Teşekkür halkim 2015 06 08

Page 1

1

TEŞEKKÜR HALKIM! BENİ ÖNEMLİ BİR SORUMLULUKTAN KURTARDINIZ Prof. Dr. Ali Demirsoy, 2015.06.08 1967 yılında Atatürk Üniversitesinde bir yıllık asistandım. Bir telgraf geldi. Baban hasta acele gel. İlk trenle yola koyuldum; köye ulaştığım zaman yatsı namazı okunuyordu. Babamın yanına yanaştım belli ki sonuna gelmişti; can çekişiyordu. Elini tuttum. Bana uzun uzun baktı. Oğlum! Bizim perişanlığımız, köyümüzün perişanlığı, kasabamızın perişanlığı, ülkemizin perişanlığı bilim yoksunluğundandır. Sen bir şans yakaladın; asistan oldun. Eğer bu ülkenin aydınlanmasına katkın olmaz ise bilimi yaygınlaştırmaya çalışmaz isen sana yaptığım emekleri haram edeceğim dedi ve öldü. Omuzlarıma inanılmaz bir yük çökmüştü. O güne kadar haftada tek bir sigara ya içiyordum ya içmiyordum. Komşumuzdan bir sigara istedim, gaz lambasının şişesinin ucuna uzanarak sigaramı yaktım, bir tane daha derken gece saat 3 buçuğa kadar peşi peşine sigara içtim. Sızmışım. Defin işlerini bitirip, başsağlığı dileklerini kabul ettikten sonra Erzurum’a döndüm. Nereden, nasıl başlamalıydım. Hiçbir örgüt, cemaat, grup vs ile bağlantım yoktu. Yirmilik diş gibiydim, çekseler çıkardım. Babamın vasiyetini nasıl yerine getirebilirdim? Bunları düşünürken çalışma odamdaki Korçelik firmasının tek gözlü, camlı kütüphanesi gözüme ilişi. İçinde bir iki kitap vardı. Sadece yabancı dilden ve bir ya da iki de Türkçe kitap vardı. Beynimde şimşek çakmıştı. Üniversiteyi bitirmiştim; ancak böbürlenmek ve aileme göstermek için koltuğumun altına alıp götürdüğüm tek bir basılı kitabım yoktu. Büyük bir olasılıkla eğitim gördüğüm alanda yazılmış yeterince kitap yoktu ya da vardı; ancak hocalarımız çeşitli nedenlerle bunları bize aldırmadı, bilgi vermedi. Eğitimimiz not tutarak geçmiş; parmaklarımız nasır tutmuştu. Eve geldim düşündüm, odada dolaştım; ikinci gün bayramdı; sabah saat 3,5’da anama bir ince minder ver dedim. “Niye bayram namazına mı gideceksin?” dedi. Görürsün dedim. Minderi, alttaki komşumuza ses geçirmesin diye masanın ortasına koyup, üzerine Olimpus marka küçük daktilo makinamı yerleştirdim ve “Yaşamını Temel Kuralları” diye ilk bilimsel kitabımı yazmaya başladım. Tam 30 yıl, bayram demedim, seyran demedim, hafta sonu demedim, tatil demedim, her gece saat 3,28-3,30 arasında kalkıp, saat 9’a kadar yazdım ve daha sonra normal mesaime başladım. Hiçbir şeyi gözüm görmüyordu. Benim çocuklarım, bu 1


