EsteMagazin 2016 Eylül 5.Sayı

Page 1

EYLÜL 2016 YIL 1 SAYI 5

AKADEMİ İSTANBUL EĞİTİM, KÜLTÜR ve SANAT VAKFI’NIN ÜCRETSİZ AYLIK YAYIN ORGANIDIR.

RÖPORTAJLAR UTKU GÜRTUNCA MELTEM ARIKAN BEYNİNE FORMAT AT YOGA YAP, MUTLU OL! ESTETİK, ALTIN ORAN VE YÜZ MATEMATİĞİ

Prof . Dr. Alper Kaya

HAVUZLARDAKİ GİZLİ TEHLİKELERE DİKKAT!


EDİTÖR 7 Genel Yayın Yönetmeni Dr. Pınar Ünal GENEL SAĞLIK 8 Evlilik stres mi, güvensizlik mi? Uzman Psikolog Mert Koçak

7

12 Elleriniz yaşınızı ele vermesin! Dermatoloji Uzmanı Dr. Bircan Karabağır 32 Vitiligo yaz önerileri Dahiliye ve İmmunoterapi Uzmanı Dr. Ülkü Görmez 34 Osteoartritte güncel tedaviler: Hyaluronik asitler Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Bahar Dernek 46 Kozmetik jinekoloji Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Özgür Leylek

12

2 I EYLÜL 2016

50 Kabızlık Beslenme ve Diyet Uzmanı Neslihan Türkoğlu Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Gürdal Ören 54 İhmal ve istismar Uzman Psikolog Hülya Okyay Zanbak 58 Burun mimarisi Kulak Burun Boğaz Uzmanı Op. Dr. Orhan Alan

46


Havuzlardaki gizli tehlikelere dikkat! Prof. Dr. Alper Kaya Röportaj: Şükriye Tahir Özgül

KAPAK

8 İÇİNDEKİLER

50

54

32 34

www.estemagazin.com

16

58

EYLÜL 2016 I 3


RÖPORTAJ 22 Utku Gürtunca Dr. Pınar Ünal

22

36 Meltem Arıkan Gazeteci Mahir Bora Kayıhan DOSYA 28 Beynine format at, yoga yap, mutlu ol! Gazeteci Yazar Behman Menteşoğlu 42 Estetik, altın oran ve yüz matematiği Dermatoloji Uzmanı Dr. Berkant Oran GEZİ/YORUM 60 Kıbrıs’ı Kıbrıslı’dan dinlemek Plastik ve Estetik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Ümit Borataç 70 Buz gibi bir mola: Tozuyan Şelalesi Gazeteci Mahir Bora Kayıhan SANAT 66 En iyi sağlık temalı 10 film Gazeteci Bahtiye Kaya Kayıhan

28

4 I EYLÜL 2016

ASTROLOJİ 76 Afrodit Astrolog Dilara Başar Efeoğlu

76


İÇİNDEKİLER

www.estemagazin.com

60 42 66 70 36 EYLÜL 2016 I 5


EYLÜL 2016 / SAYI 5

İmtiyaz Sahibi Genel Yayın Yönetmeni Mali Müşavir Hukuk Müşaviri Görsel Yönetmen Yayın Kurulu

Akademi İstanbul Eğitim, Kültür ve Sanat Vakfı Dr. Pınar Ünal Nesrin Arda Av. Hülya Dündar Öztürk Mahir Bora Kayıhan Dr. Pınar Ünal Dr. Tolunay Zeybekler Op. Dr. Özgür Leylek Uzm. Dr. Bahar Dernek Op. Dr. Gürdal Ören Uzm. Dr. Berkant Oman Dr. Nesrin Sezen Op. Dr. Ümit Borataç Dyt. Neslihan Türkoğlu Uzm. Psk. Hülya Zanbak Astrolog Dilara Başar Efeoğlu

Fotoğraf Editörü Teknoloji Danışmanı Katkıda Bulunanlar

Şükriye Tahir Özgül Akın Boşnak Prof. Dr. Yusuf Kalko Prof. Dr. Alper Kaya Uzm. Dr. Ülkü Görmez Uzm. Psk. Mert Koçak Gzt. Behtiye Kaya Kayıhan

www.aiv.org.tr info@aiv.org.tr www.estemagazin.com info@estemagazin.com.tr

4. Cad. Vine Sk. Garanti Koza Çarşısı No: 17 Sarıyer-Zekeriyaköy İSTANBUL 0 212 202 79 84

6 I EYLÜL 2016

© EsteMagazin, Akademi İstanbul Eğitim, Kültür ve Sanat Vakfı tarafından

T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Derginin isim ve yayın hakkı Akademi İstanbul Eğitim, Kültür ve Sanat Vakfı’na aittir. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların her hakkı saklı olmakla birlikte kaynak gösterilerek tanıtım amaçlı alıntı yapılabilir. Dergide yer alan yazılardan yazanlar sorumludur.


EDİTÖR

www.estemagazin.com

Merhaba Sevgili EsteMagazin okuyucuları. Yazın yerini artık yavaş yavaş sonbahara bıraktığı Eylül ayı sayımızla sizlerleyiz. Gelişip büyürken ekip arkadaşlarım ve ben sizlere yine değişik, gündemde olan, merak edilen; sağlık, güzellik, estetik bilgileri ve magazin haberleri hazırladık. Her zamanki gibi yine farklı olabilmeyi amaç edinerek, bize yolladığınız e-mail’leri de dikkate alarak yeni sayımızın içeriğini oluşturduk. Dile kolay, yayın hayatımızda 5. sayıya ulaştık. Ve her sayı yeni şeyler öğrenerek yol aldık. Bu sayımızda da değerli hocalarımızın bilgilerini size aktarırken, magazin kelimesinin içini popüler olan değil, lügatte yer alan şekliyle doldurarak gerek gezi yazısı, gerek kültür sanat, gerek astroloji birçok konuya değindik.

Kısaca konu başlıklarımıza bakmak gerekirse; önceliği kapak konumuza vererek başlamak istiyorum. Bu sayı kapağımıza Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Alper Kaya’yı konuk ettik. Havuzlardaki gizli tehlikelere dikkat çeken Kaya ile yaptığımız görüşmeden birçok önemli bilgi alacağınızı düşünüyoruz. Röportaj olarak ise sanat dünyasından iki konuğumuz var. Senarist, yazar Utku Gürtunca ve yazar Meltem Arıkan. Bu ayki konularımız ise oldukça ilgi çekici. NLP ve yoga temalarının aynı yazı içinde eritilerek sunulduğu; “Beynine format at, yoga yap, mutlu ol!” başlıklı yazımızın yanı sıra; “Evlilik stres mi, güvensizlik mi?”, “İhmal ve istismar”, “Estetik, altın oran ve yüz matematiği”, “Elleriniz yaşınızı ele vermesin!”, “Vitiligo hastalarına yaz önerileri”, “Osteoartritte güncel tedaviler”, “Kozmetik jinekoloji”, “Kabızlık” ve “Burun mimarisi” başlıklı yazılarımızla da birçok konuda detaylı bilgiler hazırladık. Gezi rotamızı bu ay önce Kıbrıs, sonra da Bursa’nın Tozuyan Şelalesi olarak belirleyerek sizler için gezip gördük, fotoğraflayıp yazdık. Bu sayı ile birlikte kültür sanat ve sağlık temalı yazılara da yer vermeye başlıyoruz. Bu konuda ilk yazımız “En iyi sağlık temalı 10 film” başlığıyla tanıttığımız filmler. Her biri birbirinden önemli yönetmen ve oyuncuların filmlerinden oluşan listemiz umarız hoşunuza gider. Astroloji sayfamıza ise bu ay Afrodit’i ağırlayarak, sizlere Antik Yunan Çağı’na doğru yıldızlar eşliğinde bir gezi sunduk. Bir önceki sayılardan yine farklı, yine daha dolu bir sayı ile karşınızdayız. Siz değerli okuyucularımız için en iyi olanı sunmak için özveri ile çalışıyoruz… Bilin ki, siz bu yazıyı okurken biz 6. sayıda neler yazmalı, nerelere gitmeli diye düşünüp, yollara düşmüş olacağız… Sevgilerimizle…

Genel Yayın Yönetmeni

Dr. Pınar Ünal

pınarunal@estemagazin.com

EYLÜL 2016 I 7


Evlilik stresi mi, güvensizlik mi?

Acaba ilgisi, sevgisi, aşkı azalır mı? Acaba değişir mi?

Evlilik öncesi dönemde bu soruları soruyorsanız dikkat… Bu evlilik stresinden ziyade güvensizliği işaret ediyor olabilir.

8 I EYLÜL 2016

Uzman . Psikolog Mert Koçak


PSİKOLOJİ

www.estemagazin.com

EYLÜL 2016 I 9


Ş

üphesiz her çiftin hayali mutlu bit yuva kurmak. Ancak evlilik aşaması gelip çattığında çiftler bazı olumsuz düşüncelerle baş başa kalabiliyor. Evlilik sorumluluğunu işaret eden duyguyu uzmanlar evlilik stresi olarak tanımlarken, beliren bazı soru işaretlerine karşı dikkatli olunması konusunda çiftleri uyarıyor. Uzmanlar bu soru işaretlerinin stresten ziyade güvensizlikten kaynaklandığını vurguluyor. BAĞIMLILIK DUYGUSU, YANLIŞ İLETİŞİM NEDENİ İlişkilerde bağlılık ve bağımlılık duygularına değinen Uzman Psikolog ve İlişki Terapisti Mert Koçak, “Evlilik stresi bir insanın evlenmeden önceki zamanında ya da kişinin geçmişte yaşadığı olaylardan ötürü aklında olan soru işaretlerine dayanmaktadır. Toplumumuzda aşk her zaman ön planda tutulmaktadır. Bu nedenle bireyler bir kere aşık oldukları kişiye zamanla bağımlılık geliştirirler. Aşkın ilk aşamasında bu bağlılık olarak nitelendirilebilir. Ama daha sonra bağlılık dediğimiz unsur yerini zamanla bağımlılığa bırakır. Bağlılık insanlar arasında rahatlatıcı ve huzur verici bir niteliğe sahiptir. Ama bağımlılık bunun tam aksine insan üzerinde gerginlik ve strese neden olur. Bağımlılık insanın partnerine karşı duyduğu aklındaki soru

10 I EYLÜL 2016

işaretlerini ortadan kaldırma etkisini göstermektedir. Bireyler bağımlı olduklarından ötürü, aklındaki soru işaretlerine verilecek cevapları sürekli ertelemektedirler. Bu durum evlilik aşamasına kadar gelmektedir. Evlilik aşamasında ise bu durum, insanların flört zamanlarında olduklarından çok daha farklılık göstermektedir. Evlenen çiftlerde yavaş yavaş zihinsel ve fikirsel değişimler meydana gelir. Bu fikirsel değişimler ile birlikte bağımlılıktan dolayı akılda cevaplanmayan sorularla birleşip zamanla kişi üzerinde büyük strese neden olmaktadır. Bu stres ise ilişkilerde ciddi bir şekilde ayrılığı tetiklemektedir” dedi. BU SORU İŞARETLERİNE DİKKAT! Evlilik öncesi stresin, kişinin evlenmeden önceki zamanında aklına takılan sorulardan ve geçmiş yaşantılarından edindiği tecrübelerden oluştuğuna dikkat çeken Uzman Psikolog Mert Koçak, “Acaba evlendiğimde değişir mi? Bana gösterdiği ilgi azalır mı? Sevgi, saygı, şefkat ve aşkı azalır mı? Desteği azalır mı?’ Bu sorular evlilik stresini tetikler. Evlilikle birlikte omuzlarımıza yüklenecek sorumluluklar evlilik korkusunu oluşturan etkenlerdendir. Bu korkuya bir de bu soru işaretleri eklenince stres katlanarak artar. Bu sefer kişi ‘Aslında evlenmeyi çok istiyorum ama çok korkuyorum.’


PSİKOLOJİ

demeye başlar. Bu cümle bir yerde ayrılık sinyallerinin de işaretini vermek anlamına gelebilir. Çünkü kişi bu soruların getirdiği stresle başa çıkamaz ve bu durumu atlatamazsa sendroma yakalanır. Ben bu durumu evlilik öncesi sendromu olarak adlandırıyorum. AİLELERE BÜYÜK GÖREVLER DÜŞÜYOR Evlilik öncesi stresi ile çiftlerin başa çıkabilmesi için ailelere büyük görev düştüğünün altını çizen Mert Koçak, “Çiftler evliliğin getireceği sorumluluklarla birlikte strese girip endişeye kapılabilirler. Bununla birlikte çiftler partnerlerinin doğru seçim olup olmadığını sorgulayarak da strese girebilirler. Bu durumda

ailelere düşen görevler çiftleri sakinleştirmek olmalıdır. Kendi ilişkilerindeki güzel yaşanmışlıkları ve hayata dair mücadelelerini örnek olarak vermeleri, evlenecek olan çiftlerin olumlu ve güzel yönlerini çiftlere karşı dile getirmeleri stresi büyük ölçüde azaltacaktır” şeklinde konuştu. Durumun bu şekilde de aşılamaması durumunda yapılması gerekenlere değinen Uzman Psikolog Mert Koçak, “Bu sorunlar ile baş etmenin bir kaç yolu vardır. Kişisel gelişim kitapları okunabilir ya da gelişimsel programlar izlenebilir. Ama ciddi anlamda bu sorunların en sağlıklı çözümü bu alan ile ilgilenen bir psikologdan destek almaktır” dedi.

www.estemagazin.com

ÇEVRENİZDEKİLER SİZİ DOĞRU MU YÖNLENDİRİYOR? İlişkilerde çevresel faktörlerin de ilişkinin seyrini etkileyebileceğini ifade eden Mert Koçak, “İlişkilerde 3’üncü şahıslar bazen çok yapıcı bazen ise çok yıkıcı olabiliyor. Bu ayırımı çok iyi yapmak ve buna göre müdahale izni vermek ya da vermemek gerekiyor. Eğer 3’üncü şahıslar ilişkiniz ve partneriniz hakkında sürekli olumsuz cümleler kuruyorsa, kötü dille eleştiriyorsa ve olumsuz iddialar ortaya atıyorsa buna kesinlikle ‘dur’ demeniz gerekir. Ancak 3’üncü şahıslar ilişkinizi destekliyor, ilişkiniz ve partneriniz hakkında olumlu cümleler kurup her fırsatta sevginizi ve birbirinize nasıl yakıştığınızı size hatırlatıyorsa onlarla dertleşebilirsiniz” ifadelerini kullandı.


Elleriniz yaşınızı ele vermesin!

12 I EYLÜL 2016


DERMOTOLOJİ

Ellerimiz, yaşam tarzımızın ve alışkanlıklarımızın aynası gibidir. En zorlu koşullara maruz kalır ve geçmişimizin izlerini taşır.

www.estemagazin.com

. Dermatoloji uzmanı Dr. Bircan Karabağır

EYLÜL 2016 I 13


E

llerimiz de, en az yüzümüz kadar göz önünde olmasına rağmen yüzümüze gösterdiğimiz özeni ellerimize göstermekten genellikle kaçınırız. Oysa ki, yüzümüze ne yaparsak yapalım, yüzümüz ne kadar genç gösterirse göstersin, ellerimiz gerçekleri, yaşımızı gözler önüne serer. GENÇ YAŞLARDA İKEN ELLERİMİZ; •Yumuşak bir deri yapısı, •Cilt altı dokusunda yeterli dolgunluk, •Eklemlerde, kıvrım çizgilerinin dışında kırışıklık olması, •Deri yüzeyinde ayırt edilen, fakat renk farklılığı göstermeyen damarlar, •Ancak parmaklar ileri uzatıldığında belirginleşen tendonlar, •Kemikli görünümü engelleyen deri ve doku dolgunluğuna sahiptir. AKREP VE YELKOVAN BİRBİRİNİ TAKİP ETMEYE DEVAM EDER! Yaşlandıkça ellerimizde birtakım değişiklikler ortaya çıkar. Bazılarımız bu değişiklikleri önemser, kendilerince önlem alır; bazılarımız ise hiç rahatsız olmadan, önemsemeden yaşamlarına devam ederler. YAŞLI EL BELİRTİLERİ; Sürekli çevresel faktörlere (güneş

14 I EYLÜL 2016

ışınları, kimyasallar) maruz kalmak ve sigara kullanılması yaşlanma sürecini hızlandırır. Kemik, cilt altı dokusu ve deriyi içine alan üç boyutlu bir yaşlanma süreci söz konusundur. Deri incelir, kırışıklık ve esneklik kaybı ortaya çıkar. Cilt altı dokusu atrofiye uğrar, kıvrımlı ve renkli bir görünüm alırlar. Lekeler ve pigment (renk) düzensizlikleri ortaya çıkar. Tendonlar, dinlenme durumundayken bile daha belirgindir. Romatizmal nodüller nedeniyle eklemler daha belirgin hale gelir ve “kemikli el görünümü” ortaya çıkar. EL REJUVENASYONUNDA AMAÇ; 1. Cilt Rejuvenasyonu 2. Volüm Rejuvenasyonu’dur. Cilt Rejuvenasyonu Amaçlı Tedavi’lere göz atacak olursak; Lekeler için Kriyoterapi, Q-Switched Lazerler (KTP, Nd:YAG, Alexandrite), Pulsed Dye Lazer tedavileri uygulanabilir. Cilt kalitesini artırmak, rejuvenasyonu sağlamak ve lekeleri tedavi etmek için ise, Kimyasal Peeling, IPL, Fraksiyonel Ablatif (Co2, Er:YAG) ve Nonablatif Lazer, Mekanik Mikro-İğneleme tedavisi, Fraksiyonel İğneli Radyofrekans, PRP gibi uygulamalar anlamlıdır. Elastikiyet ve nem kaybı için; Biyorevitalizasyon (Mezoterapi,


DERMOTOLOJİ

yüzeysel Hyalüronik Asit Enjeksiyonu) tedavileri, Topikal bakım uygulamaları yapılabilir. Gerek cilt rejuvenasyonunda (yenileme) gerekse volüm rejuvenasyonunda “hyaluronik asit”kullanılır. Hyaluronik asit insan vücudunda en çok deride, daha az miktarda kas, göz ve eklemlerde bulunur. Cildin gerginliğini ve eklemlerin hareketliliğini, dokuların nemli ve canlı kalmasını sağlar. Ayrıca cilde mekanik destek verir. Deride doğal olarak bulunan hyaluronik asit miktarı yaşla birlikte azalır. Sonuçta deri önemli bir desteğini kaybeder ve cilt yaşlanması ortaya çıkar. Enjeksiyon yoluyla, dışarıdan cilde uygulanıp, takviye edildiği zaman cilt daha gergin, parlak ve kırışıksız görünür. YÜZEYSEL HYALÜRONİK ASİT ENJEKSİYONU Derinin orta kısmına, belirli aralıklarla 3-4 seans olacak şekilde ve 2-4 hafta arayla uygun nitelikte (çapraz bağ durumu molekül büyüklüğü ve molekül ağırlığı göz önünde bulundurularak) hyalüronik asit enjekte edilir. Yılda 1 veya 2 kür halinde uygulama yapılarak cilt kalitesi arttırılır…

www.estemagazin.com

VOLÜM REJUVENASYONU Cilt altı yağ dokusunun azaldığı, ven ve tendonların belirginleştiği, yaşlı görünümlü ele sahip kişiler, volüm rejuvenasyonu için uygun bireylerdir. Genellikle 40’lı ve 50’li yaşlarda ihtiyaç duyulmaya başlanır. Volum rejuvenasyonunda, en sık kullandığımız materyal hyaluronik asitt’dir. Cilt altı dokunun desteklenmesi ve artırılmasıyla yaşama belirtilerinin bir kısmı giderilebilir, kırışıklıklar düzeltilebilir. Damar ve tendonların belirginliği hafifletilerek cilt bütünlüğü ve görünümü daha iyi hale getirilir. Volüm rejuvenasyonu (el dolgusu) sonrasında, hassasiyet, ödem, ekinoz (morluk) gibi geçici olumsuzluklar söz konusu olabilir. Ancak kişi günlük yaşamına rahatlıkla devam edebilir. Daha sağlıklı ve ışıltılı bir cilt dileğiyle…

EYLÜL 2016 I 15


Prof. Dr. Alper Kaya:

HAVUZLARD TEHLİKELER

16 I EYLÜL 2016


KAPAK

www.estemagazin.com

DAKİ GİZLİ RE DİKKAT!

