5. Bursa Uluslararası Fotoğraf Festivali Kataloğu

Page 1

24 - 28 EKİM / OCTOBER 2015

BURSA ULUSLARARASI FOTOĞRAF FESTİVALİ BURSA INTERNATIONAL PHOTOGRAPHY FESTIVAL




Hazırlayanlar / Prepared By Neslişah Hanzade ERBEY KUŞKU Murat BAŞLAR Alper ASLAN Küratör / Curator Kamil FIRAT Grafik Tasarım / Graphic Design Hatice BEYTEKİN Tema Logosu / Theme Logo Alin ABLAY


5. BURSA ULUSLARARASI FOTOĞRAF FESTİVALİ 5th BURSA INTERNATIONAL PHOTOGRAPHY FESTIVAL 24-28 EKİM / OCTOBER 2015


TEMA: “Göç / Düşler, Gerçekler, Yollar” Tüm canlılar için varolduklarından bugüne, bir yerden bir başka yere gitmek, ait oldukları yerden kopup, başka diyarlarda yeniden kök salma olgusu, yaşamlarının bir parçası olarak var olmuştur. Başlangıçta; iklimler, doğal felaketler, beslenme gibi doğanın neden olduğu yer değiştirmelerin yerini, zamanla insanın yol açtığı, “göç” olgusu almıştır. Bugün bir taraftan insanın insan ve bu dünyayı paylaştığımız diğer canlılar için yarattığı olumsuzlukların sonucunda, insan dahil tüm canlılar, çaresiz bir şekilde yeni yaşam alanlarının peşinde koşmaktalar. İnsan çok uzun zaman doğanın bir parçası olmuş, onun kurallarına göre yaşamını şekillendirmiştir. Bugünde böyle yaşayan, bunu kültürel yaşam biçimine dönüştüren insan toplulukları, doğaya müdahale etmeden, doğayı kullanmak adına yerlerinden geçici ve gönüllü olarak göç etmektedirler. Ancak bugün bu gönüllü göçlerin dışında, büyük zoraki göçler yaşanmak-

ta, insanlar, yerlerinden yurtlarından, bir başka deyişle “kök”lerinden koparılmaktadırlar. Eskinin dönem dönem gerçekleşen yer değiştirmelerinin yerini bugün neredeyse tüm dünyayı örten ve sonuçları büyük trajedilere neden olan “büyük göç” dalgası almıştır. Kontrolsüz artan nüfus, ekonomik, sosyolojik ve dinsel savaşlar, iklim gibi nedenlerle insan, yaşam hakkının olduğu coğrafyalara doğru akın etmektedir. Yersiz yurtsuz kalan / bırakılan insanlar, bütün her şeyi göze alarak göç etmekteler. Her yeni göç dalgası, her yeni göçmen sadece bir “umut” adına yollara düşüyor. Arkasında belki de bir daha hiç dönemeyeceği toprakları, köklerini ve belleğini bırakarak gidiyor. Bir bilinmezliğe doğru…


THEME: “IMMIGRATION: DREAMS, REALITY, ROADS” The concepts of going from one place to another, wafting from the places where they belong only to take roots again someplace else have been an essential part of the lives of all living beings, ever since they existed. This displacement was initially caused by climate, natural disasters, and nutrition; but is now replaced by the concept of “migration” solely caused by other people. Today, all living beings including people themselves try to desperately find new habitat as a result of the destruction caused by people themselves. Human beings have long been part of the nature and shaped their lives according to its rules. Still living in the same manner today, and transforming this into a cultural way of living; people choose to migrate temporarily and voluntarily in order not to interfere with the nature and to be able to make better use of it. However, outside of this voluntary migration, today we also witness huge

5.

24-28 Ekim 2015

forced migrations which separate people from their lands, from their country, or in other words from their “roots”. The occasional displacement of the old is now replaced by a wave of “great migration” covering almost the entire world and resulting in great tragedies. Because of reasons such as uncontrolled increase in population, sociological and religious wars, and bad climate conditions, people are flocking towards lands where they can exercise their very basic right to life. People who are / who are left homeless, find themselves ready to face everything and take their chances with migrating. Each new wave of immigration, every immigrant takes to the roads for the sake of nothing but “hope”; leaving behind their lands, their roots and a memory which they may never see again. Towards an unknown…

7


Şehrimiz, 4 yıldır Türkiye’nin ve yakın coğrafyanın en önemli sanatsal etkinliklerinden biri haline gelen Uluslararası Bursa Fotoğraf Festivali’ne (BursaFotoFest) ev sahipliği yapıyor. Bu yıl da 5.’si gerçekleştirilen BursaFotoFest, dünyanın dört bir tarafındaki fotoğrafa gönül verenleri Bursa’da buluşturuyor. Güzelliğin en önemli ifadelerinden biri olan sanat, fotoğrafla buluştuğunda anı ölümsüzleştirme fırsatı veriyor. Yeni teknolojilerle birlikte hayatımızın vazgeçilmez parçası haline gelen fotoğrafa olan ilgi de her geçen gün artıyor. Her köşesi ayrı bir güzelliğe sahip Bursa ise fotoğrafa gönül verenler için adeta bulunmaz bir kaynak… Bu nedenle şehrimiz 4 yıldır olduğu gibi bu yıl da BursaFotoFest ile birlikte yüzlerce fotoğraf tutkununu ağırlıyor. 2011 yılında “Karşılaşmalar” temasıyla, 2012 yılında “İnsanlığın İzleri”, 2013 yılında “Hayatın Renkleri” ve 2014 yılında ise “Birlikte Yaşamak” başlığıyla düzenlediğimiz festivalimizi, bu yıl ise 24-28 Ekim tarihleri arasında “Göç” temasıyla gerçekleştiriyoruz. Göç, dünya tarihinin en önemli olgularından biridir. Dil, din, gelenek ve kültürlerin yayılmasındaki başlıca faktör olan göç, bugün hala, başta savaş ve geçim koşulları olmak üzere birçok farklı sebeple devam etmektedir. Bursa da geçmiş dönemlerde olduğu gibi bugün hala en önemli göç alan merkezlerden biridir. Arkeolojik araştırmalar bize gösterdi ki geçmi-

Our city has been hosting International Bursa Photography Festival (BursaFotoFest), one of the region’s and Turkey’s most important art activities, for 4 years. Organized for the 5th time this year, BursaFotoFest brings together photography enthusiasts from all over the world once again. As one of the purest forms of expression of beauty, art provides the opportunity to immortalize the moment when it meets with photography. Photography has become an indispensable part of our lives and people show more and more interest in it as technology advances. Bursa, with every corner of the city serving as a unique beauty supply, is a priceless resource for photographers. Therefore, our city is as pleased to welcome hundreds of photo enthusiasts this year at BursaFotoFest as the 4 year previous years. The festival theme was “Encounters” in 2011, “Traces of Humanity” in 2012, “The Colours of Life” in 2013, and “Living Together” in 2014; this year it will be held with the theme “Migration” between 24th and 28th of October. Migration is one of the world’s most important historical phenomenon. As the primary reason of the spread of language, religion, traditions and culture; migration still continues today primarily because of wars and living conditions as well as other reasons. Bursa, as in the past, is today one of the most immigration centers. Archaeological studies have shown us that


şi 8500 yıl öncesine dayanan Bursa, neolitik çağda bile Mezopotamya’dan gelerek Avrupa’ya göç eden toplumların yerleşkesi haline gelmiştir. Sonraki dönemlerde yaşanan göçler ise Bursa Göç Müzesi’ndeki fotoğraf ve anlatımlarla günümüze taşınmaya çalışılmıştır. Uluslararası Bursa Fotoğraf Festivali (BursaFotoFest) ile bu yıl kelimelerle anlatılamayan geçmişe ve yaşanmışlığa sahip olan göçü, fotoğraflar aracılığıyla algılayacağız. İlk kez 2011 yılında, Türk ve dünya fotoğrafçılarını Bursa’da buluşturan BursaFotoFest, bu sene de farklı ülkelerden gelen yerli ve yabancı 60’a yakın fotoğraf sanatçısını Bursalılarla buluşturarak; sergiler, paneller, toplantılar, gösteriler, portfolyo değerlendirmeleri, atölye çalışmaları gibi etkinliklerle özgünlüğünü hissettirecektir. Bu yıl 5.’sini gerçekleştirdiğimiz Uluslararası Bursa Fotoğraf Festivali’nin hayırlı olmasını diliyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Recep ALTEPE Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mayor of Bursa Metropolitan Municipality

even during the Neolithic Era, Bursa -with its history of more than 8500 years- was a big settlement for people migrating from Mesopotamia to Europe. Migrations that took place in the following periods have been documented and narrated with photographs in Bursa Immigration Museum. This year at the International Bursa Photography Festival (BursaFotoFest), we will have the opportunity to perceive through photographs, the inexpressible phenomenon of “migration” which brings along the experiences and the past. BursaFotoFest, which brought together Turkish and international photographers in Bursa for the first time in 2011, will this year bring together around 60 national and international artists; and make its uniqueness felt with activities such as exhibitions, panel discussions, meetings, performances, portfolio reviews, and workshops. I would like to give my warmest regards, sincere congratulations and express continuing support to the 5th International Bursa Photography Festival.


Göç, Göçebe, Göçebeleşmek, Göçebelik, Göçer, Göçmek, Göçtü… Göçler, Göçerler, Göçmenler, Göçebeler… Göç yolları, Göç insanları, Göçmen evleri, Göçmen Mahalleleri, Göçmen Köyleri, Göç mekanları, Göç nesneleri… Göçten arta kalanlar, Göçte yok olanlar, Göçün izleri... Dünyayı paylaşan tüm canlılar varoldukları zamanlardan bugüne, yaşadıkları topraklardan bir başka topraklara yer değiştirmişler, ait oldukları yerden kopup, başka diyarlarda yeniden “kök salma” olgusu, yaşamlarının bir parçası olarak var olmuştur. Başlangıçta; iklimler, doğal felaketler, beslenme gibi doğanın neden olduğu yer değiştirmelerin yerini, zamanla insanın neden olduğu “göç”ler almıştır. İnsan çok uzun zaman doğanın bir parçası olmuş, onun kurallarına göre yaşamını şekillendirmiştir. Bugün de böyle yaşayan, bunu kültürel yaşam biçimine dönüştüren insan toplulukları, doğaya müdahale etmeden, doğayı kullanmak adına yerlerinden geçici ve gönüllü olarak göç etmişler, etmeye devam ediyorlar. Bu yer değiştirmeler, bugün çok kültürlülük dediğimiz dünyanın zenginliğinin oluşmasına, onun da ötesinde “birarada yaşama”nın yapıtaşını oluşturmuştur. Uzun insanlık tarihinin, en büyük zenginlikleri de bu yer değiştirmeler ile inşa edilmiştir. Yer değiştirmeler kültürler yeni kültürleri doğurmamış olsaydı, nasıl bir dünyada olurduk bilinmez, ancak bizim içinde yaşamış olduğumuz Anadolu coğrafyasına – göç mekanıdır – baktığımızda; acılarla, ayrılıklarla, hüzünlerle, yoğrulmuş olsa da, çok kültürlülüğün nasıl bir zenginlik olduğunu görmekteyiz. Uygarlıkların kurulmasına neden olan “göç” olgusu, bugün de devam etmektedir. İnsanlar, yerlerinden yurtlarından, bir başka deyişle “kök”lerinden kopmaktalar / koparılmaktalar. Eskinin dönem dönem gerçekleşen yer değiştirmelerinin yerini bugün neredeyse tüm dünyayı örten ve sonuçları büyük trajedilere neden olan “büyük göç” dalgası almıştır. Kontrolsüz artan nüfus, ekonomik, sosyolojik ve dinsel savaşlar, iklim gibi nedenlerle insan, sadece daha

Migration, Nomad, Becoming a Nomad, Nomadism, Migrant, to migrate, migrated… Migrations, Migrants, Immigrants, Nomads… Migratory routes, Migrant people, Migrant houses, Immigrant neighborhood, Immigrant villages, Migration sites, Migration objects… The Remainder of Migration, Those which are destroyed by Migration, Traces of Migration… Since the beginning of time, living creatures sharing the world have moved from the land they live on to other lands; the notion wafting from the place where they belong only to “taking root” again in another realm has existed as a natural part of their lives. These displacements which, at first, were caused by natural reasons such as climate, natural disasters, finding food have in time been replaced by “migrations” caused by other humanbeings. Mankind has long been part of the nature, and shaped its life according to nature’s laws. Today, human groups that have taken up the same approach as a cultural lifestyle are temporarily and voluntarily moving from place to another in order to make use of nature instead of interfering with its ways and will continue to do so. These displacements helped create what we call today as “multiculturalism” and eventually extended far beyond to build up the corner stone of what is called “coexistence”. The biggest wealth of the long history of humanity has been built up thanks to these displacements. There is no way of knowing what kind of a world we would be living in if it wasn’t for the emergence of new cultures due to these displacements; however, when we look at the Anadolu geography –which has witnessed countless migrations- we can clearly see the kind of wealth multiculturalism is, though mingled with pain, separation and sorrow. “Migration” phenomenon, upon which entire civilizations have been built, continues today as well. People cut off / are forced to cut off their ties with their homelands, in other words their “roots”. The periodic displacements of the old have today been replaced by “great


migration” waves, whose results affect the entire world, causing great tragedies.

güvenli bir yaşam için, yersiz yurtsuz kalan / bırakılan insanlar, ölümden korkup topraklarından kopmakta, ve ne acıdır ki; ölümü göze alarak göç etmekteler.

Due to reasons such as uncontrolled population growth, economic, social and religious wars, and climate, people leave / are forced to leave their homes in the hopes of finding a safer life somewhere else, but unfortunately face death on the way there nonetheless.

Büyük insanlık ailesinin farkında olmadığı, bir kısmının ise bir “İtalyan sahnesi”ne bakar gibi baktığı bu “büyük gerçek”, geleceğin kültürlerini de inşa etmeye şimdiden başlamış durumda. Yeni kültürler... Yeni karışmalar...

This ugly truth, of which the entire human family is not even aware and to which some are looking as though they are looking at an “Italian scene”, has long started constructing the cultures of the future. New cultures… New mixtures…

Bugünün fotoğrafçıları, dünün karışmalarının göstergeleri peşinde koşuyorlar, onların bir miras olduğunu düşünerek, yarına taşımaya çalışıyorlar...

Today’s photographers are chasing the indicators of yesterday’s mixtures, trying to carry over their legacy to tomorrows…

Fotoğraf, bulunduğu günden bu yana, tüm canlıların göçlerinin en büyük tanığı olmuştur. Bugün son iki yüzyıldaki yer değiştirmeler ve bu yer değiştirmelerin sonrasına dair binlerce görsel hikaye, dünyanın görsel belleğine kazınmıştır. İnsan, hemcinslerinin ve diğer canlıların “büyük yer değiştirmelerini” fotoğraf sayesinde öğrenmiştir.

Photography, since the day it was invented, has been the greatest witness to the migration of all living things. Today, the displacements of the last 2 centuries and thousands of visual stories about the aftermath of these displacements have been imprinted on the world’s visual memory, never to be forgotten.

Bugün öznesi insan ve insan dışı canlılar olan “göç” olgusunun dünü ve bugününün ürettiği tüm göstergeler, içinde barındırdığı her türlü duygu ile insanlık belleğidir.

Men have learned about “the great displacements” of his own kind as well as others thanks to photography.

Ve fotoğraf bunu anlatacak ve ondan dersler çıkarılmasını sağlayacak en önemli araçların başında gelmektedir. Fotoğraflar sayesinde, binlerce konu üzerinde “farkındalık” yaratılmış, kamuoyu oluşturulmuş ve birçok sorunun çözülmesine katkıda bulunulmuştur. Festivalde yer alan fotoğrafçılar ve fotoğrafları seçerken, açıkçası bir tek nokta değerlendirmenin kriteri oldu. O da “fotoğrafların şehvetle çekilmemiş olması” idi... Evet... konuyu örten, yok eden şehvetli fotoğraflar ve fotoğrafçılar yerine, “humor”un peşinde koşan fotoğrafçılar ve fotoğrafları...

Kamil FIRAT Kürator Curator

Bir başka deyişle “göç hazzı” değil, “göçe dair farkındalık” oluşturmak...

Today, the past of the notion of “migration”, which may or may not have mankind as its subject, indicators created by today, as well as all the emotions they contain, are all parts of the collective memory of the mankind. And photography is one of the most important instruments which will tell all of this and help us take lessons from them. Photos helped raise “awareness” over thousands of important issues, create public opinion and contribute to the resolution of numerous problems. When picking the photographers and photographs for the festival, we had a single point as the assessment criteria: “those photos are not to be of sensual nature”. Yes, that is correct… Instead of sensual photographers and photographs that cover up the gravity of the subject, photographers and photographs in the pursuit of “humor”… In other words, we would like to create not “pleasure of migration” but “awareness of migration”…



SERGİLER EXHIBITIONS


İbrahİm Demİrel 1941’de Malatya, Akçadağ, Körsüleymanlı köyünde doğdu. Akçadağ Öğretmen Okulu, Çapa Öğretmen Okulu Resim Semineri ve Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nu (Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi) bitirdi. Sanat, bundan böyle bir yaşam biçimiydi onun için. Çeşitli kuruluşlarda grafikerlik, reklam ve tanıtım fotoğrafçılığı yaptıktan sonra 1975’de Umut Poster Yayıncılık ve Grafikerlik Stüdyosu’nu kurdu. 1979’da Hollanda Hükümeti tarafından ilk fotoğraf albümü olan “Yaşam Kavgası” yayınlandı. 1981’de “Fotoğraf” ders kitabı basıldı. 1995’de 4 adet portfolyosu yayınlandı. 2004’de “İbrahim Demirel Fotoğrafları Üzerine Bir İnceleme” kitabı yayınlandı.1982’de Sanatyapım Plastik Sanatlar Atölye ve Galerisi’ni kurdu. Bugün Başkent’in seçkin sanat merkezlerinden biri olan bu atölye ciddi, tutarlı eğitim anlayışıyla sanat eğitimi vermektedir ve bu mekândaki birikimini bir okul, bir müze niteliği kazandırarak geliştirip gelecek kuşaklara aktarmak Demirel’in vazgeçilmez hedefidir. Türkiye’nin sayılı koleksiyonerlerinden biri olan İbrahim Demirel, en az 3000 yağlıboya resimden oluşan önemli bir koleksiyonun yanı sıra toprak altı ve etnografik parçalardan oluşan seçkin koleksiyonların sahibidir. Fotoğraf sanatçılığı, eğitimciliği, koleksiyonerliği, çeşitli resmi ve özel kuruluşlardaki danışmanlıkları ve yayınladığı kitaplarıyla kültür yaşamımıza yeni projeler kazandırmakla meşguldür. Grafik ve fotoğraf çalışmalarıyla yurt içinde ve yurt dışında (Çin, Yugoslavya, İtalya) çok sayıda ödül alan İbrahim Demirel, 2008’de emekli olduğu Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü’nün dışında da gösteriler, sergiler, konferanslar, radyo ve televizyon programları, çeşitli sanat yayınları ile eğitimciliğini sürdürmektedir. 2004 yılında fotoğraf çalışmalarıyla Truva Sanat ve Kültür Derneği’nce “Yılın Fotoğraf Sanatçısı Ödülü” verilen sanatçı, PTFD (Profesyonel Tanıtım Fotoğrafçıları Derneği) üyesi, AFSAD (Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği) ve Gezginler Kulübü’nün de onur üyesidir.

He was born Körsüleymanlı of Akçadağ/Malatya in 1941. He completed the Teachers’ Training School of Akçadağ in 1958, the Painting Seminar in Çapa Teachers’ Training School in 1964. In 1970, he graduated from the Academy of Applied Fine Arts (Marmara University). After then, “the art” was a life style for him. He worked as a graphical designer and an advertisement photographer for various companies. And then, he established “Umut Poster, Publications and Graphics Design Workshop” in 1975. His first photograph album “Fight for life” was published by the government of Holland in 1979. His text book “Photograph” was published in 1981. Four portfolios were published in 1995. “An observation on İbrahim Demirel’s Photograph” was distributed in 2004. He established “Sanatyapım Plastic Arts Workshop and Gallery” in 1982. Today, as one of the distinguished art centers of the Capital, this workshop gives artistic education with a serious and consistent educational approach. It is one of İbrahim Demirel’s objectives to further develop this place by adding a school and a museum, and transfer it to the next generations. He is one of the few collectioners in Turkey and has an important collection of oil paintings as well as a collection of ethnographical and historical pieces found under the ground. He is always busy making contributions to our cultural life by developing new projects in the art of photography, teaching, collectioning and counseling services in private companies. İbrahim Demirel, who recieved numerous prizes in our country and in other countries (China, ex-Yugoslavia, Italy) with his graphical designs and photographical works, still continues his teaching services as he did from 1978 to 2008 in the Department of Radio, TV, Cinema of the Faculty of Communication, Gazi University, as well as with slide shows, exhibitions, seminars, radio and tv programs, and various art publications. He is a member of PTFD (Association of Professional Advertisement Photographers) and honorary member of AFSAD (Ankara Photographic Arts Assosiation) and the Club of Explorers.


Almanya, Türk halkı için farklı anlamlar yüklü bir ülkedir. Kimimiz çalışmak için orada el kapısındayızdır. Kimimiz de el kapısında yaşananları çalışmalarımıza konu almışızdır kaç kuşak. Bilim adamıysak araştırmalar yaptık, tezler hazırladık; sanatçıysak oyun sahneledik, beste yaptık; öykü, roman, şiir yazdık... Film çektik... Gönderdiklerimizi ve geride bırakılanları anlattık... Trenler, uçaklar dolusu umut gönderdik Almanya’ya... Canları parçaladık, Anadolu’yu gönderdik parça parça... Giden orada, kalan burada hasret çekti. Almanya deneyimi yaman acılar tattırdı Türk insanına. Yaşam standardını yükseltmek uğruna benliği onulmaz yaralar aldı insanımızın... Genç kuşakları yitip gitti, “yabancı” oldu kendi kendine... Türk toplumunu derinden sarsan Almanya deneyimine İbrahim Demirel de sanatçı olarak duyarsız kalamayacak, fotoğraf sanatçısı olarak misyonunu yerine getirecektir. Almanya çalışması, gurbetteki emekçimizi kuşatan yalnızlığa, umarsızlığa onun duyarlı objektifinin tanıklığıdır.

Germany is a country which has different meanings for the Turks. While some of us are there to work, some of us have been using the experiences of those that work there in our works for generations. As a scientist, we have made a lot of research, written thesis on that issue; as an artist, we have performed plays; we composed about those; we have written stories, novels and poems on the issue… Sometimes we even made movies… all to tell others about the people we have sent there and those that we left behind. We have sent trains and planes full of hope to Germany… We have split our lives in half, sent parts of Anatolia there, piece by piece. Those that left longed for that which was left behind while those that are left behind longed for that which has left. The whole Germany experience left the Turkish people with a bitter taste. The self of the Turk has sustained irreparable wounds for the sake of increased living standards. The young generation of our people was lost, they ended up alienating from themselves. İbrahim Demirel cannot remain insensitive to the whole Germany experience as an artist, and will fulfill his duty as a photography artist. The work of Germany is a testimony of his sensitive lens to the loneliness and desperation surrounding our laborers abroad.

İbrahim Demirel’in Gözüyle Almanya Germany from the eyes of İbrahim Demirel

5.

24-28 Ekim 2015

15


İbrahİm Demİrel

İbrahim Demirel’in Gözüyle Almanya Germany from the eyes of İbrahim Demirel


5.

24-28 Ekim 2015

17


Patrick Zachmann

1955 yılında Fransa’da doğan Patrick Zachman Paris’te yaşamaktadır. 1976 yılından bu yana fotoğrafçılık alanında serbest çalışan Zachmann, 1985 yılında Magnum Photos’a katılmış ve kendisini çeşitli ülkelerdeki sosyal grup ve toplulukların karmaşık kimlik ve kültürlerini gün yüzüne çıkaran uzun dönemli röportajlara adamıştır. 1982 yılında Naples polisi ve mafya hakkında gerçekleştirdiği “Camorra” adındaki çalışma, bir kurgu kitabın yayınlanmasına ilham olmuş, sinematografik fotoğraflardan oluşan bir koleksiyonu meydana getirmiştir. 1982 – 1984 yılları arasında Zachmann Kuzey Marseille’deki göçmen gençlerin yaşamlarını araştırmıştır. Patrick Zachmann, Yahudi kimliği hakkındaki kişisel projesi üzerinde yoğun bir şekilde çalıştıktan sonra “Kimlik Arayışı” adındaki ikinci kitabını 1987 yılında yayınlamıştır. 1989 yılında ise kitabı için prestijli Prix Niepce ödülünü kazanmıştır. Zachmann altı yıllık bir sürenin üzerinde, dünyanın farklı bölgelerinde Çin diasporası hakkında derinlemesine bir çalışma yürütmüştür. Bu ise 1995 yılında yayınlanan, eleştirmenler tarafından büyük övgüler alan “W. veya büyük burunun gözü” adlı yayının gerçekleşmesine kapı açmıştır. Kitabına, Asya ve Avrupa’da on ülkede gerçekleştirilen bir sergi eşlik etmiştir. 1996 ve 1998 yılları arasında Patrick Zachmann “Babamın Hatırası” adlı kısa filmin yönetmenliğini yapmış ve bunu özellikle Şili’de hatıraların yok oluşuna ilişkin ilk uzun metrajlı filmi “Geri ve İleri. Bir Fotoğrafçının Günlüğü” takip etmiştir. Zachmann, 2006 yılında Çin’de “Çinli Karışıklığı” adlı yeni bir proje üzerinde çalışmaya başlamış ve bu proje ile Plastik Sanatlar Delegasyonu (DAP) ödülünü kazanmıştır.

Patrick Zachman, Born 1955 (France), lives in Paris. As a freelance photographer since 1976 and then joining Magnum Photos in 1985, Patrick Zachmann has dedicated himself to long-term reportages that bring to light the complex identities and cultures of social groups and communities in various countries. His 1982 work on the Naples police and mafia -the Camorra- led to a collection of cinematographic photographs that also inspired the publication of a fictional book. From 1982 to 1984, Zachmann explored the lives of immigrant teenagers in the north of Marseille. After working intensely on a personal project about Jewish identity, Patrick Zachmann published his second book “Inquest of identity” in 1987. In 1989, he was awarded the prestigious Prix Niepce for his oeuvre. Over a period of six years, Zachmann pursued an in-depth work on the Chinese diaspora in different parts of the world. This gave rise to the publication of “W. or the eye of a long-nose” in 1995, which was hailed by critics. The book was accompanied by an exhibition that traveled to ten countries in Asia and Europe. Between 1996 and 1998, Patrick Zachmann directed the short film “The memory of my father”, followed by his first feature-length film “Back and Forth. Diary of a photographer”, which is about the disappearance of traces of memory, especially in Chile. In 2006, Zachmann started working on a new project in China titled “Chinese confusions” and for which he was awarded the l’Aide à la Création de la Délégation aux Arts Plastiques (DAP).


Magnum Photos üyesi Patrick Zachmann’ın bir kitabı, sergisi ve filmi. “Bir yolculuk hakkında, anılar ve sürgün edilmiş kişiler arasından geçen bir yolculuk. Karşılaştığım tüm alınyazılarından geçen ve bunları ören bir yolculuk. Akdeniz’in güneyindeki bir ülkeden, işsizlikten, sıkıntıdan, geleceksizlikten ve gitmelerine izin veren veya gittiklerinden haberi olmayan annelerin kaderinden kaçan göçmenlerin kaderi hakkında. Bazen asla geri dönmezler. Oğullar denizlerde ölür. Fakat karşı kıyıya varmayı başarabilirlerse eğer, Avrupa hiçbir zaman, rüyalarında gördükleri o müreffeh, muhteşem ve kucaklarını açan yer olmaz. Bu annelerinden ayrılan oğulların ve oğullarını özleyen annelerin hikayesi. Ve aynı zamanda yaşamının sonuna yaklaşan, projemde tanıştığım genç göçmenlerle aynı yaşlarda Cezayir’den gelen kendi annemin hikayesi. Ben ise yolculuğu ters yönde yaptım. Uzun süredir unutulan köklerimi aramak, fotoğraf albümümdeki eksik fotoğrafları bulmak için ayrıldım. Kitap ve DVD: Mare Mater Publisher Actes Sud

A book, an exhibition and a movie of Patrick Zachmann, member of Magnum Photos. “This is about a journey, a journey through memories and exiles. A journey that spins and weaves all the destinies I stumble upon. The fate of the emigrants leaving their country south of the Mediterranean Sea in order to evade joblesness, boredom, the lack of a future, and the fate of the mothers who let them go away or realize that they’re gone. Sometimes, they never come back. The sons perish at sea. And if they manage to reach the opposite shore, then Europe is never as prosperous, magnificent and welcoming as they imagined it in their dreams. This is the story of sons leaving their mothers, of mothers missing their sons. And this is also my own mother’s story, now reaching the term of her life, who left Algeria at the same age than the young migrants I met for that project. I have done the travel in reverse. I left in search of my long-forgotten origins, of the missing images in my family photo album. Book with DVD: Mare Mater Publisher Actes Sud.

Mare Mater Mare Mater

5.

24-28 Ekim 2015

19


Patrick Zachmann

Mare Mater Mare Mater


5.

