Devrimci Gençlik Dergisi Sayı 25

Page 1


İÇİNDEKİLER

3

DEVRİMCİ GENÇLİK’TEN

BAŞYAZI Sokakta gençlik var

4-6

MANŞET Sandıkta kazanan AKP sokakta kaybedecek

7-9 10-12 13-15 16-17 18-19

Üniversitenin seyir defteri Neoliberal-islamcı otoriter yapılanma Pusula sermaye hedef üniversite

Kürt sorunu nereye ?

orta sayfa Dönüm noktası yaklaşıyor

20-23

Gençlİk mücadelesİ Gençlik hareketi ilerliyor

24-25 26-27

Liselerde öfke birikiyor

MELEK’İN KALEMİNDEN Sokaklar bizimdir

28-29 30-31 32-33

ANAFOR Althusser ve ideolojinin teorisi

DEVRİMCİ GENÇLİK

Nassim Arabi ile Ortadoğu üzerine sohbet

ıslık sesİ İmamın okulları

34

Gençlik hareketinin gücünü pekiştirmiş iktidarın yoğun saldırılarına maruz kaldığı bir süreçte Devrimci Gençlik dergisi’nin 25. sayısıyla karşınızdayız. Bu sayı gençlik hareketini yıpratmaya dönük tüm girişimlere karşı yeni ve somut umutların habercisidir. Bu sayı, seçim sonrası Türkiye’sinde egemenlerin ve toplumsal muhalefet öznelerinin yeni konumlanışlarını açıklığa kavuşturmayı temel hedefi olarak gördü. Bu yeni konumlanışların ortaya çıkardığı nesnel koşullar gençlik hareketinin yeni atılımları için uygun bir kalkış noktasıdır. Dergide, seçim gündemi üzerine yazılan yazıda, seçimlerin neoliberal-otoriter sistemin yeniden yapılandırılmasının (daha genel anlamıyla rejimin tesis edilmesinin) bir dönüm noktası olduğu tartışıldı. Üniversitenin dönüşümü üzerine yazdığımız yazıda, iktidarın üniversiteye yönelteceği piyasacı saldırının arka planını irdelemeye çalıştık. Orta sayfa, üniversitenin yapısal dönüşümü ve AKP iktidarının otoriterleşmesi gibi faktörlerden yola çıkarak, gençlik hareketinin gelişme olanakları üzerine kuruldu. Kürt sorunu yazısında, Kürt hareketinin anayasa ve barış gündemlerinde egemenleri sıkıştırabilecek kozları elinde bulundurduğuna değindik. Gençlik mücadelesi bölümünde, Öğrenci Kolektifleri’nin 5 yıllık deneyimi tarihsel bir dönemlendirme biçiminde sunuldu. Ayrıca, şifreye karşı ayaklanan liseli gençlik hareketinin değerlendirmesi ve geleceğe dair öngörüleri dergimizde yer aldı. Geçen sayıda ele almadığımız Ortadoğu gündemine bu sayıda Suriye ve Lübnan üzerine yazılarla giriş yapıyoruz. Bu dergide Türkiye’nin Suriye stratejisi ve Lübnanlı bir devrimcinin gözünden Ortadoğu’daki gelişmelerin değerlendirmesini bulabilirsiniz. Melek’in kaleminden adlı bölümde seçim gündeminin erkek egemen uygulamaları üzerine eleştirel bir yorum ortaya kondu. Islık Sesi sayfasında, gericiliğin ve emperyalizmin yayılmasında Gülen okullarının üstlendiği rol açıklanmaya çalışıldı. Anafor sayfası, Althusser’in ideoloji teorisi üzerine bir başlangıç yazısı olarak tasarlandı. Gençlik hareketi, geçtiğimiz dönem yakın tarihinin en hareketli zamanlarını yaşadı. Gelecek günler, geçmişten de daha zorlu ve daha hareketli olacak. Bu zorlu ve bir o kadar da umutlu süreçte, Devrimci Gençlik dergisi gençlik hareketinin mücadelesine katkıda bulunmaya devam edecek. Gelecek sayıda buluşmak üzere…

Türkiye’nin Suriye kurnazlığı

Emperyalizme, Oligarsiye kars› DEVR‹MC‹ GENÇL‹K dergisi Sahibi ve Sorumlu Yaz› Isleri Müdürü: Ugur Gümüskaya Yay›n Türü: Yerel Süreli Adres: Tomtom Mah. Örtmealt› Sok. No:6/B Beyoglu/‹STANBUL Tel-Fax: (0212) 245 91 55 Bas›ld›g› Yer: Estet Matbaa Merkez Efendi Mah. 4. Zer Sanayi Sitesi Fazıl Pasa Cad. No: 16 D :26 Fatih/Istanbul Tel: (0212) 565 1774


basyazi .

sokakta gençlİK VAR Gençlik mücadelesi yoğun ve hızlı bir dönemi geride bıraktı. Demokratik öğrenci hareketi neoliberalizmin ve faşizmin iktidarı AKP’ye karşı yürütülen mücadelede üniversitelere yönelik siyasal saldırılar ve artan baskı karşısında hızlı ve etkili müdahalelerde bulunduğu ve ön plana çıktığı bir dönemi geride bıraktı. Üniversitelilerin siyasal iktidarın tüm saldırı politikalarına karşı gösterdiği tepkiler siyasallaşarak görünür hale geldi. Neoliberalizme ve gericiliğe karşı yıllardır yürütülen, parasız, demokratik üniversite mücadelesinin oluşturduğu temelin üzerine inşa edilen bu başarı, Ankara Üniversitesi SBF’de Burhan Kuzu’nun yumurtalanması eylemiyle simgeleşti. Gençlik hareketi yaptığı ekili çıkışlarla, üniversitelerdeki egemenliğini ve neoliberal dönüşümü hızlandırmayı hedefleyen AKP iktidarının kırılgan noktalarını belirginleştirdi. Bugün, neoliberal gerici dönüşümün gençlik üzerinde yarattığı yıkımların ve baskıların etkisiyle biriken öfke, gençlik mücadelesinin politik birikimi ve siyasal etki gücü ile birleşerek üniversite gençliğine yeniden özgüven kazandırmış ve sokağı yeniden hatırlatabilmiştir. Yeni bir piyasacı saldırganlığın hazırlıkları ve özellikle gençlik üzerindeki baskı aygıtlarının yetkinleştirilmesi karşısında gençlik hareketinin son süreçteki etkili eylemleri, geniş üniversite kitlelerinin sorunlar karşısında kendiliğinden tepkiler verebileceği bir sürecin gelişmesini sağlamıştır. AKP seçimlerden aldığı %50 oy oranıyla “ustalık” dönemini tek parti iktidarı olarak sürdürecek. Halktan aldığı “destek”ten dolayı meşruluk hissi yaratmaya çalışarak neoliberal hegemonyasını artırmayı hedefleyen AKP’nin neoliberal saldırganlığında vites yükselteceğinden kuşku duymamak gerekir. AKP’nin milletvekili sayısındaki düşüş ise anayasa değişikliği başta olmak üzere AKP’nin meclisten geçireceği yasalarda elini zayıflatacağı unutulmamalı. CHP ise beklentilerin altında aldığı oy oranıyla kendi iç tartışmalarına dönerek AKP karşıtı parlamento içi muhalefeti dahi yaratmada başarısız olacaktır. BDP’nin blok adaylarıyla elde ettiği başarısı tartışılmaz. Ancak, Kürt hareketinin sosyalistlerle bütünleşme hedefiyle yeniden ortaya attığı çatı partisi önerisi, güncel stratejisini “ulusal birliğin sağlanması” politikası üzerine kuran Kürt hareketi ile sosyalistler arasındaki bütünleşme zemininde bir takım handikaplar doğurmaktadır. İslamcı, sağcı ve Kürt burjuvazisinin bir kısmı ile “ulusal ittifak” kurmaya çalışan Kürt hareketi ile bu unsurlarla yan yana gelmesi imkânsız olan sosyalist hareketin buluşma zemininin çatı partisi değil sokak mücadelesinin olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Tüm bu sistem içi tartışmaların ışığında, sokağın vazgeçilmezliği bir kez daha tekrarlanmalı ve neoliberalizme ve gericiliğe karşı sokak muhalefeti sürükleyici bir alternatif olmalıdır. AKP ancak sokakta kitlesel militan mücadele ile geriletilebilir. AKP’nin geriletilmesindeki en önemli dayanak AKP’nin politikalarının durdurulması olduğu gösterilmeli ve unutulmamalıdır. AKP’nin asıl sokakta kaybedeceği gerçeği seçim sürecinde yaşadığımız özgün deneyimlerde mevcuttur. Seçime giderken artan hak mücadelesi örnekleri, HES karşıtlığı , şifre, sansür, güvencesizliğe karşı yürütülen mücadeleler, nükleer karşıtlığı, Hopa’da gösterilen direniş gibi sokak eylemleri çoğaltılarak, sokak adres gösterilmeye devam edilmelidir. Seçim sonuçları bunları asla kesmemeli, aksine AKP’nin iktidarını pekiştirerek saldırılarını arttıracağı bir süreç öngörülerek, seçim öncesinde ciddi bir ivme kazanan AKP karşıtlığı diri tutulmalıdır. Özellikle bu dönem AKP karşıtlığında geniş gençlik kesimlerinin üretkenliğine dayanan militan ve popüler bir muhalefet süreci gelişmiştir. Bu kritik sürecin değeri, seçim sonuçlarının yarattığı olumsuz siyasal atmosferin altında ezilmesine izin verilmemeli ve bu süreç geliştirilerek hak mücadelelerinin güvencesizler gibi toplumun diğer muhalefet bileşenleriyle olabildiğince yakınlaşmasını sağlayacak bir dönemin planlarını yapmak gerekmektedir. AKP karşıtlığının kendini sokakta ifade ettiği her kesimle gençlik hareketi temas kurabilmeli, sokakta mücadeleyi büyütmeye dönük adımlar atmalıdır. Sokağın seçim sürecine siyasal etkisi ise Hopa direnişinde görülmüştür. Seçimlerin arifesinde yaşanan ve AKP’yi krize sokan, Hopa halkının derelerine, çayına, toprağına, haklarına sahip çıkma inadı-

dır. Hopa direnişi, seçimlere ince siyasal hedeflerle hazırlanan AKP’nin planlarının sokakta bozulduğu bir örnek olarak iyi okunmalıdır. Hopa direnişinden sonrası tutuklamalar, basitçe bir intikam ya da bir gruba dönük gerçekleştirilen bir operasyon olarak değil, sokağın önünü kesme hamlesi olarak görülmelidir. Özel yetkili mahkemelerce, hiçbir örgüt ismi, delil bulunmamasına rağmen, “2911 toplantı ve gösteri yürüyüşüne muhalefet” gibi maddelerin, “terör örgütü üyeliği/faaliyeti” gibi suçlamalar kapsamında yöneltildiği davalarda, eski isimleriyle Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin adeta “AKP güvenlik mahkemelerine” dönüştürüldüğü görüldü. AKP siyasal hamlelerde bulunarak, bu ve benzer birçok davayla, basit “demokratik hakları” terörize edip kendine muhalefet eden kesimlerin yürüttüğü mücadelenin önünü kesmeyi hedeflemektedir. AKP, seçim zaferiyle birlikte, sermayeye yeni çılgın kar alanları yaratmaya çalışarak kentsel rantın ve doğanın yağmalaması sürecini hızlandıracak. AKP bir yandan da zaten büyük oranda tasfiye etmiş olduğu eğitim, sağlık, su ulaşım vb. kamusal alanlardaki temel hakların tasfiye sürecini derinleştirmeyi hedeflemektedir. Önümüzdeki dönemde üniversiteler ise AKP’nin yükseköğretime yönelik yaptığı hazırlıklardan da anlaşılacağı üzere yeni bir piyasalaştırma dalgasıyla kuşatılacak. Ardı arkası kesilmeyen “üniversitede dönüşüm” toplantılarında, AKP’nin büyük bir hedef olarak belirlediği üniversite-sermaye işbirliğini hızlandırma planlarının ve üniversiteye dönük uzun süredir gerçekleştiremediği büyük bir pahalılaştırma saldırısının hazırlıkları karşısında gençlik hareketi yanıtını şimdiden sokakta verdi. Üniversitelerin neoliberal yapısal dönüşümünde basamak atlatmayı hedefleyen AKP’nin hazırlık toplantılarına karşı gençlik hareketi, geliştirdiği hızlı ve direngen eylemler ile piyasacı dönüşümün karşısında üniversitelerde barikat kuracağını göstermiş oldu. Gelecek dönem üniversitelerde gelişmesi muhtemel olan piyasalaştırma dalgası ve beraberindeki anti-demokratik uygulamalarla gençlik üzerindeki baskının artırıldığı süreç gençlik hareketinde bir kırılma anı yaratabilir. 2009 yazında harçlara yapılan zamları kitlesel militan muhalefeti ile geri çektirmeyi başaran demokratik öğrenci hareketini gelecek dönemki piyasacı dönüşüm karşısında zorlu bir görev beklemektedir. Üniversiteliler üzerindeki baskı aygıtlarının profesyonelleştirilmesi ile iç içe yürüyecek olan üniversitelerin pahalılaştırılmasına karşı gençlik hareketi yaratıcı, etkili ve sert cevaplar üretebilmelidir. Demokratik öğrenci hareketi önümüzdeki dönem piyasa dalgası karşısında yanıt üretemediği noktada yenilginin kapısını aralamış olacaktır. Bunun için gençlik hareketi dönüşüme hizmet eden toplantıları protesto etmekle yetinmemeli önümüzdeki dönemin hazırlıklarını şimdiden yapmalıdır. Yaz dönemini gelecek döneme hazırlık amacıyla planlamak, zengin bir üretime ve tartışmaya başlayarak gelecek dönemin araçlarını şimdiden yaratmak temel görevlerimiz arasında yer almalıdır. Bu süreçte AKP iktidarının üniversitelerdeki neoliberal dönüşüm hedefini garanti altına almak ve pürüzsüz gerçekleştirebilmek için gençlik hareketinin öznelerine saldırganlaşacağından kuşku duymamak gerekir. AKP’nin gençlik hareketini, bulduğu her fırsatta kremlinize etmeye çalışacağını ve böylece gençlik hareketinin ileride yapacaklarının önünü alarak zayıflatmaya çalışacağını unutmamamız gerekmektedir. AKP’nin saldırılarına karşı sokaktaki mücadelemizden asla taviz vermemeliyiz. AKP’nin baskıcı politikalarına karşı yeni araçlar , daha geniş bir kitle tepkisi, her türlü marjinalleştirme ve terörize girişimlerine karşı bu adımları boşa çıkartacak ve toplumla gençlik hareketinin bağını güçlendirecek yöntemler bulmalıyız. Gençlik hareketi, gelecek dönemi güçlü karşılayabilmesi için gençlik mücadelesi örgütünün tüm merkezi ayaklarının altyapısını güçlendirmeli, bunun için yaz sürecini iyi değerlendirmelidir. Yaz boyunca kitlesel buluşmaların ve toplumsal bağların güçlendirici etkileri hiç olmadığı kadar önemsenmelidir. Gençlik mücadelesini önümüzdeki dönem tarihsel bir süreç bekliyor. Yaz dönemini önümüzdeki dönemin çok yönlü tüm hazırlıklarını yaparak geçireceğiz. AKP iktidarına bir kez daha kaybedeceği yeri, sokağı hatırlatacağız. Siyasal iktidarın ustalığına tüm ustalığımızla sokakta yanıt vereceğiz. Ve tüm cesaretimiz ve inancımız ile AKP iktidarını söküp atacağız üniversitelerimizden.


manset .

Sandıkta kazanan AKP

sokakta kaybedecek (

Bu seçim dönemi sandığı değil, sokağı işaret edenler için bir başarıyı ortaya çıkardı. Uzun yıllar sonra ilk kez bir seçim döneminde sokak muhalefeti ülke gündemine oturdu. 12 Haziran seçimleri sandığı değil sokağı örgütleyen çizginin doğruluğunun kanıtlandığı bir dönemeçtir ‘’Rize’den 3 vekil dediler. Gözümüzü kırpmadan AKP’ye bastık oyumuzu. Gelsinler görsünler halimizi.’’ u sözler seçimlerde AKP’ye oy atan ama seçimden hemen sonra düşürülen çay kontenjanlarından mağdur olan Rizeli çay üreticisine ait. Benzer bir mağduriyet AKP’nin birinci parti olarak çıktığı Kütahya’da AKP kurmaylarının bir türlü kabul etmediği siyanür sızıntısından zehirlenen halk için de geçerli. AKP’nin seçim zaferinin altında ise merkez sağın neredeyse bütün oylarını bünyesinde toplaması yatmaktadır. AKP seçim sürecinde, İslamcı ve milliyetçi söylemi elden bırakmayan Tayyip Erdoğan’ın Kemal Kılıçdaroğlu’ nun Alevi kimliğine yaptığı vurgu, Kürt düşmanlığını artırdığı sözleri, tüm geleneksel sağı hegemonyası altına almak için sağ seçmenin komünizm düşmanlığını ‘’Bunlar tek yol devrim diyor’’ lafını ağzına pelesenk ederek körüklemeyi ihmal etmemesi, sanat ve aydın düşmanlığını azgınlaştıran sözleriyle milliyetçi muhafazakâr sağ tabanı siyasallaştırabildi. Seçimlerin ardından AKP iktidarının 12 Eylül referandumu ile başlattığı merkez sağın ana temsilcisi olma stratejisi başarıya ulaşmış oldu. Seçim döneminde AKP iktidarının bir diğer stratejisi ise MHP’ye yaptığı sert vuruşlar oldu. Milliyetçi söylemindeki dozajı artıran AKP’nin milliyetçi oyların kayabileceği odak olan MHP’yi görmezden gelmesi beklenemezdi. MHP, kaset operasyonuyla baraj altına düşürülemese de bir miktar oy kaybetti ve çok yıprandı. AKP, seçim barajında ısrar etmenin de meyvelerini almış oldu. Sağ seçmenin AKP tercihinde diğer partilerin meclis dışı kalacağın-

B

4

devrimci gençlik

dan emin olması etkili oldu. Seçim öncesi, 367 milletvekilini hedeflediklerini söyleyen Erdoğan, bu hedefin vurgusunu Kazlıçeşme mitinginde artırmış ve eklemişti: ’’367’yi bulursak anayasayı referanduma götürmeyi gereksiz bulurum’’ Ancak seçim sonrası elindeki anayasa referandumunu sağlayacak çoğunluğunu da kaybeden AKP’de Tayyip Erdoğan başkanlık yerine cumhurbaşkanlığıyla yetinmek durumunda kalabilir. Tayyip Erdoğan bir yandan da muhaliflere açtığı davaları seçimler sonrasında geri çekmesiyle bir süredir ikinci plana ittiği liberallere yeniden göz kırpmış oldu. Başbakan ne zaman göreve çağırsa hazır ola geçen liberaller ‘helalleşme’ çağrısıyla yumuşayan söylemden vazife çıkardılar, AKP kurmaylarıyla ortak ağızdan CHP’yi yeni anayasaya ortak olmaya çağırıyorlar. Seçimlerin ardından CHP’de yeniden başlayan parti içi çekişme anayasa tartışmalarında CHP’nin performansını düşürecek ve AKP’nin elini güçlendirecektir.

AKP’nin yaptıkları önümüzdeki dönem yapacaklarının teminatı Tayyip Erdoğan’ın balkon konuşmasındaki ‘’Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır’’ mesajıyla AKP’nin ‘ustalık dönemi’nde neoliberal saldırganlığı ile halka kök söktüreceğinin garantisini vermiş oldu. “Turgut Özal’ın hayalleri yerini bulmuştur” diyerek övünen Erdoğan’ın, asıl böbürlendiği şey halkı daha da yoksullaştırırken sermayeyi daha da büyütmedeki başarısıdır. Neoliberalizmin yerleştirici ve vurucu gücü haline gelen AKP önümüzdeki dönemde sermayeye milyarlarca dolarlık kentsel rant

kapısını aralamanın planlarını yapıyor. Seçim öncesi ‘çılgın projeleriyle’ sermayenin desteğini kazanan Tayyip Erdoğan, Libya’da 20 milyar dolarlık yatırımı çöpe giden yerli inşaat şirketlerine bu zararı telafi imkânı sunarken halkın barınma ve yaşanabilir bir çevre hakkına el koyuyor. AKP inşaat sektörünün dışında enerji alanında sermayenin beklentilerine cevap verme hazırlıklarını yapmaktadır. Geçmiş dönemin Enerji ve Tabii Kaynakları Bakanı Taner Yıldız pişkince ‘’Eski santrallerin kapatılmasını destekliyoruz, inşallah yeni nesil santralleri hep birlikte kuracağız’’ açıklamasını yaparak başta Sinop ve Mersin’de olmak üzere nükleere karşı sokağa çıkan binlerce insanı görmezden geliyor. İtalya ve Almanya’da halkın muhalefetiyle nükleer santraller bir bir kapatılırken AKP, küresel sermayenin öncülüğünde Türkiye’ye birden fazla nükleer santral kurarak yerli sermayeye de onlarla ortaklık imkânı sunma peşinde. MÜSİAD’ın sitesinde yaptığı açıklamayla ‘2023 hedefini gerçekleştirmek için nükleer santraller ve HES’lerin gereğini’ vurgulaması AKP’nin piyasacı enerji programından sermayenin büyük beklentisi olduğunu somutlamaktadır. AKP’nin sermayeye sunduğu imkânlar elbette bunlarla sınırlı değil. Tayyip Erdoğan’ın seçimlerden önce açıkladığı yeni bakanlıklar sermaye için bulunmaz birer nimet. Ayrıca Erdoğan ustalık dönemi bakanlıklarını sermayedarlara bakan yardımcılığı yolunu açarak taçlandırdı. Ali Ağaoğlu’nun, yeni kurulan Çevre, Orman ve Şehircilik Bakanlığı’nı kentsel dönüşüm açısından çok olumlu bulduğunu söylemesi


‘kentsel dönüşüm’ adı altında gelecek saldırının habercisidir. Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mehmet Büyükekşi Ekonomi Bakanlığı'nın ihracatçıya destek olacağını, TUSKON Başkanı Rızanur Meral de atanacak bakan yardımcılarının, bürokrasiyi hızlandıracağını söyleyerek memnuniyetlerini dile getirdiler. Seçim sonuçlarını halkın ekonomik istikrarı sürdürme isteği olarak değerlendiren TOBB’dan Yönetim Kurulu Üyesi Mustafa Yardımcı’nın da ticaret ve gümrüğün bir arada olmasının olumlu olduğunu söylemesi AKP’nin sermaye için hala tek seçenek olduğunu gösteriyor. AKP, sermayeye sağladığı her rantta halkın öfke sınırına daha da yaklaşacak ve bu sınırı aşacak. Seçim programında sağlık alanındaki görece “iyileştirmeleri” sıklıkla vurgulayan ve propaganda malzemesi haline getiren AKP iktidarının 8 buçuk yıldır sağlık alanındaki neoliberal dönüşümün halktaki yıkımı önümüzdeki süreçte berraklaşacaktır.

alev yanan sokaklarına çevirmesi hiç işten bile değil. AKP iktidarı emperyalizmin aktif taşeronluğunda asıl ustalığını ise önümüzdeki dönem gösterecek. Erdoğan balkon konuşmasında Müslüman ülkelere mesaj göndererek emperyalistlere bölgedeki stratejilerinde emir kulluğu yapacağının işaretini vermiş oldu. Emperyalistler Suriye’de AKP’yi sahaya sürmeye hazırlanıyor. Tayyip Erdoğan’ın, eski dostu Esad’a emperyalistlerin direktifleri doğrultusunda ayar verme çabası aktif taşeronluğun sürdürüleceğinin kanıtı. Ayrıca ‘lider ülke’ olma hedefini toplumun belleğine yerleştiren Erdoğan, emperyalist ülkeler karşısında kuzu kesilivereceğini Mavi Marmara’yı Filistin’e göndermeyerek gösterdi. Diğer taraftan AKP’nin önümüzdeki dönem yumuşama görüntüsü altında saldırganlaşacağı düzlem Kürt sorunundaki stratejisi olacak. Artık merkez sağın milliyetçiliğini temsil eden AKP, Kürt sorununda daha kırılgan bir yapıya sahip. Kürt hareketinin bölgede AKP’yi gerileterek kazandığı başarıya karşı AKP, yine bir YSK hamlesi yaptı. Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesi, Kürt hareketinin her ne kadar ilk elden meclisi zorlayacağı görüntüsünü oluştursa da her an sürecin sertleşebileceğini gösteriyor. Önümüzdeki dönem AKP’nin ve Kürt hareketinin gerilimi karşılık hamleleriyle geçecek. Yargıda kadrolaşmadan önce sürekli yargıyı “Bağımsız değildir” diyerek hedef tahtasına oturtan Tayyip Erdoğan’a, şimdi neden sustuğunu sormak ve yargının toplumsal muhalefete yönelen tutuklama dalgasındaki onlarca hukuksuzluğu hatırlatmak gerekiyor. AKP artık yargı-polis işbirliğini tesis ederek bunu muhaliflere karşı bir silah haline getirdi, yargıda AKP’nin mutlak egemenliği için son rötuşlar yapılıyor. Ustalık döneminin ilk günlerinde HSYK’nın gerçekleştirdiği atamalar AKP’ye yakın olanlara ödül, muhalif olanlara ceza şeklinde gerçekleşti. Bunların yanında AKP iktidarının ustalık dönemindeki ilk icraatlarından birinin Eskişehir, Mersin, Antalya gibi illeri büyükşehir belediyesi yapmak olacağı görülüyor. Bu şekilde yerel seçimlerde CHP’nin elinden bu belediyeleri almayı planlayan Erdoğan, CHP’nin belediye imkânlarını kullanmasının önüne geçip, bu imkânlarla iktidarını daha da güçlendirmenin hesaplarını yapıyor.

Ustalık dönemi başladı

AKP’yi toplumsal muhalefet sarsacak!

Ankara’daki tutuklamalarla startı verilen ustalık döneminde, AKP’nin toplumsal muhalefete karşı sömürge tipi faşizmin tüm baskı-denetim unsurlarını seferber edeceğinin ipuçları seçim öncesinde görülmüştü. Hopa’daki direnişin seçim gündemini sokağa çevirmesine Tayyip Erdoğan tüm anti-komünist ezberiyle karşılık vererek hakları için mücadele edenleri ‘terörist, eşkıya’ gibi nitelendirmelerle hedef gösterdi. Ayrıca seçimden hemen önce Hopa’da 12 kişinin tutuklanması AKP’nin, iktidarının parçası haline getirdiği emniyet ve yargı işbirliğiyle toplumsal muhalefete saldıracağını gösterdi. Ankara’da 18 kişinin tutuklanması, Çorum’da 1 Mayıs’a katılanların gözaltına alınması, Antakya ve Rize’de Metin Lokumcu soruşturmaları gelecek dönem AKP’nin toplumsal muhalefetle nasıl “helalleşeceğini” gösterdi. AKP’nin toplumsal muhalefete karşı bu saldırganlığının altında sokaktan korkması yatıyor. Tayyip Erdoğan İspanya, Yunanistan gibi Avrupa ülkelerinde gençliğin ağırlıkta olduğu kitlelerin haklarını almak için sokağa akın etmesi, Arap ülkelerinde dünyayı sarsan isyanların Türkiye’ye sıçramasından korktuğu için “Tek yol sokak, tek yol devrim diyor bunlar” diyerek sokağa çıkanlara ateş püskürmüştü. Seçimler öncesinde “ekonomide istikrar gerek” tehdidiyle propaganda yapan, cari açık vererek “ekonomide büyüme” görüntüsü çizen AKP’yi önümüzdeki dönem kırılgan bir süreç beklemektedir. Yunanistan’da simgeleşen dış borca dayalı ekonomilerin barındırdığı kriz tehdidi gün yüzüne çıktı. Yunanistan’daki krizin domino etkisiyle Avro bölgesindeki bazı ülkelere yayılabileceği konuşulurken, emperyalist güçler kemer sıkma politikalarını hayata geçirmeden Yunanistan’a yardım etmemekte kararlılar. Dışarıdan gelen sıcak paraya bağımlı Türkiye ekonomisinde bu krizin yaşanmayacağının garantisi yok. Yunanistan örneğindeki gibi emperyalist güçlerin Tayyip Erdoğan’ı yalnız bıraktığı bir ekonomik krizin, Türkiye’de sokakları Yunanistan’ın alev

Seçim dönemi sandığı değil, sokağı işaret edenler için bir başarıyı ortaya çıkardı. Uzun yıllar sonra ilk kez bir seçim döneminde sokak muhalefeti ülke gündemine oturdu. Sol içinde sandığı merkezine alarak kitlelerin dinamizmini soğuran çizgi kaybederken, Tayyip Erdoğan’ın doğrudan muhatap almak zorunda kaldığı, hedef gösterdiği sokak muhalefeti bu seçimde ön plana çıktı. 2011 seçimleri sandığı değil sokağı örgütleyen çizginin doğruluğunun kanıtlandığı bir dönemeçtir. Artık hem AKP için hem toplumsal muhalefet için birçok şey eskisi gibi olmayacak. AKP’nin piyasalaştırma programını tahkim altına almak için toplumsal muhalefete karşı saldırganlığını artıracağı bir döneme giriyoruz. Çünkü başbakan sokağa çıkanlardan korkuyor, ‘devrim’ lafından korkuyor ve içini boşaltmak için asıl devrimin yaptıkları duble yollar olduğunu bile söylüyor. Kitleleri sokakta görmemenin yolunun onları hapishanelerde görmek olduğunu düşünen Tayyip Erdoğan yanılıyor. Kendisine korkusunu bu denli büyüten 2011 baharını hatırlatmak gerekiyor. Güvencesizlerin ve hak mücadelelerinin sokağa çıktığı, sendikaların grevlerle birçok kazanım elde ettiği, geleneksel sendikal anlayışın çatırdamaya başladığı bu bahar son yılların en kitlesel 1 Mayıs’ıyla taçlanmıştı. Ayrıca cemaati ve AKP’yi hedef tahtasına oturtan liseli eylemleri ile sansür karşıtı eylemlerin 1 Mayıs’la birleştiğinde ortaya çıkardığı bir sonuç var: AKP’nin piyasacı-gerici politikalarından mağdur bazı kesimler artık tepkilerini sokağa çıkarak ifade etmeye başladı. AKP’nin sokağa çıkıldıkça korkacağı, korktukça saldıracağı bir döneme girildiği Hopa direnişini ve Türkiye’ye yayılan eylemlere karşı 33 kişiyi tutuklamasıyla görüldü. Tayyip Erdoğan’ın “Tek yol sokak, tek yol devrim” parolasını diline dolayıp hedef göstererek pasifize etmeye uğraşması, Metin

devrimci gençlik

5


(

Hak mücadeleleri ekseni sadece AKP’ye oy vermeyen kesimleri değil AKP tabanını da harekete geçirebilme sürükleyiciliğine sahiptir. Bu noktada hak mücadelesi çizgisinin sokağı örgütleyen ısrarlı mücadele anlayışı elzemdir.