EYLÜL 2016 I 17


Röportaj Şükriye Tahir Özgül

18 I EYLÜL 2016

Çocukların yazın şüphesiz en büyük zevki havuzlar, deniz ve su kaydırakları. Bu zevkin istenmeyen kötü sonuçlar doğurmaması için ise uzmanlar aileleri uyarıyor.

B

iz de EsteMagazin okuyucularına havuz, deniz ve su kaydıraklarındaki gizli tehlikelerle ilgili önemli bilgiler aldık. Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Alper Kaya konu ile ilgili çok önemli bilgiler paylaştı. “Havuzlar ve denizlerdeki sığ sular her yaz maalesef özellikle gençler açısından büyük tehlike oluşturuyor. Gençlerin çok daha zevkli diye suya balıklama atlaması maalesef boyun kırılmaları, kalıcı felçler ya da daha kötüsü ölümlerle sonuçlanıyor. Bu yüzden derinliğini bilmediğimiz sulara kesinlikle atlamamız gerekir. Mümkünse derinliğini bilsek bile suya kafa üstü atlamayalım. Bunu her anne babanın evlatlarına sıkıca tembihlemesi gerekir. Yazın dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli konu da su kaydırakları. Bu konuda çocuklar ve gençler olduğu kadar yetişkinle de dikkatli olmak zorunda. Su kaydıraklarından en önemli nokta sıralı kaymayı kontrol eden görevlilerin olmasıdır. Çünkü eğer bu kontrol edilmezse kazalarla

karşılaşma olasılığı çok yükselir. Çünkü arkanızdaki kişiyi kontrol etme şansınız olmaz ve arkanızdan gelen kişi hızlı bir şekilde bize çarptığında sırt ve bel bölgesinde omurga kırığına neden olabilir. Bu bizim çok sık karşılaştığımız bir durumdur. Böyle bir durumda maalesef dönüşü olmayan felç durumlarına çok sık rastlıyoruz. Bu tarz durumlarla karşılaşıldığında yapılması gereken en önemli şey 112 acil ekibini aramak ve ardından hastayı hareket ettirmeden düz yatırmaktır. Sağlık ekipleri gelene kadar beli ve boynu hareketsiz kılmak çok önemlidir. Hastayı oturtmaya çalışmak ya da ayağa kaldırmak vahim sonuçlar doğurabilir. Bu tarz kazalar sonucunda kafamıza aldığımız darbe beyin kanamasına da yol açabilir. Bunu da göz önünde bulundurarak beyin kanaması riskine karşı da tedbirli olmak gerekir. Beyin kanamaları ani ve şiddetli bir baş ağrısı ve bunu takip eden ani şuur kaybı ile genellikle karşımıza çıkar ve hasta bayılır. Peşinden fışkırır tarzda kusma ve epilepsi nöbeti (sara nöbeti) sıklıkla görülür.


KAPAK

www.estemagazin.com

EYLĂœL 2016 I 19


Beyin kanaması acil hayatı tehdit eden bir durum oluşturduğu için profesyonel sağlık ekiplerini ortama çağırmak yapılması gereken ilk ve en önemli şeydir. Bu kanamayı geçirenlerin

20 I EYLÜL 2016

ortalama yüzde 20’si hastaneye yetiştirilebilmektedir ve diğerleri genellikle kanamayı geçirdikleri yerde kaybedilmektedirler. Hastanın şuur kaybı olacağı için kendi başına bir şey yapması mümkün değildir. Profesyonel

sağlık ekipleri gelinceye kadar hastanın düz bir şekilde yatırılması hareket ettirilmemesi, kusma durumunda yan çevrilmesi, epilepsi nöbeti esnasında solunum yolunun açık kalmasının sağlanması gerekir.”


KAPAK

www.estemagazin.com

ALPER KAYA KİMDİR? Prof. Dr. Alper KAYA 1967 yılında Kahramanmaraş’ta doğdu. Liseyi İstanbul Büyükçekmece lisesinde 1983 yılında bitirdi. Bir yıl Ortadoğu Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İngilizce Hazırlık sınıfında okuduktan sonra, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesine girdi. Tıp Fakültesi’nden 1990 yılında mezun olup mecburi hizmet için gittiği Van ili Muradiye ilçesinde bir yıl süreyle sağlık ocağı tabipliği ve adli tabiplik yaptı. Nöroşirürji eğitimini 1991-1997 yılları arasında Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroşirürji Kliniği’nde tamamlamıştır. 1999 yılından itibaren çalışmalarına devam ettiği Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroşirürji Kliniği’nde Haziran 2008’da Nöroşirürji Doçenti unvanını almıştır. Almanya ve Hollanda’da değişik dönemlerde kısa süreli çalışmaları olmuştur. Özellikle beyin tümörü, anevrizma ameliyatları ve servikal spinal (boyun omurga ve omurilik) ameliyatlarında yoğun tecrübesi ve araştırmaları vardır. Bel bölgesi omurga füzyon ameliyatlarında uluslar arası bilimsel dergilerde yayınlanmış deneysel araştırmaları ve özgün ameliyat tekniği mevcuttur. Uluslar arası dergilerde yayınlanmış 17, ulusal dergilerde yayınlanmış 19 makalesi, 43 kongre bildirisi ve üç adet kitap bölüm yazarlığı mevcuttur. Bilimsel makaleleri yurt dışında toplam 48 kez site (atıf) edilmiştir. Türk Nöroşirürji Derneği ve Sinir Sistemi Cerrahisi Derneği tarafından verilmiş üç adet bilimsel araştırma ödülü vardır. Evli ve iki erkek çocuk babasıdır.

EYLÜL 2016 I 21


Röportaj

UTKU GÜRTUNCA Edebiyatçı, reklamcı, mizahçı, senarist gibi birçok sıfatı bir arada barındıran önemli bir isim Utku Gürtunca. EsteMagazin’in kahvaltı etkinliğinde söyleşme fırsatı bulduğumuz Gürtunca’yı daha yakından tanımanızı istedik.

22 I EYLÜL 2016


RÖPORTAJ

www.estemagazin.com

Genel Yayın . Yönetmeni Dr. Pınar Ünal

U

tku Gürtunca, 6 Nisan 1969 tarihinde Bursa’da doğdu. 1986 yılında Bursa Erkek Lisesi’nden ve 1993 yılında da Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dil Bilimi bölümünden mezun oldu. İlk mizah yazısı denemeleri 16 yaşında, Fırt Mizah Dergisi’nde yayınlanmaya başladı. Profesyonel mizah yazarlığına ise 1992 yılında adım attı. 1997 yılında reklam sektörüne de reklam yazarı olarak dahil oldu. Profesyonel mizah yazarlığı hayatı boyunca Zeki – Metince, Plastip Show , 1 Erkek 1 Kadın gibi pek çok TV projesinde yazarlık yapan Utku, Sabah Gazetesi’nde uzun yıllar bir diğer mizah yazarı arkadaşıyla Hakan – Utku imzalı mizah yazıları yayınladı ve 6 adet de mizah kitabı çıkardı. 2016 yılında Dilimin Ucu ve Sonradan Görme Şiirler isimli 2 kitap çıkaran yazar halen TBWA / İstanbul reklam ajansında reklam yazarlığı yapmaktadır.

EYLÜL 2016 I 23


ppSevgili Utku, ben önce şunu merak ediyorum, hayat hikayen nasıl? Yani daha doğrusu sen bir mizahçı olarak bunu nasıl anlatırsın? Kendi anlatım tarzınla ama. Nasıl başladı, nasıl sürdü? Bu kadar gülümseten bir adamın hayatı da gülümsetir sanırım sen anlatınca.

6 Nisan 1969 günü yani bundan tam 47 yıl önce Bursa’da bir velet dünyaya gelir. Ailenin ilk bebeği olan bu sarı kafalı, kepçe kulaklı oğlan çocuğuna Utku adı verilir. Utku’nun doğumu öylesine büyük yankı uyandırır ki haberi alan ABD, aynı yılın Temmuz ayında “ Bu da geldi ya artık başka bi gezegen bakmak farz oldu” diyerek Ay’a çıkar. İşin ilginç yanı başlarda Utku oldukça sakin bir çocuktur. Öyle ki bir keresinde eve gelen temizlikçi kadın Utku’nun içine yanlışlıkla çiçek ekmeye bile kalkar. Sonra sonra çenesi iyice düşen geveze velet giderek büyür. Gülmeyi güldürmeyi sevmektedir. “Ailemde olmayan bir meslek yapıcam” diyen Utku aslan terbiyeciliğini gözü yemediği için mizah yazarı olmaya karar verir. Çok geçmeden anlar ki bu ülkede bu meslek aslan terbiyeciliğinden de zordur. Mizahtan sonra hayat var mı sorusunun cevabını reklam sektöründe bulan Utku 1997 yılından itibaren bir yandan da reklam sektöründedir artık. Yeni yetme yazar olarak girdiği sektörde “muteber bir ajansta” kreatif direktörlük seviyesine kadar çıkar. Daha sonra oksijen mi az gelir zirvede bilinmez ajanstan ayrılıp reklam hayatını freelance işlerle sürdürmeye karar verir. Sonra da 2016’da ocak başında reklama geri döner. Bu ocakbaşı dönüşü oldukça lezzetli duman dumana sürmektedir. TV ve reklam sektöründe pek çok bildik işe imza atan Utku, o taa lise yıllarında üreterek koşmaya başlayan erkek çocuğunun peşinde gitmeye devam etmektedir hala. Utku halen bekardır, beyazetli prensesini beklemektedir ve de “Defne!!” diye seslenenleri “ne var be?!” diye tersleyen, dünyalar delisi bir ergen akrep burcu kız çocuğunun da babasıdır.

ppTürkiye’de pek çok önemli işe imza attığını ben biliyorum da eh bu röportajı okuyanların nesi eksik? Bizlere bahseder misin biraz anısı çok olan, unutamadığın, mesleğimde olgunlaştım oldum dediğin projelerden? Neler bunlar sence? Bir kere ilk göz ağrıları var. Örneğin 1985 yılında Bursa Erkek Lisesi’nde bir lise 2.sınıf öğrencisiyken dönemin en önemli mizah dergilerinden biri olan Fırt’ta çıkan ilk yazılarım. Bunları unutmam mümkün

24 I EYLÜL 2016

değil. Sonra 92 senesinde Show TV’de yayınlanan Zeki Metince isimli programda Zeki Alasya ve Metin Akpınar’ın oynadıkları ilk skeçlerim. Çok ama çok değerlidir. Yine Bursalı olan Hakan Köksal’la Sabah Gazetesi’nde önce Hıncal Uluç’un köşesinde daha sonra da kendi köşemizde yazdığımız Hakan & Utku imzalı mizah yazıları da çok değerli bu öyküde. Birlikte 6 kitap çıkardık Hakan’la. Ve tabii Plastip Show isimli politik mizahi proje. Bu bugün bile konuşulan bu işte 24 yaşında metin yazarlığı yapmış olmak hala gurur duyduğum bir iş. Yakın dönemde 4 sezon yazar kadrosunda yer aldığım 1 Erkek 1 Kadın isimli dizi de daima övünerek anlatacağım kilometre taşı işlerimden olacak. Yakın zamanda imzamla çıkan 2 kitap ( “Sonradan Görme Şiirler” ve “Dilimin Ucu” ) da eklendi bu yaptıklarım listesine. Adımın yanına bir şair ibaresi eklendi ki tadı doyulmaz. İlk uzun metraj film çalışmam Kocan Kadar Konuş / Diriliş de geçen yılın en sevilen filmlerinden oldu. Yaklaşık 1.5 milyon kişi tarafından izlendi. Tüm bunlar olurken de bir yandan reklam sektöründe pek çok büyük firmanın reklam filminin yaratıcı kadrosunda yer aldım. Bunların içinde özellikle Arçelik için yaptığımız robot Çelik’li filmlerin tabii ki özel bir yeri var. Gerçekte olmayan animasyon bir karakterle, hayali bir bacaksız robotla 9 senem geçti anlayacağınız. Bunu girip bir sinir hastalıkları hastanesinde söylesem sanırım beni bir süre seve seve misafir ederler.

ppTürkiye’de komedi, mizah, reklam metni dizi film senaryosu sence yurtdışı ile karşılaştırıldığında sence nerde? Biz bu konuda yeterince iyi miyiz? Neler yapılabilir bu sektörler için?! “Gerideyiz” veya “İlerdeyiz” denebilecek çok net bir ölçüm dinamiği olduğuna inanmıyorum bu konuda. Yani ortada film sektöründe bilhassa bir teknoloji farkı olduğu tabii ki tartışılmaz ama eğer buradaki üreticiler o teknik imkanlara sahip olsalar benzer işler çıkartırlar mı sorusuna cevap bende “evet”. Ben yaratıcı tarafta olduğum için böyle bakıyorum. Kaldı ki zaten İnternet çağı. Kimsenin kimseden saklayacağı bir alametifarikası da yok. Kimseyi tutan da. Türk yaratıcısı geri mi? Asla değil. Hatta bizdeki iş yetiştirme süreleri dikkate alınırsa biz dünya rekorlarını her gün kırıyoruz. Mizah, reklam, dizi, film… Bunlar kendi toprağında açan çiçekler. O toprağın doğrularından beslenip oranın dertlerine şifa olmaya çalışıyorlar.


RÖPORTAJ

www.estemagazin.com

İşe bu noktadan bakınca hele bu coğrafyanın doğrusu, beklentisi neyse o yapılıyor bence hakkıyla. Tüketici talebi, bakış açısı, tüketme refleksi başka coğrafyalardan farklıysa bunlara cevap olmaya çalışan yaratıcı da tabii ki buraya odaklı olur. Olmalı. Durum böyle olunca da başa döndüğümüzde bence kıyas gereksiz. Haa ama şu da var, Türkiye’de üretilen pek çok iş de yurt dışı yarışmalarda büyük ödüller alıp gelmekte. Demek ki ölçü ödül almaksa o da alınıyor istendiğinde.

ppSenin pek çok iyi işinin yanında bunların getirdiği pek çok da ödülün de var. Ödüllerden konuşsak biraz. Ödülle üretim arasında bir bağ var mı desek bir de? Ödül bir motivasyon mudur yaratıcılığa?

Bilhassa reklam sektöründe çokça ödül aldım. Ödül almış pek çok işin yaratıcı ekibinde yer aldım daha doğrusu Zira bana göre bu kadar ekip işi olan bir üretim sürecinde netice bir ödül getirmişse bu tüm ekibe aittir. Kimse tek başına sahiplenemez. Siz B’den itibaren 28 harfi de koymuş olsanız o işe, hepsinin sebebi başta o “A olmaz mı” diye fikri atandır. O’nu yok mu sayacağız? Ödül gerekli mi? İlle bir heyet çıkıp bu en iyisi demeli mi? Evet bu çok güzel. Kim ödül almak istemez. Ve evet ciddi bir motivasyondur. Ama işin aslından da kopmamak lazım. Reklamını yaptığınız ürün çok sattı mı? Yani reklam hedefine ulaştı mı? Reklam yaratıcı ama müşteriye geçmedi. Bir kurul da toplandı yıl sonunda bu iş çok iyi deyip ödül verdi size. Bu arada o ödül getiren marka satışlar artmadı diyerek ajans değiştirdi. Bu durumda iş karışık. Başarılı reklam kimse aksini iddia etmesin , yapılma hedefini gerçekleştiren reklamdır öncelikle. Sinemada 1.5 milyon kişi seyretmişse bu dev bir ödüldür. Salondan çıkan her gülen yüz birer ödül heykelciğidir. Salonunuzda camekanda değil kalbinizde taşırsınız. Yıllar evvel Arçelik için taptığımız bir reklama şöyle bir teşekkür maili alınmıştı; “ Ben 4 yıllık evliyim. Eşimle çocuk yapmayı henüz düşünmüyorduk. Bebekli reklamınıza bayıldık. Şu an ikiz bebek sahibi olmaya hazırlanan bir anne adayıyım. Teşekkürler ” Ee şimdi bundan güzel ödül olur mu? Kardelenler projesinde 1 tek kız çocuğunun bile hayatını değiştirdinse bu ödüldür. Sabah dün köşende yazdığın bir yazıya bir okuyucu “dün yaşadığım tek güzel şey sizin şu esprinizdi. Bugüne uyanmamın tek sebebisiniz” yazarsa ödül şahıdır bu. Ben bunların hepsini yaşadım, yaşıyorum. Ben çok ödüllü bir fikir üreticisiyim ve çok şanslıyım. Bana verilmiş bu yetenek ve de bunun karşılığını böylesi alıyor olmak en büyük ödülüm.

EYLÜL 2016 I 25


ppBir reklam senaryo tasarlamak, insanların ilgisini çekmek, yapılmamış olanı yapıp fark yaratabilmek çok geniş hayal gücü ve bilgi birikimi ister kanımca. Sen bunu nasıl başarıyorsun? İlham kaynakların, sana rezerv olan konular neler? Kısacası farklı bir iş çıkartmak için Utku Gürtunca ne yapıyor? Reklam tüketici ile üretici arasında bağ kuran bir köprü. Reklam üreticisi de yani bizler de bir nevi tercümanız. Hayli iddialı bir tercümanlık bu ama. Reklam verene diyoruz ki her ne satıyorsan sat her kim almasını istiyorsan o ürünü o adamın dilini biliyorum ben senin derdini ona ben anlatırım. Başkası adına aşk mektubu yazmak gibi. Sevgilileri kavuşturuyoruz yani. Bunu yapmak için bu ülkeyi iyi gözlemek gerek. Reklamcı her sabah yeni bir sınav gününe uyanır ve soruların nereden çıkacağı belli olmaz. Tüm kitaptan sorumlusunuzdur. Bu kitap reklamı üretmeye talip olduğunuz ülke, ülkenin gündemi, yaşayış biçimi, o coğrafya insanını bir arada tutan tüm değerlerdir. Bunun için özel beğenilerden sıyrılıp ne var ne yok takip etmeniz gerekir. Fazıl Say’ı da Serdar Ortaç’ı da aynı anda tanımanız gerekir ki gerektiğinde kullanabilesiniz. Toplumdan kopmadan, kozana kapanmadan yaşayarak izleyerek koklayarak yaşanacak bir Türkiyelilik reklam yaratıcılığı için yeterli bence. Gerisi zaten yeteneğinize kalmış. Reklam açıkgözlerin işi gibi algılanır. Oysa gözü açıkların işidir. Her an her şeyi izlemeli, nabzı tutmalıdır reklamcı. Utku biraz da mizahçılığının verdiği refleksle tam da bunları yapıyor yıllardır, reklam sektöründe olabilmek için.

ppSon olarak senin yolundan gitmek isteyenlere ne tavsiye edersin? Hangi zorluklar onları bekliyor desem bir de?

Kendin için üretirken yani mutlu olmak adına çabalarken, içindeki çocuğu güldürmeye çalışırken yöntem herkesin kendi yarattığı yöntemdir. Orada akıl verilmez. Ama iş profesyonelliğe geçince burada başka beğenilerin borusu ötmeye başlar. İşte bu bir karar anıdır. Zira devam dediğiniz anda bu kabul etseniz de etmeseniz de beyninizi kiralamak demektir. TV sektöründe kaderinizi reyting rakamları, reklamda da satış rakamları belirler. Reklam bilhassa eleştiriyi en direkt alacağınız sektördür. An gelir konu hakkında en son konuşması gereken kişi diyeceğiniz kişi markası adına, pozisyon olarak gücüyle öyle bir eleştiri yapar ki tahammül etmeniz gerekebilir. Sizin işiniz ikna etme ve de şartla göre isteneni beğeni düzeyini maksimumda tutmak kaydıyla üretmektir. Reklam beğendiğini günde 5 kere çöpe atma sanatıdır. Her yaratıcı kişi için, ki her yaratıcının egosu hayli yüksektir, bu durum hayli sabır gerektirir.

26 I EYLÜL 2016


www.estemagazin.com

Fotoğraflar: Şükriye Tahir Özgül

RÖPORTAJ

EYLÜL 2016 I 27


BEYNINE FORMAT AT YOGA YAP MUTLU OL!

.

Gazeteci Yazar Behman Menteşoğlu

28 I EYLÜL 2016

Mutluluk, Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılması mıdır? Türk Dil Kurumu sözlüğünde mutluluk kavramı böyle tanımlanıyor. Özleminiz yoksa tanım geçersiz. Özlemlerinize ulaşmanız eksiksiz ya da sürekli değilse tanım yine geçersiz.