24-28 Ekim 2015

21


Erdal Küpelİ Erdal Küpeli was born in Malatya in 1945. Küpeli completed his primary Erdal Küpeli, 1945 yılında Malatya’da and high school education in Malatya doğdu. İlkokul ve liseyi Malatya’da and graduated from the Master Archiokuyan Küpeli, 1972 yılında İstan- tecture Department of Istanbul Fine bul Devlet Güzel Sanatlar Akademi- Arts Academy of the State in 1972. si Yüksek Mimarlık Bölümü’nden He has actively worked in the estabmezun oldu. Sinema ve Televizyon lishment of the Turkish Film Archives Araştırma Merkezi olarak eğitim ve (now the Cinema and Television Rearaştırma faaliyetlerini sürdürmekte search Center), which provides trainolan Türk Film Arşivi’nin kurulu- ings and carries out researches. In şunda ve çeşitli faaliyetlerinde aktif 1967, together with a group composed olarak çalıştı. 1967 yılında bir grup of student friends, he has established öğrenci arkadaşları ile Türk Halk Sa- the Turkish Folk Arts Research Assonatları Araştırma Derneği’ni kurarak ciation and made researches on local Doğu Karadeniz, Güneybatı Anadolu, and traditional architecture, ethnoOrta Anadolu, Doğu Anadolu bölge- graphic materials and handicrafts in lerinde yöresel ve geleneksel mimari, East Black Sea, South West Anatolia, etnografik malzemeler ve el sanatları Central Anatolia, East Anatolia reüzerine araştırma, belgeleme çalışma- gions and documented them. He has ları yaptı. 10 ayrı sergi düzenlenerek exhibited those works with 10 difbu çalışmaları, 1968 ve 1972 yılları ferent exhibitions between 1968 and arasında muhtelif zamanlarda İstan- 1972 at the exhibition halls of Istanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi bul Fine Arts Academy of the State, salonları, İstanbul Teknik Üniversite- Architecture Faculty of Istanbul Techsi Mimarlık Fakültesi, Yapı ve Kre- nical University, Yapı ve Kredi Bank di Bankası İstanbul ve Ankara sergi Istanbul and Ankara exhibition halls. salonlarında sergilendi. 1976-1982 Between the years 1976-1982 he has yılları arasında Uygulamalı Endüstri given photography lessons to students Sanatları Yüksek Okulu Grafik Sa- of School of Applied Industrial Arts natları Bölümü öğrencilerine fotoğraf Graphic Arts Department. In 1982 he dersleri verdi. 1982 yılında Mimar Si- was assigned as a lecturer to Mimar nan Güzel Sanatlar Üniversitesi Güzel Sinan Fine Arts University PhotograSanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü’ phy Department. Between the years ne öğretim görevlisi olarak atandı. 1987-1989 he worked as the General 1987-1989 yılları arasında Mimar Si- Secretary of Mimar Sinan Fine Arts nan Güzel Sanatlar Üniversitesi Genel University. In 1990 he was appointed Sekreteri olarak görev yaptı. 1990 as Associate Professor to the Photogyılında Fotoğraf Bölümü ne yardımcı raphy Department. He has been the doçent olarak atandı. Aynı bölümde Chairman of the Documentary PhoBelgesel Fotoğraf Sanat Dalı Başkan- tography Art Branch at the same delığı yaptı. 2005 yılında aynı görevden partment. He has retired in 2005 from the same position. emekli oldu.

Göçerler Immigrants

Halen Antalya’da serbest mimarlık çalışmalarını sürdüren Küpeli, fotoğraf çalışmalarına da devam etmektedir.

Küpeli still continues to work as a freelance architect and a photographer in Antalya.

1968 yılında öğrenciler olarak İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenci faaliyetleri kapsamında Türk Halk Sanatları Araştırma Derneği adında bir dernek kurmuştuk. Amacımız, Osmanlı İmparatorluğu dağıldıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde halen kullanılmakta olan, sözlü-yazılı kültürel malzemeler hakkında tespitler yapmak, bunun sonucunda da elde edeceğimiz dokümanları sergiler, yayınlar ve çeşitli yollarla insanların bilgisine sunmak idi.

In 1968, we had found as students an association named “Turkish Folk Arts Research Association” as part of the student activities of Istanbul State Academy of Fine Arts. Our goal was to research the extant verbal-written materials still being used within the borders of the Republic of Turkey after the collapse of the Ottoman Empire, and share the findings and documents with people through exhibitions, publications and various other ways.


Bu araştırmalar kapsamında 1968 ve 1972 yılları süresince yurdun çeşitli yörelerinde çalışmalar yaptık. Hepimiz öğrenciydik ve bu araştırmaları finanse edecek maddi gücümüz yoktu. Yapı Kredi Bankası Kültür bölümü yöneticisi olan Vedat Nedim Tör ve onun vefatından sonra aynı görevi yürüten Demokrat Parti son dönem bakanlarından Şemi Ergin, yapacağımız sergi masrafları karşılığı olarak her gezi için 1000 ile 2000 lira arasında değişen ön ödeme yaptılar. Her geziye 5-6 kişi katıldı ve ortalama 25 gün sürdü. Gittiğimiz yerlerde yerel yöneticilerden destek istedik ve her defasında da ilgi ve destek gördük. Özellikle orman teşkilatı, yayla ve mezralara ulaşmamızda çok yardımcı oldular. Çoğu zaman köylerde, yörük çadırlarında yattık, onların sofralarında doyduk. Ekibimizin elinde sınırlı sayıda fotoğraf makinesi vardı. İlk gezimiz Doğu Karadeniz Bölgesi’ne oldu. Ordu’dan başlayarak Rize’nin Fındıklı ilçesine kadar olan bölümünde çalıştık. Sonraki gezimizi Antalya, Isparta ve Burdur illerimize ve özellikle o yörede halen göç geleneğini sürdüren Yörükler için yaptık. Bir hafta Amanos yaylalarında yörüklerle yaşadık. Sonraki yıl bir grup Güneydoğu Anadolu ve Van Gölü çevresine, bir başka grup ise Rize ve Artvin illerine giderek araştırmalar yaptı. Nemrut dağı kraterinin içinde konaklayan Kürt göçerlerle üç gün çalıştık. 1971 yılında Sivas-Yozgat civarında kırsal bölgelerde ve Urfa-Harran’da iki ayrı çalışma yaptık. Son olarak da Orta Anadolu’da Niğde-Kayseri-Malatya illeri çevresinde çalıştık, Kayseri ilinin Pınarbaşı ilçesinde yörüklerle beraber göç ettik, Bor düzlüklerindeki Türkmen obalarında Türkmenlerle yaşadık.

Göçerler

Yörükler yaylalarda genellikle keçi kılından dokunan kara çadırlarda yaşıyorlar. Göçün bütün hazırlıkları kadınlar tarafından yapılıyor. Gerekli olan tüm eşyalar (yataklar, minderler, kilimler, her türlü mutfak eşyası, yün kırpma-eğirme-iplik bükme-boyamada kullanılan eşyalar, dokuma tezgahları, ocaklar, su taşıma araçları gibi) yük çuvallarına koyularak develere yükleniyor ve yola çıkılıyor. Bütün işlerin hemen tamamını kadınlar yapıyor. Çadırlar kadınlar tarafından ku-

Within the scope of this study, we conducted many studies in various regions of the country between 1968 and 1972. All of us were students and we had no way to finance this research. The director of Yapı Kredi Bank Culture department, Vedat Nedim Tör, and a minister of the late Democrat Party regime, Şemi Ergin, who assumed the same office after Vedat Nedim Tör’s death have made prepayments in amounts varying from 1000 to 2000 liras for each trip we had to make and help cover the expenses of exhibitions. 5-6 people attended each trip and each trip lasted around 25 days. Everywhere we went, local officials did everything in their power to help us out. In particular, the forest agency helps us reach the highlands and hamlets. Often times, we slept in yoruk tents in the villages and ate with them. Our team had a limited number of cameras on our hands. Our first trip was to the Eastern Black Sea Region. We studied in a wide area starting from Ordu and extending until the Fındıklı district of Rize. Our next trip was to the cities of Antalya, Isparta and Burdur to study the yoruks who were carrying on the nomadic traditions. We lived with yoruks for a week on the highlands of Amanos. The following year, part of the group went to the Southeastern Anatolia and Van Lake while another went to the cities of Rize and Artvin to continue our studies. We worked with the Kurdish nomads living in the crater on Mount Nemrut. In 1971, we conducted two different studies; on in rural areas around Sivas-Yozgat, the other in Urfa-Harran. Lastly, we worked around the cities of Niğde-KayseriMalatya of Central Anatolia, migrated alongside yoruks of the Pınarbaşı district of Kayseri, and lived among the Turkmen clans of the lowlands of Bor. Yoruks generally live in black tents woven from goat hair. All preparation for the migration is done by women. After all the necessary items (mattresses, cushions, rugs, all kinds of kitchenware, wool cropping-spinning, roving, and yarn dyeing equipment, weaving machines, cookers, and equipment used to transport water etc.) are put in sacks and loaded on

Immigrants

5.

24-28 Ekim 2015

23


Erdal Küpelİ ruluyor ve içleri yerleştirilip yaşanacak hale getiriliyor. Genellikle çocuk yaşlardaki erkek ve kızlar sürülerin otlatılması ile uğraşıyor. Hayvanları sağmak, yoğurt peynir yapmak, yağ çıkarmak, yemek yapmak, koyunları kırpmak, yün eğirmek, iplik bükmek, iplikleri boyamak, dokumalar yapmak gibi günlük işler hep kadınlar tarafından yapılıyor. Erkekler de bazen yardımcı oluyorlar fakat asıl görevleri güvenlik sağlamak. Biz yörüklerle yaşadığımız süre zarfında kullandıkları bütün eşyaların, dokumaların (kilimler, sililer, cicimler, çuvallar, kolanlar vb) ve dokumalardaki desenlerin çizimlerini yaptık, fotoğraflarını çektik. Dokumaların ve motiflerin isimlerini öğrendik, türkülerini ve hikayelerini kaydettik. Bugün dönüp bu çalışmaya baktığımda, kültürel değerlerin kaybolmasına karşı, fotoğrafın ne kadar önemli olduğunu görüyorum. Hala yapılabilecek çok şey var. Her konu gibi bu konuda da tutkulu gönüllülere ihtiyacımız var. Bunların da var olduklarını düşünüyor ve en azından umut ediyorum.

Göçerler Immigrants

camels; they hit the road. Almost all of these tasks are performed by the women. Tents are erected and set up by the women so that they are habitable. Generally it is the children, both boys and girls, who deal with the grazing of the herd. Daily tasks such as milking the animals, making yogurt and cheese, extracting fat, cooking, shearing the sheep, wool spinning, roving, yarn dyeing, and weaving are all done by the women. Men sometimes help but their primary duty is to provide and ensure security. During the period we lived together with yoruks, we made drawings and took photos of their equipment, their fabrics (rugs, light rugs, sacks etc.) and patterns in their fabrics. We learned the names of the fabric and the patterns, recorded the folk songs and stories about them. Today, when I look back on this work, I realize how important photography is against the loss of cultural values. There is still much to be done and we need passionate volunteers for this as for all the other fields. I would like to think and hope, on my part, that they exist.


5.

24-28 Ekim 2015

25


Ariana Lindquist

Ariana Lindquist, ABD’de kuzey Minnesota’da, küçük bir kasabada doğdu ve büyüdü. Mandarin Çincesi öğrenmek için Tayvan’a yerleşmeden önce Minnesota Üniversitesi’nde antropoloji bölümünü bitirdi. Ohio Üniversitesi’nde Görsel İletişim Master programını tamamladıktan sonra, Fullbright bursu ile Çin’e yerleşti ve burada 7 yıl fotoğraf belgeselcisi olarak çalıştı. Ariana aynı zamanda 2012 yılında yayınlanan ödüllü “Yeşil Kart Hikayeleri” adlı modern zamanlarda Amerika’ya göç hikayelerini anlatan bir kitabın da fotoğraf yazarıdır. Fotoğrafları Dünya Basını Fotoğrafı, Ulusal Basın Fotoğrafçılar Birliği ve Uluslararası Fotoğraf Ödülleri’nde birçok mansiyon ve ödüle layık görülmüştür.

Ariana Lindquist grew up in a small town in northern Minnesota, USA. She studied anthropology at the University of Minnesota before moving to Taiwan to learn Mandarin Chinese. After receiving a Masters of Arts in Visual Communication from Ohio University, she relocated to China on a Fulbright grant and remained there for seven years working as a photojournalist. Ariana is also the photographic author of the award-winning book Green Card Stories, a collection of modern American immigration stories, published in 2012. Her images have earned honors from World Press Photo, the National Press Photographers Association, and the Int’l Photography Awards.


Yeşil Kart Hikayeleri, Saundra Amrhein tarafından kaleme alınan ve Amerika’nın en yeni 50 vatandaşı ve yeşil kart sahibinin güçlü ve etkili hayat hikayesini ve fotoğraflarını kullanarak 21. yüzyılın başında Amerika’ya göçün, toplu portresini çizmektedir. Örneğine rastlanmamış bir globalleşme ve sosyal değişim sürecinde, karmaşık ve çoğu zaman da suçlayıcı bir doğaya sahip Amerika göç sisteminin doğası, kararlılık ve pes etmeme hikayelerine dönüşen her bir kişisel hikayede ortak özellik olarak ortaya çıkmaktadır. Bu hikayelere birlikte bakıldığında, günümüzde göçün daha geniş yapıya sahip sosyal trendlerini göz önüne sermektedir -- günümüzde Amerika’ya göç, Avrupa yerine daha çok Latin Amerika ve Asya ülkelerinden olmaktadır ve bu göçmenler daha çok Orta Batı ve güney eyaletlerine ve tabi ki de geleneksel geçit şehirlerine yerleşmektedir. Çok fazla anlatılmayan göç deneyiminin bütününü ve farklılığını anlatmak için, Yeşil Kart Hikayeleri’ndeki fotoğraflar ve anlatımlar, göçü bireysel insan hayatlarının ekseninde ele alıyor. Hikayelerden biri Atlanta’daki Müslüman-Amerikalı Soumaya Khalifa’nın hikayesi; 11 Eylül olaylarından sonra kendi farklı dinler arasında barışçıl bir zemin bulmaya çalışırken bile yaşadığı nefret ve şüphe olaylarıyla baş etmesinin hikayesi. Kitap, ulusal demografik değerler değişirken; kimlik bulma ve toplumla kaynaşmaya çalışmanın sürecini anlatıyor -- Arkansas’ta ailesinin tavuk çiftliğinde onlara yardım eden genç Hmong bir kadın olan Lylna Thao gibi toplumsal değerlere karşı gelen, Hmong’lu kocasını boşayıp hayattaki yerini Dövüş Sanatları ustası olarak bulanların hikayesini. Yeşil Kart Hikayeleri aynı zamanda güncel göç kanun, yasa ve sürecinin karmaşık yapısını da inceliyor ve Yeşil Kart edinmenin farklı yollarına ışık tutuyor -- aile ve işveren sponsorluklarından iş yatırımlarına, sıra dışı sanatsal ve atletik yeteneklerden politik ilticalığa. Hikayelerden bazıları, Ran-

Green Card Stories is a collection of powerful life stories (authored by Saundra Amrhein) and photographs of 50 recent U.S. citizens and permanent residents that collectively convey a portrait of immigration in the United States at the turn of the 21st century. Through each personal story of determination and resilience, an overarching narrative emerges about the complex and often criminalizing nature of the U.S. immigration system at a time of unprecedented globalization and societal change. Together the stories reveal the broader social trends of today's immigration -- that the majority of immigrants to the United States now come from Latin America and Asia, instead of Europe, and that they increasingly settle in new destinations like the Midwest and the South, as well as traditional gateway cities. In order to embrace the vast diversity of the immigration experience that is often under-reported, the narratives and photos in Green Card Stories place immigration firmly in the landscape of individual human lives. The stories include that of Muslim-American Soumaya Khalifa in Atlanta, grappling with hatred and suspicion directed toward her following the terrorist attacks of Sept. 11, 2001, even as she strove to find a place of understanding between varying religions. The book chronicles the struggles of integration and identity formation amid dramatically changing national demographics -- like Lylna Thao, a young Hmong woman helping on her parents' chicken farm in Arkansas, who bucked traditional expectations, divorced her Hmong husband and found her calling as a Mixed Martial Arts fighter. Green Card Stories also explores the complexity of current immigration policy and the immigration process, shedding light on the varied paths to obtaining a Green Card -- from family and employment sponsorship to business investment, from exceptional artistic or athletic ability to political asylum. Included are personal stories that highlight the frustrated aspirations of

Yeşil Kart Hikayeleri Green Card Stories

5.

24-28 Ekim 2015

27


Ariana Lindquist

dolph Sealey gibi kayıtsız göçmen olduğunu üniversite başvurusu sırasında öğrenen üniversite çağındaki göçmen gençlerin kızgınlığını işliyor. Sealey “sınırdışı statüsüne erteleme” almış - artık milyonlarca gence sunulmayan ve Yeşil Kart’a giden bir yol bu. Bunun yerine bu gençler bugün umutlarını Hayal Yasası’na bağlamak zorundalar.

Yeşil Kart Hikayeleri Green Card Stories

Yeşil Kart Hikayeleri’nde anlatılan tüm hayat yolculukları ülkeye yeni yerleşen bu göçmenler arasında ortak bir özellik olarak her koşulda becerili olma yeteneğini ön plana çıkarıyor. Yeşil Kart Hikayeleri bireysel hikayeleri ve fotografik portreleri ile Amerika’ya göçün karmaşık yönünü aydınlatmaya çalışıyor ve bunu yaparken de Yahoo’nun ortak kurucusu Jerry Yang gibi bu göçmenlerin yeni ülkelerine yaptığı sayısız katkıyı ortaya koyuyor -- ve bunu yaparak bu konu hakkındaki güncel ve ulusal tartışmaya zamanlı bir katkı yapmış oluyor.

college-bound immigrant youth, like Randolph Sealey, who only learned of his undocumented status when filling out college applications. He obtained "suspension of deportation" -- a route to a Green Card no longer available today for millions of young people who instead pin their hopes on the Dream Act. All of the life journeys in Green Card Stories show a resourcefulness prevalent among the country's newest arrivals. With the use of individual stories and photographic portraits to elucidate the complicated topic of immigration in America today, Green Card Stories reveals the enduring contributions that immigrants continue to make to their new country - including those of Yahoo! co-founder Jerry Yang -- and in so doing provides a timely addition to the national debate on this critical topic.


5.

24-28 Ekim 2015

29


Arnau Bach

Arnau Bach 1981 senesinde doğdu. Arnau Bach, Barselona Üniversitesi’nde (UAB) Fotoğraf Gazeteciliği Eğitimi için burs kazanmadan önce fotoğrafçılığı kendi kendine öğrenmeye başladı.

Arnau Bach was born 1981. He began to study photography self-taught until he won a fellowship to attend the Photojournalism Degree at the Barcelona University (UAB).

Önce El Periodico de Catalunya gazetesinde ve ardından Publico gazetesinde günlük haberler alanında altı sene çalıştıktan sonra, serbest olarak kendi çalışmalarını yapmaya karar verdi. 2006 senesinde başladığı ve Paris banliyölerinde günlük yaşamı anlatan “Suburbia” adlı deneme kitabı çalışması 2012 senesinde tamamladı.

After working during six years in daily news for El Periodico de Catalunya newspaper and then for Publico newspaper, he decided to start producing his own work as a freelance. The result of this new stage is “SUBURBIA”, an essay about daily life in the Paris Suburbs that he started at 2006 and ended up in 2012.


27 Ekim 2005, Paris’in kuzey banliyölerinden Clichy-sous-Bois’te yaşları 15 ile 17 olan Zyed Benna ve Bouna Traoré, elektrik trafosunda polisten saklanırken elektrik akımına kapılıp öldüler. Sonraki saatlerde arkadaşları ve komşuları protesto etmek için sokaklara indi. Bu durum, Paris’in banliyölerine çabucak sıçrayan güvenlik güçleriyle bir çatışmayı körükledi.

October 27, 2005, in Clichy-sousBois, a northern suburb of Paris, Zyed Benna and Bouna Traoré, 15 and 17 years old respectively, died electrocuted, while they hid from police in an electrical transformer. In the next hours, friends and neighbors took to the streets in protest. This provoked clashes with security forces that quickly spread throughout Parisian suburbs.

Sonraki günlerde isyan, Fransız hükümetinin olağanüstü hal ilan etmesiyle ülke çapında 8 Kasıma kadar çok sayıda kenar mahalleyi yaktı.

In the following days, the revolt burned through numerous periphery areas throughout the country, until November 8th, when the French government declared a state of an emergency.

Kontrol edilemeyen şiddetin bulanık ve bağlamından ayrılmış görüntüleri bu çalışmaya ilham vermiştir. Bu isyandan bir yıl sonra, yaygın medya tarafından işlenmek üzere yeteri kadar sansasyonel olduğu zaman gösterilen gerçeği anlamak için oraya gitmeye kadar verdim. 2006, 2007, 2010 ve 2012’de, 1,5 milyon nüfusuyla Paris’in en kalabalık banliyölerinden olan Seine-Saint-Denis (Department 93)’te uzun bir zaman harcadım. Bu çalışma, bu gettolardaki gençlerin yaşam tarzlarını yansıtmaya çalışmaktadır: sosyal yaradılışları ve hip-hop kültürüne yönelik sevgileri, kendilerini caddelerde avare hale sokan fırsat eksikliği ve sosyal hizmetler ve rekreasyon tesislerinin yokluğu. Sosyal kodlarının acımasızlığının ötesinde gençlik kültürü, kazanacak ve hatta kaybedecek bir şeylerinin olmadığı günümüzde bir direniş hareketi olarak isyan etmektedir.

The confused and the decontextualized images of uncontrollable violence inspired this work. One year after the riots I decided to go there in order to understand a reality that is only shown when it becomes sensational enough to be covered by mainstream media. In 2006, 2007, 2010 and 2012 I spent long periods of time in Seine-SaintDenis (Department 93), one of the most populated suburbs of Paris with 1,5 million inhabitants. This work seeks to reflect on the lifestyle of youth in these ghettos: their gregarious existence and their love for hip-hop culture, the lack of opportunity and the absence of social services and recreational facilities which leads them to stay idle in the streets. Beyond the harshness of their social codes, youth culture rebels as an act of resistance against of a present where they don’t have much to gain and even less to lose.

BANLİYÖ Suburbia

5.

24-28 Ekim 2015

31


Arnau Bach

BANLİYÖ Suburbia


5.

24-28 Ekim 2015

33


Emİn Özmen

Emin Özmen, Türkiye’nin Sivas şehrinde dünyaya geldi. İstanbul Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne geçmeden önce Samsun 19 Mayıs Üniversitesi”nde Fizik okumaktaydı. 2008 yılında HSBC finansmanıyla “Anadolu İnsanı” ve Türkiye’deki 26 şehre uzanan bir programın bir parçası olarak bir mikro krediye erişim sağlayabilen kadınlarla ilgili hikaye koleksiyonu olan “Türkiye’de Mikro Kredi Hikayeleri” isimli iki resim kitabı yayınladı. 2008 yılında kariyerine, Türkiye’nin başlıca günlük gazetelerinden olan Sabah’ta başladı. Bu arada Avusturya’nın Linz şehrindeki Sanat ve Tasarım Üniversitesi’nden medya fotoğrafçılığı ve belgesel (fotoğrafçılık) konusunda bir derece aldı. 2011 yılında Somali’deki susuzluk konusundaki çalışması Turkuvaz Kitap tarafından yayınlandı. Aynı yıl Tohoku Deprem felaketi ve Yunanistan’daki ekonomik protestolarda görev aldı. Ertesi yıl, Suriye iç savaşını ve Irak’taki DAEŞ krizini çekti. Çalışmaları isim vermek gerekirse CNN, Der Spiegel, The Guardian, Los Angeles Times, Le Monde, Paris Match, Libération, The Telegraph, Bild gibi yerlerde kullanıldı. Emin Özmen, aralarında Dünya Basın Ödülü ve Prix Bayeux Calvados Halk Jürisi Fotoğrafı gibi ödüllerin olduğu bir dizi ödül kazandı. Hali hazırda İstanbul’da yaşamakta olup çalışmalarına Agence Le Journal’da foto muhabiri olarak devam etmektedir.

Emin Özmen, Türkiye’nin Sivas şehrinde dünyaya geldi. İstanbul Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne geçmeden önce Samsun 19 Mayıs Üniversitesi”nde Fizik okumaktaydı. 2008 yılında HSBC finansmanıyla “Anadolu İnsanı” ve Türkiye’deki 26 şehre uzanan bir programın bir parçası olarak bir mikro krediye erişim sağlayabilen kadınlarla ilgili hikaye koleksiyonu olan “Türkiye’de Mikro Kredi Hikayeleri” isimli iki resim kitabı yayınladı. 2008 yılında kariyerine, Türkiye’nin başlıca günlük gazetelerinden olan Sabah’ta başladı. Bu arada Avusturya’nın Linz şehrindeki Sanat ve Tasarım Üniversitesi’nden medya fotoğrafçılığı ve belgesel (fotoğrafçılık) konusunda bir derece aldı. 2011 yılında Somali’deki susuzluk konusundaki çalışması Turkuvaz Kitap tarafından yayınlandı. Aynı yıl Tohoku Deprem felaketi ve Yunanistan’daki ekonomik protestolarda görev aldı. Ertesi yıl, Suriye iç savaşını ve Irak’taki DAEŞ krizini çekti. Çalışmaları isim vermek gerekirse CNN, Der Spiegel, The Guardian, Los Angeles Times, Le Monde, Paris Match, Libération, The Telegraph, Bild gibi yerlerde kullanıldı. Emin Özmen, aralarında Dünya Basın Ödülü ve Prix Bayeux Calvados Halk Jürisi Fotoğrafı gibi ödüllerin olduğu bir dizi ödül kazandı. Hali hazırda İstanbul’da yaşamakta olup çalışmalarına Agence Le Journal’da foto muhabiri olarak devam etmektedir.


Haziran 2015’te BM Mülteci Ajansı yıllık raporunda, 2014 yılında mültecilerin ve yerinden olmuş insanların sayısının rekor bir rakamla 60 milyona ulaştığını duyurdu. Üzücü bir rekor.

In June 2015, the UN Refugee Agency announced in its annual report that the number of refugees and displaced people in 2014 reached the record figure of 60 million people. A sad record.

Soğuk, haşin ve gaddar bir rakam bu.

This is a cold, harsh, brutal figure.

2012’den beri Emin Özmen, uyuşmazlıklar sarmalında olan yerlerinden edilmiş insanlarla uzun bir fotoğrafik dokümantasyon işine girişmiştir. “Mülteci” olmaya zorlanmış insanlarla tanışmak için birçok kez Suriye, Türkiye, Irak ve Avrupa’ya seyahat etmiştir. Bu çalışması sırasında onların anılarını toplamaya ve deneyimleriyle duygularını “yakalamaya” çalışmıştır.

Since 2012, Emin Özmen has undertaken a long work of photographic documentation with the populations uprooted by the spiral of conflicts. He has traveled many times to Syria, Turkey, Iraq and Europe to meet people who were forced into becoming “refugees”. Through his work, he has tried to collect their stories and to “capture” their experiences and feelings.

Fotoğraflarıyla birlikte Emin Özmen, hayatları alt üst olmuş bu insanların koşullarını algılamaya çabalamıştır. Yakalanan şey ise duyguların bir boşluğudur.

With this series of photographs, Emin Özmen has sought to apprehend the condition of these people whose lives were turned upside down. What he has captured is an abyss of emotions.

Bu insanların hayatları, hikayeleri ve kaderleri, bekleyiş, umut, endişe, karmaşıklık ile birlikte yaşama, çatışma ve belirsiz ve karmaşık bir durumda arasında asılı kalmış görünmektedir: Araf.

The lives of all these people, their stories, their fates seem to hang in a state of inbetweenness where the wait, hope, anxiety, confusion and anguish coexist, clash and confine them to a vague and confused state: the Limbo.

Araf. Araf suratlarına, duruşlarına yansıyan duyguların görünüşüdür, bazen sadece bir anlığına bir el hareketinde görünür.

The Limbo. The Limbo is appearant in the feelings reflected on their faces, in their postures, sometimes just glimpsed in a gesture.

Şehirlerinin bombaların altında yıkıldığını izlerken yüzlerindeki beklenti ve gerginliği görüyoruz. Belki o onların eviydi, aceleyle terk ettikleri. Mülteci kamplarında devam ettirilen zor bir hayat. Korku ve soğuk var bazen. Bekleyiş, daha fazla bekleyiş. Umut da var. Bütün aileler, daha iyi bir hayat umuduyla köhne teknelerle her şeyi riske ediyorlar. Genellikle aşağılamayla karşılaşıyorlar. Diğerlerinin bakışları, baskıcı. Tutuklamalar. İlgisizlik. Onları daha sonra, başka bir yerde, daha güvenli bir yerde tekrar bulma umuduyla ailelerini terk ettikleri zamanki suçluluk bazen.

Araf

Ve sonra bir gün, bazıları şehirlerine geri dönüyor. Üzerlerine keder çöküyor. Daha önce evlerinin olduğu yerde yıkıntıları bulmanın getirdiği keder. Ve daha sonra ortalığa hakim olan sağı edici bir sessizlik.

We see the expectation and the tension on their faces as they watch their city collapsing under the bombs. Perhaps that one was their house, the one they left in haste. It is a hard life, lived in refugee camps. There is the fear and the cold sometimes. Waiting, more waiting. There is hope too. Entire families risk it all to leave on rickety boats, in hope of a better life. Often, they suffer the humiliation. The stare of others, oppressive. Arrests. Indifference. Guilt even, when they leave their families in the hope of finding them later, elsewhere, in a safer place. And then one day, some return to their city. Dismay come upon them. Dismay upon finding but ruins in place of their former homes. And it’s a deafening silence that settles then.

Limbo

5.

24-28 Ekim 2015

35


Emİn Özmen

ARAF Limbo


5.