6

devrimci gençlik

Lokumcu’yu umursamaz görünerek devrimcileri itibarsızlaştırma çabası bu çizginin AKP’yi sarsan yegane tehdit olduğunu gösteriyor. Ancak son dönemdeki ev baskınları ve tutuklamalardan da görünen o ki AKP iktidarı önümüzde dönem toplumsal muhalefetin öznelerine karşı saldırganlığını profesyonelleştirecek. Ankara’daki son tutuklamalarda suçlamalardan anlaşılacağı üzere AKP’ye karşı sokağa çıkan herkes yanacak. AKP iktidarı yargı ve emniyet teşkilatındaki gücüyle basın açıklaması gibi en demokratik hakkı bile “terör örgütü faaliyeti” kapsamına sokarak sokağa çıkan tüm muhalefet kesimlerini sindirmeyi hedeflemektedir. Son dönemde AKP’ye ve cemaate karşı sokağa çıkan güvencesiz çalışanlara, gazetecilere, liselilere, üniversitelilere, sansür karşıtlarına ve yoksullara AKP tarafından özel yöntemlerle gözdağı verilmek isteniyor. Şimdiden anlaşılıyor ki AKP iktidarı önümüzdeki dönem toplumsal muhalefetin tüm kesimlerine karşı özel yetkili mahkemeler aracılığıyla “demokratik hakkın” kullanımı engelleyen bir saldırı stratejisi geliştirecek. Solun ise bu saldırılar karşısında geleneksel sınırlarını aşarak AKP iktidarına karşı son dönemde sokakları dolduran güvencesiz işçileri, memur ve işçi sendikalarını, gazetecileri, aydınları, hukukçuları ve sanatçıları taraflaştırarak harekete geçirmek olmalıdır. Sokakları “basit” demokratik hakka dayanan geniş kitle gösterilerine kapatmaya çalışan AKP iktidarı karşısında Toplumsal muhalefet AKP’nin bu saldırganlığını ancak baskılar karşısındaki tepkileri toplumsallaştırabildiği noktada durdurabilir. Bu noktada AKP saldırganlığının gençlik hareketinin en diri öznesine yöneleceğinden kuşku duymamak gerekir. Gençlik hareketi kendi hedefleri için ilerlemeli ve sokaktan taviz vermemelidir. AKP iktidarı sandıktan çıkan %50 oyla iktidarını sürdürse dahi neoliberal yıkımların halktaki etkisi giderek ağırlaşmaktadır. Önümüzdeki dönem AKP politikalarının halk nezdinde yarattığı tahribatın artacağı bir dönemdir.

AKP’ye oy veren kesimlerin dahi AKP’nin karşısına dikilebileceği bu dönem bu kitlelerin neoliberalizme karşı sokağa çıkması için uygun zemini oluşturacak. Seçim sürecinin asıl kazananı sokak olmuştur. Toplumsal muhalefetin yeni bir muhalefet merkezi haline gelmeye başlayan hak mücadeleleri ekseni sadece AKP’ye oy vermeyen kesimleri değil AKP tabanını da harekete geçirebilme sürükleyiciliğine sahiptir. Bu noktada hak mücadelesi çizgisinin sokağı örgütleyen ısrarlı mücadele anlayışı elzemdir.

Piyasacı saldırıda aslan payı üniversiteye AKP, ustalık döneminde üniversiteyi ayrı bir yere koyuyor. MÜSİAD Başkanı Cihad Vardan’ın seçimler sonrasında AKP’ye verdiği “Eğitim ve kamu yönetimiyle ilgili reformların tamamlanması lazım” mesajı da üniversiteyi bekleyen büyük piyasalaştırma saldırısının işaret fişeklerinden. Ankara’daki Hopa tutuklamalarında çoğunluğu üniversitelilerin oluşturması boşuna değildir. Artık öğrenci hareketinin talepleri üniversitede geniş kitlelerce benimsenmiş ve sahiplenilmiştir. Geçtiğimiz dönem AKP’yi en çok sıkıştıran toplumsal muhalefet öznesi olan öğrenci hareketi bu piyasalaştırma saldırısına set çekebilme potansiyeli taşımaktadır. AKP’yi telaşlandıran da bu potansiyeldir. Bunun için AKP iktidarı gençlik hareketinin en diri öznesini üniversitelerdeki neoliberal dönüşümün pürüzsüz bir şekilde hayata geçirebilmesi için hedef tahtasına oturtmuştur. Üniversitelileri tutuklayarak sindirmeyi hedefleyen Tayyip Erdoğan ve kurmaylarına hatırlatalım. Öğrenci hareketi geçtiğimiz dönem üzerindeki baskıların en yoğun olduğu, polis şiddetinin ve soruşturmaların tam ortasında AKP’yi titretmişti. Gençlik mücadelesi AKP’nin üniversitelere yapacağı saldırıyı göğüsleyebilecek güçtedir. Başbakan, balkondan selamladığı ‘tek başına iktidarın başbakanı’ Adnan Menderes’in bugünü anımsatan baskıcı-otoriter politikalarının göbeğinde yeşeren gençlik mücadelesini hatırlamak zorunda kalacak.

AKP Dolmabahçe sürecinde palazlandırdığı yükseköğretimde reformla; mütevelli heyetleriyle yükseköğretimde sermayeye söz hakkı tanımayı, üniversite sanayi işbirliğiyle üniversiteleri sermaye için işgücü yaratan ve bilgi üreten kurumlar haline getirmeyi, iyice pahalılaşacak eğitimle ve paralı eğitimin güvencesi olacak bir kredi sistemiyle yükseköğretimi kar alanı olarak revize etmeyi ve kalite güvence sistemi kurarak Türkiye’yi uluslararası yükseköğretim pazarına dâhil etmeyi amaçlıyor. 27-29 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen Uluslararası Yükseköğretim Kongresi’nin ve 15 Haziran’da Galatasaray Üniversitesi’ ndeki “10. Yılında Türkiye’ de Bologna Süreci Uygulamaları“ toplantısının muhtevasını da bu başlıklar oluştururken, DB yetkilileri ve sermaye egemenliğinde yükseköğretim sistemlerine sahip ülkelerin piyasacı akademisyenlerinin de katılımıyla bu başlıkların nasıl hayata geçirileceği tartışıldı. Ayrıca kongre başlıklarından olan özel üniversiteler konusunda Yusuf Ziya Özcan, yeni anayasada özel üniversite açılmasının önündeki engellerin kaldırılacağını söyleyerek sermayedarlara müjdeyi verdi. AKP iktidarı üniversitelerdeki dönüşümler için gerekli yapısal dönüşümler için zaman kaybetmedi. Seçim öncesinde kuracağını duyurduğu Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile ArGe faaliyetleri gibi üniversite ile sermaye arasında köprü kuracak politikalarda yetkinleşmenin ve üniversite ile sermayenin ilişkisini sağlamlaştırmanın hesaplarını yapmaktadır. “Ustalık dönemi” diye tariflenen önümüzdeki süreçte AKP piyasalaştırma ve gericileştirme saldırısına hazırlanıyor. Piyasacı-gerici politikalarının aksamasına tahammülü olmayan AKP, bu politikaları geriletebilecek tek özne olan sokak muhalefetini baskıyı tırmandırarak dizginlemeyi planlıyor. Ancak genelde halkı ve özelde üniversitelileri sert şekilde etkileyecek bu politikalar, toplumsal muhalefete yalnızca AKP’ye oy vermemiş yüzde 50’lik kesimin değil, tüm yoksul yığınların sokağın öznesi haline getirilebileceği verimli toprakları yaratacaktır.


üniversitenin seyir defteri 18 Mart: Bursa’da, AKP’li belediyenin ulaşıma yaptığı zamlara karşı, yüzlerce üniversiteli yürüyüş yaptı. 23 Mart: Anadolu Üniversitesi Hazırlık Kolektifi ‘Taleplerin için yapabileceğin bir şey var’ sloganıyla alkışlarla ve ıslıklarla bir gürültü eylemi gerçekleştirdi. 23 Mart: Kocaeli’nde yapılan ulaşım zamlarına karşı, üniversiteliler, ücretsiz ulaşım haklarını kullandılar. Belediyeye yürüyüş yapan üniversitelilere polis gazla ve coplarla saldırdı. 24 Mart: ZKÜ’de 350 öğrencinin katılımıyla 1. Kolektif Bahar Şenliği gerçekleştirildi.

30 Mart 1972’de Kızıldere’de katledilen devrimcileri andı. 29 Mart: Gericiler tarafından yapılan saldırıları protesto eden 250 üniversiteli “İTÜ gericiliğe teslim olmayacak” diyerek İTÜ Maslak Kampüsü’nde bir yürüyüş gerçekleştirdi. 30 Mart: 30 Mart 1972 yılında Kızıldere’de yaşamını yitiren devrimciler İstanbul Üniversitesi Merkez Kampüs’te, AÜ SBF, Kocaeli, İzmir ve Eskişehir’de Devrimci Gençlik tarafından yapılan eylemlerle anıldı. Aynı gün Taksim’de “Direnişin ve dayanışmanın tarihi onurumuzdur” pankartıyla kitlesel bir yürüyüş gerçekleştirildi.

24 Mart: İTÜ’de Anadolu Gençlik Rize/Fındıklı’da Cihan Alptekin mezarı Derneği üyesi bir grup İstanbul başında anıldı. 31 Mart: Mersin Üniversitesi’nde Kolektif toplantı afişi asan 3 öğrenciye saldırdı. Öğrencilere soda şişeleri, taş- “Yemekhane sorununa karşı yapabilelar, sopalarla saldıran gericiler üniversi- ceğin bir şey var” diyen Öğrenci Kolektifleri, topladığı 2 bin imzayı rekteden kovuldu. 25 Mart: 19 Mayıs Üniversitesi’nde törlüğe teslim etti. 1 Nisan: İÜ, YTÜ ve Mimar Sinan Alperen Ocakları üyesi faşistlerin stand açmasına tepki gösteren üniversitelilere Üniversitesi’nde HES karşıtı paneller polis saldırdı. 28 öğrenci gözaltına alın- gerçekleştirildi. dı. 2 Nisan: Eskişehir Osmangazi Üni26 Mart: . İstanbul’da yaklaşık 250 versitesi öğrencileri, polis şiddetine ve üniversiteli Mimar Sinan Fındıklı kam- okuldaki gerici baskılara karşı bir yürüpusu’nda bir araya gelerek gazeteciler yüş gerçekleştirdi. ve oyuncuların da konuk olarak katıldı2 Nisan: Bursa'da yaklaşık bir aydır ğı bir toplantıyla ‘Yapabileceğin bir şey ulaşım hakkı mücadelesi sürdüren var’ kampanyasını sonlandırdı. Uludağ Öğrenci Kolektifi ulaşım zamla27 Mart: İstanbul Kolektif, Libya’da rının geri çekilmesini sağladı ve diğer yaşanan emperyalist saldırıyı, bir bidon şartlarını rektöre kabul ettirdi. benzini Fransız Konsolosluğu önüne 5 Nisan: Sivas Cumhuriyet Üniversibırakarak protesto etti. tesi öğrencileri, emperyalistlerin 27 Mart: Eskişehir Osmangazi Üni- Libya’daki saldırganlığına ve işbirlikçi versitesi’ne gelen Ali Babacan’ı AKP’ye karşı bir basın açıklaması gerKongre Merkezi’ne yürüyüş yaparak çekleştirdi. protesto eden üniversitelilere polis sal7 Nisan: Ankara Üniversitesi dırdı. DTCF’de, AKP'nin eğitim sorununu 40 27 Mart: Zonguldak'ta üniversiteliler bin ithal öğretmenle çözeceğini açıkla-

masını protesto eden DTCF Öğrenci Kolektifi, siyah giyme eylemi yaptı 7 Nisan: İstanbul'da üniversiteliler Ahmet Şık'ın "İmamın Ordusu" kitabını İÜ Merkez, Edebiyat Fakültesi ve İTÜ Maslak’ta sesli okudular. 9 Nisan: İstanbul Öğrenci Kolektifi MSGSÜ’de “Haydi üniversite Kolektif şenliğine!” diyerek bir şenlik gerçekleştirdi. 10 Nisan: Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri'nin çağrısıyla Kolektif de dahil ülkenin dört bir yanından binlerce kişi, eğitim hakkına sahip çıkmak için Ankara’da bir araya geldi. 11 Nisan: Hacettepe Üniversitesi Beytepe Öğrenci Kolektifi, Edebiyat Fakültesi'nde 2 yıldır gelenek haline gelen ‘kitap takas pazarı’ açtı. 13 Nisan: Ankara Üniversitesi DTCF’de, onlarca güvenlik görevlisi eşliğinde sınava gelen faşistler satırlarla üniversitelilere saldırdılar. 14 Nisan: Ankara'da faşist provokasyonların ardından, polis birçok eve baskın yaptı. 4 Öğrenci Kolektifleri üyesi, 2 Halkevleri üyesi ve 1 Liseli Genç Umut üyesi, yapılan baskınlarda gözaltına alındı. 15 Nisan: Ali Ağaoğlu İTÜ’de Öğrenci Kolektifleri tarafından yumurtalarla protesto edildi. “Ali’den omlet olur mu? Yaptık oldu.” yazılı pankart açıldı. 20 Nisan: Trabzon’da 2 üniversite öğrencisi KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi önünde 20 kişilik faşist grubun saldırısına uğradı. 23 Nisan: Mersin Üniversitesi’nde Uluslararası Gençlik Filmleri Festivali üniversite yönetiminin çıkardığı tüm zorluklara rağmen gerçekleştirildi. 25 Nisan: İTÜ'de Ali Ağaoğlu'nu yumurtalayan üniversiteliler, Ali Ağaoğlu tarafından evleri başlarına yıkılan Ayazma halkını, haklarını alabilmek için tuttukları nöbette ziyarete gitti. 27 Nisan: İÜ Beyazıt Merkez Kampüs kapısında toplanan faşistler üniversitelilere saldırdı. Ardından polisin saldırısıyla 2 Kolektif üyesi gözaltına aldı. 1 Mayıs: Üniversitenin korteji 1 Mayıs’ta alanlardaydı. Mersin, Muğla, Denizli,Niğde, Isparta, Eskişehir, Kütahya, Samsun, Antalya, Zonguldak, Trabzon, Ankara, İzmir, İstanbul, Giresun, Antakya, Adana ve Ordu’da Kolektifler sokağa çıktı. 4 Mayıs: Ordu Kolektif Fikri Sönmez’ i mezarı başında andı. 5 Mayıs: Ege Üniversitesi'nde düzenlenen 'Medya okur-yazarlığı' paneline konuşmacı olarak gelen; cinsiyetçi, hakaretler içeren yazılar kaleme alan Hıncal Uluç, üniversiteli kadınlar tarafından üniversiteden kovuldu.

devrimci gençlik

7


de Kolektif, Swiss otelin önüne doğru 6 Mayıs: Deniz Gezmiş, Hüseyin ‘Devrim’ yazdı. İnan, Yusuf Arslan idam edilişlerinin 16 Mayıs: Dumlupınar Üniversite- “Üniversiteyi paralatmayacağız” pan39. yılında Ankara'da mezarları başın- si’nde okuyan öğrenciler Kütahya’nın kartı ile yürüyüş gerçekleştirdi. Kolektif da anıldı. Aynı gün Kolektif, İÜ Gümüş Köy yakınlarında bulunan orta üniversitenin gerçek sorunlarını ve Edebiyat Fakültesi’nde bir anma ger- kısmı çöken atık su havuzunun hemen taleplerini açıkladı. çekleştirdi. yakınında bulunan Köprüören 3 Haziran: İstanbul Üniversitesi 8 Mayıs: Denizler KTÜ, Trakya Üni- Köyü’ne gittiler, köylünün yanında Cemil Bilsel Konferans Salonu’nda versitesi, Zonguldak, Kütahya, Adana, olduklarını belirttiler. İstanbul Üniversitesi Şiir Kulübü ve Mersin, Hatay ve Eskişehir’de yüzlerce 19 Mayıs: ZKÜ Öğrencileri, 17 Mayıs Kolektif’in gerçekleştirdiği ‘Haziran’da kişinin katıldığı yürüyüşlerle anıldı. 2010 tarihinde meydana gelen grizu Ölmek zor/ Ustayı Anıyoruz’ etkinliğine Giresun ve Ordu’da anmalar yapıldı. patlamasında hayatını kaybeden katılan 1000’e yakın öğrenci Nazım 8 Mayıs: Seçim çalışması amacıyla maden işçilerini andı. Hikmet’ i andı. Zonguldak’a gelen Tayyip Erdoğan 24 Mayıs: Yıldız Teknik Üniversite4 Haziran: Ankara’da AKP önünde ZKÜ Kolektif tarafından İİBF binasın- si’nde faşist etkinliğin protesto edilmesi Hopa’da yaşananları protesto ettikten dan açılan ''Paralı eğitim öğrencinin, üzerine polis üniversitelilere saldırdı, sonra gözaltına alınanlardan, aralarınölüm madencinin kaderi değildir!" 15 öğrenci gözaltına alındı. da 3 Kolektif üyesinin de bulunduğu, 5 pankartıyla protesto edildi. 4 üniversi25 Mayıs: Eskişehir Öğrenci üniversiteli tutuklandı. teli gözaltına alındı. Kolektifleri Haşim Kılıç’a atılan yumur7 Haziran: AÜ Cebeci Kampüsü’nde 9 Mayıs: Cumhuriyet Üniversitesi taya açılan soruşturmayı protesto tutuklu 5 üniversiteli için kitlesel basın öğrencileri üniversitelilere yönelik ülkü- etmek için Anadolu Üniversitesi cülerin düzenlediği saldırıyı kampüste Rektörlük Binası’nı yumurta yağmuru- açıklaması yapıldı. Eyleme 400 kişi katıldı. yaptıkları eylemle protesto etti. na tuttu. 8 Haziran : İÜ’de, Ankara’da tutuk10 Mayıs: Bilecik Üniversitesi Öğren25 Mayıs: Ordu Öğrenci Kolektifi ci Kolektifi 3 fidanı andı. Fatsa ilçesi Demirci Köyü halkıyla bera- lanan üniversiteliler için eylem yapıldı. “Bu kavga, bu dava gençliğin” pankar10 Mayıs: Sigara ve Sağlık Ulusal ber HES’leri protesto etti. Komitesi (SSUK), Beytepe’de British 25 Mayıs: Üniversiteli Kadın Kolektifi tını açan üniversiteliler merkez kamAmerican Tobacco (BAT) temsilcisini KTÜ yurtlarını kontrol için şehre gelen püsten ana kapıya kitlesel yürüyüş geryumurtalayan Kolektifçiler'e ödül verdi. Kredi ve Yurtlar Kurumu Başkanı çekleştirdiler. 11 Mayıs: ''Geleneksel yasaklı DTCF Hasan Albayrak’ı ellerinde yumurtalar9 Haziran: Tutuklu ODTÜ öğrencisi bahar şenliği'' idarenin ve ÖGB'nin la bekleyerek, Albayrak’ın üniversiteye Çağdaş Ersoy için üniversiteliler tüm baskılarına rağmen büyük bir coş- girmesine izin vermedi. ODTÜ’de kitlesel eylem yaptı. kuyla gerçekleştirildi. 26 Mayıs: Ali Demir'e soruşturma 14 Haziran: YÖK Başkanı Yusuf 11 Mayıs: İstanbul Üniversitesi’ne açılması için gereken raporun hazırla- Ziya Özcan’ın katıldığı “10. yılında gelen Burhan Kuzu yine üniversiteliler namamasını protesto eden Öğrenci Bologna Süreci uygulamaları” toplantıKolektifleri ve Liseli Genç Umut üyele- sı Galatasaray Üniversitesi önünde tarafından protesto edildi. 13 Mayıs: İstanbul Üniversitesi'nde ri Ankara’da YÖK önüne yürüdü. Öğrenci Kolektifleri tarafından protesto 27 Mayıs: İstanbul Swiss Otel'de ger- edildi. düzenlenen, AKP'nin seçimlerden sonra yapacağı yeni anayasanın hazır- çekleşen "Uluslararası Yükseköğretim 14 Haziran : Ankara’da sabaha karşı lıklarından biri olan Uluslararası Kongresi'ni protesto etmek isteyen üni- eş zamanlı polis operasyonları gerçekAnayasa Kongresi’nin 3. gününde versiteliler ve akademisyenlere polis leştirildi. 9 Öğrenci Kolektifi, 5 etkinliği protesto eden üniversitelilere biber gazı ve tazyikli su ile saldırdı. Halkevleri, 2 SDP, 1 ÖDP üyesi gözalÇıkan çatışma Beşiktaş’a kadar sürdü. çevik kuvvet fakülte koridorunda biber gazı ve cop kullanarak sert bir şekilde 28 Mayıs: Uluslararası tına alındı. 17 Haziran: Ankara’da mahkemeye müdahale etti, 10 öğrenci hastaneye Yükseköğretim Kongresi’nin yapıldığı çıkarılan 17 kişiden 15’i tutuklandı. 7 kaldırıldı. Swiss Otel’in önüne kadar gelen Halkevleri üyesi, 7 Öğrenci Kolektifleri Öğrenci Kolektifleri’nden 10 öğrenci 13 Mayıs: ODTÜ'de her yıl geleneksel olarak yapılan Devrim Yürüyüşü, pankart açarak yumurtalı eylem ger- Üyesi ve 1 ÖDP üyesi 15 kişi “terör sağanak yağmur ve soğuk havaya rağ- çekleştirdi. 10 öğrenci gözaltına alındı. örgütü yararına faaliyette bulunmak” 29 Mayıs: Uluslararası suçlanmasıyla tutuklandı. men binlerin katılımıyla gerçekleşti. Binlerce kişi mumlarla ODTÜ'ye Yükseköğretim Kongresi’nin 3.günün-

8

devrimci gençlik


öne

çı

(

kan

lar

İsyanı heryerde (Hopa’nın E rdoğan’ın miting için geldiği Hopa’da HES’lere, doğanın talanına, suların yağmalanmasına karşı çıkan halk Erdoğan’ı protesto etti. AKP’yi ilçelerinde istemeyen Hopalılara polis tazyikli su, cop ve biber gazlarıyla saldırdı. Yoğun gazdan etkilenen emekli öğretmen Metin Lokumcu hayatını kaybetti. Lokumcu’nun ölüm haberini alan Hopalılar ilçe merkezine akın etti. Hopa’da yaşanan olaylar üzerine kitle örgütleri ve siyasi partilerin çağrısıyla ülkenin dört bir yanında protesto gösterileri düzenlendi. İstanbul’da Taksim Meydanı’na yürüyen binlerce kişi meydandaki dev Tayyip Erdoğan pankartını indirdi. Pankartı indirdiği gerekçesiyle 2 kişi gözaltına alındı. Ankara Kızılay’da çıkan çatışmalarda 95 kişi gözaltına alındı. Halkevleri MYK üyesi Dilşat Aktaş polisler tarafından linç edilerek kalça kemiği kırıldı. Gece yarısı Hopa’da ‘nokta operasyonu’ başlatıldı. Siyasi partiler, sendikalar, kahvehaneler, evler basıldı. 60’a yakın kişi gözaltına alındı. Diğer il, ilçe ve köylerden giriş- çıkışlar yasaklandı, telefon hatları kesildi. Ertesi gün binler Metin Hoca’yı uğurladı. 2 Haziran’da Mersin ve İzmir’de Hopa’ya destek eylemleri gerçekleştirildi. İstanbul-Şişli’de yapılan eyleme polis saldırdı. Bir kişi yaralandı, Birçok kişi gözaltına alındı. Sonraki gün Samsun’a giden başbakana, Samsunlular Metin Hoca’yı hatırlattı. Başbakan Erdoğan’ın seçim mitingi yapacağı Samsun sokaklarında Metin Lokumcu’nun pankartı açıldı. Birçok ilde AKP faşizmi protesto edildi. Kocaeli’nde gerçekleştirilen protestoya polis saldırdı, 10 üniversiteli gözaltına alındı. Ankara’da Hopa olaylarını protesto ettiği için gözaltına alınan 57 kişiden aralarında Kolektif Yürütme Kurulu üyeleri Ömür Çağdaş Ersoy ve Ozan Gündoğdu’nun da bulunduğu 5 kişi tutuklandı. 4 Haziran günü Hopa halkı gözaltına alınanların serbest bırakılması için bir basın açıklaması yaptı. Gözaltına alınanlar, yargılanmak üzere Erzurum’a götürüldü. İstanbul’da gözaltına alınan 8 kişi tutuklama talebiyle mahkemeye çıkarıldıktan sonra serbest bırakıldı. Tayyip Erdoğan’ın Dilşat Aktaş hakkında söylediği “Ankara’da kız mıdır kadın mıdır bilemem çıkmış panzere polise saldırıyor, neymiş Hopa’nın hesabını soracakmış, benim polisime saldırıyor, taş atıyor, kim bunlar, tek yol sandık değil, sokak diyenler kim, işleri ne?” sözleri İstanbul’da kadın örgütleri tarafından protesto edildi. Ankara'da emek ve demokrasi güçleri tutuklu devrimciler için "Tek yol sokak, tek yol devrim" sloganlarıyla sokağa çıktı. 5 Haziran gece saatlerinde Hopa’dan Erzurum’a götürülerek tutuklama istemiyle mahkemeye çıkarılan 31 kişiden 12’si tutuklandı. Trabzon’da Metin Lokumcu için bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Yürüyüş sırasında Demirören AVM’nin önünde tutuklanan 2 arkadaşları için “Kolektif susmayacak, Metin Öğretmen’in katili AKP’den hesap soracak!”

pankartını açan 5 Kolektif üyesine güvenlikler ve sivil polisler müdahale etmek istedi. Ancak çevredekilerin ve eylemcilerin engellemesiyle saldırı boşa çıkartıldı. Süleyman Demirel Üniversitesi Öğrenci Kolektifi Hopa'da uygulanan devlet terörüne, İmamın Ordusu tarafından gerçekleştirilen gözaltılara sessiz kalmadı. Ankaralı kadınlar başta Tayyip Erdoğan olmak üzere tüm kadın düşmanlarına karşı sokaktaydı. Tayyip Erdoğan'ı, polis terörü sonucu kalça kemiği kırılan Dilşat Aktaş için uyardılar. Susturulmaya çalışılan Halkevleri ve Öğrenci Kolektifleri'ne karşı yapılan saldırılar kınandı. 7 Haziran’da SDÜ Kolektif, Hopa’da yaşananları protesto etti. Eskişehir Öğrenci Kolektifleri tutuklanan arkadaşları için sokağa çıktı. Ankara emek ve demokrasi güçleri Ankara'da gözaltına alınanların tutuklu yargılanması kararına itiraz etmek için adliye önünde basın açıklaması gerçekleştirdiler. Ertesi gün tutuklamalar Ankara Üniversitesi Cebeci Kampusu'nda Eğitim-Sen tarafından protesto edildi. Başbakan’ın sözleri İzmir’de kadınlar tarafından protesto edildi. Tutuklamalar Beyazıt ve Cebeci’de protesto edildi. Tutuklamalara avukatların yaptığı itiraz reddedildi. Tutuklanan 5 öğrenciden, Öğrenci Kolektifleri üyesi Ömür Çağdaş Ersoy'un okulu ODTÜ'de de üniversiteliler arkadaşlarına destek için açıklama yaptı. Bursa'da Halkevleri ve Uludağ Öğrenci Kolektifi üyeleri Hopa'da yaşanan imamın ordusu terörünü, Ankara'da Öğrenci Kolektifi'nden 2 KYK üyesinin tutuklanmasını ve kadın düşmanı Tayyip Erdoğan'ın Halkevleri'ni hedef gösteren açıklamalarını protesto eden bir basın açıklaması gerçekleştirdiler. 12 Haziran seçimlerinin gecesinde ise Hopa’da polis operasyonu devam etti. Artvin Halkevi Başkanı gözaltına alındıktan sonra tutuklandı.