2

ülkenin çocukları okuldan evine giderken koltuğunun altında bilimsel bir kitap götürmeliydi. Benim çektiğim acıyı kimse çekmemeliydi. Ülkenin ve üniversitelerin kitap yazma ve yayma diye bir derdi yoktu. Unvan almaya ve çıkardığımız makalelerle övünmeye odaklanmıştık. Hâlbuki o yıllarda toplumumuzun %60’ı 18 yaşın altındaydı; yani okumaya susamış bir kitle karşımızda duruyordu. 2000’li yıllara ulaştığımızda, mütevazı olmaya hiç niyetim yok, Türk tarihinin ve İslam Tarihi’nin biyoloji konusunda, geniş anlamda düşünürsek temel bilimler alanında benim kadar kitap yazmış birisi yetişmemişti. Bugün de bu durum hala öyle… Kitaplarımın çoğunu batının en gözde kitapları ile karşılaştırabilirim. Renkli basımlarının haricinde birçok hususta üstün yerleri olduğunu bile söyleyebilirim. Bütün bunları para kazanmak için de yapmadım. Türkiye’nin en ucuz kitapları olarak uzun yıllar satıldılar. Benim alanımda okuyup da benim yazdığım kitaplardan evinde en az bir tanesini bulundurmayan hemen hemen hiç kimse yoktur. Bir kuşak büyük ölçüde benim yazdığım kitaplarla bilim dünyasına adımını attı. Başka konularda da kitap yazdım. Popüler, deneme, roman benzeri… İş Bankası Nehir Söyleşileri programı kapsamında yaşamımı ve dünya görüşümü anlatan “Doğaperest” adlı bir kitap yayınladı. Kısa sürede biten kitabın yenilenmiş ve ekli baskısını 2012 yılında Hacettepe Üniversitesi aynı adla yeniden yayınladı (eğer kitap okuyup anlaşılsaydı, eminim oy atanlar bir daha düşünürdü). Bilim dünyasında Demirsoy adı konmuş 14 hayvan ve bitki türü, bir tane altfamilya, iki tane cins, bir tane alt cins vardır (belki de Türkiye’de adı bilimsel olarak canlılara en çok konan kişi denebilir). Benim bulup bilim dünyasına kazandırdığım 2 cins ve 20 tür ve alt tür bulunmaktadır. Türkiye ortalamasına göre çeşitli konularda çok sayıda yüksek lisans ve doktora tezi yaptırdım. Onların çoğuna önemli burslar bularak uzun süreli yurt dışına gönderdim. Hangi aşamada olursa olsun katkım ne olursa olsun onların unvan aldıkları çalışmalarından çıkan makalelere ya da yayınlara adımı koydurmadım (bu fedakârlığı bu ülkede yapan tek kişi ben olabilirim). Uzun ve kısa süreli yurt dışı çalışmalarımın, toplantılarımın, kongrelerimin giderini yurt dışından aldığım burs ve desteklerle sağladım. Ülkeme tek bir defa bile yük olmadım.