24-28 Ekim 2015

37


ENRI CANAJ

Enri Canaj, 1980 yılında Arnavutluk’un Tirana şehrinde doğdu. Çocukluk yıllarını burada geçirdikten sonra ailesiyle beraber 1991 yılında sınırların açılmasının hemen ardından Yunanistan’a taşındı. Atina’da yaşamakta olup Yunanistan ve Balkanlar’dan hikayeler aktarmaktadır. Atina’daki Leica Akademisinde fotoğrafçılık okudu. Magnum fotoğrafçısı Nikos Economopoulos ile bir yıllık bir çalıştaya iştirak ederek 2007 yılında British Council’ın göç konulu projesinde yer aldı. 2008 yılından beri Time Magazine Lightbox, CNN Photo Blogs, New York Magazine, msnbc Photography, Vice Magazine Newsweek, Paris Match, Le monde Diplomatique, Burn Magazine, Foto8 Magazine London, Gup Magazine, Feature Shoot gibi başlıca yayınlarda serbest fotoğrafçı olarak görev almakta ve çalışmaları Atina ve Selanik’teki Çağdaş Sanatlar Müzesi’nde, İstanbul’da Bilgi Santral’da Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu’nda ve Atina Fotoğraf Festivali’nde sergilenmektedir. Özellikle Kosova ve Arnavutluk’ta ve ayrıca Yunanistan’da göç ve son krizlere odaklanarak çalışmalarını sürdürmektedir. 2013’ün ilk çeyreğindeki hakemli JGS kazananıdır.

Enri Canaj was born in Tirana, Albania, in 1980. He spent his early childhood there and moved with his family to Greece in 1991, immediately after the opening of the borders. He is based in Athens and covers stories in Greece and the Balkans. He studied photography at the Leica Academy in Athens. In 2007 he took part in a British Council project on migration, attending a year-long workshop with Magnum photographer Nikos Economopoulos. Since 2008, he has been a freelance photographer for major publications such as Time Magazine Lightbox, CNN Photo Blogs, New York Magazine, msnbc Photography, Vice Magazine Newsweek, Paris Match, Le monde Diplomatique, Burn Magazine, Foto8 Magazine London, Gup Magazine, Feature Shoot, sample of his work has been exhibited at the Museum of Contemporary Art of Thessaloniki (“In a Sharpe of Frame”, personal exhibition), BOZAR Center for Fine Arts, Cultural Foundation of the National Bank of Greece in Athens and Salonica, at the Bilgi Santral in Istanbul, the European Parliament in Brussels and the Athens Photo Festival. He has been working in the Balkans, mainly Kosovo and Albania, as well as Greece, focusing on migration and the recent crisis. Winner of the juried JGS Content, 1st Quarter 2013.


Suriye’deki iç savaş daha da kötüye giderken, her gün mültecilerin sayısı da artmaktadır. Yunanistan Avrupa’ya ulaşmaya çalışan mültecilerin giriş noktası konumundadır. Bugünlerde Yunanistan’a gelen mültecilerin %80’i Suriyeli. Ne yazık ki, birçoğu bu yolculuğu hiçbir zaman tamamlayamıyor. Akdeniz’in sularında boğuluyorlar. 2015’in başından beri doğu Ege’deki Yunan adalarının Suriye, Afganistan, Pakistan ve Irak’tan 48.000’den fazla mülteci aldığı tahmin ediliyor.

Since the start of 2015, the Greek islands of the eastern Aegean are estimated to have received more than 48,000 people from Syria, Afghanistan, Pakistan and Iraq. Lesvos is on the front line of this wave of arrivals.

Lesvos’taki Kara Tepe kampında koşullar çok kötü. Düzen yok, hijyenik bir ortam yok, ve gelen mültecilere, özellikle de kadın ve çocuklara yardım etmeye ve hizmet vermeye çalışan çok az sayıda gönüllü var. Bebek maması, kıyafet ve ilaç ihtiyacı hiç bitmiyor.

At the Kara Tepe camp in Lesvos the conditions are horrible. No good structures, no hygienic conditions and few volunteers trying to help and provide services for the arrivals, especially women and children. Demands for baby formula, clothing and medicine are constant.

Öğle yemeği zamanı, kamp içinde en zor saat. Yemek almayı bekleyen birçok insan ve onlara yemeği verecek çok az sayıda insan.

Of course lunch time is the most difficult hour inside the camp. There are so many people waiting to have their meal and a very small number of people handout it.

Ama Yunanistan onların ilk durağı. Kimse burada kalmak istemiyor. Hedefleri Almanya’ya ulaşmak; Yunanistan’da geçirdikleri birkaç günden sonra kuzey Yunanistan’a doğru yola çıkıyorlar. İkinci durakları Makedonya, hemen sonrasında Sırbistan, Macaristan ve sonunda Almanya. Normal ulaşım yollarından hiçbirini kullanamıyorlar. Bir taksi bile tutamıyorlar, çünkü kanun taksi şoförlerinin izin belgeleri olmayan yabancılara hizmet vermesini engelliyor. Bu yüzden diğer birçok zorluğu da geçerek kilometrelerce yürümeleri gerekiyor. Ne kadar hızlı yürüdüklerine bağlı olarak haritada ortalama 3 gün daha Yunanistan var. Birçok çocuk, yaşlı, engelli var aralarında ve bu tüm bu durum, yolculuğu daha da zor yapıyor. Aynı acı ve yorgunlukla ve birbirlerine yardım ederek gidiyorlar büyük gruplar halinde. Her an polisler tarafından yakalanma korkusunu da yanlarında taşıyarak. Bütün bunlara rağmen hala şanslı olduklarını söylüyorlar! Çünkü hayatta kaldılar ve savaştan kaçmayı başardılar ve bu onlara devam edecek ve umutlarına tutunacak gücü veriyor. Dİnlenmek İçİn Daha Çok Günümüz Var To Many Days Before We Rest

As the civil war in Syria gets worse, day by day, the number of refugees constantly increases. Greece is the entrance point for Syrian refugees who try to reach Europe. Nowadays 80 percent of the refugees coming to Greece are from Syria. Unfortunately, many of them never complete their trip. They drown in the Mediterranean Sea.

5.

24-28 Ekim 2015

But Greece is only their first station. No one wants to stay here. Their goal is to reach Germany and after a few days in Greece their odyssey continues towards north Greece. Refugees second station is Macedonia, immediately after cams Serbia, Hungary and Germany last. They cannot use any transport way. Even not a taxi because the law prohibits to taxi driver to offer services to foreigners without permitting papers. So they have to walk for to many kilometers on foot crossing other raff obstacles. In base of how fast they can move, at least other 3 days have Greece on the map. There are so many children, older people, others with physical disabilities and all of this makes the journey much harder. All together in big groups shearing the same pain and fatigue, helping and taking care of each other. The tension of getting caught by the police authorities accompanied them every minute. Despite this, they say they’re still lucky! Lucky because they survived and escaped war and this give them strength to keep going and hoping.

39


ENRI CANAJ

Dinlenmek İçin Daha Çok Günümüz Var To Many Days Before We Rest


5.

24-28 Ekim 2015

41


Faruk Akbaş

Ülkemizin gezi ve belgesel fotoğrafçılarından Faruk Akbaş, dünyanın pek çok ülkesinde 30 yıldır çekimler yapmaktadır. Fotoğraf Dergisi’nde sürekli gezi ve fotoğraf yazıları yazmakta olan Akbaş, Yolculuk Dergisi’nde görsel yönetmenlik yaptı. Fotoğrafları National Geographic, Hürriyet, Cumhuriyet, Daily Telegraph, Skylife gibi dergi ve gazetelerde yayınlandı. Faruk Akbaş, uluslararası bir outdoor giysi firmasının marka elçisidir. Ayrıca, Gazella Turizm’in dünyanın farklı ülkelerine düzenlediği fotoğraf gezilerinin lideridir. Fujifilm ve ISUZU sponsorluğunda fotoğraf projeleri gerçekleştiren Akbaş, Asya ve Afrika ülkelerine Türkiye’den karayoluyla (Sarı Otobüs) fotoğraf yolculukları düzenledi. Bu yolculuklar sırasında çektiği belgeseller, “Uzaklara Yolculuk” adıyla TRT ve İz TV’de yayınlandı. TRT’de “Yansıma”, İz TV’de “İki Göz Bir Şehir” programının konuğu oldu. “Anadolu’nun Özgün Giysileri” belgesel filmini yaptı. Türkiye ve Nepal’de Nokia cep telefonlarının fotoğraf ve film test çekimlerini gerçekleştirdi. Çalışmaları, L’OREAL uluslararası fotoğraf sergilerine dahil edildi. Halen TRT belgesel kanalı için “An’ı Yakala” dizi belgeselinde Türkiye üzerinden fotoğraf aktüel programları yapmaktadır. İstanbul’da fotoğraf etkinliklerinin yapıldığı Fotoğrafevi’ni, Kayaköy’de Sanat Kampı’nı kurdu. Çeşitli fotoğraf ve belgesel film yarışmalarında jüri üyesi olarak görev aldı; yerli ve yabancı firmalar için moda, otomotiv, turizm fotoğrafları ve tanıtım filmleri çekti. Çin Fotoğraf Federasyonu’ndan davet alarak ülkedeki fotoğraf festivallerine katıldı. Bir süre, Hacettepe ve Akdeniz üniversitelerinde fotoğraf

One of Turkey’s travel and documentary photographer, Faruk Akbas, has worked in many countries around the world for the last 30 years. He has published photos and written photo essays continuously for Photo Journal and has worked as a visual editor for the Travel Magazine. His photographs have been published in many journals, newspapers, and magazines such as National Geographic, Hurriyet, Cumhuriyet, the Daily Telegraph, and Skylife. Akbas is a brand ambassador for an international outdoor clothing company. Akbas is also the leader for the photography trips organized by Gazella Tourism in many different countries around the world. Akbas completing photo projects sponsored by Fujifilm and ISUZU, has also organized photo trips to Asian and African countries by road from Turkey (Yellow Bus). The documentaries that he shot on those trips, were released by TRT and Trace TV under the name “Journey Away”. He was a guest on shows “Reflection” on TRT, and “Two Eyes One City” on Trace TV. He shot the documentary “Unique Clothings of Anatolia”. He did the photo footage and film tests for Nokia cell phones in Turkey and Nepal. His works were also included in the international photo exhibition by L’ Oréal. Currently, Akbas is working for TRT’s documentary channel on a photo documentary program called “Capture the Moment”. He founded Fotografevi where photo organizations are held and Kayakoy Art Camp. Akbas served as a jury member in various photography and documentary film competitions; he has also taken fashion, automotive and tourism photographs and shot promotional films for domestic and foreign clients. He participated by invitation from the Chinese Federation in photo festivals in the country. For a while, he gave lessons in photography and documentary film-making at Hacettepe University and Mediterranean University. He has received numerous awards from competitions including


ve belgesel dersleri verdi. İçinde Abdi İpekçi “Dostluk-Barış”, İnsan Hakları Derneği, İngiliz Kültür Derneği, TMMOB, Kültür Bakanlığı, National Geographic birinciliği olmak üzere çok sayıda ödül ve İngiltere Kraliçesinden teşekkür mektubu aldı. Fujifilm X-Photographers dünya fotoğraf topluluğunun arasına seçildi. Doğa, kültürel yaşam ve tarihsel değerleri içeren fotoğrafları Kültür ve Turizm Bakanlığı, Eczacıbaşı gibi kurum ve kuruluşların Türkiye prestij kitaplarında kullanıldı. Fotoğraf albüm-kitapları dışında, Dijital Dünyada Fotoğraf, Fotoğrafta Pratik Kompozisyon, Fotoğraf Teknik Okumaları, Türkiye Fotoğraf Rehberi, Gezi Fotoğrafçılığı, Fotoğraf Cepte (cep telefonu fotoğrafçılığı) yayınladığı kitaplardan bazılarıdır.

5.

24-28 Ekim 2015

the first place prizes from the Abdi Ipekci “Friendship – Peace”, the Human Rights Association, the British Cultural Association, the Turkish Chamber of Commerce, the Ministry of Culture, and the National Geographic, and a letter of thanks from the Queen of England. He was selected as a member of Fujifilm X- Photographers. His photographs of natural, cultural and historical life value have been used by the Culture and Tourism Ministry, and institutions and organizations such as Eczacibasi in Turkey prestige books. In addition to these photograph albums and books, Akbas has also published books such as Digital World Photography, Practical Composition in Photography, Studies in Photography Techniques, Turkey Photo Guide, Travel Photography, and Photo Mobile (mobile phone photography), among others.

43


Faruk Akbaş

Mimari yapısı, dar sokakları, kiliseleri ve doğasıyla etkileyici bir atmosferi olan Kayaköy, eski bir Rum köyü. Fethiye’den Ölüdeniz’e giderken, Hisarönü tatil beldesine geldiğinizde Karymlassos tabelasını izleyin. Beş kilometrelik bir yolun sonunda, dik bir yamacı boydan boya kaplayan evlerin kalıntılarıyla karşılaşacaksınız. Biri diğerinin güneşini kesmeden, birbirine saygı duyarak sıralanan bu taş yapılar, yörenin ilginç tarihsel dokusunu oluşturuyor. Kayaköy’deki ilk izler, antik Likya uygarlığının Karymlassos kentine ait. Kayaköy, kimi kaynaklara göre 11. yüzyılda, kimilerine göre ise 14. yüzyılda bölgede yaşayan Rumlar tarafından Likya uygarlığının kalıntıları üzerine kuruluyor. Evliya Çelebi’nin “Seyahatname”sinde de sözü geçen ve Rumca ismi Levissi olan Kayaköy’ün, 20. yüzyılın başına kadar zengin bir kent olarak yaşamını sürdürdüğü biliniyor. 1912 yılında 6500 kişilik nüfusa ulaştığı bilinen köy, kilise eczane, hastane ve hekimleri, okulları, postanesi ve zanaat atölyeleri ile yörenin en büyük sosyal ve ticaret merkezi konumundaydı. Aynı zamanda bir basımevi de bulunan köyde, tüm Güney Ege’nin en güçlü gazetesi olan “Karya” çıkartılıyordu.

Kayaköy Kayakoy

Anadolu Rumları iyi yatırımcı olduklarından ekilir, dikilir araziye değil, çevredeki kayalık, taşlık alanlara ev kurarlardı. İşte, Kayaköy de bu anlayışa uygun şekilde özgün bir yerleşim alanı olarak inşa edilmiş. Kentin aşağı mahallesindeki Panaghia Pyrgiotissa Kilisesi ile yukarı Taksiyarhis Kilisesi halen ayakta. Buna karşın, yaklaşık iki bin taş ev, şapeller, çeşitli atölyeler, okullar, hastane binası, kütüphane ve diğer amaçlı binaların günümüze kadar olan süreçte fiziksel koşullara direnemediği görülüyor. Yine de taş yollar, meydanlar, hemen hemen bütün evlerin köşe ocakları, taş ocakları, spiral tuvaletleri, sarnıçları ve çakıl taşlı döşemeleri kentin kültür zenginliğini gösteriyor.

Kayakoy with its architecture, narrow streets, churches and nature with an impressive atmosphere is a former Greek village. Going to Ölüdeniz from Fethiye, when you come to the resort town of Hisaronu, follow the signs to Karymlassos . At the end of a five -kilometer road, you will encounter the ruins of the houses lining the entire length of a steep slope. Without blocking the sunlight from one another, these stone structures lined up with respect to each other, form the interesting historical fabric of the region. The first traces of Kayakoy is from Karymlassos, a city of the ancient Lycian civilization. According to some sources Kayaköy was built in the 11th century, according to other sources it was built in the 14th century, on the ruins of the Lycian civilization by Greeks living in the area. Mentioned also in Evliya Celebi’s “Travelogue” and known with the Greek name Levissi, Karakoy is known to have survived as a prosperous city until the beginning of the 20th century. In 1912, with its population of 6500, and with its churches, pharmacies, hospitals and doctors, schools, and post offices, and craft shops; it was the largest social and commercial center of the region. There was also a printing house in the village, which produced the South Aegean’s most powerful newspaper “Karya ”. Anatolian Greeks as they were good investors would not build houses in the fertile land but build homes in the surrounding rocky areas. Kayaköy typifies this understanding and was built in this way. The Panaghia Pyrgiotissa neighborhood church in the lower parts of the city and the Taksiyarhis Church in the higher parts of the city are still standing. Contrary to those churches, it is seen that approximately two thousand stone houses, chapels, various workshops, schools, hospital buildings, libraries and other buildings have been able to survive the physical conditions of time to the present day. Despite this, the stone roads, squares, the fire corners of houses, stone quarries, spiral toilets, cisterns and cobble stone roads demonstrate to the visitor the city’s cultural richness.


Kayakรถy Kayakoy

5.

24-28 Ekim 2015

45


KEREM YÜCEL

Kerem Yücel İstanbul’da dünyaya geldi. Lisans derecesini ziraat mühendisliği alanında aldıktan sonra petrol boru hattı şirketinde çevre etki uzmanı olarak çalışmaya başladı. Bu projeler sayesinde Anadolu’nun uzak ve geniş alanlarına seyahat etti ve hem coğrafya hem de antik kültürleri derinlemesine tanıma fırsatı yakaladı. Fotoğrafçılığa ilgisi, fotoğrafçı olarak insanlığın ortak sorunlarıyla çevre uzmanlığına göre daha yakından ilgilenebileceğini ve bu sorunları daha iyi ifade edebileceğini fark ettiği zaman başlandı. Fotoğrafçılık Kerem için sadece bir uğraşı olmamış, aynı zamanda hayatı en üst seviyede anlaması, ifade etmesi ve onurlandırması için bir araç olmuştur. Kariyerine 2006’dan bu yana profesyonel fotoğrafçı olarak devam etmektedir. Kerem, Pakistan depreminden sonraki 8 ayını Keşmir’de bir STK ekibinin üyesi olarak geçirdi. Siyasi kavga ile gergin olan bölgede ve sürekli eli kulağında olan savaş tehdidi altında hikayeleri fotoğrafladı. Keşmir’den sonra Orta Doğu ve Orta Asya’da insani projelere katıldı. Günümüzde UN, ECHO, Diakonie, Malteser-International, Help, JICA, CAN ve STL olarak belli başlı tanınmış uluslararası organizasyonlar için çalışan Kerem Yücel, Orta Asya, Afrika, Orta Doğu, Arap Yarımadası ve Kafkaslarda ulusal ve uluslararası hikayeleri fotoğraflamaktadır. Fotoğrafları Türkiye’de düzenli olarak ülkenin başlıca keşif ve coğrafya dergisi olan ve kendisinin de fotoğraf editörü olduğu Atlas Dergisi’nde yayınlanmaktadır. Kerem sosyal, kültürel ve çevresel konulara odaklanmaya ve dikkati çeken görüntüler aracılığıyla her bakımdan dramatik hikayeler üretmeye devam etmektedir.

Kerem Yucel was born in Istanbul. After earning his B.S. in agricultural engineering, he started to work as an environmental impact specialist in oil pipeline projects. Thanks to these projects, he traveled far and wide throughout Anatolia and had the chance to get to know both the geography and the cultures of this ancient land inside out. His interest in photography flourished during those years when he realized that he could get in touch with and express the common concerns of humanity better as a photographer than an environmental specialist. Photography became not just a vocation for Kerem, but developed into a tool to understand life at the highest level and express and honor it through images. He continues his career as a professional photographer since 2006. Kerem has spent 8 months in Kashmir after arriving there in the aftermath of the Pakistani earthquake as a part of an NGO team. He photographed stories in a region tense with political strife and under constant threat of an imminent war. After Kashmir, he participated in humanitarian projects in Middle East and Central Asia. Continuing today to work for such well-known international organizations as UN, ECHO, Diakonie, Malteser-International, Help, JICA, CAN and STL, Kerem Yucel photographs Central Asia, Africa, Middle East, Arabian Peninsula and the Caucasus for national and international magazines. In Turkey, his photographs are featured regularly in Turkey’s premier exploration and geography magazine, Atlas, of which he is also the photography editor. Kerem continues to focus on social, cultural and environmental issues and cultivate the dramatic narrative in every context through his arresting images.


Türkiye’de yaşayan büyük bir çoğunluk, evlerine gelen misafirleri bu kelimelerle karşılar. En güzel odasını, rahat yatağını, dantelli havlusunu kullandırır, etli yemeğini az kullanılmış servisle sunar, misafiri kendini özel hissetsin diye. Gelenin ille de haber vermesi gerekmez üstelik. Çat kapı da olsa Tanrı misafiridir. İyi ağırlanması gelenektendir. Fakat bu adetin hem ev sahibi, hem misafir için bir süresi vardır, atasözlerine de yansıdığı gibi: “Misafirlik Üç Gündür” Bu geleneksel süre, resmi olarak “misafir”likleri üç günü değil tam üç yılı dolduran Suriyeliler’in Türkiye’de yaşadıklarını anlatmaya yetiyor da artıyor aslında. Tarafların çatışmaları arasında kalan, yakınlarını kaybeden, ülkeleri ile birlikte hayatları da yerle bir olan bu ailelerin önünde bugün iki seçenek var: - Biri, adeta “Misafir umduğunu değil bulduğunu yer” sözüyle gönderildikleri kamplarda kendi deyimleri ile “hapis hayatına” mahkum olmak. - Diğeri ise tüm yorgunluklarına rağmen yaşam savaşının en acımasız saldırılarına maruz kalmak. Erkeklerinin yarı fiyatına (bazen anlaştıkları ücreti bile alamadan) çalışmasına, kadınları ve çocuklarının sokaklarda dilencilik yapmasına, genç kızlarının “kuma”, daha küçüklerininse “çocuk gelin” adı altında istismar edilmelerine ses çıkartmamak… Bu fotoğraf sergisi “misafir” denilerek “mülteci” statüsü verilmeyen, bu nedenle Türkiye’nin bir anda en alt tabakası haline gelen bir halkın başından geçenlere, bizim gözümüzden onların yaşadıklarına dair…

For most people in Turkey, guests are greeted with these words in homes. The most beautiful room, the comfortable bed, the lace towels are given to the guests, the little-used dining service are used to serve the meat dishes, so that the guests feel special. Arrivals should not necessarily even give advanced notice. Even if they appear as a surprise guest, they are treated as guests from God. However this hospitality has an expiration date for both the homeowner and the guests; as the saying goes, “Being guest is good for three days.” This traditional time frame is more than enough to describe what the Syrians in Turkey, who have not been here for three days but for three full years, have gone through. Those who got caught in the middle of the conflict between the parties, those who lost their relatives, who lives got destroyed along with their countries; all those family face these two choices today: - First, to stay in the camps they were sent and be literally condemned to “life imprisonment” as it goes in the saying “Guests cannot choose their place but have to accept what they are presented with.” - The other is to be a victim of the most brutal attacks of the war of life despite all their fatigue. Not to raise a voice at males working for half wages (sometimes even without getting a fee agreed), women and children reduced to begging in the streets, young girls being sold as young mistresses, the younger ones being exploited under the name of “child brides…” This photo exhibition showcases the lives of those people who are called “guests” without being allowed the status of a “refugee”, and explores how in Turkey these people have become a sub-layer of society; and tries to see through our eyes what these people go through.

“Hoşgeldin” / “Xer hati” / “Ehlen ve Sehlen” “Welcome” / “X hati” / “Ehlen ve Sehlen”

5.

24-28 Ekim 2015

47


KEREM YÜCEL

“Hoşgeldin” / “Xer hati” / “Ehlen ve Sehlen” “Welcome” / “X hati” / “Ehlen ve Sehlen”


5.

24-28 Ekim 2015

49


Luciano Candisani

Fotoğrafçı Luciano Candisani’nin çalışmaları, başta insan olmak üzere canlıların doğayla arasındaki ilişkiyi gözler önüne seren vahşi doğayı göstermektedir. Bu bağlantının yaşam alanlarının yıkımı sonucu kopması bio çeşitliliğin ve yerli kültürlerin korunmasının karşısındaki en büyük tehdittir. National Geographic Dergisi Temmuz 2013 sayısı için hazırladığı yeni hikaye, ‘Timsah Avcısının Dönüşü (The Comeback Croc)’, onun yaratıcı motivasyonu ve stilinin bir örneği niteliğindedir. Bu çalışma, dünyanın en büyük sulak alanındaki suların dinamiklerine bağlı olarak yaşayan bir canlı türü olan Pantanal Timsahı’nın hayatının görsel bir yorumudur. Bu çalışmadaki resimlerden biri, sanatçıya prestijli bir ödül olan 2012 yılının vahşi doğa fotoğrafçısı ödülünün bir kategorisinde birincilik kazandırmıştır. Candisani fotoğrafçılık kariyerine São Paulo Üniversitesi Biyolojik Bilimler bölümünde yüksek lisans öğrencisi olduğu dönemde, bilimsel keşif gezilerinde başladı. İlk büyük profesyonel çalışması, Antarktika buzullarının altındaki deniz yaşamının dökümante edilmesi amacıyla 1996 yılında gerçekleştirilen üç ay süreli bir keşif gezisidir. O günden bu güne dek çalışmaları onu Antarktika’dan Patagonya’ya, Amazonlar’dan Rocas Atoll’a, Darvin ve Wof Adaları’ndan Falkland Adaları’na ve hatta Filipinler’deki Danajon kıyılarına kadar dünyanın pek çok yerine götürmüştür. Candisani günümüzde National Geographic ekibinin fotoğraf çalışmalarına katkıda bulunmaktadır. Ayrıca 7 fotoğrafçılık kitabının sahibi olup birçok sergisi ve atölyesi bulunan sanatçının dünya genelinde Geo ve BBC Wildlife (BBC Vahşi Yaşam) gibi yayınlarda çok sayıda çalışması da bulunmaktadır. Luciano’nun aynı zamanda National Geographic’in Brezilya’daki yayınları için çok sayıda çalışması bulunmaktadır. Bu çalışmalardan ‘Hippi

The work of photographer Luciano Candisani shows the world’s vast wilderness areas throught images that seek to reveal the link between species – including humans – with the environment. The interruption of this link by the habitats’ destruction is one of the main threats for the biodiversity and indigenous cultures conservation. His recent story for the National Geographic magazine, “The Comeback Croc” (July 2013 issue), is an good example of his creative motivation and style. It presents a fresh visual interpretation on the life of Pantanal Caiman, a species that strongly depend on the dynamics of the water in the world’s biggest wetland. One of the pictures on this feature has awarded him first place in one of the categories of the prestigious 2012 Wildlife Photographer of the year. Candisani started his career as a photographer for scientific expeditions, while he was still a graduate student at the Biosciences Institution of São Paulo University. His first great professional opportunity was a three months expedition to Antarctic frozen seas to document the marine life under the ice in 1996. Since then, his assignments have taken him to some of the world’s most remote places, such as Antarctic, Patagonia, Amazon, Rocas Atoll, Darwin and Wof Islands, Falkland Islands, and Philippines Danajon Banks. Nowadays, his is a contributing photographer for national Geographic and author of 7 photographic books, several exhibitions, workshops and stories featured in other key publications worldwide, such as Geo and BBC wildlife. Luciano also had completed several assignments exclusively for the Brazilian edition of the National Geographic. One of these stories, the “hippie monkeys” (2002) won first prizes in four categories of the Abril Journalism Awards, including the top award of distinction in photography of the year. The great repercussion of his story brought real benefits to conservation efforts of this very endangered primate which is between the 25th


Maymunlar’ (2002) isimli olanı, Abril Gazetecilik Ödülleri’nde, yılın üstün fotoğrafçılığı ödülünün de içinde bulunduğu dört dalda birincilik ödülünü kazanmıştır. Hikayesinin yankıları, IUCN kırmızı listede soyu tükenmekte olan hayvanlar arasında 25. sırada olan bu maymun türünün korunması çalışmalarına büyük katkı sağlamıştır. Brezilya doğumlu Luciano, ülkenin güneydoğu sahillerinde, yağmur ormanlarıyla denizin arasında kalan ve büyük bir doğal koruma alanı niteliğindeki ‘Ilhabela’ adasında yaşamını sürdürmektedir.

Bu, timsahın, nehir suyu seviyesinin hayatın ritmini yönettiği dünyanın en büyük sulak arazisinde, akışın dinamiklerini takip ederek göç etmesinin hikayesidir. Yaz yağmurlarıyla birlikte büyük nehirler taşarak çevrelerindeki büyük ovaların yapısını tamamen değiştirirler. Yeşil çimenlerin bulunduğu araziler geçici olarak ırmaklara dönüşür, timsahlar için ziyafet anlamına gelen on binlerce balığın içinde yaşadığı çeşitli renklerde su bitkileri bir anda topraktan çıkıverir. Jacare Timsahı (Caiman yacare), hayatta kalmayı başarmış bir türdür. 70’ler ve 80’lerde Güney Amerika’nın sulak topraklarında bu sürüngenlerin milyonlarcası savunmasızca, gecenin karanlığında gözlerinin ortasından vurularak katledilmiştir. O günlerde çok sayıda timsah leşini, büyük bir avın sessiz tanıkları olarak nehir kıyısında görmek mümkündü. Vücutlarının kenarındaki derinin bir kısmı ucuz deri ürünleri sanayisi için ihraç edilmekteydi, soylarının tükenmesi an meselesiydi.

Jacare Timsahi, Suların Ritminde Hayat Jacare Caiman, life in the rhythm of waters.

Tür, pek çok yerde artık gözükmemektedir. Fakat içlerinden ele geçirilmesi daha zor olanlar uzaklardaki bataklıklara sığınarak soylarının tükenmesini önlemişlerdir. 1992’te çıkan ve doğal deri ticaretini yasaklayan bir uluslararası konvansiyon sayesinde, sığındıkları yerde nüfusları giderek artmaya başlamıştır.

5.