(Ünİversİte artık daha güçlü 16 Nisan’da AÜ Hukuk Fakültesi’nde Öğrenci Kolektifleri 1.Genel Kurul’u gerçekleştirildi. Ülkenin dört bir yanında paralı eğitime, antidemokratik üniversite yönetimine, gericiliğe karşı mücadele eden üniversiteliler ‘Kolektifler Birleşiyor’ diyerek bir araya geldi. “Üniversitenin örgütü artık daha güçlü olmalı” diyen üniversiteliler Türkiye’nin dört bir yanında yürüttükleri mücadelelerini birleştirerek merkezi bir örgüt oluşturdular. Genel Kurul’un ilk oturumunda kurum temsilcileri ve yurtdışından gelen konuklara söz verildi. 2. oturumda 60'lı yıllarda

Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu MYK üyesi olan Oktay Etiman, İstanbul Üniversitesi Öğrenci Dernekleri Federasyonu Genel Sekreteri ve şimdi Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası Genel Başkanı olan Arzu Çerkezoğlu, Öğrenci Koordinasyonu üyesi Metin Kalyoncugil konuşmalarıyla geçmiş yıllardaki mücadele deneyimlerini aktararak, bu dönem yumurtalı eylemleriyle öne çıkan gençlik mücadelesine dair heyecanlarını dile getirdiler. Liseli öğrencilerin örgütü Liseli Genç Umut'tan da bir temsilci konuşma yaptı. 2. oturum merkezi örgüt modelinin

tartışılması ve Kolektif Yürütme Kurulu'nun (KYK) seçilmesiyle sonlandırıldı. 3. oturumda gelecek dönem ve 1 Mayıs çalışmaları için öneriler yapıldı; okullar, geçmiş 1 Mayıs deneyimlerini paylaştılar. Yoğun ve bir o kadar coşkulu geçen Öğrenci Kolektifleri 1. Genel Kurulu, önce Üniversiteli Kadın Kolektifi'nin manifestosunun, ardından Öğrenci Kolektifleri'nin manifestosunun okunmasıyla ve son olarak da tüm üniversitelilerin hep bir ağızdan, DevGenç Marşı'nı okumalarıyla sona erdi.

devrimci gençlik

9


seçim

Seçimlerin perde arkası:

Neolİberal-İSLAMCI otorİter yapılanma

(

10

Türkiye’de 9 yıldır hüküm sürmekte olan AKP iktidarı açısından seçimler, sistemin yeniden yapılanması anlamına geldiği için kritik bir öneme sahiptir. Yeniden yapılanma AKP’nin hegemonya projesinin tesisi ve toplumsal hareketlere ket vurulması açısından işlev görmektedir

devrimci gençlik

G

enel anlamda seçimler ve özelde Türkiye’de 9 yıldır hüküm sürmekte olan AKP iktidarı açısından seçimler, sistemin yeniden yapılanması anlamına geldiği için kritik bir öneme sahiptir. Sistemin yeniden yapılanması iki temel işleve sahiptir. Birincisi, sistemin yeniden yapılanması sürmekte olan hegemonya projesinin doğru yolda olduğunun kanıtlanmasıdır. Bu kanıta dayanarak iktidar partisi kendi hegemonya projesinin ileri adımlarını atma cesaretini bulur. İkincisi, sistemin yeniden yapılanması gelişmekte olan toplumsal hareketlere ket vurma yöntemidir. Bu yöntem kullanılarak, aslında birikmekte olan toplumsal tepkiler ötelenir. Toplum, bu yöntemle, genel seçimler sonrası siyasal düzlemi “yeni düzen” olarak algılayabilir ve umudunu koruyabilir. Sistemin yeniden yapılanması milliyetçi-İslamcı rejimin kurucu ayaklarını oluşturmaktadır. Bu temelde, AKP, sistemi yeniden yapılandıran öncü güç olarak, birincisi kendi hegemonya projesinde yeni bir aşamaya geçiyor, ikincisi iktidarına karşı gelişen çatlak sesleri bir müddet için susturmayı başarıyor. Seçim sonrasındaki ilk günler (örn. balkon konuşması), bu yüzden AKP’nin günah çıkarma töreni halinde geçiyor. AKP’nin “geçmiş günahları” hafızalarda silinirken (muhalif gazetecilerle helalleşmesi, liberallerle barış), geleceğe dair beklentiler bir kez daha diriltiliyor.

Seçimler sonunda, partilerin sistemin yeniden yapılanmasında alacakları rol bölüşümü gerçekleşiyor. Bu yüzden partiler rollerine uygun olarak yeniden konumlanıyorlar. (Bu durum daha çok Anayasa ve Kürt sorunu çerçevesinde cepheleşecek AKP ve BDP için geçerli) AKP’nin yeni söylemleri, toplumsal kesimleri ve taktikleri ileri süreceği, uzlaşı ve düşmanlığın yan yana olduğu bir raunt başlıyor. Fakat bu satranç tahtasının gerisinde sistemin yeniden yapılanması denilen yapısal gerçeklik var ki bu gerçekliğin dayatması AKP’yi, kendi varoluş koşullarının sürdürülebilmesi için, sistemin yaralarına deva bulmaya itiyor. AKP, sistemin yeniden yapılanmasını kısa dönemde üç temel hat üzerine oturtmuş görünüyor: 1. Sermaye birikim alanlarının genişletilmesi 2. Kürt sorununda bir çözüm görüntüsünün yaratılması 3. AKP iktidarının kalıcılığının güçlendirilmesi. Bu üç noktayı kısaca açmak faydalı olabilir. Sermaye birikim alanlarının genişletilmesi öncelikli olarak kentsel rantın artırılmasına yönelik projelere dayanıyor. Bu bakımdan TOKİ’nin öncülüğünü yaptığı ve İstanbul başta olmak üzere büyükşehir merkezli bir kentsel dönüşüm projesinin hayata geçirilmesi gerekiyor. Özelleştirmeler de elbette sermaye birikiminin önemli bir parçası. Fakat gerek özelleştirmelerde ileri bir aşamaya zaten gelinmiş olması, gerekse kentsel rantın gelişebi-

leceği alanların hayli geniş olması, kentsel dönüşüm projelerini seçim sonrası dönemde sermaye birikiminin sürükleyici gücü haline getiriyor. Kentsel dönüşüm aynı zamanda AKP iktidarının hegemonya projesinin önemli bir parçası. Çünkü AKP bu yolla sermaye çevrelerini mutlu edebilecek rant kaynaklarını gerektiğinde peşkeş çekmek üzere elinde tutmuş oluyor. Ayrıca ekonomik krizin ardından çokça övünülen istihdam artışında inşaat ve gayrimenkul sektörlerinin payı belirleyici düzeyde. Böylece işsizliğe karşı tepkilerin sönümlendirilmesinde kentsel dönüşüm önem kazanıyor. Fakat evleri yıkılacak emekçilerin isyan dinamikleri de bu noktada birikiyor. Bunun yanında neoliberal saldırganlık eğitim, barınma, su, ulaşım, enerji gibi temel yaşamsal hakları yıkımabir süreci derinleştirecektir. Sistemin yeniden yapılanmasının ikinci başlığı olan Kürt sorununda AKP’nin eskimiş projelerinin yerine yenilerini ikame etmesi lazım. Bu noktada AKP’nin iki taktiği olabilir: Birincisi olası bir emperyalist müdahaleye hizmet ederek, Kürt hareketine karşı bir uluslararası blok oluşturulması. Türkiye’nin Suriye’ye yapılacak emperyalist bir müdahaledeki konumu hem Kürt hareketinin Suriye kolunun zayıflatılması hem de emperyalistlerin desteğini kazanmak açısından belirleyici olacak. İkincisi, Kürt hareketinin kısa dönem ihtiyaçlarını karşıla-


yacak reformlar üzerinde Kürt hareketiyle uzlaşı sağlanması. Fakat, elbette “açılım” oyalamasının ardından ve Kürt hareketinin “demokratik özerklik” gibi iddialı projelerinin varlığında, Kürt hareketi az lokmaya tamah etmeyebilir. Bu yüzden AKP, Kürt sorununun çözümüne dair sus payları vermektense, emperyalizmin desteğini kazanarak PKK’yi sıkıştırmaya yönelik daha saldırgan bir politikayı benimseyebilir. Bu durumun bir sonucu olarak AKP, anayasa gündeminde Kürt hareketinin desteğini almaya uğraşmaktansa, CHP içerisindeki çatlaklara güvenerek örneğin CHP içerisindeki DP kökenlileri 330’a ulaşmak için kullanabilir. Elbette Kürt hareketinin yapacağı müdahaleler AKP için ciddi sorunlara kapı aralayacaktır. Sistemin yeniden yapılanması, sistemi idare edecek alternatif bir partinin henüz var olmadığı koşullarda, AKP’nin kalıcılığına ve kendini yenilemesine ihtiyaç duymaktadır. AKP’nin kalıcı olması için sermaye birikimini devam ettirebilmesi ve Kürt sorununda çözümler üretebilmesine bağlıdır. Fakat bu konuların dışında da AKP’nin toplumsal rızayı sürekli sağlayabilmesi gereklidir. Bunun için 12 Haziran seçimleri AKP’nin uzun dönemli bir iktidar ya da istikrar anlamına gelen 2023 yılı için rıza topladığı bir içerikte geçti. AKP’nin aldığı %50 oranındaki oy anayasa gündeminde tasarlanandan farklı bir yol izlenmesini gerektirse de en azından Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı rahat bir hedef olarak görülüyor. AKP’nin milliyetçi-İslamcı yöneliminin bir seçim taktiği değil farklılaşan yoğunlukta sürdürülecek bir rejim tesisi olduğu altının çizilmesi gereken önemli bir nokta.

(

Başta Ankara olmak üzere birçok kentte gelişen eylemler biçim ve içerik açısından hak mücadelelerinin karakteristik özelliği olan “hesap sorma” eylemleridir Sistemin yeniden yapılanması, devlet aygıtının neoliberal yenilenmesini beraberinde getiriyor. Bunun için yeni bakanlıklar açılırken, bakan yardımcılığı adıyla yeni bir mevki ortaya atıldı. Yeni bakanlıklarda kadın isminin çıkarılması gibi eril düzenlemeler olduğu gibi büyük oranda sermayeye alan açmaya yönelik düzenlemeler mevcut. Kalkınma Bakanlığı GAP gibi projelerin sürdürülmesinde, Çevre, Orman ve Şehircilik Bakanlığı kentsel dönüşümde görev alacak. Bakan yardımcılıkları büyük oranda sermaye çevrelerinden üyeler tarafından doldurulacak. AKP’nin milletvekilleri yine devletin neoliberal yenilenmesine paralel biçimde sermaye çevrelerine yakın ve “iş bitirici” isimlerden oluşuyor. Yine, başbakanın danışmanlarının milletvekili yapılması parti içerisindeki “projeciliğin” ön plana çıkarıldığının bir işaretidir. Özetle, idari kadrolarda ve yönetim yapılarında gerçekleşen değişim, merkezi idareyi zayıflatmadan, sermayenin idareye katılımını artıran bir yönetişim biçimi olarak tarif edilebilir. Yukarıda seçimlerin egemenler açısından anlamının sistemin yeniden yapılanması olduğu ifade edildi. Sistemin

yeniden yapılanması hem burjuva siyasetin sürdürülebilirliği açısından hem de AKP’nin hegemonya projesinin başarısı açısından önem taşıyor. Bu yaklaşım seçimlerin sadece oy dağılımı veya milletvekili sayısı gibi görünür sonuçlar üzerinden değil, alttan işlemekte olan sistemsel ihtiyaçlar açısından değerlendirilmesi gerektiğini tartışmaktadır. Yazının geri kalan bölümünde seçim sonuçlarının veriler üzerinden nasıl okunması gerektiğine dair bir yorum sunulacak.

Seçimleri kim kazandı, kim kaybetti? AKP en temelde, sistemin yeniden yapılanmasına yeni bir soluk getirdiği için seçimin başarılı öznesiydi. Orta Anadolu, Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerindeki neredeyse tüm şehirlerde AKP’nin seçim oranları arttı. Güneydoğu’da kaybedilen oylar İç Ege’de kazanılan oyların bir bedeliydi, ki bu yüzden de AKP’nin Kürt illerine yönelik stratejisi bir başarısızlık olarak düşünülmemeli. AKP’nin oyların çok büyük bir kısmını topladığı bu bölgelerde CHP birkaç ilçe dışında birinci parti olamadı. Bu ilçelerse genelde Alevilerin yoğunlukta olduğu ve geçmiş seçimlerde de CHP’yi desteklemiş olan ilçelerdi. Hopa ise toplumsal muhalefete yönelik saldırının Hopa’ya yapılmışçasına sahiplenilmesi açısından AKP’nin tek ciddi başarısızlığı olarak düşünülebilir. Hopa’nın tercihi Türkiye’de devrimci siyasetin ne denli etkili olabileceğinin tarihsel bir örneği olmuştur. AKP’nin %50 oranında oy almasının en önemli sebeplerinden biri olarak diğer sağ partilerin oylarındaki düşüş gösterilebilir. AKP’nin milliyetçi ve İslamcı duyarlılığı kontrol etmek için sarf ettiği çaba kuşkusuz bu durumun ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Öte yandan Muhsin Yazıcıoğlu ve Necmettin Erbakan’ın ölümüyle ortaya çıkan sağ partilerdeki liderlik sorunu oy düşüşüne önemli bir etkide bulunmuştur. Bununla birlikte en önemli sebeplerden biri AKP’nin taban örgütlenmesinin genişlemesi ve diğer sağ partilerin tabandaki etkisini sınırlandırmasıdır. Bu durum İslamcılığın tabanında önemli bir dönüşüme işaret etmekte (örneğin profesyonelleşme) ve sağ partilerin sadece seçimlerde değil, politik alanda ve toplumla kurdukları bağlar açısından da yenilgiye uğradığını göstermektedir. Bu durum AKP’ye sağdan alternatifin çıkması gibi bir olayı hayli erteletmiştir. CHP’nin %30’luk seçim hedefi, Türkiye’de sol-sosyal demokrat potansiyelin sınırlarında bir oy almayı gerektiriyordu. Bu hedef, Kılıçdaroğlu CHP’sinin sınanmamış olması, taban çalışmasının, örgütsel yapının ve örgütlenmenin zayıflığı ve CHP’nin yükünü taşıdığı gelenekten dolayı başarılamadı. Hedeflenin altında kalmak ve özellikle Ege bölgesinde AKP’nin oylarını artırması, CHP içerisindeki çekişmeleri beraberinde getirdi. Bu çekişmenin içerisinde Baykal-Sav çizgisinin güçlenmesi seçim sonrasında CHP’nin Kürt sorunu, demokrasi, sosyal haklar konularındaki politikalarının daha geri bir çizgiye çekilmesiyle sonuçlanabilir. CHP’nin 2007 seçimlerine kıyasla oylarını %5 oranında artırması parti içi bütünlüğün sağlandığı koşullarda bir başarı olarak tartışılabilirdi. Nitekim CHP’nin işsizlik ve yoksulluğa vurgu yapan politik söylemi işsiz ve yoksul sayısının fazla olduğu illerde kısmi bir karşılık bulmuştur. Örneğin Hatay, Adana ve Osmaniye hattında CHP oylarını 2007 genel seçimine kıyasla %7 civarında artırabilmiştir. Bu illerin Tarsus, Anamur, Silifke, Seyhan, Çukurova gibi tarımsal işsizliğin yoğun olduğu ilçelerinde CHP birinci parti olarak çıkmıştır. Çanakkale ve Zonguldak’ta CHP’nin oy artışı %13 civarındadır. AKP’nin Ege bölgesindeki kalesi olan Denizli’de CHP, oyunu %9 oranında artırabilmiştir. Bursa ve Balıkesir’de sırasıyla %6 ve %9’un üzerinde oy artışı vardır. Fakat sözü edilen illerdeki oy artışının büyük kısmı 2007-2009 yılları arasında ekonomik krizin etkilerinin daha yoğun olduğu bir dönemde gerçekleşmiştir. 2009-2011 döneminde CHP’nin bu illerdeki oy artışı yavaşlamıştır. CHP’nin yaptığı şey işsizliğe ve yoksulluğa dair gelişen tepkilerden yararlanmayı sürdürmek ve MHP’nin özellikle Ege bölgesinde gerilemesinden faydalanmak olmuştur. Fakat resmin öte yüzünde AKP’nin işçi bölgelerinin çoğunda oylarını artırarak birinci sırada çıktığı görülmektedir. CHP’nin bu bölgelerdeki oy artışı AKP’nin gerisinde devrimci gençlik

11


ler. (Örneğin yumurta eylemleri) Bu yüzden Hopa’dan açığa çıkan hesap sorucu eylemler, AKP’yi yaralayan ve öfkelendiren pratik etkilere yol açabilmiş, AKP’nin seçim zaferinin zayıf noktasını işaret etmişlerdir. Solun seçim sürecindeki azımsanamayacak başarısı Hopa’dır. Seçimlere bel bağlayan sosyalist partilerin yenilgisi, seçim politikalarının yanlışlığının yanında, sokaktaki atıllıklarıyla açıklanabilir. Onlar uyuyan devin ancak sokağın onu sarsmasıyla ayağa kalkabileceğini görememektedir.

Genel değerlendirme

kalmaktadır. Örneğin, 2009 yerel seçimlerine kıyasla, Kocaeli’de AKP’nin oy oranları artarken CHP düşüş göstermiştir. AKP’nin birçok işçi havzasındaki oy oranları Türkiye genelindeki oy oranının da üzerine çıkmıştır. Gebze’de AKP’nin oy oranı %56,8’e; Kağıthane’de %55’e; Tuzla’da %51,5’e; Karadeniz Ereğlisi’nde %50,7; Esenyurt’ta ise %48,5’e ulaşmıştır. MHP, 2009 yerel seçimleri öncesindeki etnik çatışma düzleminin yokluğunda AKP ile milliyetçilik yarışına girememiş, Ege Bölgesi’nde ve özellikle Bursa, Sakarya ve Denizli’de önemli oranda oy kaybetmiştir. 2009 yerel seçimlerinde MHP’nin kazandığı illerden Manisa, Adana, Osmaniye, Uşak ve Kastamonu’da AKP ikinci partiye fark atarak en fazla oyu almıştır. MHP’nin başarı kazandığı iller Iğdır ve Bahattin Akşit’in aday gösterildiği Bilecik olarak sayılabilir. BDP, 2007 seçimlerine kıyasla oylarını %1,4 artırarak meclise 36 milletvekili soktu ve böylece seçim barajını bir ölçüde işlevsizleştirdi. Kürt hareketi seçim politikasını bir ulusal hareket perspektifi içerisinde belirleyerek, bu ulusal hareketin gerici öğelerini de aday gösterdi. Bu durum Kürt toplumunun realitesi düşünüldüğünde anlaşılabilir ve aynı zamanda hareketin sekülerliğini sekteye uğratmayan bir durumdur. Çünkü Kürt hareketindeki seküler politik eğilim, kadın hareketinin ön planda olduğu, aydınlanmacı pratikleri hayata geçiren ve Siyasal İslamcılıkla hesaplaşan bir mücadele içerisinde süreklilik kazanmıştır. Fakat İslamcı adayların hareketin politikasına kendi renklerini katması zor olduğu gibi aynı zorluk sosyalist adaylar için de geçerlidir. Ulusal birlik planı kapsamında politika üreten Kürt hareketinin ağırlığı altında, Blok adayı olarak meclise giren sosyalist adayların emeğin gündemini meclise taşıma noktasında gösterecekleri istikrar kırılgan olabilir. BDP’nin seçim başarısı sivil cuma namazlarından, serhildanlara ve demokratik çözüm çadırlarına kadar Kürt halk hareketinin kendisini iktidar karşısında birçok farklı biçimde ifade etmesinin sonucudur. Partinin kendi kitlesiyle kurduğu organik bağlar, Kürt siyasal hareketinin meclisin ötesine uzanan bir siyaset anlayışını gerçekleştirebildiğini gösteriyor. Blok’un meclisteki “gerçek muhalefet partisi” olma iddiası, onun toplumsal tabanıyla kurduğu organik ilişkiye ve siyaset alanını çok yönlü kullanabilmesine dayanıyor. Ayrıca Blok’un ülke gündemi itibariyle de güçlü bir muhalefet odağı olacağı bilinmelidir. Anayasa tartışmaları ve Kürt sorununun acilleşen çözüm ihtiyacı, BDP’nin meclisteki ağırlığını artıracak ve AKP’nin temkinli olmasına yol açacak gibi görünüyor. Seçimler sol açısından başarısızlık değildir. Koşullar sol içinde geniş zaman diliminde politik ortaklıkların kurulmasına izin vermese de eylem ortaklıkları kurulabilmektedir. Bu eylem ortaklıklarından AKP’yi zayıflatmak açısından en etkili olanı Hopa olaylarının ardından gelişen süreç olmuştur. Başta Ankara olmak üzere birçok kentte gelişen eylemler biçim ve içerik açısından hak mücadelelerinin karakteristik özelliği olan “hesap sorma” eylemleridir. Hesap sorma eylemleri güçlü bir meşruiyetin üzerinden gelişebilir-

12

devrimci gençlik

Genel seçimler toplumun tercihlerinin dönemsel bir kesitini görebilmek adına önemlidir. Bu kesite bakarak toplumun sosyolojik değişimine dair ipuçları yakalanabilir. Bu ipuçları da toplumun siyasal hareket ve partilerin politikalarına gelecekte nasıl tepki verebileceğine dair bir önseziyi elde etmeyi sağlar. Bu ipuçlarının bir kısmı şu şekilde sıralanabilir. 1. Seçmenin iktidara bağımlılığı çeşitli biçimlerle sürdürülebilmektedir. Liderlik otoritesinin özellikle etkili olduğu milliyetçi ve İslamcı taban, iktidara bağlarını Tayyip Erdoğan gibi isimler üzerinden sağlayabilmektedir. Seçimlerde istikrar söyleminin kazandığı rıza, bu istikrarı korumanın gereği olan toplumsal muhalefeti bastırmaya yönelik anti-demokratik uygulamaların “istikrarın yan etkisi” olarak kabullenmesine yol açabilir. Toplumun otoriterleşen bir iktidara bağımlılığı toplumsal muhalefet için tehlike çanlarını çalmaktadır. 2. AKP’nin “kriz bizi teğet geçti” söylemi toplumun gözünde geçerliliğini korumaktadır. Yoksullar ve zenginler arasındaki gelir farkının gittikçe açılmasına rağmen, yoksulların tepkisi politikleştirilememektedir. AKP’nin işçi havzalarında kazandığı başarı, işçilerin ekonomik kalkınmanın kendilerine fayda sağlayacağına dair umudun hala sürdüğünü işaret etmektedir. Fakat AKP’nin yoksul ve işçi kesimlerinden aldığı oy daha fazla bu kesimlerde ideolojik tavrın sınıfsal tavra kıyasla daha belirleyici olduğunu göstermektedir. 3. CHP’nin yoksulluğa ve işsizliğe vurgu yapan söylemi güven, olgunlaşamama ve örgütsel sorunlar yüzünden beklediği etkiyi yaratamamıştır. Kısa dönemde bu etkinin yaratılamaması parti içi muhalefetin eline CHP’yi daha geri bir politik hatta çekmek için koz vermiştir. Seçimlerde CHP’nin aldığı oylar çok büyük oranda CHP’nin geleneksel sosyal demokrat kitlesinden gelmektedir. Bu konuda CHP, AKP’nin aksine, toplumun yoksul kesimlerini örgütleyecek bir toplumsal hareket olamamanın sıkıntılarını çekmektedir. Bu sorun kısa zamanda çözülemeyecek yapısal bir sorun olarak CHP’nin önünde durmaktadır. 4. AKP’nin milliyetçiliğe dönük atağı MHP’yi baraj altında bırakmaya yetmese de MHP’yi yıpratabilmiştir. Fakat gerek anayasa gerek Kürt sorunu gibi gündemlerde MHP’nin mecliste ve kamuoyunda CHP ve AKP’ye kıyasla daha farklı, ideolojik karakteri daha belirgin bir politika izleyebileceği söylenebilir. Bu durum, parti içi çatışmalar yatıştırıldığında, MHP tabanında kısmi bir toparlanmayı beraberinde getirebilir. MHP tabanının faşizme yaslanan ideolojik tutarlılığı politik yalpalamalara fazla prim vermemektedir. 5. Kürt hareketi seçim sürecine kendi dinamizmini katarak Blok adaylarını seçtirmiştir. Milletvekillerinin sahip olduğu militan taban desteği onların 36 sayısının üzerinde bir politik güce sahip olabileceğini göstermektedir. Sosyalist kimlikli isimlerin Blok içerisinde yer alışının Blok’un politikasına nasıl bir etkide bulunacağı belirsiz olsa da, sosyalistlerin popüler imajı, Kürt hareketinin “Türkiye hareketi görüntüsü” vermesi açısından işlevli olmuştur.

Son söz AKP seçimlerde, neoliberal-otoriter sistemin yeniden yapılanması için gerekli toplumsal “rızayı” kazandı. Bu gidişat, Türkiye toplumunun politik yönelimleri radikal olarak değiştirilmeden durdurulamayacak. Gelecek seçimlerde AKP’nin oy kaybetmesi gündeme gelse dahi AKP kökleri sağlam bir statüko gücü olarak varlığını sürdürecek. Toplumsal muhalefet için gidilecek yol AKP’nin toplumsal bağlarının sokakta koparılması, neoliberalizmin yarattığı mağduriyetin politikleştirilmesidir.


YÖK

PUSULA SERMAYE HEDEF ÜNİVERSİTE (

AKP, önümüzdeki dönem, üniversiteleri gerici politikalarına tampon olarak kullanmanın yanında; sermaye için bilgi ve işgücü sağlayıcısı; uluslararası yükseköğretim pazarına entegre olmuş bir piyasa kurumu haline getirmeyi hedeflemektedir ‘’2011 seçimlerinden sonra, biz, yeni anayasada bunun reforme edilmesini rahatlıkla gerçekleştirebiliriz. Birlikte oturup, konuşup, değerlendirerek bunu yapabiliriz. Yeter ki 2011 sonrasını hayırlısıyla görelim, bunun da adımını atalım, çünkü böyle bir reforma YÖK’te şiddetle ihtiyaç var.’’ (Tayyip Erdoğan’ın TOBB Türkiye 6. Ticaret ve Sanayi Şurası’nda sermayedarların alkışlarını alan sözleri.).

A

KP iktidara geldiği günden bu yana -özellikle Yusuf Ziya Özcan’ın YÖK başkanlığına atanmasından sonra- üniversitelerin neoliberal-piyasacı dönüşümünü sağlamak üzere kat etmesi gereken yolun bir hayli gerisinde kaldı. Bu durumun üç temel nedeni var: İlki AKP piyasalaştırma sürecine yeterli derecede ağırlık vermeyerek üniversitelerde kadrolaşmasını sağlamaya ve hâkimiyetini güçlendirmeye öncelik verdi. Rektörlüklerden dekanlıklara ciddi bir kadrolaşma sağlayarak bunu başardığını söyleyebiliriz. İkincisi ilkiyle ilişkili olarak; AKP, üniversiteleri hegemonyasını sağlamada araçsallaştırdı. Üniversiteleri gerici politikaları doğrultusunda kullanmaya, piyasalaştırma politikalarına oranla daha fazla eğildi. Türban konusu bunun örneklerinden biri. Son olarak, eğitimin paralılaştırılması ve sermayeye peşkeş çekilmesinden, akademisyenlerin güvencesizleştirilmesine kadar giden kapsamlı piyasalaştırma saldırısına, öğrenci hareketinin ve akademisyenlerin karşı koyma potansiyelidir. AKP’nin korkusunun yersiz olmadığı 2009 yılında kalkıştığı harç zammı girişiminin öğrenci hareketi duvarına çarpmasıyla görüldü. Tayyip Erdoğan da var olan piyasalaştırma girişimlerinin (1) neoliberal bir yükseköğretim modeli için yetersiz olduğunu ve tek tek uygulamaların bir yerde tıkandığını, geniş kapsamlı yapısal değişiklikler gerektirdiğini biliyor. Zaten sermayenin ve İMF-DB gibi kuruluşların raporları ve açıklamaları yıllardır bunun için basınç oluşturmaktadır. MÜSİAD Başkanı Ömer Cihad Vardan’ın üniversiteler için ‘İş hayatına dışarıdan bakan, ürettiği teknolojiyi artık ticarileştiremeyen bu klasik anlayış artık değişmelidir.’(2) sözü Türkiye’de sermayenin YÖK reformu çağrılarının sadece bir örneği. Ve Tayyip Erdoğan’ın 2011 seçimleri sonrası için girişte alıntıladığımız cümleyle ‘tam zamanı’ demesinin nedeni seçim sonrasının kendi ağzıyla ‘ustalık dönemi’ olması ve serma-

yenin yoğun baskısıdır. Bu ustalık dönemini devasa bir piyasalaştırma saldırısıyla (seçim propagandasında kullandığı çılgın proje milyarlarca dolarlık kentsel rant sağlıyor) karşılamaya hazırlanan AKP üniversitelere de bu saldırıdan nasibini vermeyi planlıyor. Tayyip Erdoğan’ın vaat ettiği yeni anayasada YÖK’le ilgili değişiklikler önemli bir yer tutacak. AKP’nin “YÖK’te reform, YÖK’ün yetkilerini azalttık. Üniversite yönetiminde demokrasiyi hakim kıldık” gibi söylemleri sloganlaştırarak hem üniversitelerin piyasacı dönüşümünü sağlamasını, hem de bunu pişkince ‘darbe kurumunun’ yetkilerini azaltmak diye kodlayarak tersten okutması ve olası referandum kampanyasını parlatmasını da bekleyebiliriz. Yani önümüzdeki dönem, üniversiteleri gerici politikalarına tampon olarak kullanmanın yanında; sermaye için bilgi ve işgücü sağlayıcısı; uluslararası yükseköğretim pazarına entegre olmuş bir piyasa kurumu haline getirme amacındaki AKP ile öğrenci hareketi arasında dişe diş bir mücadeleye gebe.

Reformu çözümlemek için ön bilgiler İngiltere ve Almanya’da önce okullaşma oranlarının yüksek oranlarda artış gösterdiği, ardından büyüme ve çeşitlenmenin sağlandığı, daha sonra kalite güvence sistemlerinin kurulduğu görülüyor .(3) Bu adımlarla birlikte yavaş yavaş yükseköğretimin kamusal niteliği yok olurken devlet sadece kredi veren bir konuma çekiliyor. Yükseköğretimde temel politikalar sermaye faydası gözetilerek ve sermaye temsilcilerinin de yönetişim sistemleriyle (mütevelli heyetleri, ulusal/uluslararası kalite güvence kurumları) müdahil olduğu bir süreçle belirleniyor. YÖK de bu doğrultuda bir açıklama yaparak son yıllarda Türkiye’de üniversite sayısının 6 kat artış gösterdiğini ancak gerekli değişikliklerin yapılamadığını belirtti. Mantığını yükseköğretimi bir uluslararası pazar olarak gören sermayeden, içeriğini de DB, İMF raporları ile Bologna Süreci’nden alan YÖK, reform çalışmalarına yoğunlaştı. YÖK’ün reformuna yön veren metinlerden olan Dünya Bankası’nın Türkiye yükseköğretimine dair hazırladığı 2007 yılı raporuna YÖK’ün açıklaması doğrultusunda göz atmak reformun muhtevasını kavramak açısından yol gösterici ola-

devrimci gençlik

13


caktır: (Önceki sayılarımızda değindiğimiz bu raporu bugünkü tartışma açısından gerekli gördüğümüz için tekrara düşmek pahasına değerlendiriyoruz. DG) Öğrencilerden alınan katkı payları yetersizdir, eğitim ücretli olmalıdır, bunu karşılayamayanlar için borçlandırmaya dayalı burs, kredi sistemi kurulmalıdır. Mesleki eğitim iki ayaklı olmalı. Sadece pratiğe önem veren kurumların yanında, üniversite dışı özel eğitim kurumları da mesleki eğitimin bir parçası olmalıdır. Üniversiteler farklı alanlarda uzmanlaşmalı. YÖK kalite güvence sistemi kurulmasını sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılmalı, her okula farklı kalite standartları belirlenmelidir (MYO’larına istihdam sayısı gibi). Özel sektörün yükseköğretimdeki payı artırılmalıdır. Yüksek öğretim kurumları daha fazla özerkliğe sahip olmalı ama hesap verebilir olmalıdır (Bütçe kullanımı, kaynak yaratma, personel sayısı, personel kıdemi belirleme). Üniversitelere performansa göre bütçe verilmelidir. Yükseköğretim kurumları iş dünyasının ihtiyaçlarını karşılamalı. YÖK tarafından Mart 2011’de ‘Yükseköğretimin Yeniden Yapılandırılmasına Dair’ yapılan açıklama yukarıda özetini verdiğimiz raporla belirgin bir uyum içerisindedir. Reformun 5 Temel ilkesi olarak; çeşitlilik, kurumsal özerklik ve hesap verebilirlik, performans değerlendirmesi ve rekabet, mali esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı ile kalite güvencesi gösterilmektedir. Bu yazının amacı bu veriler ışığında planlanan reformu: 1. Türkiye’nin küresel yükseköğretim pazarında rekabete dayalı bir konum elde etmesi, 2. Yükseköğretimde yönetimsel ve kurumsal değişikliklerin anlaşılması, 3. Piyasanın ve AKP’nin yükseköğretimden beklentisi başlıkları altında değerlendirmektir.

