Mesken Fanzin

Page 1

Aylık Edebiyat ve Hayat Mecmuası

Yıl: 1 Sayı: 2 Ocak

Ücret :2 tl

Merhaba felaket arkadaşlarım


merhaba

500 tane ilk sayıda vay be ! hızlı bir giriş mi oldu ? zemin katlı, rutubetli evimizde rutubetli yüreklerimizle seslendik size ıncığa cıncığa dağıttık; vapurlara, kütüphanelere, cafelere ,kitapçılara, çay ocaklarına, otobüs duraklarına, fünikeler ve metrolara, eşe dosta . . . onurlu ve heyecanlı insanların, fena yaşamların olduğu yerlere . ( onur abiye selamlar ) meskenin üzerinde demlenen çaylar, kesilen tırnaklar, yenen midye kabukları, gevrek susamları. heyecanlıyız, heyecanlandık.

bu sayıda bizden başka mesken emekçileri de var ; yeşilçam kalbi ile bize nostalji yaşatan hüseyin alemdar abimiz ‘ ajlan ‘ yazısı ile bizle yazılarını ilk paylaşan ve evimize eli boş gelmeyen ozan sertdemir ‘ prospektüs ‘ şiiri ve ‘ chaplin benzerleri yarışmasında ikinci olan adam benim ‘ adlı öyküsüyle cemalsüreya 2013 şiir özendirme ödülünü ‘ vukuat vardiyası ‘ kitabıyla alan emre polat ‘ hükümlü mevsim ‘ adlı şiiriyle izmirlive koyu bir altay taraftarı mutlu kızılbuga ‘ cııırt ‘ adlı öyküsü ile, içindeki veremi bize akıtan yunus tapancı ‘ kılık değiştiren ölüm ‘ şiiri ile izmirin üzüm kokan ilçesi buca’danbizlerle olan oğuz hıracan ‘ huzurun eşiğinde görülen yosman ‘ adlı şiiri ile bize şalgam sözü olan, dartta bize zor anlar yaşatan süleyman çevrim ‘haiku’ incelemesi ile eskişehirin soğukluğunu yaptığı sıcak röportajla bizlere unutturan leyla hasanova ‘ bir yağmur yağsa da beraber ıslansak ‘ adlı hayriturgut uyar röportajı ile ve ilk sayımızdan son sayımıza dek üçüncü sayfamızın olmazsa olmazı, annelerin kötü örnek olarak gösterdiği erdinç top falconetti abimiz yine bizlerle, başımızın tacı. ve okan akbulut ikimiz üsküdar/ istanbul erdinç top ‘ devirim’ ve ‘ güzeldik ‘ şiirleriyle okanakbulut ‘ gülümüz soluk ‘ ve ‘ büyümek neresidir mizanpaj: koray gümüş ‘ şiirleriyle meskenin bu sayısını şenlendirdiler, ne iyi ettiler, ayak- meskenfanzin@gmail .com facebook/meskenfanzin ları taşa değmesin. sizlerde yazdıklarınız ile haldaşımız, dostumuz, komtwitter/meskenfanzin şumuz olun, selamımız sıcaktır. evimizde ki ışıkları söndürdük üsküdara giderken şimdi fanzini eline veriyoruz.

çıkaranlar

2

( yazılarınız kabulümüzdür, baş tacıdır )


falconei

meskenciler hörmetler duydum ki beni biraz merak etmişşiniz -kim bu sikindirik- demişşiniz bende bu sayıda size birkaç falconei maddesi ve falconei kuralı yazdım _ bütün cinsiyetçi küfürlerin namına koyyım rakırlarında _ tarzımız hayaan gelir çünkü hayat çok ciddi bir müessesedir _ otobüse orta ve arka kapıdan binip akbil uzatan bizden değildir _ modern şiirde kestane ve taşşak kelimeleri geçmelidir (andırgrand türk şiiri madde 11) _ erkekçe erkeklik erkeksen erkek erkeğe adam ol adamsan adamakıllı ve daha nice ataerkil söyleme kafa atıyoruz _ benim sevişmeye ihtiyacım yok devlet beni yeterince sikiyor (godard abiden) böyle işte dahası da gelir he bu arada bu sayı turgut babaya ithaf ediliyormuş turgut uyarın bıyıklarından öperim bu yazı böyle fazla ağır şeyler yazmadım gençler biraz eğlensinler bakalım nolcak son olarak tekrar hepinize hörmetler görmek veya görmemekten oluşmak zorundadır hayat yoksa bi değeri kalmaz kazandıklarımızın ve kaybeiklerimizin bilmukabele tibi et igni*

3

oku ve yak


devirim

‘’ içimde ki hüznü kalbin ile devir zira devrim devirmekten gelir ‘’ bir yerlerimize dokundunuz ki canımız yandı ve bundan korkun şiirleri sokağa döktünüz ki en çok bundan bir düşü büyüük ki biz ve sıcaklığında çamaşırlar astık, plastik mandalla ellerimiz ellerimizi ısıı üşütmüştük, üşüünüz bizi soğukluğunuzla devrim ki gür çıkmayan bıyıklarım gibi sevgilim gibi öyle uzak ve beyaz defterimin arkasına çizemediğim resimler gibi boynuma astımım biber gazı kolyesi bir yerlerimize dokundunuz ki acıdık ve bundan korkun devrim ki ibnelerle gelecektir dervişler, çapulcular ve kadınlarla che tişörtü giyen kurtlar ile ve ‘’ İro cerxa şoresê fireh digerinê ‘’ * bir yerlerimize dokundunuz ki sesimiz çıktı duyuyor musunuz ? devrim ki devrilmeyen ağaçlar gibi bak, bu devrim çok ses getirecek, bak .. çiçekli bir şeydir devrim * bugün devrimin döngüsü geniş dönüyor

4

erdinç ( gezi için )


gülümüz soluk

Gülümüz soluk Turgut abi Biz hep yevmiyeciyiz Ve mesailerimiz hiç verilmiyor Alınterimiz gözyaşlarımıza karışmış Ve devrim Toprak sahada top oynayan Çocuk görmek gibi Zor ve taşlı Ama şunu bil ki Turgut abi Az kavga etmedik Otobüs şoförleriyle Nafile Senden başka kimse götürmedi bizi Göğe bakma durağına

okan

5


huzurun eşiğinde görülen yosman!

dün gece çok kustum bilmediğim bir nedenden ötürü sigara küllüğünde biriken umutlarım, kırgınlıklarım muazzam bir sanat ortaya icra ediyor duyduğum yahut işittiğim o prangalar mili metrik düşüncelerimi ince tabakasında birer loş ışığında hazin bir gelyana uğruyor bilmediğim bir neden ötürü jileti kesmek için elime aldığımda illegal bir kuruluşa mensup olduğumu bir gecenin, yaşamdan kayırırcasına düşmüştüm bir düşün öteki yüzüne içtiğim sigaranın aklımı bulandırmasını içtiğim konyağın miğdemi bulandırması ismimi unutalı çok oldu. hazır gelmişken ölümle yüz yüze, yüzüm çarmıha gerilsin bir İsa gibi

6


o mavi dalgaların istemsizce dalgınlığı vurulan o dalgaların yosuna bulaşan yeşilliği yorgunum, hatta yoğurt gibiyim halsiz bir ihtiyarın değneği kadar durgun mutsuz ikilemeler içindeyim açtığım fermuarın ağzı bozuk kulak açmak niyetimdeyim gündüzleri bir balık gibi çırpınıyorum şu hayatta kaneviçe salıyorum önümü görmediğim zaman tutuşan bir bedene sahibim istemediğim şu hayattan beklentilerim bir ihanetin habercisi olarak haber sarılmış o beyaz satılara ölümü ifşa eden bir ben gibi ismimi unutalı çok oldu yaşımı unutalı çok oldu yaşamaya çalıştım bir balık gibi çırpınmaya çalıştıysam olmadı

ismimi unutalı 21 gün sigaraya başlayalı 22 gün âşık olalı tam 23 gün oldu

7

oğuz


' chaplin benzerleri yarışmasında ikinci olan adam benim ' ‘Charlie Chaplin benzerleri yarışmasında’ Charlie Chaplin'in üçüncü olduğu ne kadar gerçekse, bu hikaye de o kadar gerçek.