24-28 Ekim 2015

world’s most endangered monkeys according to IUCN red list. In 2005 Candisani was invited to join the ILCP- the international League of Conservation Photographers and has been working with this group to to use the art of high-quality photography to encourage people to take action in support of tangible and meaningful conservation measures. Luciano was born in Brazil and lives with his family between the rainforest and the sea in “Ilhabela”, an island protected by a huge natural reserve in the southeastern Brazilian coast.

This is a essay about the life of the Pantanal Caiman as it migrates along the year following the the water dinamics in the world’s biggest wetland, where the river level dictates the rhythm of life. With the summer rains the main rivers overflow to the large expanses of lowlands around and change landscape abruptly, green fields of grasses transmutate into temporary rivers and colourful aquatic plants sprout from the ground originating aquatic gardens inhabited by myriads of fish, a feast to caimans. Jacare Caiman (Caiman yacare) is a surviving species. Year after year during the 70s and the 80s, over a million of these reptiles have been killed in the South American vast wetlands with a shot right between the eyes, at night, with no chances of defense. In those days, hundreds of Caiman carcasses could be seen along the river banks as a silent testimonial of a massive hunt. Only the skin of the sides of the body was exported to an industry of cheap leather products, and extinction seemed to be a matter of time. The species actually disappeared from many places, but small groups of more elusive individuals were able to find protection in remote swamps, thus escaping from extermination. From these secure points their population started to rise, thanks to an international convention that banned the trade of natural skins as of 1992.

51


Luciano Candisani

Günümüzde sayıları 20 milyonu bulan bu timsah türü Pantanal bölgesinin en yaygın, en çok sayıda ve en çok fotoğraflanan timsahları olsalar da, yaşam alanlarındaki suyun hareketlerine bağlı olarak sürekli hareket eden çekingen bir tür olduklarından, bu yırtıcı hayvanın sualtındaki davranışlarını gösteren hiçbir görsel mevcut değildi.

Today, they add up to over 20 million, being one of the most common, abundant and photographed crocodilean on Pantanal, but prior to this coverage there existed almost no images showing the behavior of this predator in it’s underwater habitat, as it is a timid animal that is always moving according to water level in their habitat.

Bu resimde görüldüğü üzere, zorlu şartlara rağmen sanatçı, bu sürüngenlerle neredeyse iç içe sığ sularda saatlerce vakit geçirmiştir.

Despite the challenging conditions, the autor spent dozens of hours in the shallow waters of the Pantanal working in close proximity to these reptiles as this picture shows.

Burada Jacare Timsahı ile bataklıklardaki su dinamikleri arasındaki güçlü bağ gözler önüne serilmektedir. Pantanal hala timsahlar için olduğu kadar diğer canlılar için de büyük ve güvenli bir alan olsa da, çevrede tehditler bulunmaktadır. Mevcutta, nehirler üzerine barajlar inşa edilmesini amaçlayan projeler bulunmakta olup, bu durum bataklığın genelindeki su dengelerini olumsuz etkileyebilir. Bunun yanında büyükbaş hayvancılık ve ekili alan oluşturulması için ormanlar tahrip edilmektedir.

Jacare Timsahi, Suların Ritminde Hayat Jacare Caiman, life in the rhythm of waters.

“Gezegenimizdeki bio çeşitliliğin korunmasının karşısındaki en büyük problemlerden biri bu yaşam alanlarının giderek tahrip edilmesidir. Timsahlarla yaptığım ve hatta kariyerimin genelindeki çalışmalarım, bir defa yok edildiğinde yenilemeyecek olan, hayvanlarla çevreleri arasındaki temel ilişkiye dikkat çekmeyi amaçlamaktadır.”

This coverage demonstrate the strong link between Jacare Caiman and the dynamics of the waters in the wetlands. The Pantanal is still a huge, safe home for the Caimans and many other species, but there are threats around. There are currently many projects for dams on the rivers that supply water to the flood plains and this can adversely affect the water balance in the entire wetland. There is also the increasing threat of deforestation for cattle production and for plantations. One of the most pressing problems for biodiversity conservation on the planet is this creeping habitat loss. My work with caimans and in general during my career has always sought to evoke the fundamental relationship between the animals and their environment a delicate balance that once destroyed can never be replaced.


5.

24-28 Ekim 2015

53


Mehmet Ünal

Mehmet Ünal, 1951 yılında Çanakkale’de doğdu. 1963 yılında ailesiyle birlikte İstanbul’a göç etti. Bakırköy Halk Evi’nde tiyatroya amatör olarak başladı.

1970-1971 Halkevleri Deneme Tiyatrosu ana kadrosu üyeliğinde bulundu. Daha sonra 1975 yılında Halk Sahnesi oyuncularının kurucu ve aktif üyesi oldu.

Mehmet Unal was born in Çanakkale in 1951. In 1963, he emigrated with his family to Istanbul. He started as an amateur at the Bakırköy People’s House Theatre. After studying at the Lisans Cultural Center Theater School, he tried to advance his theater training with the group of individuals that left Lisans Cultural Center. Between 1970-1971, he was a member of the core group of actors at the Public Houses Experimental Theater. After this, in 1975, he was a founding and an active member of the Public Stage Actors.

1976 sonbaharında, kendi deyimiyle aşkının peşinden Almanya’ya gitti ve oraya yerleşti. Almanya’da tiyatro yapma olanağının kısıtlı olduğunu anladığında, fotoğrafa olan ilgisine yoğunlaştı. Türkçe ve Almanca yayınlanan günlük, haftalık veya aylık dergi ve gazeteler için serbest olarak çalışmaya başladı.

In the fall of 1976, in his own words, he followed his love to Germany and settled there. When he realized his chances of working in theater in Germany were limited, he focused on his interest in photography. He started working freelance for daily, weekly or monthly magazines and newspapers published in Turkish and German.

Özellikle portre fotoğrafçılık dalında gerek Türkiye’de gerekse Almanya’da saygın bir yer edindi. Ünal, Türkiye ve Almanya’da yaşamını sürdürmektedir.

Particularly in portrait photography Unal has gained a respectable place in Turkey and in Germany. Unal is living in Turkey and Germany.

Lisans Kültür Merkezi Tiyatro Okulu’nda eğitim aldıktan sonra, Lisans Kültür Merkezi’nden ayrılan grupla birlikte tiyatro eğitimini geliştirmeye çalıştı.


Türkiyeli ’Konuk İşçiler’in Almanya’daki 50 yılı Göçmen ülkesi Federal Almanya ile göç veren ülke Türkiye Cumhuriyeti, 2011 yılında önemli bir jübile kutladılar. İki ülke 30 Ekim 1961 tarihinde “İşçi Göçü Anlaşması”nı imzalamışlardı. Bu önemli jübilenin hak ettiği biçimde kutlanması ve gelecek nesillere belgesel bir kaynak olabilmesi için bu sergi hazırlanmıştır. Bu serginin fotoğrafları 1977-2010 yılları arasında çekilmiştir. Sergi 100 fotoğraftan oluşmaktadır. Gezici sergi olarak tasarlanmış ve Friedrich-Ebert-Vakfı, Regionalbüro Rheinland-Pfalz tarafından Almanya’nın yaklaşık 25 kentinde sergilenmiştir. “35 yıl süresince Türk göçmenlerle birlikte çalıştım. Fotoğrafçı olarak 35 yıl kentlerde, kasabalarda, köylerde ve beldelerde dolaştım. Türk göçmenlerin günlük yaşamlarını tanıma fırsatım oldu. Onların çalışma yaşamlarını, koşullarını birebir izledim. Bu yıllar içerisinde, onların başarılarına ve başarısızlıklarına tanık oldum. Onları fotoğrafladım.“ Bu fotoğraflar yalnızca konuk işçilerin göç memleketindeki gelişmelerini göstermiyor, aynı zamanda onların erdem, tinsel ve ruhsal yetkinliklerinin de birer belgesidirler. “Entegrasyon“ kelimesinin yeniden tanımlanması gerekmektedir. Çünkü bu insanlar artık konuk işçi değildirler. Bu toplumun bir parçasıdırlar. Toplum yeni biçimler kazanmaktadır. Nereli olduğumuz, dinimiz ve dilimiz birincil derecede önemli olmamalıdır.

50 Years of Turkish ‘’Guest Workers’’ in Germany Immigration countries and emigration countries, the Federal Republic of Germany and the Republic of Turkey, celebrated an important anniversary in 2011. The two countries signed the ‘’Labour Migration Agreement on October 30, 1961. This exhibition has been prepared in order for this important anniversary to be celebrated in the way it deserves, and to serve as a resource for future generations. The photographs in this exhibition were taken between 1977 and 2010. The exhibition consists of 100 photographs. Designed as a touring exhibition and the result of a collaboration between the Friedrich-Ebert - Foundation and Regionalbüro RheinlandPfalz Germany, it has been exhibited in 25 cities in Germany. “For 35 years I have worked with Turkish immigrants. 35 years as a photographer I wandered in the cities, towns, and villages. I had the opportunity to witness Turkish immigrants’ daily lives. I watched the conditions of their work lives and work environments closely. During those years, I witnessed their successes and failures. I photographed them.” These photos not only show the developments in the country guest workers migrated to, but also document their virtues, and the spiritual and emotional characteristics. It is necessary to redefine the word “Integration”. These people are no longer guest workers. They are part of this society. Society is developing new forms. Where we are from, our religion and our language should not be the primary importance.

“Memleket Almanya” “Nation Germany’’

5.

24-28 Ekim 2015

55


Mehmet Ünal

“Memleket Almanya” “Nation Germany’’


5.

24-28 Ekim 2015

57


Servet Dİlber

Servet Dilber, 1975 yılında İstanbul’da doğdu. Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirdi. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü’nden mezun olduktan sonra gazete, dergi ve kitap projelerinde fotoğraf editörü olarak çalıştı. Fotoğrafları Atlas, National Geographic Türkiye, Die Zeit, Le Monde, Financial Times, The Guardian’ın da aralarında bulunduğu ulusal ve uluslararası dergi ve gazetelerde yayınlandı. Kültür ve çevre konularında uzun süreli fotoğraf çalışmaları yapmakta ve İstanbul’da yaşamaktadır.

Servet Dilber was born in 1975 in Istanbul. He graduated from Kabatas High School. After graduating from Mimar Sinan University Faculty of Fine Arts Department of Photography, he worked as a photo editor in newspaper, magazine and book projects. His photographs have also been published in national and international magazines and newspapers such as Photo Atlas , National Geographic Turkey, Die Zeit, Le Monde, the Financial Times, and The Guardian. Dilber has spent a long time taking photographs of cultural and environmental subjects and he lives in Istanbul.


Şehir şehir, toprak toprak gezdikten sonra sonunda evlerine dönüyorlar. Her şey aslında başlarının üzerinde olmasından güven duydukları o çatı uğruna. O çatı altında yaşayabilmek, evlenebilmek, sevdiği şeylerle donanabilmek için mevsimlik oluyorlar.

They return to their homes after travelling from city to city, and from land to land. Everything indeed is for their roof that make them feel safe. The desire to live, marry and equipping themselves under that roof is the reason for their seasonal work.

Hayatları toprağa bağlı, yılın neredeyse yarısını başlarının üzerinde bir çatı olmaksızın geçiren ve bunu başlarının üzerinde bir çatı olsun diye yapan mevsimlik tarım işçilerinin kaderleri birbirlerine benziyor.

Seasonal agricultural workers, whose lives are tied to soil, and who live half of a year without a roof over their heads but do it to protect that roof have similar destinies.

Kadınlar… Erkekler… Çocuklar… Aylar boyunca evlerinden ayrı, yüzlerce kilometre uzaktalar… Ne çalıştıkları toprak kendilerinin, ne de çıkarttıkları ürün. Hayatlarında değişmeyen tek şey yeni mahsulün peşinden gidişleri… Rotanın başladığı şehirler değişse de Türkiye genelinde dört ana merkezleri bulunuyor: Adıyaman, Şanlıurfa, Diyarbakır ve Kahramanmaraş. Bu kentlerden yaz aylarında yola çıkıyorlar. Sahibi olmadıkları topraklar nereye çağırır, mahsul nerede toplanmaya hazır olursa oraya gidiyorlar. Çocuklarıyla birlikte… Çadırlarda ve derme çatma yapılarda barınıyorlar. Bütün gün çalışıyor, akşam bir sofra başında toplanıyorlar. Bütün gün işlemesi gereken elleri kimi zaman pamuğa kimi zaman kiraza kimi zaman çapaya kimi zaman fındığa değiyor. Mevsim mevsim değişiyor ellerine değenler. Oysa yaşadıkları muhtemelen hep aynı: Çalışmak için gidilen yeni coğrafyada barınmak, hayatta kalmak için çalışmak, çocukları oradaki okula göndermenin bir yolunu bulmak. Çocuklar bebekken başlıyorlar bu yolculuğa. Tarlaların bitişiğindeki çadırlarda doğuyor, emekliyor, yürüyor ve sonunda yine aynı tarlalarda çalışmaya başlıyorlar. Önce yan işlere koşturuyorlar. Tarlada ya da bahçede fiilen çalışmasalar da su taşıyor, çadırda kalıp eşyaları gözetliyor, yemek yapıp bulaşık yıkıyor, temizlik yapıyorlar. Tabi şehirden şehre göç etmek zorunda kalırken yakalandıkları hastalıklar, yaşadıkları kazalar da cabası. Bitmeyen Hasat

Onların hızla büyümeleri, erişkin olmaları isteniyor. Öyle ki bazısı 9,

Women… Men… Children… They are hundreds of kilometers away from their homes for months… Neither the soil belongs to them nor the produce that they harvest. The only constant in their lives is their hunt for new crop… The cities, where their routes start changes but there are four centers in Turkey: Adıyaman, Şanlıurfa, Diyarbakır, and Kahramanmaraş. They start their journeys in summer months. They go to the stranger’s lands that call them, they go to the lands that are ready to be harvested. Together with their children… They live in tents and unsound structures. They work all day long and gather around a dinner table in the evening. Their hands that have to work all day long touches cotton, cherries, hoes or hazelnuts. The things they touch change by seasons. But the things they go through are probably always the same: To inhabit the region that they went for work, to work for survival, and to try to find a way to educate their children in strange lands. Children start this journey when they are babies. They are born in tents near plantations, they start to crawl and walk there, and in the end they work at the same plantations. First they do sub tasks. Even that they do not actually work in the plantation, they do carry water, keep an eye on the belongings in tents, prepare meals and wash dishes and do the cleaning. But they do suffer from illnesses and accidents because of migrating from city to city. They are asked to grow up fast. In fact some start to “get paid” at the age of 9 and some at 10. Although they are not allowed to work legally before the age of 15 this poses no problem. Because

ENDLESS Harvest

5.

24-28 Ekim 2015

59


Servet Dİlber

bazısı 11 yaşında “ücret” almaya başlıyor. Kanunen 15 yaşını doldurmadan çalıştırılmaları yasak olsa da bu engel olmuyor. Çünkü görülmüyorlar. Ya da daha doğrusu görülmek istenmiyorlar. Halbuki yaşadıkları birkaç “istisna” ile sınırlı değil. Raporlarda isimleri “sehven” de yer almıyor. Devasa bir toplumsal sorun olarak kuşaklardır katlanarak çoğalıyorlar. 2012 TÜİK verilerine göre tarlalardaki çocukların sayısı, çalıştırılan çocuk sayısının yaklaşık yarısına, yüzde 44,7’sine karşılık geliyor. Yani yaklaşık 350 bin, 400 bin çocuk bu çemberin içinde yer alıyor. Dışına çıkmaları ise imkânsız gibi. Acı hikâyeler gizli geçmişlerinde. Tarlada doğurup iyi bakamadıkları için kaybettikleri çocukları, kazalarda yitip giden ablaları, nehirde boğulan anneleri var hepsinin. Gözleri doluyor, bazen gizlice ağlıyorlar. Ama duygusallığa yer yok burada. Güçlü olmalı, güçlü kalmalılar ki düzenlerini devam ettirebilsinler. O nedenle ağızlarından çıkan kelime hep “şükür” oluyor. Ardına yapacak başka bir şeyleri olmadığını da ekleyiveriyorlar. Vedalaşırken ise tek söz dökülüyor: “Hayat işte, bize de bu yazılmış.”

Bitmeyen Hasat EndLESS Harvest

they are not seen. Or rather they don’t want to be seen. However what they are going through is not a few “exceptions”. Their names are not written in reports even “mistakenly”. They are a huge social problem which increases exponentially from generations to generations. According to the 2012 Turkish Statistics Institution data, the number of children in plantations is 44.7% of the total working children, in other words half of their number. This means that about 350 to 400 thousand children is a part of this life. And it is almost impossible to get out. Their pasts are filled with sorrow stories. They all have children that died because they were born in plantations and could not receive proper care; they all have sisters that died, and mothers that drowned in rivers. They are moved to tears and sometimes secretly cry. But there is no place for emotions here. They have to stay strong to continue their lives. Therefore they always say “thank god”. They continue those words by explaining that they have nothing else to do. When they say goodbye they say: “This is life, this is our destiny.”


5.

24-28 Ekim 2015

61


Bülent Özşeker 3F Collective

Tıp doktoru olan Bülent Şeker, 1955 yılında İstanbul’da doğdu. Fotoğraf tutkusu Fotoğrafevi atölyesinde Haluk Çobanoğlu’ndan aldığı derslerle başladı. 2008 yılında Fotoğrafevi’nde Yeşim Tetik ve Edmon Sefer ile birlikte “Üçüncü Tepe” sergisine katıldı. Ayrıca sergiye eşlik eden “Üçüncü Tepe” fotoğraf albümü Fotoğrafevi yayınları tarafından yayımlandı. 2013’de “Hayali Şehir” fotoğraf albümü ESPAS Sanat Kuramı Yayınları tarafından yayımlandı. 2014 yılında ise 3f collective fotoğraf grubu ile 1. Beşiktaş Uluslararası Fotoğraf Festivali’nde fotoğrafları sergilendi. Evli ve iki çocuk babası olan Bülent Şeker fotoğraf tutkusunu 2005 yılından beri Edmon Sefer ve Yeşim Tetik ile paylaşıyor.

HAYALİ ŞEHİR IMAGINARY CITY

Bülent Şeker, who is a medical doctor, was born in 1955 in İstanbul. His love for photography started with the lessons he took at the art studio of Haluk Çobanoğlu. In 2008 he participated in the “Third Hill” exhibition at Fotoğrafevi together with Yeşim Tetik and Edmon Sefer. Also his photography album entitled “Third Hill” was published by Fotoğrafevi publications. In 2013 his photography album entitled “Imaginary City” was published by ESPAS Art Theory Publications. In 2014 together with 3F Collective his photographs were exhibited at the 1st Beşiktaş International Photography Festival. Bülent Şeker is married with two children and shares his love for photography with Edmon Sefer and Yeşim Tetik since 2005.


5.

24-28 Ekim 2015

63


Edmon Sefer 3F Collective

Edmon Sefer, 1958’de İstanbul’da doğdu. Kimya yüksek mühendisi olan Edmon Sefer, çeşitli fotoğraf atölyelerine katıldı. 2005’de Fotoğrafevi’nde Haluk Çobanoğlu danışmanlığındaki “Basılmış Bir İşin Olsun Atölyesi” fotoğraf anlayışının oluşmasında belirleyici oldu. 2008’de Fotoğrafevi’nde Bülent Özşeker ve Yeşim Tetik ile birlikte “Üçüncü Tepe” sergisine katıldı. Sergiye eşlik eden “Üçüncü Tepe” fotoğraf albümü Fotoğrafevi yayınları tarafından yayımlandı. 2013 yılında “Hayali Şehir” fotoğraf albümü ESPAS Sanat Kuramı Yayınları tarafından yayımlandı. 2014 yılında ise 3f collective fotoğraf grubu ile 1. Beşiktaş Uluslararası Fotoğraf Festivali’nde fotoğrafları sergilendi. Şehir fotoğrafçısı olan Edmon Sefer, Bülent Özşeker ve Yeşim Tetik’le uzun soluklu projelerde çalışıyor. Evli bir çocuk babasıdır.

HAYALİ ŞEHİR IMAGINARY CITY

Edmon Sefer was born in Istanbul in 1958. Edmon Sefer, who holds a master’s degree in chemical engineering, has participated in various photographer’s studios. “Have a Published Work” Studio which was initiated in 2005 at Fotoğrafevi under the supervision of Haluk Çobanoğlu has shaped his understanding of photography. In 2008, together with Bülent Özşeker and Yeşim Tetik, he has participated in the “Third Hill” exhibition at Fotoğrafevi. His photography album presented in the exhibition and entitled “Third Hill” was published by Fotoğrafevi publications. In 2013 his photography album entitled “Imaginary City” was published by ESPAS Art Theory Publications. In 2014 together with 3F Collective his photographs were exhibited at the 1st Beşiktaş International Photography Festival. Edmon Sefer, who is an urban photographer, works in long term projects with Bülent Özşeker and Yeşim Tetik. He is married and has a child.


5.

24-28 Ekim 2015

65


Yeşİm Tetİk 3F Collective

Yeşim Tetik, 1967’de İstanbul’da doğdu. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nden mezun oldu. 2005’de Fotoğrafevi’nde Haluk Çobanoğlu’nun danışmanlığında “Basılmış Bir İşin Olsun Atölyesi”ne katıldı. 2008’de Fotoğrafevi’nde Bülent Özşeker ve Edmon Sefer ile birlikte “Üçüncü Tepe” sergisine katıldı. Sergiye eşlik eden “Üçüncü Tepe” fotoğraf albümü Fotografevi yayınları tarafından yayımlandı. 2013 yılında “Hayali Şehir” fotoğraf albümü ESPAS Sanat Kuramı Yayınları tarafından yayımlandı. 2014 yılında ise 3f collective fotoğraf grubu ile 1. Beşiktaş Uluslararası Fotoğraf Festivali’nde fotoğrafları sergilendi. Çeşitli sergilerde fotoğrafları yer aldı. Yeşim Tetik, serbest fotoğrafçı ve tasarımcı olarak çalışmalarını sürdürüyor.

HAYALİ ŞEHİR IMAGINARY CITY

Yeşim Tetik was born in 1967 in İstanbul. She was graduated from the Marmara University Faculty of Fine Arts Painting Department. In 2005, she has participated to the “Have a Published Work” Studio at Fotoğrafevi under the supervision of Haluk Çobanoğlu. In 2008, together with Bülent Özşeker and Edmond Sefer, she has participated in the “Third Hill” exhibition at Fotoğrafevi. Her photography album presented in the exhibition and entitled “Third Hill” was published by Fotoğrafevi publications. In 2013 his photography album entitled “Imaginary City” was published by ESPAS Art Theory Publications (ESPAS Sanat Kuramı Yayınları). In 2014 together with 3F Collective his photographs were exhibited at the 1st Beşiktaş International Photography Festival. Her photographs were exhibited in various exhibitions. Yeşim Tetik, continues her works as a freelance photographer and designer.


5.

24-28 Ekim 2015

67


Abdullah Hekİmhan

1986 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Bölümünden mezun olan Hekimhan, yüksek lisansını aynı üniversitede tamamladı. Profesyonel fotoğraf yaşamına 1985 yılında başlayan Hekimhan, 1991 yılında kendi stüdyosunu kurarak reklam fotoğrafı alanına atıldı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Bölümünde tam zamanlı ve Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi’nde ise yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak hizmet verdi. 2010 yılında Kanada’ya göç eden Abdullah Hekimhan, yerli, yabancı ve çokuluslu reklam ajanslarıyla çalışarak birçok kuruluşun tanıtım faaliyetlerinde yer aldı. Türkiye’nin çeşitli kentlerinde karma fotoğraf sergilerine katıldı, üniversitelerde ve meslek kuruluşlarında seminerler verdi. Profesyonel Tanıtım Fotografçıları Derneği (PTFD), Canadian Freelance Union, Professional Photographers of Canada, Professional Photographers of British Columbia ve Professional Photographers of America’ya üye oldu. Reklam fotoğrafıyla birlikte fotoğrafın sanat ve belgesel alanlarında kişisel projeler üretmektedir. İstanbul doğumlu olan Abdullah Hekimhan, çalışmalarını ve yaşamını halen Kanada ile Türkiye’de sürdürmektedir.

Hekimhan was graduated from the Photography Department at Mimar Sinan Fine Arts University in 1986 and received his master degree from the same university. Started his professional photography life in 1985, he initiated to concentrate advertising photography after creating his own studio in 1991. He served as full-time lecturer in the Photography Department at Mimar Sinan Fine Arts University while being part-time lecturer in the Faculty of Art and Design at Yıldız Technical University. Moving to Canada in 2010 Abdullah Hekimhan worked in local, foreign and multinational advertising agencies and took part in the promotional activities of various institutions. He attended to mixed photo exhibitions in several Turkish cities and conducted seminars at universities and professional organizations. He became a member of Association of Professional Advertising Photographers (PTFD), Canadian Freelance Union, Professional Photographers of Canada, Professional Photographers of British Columbia and Professional Photographers of America. Along with advertising photography, he produces personal projects in the fields of photographic art and documentary. Born in İstanbul, Abdullah Hekimhan still continues his works and life in Canada and Turkey.


Yollar… içinde hayatların, umutların ve düşlerin aktığı, bazen de sona erdiği, randevuların beklendiği, sabırlı, sabırsız, kimi zaman ışıklı, bazen karanlık, gürültülü ve kalabalık, kimi zaman da ıssız ve suskun olan göç çizgileri… Yollar; her daim büyülü nehirler… Bu fotoğraflar Amerika’nın batı kıyısında California, Oregon, Washington ve Nevada eyaletleri boyunca güneyde Meksika-Tijuana sınır kapısından kuzeyde Kanada–Vancouver sınırına, oradan da tekrar başladığı yere dönen bir yolculuk boyunca daha önce verilmiş randevulara yetişmeyi umut ederken çekildi.

Roads… in where lives, hopes and dreams flow, and sometimes end, the rendezvous awaited, patient, impatient, sometimes lightened, sometimes dark, noisy and crowded, sometimes deserted and silent migration routes… Roads; always magical rivers… These photos were taken at the western coast of the States throughout California, Oregon, Washington and Nevada states while dreaming about catching the prior rendezvous during a journey from Mexico-Tijuana border gate in the south to Canada-Vancouver border in the north.

Yol Road

5.

24-28 Ekim 2015

69


Abdullah Hekİmhan

Yol Road


5.

24-28 Ekim 2015

71


Almİla Kuş

Almila Kuş, 1966 yılında Eskişehir’de doğdu. Marmara Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. 2011 yılından beri fotoğraf üretiyor. Fotoğraf üretimi ile kendini bütünleştirdiği şey, tek bir kalıba ve tek bir renge sığamamak. İmgeler ile farkındalığı arttırmak ve bunu belgesel sokak fotoğrafı anlayışı ile aktarmak için çalışıyor.

She is one of the photographers of “If Photo Collective” and shares the voice of conscience with the world using photographic language. In this context she aims to realize influential transfers in photo production by means of photojournalist, conceptual and empirical approaches.

Hayatlar…

Lives…

gözlerimi kapıyorum ve siluetler görüyorum… gerçekle hayal arası yaşamakla olmak arası gözlerimi açıyorum, hayatlar görüyorum en çok da çocuklara bakıyorum gözlerine… hayatlar ve gözler bozguna uğramış, birbirinde başka bakışlar göçebeler... Eskiden mutluluk çığlıklarının ve neşeli gülüşlerin yükseldiği panayırlar…

I close my eyes and see silhouettes… between the real and dream between the lives and being I open my eyes, see lives I look at children most to their eyes… Lives and eyes defeated, sights different than each other nomads... Fairs where cries of happiness and cheerful laughs used to louden…

Erkekler yılgın, gelecek kaygısı duyarken kadınlar, günlük telaşelerine devam ediyor. Çocuklarsa her zaman çocuk. Hürriyet Mahallesi’ndeki boş alana yerleşmiş iki günlük panayırdan bir yaşam kesiti bizi selamlıyor. Hayat ise akmaya devam ediyor. Boşluklar ve unutulmuşluklarla…

Grey Lives

She has been producing photos since 2011. The point she integrated herself with photography is not to fit in a single pattern and a single color. She tries to increase awareness with images and to transfer this through documentary – road photos approach.

“If Photo Collective” fotoğrafçılarından olup, vicdanlarının sesini fotografik lisan kullanarak dünya ile paylaşıyor. Bu bağlamda fotoğraf üretiminde fotojurnalist, kavramsal ve deneysel yaklaşımlar ile etkili aktarımlar gerçekleştirmeyi hedefliyor.

Unutulmaya yüz tutmuş panayır, hatırlarda kaldığı gibi insan kalabalığıyla taşmıyor. Hissedilen tatlı duyguların yerini sefalet ve boşluk almış.

Silik Hayatlar

Almila Kuş was born in 1966 in Eskişehir. She was graduated from the Department of Public Administration in Marmara University.

Fair that tends to be forgotten are not jam-packed as it is in the memories. Misery and emptiness overtook the place of sweet emotions being felt. While men are daunted and feel the future anxiety, women continue their daily lives. Children instead are always children. A slice of live from a two-day fair on an empty plot in Hürriyet Neighborhood salutes us. Life on the other hand continues passing. With emptiness and forgottenness…


5.

