Temiz siyasetin olmadiği ülke batar

Page 1

1

 Temiz siyasetin olmadığı ülke batar:

Aday ülke Türkiye Prof. Dr. Ali Demirsoy, Vatan Partisi Erzincan Milletvekili adayı

Türkiye’nin temiz siyasete ve olayları doğru değerlendirmeye gereksinmesi var. Bu açıdan baktığımızda: Son 13 yılda yapılanları görmemezlikten gelmeyiz. Bölünmüş yolları, hızlı trenleri, hava alanlarının atılımını, sigara yasağını, TOKİ evlerini, birçok yerleşim yerinde belediye hizmetlerinde iyileşmeleri, birçok formalitenin kaldırılmış olmasını ve sosyal yardımlardaki artış ve iyileşmeleri görmezlikten gelemeyiz. Birçok hizmetin geçmişteki hükümetlere göre çok daha kapsamlı, hızlı ve etkili olarak gerçekleştiğini söylemeliyiz. Aradığımız her şeyi karşılığını ödediğimizde bulabildik. Doğal yıkımlarda (deprem gibi) meydana gelen hasarlar olabilecek en kısa süre içinde onarıldı. Doğru siyaset, doğruyu görme ve söyleme erdemidir. Ben 46 yıllık aktif akademik sıfatımdan sonra meydan siyaseti yaparak “halkın gözünün önündekileri” kötülemeye ve değersiz kılmaya çalışamam. Hiçbir parti ya da güç benim bu düşünce tarzımdan taviz vermeye de zorlayamaz. Ancak bir akademisyen, bilim adamı olarak perdenin arkasındakileri de doğru ve tarafsız bir şekilde sahneye çıkarıp, yorum yapabilmeliyim. Her şeyi kötü gören her şeyi mükemmel gören politikacılarımız zaten meydanlarda kol gezmektedir. Doğru siyaset, doğru zamanda, doğru ortamda görüşlerini uygar ve yansız bir şekilde ortaya koyandır. Son 13 yıl bu ülkede bina, yol, havaalanı yapımlarını; belediyecilik hizmetlerini ve sosyal yardımları geçmişe kıyasla görmezlikten gelme haksızlık olur. Ancak bu gelişmelerin ödenmesi gereken bedelini açığa çıkarmak da bilim adamı kimliğinden politikaya geçenlerin görevi olmalıdır. 06.04.2015 tarihinde Haber Türk televizyonunda Türkiye’deki insanların %40’ı devletten aldığı ücret, maaş, sosyal yardım, yaşlılık maaşı, 65 üstü maaşı, özürlü maaşı ve özürlüye bakma ücreti ve diğer ilgili yardımlar ile geçiniyormuş bilgisi verildi. Açıklanan rakamlara bakılırsa halkın %40’ı devlete avuçlarını


2

açmış olarak geçiniyormuş. Bunlardan hangisinin hak ettiğini eleştirmeden hepsinin doğru yapıldığını kabul edelim. Bu rakam aslında çok büyük bir rakam; 2,5 kişi bir kişiye bakıyor demektir. Ancak bu 2,5 kişinin yarısı çocuk olsa, bir kısmı da çalışmayan kadın olsa, bu demektir ki, bir insan kendi çocukları ve eşinin dışında başka bir insana da bakıyor. Böyle bir ekonomi süresiz devam edemez; bir yerde çöker ve yapacağı tahribat, hiçbir şey yapılmamış olmasından daha da kötü olabilir. Bu atılımlar ve yardımlar yapıldı; ancak hangi kaynaklarla yapıldı? Bunun bilinmesi doğru siyasetin ne olduğunu anlamayı sağlayacaktır. Türkiye aslında başından beri cimri bir ekonomik model uyguluyordu. Sanayinin ve ekonominin önemli bir kısmı devletin elindeydi. İyi işletilseydi çok daha iyi olurdu; ancak yanlış politikalardan ve yandaşlara peşkeş çekilmesinden dolayı çöktüğünü biliyoruz. En basitinden 100 kişi çalışması gereken yerde 400 kişi çalıştırılıyordu; çoğu da niteliksiz. Ancak bu kuruluşların ölüsü bile değerliydi. Çünkü hazır bina, araç, gereç, mal ve stok değerlerinin dışında, kentlerin ve kıyıların en güzel yerlerindeki arazilerin üzerine, çoğu, bugün her biri milyarlarca dolar eden arazilerin üzerine kurulmuştu. Bu mallar ve araziler onlarca yılın birikimiydi ve bir çeşit babadan çocuğa geçmiş her an paraya dönüştürülebilen değerli bir mirastı. Bir de şehirlerde gelecekte kullanılmak üzere bloke edilmiş, bir çeşit rezerv olarak saklanan değerli arazileri vardı. Bu araziler, sosyal yatırımlardan tutun, spor, sanat, park, eğitim alanı hatta deprem sırasında sığınacak araziler olarak yedekte tutuluyordu. Şehirler geliştikçe bu alanlar kamunun yararına, uygar kentleşme için yedekte tutuluyordu. Dünyanın birçok şehrinde de bu uygulama böyleymiş. Bu hükümetin bir bakanı 2015 tarihinde “İstanbul’da bir deprem sırasında çadır kuracak, toplanacak alan kalmadı” diye açıklama yaptı. Şehircilikte ve çevre planlarında yanlışı düzeltmek için ileride harcayacağınız para elde ettiğinizin katları oranında olacaktır. Sonuç olarak bir sonraki günü değil, yarını bile hesap etme zahmetine katlanmayan topluluklar için şu anda yürütülen politika son derece başarılıdır. Topluluk bu kafada kaldıkça, bu politikayı sürdürenler, bu politikayı sürdürme olanağını bulmaya devam ettikçe; halka farklı seçenek sunabilecek partiler sahneye çıkmadıkça, değişen fazla bir şey olmayacaktır; boşuna beklemeyin. Bu günkü hükümet beklemediği bir oy oranı ile beklemediği sayıda milletvekili ile tek başına hükümet oldu. Bu oy oranının ve halk desteğinin


