir akşamın birleştiği yerde gösterilen kişisel bir tezahüratın cevabı, "bu ne burada ne diyorsun? anlamıyorum.." olmuştur. S.S. Diğer bir deyişle, dünyanın estetik hamlesine bir karşı hamle yapılmış, bir başkasına bu durum yansıtılmış ama her şey sönmüştür. Nitekim, Seyhan da, "Gül ve dil soldu o malûm akşamlarda/ her şiirin sonunda" diyor. Her kadın ve erkek aşkının sonunda diye okuyoruz. 5- Aşk, İdam ve Altın: Seneler önce henüz bir üniversite öğrencisiyken (2004 gibi olsa gerek), Seyhan Erözçelik'i kendi sesinden CNN Türk'te bu şiiri ve "Zurna ve Pembe"yi okurken hatırlıyorum. Bunlara ardışık şiirler muamelesi yapabiliriz. Sadece dosyadaki dizilişleri itibarı ile değil. İmgelerin şiir uzayındaki dağılımı itibarı ile de. Aynı programda Seyhan'la birlikte Komet de vardı ve her ikisinin Seyhan şiiri üzerinde söylediği söz, "caz" bir şiir olduğu idi. (Aynı gün Seyhan, Nilgün Marmara şiiri için "kuru bir şiirdir" de demişti). Aşk, İdam ve Altın kuru bir şiir değildi. Musikisi olan bir şiir. "Denizler uyudu. Alevler nakşedilmiş Aynayı topla ellerin kanamadan ey Terzi! Gül yapraklarıyla kafası kesildi gölgemin, sevgilimin. Gideyim ben de, karanlık deltalarda boğayım kendimi." dizeleri ile açılan kapıdan dışarıya bir musiki yoğunluğu çıkıyor. Şiirin böyle kurulacağını/kurulduğunu var saymamak gerekiyor ancak. Çünkü şiirdeki tüm nesneler bir mezarlıkta gece ayağa kalkan ölüler gibi dikiliyorlar yerlerinden sonraki bölümde, dolayısıyla müzik de hızlanıyor. Gece gülüyor, açıyor, dilini yutuyor, şairin gölgesi kesik kafasıyla geliyor. İyi bir musiki dinleyicisi olduğunu biliyoruz Seyhan'ın. Bu şiir, pastoral/lirik bir başlangıçtan Philip Glassyen bir neşeye sapması ve bunu hüzün nesneleri ile donatması ile de öne çıkıyor; "Altın aşklar köreldiler/ ağlıyorum". Bir yanıyla ise "Bohemian Rhapsody"nin aritmizmine göz kırpıyor. Kendi kendine soru sorulan dizeler: kendinin sondajı. Aynı zamanda bu soruların çoğunlukla cevabı olmayacaktır. Bu cevapsızlık efektini verme anlamında da Seyhan şiiri çok mahir. Örneğin; "Paranoia mon amour! Sevdiğini kim öldürür/ Neyle öldürürdü? (..) Gölgem sırada hapsolmuş/ unutmuşum." gibi dizelerle biten şiirde, yukarı çıkıp sonra sönen ve geriye tortu olarak bu neşeli hâli bırakan bir silsile söz konusu. 6- Zurna ve Pembe; Ardışık demiştik. Soru sürüyor ve sondaj elbette, "Paranoia mon amour! Aşklar en iyi nasıl boğulur?" ve aynı neşeli hâl nüksediyor; elmanın bıçaklanışında. "Burda bir elma bıçaklandı/ aktı yere kanı, saçıldı çekirdekleri betona". Bu üç şiirden özellikle son ikisinde varılan şey, "yolda olma hâli"- Meram'ın genel karakteristiği ile de uyumlu. Bu yüzden çelişik ama câzip; "dünya olup bitendir" (Wito), ve olup bitenden "bana düşenlerdir". Bu da Seyhan; "Ben saf aynayım". Bu da Rüşdü örneğin, bu da ben. "Bir şaire kestirdim ben artık dilimi/ Kendisi çok eski bir şairdir". Ve böylece mutlak iletişememeden, "iletişme" imkânına yatay geçiş yaptım. Hepimiz dilimizi eski şairlere kestirdik, elhamdülillah...