24-28 Ekim 2015

73


Asuman Ergüney

Asuman Ergüney, 1976 Ankara’da doğdu. Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nden 1998 yılında mezun oldu. Fotoğrafla üniversite yıllarında tanıştı. Kredi tamamlamak için aldığı fotoğraf dersleri Ergüney için vazgeçilmez bir tutkuya büründü. Mezun olduktan sonra kendisini Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği’nde buldu. Serpil Yıldız ve Selim Aytaç’ın belgesel fotoğraf atölyelerinde çalışmaya başladı. Daha sonra Hakkı Üncü’nün çektiği bir fotoğraftan yola çıkarak Türkiye’de yaşayan mültecileri çalışmaya başladı. Birleşmiş Milletler ve Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi’yle işbirliği gerçekleştirdi. Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği çatısı altında birçok çalışmaya imza attı. Çalışmalarını genellikle belgesel fotoğrafçılığı üzerine yoğunlaştırdı. Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği’nde bir dönem yürütme kurulu üyeliği gerçekleştirdi. Ergüney, tarih öğretmeni olarak mesleki hayatına devam etmektedir. Ergüney, “Me Romis Sinom” Türkiye’de Romanlar ve meslekleri, “Bekleyiş” Türkiye’de sığınmacı hayatlarından kareler, “Amen” Güneydoğu Anadolu’da inançlar ve “Ulus Altındağ’da Kentsel Dönüşüm” isimli çalışmalarda yer aldı.

Asuman Erguney was born in 1976 in Ankara. She graduated from Hacettepe University’s History Department in 1998. She got introduced to photography during ehr college years. Photography classes she took to complete her credits became indispensible part of her life. After graduation, she found herself at the Ankara Photography Artists Association. She began working at Serpil Yıldız and Selim Aytaç’s documentary photography studio. After this, upon seeing a photo taken by Hakkı Üncü’s she started studying the refugees living in Turkey and began to work in this field. She collaborated with the United Nations and the Eurasia Strategic Research Center. Under the umbrella of the Ankara Photography Artists Association, she has completed many works. Her work has mostly concentrated on documentary photographs. She also held a position on the executive board of the Ankara Photography Artists Association. Ergüney continues her career as a History teacher. Erguney was spart of the works ‘Me Romis Sinom’, an examination of Roma professions in Turkey; ‘Waiting’, frames from the refuge lives in Turkey; ‘Amen’, an exposition of beliefs in Southeastern Anatolia; and ‘Ulus Altındağ Urban Transformation.’


Onlar vatansızlar, mülteciler, sığınmacılar, göçmenler… Onlar vatandaşı olduğu devleti tarafından korunamayanlar; ırkı, dini, milliyeti, siyasi görüşleri nedeniyle zulüm görenlerdir. Onlar doğdukları toprakları terk ederek uzaklara, bilmedikleri coğrafyalara gitmeye mecbur edilenlerdir.

They are stateless, refugees, asylum seekers, immigrants...They are the ones not protected by the state as citizens; One persecuted because of their race, religion, nationality, political views. They are the ones who leave their native land far away, ones forced to go to a place they do not know.

Dünya, tarihte görülen en büyük toplu mülteci akımına tanık oluyor…

The world is witnessing the largest mass refugee movements in history ...

Suriye’deki iç savaşın başlangıcı olan Mart 2011’den bu yana 11 milyondan fazla Suriyeli evlerini terk etmek zorunda kaldı, yerinden edildi. 4 milyona yakın insan Suriye’nin yakın komşuları Türkiye, Lübnan, Mısır, Ürdün’e sığındı.

From the beginning of the civil war in Syria more than 11 million Syrians have had to leave their homes since in March 2011 and been displaced . Close to 4 million people took refuge in Syria’s immediate neighbors Turkey, Lebanon, Egypt, and Jordan.

Suriyeli mültecileri iyilikle ve cömertlikle kabul eden Türkiye, “misafir” olarak adlandırdığı 1.7 milyon mülteciye kapısını açtı ve onlara, temel barınma, koruma ve diğer önemli hususlarda destek sağlayarak 275.000 kişinin barınabileceği kamplar inşa etti.

Turkey accepting and receiving Syrian refugees whom they call “guests,” opened its doors to 1.7 million refugees with kindness and generosity, and provided basic shelter, protection and support by building camps which can accommodate 275,000 people.

Suriye, bir çocuk için dünyanın en tehlikeli yerlerinden biri…

Syria, one of the world’s most dangerous place for a child...

Ülkelerindeki acımasız iç savaştan kaçıp başka ülkelere sığınan Suriyeli mültecilerin yarısından fazlasını çocuklar oluşturuyor. İç savaşın başlangıcından bu yana 7000 çocuğun hayatını kaybettiği Suriye’de 5 milyon çocuk acil insani yardıma ihtiyaç duyuyor. BMMYK (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) rakamlarına göre bugün 2 milyona yakın Suriyeli çocuk, mülteci olarak başka ülkelerin koruması altında.

Seeking refuge in other countries to escape the brutal civil war in their country, more than half of Syrian refugees are children. In Syria where 7,000 children have died since the start of the civil war, and 5 million children are in need of urgent humanitarian assistance. UNHCR (United Nations High Commissioner for Refugees) figures show that close to 2 million Syrian children today are under the protection of another country as refugees.

Suriyeli çocukların geleceklerine dair tek umut; eğitim…

The only hope for the future of Syrian children; education...

Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tarihinin en büyük insani yardım operasyonunu yaparak travma, endişe ve sıkıntı dolu günler geçirmiş olan bu çocuklara güvenli eğitim, psikolojik bakım ve destek ve istikrarlı bir geleceği inşa edecek huzurlu bir ortam sağlamaya gayret ediyor.

The Republic of Turkey’s government is engaging in the history’s largest humanitarian operation, endeavoring to provide a peaceful environment that will provide safe education, psychological care and support, and a stable future for these children who have had days full of trauma, anxiety and distress.

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın idaresindeki kamplarda, Suriyeli öğretmenlerin gönüllü çalıştığı okullarda Suriyeli mülteci çocuklar örgün eğitime kayıt oluyorlar. Ülkelerindeki müfredata uygun olarak bugün binlerce çocuk eğitim olanaRec’a / Umut

In the camps governed by the Disaster and Emergency Management Presidency Administration and in schools where Syrian volunteer teachers work, Syrian refugee children enroll in formal education. Today, thousands of children get access to educational

Rec’a / Hope

5.

24-28 Ekim 2015

75


Asuman Ergüney

ğına kavuşuyor. Kitap, çanta ve okul malzemeleri temin ediliyor. Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği üyesi, belgesel fotoğrafçı Asuman Ergüney’in fotoğrafları ve yazar Selda Tan Özdemir’in metinlerinden oluşan sergi, sığınmacı ve mültecilerin durumlarını aktararak, sosyal farkındalık yaratmayı hedefliyor.

Rec’a / Umut Rec’a / Hope

opportunities in accordance with the curriculum in their country. Book, backpacks and school supplies are provided. Exhibition displaying of the photos of Asuman Erguney, a member of the Ankara Photography Artists Association and a documentary photographer and the texts written by writer Selda Tan Ozdemir aims to create awareness by showing the situation of the refugees and asylum seekers.


5.

24-28 Ekim 2015

77


Aytunç Akad

Aytunç Akad, 1976 yılında İstanbul’da doğdu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde 1994-1998 yılları arasında fotoğraf eğitimi alırken sosyal içerikli belgesel konularına ilgi duymaya başladı. Ulusal ve uluslararası (Newsweek, Geo, Atlas, Le Monde, Der Spiegel, The Observer, The Guardian, The Times vb..) dergilere dünyanın çeşitli yerlerinden belgesel içerikli fotoğraf hikayeleri üretti. Londra merkezli uluslararası fotoğraf ajansı Panos Pictures tarafından temsil edilmektedir. Bunun yanı sıra Aytunç Akad, Birleşmiş Milletler, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, Avrupa Parlamentosu, Greenpeace gibi uluslararası kurumlarla çalıştı. Greenpeace için “Denizin Tanıkları” adlı bir fotoğraf projesi ve “Kömürde Yanmak” isimli bir kısa belgesel filmi hazırladı. Kamera asistanlığı yaparak girdiği sinema ve reklam sektöründe 20 yılı aşkın süredir çalışmaktadır. Yönetmenlik ve görüntü yönetmenliği yapmaktadır. Halen “Ben Apaçi Değilim” isimli bir uzun metraj belgesel film projesi üzerinde çalışmaktadır.

Aytunç Akad was born in 1976 in Istanbul. He became interested in documentaries concerning social issues while taking photography classes between 1994-1998 at the Mimar Sinan Fine Arts University. He has produced documentary photo series from around the world for national and international media including Newsweek, Geo Atlantic, Le Monde, Der Spiegel, The Observer, The Guardian, The Times etc. He is represented by the International photo agency Panos Pictures based in London. Aytunç Akad has also worked with the international organizations such as the United Nations, the United Nations High Commissioner for Refugees, the European Parliament and Greenpeace. Akad prepared a photography project called ‘’Witness Sea’’ and a documentary project called “Coal Burn” for Greenpeace. Akad has been working for more than 20 years in the advertising and cinema industries which he entered as a camera assistant. He works as a director and cinematographer. He is currently working on a feature length documentary film project entitled “I’m not an Apache”.


İsrail’in kendi yaptığı duvarın ve Filistin kontrol noktaları, geçişleri kontrol etmek için oluşturulmuştur. Ama bu kontrol noktalarından her geçiş Filistinlilere kendi izolasyonlarını hatırlatır. İsrailli askerlerin neden olduğu uzun beklemeler ve yasa dışı geçişler günlük hayatın bir parçası olmuştur. Şehirleri, caddeleri, mahalleleri ve aileleri bölen bu duvar günlük hayatta önemlidir. Ve artık “kabul edilmeye” başlanmıştır.

Where the wall that Israel has built between itself and Palestine checkpoints have been put up in order to control the crossings. But every crossing from these checkpoints reminds the Palestinians of their isolation. The long waitings at the checkpoints, caused by the Israeli soldiers and illegal crossings have become a daily life event. This wall that divides the towns, streets, neighbours, families has become a significant in everyday life. And has even began to be “accepted”.

Sınır Border

5.

24-28 Ekim 2015

79


Bahar BORAZAN

1963 Bulgaristan Kırcaali’de doğdu. 1971 yılında 7 yaşında iken Türkiye’ye göç etti. Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi’nden 1986 yılında mezun oldu. Meslek yaşamı boyunca Bursa’da otomotiv sektöründe çalıştı. 2014 yılında emekli oldu, ancak halen eğitim danışmanı olarak meslek yaşamına devam ediyor. Evli ve bir çocuk babası olan Bahar Borazan, Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği üyesidir. Fotoğrafla ilişkisi babasının fotoğrafa olan ilgisinden dolayı başladı. İlk karanlık oda denemelerini ise1980 yılında lise öğrencisi olduğu okulun laboratuvarında yaptı. Üniversite öğrenimi boyunca fotoğraf çekmeye devam etti ve üniversitede düzenlenen temel fotoğrafçılık eğitimlerine katıldı. Çalıştığı şirketin fotoğraf kulübünde çeşitli karma sergilere katıldı. Fotoğraflarında daha çok insan ve yaşam konuları üzerinde yoğunlaşmaktadır.

He was born in 1963 in Kardzhali, Bulgaria. In 1971, he emigrated to Turkey when he was 7 years old and graduated from Gazi University Faculty of Technical Education in 1986. Throughout his career, he worked in the automotive sector in Bursa and retired in 2014; but still continues his career as an education consultant. Married and a father of one, Bahar Borazan is a member of Bursa Photographic Arts Association. His involvement with photography comes from his father’s interest in photography. His first tries with the dark room was in the laboratory of the high school of which he was a student in 1980. Throughout his university education, he kept taking photos and participated in the basic photography trainings offered at the same university. He took part in several group exhibitions in his company’s photography club. He mostly focuses on topics related to people and life in his photographs.

Bulgaristan’da yaşayan Türkler için göç düşüncesi sürekli vardır. 1912, 1950, 1971 ve son olarak 1989 göçleri büyük sosyal hareketlerdir.

The thought of migration is always there for Turks living in Bulgaria. 1912, 1950, 1971 and finally 1989 migrations are major social movements.

Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçen insanlar beraberlerinde anılarını, balkan kültürünü ve yaşam biçimlerini de getirmiş ve yerleştikleri coğrafyaları etkilemişlerdir.

People who migrated to Turkey from Bulgaria have brought with them memories, the Balkan culture and their ways of living and subsequently affected the geographies in which they settled.

Son olarak Bulgaristan’ın Türklere karşı uyguladığı baskı ve asimilasyon politikaları sonucunda Türkler, 1989 yılında Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmek zorunda bırakılmışlardır. Yüzyıllarca yaşadıkları topraklardan Sosyalist Bulgaristan Hükümeti tarafından ağır baskılar altında bırakılmaları sonucu, o dönemde Turgut Özal’ın girişimleriyle anavatan olarak kabul ettikleri Türkiye’ye gelmişlerdir.

Finally, as a result of the oppression and assimilation policies of the Bulgarian government against Turks, they were forced to migrate from Bulgaria to Turkey in 1989. They had to leave the lands they lived for centuries because of the oppression of the Socialist Bulgarian Government, and migrated to Turkey, their homeland, with the initiative of Turgut Özal.

Bulgaristan göçmenleri tüm birikimlerini, sosyal ve siyasal haklarını geride bıraktıklarından, sıfırdan başlayarak bir hayat mücadelesine atılmışlardır.

Immigrants from Bulgaria had to start from scratch since they had left behind their savings, their social and political rights.

1991 sonrasında Bulgaristan’daki sosyalist rejimin devrilmesi ve yerine

The equilibrium in Bulgaria began to shift after 1991, when the social


demokratik sistemin gelmesiyle dengeler değişmeye başlamıştır. Soydaşlar, Bulgaristan’daki siyasi, sosyal ve ekonomik haklarını geri kazanmaya başlamıştır. İşte bu süreçte Türk kimlikleri yanında Bulgar kimliklerini de geri alarak çift vatandaşlık hakkına sahip olmuşlardır. Her ne kadar artık Türk pasaportlarının rengi de kırmızıya dönmüş olsa da, Bulgaristan göçmenleri arasında “Kırmızı Pasaport” denilince akla Bulgar Pasaportu gelir. Bunun nedeni, kısa süre öncesine kadar Türk pasaportlarının renginin mavi olmasından kaynaklanıyordu. Göçmenler arasında yeri geldiğinde övünç kaynağı olarak kullanılmaktan çekinilmeyen bu ufak, kırmızı belge; Bulgaristan’ın Avrupa Birliği’ne girmesiyle birlikte daha da değer kazanmıştır. Kırmızı pasaporta sahip olan Türkler, bütün dünyada serbest dolaşım hakkına sahiptir. Ancak özlerinde geçmişte yaşananlardan dolayı bayraklarının değerini çok iyi bilen ve sahiplenen kuvvetli bir Türk kimliği vardır.

regime was overthrown and a democratic system was put in its place. Our brothers and sisters started to win back their political, social and economic rights. It is during this period that in addition to their Turkish identity, they also took back their Bulgarian identity, making them dual citizens. Although the color of Turkish passports turned red, the term “red passport” brings to mind the Bulgarian passport among migrants from Bulgaria. That’s because until a short time ago, Turkish passports’ color was blue. A source of pride among the migrants, this little red document has increased in value with the accession of Bulgaria to the European Union. Turks with the red passport have freedom of movement throughout the world. However, at heart, lies a strong Turkish identity which understands very well the value of their flag because of what happened in the past.

Kırmızı Pasaport Red Passport

5.

24-28 Ekim 2015

81


Bengİ Meral

1961 yılında İstanbul’da doğdu. Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni bitirdikten sonra iş hayatına STFA Holding’de başlayıp halen Roche’da devam etmektedir. Gerçek anlamda fotoğraf çalışmalarına 2008 yılında Roche Fotoğraf Kulübü’ne katılarak başladı. Çeşitli karma sergi ve dijital fotoğraf gösterilerine katıldı. 2011’de Roche’da düzenlenen “Çırpınan Doğanın Kareleri” konulu fotoğraf yarışmasında birincilik ödülünü aldı.

She started her photography studies in 2008, after she joined Roche photography club. She participated in various group exhibitions and took part in digital photography exhibitions. In 2011 she won the first prize with her work “Shots of the fluttering Nature” at the exhibition held by Roche.

Uzaklardan davul ve zurnanın sesi geliyorsa, kazanlar kurulmuş yemekler kaynıyorsa, bir tarafta sevinçli bir hüzün, diğer tarafta coşku varsa, büyük bir ihtimalle, atın üzerinde bir kız “gelin” olmak için gidiyordur.

If the sound of drum and horn is coming from afar, if cauldrons have been set and the food is being cooked, if there is a joyful sorrow on one side and enthusiasm on the other, most likely a girl on a horse is about to be a “bride”.

At üzerindeki gelin, kendisinden önceki tüm gelinler gibi “hem ağlarım, hem giderim” diyerek yeni evine doğru ağır adımlarla giderken, kim bilir kaç genç kız o atın üzerinde olmayı düşlüyordu. Atın üzerinde ağır ağır yol alan genç kız, sadece baba evinden erkek evine gitmez. Anılarıyla birlikte “göç” eder aslında yeni gelin. Gelin olmanın olmazsa olmaz ritüeli ise, “Kına”dır. Gelin adayı, yeni evine gitmeden, o güne kadar ki yaşamına ve eski evine elveda dediği törendir. Kadın kadına bir “son gece” olarak ifade edilebilecek olan Kına Gecesi, bir vedadır. Gündüzden başlayıp, geceye uzanan bu tören, hüznün, ağlamanın ve aynı zamanda eğlenmenin kendisidir.

………… giderim ………… and I leave

She was born in 1961 in Istanbul. After graduating from the Faculty of Management of Anadolu University, she started working at STFA Holding and is currently working for Roche.

While the bride on the horse, just like all the other brides before her, slowly makes her way towards her new home thinking “I weep and I go”; who knows how many young girls dream of being on top of that horse. That bride on the horse, slowly making her way, not only leaves her father’s home, but also “migrates” to his husband’s house with her memories. The essential ritual of being a bride is, by no doubt “Henna”. That is the ceremony where the bride-to-be says goodbye to her life so far and to her old house. Henna night is said to be the “last” women’s night, it is a farewell. Starting during the day and extending to the night, this ceremony itself is the embodiment of sadness, crying and fun combined.


5.

24-28 Ekim 2015

83


Bİrgül Yıldırır

Birgül Yıldırır, 1971 yılında Balıkesir’de doğdu. Haziran 2015’de UNESCO için Bursa’nın Yaşayan Miras Alanları adlı sergide Zeynep Diniz’le birlikte görev aldı. BursaFotoFest 2014’de “Altında Gerçek Var” adlı kişisel ve Osman Önder Fotoğraf Atölyesi’nin “Çerçeve” adlı karma sergiyle yer aldı. BursaFotoFest 2011-2012 ve 2013’de ise çeşitli karma sergilerde yer aldı. Ulusal ve uluslararası ödülleri bulunmakta. Başlangıçta bir hobi olarak hayatına giren fotoğraf, giderek daha derinleşti, onu da içine çekerek hayatının önemli bir bölümünü kaplar oldu. Fotoğrafın bir “görüntü” olmaktan öteye giden anlamları, hayat yolculuğunda ona rehberlik ediyor ve kendisi bu yolculuğa “çekerek” devam ediyor. Halen İngilizce öğretmeni olarak görev yapıyor.

“Göç, farklı sebeplerden dolayı insan topluluklarının hayatlarının tamamını veya bir bölümünü geçirmek üzere bir iskân ünitesinden, bir başkasına yerleşmek suretiyle yaptıkları coğrafi yer değiştirme hareketidir.” Bu proje yukarıda tanımı verilen olgunun ete kemiğe bürünmüş halidir. Bursa, Kafkasya’dan Selanik’e, Artvin’den Konya’ya kadar çok geniş bir coğrafyadan göç alan bir şehir mozaiğidir. Sebep bazen çocuklara daha iyi eğitim olanakları sağlamak, bazen artık dayanılamayan hasretler, bazen de tesadüfler… Nedeni ne olursa olsun günümüzün yadsınamaz bir gerçeği, belki de bu topraklarda yaşayan bizlerin Orta Asya’dan beri genlerimizde taşıdığımız bir özellik… Bir Mozaik, Bursa A Mosaic, Bursa

Born in Balıkesir, 1971 and working as an English teacher since 1992. She had her first personal exhibition in 2014 BursaPhotoFest and also featured in Osman Önder Photography Society’s exhibition “The Frame”. She staged The Living Heritage Sites of Bursa exhibition with Zeynep Diniz for UNESCO in June 2015. Her photographs appeared in many group exhibitions and she has national and international awards. Photography, something she’d initially thought as a hobby, got much deeper and pulling her inside, took over most of her life. The meaning of photography that goes far beyond being just “an image” guides her in this long journey of photography.

“Human migration is the movement by people from one place to another to settle temporarily or permanently in the new location.” This project was started due to the realization of such phenomenon. Bursa is a mosaic city where people migrate to from a large variety of geographical places such as Artvin, Syria or Salonika. The reason is sometimes to provide their children with better educational facilities, sometimes unbearable yearning to a loved one or sometimes just by coincidence… Whatever the reason is, migration is an undeniable fact of today’s world, maybe an inherited feature of us from Middle Asia.


5.

24-28 Ekim 2015

85


Can Yücel

1986 yılında doğan İzmirli fotoğrafçı, ortaokul ve lise eğitimini İzmir Türk Koleji’nde tamamladıktan sonra, 2011 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nden mezun oldu. 2014 yılından beri aynı bölümde yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. Belgesel fotoğraf ve timelapse video üzerine üretimler yapıp, bu çalışmalarıyla birçok sergi ve gösterime katıldı. Ulusal fotoğraf yarışmalarında 13 adet birincilik ve ikincilik ödülleri kazandı. İzmir’de yaşamakta ve profesyonel fotoğrafçılık hayatına devam etmektedir.

Can Yucel who is from İzmir was born in 1986. After he had completed his secondary and high school in Izmir Ozel Turk College, he graduated from Mimar Sinan Fine Arts University Photography Department in 2011. He has continued his master degree studies at the same department since 2014. As he works on documentary photography and time-lapse video, he has attended many exhibitions and shows with his works. He has won 13 first and second prizes at the national photography contest. He lives in Izmir and continues his professional photography career.

Ayrılıklar acı verir. Bazı ayrılıkların ardından terk ettiğiniz yer yıllarca tek başına durur. Ve zamanla derin bir yalnızlığa gömülür, yavaş yavaş çürümeye başlar.

Parting is painful. After some separation the place we have left stands alone for years. And over time it buries in a deep loneliness and starts to disappear quietly.

Bazen bunu kalbinizde hissedersiniz. Ayrıldığınız bir sevgili, kaybettiğiniz bir yakınınızın verdiği acı tam da böyle bir his verir. İçten içe kurur ve çürür kalbiniz.

Sometimes you feel it in your heart. A lover you leave or losing someone close to you, these gives exactly the same feeling. Your heart dries and breaks down slowly.

Hele ki bu ayrılık zorunluysa; eğer geride bıraktığınız evinizse, geçmişinizse, dostlarınız, çocukluğunuz, gençliğiniz… ise, aslında terk ettiğiniz kendiniz oluyorsunuz. Artık siz başka biri olmaya, başka dünyaların insanı olmaya zorlanıyorsunuz. Ve bu acının içine göçerken götürebileceğiniz tek şey bir bavul dolusu anı oluyor. Bu fotoğraflar İzmir’de, mübadele döneminde terk edilmiş Rum köylerinde çekilmiştir. Osmanlı’nın yıkılışıyla birlikte mübadeleye zorlanan, evlerini bir daha geri dönmemek üzere terk eden Rumların ve Türklerin ortak acılarına temas amaçlanmıştır.

Geride Bırakmak LeavING Behind

Especially that if this breakup is forced to; the place you leave behind is your home, past, friends, childhood, youth... Actually you are leaving yourself. You are forced to be someone else, forced to be people of another world. And while you are sinking into this misery the only thing you can bring is a baggage full of memories. It’s all that you can’t leave behind. These photographs were taken in abandoned Greek villages in Izmir which had been left during the population exchange period. In this work it is aimed to touch pains of Turks and Greeks who forced to exchange and left their homes permanently due to the collapse of Ottoman Empire.


5.

24-28 Ekim 2015

87


Desİslava Şenay Martİnova

Desislava Şenay Martinova, 1987’de Bulgaristan’da doğdu. Aydın Doğan Anadolu İletişim Meslek Lisesi’nde aldığı gazetecilik eğitiminin ardından Hürriyet, Milliyet, Radikal ve DBR (Doğan Bursa Dergi Yayıncılık) gibi kurumlarda muhabirlik ve fotoğrafçılık yaptı. Çeşitli sergilerde yer aldı, sempozyumlarda konuştu. Lisans eğitimini 2011’de tamamladığı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fotoğraf Bölümü’nde hâlen yüksek lisans öğrencisidir. Aciliyet Mektebi’nin bir parçasıdır. İstanbul’da yaşamaktadır.

Desislava Şenay Martinova was born in 1987 in Bulgaria. Following her education on journalism at Aydın Doğan Anatolian Communicational Vocational High School, she worked as correspondent and photographer in several institutions such as Hürriyet, Milliyet, Radikal and DBR (Doğan Bursa Dergi Yayıncılık). She attended in various exhibitions and took the speech in symposiums. At present she is a student of master degree in Mimar Sinan Fine Arts University, where she got her bachelor degree in 2011. She is a part of Aciliyet Mektebi. She lives in İstanbul.


Şevket, annemin tek aşkı idi. Lisede tanışmışlardı ve bir şekilde sonlanmıştı ilişkileri, yollarla, yıllarla… Ömrüm boyu hakkında zorla az çok bilgi edinmek dışında pek bahsi geçmemişti, ta ki annem arayıp “Bir tırla Avrupa’ya gitmek ister misin, gerisini gidince öğren…” diyene değin. Annemin ilk ve tek aşkı ile mevsimler geçirdik, kilometreler… Yıllar yoktu, biz vardık. Kendimi, annemi, Şevket’i yollarda buldum, çok basit değil mi… Otuz yıl sonra… Neden o denli unutulmayışın fotoğrafları bunlar. “Keşke babam o olsaymış!” diye ağlayışımın fotoğrafları… Birbiri içine geçen sınırlar, yok olan sınırlar, kaybolan mevsimler, hiçliğin ortasında ne yapacağımızı her nasılsa bulmak… Yola çıkarken elimin altında hangi ekipman olduğunu değil, kimliğimi bilmekti derdim, yol boyu da böyle oldu, iş adına bildiğim tek şey olan hikâye anlatıcılığından çok, öğrendiğim esas hikâyeler yönlendirdi beni yol boyunca. Bilindik bir tır şoförü değil, yarenlik ettiğim, belki de bir çocukluk hayalinde olduğu gibi, babam olabilecek olan adamla olan münasebetimdi derdim. Zordu, bir o kadar teslim olmaktı.

Şevket was the unique love of my mother. They had met in high school and their relationship ended in a way during the years and roads… Except some little information obtained in my life course, the conversation was not so much opened about him, until my mother called me and asked “Would you like to go to Europe by truck, learn the rest there…” We spent seasons and kilometers with the first and unique love of my mother… There were not years, it was us. I found myself, my mother and Şevket on the roads, it is very simple, isn’t it… Thirty years later… These are the photos of the level of retention. These are the photos of my cries saying “If only he were my father!”… Mingled borders, disappeared borders, lost seasons and finding in a way what to do in the middle of nowhere… While departing my concern was to know my identity instead of being aware of which equipment I possess; and it was like this en route; the real stories I learnt oriented me during the way rather than the storytelling that is the only thing I know regarding the job. It is not an ordinary truck driver that I keep company; my concern was the relationship that could have been my father, as it was in many child dreams. It was hard; but was about surrender.

“Şenay, bu senin hikâyen değil, bu bizim hikâyemiz.” “Senay, this is not your story, this is our story”

5.

24-28 Ekim 2015

89


Desİslava Şenay Martİnova


5.

24-28 Ekim 2015

91


Erhan Sevenler

Dünya’nın En Büyük Mülteci Kampı World’s Largest Refugee Camp

Erhan Sevenler 1973 yılında İstanbul’da doğdu. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf bölümü mezunu. Halen MÜGSF Güzel Sanatlar Enstitüsü’nde yüksek lisans eğitimini sürdürüyor.1996 yılında foto muhabiri olarak Anadolu Ajansı’nda çalışmaya başlayan Sevenler, Mart 2012 tarihinden bu yana Ortadoğu-Afrika Görsel Haberler Editörü olarak görevini sürdürüyor.

Erhan Sevenler was born in İstanbul in 1973. He graduated from Marmara University Faculty of Arts Photography Department and he is still studying master’s degree in same university Sevenler has joined Anadolu Agency in 1996 as a photojournalist and he has been working as editor of Middle East – Africa visual news department of Anadolu Agency since March 2012.

Dadaab’taki Dünya’nın en büyük mülteci kampı 50 km2 alana kurulu. Kenya ile Somali sınırındaki Garissa kentinin yakınlarında yer alıyor. Üç kamp bölgesinden oluşuyor; Ifo, Dagahaley ve Hagadera. Dadaab, toz toprak içinde ve çok sıcak. Birkaç saat içinde üzerinizdekiler çöl tozunun katkısıyla kahverengi tonlara dönüşüyor. Konuşurken çöl kumu yutuluyor. Dadaab’taki mülteci kampı kuraklık krizi ve son çatışmaların ardından 440 bini aşkın nüfusuyla artık bir şehre dönüşmüş durumda. Kampta yol da yok, arazi araçları dışında bu bölgede seyahat etmek mümkün değil. Mülteciler görüntülenmek istemiyor. “Görüntülenmemizin bize ne yardımı olacak” diyorlar. Kimisi gıda yardımı ya da para istiyor. Mülteci kampında güvenlik desteği olmadan yardım dağıtımı riskli. Mülteciler sırayla, yardımın dağıtıldığı tel örgülü bölmeye alınıyor. Ardından yardımlar dağıtılıyor. Genellikle yarım saat içinde dağıtım tamamlanıyor. Tüm kamp bölgelerinde dikkat çeken bir başka nokta, mültecilerin pek çoğunun doğru düzgün bir çadırının bile bulunmaması. Çalılardan, kumaş parçalarından yapılmış derme çatma barınaklar göze çarpıyor.