MAGAZİN DOSYA

Ç

ok sevdiğiniz (varsayalım ki Bodrum’da) denizin kenarında bir gölgede oturmuş elinizde soğuk biranız önünüzdeki bilgisayarın ekranında hisse senetlerinizin durmadan arttığını izliyorsunuz. Mutlusunuz! Mutlu olmanız da gerekiyor. Artan her bir kuruşla hiç bitmeyecek özlemlerinize kavuşacak yeni özlemlerin hayalini kurmaya devam edebileceksiniz. Aldığınız her sağlıklı nefes bir gün sağlıksız ve acılı olana dek gerçek mutluluğun ne olduğuna dair en ufak bir bilginiz olmayacak. Olsa da bunu görmezlikten geleceksiniz. Bir gün melatonin ve serotonin gibi hormonlarınızın salgılamalarında olabilecek bozuklukları belki giderebileceksiniz. Bununla birlikte yakalanabileceğiniz olası ölümcül hastalıklar, çevresel felaketler karşısında fazlaca direnemeyeceğiniz aşikar. Mutluluk kavramı kültürlere göre düşünürlerce birçok farklı tanımlamalarla açıklanmaya çalışılmıştır. Diğer birçok kültürel kavramların tanımlamasında olduğu gibi mutluluk da göreceli bir kavramdır. Tanımlamalar kadar gösterilen yollar da farklıdır. Gerçek ise insana ait olan bu kavramın aslında insanın kendisini tanıması oranında değişiklik göstermesidir. İnsan ne kadar kendinin ve yaşadığı evrenin farkındaysa kavramlar da bir üst düzeyde gerçeklik kazanır. 1600’DEN GÜNÜMÜZE: PSİKOLOJİ Batı dünyasının daha doğrusu ABD’nin bu kavramı ele alış şekli ne kadar maddi düzeyde ise Doğu dünyası da bir o kadar manevidir. Hangisinin gerçek olduğu ise yine görecelidir. Antik dünyadan sonra bilişsel ve davranışsal bilimler ilk olarak ‘Psikoloji’ 1600 yıllarında Avrupa’da ele alınmaya başlamış ve sonraları bilim dalı haline getirilmiştir. Oysaki Antik dünyanın konuyla ilgili en eski bilgileri M.Ö. 3000 yıllarındaki İndus Vadisi Uygarlıklarında yer alan Sanksritce yazmalar içinde yer almaktadır. Bu yazmalar bize Yoga denen muhteşem bir sistemi kazandırmıştır. Budizm, Taoculuk ve Konfüçyanizm gibi doğu öğretilerinin temelinde hep en eski yazıtlar olan ve VEDA ( BİLGELİK ) yazıları adı verilen kitaplar vardır. Veda’lar aslında Tanrı Brahma’nın insanoğluna armağan ettiği ve insan olmayı, insanlığı, bilim ve teknolojiyi, eğitim, sanat, ahlak ve daha bir çok bilgiyi öğrettiği temel yazılardır. Bu tür yazılara sonradan Sümer uygarlığında ‘ME’ Tabletleri olarak karşılaşırız. Daha sonrasında da çeşitli efsane, mitoloji ve dinlerde farklı şekillerde de olsa Tanrı armağanı bilgilere rastlamaya devam ederiz. Kutsal kitaplarda yasak elma ağacı olarak geçen simgesel anlatı

www.estemagazin.com

aslında ‘Bilgi’ Ağacıdır. Son dönem semavi dinler insanın bu bilgi ağacına el atmasını yasaklar ve Tanrısal bilgiye ulaşmayı günah sayar. Tapınak Şövalyeleri, Haşhaşı adı verilen İslami tarikatlar, Masonlar ve İlluminati Tanrının Bilgilerinin kendisinde olduğunu iddia eder ve sıradan insanlara bu bilgileri yasaklar. MUSTANG MAĞARALARI Oysaki doğu öğretisinde amaç bu bilgilerin insanlara aktarılarak daha insancıl ve evrensel değerlerde topluluklar yaratmaktır. Bunun için Hindistan’da farklı yerlerde kurulan antik okullarda okumak için dünyanın dört bir yanından binlerce insan öğrenmeye geliyordu. Buda, Lao Tseu ve Konfüçyüs gibi liderler Nepal’ de Mustang Mağaraları’nda saklanan ve bilgiyi öğreten aynı bilgelerce insiye edilerek ülkelerine gönderildiler. Bu öğretmenler de sahip oldukları bilgiyi gittikleri yerde halka öğretmeye başladılar. Neydi öğrettikleri? İnsan, evren, farkındalık ve uyum. İnsan kendini ve içinde yaşadığı evreni bilmek zorundadır. Yaşamın amacına ve yaşamın farkındalığına kavuşmalıdır. Bütün bunlar olmadan yaşamla kendisi arasında uyum sağlayamaz. Mutluluk bu uyumun tam olarak sağlanmasıyla kazanılır. Bu öğretilerde esas olan mutluluk değil uyumdur. Evren fizik kurallarıyla uyumlu hareket eder. Yaşamın içinde uyum vardır. Uyum ise zıtların mücadelesi ve zıtların birlikteliğinin sarmal gelişiminden çıkar. Yani doğarsınız ve ölürsünüz. Bunun nedenlerini araştırmak ayrı bir konudur. Bu sizin kabul etmek zorunda olduğunuz şu andaki gerçekliğinizdir. Doğmak ve hayata yeni hayatlar katmak ve hayatı daha da ileri getirecek katkılarda bulunursunuz. Bu da sizin tercih hakkınızdır. KAZANMAK İÇİN HER YOL MÜBAHTIR Tercihiniz yaşamın gelişimine katkıda bulunmak yönünde olduğu kadar bulunmamak yönünde de olabilir. Bununla birlikte tüm bunlar bu kadar basit değil artık. İnsanoğlunun mülkiyet kavramıyla tanışıp sınıflı topluma geçişinden bu yana tapınaklar ve öğretiler de değişmek zorunda kaldı. Asya, Ortadoğu gibi Tanrısal öğretileri öğretip yayan tapınaklar yerle bir oldu. Mülkiyeti ve mülk edinmeyi esas alan yeni öğretiler hayatla uyum içinde yaşamamız gerektiği kuralının yerine sistemle uyumlu yaşamamız gerektiğini koydular. “Kazanmak için her yol mübahtır’’ deyişi bu öğretinin temeli sayıldı. Kazanmak ama her zaman her yerde kazanmak olgusu kafalara sokuldu. Para kazanmak, ün kazanmak, prestij kazanmak. Kazanan olduğu yerde kaybedenler de doğallıkla olacaktı. Kaybedenin aldığı bilinçsel düzeydeki hasarlar bir süre

EYLÜL 2016 I 29


sonra çoğalıp sisteme zarar verecek sistemsel bozukluğa dönüşecekti. Bu dönüşümün boyutları 1. Dünya savaşından sonra sanayileşen Batı dünyasında büyük sorunlara neden olmaya başlamıştı. Özellikle savaşın insanlarda yarattığı ruhsal bozukluklar sanayileşen toplumda giderek artmaya başlıyordu. Her geçen gün kendini yenileyip büyümek zorunda olan kapitalist sistem kendi içinde insan engeline takılıyordu. Bir çözüm bulunmalı ve bozulan insan ruhu onarılmalı ve sisteme geri kazandırılmalıydı. Edebiyatçı Nuri Pakdil Batılılar için şöyle diyor: ‘Hepsi de hayattan kovulmuş, yani hepsi de dışında kalmış hayatın. Bir daha hayat çıkmaz buralardan.’ Çıkmalıydı. Çıktı da. Yeni yöntemler için eski öğretilere başvuruldu. PSİKOLOJİ VE PSİKİYATRİNİN SANAYİ İLE BULUŞMASI 1980’li yıllara gelene kadar bilim ve teknoloji ile sanayi teknolojisindeki ilerleme sonraki yıllara göre çok yavaştı. Sistem de bu yavaşlık üzerinde gelişiyordu. İnsan davranışlarının sorunlu hal alıp sistemi aksatmaya başlamasına engel olmak için Psikoloji ve Psikiyatri bilim dalları devreye sokuldu. Bu bilim dalları esas olarak sanayi de çalışanlara destek vermek amacıyla iş görmesi için destekleniyordu. Sanayide çalışıp başarısız olanlar, kazanamayanlar ancak iş gücü olarak sistemin ihtiyaç duyduğu bireyler sisteme yeniden kazandırılmak için Psikiyatrist ve Psikologlara yönlendirildiler. Devlet ve sanayi kuruluşları bunu desteklemek için fonlar oluşturuyordu. Adeta her çalışanın hasta olsa da olmasa da düzenli olarak gittiği bir psikiyatrisi veya danışmanlık aldığı psikoloğu vardı. Toplum içinde davranış bozukluğu ayıplanmıyor ve çok doğal karşılanıyordu. Davranış bozukluğunun asıl nedeninin sanayileşme ve doğallıktan uzaklaşmanın yarattığı sonuçlar olduğu dile getirilmiyordu. Aksine bu tür bozuklukların nezle, grip gibi basit organ hastalıklarından farkı olmadığı söyleniyordu. Diğer yanda geliri olmayan halk kesimlerindeki huzursuzluklar hippi akımları, tarikat, uyuşturucu, müzik gibi alanlara yönlendiriliyor ve bu alanlarda faaliyet gösterenler maddi olarak destekleniyordu. Böylece geniş kitlelerin sistemi sorgulaması yerine duyarsız ve pasif olmaları sağlanıyor, enerjileri bir şekilde boşaltılıyordu. 1980 sonrasında bilim ve teknolojinin gelişimindeki ivme belki 10 kat hızlanınca daha radikal sağaltmalar bulunmak zorunda kalındı. Şirketler

30 I EYLÜL 2016

bilimsel gelişmelerin hızına yetişemiyordu. Şirket çalışanları yaratıcılıklarını aynı hızda artıramıyorlardı. Ya da sistemde çalışanlarda oluşan ruhsal bozuklukları Psikiyatristler klasik yöntemlerle hızla iyileştirip kişiyi sisteme hemen kazandıramıyordu. NLP’NİN YARATICILARI: RICHARD BANDLER VE JOHN GRINDER Bunun için koçluk ve NLP kurumları yaratıldı. Richard Bandler ve John Grinder tarafından yaratılan NLP hala günümüzün çok tutulan bir kişisel gelişim aracı olarak kabul görüyor. Peki NLP aslında neydi ve bu yöntemi oluşturanlar kimdi? Brandler ve Grinder NLP kuramını oluştururken yararlandıkları önemli yazarlardan biri Noam Chomsky ve Carlos Castaneda idi. Hepsinin ortak yönleri ise üç konuda çakışıyordu. Kadim bilgelik, Dilbilim ve Bilinçsel yapı. Bütün bunlar zaman içinde yapay zeka çalışmalarının da temelini oluşturacaktı. Beynin yapısı ve çalışma ilkeleri bilimsel olarak çözüldükçe duyguların ( ki aslında bu, dilin gelişimi ile ruhun oluştuğu tezidir) dil yardımıyla beyine yüklenen anlamlandırmalara göre şekillendiğini kanıtlanmıştır. Küçük yaştan beri beyine yüklenen kelime öbeklerinin, oluşturulan tümcelerin beş duyu aracılığı ile oluşturduğu anlamlar dizini beynin dünyayı anlamlandırmasını, yorumlamasını ve nihayetinde nasıl tepki vermesi gerektiğini şekillendirir. Bu süreç dil ve bilincin ortaklaşa yarattığı bir süreçtir. Bu süreç oluşturulurken dilin yanlış kullanılması kelime ve tümcelerin yanlış konumlandırılması veya anlamlandırılması bilincin de dünyayı yanlış anlamlandırmasına ve yanlış tepkiler vermesine neden olur. İşte, tam da bu nokta bilincin travma yaşamasına ve gerçekliklerle uyumu yitirmesine yol açar. Kişisel huzursuzluk, kaygı, öfke, korku ve ne kadar olumsuz duygusal tepkiler varsa ortaya çıkar. Kişi artık çevresiyle olan uyumunu yitirmeye, umutsuz ve mutsuz olmaya başlamıştır. İş verimi azalmış, oyun dışı kalmasına az zaman kalmıştır. NLP sistemi beynin yeniden formatlanabilir olduğunun ilk temel verilerini verince modern dünyanın oyun


MAGAZİN DOSYA

kurucuları, bu yeni sistemi bireyin yeniden ve çok hızlı bir şekilde geri kazanılması için uyarlamışlardır. Daha klasik ve ağır işleyen psikiyatri ve psikoloji kurumları yerine koçluk sistemini yaratmıştır. 1980 sonrasında NLP uzmanları ve yaşam koçları çığ gibi

büyümüştür. Konuyla ilgili binlerce kitap ve seminerler düzenlenmiş kurumsal çapta insanların bunlara katılımları teşvik edilmiştir. Böylece kapitalist sistem iki konuda kendine kaynak yaratmayı başarmıştır. Birincisi yatırım yaptığı insanı oyun dışına çıkmadan geri kazanacak, ikincisi ise özgüven yoksunu yaratıcı kişilerin girişimciliği ile sistemi yeni buluşlarla zenginleştirerek güçlendirecektir. Bu arada hiç şüphesiz üzerinde ciddi yatırımlar yaptığı yapay zeka çalışmalarını da hızlandırmıştır. NLP’DE DOĞU BİLGELİĞİ Kişisel gelişim ve bireyciliğin ön plana çıkarılması ve geliştirilmesi sırasında NLP sisteminin temel verileri üzerinde doğu bilgeliğinin kaynakları kullanılmıştır. Yoga teknikleri, Budist öğretiler ve diğer kadim kaynaklarda yer alan öğretiler modern dünyayla uyumlu hale getirilerek pazara sunulmuştur. Kadim bilgeliğin bireyi geliştirerek huzurlu, uyumlu, mutlu ve barış içinde bir dünya yaratma ereği yerini sadece bireysel mutluluğu ön plana çıkartmış ve toplumsal yanı bir kenara bırakılmıştır. İnsanlar birey olarak daha sağlıklı olmak için yoganın basit hareketlerini yapmaya başlamış, oyun dışı kalanlar ‘Ferrari’sini satan bilge’ olmak için inzivaya çekilmiş, yeni tür küçük hippi klanlarında huzur aramış ancak çok azı kendini uyumlu hale sokmak yerine sistemi değiştirerek uyumlu ve mutlu toplum yaratmak için uğraşmıştır. Oysaki bireysel mutluluk koşulsuz bir şekilde toplumsal uyum ve barışla sağlanabilir. “Bütün mutsuz olanlar, yalnız kendi mutlulukları peşinde koşanlardır. Bütün mutlu olanlar ise başkalarının mutlu olması için çalışanlardır.” (Budizm) Kadim bilgelikler dünya uyumu ve barışına önem verir. Yoga

www.estemagazin.com

gibi teknikler beden gelişimi kadar bilinç gelişimini de öne çıkartır ve biri diğerinin olmazsa olmazıdır. Meditasyon ise aslında kadim dünyanın en eski NLP tekniğidir. Meditasyon yapan kişi beynini yeniden formatlamada başkasından yardım almaz. Ruhunu ve bedenini dış dünyayla, çevresiyle uyumlu yaşamak için hazırlar. Yoga ve meditasyon yapanın kazanmak için bir başkasını çiğnemek gibi hedefleri olmaz. O varlığının ve yaşamın devamını sağlamak için başka canlılara, doğaya ve evrene saygılı olmayı, onlarla barış içinde yaşamayı hedefler. Amaç Ferrari’ye sahip olmak değildir. Özgür bir ruha sahip olmaktır. Tutkulardan, korku ve kaygılardan uzak özgür ve bağımsız ruha sahip olmaktır. Yaşam aslında bu anlamda da çok basit gözükür. Doğum, yaşam ve ölüm. Amaç da bu oranda basittir. Yaşamak ve yaşamı geliştirmeye katkıda bulunmak.

“Kişinin yaşadıkça memnun ve mutlu olması için gereken şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. (…) Bir insan böyle hareket ederken ‘benden sonra gelecekler acaba böyle bir ruhla çalıştığımı bilecekler mi’ diye bile düşünmemelidir. Hatta en mutlu olanlar hizmetlerinin bütün nesillerce bilinmemesini tercih edecek karakterde bulunanlardır.”

(M.K. Atatürk,1937,100 ve 1937,5-277)

Hadi artık, siz de beyninizi yeniden formatlayın, yoga yapın ve mutlu olun.

EYLÜL 2016 I 31


Vitiligo hastalarına yaz önerileri . . Dahiliye ve. Immunoterapi Uzamanı Dr. Ülkü Görmez

32 I EYLÜL 2016

Ciltte beyazlama hastalığı olarak bilinen vitiligo hastalarının en büyük sorunlarından biri yaz ve güneş. Bundan dolayı güneşin şifa kaynağı D vitamininden de yoksun kalırlar. Oysa alınacak basit önlemler sayesinde bu hastaların güneşten kaçmasına gerek kalmayabiliyor.

Y

az ve güneş, ciltte beyazlama hastalığı olarak bilinen vitiligo hastalarının en büyük kabusu. Bundan dolayı vitiligolular yaz tatillerinde denizden ve güneşten uzak geçirmeyi tercih ederler. Oysa dermatolojik önlemlerle birlikte alınan immunoterapi desteği, bu hastaların yazın yaşantısını kolaylaştırabiliyor. Vitiligo hastalarının neden güneşe çıkamadıklarına değinen İç Hastalıkları ve İmmunoterapi Uzmanı Dr. Ülkü Görmez,” Yazın güneşin çıkması vitiligo hastalarının kabusunun başlangıcıdır. Çünkü beyaz lekeler iyice belirginleşir. Kapatıcılar fayda etmez olur, sıcakla etkisizleşirler, akarlar. Güneş o bembeyaz ve aşırı cılız ciltlerini inanılmaz acıtır, yaralara neden olur. Cilt kızarır, kaşınır, ciddi renk farkları oluşur. Bu ve buna benzer daha birçok nedenden dolayı vitiligo hastaları yazdan nefret ederler. Bu yüzden güneş, kum, havuz yasaklanmıştır vitiligo hastalarına. Bu yasak da gereklidir


DAHİLİYE

aslında çünkü dik güneş ışınları pigmentsiz ve zayıf cilt için çok tehlikelidir. Yoğun, tam bloke eden güneş koruyucular vermek konusunda dermatologlarımız bu yüzden çok haklıdır. Çünkü oluşabilecek cilt kanserlerine karşı vitiligolu ciltler çok savunmasızdır. Bağışıklık sorunları olan bu bireylerin immunoterapi almadıkları müddetçe ciltlerini güneş ışınlarından ciddi olarak korumaları gerekmektedir.” dedi. MİDE VE BAĞIRSAK SORUNU OLANLAR DAHA DİKKATLİ OLMALILAR… Yaz döneminde mide ve bağırsa sorunu yaşayan vitiligo hastalarının daha dikkatli olmaları gerektiğine değinen Dr. Ülkü Görmez,”Vitiligo hastalarının yaz dönemi hassasiyetlerinin bir başka görünmeyen kısmı da, asıl buz dağının görünmeyen kısmı dediğimiz bölümdür. Yani mide ve

bağırsaklarıdır. Mide ve bağırsak florası kısmen de olsa düzeltilmemiş, tedavi edilmemiş bir vitiligo hastası asla güneşe çıkmamalıdır. Çünkü bazı bağırsak parazitleri, flora bozuklukları, mantar hastalıkları vitiligoyu alerjiler ile beraber tetikler. Bu çok ayrıntılı bir konudur. Otoimmünitenin en agressif olduğu Mart, Nisan, Mayıs aylarında vitiligo yayılımcı bir seyir gösterir. Yaz güneşi ile birlikte hastalar yeni lezyonlarını fark eder. Halbuki vitiligo bahar aylarında artış gösterir ve yazın belirir. Kışın gelmesiyle deri rengi solar ve vitiligonun geçtiği zannedilebilir. Oysaki geçmez, sadece normal cilt solduğu için silikleşir” şeklinde konuştu.

www.estemagazin.com

Görmez,”İmmunoterapi almış bir hastada yaz - kış farkı fazla yaşanmaz. Çünkü vitiligo alanları da renklenmeye, canlanmaya başlar. Güneş canını acıtmaz, yara oluşmaz, cilt güçlenir. Ayrıca yüksek güneş faktörlerine ihtiyaç duyulmaz. Hatta bazı durumlarda yasaklanır. Çünkü D vitamini depoları doldurulmuş, bağırsak florası tedavi edilmiştir yani güneşe karşı risk kalmamıştır. Hasta çok uzun süre yani gün boyu güneş altında zaman geçirecekse 20 faktörlü güneş koruyucu kullanabilir. Tabii bu sadece immunoterapi alan, yaz süresince almakta olan hastalar için geçerlidir” ifadelerini kullandı.