İKTİSATÇI GASTRONOMUN GÜNLÜĞÜ Elimde Feneryolu Pratik Kız Sanat Okulu Yemek Pişirme Öğretmeni (emekli) Tahire Gökalp'in 1978 tarihli Yenilik Basımevi'nden çıkardığı "Seçme Yemekler" isimli kitabı var. Önsözde Gökalp; "gayesinin Türk kadınına güçlük çekmeden yemek pişirmekte yardımcı olmak olduğunu ve yemekler çeşitlendirilirken Türk mutfağının yemek zevki ile sağlık kurallarına önem verildiğini" söylüyor. Son olarak, "besinlerin besin değerini muhafaza etmek, (..) genç kızlarımıza yarınki yuvalarında başarı yollarını göstermekte kendini mutlu saydığını belirtiyor"13. Kitabın ilk sayfaları, servis ve adab-ı muaşeret kurallarına ayrılmış. Bu nedenle kitabın Meram: Yeni Yol'la aynı soykütüğünden beslendiğini söylemeli. Öte yandan, Gökalp'in kitabının temel tarihsel eksikliğini ise Rüşdü Paşa, Meram'daki yazıları ile gideriyor. O eksiklik ise ; sonsuz ihtiyaçların sınırlı kaynaklarla nasıl karşılanacağı sorusunu merkeze koyan bir iktisatçı gözü. Bu nedenle iktisatçı gastronom Rüşdü Paşa, son önerileri ile Gökalp'ten aldığı lezzet bayrağını ileri götürüyor.

13

Tahire Gökalp, Seçme Yemekler, İstanbul, Yenilik Basımevi, 1978, s.3.



türk kahvaltısı Rüşdü Paşa türk kahvaltısı/ var mı? bittabi ki yok. ibnülemin, peynirin bir piç olduğunu söyledi. peynir/ zeytin/domates/çay bir araya getiriliyor/ kahvaltı oluyor. çok anlamsız. 2014’te bulvar kafelerinde kahvaltı veren dükkanlarda kahvaltı yapan insanları izledim. mutlu görünmüyorlardı. ortada haz/ lezzet yok belli ki.mutlu olmaları imkânsız/ tuhaf bir bileşim. köy kahvaltısı/ denilen şey uyduruk/ ne olduğu bilinmiyor/nesneler köyden mi geliyor/ köy kaldı mı ki? kahvaltı önerimiz şudur/ kızarmış ekmek/ has tereyağ ve bal. sade olmalı. gerçek. aranırsa bulunabiliyor/ has tereyağ ve bal/ küçük ölçekli işletmelerde üretiliyor. büyük marketlerden alınan gıdaların yüzde 95’i gerçek değil/ inanıyorum ki gerçek değildir. başka bir kahvaltı seçeneği mi? evde yapılan sucuk ya da pastırma ve kızarmış ekmek. sucuk ve pastırma yapmak kolay evde ve ucuz. tarifler var/ kanser olmaktan iyidir.