Hedef: Uluslararası yükseköğretim pazarı ve rekabet tohumlarının artık yeşermesi

( 14

Neoliberalizmin dünya genelinde yerleşiklik kazanmasına paralel olarak üniversiteler açısından bilginin metalaştırılması olarak okunabilecek bir süreç işlemektedir. Yükseköğretim bu süreçte küresel bir pazar olarak yeniden tanımlanmıştır. Üniversiteler de bu pazarda rekabet eden veya etmesi gereken kurumlar olarak kodlanmaktadır. Türkiye’nin de dahil olduğu Bologna süreci; bu rekabet ortamında Avrupa’nın, Avrupa Yükseköğretim Alanı’nı (AYA) oluşturarak ABD, Kanada gibi yükseköğretim pazarının tekeli konumundaki ülkelerle yarışabilmesi için planlanmıştır. Bilgi İletişim Teknolojileri gibi sürekli değişip güncellenen sermayenin en büyük yatırım alanları; küresel ölçekte bir rekabet doğurmakta, şirketler üniversitelerle kurdukları ilişkiler sayesinde bu rekabette konumunu güçlendirebilmektedir. Bu durumda üniversiteler sermayenin ‘farklı bir şey’ pazara sürebilmesi için bilgi üretmeye (bilgi patentlenen ve satılan bir meta haline gelmiştir) zorlanmaktadır. Yükseköğretim yukarıdan aşağıya rekabet etme ve girişimcilik mantığıyla dönüşmektedir(üniversiteler arası rekabet, sonra öğrenciler arası rekabet, akademisyenlerin kendi içlerindeki rekabet)YÖK’ün, rekabetin kurumsal düzlemini

Türkiye diğer ülke üniversiteleriyle rekabet konumunu yapısal değişiklikleri yaparak güçlendirmeyi ve özellikle üniversitelerin gerici yapısına da kolay uyum sağlayacak olan Asya ve Afrika’daki öğrenciler için bir cazibe merkezi olmayı planlıyor.

devrimci gençlik

oluşturan kalite güvence sistemini reformun baş köşelerinden birine oturtması bu yüzden tesadüf değildir. Son dönemde YÖK reformuna dair basında yer alan haberler ve YÖK’ün kalite güvencesini temel alarak reformun yapılacağını açıklaması bunun göstergesi. Küresel yükseköğretim pazarında Avrupa’nın bir yandan eğitimi satarak kar eldesini, bir yandan da bu pazarda yüksek bir cazibe yaratarak beyin göçünü Avrupa’ya çekmeyi amaçlayan Bologna Süreci’nin, önemli kurumsal ayaklarından birini sözünü ettiğimiz kalite güvencesi oluşturuyor. Yükseköğretim kurumlarının kıyaslanabilmeleri, kalite güvence sistemleri ile olanaklı hale getirilerek kurumlar birbiriyle rekabete itiliyor. Kalite güvence ajansları üniversitelerin bölümlerine, programları-

na vs. akreditasyon verme, onların performanslarını değerlendirme gibi görevlere sahip oluyor. Bu ajansların bir sonucu da üniversitelerin sermayeye ne denli hizmet verdiğini ölçmek. Böylelikle üniversitelere sermayeye sağladığı faydayla orantılı şekilde bütçe ayrılması temellendiriliyor. Üst düzlemde kurumlar arası rekabetin yanı sıra alt düzlemde de akademisyenlerin ve öğrencilerin rekabet ortamına itildikleri görülüyor. Reformla birlikte üniversitelerin yanı sıra üniversite bünyesinde halk faydası için bilim üretmesi gereken akademisyenler de bu rekabet ortamına çekilerek niteliksizleştiriliyor. Performansa dayalı ücretlendirmeyle akademisyenler sermaye için bilgi üretmeyi, ya da iş gücü yetiştirmeyi amaçlamak zorunda bırakılacak. Güvencesizleştirilen akademisyenler kamusal alanın dışına çıkacaklar, hatta Türkiye’de şu an geçerli olan, Teknoparklarda akademisyenlerin şirket kurmaya özendirilme çalışmalarını sekteye uğratan pürüzler yapısal değişikliklerle giderilip ‘girişimci akademisyenlerin’ önü açılacaktır. Yükseköğretim alanı kişilerin ‘kendi istihdam edilebilirliğine yatırım’ alanı olarak güncellenmektedir. Yani üniversiteliler bir yandan sermayenin nitelikli iş gücü ordusuna katılmak için yarışacaklar, bir yandan da sermaye bu alandan kar elde edecektir. DB yetkilileri de yayınladıkları raporda bunu işaret etmekte, Türkiye’ye eğitimi daha fazla paralılaştırmayı nasihat etmektedir. Bunun güvencesi olarak da kredi sistemini göstermektedir. Yani eğitimin maliyetini karşılayamayanlara kredi verilecek, neoliberalizmin can damarlarından bu krediler de yarattığı balonlarla sisteme can verecektir. Bu durum sadece üniversitelileri değil tüm halkı kapsamaktadır. Artık herkes bir yarış ortamındadır ve kendini bir adım öteye taşıyabilmek için Hayat boyu öğrenim programlarına dahil olmaya zorlanmaktadır. Hem bazı üniversitelerin hem de özel eğitim kurumlarının tekelinde şekillenen bu programlar Türkiye’de henüz olgunlaşmadı. AB’nin 2020’de yetişkin nüfusun %15’ini hayat boyu öğrenime katma hedefine karşın( AB Eğitim ve Yetiştirme 2020 programı), Türkiye’de bu oran erkekler için %1,4, kadınlar için yüzde %2,6’larda seyrediyor. (4) Son olarak, Sabah gazetesine mayıs ayında servis edilen bir habere göre özel üniversite açılmasının önündeki engeller de bu reformla kaldırılacaktır. Yani sermayenin vakıf üniversiteleri oyununun etrafından dolaşmasına artık gerek kalmayacaktır. Yusuf Ziya Özcan’ın dilinden düşürmediği ABD modeli yükseköğretimde dileyen herkes hiçbir üst düzey denetime tabi tutulmadan üniversite açabilmektedir, bu da yükseköğretimin tamamen serbest piyasaya göre şekillenmesi anlamını taşıyor. Bu durum eğitimdeki eşitsizliği artıracaktır. Yusuf Ziya Özcan’ın “Her yıl dışarıdan 22 bin öğrenci almayı hedefliyoruz” sözünde yukarıda anlatılanlar ayyuka çıkıyor. Türkiye diğer ülke üniversiteleriyle rekabet konumunu gerekli değişiklikleri yaparak güçlendirmeyi ve özellikle üniversitelerin gerici yapısına da kolay uyum sağlayacak olan Asya ve Afrika’daki öğrenciler için bir cazibe merkezi olmayı planlıyor.

Yükseköğretimde yapısal değişim Sabah gazetesinin haberine göre (5) YÖK ismi YDDK (Yükseköğretim Denetleme ve Düzenleme Kurulu) olarak değiştirilecek. YÖK, kalite güvencesinden sorumlu olacak ve üniversitelere akreditasyon verecek. İsveç, Finlandiya gibi benzer modellere bakarsak YÖK kamu üniversitelerine kalite güvence mekanizması olarak çalışabilir, özel üniversitelerin kalite güvence sistemi için de bir kalite güvence ajansı açılabilir. Abdullah Gül’ün de YÖK’ün düzenlediği uluslararası Kongre’de ‘ YÖK’ün akreditasyon vereceğini işaret etmesi YÖK’ün akreditasyon sistemini yöneterek müfredatlar ve programlar üzerindeki dinci gericilik ve sermaye çıkarları doğrultusundaki ‘belirleyiciliğinin’ devam edeceğini gösteriyor. Hem oluşturulacak kalite güvence sistemlerinde, hem en üstten en alta üniversiteler bünyesindeki mütevelli heyetlerine kadar oluşturulacak tüm yönetişim aygıtlarıyla sermaye, yükseköğretimin yönetimine doğrudan müdahil olacaktır. Reformun içerdiği üniversitelerin özerkliğinden kasıt sermayenin, AKP iktidarının çeşitli aygıtlarının (bakanlıkları, STK’ları, emniyet teşkilatı, yerel yönetim birimleri vs) üniversite yönetimine katılmalarıdır. Bunun meşruluğu da “sivil


Hem AKP’nin hem de sermayenin üniversiteden beklentisi çok

toplumun”, (sarı) sendikaların ve ÖTK’ların bu sisteme dahil olmasıyla sağlanmaya çalışılacak, bir nevi demokrasi maskesi takılacaktır. Tüm bu süreç neoliberalizmin ‘yerelleşme’ stratejisine uygun işleyecektir. Bu değişim AKP’nin yükseköğretimdeki yaptırım gücünü azaltacak gibi görünse de yönetişim aygıtlarında DPT, Milli Eğitim Bakanlığı, kadrolaştığı yerel yönetimler ve İslamcı sermayenin yer alacak olması aslında AKP’nin yükseköğretimdeki hakimiyetinin zayıflamayacağını gösteriyor. Ayrıca YÖK’ün de üniversiteler üzerindeki baskıcı rolü değişmeyecek, aksine üniversiteleri emniyet teşkilatının da yönetişim modeline eklemlendiği ve doğrudan üniversite yönetimine katıldığı daha şiddetli bir baskı-denetim mekanizması beklemektedir. Oluşan mütevelli heyetleriyle birlikte üniversiteler artık birer şirket mantalitesiyle yönetilecektir. Reformda belirtilen ‘mali esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı’ ibaresi de üniversitelerin en ufak kar alanlarını dahi zorlayarak kendi bütçelerini yaratmaları anlamına gelmektedir. Burada öğrencilerin maliyete katılmasının yanında, şirketlerle girilen işbirliği ve onlara sağlanacak olan bilgi ile nitelikli iş gücü de gelir olarak planlanacak. Bu noktada zaten transkript, öğrenci belgesi, yemekhanelerin ve kantinlerin piyasalaştırılması gibi başlıklarda önemli adımlar atılmış durumda. Geriye kalan son ve aslında en büyük adım harçlar. Bu piyasalaştırma dalgası içinde çok büyük harç zamları, bunun tamamlayanı olarak gelişmiş bir kredi sisteminin yapılandırılması önemli bir yer tutuyor. YÖK’ün uluslararası kongresinde devletin tamamen eğitimin maliyetinden elini çekmesi ve yavaş yavaş tüm giderleri üniversitelilere yıkacak bir model önerisi konuşuldu. (6) Sermayenin bu derece hakim olduğu bir yükseköğretim alanında, yapısal değişimler bununla da sınırlı kalmayacaktır. DB raporunun üniversitelerin farklı alanlarda uzmanlaşması, YÖK’ün de çeşitlilik dediği üniversitelerin üç şeye göre kapsamının belirlenmesi ve farklılık göstermesi demektir: İlki sermayenin ihtiyaçları gözetilerek, ikincisi siyasal iktidarın çıkarları doğrultusunda, üçüncüsü de metalaşan eğitimde doğalında müşteri olan öğrencinin talebine göre arz üreterek. Çeşitlilik kavramının en ileri örneği ABD Yükseköğretim sistemini incelediğimizde okulların dini ve seküler; kar amacı güden ve gütmeyen; kadın, erkek veya karma; yerel, etnik veya uluslararası; seçkinci veya açıköğretim; çevrimiçi, uzaktan veya kampüste gibi siyasal iktidarın toplumsal politikalarını destekleyen nitelikte ya da sermayenin çıkarları doğrultusunda yapılandığı görüyoruz. (7)

Yukarıda bahsedilen yapısal değişimlerle birlikte sermaye bir çok beklentisi olan yükseköğretim alanının yönetiminde söz sahibi olacak ve üniversitenin dönüşümüyle ilgili adımlar sermayenin de denetiminde gerçekleştirilecektir. Eski İTO başkanı Murat Yalçıntaş geçtiğimiz yıl ‘’Üniversite ve sanayinin koordineli çalışma yürütmesiyle birlikte üniversiteler hem sanayimizin ihtiyacı olan nitelikli personel yetiştirebilecekler hem de gerekli teknolojinin üretilip geliştirmesini sağlayacaklar’’ diyerek sermayenin üniversiteden beklentilerini açıklamıştır. Ayrıca Türkiye’de sermayenin ancak üniversitenin üreteceği bilgiyle küresel pazarda rekabet edebileceğini, mevcut durumun sermaye için yetersiz olduğunu söylemiştir. Türkiye’de üniversite-sanayi işbirliğinin en somut görüldüğü yerler teknoparklardır. Türkiye’deki teknoparklar sermayenin beklentilerini karşılamaktan uzak, ‘kuluçka’ denilen başlangıç düzeyindedir. Japonya örneğine bakarsak teknoparklar başlangıç, teknokentler bir üst aşama, tekno-stateler en üst aşamadır. (8) Yani üniversitelerin sermayeye bilgi transferi için atılacak daha çok adım vardır. Üniversiteler sadece ürettiği bilgiyi satmak üzerine değil, aynı zamanda sermayenin işgücünü karşılamak üzerine de bir dizi dönüşüme uğrayacak, üniversitelerin bir ‘köle pazarı’ olması sağlanacaktır. Sermayenin iş gücü ihtiyacı da ‘katmanlı bir yapıya’ sahip olduğu için (yönetici, pazarlamacı, reklam, üretim, teknisyen vs.) üniversiteler arasında farklar oluşacak, seçkinci üniversiteler ortaya çıkacaktır (mega üniversite). Bazı üniversiteler üst düzey teknoloji üretimi yapacak, çoğunluk ise pratik üzerine eğitim vererek işgücü sağlayacaktır. Ayrıca sermaye üniversite işbirliğinde sermayenin istediği ciddiyetle uygulanamayan staj çalışmaları katılaşacak, öğrenciler sermaye-üniversite arası daha güçlü birer köprü haline gelecek ve maliyetsiz emekleriyle sermayenin iş gücü ordusundaki konumları perçinlenecek. (“Staj sadece fotokopi çekmek değildir”Genç MÜSİAD Başkanı )(9) Mütevelli heyetleriyle şirketleşen üniversitelerin yönetiminde olgunlaşan ‘yeni yöneticilere’ sadece sermayenin değil AKP’nin de ihtiyacı vardır. Artık AKP’ye piyasalaştırmayı her alana yayacağı ve var olan piyasalaştırma uygulamalarını da en üst düzeye taşıyacağı politik kadrolar gereklidir (tıpkı Egemen Bağış, Ahmet Davutoğlu gibi) Mahallelerden partinin üst mekanizmalarına yerleştirilen kadroları bu işlevi karşılayacak vasıflara sahip olmadığından AKP, üniversiteler içinde ideolojisinin kitle tabanını yaratarak ve en hızlı şekilde donanımlı bireyleri AKP kurmayı olarak devşirmeye bakacaktır. Seçim sonuçlarından da güç alan AKP iktidarının eğitim, sağlık, ulaşım, barınma, enerji gibi başlıklarda bugüne kadar görülmemiş bir piyasalaştırma saldırısına hazırlandığı bir dönemdeyiz. Tüm bu piyasalaştırma uygulamaları AKP’nin gericiliği yaygınlaştırma çabasıyla birleşecek. Üniversiteler ise piyasalaştırma listesinin ilk sıralarında yer alıyor. AKP’nin ustalık dönemi icraatlarına karşı özellikle üniversite ayağında en önemli engel olan öğrenci hareketinin bu öngörülerle hareket etmesi gerekiyor. 1.San-Tez programı, 5746 Sayılı Ar-Ge faaliyetleri Desteklemesi Hakkında Kanun(2008), Teknogirişim Sermayesi Desteği, 2009 Hayat Boyu Öğrenme Strateji Belgesi, Türk Tasarım Danışma Konseyi’nin açılması, Teknopark sayısının 2009 38’e ulaştırılması 2. MÜSİAD Çerçeve Dergisi 53. Sayı Şubat 2010 sf. 5 3. SETAV- Yükseköğretimde Kalite Güvencesi sf. 16 4. TÜSİAD- 2050’ye Doğru Nüfusbilim ve Yönetim: Eğitim Sistemine Bakış 5. http://www.sabah.com.tr/Egitim/2011/04/20/iste-yok-reformu 6. TOBB Rektörü Yücel Altunbaşak, 4 adımda paralı eğitim modeli önerdi: 1. Devlet üniversitesi öğrencilerine o yılın eğitim ücreti çekle gönderilsin ve insanlarda eğitimin ciddi giderleri olduğuna dair bilinç oluşsun. 2. İlk sefere mahsus karşılıksız verilen çeklere geri ödeme yükümlülüğü gelsin. Yani devlet her öğrenciye kredi versin. 3. Üniversiteler eğitim ücretini kendisi belirlesin. 4. Aynı katkılar vakıf veya özel üniversitelere de yapılsın. 7. SETAV Yükseköğretimde Kalite Güvencesi ABD Yükseköğretim Sistemi 2010 sf. 47 8. Çerçeve Dergisi 37. Sayı sf. 48 9. Çerçeve Dergisi 37. Sayı sf. 115

devrimci gençlik

15


Kürt sorunu

(

KÜRT SORUNU NEREYE?

Kürt sorununda çatışmalı bir dönemin gelişmesinin yanında Kürt hareketi ile AKP arasında yeni anayasa etrafında karşılıklı kozların ortaya konduğu yeni bir pazarlık süreci gelişecek. YSK’nın Hatip Dicle’nin milletvekilliğini düşüren kararı ise AKP için yeni bir krizin habercisidir 12 Haziran seçimleri Kürt hareketinin hanesine başarı olarak yazıldı. Seçim sürecinde kurulan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku adayları ile seçimleri örgütleyen Kürt hareketi 2007 seçimlerinde elde ettiği meclisteki sınırlı gücünü neredeyse iki katına çıkardı. Meclise 36 milletvekili gönderen Kürt hareketi AKP iktidarını Kürtlerin yoğun yaşadığı yerlerde zayıflatırken Kürt halkının ana temsilcisi olduğunu egemenlere bir kez daha kanıtlamış oldu. Kürt hareketinin güçlenerek çıktığı seçimlerin ardından egemenlerin temel kronik krizlerinden Kürt sorununda hem Kürt hareketi hem de AKP iktidarı açısından yeni bir süreç başlıyor. Tayyip Erdoğan’ın seçimler sonrasında yaptığı konuşmadan da anlaşılacağı üzere AKP iktidarı önümüzdeki dönem temel siyasal stratejisini yeni anayasa üzerinden kuracak. Bu noktada Kürt sorununda çatışmalı bir dönemin gelişmesinin yanında Kürt hareketi ile AKP iktidarı arasında anayasa tartışmaları etrafında karşılıklı kozların ortaya konduğu yeni bir pazarlık süreci ihtimalinden de kuşku duymamak gerekir.

AKP’nin yeni Kürt düşmanlığı Kürt sorunundaki siyasal söylemini ırkçı-milliyetçi noktaya çeken AKP iktidarının bu çizgisi Tayyip Erdoğan’ın 30 Nisan ‘da Muş’taki seçim mitinginde “Kürt sorunu yoktur...” sözüyle cisimleşti. AKP iktidarı “açılım süreciyle” Kürt hareketini tasfiye etmeyi ve Kürt halkını cemaatlerin desteğiyle neoliberalizm ile bütünleştirmeyi hedeflerken her fırsatta “tek bayrak, tek millet, tek devlet” söylemine vurgu yapan Tayyip Erdoğan’ın mayasında-

16

devrimci gençlik

ki milliyetçilik belirginleşmeye başladı. AKP bir süredir merkez sağın birliğini sağlama ve önderliğini yapma stratejisini hayata geçiriyor. MHP’ye karşı referandum döneminde başlatılan etkisizleştirme taktikleri ve son dönemdeki kaset operasyonları ile AKP iktidarı milliyetçi kitlelerin Kürt sorunundaki tepkilerine dönük tepkilerine paralel söylemler geliştirdi ve tabanını genişletmiş oldu. AKP; TSK ile kurduğu mutabakat, ABD desteği ve Kürdistan Bölgesel Yönetimini de içine katmaya çalıştığı stratejisinde temel olarak Kürt özgürlük hareketini zayıflatmayı hedeflemektedir. Bu hedefini, Kürt halkının direnişi karşısında gerçekleştiremeyen AKP iktidarı son dönemde Kürt halkının siyasal temsilcilerini kirli savaş yöntemleri ile ezerek Kürt hareketini tasfiye etmenin hesaplarını yapmaktadır. Bu noktada AKP iktidarı Kürt halkı karşısında bölgedeki askeri ve siyasi operasyonların artırılmasından tutun da İslamcı-Türkçü kitlenin Kürt düşmanlığındaki motivasyonunu artıran söylemlerini kadar tüm yöntemleri deneyerek bu kesimi kendisine yedeklemeyi amaçladı. Bunların yanında AKP, liberal yazarlar ve yandaş basınla kurduğu ittifak ile Kürt hareketini sıkıştırmaya çalıştı. Basının özellikle Tayyip Erdoğan’ın Kastamonu’da seçim konvoyuna yapılan eylemin ardından Kürt hareketi içerisinde Ergenekon bağlantısı aramaya çalışan yayınları pek bir işe yaramadı. Tayyip Erdoğan ise seçim mitinglerinde “BDP, CHP, MHP ittifakı” sözlerine sürekli vurgu yaparak BDP’yi hedef aldı. Kürt düşmanlığını her geçen gün artıran AKP iktida-

rı bu misyonunu MHP’den devralmaya çalışmakta ve Kürt halkına karşı daha fazla saldırganlaşmaktadır. Diğer taraftan egemenlerin Kürt sorunundaki temel aldıkları “çözüm”, baskı aygıtlarının geliştirilmesinin yanında Kürt halkını İslamcı cemaatler eliyle düzene entegre etmeyi amaçlamaktadır. Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’daki seçim mitingi konuşmasındaki “Evet Kürt’sünüz, ama unutmayın aynı zamanda Müslümansınız, hatta her şeyden önce hepimiz, etnik kökenlerimiz ne olursa olsun Müslümanız” sözleri AKP’nin bölgedeki İslamcı güçlerle kurduğu ittifak ile Kürt halkının örgütlü gücünü tasfiye etmeyi planladığını göstermektedir. Bölgede geçtiğimiz aylarda başlatılan “Aile İmamlığı” projesi, ‘90’lı yıllarda Kürt halkına karşı devletin sokaktaki milis gücü olarak görev alan Hizbullahçıların salıverilmesi (Hizbullah bölgede AKP’ye destek vereceğini açıklamıştır) ve Kürt illerinde Siyasal İslamcı güçlerin sırtının sıvazlanması AKP iktidarının önümüzdeki dönem Kürt halkını gericilik saldırısıyla kuşatacağına işaret etmektedir. AKP iktidarı aynı zamanda Kürt halkı üzerindeki imha, inkâr ve asimilasyon politikasını sürdürmektedir. İktidarı süresince sürekli kendisinden önceki iktidarları suçlayarak Kürt sorununun AKP tarafından “çözüldüğünü” söyleyen Tayyip Erdoğan, balkon konuşmasında ifade ettiği “İnkâr da bitti, asimilasyon da bitti” sözleriyle Kürtler karşısındaki neoliberal asimilasyon politikalarını gizlemeye çalışmakta ancak başarılı olamamaktadır. AKP on yıla yaklaşan iktidarı döneminde devletin tüm olanaklarını ve


kirli savaş yöntemlerini kullanarak Kürt halkı üzerindeki imha, inkâr ve asimilasyona dayanan çizgiden ödün vermemiştir. Bu noktada AKP iktidarının asimilasyoncu çizgisinin sürdüğünün bariz kanıtı Kürt halkının “Anadilde eğitim” talebi karşısındaki inkârcı ve baskıcı tutumudur.

AKP’nin çözümü: Operasyon, tutuklama ve yasak

(

Egemenlerin Kürt sorununda son dönemdeki temel yönelimleri ‘90’lı yılların kirli savaş yöntemlerini aratmayan askeri operasyon ve baskı aygıtlarına dayanmaktadır. Cemil Çiçek’in geçtiğimiz aylarda bir gazetecinin sorusu üzerine söylediği “Devlet Kürt sorununda bugüne kadar ne yaptıysa şimdi de aynısını yapacak” sözleri ve Tayyip Erdoğan’ın operasyonların devam edeceğini ima eden “Asker, polis silah bırakır mı?” söylemi ile AKP iktidarı bölgedeki askeri operasyonların derinleştirilmesi için düğmeye basmıştı. Seçim sürecini, Abdullah Öcalan’ın da yadsınamayan etkisiyle, AKP ile pazarlık dönemi olarak gören ve açık kitle faaliyeti yürütmeyi amaçlayan Kürt hareketinin tek taraflı ateşkes taktiğine egemenlerin cevabı askeri operasyonların sürdürülmesi oldu. Profesyonel askerlik tartışmaları ile Kürt halkına karşı kirli savaşı özel savaş yöntemleri ile geliştirmeye çalışan AKP iktidarı bölgedeki askeri operasyonlarda vites arttırmış durumdadır. Kürt hareketinin aktif savunma pozisyonunda olduğu bu dönemde onlarca askeri operasyon gerçekleştirildi. Yüzlerce kişinin ölen gerillalara sahip çıkmak için sınırı aşarak PKK’lilerin cenazelerini alması, operasyonların ardından kitlesel cenaze protestoları ve esnafın günlerce kepenk kapatmasıyla Kürt halkının AKP iktidarına karşı öfkesinin tavan yaptığı görüldü. AKP iktidarı bölgedeki savaşı tırmandırmakta ve önümüzdeki dönem Kürt hareketine yönelteceği kapsamlı saldırganlığın hazırlıklarını yapmaktadır. Bölgedeki askeri hareketliliğin devam etmesi, ABD yetkililerinin yakın zamandaki Türkiye ziyaretleri ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile pek başarılı olunmasa dahi PKK’nin bölgede baskılanmaya çalışılması Kürt hareketine karşı başlatılan tasfiye operasyonunun önümüzdeki dönem derinleştirileceğinin sinyallerini veriyor. Bunların yanında son günlerde Fransa’da Kürt derneklerine yapılan baskınlar ve Suriye’de Kürt muhalefetinin tasfiye edilmesi üzerine kurulu ittifak arayışları, AKP’nin uluslararası arenada Kürt hareketini sıkıştırma operasyonlarına gireceğini göstermektedir. Özellikle KCK süreci ile başlayan tutuklama dalgaları Kürt halkının tümünü baskı altına almaya çalışan bir operasyona dönüştü. Polisin, özellikle askeri operasyonları ve tutuklamaları protesto eden eylemlere ölüme neden olacak şekilde saldırması AKP iktidarının Kürt halkına karşı ne kadar düşmanlaştığını göstermektedir. Bahar döneminden günümüze kadar geçen, Kürt hareketinin hareketli sürecinde binlerce kişi gözaltına alınmış, yüzlerce kişi tutuklanmıştır. Üniversitelerdeki Kürt gençlerine yönelik yapılan ev baskınları ve tutuklamalar ise neredeyse had safhaya çıktı.

Seçimlerde muhafazakâr-milliyetçi oyların kemik partisi konumuna yerleşen AKP iktidarının Kürt düşmanlığı gittikçe artmakta ve Kürt halkı ile AKP iktidarı arasındaki makas giderek açılmaktadır Kürt hareketinde yükseliş Kürt özgürlük hareketi bahar sürecine oldukça hareketli girdi. AKP iktidarının Kürt halkına karşı sürdürdüğü baskı, asimilasyon ve imha politikalarına karşı Newroz mitingleriyle yeni bir kitlesel çıkış yakalayan Kürt hareketi bu çıkışını sivil itaatsizlik eylemleri ve demokratik çözüm çadırları ile sürdürdü. AKP iktidarının Kürt sorunundaki temel İslamcımilliyetçi nirengini belirginleştiren ve Kürt hareketinde son yıllardaki en kitlesel siyasallaşma sürecini oluşturan bu eylemler YSK’nın Kürt halkının bağımsız milletvekili adaylarını veto eden kararının ardından yükselerek ilerledi. %10 barajının varlığı ile Kürt halkının temsil gücünü sınırlayan AKP son taktiğiyle Kürt halkının parlamentodaki gücünü engellemeye çalıştı. “Demokrasi ilahı” Tayyip Erdoğan’ın YSK’nın bağımsız adayları veto etmesi sürecinde ağzını bıçak açmaması Kürt hareketi karşısında önümüzdeki dönem nasıl bir politika izleneceğinin kanıtıdır.