2


3

Dünya Biyoloji Olimpiyatlarının TÜBİTAK nezdinde kurucusu oldum ve 14 yıl boyunca bizzat yöneticiliğini yaparak Türkiye’de okullar arasında bilimsel rekabeti artırırken, dünya çapında birçok insanın bilim dünyasına bu yolla kazandırılmasına önayak olduk. Yetmedi, TÜBİTAK nezdinde, özellikle rahmetli Prof. Dr. Sancar Ozaner’in önemli katkıları ile TÜBİTAK’ta danışman olduğum dönemlerde Doğa Okulları ve Bilim Yaz Okulları’nın açılmasına önayak olduk ve bizzat çeşitli okullarda eğitmen olarak en az 15 yıl boyunca yazları çalıştım. Gündüzleri farklı kökenden gelen bu doktora, yüksek lisans, lisans öğrencilerini; profesyonel turist rehberlerini; öğretmenleri dağlarda gezdirdim; doğayı tanımaları için çaba gösterdim; gece yarılarına kadar çeşitli konularda ders verdim. Birkaç arkadaşımın önemli katkılarıyla, giderlerinin çoğu tarafımızdan karşılanmak üzere, içerik bakımından Türkiye’nin belki de ilk Doğa Tarihi Müzesini Kemaliye’de kurdum. Bu gün özellikle bu kasabaya her hafta ya da 15 günde bir yerli ve yabancı turist turları düzenlenerek, kasabaya bir taraftan gelir gelmektedir; diğer taraftan diğer birçok şehir açısından uygarlaşma için önemli bir örnek nokta olmaktadır. Zekâmın çok yüksek olmadığını, eğitimimin kusursuz ve arkamın da güçlü olmadığını söylemeliyim. METEKSAN, kitaplarımı en kaliteli ve en ucuz şekilde basarak bana en büyük katkıyı sağlayan kuruluş olmuştur. Bunun dışında ne bir devlet desteği ne bir cemaat desteği ne bir parti desteği ne de kuruluş desteği almış değilim. 33 yaşında profesör oldum (o zamanlar 50 yaşından aşağı kimse olamıyordu); 35 yaşında Hacettepe Üniversitesinde dekan oldum (12 Eylül darbecilerinin ve uzantılarının ilk yaptıkları şey görevimi sonlandırmak oldu); uzun yıllar çeşitli yöneticiliklerim de oldu. Hepsinden yüz akıyla çıktığımı söyleyebilirim. Meslek yaşamım boyunca üniversitelerde, toplantılarda, kurultaylarda, kongrelerde, çalıştaylarda davetli olarak, en az farklı 120 konu üzerinde, binlerce konferans verdim. On binlerce insan beni dinledi. Nasıl anlarsanız anlayınız; söylemeden geçemeyeceğim. Şu anda Türkiye’deki üniversitelerin en az yarısından fazlasında o üniversitelerin kuruluşundan bu yana tüm öğretim üyelerinin (bütün meslekler dâhil) yaptığı konuşma kadar konuşma yaptığımı açık açık söyleyebilirim. Tamı tamamına 46 yıl boyunca çeşitli bölümlere ders verdim; önümden on binlerce öğrenci geçti.

3


4

Sevgili Babam ne düşünecektir bilemem. Oğlunun gücü ancak bu kadardı. Boynumu eğmeden, dilenmeden, bilerek çarpık işler yapmadan, başkasının hakkını hukukunu çiğnemeden, sadece kendi rahatımdan ödün vererek ancak bu kadarını yapabildim. En önemli önceliğim, ulaşabildiğim kadarıyla bilimi yayma ve halkı aydınlatma oldu. Emekli olduktan sonra bile doğrudan ya da dolaylı 200.00 kişiye ulaştığını düşündüğüm, bilim, sosyal olayları analiz, öykü tarzında çok sayıda ve alanda (2015 itibariyle 150 kadar), toplam 5.000 sayfalık yazılarımla hizmeti sürdürmeye çalıştım. Ancak şu anda ülkemizin sosyolojik olarak bulunduğu durum, kenara çekilmeme izin vermedi. Belli ki babamın özlediği aydınlığa ulaşamadan kendimi ıskartaya çıkarmıştım. Nereye otursam, kiminle karşılaşsam birileri yanıma yanaşıp: “Hocam sonumuz ne olacak, hocam sen ne düşünüyorsun, hocam sence şu şu ne olacak?” mealinden onlarca soru ile karşılaşmaya başladım. İnsanların yüzleri gergin, gözleri umutsuzlukla doluydu. Herkes arayış içindeydi. Politikayla, çay masalarındaki laf salatası hariç hiç ilgilenmemiştim; ailece tutuğumuz parti (ya da partiler) vardı. Beklentilerimizin hiç birini bu partilerde göremedik, göremiyorduk. Birlikte yola çıktığım insanların yarısı neredeyse umduklarını göremeden bu dünyayı terk etmişti. Birileri bir şey yapmalı; bu halka gelecek için yol göstermeliydi. Siyaset, nezaket, saygı, terbiye, hukuk, ahlak, basiret kurallarının dışına taşmıştı. Yol göstermesi gereken üniversiteler dilini yutmuştu. Bel bağladığımız partiler, ortalık partisinin sloganları ile oy devşirmeye kalkışmışlardı. Cumhuriyetin değerleri ve ilkeleri ayaklar altındaydı. Ben bu durumda babamın karşısına çıkamazdım. 24 Nisan 2015 tarihinde televizyonlarda Vatan Partisi Erzincan milletvekili adayı olduğumu öğrenince, yeni bir görevle karşı karşıya kaldığımı anladım. Çünkü önüne gelen, neden siyasete karışıp, birikimimi orada kullanmadığımı sorguluyordu. 7 Haziran 2015 seçimlerine girdim. Neyin ne olacağını tahmin edecek kadar deneyimim olduğunu söyleyebilirim. Beklentim olamazdı. Sonuç başından belliydi. Bu güne kadar olan çabamı siyasi bir kimlikle de sürdürerek, açık kapı bırakmamalıydım. Sonuçta çevrem ve halkım için son kanaat notunu gönül rahatlığı ile verebilmeliydim.