Benim burada ne işim var? Birkaç densizin gazına geldim ve kendimi bir anda bu yarışma kulisinde buldum. “Oğlum sen yaparsın matrak adamsın. Nihat Doğan, Fatih Terim estiriyorsun.”diye gaza getirildiğim çok netti. Tamam, abi şimdi ses taklidi eyvallah da Chaplin taklidi nasıl yapılırdı. Görselliğe dayalı bir şey adeta. Ben de normal şartlarda görsellik yok. 1.80 boy, 95 kilo, gözlüklü, top sakallı Şarlo mu olur. Zaten kostüm de uyduramadım ortaokuldan kalma okul ceketinin altına kot pantolon giydim, elime de katlanabilir şemsilerden alıp çıktım. Şansıma yağmur da yağma. Yağmur yağsa mutlaka bir seyyar satıcıdan şemsiye kapardım. Gördüğünüz üzere Şarlo’yu pek andırmayan bir tiptim. Yanından bile geçmezdim. Hani İlyas Salman’la Jennifer Lopez birbirlerine ne derece benziyorsa aynı o derecedeydi benzerliğimiz. Tüm bunları bildiğim halde arkadaşların gazına gelip yarışmaya atmıştım kendimi. Onlar da gaza gelip pankart falan hazırlamışlardı renkli kartonlara markörlü kalemle. Onların yüzünü kara çıkarmamalıydım. Bütün marifetlerimi göstermek için sahneye çıktığımda ceket arkadan kastığı için pek rahat edemedim. Fakat juri üyeleri beni beğendiklerini söylediler. “Kafanda niye şapka yok?” dediler. Kı-

8


varak bi cevapla “Şapkasını unutmuş Chaplin’i canlandırdım.”dedim. Kadın juri çok güldü. “Bıyığın uzun, top sakal var” dediler.”Tıraş olmayı unutmuş Şarlo bu” dedim. Kadın juri üyesi resmen yarıldı. Zor tuttular. Gaza gelip belki yürür giderim diye Nihat Doğan taklidi yaptım.” Bi daha, bi daha” naraları yükseldi. En sağdaki juri üyesi “Arkanda bir iki kişi olsa iyidi” dedi. Bozmadım.

Hala heyecanla bekliyordum. Sonuçlar açıklandı. Listede ikinci sırada gördüm kendimi. Yorumumu kattığım Şarlo karakteri epey cezbetmişti onları sanırım. Bi ara niye birinci olmadım acaba birincilik benim hakkımdı diye düşündüm. Saçmalamamam gerektiği geldi aklıma. İkinci olduk diye fair-play ruhu elden bırakmamak lazımdı. Diğer derece alanları tebrik etmeliydim. Birinci olanı tebrik ettim. Tokalaştık, tanıştık. Adı Adolf, görseniz öyle tatlı bi adam ki. Bi gün beni Almanya’ya davet etti. “Gelirim abi ayıpsın.”dedim. Yaşam alanı yapacakmış kendine. “Yakışır.”dedim. Ben de onu Beşiktaş’a davet ettim. “Yahudi var mı oralarda?” diye sordu. “Misafir umduğunu değil bulduğunu yer.”dedim. Güldü. Ağzı sulanmıştı belli. Gözlerim üçüncü olan yarışmacıyı aradı. Üçüncü olanı bi türlü bulamadım. Zaten önümdeki adamların hepsi birbirine benziyordu. Bir sürü nokta bıyıklı adam birbirleriyle konuşup sigara içiyordu. İleride ses sisteminin üstüne oturmuş bi Şarlo ağlıyordu. Yanına oturdum. Öyle içten ağlıyordu ki dayanamadım ben de ağlayacaktım. Hani sanki ikinci öğretimdi ve harç yatırıyordu bi de evi uzakta çok geç eve varıyor havası vardı. Yok lan bu üçüncü

9


olan Şarlo’ydu. Bıyığından tanımıştım. Gerçi herkesin bıyığı aynıydı da bu adam üçüncü olandı. Eminim. “Noldu abi sorun ne?” dedim. Sustu. Cevap vermedi. Belli ki çok büyük umutlarla gelmişti. “Boşver abi seneye bi daha girersin. Nolcak.”dedim. Kafasını kaldırıp bana öyle bi baktı ki… Ben bu bakışı bi yerden hatırlıyordum. Modern Zamanlar 54.sahne. Evet lan bu gerçek Chaplin’di. “Abi sen gerçek Chaplin misin?” dedim. Ne sandım gülüm dercesine baktı, yine bi şey söylemedi. Bakıştan değil de hiç konuşmamasından anladım ki bu adam gerçek Chaplin’di. “Abi sana haksızlık yapılmış resmen” dedim. Arabesk türkücülerin kliplerindeki gibi kafasını salladı. Bu haksızlık karşısında bir şeyler yapmam gerekiyordu. Hemen yarışma jurisini buldum. Juri başkanıyla konuştum. “Böyle böyle”dedim. Böyle böyle demedim tabi ki düzgünce anlattım olayı. “Acun abi gerçek Chaplin’i üçüncü yapmışsınız. Adam içerde ağlıyor.”dedim. “Burası show dünyası Ozan’ım. Böyle bi dünyaya var mısın? Yok musun?” dedi. Beklemediğim bu paradoksal soru karşısında cevapsız kalmıştım. Hemen Charlie abinin yanına gittim. “Yürü abi gidiyoruz buralardan” dedim. Yine hiçbir şey demedi. Sinirlendim. Bir anda gözüm döndü. Omuzlarından tutup salladım. “Kendine gel. Hakkını savun. Susma sustukça sıra sana gelecek. Bi şey söyle lan bi şey söyle bi kelime et” derken ağlayan gözlerini görünce bir anda kendime geldim. Ceketinin buruşmuş yerlerini düzeltip af diledim.

Beşiktaş sahile götürdüm, bir çay ısmarladım. Yanında çiğdem de aldık. “Biz İzmirliler çekirdeğe çiğdem deriz abi” diye açıkla-

10


dım. Chaplin anladığım kadarıyla çekirdeğe de bir şey demiyordu. Adam put gibi arkadaş. Ağzını bile açmıyor. Konuşmaya gerek bile duymuyor. Bu duruşu onu tam bir cool yapıyordu. Bir ara “Evlenilir bunla ha” diye düşünmedim değil. Tekrar suratına baktım hala ağlıyordu. Dünyayı güldüren bir adamın yanımda ağladığına şahit olmuştum. Anlatsam kimse inanmazdı. Gülsün diye Nihat Doğan taklidi yaptım. Gülmedi. Anlamamıştır diye Fatih Terim’in İngilizce konuşmasını yaptım. Bunu kesin anlamış olmalıydı. Yine de gülmedi. Demek ki espri anlayışlarımız tutmuyordu. Tam Metin Akpınar taklidine girecektim ki beni susturdu. Bir şeyler söyleyecek sandım. Şapkasını çıkardı, elime verdi. Şaşkınlıkla izledim. Bıyığını dudağının üstünden söküp şapkanın içerisine koydu. Bıyıksız Chaplin bir anda daha komik geldi bana ama gülmedim. Kafasında saç sandığım peruğu özenle çıkarıp onu da bıyığın yanına, şapkanın içine koydu. Karşımda düz saçlı, bıyıksız bir Chaplin duruyordu. Sanırım artık Chaplin demeye bin şahit lazımdı ve bu saatte o kadar adamı toplayamazdık. Dudaklarını ıslattı. Sanırım ilk defa konuşacaktı. Sesini kontrol etti. Ve dedi ki: “İnsan bu hayatta kendisi bile olamıyorsa, hiçbir şey olamaz.”