Kürt özgülük hareketinin bu süreçte belirginleşen kayda değer birçok özelliğini vurgulamakta yarar var. Gerilla gücünü kullanarak egemenleri köşeye sıkıştırma kabiliyetini gösterebilen Kürt hareketinin bu dönemde sokaktaki kitle hareketinin gücü ve bu gücün siyasal etki alanı gittikçe artmaktadır. Birçok Kürt ilinde halkın yoğun olarak katıldığı sivil itaatsizlik ve demokratik çözüm çadırları kapsamındaki eylemleri ve AKP’nin asimilasyoncu imamlarını hedef alan “sivil Cuma”lara (1) kadar giden AKP karşıtı protestolar Kürt hareketinin son dönemdeki en etkili atakları oldu ve Kürt halkı eylemler kapsamında AKP karşısında yeni bir siyasallaşma sürecine girdi. Bu süreçte Kürt hareketinin AKP ve Kürt illerinde yıllardan sonra mitingler düzenlemeye başlayan CHP’nin seçim mitinglerinde tavrı bölgedeki asıl gücün kendisi olduğunu gösterdi. Özellikle CHP’nin Hakkâri mitingine Kürt halkının katılım göstermesiyle Kürt hareketi AKP’ye Kürt halkının tek temsilcisinin kendisi olduğu mesajını yollamış oldu. Tayyip Erdoğan’ın ise ardından CHP ile bayrak polemiğine girmesi ve bağımsız adayları hedef göstermesi milliyetçi yüzünün ne kadar belirginleştiğinin göstergesidir. Kürt hareketi yükselişini AKP’yi bölgede zayıflattığı seçimlerle taçlandırmış oldu. Seçim barajına rağmen bağımsız adayları meclise yollamayı başaran Kürt halkı AKP’nin neoliberal asimilasyon politikalarına teslim olmayacağını beyan etti. Kürt hareketinin önermesiyle kurulan seçim blokunun içerisinde sol-sosyalist öznelerin bulunması seçimlerin ardından, daha önce denenmiş olan, çatı partisi tartışmasını hızlandırdı. Kuşkusuz ki çatı partisi girişiminin birkaç krizli noktasını vurgulamak için parantez açmakta fayda var. Öncelikle Kürt hareketinin sosyalist güçlerle bütünleşme önerisinin masa başında yapılan hesaplar gerçekleşmeyeceği aşikardır. Diğer taraftan Kürt hareketinin “ulusal birliğin sağlanması” çerçevesinde sağcı, İslamcı ve Kürt burjuvazisinin bir kesimi ile kurduğu ilişki Kürt hareketi ile sosyalist hareketin buluşma zeminindeki temel handikaptır. Çatı partisi önerisi yapan Kürt hareketinin sosyalist hareket ile buluşma zemini yakalayabilmesi için bu noktada seçim yapması gerekmektedir. Kürt hareketi ile devrimci hareketin buluşma düzlemi ise halkların yeniden kardeşleşmesini hedefleyen sokak mücadelesidir. Bu dönemde Kürt hareketinin seçimlere dair taktiği Kürtlerin ulusal birliğinin sağlanması politikasının İslamcımuhafazakâr kimlikleriyle tanınmış isimlerin Kürt illerinden aday gösterilmesi oldu. Bölgede Kürt hareketine mesafeli yaklaşan İslamcı Kürtlerin desteğini almaya çalışarak bölgede AKP karşısında kırılma yaratmaya çalışan Kürt hareketi İslamcı-sağcı gelenekten gelen Altan Tan ve Şerafettin Elçi’yi Diyarbakır’dan aday gösterdi. (2) Kürt hareketinin bu noktadaki yaklaşımı bölgede Siyasal İslamcı hareketin varlığını meşrulaştırmakta ve önümüzdeki dönem Kürt halkına karşı geliştirilecek olan gerici saldırganlıkla Kürt hareketinin hesaplaşma düzlemini zorlaştırma ihtimali yüksektir.

Sonuç yerine… Kürt hareketi ile AKP arasında karşılıklı ataklar çerçevesinde yapılan pazarlıklar seçimlerin ardından da belirsizliğini sürdürmektedir. Abdullah Öcalan’ın pazarlık kapısını açık tutarak süre tanıması ve AKP cephesinde bu doğrultuda yaprak kıpırdamazken tersine Kürt sorununda giderek sertleşen açıklamalar yapılması önümüzdeki dönem krizli bir sürecin gelişeceğini gösteriyor. Şimdiden görünen o ki, seçimlerde muhafazakâr-milliyetçi oyların kemik partisi konumuna yerleşen AKP’nin Kürt düşmanlığı gittikçe artmakta ve Kürt halkı ile AKP iktidarı arasındaki makas giderek açılmaktadır. Dipnot: 1- Kürt hareketinin sivil Cuma eylemleri Kürt halkını AKP iktidarının asimilasyoncu politikalarına karşı geniş kitleleri katarak siyasallaştırsa dahi Kürt halkının İslamcı geriliğe karşı hesaplaşma sürecini geciktiren bir noktada durmaktadır. 2- Kürt hareketinin Diyarbakır’dan bağımsız aday gösterdiği Şerafettin Elçi ve Altan Tan sağcı İslamcı gelenekte ön plana çıkmış isimlerdir. Şerafettin Elçi 1978’de Adalet Partisi’nden milletvekilliği yaptı daha sonra CHP’ye geçti. Altan Tan ise 1990-91’de Refah Partisi’nin MYK’sında yer almıştır. Refah partisinin Güneydoğu’dan sorumlu önemli aktörleri arasındaydı. devrimci gençlik

17


orta sayfa

Pİyasacılığa ve faşİzme karşı

Dönüm noktası yaklaşıyor

(

18

Tarif edilen konjonktür, gençlik hareketinin mücadele koşulları açısından azami derecede zorlu ama aynı zamanda siyasi olanakların en fazla olduğu tarihsel bir anı işaret ediyor. Yaşanan konjonktürü her zamankinden değerli yapan şey piyasacılığa ve anti-demokratik uygulamalara karşı mücadele hatlarının eşgüdümlü olarak gelişebilmesinin koşullarının ortaya çıkmasıdır

devrimci gençlik

2010 yılının ikinci yarısı ve 2011 yılı, gençlik hareketinin ketlenmeler, yerellerin farklı sorunlardan muzdarip olmatoplumsal muhalefetin canlandırıcı ve en görünür öznesi sından ve eş zamanlı bir direnişin geliştirilememesinden olduğu bir dönem olarak tarihe yazıldı. Bu dönem birçok dolayı ülke gündemine müdahalede bulunamadı. açıdan gençlik kitlelerinin de-politizasyonuna, geleceksizleşKitle tepkisinin nesnel koşullarının üniversitede zayıf tirilmesine, disiplin altında tutulmasına ve piyasa kuralları- olmasının nedenleri hakkında birkaç temel unsuru hatırlatna boyun eğmeye zorlanmasına karşı biriken tepkilerin kit- makta fayda var: Örneğin gençliğin politikleşme seviyesinin lesel eylemlere dönüştüğü önemli bir birikim süreciydi. düşüklüğü, üniversitenin ne olduğuna dair sermayenin Genel anlamda daha güçlü devrimci eylemler için uygun tanımladığından başka bir tanıma sahip olmamak, buna bir toprak olan bu birikim süreci kendi içerisinde SBF bağlı olarak bir topluluk bilincine (üniversiteli) yabancı eylemleri, YGS ve internet filtresi protestoları gibi kırılma olmak, yaşam tarzını baskılayan unsurlara uyum göstereanlarını da barındırıyordu. “Kırılma anı” tabiri, yapılan bilmek ve bunlara “dokunmadan” kendi özgür yaşam alaeylemlerin yalnızca pratik sonuçları ve ilk anda görülebilen nını yaratabilme olanağına ve bu yaşam alanını sürdürebinedenlerinin ötesinde uzun bir birikim sürecinde tepkinin lecek yeterli ekonomik kaynağa sahip olmak ya da küçük niteliksel bir değişime uğramasını anlatmak için kullanıldı. tavizler vermeyi kabullenmek ve geleceğe dair motivasyoDaha açık olarak ifade edilirse, SBF eylemleri gençliğin de- nu korumak. politizasyonuna ve baskı altında tutulmasına, YGS protesSözü edilen nesnel koşullardaki yaşanan değişim, gençliği toları eğitim sisteminin çürümüşlüğüne ve geleceksizliğin daha fazla taviz vermeye ya da değişime uyum sağlayarak pekişmesine, internet filtresi eylemleri gençliğin disiplin altı- bağımlı hale gelmeye zorluyor. Bu yazının öne süreceği en na alınmasına dair aslında uzun yıllardan beri birikmekte önemli tartışmalardan biri artık bu birikim sürecinin bir kırılolan tepkilerin açığa çıktığı kırılma anları oldu. Bu eylemler mayı açığa çıkarabilecek kadar olgunlaştığı ve yakın dönemgençliğin birbirinden farklı ve uzunca bir süredir suskun de hayata geçirilecek olan üniversitenin yapısal dönüşümüolan kesimlerini harekete geçirdi. Yapılan eylemler bir baş- nün bu kırılmanın nesnel koşullarını hazırlamasının muhtelangıç ya da son değil, daha ileri hedefleri görebilmeyi sağ- mel olduğudur. Siyasal sistemin hızla otoriterleşmesi ve serlayan birer kırılma anı ve daha büyük bir birikim sürecinin mayeye açtığı alanı genişletmesine yönelik politikalar genparçası olarak algılanmalıdır. çliğin politikleşme düzeyini yükseltmekte ve yaşam tarzlarınGençlik kitlesinin toplam nüfustaki yüksek oranını ifade da küçük tavizlerden fazlasını talep etmektedir. Piyasacı ve eden “demografik fırsat” bilinmektedir ki egemenlerin fır- baskıcı uygulamalar gençliğin ortaklaşmış sorunları haline satıdır. Bu fırsatın gençlikteki yansıması değersizleştirme, gelmekte; gençliğin değersizleştirilmesi, yoksunlaştırılması, niteliksiz işgücüne savrulma, yoğun bir baskı altında disip- geleceksizleştirilmesinin vardığı boyutlar ve demokratik katılin edilme, geleceksizleştirmedir. Ve bu yansıma sistemin lım olanaklarının sınırlandırılması ortak sorunlar etrafında alternatif yollarla çözemeyeceği bir sorundur; çünkü gençli- “kolektif bilincin” ve bir adım ötesinde “üniversiteli bilinciğin “tehlike” ve niteliksiz işgücü anlamına gelmesi sistemin nin” oluşmasının zeminini hazırlamaktadır. kendisidir; geçici değil, kalıcıdır. Bu yüzden gençliğin sisteEşgüdümlü hareket min yapısal çıkmazlarına isyanı er ya da geç şiddetli ya da Türkiye egemenleri yaklaşık on yıldan beri yavaşlattıkları gizli biçimlerde açığa çıkacaktır. AKP’nin totaliter bir rejimi inşa etme süreci, geçen aylarda yaşanan birçok örnekte üniversitenin yapısal dönüşümüne dair projelerinin önemli görüldüğü gibi, demokrasi mücadelesi hattının gelişmesinin bir kısmını şimdi AKP’nin gerici ve piyasacı dönüşümüne önünü açmış; gençlik hareketinin, baskılara boyun eğme- yeni bir ivme katacak biçimde hayata geçirmek için adım yerek, AKP’nin karşısına dikilmesini zorunlu kılmıştır. atıyorlar. Bu adım tam da AKP’nin faşizminin ve merkezinGençlik hareketi AKP’nin anti-demokratik uygulamalarına de kentsel rant olan piyasacılığının daha ileri bir boyuta karşı gelişen birikimin itici gücüdür. Piyasacılığa karşı çizgi- taşınacağı bir süreçte atılıyor. Bu konjöktürün gençlik harenin yanısıra, gençlik hareketinin en önemli siyasal hatların- ketinin yükselişine katkıda bulunan unsurları şöyle sıraladan biri olan demokrasi mücadelesi, artık emekleme süre- nabilir: Politikleşme düzeyi görece yüksek bir gençlik kitlesinin varlığı, gençliğin sosyo-ekonomik durumundaki gericinden ayağa kalkmaktadır. leme, baskıcı ve piyasacı uygulamaların en ileri biçimiyle Gençlik kitlelerinin değişimi üniversiteye yönelmesi. Tarif edilen konjonktür, gençlik hareketinin mücadele Öte yandan, piyasa karşıtı mücadele anlayışını, bu anlayışın bin bir farklı yansımasını pratiğe döken gençlik hare- koşulları açısından azami derecede zorlu ama aynı zamanketi, henüz bir kırılma anına taşıyamadı. Geçen yıllardaki da siyasi olanakların en fazla olduğu tarihsel bir anı işaret harç zamlarına karşı verilen mücadelede ortaya çıkan kısmi ediyor. Yaşanan konjonktürü her zamankinden değerli canlılık, benzer örneklerle sürüp giden bir eylem dizisini yapan şey piyasacılığa ve anti-demokratik uygulamalara tetiklemedi. Bu durumun birçok sebebinden üniversiteye karşı mücadele hatlarının eşgüdümlü olarak gelişebilmesive devlet politikasına dair ikisinin altı çizilebilir: Birincisi, nin koşullarının ortaya çıkmasıdır. Mücadelede domino piyasalaştırma sürecinin bugüne kadarki görece temkinliliği. etkisi yaratan demokrasi ve piyasacılık karşıtı mücadelenin İkincisi piyasalaştırma uygulamalarına karşı gelişen eylem- eş zamanlı gelişimi Türkiye’de “üniversitenin devriminin” lerin kitle duyarlılığını uyandırmaya yönelik “öncü tepki” özsuyudur. eylemleri olması ve kitle tepkisine dönüşememesi. İki mücadele hattının eşgüdümünden (diyalektik ilişkisinYerellerde kitle tepkisini ortaya çıkarabilen ve yereli siya- den) yükselen bir gençlik hareketi, birkaç açıdan tek hattan sallaştırmada önemli başarılar kaydeden dönemsel hare- yükselen bir gençlik hareketinden ayrışmaktadır:


(

1. Eşgüdümlü hareket süreklidir. Eşgüdüm işler hale geldiğinde artık “öncü-tepkisel” eylemler ülke gündemine göre savrulmaktansa, diğer eylemleri tetikleyen bir işleve sahip olabilir. Piyasacılığa, anti-demokratik uygulamalara, gericiliğe karşı yapılan başka içerikteki eylemler birbirleriyle daha kolay bağ kurabilir ve birbirlerini etkileşim içerisinde geliştirebilir hale gelecektir. Bu eşgüdüm içerisinde, artık gençlik hareketi dönemsel yükselişler gösteren ve görünürlük kazanan bir hareket değil, gençliğin kemikleşmiş ve fikir birliğine varılmış sorunları üzerinde yükselen ve sürekli büyüme potansiyeline sahip bir hareket haline gelmektedir. 2. Eşgüdümlü hareket tekil sorunların arkasındaki yapısal sorunları açığa çıkarır. Bu eşgüdüm, gençliğin taleplerinin burslara zam ya da ÖTK toplantıları gibi birkaç küçük düzenleme ya da jestle geçiştirilemeyeceğinin, gençliğin üniversitelerde ve kendi sosyo-ekonomik koşullarında yapısal ve kapsamlı bir dönüşümü istediğinin kanıtlanmasıdır. Bu eşgüdüm içerisinde, gençlik hareketinin hareket noktası geçici talepler değil, gençliğin yerleşik ve yapısal sorunlarıdır. 3. Eşgüdüm, gençlik kitlelerinde hızlı bir politikleşmeyi ve bilinç yükselişinin olanaklarını artırmaktadır. Gençliğinin sorunlarının çok boyutlu, yapısal ve sürekli olduğunun algılanması, gençliği ortaklaştıran ve politikleştiren bir etkide bulunmaktadır. 4. Eşgüdümlü hareket yukarıda sayılan tüm özelliklerinin sonucu olarak öncü-tepkiyi, kitle tepkisine ve kitle-tepkisini devrimci gençlik hareketine dönüştüren süreçtir.

ve siyasi olanaklarla dolu döneme her zamankinden hazır olunduğunu gösteriyor. Öznel koşulların önemi, Türkiye’de demokratik öğrenci hareketinin bazı gelişme ve geri çekilme anlarındaki öznel koşulların rolü göz önüne alındığında daha iyi anlaşılabilir. Koordinasyon’da cisimleşen 95 gençlik hareketinin yükseliş noktası olan 20 Ekim 1995 Kızılay eyleminin ön gününde, gençlik hareketinin gündeminde üniversitenin piyasacı dönüşümü (TÜSİAD raporu), “savaş rejiminin” inşası, sivil faşist saldırılar ve ekonomik kriz vardı. Üniversiteye yönelen neoliberal saldırının ilk ciddi saldırısı (harçlara yapılması düşünülen yüzde 500’e yaklaşan zam) gençlik hareketinin meşru, militan, kitlesel çizgisinde gençliğin kitleler halinde buluşmasının önünü açtı. 20 Ekim eyleminin ardından gençlik hareketi yükselen enerjisiyle harç yatırmama eylemleri ve birçok yerelde işgal eylemleri düzenledi. Kazanılan kitlesellik ve meşruiyet kendisini 6 Kasım ve 20 Aralık (Hayal gücü 20 Aralık’ta Beyazıt’ta) gibi eylemlerde gösterdi. 29 Şubat’ta Artık Haraç Ödemiyoruz ve 24 Nisan’daki A4 eyleminin ardından gençlik hareketindeki ilk yükseliş dönemi sona erdi. Dönemin Devrimci Gençlik Dergisi yazılarında hareketteki bu gerilemeyi açıklayan bazı temel nedenlere işaret ediliyor. Bunlar, kitlelerin dönüştürülememe sorunu (kültür, öncülük ve kurumsallık sorunu), gençlik hareketinin parçalanmışlığı ve iç çekişmeleri, polisin baskıları ve örgüt sorunları (yerleşik, disiplinli bir örgütsel çalışma ile militanlığın ve iradenin zayıflığı) olarak özetlenebilir. Elbette bu

Piyasacı ve baskıcı uygulamalar gençliğin ortaklaşmış sorunları haline gelmekte; gençliğin değersizleştirilmesi, yoksunlaştırılması, geleceksizleştirilmesinin vardığı boyutlar ve demokratik katılım olanaklarının sınırlandırılması ortak sorunlar etrafında “kolektif bilincin” ve bir adım ötesinde “üniversiteli bilincinin” oluşmasının zeminini hazırlamaktadır Öznel koşulların önemi Nesnel koşullar kitlesel ve militan bir gençlik hareketinin yükselişi için uygun zamanın yaklaşmakta olduğunu gösteriyor. Fakat yaklaşmakta olan zamanın, önemli kırılma anlarına gebe olmasına yol açan bir başka önemli unsur var: Öznel koşulların uygunluğu. Gençlik hareketi AKP iktidarına karşı mücadele içerisinde, yaratıcı, militan, kitlesel eylem deneyimleri içerisinde, gericiliğe ve liberalizme karşı ideolojik mücadele içerisinde son beş yıllık süreçte önemli bir birikimi sağladı. Bu birikim hareketin üretkenliğini, disiplinini, atikliğini, niteliğini, kurumsallığını ve kapsayıcılığı geliştiren merkezileşme çalışmasıyla yeni bir boyuta taşındı ve taşınıyor. Yapılan her eylem ve etkinlik bir öncekinden daha geniş bir ufukla, eski deneyimlerin eksiklerini onararak hareketi ileriye taşıyor. Hareketin niteliksel gelişmişliği, yaklaşan zorlu

açıklamaya harç zamları sonrasında oluşan tepkiyi daha geniş toplumsal sorunlara (parasız eğitim-parasız sağlık) kanalize etme çalışmasının başarısızlığı da eklenmelidir. Bu yüzden de hareket bir “kitle-tepkisel hareket” aşamasında kalmış ve geri çekilmiştir. 29 Şubat 1996’da mecliste pankart açan öğrencilere verilen hapis cezası, demokrasi mücadelesi çizgisini piyasalaştırma karşıtı çizgiyle birleştirebilecek etkiye gençlik hareketinin geri çekişilişi yüzünden ulaştıramamıştır. Bu tarihsel kesitin verdiği mesaj güçlü, merkezi, disiplinli ve yüksek iradeli bir gençlik hareketinin varlığının hareketin bir tepki hareketinden devrimci gençlik hareketine geçişindeki önemidir. Hareketin sahip olduğu kültür, kurumsallık ve deneyim nesnel koşulların ortaya çıkardığı zorlukları aşmada belirleyici olmaktadır. Bugünkü gençlik hareketinin niteliksel gelişmişliği göz önünde bulundu-

rulduğunda, hareketin içsel sorunlarıyla baş etmede geçmişten daha etkin ve koordineli taktiklere sahip olacağı öngörülebilir. Bugünkü nesnel koşullar, gençlik kitlelerinin içinde bulundukları koşullara isyan etme ihtimallerinin arttığını gösteriyor. Öyle ki, örgütlü bir öncülüğün olmadığı yerlerde dahi kitletepki hareketleriyle karşılaşmak artık olasıdır. Yoğun bir devlet baskısının varlığında dahi eşgüdümlü olarak gelişen gençlik hareketinin devrimci bir harekete dönüşme noktasında sahip olacağı olanaklar hayli fazladır ve bu tür bir hareket, sistemi ciddi krizlerle yıpratmadan bastırılamaz. Devlet şiddeti, kırılma anını erteleyebilir ama ortadan kaldıramaz.

Artılar ve eksiler 12 Haziran seçimlerinin ardından başlayan yeni döneme, gençlik hareketi yeni bir atılım için uygun nesnel ve öznel koşullarla giriyor. Bu dönemde gençlik hareketini dolaylı da olsa olumsuz etkileyebilecek üç etkeni kısaca hatırlatmak gerekir: Birincisi, AKP’nin Kürt sorunu konusunda gittikçe militer bir tavır takınmasıyla çatışma düzleminin yükselme olasılığı ve bunun gençlik hareketini sıkıştıran, üniversite gündemini ikincilleştiren etkisidir. İkincisi, gençlik hareketi üyelerine daha şiddetli olarak yönelmesi muhtemel olan polis baskısı, soruşturma ve yargılamalardır. Üçüncü sorun, güçlü bir toplumsal muhalefet odağının henüz ortaya çıkmamasıdır. Gençliğin hanesine artı olarak yazılabilecek bir olguya da değinilebilir: AKP’nin antidemokratik uygulamalarının ve piyasacılığının entelektüeller üzerindeki ortak tesirleri, bu kesimlerin dayanışma ve ortak mücadele olanaklarını artırmaktadır. Dahası piyasacılığın ve anti-demokratik uygulamaların toplumun tüm kesimlerine tesir eden bir kapsamda olması, ortak saldırılarla yüzleşen gençliğin toplumsal gündemlerle daha kolay bağ kurabilmesinin önünü açmaktadır. Gittikçe güçlenen ve milliyetçiİslamcı yöneliminde otoriterleşen AKP’yi durdurabilecek güç egemenler cephesinde çıkmayacak. Bu güç artık yalnızca neoliberal piyasacılık, faşizm ve gericiliğe karşı birleşen halkın kendisinde mevcut. Doğanın yağmalanmasına, sağlığın piyasalaşmasına, taşeronun yaygınlaşmasına, yoksulluk ve işsizliğe karşı mücadeleler gün geçtikçe büyüyor. AKP’yle hesaplaşabilecek devrimci özneler derlenip toparlanıyor. Gençlik hareketi bu mücadeleye kendi öfkesi ve yaratıcılığıyla yeni bir ivme kazandıracak. Zamanlar değişiyor ve gençlik hareketi bir dönüm noktasına yaklaşıyor. Artık gençlik hareketinin attığı her adımın, söylediği her sözün yankısı daha fazla duyulacak. Öncü tepkilerden kitle tepkilerine, kitle tepkilerinden devrimci gençlik hareketine ve belki de devrime uzanacak tepkime yeter ki başlasın. devrimci gençlik

19


gençlik hareketi

- ustalıkla, isgale Ustalıga direnisle . .

gençlİK hareketİ İlerlİyor* (

Piyasalaştırma dalgasının kritik hamlelerine karşı aktif direnişler vererek kazanımlar elde eden ve AKP iktidarının hesaplarını devrimci müdahalelerle bozan Kolektifler, yeni dönemde çok yönlü güçlü kurumsal yapısı ve merkezi örgütlülüğü ile neoliberalizmin iktidarının “ustalık dönemi”ne AKP’yi ve sermayeyi üniversitelerden def etmek için hazırlanıyor Neoliberal kapitalizmin üniversitelerde içselleştiği ve neoliberal hegemonyanın üniversiteliler üzerindeki tahakkümünün en üst düzeyde olduğu bir sürecin ortasında üniversite muhalefetini yeniden yaratma hedefiyle yola çıkan devrimci gençlik, bugün neoliberalizme, AKP’ye karşı yerel direnişleri ve çıkışları merkezileştirmeyi hedefleyen bir süreci örgütlemektedir. Kuşkusuz gençlik hareketinde gelinen düzeyin temelinde, 2005’ten itibaren üniversitelerde neoliberalizme, gericiliğe, faşizme ve tüm bunların hepsinde cisimleşen AKP iktidarına karşı geliştirilen kitlesel militan yaratıcı etkileyici hak alıcı direnişler yatmaktadır. Üniversitelilerin muhalefet etme kanallarının yeniden üretilmesinde başarılı olan gençlik mücadelesinin bugünden geriye bakıldığında birçok kazanımı ve deneyimi bulunmaktadır. Bu noktada toplumsal muhalefetin cılız olduğu ve solun üniversitelerde neredeyse dibe vurduğu bir dönemde yeni bir sürecin kapısını aralayan ve bugünkü olgunluğuna erişen gençlik mücadelesini iki döneme ayırabiliriz.

1.Dönem Neoliberalizme karşı direnişin kurucu adımları Türkiye’de üniversitelerin neoliberalizmin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılma süreci 90’lı yıllarla

20

devrimci gençlik

başladı. Yükseköğretimin tüm mekânlarını piyasanın kar alanlarına dönüştürmeyi hedefleyen neoliberal kapitalizmin üniversitelerdeki ilk saldırganlığı ise 1995’te üniversite harçlarına yapılan %350’ye varan zamlar oldu. Yükseköğretimin ticarileştirilmesine karşı tepkileri kitlesel olarak sokağa çıkartabilen Koordinasyon hareketi, bağımsız gençlik hareketi ilkesi, solun geleneksel sınırlarını aşan örgüt biçimi ve eylem tarzı, farklı, yaratıcı, her üniversitelinin kendini ifade edebildiği çoğulcu ve demokratik özellikleriyle harçlara yapılan zamlarla cisimleşen neoliberal saldırıya karşı üniversitelileri harekete geçirdi. Hiç şüphesiz Öğrenci Koordinasyonu neoliberalizm karşıtı ilk üniversite hareketinin lokomotifiydi. Gençlik mücadelesinde yaratıcı bir hareket tarzı üreten Koordinasyon süreci bu özellikleriyle sermayenin stratejisini sekteye uğratarak üniversitelerdeki piyasalaştırma sürecini geciktirdi. Üniversite öğrencilerinin temsiliyetini oluşturan Öğrenci Koordinasyonu örgütlendiği süreçten güç kaybetmeye başladığı döneme kadar yaptıklarıyla hala hafızalarda dinamizmini koruyor. Diğer taraftan 1995’te harçlara yapılan zamlarla piyasalaştırmayı başlatan ancak üniversitelerdeki direniş karşısında amaçladığı düzeyde başarılı olamayan sermaye güçleri, Koordinasyon hareketinin geri çekilerek gençlik

mücadelesinin zayıfladığı, toplumsal muhalefetin de güç kaybettiği bir dönemde ikinci hamlesini yaptı. Üniversitelerdeki yeni piyasalaştırma dalgası gençlik hareketinin devletin ağır saldırı karşısında ezildiği ve ölü bir muhalefetin olduğu döneme denk gelmektedir. Bu noktada piyasalaştırmaya karşı ilk kitlesel çıkışı örgütleyen Öğrenci Koordinasyonu’nun gittikçe zayıflaması yeni saldırı dalgasını kolaylaştırmıştır. Sermayenin üniversitelerdeki ilk saldırı programı karşısında direnç gösteren Koordinasyon’un zayıflaması ile piyasanın üniversitelerdeki işgali sert ve hızlı oldu. Üniversitelerdeki neoliberal dönüşüm özellikle 1999’da başlayan Bologna Süreci’ne uyum politikalarının hataya geçirilmesi ile 2000’li yıllarda hızlı bir ilerleme kaydetti.. Uzun yıllardır sürdürülen dönüşümle sermaye üniversitelerin tüm alanlarında içselleşti. Baştan aşağıya dönüştürülen üniversitelerdeki bilgi ve ideoloji piyasanın gereklilikleri çerçevesinde şekillendirildi. Sermayenin üniversitenin tüm alanlarında tahakküm kurması ile üniversitelerdeki temel hizmetlerin paralılaştırılması ve üniversitelilerin müşterileştirilmesi sürecine karşı gençlik hareketi piyasanın üniversitelerdeki işgalini durdurabilmek için fiili direnişler örgütledi. Bir dizi üniversitede piyasalaştırmaya karşı (kayıt parası, transkript ücretleri,


üniversite içi ulaşımın paralı olması) hak alıcı bir çizgi geliştirildi. Kuşkusuz birçok kazanımın da elde edildiği bu süreç, üniversitelerin piyasalaştırılmasına karşı gelişen hareketin “içerisinden” kendi bağımsız mücadele örgütünü yarattı. Üniversitelerdeki tüm anti-demokratik uygulamalara (yönetmelikler, soruşturma-ceza), sermayenin üniversiteli kimliğini yıkıma uğratan üniversitelerdeki ideolojik hegemonyasına, devlet ve üniversite yönetimlerinin kontrolünde gelişen gerici, faşist saldırılara karşı yükseltilen kararlı mücadele süreci gençlik hareketinin yeni mücadele çizgisini ortaya çıkardı. Gençlik hareketinde “dipten” yeni bir süreci örgütleyen bu çizgi üniversitelerde piyasalaştırmaya karşı biriken enerji ve ortak iradenin tartışmalarıyla Öğrenci Kolektifleri’ni kurdu. Piyasanın üniversitelerdeki saldırganlığı karşısında yaratılan direnişler yeni dönemin kendi demokratik kitle örgütünü yaratmış oldu. Gençlik hareketinde neoliberalizme karşı tepkilerin harekete geçirilmesini işaret eden Kolektifler bu tepkileri merkezileştirme çabasıyla 12 Mayıs 2006’da başlattığı MP3 (Müşterileştirmeye ve Piyasalaştırmaya karşı 3 Talep) kampanyası ile üniversitelerde ve kentlerde topladığı 300 bin imzayla gençliğin parasız eğitim talebini 18 Ekim 2006’da yaptığı kitlesel merkezi eylemle meclise taşıdı. Diğer taraftan, sermayenin üniversitelere dönük ikinci hamlesi üniversitelerde sermaye karşısında direnç gösterebilecek gençlik hareketinin ezilmesi ve yok edilmesi stratejisiyle iç içe gelişti. Neoliberal saldırı dalgasıyla üniversitelerdeki baskı ve denetim mekanizmaları üniversite muhalefeti karşısında özel olarak profesyonelleştirildi. (Polis operasyonları, soruşturma-ceza-uzaklaştırma, kameralar, turnikeler). YÖK ve polisler aracılığıyla neoliberal politikalar karşısında oluşan tepkileri baskı altına alarak üniversite muhalefetini ortadan kaldırmayı hedefleyen saldırılara karşı Kolektifler solun geriye çekildiği bir süreçte militan çizgisi ile üniversitelerde sömürge tipi faşizmin tüm aygıtlarına karşı üniversiteyi savundu. Nitekim üniversitelerde muhalefete yönelen soruşturma ve atılmalara kadar giden cezalar listesinde fazlaca Kolektifçi bulunmaktaydı. Bu saldırılara karşı geliştirilen tepkiler üniversite muhalefetinin diri kalmasını sağlayan temel belirleyici dinamiklerden biri oldu. Neoliberal ideolojinin hâkim olduğu piyasanın çürüyen üniversitesine karşı bir taraftan direnişleri birleştirmeyi hedefleyen Kolektifler diğer yandan gençlik hareketinin neoliberalizme karşı mücadelesinin öncülüğünü yaptı. Neoliberalizmin müşteri haline getirdiği üniversitelileri piyasalaştırmaya karşı mücadelede mağdur rolünden devrimci mücadele içerisinde özneye dönüştürmeyi amaçlayan

Kolektifler gençliğin neoliberalizme karşı direnişinin ve demokratik öğrenci hareketinin yaratılmasının adresi konumundadır.

