Yenidünya sayı 27-29

Page 1

Anısı emperyalist savaşa karşı mücadelede yol gösteriyor

AKP işçi kanına doymuyor

Zorunlu din dersine hayır

Baş eğmeyen barışçı: Mahmut Dikerdem

>> 8

>> 4

>> 12

>> 11

Ağustos - Ekim 2014 sayı 27-29

Taşeron demek sosyal cinayet demektir

halk gazetesi

Kurucusu: Mustafa Suphi (1883-1921)

2.50 lira (KDV dahil)

www.yenidunyagazetesi.com

Teslim olmuyoruz gericiliğe, vurgunculuğa ve savaşa karşı birlikte mücadele

Direniş ve mücadele ruhunu yükseltme zamanı Geleceğimizin yeniden şekillendiği şu günlerde sol, sosyalist ve ilerici güçler önemli bir eylem ve mücadele birliğini hayata geçirmek için kolları sıvadı. Mayıs-Haziran 2013 Büyük Halk Direnişi’nden dersler çıkartan siyasi parti, hareket, grup ve bireyler birleşik mücadeleyi güçlendirme kararını ilan ettiler. >> 5

İMF’ye alternatif banka kuruluyor

Tezkere, Ortadoğu halkları için tehlikelerle dolu yeni bir dönem başlatıyor Bu dönemin halklar için en az zararla atlatılması, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin kurduğu tezgâhların boşa çıkarılması için ülkede ve böl-

gede sosyalist, devrimci ve ilerici yurtsever güçlere büyük görevler düşüyor. Gün, ulus, din ve mezhep ayrımı olmaksızın bütün bölge

halklarının emperyalizme, işbirlikçi burjuvaziye ve gerici-faşist cellat sürülerine karşı birleşerek mücadele etmesi günüdür.

Gericiliğin eğitim saldırısı >> 13

hülya kortun

onur balcı

>> 2 - 5 - 12

Sonun başlangıcı >> 3

Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın oluşturduğu BRİCS ülkeleri Avrupa’nın egemenliğinde olan banka ve kredi sistemine meydan okuyor. >> 6


Ekim 2014

2 Savaş tezkeresi Meclis’ten geçti AKP tam bir savaş hükümeti olduğunu bir kez daha ispat etti. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye ve Irak’a girmesi ve yabancı askerlerin Türkiye’ye sokulması için hükümete 4 Ekim 2014’ten başlayarak bir yıl süreyle yetki veren tezkereyi 2 Ekim günü Millet Meclisi’nden geçirdi. Her kritik konuda AKP’nin

koltuk değneği rolünü üstlenen MHP tezkereyi desteklerken, CHP ve HDP red oyu kullandı. Kobane’yi IŞİD çetelerinin kan gölüne çevirdiği günlerde gelen bu tezkere elbette Kürt halkına veya bölge insanına yardım amacı taşımıyor. Suriye ve Irak halklarına destek vermeyi de hedeflemiyor. 98

Durum değerlendirmesi

Siyasetle ilgilenen herkesin bildiği gibi, ABD, AB, NATO, İsrail, Arabistan, Katar ve AKP, IŞİD’i yıllardır ilerici yurtsever laik Suriye yönetimi ile Suriye ve İran’a yanaşan Şii Irak yönetimine ve Suriye’ye ihaneti kabul etmeyen Lübnan’a karşı vurucu güç olarak kullandı.

red oyuna karşılık 298 oyla kabul edilen tezkere, emperyalizmin ve dinci gericiliğin çok yönlü saldırısı altındaki Türkiye, Suriye, Irak ve Kürdistan halkları için tehlikelerle dolu yeni bir dönem başlatıyor. Bu dönemin halklar için en az zararla atlatılması, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin kurduğu

Politika değişikliğinin nedenleri Suriye halkının kahramanca direnişi, Türkiye ve Mısır’da meydana gelen halk ayaklanmaları, Lübnan’ın direniş cephesinden vazgeçmemesi, İhvan’ın Mısır ve Arabistan tarafından terörist ilan edilmesi, Filistin’de Hamas’ın Suriye halkına ihanetin kendisine herhangi bir fayda sağlamadığını İsrail’in vahşi saldırısıyla nihayet idrak etmesi, Libya’da yurtsever laik yönetimin çökertilmesinden sonra ortaya çıkan kaos, geleneksel olarak ABD’ye bağlı güçler (Arabistan ile Katar, Arabistan ile Türkiye, Mısır ile Türkiye, İsrail ile Türkiye, Katar ile Mısır) arasında ortaya çıkan çekişmeler ABD’nin bölgede değişen dengeleri kendisine en uygun şekilde yeniden kurma arayışına yol açtı.

ABD’nin ilk başarıları Irak’ta IŞİD’in Musul saldırısını Maliki yönetimini değiştirmek ve Barzani’nin etki alanını genişletmek için ustaca kullanan ABD, IŞİD’i düşman ilan etti ve ona karşı uluslararası sefer başlattı. Vidaları sıkıştırarak Arabistan, Katar ve nihayet Türkiye’yi tam hizaya sokmaya çalışan ABD, zaten kendisine bağlı Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni kazanç hanesinde tutarken, IŞİD’in Kobani saldırısıyla ölümü gösterdiği PKK-PYD’yi de kendisine en muhtaç duruma sokmayı başardı. Suriye istilasının başından bu yana Suriye halkı ve hükümeti ile emperyalizm ve dinci katil sürüleri arasındaki cepheleşmede ara güç olarak hareket eden; Mayıs-Haziran 2013 Büyük Halk Direnişi’nde halkla ve sol güçlerle değil, AKP’yle işbirliğini yeğleyen PKK-PYD; ABD’den, AB’den ve Türkiye’den silah yardımı istedi. PKK-PYD, Öcalan’ın ve Kandil’in açıklamalarıyla görüldüğü gibi, şu anda AKP’yle doğrudan (ve ABD’yle dolaylı) işbirliği ile doğrudan doğruya ABD’yle işbirliği yelpazesinde gidip geliyor.

ABD’nin ihtiyatlı yaklaşımı ABD, Suriye’de IŞİD hedeflerine saldırırken, şu ana kadar Suriye’yi doğrudan doğruya hedef almadı. Suriye’yi ve onu destekleyen İran, Rusya ve Çin’i fiilen politik ve askerî karşılık vermeye zorlayacak bir saldırıya şimdilik girişmedi.

AKP’nin ham hayali AKP, ABD’nin Suriye’de uçuşa yasaklı bölge ilan etmesini ve güvenli bölge kurmasını kışkırtmak için Türkiye topraklarını yabancı ordulara peşkeş çekmeyi bile göze aldı. Yani, ABD’ye güven vermek için ülkenin karnını onlara açtı. IŞİD’i bugüne kadar besleyen, eğiten ve silahlandıran AKP, Osmanlı imparatorluğunu canlandırma fantezisinden bir türlü vazgeçmiyor. ABD ve NATO yardımıyla Suriye ve Irak’a asker sokmak, bu ülkeleri etki alanına almak için yanıp tutuşuyor. ABD’den onay alırsa Suriye’nin sınır bölgelerini işgal etmeyi planlayan AKP, hem PKK-PYD’yi etkisizleştirmeyi veya kendisine tam bağımlı hâle getirmeyi, hem de bu bölgeleri vatanını savunan Suriye yönetimine karşı gerici-faşist çetelerin ve sömürgeci işgal ordularının üs alanına çevirmeyi tasarlıyor.

tezgâhların boşa çıkarılması için ülkede ve bölgede sosyalist, devrimci ve ilerici yurtsever güçlere büyük görevler düşüyor. Gün, ulus, din ve mezhep ayrımı olmaksızın bütün bölge halklarının emperyalizme, işbirlikçi burjuvaziye ve gerici-faşist cellat sürülerine karşı birleşerek mücadele etmesi günüdür.

Hedef değişmedi ABD, Büyük Ortadoğu Projesi’nde dile getirilen temel amaçlarını kuşkusuz sürdürüyor. Bölgeyi bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin bütün kazanımlarından yoksun bırakmak, antiemperyalist yönetimleri yıkmak, İsrail’e karşı direniş eksenini kırmak, halkları hepsi kendisine bağımlı olacak düşman devletçiklere bölmek hedefi hâlâ yürürlükte. Örneğin, Obama yönetimi ABD Kongresi’nden çıkardığı kararla, (artık tiksindirici derecede bayatlamış olduğu hâlde hâlâ kullanımda tuttukları kavramla) sözüm ona “ılımlı” Suriye muhalefetine 500 milyon dolar tahsis etti ve 15 bin “güvenilir” muhalifin Arabistan’da kurulacak kamplarda silahlı eğitimden geçirilmesine onay verdi. Ancak, ABD geleneksel olarak kendisine bağlı güçler arasındaki düşmanca uyumsuzluğu giderecek bir ortak çizgi oluşturmak durumunda. Bölge halklarına zorla dayatılan dizginlenmemiş siyasal İslamcılık dozunun muhtemelen azaltılması gerekecek. Bu tabloda IŞİD, Nusra, El Kaide, İhvan çetelerinin gözü dönmüş icraatları artık bahane olarak kullanılacak.

ABD işbirlikçilerinin büyük rüyası ABD’nin IŞİD’e karşı ilan ettiği savaş cephesine katılan Arabistan, Katar ve AKP, İsrail’le birlikte, ABD’nin Suriye’de Suriye hükümetine uçuşa yasaklı bölge ilan etmesini ve mümkünse ABD ordusunun öncülüğünde Suriye’yi işgal etmesini istiyor. Daha büyük rüyaları ise, bu süreçte Suriye’yle birlikte, Lübnan’ın ve (tekrar) Irak’ın işgal edilmesi ve işgaller sürecinin İran’ın da işinin bitirilmesiyle tamamlanması.

Birleşik cephe Türkiye, Suriye, Irak ve Kürdistan’ın bütün ulusal demokratik güçleri, bütün bölge halkları, bir yandan emperyalizme ve emperyalizmin işbirlikçisi egemen büyük burjuvaziye, bir yandan da onların piyadesi gerici-faşist cehennem zebanilerine karşı ortak mücadele formülünü yaratmak zorunda. Ara güç olarak hareket etme sorumsuzluğu, komşu halkların zararına emperyalizm ve işbirlikçileriyle birleşme vicdansızlığı hiçbir devrimci ve ilerici yapıya fayda sağlamayacağı gibi, bütün halklara ağır zararlar verecektir. Emperyalizme, işbirlikçilerine ve cellat sürülerine karşı tek birleşik cepheye ihtiyacımız var.


Ekim 2014

3

Emperyalizm: IŞİD işlevini tamamladı

Adına IŞİD denen ve en gerici ve bağnaz çetelerden oluşan bir maşayı Suriye ve Irak topraklarında besleyerek Suriye halklarının üzerine saldırttı. İlk başta Suriye yönetimine karşı savaştırılan bu vahşi çeteler daha sonra Orta ve Kuzey Irak topraklarına yönelerek buralarda yaşayan halka saldırdı, binlercesini katletti, on binlercesini de yerinden etti. Amerikan tezgâhı Durumu fırsata çeviren ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri zaten kendilerinin de içinde oldukları bu tezgâhı işletmeye başladılar. ABD'nin Birleşmiş Milletler BM nezdindeki temsilcisi Samantha J. Power, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'a 23 Eylül 2014 tarihinde gönderdiği mektupta, Irak hükümetinin BM Güvenlik Konseyi'ne 25 Temmuz 2014 ve 20 Eylül 2014 tarihli mektuplarında Güvenlik Konseyinden yardım talep ettiğini, bu çerçevede de ABD liderliğinde bir uluslararası güç oluşturulduğunu ve BM sözleşmesinin 51. maddesi çerçevesinde IŞİD'e operasyon yapılacağını açıkladı. Suriye ve Rusya'nın tepkisi Emperyalistlerin buradaki asıl amacı IŞİD bahanesi ile Suriye yönetimine bir operasyon düzenlemek, yıllardır Suriye içindeki çeteleri besleyerek ulaşamadığı emellerine ulaşmaktı. Ancak bu noktada hem Suriye yönetiminden, hem Rusya'dan büyük tepki geldi. Suriye yönetimi, Suriye'de kendisinden habersiz yapılacak her operasyonu bağımsızlığına ve egemenliğine saldırı sayacağını ve karşı koyacağını açıkladı. Rusya yönetimi böyle bir operasyonun Suriye yönetiminden habersiz yapılamayacağını, aksi durumda uluslararası anlaşmaların çiğneneceğini vurguladı. Bombalamalar başladı ABD jetleri ABD'nin kendi besleyip büyüttüğü İŞİD çetelerinin bölgelerini 23 Eylül 2014'te vurmaya başladı. Devam eden operasyonları birçok ülke onaylarken, IŞİD ile yakın bağlara sahip AKP hükümeti sonunda ABD ile tam işbirliği yapacağını açıkladı. IŞİD çeteleri ise bu operasyondan Suudi rejimini sorumlu tuttuğunu ve misilleme yapacağını açıkladı. İşin özü Bugün emperyalizm Ortadoğu topraklarını bir kez daha kana buluyor. Önce gerici çeteleri kurduruyor, besliyor, büyütüyor, sonra da halkların üzerine salıyor. Daha sonra katliam var diyerek kendi yarattığı kaosa son vermek için kendi kuklası (El Kaide, IŞİD) çetelere operasyon düzenlediğini iddia ederek halkları katlediyor.

hülya kortun

Ortadoğu'da Irak'ı paramparça eden, Libya'yı kan gölüne çeviren emperyalist güçler neredeyse dört yıldır Suriye yönetimini doğrudan ülke içinde çeteler örgütleyerek devirmeye çalışıyor. Her türden oyunu kullanan emperyalizm, Suriye halklarının ve dostlarının sert direnişi ile karşılaşınca daha karmaşık yöntemler denemeye girişti.