Sıradaki çayları o ısmarladı. Parasını o verdi ama ben aldım. Çünkü Charlie abiyi anlamıyorlardı. Onu bir tek ben anlıyordum. Sabaha kadar oturup çay sigara yaptık. Hiç konuşmadık. Anlaştık. ozan

11


Hükümlü Mevsim refik durbaş’a… sonra herkese…

kalbin kafesine sığmadığı günlerden geçiliyor adımlar tedbirli en ufak bir hatada uçurumu boylamak an meselesi

adaletsiz takvim yaprakları dökülmüş her yere ve her birinde askıya alınmış vaatlerle miadı doldurulmuş bahaneler gizli neden tek bir neden kâfi güneşi söndürmeye aşina polemikler sözde sansürsüz habercikler dönüp duruyor ekranlarda dümen deniz haddinden fazla kabarık gemi uzun zamandır kopuk iskeletinden

yeterince ayrılmadığı söyleniyor kıtaların sınırların belirgin çizilmediği insanlar sevgiden çok savaşa susamış gibi gergin bekleyişler bekliyor kürede ha bozuldu ha bozulacak denge o tarafta sonbahar sürgünde bu tarafta kapamışlar baharı bir hücreye kış pek konuşkan değildi zaten yazın ağzını bıçak açmayacak bu gidişle

kalbin kafesini parçaladığı günlere gidiliyor adımlar şiddetli en ufak bir hatada ağacı boylamak şaşırtmasın kimseyi

12

emre


güzeldik

yalnızız yollar çok uzun *

güzeldik, bak kuşlarda vardı kara bir kedi kovalarken küçük serçeleri yeşil yapraklı ağaçlar altında güzeldik yeşil parkamızla, üsküdar iskelelerinde kara kızlar seviyorduk küçük parmaklarımızla derinlerde dolaşıyordu ellerimiz, güzeldik çiçek almanın telaşesiyle güzeldik güzeldik, cebimizde az para vardı vapurlar geçerdi istanbul derininde çok insanlar vardı, güzeldik büyük atkılarımızla aşk için sınıflarda kaldık güzeldik güzeldik, az çok içerdik çareler içinde biçare, güzeldik güzeldik uykularımızda, mutlu yürürdük zira bilinmeyenin bedeni epeydi güzeldik yaşımız yirmi iki

*bir kabataş bekleyişi erdinç

13


Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza

14

Geyikli Gece


Ekmek yiyelim tereyağı yiyelim çocuk büyütelim Sen beraber yatacağımız yatakları hazırla Sen bir onu yap yeter bak göreceksin.

Büyük Ev Ablukada

15


cıırt Kapıyı aralayıp odanın içine süzüldüm. Nihayet sığınağımdaydım. Yorgundum. Çok yorgun. O hala uyanıktı. Yarı açık pencereden sızan sokak lambasının ışığı aydınlatıyordu vücudunu. İnce geceliğinin içinden göğüs uçları belli oluyordu. Göğüslerine baktığımı anlamasını istemedim. Yüzüne bakmaya başladım. Bir kadının ilk göğüslerine bakardım ve O’nun özel biri olarak kalmasını istiyordum. İri gözleri üzerime takıldı. - Neredeydin? diye sordu. Her şeyimi bilmek istiyordu. Her şeyimi! Bir gün boyunca kaç kez nefes alıp verdiğimden, kaç kez hayal kurduğuma kadar. Bu yüzden bazen ürkütüyordu beni. Ona doğruyu söylemek en güvenlisiydi. Art arda gelecek sorular yalanları hemen belli ediyordu. - Dışarıdaydım. Yürüdüm biraz. - Üç saat boyunca sadece yürüdün mü? - Saat tutmadım. Doğruydu. Sadece yürümüştüm. Hantal insanların arkasında… Şişko kıçlarına bakıp sinirlenmiştim. Çok yavaş yürüyorlardı ve herkesin yavaş yürümesini istiyorlardı. Herkesin onlara uyum sağlaması gerektiğine kendilerini inandırmış aptalların arkasında sadece yürümüştüm. Onları geçmemem için koca kıçlarını tüm kaldırıma yayıyorlardı. Kaldırımdan yola inmem için zorluyorlardı beni.. Onlar gibi yavaş yürümeyi reddedecek ve kaldırımdan inecektim. İşte o zaman onları mutlaka geçerdim ama çok tehlikeliydi bu.

16


Yola indiğim anda bir araba bana çarpabilirdi. Direksiyondaki herif frene bile basmaz, yoluna devam eder, olan bana olurdu. En yakın arkadaşlarım önlerindeki insanların hantallığından bıkıp yola inmiş ve dümdüz olmuştu. Kimse onların ölümünü önemsemedi. Savcı gelene kadar yol kapatıldı. Savcı gelip yolların yayalar için olmadığını söyleyip gitmişti. İstedikleri buydu. Onlara uymam ya da yok olmam. Bu yüzden korkuyordum yola inmekten. Korkaklaştırıldım kabul ediyorum. Acaba O da korkuyor muydu, kaldırıma inmekten? Bilmem. Ona hiç soru sormam ben. O hiç odadan yani sığınağımızdan dışarı çıkmaz. Kendimi sığınağa her atışımda da bir torba dolusu soru sorar. Gerçekten yanıtlarını merak ediyor mu, onu bile bilmiyorum. Ben hiç soru sormam O’na, söylemiştim. Dilimi kıvırmayı beceremezdim. Yanlış bir soru sorarsam, beni bırakmasından korkarım. İhtiyacım var O’na, kendime gelebilmek için. O’nun gereksiz sorularına ihtiyacım var, gerçek sorulardan kurtulabilmek için.

Gidip yanına oturdum. - Düşüncelerin canını mı yakıyor? dedi. - Galiba. - Yüzünden belli. Her ne düşünüyorsan canını yakıyor. Cümlesini bitirince saçlarımı okşamaya başladı. Usulca okşuyordu saçlarımı. Hayatım boyunca karşı koyamamıştım saçlarımın okşanmasına. Yalnızca çocukluğumda hissedebildiğim güven duygusunun tadı vardı bunda. - Seni düşüncelerinden nasıl kurtaracağımı biliyorum, dedi. Gözlerimi açtım. Gözlerinin elası, gözlerimin kahvesi içindeydi. Hareket etmeden öylece bakıyorduk birbirimize.

17


Aslında düşüncelerini okuyabilirdim gözlerinden ama harfler çok karışıktı. Ayırt edemiyordum hiçbir harfi. Gözlerimi kıstım, belki bir harf ayırt edebilirim diye. - Kızdın mı? Niye kıstın öyle gözlerini? Tamam uzatmıyorum. Saçlarımdaki eli hızla kayarak fermuarıma gitti. Gözlerimi kapattım. Cıırt! Böyle kurtarıyordu beni düşüncelerimin aklımı kemirmesinden. Bilinen en eski anti depresan; aşk yapma yeteneği. Yavaşça uzanmasını sağlayıp bacaklarının arasındaki kapıyı araladım ve ikimizi de bu dünyadan çıkardım. Bedenine yaşam bırakmak değildi niyetim. Sadece kaçmaktı. Böyle yatıştırıyordum kendimi. Anaç duyguları yüzünden benim gibi bir münzeviye acıdığı için izin veriyordu belki de buna. Belki de bu yüzden bırakıp gitmiyordu beni. Bilmiyorum, hiç sormadım. Artık düşünceler yoktu. Otomobil tekerlekleri, yavaş insanların kıçları, yeryüzü şekli, vapur dumanlarında yaşamaya çalışan martılar… Hiç biri yoktu. Sadece hisler vardı. Anlamsız isimlerden ve sıfatlardan arındırılmış bir boşluktaydık. Zihnim hafifliyordu. Düşünceleri sırtımdan terle birlikte atıyordum. Yolun sonuna geldim. Tekrar dünyadaydık. İçine bıraktığım her yaşam tanesi, bedeni içinde ölüyordu. Hiçbir zaman bana hamile olduğunu söylemedi. Belki de böyle anaç olmasının sebebi rahimsiz bir kadın olarak doğmasıdır. Gözlerimi açtım. Yine gözlerimin kahvesi içindeydi, gözlerinin elası. Hiç kapatmamıştı galiba gözlerini. Her anımı bilmek istediği için olabilir.