fragmanlar Rüşdü Paşa haydar dümendi /dümenleşmek bir tür fiilidir seks satıyor. millet, aç. milletin doymasının önünde iktisadi/ estetik/ etik engeller var. “sizden saklamayacağım.sabahları uğradığımı söylediğim o mağazanın kapısını tezgâhtar açar/ kaç desem/yaşı en fazla on dokuz-yirmi/daracık pantolonunun vücudunun ayrıntılarını dışa vurması beni tahrik eder.mağazanın önüne geldiğinde göğüsleri sabah yağmuru yemişçesine dik ve tazedir.her zaman giydiği beyaz gömleğinden taşar iri ve yuvarlak memeleri.her sabah sayarım/ gömleğinin üçüncü düğmesine kadar açıktır yakası/bunu neden yapıyor?/acaba benim için mi diye düşünürüm/ bu düşünce beni heyecanlandırır/ardından eğilir yere doğru/pantolonun vajinasıyla buluştuğu çizgiye takılır gözlerim/çok afedersiniz ama külotunu düşünürüm/öyle dar bir pantolon giymiştir ki kahpe!/sanki ‘gel beni becer hadi’ diye konuşur poposu/ben o sesi duyarım/kızarım ona bu davetinden dolayı/ne adını bilirim/ ne kimliğini/önemli değildir zaten/iki bacağının arasıdır ona beni yakın kılan/ona odaklanırım/ardından erkekliğimi hissederim/sertleşir penisim”. bu/aynı yatakta üçümüz psikoterapi öyküleri/başlıklı kitaptan alınan bir metindir/ kitap mı/destek yayını/yazar/ ilkim öz/ankara doğumlu/1986 hacettepe psikoloji mezunu/psikolog/daha önce 17 kitap yazdı/kızının adı merve ve oğlunun adı mert. delirmeden nasıl yaşıyoruz bir ses var içimde durmadan delir diyor bu ülkede ayakta kalmak değil delirmemek mühim/ayakta kalanların delirdiği ise kesindir/ânında patlayan deliler cumhuriyeti/yanlış anlayan anlamayan ve her şey için hazır olan/akıllılar delirir/ öyle mi/ ya delirmeyenler/ ne çok delirmeyen var/ deliremeyen/ daha doğru demek daha doğru olur/insan modern olunca toplumsal oluyor ve iktidar/toplum değerlerinden kopuktur/birikim kültür akıl katsayısı bilinç bilgi birikimi olayından kopuk insanların devleti/ yeniden dağıtımcı iktisatı ele geçirdiği çok görüldü/ görülüyor/ nasıl olur/ sorusu ile the gelişme mantıklı bir şekilde açıklanamıyor.


kadınlar yanlış yolda /erkekler kadınları kurtarmalı aksi hâlde caz bitmicek erkek/ aldatır/ kadın bu tip durumda/ neden aldattın/ demeli/ ya da iyi miydi değdi mi/sormalı/ yaklaşım bu olmalı/ the yaklaşım bu olursa aldatan erkek o kadına tapar/ kadınların bilmediği şeyler var/ olsun/böyle oluyor/vice versa/kadınlar boş yere giyinir ve boş yere güzelleşmek için zaman para harcar/harcıyor/erkekler kadını grafik olarak görmüyor/ erkek/ kimyagerdir/beyin kimyası vardır/mark twain/büyük erkektir/kadınlar olduklarından çok daha iyi kadınlar olabilirlerdi eğer adamları daha iyi adam yapacakları hevesinden vazgeçebilselerdi/cümlesini kuruyor/zamanın göreliliği kadar büyük bir keşiftir/kadınlar mark twain okusunlar/biliyorum okumakla olmaz terapi işte/sakin olsunlar/iyi miydi değdi mi beni aldattığın kadını görmek istiyorum beni aldattığını sanmıyorum sen beni seviyorsun yatmış olabilirsin yat ne olacak istediğin tüm kadınlar senindir helâl olsun gel kutlayalım/

ilber ortaylı’yı gece yarısından sonra arıyorum angara/mülkiyeliler birliği’ne içmeye gidiyoruz/ milattan önce 9879 yılı öğleden sonra/ ilber ortaylı’ya rasladım/ telefon numarasını istedim/468 ile başlayan ev numarasını verdi/ gece yarısından sonra arama haa/dedi/ yapamadım/gece yarısı/demeseydi/ bilmiyorum.


playlist Ufuk Akbal "listeler, kültürün kökenidir"- umberto eco seyhan erözçelik'in aziz hatırasına... - Marc De Marco- Still Together, - Marc De Marco- Freaking out of the Neighbourhood, - Triangle- Listen People, - Mad- Anthrope, - Northwind - Quill, - Edgar Broughton Band - Aphrodite, - Gerry Rafferty- Nightown, - Alvin Lee & Ten Years After - Bluest Blues, - Abdülaziz - Hicazkar Sirto, - Wishbone Ash - Persephone, - Philip Glass - Viyolin Konçertosu, - Jake Bugg- Simple as This, - Iron and the Wine - Our Endless Numbered Days, - Ferdi Özbeğen - Ağla Halime, - Ferdi Özbeğen - Seni Terk Edeceğim, - Frank Zappa - Watermelon in Easter Hay, - Minbenders- Groovy Kind of Love, - Walker Brothers - Make it Easy, - Gerry and the Peacemakers- Ferry Cross the Mersey, - Andy Williams - Can't Get Used in Loving You, - Necdet Levent- Viyolin Konçertosu.