Sonun başlangıcı AKP’nin 10 Ağustos 2014’te yapılan sahte cumhurbaşkanlığı seçimini kazandığı ilan edilen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 28 Ağustos’ta Millet Meclisi’nde yemin etti ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın alkışları arasında cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu. Yüksek Seçim Kurulu’nun resmî seçim sonucunu duyurduğu 15 Ağustos’ta başbakanlık ve AKP başkanlığı sıfatları düştüğü hâlde, anayasayı açıkça çiğneyerek bu yetkilerini 28 Ağustos’a kadar bırakmayan Erdoğan, 27 Ağustos’ta düzenlenen AKP olağanüstü kongresinde AKP genel başkanlığına Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu getirtti. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı sıfatıyla 29 Ağustos’ta başbakanlığa atadığı Davutoğlu, aynı gün hükümeti kurdu. Yeni hükümet 18 Kasım 2002’den beri iktidarda olan AKP’nin beşinci hükümeti olarak 6 Eylül’de Meclis’ten güvenoyu aldı. Yeni aşama Böylece, AKP’nin gericilik, vurgunculuk ve savaş rejiminde yeni bir aşamaya gelinmiş oldu. Mayıs-Haziran 2013 Büyük Halk Direnişi’nde milyonlarca emekçinin istifasını istediği AKP, istifa etmek şöyle dursun, iktidar aygıtına daha sıkı sarılma olanağına kavuştu. AKP icraatlarının iki kilit ismi, yaptıklarının ve haklarındaki ağır suçlamaların hesabını vermek üzere yargılanacaklarına, devlet hiyerarşisinde daha da yükseğe çıktı. Her açıdan hak ettiği bir cezadan kurtulduğu gibi hiçbir açıdan hak etmediği bir ödüle kavuşan AKP, bu durumu, Türkiye’de karşıdevrim sürecini tamamlamak için yetki belgesi aldığının göstergesi sayıyor. Karşıdevrimin amentüsü Nitekim, siyasal İslamcılığın ideoloğu olarak Tanzimat döneminden günümüze Türkiye tarihini “fetret devri” olarak tanımlayan Davutoğlu, bu görüşünü basın toplantılarında ve mitinglerde sürekli vurgulamaya başladı. “Devletimizi bir fetret devrini kapatarak tekrar inşa eden hareketin adı AK Parti’dir” diyen Davutoğlu, “Son 12 yılda gerçekleştirilen büyük restorasyon hareketi hiçbir ara ve kesintiye uğramadan devam edecektir” diye buyurdu. Davutoğlu’na göre, “12 yıl önce ‘hasta adam’ muamelesi gören bir ülke ayakları üzerinde yükselmiş, birçok yerde büyük sıkıntılarla karşılaşan bir millet tarihi misyonunu hatırlamış ve kutlu bir yürüyüşe çıkmıştır. Bu kutlu yürüyüş hedefe ulaşacaktır.” AKP’nin programı Davutoğlu’nun sözünü ettiği “hedef”in gizlisi saklısı yoktur: AKP Türkiye devriminin bütün kazanımlarına son vermek istiyor. Bağımsızlık, halk egemenliği, laiklik, hukuk, işçi hakları, kadın hakları, çocuk hakları, bilimsel eğitim, düşünce ve örgütlenme

özgürlüğü alanında devrimci, ilerici, yurtsever, demokrat bütün güçlerin bugüne kadar iğneyle kuyu kazarak elde ettikleri bütün kazanımları ortadan kaldırmayı arzuluyor. Türkiye halklarını yeni model sultan-halifenin mutlak hükümdarlığı altında köleleştirmek peşinde koşuyor. Başta Suriye ve Irak olmak üzere komşu halkları emperyalizmin hizmetkârı yayılmacı bir din devletinin sömürgesi durumuna getirmek için yanıp tutuşuyor. ABD egemenlerinin yönetimindeki dünya dolar milyarderleri şebekesinin uç beyi olarak yeni sürüm Osmanlı imparatorluğunu kurmaya çalışıyor. Delicesine koşu AKP topyekûn karşıdevrimi tamamlamak için delicesine bir koşuya çıktı. Kırk bin öğrenciyi bir çırpıda imamhatip okuluna mahkûm etti. Zorunlu din dersinin üstüne seçmeli ders olarak da her öğrenciyi ek din dersleri almak zorunda bıraktı. Bizzat Davutoğlu’nun ağzından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “zorunlu din dersini kaldırın” kararına uymayacağını açıkladı. On yaşındaki kız öğrencilere türban dayatmasını başlattı. Özelleştirme vurgunlarını iptal eden mahkeme kararlarının, özelleştirmenin üzerinden beş yıl geçmişse, uygulanmasını yasaklayan kanunu çıkarttı. Haksız yere görevden aldığı kamu görevlilerini işine iade eden mahkeme kararlarının iki yıl boyunca uygulanmasını yasaklayan kanunu çıkardı. Yargı örgütünü düpedüz hükümetin uzantısı durumuna getirmek için her yola başvuruyor. ABD’nin IŞİD bahanesiyle başlattığı yeni sömürgeci seferini, yurt savunması yapan Suriye yönetimini devirmek için yeni bir fırsat olarak kullanmak üzere türlü tezgâhlar kuruyor. Kısacası, AKP gericilik, vurgunculuk ve savaş rejimini ortalıkta tek bir muhalif ses bırakmadan pekiştirmek için elinden geleni ardına koymuyor. Kritik dönemeç Sonun başlangıcındayız. Bu kritik dönemeçte ya AKP topyekûn karşıdevrimi tamamlayacak; ya önceki kuşakların zorlu mücadelelerle elde ettiği Türkiye devriminin kazanımlarını koruyacak olan siyasal toplumsal özneler harekete geçerek AKP’yi durduracak. Ya işbirlikçi kapitalist bir din diktatörlüğü dayatması ülkeyi ve bölgeyi uçuruma itecek; ya işçiler, şehir ve köy emekçileri, aydınlar, kadınlar, gençler, ezilen halklar, alınteriyle geçinen bütün sade insanlar kendi kaderlerini kendi ellerine alarak yeni bir dünyanın kapısını açacak. Ya emperyalizmin ve gericiliğin ayartmalarına kapılarak karşıdevrim saldırısına karşı birleşmekten kaçınacağız; ya sosyalist ve devrimci demokrat güçlerin birliği temelinde ülkenin ve bölgenin dirliğini sağlayacak bütün ulusal demokratik kesimlerin cephesini kuracağız. Ya emperyalizmin hizmetkârı gericiliğe baş eğeceğiz; ya birleşik bir halk hareketine dayanan birleşik bir halk hükümetini yaratacağız.


Ekim 2014

4 AKP işçi kanına doymuyor

Daha ne acılarını dindirebilmiştik Soma katliamının, ne de yaralarını sarabilmiştik ki Torunlar GYO'nun rezidans (zenginlere lüks konut) inşaatında asansör faciasında ölen on işçinin haberi geldi. Tahir Kara, Hıdır Ali Genç, İsmail Sarıtaş, Bilal Bal, Cengiz Tatoğlu, Murat Usta, Menderes Meşe, Vahdet Biçer, Ferdi Kara ile Cengiz Bilgi, asansörün 32. kattan yere çakılmasıyla 26 Eylül günü saat sekiz sularında can verdi.

Hem suçlu, hem güçlü, hem de yüzsüz Kâr hırsıyla işçilerin ölümüne sebep olan Torunlar GYO yönetim kurulu başkanı Aziz Torun, gerçekleştirdiği basın toplantısında inşaatta bütün iş güvenliği tedbirlerinin alındığını, yere çakılan asansörün ve diğer asansörlerin bakımlarını düzenli olarak gerçekleştirdiklerini, buna rağmen kazayı önleyemediklerini açıkladı. Arsızlığı daha da ileri taşıyan Torun, alınan tüm iş güvenliği önlemlerine rağmen bazı işçilerin dikkatsiz ve özensiz davrandığını da söylemekten geri durmadı. Tayyip Erdoğan'ın imam hatipten sınıf arkadaşı olmakla övünen dolar milyarderi kazayla ilgili olarak "sektörel bir vaka" ifadesini de kullandı. Sınıf arkadaşı ve başka bir dolar milyarderi olan Recep Tayyip Erdoğan ise Soma'da ve daha başka maden facialarında ölen işçilerle ilgili olarak "bu işin fıtratında var" ifadelerini kullanarak halkın tepkisine sebep olmuştu.

Kâr hırsı öldürüyor

Oysa... Torunlar GYO tarafından yapılan tüm açıklamalara rağmen gerçekler ortada duruyor. İstanbul Tabip Odası söz konusu inşaat ile ilgili olarak 15 Mayıs'ta bir uyarı yayınlamış ve gerekli önlemler alınmadığı takdirde on on iki işçinin ölümüne sebep olunabileceği yönünde açıklamalar yapmıştı. Aynı şekilde işçiler asansörlerin sık sık arızalandığını ve bakımlarının düzgün ya-

pılmadığını, yönetmeliklere aykırı olarak malzemelerin ve işçilerin aynı asansörde aynı anda taşındığını, asansörlere fazla yükleme yapıldığını açıkladılar. Ayrıca kazanın mesai saati bittikten sonra meydana geldiği de ortada. Yani iş bittiği hâlde işçiler çalıştırılmaya devam edilmiş ki bu gibi iş kollarında fazla çalışma iş güvenliğini tehlikeye atan koşullar.

Hükümet ve Torunlar el ele

Anlaşılan o ki patron işçileri gün içinde sürekli acele çalışmaya zorluyormuş. Zaman kazanmak için işçileri ve malzemeyi aynı asansörde taşıdığı yetmiyormuş gibi işçileri mesaileri bittiği hâlde işletmede alıkoyup malzeme taşıtıyormuş. Bir başka konu da asansörün teknik bakımları ile ilgili. Torunlar GYO adına yapılan açıklamalarda faciayla ilgili olarak sorumluluğun asansör firmasında olabileceği yönünde açıklamalar yapıldı. Fakat asansörü yapan firma, anlaşmalarının kapsamında asansörün kulla-

nımıyla ilgili kendilerini bağlayan bir madde olmadığını hatta zorunlu olmadıkları hâlde iki personellerini bakım için sürekli olarak şantiyede bulundurduklarını, kazanın da mesai bittikten sonra gerçekleştiği için teknik personelin o saatlerde şantiyede olmadığını açıkladı. Ortaya çıkan veriler tıpkı Soma Katliamında olduğu gibi işçilerin daha fazla kâr etmek uğruna, bütün uyarılara rağmen, göz göre göre ölüme yollandığı yönünde.

Ne olacak

Her fırsatta Tayyip Erdoğan’ın imam hatipten arkadaşı olduğunu söylemekle övünen ve dolayısıyla AKP’nin koruması altında bulunan Aziz Torun ve şirketi şantiyede eylem yapan işçilere karşı hemen saldırıya geçti. Önce eylem yapan işçilerin kendi işçileri olmadığını, dışarıdan gelen bazı gruplardan kişilerin kendilerini işçiymiş gibi gösterdiğini söyledi. Bu yalanı sökmeyince de facia ile ilgilil eylemlere katılan işçileri işten attı. Aynı şekilde AKP hükümeti de sınıf kardeşleri için eylem yapan emekçilere saldırdı. Çevik kuvvet, toma ve gaz bombaları eşliğinde orantısız bir saldırıyla emekçiler dağıtıldı. Şantiye günlerce polis koruması altına alındı. Eylem yapan işçilere gözdağı verildi. İş cinayetinin hemen ardından asıl sorumlu olan Torunlar GYO yönetimi ilk önce büyük bir aymazlıkla işçileri, sonra da asansör firmasını suçladı. İş yerinin bütün denetimlerden geçtiğini ve her türlü önlemi aldıklarını açıkladı. Tıpkı Soma Holding gibi. Daha sonra iş cinayetinde sorumlulukları olduğuna dair kanıtlar birbiri ardına gelmeye başladı.

AKP’nin ve belli ki bizzat Erdoğan’ın koruması altında olan Torunlar GYO ve yönetim kurulu başkanı Aziz Torun ile ilgili tartışmaların gündemden düşürülerek soruşturmaların sürüncemede kalmasına çalışılacak. Dava açılırsa eğer savcılar ve hâkimlere baskı uygulanacak ya da daha baştan yandaş kimselere verilecek. Konunun üstü örtülmeye çalışılacak. Tıpkı Soma’daki gibi. Bu arada işçilerin ailelerine büyük tazminatlar verileceği açıklanacak ama konunun üstü örtüldüğü için bizler tazminatların verilip verilmediğinden dahi zor haberdar olabileceğiz.

Ve sonunda biten inşaatın açılışına Tayyip Erdoğan’ın bizzat katılması sağlanacak. Tabii bütün bunlar gericilik, vurgunculuk ve savaş rejiminin efendisi AKP’nin hayali. Bu hayali boşa düşürecek ve sorumlulardan hesap soracak olan biz emekçileriz. Başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi halkın örgütlü gücü AKP’nin hevesini kursağında bırakabilir. Şimdiden halkın hafızasında silinmeyecek bir yer edinen iş cinayetinin hesabını da halkın kendisi sorabilir.


Ekim 2014

5 Direniş ve mücadele ruhunu yükseltme zamanı

Koalisyon aldatmacası Emperyalistler yeni hesaplar peşinde

Bölge ve Türkiye halklarının mahşerin ortasına sürüklenmeye çalışıldığı şu günlerde emekçiler, gençler, aydınlar, kadınlar; emperyalizme, kapitalizme ve gericiliğe mahkûm değil. Geleceğimizin yeniden şekillendiği şu günlerde sol, sosyalist ve ilerici güçler önemli bir eylem ve mücadele birliğini hayata geçirmek için kolları sıvadı. Mayıs-Haziran 2013 Büyük Halk Direnişi'nden dersler çıkartan siyasi parti, hareket, grup ve bireyler 21 Eylül 2014'te Ankara'da gerçekleştirilen toplantı sonucunda birleşik mücadeleyi güçlendirme kararını ilan ettiler. ODTÜ’de düzenlenen solda birlik toplantısında yapılan değerlendirmeler sonucunda ortaya çıkan deklarasyonun tam metnini okurlarımıza sunuyoruz. DİRENMEYE VE BİRLİKTE MÜCADELEYE ÇAĞIRIYORUZ Gericiliği ve Faşizmi Yeneceğiz! İlk toplantısını 30 Ağustos’ta, ikincisini 21 Eylül’de Ankara’da gerçekleştiren siyasi parti, hareket, grup ve bireyler olarak; toplumun tüm eşitlikçi, özgürlükçü, ilerici, devrimci ve barış yanlısı dinamiklerini; direnme hareketlerini ve muhalefet güçlerini bir araya getirerek birlikte mücadele etme ve geleceği birlikte kurma kararı aldık. Ülkemiz AKP iktidarı eliyle hızla İslami-faşist bir diktatörlüğe doğru sürükleniyor. Neoliberal yağma politikaları emekçi sınıfların hayatında büyük bir yıkım yaratıyor. Baskı ve zora dayalı yöntemlerle dinci gericilik temelinde bir toplumsal yaşam kurulmaya çalışıyor. AKP, ülkemizde yarattığı bu yıkımın yanı sıra, bölgemizde de emperyalizmle işbirliği içinde mezhepçi ve gerici boğazlaşmaları kışkırtarak, ülkemizi bölgesel bir savaşın parçası hâline getiriyor. Bu karanlık gidişata ‘hayır’ diyen milyonlarca yurttaş, Gezi / Haziran günlerinde sokağa çıkarak zorbalığa ve gerici küstahlığa karşı kararlı bir direniş ortaya koydu. Emekçiler, gençler, kadınlar, öğrenciler, aydınlanmanın kazanımlarına ve insanlığın ilerici birikimine sahip çıkan toplum kesimleri piyasacı yağma düzenine, gericiliğe ve diktatörlüğe dur dedi. Bugün aynı kararlılığı sürdürerek, Gezi ve Haziran günlerinde kurduğumuz eşitliğin, özgürlüğün, kardeşliğin, bağımsızlığın ve laikliğin barikatını birlikte daha ileriye taşımak hepimizin ortak sorumluluğudur. Bu amaçla bizler, - Faşist baskı ve dinci zorbalığa karşı toplumcu bir demokrasi için; - Gericiliğe karşı laiklik ve özgür bir yaşam için; - Geleceksizlik ve güvencesiz çalışmaya karşı emeğin hakları ve insanca bir yaşam için; - Doğanın ve kentlerimizin yağmalanmasına karşı ortak yaşam alanlarımıza, sahip çıkmak için; - Özelleştirme ve talana karşı halkçı-kamucu bir ekonomiyi örgütlemek için; - Emperyalist saldırganlık, tahakküm ve işbirlikçiliğe karşı bağımsızlık için, - Kürt sorununda kardeşlik ve birlikte yaşama iradesini güçlendirerek demokratik, adil, onurlu ve eşit yurttaşlığa dayanan bir çözüm için; birlikte mücadele etmek amacıyla ortak bir irade oluşturduğumuzu ilan ediyoruz. Bunun için; bütün eşitlikçi, özgürlükçü, ilerici halk güçlerini birlikte direnmeye ve emekten yana yeni bir toplumsal düzeni bugünden başlayarak kurmaya çağırıyoruz.

ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri kendi yarattıkları canavar olan IŞİD’i durdurmak gerekçesiyle bir askerî koalisyon oluşturdular. Avrupa’nın merkez devletlerinin önemli bir bölümüyle Arap yarımadasının işbirlikçi emirliklerinin katıldığı koalisyon güçleri 23 Eylül 2014'ten bu yana Irak ve Suriye’de IŞİD’e ait olduğu öne sürülen mevzileri bombalamaya başladı. Erdoğan’ın tavır değişikliği Türkiye de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tüm gönülsüzlüğüne rağmen Birleşmiş Milletler toplantısından hemen sonra 180 derecelik bir dönüş yaparak ABD ile IŞİD konusunda tam bir fikir birliği içinde olduğunu ilan etti. Ancak ABD’nin IŞİD’le mücadele planında samimi olmaması gibi, Türkiye’nin şu günlerde bile hâlâ desteklediği IŞİD’e karşı esaslı bir tavır alacağı iddiası da samimi değil. IŞİD bahane, hedef Suriye Gerek ABD, gerek AB, gerek Türkiye, Irak ve Suriye’de ortaya çıkan tablonun öncelikli sorumlusudur. 11 yıl önce kimyasal silah yalanı ve Irak’a

demokrasi götürme palavrasıyla Irak'a savaş açanlar, bu sürede ölen milyonlarca insanın kanını da ellerinde taşıyorlar. Benzeri bir senaryoyu Suriye’de de uygulamaya çalışan emperyalist ve işbirlikçi güçler Suriye halkının büyük karşı koyuşu sonucunda bu emellerine ulaşamadılar. Ancak koalisyonun Suriye topraklarına IŞİD bahanesiyle müdahale etmesi gerçek amacın ne olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Batının ılımlı muhalefet yalanı Koalisyon sözcülerinin hâlâ IŞİD’e karşı Suriye’deki ılımlı muhalefeti destekleme ve silahlandırma söylemine devam etmeleri ise kötü niyetlerinin en açık kanıtı. Hatırlanacağı gibi, kısa bir süre öncesine kadar IŞİD güçleri de Suriye’de özgürlük için savaşan oluşumlardan biri olarak görülüyor ve Batı tarafından açıkça destekleniyordu. Kısacası, koalisyon IŞİD’e karşı askerî bir başarı elde etse dahi, yeni katliam şebekelerini desteklemeye devam ederse bölgeye barış ve huzurun uzun süre daha uğramayacağı belli oluyor.

İkili operasyon Hem hükümet, hem de cemaat, yargı eliyle operasyonlara devam ediyor Davutoğlu hükümeti de paralel yapıyla mücadele konseptine devam ediyor. Bir önceki dönem yasadışı dinlemelere ve huksuz operasyonlara yön veren cemaatçi polisler bir bir gözaltına alınıyor; az olmayan sayıda polis şefi ise bu operasyonlarda tutuklanıyor. AKP’ye yakın hâkim ve savcılar eliyle yürütüldüğü belli olan soruşturmalarda cemaatin polis yapılanması hedef alınırken aylar önce başlayacağı iddia edilen paralel yargı operasyonu ise başlamış değil. Bunun en önemli sebebi ise HSYK seçimleri.

Yargının bütün kodlarına hâkim olan ve geniş yetkilerle donatılan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu HSYK’da AKP tam olarak hâkimiyet kuramıyor. Son olarak Eylül ayında Yargıtay ve Danıştay bünyesinde yapılan HSYK üyelik seçimlerinde de hükümetin desteklediği adaylar başarı sağlayamadı. 12 Ekim’deki büyük seçime kadar da yargıda hangi tarafın daha etkin olacağı henüz netleşmiş olmayacak. Son dönemde Anayasa Mahkemesi’nin de art arda hükümeti üzecek kararlara imza atması iki tarafın da yargı eliyle birbirine operasyon yapmaya devam edeceğini gösteriyor.


Ekim 2014

6

Libya'da emperyalizm dikiş tutturamıyor

İMF'ye alternatif banka kuruluyor Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın oluşturduğu BRİCS ülkeleri Avrupa’nın egemenliğinde olan banka ve kredi sistemine meydan okuyor. Grup, 100 milyar dolar değerinde bir banka kurmaya hazırlanıyor. İlk etapta her ülke 10 milyar dolarlık bir yatırım yapacak ve amaç 100 milyar dolara ulaşmak. Bankanın ilk ve en büyük amacı dünya ticaretindeki Amerikan doları hegemonyasını bitirmek olacak. Bankanın başkanlığını ilk yıl Hindistan yapacak. Rusya ise yönetim kurulu başkanlığını yapacak. Rusya Devlet Başkanı Putin banka için “dünyadaki en büyük çok uluslu finansal yapılardan biri olacak” dedi. Putin, BRİCS ülkeleri arasındaki ticaret ve yatırımın önemli olduğunu, bunların artması gerektiğini ayrıca bu banka yapısının ileride bu ülkeleri oluşacak krizlerden koruyacağını belirtti. Putin, son olarak bu dayanışmanın sadece ticari kalmaması gerektiğini, enerji alanında da birliktelik sağlanması ve bu şemsiye altında bir enerji rezerv bankasının da kurulması gerektiğini belirtti. BRİCS ülkeleri son beş yılda ticaret hacmini ikiye katladı. Bu beş ülke dünya nüfusunun yüzde 42’sine ve dünya ticaretinin yüzde 17’sine sahip. Dünya nüfusunun yaklaşık yarısına sahip olan bu ülkeler müttefikleri ile davranarak ekonomik ve ticari güçlerini geliştirmeye devam ediyor. Bu da yıllardır devam eden ABD dolarının da uluslararası gücünü ve etkisi kıracak gibi görünüyor.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika halklarının kanı ve canı pahasına sömürgeleştirilmek istenen ülkelerden birisi de Libya. Başta ABD olmak üzere AB emperyalizminin de elini kana buladığı Libya'da çatışmalar sürüyor. Bilindiği gibi ülkeye müdahale eden sömürgeciler 2011 yılında mevcut yönetimi devirerek ülkeyi işgal etmiş, binlerce Libyalıyı katletmiş ve ülkede iç savaşın fitilini ateşlemişti. Ülkenin emperyalistlerce işgal edilip emperyalizm destekli çetelere sunulmasından bu yana ülkenin başkenti ve en büyük şehri Trablus'ta devam eden çatışmalarda son bir ay içerisinde 130'a yakın insan ölürken 500'ün üzerinde insan da yaralandı. Ölen ve yaralananlar arasında sömürge yönetiminin askerleri, yine ülkedeki farklı isyan eden gruplar ve sivil halk bulunuyor.

Ölen ve yaralananların sayısı tam olarak hesaplanamıyor. Ancak çatışmalara yoğun olarak katılımın olduğu Misrata'da bu sayının arttığı yazılan haberler arasında. ABD ve AB'nin desteği ile yapılan seçimler de ülkede suların durulmasına yardımcı olmuyor. Çatışmaların şiddetlenmesi bazı ailelerin Trablus'tan göçmelerine neden oldu. Emperyalizm ülkede kendi körüklediği bölgeler arası siyasi çatışmaları kontrol altına alamıyor. Libya'nın işgali sırasında emperyalistlere yardım edenler şimdi birbirlerini boğazlamaya başladılar. Emperyalizmin, sömürgecilerin, ABD'nin, AB'nin kime, neye faydası olmuş ki Libya'ya da faydası olsun.

Polonya'dan silahlanma atağı Emperyalist-kapitalist sistem her şeyi yeniden kendine göre şekillendirmeye devam ediyor. Kendine direnenleri saldırganlık ve savaşla ezmeye çalışan bu yeni sistemde devletler de olabildiğince silahlanıyor. Özellikle de ABD, AB, Japonya gibi saldırgan blok ile arası iyi olan ülkeler şimdiden savaş stoku yapmaya başladılar. Bu ülkelerden biri de Polonya. Emperyalist-kapitalist sistemin uzun süre uğraştığı ve sonunda teslim aldığı bu ülke de bugünlerde hızlı bir silahlanma yarışına girmeye hazırlanıyor. Polonya Savunma Bakanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre ülke F-16 savaş jetleri için ABD'den füze alım işlemlerini bu sonbaharda tamamlanmayı planlanıyor.

Savunma Bakanı Tomasz Siemoniak, bugün dünyanın en etkili silahları arasında bulunan F-16’lar için üretilen füzelere Polonya'nın sahip olması gerektiğinin altını çizerek orduyu modernize ettiğini açıkladı. Emperyalist-kapitalist sistem dünya kaynaklarını insanlığın yıkımına hizmet eden silahlanmaya ve savaşa yatırıyor. Bugün özellikle Doğu Avrupa'da ve Ortadoğu'da süren savaş ve çatışmaların önüne geçmek, olası bir büyük savaşı durdurmak dünya halklarının, Türkiye halkının ve barış savaşçılarının önünde duran en önemli görevlerden birisi. Dünyayı bir avuç emperyalist-kapitalist para babası aç gözlü caniye bırakmayalım. Barış mücadelesini yükseltelim.

Ukrayna'da çatışmalar Donetsk ve Lugansk'ta yoğunlaşıyor ABD emperyalizmi arkasına taktığı AB sömürgeci güçleri ile birlikte Ukrayna halklarına zulmetmeyi sürdürüyor. Seçilmiş meşru devlet başkanının devrilmesi ile başlayan süreçten sonra devam eden iç çatışmalarda yüzlerce insan öldü, binlercesi de yaralandı. Bugünlerde devam eden çatışmalar özellikle Donetsk ve Lugansk gibi Ukrayna'dan bağımsızlığını ilan eden bölgelerde yoğunlaşıyor. Özellikle Donetsk'te Ukrayna ordusunun düzenli birliklerinin saldırılarına karşı Donetsk halkının öz savunma güçlerinin verdiği karşılıkta Ukrayna ordusu asker ve teçhizat kaybederken öz savunma güçlerinde de kayıplar veriliyor. Ancak emperyalizmin kışkırttığı

her iç savaş gibi burada da bu acıları yaşamak sivil halka düşüyor. Yüzlercesi katlediliyor, binlercesi yerinden yurdundan oluyor. Çatışmaların yoğunlaştığı bir diğer bölge yine Doğu U k r ay na' d a bulunan Lugansk bölgesi. Burada da AB emperyalizminin desteğini arkasına alarak saldıran Ukrayna ordusunun saldırılarına yine Lugansk halkı öz savunma güçleri karşılık veriyor. Burada yaşanan çatışmalarda da hem Ukrayna ordusundan,

hem de Lugansk halkı öz savunma güçlerinden onlarca asker ve sivil hayatını kaybetti. Yaşanan çatışmalar Ukrayna'nın doğusunda yaşayan halkta da büyük huzursuzluğa yol açtı. Çat ışma la r ı n başlangıcından bu yana binlerce Ukraynalı çatışmalardan kaçarak Rusya topr a k l a r ı n a sığındı. Bütün bu gelişmeler yaşanırken ABD ve AB emperyalizmi Rusya'yı dize getirmek için Rusya'ya diplomatik ve ekonomik yaptırımlar uyguluyor. Emperyalist haydutlar

bunu tek başlarına yapmıyor. Yaptırımların daha etkili olması için Japonya'dan Kanada'ya birçok ülkeyi de yaptırım yapması yönünde teşvik ediyor. Eylül sonu itibarıyla Japonya da Rusya'ya yönelik yeni yaptırımlara gidileceğini açıkladı. Bu yıl içinde Rusya Devlet Başkanı Putin'in daha önceden planlanan Japonya ziyareti de böylece kesinliğini yitirmiş oldu. Emperyalizmin halklara savaş, kan ve gözyaşından başka bir şey vermediğini çok iyi biliyoruz. Onların demokrasi ve insan hakları söylemlerinin ölüm ve yıkım olduğunu çok iyi biliyoruz. Bunu çok iyi bilen Ukrayna halkı da AB emperyalizmin dayatmalarına pabuç bırakmıyor.