2. Dönem Gençlik hareketi neoliberalizmin iktidarına karşı siyasallaşıyor 2007 seçimlerinin ardından yeniden iktidara gelen AKP halka ve üniversitelilere karşı neoliberal, gerici ve faşist saldırganlığında vites yükseltti. Tekelci sermayenin desteğini yeniden alan ve seçimleri kazanan AKP, iktidarının ikinci döneminde özellikle üniversitelerde egemenlik kurma stratejisinde kritik adımlar attı. AKP iktidarının bu dönemki güncel stratejisi sermayenin piyasalaştırma sürecinin ilerletilmesi beklentisini karşılamaya çalışmakla birlikte üniversitelerdeki yönetsel mekanizmaların Siyasal İslamcı kadrolarla donatması oldu. AKP iktidarı 2007 genel seçimlerinin ardından üniversitelerdeki ulusalcı kadroları büyük oranda tasfiye etti. Seçimlerin ardından Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasıyla gerek rektör atamaları gerekse YÖK Başkanlığı’na Fettullah Gülen cemaatinden Yusuf Ziya Özcan’ın getirilmesi ile AKP iktidarı üniversitelerde yukarıdan aşağıya kadrolaşmaya başladı. Üniversitelerin YÖK aracılığıyla tepeden kontrol altına alınmaya çalışıldığı bu dönem, önceki yıllarda YÖK’e muhalefet eden gerici öğrencilerin tüm muhalefetinin geri çektirildiği bir süreç oldu. AKP’nin üniversitelerdeki yönetsel mekanizmaların (rektör atamaları), akademik kadronun ve üniversiter yaşamın gericileştirilmesi operasyonunu önceden öngören ve buna karşı politik program oluşturan gençlik hareketi siyasal iktidarın üniversiteye saldırısı karşısında direngen bir mücadele hattı oluşturmaya çalıştı. AKP’nin üniversitelerdeki dönüşüm programına (türban, YÖK, rektörler) karşı Kolektifler militan bir çizgi izleyerek AKP’nin siyasal saldırıları karşısında üniversitelerde aktif bir direnişi örgütledi. Egemenler arası iktidar dalaşının zirve yaptığı bir süreçte toplumun saflaştırıldığı, gençliğin ya AKP’nin ve liberallerin sahte özgürlük tartışmalarının arkasında dizilmeye çalışıldığı ya da AKP karşısında ulusalcı kanadın yanında saf tutmaya çağrıldığı bir sürecin ardından, gençlik hareketinin Türkiye solunun tüm ideolojik yanılsamalarına yanıtı; üniversite mücadelesini bağımsız bir politik çizgide yükseltmek oldu. Bu noktada yeni sömürgeciliğin güncel iktidarı AKP, gençlik hareketinin siyasal mücadelesinin hedefi olarak

12 Mayıs 2006-Ankara Öğrenci Kolektifleri’nin ilk merkezi eylemi

devrimci gençlik

21


13 Eylül 2008-İTÜ AKP iktidarına karşı ilk kitlesel öfke

(

22

Kolektifler “Ülkemizi, Üniversitemizi AKP’ye bırakmayacağız” sloganıyla iktidar karşıtı politik hattı geliştirirken AKP’nin üniversitelere dönük siyasal saldırıları karşısında gençliğin temel motor gücü oldu

devrimci gençlik

belirginleşti. Gençlik mücadelesi, ülkedeki neoliberal saldırı programını örgütleyen, emperyalizmle kurulan işbirlikçiliği “model ülke” çıtasına kadar yükselten, dinci gericiliği toplumun ve üniversitelerin tüm mekânlarına ve ilişkilerine yerleştirmeye çalışan ve siyasal rejimi neoliberal kapitalizmin gerekleri doğrultusunda yeniden şekillendiren AKP iktidarına karşı siyasal mücadeleyi salt bir tercihten çok zorunluluk olarak örgütledi. Türkiye’nin neoliberal dönüşümünde özgün bir örnek olan AKP, gençliğin hedef tahtasına oturdu. Öğrenci Kolektifleri “Ülkemizi, Üniversitemizi AKP’ye bırakmayacağız” sloganıyla iktidar karşıtı politik hattı geliştirirken AKP’nin üniversitelere dönük siyasal saldırıları karşısında gençliğin temel motor gücü oldu. Bu noktada Kolektifler, siyasal iktidarın kadrolaşma ataklarıyla üniversitelerde egemenliğini tesis etmesine karşılık Kocaeli Üniversitesi’ne gelen Fettullahçı YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’a yaptığı ilk yumurta eylemiyle, İTÜ’nün akademik açılışına gelen Tayyip Erdoğan’a karşı yapılan militan protesto ve ardından “İTÜ’yü AKP’ye Bırakmayacağız” sloganı ile gerçekleştirilen kitlesel eylemle, 2 Kasım 2008’de Ankara’da gerçekleştirilen kitlesel sıçramanın da yaşandığı AKP karşıtı miting ve AKP temsilcilerinin üniversiteye her adım attıklarında gerçekleştirdiği protestolarla üniversitelerde ve sokakta mücadeleyi yükseltmeye çalıştı. AKP’nin üniversitelerdeki saldırganlığını artırdığı ve gençlik mücadelesinin ivme yükselttiği bu süreçte Kolektifler, siyasal iktidarın üniversitelerin baştan aşağıya siyasal İslamcı kadrolarla kuşatılması stratejisi karşısında üniversitelerde AKP karşıtı direnişi yaratmaya çalışırken AKP iktidarının kadrolaşma dalgasını durduramadı. Ancak bu süreçte Kolektifler gericilik karşısında direngen bir odak yaratabildi. Bununla birlikte bugün AKP karşıtlığının toplumsal muhalefetin genelinde güçlenmesinde Kolektifler’in AKP’ye karşı yürüttüğü militan sokak mücadelesinin etkisi büyüktür. Siyasal iktidarı ve neoliberalizmi hedef alan ideolojik politik-pratik çizginin üniversitelerde kitlesel karşılık bulması ise gençlik mücadelesinde yeni bir ivme yaratırken AKP iktidarının üniversiteye saldırganlığının dozu arttı. 2008’de türbanın üniversiteye girmesini amaçlayan yasa tasarısıyla üniversitelerdeki gerici hegemonyasını artırmaya çalışan AKP iktidarı karşısında Kolektifler türban konusundaki ideolojikpolitik netliği ile üniversitelerde gericiliğe karşı ideolojik olarak güçlü bir barikat oluşturmaya çalıştı. Bunun yanında gençlik mücadelesi AKP eliyle üniversitelerde arttırılan baskı ve denetim mekanizmalarına karşı gelenekselin dışına çıkarak geliştirdiği yeni yöntem ve araçlarla üniversiteyi savundu. Siyasal iktidarın ülkede ve üniversitelerde özgürlük ve demokrasi söylemi vasıtasıyla kurmaya çalıştığı hegemonya

gençlik mücadelesinin AKP’nin rektör seçimlerindeki maskesini düşüren, AKP temsilcilerinin üniversite ziyaretlerindeki şovlarına karşısındaki yumurtalı protestolar gibi yaratıcı ve militan eylemleri ile çatlamaya başladı. Bu noktada sermayenin beklentileri karşısında üniversitelerdeki piyasalaştırma sürecini derinleştirmeyi hedefleyen AKP iktidarı 2009’da harçlara yaptığı zamlar karşında gençlik mücadelesini buldu. 2009’un yaz aylarında harç zamlarına karşı hareketli, yaratıcı ve militan bir süreci örgütleyen Kolektifler harç zamlarının geri çekilmesinde ve piyasanın yeni saldırı dalgasının durdurulmasında gençlik mücadelesinin en dinamik öznesidir. Bunların yanında Öğrenci Kolektifleri’nin bu dönem gençlik mücadelesindeki ayırt edici temel iki özelliği belirginleşti. Birincisi, Kolektifler ısrarcı mücadele anlayışı ve yaratıcı müdahaleleriyle üniversitelerdeki siyasi boşluğa yön verdi. İkincisi ise Kolektifler, ideolojik-politik hattı ile üniversitenin temsilcisi konumuna yerleşti. Bu ayırt edici kritik özelliklerin yanında Kolektiflerin, üniversite öğrencilerinin çok daha büyük bir kesiminin temsiliyetini oluşturmaya yönelik çalışmaları ve üniversite içindeki kurumsal faaliyetlerini artırma adımları önümüzdeki dönemin temel hedefleri arasındadır.

Öğrenci Kolektifleri’nin yeni hedefleri Gençlik mücadelesinde yarattığı yeni muhalefet tarzı, kitlesel-militan eylemleri, siyasal etki potansiyeli ve üniversitelerde biriktirdiği güç ile öne çıkan Öğrenci Kolektifleri kritik bir eşikten geçmektedir. 2006’dan günümüze dek ciddi deneyimler kazanmış, onlarca kazanım elde etmiş ve siyasal gücü ile ülke ve üniversite gündemini etkileyebilen Kolektifler, neoliberalizme ve gericiliğe karşı sürdürülen mücadelede hem politik hem de pratik (kitlesel-yaygın) olgunluğa erişirken kuruluş aşmasını da tamamladı. Kolektifler Türkiye siyasetinin tarihsel bir eşiğinde örgütsel olarak bir atılım gerçekleştirmektedir. Gençlik mücadelesinde özneleşen ve üniversitelerde gençlik kitlelerinin muhalefet etme adresi konumuna yerleşmeye başlayan Öğrenci Kolektifleri üniversitelerdeki neoliberalizme karşı direnişlerin birleştirilmesi ve merkezileştirilmesi hedefiyle örgütsel bir yenilenme süreci başlattı. 2005-2006’dan itibaren üniversitelerde gençlik hareketini yeniden yaratmaya çalışan, piyasalaştırma ve gericilik karşısında direngen bir çizgi izleyen, zamanla kitlesel militan hareket biçimine dönüştürülen gençlik mücadelesinin yaratıcı, öncü, inşa edici bu hareket çizgisinin merkezileşme hedefinin köşe taşlarını belirginleştirmek faydalı olacaktır. Bu noktada Kolektifler’in örgütsel yenilenme sürecindeki


16 Nisan 2011-Ankara Öğrenci Kolektifleri 1.Genel Kurulu

temel hedeflerinden birincisi, hareketin ülke ve üniversite siyasetindeki siyasal etki gücünün arttırılmasıdır. Hiç şüphesiz hareketin güncel hedefleri ülke siyasetinin politik atmosferinden bağımsız değildir. Gençlik mücadelesindeki örgütsel atılım, Türkiye oligarşisinin dönüşüm içerisinde olduğu bir sürece denk gelmektedir. Diğer taraftan AKP iktidarının önümüzdeki dönem (seçimlerin ardından) üniversitelerdeki neoliberal, gerici dönüşümünde çıtayı yükselteceği üniversiteliler üzerindeki baskıyı artıracağı (Mersin’de BDDK Başkanı’na yumurta atan üniversitelilere YÖK’ten çıkarma cezasının verilmesi bunun son örneği oldu) su götürmez bir gerçek. Gençlik mücadelesi gelecek dönem AKP’nin siyasal hegemonyasını sürdüreceği üniversitelerde piyasalaştırma sürecini yükselteceği ve faşizan baskıcı politikalarının gençlikteki karşıtlığının büyüyeceği bir siyasal atmosferle karşı karşıya kalacak. Böylesi bir konjonktürde demokratik öğrenci hareketinin piyasacı saldırganlık ve paralelinde gelişecek olan baskı aygıtları karşısındaki direnişinin çok yönlü, kurumsal ve merkezi bütünlüğe kavuşturularak iktidar karşısındaki siyasal etki gücünün artırılması gerekmektedir. Kuşkusuz ki üniversitelerdeki neoliberal dönüşüm programına karşı parçalı tepkiler bazı kazanımlar elde etse dahi, ortak

(

Öğrenci Kolektifleri yenilenen örgüt yapısı ile birlikte kurumsal tanımlı alanları, tüm üyelerinin seçimle meşruluğunu alan özel birim faaliyetleri ve güçlü yerellikleri ile katılımcı, kolay temas kurulabilen bir demokratik kitle örgütünün inşasını hedeflemektedir. bir program ve hedefle merkezileştirilmediği takdirde siyasal etki gücü zayıf kalmakta ve geniş gençlik kitlelerini harekete geçirebilme olanakları azalmaktadır. Bu noktada gençliğin temel sorunlarının ve taleplerinin merkezi, bütünlüklü bir siyasal hareket biçimine dönüştürülmesi gençlik mücadelesinin temel hedefidir. İkincisi, piyasalaştırma ve gericilik karşısında kitlesel kopuşlar yaratılmasını sağlayacak, mücadelede çok yönlü, demokratik, katılımcı, üretken ve kurumsal ayakları güçlü bir yapının geliştirilmesidir. Egemenlerin yükseköğretim alanına dönük topyekûn saldırı hazırlıklarının yapıldığı bir süreçte hareketin kitleselleşme olanaklarının artırılması ve siyasal iktidar karşısında üniversite içerisinde güçlü bir barikat kurulması gençlik mücadelesinin en acil güncel ihtiyaçları arasındadır. Kolektifler siyasal iktidar karşısında üniversiteli kitlesini siyasallaştırmasında ve harekete geçirmesinde kritik olan

çok yönlü kurumsal ayakların (yayın faaliyeti, propagandaörgütlenme, basın-web, yaz çalışmaları, üniversiteli kadın faaliyeti, araştırma, kültür sanat vb. merkezi birimler) geliştirilmesi ve güçlendirilmesini amaçlamaktadır. Kolektifler kuruluşundan bugüne biriktirdiği, yaz aylarında yoksul mahallerde başlattığı Okumuş İnsan Halkın Yanındadır projesi, halkların kardeşliğini simgeleyen Hakkâri’deki Devrimci Gençlik Köprüsü’nü yeniden inşa eden kampanyası, ülke çapında birçok ilde merkezi olarak düzenlenen “Uluslararası Gençlik Filmleri Festivali”, her yıl düzenlen “Kolektif Yaz Kampı” ve üniversitelerde özgün bir çalışma olan Üniversiteli Kadın Kolektifi gibi çok yönlü mücadele alanlarını yetkinleştirmeyi ve çeşitlendirmeyi hedeflemektedir. Bu çok yönlü faaliyetler üniversitelilerin geniş çoğunluğunu kapsayabilme ve üniversitelilerle dinamik bir ilişki kurabilme olanaklarının artırılması noktasında temel sacayaktır. Böylece üniversitelilerin eğilimleri kapsanabilecek ve artan kurumsallıkla kitle örgütünün gücü, üretkenliği ve görünürlülüğü belirginleşecektir. Gençlik hareketindeki kurumsallaşma-merkezileşme hedefi Öğrenci Kolektifleri’nin ayakları yere basan ve gelişkin olan yerel birim faaliyetlerini niteliklileştirecek ve üniversiteyi temsil gücünü artıracaktır. Bu süreç aynı zamanda yerel birimlerim merkezi-demokratik karar alma süreçlerine katılımını artıracağından örgütün demokratik işleyiş kanallarının gelişmesini sağlayacaktır. Öğrenci Kolektifleri yenilenen örgüt yapısı ile birlikte kurumsal tanımlı alanları, tüm üyelerinin seçimle meşruluğunu alan özel birim faaliyetleri ve güçlü yerellikleri ile katılımcı, daha açık, kolay temas kurulabilen bir demokratik kitle örgütünün inşasını hedeflemektedir. Siyasal iktidar önümüzdeki dönem neoliberal saldırganlığında “ustalık dönemi”ni yaşayacağını açıklarken üniversitenin demokratik kitle örgütü Öğrenci Kolektifleri neoliberal dönüşümde eşik atlamayı hedefleyen AKP karşısında üniversitelerdeki direnç noktası olarak durmaktadır. Piyasalaştırma dalgasının kritik hamlelerine karşı aktif direnişler vererek kazanımlar elde eden ve AKP iktidarının hesaplarını devrimci müdahalelerle bozan Kolektifler, yeni dönemde çok yönlü güçlü kurumsal yapısı ve merkezi örgütlülüğü ile neoliberalizmin iktidarının “ustalık dönemi”ne AKP iktidarını ve sermayeyi üniversitelerden def etmek ve yeni bir üniversite inşa etmek için hazırlanıyor. * Bu yazının genişletilmiş hali Halkın Devrimci Yolu Dergisinin 7. Sayısında yer almaktadır.

devrimci gençlik

23


liseli gençlik

Cemaate ve AKP’ye karsı.

LİSELERDE ÖFKE BİRİKİYOR (

Çöken eğitim sisteminin yarattığı ve ortaya çıkan şifre skandalıyla tetiklenen kriz liseli sol güçler açısından hazırlanılması gereken yeni ipuçları taşımaktadır. Bu bir deprem değil öncü şoktur. Geleceksiz bırakılan liseliler, artık yeni bir siyasal döneme işaret etmektedir Liseliler, nisan ayında son dönemin belki de en çok konuşulan eylemlerine imza attı. YGS’de yaşananlar ülkenin dört bir yanında liselileri sokaklara dökerken, 1980 sonrası süreçte en kitlesel lise eylemleri gerçekleştirildi. Sınav yanıtlarındaki şifreleme ve sonrasında başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, AKP’lilerin ve ÖSYM’nin skandalı derinleştiren açıklamaları liselilerin öfkesini artırdı. Eylemlerde sergilenen, şifrenin karanlık yüzü olan cemaat ve AKP karşıtı siyasal çizgi ve tepkiler lise hareketinin yeni dinamiklerini ortaya çıkardı.

İsyan bir potansiyel mi, anlık mı? Eğitim sistemi, AKP’nin iktidara geldiği günden bugüne piyasacı ve gerici dönüşümlerin planlandığı temel gündemlerden biri oldu. Bu dönüşümün bir ayağı, eğitim sistemi ve organlarındaki yapısal değişikliklerdir. Eğitimin her geçen gün farklı başlıklar altında paralılaştırılması, müfredatların niteliksizleştirilmesi, dershanelere bağımlılığın artırılması, sınav sisteminin varlığı tartışılmaksızın katsayı, içerik ve şeklinin sürekli değişmesi en belirgin adımlardır. Diğer bir dönüşüm ayağı ise toplumsal gericilik yaratma iddiasıyla

24

devrimci gençlik

sistematik gericileştirmedir. Okul idarelerinin imam hatip mezunu yöneticilerle doldurulması, son dönemde “45 cm” ile gündeme gelen erkek ve kadın öğrencilerin yaşam alanlarının ayrılmaya çalışıldığı gerici toplumsal yapı örnekleri, evrim anlatan eğitimcilere verilen cezalar gibi özellikle bilime dayalı eğitim yerine gerici ve yaratılışçı inanışla kuşatılmaya çalışılan eğitim sistemi bu dönüşüm ayağının somut halidir. Öyle ki bu süreçte liselerin baskıcı, gerici AKP’li yönetim kadrolarıyla kuşatılması bu dönüşümlerin teminatı olarak görüldü ve ülkenin geleceği adına iktidarına “kul” yaratma zihniyeti, saldırının en yoğun yaşandığı alanlardan biri olarak liseleri ve liselileri seçti. Gericilik sistematik ağlarla örülmeye çalışılırken; yurtlar, dershaneler cemaatçi yapılanma için pilot alanlar olarak seçilmektedir. Cemaat ilişkilerinin “abi, abla” bağlarıyla güçlendirildiği yapılanmanın sadece cemaatçi dershanelerle kalmayarak, son yıllarda lise yurtlarında da meşrulaştırılması ve buna AKP’li okul yönetimlerinin çanak tutması yakın geçmişin çarpıcı örnekleri oldu. Her yıl biraz daha içeriği boşaltılan,

gericileştirilen, niteliksizleştirilen müfredatlarla ve eleminasyona dayalı bir sınav sistemiyle taçlandırılan eğitim sistemi bütün dönüşümlerin ortak zemini haline getirilmektedir. Bu dönüşümü kurumsallaştıran AKP, olası isyan potansiyeline karşı da baskı ve denetleme araçları(okullardaki disiplin yönetmelikleri, kameralar, her okula polis uygulaması) ile liselileri kontrol altına almaya çalışmaktadır. Yaşanan bu piyasacı, gerici dönüşümün işlettiği bu baskı mekanizması ve çöken eğitim sisteminin liseliler adına tercümesi; bazen hayatlarını karartan bir sınav, bazen düşündüğü, sorguladığı için cezalandırılacak bir vaka, bazen de gerici motiflerle süslenmiş bir kimlik. Liselilerin bunca somut dönüşüme her gün maruz kalması, son süreçteki şifre skandallarında yaşadıklarının sorumlusu olarak, kuşağı itibariyle büyüdüğü iktidar olan AKP’yi hedef alması ve şifreciler olarak cemaati göstermesi bu nedenle şaşırtıcı değildir. Bu aynı zamanda siyasi bir tutum ve paralı eğitime, baskıya, geleceksizliğe karşı liselilerin biriktirdiği isyanın patlamasıdır. Eğitim sisteminin giderek niteliksizleştirildiği bu ortam, baskı ve gericiliğin yaşam alanlarına sert müdahalesi, üni-


tepkiler en başta, yaşanan şifre skandalının “hak mağduriyeti” olarak görülmesine daralmıştır. Ancak özgünlükleri gelecek dönem açısından ipuçları verir niteliktedir.

Liseli gençlik hareketi bu sınavı geçebildi mi?

(

Yaşananlara karşı “kendiliğinden” binlerce liselinin tepki göstermesi, özellikle önümüzdeki dönem yeni skandal ve krizlere gebe olan bu ortamda liseli gençlik herketine büyük görevler çıkarmaktadır. En geride kalan liselilerin dahi hareket ettiği bu özgün süreçte, bu dinamiği yönetme kabiliyeti kazanmak bir zorunluluktur versiteye giriş sınav sistemindeki yapboza döndürülen tablo, liselilerin gelecek kaygılarını daha da artırdı. Katsayıdan içeriğe, kitapçıklardan sınav sayısına kadar sınava dair birçok değişkenle her yıl oynandı. Rekabeti dayatan bu sistemin liseliler üzerindeki psikolojik tahribatı, gelecek kaygısıyla dizginlense de, sisteme güvenin sorgulandığı “şifre skandalı” bir anda vücut bularak tepkiye dönüştü. Bir başka taraftan sınav sisteminin, liselileri her geçen gün daha fazla dershaneye mahkum etmesi eşitsizliği derinleştirdi ve “başarı”yı sınıfsal bir ayrım olarak kanıksattı. Öyle ki, bugüne gelen süreçte, ödenemeyen dershane paraları liselilerin canını almaya kadar uzandı. Bu dönemdeki eylemlerde parasız eğitim talebinin bu denli görünür olması, süregelen paralı eğitimin lokomotiflerinden dershanelere duyulan isyanın ta kendisidir. Her türlü baskı mekanizmasına (okulda, evde) karşı yaşamını farklı barikatlarla savunan liseliler, gelecek kaygısının her yıl biraz daha tırmandırıldığı bu süreçte şifre skandalıyla birlikte bir dışavurum yaşamıştır. Sürecin ilk defa eyleme giden liselileri barındırması ve en geri konumdaki liselileri dahi tepki vermek adına hareket ettiren özgün yapısı, biriken isyanın nerelere ulaştığına bir kanıt oluşturmaktadır. Bu yaşananlarla görünürlülük kazanan, yıllardır biriken öfkenin somut halidir.

Sosyal paylaşım ağından sokaklara “Şifre” skandalından sonra en kitlesel eylemlerin, liselilerin yoğun kullanım gösterdiği sosyal paylaşım ağı aracılığıyla kısa sürede ve ülkenin birçok ilinde eş zamanlı gerçekleştirilebilmesi, eylem sürecinin özgünlüklerinden birisidir. Birçok açıdan tartışılan sosyal paylaşım ağlarının liseliler arasında kullanım yaygınlığı, oldukça ivmeli bir şekilde şifre eylemlerinin örgütlenmesine ve duyurulmasına zemin hazırladı. İlk defa bir sosyal paylaşım ağı üzerinden kitlesel bir eylem “kendiliğinden” örgütlenmiş, yaşam alanlarında birleşmesi engellenen liselileri birleştiren bir hal almıştır. Bu dönemde neredeyse her ilde YGS eylemi gerçekleştirildi. Bu hareket, taşıdığı özgünlüklerin yanında çok “kendiliğinden” oluşu ve “talep eksiklikleri” gibi zafiyetler de taşımıştır. Sınıfça katılımların yaşanmasına, liselilerin okullarında, dershanelerinde açıktan eylemi örgütlemesine karşın,

“Kendiliğinden” olarak görülen bu eylemliliklerin, talepler ve sistemi krize sokacak meşru militan çizgi bağlamında eksik bıraktığı yerleri tamamlamak, liseli gençlik hareketine düşmüş; ancak burada yıllardır düşülen yanılgılar tekrarlanmıştır. Bazı yapıların görünürlük adına dayattığı dar grup çıkarları, olası sol söylem birlikteliği yaratıp bu kitleselliğin ileri hedefler koyma imkanını zedelemiş, böylesi yeni ve tecrübesiz hareketin iyi yönetilememesine neden olmuştur. Liseli gençlik hareketinin en önemli öznesi Genç Umut, bu sürecin en başından itibaren eylemlerin ana unsurlarından biri olmuştur. Skandaldan hemen sonra Ankara ve İstanbul’da gerçekleştirilen militan eylemler, dar grup zihniyetiyle bu süreçte örgüt ismini ön plana çıkarmak adına değil, yaşanan sürecin önünü açmak ve duyulan öfkeyi ortaya çıkarmak adına gerçekleştirilmiştir. Bu nedenledir ki, uzun yıllar sonra sokağa bu denli kitlesel eylemliliklerle çıkan liselileri bölmek yerine bütünleştirici rol oynamaya çalışmıştır. Bu bağlamda, gerek liseli sol güçleri birleştirmek adına gerekse bulunduğu diğer tartışma zeminlerinde her gün aktif ve direngen eylem çizgisini önermiş, bu kitleselliğin çıtasını ortak bir dille yükseltmeye çalışmıştır. Var olan eylemlere ilerici talepler ve yöntemler önermeye çalışmış, lise hareketinin özlediği bu hareketlenmeyi bazı çıkarlar adına heba etmekten kaçınmıştır. Genç Umut “Biz de şifre istiyoruz” sloganından “Parasız, sınavsız üniversite” talebine dönüştürdüğü bu sürecin ana unsurudur.

Bu bir deprem değil öncü şok AKP’nin eğitimin dönüşümündeki sistematik hamleleri liselileri her geçen gün daha fazla geleceksiz bırakırken, son dönem yaşananlar gelinen son noktayı değil, isyanın düzlemini ve değişkenlerini yansıtmıştır. Şifreyle görünür olan topyekün başkaldırış, önümüzdeki dönem AKP’nin eğitimin piyasalaşmasına ve gericileşmesine hız vereceği bir ortamda yeni bir hal alacaktır. Çöken eğitim sisteminin yarattığı ve ortaya çıkan şifre skandalıyla tetiklenen bu kriz lise solu açısından hazırlanılması gereken yeni dönemin ipuçlarını taşımaktadır. Bu bir deprem değil öncü şoktur. Geleceksiz bırakılan liseliler, artık yeni bir siyasal döneme işaret etmektedir. Yok sayılan kimlikleri, sınavlarla çalınan hayatları, baskılanan yaşamları ve sınıfsal ayrıma itilen eğitim hakları isyan potansiyelini artırmaktadır. Bu durum çok daha özgün, kitlesel liseli eylemlerine zemin hazırlamaktadır. Yaşananlara karşı “kendiliğinden” binlerce liselinin tepki göstermesi, özellikle önümüzdeki dönem yeni skandal ve krizlere gebe olan bu ortamda liseli gençlik herketine büyük görevler çıkarmaktadır. En geride kalan liselilerin dahi hareket ettiği bu özgün süreçte, bu dinamiği yönetme kabiliyeti kazanmak bir zorunluluktur.