1921 doğumlu aydın boysan kısa bir hayat 1.aydın boysan/ 1945 yılında güzel sanatlar mimarlık bölümünden mezun oluyor/ ferdi aksel arkadaşı/ abd’ye gidebilmek için 50 lira ondan/ 100 lira bundan para alıyor/vapur’la gidiyor abd’ye/ giderken/ ben para kazanıp geleceğim seni kurtaracağım/ diyor aydın boysan’a/ aydın boysan abd’ye gitmek istiyor/ amerika parası kazanmak için hakkari hükümet konağı inşaatının şantiye şefliğinde çalışıyor/ 1946 seçimlerinden üç ay sonra/ ağustos ayında ekibiyle yola çıkıyor/ hakkari adayı selim seven oyların yüzde 98’ini alarak milletvekili seçiliyor/ seçimde hile yok selim seven bir şeyh efendi bütün seçmenler sedye ile taşınıyor şeyh’e oy veriyor/ oy vermek ibadet! 2.van’da hakkari’ye gidecek/bir kamyon geliyor/ kamyonun üzerinde/ hakkari dağlarını aşan ford/ yazıyor /yerde kar var/ karın erimesi bekleniyor/ o zaman belediye hoparlörü yok tellal var/ tellal bağırıyor/ hakkari kamyonu 23 ağustos’ta yola çıkacak/diye/ kamyonun başında 50’ye yakın yolcu var/ eşya ise dağ gibi yığılı/kadınlarla çocuklar iki sıralı şöfor mahalline istif ediliyorlar/eşyalar denk getirilip sıkıca bağlanıyor/ insanlar eşyaların üzerine salkım saçak tırmanıyorlar/ gürpınar üzerinden karadağ yoluyla gidiliyor/şoför hamit/ bakışları garip bir adam delinin teki/ hakkari’ye kamyonu getiren ilk adam/ kava kararınca ilk mola elli kilometre kadar ileride bir yerde veriliyor/ geceyi orada titreyerek geçiriyorlar/ertesi gün yüz kilometre yolları var/ ger yer kar/ yoldan iz yok/bir yerlerden gidiliyor nereden gidildiğini ne yolcular ne de hamit biliyor/yokuş bir yer geliyor mesela/ çıkarken kamyonu hafifletmek lazım/yolcular aşağı iniyor ve kamyon ga va ga va diye inleyerek yokuşu tırmanıyor ve yolcular arkasından koşarak yetişiyorlar/ bugün iki saatte gidilen yol o zaman ancak iki günde alınabiliyor/ alındı/ ağaçlar arasında bir yoldan giriliyor hakkari’ye/ meydan gibi bir yerde durulunca görülüyor ki yüzlerce kişi ellerinde lüks lambaları ve fenerlerle gelenleri karşılıyor/yaşa var ol/ sesleri arasında başta vali bey mülki ve askeri erkan gelenleri kucaklıyor/ herkes herkesle bağıra bağıra konuşuyor sarılıp öpüşüyor/ meğer sevinçtenmiş/ çünkü on bir aydır hakkari’ye gelen ilk taşıt buymuş şenlik oluyor. 3.1965 senesi/ seçimlerden bir gün önce/ eylül sonu/bir cumartesi günü/ vehbi beğ koç/bizi ir yemeğe götür/ diyor/ aydın boysan’a/tuzla’da bir köfteciye gidiyorlar/çok sıcak bir gün oluyor/Vehbi beğ/yahu bir denize girelim şurada/diyor/aydın boysan/ havlu yok mayo yok/ diyor/donla gireriz/ diyor/donla denize giriliyor/sonra donlar kurulanıyor/patlonlar giyiliyor/ köfteciye gidiliyor/yan masada iki genç adam oturuyor/ikisi de mülkiyeli/rakı içiyorlar/koç’un müdürü alisbah onlarla tanışıyor/sonra hep birlikte rakı içiliyor/birlikte