Ekim 2014

7 Emperyalizmin Ukrayna ve Suriye saldırısı Rusya ve Çin'i daha da yakınlaştırdı

Suriye ve Ukrayna'ya yönelik emperyalist saldırılar güçlü devletlerin gruplar hâlinde bir araya gelmesine daha da ivme kazandırdı. Suriye konusunda ABD, AB ve Japonya bloğuna karşı Rusya'nın yanında yer alan Çin ile Rusya arasındaki ilişkiler de gittikçe daha da yakınlaşıyor. En son Eylül’de Rusya Parlamentosu üst kanadı başkanı Valentina Matviyenko'nun Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile yaptığı görüşme sonrası yapılan açıklamalar Rusya-Çin yakınlığını daha açık bir şekilde ortaya koydu. Rusya Parlamentosu üst kanadı başkanı Valentina Matviyenko ABD, AB ve emperyalizmin suyuna giderek Rusya'ya yaptırım uygulayan diğer devletlerin Ukrayna konusunda Rusya'ya uyguladığı yaptırımlarla ilgili açıklamalarda bulundu. Matyivenko 23 Eylül günü görüştüğü Çin Devlet Başkanı Xi Jinping'in Rusya'ya uygulanan yaptırımları asla desteklemediğini ve Çin'in asla bu yaptırımlara katılmayacağını açıkladı. Matviyenko, Rusya ve Çin yönetiminin Rusya'ya uygulanan yaptırımların yasadışı, etkisiz, boş, ters etki yaratıcı olarak gördüğünü belirtti. Bu yaptırımların egemen devletlerin duruşlarını değiştirmeye yönelik baskı oluşturma ve on-

Şanghay İşbirliği Örgütü üyesi ülkelerin dışişleri bakanları Temmuz sonunda Tacikistan'ın başkenti Duşanbe'de bir araya geldi.

görüşmeler sürüyor Dünyanın en büyük katillerinden biri olan ABD yönetimi bir taraftan Ortadoğu'dan Balkanlar'a, Latin Amerika'dan Asya'ya dünya halklarını katlederken, dünya halklarının üzerine bomba yağdırırken diğer taraftan da nükleer silah üretebileceği iddiasıyla İran'ı baskı altına almaya çalışıyor.

ları zayıflatma ve onların gelişimlerini baskı altına almaya yönelik olduğunu söyledi. Matviyenko, Ukrayna meselesinde Batı'nın Rusya'ya uyguladığı yaptırımlara karşı bir duruş sergileyen Bejiing yönetimine teşekkür etti. Ukrayna'da bugün olan biten konusunda gerçekten objektif bir değerlendirme yapan Çin yönetimine minnettar olduğunu söyleyen Matviyenko, Moskova ve Beijing arasındaki uzun dönemli stratejik ortaklığı hiçbir gücün etkileyemeyeceğini, bu ortaklığın iki ülke halklarının da yararına olduğunu söyledi.

Rusya ve Çin arasındaki işbirliğinin uluslararası siyasette önemli bir etmen olduğunu belirten Matviyenko, iki ülkenin hiçbir alanda sorunu olmadığını da sözlerine ekledi. Uluslararası ya da bölgesel çatışmaların nasıl çözüleceği veya yeni zorluk ve tehditlerle nasıl başa çıkılacağı gibi büyük bölgesel veya uluslararası sorunlara yönelik iki ülkenin tutumunun ya birbirine çok yakın olduğunu ya da örtüştüğünü belirten Matviyenko, iki ülke arasındaki işbirliğinin her alanda devam edeceğinin altını çizdi.

Şanghay İşbirliği Örgütü ısrar ediyor: Ortadoğu'da diplomasi kullanılmalı Asya'da karşılıklı güvenlik ve işbirliğinin sağlanmasına yönelik oluşturulan Şanghay İşbirliği Örgütü 2001 yılında kuruldu. Bugün üyeleri arasında Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya, Tacikistan ve Özbekistan'ın olduğu örgüt toplantılarına Afganistan, Hindistan, İran, Moğolistan ve Pakistan gözlemci statüsünde katılıyor. Beyaz Rusya, Sri Lanka ve Türkiye ise örgütün Diyalog Ortakları arasında.

Nükleerde

Toplantıda genelde Ortadoğu'da, özelde ise Suriye'de yaşanan krizin bir an önce çözüme kavuşturulması için uluslararası topluma çağrı yaptı. Toplantıda krizin siyasi ve diplomatik yöntemlerle şiddet kullanılmadan çözülmesi gerektiğinin altı çizildi. Dışişleri bakanları toplantısından yaklaşık bir ay sonra yine Tacikistan'ın başkenti Duşanbe'de 11-12 Eylül 2014 tarihinde bir araya gelen ilgili ülke devlet başkanları öncelikli olarak Hindistan, Pakistan ve İran'ın Şanhgay İşbirliği Örgütü'ne üyelik işlemlerini görüştü. Bu ülkeler lis-

tenin başına konularak üyelik prosedürleri netleştirildi. Bu ülkelerin üyelik prosedürlerinin 2015 yılındaki zirveye kadar tamamlanması kararlaştırıldı. Katılımcılar özelikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da daha önce kronikleşmiş ve son dönemde de iyiden iyiye çatışma hâlini alan gelişmelerin bir an önce sona ermesi gerektiği konusunda fikir birliğine vardılar. Bu derece karmaşık gelişmelerin yaşandığı bölgenin sorunlarının özellikle diplomatik yollarla güç kullanılmadan çözümüne dikkat çektiler. Toplantıda özellikle ABD ve NATO ülkeleri tarafından geliştirilen füze kalkan sisteminin uluslararası güvenliğe tehdit oluşturduğunun altı çizildi. Buradan yola çıkarak ABD ve AB emperyalizminin Suriye hükümetini devirmeye, Suriye halklarını emperyalizmin ve vahşi kapitalizmin kölesi hâline getirmeye yönelik projesine Rusya'nın başını çektiği ülkelerin hâlâ hayır dediğini ve 2012 yılındaki kararlılıklarını sürdürdüklerini söyleyebiliriz.

İran'ın nükleer gücünü barışçıl amaçlarla –enerji üretimi vs.kullanabileceğini, ancak gelinen mevcut koşullarda İran'ın elindeki teknoloji ve bilgi birikimi ile nükleer silah da yapabileceğini iddia eden emperyalizm içinde bulunduğu zor durumdan kendi kontrolünde olan ve konu ile ilgili denetim yapan Uluslararası Atom Kurumu'nu devreye sokarak çıkmaya çalışmıştı. Ancak bu baskı yeterli görülmedi ki konu ile ilgili altı devletin ve İran'ın katıldığı müzakere yöntemine gidildi. ABD, İngiltere, Fransa, Çin, Almanya, Rusya ve İran'ın katıldığı görüşmelerden 2013 Kasım ayında uzlaşma çıkmıştı. Bu tarihte taraflar İran'ın nükleer çalışmalarının barışçıl amaçlı olduğuna karşılık olarak İran'a uygulanan uluslararası yaptırımları yaz sonu kaldıracaktı. Ancak bu tarih Kasım ayına çekilirken önümüzdeki günlerde İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin Newyork'ta Obama ile gerçekleştireceği görüşme ve Ortadoğu'yu kan gölüne çeviren emperyalizm destekli IŞİD çetesine karşı izlenecek politika görüşmelerin seyrine de etki edecek gibi görünüyor.


Ekim 2014

8

Ayın konuğu

Taşeron demek sosyal cinayet demektir

yenidünya halk gazetesi olarak, DİSK genel başkanı Kani Beko ile iş güvenliği, taşeron çalışma ve sendikal barajlar konusunda konuştuk.

Kani Beko

yenidünya: Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Kani Beko: Ben 1953 İzmir doğumluyum. 1975 yılında İzmir basma fabrikasında işe başladım. Çalıştığım işyerinde Türk-İş'e bağlı Tekstil-İş sendikası yetkiliydi. Yapmış olduğumuz çalışmalarla DİSK'e bağlı Tekstil-İş sendikasına arkadaşlarımızı üye yaptık. 1 yıl sonra 1976 yılında, DİSK'e bağlı Tekstilİş sendikasının örgütlü olduğu 3000 kişilik işyerinin baş temsilcisi oldum. DİSK'in 1976 yılında Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ne karşı aldığı direniş kararı sonrası 3000'e yakın işçi arkadaşla beraber direniş sergiledik. Sonrasında iş akdim feshedildi. 1977 yılında İzmir Belediyesi'nde işbaşı yaptım. Orada da Türk-İş'e bağlı BES-İŞ sendikası vardı. DİSK'e bağlı Genel-İş'in örgütlenme çalışmalarına katıldım. 7 yıl kadar işyeri baş temsilciliği yaptım. Genel-İş sendikasının denetim kurulu başkanlığını yürüttüm. 1980 yılına geldiğimizde, faşist cunta tüm kurum ve kuruluşlara el koyduğundan DİSK ve Genel-İş sendikası da kapatıldı. 12 yıl sendikamız kapalı kaldı. Bu süreçte Belediye-İş sendikası içerisinde görevler yaptım. DİSK ve Genel-İş sendikası 1992'de tekrar açıldıktan sonra Genel-İş'in örgütlenme sürecine katıldım. 1995’te DİSK Genelİş Ege bölge yönetim kurulu üyesi, 1996’da şube sekreteri, 1997’de de başkanı oldum. Arkadaşlarımın bana vermiş olduğu görevle 2000 yılında da DİSK Ege bölge başkanlığı yaptım. 2004 yılına geldiğimizde DİSK'e bağlı Genel-İş sendikasının genel sekreteri oldum. Genel sek-

reterlik görevim tam 10 yıl devam ederken DİSK'e bağlı temsilcilik görevini de yaptım. Daha sonra da arkadaşlarım tarafından 2013 yılında DİSK genel başkanlığına seçildim. 2 ay sonra da Genel-İş sendikasının genel kurulu vardı. Genel-İş sendikasının da olağanüstü kongresinde başkanlığa seçildim. Şu an Genel-İş genel başkanlığını ve DİSK genel başkanlığını arkadaşlarımla beraber bir ekip olarak kollektif bir şekilde yürütmeye çalışıyoruz. “Biz DİSK olarak 6356 sayılı toplu iş ilişkileri yasası gündeme geldiğinde diğer konfederasyonlara da çağrı yaparak kitlesel bir basın açıklaması yapmak istemiştik.”

yenidünya: DİSK Torba Yasa'da işkolu barajlarının olup olmayacağını nasıl öğrendi? Bu süreçte işçi konfederasyonları ile ya da konfederasyonunuzla bu konu müzakere edildi mi? DİSK'in sendikal barajlar konusundaki tavrı ve politikasını burada yeniden bir hatırlatabilir misiniz? Kani Beko: 6356 sayılı yasa gündeme geldiğinde, biz bu yasa ile ileriki günlerde sadece DİSK değil, diğer konfederasyonlara bağlı sendikaların da baraj altında kalabileceğini söylemiştik. Biz DİSK olarak 6356 sayılı toplu iş ilişkileri yasası gündeme geldiğinde diğer konfederasyonlara da çağrı yaparak Ankara Dikmen kapısında kitlesel bir basın açıklaması yapmak istemiştik. Biz Dikmen kapısına yürürken yine bildiğiniz gibi polis saldırısıyla

karşılaştık. Biber gazları, tomalar ve polis şiddeti nedeniyle kolu kırılanlar ve yaralananlar oldu. İşçi arkadaşlarımıza korkunç saldırılar oldu. Sonuçta 6356 sayılı yasa meclisten geçti ve bu yasa meclisten geçtikten sonra 2014 yılına girerken istatistikler açıklandı. 135 sendikanın 91'e yakını maalesef baraj altında kaldı. Eğer 2018 yılına kadar barajlarla ilgili başarı elde edemezsek, barajları ortadan kaldıramazsak 5 milyona yakın işçi -ki istatistikler böyle- sendikalı olsalar bile, üye oldukları sendikalar barajı geçemeyeceğinden dolayı toplu sözleşmeden faydalanamayacaklar. Yani 5 milyona yakın işçi arkadaşımız toplu sözleşme süreleri bittikten sonra bağlı oldukları sendikalar eğer toplu iş sözleşmesi yapamazsa -ki istatistikler bunu gösteriyor- asgari ücretle çalışmak zorunda kalacaklar. Türkiye’de şu anda beş buçuk milyona yakın işçi asgari ücretle çalıştırılıyor. Bunları alt alta topladığınızda ortalama 11 milyona yakın işçi 2018 yılında Türkiye'de asgari ücretle çalışmak zorunda kalacak. Bunların iş güvenceleri olmayacak, genelde taşeron sistemde çalışmak zorunda kalacak. Taşeron demek sosyal bir cinayet demektir. Taşeron demek ölüm demektir. Taşeron demek sigortasız çalıştırılan işçi, iş güvencesi olmayan işçi demektir. Sendikası, toplu sözleşmesi olmayan işçi demektir. Bundan dolayı bizlerin, koşullar ne olursa olsun tabii ki başta DİSK'e bağlı sendikalar olarak 6356 sayılı yasada bize dayatılan bu barajları kesinlikle aşmamız, işçileri örgütlememiz, işçi arkadaşlarımızın toplu iş sözleş-

mesi sonrası hem sosyal haklarını ve ikramiyelerini, iş güvencelerini, işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin alınmasını sağlayacak olan mücadeleyi bedeli ne olursa olsun vermemiz gerekir. “Taşeron demek sosyal bir cinayet demektir. Taşeron demek ölüm demektir. Taşeron demek sigortasız çalıştırılan işçi, iş güvencesi olmayan işçi demektir. Sendikası, toplu sözleşmesi olmayan işçi demektir.”

yenidünya: Peki DİSK ve üye sendikalarının işkolu barajını yüzde 1'de sabitleyen torba yasanın ilgili maddesine yönelik politikası neydi? Bu süreçte mücadele verdiniz mi? Nasıl bir mücadele hattı izlediniz? İşveren sendikalarının bu gibi durumlarda (yani kendilerini ilgilendiren konuların TBMM'de görüşüldüğü durumlarda) TBMM'ye kamp kurduklarını, baskı yapmak için bütün yönetim ve çalışanları ile Bakanlığa baskı yaptıklarını biliyoruz. DİSK bu bağlamda nasıl bir politika izledi? Kani Beko: Biz konfederasyon olarak başından beri torba yasanın içerisinde bu işkolu barajlarının, iş yeri barajlarının, işletme barajlarının kaldırılmasından yanayız. Türkiye'de işçiler hangi işkolunda çalışıyorsa kendi özgür iradeleriyle hangi sendikaya üye olmak istiyorlarsa o sendikaya üye olsunlar. Gittikleri sendikaların işyeri barajı, işkolu barajı, işletme barajı ve grev yasakları olmaması gerekir. Türkiye'de bugün yüzde 95 ora-


Ekim 2014 nında işçiler sendikasız ve örgütsüz olarak çalıştırılıyor. Ancak yüzde 5 oranında işçi arkadaşımız üç konfederasyona bağlı olarak, sendikalı ve örgütlü çalışabiliyor. “Biz DİSK olarak önümüzdeki mayın tarlası gibi işkolu barajına karşıyız, işyeri barajına karşıyız, işletme barajına karşıyız, grev yasaklarına karşıyız.”