18


Nazikçe beni kenara itti. Nefesim hızlanmıştı. Pantolonumu giydim. Kan erkekliğimden çekildiğinde beni görmesini istemiyordum. Gülmesinden korkuyordum. Eğer gülerse yalnızca bana acıdığı için yanımda olduğundan emin olurdum. Bu beni yalnızlığa iterdi, er ya da geç. Emin olmak istemiyordum. Kalkıp pencerenin yanına gittim. - Niye dışarıya bakıyorsun? Daha yeni geldin. - Tekrar dışarı çıkacağım. Tembellik edersem ayaklarım uyuşur. Yürümek istiyorum. - Senden daha yavaş insanların arkasında mı yürüyeceksin? - Evet. - Senden daha hantal insanların koca kıçlarıyla senin hızını kesmesi için mi? Cevap vermedim. O koca kıçlar gözümün önünden geçiyordu. Dişlerim birbirine sürtüyordu. Yumruklarımı sıktım. Gözlerimi bu kez sinirden kısmıştım. - Gel buraya lütfen! Seni rahatlatayım tekrar, dedi. - Şişko kıçlarıyla, yavaş insanlar rahat bırakmıyor beni. Beni yavaşlatmaktan zevk alıyorlar. Sığınağımda bile aklımdan çıkmıyorlar. Piç kuruları! Yataktan çıkıp yanıma geldi. Boynuma dolandı. - İnat etme, gel, diyerek, beni yatağa çekti. - Sığınağında güvendesin. O hantalların hiç biri bizi burada rahatsız edemez. Çıkar bizi bu dünyadan. Cıırt! Bir mola daha.

19

mutlu


Prospektüs

Doktor ile eczacı arasındaki Jargonik ilişki gibi olsun aşkımız Birbirimize yazdığımız şiirler elden ele dolaşsın Kimse okumasın Okusun da anlamasın, okuyamasın işte Reçetelere ilaç yerine şiir yazalım Şiirler ilacımız olsun -Her gün bir kuple şiir iyi gelirBen doktor olayım ama Çünkü beyaz önlük bana daha çok yakışır. Şimdi sen ne alakası var diyeceksin de… Ben doktor olayım işte. Çünkü ben eczacı olursam ki şayet Bütün raflara seni yerleştiririm şifa niyetine Ve kimselerle paylaşamayacağım için seni İlaç veremem hastalara Dermansızlıktan ölür hastalar Bu da kasten adam öldürmeye girer Ben buna hazır değilim sevdiğim. Doktor ile eczacı arasındaki Jargonik ilişki gibi olsun aşkımız Hem maaşımız da iyi olur Gül gibi geçinir gideriz -Sahi güller nasıl geçinir sevdiğim?Tanıtım amaçlı, adi ama sevimli Adiliği çabuk yıpranmasından Hipokrat var Şimdiye kadar başka bi adiliğini görmediğim Reprezantların ürünlerini kullanırız sevdiğim. Üzerinde Minoset yazan polar atkıya Soğuk kış gününde oğlumuzu ya da kızımızı “Aman ne fark eder sağlıkçı olsun da…”mızı Sardıktan sonra Aspirini andıran; küçük, beyaz yuvarlak arabamızla

20


(Ki büyük, gri, buruşuk olsa fili andıran derdim) Okula bıraktıktan sonra, seni de işe bırakırım. Oradan da kliniğe geçerim Bak klinik diyorum! Para var çare var diyorum! Yoksa böyle steril kelimeleri pek kullanmam. Ama temiz araba kullanırım sevdiğim Sıkışırsak piyasanın üstünde satarız. “Doktordan, temiz” Doktor ile eczacı arasındaki Jargonik ilişki gibi olsun aşkımız Ben doktor olayım ama Hem benim yazım daha kötü Hem de daha çok şiir yazabilirim sana reçete ayağına Ben sana sürreal-minimalist şiirler yazarım Anlamını benim bile bilmediğim Kargacık burgacık yazımla Ne yapayım sevdiğim; Ben duygularımı açıkça ifade edemiyorum anla -Aşkın içinden de prospektüsü çıksa yaSen de anlamazsan… Sümerolog bi çocuk alırsın yanına Sümerlilerin zamanında da aşk var mıydı acaba? Gerçi tıpta pek ileri gidememişler ama… Doktor ile eczacı arasındaki Jargonik ilişki gibi olsun aşkımız Doktor ile eczacı Âşık ile maşuk Çocukla çocuk olalım sevdiğim Ama ben doktor olayım Hani çok önemi yokta… Doktorluğu bırakıp film çekmek daha fiyakalı olur.

21

ozan


I Ah Ajlan, unutmak yara, unutulmak kan inan! Zeki Demirkubuz’a

AJLAN AKTUĞ BALADI*

Her şey ipince bir gitmektir ya)(masumca gri soğuk kırışık uzak gitti Ajlan da gitti kesik bir kış gibi Kurbağalar Masumiyet arası bir yüzü kirlibeyaz bir sinema yalanı şimdi bir yüzü soluk ve kırılmış içki vedası

Her şey ipince bir kırılmaktır ya)(camda ipince bir kırılmak mı, âh camında hayatın! Cam ve hayat, içi dışı sinema bir cep aynası belki bir yüzü sarı bir otel odası yalnızlığı bir yüzü dalgın bir aktörün duruşu şimdi

Gitmek ve kırılmak: Hayat her ikisi sanki her ikisi ve adressizliğin üzünçlü görüntüsü kâh beyazperdede kâh zamanın kâğıt perdesinde mor yakasında aşk ve hep bir rol kabarıklığı aktör ölmez ya)(ölse de 24 kare durur kendinde Ajlan Aktuğ gibi!

II HATIRIM İÇİN DE OLSA HATIRLA!**

Ben nerde Yeşil çam! desem Ajlan, hüznü sen olan biri Pepuğ Kuşu olur, gelir şiir ve sinema yanıma otururdu. Zeki Demirkubuz’un Masumiyet yalanındaki en samimi gerçek hâlâ sensin, bil isterim. Rol icabı da olsa, kimse senin gibi karısı tarafından yumuk dil, yarasa göz boynuzlanmadı. Karısını kemerle döven bir

22


karakteri, değil o rolün sahibi aşk ve ölüm bile ağlatamaz artık! Kimse senin gibi komediyi rulet oynar gibi de oynamadı ayrıca. Yeşilçam’da herkes gitarın ve pelikülün gençliğini bilir de birbirleriyle hiç konuşmaz ya, Üçüncü Sayfa filmini sana ithaf etmeseydi Zeki, yalanım yok onunla bile konuşmazdın inan. Sinemadaki her lobi, her afiş, her fotoğraf hangi ucunu kaldırsan senden bana kanama işte! Her şeyin altı aslında üstünü anlatır AJLAN! Aslolan alttan gelen duygulardır; şiir ya da sinema iki dilden birinin gözünü susar da seni bana anlatır bu yedi sokak. Bu yedi sokak ki, hangi filme sorsan yönetmeninden oyuncusuna, kameramanından ışıkçısına, figüranından setçisine birbirimize konuştuğumuz, birbirimizi sustuğumuz sırt sırta uzaklar... Sahi, o zamanlar bale yapan bir ilkokul öğrencisi, şimdilerde Serap Aslı Araklı imzasıyla ilk şiir kitabını ustalarına “Hürmeten” sunan Serapcan, hem can hem civan senin çocukluğunun peliküle kuyu halkasıyla sıkıştırılmış küçümen hâlindi. Gidip gelip pointini gökyüzü taşıyla kırmış kız çocuğu resimleri yapardın ona; yaptığın her resim kanardı. Âh AJLAN, âh ki âh! Emek Sineması’nın arkasında bir yerde sade bir sokaktı ya Yeşilçam; Beyoğlu’nu semtten saymaz, senle ben Yeşilçamı kalpzaman bir semt yapmanın hayâlini kurardık; Tünel Pertavsız Sokağı’ndan başlar, Sıraserviler Billûrcu Sokağı’na dek şiir-sinema, acı-sevinç, perende-paranoya korkunç depar birbirimize giderdik/dim!/dik! Ben gizli sinema ormanlarımı Meşelik Sokak girişine dökerdim, sense bilekleri iğneli uzun çekim düşlerini Çukurlu Çeşme Sokağı’nın alkol dökülmüş çukurlarında yıkardın. Bu sokakların bile iddiayla rakı kazanma yalanı var ya, bu bile senden yadigâr anla. Sen de bilirsin ki, Yeşilçam bakışlarımızdan yapılma bir semtti AJLAN! Ah, Yeşilçam ki; sokak sokak, düş düş boşluklara bakma Allahımız[dı!] Yedi sokak yetmiş yedi hayâl, yediyüz yetmiş yedi yüz hayâlden de öte bir şeydi kalp yerlerimiz. Yönetmenlik tutkusu, yazma nöbetlerimiz olmasa günün her saati klaket bıçağı darbelerle yakamızdan göğsümüze kayar da; el el, bıçak bıçak o dakka ikimizi de öldürürdü. Her nedense, yönetmenlerimizi semtimizin devamlı sakinleri, kalbimizin sıkıntılı müdavimleri sayar da, yönetmenleri bir filmlerini iki kez severdik. Senin Tutunamayanlar diye hiç bitmeyen bir romanın ve İmrenme Ayini diye uzadıkça uzayan bir hikâyen, benimse yakınlaştıkça uzaklaşan Gebze bir Anayurt Oteli’m ve Arzu’anım bir Sevmek Zamanı’m vardı. Hatırla AJLAN!, n’olur hatırla!! Hatırım için olsun hatırla, ölüm ki hiç de hatır işi değil! Nasıl da gidip gidip gelemediğimiz filmlerdik, hatırla!:( :Ah Güzel İstanbul, Atıf Yılmaz [Ömer Kavur]--Başka dil, başka ses, başka renk, başka başka İstanbuldunuz ikiniz; sahi, ne zaman öldünüz! :Beyaz Mendil, Ö. Lütfi Akad--Yalnızlıklar rıhtım, aşklar acı ve vesika AJLAN! :Duvaklı Göl, Şadan Kâmil--Öyle ya da böyle her gençlik günahtır! Göl’ün duvak,