İMMUNOTERAPİ GÜNEŞİN ZARARLI ETKİSİNİ AZALTIR… Bağışıklık sistem tedavisi olan İmmunoterapi desteğinin bu hastalara çok faydası olduğunu ifade eden Dr. Ülkü

EYLÜL 2016 I 33


. . Fizik . Tedavi . . ve Rehabilitasyon Uzmanı

Dr. Bahar Dernek

Y

Osteoartritte güncel tedaviler: hyaluronik asitler Kas iskelet hastalıkları tüm dünyada yaygın görülen sağlık problemlerini oluşturmaktadır. Özellikle osteoartrit (OA) tüm dünya genelinde en sık rastlanılan hastalıklardan biridir.

aşlılarda sık görülmekle beraber 50 yaş üzeri bireylerde önemli iş gücü kaybına yol açması bakımından da önemlidir. OA süresince, kıkırdakta hasarlanma ile beraber kemik, ve çevre bağ dokusundaki hücrelerde düzensiz çoğalma gibi önemli değişiklikler ortaya çıkmakta ve sonuçta hastalarda ciddi düzeyde fonksiyonel kısıtlılık olabilmektedir. Hyaluronik asit (HA), polisakkarid özellikte bir glikozaminoglikandır (GAG) ve özellikle normal eklem fonksiyonu için gereklidir. OA sürecinde sinovyal sıvıdaki konsantrasyonu azalmaktadır. Intraartiküler HA enjeksiyonu ile eklem kıkırdağının yapısındaki HA’nın olumlu etkilerini artar ve eklem içinde bulunan hücrelerden hyaluronik asit sentezi

34 I EYLÜL 2016

uyarılır. Eklem içi uygulanan HA, eklem yapısındaki kıkırdak hücrelerinin apoptozunu önler, bu şekilde eklem içi enflamasyon azalmasına katkıda bulunur. HA enjeksiyonu ile sadece semptomlarda azalma olmaz, ayrıca eklem dejenerasyonunun ilerlemesinin de önüne geçilmiş olur. Dolayısıyla günümüzde OA sürecinde erken tanı yanında hastalık progresyonunu kontrol altına almak açısından tedaviye erkenden başlanması da önemlidir. Hastalık artık ileri evreye ulaşıp eklem kullanılamaz hale geldikten sonra bu tarz enjeksiyonların ağrının azalmasına katkıda bulunması dışında pek bir etkileri bulunmamaktadır. Dolayısıyla erken tanı ve tedaviye erken başlanması diğer tüm hastalıklarda olduğu gibi OA’da da önemlidir. Enjeksiyonlar

dışında oral yolla da GAG alınabilir. Tüm dünyada net bir konsensus olmamakla beraber genellikle önerilen bu tarz ilaçların siklik kullanımlarıdır. Örneğin 1 aylık oral GAG alımı takiben 1 hafta ilacın kullanılması en sık yapılan uygulamalardandır. Kullanım süreleri ise hastaya göre değişmekle beraber en az 3 aydır. Hastanın diyabeti var ise GAG yerine kollajen veya çeşitli protein bileşenlerinden oluşan ürünler kullanılabilir. HA ürünleri moleküler ağırlıklarına göre düşük molekül ağırlığı olanlar yüksek molekül ağırlığı olanlar ve orta düzeyli molekül ağırlığı olanlar olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Düşük molekül ağırlığı olan HA preparatları haftalık olmak üzere üç veya beş dozajlı uygulamalar ile uygulanmaktadır. Yüksek molekül ağırlığı olan HA


FİZİK TEDAVİ

www.estemagazin.com

preparatları tek doz ve yaklaşık olarak 6 ml’lik miktarlarda uygulanmaktadır. Preparatlar hazırlanırken içlerine etki süresini uzatmak amacıyla çeşitli yardımcı moleküller (mannitol, sorbitol, kondroitin sülfat) de konulmaktadır. Çeşitli özellikteki HA ürünlerinin olumlu klinik etkileri çalışmalarla ortaya konulmuştur, ancak bir ürünün diğerine üstünlüğü henüz tam olarak aydınlatılamamıştır. Tek dozluk uygulamalar özellikle yaşlı, mobilitesi sınırlı hastalarda tercih edilmektedir ve yaşlı hastalar için çok uygulamalı preparatlara göre daha konforludur. Hepinize sağlık, uzur ve mutluluk dolu günler dilerim.

EYLÜL 2016 I 35


Röportaj

MELTEM ARIKAN .

Gazeteci Mahir Bora Kayıhan 36 I EYLÜL 2016

Yazdıklarıyla okuru yükselten, yönetimleri ise rahatsız eden Meltem Arıkan yeni romanı Erospa ile fantastik edebiyata adım attı. Romanlarında süregelen kaosu Erospa ile yıldızlararasına salan Meltem Arıkan’la romana en yakışır şekilde, internet aracılığıyla konuştuk. Artık Türkiye’de yaşamadığı için yüz yüze görüşemediğimiz Meltem Arıkan, Erospa ile çizilen sınırların “hiçliğine” yaptığı vurgularla, siber röportajımızın asıl “varlık” olduğunu görmemizi sağladı.


RÖPORTAJ

www.estemagazin.com

EYLÜL 2016 I 37


1

2 sene önce Yeter Tenimi Acıtmayın ile Türk edebiyatının göbeğine attığı ensest gerçeği romanın toplatılmasına, ardından tekrar salıverilmesine neden olmuştu. Aynı roman ile Türkiye Yayıncılar Birliği’nden ‘Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü’nü alan Meltem Arıkan ardı ardına yazdığı kitapları toplatılmasa da hep belli bir kesimi rahatsız etti. Oyunlar yazdı, oyunları rahatsız etti. Makaleler kaleme aldı, rahatsız etti. Düşündü, rahatsız etti… 2000’lerin sonuna doğru yayımlanan Umut Lanettir adlı romanı ile ilk kez konuşma (röportaj yapma) şansı yakaladığım Meltem Arıkan, kanımca bu sınırlara fazla gelen, fazla derin düşünen kadın edebiyatçılarımızdan. Zamanında Everest Yayınları’ndan çıkan Umut Lanettir büyük heyecanla okuduğum ve kitaplığımın en özel kitaplarından biri olarak edebiyat serüvenimde yer almış oldu. Bu arada itiraf etmeliyim ki, Meltem Arıkan’la Umut Lanettir üzerine yaptığım röportaj ise edebiyat alanında en sevdiğim röportajlarımdan oldu ve internet ortamında en çok okunanlar arasına girdi. Yıllar geçti… Meltem Arıkan’dan yeni kitaplar okuduk, oyunlar izledik… Ve derken Erospa geldi. Bambaşka bir Meltem Arıkan’ın habercisi niteliğindeki roman aynı zamanda ülkemizin fantastik roman eksikliğine de cevap veriyordu. Kadın kalemin özgür kaldıkça çok güçlü sesler verebildiğine bariz bir örnek olan Erospa, okurun günümüz kaosuna yakışır bir roman okumasını sağladı. Hal böyle olunca, ülkemizde Meltem Arıkan gibi kadın edebiyatçıların sayısı bir elin beş parmağı kadar bile olmadığından, yazdıkları onları daha bir önemli hale getiriyor. Salt bir şekilde günümüz çerçevesinde ilişkileri, aşkları, düzeni, kaosu işleyen yazarların bir adım daha ileri gitmeleri gerektiğini düşünen bana seslenen ilk isim, Meltem Arıkan oldu. Erospa ile yakından ilgilendiğim fantastik edebiyata güçlü bir imza atan Meltem Arıkan, bana bir kez daha O’nu takip etmenin keyfini yaşattı. Bu ülkenin edebiyatını elimden geldiğince ve desteklendiğim ölçüde takip etmeye ve okurlara duyurmaya çalışan bir gazeteci olarak, günün birinde tüm kitapları üzerine yaptığım söyleşilerin toplandığı bir kitap çıkarma hakkım olsa, bunu Meltem Arıkan’dan yana kullanırdım.

38 I EYLÜL 2016


RÖPORTAJ

ppMeltem Arıkan ve fantastik edebiyat! Okurları her romanıyla sarsan bir edebiyatçısınız, ama sizden fantastik bir roman geleceği aklımın ucundan geçmezdi. Bu süreç nasıl gelişti? Dürüst olmak gerekirse “Özlemin Beni Savuran” isimli romanım bittikten sonra bana, “Bir gün fantastik roman yazmayı düşünür müsünüz?” diye sorsaydın, sana yanıtım “hiç sanmıyorum” olurdu... Diğer romanlarımda da küçük küçük fantastik öğeler olmasına rağmen fantastik roman yazmayı düşünmemiştim. Aslında son bir roman daha yazıp bir daha da roman yazmama kararı almıştım. O nedenle de, daha çok yurtdışında yayınlanmak üzere makaleler yazmaya ve sosyal medya aracılığı ile değişen iletişim biçimlerini ve bunların yarattığı yeni algıyı anlamaya ve anlatmaya odaklanmıştım. Erospa, tam o dönemde oluşmaya başladı ve işin açıkçası ben de kendimi romanın içinde buldum diyebilirim.

ppPeki, bu bir risk değil miydi? Kemik okuyucunuzu kaybetmek gibi…

Tabii ki bu bir risk, ama daha önce de söylediğim gibi Erospa benim son romanım olacaktı.

ppOlacaktı! Demek ki olmayacak ve sizden yeni romanlar okuyacağız…

Evet, fikrim değişti, bugünlerde yeni romanım “Şeker”i yazmaya başladım... Riskin farkındaydım, ama Erospa’yı başka türlü yazabilmem mümkün değildi. Romanım çıktığında senin deyiminle kemik okuyucularımın yorumlarını çok merak etmiştim, neyse ki şimdiye kadar hiç olumsuz bir geri dönüş almadım.

ppErospa’ya geçmeden önce biraz sizden konuşalım mı? Gerçi kendini “romanların dışında” anlatmayı sevmeyen bir yazarsınız, ama Erospa bana bu hakkı verdi! Çünkü Erospa’da en özeliniz, günlüklerinizden bölümler var… Romana günlüğünüzden bölümler eklemeye nasıl karar verdiniz? Erospa biraz kendi kendini yazdıran ve hatta bana kendini dayatan bir roman oldu. Erospa’ya ilk başladığımda Türkiye’de yaşıyordum ve romanın içinde günlükler yoktu. Romanı yazma sürecimde sevgili Pınar Öğün’ün ısrarları üzerine “Mi Minör”ü yazdım. Oyun sahneye kondu, oynandı ve bitti. Daha sonra “Mi Minör” hedef tahtasına oturtuldu ve hayatımız yazdığım absürt tiyatro oyunundan daha absürt bir hal aldı. İşte o, en ufak absürtlüklerin bile aleyhimizde delil olarak kullanıldığı absürt günlerde, önce Erospa’yı silmek zorunda kaldım, sonra da bir gecede bir bavulla Galler’e

www.estemagazin.com

gittim. Galler’de yaşamaya başladıktan sonra Erospa’yı silmenin acısını da hep içimde taşıdım ve en sonunda romanı tekrar yazma kararı aldım. Ancak bilgisayarın başına oturduğumda roman değil de günlük yazarken buldum kendimi... Bir yazar romanını yazarken eş zamanlı olarak o sırada yaşadıklarını da romana koysa nasıl olur diye düşündüm. Sonra da “neden olmasın” dedim. Aslında günlükler romanın içinde yer aldığından çok daha ayrıntılı ve uzundu, oldukça kısalttım. Aslında sırf günlüklerden bile bir kitap olabilirdi.

ppSizi yakından takip eden biri olarak son dönemlerde yaşadıklarınız açıkçası yazım dünyanızı olumsuz etkileyecek diye düşünüyordum. Aksine bu sürecin sizi olumlu bir şekilde beslediğini gördüm… Ben kaostan beslenen bir yazarım. Huzurlu ve sakin ortamlarda yazmam mümkün değil. Roman yazarken bir yandan televizyon açık olmalı, bir yandan müzik çalmalı. Hatta yazdığım ortam kalabalık olur ve sohbet edilirse çok daha mutlu olurum. Belli ki bu alışkanlık bende çok yerleşmiş ve yaşamım kabusa dönüştükçe ben daha çok üreten bir yazar oluyorum. Bir de bu süreçte yaşamla aramdaki dengenin ancak yazarak oluştuğunu anladım. Ayrıca yazmayı bıraksaydım eğer, bu toplumsal şizofreni içinde akıl sağlığımı koruyamazdım.

ppRomanları kadar oyunları da başına dert olan bir yazar olarak, üretim sürecinizin denetim altında olduğunu hissettiğiniz oluyor mu? 2004 yılında dördüncü romanım “Yeter Tenimi Acıtmayın”ın yasaklanmasından itibaren denetim altında olduğum hissi sinsi sinsi beni takip ediyordu, ancak üretmemi engelleyecek noktaya hiç gelmemişti. Arada sırada öfkelendiğim oluyordu, ama daha sonra geçiyordu bu his. Ancak Mi Minör’den sonra yaşadıklarım benim için son nokta oldu. O nedenle de Galler’e yerleştim.

ppArtık Türkiye’de yaşamıyorsunuz… Böyle bir karara zorlanmak nasıl bir duygu?

Absürt bir oyun yazdım, daha sonra yaşamım yazdığım absürt oyundan çok daha absürt oldu diye özetleyebilirim bu süreci. Biliyorum bu yanıt sana da okuyucularına da yeterli gelmeyecektir, ama absürt günlerin henüz bittiğini düşünmüyorum ve ne yazık ki sinir sistemim dahasını pek kaldıracak durumda değil, o nedenle istersen sana söz vereyim daha sonra seninle sırf bu konuyla ilgili bir röportaj yapalım ve bu konuyu o zaman konuşalım...

EYLÜL 2016 I 39


ppSözünüzü aldım, o zaman kitaptan devam edelim. Fantastik edebiyatı yakından takip eden biri olarak Erospa beni çok heyecanlandırdı. Böyle bir hayal dünyasından çıkacak daha birçok kitap olduğunu düşünüyorum… Galiba haklısın... Daha önce de söylediğim gibi yeni bir fantastik romana başladım bile ve sanırım arkası gelecek.

ppErospa’ya geçersek; karşımızda bambaşka bir Meltem Arıkan ve bambaşka bir dünya var! Meltem Arıkan ile hackerların buluşması nasıl oldu?

Bir yazar olarak dünyalarına misafir oldum diyelim...

ppSalt bir hacker romanı okuyacağım diye düşünürken adeta tokatlandım. Erospa’nın kurgusunu yaparken bugünden ve yarından beslendiğiniz aşikar, ama sanki bizim bilmediğimiz bir zaman dilimi daha var ve roman o zamana uzanıyor gibi? Erospa’yı yazarken bizim “zaman” dediğimiz olguyla çok uğraşıyordum zaten... Zaman ve yaşam, zaman ve algı, zamansızlık, geçmiş ve zaman, gelecek ve zaman... Bilmediğimiz değil belki, ama algımızın dışında da zamanlar olabilir diye düşünüyorum ya da zamansızlıklar...

ppİnsanlıktan umudunu kaybeden bir hacker ve -ona yol gösteren- konuşan bir kobra? Aklıma Adem ile Havva’nın yılanı geldi. Wikka’yı kurgularken neleri baz aldınız?

Fotoğraflar: Erbil Balta Melin Edomwonyi

40 I EYLÜL 2016

Erospa’yı yazmaya başladığımda Marakeş’e gitmiştim ve orada zehri alınmamış bir kobrayı boynuma almıştım. Önce kobranın sahibi yılanı elinde tutuyordu, sonra ben yılanın başını da elime aldım ve yılanla göz göze geldim. O an o kadar büyüleyici bir andı ki... Yılanın sahibi eşime dönüp “aman Tanrım bu kadın yılan kadın, onu diğer kobraların yanına götürmem lazım” diye beni bir kolumdan çekerken diğer kolumdan da eşim “hayır” diye çekiştirmese, başı elimde bedeni boynumda asılı o kobra ile saatlerce kalabilirdim. O andan itibaren de yılanlarla çok garip bir bağım oluştu. Yılanlar zehirleri nedeni ile kötülüğün sembolü gibi algılanıyorlar. Bence esas kötü olan insanların zehri... O nedenle de ben yılanlardan korkmuyorum ve yılanların kötülüğün değil, şifanın sembolü olduğuna inanıyorum.

ppMeltem Arıkan romanlarında sakin bir anlatımla kaosa kulak verirken bu sefer çok sert bir sesle irkildik! Kaosun dozajını yükseltmenizin


RÖPORTAJ

nedeni ülkenin geçirdiği kötü günler ve geldiği nokta mı?

Erospa’yı yazmaya 2011 yılında başladım ve 2014’te bitirdim. Daha yazmaya başladığımda bile dünyanın çok daha kaotik günlere doğru gittiğini savunuyordum ve zaman beni haklı çıkardı. Ben kaosa inanırım. Durgunlukta durursun… Yıllar bana gösterdi ki kaos öyle sakin sakin anlaşılmıyor! Ayrıca da kaos geldi mi gerçekten de insanı irkiltiyor. Sanırım bu inancımın yansıması o sert ses…

ppRomanın ana karakterini Tanrı’nın annesi ile konuştururken Tanrı ile hiç konuşturmuyorsunuz? Bunun nedeni dişil bir roman kurgulamanız mı?

Bunun bir nedeni dişil bir roman kurgulamam, bir nedeni de romanımdaki tanrının konuşmaya hakkı olmamasıydı. Ona verilen şansı son derece kötü kullanmakla kalmayıp, kendi gerçekliğini kaybeden birinin konuşmaması gerek bence... Ben ikinci bir şansa inanmam...

ppFantastik edebiyatta konu bu denli sert iken romantik esintiler içermesini ilk kez deneyimledim. Renkleri kullanarak uzayı romantik bir mekana dönüştürmekteki amacınız neydi? Benim için uzay eğlenceli, renkli ve bilinmezlerle dolu sürprizli bir bilmece. O nedenle de “Erospa”da kendi uzay algımı okurlarımla paylaştım.

ppRöportajın başında konuştuğumuz gibi, yazım aşamasını ve en sancılı dönemlerinizi işaret eden günlük bölümleri çok etkileyici. Hem yazım aşamasını hem de ülkenin bugününü aynı anda okuyoruz…

Erospa’yı yazarken yaşanan süreç nedeniyle, ilk defa ülkenin içinde bulunduğu durum ister istemez romanıma da yansıdı. Günlük bölümlerinde yaşadıklarımı ve duygularımı olabildiğince paylaşınca, doğal olarak bu okura hem yazım aşamamı, hem de ülkenin bugünkü durumu paralel okuma alanı yarattı… Aslında senin de yanıtlarımdan anlayacağın gibi Erospa birazcık yazarına kendi kendini dayatan bir roman oldu.

ppİnsanlığın roman karakterlerinden Witchy’e bir notu var ki, çok acı… Peki, insanlığın size de böylesine acı notları oldu mu? İnsan denen malzemeye güvenmiyorum desem...

ppÜlke basını Erospa’yı nasıl karşıladı? Şimdiye

www.estemagazin.com

kadarki eleştiri ya da röportajlar içinize sindi mi?

BirGün gazetesinden Özlem Özdemir, Habertürk’den Betül Memiş, Vatan kitap ekinden Cemre Nur Meleke ve L-Manyak’tan Mesud Ata ile gerçekten içime sinen keyifli röportajlar yaptım. Şimdiye kadar herhangi olumsuz bir eleştiri okumadım.

ppPeki, Erospa daha iyi anlaşılması adına, üzerine konuşulması gereken bir roman mı?

Buna okurlar karar verecek diye düşünüyorum...

ppErospa’daki fantastik dünya çok çok derin, anlatım dili ise çok yalın… Bu aynı zamanda yepyeni bir Meltem Arıkan dili… Bu dili özellikle mi kurguladınız, yoksa Erospa içinize geldiği gibi mi çıktı? Sanırım ikisi bir arada oldu. Sözcüklerin içlerinin boşaltıldığı, anlamların anlamlarını yitirdiği bir süreçte gerçekten başka bir dil yaratmayı çok isterdim. Erospa tam da bu çaresizliği yaşadığım dönemde gelişti. Erospa bittikten sonra yazdığım yazılarda da fark ettim ki dili kullanış biçimim tamamen değişmiş. Sanırım eskiden anlaşılmak ifade etmekten daha önemliydi, şimdi ise ifade etmek anlaşılmaktan daha önemli benim için...

ppOkuyucuyu roman boyunca bir sona doğru sürüklediğinizi düşünüyorum… Peki, o sonu doyurucu olarak verdiğinizi düşünüyor musunuz?