4


5

En sık karşılaştığım tepki: Oyları bölme, kritik bir dönemden geçiyoruz. Sanki bu güne kadar otoyoldan gelmişiz ve oyunu böldüğümüz partiler bizi yağdan kıl çeker gibi buralara getirmişler gibi. İkinci tepki: Barajı aşamazsınız; bu nedenle oyumun boşa gitmesini istemiyorum deniyordu. Sanki bir partinin zembille gökten inmesini ve %50’den fazla oy alarak kendilerini kurtarmalarını bekliyorlardı. Geçmişte böyle partiler oldu mu? Oldu; ancak onlar gökten değil, Okyanus ötesinden indi. Niye? Siz’i ve geleceğinizi satmak için. Sizin değerlerinizi ön plana çıkaran, bağımsız, laik, devrimci, ırkçı anlamda değil değerleri koruma anlamında milliyetçi bir partinin avucunuzda büyümesine izin vermediniz; fırsat tanımadınız. Yarına değil, yaşadığınız güne yatırım yaptınız; yapıyorsunuz. Geçmişten gelen hataları düzeltmek için kılınızı kıpırdatmıyorsunuz. Dümen suyundan gitme alışkanlığınızı bırakamıyorsunuz. Hiç düşündünüz mü? Tüm mazlum ülkelere örnek olan bir devrimi gerçekleştiren bir ülke, kendi devlet adamlarını yetiştirmekte bile yetersiz kaldı. Temel partilerimiz devlet adamı yetiştirme okulu ya da akademisi gibi çalışması gerekirken; bırakın yetiştirmeyi ve geliştirmeyi; yetişmeye uğraşanlar için kıyma makinesine dönüştü. Sonunda Cumhuriyeti kuran partiye, cumhuriyeti kuranlara, cumhuriyetin değerlerine akşam sabah küfür eden ve aşağılayan bir güruh türedi. Bu hususta onlarca sayfa yazabilirim. Seçim sonuçlarını alınca sırtımdaki küfeyi attım; artık babam bile beni sorgulayamaz. Sorgulama sırası bana geçti. Önümden geçen on binlerce öğrenci ve onların etki ettiği çevresi, binlerce yerde konuşmamı dinleyen ve alkışlayan insanlar, bilim olimpiyatlarına yetiştirdiğim binlerce öğrenci, yaz okullarında sabahlara kadar ders verdiğim insanlar, hiç yüksünmeden elimi uzattığım meslektaşlarım, her birine en derin saygımı ve sevgimi sunduğum hemşerilerim, benim son muhasebemi yapabilmem için öncelikle siz şu soruların yanıtını verebilir misiniz? Ali Demirsoy’un parti liderinin çevresinde dolaşacağını, sadece haftada bir gün yapılan parti toplantılarında parti başkanı salona girdiğinde eli patlarcasına alkışlayarak gününü geçireceğini mi düşündünüz? Kürsüye çıkmayarak mecliste konuşmaları dinlemekle yetineceğini mi düşündünüz? Acaba bu adam yalnız başına bir muhalefet oluşturabilirdi; 20-30 milletvekilinin etkisine sahip olabilirdi diye hiç düşündünüz mü? Oyunun bölünmesini istemediğiniz partinin tüm 5