Türkiye'de işçiler açısından antidemokratik yasalara karşı ve mevcut mecliste görüşülen torba yasalarına karşı demokratik tepkilerini ortaya koymak, müdahil olmak bugünlerde çok zor. Bunun nedeni işçi arkadaşlarımızın yüzde 95'inin örgütsüz olması. Biz DİSK olarak önümüzdeki mayın tarlası gibi işkolu barajına karşıyız, işyeri barajına karşıyız, işletme barajına karşıyız, grev yasaklarına karşıyız. Tüm işçilerin hangi işkolu olursa olsun bu işyerlerinde çalışarak, örgütlenerek; ekonomik, demokratik, siyasi ve sosyal anlamda kazanımlar elde etmeleri gerekir. Kaldı ki biz sendikacıyız. Sendikacının görevi önce çalışan işçilerin sendikal haklarını korumak ve kollamaktır. Ama üç konfederasyon bir araya geldiğimizde maalesef birçok kez sıfır baraj konusunda mutabık olamadık. En son geldiğimiz noktada ise barajlar kademeli olarak arttırılacak. 6356 sayılı yasaya göre yüzde 1, yüzde 2 ve yüzde 3 olarak şu an mevcut yasada önümüzde duruyor. Eğer torba yasada bir değişiklik olmazsa yüzde 1 baraj olarak bu yasa geçecek. Ama yüzde 1 olarak da geçse yine birçok sendikamızın barajı geçmesi imkânsız. Çünkü geçmişte 28 olan işkolu 20 işkoluna indirildi. 8 işkolu 20 işkolunun içerisine sokulduğundan barajlar yükselmiş oldu. Biz başından beri hep söyledik, Türkiye'de işçilerin örgütlenebilmesi için sendikaların kesinlikle 0 baraj önermesi, savunması gerekir. “Ülkemizde başta madenler, inşaatlar ve tersaneler olmak üzere birçok işkolunda, iş sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili tedbirlerin alınmamasından dolayı iş kazalarında ülke olarak birinci sıradayız.”

Ayrıca biz sendikalar olarak Uluslararası Çalışma Örgütü İLO üyesiyiz. Üye konfederasyonlar olarak bizim yapmamız gereken İLO'nun hazırlamış olduğu sözleşmeleri savunmaktır. Türkiye bakıldığında İLO'dan taraf ama bugün hâlâ inşaat sözleşmelerinin imzalanmadığını, maden sözleşmelerinin imzalanmadığını görüyoruz. Ülkemizde başta madenler, inşaatlar ve tersaneler olmak üzere birçok işko-

Ayın konuğu lunda, iş sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili tedbirlerin alınmamasından dolayı iş kazalarında ülke olarak birinci sıradayız. Hükümetin İLO sözleşmelerine uyması için baskı yapmak zorundayız. Hem biz İLO üyesi oluyoruz, hem hükümet İLO taraftarı oluyor fakat ülkemize döndüğümüzde sözleşmelerine uymayan bir ülke konumundayız. “Soma’da 13 Mayıs’ta bir katliam oldu. 301 işçi arkadaşımız öldü. Biz de defalarca oraya gittik. Orayı ziyaret eden Başbakan, Cumhurbaşkanı, milletvekilleri işçilere sözler verdiler. Verilen bu sözler basında çok yer aldı ama hâlâ tutulmadı.”

Geçen haftalarda Soma'daydık. Soma'da 13 Mayıs'ta bir katliam oldu. 301 işçi arkadaşımız öldü. Biz de defalarca oraya gittik. Orada yaptığımız basın açıklamasında biz açık ve net söylemiştik. İşçi arkadaşlarımızın talepleri vardı. Orayı ziyaret eden Başbakan, Cumhurbaşkanı, milletvekilleri işçilere sözler verdiler. Bu sözler arasında gerekli önlemlerin alınacağı, eğer önlemler alınmazsa madenler açılmadan önce gerekirse yetkililerin işçilerden önce madenlere gireceği söyleniliyordu. Kimseye bu süre içerisinde çıkış verilmeyecek, maaşlar eksiksiz ödenecek, maaşlar en az 2000 lira olacak, 6 maaş ikramiye verilecek, çalışma süresi 6 saat olacak, emeklilik yaşı 55'den 49'a düşürülecek, ölen madenciler sivil şehit sayılacak, ölen madencilerin ailelerine 1.400-1.500 lira arasında ölüm aylığı bağlanacak, ölen madencilerin yakınlarına TOKİ'den ev verilecek, ölen madencilerin

yakınlarından bir kişiye istihdam sağlanacak, taşeron sistemi kaldırılacak, işçiler devlet güvencesinde çalıştırılacak şeklinde sözler verildi. Verilen bu sözler basında çok yer aldı ama hâlâ tutulmadı. Soma'da ölen işçi arkadaşlarımızın ailelerine çeşitli kampanyalarla yardım yapılması tabii ki güzel, fakat en önemli şey madenler açılmadan önce başta yaşam odaları olmak üzere işçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili tedbirlerin alınması. En önemlisi, burada bundan sonrası için bugüne kadar yaşanan başta Soma olmak üzere maden kazalarından ders çıkararak önlemler almaktır. “Torba yasada maden kazalarının olmaması için yaşam odalarının yapılmasına dönük hiçbir madde yok. Bu yasa ilk ortaya çıkarıldığında 15 maddelik bir yasaydı. İlk maddelerde yaşam odaları vardı. Ama daha sonra AKP milletvekilleri tarafından çok pahalıya neden olacağı gerekçesiyle bu yaşam odaları ile ilgili kısım torba yasadan çıkartıldı.”

1946 yılından bu yana Avrupa'da toplu olarak madenlerde kaza olmamış. Avrupa'ya gidip sendikacı arkadaşlarla görüştüğümüz zaman bize söyledikleri, tüm madenlerde yaşam odaları olduğu. İşçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili bütün tedbirler alınıyormuş ve zaman zaman madenciler madenlerden dışarıya çıkmayarak konuklarını maden odalarında ağırlıyorlarmış. Torba yasaya gelince, bu torba yasada maden kazalarının olmaması için yaşam odalarının yapılmasına

9

dönük hiçbir madde yok. Bilyorsunuz torba yasa ilk ortaya çıkarıldığında 15 maddelik bir yasaydı. İlk maddelerde yaşam odaları vardı. Ama daha sonra AKP milletvekilleri tarafından çok pahalıya neden olacağı gerekçesiyle bu yaşam odaları ile ilgili kısım torba yasadan çıkartıldı. Eğer bu torba yasadan çıkartılan yaşam odaları, yarın buralarda uygulanmazsa ölüme davetiye çıkarılmış olacak. yenidünya: Sonuçta Torba Yasa'nın ilgili maddesi kabul edildi. Yani artık işkolu barajı bugün için yüzde 1'e sabitlendi. Bu yasa en çok da DİSK'e bağlı sendikaları etkiledi. DİSK'e üye 20 sendikadan sadece 4'ü (sizin de sendikanız olan) Genel-İş, Birleşik Metal-İş, Lastikİş, Tekstil Sendikası yüzde 1 barajını geçiyor. Bu çerçevede DİSK nasıl bir mücadele yürütecek? Kani Beko: TBMM'de konuşulan şey Çalışma Bakanlığı'nın da zaman zaman ifade ettiği kıdem tazminatlarının kaldırılması ve fona devredilmesi. Biz o dönemlerde DİSK olarak kıdem tazminatlarının kaldırılmaması ve fona devredilmemesi ile ilgili bir karar aldık. Türkiye'nin 81 ilinde eylemler, mitingler, basın açıklamaları yaptık. Ve en son Ankara'da çok büyük bir ortak miting yaptık. “İşkur’un genel kurullarının bize verdiği raporlara baktığımızda 265 milyar olması gereken işsizlik fonunda ancak 65 milyar kalmış. Bu fonun 15 milyara yakını Ulaştırma Bakanlığı tarafından kullanılmış. Bu yapılan gerekli gereksiz duble yollarda 15 milyar işsizlik fonu kullanılmış demek.”


Şimdi burada geçmişten bugüne bakarsak, bir dönemler tasarruf teşvik fonları vardı. İşçi arkadaşlar bu fonun bir bölümünü aldı, bir bölümünü alamadı. Bir tarihte de fakir fukara fonları vardı. Bu fonların da akıbetinin ne olduğu belli değil. Bir dönem konut edindirme fonları toplandı. Ben bu fondan hiçbir işçinin ev sahibi olduğunu görmedim, duymadım, bilmiyorum. Daha sonra işsizlik fonu kuruldu. Biz de destek verdik. İşten atılan işsiz arkadaşlarımızın faydalanabilmesi için. İşkur'un genel kurullarında bize rapor veriliyor. Bu raporlara baktığımızda 265 milyar olması gereken fonda ancak 65 milyar kalmış. Bu fonun 15 milyara yakını Ulaştırma Bakanlığı tarafından kullanılmış. Bu yapılan gerekli gereksiz duble yollarda 15 milyar işsizlik fonu kullanılmış demek. İşçilerin bu nedenlerle fonlara çok fazla tepkisi var. Çünkü geçmişte kurulan tüm fonlar mevcut iktidarlar tarafından kullanıldı. AKP hükümetinin iktidara geldiği günden bu yana sadece bu fonlara karşı değil, çıkardığı tüm antidemokratik yasalara karşı hep sokaklardaydık. “Gezi Direnişi’nde hep beraber Taksim meydanını aldık. Demek ki birlikte, yan yana, omuz omuza olduğumuz zaman önümüzde hiçbir engel kalmıyor. Şimdi bu meclisteki torba yasa da böyle.”

Biliyorsunuz 2013 yılında, 1 Mayıs için bir araya geldiğimizde DİSK genel merkezi emniyet güçleri tarafından kuşatıldı ve İstanbul'da sıkı yönetim ilan edildi. Birçok arkadaşımız ölümle yüz yüze geldi ve yaralandı. Daha sonrasında 31 Mayıs’ta Gezi Direnişi adı altında gençlerimiz, toplumsal muhalefet içerisinde demokrasi mücadelesi veren insanlarımız, onlarla birlikte olan emekten yana partiler, sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle örgütleri, meslek odaları ve sendikalar yan yana, omuz omuza birlikte mücadele edince 1 Haziran'da hep beraber Taksim meydanını aldık. Demek ki birlikte yan yana, omuz omuza olduğumuz zaman önümüzde hiçbir engel kalmıyor. Şimdi bu meclisteki torba yasa da böyle. “Bu torba yasa giderek çorba yasaya döndü. Daha sonra baktık bu rant yasasına döndü.”

Torba yasa 15 maddelik yasadan 135 maddeye çıktı. İlk etapdaki 15 maddelik yasa, başta Soma'da ölen 301 işci arkadaşın adına çıkarılmış-

Ekim 2014

10 ayın konuğu tı. Daha sonra sendikaların talebi üzerine barajların yüzde 1'e indirilmesi ve bazı iyileştirmelerle ilgili olan bölümler vardı. Muhalefet partileri de bunu derhâl çıkaralım, hemen çıkaralım diye ısrar ediyorlardı. Ama giderek bu torba yasa çorba yasaya döndü. Daha sonra baktık bu rant yasasına döndü. “Bu torba yasa içerisindeki 135 maddeyi maalesef gençler de bilmiyor, siyasi partilerin bir çoğu da bu torba yasanın içerisinde ne olduğunu bilmiyor, işçiler de bilmiyor, memurlar da bilmiyor, işsizler de bilmiyor.”

Şimdi burada bir madde var o maddede diyor ki özelleştirilmiş olan devlet işletmeleri veya belediyenin mülkleri 5 yıl sonra kamulaştırılamaz. Yani bugüne kadar şeker fabrikaları, tekel fabrikaları, limanlar, hava yolları, kara yolları, belediyenin malları mülkleri.. Biz bunları bugüne kadar özelleştirdik, arsa fiyatına bu fabrikaları sattık, aradan 5 yıl geçer, bizden sonra başka bir hükümet gelirse siz bunları devletleştiremezsiniz. Torba yasa içerisinde böyle maddeler de var. Şimdi böyle maddelerin içinde bulunduğu torba yasaya tabii ki başta muhalefet partili milletvekileri de karşı durup demokratik tepkilerini koydular. Biz de zaman zaman basın açıklamaları yaptık, yürüyüşler yaptık fakat gücümüzün yettiği oranda yapabildik. Bu torba yasa içerisindeki 135 maddeyi maalesef gençler de bilmiyor, siyasi partilerin bir çoğu da bu torba yasanın içerisinde ne olduğunu bilmiyor, işçiler de bilmiyor, memurlar da bilmiyor, işsizler de bilmiyor. Yani bu torba yasa zehir zenberek gibi hazırlanmış bir yasa. Başında da söylediğim gibi eskiden kanun kuvvetinde kararnameler çıkarırlardı, şimdi onları bir tarafa bıraktılar, torba yasa adı altında yasalar çıkarıyorlar. Bu yasaları rant yasası, yani çorba yasası hâline getirip nasıl bu memleketin mallarını mülklerini peşkeş çekeriz diye genişletiyorlar. Birlik beraberlik içinde olamadıktan sonra bunları durdurmak mümkün değil. Bu yasalara karşı sadece DİSK'in mücadelesi değil, tüm emekten yana olan, bu topraklarda yaşayan ve yaşayacak olan çocukları ve gençleri düşünen herkesin mücadele etmesi gerekir. Bu, başka türlü durdurulamaz. Toplumsal muhalefetin içinde evet ben demokrasiye inanıyorum, barışa inanıyorum, kardeşliğe inanıyorum, sendikalar ve özgürlüklere inanıyorum diyen kurullar kuruluşlar yan yana, omuz omuza birlikte mücadele etmelidir. Başka çaresi yok bu işin.

“Bu yasalara karşı sadece DİSK’in mücadelesi değil, tüm emekten yana olan, bu topraklarda yaşayan ve yaşayacak olan çocukları ve gençleri düşünen herkesin mücadele etmesi gerekir.”

sinde işçileri örgütleyememesinin en büyük nedenlerinden bir tanesi noter şartıdır. Sonuç itibarıyla tabii ki bizim barajı aşan sendikalarımız var ama çok zor koşullarda barajı aşarak işçilere toplu sözleşmeler yaptırabiliyoruz. Biliyorsunuz ki DİSK küllerinden doğdu.

yenidünya: Son sorumuz işçi sınıfının içinde bulunduğu durumla ilgili olacak. Genel olarak yıllardır devam eden bir durgunluk var. Hak gasplarına karşı etkisiz eylemler silsilesi hâkim. Ancak diğer taraftan da alttan alta hareketlenen bir işçi sınıfı olduğunu biliyoruz. Özellikle Gebze, Kocaeli, Çerkezköy, Lüleburgaz gibi işçi havzalarında bu hareketlenmelere tanık oluyoruz. Eylemler, grevler, direniş çadırları. Bunlara dair haberleri gazetelerden hemen her gün okuyoruz. Bu kadar alttan alta hareketlenen bir sınıf varken, bu kadar çok başarısız örgütlenme (örgütlenememe), grev ve direniş örneklerinin olmasını neye bağlıyorsunuz? Size göre bu çerçevede nasıl bir çıkış noktası yakalanabilir? Daha neler yapılabilir?