Okuyucularım bir çoğu bu kitabın daha uzun olması gerektiğini söylediler. “Tadı damağımızda kaldı, keşke daha yazsaydınız” dediler. Ama ben bu romanın daha fazla uzatılmaması gerektiğini düşündüm.

ppBir hacker dünyası olarak ele alınan, ama çok farklı bir çizgiye ulaşan Erospa okuyucuya zamanın içinde çok ciddi sıçramalar yaşatıyor. Türk edebiyatında sadece bugün, dün ve yarına alışık olan okuru zorluyorsunuz…

Bazı okurlarımı biraz zorladığım doğrudur, ancak Erospa’yı çok severek yazdım, o nedenle de okurun işini kolaylaştırmak için sevdiğim bir romanı değiştirmek istemedim.

ppErospa bir gün filme çekilse hangi yönetmenin çekmesini ve hangi oyuncunun “Erospa” karakterini oynamasını isterdiniz?

Erospa bir gün filme çekilirse filmi yönetmen Özgür Uyanık çeksin isterim, başrolde ise benim için vazgeçilmez ve tek isim var Pınar Öğün.

EYLÜL 2016 I 41


ESTETIK, ALTIN ORAN VE YÜZ MATEMATIĞI 42 I EYLÜL 2016


DOSYA

. Dermatoloji uzmanı Dr. Berkant Oman

M

www.estemagazin.com

Altın oran son zamanlara değin matematik ve sanatta kullanılırken, günümüzde artık estetik ve kozmetik dermatolojide de yer alan, bir bütünün parçaları arasında gözlenen, uyum açısından en yetkin boyutları verdiği düşünülen geometrik ve sayısal bir orandır.

atematiksel olarak bakıldığında bir doğru parçasını belli bir noktadan 2’ye böldüğünüzde küçük parçanın büyük parçaya olan oranı büyük parçanın doğrunun bütününe olan oranına eşit olduğu gözlenir. İşte bu orana altın oran denilmektedir. Altın oran, deniz kabuğunun kıvrımları, kulak kepçesinin yapısı, piramitlerin taban ve yükseklik uzunlukları arasında ki ilişki, Leonardo DaVinci’nin Mona Lisa tablosunda ki oranlar, Picasso’nun eserlerinde, insan kol uzunluğunun dirsek uzunluğuna oranı, parmak boğumları arasında ki oranlar gibi doğada pek çok canlı ve cansız varlıklarda görülmektedir. Dolayısıyla bir çoğumuza güzel gelen belki de on binlerce nesnede aslında bizim fark edemediğimiz bir altın oran veya bu orana yakın bir oran bulunmaktadır. Güzellikte de aslında altın orandan bahsetmek hiçte yersiz değildir. Bu sebeple günümüzde uyguladığımız dolgu, botoks, iplerle yüz germe, örümcek ağı tedavileri, kaş kaldırma, ameliyatsız göz burun ve meme estetiği gibi bir çok estetik ve kozmetik işlemi aslında altın oranı arayacak biçimlerde yapılmaya başlandığını görmekteyiz. Sanatsal ve matematiksel zekanın yanında el becerilerinin de etkili olduğu bu alanda gerçekten de gün geçtikçe daha da heyecanlanıyor ve gelişmeleri takip ediyoruz. Aslına bakarsak dolgu, botoks, iplerle yüz germe gibi minimal invaziv (Girişimsel) işlemlerle yüzdeki altın orana yaklaşmaya çalışmak ve bunu bilerek önerilerde bulunmak, resim heykel gibi sanatsal faaliyetlere yatkın veya uğraşan doktorlar için oldukça büyük bir avantajdır.

HERKES ALTIN ORANA SAHİP OLABİLİR Mİ? Pek tabi ki her kişinin ayrı bir yapısı ve ayrı ayrı oranları vardır. Zaman zaman bu oralara çok uzak ya da çok yakın olan yüzlerle karşılaşmaktayız. Bizim hedefimiz mümkün olduğunca ve kişinin yapısı müsait oldukça estetik ve kozmetik açıdan yeniden şekillendirme yapmaktır. PROFİLOPLASTİ NEDİR ? Profiloplasti kontürlerin düzeltilmesi anlamına gelir. Yani yüzün bütününü değerlendirip, bozuklukları düzeltmeye “profiloplasti” denilmektedir. Estetik bir işlem yaparken tek bir noktaya odaklanmak aslında doğru bir yaklaşım değildir. Siz burnunuzdan şikayetçi iken aslında burnunuzun yüzün diğer anatomik bölgelerle uyum içerisinde olması gerekmektedir. Bu yüzden estetik müdahalelerde mutlaka global bir yüz değerlendirmesi yapılmalı, yüzdeki ölçülebilir altın oranlara dikkat edilmeli ve buna yönelik girişimlerde bulunulmalıdır. Çünkü yüzün tümü bir bütün içinde “güzel” veya “estetik” görünümü sağlar. Profiloplasti ile; tek bir bölgeyi düzeltmek yerine, onun çevre yapılarla birlikte bir bütün olarak düzeltilmesi sağlanır. Hastanın yüz değerlendirilmesi sonrası ideal olan oranlar kendisine anlatılmalı ve diğer gerekli girişimler de önerilmelidir. Kısaca yüz “profilini” total olarak düzeltmek idealdir. Bunu yaparken daima ‘’yüz matematiği’’ ve “altın oran” önderliğinde adımlar atılmalıdır. Sonuç olarak Profiloplasti; yüzdeki tüm yapıları global olarak değerlendirme ve birbirleri ile uyum içerisinde yüz profilini şekillendirme ya da yeniden yapılandırma olarak özetlenebilir.

EYLÜL 2016 I 43


YÜZ MATEMATİĞİ DENİLDİĞİ ZAMAN NEYİ ANLIYORUZ? Yüzü oluşturan belli yapılar birbirleri ile uyum içerisinde olabilmeleri için ölçülen belli açılar bulunmaktadır. Bu yüzden yüzün estetik analizi yapılırken bu açı ölçümleri oldukça önem arz etmektedir. Ölçtüğümüz bu açıları kısaca anlatacak olursak;

Alın ile burun düzlemi arasındaki frontonazal açı (120o), Burun ve yüz düzlemi arasında kalan nazofasiyal açı (30-40o), Burun düzlemi ile çene arasında bulunan nazomental açı (120-132o), Çene ile boyun arasında bulunan mentoservikal açı (80-95o), Çene ile boyun arasında bulunan diğer bir açı ise submental-boyun açısı (121-126o), Burun ile üst dudak arasında bulunan nasolabial açı (94-110o), Alt dudağın çene ile oluşturduğu dudak çene açısı (90-110o), Yüze profilden bakıldığında görülen fasiyal-yüz açısı (168,7+-4,1o), Yine profilden bakıldığında kulağın orta ön kısmındaki tragus denilen çıkıntıdan burun köküne, burun ucuna, üst dudağa ve çene ortasına çizilen çizgiler sonucu oluşan; nasal (burun) açı (23o), maksiller (orta yüz) açı (14o), mandibuler (çene) açı (17o).

44 I EYLÜL 2016

PROFİLOPLASTİ YÜZÜN HANGİ BÖLGELERİNE UYGULANABİLİR? Alın: Normalde belli bir oranda dışa dönük yani konveks olması gerekir. Bu bölge çok düzse yağ dolgusu veya diğer dermal dolgular ile konveks bir şekil verilebilir ya da çok çıkıntılı bir yapısı varsa traşlama yapmak gerekebilir. Saç çizgisi çok aşağıda yerleşmiş ise yani alın çok darsa epilasyon ile saçların geriye alınması sağlanarak dar alın daha geniş bir hale getirilebilir. Kaşlar: Düşük kaşlara iplerle kaş asma yöntemleri, botoks veya dolgu enjeksiyonları yapılarak kaş ucunun kalkması ya da kaşa şekil vermek mümkündür. Yine kaşların alım şekli de altın orana uygun yapıldığında daha alımlı bir ifade elde edilebilir. Burun: Estetik rinoplasti işlemi ile burun küçültülebilir, büyültülebilir, ucu kaldırılıp indirilebilir veya burun uzatılıp kısaltılabilir. Uygun kişilerde burundaki kontur bozuklukları özel dolgular ve ipler yardımı ile ameliyatsız burun estetiği ile düzeltilebilir. Yanaklar: Orta yüz denilen yanak kısımlarındaki çökme, zayıflık veya sarkmalarda dolgu ve yağ enjeksiyonları, iplerle yukarı asma ve dolgunlaştırma, orta yüz germe ameliyatları, yanak asma ameliyatları, elmacık kemikleri üzerine protez uygulaması gibi işlemler yapılabilir. Dudaklar: Anatomik olarak üst dudak hafifçe alt dudağın (1-2 mm) önündedir ve alt dudak üst dudağa göre daha kalındır. Normal oran olarak ise üst dudak 2 birim ise alt dudak 3 birim ölçülerinde olmalıdır. Burun kökünden dudakların ortasına kadar olan mesafe ile dudak ortasından çene altına kadar mesafe arasında altın orana dikkat edilmelidir. Dudakların her iki kenarı göz bebekleri karşıya bakarken iz düşümüne denk gelmelidir. Burun operasyonu yaptıracak kişilerde dudak pozisyonu, dolgunluğu ve ölçüsü çok önemlidir. Dudak konturları ve dolgunluğu dolgular ve yağ enjeksiyonları ile düzeltilirken, üst dudak mesafesi cerrahi olarak düzeltilebilmektedir.


DOSYA

Çene: Profiloplasti’de burundan sonra en önemli bölge çene konturudur. Çene ucu bölgesi büyük veya küçükse düzeltilmesi yüzün görünümünde oldukça önemlidir. Ülkemizde en çok görülen sorun çenenin geride olması (prognathi) ve çene yüksekliğinin kısa olmasıdır. Bu kadınlarda yuvarlak ve kısa bir yüze neden olurken erkeklerde de zayıf yüz hatlarına neden olur. Çene ucunda dolgular ile büyütme ve ilerletme, fazlalığı ise traşlama ile düzeltilebilmektedir. Bu işlemler hem burun estetik görünüşünü hem de kişinin yüz ifadesini fazlasıyla değiştirmektedir. Bazen yalnızca çeneye yapılan küçücük bir dokunuş bile başka hiçbir şey yapmaksızın bambaşka bir görünüm sağlayabilmektedir. Çene Altı Bölgesi: Gıdı bölgesinde ki (submental) yağ fazlalığı hastanın çenesinin ve boynunun olduğundan daha kısa ve geniş görünmesine yol açar. Bu bölgeye yapılacak basit bir yağ alma (liposakşın veya lipoliz), iplerle uygulanan germe ve yağ eritme uygulamaları, cihazla uygulanan lipolizler veya cerrahi germe çene konturunu düzgünleştirmekle birlikte yüz ve boynu birbirinden ayırarak çok daha güzel bir görünüm sağlayabilmektedir. Boynun diğer kısımlarındaki kırışıklık ve fazlalıklarda yine cerrahi olarak gerilebileceği gibi cerrahi olmadan da iplerle boyun germe ya da cihazlarla sıkılaştırma işlemleriyle düzeltilebilmektedir. Tabi ki cerrahi ya da cerrahisiz işlemlerin kimlere uygulanabileceği yaş , sarkma durumu, genel tıbbi durum gibi parametrelere bağlı olarak da değişmektedir.

www.estemagazin.com

YÜZDEKİ ALTIN ORANLAR NASIL HESAPLANIR? Daha kolay ölçümler yapabilmek için kullandığımız altın pergel vardır. Bir yüzde 80 den fazla sayıda altın oranla karşılaşmaktayız ancak hızlı ve kolay genel değerlendirmelerde tüm parametrelere bakmak yerine birkaç ölçüm ile fikir sahibi olunabilmekte ve bu yönde uygulamalar yapılabilmektedir. Yüzün ilk değerlendirmesinde yüzün eninin boyuna oranı önemlidir. YÜZE UYGULANAN İŞLEMLERİN KALICILIĞI NE KADARDIR? Yine kişilerin uyku düzenleri, beslenme alışkanlıkları, geçirdikleri hastalıklar, kullandıkları ilaçlar, spor yapıp yapmamaları, alkol sigara kullanıp kullanmamalarına bağlı olarak aynı kişide bile bu süreler oldukça değişkenlik gösterebilmektedir. Bu yüzden uygulanacak işlem ve kalıcılık süreleri hakkında doktorlarınızla daha detaylı konuşabilirsiniz. Sağlık ve Güzellik dolu günler dilerim.

EYLÜL 2016 I 45


Kozmetik jinekoloji Kadın Hastalıkları ve Dogum Uzmanı Op. Dr. Özgür Leylek

46 I EYLÜL 2016


JİNEKOLOJİ

www.estemagazin.com

Sağlık ve estetik iç içe iki kavramdır. Birinin varlığı ya da yokluğu diğerini de etkileyebilmektedir. Arada keskin bir sınırın varlığından bahsedilemese de, zorunluluk gerektiren ya da isteğe bağlı olanlar diye bir ayrım yapılabilir. EYLÜL 2016 I 47


K

ozmetik Jinekoloji içinde, zorunluluk gerektiren ve direk sağlığı ilgilendiren problemler yanında kişisel isteğe bağlı ve zorunluluk gerektirmeyen problemler de bulunmaktadır. Kozmetik – Estetik kavramı, yüz, karın, göğüs, kalça, bacak derken genital bölgeye de geldi. Günümüz kadını sadece yaygın bilinen bölgeler değil, genital bölgesinin de daha hoş görünmesi konusunda hassasiyet göstermektedir. Aynı zamanda erkekler tarafından da önemsenen bu konu kısa zamanda cinsel cazibenin orta yerine oturmuştur. KOZMETİK JİNEKOLOJİ NEDİR? Kadınlarda genital bölge ve ilgili sahaların, gerek doğumsal ve gerekse sonradan olan fonksiyonel ya da görünümsel bozuklukları ve bu bozuklukların giderilmesini konu edinen hekimlik uygulamalarıdır. KOZMETİK JİNEKOLOJİYİ KİMLER UYGULAYABİLİR? Genital estetik olarak da adlandırılan bu uygulamalar, bölge olarak öncelikle kadın hastalıkları ve doğum uzmanlarının bilgi sahası içinde olmakla beraber, konuya ilgi duyan plastik cerrahlar tarafından da gerçekleştirilmektedir. Bununla birlikte; kozmetik jinekolojı içinde yer alan bir kısım, invaziv olmayan (noninvaziv) uygulamaların, bu konuda özel eğitim almış, medikal estetikle ilgilenen diğer hekimler tarafından da yapılması mümkündür. KOZMETİK JİNEKOLOJİ HANGİ PROBLEMLERLE İLGİLENİR? Kozmetik jinekolojinin içinde yer alan konuların bir kısmı doğumsal problemlerle ilgili olmakla birlikte, bir kısmı da özellikle gebelik ve doğum sonrası ile menopoz döneminde ortaya çıkan değişikliklerle ilgilidir. A)Doğumsal Problemler

48 I EYLÜL 2016

Doğumsal problemler içinde yaygın olarak görülenler; küçük dudakların büyük oluşu, klitoris büyüklüğü (kliteromegali), genital bölge renk koyuluğu, vajina yokluğu (vajinal agenezi), vajinanın gelişme eksikliği (vajinal hipoplazi), tamamen kapalı kızlık zarı (hymen imperforatus) ve ayrıca cinsiyet değişimi ile ilgili problemlerdir. B) Sonradan Olma Problemler Yaşla birlikte, sonradan ortaya çıkan genital kozmetik problemlerin büyük kısmı, özellikle vajinal doğum sonrasında meydana gelen problemlerdir. Genellikle ilk vajinal doğum sırasında, doğumun dfaha kolay olması ve bebeğin zarar görmemesi için gerekli hallerde, vajen girişine küçük bir kesi (epizyotomi) atılır ve doğum sonrasında bu kesi dikiş ile onarılır. Nadiren onarım şekline bağlı olmakla birlikte, çoğu zaman da kadının doku yapısından dolayı, bu bölgede yara izi (skar) kalabilir. Ayrıca doğum sonrasında temiz bakılmaması nedeniyle de dikişlerin açılması ve kötü iyileşmeye bağlı olarak hoş olmayan görünümler ortaya çıkabilir. Vajina, elastikiyeti oldukça yüksek, yumuşak dokudan ibaret bir organ olmakla birlikte, genellikle zor ve/ ve ya çok sayıda doğum sonrasında, mevcut elastikiyetinden kaybedebilir. Bu nedenle vajinal relaksasyon (gevşeme) ortaya çıkabilir. Vajinal doku ve uterus bağlarında meydana gelen gevşeme, vajina genişlemesi, rahim sarkıklığı, idrar kesesi sarkıklığı, rektum sarkıklığı (kalın barsağın anüse açılan son kısmı) ile kendini gösterebilir. Oluşan bu patalojiler görünüm bozuklukları yanında, idrar kaçırma, kabızlık ve cinsel haz kayıplarına neden olabilir. Genital bölgedeki koyu ten rengi (hiperpigmentasyon) doğumsal olabildiği gibi gebeliğe bağlı olarak da meydana gelebilir. Genital bölgenin, bu koyu renkliliği birçok kadını


JİNEKOLOJİ

rahatsız etmektedir. Gerek gebelik ve doğum sonrasında gerekse yaşın ilerlemesiyle birlikte genital bölgenin deri ve yağ dokusunda büyük değişiklikler meydana gelir. Cilt altı yağ dokusunun azalmasına bağlı olarak deri elastikiyetini kaybeder ve yer yer küçük sarkıklıklar ortaya çıkar. Menopozda, östrojen hormonunun bitmesi ile birlikte deri ve vajina dokusu nemini büyük oranda kaybeder, buna bağlı olarak cilt ve vajina kuruluğu ortaya çıkar. Vajinal kuruluk, menopozdaki kadınların cinsel ilişki sırasında zorlanmasına ve acı hissetmesine neden olur. Cinsel ilişkiden acı duymaya başlayan kadınlar zamanla ilişkiden kaçınmaya başlar. Bu durum, ileri yaştaki çiftlerin cinsel hayatını olumsuz etkiler. Kadınlarda, cinsel hazzın (orgazm) büyük kısmı klitoral uyarı ile sağlanmakla birlikte, vajinal orgazmın da katılması, kadının cinsel ilişkiden daha çok zevk almasına neden olur. G noktası, vajinal orgazmın oluşmasında görev alan önemli bir bölgedir. Bu bölgenin, daha hissedilebilir hale getirilmesiyle kadının cinsel ilişkiden daha fazla zevk alması sağlanabilmektedir. Hiymenoplasti (kızlık zarı onarımı/dikimi); kimi hekimler ve insanlar tarafından etik bulunmasa da, genellikle bu konuda tabulara sahip toplumlarda zaman zaman kadın hayatını kurtarıcı rolü nedeniyle önem arz etmektedir. Bu nedenle, çoğu zaman sosyal bir zorunluluğu da beraberinde getiren bu uygulamayı yapıp yapmama konusu, ilgili hekim tarafından doğru değerlendirilmeli ve kadının yaşamını tehdit etmeye kadar varabilecek sonuçlar göz önünde bulundurulmalıdır.

www.estemagazin.com

NELER YAPILABİLİR? Yukarda bahsettiğimiz problemlerin hemen hepsi, bütünüyle ya da kısmen, kozmetik jinekolojik uygulamalar içinde tedavi edilebilmektedir. Bu uygulamaların bir kısmı cerrahi işlemler gerektirdiğinden, kozmetik jinekoloji konusunda eğitimli, kadın hastalıkları ve doğum uzmanları ile plastik cerrahi uzmanları tarafından yapılması uygundur. Cerrahi gerektirmeyen (non-invaziv) uygulamalar ise bu iki branş dışında, konuya ilgi duyan ve eğitimli, Medikal Estetik alanında deneyimli hekimler tarafından da yapılabilir. Bu kısa girişten sonra, Kozmetik Jinekoloji (Genital Estetik) ile ilgili hastalık ve problemleri ve bunlara ait tedavi ve uygulamaları sonraki sayılarımızda sırasıyla daha ayrıntılı olarak ele alacağız. Bir sonraki sayıda buluşmak üzere kalın sağlıcakla.

EYLÜL 2016 I 49


Kabızlık

Kişinin bağırsak dolaşımını ara ara hareket etmesi ve yeteri kadar hareket etmemesiyle meydana gelen bir hastalıktır. Kabızlık ara ara herkes de görülebilir.