23


gözlerin damatlıksa. :Mor Defter, O. Nuri Ergün--Susmak konuşmaksa, yıllara ve defterlere bak. :Sevmek Zamanı, Metin Erksan--Sûretin varlığım[ız]dı, aşk da sûretler de ünlemdi! :Baba, Yılmaz Güney--İstanbul’dan Muş’a, İzmir’den Van’a her baba sesi mandolin! :Gurbet Kuşları, Halit Refiğ--Maraş’tan gelmiş eksik bir hayat, başı sonu hep dram. :Sonbahar Yaprakları, Nejat Saydam--Gitmek kadar turuncu kalmak gibi mor kalbin! :Kara Duvaklı Gelin, Mehmet Dinler--Aşklara yüz beğenme! Her nikâh, her evlilik kendi çığının altında. :Günahsızlar, Faruk Kenç--Babamdan bana öylesine bir Oya Sensev sevdirdin ki; o gün bugündür film ofislerine uğrayan tüm kadınlar ki hâlâ saf ve günahsızlar! :Hâtıram Olsun, Muharrem Gürses--Ha dram, ha melodram herkes kendinin hâtırası Muharrem Abi. :Şehvet Uçurumları, Aydın Arakon--Çok uçurum öğrenen, önce kadınlar[ın]a yenilir Hayat Cehennemi’nde! :Altın Mezar, Mümtaz Alpaslan--Hayat dâhil her depo unutulmuş bir hazinedir canlar! İş akdiniz teveccühünüzdür, Dost Film’e uğrayınız! :Denize İnen Sokak, Atilla Tokatlı--AJLAN! Aj’’lan!! Âh, denize ve kendimize inen bir sokağımız, pardon bir filmimiz bile yok bizim! :İnsafsız, Semih Evin--Kan yaraya konuşur da, kurşun kana konuşmaz bacım! :Artık Sevmeyeceğim, Muzaffer Arslan--Aşkta kararsızlık olmaz Nesrin; pardon Leylâ! Aşkta tek şey düşünülür, sadece sevişmek... Ne yapsak, aşka k’ara iki gözdü Yeşilçam: Biri Kemâl, biri Cahit. :Aşk Durağı, O. Nuri Akıncı--Limandaki direkler ormanında ölmüşsem, ne duraklar aşktır, ne aşk durak! :Soluk Gecenin Aşk Hikâyesi, Alp Zeki Heper--AJLAN!!, Aşk ve Pirâye dâhil, Alp ve Zeki dâhil, Şahin Kaygun ve Hüseyin Peker dâhil, Mine Sun ve Alpay Ziyal dâhil, Erdoğan Kar ve Zuhal Aktan dâhil, Abdurrahman Palay ve Meral Zeren dâhil, Taner Aşkın ve Lâle Belkıs dâhil, Eriş Akman ve Songül Ülkü dâhil, T. Fikret Uçak ve Sevtap Parman dâhil, Orçun Sonat ve Melek Ayberk dâhil, Erol Durak ve Orhan Çağman dâhil, ben ve sen dâhil her şey soluk ve kayıp bu semtte! :Duvarların Ötesi, Orhan Elmas--Aşkın ve senin mahkûmunum, gözlerine söyle beni tutuklasın. Yıllara ve duvarlara sor, beni sana konuşsun! :Son Kuşlar, Erdoğan Tokatlı--Kızlar büyüdükçe ev ev, kalp kalp, düşaçı büyük evlilik; aşksa hep küçük kalmak demekti. Küçük şeyler ölmez A’J’L’A’N!

24


:Bedrana, Süreyya Duru--Âh, bir elin el değmişlik, bir elin el değmemişlikse Bedrana; üçüncü bir el çıkar içinden ve tam yeri, hemen burada öldür beni! :Tütün Zamanı, Orhon Murat Arıburnu--Parmaklıklar güneşi keser de aşkı kesemez, bilirim. İçime çektiğim de dışımda tuttuğum da senin tütünün Zeliha! :İmzam Kanla Yazılır, Mehmet Aslan--Aşk ve tabanca kaderin ağlarına takılan biri, nara da zara da gitse tanınır imzasından! :Mağrur Kadın, Nevzat Pesen--Bütün kadınlar mağrurdu; şiirlerde, hikâyelerde, romanlarda, filmlerde. Boynu üç ilmek sonbahar olan bir gün ölür elbette. Aşk ve ölüm, kadın varoldukça mağdur. :Üç Arkadaş, Memduh Ün--İçimiz derinine yarılsa; belki de, bir şarkıcı ve üç arkadaşız her birimiz aslında, AJLANNN! :Şehvet Uçurumu, Ülkü Erakalın--Duygu Film’e sor beni; kalp, ya duygu ya uçurumdur. Lekeli Aşk’tan Ben Sana Mecburum’a, Yeşilçam Sokağı’ndan Uçurumdaki Kadın’a her film[im] benim sana öldüğümdür. Âh, yıllar geçse de hangi film[im]de kimin nefesini dinlesem buhur, kimin suyunu içsem büsbütün zehir! :Ben Öldükçe Yaşarım, Duygu Sağıroğlu--Âh, her aşk saf ya da biraz kirlidir başlarken; yarısından sonra kâh karışık duygular akıntısı, kâh çürük kan kirlene kirlene dolar üç harfinden. :Mazi Kalbimde Yaradır, Osman F. Seden--Mâzi yara değilse nedir ki Şük/r/ân! :Allı Yemeni, Sırrı Gültekin--Ne Mine, ne Tugay; sözleri tok da, gözleri hiç de mutlu değil oralarda! :Sayılı Kabadayılar, Hasan Kazankaya--Tophane’den Balat’a bıyık bur Osman, bu şehr-i İstanbul’un üçte ikisi senindir! :Yaşamak Haram Oldu, Çetin Karamanbey--Sana konuşacak bir ömrüm daha var, sen benim son türkümsün! :İzin, Temel Gürsu--Atlara devrim de AJLAN! Aşktır atların son uykusu! :Bir Adam Yaratmak, Yücel Çakmaklı--Şimdi artık neyi hatırlasam hepsi bir anı. :Ölünceye Kadar, Safa Önal--Bana bir tek sen kalmıştın ya hayâl yaşım, şimdi sen de platonik espas anlam karışığı kırkbeş yaş sessizliğisin işte! Âh, her kadın lekedir bir yerde--ağzı sinema gözleri şiir her kadınla leke leke evlensem, leke leke ölsem! :Aşk Arzu Silâh, İlhan Engin--Bana Aşk de, bana Arzu de, kendine Silâh! Nasılsa, Kadın Düşmanı çıkmazında üçümüzden biri ölecek. Sen ya da ben, artık sokaklara çıkmayalım n’olur! İçimizden, pardon ikimizden bir öldü A J L A N! :Toprağın Teri, Natuk Baytan--Bu gözyaşları bu paranoya tanıdık bir yerden. İnsan öldüğü kadın[l]a gömülmeli be usta! :Uğraş/Ölümden Ötesi Yok, Hidayet Pelit--Aşk ve kavga, göğsüm yangın yeridir! El-