Şimdi noter şartı kalktı. E-devlet sistemi adı altında bir sistemle sendikalara üye olunabiliyor. Ancak burada da 28 olan işkolu 20 işkoluna indirildi. Diğer 8 işletme düzeyindeki bu işkolları bu 20 işkolunun içine dahil edildi. Bu kez barajlar yükseltildi. Ancak bu e-devlet sistemine dönüş, notere gidip para ödememe tabii ki hem sendikalar, hem işçiler açısından bir avantajdır. Şimdi diyoruz ki artık eskisi gibi noter şartı yok, tüm arkadaşlarımıza buyurun hangi işkolunda çalışıyorsanız, ki bizim hemen hemen her işkolunda sendikamız var ve onlar da elinden gelen mücadeleyi veriyorlar, üye olun. Ama bilhassa iş yerlerinde çalışan işçi arkadaşlarımız sendikalı olmak için sendikalarla birlikte çaba göstermelidir. Tabii ki zor.

Kani Beko: 12 Eylül sonrası 1982 anayasası oylanırken, bu anayasanın içerisinde 2821 sendikalar ve 2822 grev ve lokavt yasaları da çıkartıldı. Yani dünyanın hiçbir yerinde olmayan fakat Türkiye'de uygulanan bir noter şartı getirildi. İşçiler kendi özgür iradeleriyle istedikleri sendikalara gidebilmek için notere gidip en az 150 lira vermek durumunda bırakıldılar. “12 Eylül öncesi, bizim Türkiye’de DİSK’e bağlı 500 bin üyemiz vardı. 1992’de tekrar açıldığımız zaman dedik ki biz üyemiz olan tüm işçileri sendikamıza üye yapmak istiyoruz. Bunları konuşurken o günkü koşullarda noter şartından dolayı 75 milyara ihtiyaç vardı, şimdinin parasıyla 75 trilyon yani.”

Yani biz açıldığımız zaman 12 Eylül öncesi, bizim Türkiye'de DİSK'e bağlı 500 bin üyemiz vardı. 1992'de tekrar açıldığımız zaman dedik ki biz üyemiz olan tüm işçileri sendikamıza üye yapmak istiyoruz. Bunları konuşurken o günkü koşullarda noter şartından dolayı 75 milyara ihtiyaç vardı, şimdinin parasıyla 75 trilyon yani. Sendikalar 12 yıl kapalı kalmış, malları ellerinden alınmış, önder konumundaki kadroları cezaevine atılmış. 12 yıl sonra açılıyorsunuz ve önünüzde tam bir mayın tarlası var. Nedir bu 2821 sendikalar ve 2822 grev ve lokavt yasaları. Bu yasaların içerisinde ne var noter şartı var. Yani DİSK'e bağlı sendikaların bu süre içeri-

“Türkiye koşullarında 2,5 milyona yakın taşeron işçisi var. Bunlar çalışmış oldukları işyerlerinde 6 aylık, 1 yıllık sözleşmelerle, ihalelelerle çalıştırılıyor. Ancak bu böyle gitmez ve bedeli ne olursa olsun mücadele etmek, örgütlenmek gerekiyor.”

Türkiye koşullarında 2,5 milyona yakın taşeron işçisi var. Bunlar çalışmış oldukları işyerlerinde 6 aylık, 1 yıllık sözleşmelerle, ihalelelerle çalıştırılıyor. Ancak bu böyle gitmez ve bedeli ne olursa olsun mücadele etmek, örgütlenmek gerekiyor. Türkiye'nin her tarafında bugün direnişler var, yürüyüşler var, grevler var. İşçiler zaman zaman sendikalı olmak istiyorlar, iş güvencesini elde etmek istiyorlar, işçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili direnişler yürüyüşler yapıyorlar. Tabii bunlar pek kolay şeyler değil, ama örgütlenmekten başka da çaremizin olmadığını da herkesin bilmesi gerekir. Taşeron işçisi olabilirsin, devlet işletmelerinde çalışıyor olabilirsin, belediyede çalışıyor olabilirsin veya işsiz olabilirsin, öğrenci olabilirsin, köylü olabilirsin hiç önemli değil. Türkiye'de yaşayan bugün 76 milyona yakın insanın örgütlenmekten başka çaresinin olmadığı gerçektir. İşçiler için sendikalarda örgütlenerek, eğitim çalışmalarıyla çıkış yolunu yaratmak gereklidir.

söyleşi: büşra yıldırım fotoğraf: taha babacan


Ekim 2014

11

Baş eğmeyen barışçı: Mahmut Dikerdem Anısı emperyalist savaşa karşı mücadelede yol gösteriyor Amerikan emperyalizmi Ortadoğu'ya yeniden saldırırken yiğit barışçı, işçi sınıfının ve sosyalizmin sağlam dostu Mahmut Dikerdem'i sevgi ve özlemle anıyoruz. Türkiye Barış Derneği'nin kurucu genel başkanı, emekli büyükelçi Mahmut Dikerdem'i 21 yıl önce, 3 Ekim 1993 tarihinde kaybetmiştik. "Cenazemi maden işçileri kaldırsın" diye vasiyet eden Dikerdem, vasiyetine uygun olarak işçilerin ve devrimci dostlarının omuzunda sonsuzluğa uğurlanmıştı. Barışın elçisi 1916 yılında doğan Dikerdem, Galatasaray Lisesi'ni ve İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra 1938 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. 1942 yılında Cenevre’de devletler hukuku doktorası yaptı. Bakanlığın en genç büyükelçisi olan Dikerdem, ilerici-devrimci dünya görüşünü benimsemiş bir yurtseverdi. Savaşı kapitalist-emperyalist sistemin zorunlu bir sonucu olarak görüyor ve NATO'ya karşı çıkıyordu. Bu nedenle diplomasi alanındaki bilgisine ve görgüsüne rağmen, sistemli olarak ayrımcılığa uğradı ve kızağa çekildi. Türkiye'nin Ürdün, İran, Gana ve Hindistan

büyükelçiliğini yapan Dikerdem, 1976'da emekli oldu. Açık politik mücadele Dikerdem, bu yıldan itibaren dünya görüşünü açıkça ifade etmeye ve açıkça antiemperyalist politik mücadele yürütmeye başladı. 1977 'de iki kitabını yayınladı. Ortadoğu'da Devrim Yılları adlı eserinde Arap halklarının sömürgeciliğe ve feodalizme karşı büyük kalkışmasını işledi. Üçüncü Dünyadan adlı eserinde Afrika ve Asya halklarının bağımsızlık mücadelesini ele aldı. Yine 1977'de Türkiye Barış Derneği'nin kurucu genel başkanı oldu. Dernek, bağımsızlığı ve bağlantısızlığı savunuyor, nükleer silahların kaldırılması için mücadele yürütüyordu. 12 Eylül 1980 faşizmi, bütün sosyalist, devrimci ve demokratik örgütlerle birlikte Barış Derneği’ni de kapattı. Dikerdem’i Barış Derneği’ni yönetmek suçlamasıyla hapse attı ve yargıladı. Dikerdem, sıkıyönetim mahkemesinde 12 Eylül’e meydan okuyarak halkların barışını kararlılıkla savundu. Sosyalizm savunması Mücadele süreci içinde sosyalizmi benimseyen ve “Emekçi yığınların önünde duran son umut bilim-

sel sosyalizmdir” diyen Dikerdem, Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov’ların emperyalizme ve kapitalizme teslimiyet çizgisi ortaya çıkınca, hiç çekinmeden sesini yükseltti. Bu çizginin barış mücadelesini felce uğratacağını savundu. Dünyada ve Türkiye’de likidasyona karşı mücadele etti. Her yerde ihanetin gezdiği bu karanlık dönemde 10 Eylül dergisinin Şubat 1990 tarihli 6. sayısında “Tüm Korotiç’lere Açık Mektup” başlıklı yazısını yayınladı. Emperyalizmin ve kapitalizmin özünün değişmediğini, Marksist-Leninist öğretinin geçerliliğini koruduğunu savundu. Yol gösteriyor Bilimsel sosyalizmden vazgeçerek emperyalizm ve işbirlikçileriyle uzlaşan örgüt ve kişilerin ilericilik, yurtseverlik, devrimcilik iddiasını sahtekârlık sayan Dikerdem,

Amerikan emperyalizmine ve yerli işbirlikçilerine karşı tutarlı mücadeleden ödün vermedi. Dikerdem'in anısı, barış mücadelesi ile antiemperyalizmin, bağımsızlık ve bağlantısızlık mücadelesi ile sosyalizmin iç içe olduğunu anlatıyor.

Anayasa Mahkemesi torba yasayı deldi AKP-Cemaat kapışması devam ederken AYM’den kritik kararlar

AKP’yle barış olmaz Roboski’den, Rojava’ya katliamda 1000 gün AKP sahte çözüm süreciyle bazılarının aklını almaya devam ededursun; Kürtlere ve insanlığa karşı işlediği suçlar her geçen gün artıyor. Suriye’de muhalif kisvesi altında gizlenen eli kanlı cihatçılara silah taşıyan, Rojava bölgesinde IŞİD’i destekleyen ve büyüten AKP henüz Roboski’de katledilen 34 Kürt emekçisinin hesabını dahi vermiş değil. 1000 gün geçti 28 Aralık 2011 günü meydana gelen Roboski katliamının üstünden 1000 günden fazla zaman geçti. Ancak bombalama emrini veren-

ler hâlâ yargı önüne çıkartılmadı. Aralarında çocukların da bulunduğu silahsız, masum 34 yurttaşı “terörist” olma şüphesiyle bombalayan AKP hükümetinin bugün de Kürtlere özgürlük tanımak ve sosyal, siyasal haklarını teslim etmek gibi bir niyeti yok. Milyonlarca gencin eğitim aldığı okulları birer birer imam hatiplere çeviren gerici AKP’den nasıl demokrasi beklenemezse, masumların üstüne bomba yağdıran, cihatçı çetelere silah veren aynı AKP’den kimseye özgürlük ve barış da gelmeyecek.

HSYK seçimleri üzerinden hükümet ve cemaat arasındaki kapışma devam ederken, Anayasa Mahkemesi’nden de hükümete fren niteliğinde önemli kararlar gelmeye başladı. Son aylarda hükümetin özellikle yargı kararlarını etkisiz kılmak, dinlemeleri genişletmek ve internetin kontrolünü kendi eline almak için yaptığı kritik düzenlemeler 3 Ekim 2014'te AYM tarafından Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildi. İnternete keyfî müdahaleye engel CHP’nin yaptığı başvuru üzerine torba yasanın bazı maddelerini ele alan AYM Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na (TİB) “millî güvenlik ”, “kamu düzeninin korunması” ve “suç işlenmesinin önlenmesi” gibi nedenlerle ve “gecikmesinde sakıncalı bulunan hallerde” bir internet sitesini 4 saat içinde kapatma yetkisini Anayasa'ya aykırı gördü ve iptali-

ne karar verdi. Kararla TİB başkanının talimatıyla 4 saatte site kapatma ve internet trafik bilgilerini toplama yetkisi kaldırılmış oldu. TİB, artık, internete müdahale edemeyecek. Memura sürgün zorlaştı Anayasa Mahkemesi aynı kararla kamuda görevden almaların iptaline ilişkin mahkeme kararlarının 2 yıl içinde uygulanacağına dair düzenlemeyi de iptal etti. Bu kararla hükümetin muhalif memurları yargı kararlarına rağmen işten uzaklaştırmasının önüne geçilmiş oldu. Özelleştirme vurgununa fren Hükümetin özelleştirme kararını takip eden devir teslim işlemi üzerinden 5 yıl geçtikten sonra mahkemelerin verdiği iptal kararlarının uygulanmayacağı şeklindeki güvence de Anayasa'ya aykırı bulunarak iptal edildi. Böylece hükümetin bu alanda hiç bir idari mahkeme kararını tanımaksızın işlem yapmasının önüne geçilmiş oldu.


Ekim 2014

12 Zorunlu din dersine hayır AKP’nin zorunlu din dersi dayatmasına karşı halkın tepkileri artıyor. Alevi örgütleri 12 Ekim’de Ankara’da düzenlenecek “Büyük Alevi Mitingi” için 15 koldan yürüyüş başlattı. Tunceli, Kırklareli, İzmir, Antalya, Diyarbakır, Adana, Antakya, Sivas, Tokat, İstanbul, Amasya, Merzifon, Nevşehir, Eskişehir, Kırıkkale’den yola çıkan Aleviler, eğitimdeki sistemli hak ihlallerini protesto ediyor. Yürüyüş ve mitingin amacını anlatan Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Başkanı Ercan Geçmez şunları söyledi: “Eğitimde 4+4+4 dayatmasının sonucu Siyasal İslamın egemenliği ile sonuçlanacak, ileri bir süreçte onarılamayacak toplumsal değişimlere neden olabilecek dayatmalar yaşanmaktadır. Alevileri yok sayan, farklı inançları yok sayan veya dini eğitim almak istemeyenleri yok sayan bu sistemi haklı bulmuyoruz. Bizler zorunlu din dersleri kaldırılsın isterken çocuklarımızı böyle dini eğitime zorlamalarını antidemokratik buluyoruz. Bu sistem ile

Kobane eşit ve özgür yaşayacak TKP 1920'nin IŞİD saldırısına karşı kahramanca direnen Kobane’yle dayanışma bildirisini okurlarımıza sunuyoruz.

yalnızca Alevi çocukları asimile edilmeyecektir. Bu dayatılan sistemin ülkemizde ve ortak vatanımızda farklı uluslardan ve milliyetlerden ve de farklı inançlardan yaşayan halkımızı tek bir eksende toplayıp, Türk-İslam ekseninde asimilasyona tabi tutmaktır. Dayatılan bu tekçi, gerici, siyasal İslamın eğitim projesine karşı başta Aleviler olmak üzere tüm emekçiler ve demokrasi güçleri olarak direneceğimizi ve bu dayatmalar son bulana kadar alanlarda birlikte mücadele edeceğimizi buradan tüm kamuoyuna bildiririz.” Aynı kapsamda Pir Sultan Abdal Kültür Derneği İstanbul Şubeleri Kadıköy Altıyol meydanında eylem yaparak zorunlu din dersinin kaldırılmasını istedi. Yapılan açıklamada bu konunun sadece Alevilerin değil, herkesin sorunu olduğu vurgulandı.

Dora Otel işçileri direniyor! İşten atılan Dora Otel işçileri basın açıklaması yaptı Tüm Emek Sen’de örgütlenen Dora Otel işçileri anayasanın her yurttaşa tanıdığı örgütlenme haklarını kullandıkları için işten atılmışlardı.

Tüm Emek Sen Genel Sekreteri İbrahim Akseloğlu, işçilerin direnmeye kararlı olduklarını ve işten atılan herkesin tekrar işe alınmasını istediklerini vurguladı.

İşten atılan Tüm Emek Sen üyesi 13 Dora Otel işçisi için 6 Ekim Pazartesi günü İstanbul Dora Otel önünde bir basın açıklaması yapıldı.