6

milletvekillerinin yarısı kadar proje ve fikri tek başına üretebileceği fantezisini bir defa bile aklınıza getirdiniz mi? Yüzlerce sağır-dilsizin olduğu bir yerde, düşüncesini kürsülere çıkarak sizin adınıza açık açık söyleyeceğini söyleyen birine inanmadınız mı yoksa tehdit mi gördünüz? Çoğumuzun çay masalarında bile dile getirmeye çekindiği fikirleri, bu güne kadar yazarak ve kürsülerde defalarca bağırarak söyleyen bu adamı neden beğenmediniz? Kaf Dağının ardından gelen insanların mı yolunuzu aydınlatacağını beklediniz? Çoğunuz bu partiyi %1 oy alıyor diye küçümsedi. Çünkü şu muhasebeyi yapamadı. Bu parti %1 oy ile Silivri Zindanını kırdı; başından beri bu tezgâhı kimin hangi gücün yaptığını açık açık dile getirdi; çok zor koşullarda bu zindanın önünde çadır kurdu, nöbet tuttu; atıp tutan basın mensuplarımız, televizyonlarımız bir defa bu kapıya uğramazken, bu partinin televizyon kanalı Ulusal TV, çok zor koşullarda (çalışanlarına asgari ücret bile ödemede zorlanırken), 7 yıl boyunca nöbet tuttu; anlayanları aydınlatmaya çalıştı. Dünyanın en güçlü devletini arkasına, dönemin Türk Hükümetlerini de koltuğunun altına almış, yargıyı, güvenlik güçlerini, basının önemli bir kısmını, basın mensubu geçinen soytarıları avucunun içine almış şer güçlerinin (kolunu hükümettekilerin çoluğuna çocuğuna da uzatınca paralel adı takılan) yargıda, kolluk kuvvetlerindeki uzantılarını karşısına alarak, bu eylemlerin orduya darbe olduğunu söyleyen ve orduyu koruyan hangi partiydi? Hükümetle sarmaş dolaş olan bu yapılanmanın ne olduğunu 7 yıl boyunca bu parti bağırmasına karşın, kimse duymadı; hançer öz evlatlara batınca, sarmal çözülerek paralel oldu. Muhalefet olarak adlandırılan partiler ve hatta ordunun üst düzey komutanları bile, el pençe, adalet tecelli edecek safsatasıyla, yapılan tüm usulsüzlükleri görmezden gelerek, milleti oyalıyorlardı. Cesur çabaları ile ordunun onurlu subaylarının temize çıkmasına önemli katkı sağlayan ve daha sonra da onları bağrına basan hangi parti oldu? Tek bayrak, tek vatan, tek millet, tek ülkü diyen; laikliği, ulusalcılığı, milliyetçiliği, Atatürk ilkelerini savunan kişileri içine almayıp (Prof. Dr. Ümit Kabasakal, Prof. Dr. Feyzioğlu, Emine Ülker Tarhan gibi) , milletvekili listesine bile koymayan, Atatürk’e kefere diyeni de başkan yardımcısı yapan bir parti, oyları bölmeyin diyerek önerdiğiniz parti (ya da benzeri partiler) oldu. Her gün yeni bir siper yitirdiğimiz Ermeni Soykırımı olayında, uluslararası toplumda ve mahkemelerde, tutuklanmayı da göz önüne alarak cesaretle savunan ve kazanan küçümsediğiniz %1’lik oya sahip parti oldu. Türk Dışişleri bakanlığının yapamadığını, oylarınızla sadece %1’lik oya mahkûm ettiğiniz bu parti başardı. 6