istanbul’a dönüş için arabaya biniliyor/mülkiyelilerden bir tanesi vehbi beğ’e dönüyor/ya beyamca sen önemli bir adama benziyorsun bizim okul komutanını tanıyor musun bize izin alır mısın/ soruyor/ mülkiyeliler askerlik yapıyorlar ve rakı fazla içilmiş oluyor/vehbi beğ gayet sakin/ okul komutanını tanımam ben cumhurbaşkanı’nı tanırım/ diyor/çocuklar kah kah kih kih işitip dürtüşüyorlar birbirleriyle/ biraz sonra/ ya bey amca sen kimsin allasen/soruyorlar/vehbi goç’um /cevabını duyan çocuklar kahkahadan kırılıyor/vehbi beğ, hiç sesini çıkarmıyor. 4.programsız bir reklâm dinlediniz/ türklerde yaygındır/ türkler askeri millet ve emir komuta hayat/aydın boysan/25.12.06 tarihi/günlük programı/iz tv belgesel/ arabanın revizyonu/kitap siparişi/paradies’te konuşma/hediyeler(yılbaşı/bayram)/para durumu(cepte/ çekmecede/bankada)/gece/şiir/yılbaşı konuşması. 5.adın boysan iyi içiyor/iyi bir geçici kelimedir nedir bir yanda dursun anlamı/aydın boysan/ beş kıtayı geziyor gözlem yapıyor/ nereye giderse gözlem yapıyor yaşamak dışında gözlem yapıyor ki yaşasın/içki/değişik kültürlerde farklı şekillerde toplum yaşamına giriyor ya da girmiyor/kültürler birbirlerinden etkileniyor/ borç alacak ilişkisi ortaya çıkıyor/kadim ve modern biçimler karşılaşıyor/etkileşiyor/etil alkol/ ana madde bu oluyor/damıtılarak kimyasal yolla üretilen içkide alkol derecesi yüzde 40 ileyüzde 60 arasında değişiyor/konyak rakı votka viski bu gruptadır/likörün alkol oranı yüzde 17 ile arasında markasına göre değişiyor/ şarabın alkol oranı yüzde 11 ile 23 arasında değişir/bir kural var/ beslenmenin dengeli olabilmesi için alınan alkol miktarının verdiği enerjinin toplam enerji harcamasının yüzde 10’unu geçmemesi gerekiyor/ bir doktor söyledi. 6.aydın boysan/mimar/öğrendiklerimiz çoktur kendisinden/1950’lerin başında demokrat partili ankaralılar bir yapı kooperatifi kurdular/adı/etiler kooperatifi/etiler semtinin ilk binaları the kooperatif ile kuruluyor/bahçe içinde iki katlı binalar oluyor/etiler’in çekirdeği oluyor/ ankaralı demokratlar/devlet bakanı mükerrem soral/başvekil adnan menderes’in yakın arkadaşı/öcü oluyor/kış oldu mu/ etiler ile levent arası karla kapanıyor oluyordu ve ulaşım imkânsızdı/ işyerinden evine iki gece gidemeyen insan hikâyeleri gerçek oluyordu/1960’larda durum aynıdır/sonra iki katlı villalar tek tek yıkılıyor/yerine yüksek binalar dikiliyor/şişli terakki vakfı’nın okulları geliyor buraya/Boğaziçi üniversitesi’nin kuzeyine ek binalar yapılıyor ve sınır aşılıyor.