The world’s largest refugee camp in Dadaab is built on an area of 50 m2. It is located near the town of Garissa between Kenya and Somali border. It consists of three camp zones: Ifo, Dagahaley and Hagadera. Dadaab is so hot and dusty that your clothes turn into brown within a few hours of exposure to the dust. When you talk, you swallow desert sand. After the latest conflicts and the drought, the refugee camp in Dadaab has now turned into a city with a population of over 440 thousand. With no roads to be found in the camp, it is impossible to travel to and from the camp except with terrain vehicles. Refugees do not want to be photographed or filmed; they keep asking “what good will photographs do for us?” Some want food or cash. Without proper security measures, it is very risky to hand out any sort of aid to the refugees. Refugees are taken in turn into a wired area where aid is distributed. Usually, all of the aid is handed out within half an hour. Another striking feature of the entire camp area is that many of the refugees lack proper tents. Jerry-built shelters made of hedges and fabric pieces stand out.

Dadaab’tan hafızıma açlık, yokluk ve çaresizlik kazınıyor.

What Dadaab imprints in my memory is hunger, poverty, and despair.


5.

24-28 Ekim 2015

93


Füsun TAŞ

Uzun yıllar sanatın çeşitli dallarıyla amatörce ilgilendi. Asıl tutkusu yazı yazmak olan sanatçının öykülerindeki karakterlerin, kurguların kendisindeki içsel yansıması onu yaklaşık 5 sene önce fotoğrafa yönlendirdi. “Yaşamak Lazım“ isimli grupla birçok fotoğraf projesinde çalıştı. Çeşitli dergi ve gazetelerde gerek köşe yazarı olarak gerekse röportaj, öykü ve fotoğraflarıyla yer aldı. Virginia Woolf’un “Kendine ait bir oda“ isimli kitabından esinlenerek grupça gerçekleştirdikleri fotoğraf ve enstelasyon sergisi, kadın, edebiyat, fotoğraf üçlemesine dayanan farklı bir çalışmadır. Son çalışması “Bavul“, ülkemize aşk peşinden gelen yabancı uyruklu kişilerin gerçek yaşam öykülerinden yola çıkarak, yazı ve fotoğrafla şekillenen bir “aşk göçü” fotoğraf projesidir. Bu projede Burak Matpan ile birlikte çalışmaktadırlar. Halen yazı ve fotoğraf alanında kişisel çalışmalara, yerel ve ulusalda ise projelere devam etmektedir. 5N1K Bursa gazetesinde köşe yazarıdır.

For many years, she kept herself busy with several branches of art amateurishly. It was the characters and the inner reflections of the fictions in her stories that led her, the artist whose essential passion has always been writing, to photography just about 5 years ago. She worked on many photography projects with the community of “Yaşamak Lazım (To Live Is a Must)”. She played an important part in a variety of magazines and newspapers as a columnist not only with her interviews, but also with her stories and photographs. Originating from the book of A Room of One’s Own by Virginia Woolf, the photography and installation exhibition they have carried through as a group is a different kind of work based on the triplet of woman, literature and photograph. The last project Suitcase is a love immigration photography project on which the photographs are drawned out about love and the project is based on the true life stories of the foreigners who have come to our country for the pursuit of love. She works with Burak Matpan on this project. She still carries on her personal studies in the fields of writing and photography. And also, she keeps participating in local and national projects. She is a columnist on 5N1K Bursa.


Burak Matpan

1986 yılında Bursa doğdu. Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği bölümden mezun oldu. Uzun yıllar kendini şiir yazarak ifade ederken, fotoğrafla tanıştığında duyguların gözlerle de ifade edilebileceğini öğrendi. Fotoğrafla üç yıl önce tanıştı. “Yaşamak Lazım” fotoğraf grubunun Virginia Woolf “Kendine ait bir oda” isimli fotoğraf projesinde fotoğrafçı olarak da yer aldı. Sonra bir dönem yerel bir dergi için röportaj ve fotoğraf üzerine çalıştı. Fotoğrafla tanışalı çok uzun süre olmasa da, kendisine farklı bir gözle bakmayı öğrettiği için bu tutkusunun üzerine gitmeye, farklı eğitimlerle kendini geliştirmeye karar verdi. Burak Matpan, “Bavul“ isimli fotoğraf projesinde Füsun Taş ile birlikte çalışmaktadır.

He was born in 1986 in Bursa, Turkey. He studied Social Sciences Teaching at Afyon Kocatepe University. For many years, he expressed himself by writing poems, but later on, when he got into the art of photography, he realized that feelings could be expressed through eyes as well. It is three years now since he first pressed the shutter and got into the art of photography. He participated in the “Virginia Woolf - A Room of One’s Own” project, which was one of the projects coordinated by the photography community “Yaşamak Lazım (To Live Is a Must)”, as a photographer as well. After that, he worked for a local magazine, providing them with photographs and interviews with people. Considering that it has not yet been a long time since he first started shutter bugging, he has decided on chasing this passion of his, for it has taught him to look at things from a different point of view and also decided on improving himself getting several varied training. Burak Matpan works with Füsun Taş on the photography project called Suitcase.

5.

24-28 Ekim 2015

95


Füsun Taş - Burak Matpan

Belki de hüzünle değil mutlulukla yaşanan tek göç şekli aşk göçleridir. İnsanlar bir şekilde dünya üzerinde seyahat ederken, belki iş, belki okuma amaçlı, belki de sadece turist olarak, aşık olurlar ve bir anda hayatlarının yönünü tamamen değiştirecek kararlar alırlar. İşte bu projenin amacı aşk göçleriyle ülkesini bırakıp yeni bir ülkede aşık olduğu kişiyle yepyeni ufuklara yelken açan kişilerin öykülerini dinlemek, yazarak ve fotoğraflayarak onların göçlerine dokunmaktır.

Bavul Suitcase

The only kind of immigration about which people might feel over-zealous rather than doing it with great reluctance is, perhaps, the Immigration for Love. While traveling around the world (maybe for business purposes, maybe with the intent of discovering the world through immersive educational travel, or perhaps only because of touristic purposes), it is likely that people fall in love and make some decisions that could entirely change the way of their lives. And this is what our project is all about: To listen to the people who have emigrated from their countries to start a new life with their beloved ones in a brand new country, and to try to touch their immigration both by photographing them and writing about them.


5.

24-28 Ekim 2015

97


Gülİz Karaoğlan Vural

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde “Fotoğraf” okudu. Nokta ve Aktüel dergileriyle, Zaman Gazetesi ve Taraf gazetelerinde fotomuhabirliği, fotoğraf editörlüğü yaptı. Hafta sonu eklerine gezi yazıları yazdı. Birçok karma sergide yer aldı. İlk kişisel sergisini 2011 yılında, Salih Memecan’ın başkanlığını yaptığı Medya Derneği’nde “Sade(ce) Beyoğlu” adıyla açtı. Halen yayın ve medya dünyasına yaptığı bağımsız çalışmalarla destek vermektedir. Kendisi için en iyi anlatım dilinin fotoğraf olduğuna inanıyor. Bakışını, bir stüdyonun içi kadar daraltıp gerçek dünyanın keşfini ıskalamak istemiyor.

Guliz Karaoglan Vural, studied photography at Mimar Sinan Fine Arts University. She worked as a photo journalist and a photo editor at Nokta and Aktuel magazines and Zaman ve Taraf newspapers. She wrote travel pieces for newspaper weekend supplements. Vural was part of many group exhibitions. She opened her first personal exhibition with the name “Just Beyoglu” in 2011 at Medya Association where Salih Memecan was the president. She still supports the broadcasting and media world with her freelance works. She believes, for her the best narrative is photography. Vural doesn’t want to limit her vision by limiting herself to the studio and as a result missing the discovery of the real world.


Camera is an entry visa to where it’s not very possible To witness, document and yourself… To have empathy touch….

Fotoğraf makinesi, gitmenin pek mümkün olamayacağı mekânlara giriş vizesidir. Tanık olmak, belgelemek ve kendini zenginleştirmek için… Empati yapmak ve dokunmak için… “Zengin Suriyeliler” diye çıktığım yolda, aslında savaşın kimseyi zengin bırakmadığını, herkesi yoksullaştırdığını gördüm. Proje için çalıştığım Sulukule bölgesinde, beş asırlık bir Roman mahallesi üzerine Toplu Konut İdaresi’nin yaptığı ‘lüks’ konutlara yerleşen Suriyeliler, bir zamanlar Zeki Müren, Müzeyyen Senar gibi dev sanatçıların geldiği eğlence evlerinin üzerinde duruyorlar. Bir anda yıkılan ve yüksek bütçeli, lüks evlerin yükseldiği bir mekâna dönüştürülen Sulukule’nin eski sakinlerinden geriye çok azı kalabildi. Maddi durumlarından dolayı, bu evlerde oturması imkânsızlaşmıştı. Onların imdadına da, 2011’de başlayan iç savaştan kaçıp toplu halde yaşamayı kabullenen Suriyeliler yetişti! Tarih tekerrür ediyordu… Sulukule’ye yerleşim 10. yüzyıl’da başlamış, Bizans döneminde, şehir içinde yaşayan Romanlar, falcılık ve sihirbazlık yaptıkları gerekçesiyle Ortodoks Kilisesi tarafından şehri çevreleyen surların hemen dışına yani Sulukule’ye sürülmüştü. Sulukule’nin bir nevi ‘sürgün yeri’ olarak kaderi böylece başladı… Suriyelilerin sığındıkları evlere girmek hiç de kolay olmadı. Esed ve Suriye istihbaratından duydukları korku, “Kellemizi uçururlar” ifadesine kadar varıyor. Yaka paça kovulduğumuz evler de oldu, biz daha içeriye girmeden elimize kahve tutuşturulan evler de… Fakat fotoğraf çekmeye ikna etmenin zorluğu hiç değişmedi.

Ranza Bunk

5.

24-28 Ekim 2015

places to go. enrich and to

On the trip I started with the title “Rich Syrians,” I saw that war doesn’t make anybody rich, it only makes everyone poor. In Sulukule I worked for the project; where five centuries of a Roma neighborhood are being built over by the Housing Development Administration; creating ‘luxury’ housing for Syrians; where once upon a time Zeki Muren, Muzeyyen Senar and other such famous artists used to have their summer houses. Sulukule, which was demolished suddenly and then transformed into a neighborhood where new luxury houses stand, has only few of its old residents. Because of their financial situation, it was becoming increasingly difficult for them to live in these houses. Syrians, running from the war in 2011 and were accepting of the idea of living altogether, ran to their help. History was repeating itself… Settlements in Sulukule started in the 10th century, then during the Byzantium period Romas living in the city were forced to the outer gates of the city known as Sulukule by the Orthodox Church with the claim that they were practicing sorcery and magic. Hence started the faith of Sulukule as an exile place. It wasn’t easy to enter the house where Syrians took refuge. Their fear of the Assad and Syrian intelligence go as far as using phrases such as “they would decapitate us.” There were houses we got expelled from, but there were also houses we were served coffee even before we entered the premises... But the difficulty of convincing them to take their photos did not change. ‘Vertical lives’’ was going on in houses where fifteen, twenty people stayed and every space was made use of with bunk beds. Despite the verticality, everything seemed to consist of repetitions. Houses were the same as if they all came from one source. Everywhere there were bunk beds, most of the people unemployed, all

99


Gülİz Karaoğlan Vural

On beş, yirmi kişinin kaldığı ve her boşluğun çift katlı ranzalarla değerlendirildiği evlerde, ‘dikey hayatlar’ yaşanıyordu. O dikeyliğin aksine her şey tekrardan ibaret gibiydi. Evler sanki tek bir elden çıkmış gibi aynıydı. Her yer ranza, çoğu işsiz, herkes yalnız, neredeyse herkesin adı Muhammed’di. İçtikleri kaçak sigaralar, keyfini sürmekten asla ödün vermedikleri pipetli bir çay kaşığıyla içtikleri mate çayı ve nargile… Her şey aynıydı; ama en çok da acıları... Benim için artık yapılması gereken tek şey, olayı ve kişileri doğru anlatmak, doğru anlatabilmek için gerekli olan metaforları keşfetmekti. Görüntülediğim insanlarla aynı dili konuşmadan, yoğun bir bağlantı kurdum. Bana evlerini açtılar. Sürekli, kakuleli kahve ve demlikte şekerli gelen şerbet gibi çaylar içtim. Hikayelerini dinledim. Yermuk’ta bir yıl boyunca kedi köpek yiyerek hayatta kalmış insanlarla tanıştım. Aslında birçok gerçek, kadraj dışı kalıyordu.

Ranza Bunk

Buradaki Suriyeli mültecilerin neredeyse hepsi okumuş, eğitimli. Doktor, sosyolog, eczacı, dişçi, mühendis... Üniversitelerde denklik bulamadıkları için terzilik, çıraklık, hamallık gibi işler yapıyorlar. Esed’in askeri olmayı reddeden bu insanlar, ölmek kadar öldürmekten de kaçmıştı. Saygı duyulmayı fazlasıyla hak ediyorlardı.

alone, almost everyone’s name Muhammad. They smoked contraband cigarettes, they refused to give up on their pleasure of drinking mate tea with a strawed teaspoon and enjoying hookah... Everything was the same; but most of all the pain... Now all I have left to do was to tell the stories and the people accurately and to discover the metaphors necessary to tell it all accurately. Although I didn’t speak the same language with the people I was photographing, I still established an intense connection with them. They opened their homes to me. I constantly drank tea or the sugary syrup like teas from the pot and cardamom coffees. I listened to their stories. I met people who had survived by eating dogs and cats for a whole year in Yarmouk. In fact, many facts were cut out of the final edit. The Syrian refugees here are almost all educated and trained. Doctors, sociologists, pharmacists, dentists, engineers… Because they cannot get accreditation in the universities and find suitable jobs, they work as dressmakers, apprentices, and doing jobs such as a porter. Those people refused to be Assad’s soldiers had fled both to be murdered as well as murder. They deserve respect for their lives.


5.

24-28 Ekim 2015

101


Hakan Şİmşek

Hakan Şimşek, 1978 yılında Brüksel’de doğdu. Brüksel Üniversitesi’nde Bilgisayar Bilimi Bölümü’nde yüksek lisans yaptı. Anaokuldan lise yıllarının sonuna kadar resim ile ilgilendi. 2010 yılında ise fotoğrafa yöneldi ve makinesini yanından hiç ayırmadı. Yarışmalarda aldığı dereceler sonrasında kazandığı özgüven sayesinde freelance fotoğrafçı olarak uzun vadeli projelerde çalışmaya başladı. Hakan Simsek was born in Brussels in 1978. He completed a Masters degree from the Computer Sciences department of University of Brussels. From kindergarten to the end of his high school years he was interested in painting. In 2010 he became involved with photography and hasn’t put down his camera since. After winning prizes at competitions, with the confidence he gained, Simsek started working as a freelance photographer on long-term projects.

Belçika’daki göçmenler IMMIGRANTS IN BELGIUM

“Mémoires Collectives” projesi kapsamında Türkiye’den Belçika’ya yapılan işgücü göçünün 50. yıldönümünü (1964-2014) anmak amacıyla, Belçika’ya ilk gelenlerin evlerine konuk oldu. Hikayelerini dinleyerek fotoğraflarını çekti. Within the context of the Mémoires Collectives’ project, he visited the houses of the first generation Turkish immigrants to Belgium with the aim of commemoration of the fiftieth anniversary (1964-2014) of the first workforce immigration. He listened to their stories and photographed them.


5.

24-28 Ekim 2015

103


Hayrİ Yıldırım

Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde doğdu. Demirtaşpaşa Endüstri Meslek Lisesi Elektrik Bölümü’nden mezun oldu. Genç yaşından beri hobi olarak fotoğraf çekiyor. Folklora olan ilgisinden dolayı katıldığı yurtdışı turnelerinde çeşitli fotoğraflar çekme imkanı yakaladı. Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği’nde çeşitli eğitimlere katıldı. Halen doğa ve kelebek fotoğrafları üzerine çalışmalar yapmaktadır.

2015 Şubat-Mart aylarında Bursa ve çevresinde çok yağmur yağmasından ve uzun süren fırtınalı günlerden dolayı ormanlık bölgelerde çam ağaçları devrilmiş, yolları kapatmıştı.

Ormancılar The Woodsmen

He was born in Mustafakemalpaşa district in the city of Bursa. He graduated from Electrical Department of Demirtaşpaşa Industrial Vocational High School. He has been taking pictures as a hobby since he was young. He had the opportunity of taking interesting pictures abroad during the folk dances tours he took part in. He participated in various trainings at Bursa Photographic Arts Association. He currently works on nature and butterfly photos.

Because of the heavy rains between February and March 2015 in Bursa, many pine trees fell in the forest lands and subsequently roads got closed.

Ormanda temizleme işi yapmak için Bursa’ya göç eden gruplar var. Yine gezilerimden birinde onlarla tanıştım ve aklıma farklı yaşam kültürlerini paylaşmak geldi.

There are groups of people who migrate to Bursa to do the cleaning work in the woods. On one of my trips, I met them and immediately thought of sharing their interesting ways of living and culture.

Hatay Dörtyol’dan Cafer Yıldırım ve 7 kişilik ekibi bana tehlikeli ağaçları kesme-devirme-parçalara ile ayırmatıraşlama işlerini nasıl yaptıklarını gösterdi. Ayrıca Mersin’den Ekrem Çelen ve Hamit Bey ile Silifke’den Akın Çelen aileleriyle beraber farklı bölgelerde yollarda devrilen ağaçlarıtehlike saçan ağaçları keserek ve düzenleyerek işlerini yapıyorlardı. Yapılan bütün işler Orman Müdürlüğünün kontrolü altındaydı.

Cafer Yıldırım from Dörtyol, Hatay and his 7-person team showed me how they perform the dangerous tasks of wood chopping, tilting, as well as separation and trimming of trees. Additionally, Mr. Hamit and Ekrem Çelen from Mersin, and Akın Çelen from Silifke, along with their families, were chopping the trees that had fallen on the roads in different parts in the area. All the work carried out was under the control of the Forestry Directorate.

Yaşam alanları ise naylon ile kapladıkları göçebe çadırlarıydı. Elektrik ihtiyaçlarını kısa süreli olarak traktör akülerinden sağlıyorlardı. Suyu büyük bidonlarla temiz kaynaklardan taşıyorlardı. Kadınlar hem ev işinde hem de orman işlerinde eşlerine yardımcı oluyorlardı.

Their living area consisted of the nomadic tent they covered with plastic wrap. Their short-term need for electricity was met from a tractor battery. They carried water from clean water sources with large jerry cans. Women helped their husbands both with the housework and the work in the forest.


5.

24-28 Ekim 2015

105


İmren DOĞAN

İmren DOĞAN was born in Beypazarı in 1968. She had her bachelor’s degree from Ankara University Faculty of Health Education, and completed postgraduate training at Gazi University Institute of Science and Technology.

İmren Doğan, 1968 yılında Beypazarı’nda doğdu. Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Sağlık Eğitim Fakültesi’nde, yüksek lisans eğitimi ise Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Starting in 2003 at the Ankara PhotogEnstitüsü’nde tamamladı. raphers Association, her photography 2003 yılında Ankara Fotoğraf Sanat- training continued with various workçıları Derneği’nde (AFSAD) başlayan shops. She took lessons from Jodi fotoğraf eğitimi süreci daha sonra Bieber about documentary project çeşitli atölyelerde devam etti. Jodi planning and she participated in more Bieber’den belgesel projelendirme than forty exhibitions. She took part in dersleri aldı. Kırkı aşkın sergiye ka- documentary projects such as “Lal”, tıldı. Dökümcüleri konu alan “Lal”, which is about metal workers; “People mevsimlik tarım işçilerini konu alan of Which Earth”, which is about sea“Hangi Toprağın İnsanları”, kuş mesonal agricultural workers, “Freedom zatlarını konu alan “Satılık Özgürlük”, for Sale”, which tells the sad story of Antakya’da üç semavi dini konu alan bird auctions; and “Three Brothers in “Anadolu’da Üç Kardeş” gibi belgesel Anatolia” which covers the subject projelerinin içerisinde yer aldı. of the three monotheistic religions in “Tuz Gölü’nün Ekolojik Yapısının Antakya area. Belgelenmesi”, “İklimlerin Doğa ve She also participated in projects such Ekolojik Yapıya Etkileri”, “Darwin/ as “Documenting the Ecological Evrim”, “Ulus Altındağ Kentsel DöStructure of the Salt Lake”, “The Efnüşümünün Belgelenmesi”, Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonu çatısı fects of Climates on Nature and Ecolaltında yürüttüğü “Mevsimlik Tarım ogy”, “Darwin/Evolution”, “Docuİşçilerinin Sorunları ve Çözüm Öne- menting the Urban Transformation of rileri” konulu kurumsal projelerde de Ulus Altındağ”, and “Problems and bulundu. 6. Dönem Türkiye Fotoğraf Suggested Solutions of Seasonal AgriSanatı Federasyonu Yönetim Ku- cultural Worker” – a corporate project rulu ve Ankara Fotoğraf Sanatçıları carried out by the Turkey PhotographDerneği’nde üyesi olan Doğan, bel- ic Arts Federation. As a board member gesel konulu çalışmaların içinde yer of the 6th Period Turkey Photographic Arts Federation and as a member of alıyor, projeler yürütüyor. Ankara Association of Nature Photogİmren Doğan, halen bir kamu kururaphers, she carries out many documunda uzman eğitimci olarak çalışmentaries and projects. maktadır. Currently, İmren DOĞAN works as a training specialist in a public institution.


Mevsimlik tarımsal üretim için bir yerden bir yere göç eden ve sezon bitimi evlerine geri dönen işçiler için mevsimlik tarım işçisi (MTİ) kavramı kullanılmaktadır. Dünyada ve ülkemizde bu işgücünün içerisinde kadınlar ve çocuklar önemli bir bölümü oluşturmakta ve kadınların dağılımda ağırlığı artmaya devam etmektedir. İşçi aileleri genellikle kırsal alanda yaşayan, eğitim olanaklarından yeterince yararlanamamış, nitelikli mesleki eğitimi ve donanımı olmayan yoksul kimselerdir. Onların yoksulluğu son dönem yoksulluğun en göze çarpan örneklerinden olup; karar vericiler, kamu ve sivil toplum örgütlerinin yanı sıra, bilim insanları ve araştırma kurumlarınca “görülmeyenler ve duyulmayanlar” olarak rapor edilmişlerdir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2013 yılı istatistiklerine göre ülkemizde istihdam edilen 26 milyon işgücünün yaklaşık %25’ini tarım işgücü oluşturmaktadır. 6,5 milyon tarım iş gücünün de yaklaşık % 40’ını mevsimlik tarım işçilerinin oluşturduğu tahmin edilmektedir. Göç haritasına baktığımızda ülkemizde Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde çalışma alanlarının sınırlı olması, kırsal alanda toprak dağılımının eşitsizliği, bölge halkı için geçinme yöntemlerini oldukça azaltırken, istihdam olanaklarını sınırlamakta ve kent halkının yoksulluğu, mevsimlik tarım işçiliğini tek seçenek haline getirmektedir. Yaşam ve barınma koşullarının uygunsuzluğu, yetersiz ve tek taraflı beslenme, içilebilir temiz su ve kullanma suyuna düzenli ulaşamama, atık su ve kanalizasyon atığının bertaraf edilememesi, yaşam koşullarının uygunsuzluğu nedeniyle artan çevre kirliliği, nakiller esnasında oluşan kazalar, üreme sağlığı sorunları, pestisitlerden (tarım ilaçları) etkilenme, aşırı sıcak ve soğuk, zehirlenme ve yaralanmalar, sağlık hizmetlerine erişememe nedeniyle erken ölümler ve hastalıkların yüksek olduğu bir gruptur. İşçi ailelerinin kapsamlı ve ulaşılabilir sağlık hizmetine ihtiyaçları fazla iken, kentsel alanların dışında tarlalarda yaşamaları, sık yer değiştirmeler, sağlık güvencelerinin ve sağlıklarını koruma

The concept of seasonal agricultural worker (SAW) is used to describe those migrating from one place to another for seasonal agricultural production and returning home at the end of the reaping season. In the world and in our country as well, women and children constitute a large portion of the seasonal workforce and women’s weight in this distribution continues to rise day by day. Workers’ families are often poor families living in rural areas that lack educational opportunities and vocational training. Their poverty is one of the most striking examples of the recent poverty, and as such they are reported as “The unseen and the unheard” by the governmental and non-governmental organizations, scientists and research institutions alike. According to the 2013 statistics of Turkey Statistical Institute (TSI), of the total 26 million people employed in the workforce, 25% are employed in the agriculture sector. It is estimated that seasonal workforce constitute approximately 40% of the agricultural labor force of 6.5 million. When we take a look at the migration map of the country, the limited working area in Southeastern Anatolia, the inequality of land distribution in the rural area along with the poverty of the urban population restrict employment opportunities and makes the seasonal agricultural employment the only possible option for the local population. This is a group where premature deaths and diseases are high due to bad living and housing conditions, inadequate and one-sided nutrition, lack of regular access to drinkable and potable clean water, the inability to dispose of waste water and sewage, increasing environment pollution due to improper living conditions, accidents that occur during transportation, reproductive health problems, the effects of pesticides, extreme heat and cold, poisoning and injuries. While more and more of these families need access to comprehensive health care, the fact that they live in the fields outside of urban areas, frequent displacements, their lack of awareness to protect their own health, low health insurance opportunities, illiteracy

“Görülmeyenler... Duyulmayanlar...” “The Unseen… and the Unheard…”

5.

24-28 Ekim 2015

107


İmren DOĞAN

bilgilerinin düşük oluşu, özellikle kadınların okuryazar olmayışları ve dil farklılığına bağlı iletişim sorunları nedeniyle düzenli olarak sağlık hizmetine erişememektedirler. En temel sorunlardan biri de gerek çocukların bakacak kimse olmaması nedeniyle aileleriyle birlikte göç etme zorunlulukları ve gerekse çocuk işçiliğine duyulan ihtiyaçtır. Çalışan çocuklar genellikle eğitimden kopmakta ve eğitimle erişebilecekleri meslek edinme ve sosyal hareketlilik şanslarını yitirmektedirler. Ne yazık ki yoksulluğun kısır döngüsü içinden çıkamayan çocukların gelecekleri de ebeveynlerinkinden farklı olmamaktadır. Kötü yaşam koşulları nedeniyle çevrede oluşan kirlilik ve etnik sebeplerle ortaya çıkan sosyal dışlanma ise işin başka bir boyutudur. Ülkemizdeki mevsimlik tarım işçilerinin kangrene dönüşmüş bu sorunlarının tespitine yönelik olarak 3 yıldır yaptığım bu çalışma ile; konuyla ilgili görsel arşivin oluşturulması, elde edilen sonuçların sosyolojik verilerle desteklenerek ilgili kurum ve kuruluşların koşulların iyileştirilmesi yönündeki çalışmalarına ivme kazandırılması hedeflenmiştir.

“Görülmeyenler... Duyulmayanlar...” “The Unseen… and the Unheard…”

seen particularly among women, and communication problems due to language differences makes it impossible for them to have continuous access to health care. One of the most fundamental problems is the need for child labor because of the fact that these children have nobody that looks after them, and that they have to migrate with their families as a result. Working children are often cut off from formal education opportunities and lose the chance of acquiring vocational education and are deprived from social mobility. Unfortunately, children share the same future as their parents who cannot get out of the vicious cycle of poverty. The resulting environmental pollution and the social exclusion because of ethnic reasons are other dimensions of the same problem. This 3-year long work aims to determine the systemic problems of the seasonal agricultural workers in our country, to help create the visual archive of the problem, to give momentum to the efforts of the relevant institutions and organizations and to help support the obtained results by sociological data.


5.

24-28 Ekim 2015

109


Mahmut Koyaş

Mahmut Koyaş, 1988’de Adana doğdu. 2006 yılında Fotoğrafya Amatör Sanatçılar Derneği bünyesinde aldığı üç aylık eğitimle fotoğrafa başladı. 2008’de Okan Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nü burslu olarak kazandı. Yine aynı yıl Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi kuruluşunun 50. yılı nedeniyle düzenlenen fotoğraf yarışmasında üçüncülük ödülünü aldı. 2009 yılında Okan Üniversitesi’nde “Çeşitlemeler” isimli kişisel sergisini açtı. 2011’de Moon and Stars Project ve The American Turkish Society tarafından yönetilen Young Photographers Award Results yarışmasında mansiyon ödülü aldı. 2011’de Marmara Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nü kazandı. 2015’de Magma Dergisi’nde “Sarıkeçililer” projesi, kapak ve ana konu olarak yayınlandı. II. Dünya Savaşı ve sonrasında Sovyetler Birliği’nden kaçan Türkistanlılar, Afganistan’da uzun bir süre ikamet ettikten sonra, 1982 yılında Hatay’ın Ovakent Beldesi’ne yerleştirildiler.

Ovakent Ovakent

Mahmut Koyaş was born in 1988 in Adana. He started to take photos after three months of training he received in 2006 at the Association of Amateur Artists of Photography. In 2008 he attained enrolling Okan University on a scholarship. Again at the same year, he ranked the third place in the photo competition organized on the occasion of 50th anniversary of the establishment of the Faculty of Fine Arts in Marmara University. In 2009 he opened his personal exhibition entitled “Çeşitlemeler-Variations” in Okan University. In 2011 he won the honorary prize at the Young Photographers Award Results that was managed by Moon and Stars Project and The American Turkish Society. In 2011 he was entitled to enter in Marmara University Photography Department. In 2015, his project “Sarıkeçililer” was published in Magma Magazine as cover and main theme. People of Turkistan that ran away from Soviet Union after 2nd World War were settled to Ovakent Town of Hatay in 1982 after dwelling in Afghanistan for a long time.