7

Aslında bir ülkeyi ileri götüren, sürükleyen o ülkenin ancak %1 vatandaşıdır. Gelişmiş ülkeler bu yüzde, yüzde biri gözleri gibi korur, önemli yerlere gelmesini oylarıyla ya da kararlarıyla sağlarlar. Bataklığa saplanmış olanlar, demokrasinin gereğini yerine getiriyor görüntüsü ile oylarıyla ya da kararlarıyla, her türlü olumsuz yakıştırmayı yaparak bu %1’in önünü kesmeye çalışırlar. Geri kalmış ülke ya da demokrasilerde oyun kaderini, atılan yalanlar, verilen ödünler, dağıtılan sadakalar, dini istismarlar, dağıtılan devlet olanakları saptar. Geriye dönün, 15 yıl hatta daha da gerilere gidin, Vatan Partisi’nin haricinde sürekli ve gür sesle bağımsız Türkiye diye sloganı olan bir başka partiniz var mı? Hepsi aynı ananın memesinden az ya da çok süt emen yavrulara benziyor… Bu parti niteliksiz çoğunluğa ya da oylara değil, nitelikli oylara taliptir. Bu partinin içinde bir tane, ahlaksız, hırsız, rüşvetçi, devlet ve millet düşmanı, bölücü, gerici, işbirlikçi; geçmişinde bir yerlerden talimat almış; çoluğuna, çocuğuna, çevresine devleti talan ettirmiş tek bir adam var mıdır? Atatürk ilkelerini, devrimleri, laikliği, üniter (bütün) devlet yapısını, ulusalcılığı, resmi dili kem küm etmeden, ödün vermeden savunun tek partidir. Bu mücadeleleri verirken ne geçmişinde ne da zamanımızda hiçbir yasa dışı yola başvurmamış, silaha sarılmamış, anarşi ve çeteleşmeye kalkışmamış geçerli yasalar içinde hareket etmiş, düşüncesini ve görüşlerini bütün zorluklara ve karşı koymalara karşın her zaman cesaretle dile getirmiş en güzide parti olmuştur. Bu ülkede ahlaksızların, ulus ve vatan düşmanlarının korktuğu ya da çekindiği, çoğunluğu barındıran partilerden gelen tepkilerden değil, o sizin küçümsediğiniz ve destek olmayı değerli oyunuzun(!) yitirilmesi olarak varsaydığınız %1’lik Vatan partisindendir. Bu ülke için bir defa için bile olsa, bu partinin üyeleri ile diğer partilerin üyelerinin sicilini karşılaştırma zahmetine niye katlanmadınız; katlanmıyorsunuz? Bir kişinin neler yapabileceğine ilişkin önünüzde çarpıcı örnekler yaşandı. Osman Bölükbaşı Menderes iktidarının korkulu rüyası, tek kişilik muhalefetti; sonunda hükümet bu sesi bastırabilmek için Anayasa suçu bile işledi ve ondan da yargılandı. Kamer Genç, kürtçülüğün ve Aleviliğin en revaçta olduğu ilimizden, siyasi yaşamı boyunca bir defa kürtçülük ve Alevilik söylemlerini kullanmadan bağımsız ya da bir partiye bağlı olarak oy aldı ve tek kişilik muhalefet yaparak hükümetlere doğru yolu göstermede önemli katkıları oldu. Neredeyse 50 yıl temel bilimlerle ve eğitimin her kademesi ile uğraşmış, kürsü hâkimiyetini kazanmış

