Golge e-Dergi Kasim 2012 Sayi 62

Page 39

Öykü

Öykü

Güp güp atan kalbimle durup dışarıyı dinledim. Kapalı demir kapıdan ardı ardına tıp tıp tıp sesleri gelmeye başladı. Ulan yağmur yağıyormuş meğer. Bir gökgürültüsünden de bu kadar korkulmaz ki be kardeşim! Neyse, fazla oyalandım burada. Koşarcasına çıktım merdivenleri, neredeyse zifiri karanlıkta.

Fazla büyük olmayan dikdörtgen bir odada yerde minderin üstünde oturuyorum. Garip kokunun sebebi az ötemdeki tütsülerden dolayıymış. Garip olduğu kadar güzel ve iç geçirici. Karşımda da sakallı uzun cübbeli, kırışık suratlı bir hocaefendi var. Bakışları çok ciddi, kapkara gözlerinde derin bir dikkat var. Kancalı burnunun delikleri sanki ruhumun derinliklerindeki habis İkizlerin kokusunu almak ister gibi açılıp kapanıyor. "Bu ecinniler ne zamandan beri musallat oldu sana yavrum?" Sesi bir kaya kadar sert, ama içinde sanki az da olsa şefkat sezmiştim. "Üç sene." dedim sesimin mümkün olduğunca kendinden emin çıkmasına uğraşarak, ama belirgin bir titreme olmuştu. Hocanın kaşları çatılmıştı. "Niye şimdiye kadar kimseye söylemedin?" "Ben, ben korktum, yani bir okulum var ve hastaneye yatmak istemiyorum. Ayrıca-" Hoca cüppesinin yenini savurarak yeterli anlamında bir kolunu kaldırdı. Direk sustum tabi, adam ne derse onu yapacağım el mahkum. "Şimdi, bu ecinnileri kovacağım ruhundan, bir daha musallat olamayacaklar. Ancak, bunun bir bedeli var." Lan şimdi paradan söz etmenin sırası mıydı anlaşmıştık zaten telefonda! "Sorun değil hocaefendi ben gerekli meblağı ödemeye hazırım. Yeter ki beni kurtar." Sözlerimin sonuna doğru hocanın kara gözlerinde beliren uğursuz parıltı son hecelerimin oldukça kesik çıkmasına sebep olmuştu. "Öyle değil evladım, bu ecinniler senin ruhuna çok fazla tutunmuşlar. Bu durumlarda kovulurken sana da bir bedel ödetirler. Senin ruhuna veya bedenene bir zarar vermeden gitmezler. Buna hazır mısın, aksi takdirde ben sorumlu değilim." Duyduklarıma inanamadım. Ne bedeli lan şimdi! Daha ne bedeli ödemem gerekiyordu, yıllardır çekeceğimi çekmiştim zaten. "Aman hocaefendi, ne bedelidir bu nasıl birşeydir?" "Orası belli olmaz evladım, ya bedeninde bir kalıcı bir zarar, ya da ruhunda bir hasar bırakırlar, fakat bir daha musallat olmazlar. Benim işim onları kovmak, daha fazlasına karışmam." Tanrım, şaka olmalı bu herhalde. Yani onlardan kurtulsam bile bende bir etkileri olacak sürekli ha.. E ben yaşamayayım o zaman! Ulan böyle kaderin ta.. Acaba üstelesem mi daha adama ne olabilir diye?