25


lerime aşk, emeğime kavga derim. :Hababam Sınıfı, Ertem Eğilmez--Kalp ve ayna kırıkları için yanında merhem taşı. Sınıflar hepi topu on sıra, okullar ömre sığmayacak kadar kısa. :Hasan Boğuldu, Orhan Aksoy--Vakitli vakitsiz yaka/n/ma gül takma A J L A N! Gül ki tuz olur da kalbe sızar! Âh, vaktin vücuda intiharı töreler! :Üç Halka Yirmibeş, Bilge Olgaç--Şehirler ve kasabalar arama kendine. Kumpanyalar da panayırlar da hiledir! :Karanlıkta Uyananlar, Ertem Göreç--Bugün Mayıs günlerden! Ellerin, gözlerin ve kalbin karanlığı yırtıp anlatsın seni: Duyan ve anlatan yerlerin nasıl da işçi. :Turist Ömer, Hulki Saner--Almanya’dan, Arabistan’dan, uzaydan nerden gelirse gelsin yalnızlığın Sadri’si bir adam kendi şapkası altında. :Biri ve Diğerleri, Tunç Başaran--Ne kadar da yağmur ve aşk gece, beni eve ellerin ve ağzın bıraksa! :Satılık Kadın, Aram Gülyüz--Apartman kapıcıları bile senin âşığındı Feri, pardon Nevin! Çıkıp gelsen, senden sebep birileri mutlaka ölür! :Hazal, Ali Özgentürk--A oğul, bu dağlar konuşmazsan ses vermez! Bak, susman oğul da, sesinin dağlardan yankıyıp dönmesi hiç de erkişim değil! :Pehlivan, Zeki Ökten--Her ömür bir yerde özürdür bedene. Sen aşkım, helâlim, kadınım ve özrümsün benim! :Kurbağalar, Şerif Gören--Âh Elmas, gece olmalı gidip bir yerlerden topluyorum seni ve kendimi! Yüzük parmağıma kadar tüm parmaklarım aşka benzer kurbağa kesikleri. :Kuyucaklı Yusuf, Feyzi Tuna--Her yaşın mendil cebi aşka çıkar Muazzez! Çok kırmızı mendilim, küçüğüm benim! :Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu, Engin Ayça--Bütün sokaklar geliş geçişlere dardır ya geceleri, aşk bile soğuk havalarda kendine sokulur. :Çirkin Kral, Yılmaz Atadeniz--Nurlan! Nurlan! Tabancada gül açtırma ustası bir çirkin adam bu aslında! Bak, ölmenin bir şiiri var da öldürmenin yok ama! :Uçurum, Feridun Kete--Kasabalar köylerin ağlamış hâlidir, beni köyüme götürün! :Mum Kokulu Kadınlar, İrfan Tözüm--Sağ elim makas, sol gözüm anahtar deliği; âh A’J’LAN! Elle gözün ibadeti herkese anlatılmaz. :Tersine Dünya, Ersin Pertan--Erkek geldik erkek gitmeyelim diye, üç günlüğüne tersiyle düzüyle bu dünya sizin kadınlar! :Gurbetçiler Dönüyor, Çetin İnanç--Herkes kendinin gurbetidir AJLAN! Kalp makara, taşra sinema; baba/n/ma sor, o bile söylemez gençliğini? :Yabancı, Yücel Uçanoğlu--Bu kasabada, bu kumsalda ilk öptüğüm şey rutubetimdir!

26


:Ölüme Yalnız Gidilir, Remzi Jöntürk--Âh, bu gözler artık benim değil! Hiçbir aşk, hiçbir ölüm örtemez suçsuzluğumu. :Ponente Feneri, Şahin Gök--Yerin ve göğün ortak sessizliğidir ıssızlık gecede. Fenerci bir kadın dişil yorgunluktur; anlasa anlasa kendini anlar. :Tatar Ramazan, Melih Gülgen--Hapishanelere güneş doğmuyor mu desem? Yok yok, öyle değil AJ LAN! Koğuş koğuş, ranza ranza, volta volta cinnettir hapishaneler; kendinde ölme! :Çırılçıplak, Oksal Pekmezoğlu--Sen ArzuuU, iki farklı bıçak şarkıcı ve şarkılı hâlin! :Yaranamadım, Mehmet Alemdar--Konuşmak protest, susmak arabeskse; her ömür bir yerden sonra Müslümîdir, kendinden özür diler. :Ana Yüreği, Yavuz Yalınkılıç--Belkıs! Fatma! Belkıs Fatma! Her evlât böğre bastırılmış bir türküdür, unutma!--

Ah A’J’L’ ÂN, unutma! Yirmi yıl var negatif de yok pelikül de; senin çok değer verdiğin insan ve insanlık da. “Yeşilçam oyuncusu” tabir edilen kimse de kalmadı sanki. Negatifin kamera makarasındaki dönme sesiyle rolüne konsantre olmanın ne demek olduğunu da bilmiyor şimdinin dijital oyuncuları. Senin anlayacağın, kast sunumundan kopya formatına her şey dijital. Hasnun Galip Sokağı girişindeki, hani şu birahane üzerindeki çok pencereli ve tek kapılı o ev var ya; hani iddia üstüne iddia seni son yolculuğa uğurlayan Alfred Hitchcock filmlerindeki evlere benzer o ev. Şimdi gelsen, o ev de hâtıralar da tanımaz seni belki. Gel ya da kal sen bilirsin, rakı ile rakımın dost olduğu söylenir, Dost Dost İlle Kavga sende bir şey çağrıştıracaksa, her şeye rağmen bir kez daha çık gel derim. Gel, üzülmek var ağlamak yok ama!

*) Keşke her aktör senin gibi iddiada rakı kazansa ve Yeşilçam’ın orta yerinde ölse! **) “Anılar kuşlar gibidir/dal ister konacak” demiş ya Oktay Rifat; ölüm bile konma isteği!

27

Kalp zaman Yeşilçam


Güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan Dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar Dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filan sanırsan Kürdistanda ve muş-tatvan yolunda bir yer kanar Yokuş Yol’a

28


Önce onların yanında çok iyi yüz gördüm. Beni kapıdan karşılayıp ağırlardı. Sofralarına konuk ederlerdi. Onlar iki kişiydi ben birdim. Bana elmadan sıkılmış soğuk sular sunarlardı. Kapılarını kapım bellemiştim. Evlerinde oturacak yerim vardı. Önce onların yanında çok iyi yüz gördüm. Evleri gürültülü şehirden iki bin ayak uzaktaydı. Tahtadan yapılmıştı. Beni kapıdan alırlardı, -hoş geldin- derlerdi, onları sevindirirdim. Birlikte yaşıyorlardı, çocuksuzdur. Birinin adı Gülbeyazdı o kadındı, öbürünün adı Sinandı, o Erkekti, Ben otuzunda Yektaydım, Akçaburgazlıyım, oradan geldim, Herkes bir yerlidir çünkü, Ben, Yekta bunu pek hoş buluyordum.