bir

tanıdığınızdan,

arkadaşınızdan, 7

dostunuzdan,

hemşerinizden

ve


8

meslektaşınızdan bunu neden esirgediniz? Aslında esirgenen çocuklarımızın ve torunlarınızın aydınlık geleceğiydi… Benim yaşam felsefemde hep şu oldu: Tarihte ve bu dünyanın başka coğrafyalarında çok değerli ve yetenekli insanlar olabilir. Ancak, akıl, önündekini ve elinin altındakini tutan, koruyan, destekleyen, yararlanan ve değerlendirendedir. Bütün bu anlatılanlar benimle ilgili görünmesine karşın, aslında benim değil sizinle ilgilidir. Gökyüzünden mucizeler gelerek insanları düzeltme kurgusu, mitler dönemine aittir; zamanımızda geçerli değildir. Fikir üretemeyenler, yaptıklarını tekrarlayanlar, cesur olamayanlar, fikirlerini açık açık söyleyemeyenler, alışkanlıklarının esiri olanlar, doğruyu ve çözümü zamanında görüp gerekli desteği veremeyenler rota düzeltmesi yapamazlar; kendi yollarını çizemezler. Olsa olsa kendilerine çizilmiş yoldan tıpış tıpış yürürler… Bu aşamadan sonra söyleyebileceğim tek şey: İyi yürümeler… Ben, istemeyerek bu yazıda serzenişte bulunduğum tüm bu kesimlere ve halkıma teşekkür ediyorum. Sırtımdaki küfeyi attım. Babama vereceğim yanıtı artık biliyorum. Darısı çocuklarının ve torunlarının sorularına mantıklı yanıt vermekte zorlanacakların başına… Sevgilerimle Prof. Dr. Ali Demirsoy, 08.05.2015 Önemli olan dilemek değil, doğruyu seçebilmedir. Kasabamızda, Ocak Köyü’nde bir yatır vardı. Zaman zaman insanlar gider dilekte bulunurlardı. Bir gün babamla birlikte başka bir nedenle bu köye gitmiştik; yine birçok adamın dilekte bulunduğunu gördük, işittik. Babamın elinden tutup, yatırın önüne doğru çektim: – Baba! Essahtan dilekler kabul olur mu? – Olacağı varsa olur! Ama burada dilekte bulunanların ne istediklerini bildikleri hususunda kuşkum var. Bak sana bir şey anlatayım: Çok eski bir dönemde, belki de demir elde etmenin, işlemenin çok zor olduğu ve demir araçların gereçlerin gözde olduğu bir dönemde, adamın biri, buradakiler gibi, her gün yatıp kalkıp: – Allah’ım bana Hızır Aleyhisselamı göster, Allah’ım bana Hızır Aleyhisselamı göster, dermiş. Bir gün bu adam dağdaki bağına, omzunda demir bir kürek, su sulamaya giderken, bir kayanın arkasından sadece beyaz don– köynek giymiş, saçlı sakallı bir adam çıkıp: – Ey fani! Hızır, Hızır dedin. İşte ben Hızır’ım. Dileğin nedir? – Senin Hızır’a benzer ne tarafın var? İlk olarak kendine hayrın olsun! Yolumdan çekil! – Ben Hızır’ım. – Pekâlâ, pekâlâ! Eğer sen Hızır isen, şu elimdeki demir küreği tahta yap da göreyim!

8


9 Dınnn... diye bir ses çıkar. Pejmürde kılıklı adam kayanın ardından kaybolur. Dilek sahibi adam, küreğine döner bakar, demir kürek tahta olmuş. Bak oğlum! Hızır’ın (fırsatın) çıkması önemli değil, onu en iyi ve doğru şekilde değerlendirmek önemlidir. Küreğini altına çevirebilirdi…

Değerli Kardeşim Seçim yapıldı. Geleceğimiz için önemli bir adım atıldı. Oy verenlere (bana güvendikleri için) de vermeyenlere de (demokrasinin gereğini yerine getirdikleri için) teşekkür borçluyum. Bu seçim benim de önemli bir sıkıntımı giderdi; onun için teşekkürümü ilgili yazının içine gömdüm. Saygılarımla

9


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.