50 I EYLÜL 2016


BESLENME

K Beslenme ve . Diyet Uzmanı Neslihan Türkoğlu

abızlık denildiğinde insanların akılına az sayıda dışkılama gelir fakat normal sağlıklı bir kişi günde üç kere veya haftada üç kere tuvalete çıkabilir. Yani kabızlık kişinin genetik yapısına, yediği yiyeceklere, tüketilen sıvı miktarlarına, günlük hareketlerine göre farklılık gösterir. Kişinin seyrek dışkılamanın yanı sıra oldukça zor, şiddetli ağrı dışkılaması da kabızlık olarak bilinir. Günümüzde masabaşı çalışmanın getirdiği hareketsiz yaşam, kabızlığın en büyük nedenlerinden biridir. Değişen besinler ve yetersiz lif alımı sonucu bağırsak florası değişir ve tembelleşir. Bunu önlemek için; •Günlük fiziksel aktivitenizi arttırmalı, haftada 3-4 gün 45 dakika yürüyüş yapmalısınız. Hareket vücudun ikinci beyni sayılan bağırsaklar için en önemli yardımcıdır. •Her gün 8-10 bardak su içmelisiniz. Hayat içeceği su ile bağırsak ve sindirim sistemi temizlenir. Dışkı hacmini arttırarak tuvalete çıkmayı kolaylaştırır. Unutmayın, su dışındaki hiçbir içecek su yerine geçmez. •Yoğurt ve sütlere yulaf kepeği ekleyebilirsiniz, beslenmenizin lif içeriğini arttırabilirsiniz. Meyve ve sebzeler, komplex karbonhidratlar ( tam buğday ürünleri ve baklagiller) bağırsaklardaki kalıntılar için süpürge görevi görür. •En ucuz ve en faydalı besin grubu olan kurubaklagiller haftada en az 3 gün yemeklerinizde yer almalıdır. Çorbalara, salatalara hatta ara öğün atıştırmalıklarınıza bile uygundurlar. Gaz yaptığı taktirde kurubaklagilleri tüketmeyiniz. HANGİ BESİNLERİ YEMEKTEN SAKINMALIYIZ? •Patates, havuç

www.estemagazin.com

•Asitli ve gazlı içecekler •Pirinç pilavı, yayla çorbası, tarhana ve şehriye çorbası, makarna •Elma, muz, mandalina, şeftali, nar •Çay, kahve vb. ÖRNEK BESLENME MENÜSÜ ppSABAH KALKINCA: 1 kaşık mürdüm eriği veya kayısı marmelatı 1 su bardağı ılık su veya ıhlamur ppKAHVALTI ÖNCESİ: 15-30 dakika fiziksel hareket ppSABAH: 1 adet yumurta 1-2 kibrit kutusu kadar kaşar peyniri 4-5 adet zeytin 1 su bardağı kayısı veya erik kompostosu 1 ince dilim tam buğday ekmeği ppKUŞLUK: 1 porsiyon meyve ( erik, incir, kayısı, üzüm( kışın kuruları ), armut ( kabuklu ), kiraz, portakal, kavun gibi posalı meyveler ) 1 çay bardağı süt ppÖĞLEN: 3 köfte kadar et ( dana, tavuk veya balık eti ) veya 7-8 yemek kaşığı kurubaklagil yemeği ( kuru fasulye, nohut, mercimek ve barbunya ) 3 kaşık bulgur pilavı 1 kase cacık veya 1 bardak ayran Bol salata 1 ince dilim tam buğday ekmeği ppİKİNDİ: 1 porsiyon meyve Bir avuç kuruyemiş (fındık, fıstık, badem veya ceviz) ppAKŞAM: 1 kase çorba 4-5 yemek kaşığı zeytinyağlı sebze yemeği ( ıspanak, bezelye, taze fasulye, kereviz, enginar, kabak, pırasa gibi yeşil ve posalı sebzeler) 1 kase yoğurt 1 ince dilim tam buğday ekmeği ppGECE: 2 fincan kayısı çayı.

EYLÜL 2016 I 51


“ Kabızlık

Sindirim sistemi rahatsızlıkları içinde doktora en sık başvurma nedenlerindendir. Sıklıkla ileri yaşlarda olmasına karşın her yaş grubunda gözlenebilmektedir.

52 I EYLÜL 2016


DETAY

K

adınlarda erkeklere göre 3 kat fazladır. Dışkılama sayısının haftada 2 den az olması durumuna kabızlık denilmektedir. Bazı kişilerde görülen zor ve sert dışkılama kabızlık olarak kabul edilmemektedir. Aşağıda bulunan parametrelerden en az 2’ sinin 1 yıl içinde en az 12 hafta sürmesi durumunda kişi kabız olarak kabul edilmektedir.

Genel. Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Gürdal Ören

KABIZLIK PARAMETRELERİ; • Haftada 2 ya da daha az dışkılama • Tam boşalamama hissi • Parça parça ve sert dışkılama • Dışkılama sırasında fazla ıkınma ihtiyacı duyma • Dışkılama sırasında parmak veya elle destek ihtiyacı duyma • Dışkılama sırasında tıkanma hissi duyma’ dır. KABIZLIĞIN NEDENLERİ NELERDİR? • Gıda ile yetersiz lif alımı • Düzensiz beslenme • Fazla kafein alımı • Az egzersiz • Az sıvı tüketimi • Stres • Barsak hareketlerinin kendi isteğiyle engellenmesi • Hayat şeklinde değişiklik • İlaçlar • İrritabıl barsak hastalığı • Kalın barsak tıkayıcı hastalıkları (kanser, volvulus, crohn, divertikülit) • Karın içi yapışıklıklar • Sistemik hastalıklar i) Omurilik yaralanmaları ii) Parkinson iii) Multipl skleroz iv) Felç

www.estemagazin.com

v) Diyabet vi) Gebelik vii) Böbrek yetmezliği viii) Tiroid ve paratiroid hastalıkları ix) Amiloidoz, Lupus KABIZLIK NELERE YOL AÇAR; Uzun süreli kabızlık dışkılama sırasında aşırı ıkınmaya bağlı makat çıkışındaki toplardamar sistemine aşırı yük binmesine ve hemoroid (basur) oluşumuna; yine aşırı ıkınmaya bağlı kalın barsak çıkış kısmının dışarı sarkması denilen prolapsus’a; ayrıca sert dışkının makat çıkışından geçerken yaptığı hasara bağlı fissür’e (yırtık) neden olabilir. KABIZLIKTAN NASIL KORUNABİLİRİZ? • Bol lifli gıda tüketimi (Tahıllar, sebze ve meyvelerin kabukları ile mümkün olduğunca çiğ tüketilmesi, kurutulmuş kayısı ve üzüm, yulaf, kepek ekmeği) • Günde 1,5 litreden fazla sıvı tüketimi • Egzersiz • Düzenli yemek yenmesi • Düzenli dışkılama alışkanlığı • Dışkılama ihtiyacının ertelenmemesi • Gıdaların yavaş tüketilmesi • Stresli kaynaklarından uzak durma KABIZLIKTA KOLONOSKOPİNİN ÖNEMİ NEDİR? Kabızlığın en ciddi nedeni barsak tıkanıklıklarına yol açan kalın barsak kanserleridir. Özellikle 40 yaşın üzerinde kabızlık şikayeti başlayan kişilere mutlaka kolonoskopik inceleme yapılarak kanser hastalığı bertaraf edilmelidir.

EYLÜL 2016 I 53


ihmal ve istismar Uzman . Psikolog Hülya Okyay Zanbak

54 I EYLÜL 2016

Sevgili okurlarımız bu ay tatsız ama bir o kadar da önemli bir konu olan çocuklarda ihmal ve istismardan söz edeceğiz.


PSİKOLOJİ

www.estemagazin.com

EYLÜL 2016 I 55


H

epimiz biliyoruz ki çocuklar, bütün canlılar içinde en uzun bakımı, korunmayı ve sevgiyi gerektiren varlıklardır ve bir toplumun ilerleyebilmesi, kalkınabilmesi o toplum içinde yetişen çocukların bedensel, ruhsal ve sosyal yönden sağlıklı gelişmesiyle ancak mümkün olabilmektedir. Bu nesillerin iyi yetişebilmesi de öncelikle ana babaların tutumlarına bağlıdır ve onların eseridir. Ana babaların çocuklarına karşı gösterdikleri tutum ve davranışlar, çocuğun yetiştiği ortam, çevresindeki diğer yetişkinlerin davranışları çocuğun sağlıklı bir kişilik geliştirmesi açısından önemlidir. Ana babaların çocuklarına karşı tutumları ise kendi kişilik özelliklerinden, içinde yetiştikleri sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik koşullardan, eğitim düzeyinden, çocuklarına ait özelliklerden ve içinde bulundukları toplumun geleneksel çocuk yetiştirme yöntemlerinden etkilenmektedir. Çocuk yetiştirme yöntemi ne olursa olsun zaman zaman çocukların fiziksel cezalara uğradıkları bununla beraber duygusal hasarların da ortaya çıktığı, bazen cinsel yönden de zedelendiklerini biliyoruz. Aileler çocuk yetiştirme sürecinde bilerek ya da bilmeyerek çocuklarının gelişimini olumsuz yönde etkileyecek, kimi zaman şiddet, kimi zaman da ihmal şeklinde davranışlar gösterebilmektedirler. Son yıllarda ülkemizde çocuk istismar ve ihmaline olan farkındalık artmaktadır; ancak yeterli değildir. İhmal; çocuğun beslenme, sağlık, barınma, giyim, eğitim, korunma ve gözetim gibi temel gereksinimlerinin onun bakımını üstlenenler tarafından karşılanmamasıdır. Çocuğun yaşına uygun yiyeceklerle yeterince beslenmemesi, uygun ve temiz giydirilmemesi, yetersiz

56 I EYLÜL 2016

bir fiziki çevrede yaşaması, ev içi ve dışındaki kazalara karşı önlem alınmaması, hastalanınca doktora götürülmemesi gibi fiziksel ihmaller olabildiği gibi, çocuğa sevgi ve ilgi gösterilmemesi, destek ve denetimden yoksun bırakılması, çocuğun duygusal gereksinimlerine kayıtsız kalınması gibi duygusal ihmaller de söz konusu olabilmektedir. İstismarda ise; çocuğun sağlığını ve her türlü gelişimini olumsuz yönde etkileyen davranışlar mevcuttur. Fiziksel istismar çocuğu dövmeyi, itip kakmayı, ısırmayı, çimdiklemeyi ya da kemer, kayış, hortum, sigara, sıcak su vs. kullanıp şiddet uygulayarak yaralanmasına sebep olmayı içermektedir. Fiziksel istismara uğramış çocuklarda bilişsel yetilerde bozulma ve akademik başarısızlığa sık rastlanılmaktadır. Bu çocuklarda duygusallık körelmekte, öfke ve şiddet içeren davranış biçimleri, intihar riski, madde kötüye kullanımı artmaktadır. Çocukların duygusal ihtiyaçlarını göz ardı ederek onları reddetmek, aşağılamak, yalnız bırakmak, korkutmak, suça yöneltmek, çocuğun nitelik, kapasite ve arzularını sürekli kötülemek, sosyal ilişkilerden yoksun bırakmak, sürekli olarak zarar verme ya da terk etme ile tehdit etmek, çocuktan yaşına ve gücüne uygun olmayan taleplerde bulunmak ise duygusal istismardır. Duygusal istismara maruz kalan çocuklarda aileden uzaklaşma, gergin olma, bağımlı kişilik özellikleri, değersizlik duyguları, uyumsuzluk ve saldırgan davranışlarda bulunma eğilimi gözlenmektedir. Duygusal istismar çocuğun kişiliği ve başarısının yanı sıra fiziksel gelişimini de olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Cinsel İstismar ise; yetişkinlerin çocuğu kendi cinsel doyumları için kandırarak, ikna ederek, ayartarak, zorlayarak ya da mecbur bırakarak yaptıkları tüm davranışları kapsar.


Sözel istismardan tecavüze kadar pek çok durumda cinsel istismardan bahsedilir. Cinsel istismar toplumda sık rastlanan bir durum olmasına karşın çoğunlukla gizli kalmakta, en çok yüzde 5-10’u ortaya çıkmakta ve bu eylemlerin yüzde 90’ı, çocuğun tanıdığı biri tarafından gerçekleştirilmektedir. Yapılan araştırmalar cinsel istismarın en çok üç-beş yaşlar arasında görüldüğünü ortaya koymaktadır. Çocuğun, yaşına uygun olmayan cinsel davranışlar sergilemeye başlaması, içe kapanma, okul başarısında azalma gibi başka biçimde açıklanamayan önemli davranış değişiklikleri görülmesi cinsel istismar kuşkusunu düşündürmelidir. Cinsel istismara uğramış çocuklarda kaygı bozuklukları, uyku bozuklukları, kabuslar, fobiler, bedensel yakınmalar ve korku tepkileri, suçluluk duyguları, kişiler arası ilişkilerde bozulma, davranış bozuklukları, öfke ve saldırganlık, okul başarısında düşme gibi birçok sorun ortaya çıkmaktadır. Aileden, çocuktan ve sosyal çevreden kaynaklanan bazı özellikler ihmal ve istismar riskini arttırabilir Aile ile ilgili özellikler arasında ana babanın alkol ve madde kötüye kullanımı ya da bağımlılığından söz edilebilir. Annede depresyon ve diğer ruhsal bozuklukların varlığı, ailede suç öyküsünün varlığı ve tek ebeveynli ailelerde fiziksel istismarın daha çok görüldüğü bildirilmiştir. Çocukluğunda kendisi de fiziksel istismara uğramış ebeveynlerin ve 20 yaşından küçük annelerin çocuklarını daha fazla istismar ettiği bilinmektedir. İstismarcı anne ve babalar genellikle kendi kişisel memnuniyetlerini daha fazla

PSİKOLOJİ

www.estemagazin.com

önemseyen, çocuğa nesne gibi davranan, çocukla ilgili abartılı ve gerçekçi olmayan beklentilere sahip kişilerdir. Cinsel istismar alkolik, otoriter, madde bağımlısı, mental retarde(zeka geriliği olan), psikopatik özellikleri olan babalarda, anne babanın cinsel yaşantısında sorunlar olduğunda, anne rolü oynayan kız çocuğu olduğunda, anne babanın yabancılara düşmanca paranoid tavırları olduğunda, daha önce ailelerinde ensest ilişkinin varlığında arttığı bilinmektedir. Çocukla ilgili riskler arasında en önemli faktörler çocuğun fiziksel ve zihinsel hastalıklarıdır. Özellikle gelişme geriliği, konuşma bozukluğu, öğrenme güçlüğü, hiperaktivite, davranım bozukluğunun varlığı fiziksel istismar oranlarında artışla sonuçlanır. Çocuğa verilen cinsel eğitimin yetersizliği ve eğitimin katı, cezacı bir tutumla verilmesi çocuğun kendini koruma becerisinin az olmasıyla sonuçlanır ki bu da cinsel istismara maruz kalma riskini arttırır. İstenmeyen gebeliklerden olan çocuklar, evlilik dışı doğmuş olanlar, ailenin istemediği cinsiyette doğan çocuklar daha fazla istismara uğrama riski taşırlar. Çocuğun ihtiyaç sinyallerini anlayamayan, ebeveyn rolünü üstlenmekte zorlanan, kaygı düzeyi yüksek, öfke kontrolü sınırlı, kendi ihtiyaçlarını ertelemekte zorlanan kişiler çocuklarını duygusal olarak daha fazla istismar etmektedir. Anne-baba tarafından ihmal ve istismar edilme, anne-baba arasındaki şiddete tanık olma, parçalanmış aileden gelme veya çeşitli aile sorunlarının çocukta yarattığı duygular çocuğun yaşam biçimini ve ilişkilerini önemli ölçüde etkileyerek çocuğun bunları taklit

etmesine, dolayısıyla istismarcı bir kişilik kazanmasına neden olabilir. Bazı çocuklar yetişkinlerin cinsel saldırılarına hedef olurken; kimileri de küçük yaşta ağır, uygunsuz işlerde çalıştırılmakta ve büyük sorumluluklar üstlenmektedir. Çocuğun çalıştırılması, çocuk işgücünün istismarı, sokakta yaşayan ve sokakta çalışan çocukların sorunları günümüzde sıkça karşılaşılan ve çözüm bekleyen sorunlardır. Özürlü çocukların büyük bir çoğunluğuna ise gelişmelerini sürdürebilmeleri için gerekli olanaklar sağlanmamaktadır. Özellikle büyük kentlerde aile desteğinden bütünüyle uzak, başıboş dolaşan, evden kaçan ya da evden atılan çocukları görüyoruz. Sonuçta; toplumda çocuğun değerinin düşük olması, çocuğu koruyan yasa ve kanunların yetersizliği ihmal ve istismar riskini arttırmaktadır. Bütün çocuklarımıza mutlu, sağlıklı gelecekler…

EYLÜL 2016 I 57


Burun mimarisi N Kulak Burun Bogaz Uzmanı Op. Dr. Orhan Alan

58 I EYLÜL 2016

eden burun mimarisi; hem estetik hem sağlık açısından çok önemli bir organ olmasından dolayı burun mimarisi, ameliyatı en çok yapılan ve en karmaşık bir organ olmasından burun mimarisi, tekrarı en çok olan estetik ameliyatlardan olduğu için burun mimarisi, binlerce ameliyat yapsan da her yeni olguda farklı bir şey kazandığın için burun mimarisi, ameliyatta hem görsel hem fonksiyonel dengenin çok iyi korunup düzeltilmesi gerektiği için burun mimarisi, tıpkı akıllı ev teknolojisi ile yapılmış evler gibi işlevleri mükemmel ve görselliği güzel evler gibi burunlar oluşturan bir ameliyat gerektirdiği için burun mimarisi… Burun öyle bir organ ki yüzde bulunduğu yer, yüzün orantılarına

uyumu gibi özelliklerden dolayı estetik olarak çok önemli, bu nedenle de en çok yapılan estetik ameliyattır. Ama bir o kadarda fonksiyonel olarak da çok önemlidir. Nefes alma hayatın olmazsa olmazı iken, koku alma, havanın temizlenip nem ve ısısının ayarlanması gibi fonksiyonları da vardır. Havayı alıp akciğerlere göndermesi yanında sinüsleri havalandırıp başın ağırlığını da dengelemektedir. Sağlık için bu kadar önemli iken estetik açıdan da bir o kadar önemi olduğundandır ki; burun estetik ameliyatları mimari önemde arz etmektedir. Burun mimarisinde burnun görsel olarak olabilecek en güzel ve doğal görünümü alması sağlanırken, burun içindeki fizyoloji ve anatomiyi de en iyi şekilde yapılandırmak ve korumak gerekmektedir. Burun şeklinin daha iyi olması


MAGAZİN

www.estemagazin.com

Evet, şimdi bu başlığı okuduğunuzda şaşıracak burnunda mimarisi mi olur, o da nerden çıktı diyeceksiniz. amacıyla fazlaca kıkırdak ve kemik çıkarılması, burun deliğinin daraltılması, burun valvinin açısının bozulması, burun içi mukozalarına zarar verilmesi, burun etlerine zarar verilmesi oldukça sık karşılaşılan durumlar iken; ameliyat sonrası ciddi rahatsızlıklar oluşturabilmektedir. Aynı şekilde iyi bir fonksiyon yaratmak için fazlaca kemik kartilaj çıkarılması da burunda şekil bozuklukları yaratabilmektedir. Yani ameliyat yaparken terazinin çok iyi dengelenmesi gerekmektedir. Eskiden sağlık amacıyla yapılan ameliyatlarda burundan fazlaca doku çıkarılmakta iken, şimdilerde bunun azami düzeyde olmasını amaçlıyoruz, yine estetik amaçla yapılan ameliyatlarda güzel bir görsellik sağlarken burun içini de

yapılandırıyor ve de koruyoruz. Burun mimarisi iyi bir görsellik sağlar beraberinde de iyi fonksiyon amaçlar. Bu ikisinde de mükemmellik aranması burun mimarisidir. Her ikisinden birinden feragat edilmesi burun mimarisine aykırıdır. Tecrübenin ve bilginin çok önemli olduğu bir ameliyattır. Burun mimarisinin temeli, burundaki fonksiyonları bozan eğrilikler düzeltilirken, eğri kısımlar çıkartılırken, burundaki şekil bozuklukları fazlaca doku çıkarılmadan düzeltilmeli ve çıkarılan bu kıkırdaklar düzeltilerek burun yeniden yapılandırılmalıdır. Yine yapılan daraltmalar mümkün olduğunca fazla doku çıkarmadan sütür teknikleriyle yapılmalıdır. Bu şekilde yapılan burunların temeli daha sağlamlaştırılmıştır.