Hocaya bir kez dikkatle göz attıktan sonra sorma fikrinden vazgeçtim. Bekledikçe huzusuzlaşıyor gibiydi, sürekli sinirle sakalını ovuşturuyor, kömür gibi kara gözlerini uğursuzca bana dikiyordu. Sanki beynimi okuyor gibiydi, kendimi savunmasız hissediyordum. Tütsünün de etkisi iyice yoğunlaştığından mı ne kendimi aşırı baygın hissdiyorum, sanırım gözkapaklarım iyice ağırlaştı. Ne itiraz edecek ne de soru soracak takatim yok. Zaten buradan başka çarem,gidecek yerim de yok. Dibe batmışsın Cem Kalkan, haydi biraz daha ilerle derinlere! "Tamam hoca efendi, herşeyi kabul ediyorum, yeter ki kurtar beni şunlardan!" Yaşlı adam bunun üzerine hiçbirşey söylemeden işe koyuldu. Önce euzu besmele çektikten sonra önünde ne olduğunu anlayamadığım fakat çeşitli hayvanların uzuvları olduğunu tahmin ettiğim nesneleri, bağdaş kurduğu ayaklarının dibindeki garip desenli bir tepsiye belli bir düzende dizdi. Ardından, kuşağının içinden küçük bir kese çıkardı. Keseyi tepsinin üzerinde ters çevirince içinden daha önce hiç görmediğim gri tozları çok yavaşça dökülmeye başladı. Tam o anda ağzında Arapça olduğunu anladığım kelimeler mırıldanmaya başladı. Tanrım, beynimin icinde acı dolu inlemeler duyuyorum. Çok fazla acı çekiyorlar, çok.. Her inleme beynimde kapanmayacak yaralar açıyor sanki. Tizliğin ötesinde başka evrenlerin yabancı yüksekliğini taşıyan korkunç sesler.. İçimdeki varlıklar rahatsız oluyorlar anlıyorum..Yüzümün istemsizce kasıldğını hissediyorum. Hocaefendi benimle ilgilenmiyor bile. Mırıldandığı duayı daha da gürültülü hale getiriyor. Şimdi kesedeki tozları dökerken tek eliyle havada garip hareketler yapıyor. Ardından sağ tarafından göremediğim bir yerden bir çakmak çıkarıyor. Bana dönüp de "Şimdi sakin ol yavrum, kendine hakim ol." diyen hocanın şimşek gibi parlayan kara gözleri hiç de iyi şeylerin habercisiymiş gibi durmuyor. Hoca efendi tepsideki belli bir sıraya göre dağıtılmış tozları tutuşturuyor. Öylesine büyük bir çığlık attım ki ses tellerim parçalanmış bile olabilir. Tanrım, İkizler yanıyor, acı çeken varlıklarını, yanan, kavrulan karanlık varoluşlarını görüyorum.. Ruhuma bağladıkları yapışkan cehennem ziftlerinin çözülmesi geliyor gözlerimin önüne.. Sonra İkizler'i gördüm.. Bu nasıl bir güzellik! Dişiydi onlar, iki kız kardeş, tıpkı onlara taktığım isim gibi.. Doğaüstü yaratılışta olan iki kızkardeş. Biris altın sarısı saçlı, diğeri gece siyahı.. İkisinin de teni güneşten daha parlak.. Vücutları insanlarla karşılaştırılamayacak kadar zarif, incecik.. Dudakları alev kırmızısı.. İkisinin de gözleri en temiz gökler kadar mavi ışıklar saçıyor, gözbebekleri yok.. Ama onlar yanıyor, bu güzellik küle dönüyor! Haykırıyorlar bana hayal kırıklığı ile ard arda: "Aptal ölümlü biz kendi türümüzden vazgeçip seni sevdik.. Biz sana aşıktık! Sana yaptıklarımız seni paylaşabilmek için aramızda yaptığımız bir savaştı, bir kaç gün sonra savaş sona erecek ve aramızda kazanan belli olacaktı.. Kim seni deliliğin kollarına atabilirse, işte sen onun olacaktın, ve aklını tamamen yitirmene çok az kalmıştı! İşte o zaman aramızdan kazanan seni, eğer sen de istersen yanına alacaktı.. Kaybolmuş diyarlarda ikimizden biriyle sonsuz mutluluk seni bekliyordu ahmak! Sonsuza kadar sevişecektik seninle, her gün, her saniye, hiçbir dünyevi şehvetin yanına bile yaklaşamazdı bizden duyacağın tatmin..Sana

76

77

*

*

*


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.