Sosyal değişim için uzun bir zaman olmasına rağmen, geçen zaman zarfında göçmen Türkistanlılar sosyokültürel hayatlarında, dini tutum ve davranışlarında çok fazla bir değişime uğramadılar. Göçle gelen gelenekler yeni nesilde bile devam etti.

Though not a long time passed for social change, the immigrant people of Turkistan, during the course of the time, did not undergo a big change at their sociocultural lives, religious attitudes and behaviors. Traditions coming alongside the immigration have even continued in the new generation.

Topluca yerleştikleri Ovakent’te kendi mahallelerini oluşturarak kapalı bir toplum düzeni kurdular. Özellikle göç eden nesil, dışa kapalı bir tutum sergileyerek değişime karşı kendilerini korumaya çalıştılar.

They set a closed social order creating their own neighborhoods in Ovakent, where they were settled. Especially the immigrating generation adopted an introversive attitude and tried to protect themselves against the change.


5.

24-28 Ekim 2015

111


Mehmet Gökhan Taylan

Mehmet Gökhan Taylan, 1974 yılında Ankara’da doğdu. Fotoğrafa olan merakı daha çok küçük yaşlarda dedesinin çektiği fotoğrafları albümlere dizerken onu izlemesi başladı. Üniversite eğitimini önce Turizm ve İşletme programlarında tamamladı. 2008 yılında ise Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nden mezun oldu. Günlük hayatı ve insan yaşamını belgelemek ise en büyük keyfi. Taylan, yaşamını İstanbul’da sürdürmektedir.

Mehmet Gökhan Taylan was born in Ankara in 1974. His passion in photography started when he was very young by watching his grandfather filling in albums with the photographs he took. He has first completed Tourism and Management programme at University. In 2008 he has graduated from the Photography Department of Mimar Sinan Fine Arts University. His favorite pleasure is documenting daily and human life. Taylan lives in Istanbul.

Almanya’nın başkenti Berlin’in “Klein Istanbul”, “Küçük İstanbul” olarak da bilinen bölgesi. 1961 yılında Türkiye ile Almanya arasında yapılan işgücü anlaşmasına bağlı olarak Almanya’ya giden ilk Türk işçilerine ev sahipliği yapan, günümüzde şehrin gelişmesine bağlı olarak Berlin’in merkezinde kalan, nüfusunun büyük çoğunluğunu Türkiye’den ve Afrika’dan gelen göçmenlerin oluşturduğu bölge. Günümüzde tarihten gelen çok kültürlülük ile Berlin’in popüler bölgelerinden biridir. Yaklaşık 148.000 olan nüfusun %60’ını Türkiye’den gelenler oluşturur.

It is an area in Germany’s capital Berlin, called “Klein Istanbul”, also known as “Little Istanbul”. It is home to the first Turkish workers, who immigrated to Germany as part of the labor agreement between Germany and Turkey; an area where the population consists mostly of migrants from Turkey and Africa and which now is within the center of Berlin because of the expansion of the city over the years. With its multicultural and historical fabric, it is one of the most popular areas of Berlin. It has a population of 148,000 of which 60% are people coming from Turkey.

Proje, Türkiye’den Kreuzberg’e giderek yerleşen toplulukların günlük yaşamlarından kesitler sunmaktadır. Buraya ilk yerleşenler ile günümüzde Alman toplumuna entegre olmuş yeni nesillerin durumları hakkında açıklayıcıdır. Burası Türkiye’den küçük kesitler, insan manzaraları, damak tatları bulacağınız bir coğrafyadır aynı zamanda...

The project offers glimpses of everyday life of the Turkish people who have come to live in Kreuzberg. It is highly revealing about the situation of the first settlers as well as the new generation who has been integrated into German society. This geography also offers small glimpses and tastes from Turkey and of everyday life.

Bölge ile ilgili verileri ve buradaki etkinlikler hakkında bilgi almak için; www.friedrichshain-kreuzberg.de internet sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

Kreuzberg Kreuzberg

For more information about the area and activities nearby, you can visit: www.friedrichshain-kreuzberg.de


5.

24-28 Ekim 2015

113


Meral Kuru She was born in 1982 in Trabzon. Her interest in photography started as early as her childhood years, and she expanded that interest by adding ‘painting’ to it during high school years. 1982 yılında Trabzon’da doğdu. Fotoğrafa olan ilgisi daha çocukken başladı ve lise yıllarında buna resmi de ekledi. Yaklaşık on yıl boyunca çeşitli kurumlarda öğretmenlik yaptı. Bu sırada resme, fotoğrafa karşı ilgisi hiç bitmedi ve bunlarla ilgili eğitimler aldı. Fotoğrafın kendine daha yakın olduğunu hissetti ve ağırlık verdi.

For almost ten years, she worked as a teacher at various educational institutions. During all this time, her interest in photography and painting didn’t fade away; on the contrary, she even received trainings. She felt closer to photography and eventually decided to concentrate on that.

Leading a lot of social projects in photography, her works have been exhibited at a great number of mixed exhibitions. Additionally she won awards Fotoğraf üzerine sosyal projeler yü- at both national and international rüten Meral Kuru’nun birçok karma photography competitions. She presergide fotoğrafları yayınlandı. Ayrıca sented her first personal work named ulusal ve uluslararası fotoğraf yarış- ‘Balance (Denge)’ at the 19th Bursa malarında ödüller kazandı. 19. Bursa Photography Days. She had her first Fotoğraf Günleri’nde ‘Denge’ adlı photography exhibition named ‘Meetilk kişisel gösterisini sundu. 1. Ulus- ing Reality’ at the 1st Bursa Internalararası Bursa Fotoğraf Festivali’nde tional Photography Festival. She took ‘Gerçekle Karşılaşma’ adlı ilk kişi- part in the photography project ‘A sel sergisini açtı. ‘Yaşamak Lazım’ Room of One’s Own (Virginia Woolf)’ fotoğraf grubuyla ‘Kendine Ait Bir with her photo collection called ‘One Oda (Virginia Woolf)’ projesinde yer needs to survive’. She had her second aldı. 3. Uluslararası Bursa Fotoğraf exhibition called ‘The Harvest’ at the Festivali’nde ‘Nadas’ adlı ikinci kişi- 3rd Bursa International Photography sel sergisini açtı, aynı festivalde saha Festival, she also worked at the same sorumlusu ve koordinatör olarak gö- festival as a field coordinator. rev aldı. As an executive board member of BursaFotoFest yürütme kurulu üyesi ve Bursa Kent Konseyi Fotoğraf Çalışma Grubu‘nun temsilcisi olan Kuru, halen fotoğraf atölyeleri yürütmekte ve sinema üzerine çalışmalar yapmaktadır.

BursaPhotoFest and a representative of Bursa City Council Photography Work Group, she still caters to the needs of enthusiasts through photography workshop and continues her works in the field of cinema.

‘İnsanlar öldükleri anda 21 gram hafiflemektedir. Bu, vücuttan çıkan ruhun ağırlığıdır. Bilim insanları 1907 yılında kapalı bir vakumda yaptıkları deneyle bunu ispatlamışlardır’

‘People lose about 21 grams the moment they die. That is the weight of the soul leaving the body. Scientists proved that in 1907 with an experiment in an enclosed bell glass.’

Bir bilinmezliğe doğru göç eder ruh, her şeyi geride bırakarak.

Soul travels towards the unknown, leaving all behind.

İçinde bir son ve başlangıç taşıyarak.

Carrying inside an end as well as a new beginning

Bu dünyada tutunduğu hiçbir şey ona ait değildir. 21 gr 21 gr

Bu yüzden göç ederken sadece kendi ağırlığını yanına alır. Ardında kocaman bir 21 gr’lık boşluk bırakarak…

Nothing it hangs onto in this world belongs to it That is why it only takes its own weight with it as it travels alone Leaving behind an emptiness of 21 grams.


5.

24-28 Ekim 2015

115


Mert ÇaĞıl TÜrkay

Mert Çağıl Türkay, 1987 yılında İstanbul’da doğdu. 2010 yılında lisans eğitimini Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nde tamamladı. 2012, Universität für angewandte Kunst/University of Applied Arts Vienna’da öğrenci değişimi programı ile eğitim gördü. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nde yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. Halen Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaktadır.

Kırk beş yıl önce çeşitli sebeplerden dolayı Viyana’ya göç eden kitsch bir teyzenin öyküsü: “Perihan”. Aidiyet hissiyle bağlandığı mekândan ve bir şekilde “kendisinden” kopması, köklerinden ve kültüründen uzaklaşması ile sarsılmasının getirdiği farklı bir kimliğe bürünmenin olumlu veya olumsuz etkilerinden görüntüler... Hayret verici anıları, acıları ve farklı görünümüyle, kimi zaman korku içerisinde kimi zaman da gittiği yere çoktan ait olmuş edasıyla, kendi sözleriyle “Avrupa’nın göbeğinde yaşayan bir kadın”ın hikâyesi.

PERİHAN PERIHAN

Mert Cagil Turkay was born in 1987 in Istanbul. He completed his Master’s at Mimar Sinan Fine Arts University Photography Department in 2010. In 2012 he was an exchange student at Universität für angewandte Kunst/ University of Applied Arts Vienna. He currently continues his graduate studies at Mimar Sinan Fine Arts University Photography Department. Cagil continues to work as a research assistant at Mimar Sinan Fine Arts University Photography Department.

“Perihan” is the story of a kitch lady who emigrated to Vienna forthy five years ago as a result of various reasons. Images of the negative and positive effects of one who embraces a new identity as a result of being ripped apart from a place she once belonged therefore being detached from herself and as a result of the shock caused by getting far away and distant from her roots and culture…. With her intriguing memories and her different image; in her own words “it’s the story of a woman living in the heart of Europe,” sometimes with fear and sometimes as if she already belongs to the place she emigrated to.


5.

24-28 Ekim 2015

117


Murad Sezer

Gazetecilikte 25 yılı geride bırakan Murad Sezer, meslek hayatının son 17 yılını Associated Press (AP) ve Reuters gibi dünyanın en saygın iki haber ajansında foto muhabiri ve fotoğraf editörü olarak çalışarak geçirdi. Murad Sezer, İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü’nden 1992 yılında mezun oldu. Sezer, gazeteciliğe, 1987 yılı sonlarında Tercüman Gazetesi Spor Servisi’nde foto muhabiri olarak başladı. 1988 - 1997 yılları arasında Türk basınında sırası ile Tercüman, Meydan ve Milliyet gazetelerinde spor foto muhabirliği yaptı. 1997-2009 yılları arasında Associated Press Haber Ajansı’nın İstanbul bürosunda haber foto muhabiri olarak çalıştı. Sezer, 2009 Nisan ayında Reuters Haber Ajansı’nda Türkiye fotoğraf editörü olarak göreve geldi ve meslek hayatını bu kurumda sürdürmektedir. Murad Sezer, AP adına Kosova, İsrailFilistin, Afganistan ve Irak gibi çatışma ve savaş alanlarında görev yaptı. Bunların yanı sıra AP ve Reuters adına Dünya ve Avrupa Futbol Şampiyonalarını, Olimpiyatları, Formula 1, Basketbol, Hentbol, Yüzme, Halter Güreş gibi spor dallarında da Avrupa ve Dünya şampiyonlarını fotoğrafladı. Murad Sezer, Nisan 2004’te Irak Felluce’de çektiği fotoğrafı ile Associated Press’in 2005 yılında “Breaking News Photography” dalında Pulitzer Ödülü kazanan ekibinde yer aldı. Böylelikle Sezer, Pulitzer Ödülü kazanan ilk ve tek Türk gazeteci oldu. Sezer; İstanbul, Marmara ve Galatasaray Üniversiteleri’nde davetli olarak katıldığı derslerde haber, savaş ve spor fotoğrafçılığı konulu dersler vermektedir. Ayrıca Kadir Has Üniversitesi Spor İletişim sertifika programında spor fotoğrafçılığı eğitmenliği yapmaktadır. Boş Beşik EMPTY CRADLE

Leaving behind 25 years in journalism, Murad Sezer has been working for the last 17 years of his professional life at the world’s most respected news agencies such as Reuters and the Associated Press (AP) as a photojournalist and a photo editor. Murad Sezer graduated from Istanbul University Press and Public Relations Department of the School of Journalism in 1992. Sezer started his journalism career at Tercüman Newspaper Sports Service in late 1987s as a photojournalist. From 1998 to 1997, he worked as a sports photojournalist for Tercüman, Meydan and Milliyet newspapers respectively. Between 1997 and 2009 he worked at the Istanbul office of the Associated Press News Agency as a news photojournalist. Sezer started working as the editor of photography at Reuters News Agency in April, 2009 and continues his career at this institution. Murad Sezer worked for AP in areas of conflict and war such as Kosovo, Israel-Palestine, Afghanistan and Iraq. He also photographed World and European Football Championships, Olympics, Formula 1; Basketball, Handball, Swimming, Weightlifting and Wrestling World and European Championships on behalf of AP and Reuters. He was part of the Pulitzer Prizewinning team in the field of “Breaking News Photography” in 2005 with the photo he took in April 2004 in Fallujah, Iraq. Thus Sezer is the first and only Turkish newspaper to win the Pulitzer Prize. Sezer lectures in Istanbul, Marmara and Galatasaray University on news, war and sports photography. He also works as a sports photography instructor at Kadir Has University Sports Communications certification program.


2014 yılı Eylül ayında Suriye’nin Kobani kasabasının IŞİD güçleri tarafından kuşatılmasıyla birlikte Türkiye’nin sınır kasabası Suruç’a büyük bir göç dalgası başlamıştı. Birkaç hafta içinde çoğunluğunu çocuk, kadın ve yaşlıların oluşturduğu 300 bine yakın mülteci Türkiye’ye sığındı. Fotoğrafta görülen boş beşik de Suriyeli bir ailenin bebeğine ait. Büyük ihtimalle sınırın Türkiye tarafına geçtikten sonra mülteci kampına giderken kamyonda yer kalmadığı için geride bırakılmış.

5.

24-28 Ekim 2015

With the siege of the border town Kobane by ISIS forces in September 2014, a huge wave of migration began towards the Turkish town by the border, Suruç. Within a few weeks, approximately 300 thousand people, most of which were children, women, and elderly, had taken refuge in Turkey. The empty cradle seen in the photo belongs to a Syrian family. It is most likely left behind on the Turkish side of the border because there was no place left in the truck going to the refugee camp.

119


Murat Yılmaz

Murat Yılmaz, 1983 yılında İzmir’de doğdu. Lisansını Gazi Üniversitesi’nde tamamladı.

Murat Yılmaz was born in 1983 in İzmir. He got his bachelor degree in Gazi University.

Fotoğrafın her alanında üretimler yapan Yılmaz, fotoğrafı gördüklerini unutmamak ve görülmeyeni göstermek olarak tanımlıyor.

Being active in all parts of photography, Yılmaz defines photograph as showing the invisible.

Yılmaz halen mimarlık ile mühendislik firmalarına freelance ve tam zamanlı olarak 3D modelleme, görselleştirme, mimari fotoğraf hizmeti veriyor.

Yılmaz still provides freelance and full-time services to architecture and engineering companies in 3D modeling, visualization and architecture photography.


Çocukluğumun geçtiği iyi insanların oturduğu o uzun ince sokak. O eski kapılar ve tokmakları. İnce işçilikli kapı söveleri. Sıradan, öylesine yapılmış değillerdi. Hepsinin anlamı vardı ve tarihler çoğunluğunda bin sekiz yüzle başlıyordu. İzmir’in birçok sokağındaki kapılar gibi. Şimdi birçokları kentsel dönüşüme uğradığı, göçlerin başladığı ve bittiği yerdir kapılar. Çocukluğum, Bornova’da Tarlabaşı diye bilinen bir mevkide geçti. Eskiden üzüm bağlarının olduğu bir yer. Göçle gelenlerin göçle gidenlerin evlerine yerleştiği bir mahalle. Biz de Bornova’nın bir dağ köyünden inmişiz buraya. Smyrna’nın sokaklarından topladığım bu fotoğrafla çocukluğumun geçtiği sokağı yeniden tasvir etmeye çalıştım. Kızım Simirna’ya… www.smyrnaphotos.com

That long narrow street where my childhood passed and good people live. Those old doors and knobs. Doorframes with fine work. Those were not done commonly at random. All had their meanings and the dates were generally starting with one thousand eight hundred. Just as many doors in the roads of İzmir. Doors are nowadays where met urban transformation, immigration start and finish. My childhood passed in an area in Bornova called Tarlabaşı. It was a place where there used to be vineyards. It was a neighborhood where incoming immigrants settle in the outgoing immigrants. We too came here from a mountain village of Bornova. With this photo I collected from the roads of Smyrna, I tried to re-describe the road where my childhood passed. To my daughter, Simirna… www.smyrnaphotos.com

52. Sokak 52nd Street

5.

24-28 Ekim 2015

121


Nuray Tezel

1972 yılında İstanbul’da doğdu. Anadolu Üniversitesi İktisat Bölümü’nden mezun oldu. 10 yıl boyunca finans sektöründe bankacı olarak çalıştı. 2001 senesinde Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği (BUFSAD) bünyesinde ilk fotoğrafçılık eğitimini aldı. 2011 senesinde yine BUFSAD bünyesinde ileri çekim teknikleri ve belgesel fotoğrafçılık eğitimlerini tamamladı. Dernek bünyesinde çeşitli fotoğraf projelerine ve sergilerine katıldı. Fotoğrafın yeryüzünde anlaşılabilir tek ortak dil olduğunu düşünüyor ve bunu kullanmaya çalışıyor. Stalin liderliğindeki Sovyetler Birliği 14 Kasım 1944’te Ahıska’da yaşayan Türkleri sınır güvenliğini tehdit ettikleri gerekçesiyle sürgün etti. 120.000 Ahıska Türkü’ne “savaş buraya geliyor, tehlikedesiniz” denerek 2 saat içinde evlerini boşaltmaları, yük trenlerine binmeleri istendi.1 ay süren bilinmeze doğru bir sürgün başlamıştı. Geri döneceklerini zanneden 120.000 Ahıska Türkü vatansız ve topraksızdır artık. Erkekleri Sovyet ordusunda savaşta olan yaşlılar, kadınlar ve çocuklar için yol zorludur, soğuktur, çok kayıp verirler. Ahıska Türkleri sistemli bir şekilde; Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan’a yerleştirilirler. 3 Haziran 1989’da Fergana’da Ahıska Türkleri ile Özbekler arasında olan problemler büyür ve bir facia yaşanır. Fergana olayları ile bir sürgün daha yaşar Ahıska Türkleri; sonu Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya ve Ukrayna’da biten. Fergana olaylarında Alican amca köylerini korumak için geride kalır. Eşi Asiye teyze hamiledir, doğum için Tacikistan’a götürülür. 3 küçük çocukları ve babaanne ise otobüslerle Rusya’ya. Asiye teyze bebeği Leyla ile Rusya’ya dönerken helikopterden görür, Fergana simsiyahtır, yanmıştır. Alican amcanın Ah Ahıska Ah Meskhetian

She was born in 1972 in Istanbul and graduated from Anadolu University, Department of Economics. She worked as a banker in the finance industry for 10 years. She received her first photography training in 2001 at Bursa Photographic Arts Association (BUFSAD). In 2011, she completed classes on advanced filming techniques and documentary photography within BUFSAD and participated in several photography projects and exhibitions within the same association. She thinks that photography is the only language understandable by all and tries to use this in her photographs. On November 14, 1944 Soviet Union under the leadership of Stalin, expelled Turks living in Ahıska on the excuse that they were threatening the border security. 12.000 Ahıska Turks were told “War is coming, you are not safe here anymore” and asked to gather their belongings, leave their homes in 2 hours and get on the freight trains. A 1-month-long exile towards the unknown had begun, nearly 120,000 Ahıska Turks were thus left stateless. With the men enlisted in the Soviet military back then, the journey was tough for the elderly, the women and children; and they sustained many losses on the way. Ahıska Turks were systematically placed in Uzbekistan, Kazakhstan and Kyrgyzstan. On June 3, 1989 the tension between Ahıska Turks and Uzbeks escalated and a tragedy broke out in Fergana. After the events of Fergana, Ahıska Turks were exiled once again, this time to Azerbaijan, Kazakhstan, Kyrgyzstan, Russia, and Ukraine. During the events of Fergana, uncle Alican stayed behind to protect their village. His wife, Asiye, was pregnant and taken to Tajikistan for deliver the baby while their 3 kids and grandmother were taken to Russia on a bus. Asiye, on the way back to Russia in a helicopter with their baby Leyla in her hands, sees smoke


kötü haberini alır ve Rusya’da çok kalamazlar. Önce Azerbaycan’a giderler, diğer Ahıska Türkleri gibi sonra Türkiye’ye. 1944’te büyük sürgünü yaşayan babaanne, Bursa’da vefat eder. Gelini Asiye teyze bir fabrikadan emekli ve kızı Leyla ise annesi gibi Tarih öğretmenidir bugün.

coming out of Fergana and soon after she receives the bad news of uncle Alican’s death. They could not stay in Russia any longer. First they go to Azerbaijan, and then to Turkey like all the other Ahıska Turks. The grandmother who witnessed the great exile in 1944, passes away in Bursa. Her daughter-in-law, Asiye, is retired from a factory and her daughter, Leyla, is a history teacher today, just like her mother was.

Ah Ahıska Ah Meskhetian

5.

24-28 Ekim 2015

123


Osman Demİr

Osman Demir, 2014 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nden mezun oldu. 2012 yıllarında Uluslararası 3. Antakya Bienali’nde ‘Telefon’ isimli enstalasyonu, Avusturya Viyana’da ise ‘Görüşme odası’ isimli video çalışması sergilendi. Aynı yıl Almanya Köln’de düzenlenen ‘Photokina Fuarı’nda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nü temsil etti. 2014 yılında 21 – 28 Eylül tarihleri arasında Beşiktaş Belediyesi’nin düzenlediği ‘Uluslararası Sanat Günleri’nde ‘Romanlar’ isimli fotoğraf çalışmasını sergiledi. Demir halen Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nde yüksek lisans çalışmasına devam etmektedir. Figür olarak, göçmenin durduğu yer, öncesinde göremediği, artık uzakları yok ettiği yerdir. İnşa ettiği alanda, geçmiş ile şimdinin bir göstergesi olarak yeni bireyi temsil eder. Bir mekan, dolayısıyla bir mikro uzay… Peki gelecek nerede? Bu yaşlanmış beden, eskimiş bina, ağaçları kesilmiş orman, mezarlık, bu kavurucu yaz akşamı olgunlaşmış mısırların arasında karşılaşma ve çarpışma.. Söz konusu hakikat kadar, zamanın, mesafenin ve mekanın yönsüz algısı karşısında ayırım yapmaksızın, şeyler, imgeler, nesneler ve şiirselliğini koruyan adam. Onların ruhunu göremediğimiz bu dünyada, bir nevi evrensellik ölçüsü olarak gözden uzak olanı gönlünde saklar beden…

Göçmenin Doğası Üzerine On The Nature of The Immigrant

Osman Demir got his undergraduate degree from Mimar Sinan University of Fine Arts Photography Department. In 2012, his installation titled “The Phone” has been exhibited at the 3rd International Antakya Biennial; and his video work titled “The Interview Room” has been exhibited in Vienna, Austria. The same year, he also represented Mimar Sinan University of Fine Arts Photography Department at Photokina Fair, held in Cologne, Germany. His photography work titled “The Roma People” has is exhibited at the “International Art Days” event held by Beşiktaş Municipality from 21st to 28th of September 2014. As a figure, where the immigrant stands is a place where he cannot see the past, but one which destroys that which is distant. It represents the new individual as a representation of both the past and the future in the space it constructs. A place, hence a micro space… Then, where is the future? This ageing body, this old building cut forest trees, the cemetery, this conflict and confrontation amidst the corn field in the broiling hot summer nights… A man that preserves the things, the images, the objects and his lyricism in a non-discriminate way in the face of the nondirectional perception of the point in question that is the aforementioned reality, the time, the distance and the place. In a world where we cannot see their spirits, the body keeps in the heart that which is distant to the eye.


5.

24-28 Ekim 2015

125


SEBATİ KARAKURT 1962 yılında Sarıkamış’ta doğdu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nü bitirdi. 1986 yılında Güneş Gazetesi’nde foto muhabiri olarak göreve başladı. Kuruluşundan itibaren dört yıl Aktüel Dergisi’nde; Doğu Avrupa’nın çözülme sürecini belgeleyen foto röportajlara imzasını attı. 1994’den beri Hürriyet Gazetesi’nde görev yapıyor. 1995’te Cezayir’deki Silahlı İslami Terör Örgütü (GİA) ile yaptığı röportaj dünyada yayınlandı. ABD’nin Irak’ı işgalini başından itibaren izleyen Karakurt, başta Gazeteciler Cemiyeti olmak üzere yurt içi ve yurt dışından çok sayıda ödüle sahiptir. Ancak Suriyeliler yalnız değil, Türkiye’de 60’ı aşkın ülkeden yaklaşık 53 bin sığınmacı evsiz, işsiz, okulsuz, kimliksiz halde yaşıyor. Bir köy evinin alt katında depodan bozma dar bir alana doluşmuştu, yüz kadar kadın ve çocuk. Üç gün önce Suriye’deki savaştan kaçmış, bin bir zorluk içinde Asi Nehri’ni geçtikten sonra Türkiye tarafındaki Hacıpaşa beldesine ulaşmışlardı. Büyükler yaşadıkları çaresizliği ve öfkeyi birileriyle paylaşmak istiyorlardı: “Elli senelik kocamı, çocuklarımın babasını bırakıp gelmek zorunda kaldım. Ayakları tutmadığı için yürüyemiyordu, bize yük olmak istemedi. Kader arkadaşımı terk edeceğim hiç aklıma gelmezdi, içim yanıyor” derken gözlerinden yaşlar boşanıyor 70’indeki Nadire Meymo’nun.

Türkiye’nin Mültecileri Refugees of Turkey

Son iki yıldır Türkiye gündeminde önemli yer tutan Suriyeli sığınmacılar halkın dilinde çoktan mültecilik kavramıyla eşleşmiş durumda. Sığınmacı ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği’nden İbrahim Vurgun Kavlak’a göre bu oldukça olumsuz bir gelişme: “Şimdi herkes mülteci sıkıntısı deyince Suriyelileri anlıyor. Geri kalanlar, yani başka ülkelerden kaçıp gelenler unutuldu. Aslında asıl problemli alan burası çünkü diğerleri ile hiç kimse ilgilenmiyor.”

He was born in 1962 in Sarıkamış and graduated from Mimar Sinan Fine Arts University Photography department. He started working as a photojournalist in Güneş Newspaper in 1986. For 4 years after the foundation of Aktüel Magazine, he carried out photo interviews documenting the dissolution of the Eastern bloc and has been working for Hürriyet Newspaper since 1994. His interview with the Armed Islamic Group of Algeria (GIA) in 1994 has been published worldwide. Closely following the US invasion of Iraq since the beginning, Karakurt has received numerous awards, both domestic and international, including that of the Association of Journalists. However, Syrians are not the only ones: approximately 53 thousand refugees from over 60 different countries are living homeless, unemployed, without a school and without identity. A small area underneath a village house, which resembled more a warehouse than a room, was crowded with around a hundred women and children. They had fled the war in Syria three days ago, and reached the town of Hacıpaşa on the side of Turkey, passing through the Orontes River with great difficulty. The elderly wanted to share the helplessness and anger they experienced. “I had to leave behind my husband of fifty years and the father to my children. He wasn’t able to stand or walk and did not want to burden us. I would have never thought that I could leave behind my better half, and it’s tearing my heart out” says the 70-year-old Nadire Meymo as she bursts into tears. For the past two years, the issue of Syrian asylum seekers has been high on Turkey’s agenda and for the public, Syrian refugees is the embodiment of the notion of refugee. According to Vurgun Kavlak of the Association for Solidarity with Refugees and Immigrants, these are worrisome developments: “Nowadays, when people talk about refuges, they immediately think of Syrian refugees. Those who fled other countries are almost forgotten and that is a major problem because nobody is interested in them anymore.”


5.

24-28 Ekim 2015

127


Sevcan Özmen

1985 yılında Muşta doğdu. 1990 yılında sosyo-ekonomik sebebiyle Bursa’ya göç etti. Lisede Grafik Tasarım Bölümü’nü okudu. Lise yıllarında karanlık odada fotoğraf baskısı ile tanıştı. Fotoğrafa daha çok ilgi duymaya başladı. Uludağ Üniversitesi Meslek Yüksekokulu’nda grafik tasarıma devam etti. Birçok özel şirkette grafik tasarımcı olarak çalıştı. 2010 yılından beri Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği bünyesinde çeşitli eğitimler aldı. 2011 yılında Hanlar ve Çarşılar projesine katılarak kendini geliştirmeyi hedefledi. Dernek bünyesinde düzenlenen çeşitli karma sergilere katıldı.