Açıklama sırasında sık sık “Dora işçisi yalnız değildir”, “Direne direne kazanacağız”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek” sloganları atıldı.

Basın açıklamasında gelişmeleri ve otel yönetimiyle yapılan görüşmeleri anlatan

Açıklamaya, emek dostu çeşitli yapılar da destek verdi.

Kobane, cehennem zebanilerinin vahşi saldırısı altında. Kobane'yi IŞİD sürülerine karşı kahramanca savunan yurtseverler, sadece yurtlarını değil, insanlığın yüzlerce yıllık kazanımlarını savunuyorlar. Tıpkı Halep'i, Humus'u, Lazkiye'yi, Hama'yı, Şam'ı, Deyrizor'u savunan yurtseverler gibi. Tıpkı IŞİD, El Kaide, Nusra, Ahrar El Şam, İhvan, Hür Suriye Ordusu gibi çeşitli adlar altında Suriye'nin üzerine sürülen cellat sürülerine karşı Suriye'nin her yanında kahramanca direnenler gibi. ABD, AB, İsrail, Arabistan, Katar ve AKP'nin Suriye, Irak ve Kürdistan halklarının başına bela ettiği gerici-faşist çetelere karşı savaşanlarla dayanışmak, Türkiye halkları için elbette bir insanlık görevidir. Emperyalist savaş blokunun cellatlarına karşı savaşanlarla dayanışmak, aynı zamanda, en temel haklarımızı, bağımsızlığımızı, egemenliğimizi, özgürlüğümüzü, can güvenliğimizi savunmak demektir. Kobane'nin savunmasını cehennem zebanilerini besleyip büyüten AKP hükümetinden beklemek akıl tutulmasıdır. Kobane'nin savunmasını cehennem zebanilerinin büyük efendisi Amerikan emperyalizminden beklemek akıl yitimidir. Kobane'yi savunmak, Suriye'de emperyalizme ve gericiliğe karşı direnen bütün yurtsever güçlerin birliğini gerektiriyor. Kobane'yi savunmak, Irak'ta emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadele eden bütün ulusal demokratik güçlerin birliğini gerektiriyor. Kobane'yi savunmak, Kürdistan'da emperyalizme ve gericiliğe karşı çıkan bütün ilerici yurtsever güçlerin birliğini gerektiriyor. Kobane'yi savunmak, Türkiye'de emperyalizme ve gericiliğe karşı koyan bütün ulusal demokratik güçlerin birliğini gerektiriyor. Kobane'yi savunmak, Halep'i, Şam'ı, Lazkiye'yi, Musul'u, Erbil'i, Bağdat'ı savunmayı gerektiriyor. Kobane'yi savunmak, AKP'nin gericilik, vurgunculuk ve savaş rejimiyle mücadele etmeyi gerektiriyor. Kobane'yi savunmak, Amerikan emperyalizmiyle mücadele etmeyi gerektiriyor. Haydi Kobane'yle dayanışmaya! Haydi Ortadoğu halklarıyla dayanışmaya! Haydi kardeşlerimizi ve kendimizi savunmaya! 7 Ekim 2014


Ekim 2014

13 Gericiliğin eğitim saldırısı

AKP’nin dört bir yandan tırmandırdığı gericilik saldırısındaki en kritik cephelerden birisi eğitim. Saldırı AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte başladı ve mutlak iktidara yaklaştığı oranda hızlandı, derinleşti. Hem de halkın büyük çoğunluğunun itirazlarını silindir gibi ezmeye çalışarak. Zorunlu din derslerinin kaldırılması talebi yükselirken iki tane daha din dersini müfredata eklemek; 4+4+4 sistemi ile zorla evlendirilen kız çocuklarının, çocuk işçilerin artmasına yol vermek; imam hatip okullarının sayısını yurttaşların bu yönde herhangi bir talebi olmadan abartılı bir şekilde arttırmak; Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş Sınavı TEOG ile bomboş kalan imam hatiplere binlerce öğrenciyi zorla kaydettirmek; ana dilde eğitimi kendi olanaklarıyla sağlamak için harekete geçen Kürtlere baskı yapmak; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin zorunlu din dersinin kaldırılması gerektiği yönündeki kararının dikkate alınmayacağını açıklamak ve son olarak ilköğretim öğrencilerinin de türban takabilmesine izin vermek. Art arda sıralayınca nasıl bir saldırı ile karşı karşıya kaldığımız daha net ortaya çıkıyor.

Toplumu şekillendirmenin en etkili aracı olarak eğitim Eğitimdeki saldırı çok kritik. Çünkü eğitim çocuklarımızın hangi mesleği seçebileceği, güvenli bir geleceğe sahip olup olamayacağı gibi konularla doğrudan ilişkilidir. Ama yalnızca bundan ibaret değildir. “Eğitim geniş anlamıyla toplumsallaşma ile eş anlamlıdır.”1 “Toplumsallaşma ise bireyin ait olduğu grubun veya toplumun değerleri, inançları ve davranış kodlarını 1- İsmail Kaplan, Türkiye’de Milli Eğitim İdeolojisi ve Siyasal Toplumsallaşma Üzerindeki Etkisi, Yedinci Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999, s. 15.

nü’ndeki Yeni Cami6 kadar yenidir. Onun “yeni” dediği en eskidir. En karanlıktır.

edinmesi sürecidir. Toplumsallaşmanın özel bir biçimi olan siyasal toplumsallaşma ise bireylerin siyasal yönelimlerini, tutumlarını ve davranışlarını edinmelerini sağlayan süreçtir. Toplumsallaşmanın ayrılmaz bir parçasıdır ve siyasal eğitimle aynı anlama gelmektedir.”2

ne dönüştürdü. Laiklik, demokrasi, kadın hakları, çocuk hakları adına ne kaldıysa hepsine saldırmaya başladı.

“Siyasal eğitim de ister doğrudan doğruya, isterse görünüşte siyasal olmayan, ancak siyasal açıdan anlamlı mesajların dolaylı olarak iletilmesi yoluyla siyasal bilginin her türlü iletişimini ve siyasal değerlerin oluşturulmasını içerir.”3 “Günümüzde eğitim devletin resmî kurumlarında, planlanmış şekilde yürütülür. Ve tahmin edileceği üzere toplumsallaşmanın hâkim ideolojiye, devletin benimsediği resmî ideolojiye uygun olarak gerçekleştirilmesinde başrolü oynar. Zaten eğitimin modern toplumlarda daha önce hiçbir çağda kapsamadığı yaygınlıkta bir kitleyi, daha önceki dönemlerde görülmemiş uzunlukta sürelerle hem de bu iş için özel olarak yapılmış binalar olan okullarda tutabildiğini düşünürsek, bu rolün ne kadar etkili olduğu daha iyi anlaşılır.4 AKP’nin resmî ideolojisi Toplumsallaşmayı egemenlerin resmî ideolojisine göre gerçekleştirmede başrolü üstlenen eğitimi; gericilik, vurgunculuk ve savaş rejiminin dünya görüşünden bağımsız olarak ele almak mümkün değil. İslâmcı, faşist bir tek adam rejimi kurma peşinde koşan ve artık 12 Eylül’ün yeni efendisi olarak devlet partisi konumunda olan AKP, resmî ideolojiyi de kendine uygun olarak Nakşibendi Siyasal İslâm olarak değiştirdi. Böylece 12 Eylül faşist darbesinden sonra iyice içi boşaltılarak Türk-İslâm-Nato sentezinin üstünü örten bir kabuktan ibaret olarak kalan Kemalizmi resmî ideoloji pozisyonundan düşürmüş oldu. Türk-İslâm-Nato sentezini İslâm-Türk-Nato sentezi2- A.g.e, s. 11-16 3- A.g.e, s. 15 4- A.g.e, s. 16

AKP toplumu kendisine göre biçimlendirmek istiyor Gericilik, vurgunculuk ve savaş rejimi, kendi resmî ideolojisini topluma yaymak için eğitim sistemini büyük bir özenle ele aldı. Gericiler için eğitim o kadar önemli bir alan hâline geldi ki Fethullah Gülen Hareketi ile giriştiği iktidar mücadelesinde ilk büyük çatlak bu alanda yaşandı. Erdoğan, Gülencileri eğitim sisteminin dışına sürüklemeye başladı. Böylece eğitim sisteminin topluma dayattığı Siyasal İslâmcılığı, Nurculuk etkisinden bile çıkararak doğrudan kendi mezhepçi anlayışına uygun olarak Nakşibendilik temelinde şekillendirmeye çalıştı. İşte AKP’nin eğitim alanındaki gerici saldırısı bu temellere dayanıyor. Cumhurbaşkanlığı koltuğuna yerleşen zorbanın ülkeyi orta çağ karanlığına, Osmanlı’ya döndürme hayallerine; halkı kendisine itaat eden kullara çevirme umutlarına dayanıyor. Kendisinin atadığı başbakanın dediği gibi “yüz yıllık ulus devlet parantezini kapatmak” olarak tariflediği “restorasyon5” çabalarına dayanıyor. Bakmayın siz onun sağda solda “Yeni Türkiye” diye nutuklar atmasına. Onun Yeni Türkiye’si olsa olsa Eminö5- Restorasyon: Fransız Devriminden sonra krallığın tekrar kurulduğu dönem. Karşıdevrim

“Umut insanda” AKP’nin iktidar olanakları, sermayenin gücü ve emperyalizmin desteği ile propaganda gücüne dayanarak yürüttüğü köklü karşıdevrim saldırıları elbette ki halkın direnişiyle karşılaşıyor. Unutmamak gerekir ki 4+4+4 eğitim sistemine direnen halkın ve eğitim emekçilerin direnişi Mayıs-Haziran 2013 Büyük Halk Direnişi’nin temel enerji kaynaklarından birini oluşturmuştu. Şimdi de yine bu gerici saldırılar karşısında direnen, tepki duyan halkın öfkesi yeni bir halk direnişi için mayalanıyor. Türkiye halkları ilk fırsatta eğitim alanında kaybettiklerini geri almak; bilimsel, demokratik, ana dilde ve laik bir eğitim sistemi yaratmak için harekete geçecek. Önümüzdeki halk direnişinin temel konularından birini bunlar oluşturacak. Mücadeleye devam AKP “durmak yok yola devam” diyor ya hani! Bölgelerindeki okulların imam hatiplere dönüştürülmesine karşı çıkan; fiilen zorunlu ders hâline döndürülen yeni din derslerine direnen; TEOG saçmalığıyla zorla imam hatiplere kayıt zorbalığıyla mücadele eden; zorunlu din derslerine karşı çıkan; ana dilde eğitim hakkını savunan öğrenciler, veliler ve eğitimciler de “yılgınlık yok direniş var!” diyor; “bu daha başlangıç mücadeleye devam!” diyorlar.

Şimdilik umudu parça parça, adım adım büyütüyorlar. Yanı başlarında Soma’da, Torunlar Holdingin inşaatında ölen işçilerin öfkesini buluyorlar. Türkiye’nin Suriye’deki emperyalist işgale taşeronluk yapmasına karşı çıkanlarla birleşiyorlar. Yoksulluk içinde kıvranırken, yolsuzluk ve rüşvetlerle biriken, bir türlü sıfırlanamayan milyonların hesabını sormaya hazırlanıyorlar. 6- Caminin inşaatına 1597’de başlandı, ibadete 1663’te açıldı.

onur balcı


Ekim 2014

14 Diktatör düşeceği koltuğa çıktı

AKP’nin sahte seçimi sonucunda Recep Tayyip Erdoğan, 12. Cumhurbaşkanı olarak ilan edildi. Halkın kendi adaylarını çıkartabilmesini önleyen seçim sistemi ve seçimler boyunca her türlü adaletsizlik, tek yanlı propaganda ve antidemokratik uygulamalar AKP’nin elini güçlendirdi. Erdoğan ve çevresi cumhurbaşkanlığını, sultanlık-halifelik karışımı başkanlık rejimi için bir basamak olarak kullanmaya çalışacak.

Erdoğan Anayasa darbesi yaptı Daha seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz Anayasa’yı çiğnemeye başlayan Erdoğan, milletvekilliği düştüğü hâlde ne milletvekilliğinden, ne de başbakanlıktan ayrılmadı. Böylece bir Anayasa darbesini hayata geçiren Erdoğan, aynı şekilde AKP genel başkanlığını da terk etmedi. Üstelik partiyi kendi başkanlığında kongreye götürürken 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kongrede etkili bir rol oynamasını da engelledi. Gül ise elindeki yetkileri bile kullanmaktan aciz bir şekilde adeti

Erdoğan kuşatmayı kıramadı Tayyip Erdoğan tarihin en düşük katılımlı seçimlerinden birisiyle Cumhurbaşkanı ilan edildi. Seçime katılım oranı yüzde 73’lerde kaldı. Seçime katılanların yüzde 51.8’inin oyunu alan Erdoğan’ın oyu, bütün seçmenler içerisinde ise yüzde 36 oranına kadar geriliyor. Oranlar bir tarafa bırakılıp doğrudan seçmen sayıları dikkate alındığında ise Erdoğan’ın kendisine oy veren kitleden az da olsa seçmen kaybettiğini ama genel olarak kitlesini koruduğunu söylemek mümkün.

olduğu üzere olan biteni izlemekle yetindi. Böylece Erdoğan, yasa dışı bir şekilde AKP’nin yeni genel başkanını ve başbakanı belirleme yetkisi kullanmış oldu. Meclis Başkanlığı, Yüksek Seçim Kurulu, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve dahası bütün Anayasal kurumlar yapılan darbeye karşı en ufak bir ses dahi çıkarmadı. Bu manzara Erdoğan’ın Çankaya’da fiili bir başkanlık rejimi kurmasının önünün açıldığını gösteriyor.

Emperyalizmle uzlaşmaya prim yok Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aldığı sonuçlar CHP ve MHP’nin başını çektiği çatı aday projesinin tutmadığını ortaya koydu. İhsanoğlu CHP’li seçmen bir tarafa MHP’li seçmen açısından dahi tatmin edici bir aday olamadı. Aldığı oylar son yerel seçimlerde CHP ve MHP’nin aldığı oyların gerisinde kaldı. Daha ilan edildiği anda büyük tartışmalara yol açan Ekme-

leddin İhsanoğlu, yalnızca CHP ve MHP yöneticilerinin ABD ile uyumlu olmaya hevesli olduklarını göstermekten öteye geçemedi. Gericilik, vurgunculuk ve savaş rejimine karşı olan halk kitlelerinden, kerhen destek verenler dışında, yeterli desteği alamadı. MHP seçmeninin bir bölümü de, özellikle Orta Anadolu’da, Erdoğan’a destek oldu.