Yeni döneme uygun özne ihtiyacı Geride bırakılan eylemlerde mücadeleye öncülük edecek bir liseli devrimci öznenin görünür olamaması, mevcut durumda bazı yapısal yeniliklere ihtiyaç gereksinimini ortaya koymuştur. Bağımsız, demokratik bir lise mücadelesi adına yıllardır ileri politik çizgiyi izleyen, meşru militan eylemleriyle birçok kritik lise gündemine doğrudan müdahele eden liseli gençlik hareketi özneleri, öncü örgüt iddiasıyla son dönemin kitleselliğini yönetebilecek kapasiteye, kıvraklığa bu yeni dönemde sahip olmalıdır. Daha iddialı kitle örgütünün yaratılabilmesi, yeni dönem iletişim araçlarının yaygın kullanımı, kullandığı araçların uygunluğu gibi yapısal değişikliklerle girmek zorundadır. Yeni krizleri yönetecek, ileri programlar çıkaracak ve kitlelere öncülük edecek ve kitleselliğe, kapsayıcılığa ulaşabilecek yöntemleri çıkarmak durumundadır. Büyüyen dalga önündeki setleri yıkmaya hazırlanırken, liselilerin izleyeceği yolu belirleyebilecek öncü örgütün gelişimi dönemin koşullarını iyi okumaktan geçmektedir. Liseli gençlik hareketi yaşanılan bu özgün süreci iyi değerlendirmeli ve demokratik lise mücadelesinin yarınları adına ortaya çıkan ipuçlarını atlamamalıdır. Çünkü liseliler için yakın gelecek, depremin kendisi olacak.

devrimci gençlik

25


Melek’in kaleminden

ı

Panzerin üstündeki kadından özgürlüge bir adım:

(

26

devrimci gençlik

SOKAKLAR BİZİMdİr

AKP, 9 yıllık iktidarı boyunca gazetecisinden, profesörüne kadar kadın düşmanlığını meşrulaştırma hamlelerini, gelecek dönemde kurumsallaştırma faaliyetleriyle sürdürecektir. “Bu sabah bakıyorum bir televizyon kanalında Ankara’da bir polis panzerine tırmanan bir tane kız mıdır, kadın mıdır bilemem. Ve oradan, panzer yetmiyormuş gibi hızını alamıyor, kalkanla yerinde duran polisimize elindeki sopayla saldırıyor, vuruyor, polis yerinde sabrediyor… Gelecek polisin kalkanına vuracak, panzerine saldıracak ne işe yarıyor bunlar, ne yapmaya gidiyor? Bu ülkenin meydanları boş değil.” Bu sözler Tayyip Erdoğan’ın Konya mitinginde, Ankara’da Metin Lokumcu’nun ölümü üzerine yapılan eylemde panzer üzerine çıkan eylemci bir kadına söylendi. Referandumun ardından kadınlara yönelik cinsiyetçi ültimatomları ardı arkasına sıralayan AKP, seçim sürecinde meydanlarda kadınlara ayar vermeye kalkışmış, toplum mühendisliğiyle milliyetçimuhafazakâr kitlenin kadın düşmanı, gerici kimliğini palazlandırmıştır. Referandum döneminde “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” açıklamasıyla AKP, ileri demokrasisinden kadın düşmanlığı çıkacağının mesajını vermişti. Referandum sonrasında kadınların özgürlük sorunu türbanla üniversiteye girmek oldu, Mardin’de 15 kişinin tecavüzüne maruz kalan 13 yaşındaki N.Ç. davasında “kendisi karşı koyabilirdi” kararı verilip tecavüzcülerin çoğu salındı. Konya Üniversitesi profesörü Orhan Çeker’in

“dekolte giyen kadın için tecavüz tesadüf değildir” açıklamasına düşünce özgürlüğü kararı çıktı. Her gün 5 kadının öldürüldüğü, kadınların sokakta tacize tecavüze uğradığı haberlerindeki artışı AKP; “medya abartması” olarak değerlendirdi; kadın cinayetlerinin son 7 yılda %1400 arttığı tespit edildi. Seçim sürecine bu vakaların gölgesinde girildi. Peki, geride kalan seçim süreci kadınlar açısından nasıl geçti ve seçim sonrasına kadınlara yönelik ne mesajlar var?

Kadının adı yok! AKP, cinsiyetçiliği seçim sürecinde de elinden bırakmayıp buna ahlak, namus, aile mahremiyeti nutuklarını ekledi. Kendini muhafazakar aile danışmanı olarak niteleyen Sibel Üresin’in “Çok eşlilik yasallaşmalı, dinimizde var” sözlerine ahlak diyen Başbakan, meydanlarda MHP’li adayların kasetleri üzerinden seçim konuşmaları yaparak namus, aile ve ahlak vurgusunu öne çıkardı. Ahlakı aile içinde tanımlayan Başbakan’a destek Cemil Çiçek’ten geldi, “Sözlerim evlilik niyetlisi olmayan gençlerle alakalıdır. Flört adı altında evliliğe alternatif olarak sunulmak istenen gayri meşru cinsel ilişkilere karşıyım. Çünkü aile güçlü olmazsa devlet de güçlü olmaz.” AKP’nin ahlak üzerinde bu kadar durmayı, “kutsal aile” kavramıyla kadını yüceltmeyi tercih etmesinin altında gelecek döneme dair

kadınlara yönelik gerici politikaları katılaştırma yatmakta. Bu yapıyı oluşturmak için de aile, ahlak, namus ve iffeti elzem kılan muhafazakar-milliyetçi değerleri kullanarak gerici toplumsal tertibatı aktifleştirme üzerine yoğunlaşacaktır. Böylece kadını daha fazla dizginleyen, kadın özgürlüğü kavramını yontan, kadınların eşitlik özgürlük mücadelesini marjinalleştiren projeleri hayata geçirmeye çalışacaktır. Şırnak’ta Newroz kutlamaları sırasında polisin sert müdahalesine karşı Sabahat Tuncel’in attığı tokat ve buna yönelik Egemen Bağış’ın “Kadın demeye bile dilim varmıyor” açıklaması, Hopa’da yoğun biber gazından hayatını kaybeden Metin Lokumcu için Ankara’da yapılan eylemde panzere çıkan eylemci kadının önce polis şiddetiyle kalça kemiğinin kırılması ve daha sonra Başbakanın “O Kadın, kız mıdır kadın mıdır?...Bu meydanlar boş değil” tehditleri, Milliyet gazetesi yazarı Nuray Mert’in Dersim Katliamı benzetmeli açıklamasından dolayı Başbakanın, "Senin yaptığın mertlik değil namertliktir" diye suçlaması ve ardından “Bedeli ödenir” şeklinde tehditler savurması AKP’nin kadın düşmanı politikalarında bir sıçrama yaşanacağının işareti. AKP, 9 yıllık iktidarı boyunca gazetecisinden, profesörüne kadar kadın düşmanlığını meşrulaştırma hamleleri-


ni, gelecek dönemde kurumsallaştırma faaliyetleriyle sürdürecektir. Öte yandan “kadın mıdır kız mıdır” hitabıyla sadece kendisine muhalif kadınlara bedenleri üzerinden saldırmıyor, aynı zamanda Siyasal İslam’ının “hanım”larını (Sibel Üresin gibi yeni örnekler) harekete geçmeye teşvik ediyor. Kendisine muhalif, mücadele alanındaki kadınları bizzat Başbakanın kendisi hedef göstererek kadın düşmanlığının toplumsal yapısını genişletiyor. AKP’nin kadınları yok sayan yeni projesi Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nı bütçe tasarrufu bahanesiyle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak değiştirilmesi ve Kadın Statüsü Genel Merkezi’nin (KSGM) de bu çatı altına alınmasıydı. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın kadın erkek eşitliğini esas alan bağımsız bir kurum olmamasıyla birlikte KSGM’nin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı çatısı altında bulunması kadın sorunlarını aile başlığında toplayan bir adımdır. Kadınların uzun yıllar boyu verdiği kadın kimliğini görünür kılma mücadelesini yok sayan ve en başa döndüren bu proje, AKP’nin eril yapısını açığa vurmaktadır. AKP “kadın yoktur sadece aile vardır ve kadın da ancak aile için(de) vardır” düşüncesiyle kadınlara yönelik neoliberal politikaların biçim değiştireceğini gösteriyor. Kadın bedenini, kimliğini ve emeğini değersizleştiren bu proje kadını daha çok ev içine kapatacak bu sayede neoliberal projelerin hayata geçirilmesi için kendine engebesiz bir yol açacak.

Cinsiyetçilikte AKP’nin kozası CHP CHP cephesinde en dikkat çeken “Güçlü sosyal devlete doğru: Aile Sigortası” projesi oldu. Projenin, aylık geliri açlık sınırının altında olan ailelere her ay düzenli olarak verilecek maaşın ailedeki kadının hesabına yatırılacağı en vurgulanan kısmı oldu. CHP bu projeyle yakın dönemde artan kadın cinayetlerine, cinsel ve fiziksel şiddete ve AKP’ye karşı kadınların yükselen tepkisini kendinde toplamayı hedefledi. CHP’nin kadın sorunlarını algılayışındaki cinsiyetçilik AKP ile benzerlikler göstermekle birlikte aile sigortası projesinde kendini açığa vurmaktadır. Eğer bu projenin amacı kadın sorunlarına çözüm ise; 1. “Aile Sigortası, toplumu oluşturan en küçük birlik olan “aile”yi korumayı amaçlar.”anlayışı kadınları birey olarak ele almayıp aile içerisinde tanımlayıp kadınların özel alandaki sorunlarına kör gözle bakmaktadır. Kadına yönelik toplumsal cinsiyet kimliklerini ve ev içindeki yerini korumaktadır. Bu proje, kadınlara yönelik neoliberal politikalara (kayıt dışı, ev eksenli çalıştırma, karşılıksız ev içi emeği vb.) ve ataerkil baskıya duyarsızdır. Kadınların “Özel alan politiktir” mücadelesine ters düşmektedir. 2. “Yoksulluğun ortadan kalkması, ailelerin içinde, özellikle daha güçsüz olan çocukların, kadınların, yaşlıların ve engellilerin korunmasına yönelik, insan odaklı politikaların geliştirilmesine bağlıdır.” Kadınları birey olarak ele almayan anlayış, temelde AKP’nin referandumda “kadınlara pozitif ayrımcılık” maddesi aldatmacasıyla aynıdır. Kadının güçsüzler çatısında yer alması kadınların emek, beden ve kimlik sömürüsünün mağdurları olduğuna uzak kalmıştır. Bu yüzden kadınların istihdam yükseltme amacıyla parasız kreş ve her kadına sosyal güvence talepleriyle örtüşmemektedir.

(

Tüm kadın mücadelesini harekete geçirici müdahalelerde bulunmalı, AKP’nin kadın politikaları karşısında özneleşmeli, daha fazla sokakta olmalı, daha fazla militan olmalı Partilerin mevsimlik işçileri: Kadın kolları Seçim dönemlerinde siyasi partilerin kadın kolları, meydanlardan mahallelere inerek iletişim kolaylığı yaratma ve vaatlerin daha aktif ve hızla yayılmasında en etken rol oyması nedeniyle parti içi inisiyatif ve görünürlülük noktasında ivme kazanmaktadır. Siyasi partiler açısından kadınların sokak sokak, ev ev gezerek propaganda yapması en elverişli yöntem. Çünkü mahalleler seçim meydanlarının nabzı olup en aktif propagandanın yapılması gereken yerler olduğu için mahallelerin gündüz bekçileri kadınlarla iletişim kurmada kolaylık sağlıyor. Fakat adeta mevsimlik işçi gibi çalıştırılan kadın kolları üyeleri seçim sonrasında silikleşerek

toplantılarda değil oy hakkı, fikir beyan etme hakkını bile kaybetmektedir. Kadın kollarının faaliyet alanlarının parti programlarına dair düzenlemeler gibi direk siyaset yapma yeri olarak değil de kadınların beceri, duygu, iletişim kurma, konuşkanlık gibi toplumsal cinsiyet kimliklerini yücelterek kadınlara ev dışında fakat eril parti otoritesi sınırlarında bir hareket alanı yaratmaktadır. Ayrıca partilerin mahallere ulaşma yöntemindeki bu tercih kent yoksullarının tabanına kadınları oturtan zihniyetini de açığa vurmaktadır

Meclis vitrinindeki kadınlar Seçim hazırlıklarının başlamasıyla beraber meclis içerisinde kadın milletvekili sayılarının azlığı sebebiyle çeşitli kadın örgütleri ve TÜSİAD Kadın Girişimciler Derneği gibi kurumlar toplanarak Haklı Kadın Platformu oluşturdu. Platform artan kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddeti hatırlatarak, bu sorunların çözümü için seçim yasası ve parti programlarına dair düzenlemeler yapılmasını, mecliste kadın temsiline önem verilmesini teşvik edici kararlar aldı. Fakat seçim sonuçlarının ardından Tayyip Erdoğan’ın balkon konuşmasında iki kez kadın demesiyle yetinerek, gelecek döneme dair umut verici olduğu açıklamasını yaptı. Kadın mücadelesinin ezberi olan, mecliste kadın milletvekilinin daha fazla olmasının toplumdaki kadın sorunlarına çözüm olup olmayacağına kısaca eğilmemiz gerekir. Var olan siyaset sistemi, temelinde erkek egemen bir yapıya sahiptir bu açıdan erkek egemen meclisteki kadın temsiller kadın sorunlarına gereken çözümleri üretmekte sıkışır. Mecliste temsil sadece kadınlara değil cinsiyet eşitsizliği mağduru hiçbir kesime cevap olmamaktadır. Örneğin tecavüze uğramış, erkek şiddeti görmüş veya trans, eşcinsel bir bireyin değil vekil olması sorunları bile konuşulamamaktadır. Sonuç olarak partilerin kadın milletvekili sayısını arttırması, kadın kotası uygulaması cinsiyet eşitsizliğine maruz kalan kesimlerin sorunlarına bakış açısını ataerkil görüş etkisinden sıyıramayacak; eşitlik adına çözüm üretmeyecek. Geçmişte de kadınlar ciddi ilerici adımlar attıkları mecliste benzer bir baskıyla karşılaşmışlardır. Meclisin ilk kurulduğu yıllarda kadınlara verilen seçme ve seçilme hakkı sayesinde dönemin ilerici kadınlarının kurduğu Türk Kadınlar Birliği, meclise ilk girdiği andan itibaren kadınların eşit vatandaşlık hakları üzerine çalışmalar yapmış, meclis içerisinde aktifleşerek meclisin hakim erkek egemen yapısına adeta meydan okumuşlardır fakat meclis tarafından kapattırılmışlardır. Ayrıca meclise giren kadın milletvekillerinin cinsiyet eşitsizliği yaşayan kesimlerin sorunlarına uzaklaştığını, kendine yabancılaştığını, bağlı oldukları partinin cinsiyetçi düşüncelerine biat eden sözler sarf ettiğini ve hatta erkekleştikleri ölçüde görünürlük kazandıklarını AKP’nin Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı yapan Aliye Kavaf ve Nimet Çubukçu örneğinden görebiliriz.

Israrla, inatla sokaktayız! Seçim dönemi boyunca sokaklarda olan kadınlar, seçim gündeminden bağımsız tavır alarak iktidar ve muhalefet partilerinin eril ütopyalarına kanmayıp taleplerini sandıkta değil sokakta örgütlediler. Çok açık görülüyor ki Başbakan’ın “Bu meydanlar boş değil” tehdidinin altından sokaklarda kadın ölümlerinin, kadınlara yönelik taciz tecavüzlerin, şiddetin artacağı, ahlak sorgusunun artacağı yatmaktadır. Gelecek dönem AKP’nin siyasal islamın ve neoliberalizmin kadın politikalarındaki sıçrama felaket tablosu olarak değerlendirilmemeli. Çünkü militanlaşan, gelişen kadın mücadelesi, sokak eylemleriyle muhafazakâr yeniden yapılanmanın krizlerini derinleştirecek güce sahiptir. Olgunlaşma sürecini tamamlayan üniversiteli kadınlar, bütünlüklü bir saldırı haline gelecek kadın düşmanlığı karşısında gelecek döneme dair programlı bir mücadele hazırlamalı. Tüm kadın mücadelesini harekete geçirici müdahalelerde bulunmalı, AKP’nin kadın politikaları karşısında özneleşmeli, daha fazla sokakta olmalı, daha fazla militan olmalı. Kadınların özgürlük ve eşitli mücadelesini “sokaklarda” daha fazla görünür kılmalı, tabanını genişletmeli, kadın mücadelesinin taleplerini fiili kazanımlara dönüştürmeli AKP’yi sokakta yenmeliyiz.

devrimci gençlik

27


anafor

Althusser ve İdeoloJİnİn Teorİsİ ( Kişi polisin çağrısını duyduğunda karşılıklı tanıma süreci başlar; öznenin (kişinin) Özne’yi (egemeni) tanıması ve öznenin kendini tanıması. Özne-kişi kendi konumunu öğrenir ve şunu söyler: “Evet, bu gerçekten benim!”

L

ouis Althusser 1960’lar Fransasında Marksist teorinin radikal bir yorumunu yaparak Fransa Komünist Partisi, sol yapılar ve entelektüeller arasındaki yoğun tartışmaları tetikledi. Bu tartışmalar bir yanda E.P.Thompson gibi muhaliflerini yarattığı gibi Perry Anderson, Etienne Balibar ve Alain Badiou gibi önemli Marksist kuramcıların beslendiği bir Althusserci damarı da ortaya çıkardı. Marx’ın anti-hümanist bir yorumunu yapması, ideoloji ve bilim arasında keskin bir sınır koyması ve Marx’ın gençlik eserlerindeki Hegel etkisini bir olgunlaşmama sorunu olarak görmesi Althusser’in tezlerinin yarattığı etkinin sebepleri arasında gösterilebilir. Tüm bu tartışmalar bugüne dek uzansa da, Althusser’in 1960’larda “Marksizmin sapmalarına” (ekonomik indirgemecilik ve teorik özcülük) karşı çektiği mücadele bayrağı bilimsel sosyalizmin yeni bir dönemine Althusser ismini damgaladığı tartışılmazdır. Bu yazı 20. yüzyılın en önemli Marksist düşünürlerinden olan Althusser’in teorisine bir giriş olarak okunabilir. Yazının merkezinde Althusser’in ideoloji üzerine tezleri yer alacak; fakat bu tezlerle ilişki içerisinde Althusser’in teorisinin temel kavramları olan üstbelirlenim, epistemolojik kopuş, anti-hümanist Marksizm üzerine de kısa değinmeler yapılacak. Bu değinmeler Althusser’in teorisinin kendi zamanının politik konjonktürü

28

devrimci gençlik

içerisinde düşünülürse farklı bir anlam kazanacaktır. Althusser’in teorisinin bugüne olan politik yansımaları yazının son bölümünde yer alacaktır.

İdeoloji ve üstbelirlenim Klasik Marksizm (1843-1895) üretici güçlerin yeniden üretimini, üretim içinde gerçekleşen ve temel kaynağı ücret olan bir olgu olarak tanımlamıştı. Bu tanıma göre, işçinin emeğinin yeniden üretimi için gerekli olan şey “var olmasına ve çoğalmasına” yetecek kadar bir maaş ve yeniden üretimin gerçekleşeceği ailenin varlığıdır. Althusser’in bu tanıma itirazı yeniden üretimin maddi koşullarını yaratmanın emek gücünün yeniden üretilmesi için yeterli olmayacağıdır. Kapitalist iş bölümünün çeşitliliği içerisinde farklılaşan vasıfları da üretmek gerekir. Vasıfların (temel becerilerin ve disiplinin) üretilmesi ise üstyapı içerisindeki okul gibi kurumlarda gerçekleşir. Üstyapının emek gücünün yeniden üretimine dahil olması, altyapı ve üstyapı arasındaki görece kopuk ilişkiyi sorgulatıyor. Althusser üstyapının altyapının etkisiyle belirlendiğini kabul etse de üstyapının altyapının bir yansıması olduğu tezine karşı çıkıyor. Althusser’in üstyapıya tanıdığı özerklik ve belirleme gücü üstbelirlenim kavramıyla açıklanabilir. Althusser’e göre devrimin Rusya’da gerçekleşmesi sadece üretici güçlerin gelişim düzeyiyle ya da artı-değer sömürüsünün yoğunluğuyla açıklanamaz. Aksine

devrim anını yaratan, Rusya’da kent ve kır arasındaki eşitsiz gelişme, devrimci önderliğin güçlü politik birikimi, devletin ideolojik aygıtlarındaki çelişkiler ve Çarlık rejiminin meşruiyet kaybı gibi birçok nedenin bileşkesidir (çelişkilerin yoğunlaşması). Bu yüzden altyapının belirleyiciliği son kertede ortaya çıkar; üstyapıysa sınıf savaşımının ortaya çıkardığı çelişkileri onları devrime dönüştürmek ya da sönümlendirmek adına üstbelirler. (Altyapıyla üstyapının uyumu konusunda benzer bir açıklama için Gramsci’nin “tarihsel blok” kavramına bakılabilir). Üstbelirlenim, Althusser’e göre Hegelci diyalektiği Marksist diyalektikten ayıran temel kavramdır. Althusser’e göre, Marx baş aşağı duran Hegel diyalektiğini ayakları üzerine oturtmaktan fazlasını yapmıştır, çünkü bu yalnızca diyalektiğin özcü (metafizik) içeriğinin değiştirilmesi olurdu. Marx ideaların çatışmasına dayanan ve modern-ideal devlette son bulan basit diyalektiği karmaşık bir yapıya kavuşturmuştur. Artık diyalektiğin hareket ettiği zemin kökensel basit birlikler değil, yapılanmış karmaşık birliğin her zaman önceden verili halleridir. Üstbelirlenim mevcut durumun barındırdığı çok belirleyenli çelişkileri işaret etmektedir. Hegelci diyalektikte ikincil çelişkiler anlamsızken, Marksist diyalektikte ikincil çelişkiler üstbelirleme gücü ve eşitsiz gelişimleri içerisinde karmaşık bir olgu olarak ele alınır. (1) Üstbelirlenim üretimde belirgin olan sınıf çelişkilerinin, üstyapıda yeniden üretilen üretim ilişkileri tarafından belirlendiğini açığa çıkarmaktadır. Bu tez Marksizmin ekonomist indirgemeci yorumuna karşı çıkmakta, sınıf mücadelesinin çeperlerini toplumsal yaşamın tüm alanlarına genişletmektedir. Gramsci’nin “organik aydın” tartışmasında olduğu gibi kendi varoluş alanlarında proletaryanın mücadelesine ortak olan toplumsal kesimlerin önemi artmaktadır. 68 gençlik eylemlerinin FKP tarafından desteklenmemesine rağmen, kendisi de bir FKP üyesi olan Althusser bu eylemleri devletin ideolojik aygıtlarının (aile ve okul) temelinin zayıflamasının bir işareti olarak görmüş ve desteklemiştir. Üretim ilişkilerinin yeniden üretim sahalarının sınıf mücadelesi için kazandığı önem, Althusser’e göre devlet iktidarı ve devlet aygıtı arasında bir ayrım yapmayı zorunlu kılmaktadır. Devlet iktidarını ele geçirmek için koşullanmış partiler devlet aygıtlarını dönüştüreme-


(

Althusser üstbelirlenim kavramından hareketle, devrimin gerçekleşebileceği uygun koşulları hazırlamak için sınıf mücadelesinin farklı alanlarında ortaya çıkan çelişkileri derinleştirmeyi ve bunları birleştirmeyi önermektedir.

dikleri sürece, Sovyetlerde yaşandığı gibi, devrim yenilecektir. Klasik Marksizm’de “yöneten sınıfın zor aygıtı” olarak tasarlanan devlet konsepti, bu tanım devletin aygıtlarını ve yeniden üretim sürecindeki çok yönlü işlevlerini kapsayamadığı için Althusser tarafından eksik bulunmuştur. Althusser’in devlet teorisine eklemeyi önerdiği şey, devlet aygıtlarının üretim ilişkilerinin yeniden üretimde aldığı rolü ve işçi sınıfının boyun eğdirilmesinin dini, kültürel, hukuksal mekanizmalarını açıklayabilecek bir teori yani devlet aygıtlarının teorisidir. Devlet aygıtları, Althusser tarafından, devletin ideolojik aygıtları (DİA) ve devletin baskı aygıtları (DBA) olarak ikiye ayrılmışlardır. Bu aygıtların temel özellikleri şunlardır: 1. Tüm devlet aygıtları hem ideolojiyi, hem de baskıyı kullanırlar; aralarındaki farkı yaratan hangisine öncelik tanıdıklarıdır. 2. DBA’lar az sayıda, yüksek disiplinli ve merkezidirler. DİA’lar çok sayıda, görece özerk ve iç çelişkilere gebedirler. 3. DBA’lar DİA’ların sorunsuzca işlevini yerine getirmesini sağlayacak nesnel koşulları yaratırlar. Üretim ilişkilerinin yeniden üretildiği yer olan DİA’lar dini, öğretimsel, aile, hukuki, siyasi, kültürel ve iletişimsel gibi özerk yapılara ayrılmıştır. Bu yapılardan kapitalist üretim biçiminde, üretim ilişkilerinin yeniden üretimi konusunda öncü rolü sahiplenen aygıt okuldur. (2) DİA’ların işleyiş mekanizmasını anlayabilmek için ideolojinin yeniden üretim içerisinde nasıl bir işleve sahip olduğunu açıklamamız gerekiyor. Bunun için Althusser’in ideolojiye atfettiği üç başlıklı bir tanımı izleyebiliriz: 1. İdeolojinin tarihi yoktur. Althusser burada sınıflı toplumlardaki bir yönetme aracı konsepti olarak ideolojiyle, somut ve adlandırılabilir olan, tarihleri içerisinden doğdukları toplumsal formasyonların tarihi olan ideolojiler arasında bir ayrım yapıyor. İdeoloji somut tarihe göre değil, insan zihninin işleyiş biçimine göre açıklanmalıdır. Bu yüzden ideolojinin tarihsiz olması, Freud’un bilinçdışı ebedidir, yani tarihi yoktur önermesine bağlantılı olarak açıklanabilir. İdeoloji içerik olarak değil ama işleyiş mekanizması bakımından tarih-aşırıdır, biçimini değiştirmeden tarih boyunca süreklilik göstermektedir. 2. İdeoloji, bireylerin gerçek varoluş koşullarıyla aralarındaki hayali ilişkilerin bir tasarımıdır. Buna göre ideoloji klasik Marksizmin tanımlamasında olduğu gibi “yanlış bilinç” değildir. Yani ideolojide söz konusu olan gerçek üretim ilişkilerinin hayali çarpıtması değil, bireylerin üretim ilişkilerinde sahip olduğu konumla hayali ilişkilerinin onlara DİA’lar tarafından temsil edilmesidir. 3. İdeoloji bireyleri özne olarak adlandırır. Althusser, bu tezi bir çağırma metaforuyla açıklıyor: Sokakta bir polis “Hey, sen oradaki!” diyerek çağırdığında, çağrıldığını bilen insan polise dönerek özneleşir. Çağrılan insanın onlarca insanın arasından kendisinin çağrıldığını bilmesi, bu çağrıda kendine dair bir şeyler bulmasıyla ya da çağrılmaya hazır olmasıyla alakalıdır. Kişi polisin çağrısını duyduğunda karşılıklı tanıma süreci başlar; öznenin (kişinin) Özne’yi (egemeni) tanıması ve öznenin kendini tanıması. Özne-kişi kendi konumunu öğrenir ve şunu söyler: “Evet, bu gerçekten benim!” Bu karşılıklı tanıma yoluyla Özne kendini kurar: Tanrı’nın (Özne’nin) var olabilmesi için onu tanıyan öznelere ihtiyacı vardır. Özne-kişinin kuruluşuysa, öznenin DİA’ların belirlediği fikirlerinin doğrultusunda DİA’ların ritüellerine katılarak gerçekleştirdiği maddi pratiklerinin içerisinde sağlanır.

Epistemolojik Kopuş Althusser’in özne tanımına göre kişiler her zaman kendi varoluş koşullarıyla ilişkilerini iktidarın çağrısı dolayımıyla kurarlar ve bu yüzden öznelik dışında bir varoluşları yoktur. Ama bazı durumlarda ve bazı kişiler için egemenin çağrısının çekiciliğini yitirdiği anomali halleri oluşur. İdeolojinin kuşatmasından bilinçli bir çıkış içinse tek yol bilimsel (tarihsel materyalist) pratiktir. Bilimsel bilgi tarihin belirli bir anındaki verili durumlardan yola çıkarak elde edilemez. Bilimsel

bilginin üretimi geçmiş zamanlara ait ideolojilerin ürettikleri kavram ve yapıların eleştirilmesi ve yıkılmasıyla mümkündür. Örneğin, Marksizm’in bilimselliğini sağlayan şey, onun Alman ideolojisini çürüten bilimsel pratiğidir. Althusser’e göre Marx gençlik eserleri döneminden Hegelci etkiden kurtulduğu ve Marksist bilimin temellerini attığı yeni bir döneme epistemolojik kopuşla geçmiştir. 60’larda Stalinizme tepki olarak açığa çıkan Marksist hümanist akım, Althusser’e göre bilimsel olmaktan uzaktır. Çünkü hümanizmin temeli insana dair metafizik ve kökenci bir varsayıma (özgür insan ya da homo econimicus) dayanır. Althusser, Spinoza’nın yolundan giderek tarihsellik ve bilinçdışıyla belirlenmiş insanın özgür bir iradeye sahip olmayacağını savunur.