AKÇABURGAZLI YEKTANIN MAHKEME KARARINI ALDIĞINDA SÖYLEDİĞİ MEZMURDUR

29


düşün mızrağından biter sûkut yaprağını gözlerinde eskitirken hizasında kavrulur kelimeler duvara asılı acılarla birlikte eğlenir heceler yalnızlığa esir düşer leylaklar sokulur yönü belirsiz kalplere bırakırken özünü sözün dimağına korku sesleri kendini kendinle yaslar toprağın kulağına mezara dimdik bakan hastaların cebinde kıyafet değiştirir ölüm kucağında dönüşüm şahdamarında yaratık besleyici

kılık değiştiren ölüm

küflenmiş deliklerinde oynaşan karıncaların vurdumduymaz süpürgelerinde terlendiği bir akşam yok derilerin sadırlarında diken batıran bir yoksulluktur besleyen evrimleri dökülen ağacların teftişlerinde kokuları zehir bağırışlarda üşüyen fidanların esirlerle tutsak gönüller gövdesinde salıncaklar gidip gelirken ağırlığı siner her tarafına semanın

simasında gülüş kendini gamzesinde gizlerken tortullanır beyincik kafesim özgürlüğe muhtac beklerken kefenlerim salıyor sonsuzluğa hücrelerim hücrelerden.... kan'adım

30

yunus


Turgut Uyar’ın oğluyla röportaj

‘’ Bir Yağmur Yağsa da Beraber Islansak ‘’

Leyla Nene: Palyaço şiirinin kime ait olduğunu ve kimin Turgut Uyar adına çıkardığını bilmiyorsunuz sanırım. Hayri Turgut Uyar: Bunun bilerek, özellikle T.Uyar adına çıkarıldığını sanmıyorum. Okuyanlar Turgut Uyar’ın olduğunu düşünmüş sanırım, çünkü T.Uyar’ın şiirlerine çok bariz göndermeler var, o yüzden T.Uyar’ın olduğunu düşünmüş olabilirler. Ama T.Uyar şiirini bilen, okuyan biri onun T.Uyar’a ait olmadığını tahmin eder. Turgut Uyar’a ait olmadığı belli. T.Uyar’ın kullanmayacağı kelimeler var orada çünkü. Ben hiç kimsenin o şiiri bilerek T.Uyar’ın adına çıkardığını ve art niyetli olduğunu sanmıyorum. Ama doğrusunu da bilmiyorum tabii ki.

L.N: Peki, nasıl hatırlıyorsunuz babanızı? İlişkiniz nasıldı? H.T.U: Normal baba-oğul ilişkisi. Aynı şeyi söylüyorum sorduklarında. Bir başkası için babasıyla ilişkisi nasılsa, benim için de öyleydi. Özel bir tarafı yok. Doğrusu, babam son derece dürüst bir insandı. İçine kapalıydı. Sosyal, dışa dönük insan değildi. Çok akıllı, zeki bir adamdı. Benim için iyi bir babaydı. L.N: Peki, anneniz? H.T.U: Annem, tam tersi. Dışa dönük, insan canlısı, herkesle çok çabuk ilişki kurabilen biriydi. O da son derece zeki, espiriliydi. İkisi tipinde de insan çok görmüyorum, ama annem gibi hiç görmedim hayatımda. Özeldi. Herkesin annesi özeldir tabii ama kişilik olarak da pek rastlanan bir tip değildi.

31


L.N: Babanızı şiirlerini yazarken gözlemleme imkanınız oldu mu? Bazı yazarların hayatlarını okuduğumuzda, yazma tempoları olduğunu görüyoruz, yazmak için özel saati beklemişler. Kimisi sabah saatinde yazmayı, kimisi gece yazmayı yeğlemiş. H.T.U: Evet, tabii her sanatçının çalışma temposu vardır mutlaka. Mesela Edip amcanın odası vardı ve belli saatlerde üretiyordu. Bazısı disiplinle çalışır, bazısı ilhamla yazar. Babamı çalışırken hiç görmedim. Özel ruh hali olduğunu sanmıyorum. Sürekli dışarıda olan bir çocuktum. Ya okulda ya da arkadaşlarımla dışarıda oynuyor olurdum, evde oturmazdım fazla. Ama bildiğim kadarıyla babam aklına geldikce not alan, dönem dönem de düşündüklerini kafasında olgunlaştırdıktan sonra yazan biriydi. Çalışma şekli böyleydi. Özel olarak, bir ruh haline girip öyle yazıyorum diye bir şey yoktu onun için.

L.N: Cemal Süreya’nın Tomris Uyar’a yazdığı mektuplar var. Tomris Uyar, bu mektupların yarısını kendisi yok etmiş, geri kalanlarını da size yok etmeniz için vermiş. H.T.U: Annemin bir çok özel mektubu vardı. T.Uyar’dan bir dolu mektubu vardı. Ama okumadan yırtıp attım. Cemal Süreya’nın da var mıydı onu bilmiyorum, dikkatimi çekmedi. Mektuplara gözucuyla bakıp özelse yırtıp atıyordum.

L.N: Tomris Uyar’ın mektuplarına dair vasiyeti vardı. Film çekmesinler, özel mektuplarım yayınlanmasın, diye. H.T.U: Özel mektuplar hakkında denilen, doğru. Ama film çekmesinler, kullamasınlar diye bir şey demiş mi, bilmiyorum. Söylediğini sanmıyorum.

L.N.: “Eğer önceden birine söz vermediysem, eserlerim kullanılmasın. Önceden izin vermiş olduğum kişiler yazdıklarımı filmlerde kullanacaksa,

32


mutlaka oğluma göstersinler” demiş. H.T.U: Olabilir. Benim atladığım da oluyor. Ama bana özellikle böyle bir şey demedi. Bir de bu ne kadar doğru yorumlanmış, bilmiyorum. Tomris Uyar’ın “benim izin vermediğim yayınlanmasın” fikrinde olduğuna inanmıyorum. Bir yerde yayınlanmış yazısından alıntı değilse, inandırıcı gelmiyor. Hatırlamayabilirim ama annem o kadar çok önemseseydi, bana söylerdi.

L.N: Siz mektupları yok ettim deyince, bununla bir ilgisi vardır diye düşündüm. H.T.U: Yok, annem söylemişti bunu bana zaten. Bir de hayat felsefesi. Özel mektuplarıydı çünkü. Ama böyle korumaya almak istediğine pek inanmıyorum. Çünkü bunlar geçici şeyler. Ne zamana kadar korunabilir ki?

L.N: Tomris Uyar ve Turgut Uyar’ın yaratıcılıkları hakkında ne söyleyebilirsiniz? H.T.U: İkisini de okurum. Ama en sevdiklerim arasında mıdır, olmayabilir (gülüyor). Belki de bu tanımaktan gelen bir dezavantajdır. Onlarla büyüdüm, hep yanlarında oldum diyedir belki de. Ama bir yazarı, edebiyatçıyı genellikle bütün yazılarıyla severim diyemem. Beğendiklerim olur, olmayabilir. Onların edebiyatını değerlendirmemde de farklı bir durum yok benim için. L.N: Peki onlar hakkında yazmayı düşündünüz mü? H.T.U: Yok, anı yazmayı düşünmüyorum. Bir kitap dolduracak kadar fazla şey hatırlamıyorum. Bana diyorlar mesela, anı anlat diye. Ama bana özel gelmiyor. Anne babasıyla insan nasıl şeyler yaşarsa, benim de onlarla öyle anılarım var. Yani, bunda anlatacak özel bir şey görmüyorum. Edip Cansever mesela. Çok gördüm, ama bana Edip Cansever’le ilgili bir anını anlat dediklerinde, bana anlatılacak bir şey gibi gelmediği

33


için anlatamıyorum. Lokantaya gitmiştik mesela... Bunda anlatacak bir şey yok ki (gülüyor).

L.N: Yine de bir anınızı anlatmanızı istesem? H.T.U: Babam bacağını kırdığında, Çapa’da hastanede yatıyordu. Edip amca da arabasını yeni almıştı ve daha yeni yeni kullanmayı öğreniyordu. Hastaneye gittik, babamı ziyaret ettik ve dönüyoruz. Çapa’dan Etiler’e geri döneceğiz. Ama Edip amca hem araba kullanmayı, hem de yolu iyi bilmediğinden ilk önce Beyazıt`ın arka sokaklarında kaybolduk. Daha sonra da Etiler’e dönmek için Beylerbeyi tarafından dönmek zorunda kaldık. Bu bana eğlenceli geliyor hala. Ama başkasına niye eğlenceli gelsin ki? (gülüyor).

L.N: Tomris Uyar’ın yazdıklarını gösterdiği ilk kişilerden biri Edip Cansever. Ama Edip Cansever öldükten sonra içine kapanmış. O dönemi hatırlıyor musunuz? H.T.U: Tabii. Ama o dönemlerde bir tek Edip Cansever değil, Turgut Uyar ve çok yakın arkadaşı Aylin de öldü. Canseverin de ölmesiyle kimsesi kalmadı, iyice yalnız kaldı. Depresif bir dönemi oldu.