Alkışlayan muhalefet Selahattin Demirtaş HDPBDP’nin klasik oyunun üstünde bir orana ulaştı. Yüzde 9.76 ile yüzde 10 bandında bir oy aldı. Medya tarafından HDP çizgisinin Türkiyelileşme çabasının örneği olarak takdir gördü. Yeni, enerjik, Türkiye gerçeğini anlayan bir muhalefet odağı yaratabilecek siyasetçi adayı olarak takdim edildi. Selahattin Demirtaş, temsil ettiği uzlaşmacı çizgiden bağımsız olarak; gericilik, vurgunculuk ve savaş düzenine karşı çıkan halk kitlesinin bir bölümünün desteğini aldı. Özellikle CHP’de İhsanoğlu ile temsil

edilen uzlaşmacı eğilime tepki duyan bir kısım seçmen Demirtaş’a yöneldi. Ne var ki HDP, mecliste yapılan yemin törenine katılarak AKP ve MHP grubuyla birlikte Erdoğan’a meşruiyet kazandıracak bir hamle yaptı. Böylece Tayyip Erdoğan’ın Anayasa darbesine karşı BDP, MHP ve CHP’den yükselen itirazlara rağmen yalnızca CHP grubu zayıf da olsa fiili bir tepki göstererek yemin törenine katılmadı. Başlangıçta oturuma katılan CHP grubu usûl tartışması açmak istedi. İstekleri reddedilince protesto ederek salonu terk etti.

Seçim sonuçları neyi anlatıyor? AKP kendi kitlesini genişletememiş ve başkanlık rejimine geçmek için ihtiyacı olan desteği tam olarak alamamış durumda. Kuşatmayı kıramayan AKP seçimlerde yüzde 51’lik oy oranıyla Tayyip Erdoğan’ı cumhurbaşkanı ilan ettirerek net bir kazanç sağladı. Önümüzdeki dönemde, malumun ilamı olan bu kazancı, toptan bir karşıdevrime meşruiyet yaratmak için kullanmaya çalışacak. Buna karşı-

lık Erdoğan ve AKP’ye karşı halk direnişinin yükseleceği şimdiden öngörülebilir. Halkın aday göstermesini önleyen seçim sistemi ile birlikte muhalefet partilerinin de halkın taleplerini tam olarak karşılamaktan uzak adaylar ve çizgilerle seçmen karşısına çıkması neticesinde Gezi Parkı’ndaki direnişle atılıma geçen Mayıs Haziran 2013 Büyük Halk

Direnişi’nin sandığa tam olarak yansıyacak bir kanal bulamadığı ortada. Türkiye halklarında “ayaklarıyla oy kullanma” eğilimi giderek belirgin bir hâle dönüyor. Emperyalizmle uzlaşmanın adaylarına halkın rağbet etmemesi ile sandığa katılım oranının çok düşük kalması birlikte yorumlandığında Mayıs Haziran 2013 Büyük Halk Direnişi’nin taleplerine ger-

çekten sahip çıkmanın anlam ve önemi daha iyi anlaşılıyor. Açık bir güvensizlik ve protestoya dönüşen sandığa gitmeme tutumu, halkın gericilik, vurgunculuk ve savaş rejimine karşı topyekûn bir direniş ihtiyacı içinde olduğunu ortaya koyuyor. Bütün ilerici, antiemperyalist, sosyalist, laik kesimlerin birleşeceği bir cephe açık bir ihtiyaç olarak önümüzde duruyor.


Ekim 2014

15 Davutoğlu Başbakan olarak atandı Daha da sertleşecekler Cumhurbaşkanı olarak ilan edildiği andan itibaren milletvekilliği ve dolayısıyla başbakanlığı düşen, partisiyle ilişkisi hukuken kesilmiş olan Erdoğan, gerçekleştirdiği Anayasa darbesiyle bütün yetkilerini kullanmaya devam etti. Yasadışı bir şekilde kullandığı yetkilerine dayanarak partisini olağanüstü genel kurula götürdü.

Genel kurula gitmeden önce ise yine kanunsuz bir şekilde partinin ve hükümetin başına geçecek kişiyi atadı. Erdoğan’dan sonraki AKP Genel Başkanı ve Başbakan olarak, 21 Ağustos’ta gerçekleştirilen MYK toplantısı sonrasında, şatafatlı bir törenle, “kardeşi” Ahmet Davutoğlu’nu görevlendirdi. Böylece 21 Ağustos itibarıyla Türkiye’nin iki cumhurbaşkanının yanı sıra iki de başbakanı olmuş oldu.

“Kardeşi” Abdullah Gül’ü harcadı Kongrenin hangi tarihte yapılacağı ve başbakanın kim olacağı tartışmalarının ortasında Abdullah Gül, hem de AKP MKYK toplantısı sürerken, cumhurbaşkanlığından sonra AKP’ye döneceğini açıkladı. Açıklamaya cevap toplantı sonrası Hüseyin Çelik’ten geldi. Çelik, MKYK toplantısında olağanüstü kongrenin 27 Ağustos’ta, yani Gül’ün görev süresinin dolmasın-

dan bir gün önce yapılmasına karar verildiğini duyurdu. Böylece Gül’ün kongreden önce partiye üye olabilmesinin dahi önü kesilmiş oldu. Abdullah Gül ise bu süreci sadece izlemekle yetindi. Yalnızca kendisine karşı kampanya başlatan Erdoğan yanlıları yüzünden kalbinin kırıldığından bahsetti. Oysa Erdoğan’ın kendisi-

ne de karşı yönelen Anayasa darbesini önleyecek bir sürü yetkisi vardı. Ama hiçbirini kullanmadı ya da kullanamadı. Gül’ün bu tutumu her ne kadar “karışıklık yaratmak istemiyor” şeklinde açıklanmaya çalışılsa da esas olarak tarafların birbirleri hakkında bildiklerinden dolayı aralarında var olan “dehşet dengesi”ne dayandığını söylemek gerekir.

Karşıdevrimci hücum Başbakan olarak Ahmet Davutoğlu’nun atanması elbette ki yapılan sözde istişare çalışmalarından çıkan bir isim olmasına dayanmıyor. Kendisini her şeyin üstünde bir güç olarak konumlandırmaya çalışan Tayyip Erdoğan’a bütün çevresindekilerin biat etmesine dayanıyor. Davutoğlu esas olarak AKP hükümetinin bütün savaş yanlısı politikalarının yürütücüsü. Dış politikada izlediği maceracı tutum Ortadoğu’da akan

kandan sorumlu olanlar listesinde onu epey yukarılara taşıyor. Elinde komşu halkların kanı olan bir bakan şimdi kukla başbakan olarak da olsa bütün bir ülkeyi yönetmek için atanıyor. Erdoğan toptan karşıdevrimci bir hücuma kalkıp ülkeyi kendisi ve gerici hayalleri için dikensiz gül bahçesi hâline döndürmeye çalışıyor. Davutoğlu aynı zamanda Erdoğan’ın kendisine en sadık gör-

düğü kişilerin de başında geliyor. Özellikle Ortadoğu konusunda en büyük suç ortağı. Dolayısıyla birçok açıdan birbirlerine muhtaçlar. Bunların dışında Davutoğlu diğer başbakanlık için adları geçenler gibi gelenekten gelen kadrolara ya da parti teşkilatına hâkim birisi değil. Yani otoritesini büyük ölçüde Erdoğan’a yakın olabilmesinden alıyor. Erdoğan ipini sağlam kazığa bağlamayı çok önemsiyor.

Ama korkuyorlar Erdoğan’ın onbeş günlük bir süre için dahi milletvekilliğinden, başbakanlıktan ve AKP genel başkanlığından ayrılmaya cesaret edememesi; buna karşılık Anayasa darbesi yaparak yasa dışı bir şekilde üç makama ait yetkileri aynı anda kullanması; bırakın devlet kurumlarını Erdoğan tarafından engellenen, tasfiye edilen çevrelerin dahi Anayasa darbesine ses çıkarmaması yalnızca Erdoğan’ın yeni Osmanlı padişahı olma hayallerini değil; Erdoğan ve çevresindekilerinin dehşetli bir kor-

ku içinde olduklarını da gösteriyor. Çok korkuyorlar. En güçlü olduklarını düşündükleri anlarda dahi halka karşı, eski suç ortakları cemaate karşı tedbir almaktan geri durmuyorlar. Çünkü yükselecek halk hareketinin onların bütün tedbirlerini aşarak gericilik, vurgunculuk ve savaş rejimine son vereceğini, Orta Doğu’da işledikleri savaş suçlarından, insanlık suçlarından; Kürtlere, Alevilere, azınlıklara uyguladıkları mezhepçi, ırkçı ayrımcılık politika-

larından; yolsuzluklardan, doğanın ve çevrenin talanından, ayakkabı kutularındaki milyonlardan; gericilik politikalarından, kadın cinayetlerinden, çocuklarımızın çalınan geleceklerinden; Soma’da, tersanelerde ölen işçilerden, taşeron sisteminin yaygınlaştırılmasından; sağlığın, eğitimin paralı hâle döndürülmesinden hesap soracağını biliyorlar. Korkuyorlar. Hem de ölesiye korkuyorlar. Çünkü “hiçbir korkuya benzemez halkını satanın korkusu”

Maduro’dan Batı’nın Rusya’ya saldırısını kınama Caracas’ta halka seslenen Venezuela Başbakan’ı Nicolas Maduro ABD ve Avrupa’nın tehditlerini eleştirerek “Ne zaman ki Rusya kendini savundu, o zaman Batı’ya karşı politikalar yürütmekle suçlandı” dedi. (1 Eylül 2014) Maduro “Rusya’ya yöneltilen bu tehdidi dikkatle izliyoruz. Venezuela olarak net bir şekilde şunu talep ediyoruz. Rusya’yı hücumdan vazgeçmesi için suçlayanlar Rusya’ya savaş açmaya çalışmaktan vazgeçin. Barışın!” Venezuelalı lider Moskova’ya dönük yaptırımları “Çin’e ve gelişmekte olan BRICS güçlerine bir mesaj” olarak yorumladı. Çoğunluk için BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) ticari bloku Hugo Chavez’in başardığı türde çok kutuplu bir ekonomiyi temsil ediyor. “Hepiniz onların (Batı Güçlerinin) kızkardeşimiz Dilma Rousseff’e Brezilya’da açtığı savaşı, Lula Silva’nın (Eski devlet başkanı) Güney Amerika’yla bütünleşmiş projelerinin kökünü kazımak ve yok etmeyi denediklerini gördünüz” diyen Maduro, yaptırım tehditlerinin Ukrayna’da süregelen anlaşmazlıklara yanıt olmaktan çok “21. yüzyılın yeni çok kutuplu dünyasının yükselişini engellemeye dönük bir çaba” olduğunu vurguladı. 2011’den bu yana Venezuela enerji, savunma, tarım, konut ve teknoloji alanında Rusya’yla işbirliği anlaşmaları imzalayarak bağlarını güçlendiriyor. Putin’in verdiği bilgiye göre geçen sene Haziran’da Maduro’nun Moskova’ya ziyaretine kadar olan sürede Rus şirketleri Venezuela’ya 20 milyar dolarlık yatırım yaptılar. Kaynak: http://venezuelanalysis.com/news/10877 sitesinden çevrilmiştir.

çev: fethiye kabataş


AYLIK YEREL SÜRELİ YAYIN ISSN 1301–9031 uluçınar sanat basın yayın reklam ve turizm hizmetleri san.tic.ltd.şti. adına sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü: onur balcı tomtom mh. yeni çarşı cd. no: 26/8 beyoğlu - istanbul 0212 245 28 11

halk gazetesi

www.yenidunyagazetesi.com

baskı: yön matbaası davutpaşa cd. güven san. sit. b blok k 1 no: 366 topkapı - istanbul 0212 544 66 34

94 TKPyaşında

gericilik, vurgunculuk ve savaş rejimini

yıkacağız TKP 1920 94. kuruluş yıldönümünü “TKP 94 Yaşında - Gericilik, Vurgunculuk ve Savaş Rejimini Yıkacağız” başlıklı etkinliklerle kutladı.

İstanbul

Mersin

İzmir

İstanbul

Şair Metin Demirtaş'ı yitirdik “Bizim de dır dağlarımız var Che Guevara”

İlerici yurtsever şair Metin Demirtaş, 27 Eylül 2014 günü Antalya'da yaşamını yitirdi. 1938’de Antalya’nın Elmalı ilçesine bağlı Akçay köyünde doğan Demirtaş, ilkokulu köyünde okudu. Antalya Erkek Sanat Enstitüsü ile Ankara Akşam Tekniker Okulu'nu bitirdi. İşçi sınıfının, şehir ve köy emekçilerinin, gençliğin kitlesel siyasal mücadeleye atıldığı 1960'ların büyük devrimci yükseliş döneminde şiirleriyle adını duyurdu. Genç yaşında kansere yakalandı, sol bacağı dizinin üstünden kesildi. İlk şiirleri Varlık dergisinde çıkan Demirtaş İmece, Türk Solu, Yeni Adımlar, Militan, Sanat Emeği, Yansıma dergilerinde yayınlanan şiirleriyle ün kazandı. Türk Solu dergisinde yayınlanan “Che Guevara” şiiri nedeniyle tutuklandı. Bağımsızlık, dostluk, fedakârlık, dayanışma, umut, cesaret duygularıyla örülmüş şiirleriyle öne çıkan Metin Demirtaş'ı “Che Guevara” şiiriyle anıyoruz.

CHE GUEVARA Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara Bakma şimdi durgunsa, bir şahan gibi duruyorsa Yorgundur, savaşlar görmüştür, çeteciler barındırmıştır Yani satılmış değillerdir hiç tüfek patlamıyorsa Alaçamın, mor meşenin ardına silah çatıp yatmaya Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara Bizim de halkımız vardır Che Guevara Unutulmuş uzak tarlalar yalazında Sazıyla, türküleriyle kardeşliğe vurgun Bütün ulusların halkları gibi Ve yalnız büyük fırtınalarla kımıldayan Bizim de halkımız vardır Che Guevara Bizim de ozanlarımız vardır Che Guevara Sağ çıkmış güneşsiz taş odalardan Yüreğiyle barışa, sevgiye yönelmiş Çelik öfke bir yanı, bir yanı uysal mavi Eğilmeden dimdik geçmiş demir kapılardan Bizim de yiğit insanlarımız vardır Che Guevara Bizim de delikanlılarımız vardır Che Guevara Yokluklardan biyol kopup gelmiş Üç zeytin, az ekmek üniversitelerde Su gibi kızlar çarpar önce, alkol vurur Öfkeli dolanırlar caddelerde Ve başkaldırırlar akılları suya erende Çünkü Vietnam hepimizin Vietnam'ı Kongo hepimizin Kongo'su Bir kere özsu yürümüştür dallara Patlayacaktır ağır sancılarla karanlıklar Varmak için o güzel yarınlara Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.