Bu burunlar daha iyi fonksiyon görürken daha da sağlam ve güzel görünürler. Cerrahın burun mimarisindeki tecrübesi ve başarısı daha kusursuz ve sorunsuz burunlar çıkarırken, daha mutlu hastalarla karşılaşılmasını sağlayacaktır. Benim için fonksiyonel burun estetiği ameliyatı burun mimarisinin ta kendisidir!

EYLÜL 2016 I 59


Kıbrıs’ı Kıbrıslı’dan dinlemek . Plastik. ve Estetik . Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Ümit Borataç 60 I EYLÜL 2016

Kıbrıs bir ada mıdır? Cennetten parça mıdır? Kıbrıs’ın güzel kızı, yanakları kırmızı. Akdeniz’in incisi; ahh Kıbrısım Kıbrısım… Kıbrıs’ın güzel bir şarkısı ile başladık ama sonrasında nerden başlayıp nasıl devam etsek bilmem ki!


GEZİ/YORUM

Ç

ok uzun bir tarih, çeşitli medeniyetler, çeşitli kültürler ve bunların mirasını ve tarihi kalıntılarını zengin bir şekilde, eşsiz doğa güzellikleri ile sergileyen Kıbrıs adası, “Akdeniz’in İncisi” lakabını da fazlası ile hak eder. Kıbrıs, Akdeniz’deki adaların üçüncü en büyüğü olup tarihi geçmişi ve bıraktığı mirasın önemi kadar, coğrafi önemi de Kıbrıs’ı ilk çağlardan beri hep önemli kılmıştır. Bu yazımızda sizleri çok uzun uzun tarih ve coğrafya mevzuları ile sıkmadan, Kıbrıs’ın

güzelliklerinden ve de bilhassa Kıbrıs’ın o eşsiz tatlarından ve hatta altın sarısı kumlarla güzelliğine doyamayacağınız deniz ve plajlarından bahsedeceğiz. Öncelikle sizleri baştan uyaralım, Kıbrıs pek tabi İngiliz koloni etkisi ile halen trafiği soldan akar, kanunları çoğunlukla İngiliz hukuk sistemi ne benzer, resmi dili Türkçe olan bir Türk Cumhuriyeti’dir. Adada başlıca Rum ve Türk halkı yaşamaktadır. Aralarında keskin bir (YEŞİL) hat çekilerek birbirlerinden kuzey ve güney Kıbrıs diye ayrılmaktadır.

www.estemagazin.com

gezi yor um

Şu anki hali ile adada iki cumhuriyet bulunmaktadır. Uluslararası camiada tanınan sadece Kıbrıs Cumhuriyeti’dir. Kıbrıs Cumhuriyeti, adada yaşayan Kıbrıslı Rumları ve Türkiye Cumhuriyeti’nden göç etmemiş, adanın yerli Türk halkını temsil eder. Uluslararası camiada, doğuda, hatta Müslüman ülkelerinde dahi resmi olarak tanınmayan ve çoğunluğu Müslüman Türk olan KKTC ise yerli Kıbrıslı Türk halkı ile sonradan Türkiye Cumhuriyeti’nden gelip yerleşen vatandaşlık alan soydaşlardan oluşmaktadır.

EYLÜL 2016 I 61


Ülkenin başlıca şehirleri; Kuzeyde başkent Lefkoşa, aslında her iki devletin de başkentidir. Ortadan yeşil hatla ikiye ayrılmıştır. Kuzeydeki diğer önemli şehirler ise; Magosa, Girne, Omorfo ya da diğer ismi ile Güzelyurt ve Lefke başlıcalarıdır. Güney Kıbrıs da yine Lefkoşe baş şehir, Larnaka, Limasol ve Baf başlıcalarıdır. Kuzeyde Lefkoşa’ya yakın Ercan Havaalanı ve güneyde Larnaka ve Baf Havaalanları mevcuttur. Adaya ayrıca Girne ve Magosa’dan gemi ile de ulaşım mümkündür. Adada birçok tarihi eser sizleri karşılamak üzere; bazıları tamamen, bazıları kısmen ayakta olacak şekilde adayı ve tarihi dokusunu zenginleştirmektedir. Magosa kalesi devasa görünümü ile aslında tarihi yapıların en görkemlilerindendir.

62 I EYLÜL 2016

Girne Kalesi, St. Hilarion Kalesi ayrıca Girne bölgesinde Beş Parmak Dağları, ayni bölgede Belapais Köyü, manastırı ve kilisesi (buradan Girne ve deniz manzarası eşsizdir). Güney Kıbrıs’ın ise başlıca güzellikleri arasına tarihi Baf Kalesi gelir. Güney Kıbrıs’ın eşsiz güzelliklerinden biri ve en önemlisi tabi ki güneyde kalan Trodos Dağları’dır. Adada adını sayamayacağım kadar değerli ve bir o kadar da güzel tarihi camiler ve kiliseler mevcuttur ve bunlar adanın ayrı bir zenginliği ve güzelliğidir. Adanın tarihi zenginlikleri anlatılmakla bitmez. Hamamları (özellikle Lefkoşadaki tarihi Büyük Hamam hala bütün şatafatı ile ayakta ve hala hizmet vermeye devam etmektedir) büyük ilgi görmektedir. Antik şehirleri hala tüm

heybeti ile kısmen de olsa ayakta durmuş, Magosa iline bağlı Salamis Harabeleri, antik şehri ve amfi tiyatrosu anlatmakla bitmez diğer güzelliklerindendir. Doğa, deniz ve tarih dediğinizde ilk akla gelecek antik şehir Salamis olmalıdır. Salamis Amfi Tiyatro da hala faal ve muhteşemdir. Adanın kuzey doğusundaki Karpaz Bölgesi, Bafra Bölgesi’nin doğası, plajları, eşekleri, köyleri, kiliseleri, muhteşem otelleri ve altın kum plajı ve de Caretta Caretta kaplumbağaları Kıbrıs adasının eşsiz güzellikleri arasındadır. Güney Kıbrıs’ın en güzel plajları, sahilleri ve altın sarısı kumları doyumsuzdur ama en güzel plajları Magosa’da ve Karpaz Bölgelerindedir. Magosa’nın bir diğer önemli özelliği; adada 1974 Barış Harekâtı’ndan bu yana boş ve


GEZİ/YORUM

ölü bir şehir gibi duran ve aslında adanın en güzel sahil ve oteller bölgesi (turistik bölgesi) Maraş şehri de (ölü şehir) Magosa il sınırları içerisindedir. Adanın gerek her şey dahil sistemde gerekse butik tarzda pek çok güzel oteli mevcuttur. Otel deyince Lefkoşa’nın hala dimdik ayakta ve Kıbrıs Barış Harekâtı’nın simgelerinden olan Saray Hotel de bahsedilmeden geçilmeyecek önemdedir. Başkent Lefkoşa deyince akla sahiller, altın kumlar gelmiyor ama, bir o kadar güzel ve doyumsuz güzellikler içeren tarihi eski Lefkoşe Şehri, en az bir tam gününüzü ayıracağınız, hatta gün bittiğinde zaman ne çabuk geçmiş, bu nasıl bir tarih, kültür hazinesi, bu ne zenginlik diyeceğiniz güzelliktedir. Lefkoşa da; arasda, Tarihi Çarşı, Bandabulya (tarihi kapalı

çarşı), hanları,(Büyük Han, Tarihi Kumarcılar Hanı) Yeşil Hat, Büyük ve Küçük Hamam, tarihi cami ve kiliseler ama en önemlisi Selimiye Camii görülmesi mutlak olan eserlerdir. Sınırın her iki yanında ama özellikle kuzeyde yani Kıbrıs ağzı ile söylendiğinde, “Türk tarafında kalan sınır bölgesinde” birbirinden güzel birbirinden muhteşem, bazen Arap, bazen Hıristiyan, bazen Rum, bazen Ermeni, bazen Süryani, bazen Hıristiyan vs. etkilerini taşıyan, ama çoğunda Kıbrıs’ın meşhur sarı taşı dediğimiz Kıbrıs’a özgü ve de çok ama çok dayanıklı taşların kullanıldığı, çoğu UNESCO’nun koruması altında olduğundan iyi durumda, çoğu aslı gibi restore edilen, birçoğunda içinde hala yaşamlar olan güzel Kıbrıs evleri ve de bunların bir o kadar güzel tarihi kapıları, bakmaya, gezmeye,

www.estemagazin.com

fotoğraf çekmeye doyamayacağınız güzelliktedir. Bandabulya da Kıbrıs’a özgü belki daha önce hayatınızda karşılaşmadığınız, görmediğiniz değişik, bitkileri, sizi şaşırtacak büyüklükte sebzeleri, görmeniz mümkün bunların yenebildiğine inanamayabilirsiniz. İşte bu kadar değişik sebze ve bitkilerden de farklı yemekler yapılır Kıbrıs’da. Ah o Kıbrıs’ın hiç bilmediğiniz tatmadığınız yemekleri, mezeleri, tatlıları... Ah ki ne ah… O nasıl bir kabak çiçeği dolmasıdır… Bence, Kıbrıs’ın ve Kıbrıs yemeklerinin olmazsa olmazıdır. Kıbrıs’ın Kolokası, Bullezi, Molehiyası ne tarif edilir ne yazılır. Sadece yenir ve ne olduğu, ne demek istediğim o zaman anlaşılır. “Yemeden gelmeyin sakın ha” diyeceğim yemekler tatlar

EYLÜL 2016 I 63


saymakla bitmez. Kolokas, Bullez, Molehiya maalesef öyle Türkiye’de bulacağınız yiyebileceğiniz tatlar değil. Tamam mı devam mı diyeceksek bence devam; o fırın kebabı hele hele Makarına Bullisi (tavuklu makarnası) ,olmazsa olmaz hellim peyniri, çakızdezi (yeşil zeytin), köy çöreği, kafesi (peksimet), zeytinli ekmeği, hellimli ekmeği ve pek çok tatlı çeşidi var ki saymakla bitmez. Kıbrıs’ın ayrıca en olmazsa olmaz meyvesi diken inciri de denen Kıbrıs’taki ismi ile Babutsa’sını ise yemeden sakın dönmeyin. Kıbrıs’ta sayamayacağımız kadar çok restoran ve meze evi var. Girne’nin Balapais Köyü ve limanı, Magosa’nın Namık Kemal Meydanı ve Tarihi Kale İçi, Maraş şehri sınırındaki

64 I EYLÜL 2016

(gizli bahçe) Saklı Bahçe restoran ve meze evi gibi bir çok yöresel tatları, zengin meze çeşitlerini, Kıbrıs’ın kendine has kokusundaki etlerini kebap çeşitlerini bulabileceğiniz başlıca yerlerdir. Yine eski Lefkoşa’nın Selimiye Bölgesi ve Arabahmet Bölgesi, tarihi dar ara sokaklarda bulabileceğiniz lokal restoranlar ve eşsiz lezzetler size rüya gibi bir tatil yaşatır. Hatırlatmak gerekirse Kıbrıs’ın Güney kısmına Türkiye’den kimlikle veya pasaportla gelen misafirler geçememektedir. Pasaport ve vize almak sureti ile TC vatandaşları ancak Yunanistan üzerinden Güney Kıbrıs’a geçebilirler. EsteMagazin okuyucularına şimdiden iyi tatiller…


GEZİ/YORUM

www.estemagazin.com

Kıbrıs’ın tarihi geçmişi

U

zun bir tarih akışı, birçok medeniyetlere birçok imparatorluklara ev sahipliği yapmış, içinde çeşitli medeniyetler, kültürler ve dinler barındırmıştır. İlk insan yerleşimlerinin MÖ.10.000 yıllarından itibaren başladığı konusunda deliller mevcuttur. M.Ö. Mısırlılar, Hititliler, Fenikeliler, Asurlular sonra Pers hakimiyeti, daha sonra Antik Yunan şeklinde devam edip, Roma İmparatorluğu’na dahi ev sahipliği yapmıştır. Ardından Bizans İmparatorluğu M.S. 600 yıllarına kadar devam etmiş, Arap istilası yaşamış ve 10. yy’da Kıbrıs tekrar Bizans İmparatorluğu’na geçmiştir. Kıbrıs 11. ve 12. yy’larda İngiliz hâkimiyeti, ardından 300 yıllık bir Lüzinyanlılar

dönemi, 14. yy’da Cenevizliler, Memlüklüler, Venedikliler ve derken ve sonunda 1571 Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyetine girer. 1878 yılında Osmanlıların hâkimiyetinde iken Birleşik Krallığa kiralanmış, 1914 de 1. Dünya Savaşı’nda İngilizlerin adayı ilhak etmesi ile devam etmiştir. 1931 Enosis; adanın Yunanistan’a bağlanma isteği ile devam eden süreçte, 1955’te Eoka’nın kurulması ile Türkler ve Rumlar arasında çatışmalar baş gösterir. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş, Türkleri ve Rumları temsil eden bu Cumhuriyet 1974 Kıbrıs Çıkarma Harbi ile fiilen son bulmuştur. Ada Kuzey ve Güney diye ikiye ayrılmıştır. Önce KTFD ve ardından şimdiki KKTC kurulmuştur.

Fotoğraflar: Ümit Borataç

EYLÜL 2016 I 65


Patch Adams / 1198 Robin Williams

66 I EYLĂœL 2016


SİNEMA

www.estemagazin.com

Sağlık Temalı EN iYi

10 FiLM

.

Gazeteci Behtiye Kaya Kayıhan

Merhaba EsteMagazin okurları. Bu sayı ile birlikte sağlık ve sanat başlıklı yazı, derleme, seçki ve önerilerim ile sizlerle olacağım. Yeri gelecek “Asklepios Tıp Kültürü Dergisi”nde yer alan “derin” sağlık&sanat, yeri gelecek “popüler” sağlık&sanat yazıları tarzında makaleler ile karşınıza çıkacağım. Sanatın vazgeçemediği bir imgesi haline dönüşen “sağlık” aynı zamanda; sağlığın vazgeçemediği bir ruhani besin kaynağı “sanat”a insanlık tarihince hep yer vermiştir. Bu bağlamda yazılacak çok konu, önerilecek çok eser var... EYLÜL 2016 I 67


1. THE DOCTOR (1991)

Yönetmen: Randa Haines Oyuncular: William Hurt, Elizabeth Perkins, Wendy Crewson, Mandy Patinkin Senaryo: Robert Caswell, Ed Rosenbaum Jack McKee zengin ve başarılı bir doktordur. Düzgün seyrinde giden hayatı kanser teşhisi konmasıyla değişecektir. Yıllarca hekim-hasta ilişkisine hekim gözüyle bakan Jack, olaya bir de hasta gözüyle bakmak zorunda kalacak ve yaptığı hataların farkına varacaktır.

2. JOHN Q (2002)

Yönetmen: Nick Cassavetes Oyuncular: Denzel Washington, Anne Heche, Laura Harring, James Woods Senaryo: James Kearns Sıradan bir işçi olarak bir fabrikada çalışmakta olan John Q (Denzel Washington) bir gün ansızın oğlu Mike in maç sırasında rahatsızlandığını öğrenir. Hastaneye gittiğinde ise aldığı haberle yıkılır. Oğlunun kalbi normalden üç kat daha büyüktür ve bunun tedavisi için ameliyat olması gerekmektedir. Fakat maddi durumlar buna elvermez. Maddi sıkıntı eşiğinde oğlunu hayata döndürebilmek için John Q evinde ne var ne yoksa hepsini satar yine de çözüm olmaz. Ve sonunda çaresiz bir şekilde kalp cerrahı Raymond Turner (James Woods) un da aralarında bulunduğu hastane personellerini rehin alır...

3. YOU DON’T KNOW JACK (2010)

Yönetmen: Barry Levinson Oyuncular: Al Pacino, Susan Sarandon, John Goodman, Danny Huston Senaryo: Adam Mazer Gerçek olaylara dayanan bir hikayeden uyarlanan ve televizyon kanalı HBO tarafından çekilen film, iyileşme umudu kalmayan hastaların ölmesine yardım ederek kamuoyunun gündemine oturan, ‘ölüm meleği’

68 I EYLÜL 2016

lakaplı meşhur Doktor Jack Kevorkian’ın hayatını anlatıyor.

4. LORENZO’S OIL (1992)

Yönetmen: George Miller Oyuncular: Susan Sarandon, Laura Linney, Nick Nolte, James Rebhorn Senaryo: George Miller, Nick Enright Gerçek bir hikayeden esinlenen Lorenzo’nun Yağı, 7 yaşına kadar herhangi bir rahatsızlık belirtisi göstermeyen normal bir çocuk olan Lorenzo Odone’nin bir gün aniden tuhaf bir hastalığın pençesine düşmesiyle gelişen olaylar ve ailenin mücadele azmi konu eediliyor. Küçük çocuk, bir süre sonra ani bayılmalar ve hafıza kayıplarıyla karşı karşıya kalacaktır. Bu musibetin adı ADL adı verilen tedavisi olmayan bir hastalıktır. Lorenzo için doktorlar da en fazla birkaç yıl ömür biçerler. Herhangi bir tıp bilgisi olmayan Augosto ve Michaela çifti çocuklarını kurtarmak için tüm zamanlarını tedavi konusunda bir umut bulmak için harcarlar. Yaptıkları araştırmalar sonucu hastalığın kandaki zararlı yağ asitlerinden olduğunu öğrenen çift, bir tedavi geliştirebilmek için her yolu denemeye başlar.

5. AND THE BAND PLAYED ON (1993)

Yönetmen: Roger Spottiswoode Oyuncular: Richard Gere, Matthew Modine, Alan Alda, Patrick Bauchau Senaryo: Roger Spottiswoode Film geçmişte AİDS gibi virüslerin yeni bulunmasını konu alıyor. 1981 yılında bilinmeyen, erkek eşcinselleri etkileyen öldürücü bir virüs hakkında bilgiler gelmeye başlar. Birbirinden bağımsız çalışan Fransız ve Amerikan araştırma ekipleri bu virüsü tanımlayarak HIV adını koyar. Zamanla virüsün neden olduğu AIDS hastalığının cinsel tercih ayırt etmeksizin herkese bulaşabildiği ve mutlak şekilde ölümle sonuçlandığı anlaşılır. Randy Shilts’in aynı isimli çok satan kitabından uyarlanan And the Band Played On hastalığın ortaya çıkışını ve ilk kurbanlarının


SİNEMA

deneyimlerini etkileyici bir dille anlatmayı başarıyor.

6. PATCH ADAMS (1998)

Yönetmen: Tom Shadyac Oyuncular: Robin Williams, Philip Seymour Hoffman, Bob Gunton, Monica Potter Senaryo: Steve Oedekerk, Maureen Mylander Konusu yaşanmış bir hayat hikayesinden alınmıştır. İntihar eğilimli biri olarak girdiği akıl hastanesinde gördüklerinden sonra Hunter ‘Patch’ Adams (Robin Williams), çıktıktan sonra tıp fakültesine öğrenci olarak girer. Okulda başarılı bir öğrenci olmasına karşın, ideallerinden dolayı hocalarından tepki görür. Amacı ‘hayata renk katarak’ mizah yoluyla tedaviye katkıda bulunmaktır. Daha sonra yoksul hastalar için kendi parası ve bağışlarla özel bir klinik açmaya kadar girişimlerini sürdüren Adams, film sürecinde sevgilisi Carin Fisher’in (Monica Potter) öldürülmesiyle ve lisanssız klinik açmakla darbeler yese de, tedavi hizmetlerinde yaptıklarıyla ünü ülke çapına yayılır ve bir anlamda amacına ulaşır.

7. WIT (2001)

Yönetmen: Mike Nichols Oyuncular: Christopher Lloyd, Emma Thompson, Eileen Atkins, Harold Pinter

Senaryo: Emma Thompson, Mike Nichols, Margaret Edson Kanser teşhisi konduktan sonra hayatını sorgulamaya başlayan ve önceliklerini değerlendiren Edebiyat Profesörü Vivian Bearing’in yaşam öyküsü... Bearing, çocukluğundan kanser teşhisi konduğu döneme kadar yaşanan süreci değerlendirirken sıkça da kameraya dönerek izleyiciyle birebir ilişki kuruyor..

www.estemagazin.com

Ortalama altı bir öğrenci olan Jeffrey Marx, prestijli tıp okulları tarafından reddedildikten sonra, babası tarafından orta Amerika’daki görece daha ortalama altı bir tıp okuluna gönderilir. Jeffrey yerli köylülerin tıbbi desteğe olan ihtiyacını fark eder. Ona katılan öğrencilerin de yardımıyla köylülere yasadışı yoldan tıbbi destek sağlar. Sonunda, okulun otoriter dekanı öğrencilerin yaptıklarını fark eder ve kovuşturma başlatır. Ancak dekan köylülerin zorlamasıyla suçlamaları düşürmek zorunda kalır.