L.N: Yazdıklarını birbirlerine gösterip fikir alıyorlardı herhalde... H.T.U: Tabii ki. Hem annemle babamın arasında, hem de Edip amcayla aralarında böyle şeyler gördüm. Öyle durumlarda çok samimi, hatta sert eleştiriler yaparlardı. Edip Cansever’le birbirlerinin yazdıklarını sert bir şekilde eleştirdiklerini gördüm. Ama profesyonel oldukları için darılma, gücenme olmazdı.

L.N: Turgut Uyar, yazdıkları hakkında yapılan eleştiriler üzerine, yazdıklarını yeniden işler miydi, yoksa aynen bırakır mıydı? H.T.U: Tahmin ediyorum, değiştiriyorlardı. Turgut Uyar şiir tekniğini çok iyi bilen şairdi. Edebiyat birikimi çok iyi, çok okumuş, divan gibi bir

34


teknik denemesi var. Beni en çok etkileyen taraflarından biridir babamın, mesleği üzerine kendini bu kadar çok yormuş olması. Ben de disiplinli olmayı ondan öğrendim mesela.

L.N: Hangisi daha duygusaldı? H.T.U: Babam dışarıya kapalı bir adamdı, öyle bakıldığında annem daha duyarlı görünürdü. Romantizm... Turgut Uyar’ın romantik olduğunu düşünmüyorum doğrusu. Babam kıskanç, çok monogam bir adamdı. Annem çok daha rahat bir insandı, dışa dönük, insanlarla samimi, ilk defa gördüğü biriyle bile son derece samimi ilişki kurabilen biriydi. Ama babam kendini daha bir korumaya alırdı. L.N: Peki, el yazıları ile yazdıkları yazılar hala duruyor mu? H.T.U: Tabii. Ama babamın çok fazla yok. Babam ölümünden sonra hepsinin yırtılmasını istemiş. Onun için bir iki tane var. Ama annemin günlükleri var.

L.N: Onları yayımlamak gibi bir fikriniz var mı? H.T.U: Hayır. Onlar duruyor, ama onları da diğerleri gibi yırtıp atarım herhalde (gülüyor). Özel şeyler çünkü. Şimdi duygusal nedenlerle tutuyorum, ama zaman içinde atarım onları. Günlükler özeldir. Ben de hala okumadım. Belki benden de şikayet etmiştir orada (gülüyor). Ama bilmiyorum tabii, okumadım çünkü.

L.N: Hiç mi merak etmediniz peki? H.T.U: Merak ediyorum tabii. Ama zaman içinde merak etmemeyi öğreniyorsunuz. Ben Turgut Uyar’ın Tomris Uyar’a aşk mektuplarını merak etmez miyim? Ama merak etmemem lazım. Onların arasındaki özel bir şey. Ben de istemem özel şeylerimin okunmasını. Onlar da öyle. Onun için okumadım hiç birini.

35


L.N: Peki özel mektuplar, günlükler dışında bir yazıları var mı? Şiir, hikaye? H.T.U: Tabii, elbette. Özel olmayan şeyleri atamam. Turgut Uyar’ın bir tane var. Ama bilmiyorum ne yazdığını tam olarak. Sadece baktım, hatırladığım kadarıyla özel değildi. Zaten o dönem daktiloyla yazılıyordu, temize çekiliyordu. Hani el yazısı şeklinde kalması zaten onun tamamlanmamış olduğu anlamına geliyor. Turgut Uyar ve Tomris Uyar’ın birbirlerine olan mektuplarını attım, ama onlara başkalarının yazdığı mektuplar da var. İlhan Berk’in, el yazısıyla Turgut Uyar’a yazdığı mektup var. Ama onları da atacağım sanırım (gülüyor). Tomris Uyar ve Turgut Uyar’ın birbirine yazdığı mektupları atmamın nedeni, onların özel olduğundan emin olmam. Ama diğerlerini bilmiyorum, eğer onlar da özelse onları da atacağım. Başka çare yok. Çünkü özel yazışmalar. Ama mesela Cemal Süreya’nın, Turgut Uyar’a daktiloyla yazılmış, edebiyatla ilgili bir mektubu var. Onu atmadım. O, belge olarak edebiyat tarihi için önemlidir. Ama özelleri attım.

L.N: Ama bu zamana kadar size bu belgeleri yayınlamanız yönünde teklifler gelmiştir... H.T.U: Annemle babam zaten açıkça söylemişler istemediklerini. L.N: Eşyaları kalıyor herhalde. H.T.U: Tabii. Duvar saati, daktiloları kalıyor.

L.N: Anne babanızın hayata dair istediği özel bir şey var mıydı? H.T.U: Hiç hatılamıyorum. Belki genel bir konuşma içinde geçmiştir, ama özel olarak bir şey demediler. Onlardan bir çok şey öğrendim gözlemleyerek, ama özel olarak bir şey demediler. L.N: Peki Turgut Uyar’ın şiir okuduğunu hatırlıyor musunuz? Toplandıklarında şiir okurlar mıydı?

36


H.T.U: Okurlardı. Ama T.Uyar okumazdı. Sevmezdi yüksek sesle şiir okumayı. Başkasının şiirinden okumuştur, ama kendi şiirini okumayı hiç sevmezdi. Sevdiği şey değildi.

L.N: Peki Edip Cansever, Cemal Süreya? H.T.U: Süreya’yı çok fazla görmedim, ama Edip Amca şiirlerini okumayı severdi. Cemal Süreya ve Ece Ayhan da severdi diye hatırlıyorum.

L.N: Şiir geceleri, imza günleri, okur yazar ilişkisi nasıldı peki? H.T.U: İmza günleri oluyordu. O imza günleri de o dönem yazarları için hoş olmayan günlerdi. Edebiyatçılar imza günlerini sevmezlerdi. Çünkü gidip üç saat otururlar ama beş kişi ya gelir ya gelmezdi. O dönemde edebiyatla ilgilenen çok az kişi vardı. Hatta Edip Cansever’in böyle bir anekdotu vardı; İmza gününde bir adam elinde Edip Amcanın “Petrol” kitabıyla gelmiş, kitabı imzaladıktan sonra Edip Amca, sohbet olsun diye, öylesine “kitaba ilginiz nereden?” diye sormuş. Adam da “ben petrol mühendisiyim, ondan ilgimi çekti” demiş (gülüyor). Yani durum böylesine içler acısıymış. Bir de Turgut Uyar içine kapalı adam olduğu için, okurlarla fazla zaman geçirmeyi de pek sevmezdi. Ama Cemal Süreya, Edip Amca seviyordu. Babamsa hep çekingendi. Teşekkür ederdi sadece. Annem de severdi mesela. Tomris Uyar’a okur yakınlaşıp hoş sözler söylediğinde, o, teşekkür eder, konuyu kendine çevirmeden, okurla ilgilenir, sohbet ederdi. Çok sıcakkanlı kadındı.

L.N: Onların son günlerini hatırlıyor musunuz? H.T.U: Evet, zor günlerdi.

37

Leyla Nene


38


39


büyümek neresidir

Sabun kokardık bir zamanlar Tırnaklarımız sızlardı pazartesi günleri Keskinliğimiz kibrit kadardı Sonra ne olduysa Felaketlere sebep olduk Oyunlar oynadık gelecekle

Soyunurcasına ağladık Biz ağlarken babalarımız nerdeydi Kabullendik Anneleri ardında saklanan kızlar Şimdi kadın olmuşlardı Yolların boşluğu kalbimize çıkıyordu Ben ona ne zaman sevdiğimi söylesem O beni başkası sanıyordu

40


Kadınlarımızın tedirgin ve Utangaç olmasını istiyorduk Lakin ayaklar geçiyordu Önümüzden Nereye gi1iği belli olmayan Onlarca ayak Ve bir kan dökülüyordu Kuşun ağzından

Hala derdimizi anlatamıyorduk berberlere Hala medet umuyorduk türkülerden Ama yasak ve saklı ilçelerde Ortaya çıkıyordu yaralarımız Büyüyorduk oysa Yaralarımız kanadıkça

41

okan


Turgut Uyar’a Saygıyla ...


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.