Dem Akademisi Yavuz Dizdar - Biz Neden Rakı İçeriz?14 Rakının nasıl içilmesi gerektiği üzerine çok yazıldı. Ne kıvamda nasıl soğutulup ya da belki soğutulmadan bardağa konulan iki parça buz üzerine yavaş yavaş sızdırılarak zehrinin alınmasından tutun, “illa ki sek” diyenlere varana kadar ben bunlardan en az iki düzine okumuş ya da dinlemişimdir. Rakının içilme adabı kendini rakı müdavimi addedip de ayda yılda bir kadehi zor görenlerin sohbet konusudur daha çok; oysa benim bu konuda bildiğim tek kaide açılan şişenin bitirilmesi gerektiğidir, zira yarım kalmış bir şişe yeni başlanacak bir sofranın dünden yarım kalmış mezelerini, üstü geçiştirilmiş sohbetlerini çağrıştırır da, rakı içmeye durmanın tazeliğini yorarmış gibi gelir, “nimetin” ziyan edilmemesinden ziyade. “Nimet” yakıştırmasını abartılı bulup, hatta hoşlanmayanlar lütfen alınmasın. Dünyadaki her şey gibi rakı da nimettir. Onu nasıl değerlendireceğiniz, keyif ve hikmetinden mi yararlanacağınız, yoksa mihnet ve illete mi dönüştüreceğiniz tamamen kendi elinizdedir. Lakin rakı alkollü diğer içeceklerden ciddi olarak farklıdır. Üstelik birkaç satır ilerde size kendi yorumumla sıralayacağım bu farklar, aslan sütü nitelendirmesiyle kendimize yakıştırmamız, hatta daha ileri götürüp milli içkimiz olarak tanımlamamızdan da kaynaklanmamaktadır. Herkese kendi yavrusu aslan görünür, ama nedendir bilinmez, alkolle arası kötü olmayanlar belki hak vereceklerdir, rakı için söylenecek çok daha fazlası var. Bütün içkiler yudumlanarak içilmeye başlanır, ancak rakı önce kokusuyla içilir. Şarap merakı olanlar, hatta degüstatörler istedikleri kadar koklayıp, rengine baksınlar, taze, kekremsi, gövdeli ve hatta yaramaz, şakacı diye adlandırsınlar şaraplarını, kokusuyla içilmeye başlanan hiçbir içecek yoktur. Kokuyla içmek sandığınız gibi bir kelime oyunu, şereflendirme değildir. Tat duyusu koku algısıyla birlikte çalışır (nezle olduğunuzda bu nedenle koku alamazsınız desem daha iyi anlaşılacaktır), lakin kokunun başka bir özelliği vardır. Koku en derin hafızamızı taşır. Büyüdüğünüz evin kiler kokusu, aşık olduğunuz kadının ten kokusu, siz her şeyi unutsanız bile duygularınızla öyle iç içe geçmiştir ki, kimi 14

Yavuz Dizdar, "Biz Neden Rakı İçeriz?", http://yavuzdizdar.com/biz-neden-raki-iceriz/#more-127