3

sürdürülmesi için en etkili yol ekonomiyi ne pahasına olursa olsun dikkati çekecek biçimde canlı tutmaydı; böylece bölünmüş yol, hızlı tren, bina, havaalanı gibi olması gereken yatırımların yanı sıra yanlış politikalar, anarşi ve göç nedeniyle birikmiş olan büyük bir işsiz ve fakir kesimin geçici de olsa doyurulması sorunu giderilmeliydi. Bunun için kaynağa gereksinme vardı. Böylece Cumhuriyetin rezerv malları haraç mezat satılığa çıkarıldı. Bir örnek vermem yeterli olabilir: Rakı fabrikaları satışa çıkarıldı. İlk olarak yanılmıyorsam 320 milyon dolara bir Türk şirketi aldı (galiba Nihat Özdemir). Kısa bir zaman sonra bu şirket Teksaslı/Amerika bir şirkete(galiba Johnnie Walker) 800 milyon dolara sattı. Bu şirket de bir yıl sonra bir İngiliz şirketine 3,2 milyar dolara sattı. Yıllarca ve günlerce propagandası yapılan, şatafatlı açılışı yapılan Marmara Ray ve Boğaz alttan geçiş tüneli harcamasının tümünü, Cumhuriyetin sadece bu birikimi, rakı, finanse edecek durumdaydı. Bankaların %70’nin yabancılara satıldığı, İstanbul Borsasının aynı şekilde %70’nin yabancılara geçtiği; eğer doğruysa Türkiye Mühendisler ve Mimarlar Odasının açıklamasına göre 178.000 km kare arazi (Türkiye’nin tüm toprağının beşte biri) 49 yıllığına yabancı firmalara araştırma, arama, geliştirme adı altında kiralanmış durumdaymış. Bir devletin ikinci başvuracağı kaynak, borçlanmadır. Hükümet geldiğinde dış borcumuz 128 milyar dolarmış; şimdi 480 milyar dolar olmuş. Yani yukarıda adı geçen sosyal yardımlar ve ödenen ücretler, biriktirdiğimiz ve gelecek için saklamaya çalıştığımız arazilerin, sanayi tesislerinin haraç mezat satılmasıyla ve çocuklarımıza ağır bir borç yükü bırakmayla ödenmiştir, ödenmektedir. Sosyal yardımların sürdürülebilir ve ahlaki tek bir kaynağı vardır. İnsanınıza düzenli iş bulacaksınız, ondan makul vergi alacaksınız ve o vergiden de sosyal yardımı karşılayacaksınız. Çağdaş hükümet yapısı bunu gerektirir. Geçmişinizden gelen mirası satarak, çocuklarınızın geleceğini ipotek altına alarak hoş görünmek ve bunu oya çevirmek hem ahlaki hem de sürdürülebilir bir yol değildir. Yazılarımı gönderdiğim insanların iyi niyetinden, vatan ve Atatürk sevgisinden ve bu kargaşalıkta bir çıkış yolu aradıklarından kuşkum yok. Geçmişte ana babalarının da bu kadar endişeli olmamakla birlikte çıkış yolları aradıklarına tanık olmuşlardır. Ancak burada birilerinin, şu andaki durumu ve olanları yargılamadan önce benim soruma makul bir yanıt vermesini diliyorum:


4

Ben tam elli yıldır oy bölünmesin diye kızarak, söylenerek, bekleyerek, umutlanarak bu defa (kızdığımda son defa) diye diye oy verdim. Hep bekledim bir dahaki sefere kendilerini yenileyerek çıkacak ve yeni projelerle bekleneni sunacaklar diye. Bana sorulan “son 50 (hatta 70) yıldır Atatürk Devrim ve İlkelerinin üzerine yeni ne koydular?” sorusuna yanıt vermekte zorlandım. Hatta tek partili dönemde Atatürk’ten sonra bu devrimlerin altının oyulması için nasıl kötü uygulamalar yaptıklarını saydıklarında doğrusu söyleyecek fazla bir şey bulamadım. Doğrusu bunun yanıtını siz dostlarımdan almak isterim. Eğer bunun makul bir yanıtını bulamayıp; “ama ya da fakat” ile başlayan cümlelerle bir açıklama ile beceriksizlikleri gidermek istiyorsanız hiç yanıt vermeyin daha iyi. Yaşım 70 oldu. Atatürkçülük ve Kemalizm sloganının arkasına sığınıp bunca yıldır bu yolda ekmek yiyenlerin haksız kazancına artık ortak olmak istemiyorum. Siz’in devam etmenizi de kınamıyorum; çünkü ben de yarım yüzyıldır aynı şeyi yaptım. Kaldı ki çoğunuzun vatan, ülke, Atatürk, sevgisinden; uygarlık ve laiklik ilkesinden bir milim taviz vermeyeceğinizi biliyorum. İyi niyetinizden hiç kuşkum olmadı. Şu andaki egemen partiye oy verenlere söyleyecek sözüm şu nedenle yok. Orta Doğunun yüzyıllardır gömüldüğü bataklığı göremeyen, bugün oynanan çağdışı ve kanlı oyunların bir parçası olmuş, demokrasi diye çağdışı görünümü anlayan, hukuka saygısı kalmamış, paralel yürüdükleriyle devlet kurumlarını yerle yeksan eden, soykırım iftiralarına kem küm eden, hukuksal soruşturmadan kaçmak için bin bir çeşit yolu deneyen ve Büyük Millet Meclisini de buna alet eden, sayfalarca yazsak bitmeyecek olumsuzluklara ve çarpıklıklara imza atan bir hükümeti “hala” destekleyen diğer kesime bu yazıda yer veremezdim. Çünkü olaylara bakışımız nedeniyle biz aynı gezegenin insanı bile olmaktan belli ki uzağız… Bu hükümeti destekleyen kesimin önemli bir kısmı bir zamanlar tarımla uğraşan kesimdi. Türkiye kendine yeterli ülkelerden biriydi. Sonunda tarım ürünlerini ithal eden ülke oldu. Hükümete sorsan, gelmiş geçmiş hükümetler içinde tarımı en çok destekleyen hükümetmiş. Rakamlara bakıyorsunuz gerçekten destek 10 yıl içinde 2 küsur milyar destekten 6 küsur milyara çıkmış. Halk buraya kadar olanını politikacıların ağzından nutuklarda dinliyor. Ancak şu hesabı yaptığı zaman, hangi partiye oy vereceğinin de ince ince hesabını yapacaktır. 2015 Mayıs itibariyle bir litre mazotun fiyatı 4 Tl, yılda tarımda kullanılan mazot 4 milyar litre, toplam ederi 4 x 4 = 16 milyar. Mazota ödediğimiz paranın %65’i devlete giden vergi. Bu durumda ödenen paranın 10


5

milyar doları vergi; yani devlet çiftçinin sadece aldığı mazottan 10 milyar lire vergi alıyor; tüm tarım giderleri için de yılda sadece 6 küsur milyar destek sağlıyor. İnadına, şehirlerde fiyaka yapan lüks arabalarla, gübre taşıyan traktörlerin kullandığı mazotu aynı fiyatta tutuluyor. Sizin ve geleneksel olarak birlikte uzun zaman birlikte kol kola yürüdüğümüz, gönül birliği ettiğimiz insanların ”bir olasılıkla” hiç de onaylamayacağı hatta beni kınayacağı son bir cümle ile düşüncelerimi bitirmek istiyorum: Bugüne kadar Atatürkçülük ve Kemalizmcilik oynayan partiler şimdi benim oyumu bölüyor. Keşke bir elli yılım daha ve beklemek için sabrım olsaydı da bu kadim partiyi (ya da partileri) desteklemeye devam edebilseydim. Ancak hayal kuramayacak kadar yaşım ileri. Bu nedenle bir slogan geliştirdim. Yazılarımda kullanıyorum: Bu seçim için son sözüm: Ya bana bir elli yıl daha verin ya da oyunuzu verin…

Prof. Dr. Ali Demirsoy


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.