Althusser’in güncelliği Althusser’in Marx’ın teorisinin yoğun bir okumasına dayanan önermeleri, Marksizm içindeki hümanist ve ekonomist akımlara karşı radikal bir tavrın benimsenmesinin önünü açtı. Günümüzde Birikim Dergisi tarafınca savunulan “özgürlükçü sosyalizm” tartışmasının, 60’lardaki hümanist akımla, insanın kökenci bir tanımını yapması bakımından örtüştüğü gözden kaçmamalıdır. Marx’ın kitaplarında demokrasi mücadelesine yapılan vurgunun zayıflığından yakınan ve “Günümüzde Demokrasi, Komünizmdir” başlığıyla bu eksikliği ifade eden Birikim çevresine demokrasinin son 40-50 yılda emperyalizmin ve sermayenin sivil toplumunun (yönetişim) lehine geçirdiği anlam kaymasını hatırlatmak gerekir. Yine Birikim çevresinin devrimci önderliği “komploculuk, bir avuç maceracı devrimcinin kendisini işçi sınıfının öncüsü ilan etmesi” diye itham ederek kitlelerin kendiliğinden hareketine yaptığı övgü, karşısında Althusser’in Lenin’e bağlılığını ve öznenin iradesizliği önermesini bulacaktır. (3) Althusser’in teorisi üstyapının aygıtlarını devrimci bir mücadelenin verilmesi gereken alanlar olarak göstermektedir. DİA’ların görece özerkliği ve iç çelişkileri, özellikle üniversiteleri egemen ideolojilerin karşısına dikilecek devrimci bilimsel pratiğe uygun birer kuluçka haline getirmektedir. Bu sayede entelektüel kesimin devrimci rolü belirginleştiği gibi, DİA’ları kendi içlerinden hareketle yapısal bir dönüşüme uğratacak gençlik, devrimin önemli unsurlarından biri haline gelmektedir. Bu durum aynı zamanda tüm devrimci oluşumlarda olduğundan daha çok başat DİA’nın parçası olan gençlik hareketi için ideolojik mücadeleyi vazgeçilmez kılmaktadır. Althusser üstbelirlenim kavramından hareketle, devrimin gerçekleşebileceği uygun koşulları hazırlamak için sınıf mücadelesinin farklı alanlarında ortaya çıkan çelişkileri derinleştirmeyi ve bunları birleştirmeyi önermektedir. Bu önerinin sonucu olarak alınması gereken devrimci tavır, sınıf mücadelesinin açığa çıkan farklı biçimlerini kapsayabilecek, bunları güçlü bir önderlik altında yoğunlaştırabilecek bir programa sahip olmaktır. Türkiye’de bu programın tanıdık ismi hak mücadeleleridir. Neoliberalizmin Türkiye halklarında yarattığı toplu etkinin değişik yansımaları sağlık, eğitim, barınma, ulaşım, enerji hakları hareketleri olarak örgütlendiğinde “devrimci an” ortaya çıkabilir. Türkiye gençlik hareketindeyse eş güdümlü yürüyen piyasacılığa ve anti-demokratik uygulamalara karşı mücadele, “üniversitenin devrimine” giden yolda üniversitenin içinde beliren çelişkileri çatışmalara (krizlere) dönüştürebilir. 1. Althusser, Louis. Marx İçin, İthaki Yayınları, 2002 2. Althusser Louis, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, İletişim, 1994 3. Fikirleri kör olanların tarzı görenlere yük olmak ya da gözü açıklara yamanmaktır. Birikim Dergisi şu soruyu cevaplamalı: “AKP’nin statükoyla girdiği savaşım içerisinde istemeden de olsa demokratik bir misyon üstlenmesi” analizi artık devam ettirilebilir mi? Eğer cevap evetse diyecek laf yok. Eğer cevap hayırsa o zaman yapılması gereken “sosyalizmi yeniden tanımlamak” mıdır, yoksa AKP’yi yeniden tanımlamak mı? devrimci gençlik

29


söylesi .

dİrenİş zamanında toplumsal hareketlerİn merkezİnde gençlİk bulunuyor Lübnan Komünist Partisi Gençlik Örgütü Merkez Komite üyesi - üzerine sohbet Nassim Arabi ile Ortadogu

(

30

devrimci gençlik

Sosyo-ekonomik koşulların işsiz gençlik kitleleri üzerinde yarattığı etki de düşünüldüğünde, gençliğin ayaklanmalardaki öncü rolü anlaşılabilir. Uzun bir gevşeklik ve politik başarısızlık döneminin ardından, şimdi yeni bir politik özgüven dalgası tüm Arap gençliğini sarıyor Yakın zamanda, Ortadoğu, baskıcı rejimleri reform yapmaya zorlayan ve diktatörlükleri yıkan toplumsal ayaklanmalara tanıklık etti. Şimdiyse isyan dalgası Suriye’ye yayıldı. Kuzey Afrika’da başlayıp, Beş Deniz Bölgesi’ne (Ortadoğu) yayılan bu toplumsal hareketlerin temel sebepleri nelerdir? İsyanın geliştiği ülkelerde isyanın sebepleri benzer miydi? Yaşanan isyanların sebeplerini 3 başlıkta toplayabileceğimizi düşünüyorum: Birincisi, tüm Arap rejimlerinin Araplar için bir onur meselesi olan Filistin davasını savunmakta başarısız olması. İkincisi, Arap toplumlarında gittikçe derinleşen sosyo-ekonomik uçurumlar. Bu durumun temel sebeplerinden biri, genelde yönetici sınıf ya da hükümetin yandaşı olan burjuvazi-

nin neo-liberal ekonomi reçetelerini uygulaması olarak düşünülebilir. Üçüncüsü, asgari ölçüde bile düşünce özgürlüğüne tahammülün olmaması ve demokrasinin azami derecede sınırlandırılmış olması. Bunun yerine hükümetin kitlelerle ataerkil bir ilişkiyi devam ettirdiğini söyleyebilirim. Ülkelerin resmi yönetim biçimleri ister krallık, ister emirlik, isterse de cumhuriyet olsun; feodaller, askeri burjuvazi ve oligarşik sınıflar Arap ülkelerini yöneten gerçek güçler durumunda. Karşılaştırmalı bir politik perspektiften yaklaşırsak isyanın sebepleri hakkında ülkeler arasında benzerlikler bulunabilir. Fakat bir ülkede yaşananların o ülkenin özgün koşulları göz önünde bulundurularak analiz edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Fakat kısaca her ülkenin siyasi durumunun isyanın sebeplerine dair bahsettiğim üç maddeyi farklı biçimlerde içerdiğini söyleyebilirim. İsyanları tetikleyen en önemli faktörlerden biri çoğunlukla işsiz ve üniversite öğrencisi olan gençlerin rolüydü. Gençliğin, isyanların ortaya çıkmasında ve gidişatında bu denli belirleyici olabilmesini neye bağlıyorsunuz? Gençlik kesimleri bu isyanlara neler kattı? Gençlik Arap dünyasının en geniş ve en dinamik toplumsal parçası. Bu yüzden devrimci bir anda ya da bir direniş zamanında toplumsal hareketlerin merkezinde gençlik bulunuyor. Daha önce bahsettiğim sosyo-ekonomik koşulların işsiz gençlik kitleleri üzerinde yarattığı etki de düşünüldüğünde, gençliğin ayaklanmalardaki öncü rolü anlaşılabilir. Uzun bir gevşeklik ve politik başarısızlık döneminin ardından, şimdi yeni bir politik özgüven dalgası tüm Arap gençliğini sarıyor. Fakat gençliğin bu hareketliliğinin kuşaklar arası kültürel bir çatışma olarak okunamayacağını belirtmemiz gerekiyor. Gençlik kitleleri isyanlar boyunca nasıl örgütlendi? Bu süreçte ön plana çıkan, görünürlük kazanan gençlik örgütlenmeleri var mıydı? Gençlik örgütlenmelerinin organizasyonu ülkelere göre değişiklik gösteriyor. Örneğin; Tunus’ta Sol İlerici Gençlik Aktivistleri’nin (leftist progressive youth activists) gençlik hareketi

içerisinde ön planda olduğunu söyleyebilirim. Bu örgüt sendikalarda ve Tunus Komünist İşçi Partisi gibi partilerin gençlik kollarında faaliyet yürütüyor. Mısır’da örgütlü bir gençlik hareketinden bahsetmek imkansızdı. Örgütlenme Tahrir Meydanı’ndaki eylemlerde gerçekleşti. Fakat gençlik hareketinin politik bir programı yoktu. Bu yüzden isyanın ilerleyen günlerinde, Müslüman Kardeşler gibi karşı-devrimci hareketler, devrimci kitlelere hitap edebildiler. Bunlar isyan sürecinde gençlik kitlesinin genel hareketinin tasviri için örnek verilebilir. İsyanın meydana geldiği ülkelerin çoğunda Siyasal İslam ya iktidarda ya da ana muhalefette yer alıyor. İslamcı parti ya da hareketlerin bu isyandaki konumu neydi? Toplumsal hareketlenmeye karşı tavırları nasıldı? Sonuç olarak siyasi bir başarı elde ettiklerini söyleyebilir miyiz? Aslında İslamcı partilerin diğerlerine kıyasla daha iyi örgütlenmiş olduklarını söyleyebiliriz. Ancak bu durum onların daha güçlü oldukları anlamına gelmez. Bağımsız kitleler isyana katılanların büyük çoğunluğunu oluşturuyordu. Yine de, İslamcı partilerin net hedefleri olduğunu görebiliriz. Mısır örneğine bakacak olursak, Mübarek’in devrilmesinin hemen ardından Müslüman Kardeşler’in bir karşı-devrimci olarak oynadıkları role açıkça tanıklık edebiliriz. İsyan sürecinde emperyalizmin izlediği strateji hakkında ne düşünüyorsunuz? Mısır’daki isyanın ardından emperyalistlerin bölgede daha aktif bir rol aldığı görüldü. Sizce, emperyalistler isyanı yatıştırmakta ya da sonuçlarını manipüle etmede başarılı oldular mı? Kuzey Afrika ülkelerinin sömürgeci politikaların hedefindeki “yeni Irak” olabileceğini söylemek mümkün mü? Emperyalist güçler isyan dalgasına karşı bir denge politikası izleyecekler. Bu denge politikası emperyalistlerin Arap bölgesinde alışık olduğu bir siyaset biçimi. Amerika’nın sosyalist Somali’yi Sovyet destekli sosyalist Etiyopya’ya karşı savaşında desteklemesi gibi bir örnek var elimizde.


dünyadan Sömürgecilerin bölgede iki temel hedefi var: Petrol ve Siyonist devletin güvenliği. Bu yüzden, sömürgecilerin dış politikasını despot rejimlere tam destekten devrimci gençlik hareketlerine tam desteğe çevirmesini anlayabiliriz. İşte bu tam da, Libya örneğini yaşamamak için, devrimci hareketlerin uyanık olması gereken bir nokta. Zaman zaman Lübnan’ın politik gündeminde toplumsal hareketler belirleyici olabiliyor. Lübnan’nın politik atmosferi hakkında kısaca bilgi verir misiniz? Sol yapılar ve gençlik hareketi bu atmosferde kendilerine nasıl bir yer bulabiliyorlar? Bugün Lübnan Komünist Partisi’nin politik hattı nedir? Lübnan’ın politik sistemi bölgede analiz etmesi en zor sistem. Bu durum sisteme karşı mücadele vermeyi de zorlaştıran bir etken. Bu günlerde sol örgütlenmeler, yalnızca şiddete dayalı bir ayaklanmadan oluşmayan bir kitle hareketinin temellerini atma gayreti içindeler. Solun bu yeni hareketten, mezhepçiliğe son vermesi, devletle halk arasında, mezhepçilik vasıtasıyla değil, doğrudan ve laik bir ilişkiyi sağlaması gibi beklentileri var. Lübnan’daki durumu bu kadar kırılgan hale getiren şey de bu mezhep odaklı politik anlayıştı. Komünist Parti bu sorunu her zaman gündeme getirmeye çalıştı ve komünistler bu hareketin merkezinde yer aldılar. Fakat dediğim gibi Lübnan’da durum çok karışık. Rejimin bir başı yok. Ben Ali ya da Mübarek yok. Lübnan’da her mezhebin bir Mübarek’i var. Bahsettiğim hareketle ilişkili olarak Komünist Parti devleti Siyonist saldırılara karşı güçlendirmeyi hedefliyor. Bunun için Komünist Parti yoksul sınıflara yönelik sosyoekonomik uygulamaları destekliyor ve Lübnan sınırlarını da aşan bir vizyonla Arap sosyalist bloğunu oluşturmak için mücadele ediyor. İsyanların sonuçlarını genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu isyanlar kapitalizmin ve oligarşilerin üstesinden gelebileceği geçici toplumsal hareketlenmeler mi, yoksa neoliberal sömürünün tetiklediği yeni bir devrim dalgası mı? Özetlemek gerekirse, isyanları tek bir başlık altında inceleyebileceğimizi düşünmüyorum. Fakat şundan emin olmalıyız ki, kapitalizm ve kolonyel güçler baskılara karşı ayaklanan halkların hareketini bastırmak için fırsat kolluyor. Yine de net bir politik program ve sağlam bir strateji, Arap dünyasını tepkisel pre-modern durumundan ilerici demokratik bir blok haline getirmek için en önemli dayanak noktalarıdır.

Ortadoğu’daki halk ayaklanmalarının son durağı Suriye, üç aydır Esad rejimi karşıtı direnişi sürdürüyor. Suriye genelindeki protestolar, facebook aracılığıyla "Suriye Devlet Başkanı Başar El Esad'a karşı devrim 2011" adı altında yayımlanan çağrı üzerine başlamıştı. İlk başlarda sınırlı talepleri olan muhalifler artık çok partili bir sisteme geçiş ve Esad yönetimini devirmek gibi sloganlarla sokaklarda isyanı büyütüyor. Devrim çağrısı, 48 yıldır süren olağanüstü hal ve olağanüstü mahkemelerin kaldırılması, polis baskısı ve sosyal adaletsizliğe son verilmesi, geçmişte ve gösteriler sırasında tutuklanan siyasi tutukluların serbest bırakılması, yolsuzlukla mücadelenin hızlandırılması ve halkın yaşam standartlarının yükseltilmesi… vb. özgürlük, demokrasi, eşitlik, insanca yaşam taleplerinde vücut buluyor. İnternette duyurulan çağrı üzerine yapılan ilk eylem 15 Mart günü Suriye'nin başkenti Şam'ın güneyindeki Deraa kentindeki El-Ömari Camii önünde gerçekleşti. Camii önünde toplanan direnişçiler “özgürlük, özgürlük” sloganlarıyla isyanın fitilini yaktı. Eylemin ilk gününde direnişçilere polisler tarafından açılan ateşle onlarca insan öldürüldü. Ardından Suriye’nin birçok kentinde halk sokaklara döküldü, Cuma eylemleri tabanını genişleterek yayıldı. Eylemlerin yayılmasıyla birlikte, Suriye hükümeti olayları izlemeye çalışan gazetecileri engellerken gösterilerin yaşandığı şehirlerin dünyayla ilişkilerini de kesti. Her geçen gün yüzlerce insan tutuklandı; eylemlere, cenaze yürüyüşlerine ateş açılması sonucu her gün onlarca insan da öldürüldü. (Suriye’de üç aydır toplam 1400 kişi hayatını kaybetti.) Devlet, gösterileri bastırmak için birbiriyle çelişen bir dizi yol izledi: Bir yandan gösterileri inkârcı taktiklerle marjinalleştirmeye çalıştı. Öte yandan, olağanüstü halin kaldırılması, siyasi partiler yasasının değiştirilmesi, gösterilerde öldürülenler için soruşturma komisyonu kurulması ve maaş zammı içeren bir reform paketi vaat etti. Fakat bu reform vaadi Suriye halkını ikna etmeye yetmediği gibi gösterilerin tırmanmasına, taleplerin radikalleşmesine yol açtı. Sert protestolarla karşılaşan Baas rejimi de muhaliflere sert davranmaktan çekinmeyerek 25 Nisan günü askerleri ve tanklarıyla kentlere yığınak yaptı, operasyonlara başladı, Ürdün sınırını kapattı. İçişleri Bakanı Muhammed İbrahim El Şaar, “En son Cisr üş Şuğur’da olduğu gibi silahlı saldırıların hedefinde kamu binaları ve karakollar var.” diyerek devlet terörünü akladı. Muhaliflerse, askerlerin rastgele ateş açtığını, tecavüz vakalarının yaşandığını, bazı askerlerin muhalefet safına geçtiğini ve onların güvenlik güçleriyle çatıştığını, güvenlik güçlerinin, halka ateş açmayan bazı polisleri bizzat kendilerinin öldürdüğünü açıkladı. Hükümetin, Suriye halkına yönelik yok etme savaşı yüzünden halk, Suriye’nin iç bölgelerinden Türkiye sınırına yakın kentlere göç etti. Ordunun kentlerde operasyonlar başlatması üzerine de binlerce Suriyeli Hatay’a göç etmeye başladı. Suriye’deki ayaklanma AKP’yi ise yakından ilgilendirmektedir. Dış politikada “sıfır problem” statejisinde çuvallayan AKP iktidarını önümüzdeki dönem Suriye’deki ayaklanmanın da etkisiyle yeni sorunlar bekliyor. Şimdiden görünen o ki AKP emperyalistlerin aktif taleronluğunu Suriye’de sürdürecek. Suriye’ye Libya’daki gibi olası bir emperyalist müadahelede AKP iktidarı emperyalistlerin direktifleri doğrultusunda rol almaktan çekinmeyecektir. devrimci gençlik

31


islik sesi

(

İMamın Okulları

Bayram Balcı “Orta Asya’da İslam Misyonerleri Fethullah Gülen Okulları” adlı kitabında Fethullah Gülen’in hangi amaçla Orta Asya ülkelerinde onlarca okul açtığına somut ve nesnel bir cevap arıyor

T

ürkiye’de 1990’lardan beri popüler olan Fethullah Gülen ve cemaati, özellikle AKP iktidarını takip eden yıllarda çok daha fazla konuşulur hale geldi. Son dönemde devletin bütün kadrolarında ve üniversitelerde belli bir yer edinen cemaat, özellikle üniversitelerin yönetiminde ve YÖK içinde güçlenerek, üniversitelere dair karar alma süreçlerinde oldukça etkili bir konuma geldi. Sınavlardaki kopya-şifre skandallarında da, Türkiye’deki egemenlerin siyasetini oldukça etkileyen ve derin sarsılmalar yaratabilen kaset olaylarında da sıkça Fethullah Gülen ve cemaati anılıyor. Aynı zamanda toplumun gericileşmesindeki en önemli aktörlerden olan Fethullah Gülen’in, Türkiye’de çok geniş bir ilişki ağı olduğu da bilinen bir gerçek. Cemaatin bu kadar güçlenmesinde eğitime yaptığı yatırımların büyük payı var. Türkiye’de birçok eğitim kurumu (lise, üniversite, yurt, dershane) bulunan cemaatin, yurtdışında da 500’ü aşkın eğitim kurumu var ve bu kurumların birçoğu SSCB’nin dağılmasından sonra Orta Asya’da kuruldu. Cemaatin Orta Asya’ya olan bu özel ilgisinin sebeplerini ve neler yaptığını araştıran Bayram Balcı da “Orta Asya’da İslam Misyonerleri Fethullah Gülen Okulları” adlı kitabında Fethullah Gülen’in hangi amaçla Orta Asya ülkelerinde onlarca okul açtığına somut ve nesnel bir cevap arıyor.

Cemaat yaygınlaşıyor Fethullah Gülen vaizlik yaparken başladığı çalışmalarını, 1968’de ilkini yaptığı kamplarla devam ettirmiş, bu kamplar sonucunda da cemaatin çekirdeğini oluşturmuştu. 1978’de çıkarılan Sızıntı dergisiyle yayın haya-

32

devrimci gençlik

tına atılan Gülen cemaati, 1980 sonrası kurulan hükümetlerin de doğrudan desteğiyle, toplumda ve özellikle neoliberal politikalardan en çok mağdur olan yoksul mahallelerde oldukça genişledi. 1980’den sonra kurulması ve işletilmesi oldukça kolaylaşan vakıflar ise cemaatin ilk genişleme organları oldu. Cemaat, Türkiye Öğretmenler Vakfı ve Akyazılı Orta ve Yüksek Öğretim Vakfı gibi vakıflarla birçok öğrenci yurdu açtı. Ayrıca vakıf haricinde şirketler de açan cemaat, kapitalizmle her zaman barışık haldeydi ve hatta “Kapitalizm cemaatin özgücünü oluşturmaktadır. Gülen cemaatinin bütün eğitim faaliyetlerini finanse eden tüm firmalar, Türk kapitalizminin ürünüdür. Kapitalizm olmasa herhalde böyle bir cemaat oluşturulamazdı.”(*) Cemaat en büyük hamleyi ise SSCB’nin hemen dağılmasından sonra açtıkları Orta Asya bankasıyla yaptı ve bu banka da Orta Asya’ da yatırım yapmak isteyen cemaate yakın şirketlere kredi verdi. Teknolojiyle de oldukça içli dışlı olan cemaat Fethullah Gülen’in onlarca kitabını basmış ayrıca vaazlarını da toplayıp kitaplaştırarak veya CD haline getirerek yaygınlaştırmış durumda. Bunun haricinde açtıkları internet sayfaları, bayii satışları fazla olmasa da cemaatin kapı kapı ücretsiz dağıtımlarıyla beraber tirajı 1.000.000’u bulan Zaman Gazetesi ve Samanyolu Televizyonu da cemaatin önemli medya organlarıdır. Cemaat medyaya yaptığı yatırımın karşılığını bugünlerde alıyor. Yaygınlaştırdıkları medya organlarıyla karşılarında engel olarak gördükleri veya stratejik olarak yıpratmak istedikleri kurumlar veya şahıslar karşısında medyayı kullanarak geriletebiliyor. Ayrıca Fethullah Gülen’in

onursal başkanı olduğu Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı da yaptığı çalışmalarla farklı kesimlerden birçok ünlü sima ve entelektüelde cemaate karşı ilgi uyandırmakta aynı zamanda cemaatin uluslararası alanda itibarını artırmaktadır.

Cemaatin dünyaya açılan kapısı: Orta Asya’daki okullar Fethullah Gülen okulları dünyanın dört bir yanına yayılsa da ağırlıklı olarak Orta Asya’da öbeklenmektedir. Fethullah Gülen’in Orta Asya’da eğitime bu kadar öncelik vermesinin nedenleri; Said Nursi’den beri eğitimin cemaatin kimliği haline gelmesi ve yeni bir kuşak, cemaatin deyimiyle” altın nesil” yetiştirme kaygısı, Orta Asya’ya mesajlarını yaymak istemeleri ve Orta Asya’daki eğitim çalışmalarının cemaatin geleceği açısından umut vermesidir. 1992 ve 1993 yıllarında Orta Asya’da art arda okullar açıldı. Cemaatin bir yerde okul açmasında gözettiği ölçütler; ülkedeki rejimin durumu ve okullara karşı takınacağı tutum, ülkenin ekonomik pazarının durumu, ülkenin eğitim yasalarının cemaate tanıdığı hareket alanı ve bölgenin cemaat açısından önemidir. Cemaat okulları çok kısa bir sürede Orta Asya’ya yerleşti ve bu okulların açılışlarının bir kısmını da dönemin Cumhurbaşkanı olan aynı zamanda İskenderpaşa tarikatından olduğu bilinen Turgut Özal yaptı. Bu liselerin Orta Asya’ya yerleşmesini bu kadar kısa bir sürede elverişli kılan koşullar, 1980’den sonra uygulanan neo-liberal politikalarla sermayenin uluslararası alanda daha serbest hareket edebilmesi önemli bir yer tutuyor. Bunun haricinde Orta Asya’daki yöneticilerin olumlu tavrı ve emperyalist devletle-


rin, Orta Asya’da yeni kurulan devletlerin İran’la yakınlaşma olasılığını kesmesi amacıyla cemaatin ve Türkiye’nin girişimlerini konjonktürel olarak desteklemesidir. SSCB’nin yıkılmasından sonra Orta Asya’ya ilk ziyaretleri cemaatten patronlar yaptı. Gittikleri ülkelerde yaptıkları görüşmeler ve kurdukları ilişkiler sonrası ülkelerin ekonomik siyasal ve entelektüel mercilerini Türkiye’ye davet ettiler. Onlarla kurdukları iyi ilişkiler sonrasında okullar ve şirketler açılmaya başladı. Öğretmen maaşının cemaat tarafından ödendiği okullarda elektrik, su masrafları ise devlet tarafından karşılanıyordu. Başlarda parasız olan fakat gün geçtikçe paralı hale gelen okullarda, sadece yapılan giriş sınavlarında başarı kazanan öğrenciler ücret vermeden okuyabiliyor. Bu öğrenciler haricinde okullarda daha çok bölgenin seçkin ailelerinin çocukları okuyabiliyor. Lise öğretmenleri ise okulların sahibi olan şirketlerin Türkiye’de yaptığı sınavlarda seçiliyor. Öğretmen seçiminde daha çok mesleki yeterlilik hayat tarzı ve de milli ve dini değerlere bağlılık gözetiliyor. Okullardaki derslerde Fen ve Matematik derslerine ağırlık veren cemaat dil eğitimine özellikle de İngilizceye önem veriyor. Okullardan mezun olan öğrencilerin Türkiye’de veya başka ülkelerde çalışabilecek kadar dil bilmesine özen gösterilirken genel itibariyle öğrenciler serbest piyasaya ve neo-liberal düzene uyumlu bireyler olarak yetiştiriliyor.

Cemaat Orta Asya’da klıcı olma derdinde Cemaatin Orta Asya’da bu kadar kalıcı olmasında cemaatin ilişkileri ve destekleyicileri çok önemli bir yer tutuyor. Özellikle Orta Asya’ya 1990 başında yönelen Zaman gazetesi cemaatin okul açmasında çok etkili oldu. Yüksek maaş verdiği yerel yazarlarına liseleri övdürtmesi ve gazete tarafından ülkenin önde gelen insanlarına lise tanıtımlarının yapılmasıyla destek toplanmıştır. Zaman gazetesi dışında bölgeye yönelen cemaat yanlısı patronların bölgedeki girişimleri ve oluşturdukları dernekler de önemli bir yer tutuyor. Bu dernekler amaçlarını Türk şirketlerinin Orta Asya’ya yerleşmesinde kolaylıklar sağlamak olarak tarif ediyor. Bu derneklerin çoğu cemaat üyelerinden oluşuyor ve okulların ülkedeki destekçisi olmalarının dışında okulları finanse ediyorlar, ancak cemaatten olmayan şirketler ve dernekler de bu okulları destekliyor. Bunun en önemli sebebi ise bu okullardan çıkan öğrencilerin piyasanın aradığı tipte girişimci, nitelikli ve birden çok dil biliyor olmasıdır. Cemaat okulları Orta Asya’da kurulduktan sonra da destekçi kazanmaya devam etti. Bunun sebebi ise bu okulların diğer okullara oranla çok daha başarılı olması. Bu okullardan mezun olan öğrenciler üniversite sınavlarında daha başarılı olurken birçoğu da yurtdışı eğitim bursu kazanıyor. Bunun harici yapılan uluslararası yarışmalarda kazanılan başarılar ve okulların İngilizce eğitimi de önemli bir yer

tutuyor. Bunu gören öğrenci velileri bürokratlar ve yöneticiler de okulları destekliyor savunuyor bu da okulların geleceğini sağlama alıyor. Gülen okulları ülkedeki iktidarlarla sıkıntı yaşamamak ve desteklerini kazanmak için onlarla uyum içinde olmaya özen göstermektedir. Bunun için o ülkenin reklamını Türkiye’de çıkarttıkları yayınlar vb aracılığıyla yapıyorlar. Bunun yanında SSCB’nin yıkılmasının ardından Orta Asya’daki iktidarların uyguladığı millileştirme (Özbekleştirme, Kırgızlaştırma vs) politikalarıyla da uyum gösteriyorlar. Bunlar da ülkenin yöneticilerini okullara bakış açısını daha da iyileştiriyor.

Vefa borcu mu misyonerlik mi? Fethullah Gülen Orta Asya’ya olan bu aşırı ilgisini daha çok “Orta Asya’dakiler yüzyıllar önce Anadolu’yu aydınlattılar bizler de onlara karşı vefa borcumuzu ödüyoruz, ülkeler arasında kültür köprüsü kurmak istiyoruz” sözleriyle açıklasa da cemaatin bölgedeki misyonerlik faaliyetlerini de örtülü olarak kabul etmektedir. Cemaat bölgede SSCB sonrası İslam’ın yeniden yaygınlaştırılmasına hizmet ettiklerini kabul ediyor. Okullardaki derslerde az da olsa Türkilik vurgusu da yapılıyor. Okullarda Türkiye’de milli bayram olarak kutlanan günler orada da hem cemaat okulları hem de büyükelçilikler tarafından ortak etkinliklerle öğrencilerin katılımıyla kutlanıyor. Ülkedeki rejimlerin SSCB sonrası millileştirme politikalarının liselerde taşıyıcısı da olan cemaat buna ek olarak öğrencilerine “Türki milletlerin aynı ağacın dalları olduğunu” da vurgulamaktan geri durmuyor. Orta Asya ülkelerindeki iktidarların dışarıdan taşınan dini söylemlere karşı çok kuşkucu ve katı olması cemaatin çalışmalarını daha üstü kapalı yapmaya yönlendiriyor. Okulların ve derslerin hem iktidar tarafından hem de büyükelçilikler tarafından sık sık denetleniyor olması cemaatin okullarda çok daha dikkatli davranmasına yol açıyor. Cemaat burada açık faaliyet yürütemediğinden orta Asya’daki öğretmenlerin yaşam tarzları, İslam’ın gerekliliklerini yerine getirmeleri, giyimleri, öğrencilere karşı olan tavırları ve toplumla kurdukları gündelik ilişkilerdeki örnek tavırları cemaat olarak bilinmediklerinden Türk okullarına ve bu okulun öğretmenlerine olan saygı ve güveni arttırıyor. Öğretmenlerin kişisel özelliklerinden etkilenen ve bütün gününü belletmen (Orta Asya’da üniversite öğrencileri olan belletmenler öğrencilerin ders saatleri dışında öğrencilerle ilgilenip ödevlerini yapmalarında yardımcı oluyorlar) ya da öğretmenle geçiren öğrencilerin etkilenmesine de yol açıyor. Bu okullardan mezun olan öğrencilerin İslam ve Türklük konusunda diğer okullardan mezun olanlara göre daha duyarlı oldukları da biliniyor. Bu da cemaatin yaptıklarının işe yaradığını göstermektedir. Cemaatin misyonerlik faaliyetlerini bu kadar kolay yürütmesinde Türkiye’nin ve ABD’nin önemli desteği var. Ancak bu destekleri karşılıksız değil. Türkiye verdiği destek sonucu MİT’in etkinlik alanını genişletmesini sağlarken bu ülkelerdeki siyasal atmosfere müdahil olabilme olanakları artıyor. ABD’li yetkililer de cemaatin ılımlı İslamcı profili ve neo-liberalizmle olan uyumundan oldukça memnun olduğunu her fırsatta dile getiriyor. Kitapta araştırma çerçevesi Orta Asya’yla sınırlı olmasından kaynaklı, cemaatin Orta Asya haricinde Balkanlar, Ortadoğu, Afrika gibi ABD açısından stratejik öneme sahip olan bölgelerden pek fazla bahsedilmese de cemaatin özellikle bu bölgelerde okullar açması tesadüfi bir durum değil. Türkiye’deki egemenlerin ve emperyalizmin desteğiyle cemaat her geçen gün büyüyüp güçlenmeye devam ediyor. Ülkemizde neo-liberal düzenin ihtiyacı doğrultusunda bir toplum yaratmadaki en önemli aktörlerden olan cemaat, bunun haricinde yurtdışında da emperyalistlerin desteğini alamadan bu kadar serbest hiçbir şey yapamayacağını bildiğinden emperyalizmin bölgeden bölgeye değişen ihtiyaçlarını gözeterek çalışmalar yapıyor. Bundan kaynaklı da cemaat emperyalizmin tam desteğini alarak yoluna devam ediyor. (*)Orta Asya’da İslam Misyonerleri Fethullah Gülen Okulları/ Bayram Balcı sayfa 175 iletişim Yay. 2007 devrimci gençlik

33


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.