zaman olayları bile hatırlayamaz, ama o duyguları aynı sıcaklığıyla hissedersiniz kokuyu duyduğunuzda. Rakının kapağı açılıp da ortaya yayılan bu kokusunun içilmesinin esprisi de budur. O koku en içten paylaşılan anların öncesindeki katıksız birliktelik, aşık olmuşlukların heyecanıdır. O koku hafızanın kendisidir. Bence biz işte en çok bundan rakıyı severiz ve severek içeriz. Rakının ikinci önemli hafızası ise boğazınızdan yuvarlanıp gidiverirken bıraktığı o yanma hissidir. Acı olduğunu bile bile içersiniz, ama hiçbir zaman bir ilaç niyetine değil. Arkasından atıştıracağını mezenin tadını daha iyi alacağınızın bilincidir bu, o tat ahenginin uzatılmasıdır. Aceleye getirilip, “mırk mırk” yutuluvermez, belki de bundandır rakı öyle üstünkörü sofraların içeceği de olamaz, hani iki paket cips biraz çerezle düzülüvermez o sofralar, az olur ama lezzetli olur, keseye göre, bunun tek istisnası beyaz leblebidir ki, o zamanın yokluklarına inattır da, bu zamanın şükran borcunun hatırlanmasıdır. Lakin rakı arka bahçelerin kendine dönüp sessiz sakin düşünme seanslarının içkisi değildir, rakı birlikteliklerin içkisidir. Üstelik öyle üstünkörü dostlukların yeni bitivermiş birlikteliklerin sığlığına da sığmaz. Velakin böyle birliktelikler bira tadında, şarap kıvamında yaşanıverir de rakı bardaklarının sığlığında yarıya kadar doldursanız bile boğuluverir. Bundandır belki de rakıyı sadece kendi kendinizle paylaşacaksanız, sohbeti müzikle yapmak zorunda kalırsınız, aslında türkülere de pek sığmaz, ille de sanat müziğiyle ister, hatta bana göre mümkünse Zeki Müren, “kader kime şikayet deyim seni” derken, “bir alev halinde düştün elime, hani ey gözyaşım akmayacaktın” oluverir, yalnızlığın en güzel bedelidir, ağlarım. Şaraba sigara yakışmaz, viski puroyla gider, lakin rakı ne olsa kabul eder duman niyetine. Kim bilir belki dumanı içindedir de, suyu yavaş karıştırırsanız görürsünüz. Şampanya büyük mutlulukların, viski ince hesapların içkisi oladursun, rakı büyük buluşmaların ve büyük düşlerin içeceğidir. Soğuklar votkayla, kanyakla sıvanıp, sıcaklar birayla serinletilebilir; şarapla aşklar tutuşturulup, cinle geçiştirilebilir. Lakin rakıyla gerçekten ülkeler kurtarılıp, devletler tesis edilebilir. Sakın unutmayın. Ben bütün bu satırları kısa bir süre sonra Efe’ye kardeş olarak beğeninize sunulacak olan “yeni yetişme” Çilingir adlı rakının kokusu hürmetine yazdım. İçimi biraz daha sert, tadı yerinde derler, oradaydım ama henüz tatmadım. Alkolden haz etmeyenler sakın bu sözlerimden alınmasınlar; herkesin hayattan aldığı tatları, pekiştirdiği alışkanlıkları, üzüntülerini söndürdüğü bardakları ve yalnızlığını paylaştığı kaçamakları vardır. Rakı benim için hep dost ve kardeş sofralarının içeceği oldu, sizinle paylaşmaya da bundandır meylim.


Aydın Boysan- Rakı İçerken Yapılmayacak 100 Şey15

1. Sarhoş olunmaz. 2. Masada konuşulan masada kalır. Kayıt, not tutulmaz. 3. Fotoğraf çekilmez. Dışarıdan çekene kızılmaz. 4. Telefonla konuşulmaz. Çalarsa açılır, “Rakı içiyorum” denir, kapatılır. 5. GSM'le oynanmaz: Sofra iPhone, Blackberry tanımaz. 6. Muhabbet esnasında biçem, izlek, imgelem gibi kelimeler kullanılmaz. 7. Kadınlar silip oturur: Rakı bardağında ruj izi olmaz. 8. Düzgün konuşulur, lüzumsuz şirin olunmaz. 9. Rakıda hızlı gidene karışılır, yavaş düşene karışılmaz. 10. Argo konuşulur, küfür edilmez. 11. “Hey!”, “hişt!”, “pişt!” gibi ünlemler kullanılmaz. 12. Memleketi herkes meşrebine göre kurtarır, karışılmaz. 13. Yemek yenilmez. 14. Meze tırtıklanır, karın doyurulmaz. 15. Şalgam suyu, soda, ayran, çay yanına konabilir, içine konmaz. 16. Kafaya vurup “lölölö!” demek gibi zevzek şakalar yapılmaz. 17. Masada kitap, dergi, hele laptop asla bulunmaz. 18. Zeki Müren de Giuseppe Verdi de dinlenir; Kayahan, Bryan Adams dinlenmez. 19. Varsa müzik duyulacak kadar açılır, bağırtılmaz. 20. Hüzün de neşe de eksik olmaz. 21. Masada ağlanmaz. 22. Ağlayan çıkarsa konu değiştirilir, avutulmaz. 23. Yüksek sesle şarkı söylenmez. 24. Şarkı mırıldanırken el kol hareketleriyle desteklenmez. 25. El kol fazla hareket etmez. 26. Tartışılır, kalp kırılmaz. 27. Herkes konuşur, monolog olmaz. 15

Aydın Boysan Anlattı: Rakı İçerken Yapılmayacak 100 Şey; http://www.egedesonsoz.com/haber/AydinBoysan-anlatti-Raki-icerken-yapilmayacak-100-sey/832862