8. GIFTED HANDS: THE BEN CARSON STORY (2009)

Yönetmen: Thomas Carter Oyuncular: Cuba Gooding Jr., Kimberly Elise, Aunjanue Ellis, Alecia Mcgill Senaryo: John Pielmeier Genç Ben Carson, şanslı bir çocukluk geçirmemiştir. Yoksulluk ve önyargı arasında, eski bir evde geçirilen çocukluk, beraberinde kötü ders notları ve öfke getirmiştir. Tüm bunlara rağmen yine de, annesi ona inancını hiç kaybetmemiş, hayal gücünü ve inancını asla yitirmemesi için ona sürekli destek olmuştur. Artık O dünyanın en iyi beyin cerrahlarından biridir.

9. BAD MEDICINE (1985)

Yönetmen: Harvey Miller Oyuncular: Steve Guttenberg, Julie Kavner, Julie Hagerty, Curtis Armstrong Senaryo: Steven Horowitz

10. SICKO (2007)

Yönetmen: Michael Moore Oyuncular: Michael Moore, George W. Bush, Tucker Albrizzi, William Maher Senaryo: Michael Moore Film ABD’deki sağlık sistemini eleştirmektedir. ABD’deki sağlık sigorta şirketlerinin acımasızca sigortalıları istismar etmeleri, sadece kâr peşinde koşan ilaç şirketleri, şirketlerden para alan siyasetçilerin şirketlerin çıkarları doğrultusunda kararlar almaları gibi konulara değinen ve bunu yaparken sıklıkla belgeleri ve rakamları ortaya döken Moore ayrıca ABD’deki sağlık sistemini İngiltere, Kanada, Fransa ve Küba’da uygulanan kâr amacına dayanmayan sosyal sağlık sistemleri ile kıyaslar. Kaynak: sinemalar.com / beyazperde. com

EYLÜL 2016 I 69


Tozuyan Şelalesi BUZ GIBI BIR MOLA:

.

Gazeteci Mahir Bora Kayıhan 70 I EYLÜL 2016

Uludağ’ın kuzey eteklerine kurulu ‘’Kızık’’ köylerinin en doğuda ve şelaleleriyle en ünlü olanı; yolu Bursa’ya düşenlerin değil, yolunu Bursa’ya düşürenlerin ilk durağı Derekızık Köyü...


GEZİ/YORUM

BURSA’YA 19 KM UZAKLIKTAKİ DEREKIZIK KÖYÜ, SAİTABAT VE TOZUYAN ŞELALELERİYLE ZİYARETÇİLERİNİ BÜYÜLÜYOR

B

ir taşla iki kuş vurmak! Müsaadenizle bu deyimi bu yazılık değiştirmek istiyorum. ‘’Bir geziyle iki şelale görmek!’’ olarak. Zirve Dağcılık yeni yürüyüş yolumuzu belirlemişti ve bu yol Tozuyan Şelalesi’ne varıncaya kadar görebileceğimiz bir çok doğa güzelliğini de içeriyordu. Yürüyüş günü geldiğinde buluşma noktamız olan Santral Garajı’nda toplandık. 30 kişiden fazla olan ekibimizle hiç zaman harcamadan otobüse yerleşip Derekızık Köyü’ne doğru yola çıktık. Derekızık Köyü Bursa’ya

19, Kestel ilçe merkezine 7 km uzaklıktaydı. Köyün girişinde son kontroller ve erzak temini için kısa bir mola verdik. Yürüyüş yolumuz uzun olduğu için yeterli yiyecek ve su ihtiyacımızda sorun yaşamamak için sırt çantalarımız iyice doldurduk. Botlarımızın bağcıklarını sıkılaştırdık, şapkalarımızı başımıza geçirdik ve Derekızık Köyü’ne girdik. NAMI DİĞER “PİKNİK KÖYÜ” Derekızık doğa sporlarıyla ilgilenenler kadar, piknikçilerinde sıkça ziyaret ettiği bir köy. Derekızık

www.estemagazin.com

gezi yor um

ile Saitabat köyleri arasında kalan Saitabat Şelalesi’nin çevresi piknik alanları, restoranlar, kafeler ve hediyelik eşya dükkanlarıyla dolu. Sıcakların yoğunluğundan dolayı Saitabat Şelalesi’nin suyu azalmış olmasına rağmen, namından ve hafta sonundan olsa gerek köyde adım atacak yer yoktu adeta. Asıl hedefimiz olan Tozuyan Şelalesi öncesi, yolumuzun üzerinde bulunan Saitabat Şelalesi’ni es geçmemiş olmamak için kısa bir sürede olsa orada oyalanarak şelaleyi izledik. Tüm ekip, Tozuyan Şelalesi’ni görmek için

EYLÜL 2016 I 71


sabırsızlandığımızdan, rehberimiz Doğan Nadi hareket vaktinin geldiğini belirterek bizi ardın sıra şelaleye giden yola doğru götürdü. BÖĞÜRTLEN AĞAÇLARI, ÇİLEK TARLALARI, ULUDAĞ’IN YÜKSEK ETEKLERİNDE SAKLI YAYLALAR...

Yürüyüş yolumuz orta dereceli ama oldukça uzundu. 15 km yokuş yukarı, patika yoldan çıkarak ulaşacağımız Tozuyan Şelalesi

72 I EYLÜL 2016

anlatılanlara göre buna fazlasıyla değerdi. Böğürtlen ağaçlarının arasında başlayan yürüyüşümüzü aksatmamak elde değildi. Böğürtlenin tam zamanına denk düşüyordu yürüyüşümüz ve tüm çekiciliğiyle ‘’ye beni’’ diyordu böğürtlenler. Ara ara durup, aksak adım yürüyerek bir yandan da böğürtlenleri tadıyorduk. Kayalı bir toprağı vardı yolun, araçların geçmesi için genişletilen bazı yerlerde ağaçların kökleri dışarıya taşmıştı. Yeşilin bin bir rengini izleyerek yolumuza devam ettik. 1213 km sonra Gökçukuru Yaylası’na vardık. Oldukça yüksekte bir yayla olduğu için aldığı ismi fazlasıyla hak ediyordu. Artık tek tük gördüğümüz evlerin yerini barakalar almıştı. Tarlalarda çalışan köylülerin belirli dönemlerde yaşadıkları barakalar, tarlalara en yakın yerlere yapılmıştı. Gökçukuru Yaylası’nın çilek tarlaları arasında ilerlerken tozuyan şelalesinin sesini duyduk.

GÖZ KAMAŞTIRAN GÜZELLİK...

Şelalenin sesini duyar duymaz sıcaktan kavrulan bedenlerimizi suya bırakmak için adımlarımızı hızlandırdık. Ormanlık alanın içinde bulunan şelaleye inebilmemiz için rehberlerimiz gerekli hazırlıkları yaparken, tüm ekip daha önce duymadığımız


www.estemagazin.com

Fotoğraflar: Mahir Bora Kayıhan

GEZİ/YORUM

Tozuyan Şelalesi’nin şarkısına kaptırdık kendimizi. Şarkı söyler gibi şırıldayan şelale gözlerimizi kamaştırmıştı. Rehberlerimizden Kamil Dayılar ve Doğan Nadi, ağaçlar arasına halat bağlayarak iniş için hazırlığı tamamladı. Tek tek halat ve rehberlerimizin yardımıyla şelaleye indik. Tüm sıcağa rağmen buz gibi olan suya bir anda girmek imkansızdı adeta. Yavaş yavaş alıştırdık suya bedenimizi. Kayalıklara vuran su, aktıkça soğuyordu adeta. Tüm ekip dinlenip, şelaleye girdikten sonra yemek molası verdik. Uzun bir yol kat etmiştik ama buna, hatta daha da fazlasına değecek bir doğal güzellikle baş başaydık.

DÖNÜŞ YOLU DA AYRI BİR LEZZET BULUŞMASI... Her yürüyüş gibi tozuyan şelalesi yürüyüşünün de sonu vardı. Sabah saat 08:30’da başlayan heyecanlı günün sonunda şelaleye varmıştık. Yavaş yavaş dönme vakti gelmişti. Geldiğimiz yoldan döneceğimiz için, dönüş kolay olacaktı. Yokuş yukarı macera, kendini yokuş aşağıya bırakmıştı artık. Zirve Dağcılık Kulübü’nün üyelerinden çok misafir katılımcıların ağırlıkta olduğu etkinlik, Derekızık Köyü’nde verilen çay ve sıcak helva molası ile son buldu. Tahin helvasının süt ile ezilip fırında pişirilmesiyle hazırlanan helva oldukça hoş bir tatlı. Üstelik evde yapması da çok kolay. Kesinlikle denemelisiniz. Tozuyan Şelalesi’ne arabayla da gitmek mümkün, ama yürümenizi öneriyorum. Yürürken yaşanılan keyif ve detayları inceleme şansını kaçırmadan, Tozuyan Şelalesi’ni en kısa zamanda görmelisiniz.

TOZUYAN ŞELALESİ’NE NASIL GİDİLİR? Öncelikle Bursa’dan 19 km uzaklıktaki Derekızık Köyü’ne gitmeniz gerekiyor. Gitmişken Saitabat Şelalesi’ni yolunuzun hemen üstünde kaldığı için kısa bir ziyareti hak ediyor. Sonra köy ile çilek tarlalarının bulunduğu Gölçuru Yaylası arasındaki 15 km kadar olan bağlantı yolunu yürüyerek Tozuyan Şelalesi’ne varılıyor.

EYLÜL 2016 I 73




76 I EYLÜL 2016

Sandro Botticelli’s The Birth of Venus 1486


ASTROLOJİ

www.estemagazin.com

Kadın güzelliğinin ve estetiğin simgesi olan

Afrodit (Venüs) birçok sanatçıya ilham kaynağı olmuştur

Astrolog Dilara Başar Efeoğlu

Afrodit veya Aphrodite Yunan mitolojisinde aşk ve güzellik tanrıçası. Roma mitolojisindeki ismi Venüs’tür. EYLÜL 2016 I 77


V

enüs; aşk, güzellik, ilişkiler, uyum, tutku ve cinsel dürtünün doğasına ait bilgiler veren gezegen olarak astrolojik haritalarımız aracılığıyla, her birimizin hayat içerisinde bu doğaya ait olan güdülerimizin nasıllığını ifade eden göstergelerden biridir. Harita içerisinde yerleşimi ile Venüs, sevme ve sevilmeye karşı duyuyor olduğumuz arzunun nasıl bir karşılık ile tatmin bulacak oluşu ve bu tatmin duygusunu kendimize yansıtabilme kapasitemiz hakkında bilgi verici gezegen olarak çalışır. Gök Tanrı Uranos’u (Uranüs) yenerek başa geçen Kronos’un (Satürn) mitolojik öyküsünden hatırlayacağımız şekilde, Kronos, kendi çocuklarını yerin en dibine hapseden Tanrı babası Uranus’u bir orak ile etkisiz hale getirmiş ve kendi ile birlikte diğer kardeşlerini de kurtarmıştı. Uranos’un hadım edilmesi ya da canının alınması ile geriye kalan bedeni parçalarının Tanrıça Gaia tarafından okyanus sularına atılması ile başlayan bir başka mitolojik efsane Aphrodite’nin (Afrodit) hikayesidir. Yunan didaktik şiirinin babası olarak bilinen ünlü ozan Hesiodos “Theogonia” (Tanrıların Doğuşu) adlı eserinde bu tanrıçanın denizin köpüklü dalgalarından doğduğunu söyler ve Afrodit’in doğumunu dizelerinde şöyle anlatır;

Venus de Milo, 1820 yılında Yunanistan’ın Milos adasında bulunmuş olan Antik Yunan heykel Louvre Paris müzesinde sergilenmektedir.

78 I EYLÜL 2016

“Dalgalı denize atar atmaz onları Gittiler engine doğru uzun zaman. Ak köpükler çıkıyordu tanrısal parçalardan, Bir kız türeyiverdi, bu ak köpükten. Önce kutsal Kythera’ya uğradı bu kız, Oradan da denizle çevrili Kıbrıs’a gitti, Orada karaya çıktı güzeller güzeli tanrıça, Yürüdükçe yeşil çimenler fışkırıyordu Narin ayaklarının bastığı yerden. Aphrodite dediler ona tanrılar ve insanlar, Bir köpükten doğmuş olduğu için”

Bu öykü Theogonia’daki en çarpıcı öykülerden biridir. Aynı zamanda tanrıçanın adının da bir açıklamasını sağlar. Aphros köpük anlamına geldiğine göre, Hesiodos’a göre Aphrodite’de köpükten doğma anlamına gelir. AFRODİT’İN SEDEF MİDYE KABUĞU Rüzgarları ile denizleri köpürten Batı rüzgarı tanrısı olan Zephyros böylece Afrodit’in doğmasını sağlar ve uzunca bir süre sedef bir midye kabuğu üzerinde Zephyros’un rüzgarları ile okyanus üzerinde dolaştırılan Afrodit, günlerden bir gün doğduğu yer olan bugün için Kıbrıs suları açıklarından Zephyros Antik şehri (Mersin) kıyılarına yaklaşır. Uranos’un okyanus suları ile birleşmesinden doğan Afrodit, biz insanoğlunda yaratılışsal olarak yer alan Venüs’e ait aşk, sevgi gibi soyut kavramlar taşıyan temel prensiplerin kozmiksel ve bilinçaltından geliyor oluşunun bir anlatımı olsa gerek. Kıyıya yaklaşan sedef midye kabuğu içerisinde ışıltılar saçıyor olan Afrodit’i doğanın ve zamanların Tanrıçaları olan Hora’lar karşılarlar ve güzeller güzeli kızı karaya çıkarırlar. Yürüdüğü yerlerde çimenlerin yeşerdiği, geçtiği yerlerde renk renk kokulu çiçeklerin açtığı köpüklerin kızı dedikleri Afrodit’in güzelliğine güzellik katarak taktıkları takılar ile süsleyen Hora’lar iki beyaz güvercin eşliğinde onu tanrılar ve ölümsüzler katına, Olympos’a götürürler. Birçok mitoloji kaynağı aşk tanrısı olan Eros’u Afrodit’in oğlu olarak kabul ediyor olsada Hesiodos’a göre Eros oğlu değil yanında onunla okyanus üzerinden beri yol alan ölümsüzlük sahibi bir tanrıdır. SEVGİ, AŞK VE GÜZELLİĞİN TANRIÇASI Afrodit’in güzelliği karşısında büyülenen Olympos’taki tanrılar bu güzeli görünce hayranlıklarını gizleyemezler, Afrodit ise güzelliği ile sadece tanrıların değil insanlarında


gönlünü fethetmiştir. İnsanların kalplerine sevgi ve aşk tohumları serpmekte onlara neşe ve sevinç vermektedir. Fakat diğer yandan kimi zaman bu neşe ve sevinç acıyada dönüşebilmektedir. Sevgi, aşk ve güzelliğin tanrıçası Afrodit, Zeus’un oğlu olan Hephaistos ile evlenmiş fakat bu evliliğinde aradığı sürekliliği hiç bulamamıştır. Savaş tanrısı Ares (Mars) ile olan herkes tarafından bilinen ilişkisinden Afrodit ve Ares’in 3 çocukları olur. Doğan üç çocuk Phobos(Korku), Deimos(Dehşet), Harmonia(Uyum)’dır. Sevginin ve aşkın gezegeni Venüs ile ihtirasın, fiziksel gücün gezegeni Mars’ın birleşimi bu iki gezegene ait özelliklerin ilişkiler içerisinde uyuma ulaştırılma çabasının, karşıtlıkların denge içerisinde birleştirilme ilkesinin sembolik bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Bir bacağı topal olan ve en çirkin tanrı olarak bilinen Hephaistos ise tanrılar ve insanlar tarafından sevilen ve demircilik zanaatıyla uğraşan, zamanın ateş tanrısıdır. Hephaistos bir tuzak kurarak kendine ihanet ettiğini öğrendiği karısı Afrodit’i (Venüs) aşığı ile birlikte (Mars) kendi yapmış olduğu demir kafesin ağları içerisine hapseder ve ancak Tanrı Zeus’un isteği ile onları affederek kafesin dışına çıkmalarına izin verir. Hephaistos kendi sakatlığından sorumlu tuttuğu annesi Hera’yı da cezalandırmak için demir bir taht hediye etmiş, tahta oturması ile demir ağ içerisinde kalan Hera yine Zeus’un isteği ile ancak Hephaistos tarafından serbest bırakmıştır. Çirkin ve topal olan Hephaistos ile Afrodit’in evliliği herbirimizin içinde varolan kendimize verdiğimiz değer anlayışını ifade eden bir sembolizmadır. Haritalarımızdaki Venüs’ün yerleşimi kişisel olarak kendimize karşı duyduğumuz sevgi ve kendimize karşı veriyor olduğumuz değer hakkında bilgi

ASTROLOJİ

www.estemagazin.com

verici olarak çalışmaktadır. Güzelliğine olan düşkünlüğü ile bilinen Afrodit düzenlenen bir düğünde en güzel seçilmiş olmasının baş döndürücü zevki ile onu en güzel olarak seçmiş olan Paris’in işine yarayacak bir yardım yaparak ünlü Truva Savaşı’nın çıkmasına yol açar.

ve ilişkilerde yaşanacak olumlu gelişmeler Venüs’ün Eylül ay’ı içindeki transferinin getirisi olacaktır. Güzellik ve estetik anlayışının öne çıkışı, sanatsal ve estetiksel zevklere yönelme yine bu ay içinde yaşayacak olduğumuz olumlu gelişmelerden. Eylül ay’ının son 5 günü ve devam eden 18 Ekim’e değin süreçte hırs, derinlik ve tutku taşıyan enerjilerin daha fazla hakim oluşu gerek aşk, sevgi ve güzellik anlayışında gerek ilişkiler üzerinde derinlik, yoğunluk arayışı ile gelen aşırıya kaçan beklentilere, abartılı isteklere girmeye sebep olabilir. Kadın güzelliğinin ve estetiğin simgesi olan Afrodit (Venüs) birçok sanatçıya ilham kaynağı olmuştur. Altın mücevherler onunla sembol bulur. Kuşlardan güvercin, ağaçlardan Mersin ağacı ve çiçeklerden gül onun simgeselliğini taşırlar.

KISKANÇLIK VE ÖFKE DUYGULARI Zaman zaman kıskançlık ve öfke duyguları ile intikam alma peşine düşen Afrodit, Kıbrıs kralının karısının kızı Smyrna’nın kendinden daha güzel olduğunu ilan etmesi üzerine intikamını almak için Smyrna’yı kendi babasına aşık etmiş ve Kral’ın bunu öğrenmesi ile kızının başını kılıçla kesmesine sebep olmuştur. Burada yer alan mit’de Venüs’ün taşıdığı aşk ve güzellik anlayışının her zaman uyum ve denge taşıyor olmayan, aşırı sahiplenicilik ve tutku içeren yanı ile de karşılaşıyoruz. Afrodit, kralın kızını ölümünden sonra myrra (sarı sakız) ağacına dönüştürür. Birkaç ay sonra ağacın içinden Adonis adı verilen bir çocuk çıkar. Çocuğun güzelliğinden etkilenen Afrodit onu alıp büyütmesi için Persephone’ ye emanet eder. Ama Persephone çocuğu geri vermek istemez. Aralarında çıkan tartışmaya tanrılar bir çözüm getirir ve Adonis’in 6 ay Afrodit’in 6 ay Persephone’nin yanında kalmasına karar verirler. Adonis, Persephone’nin yanına yeraltına indiğinde yaz biter, yeryüzünde kış başlar; yeryüzüne çıktığında toprakların bereketi tekrar gelir ve ilkbahar olur. Venüs içinde bulunduğumuz Eylül ayının oldukça geniş bir zaman diliminde Terazi burcunda transfer ediyor olacak. Venüs yöneticiliğini yapıyor olduğu bu burçta kendine ait özellikleri doğasına uygun olarak sergileyecektir. Aşk, sevgi ve birlikteliklere çekiliyor olma, uyum ve denge arayışı ile evlilik

Mitolojik hikaye için faydalanılan kaynak, Bedrettin Cömert Mitoloji ve İkonografi

EYLÜL 2016 I 79



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.