28. Aynı anda konuşulmaz, söz kesilmez. 29. Masaya sigara dumanı üflenmez. 30. Bir rakı içilirken başka marka övülmez. 31. Rakı masasında sessizlik olmaz. 32. Zırt pırt tuvalete gidilmez. 33. Masada yellenilmez. 34. Masada geğirilmez. 35. Masaya müzisyen alınmaz. 36. Azıcık uçulabilir ama yalan dolan olmaz. 37. Yüksek sesle konuşulmaz. 38. Kazak pantolonun içine sokulmaz. 39. Çıplak / yarı çıplak durulmaz. 40. Şiir konuşulur, şiir okunmaz. 41. Rakı içilirken başka içki içilmez. 42. Yolluk bir teki aşmaz. 43. Yolluk alınmışsa cila çekilmez. 44. Biradan başka cila olmaz. 45. Cila birası bir küçüğü geçmez. 46. Rakı sonrası kahve, şekerli içilmez. 47. Kahve içilirken höpürdetilmez. 48. Rakı yalnız içilmez. 49. Rakı masası 4-5 kişiyi geçmez. 50. Garsona adı dışında bir şeyle seslenilmez. 51. Garsona rakı doldurtulmaz. 52. Balkon sofrasında içmeyen çalıştırılmaz. 53. Sıcaksa buz konabilir, buz erimeden içilmez. 54. Rakıdan önce su, sudan önce buz konmaz. 55. Rakı sek içilmez. 56. Rakıcı ota çöpe öpüşmez, habire takdir etmez. 57. İçerken serçe parmak havaya kaldırılmaz. 58. Rakı hızlı içilmez. 59. Rakı fondip yapılmaz. 60. Kerahet vaktinden önce rakı içilmez. 61. Büyük konuşanla rakı içilmez. 62. Çok konuşanla rakı içilmez. 63. Sessiz duranla rakı içilmez. 64. Şakadan anlamayanla rakı içilmez. 65. Büyük yudumlarla rakı içilmez. 66. Rakı sofrasında iş dedikodusu yapılır, iş konuşulmaz. 67. Küllüğe limon kabuğu, zeytin çekirdeği konmaz. 68. Tabağa, kâseye sigara söndürülmez. 69. Zırt pırt kadeh tokuşturulmaz. 70. Konuşurken rakı masasına vurulmaz. 71. Bardak boş bekletilmez. 72. Masanın her bir köşesi meze ile doldurulmaz. 73. Ağız şapırdatılmaz. 74. Çatal kaşık dişe değdirilmez.


75. Burun karıştırılmaz. 76. İzinsiz masadan tuvalete dahi kalkılmaz. 77. Şerefe vb. yeterlidir, kadeh tokuştururken yaratıcı olunmaz. 78. Garsona balık ayıklatılmaz. 79. Garsonun sırtına vurulmaz. 80. Personele hatır sormadan meyhanede oturulmaz. 81. Sofraya erken ya da geç gelinmez. 82. Rakı buzdolabının en alt rafından yukarı çıkarılmaz. 83. İçi görünmeyen kadehte rakı içilmez. 84. Masada farklı kadehler olmaz. 85. Masada farklı markalar olmaz. 86. Yerken ağız doldurulmaz. 87. Ağızda lokma varken konuşulmaz. 88. Boğaza, yeleğe peçete takılmaz, dize peçete konmaz. 89. Konuşurken çatal bıçak sallanmaz. 90. Hiçbir durumda ve fikirde ısrar edilmez. 91. Racon kesilmez. 92. Ukalalık, kıskançlık kaldırmaz. 93. Rakı sofrası süslenmez. 94. Loş meyhanede içilmez. 95. Yan masanın muhabbeti dinlenmez. 96. Başka masaya uzun bakılmaz. 97. Masadan kopuk muhabbet edilmez. 98. Çiftler el ele tutuşmaz, oynaşmaz. 99. Sallanan masada içilir, sallanan insanla içilmez. 100. Bunlar kendiliğinden olur, kasarak yapılmaz.


ARKA KAPAK KIZI

SASHA GREY


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.