Babaannesinin (Daye) kişisel fotoğraf sergisini hep hedefliyordu. 2015’te “Göç” temalı BursaFotoFest’e katılmaya karar verdi. Göç ettikleri bu şehirde babaannesinin kültürünü, yaşam şeklini, yalnızlığı, Bursa’ya ait olmadığını, memleket özlemini, yaşamış olduğu acıları (Çocuk yaşta evlenmesi, ilk çocuğunun ölümü, Varto depreminde 14 yaşındaki kızını kaybetmesi, genç yaşta hayat arkadaşını ve oğlunu Muş’ta Murat nehrinde kaybedişi) ve kayıplarla dolu bir ömrü anlatmaya çalıştı. Neden projenin adı “DAYE”… Kürtçe “anne” anlamına gelmektedir. Ayrıca Çocuk bakıcısı, sütnine, dadı anlamlarına gelen Farsça kelimedir. Köyde tüm akrabalar, komşular, dostlar babaannesine “Daye” demişler. Göç ettikten sonra Bursa’daki komşular da “Daye” demeye başlamış. Daye; ebelik yapmış, düğün derneklerde aşçı başı olarak yardımda bulunmuş. Gassallık yapmış, torunlarını çok seven, tüm acıları yaşamasına rağmen yüreği sevgi dolu... Herkesin annesi Daye’dir. Daye Daye

She was born in 1985 in Muş and emigrated to Bursa due to socio-economic reasons in 1990. She studied graphic design in high school which is where she met with the photo printing in the dark room. As such, she took a deep interest in photography. She continued her studies in graphic design at Uludag University Vocational School and worked as a graphic designer in several private companies. She has received various trainings at Bursa Photographic Arts Association since 2010, and participated in Hans and Bazaars Project in 2011 with the aim of self-development. Also, she participated in many group exhibitions organized by the same institution. She always aimed the personal photo exhibition of her grandmother (Daye). In 2015, she decided to participate in the BursaFotoFest themed “migration”. She tried to tell about her grandmother’s culture in this city they migrated to, her way of living, loneliness, her not belonging to Bursa, homesickness, all the pain she had to go through (getting married when she was still a child, the death of her first child, losing her child of 14 years old at the Varto earthquake, losing her partner and her son in the river of Murat, Muş at a young age), and a life filled with losses. Why the project is called “DAYE”… It means “mother” in Kurdish. It is Persian for babysitter, wet nurse, nanny. Everybody in the village, all the relatives, neighbors and friends called her grandmother “Daye”. When she migrated to Bursa, neighbors started calling her “Daye” as well. Daye: the midwife, the head chef at the weddings, bathed the dead when needed, loved her grandchildren very much, with a heart full of love despite all the pain she had to endure… Daye is the mother of all.


5.

24-28 Ekim 2015

129


Şule Karacı 1964 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun olduktan sonra aynı üniversitenin İktisat anabilim dalında yüksek lisans yaptı. Fotoğraf çalışmalarına 2008 yılında başladı ve çeşitli karma sergilere katıldı. Fotoğrafa olan ilgisi ile birlikte yaşama dair farklı bir bakış açısı da kazandığını ifade eden Karacı İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mezunlar Cemiyeti, Roche Fotoğraf Kulübü ve Beşiktaş Jimnastik Kulübü Kongre Üyesi olup evli ve bir çocuk annesidir. Gökçeada için, Gökçeadalı Rumlar için her yıl 15 Ağustos özel bir gündür. Meryem Ana’nın ölümsüzleşip göğe yükseldiği gün olan 15 Ağustos bayram gibi kutlanır Gökçeada’da. Mübadele yılları ve sonrasında Gökçeada’dan göç etmiş ve Yunanistan başta olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Rumlar, çocukları ve torunlarıyla katılırlar bu kutlamaya. Gökçeada’nın onlar için bu kadar özel olmasının bir diğer sebebi de Fener Rum Patriği Bartholomeos’un doğum yeri olmasıdır. O bir gün, panayır düzenlenir, adaklar kesilir, ölmüşlerin mezarları ziyaret edilir ve akşam Tepeköy’de köy meydanında kurulan masalarda şenlik havasında hep birlikte yemekler yenilir, şarkılar söylenir, danslar edilir. Gökçeada’nın tarihi ortamında bir ritüele dönüşen şenlik, gecenin geç saatlerine kadar devam eder. Yıllar sonra dedelerinin doğup büyüdüğü topraklara gelen gençler ve çocuklar da dedeleri gibi etkilenirler bu atmosferden. Göçün ardında kalan terkedilmiş evlerin kimi yıkılmaya yüz tutmuş, kimi halen direnmektedir yalnızlığa. Kimileri de köyün kilisesi gibi sahip çıkılarak yeniden ayağa kaldırılmıştır eski kimliklerini yaşatırcasına. Göç bu kez geriye dönmüştür dedelerden torunlara. Bir Gün One Day

Geçmiş zamandan artakalanlarla, artakalanları bir geçmiş olarak benimseyen bugünün insanları, o “birgün”, yeniden “bir olurlar”... Göç bir gün de olsa aidiyete yenik düşer...

She was born in 1964 in Istanbul. After graduating from Istanbul University Faculty of Economics, she got her master’s degree from the same university. She started with her photography works in 2008 and she participated in various mixed exhibits. Her interest in photography helped her gain new perspectives on life. Karaci is currently a member of Istanbul University Faculty of Economics Alumni Association, Roche Photography Club, Beşiktaş Jimnastik Kulübü congress member; she is married with a child. For Imbros (Gökçeada), for the Greeks of Turkish nationality living in Imbros, 15th of August represents a very special occasion. 15th of August, the day when the Mother Mary ascended to the heavens and became immortal, is celebrated as a holiday. During and after the years of the population exchange, those who had to move out of Imbros and live in different places around the world, primarily Greece, come back with their children and grandchildren for the festivities. Another reason why Imbros is a special place for them is because it is also the birthplace of Bartholomeos, the Fener Greek Patriarch. That one day, there is a fair, offerings are made, tombs and graves are visited; and in the evening, people eat, drink and dance together around the table set up at the village square. This traditional ritualistic festival continues until the late night hours. This festive ambiance impresses the young as much as the old who are now at the place where their ancestors were born and raised up. The houses left abandoned after the population exchange are beginning to fall apart, some still resisting the detrimental effects of loneliness. Some, on the other hand, like the village church have been looked after, their old identities are kept alive. This time, migration has been reversed from grandparents to grandchildren. With what is left behind of the past embraced by today’s people, that “one” day they become “one” again… For even one day, migration is defeated by the sense of belongingness.


5.

24-28 Ekim 2015

131


Tolga TOMAÇ

Tolga Tomaç, 1971 yılında Samsun’da doğdu. Fotoğraf serüveni 2000’li yılların başında başladı. Evli ve 2 çocuk babası olan Tomaç, Trabzon Fotoğraf Sanatı Derneği ve Roche Fotoğraf Kulübü üyesidir.

Tolga Tomaç was born in 1971 in Samsun. His adventure in photography started at early 2000s. Tomaç, married with 2 children, is a member of Association of Trabzon Photography Association and Roche Photography Club.

10.000 ile 15.000 arasında olduğu tahmin edilen Türkiye’deki Kazak Türkleri, Türkiye’ye ilk olarak 1952 yılının sonlarına doğru gelmeye başladılar.

Kazakh Turks, which are estimated about 10,000 and 15,000 as population, started to come to Turkey for the first time at the end of 1952.

Türk göçmenler, değişik zamanlarda Türkiye’ye başvuruda bulundular. ABD, bu topluluğu kabul edeceğini açıkladı. Ancak Türk göçmenler, Türkiye’deki kardeşlerinin yanına gitmek istediklerini söyleyerek bu daveti geri çevirdiler. Pakistan’da ateşe olarak bulunan Yahya Kemal Beyatlı vasıtasıyla, Adnan Menderes, Orta Asyalı Türklere davet gönderdi ve Zeytinburnu’na yerleştiler.

Turkish immigrants applied to Turkey in different times. USA declared that it would accept these people. However Turkish immigrants refused this invitation announcing that they intend to go near their brothers in Turkey. Adnan Menderes, through Yahya Kemal Beyatlı that was an attaché in Pakistan, sent and invitation to Middle Asian Turks and they were settled in Zeytinburnu.

Orta Asya’da geçimlerini hayvancılık yolu ile sağlayan Türk nüfus, göçten sonra dericilikle uğraşmaya başlamıştır. Bugün ise plastik sanayi ile de uğraşmaktadırlar. Genelde içine kapanık olarak yaşamaktadırlar. Bunu, ilk geldiklerinde Zeytinburnu’nun bugüne oranla oldukça ıssız bir muhit olmasına bağlayabiliriz.

This Turkish community, they were, in Middle Asia, making their lives with stockbreeding, started to deal with leather trade after the immigration. Today they also work in plastic industry. They usually live in an introverted manner. We can attribute this to the fact that Zeytinburnu was a desolate region when they first came comparing today.

Türk göçmenlerin neden olduğu polisiye vaka oldukça azdır. Orta Asya’daki adetlerini burada da yaşatıyorlar. Her yıl Nevruz Bayramı coşkuyla kutlanır. Düğünler de kalabalık ve renkli geçer. Maddi durumu iyi olan göçmenler, ata yurtlarına bir takım yardımlar yapmaya çalışıyor. Bu yardımların miktarı doğal olarak devletler için bir şey ifade etmese de, halklar arasında manevi tarafı çok büyük bir önem taşıyor.

CASPİA CASPIA

5.

24-28 Ekim 2015

There is a very few number of criminal case caused by Turkish immigrants. They continue living their traditions in the Middle Asia. Every year Newroz Festival is celebrated enthusiastically. Weddings are too crowded and colorful. Immigrants with better financial conditions try to provide some aids to their homelands. Even if the amount of these aids does not matter a lot for the states, it represents a great significance among the people.


5.

24-28 Ekim 2015

133


DR. Tunç T. Evcİmen

Taş Stone

Matematik Mühendisliği eğitimi gördü. Yönetim alanında yüksek lisans derecesi ve felsefe doktoru ünvanı aldı. 1997 yılında yönetim danışmanlığı yapmaya başlamış 600’ün üzerinde kurumun gelecek stratejisine katkıda bulunmuştur. Evcimen, Boğaziçi Üniversitesinde, İstanbul Teknik Üniversitesinde yaratıcılık ve girişimcilik dersleri verdi. Halen Hava Harp Okulunda İnovasyon dersleri vermektedir.

Evcimen is trained as a Mathematical Engineer. Earned his Master’s degree and Doctor of Philosophy title in Management. Since 1997, he has been working as a management consultant and contributed to the future strategies of over 600 institutions. He taught creativity and entrepreneurship courses at Bogazici University, Istanbul Technical University. Currently, he offers Innovation courses at the Air Force Academy.

1994 yılından itibaren yağlı boya ve akrilik resim çalışmaları yapmaktadır. 2006 yılında fotoğraf alanında da çalışmaya başladı. Fotoğrafın çeşitli türlerinde çalışmalar yaparak başladığı yolculuğunda portre ve moda üzerine atölye çalışmalarına katıldı. Daha sonraki dönemde Magnum ekolünün temsilcileriyle olan çeşitli masterclass çalışmaların katıldı. Bu şekilde Abbas, Economopoulos, D’agata, Chang ve Zackman gibi ustalarla çalışma ve tanışma fırsatı buldu. Uzakdoğu, Hindistan, Amerika, Avrupa ve Türkiye’de fotoğraf projeleri gerçekleştirdi. Daha sonra küratör Hasan Şenyüksel’le uzun dönemli projeler üzerinde çalışmaya başladı. 2011 yılından beri Doğu Roma İmparatorluğu ve bağlantılı medeniyetlerle ilgili yapıları fotoğraflamaktadır.

Evcimen has been painting in oil and acrylic since 1994. In 2006, he was interested in photography. In the beginning of his photo journey, he experienced taking various types of photos and participated in workshops on portrait and fashion. In the later period, he participated in several masterclasses with the Magnum school representatives. In this way he had the opportunity to meet and work with masters like Abbas, Economopoulos D’agate, Chang and Zackman. He carried out various photographic projects in the Far East, India, America, Europe, and Turkey. Later, he started to work on long-term projects with the curator Hasan Şenyüksel. Since 2011, he has been photographing the artifacts of the Eastern Roman Empire and the related civilizations

Taş insanlığın dönüm noktalarında önemli bir rol oynamıştır. İlk insan eline aldığı taşı bir alet olarak kullanmıştır. Böylece üç milyon yıl önce ilk aletin yapılmasıyla insanın yolculuğu, taş devriyle başlamıştır. Sonra insanın bulduğu tüm ilerlemelerde taş yine önemli olacaktır. Onun aleti, silahı, sığınağı, tekerleği, evi, tapınağı ve tapınma nesneleri olacaktır. Yaşamı su, toprak ve canlılarda bulan insan, ölümsüzlüğü taş da bulmuş ve kendi formunu taşlara oymaya başlamıştır. Bilgisini taşlara sembollerle aktarmaya başladığında ise yazılı tarihi başlatmıştır. Taşın form ve içerik olarak evrimini anlamadan insanın hikayesini anlamak oldukça güçtür. Anadolu’nun taş merkezli kısa bir özeti aslında insanlığın geçmişinin çekirdeğine yapılmış bir yolculuktur.

Stone has played a crucial role at the crossroads of humanity. Story of the human being started when the first person on the face of the earth held a stone in his hands. He used it as a tool three millions years a go. Thus, starting from the Stone Age, stone held an important role at every point in the human progress. It is his tool, weapon, shelter, wheel, house, temple, and even object of worship. Humans who found life in water, soil and living creatures found immortality in stone by giving their forms to stones into the stone carvings. As the stones began to transfer the information with symbols, written history commenced. It is very difficult to the story of humanity without understanding the understanding evolution of the form and content of the stone. A short, stonebased summary of Anatolia is actually a journey made to the core of the history of humanity.


5.

24-28 Ekim 2015

135


Uğur Çomoğlu

1971 yılında Ankara’da doğdu. 1990 yılında Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra sırasıyla Mimar Sinan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji bölümünü ve Yıldız Teknik Üniversitesi, İşletme Yönetimi, Yüksek Lisans programını bitirdi. 2004 yılından bu yana fotoğraf sanatına ilgi duyan Uğur, çeşitli fotoğraf sergi ve yarışmalarına katılmıştır. Kasım 2007’de katıldığı Roche ailesinde Çevre, İş Sağlığı ve Güvenliği (ISG) ve İdari İşler Müdürü olarak görev yapmaktadır. Fransızca ve İngilizce bilen Çomoğlu, evli ve 2 çocuk babasıdır.

G’nin Kaderi Üzerine About Destiny of Migration

He was born in 1971 in Ankara. After graduating from Galatasaray High School in 1990, he got his undergraduate diploma from Mimar Sinan University Faculty of Arts and Sciences Sociology department and got his master’s degree from Yıldız Technical University Business Administration department. Interested in the art of photography since 2004, Uğur participated in several photo exhibitions and competitions. He is currently working as the Director of Environmental and Occupational Health&Safety and Administrative Affairs at Roche, where he started working in 2007. Çomoğlu speaks French and English, and is married with 2 children.


Göçlerden hep geriye bir şeyler kalır. Kalanların üzerinden geçen zaman, onu başkalaştırır, bir başka “şey”e dönüştürür. Dönüşenler, bazen eskinin izlerini taşımaya devam ederler, bazen de… Evet bazen de, sadece bir “hüzün” olurlar. “G’nin kaderi üzerine”, bazı coğrafyaların “yüz” ile barışamamasının karşılığıdır.

5.

24-28 Ekim 2015

There is always something left behind from migration. Time, as it passes, alters that which was left behind and turns it into “something” else. That which transforms into something else sometimes continues to bear the traces of the old, and sometimes… Yes, sometimes they just turn into “sadness”. “On the Fate of G” is the equivalent of failure to make peace with the “face” in some geography.

137


Volkan Atılgan

Volkan Atılgan, 1980’de İstanbul’da doğdu. Atılgan, 2001 yılı Haziran ayından bu yana Sinop ili Ayancık ilçesinde 14 yılı aşkın süredir profesyonel bir fotoğraf stüdyosunu yönetmektedir.

Volkan Atilgan was born in Istanbul in 1980. Atilgan has been in charge of a professional photo studio since June 2001 for over 14 years in Ayancik district of Sinop.

Meslek olarak fotoğrafı seçmiş dükkan sahibi bir fotografçı iken, toplumsal tarihe olan ilgisi Atılgan’ı bir kent tarihi araştırmacısı yaptı. Yaşamakta olduğu Ayancıklılara ait ellerinde bulunan eski aile fotoğraflarını sosyal medyada sergileme amacı ile proje geliştirdi. Çıktığı bu yolculuk gerek gösterilen ilgi gerekse eline ulaşan fotoğrafların zenginliği sayesinde kendisini bir anda, sosyal sorumluluk projesi boyutuna varan bir gezici kent belleği sergisi olan Tarabalar ‘Bir Ayancık Belgeseli’ne dönüştürdü.

While being a photographer who was also the owner of a photography shop, Atilgan’s interest in social history tuned him into local history researcher. He created a project to exhibit the old family photos of the residents of Ayancik on social media. This journey he embarked on suddenly got transformed into a social responsibility project in the form of a mobile urban memory titled Wooden Screens “An Ayancik Documentary,” both as a result of the interest shown in the project and the magnitude and the wealth of the photos displayed.

Atılgan ayrıca gönüllü olarak yaşadığı coğrafyanın tanıtımına ve turizmine yönelik bireysel çaba ve katkılarını da sosyal medya aracılığı ile sürdürmektedir.

Atilgan also maintains a voluntary individual effort and contribution towards the promotion of local geography and tourism in the region through social media.


Bir Kent düşünün;

Envision a country;

İnsanların umutlarını ormanın yeşilinde bulduğu, acılarını gözyaşları ile denizin mavi sularına akıttığı!

Where people find their hopes in the greens of a forest and where they spill their pain into the deep blues of the sea!!

Ayancık! Süreç, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Ayancık ve çevresindeki orman varlığının 1929 yılında Alman ve Belçika sermayesiyle, o zaman için, dünyanın ikinci Türkiye’nin en büyük kereste fabrikasının kurulmasına olanak tanınmasıyla başladı. Ayancık’ın fabrikada çalışmak üzere yurtdışından çok sayıda eğitimli insan ile aldığı dış göç, yerleşik halk için Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkenin birçok kentinde yaşayanların düşlerinde bile tahayyül edemeyeceği bir dönemin başlangıcına sebep olmuş. Fabrikanın var olması sebebiyle ilçe merkezinde ve belirli bölgelerde elektrik enerjisi Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren kullanılmaya başlanmış. O yıllarda Ayancık’ta yaşamaya başlamış olan yabancı nüfus, Ayancık’ın yerli halkının kültürel ve sosyoekonomik hayatının çeşitlenerek modernleşmesinde mihenk taşı vazifesi görmüştür. Avrupa modası bu yıllarda bazen büyük şehirlerden bile önce Ayancık’a gelmiş, okullarda yabancı dil eğitimi verilmiş, sportif ve kültürel faaliyetler hız kesmeden devam etmiştir. Dünyada ilk tahtadan ağlar ile var edilmiş olan futbol sahası kalesi, tenis kortları, kadınlardan oluşan basketbol takımı, kadınlardan oluşan orkestralar, kostümlü balolar, geçmişten günümüze Tarabalar “Bir Ayancık Belgeseli” arşivinden yansıyan karelerden dikkat çekenleri arasında. Yeşilin umut demek olduğu bu yıllarda, fabrikanın kapanışının ardından durağanlaşan sosyal ve özellikle ekonomik yaşam, insanların önce yurt içinde büyük kentlere göçlerine, ardından da Ayancık ilçesinden ve Sinop’tan 1960’lı yıllarda başlayan yurt dışında çalışma furyası ile yurt dışına göçlerine sahne olmuş. Denizin mavisine damla damla akıtılan yaşlarla çıkılan umuda yolculuklara hep “Hele bir gideyim şu gurbete, bir beş yıl kalır, para biriktirir, dönerim”ler ile başlanmış. Bölünen aileler, gurbetten bir türlü para biriktirip dönemeyen babalar, hatta Tür-

Ayancik! The process in Ayancik began in the first years of the Republic in when the forests in Ayancik and the surrounding areas were transformed into the world’s second largest and Turkey’s largest timber factory which was allowed to become a reality thanks to the German and Belgian capital. Many foreign trained immigrants Ayancik received to work in the factory resulted in an era which the inhabitants of the country in many cities could not even imagine in their dreams during the early years of the Republic. Due to the existence of the factory, electric power started to be used in the town center and in certain areas since the first years of the Republic. The foreign population which began to live in Ayancik in those years diversified the cultural and socio-economic life of the local people of Ayancik and served as the cornerstone of modernization. European fashions of those years, sometimes even before they came to the big city, came to Ayancik; foreign language education was offered in schools, and sporting and cultural activities continued unabated. The first soccer goal net in the world made out of wooden nets, the tennis courts, the women’s basketball team, the all-female orchestra, costumed balls, wooden screens from past to present are among the striking images from the archives of “An Ayancık. In the years when green meant hope, after the factory’s closing, the stagnating social and especially economic life, witnessed people first emigrating to large cities in the country, and then with the trend of immigrating abroad that took place in the 1960s, emigrating from Ayancik district and the city of Sinop to foreign countries. The journey of hope which began with tears dropping into the blue of the sea started with phrases such as “I go abroad to remain for five-years, save money, then I return”. Divided families resulted in fathers going abroad to

Tarabalar Tarabalar

5.

24-28 Ekim 2015

139


Volkan Atılgan kiye’deki ailesini unutup orada yeni bir yaşam kuran kocalar, geride kalıp umutla yola bakan gözlere sahip, çocuklarını büyütmekle, yaşlılarına bakmakla bir ömrü tüketen kadınlar ile de sonuçlanmış bazen. Bazen de bu söz yerini bulmuş oluyor ama sadece biriken paralar ile değil değişen hayatlar, acılar, özlemler, çaresizlikler ile de geri dönülüyordu. Bu tatlı düşler ile yola çıkanların çektiği zorluklar; değişen, güzelleşen ya da parçalanan hayatlarına dair birikimlerin bugün “ Almancı” diye nitelendiren ikinci kuşağın ne oraya ne buraya ait hissettiği arada kaldığı, üçüncü kuşağın ise Türkiye’ye sadece tatil için geldiği bu başlangıcın yol hikayelerinin buluşma durağı ‘sözlü ve yazılı tarih belgeseli ‘VALİZİMDE GURBET’ ile çıkıyor karşımıza.

Tarabalar Tarabalar

save money but could never achieve enough to return back, husbands who forgot their families in Turkey and set up a new life in those countries, and women who got left behind and watched the road with hopeful eyes while their lives got wasted away by raising children and taking care of their elderly. Sometimes it happened that promises were kept and people returned home but not only with money saved but with lives changed and with sufferings, aspirations, and desperations. These challenges suffered by those who started these journeys with sweet dreams; and the road stories of lives that got better or fell apart and the experiences accumulated by the second generation referred to as “Almancı” who neither belongs there or here and road stories that turned into meeting points of the third generation who only come to Turkey for vacation meet us in ‘My Suitcase Gurbet,’ a written and oral documentary.


5.

24-28 Ekim 2015

141


Yıldız Kalkan

Yıldız Kalkan, Bursa’da doğdu. Uludağ Üniversitesi İşletme Fakültesi Muhasebe bölümü ile Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretmenlik bölümünden mezun oldu. 1987 yılında Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği‘nin (BUFSAD) açtığı fotoğraf kursuna katılarak fotoğraf çekmeye başladı. Sergiler ve dia gösterileri gerçekleştirdi. Halen BUFSAD üyesi olarak fotoğraf çalışmalarına devam eden Kalkan, Antalya’nın Kaş ilçesinde yaşamaktadır.

Yıldız Kalkan was born in Bursa. She was graduated from the Accounting Department in the Faculty of Business Administration at Uludağ University and from the Department of Teaching in the Faculty of Education in Ankara University. She joined in the photography course of Bursa Photo Art Association (BUFSAD) in 1987 and started to take photos. She realized exhibitions and slide shows. Still continues his photography profession as BUFSAD member, Kalkan lives in Kaş, Antalya.


Çobanlık (sürü yöneticiliği) mesleği çok eski mesleklerden biridir. Hz. Adem’in oğlu Habil, tarihte bilinen ilk çobandır. Çobanlar hayvan besleyerek insanların beslenmesine ve ekonomiye çok büyük yarar sağlarlar. Bu nedenle sürülerini otlak ve meralarda çok iyi beslemeleri gerekir. Anadolu’da bugün bu mesleği sürdüren, sadece konargöçer Yörük grubundan Sarıkeçili Toros Yörükleri kalmıştır. Köylerin ortak alanı olan çayır, mera, otlak ve yaylakları kullanarak bu mesleği sürdürmektedirler. Kışın Mersin’in Aydıncık ilçesinde, yazın ise Konya Karaman yaylalarında yaşamaktadırlar. Sürüleriyle Nisan ayında göçmeye başlayarak bir ayda 600 km yol kat eder, Eylül ayı sonlarında aynı yolları kullanarak geri dönerler. Çobanlık mesleği ve göç yaşamı ile ilgili değişik sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Sorunların başında otlak ve mera alanlarının sürekli daralması gelmektedir. Keçi ürünlerinin değerlendirilmesi için gerekli şartların sağlanması, hayvan sağlığı konusunda alınacak önlemlerde sürü sahiplerinin de fikirlerinin sorulması, hayvan bakımı ve üreticiliği ile ilgili meslek liselerinin açılıp, yörük çocukların bu okullarda yetiştirilmesi, yerel yönetici ve bürokrasi ile nitelikli iletişim ve işbirliğine gidilebilmesi gibi alanlarda sorunlar bulunmaktadır. Çocukların genel eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlandırılması için de çözüm üretilmesi gerekmektedir.

Sheepherding (herd administration) is one of the oldest occupations. Cain, the son of Adam, is the first known shepherd in the history. Shepherds, feeding animals, provide great significance to the nutrition of human-beings and to the economy. Therefore they need to feed their herds in pastures and forages in a very good way. Sarıkeçili Toros Yuruks of nomadic Yuruk groups that maintains this occupation in Anatolia remain until today. Using meadow, forage, pasture and summer pastures that are the common fields of the villages, they continue this profession. They live in Aydıncık, Mersin during winters while they live in Karaman, Konya during summers. Together with their herds, they start migrating on April and pass 600 km in one month, and return from the same route at the end of September. They encounter different problems regarding sheepherding and immigration. The prominent problems they face are the continuously narrowing pastures and forages. There are problems in the fields of providing necessary conditions for the appraisal of goat products, consulting the herd owners regarding the precautions to be taken on the animal health, opening of vocational high schools on animal care and breeding and training the Yuruk children in these schools and having qualified communication and collaboration with local authorities and bureaucracy. It is also necessary to provide solutions on children’s benefit from general education and health services.

Sarıkeçililer Sarıkeçililer

5.

24-28 Ekim 2015

143


Yıldız Kalkan

Sarıkeçililer Sarıkeçililer


5.

24-28 Ekim 2015

145



ATÖLYELER SEMİNERLER

WORKSHOPS SEMINARS


Gisela Kayser

Gisela Kayser Stuttgart’ta doğdu. 1970’ten beri Berlin’de yaşamaktadır. 1980’lerde alternatif bir yayımevi tarafından basılan “Estetik ve Kommünikasyon” isimli bir derginin yardımcı editörlüğünü yapmıştır. 1996’dan itibaren Berlin’deki Freundeskreis Willy-Brandt-Haus’un kültürel programlar sanat editörlüğünü yapmış ve 2011’den beri de yönetici müdürlüğü görevini üstlenmiştir. Yılda belgesel fotoğrafçılık alanında ortalama 12 sergi düzenlemektedir. (2014 yılında Willy-Brandt-Haus’ta 200 fotoğraflık bir Ara Güler sergisi düzenlenmiştir.)

Galericilik, Festivaller ve Yeni Trendler Galleries, Festivals and New Trends

Gisela Kayser is born in Stuttgart. Since 1970 she is living in Berlin. In the 80th she coedited the magazine and the company “Ästhetik and Kommunikation”, an alternative publishing house. Since 1996 she is responsible as Art Director for the cultural program of the Freundeskreis WillyBrandt-Haus, Berlin, since 2011 she is managing director. She is organizing around twelve exhibitions each year, focused on documentary photography. (In 2014 there was a big Ara Güler retrospective with 200 photos in the Willy-Brandt-Haus).


Haluk Çobanoğlu

Amerika Birleşik Devletleri New York’ta ICP’nin (International Center of Photography) ve Black Star Haber Ajansı’nın editöryal bölümlerinde asistan olarak çalıştı. “Kuşbazlar” adlı belgesel çalışmasını 1997 yılında takvim ve 1999 yılında kartpostal albüm olarak yayınlandı.

Amerika Birleşik Devletleri New York’ta ICP’nin (International Center of Photography) ve Black Star Haber Ajansı’nın editöryal bölümlerinde asistan olarak çalıştı. “Kuşbazlar” adlı belgesel çalışmasını 1997 yılında takvim ve 1999 yılında kartpostal albüm olarak yayınlandı.

2002 yılından itibaren National Geographic Türkiye ile National Geographic Yunanistan dergileri için foto-röportajlar üretti. Bir dönem National Geographic Türkiye dergisi için fotoğraf editörlüğü yaptı. 2003 Eylül ayında New York Subway (Yeraltında Bir Dünya Şehri; New York Metrosu) adlı kitabı yayınlandı. 2007’de on yıldır üzerinde çalıştığı “Arabesk” adlı belgesel projesinin sergisini İstanbul’da Fotoğrafevi’nde açtı ve kitabını yayınladı.

2002 yılından itibaren National Geographic Türkiye ile National Geographic Yunanistan dergileri için foto-röportajlar üretti. Bir dönem National Geographic Türkiye dergisi için fotoğraf editörlüğü yaptı. 2003 Eylül ayında New York Subway (Yeraltında Bir Dünya Şehri; New York Metrosu) adlı kitabı yayınlandı. 2007’de on yıldır üzerinde çalıştığı “Arabesk” adlı belgesel projesinin sergisini İstanbul’da Fotoğrafevi’nde açtı ve kitabını yayınladı.

2007-2011 yılları arasında yapımları gerçekleşen ve Türkiye İş Bankası Kültür yayınları tarafından yayınlanan çeşitli yazarların kaleme aldığı “Çanakkale Şehitlikleri”, “İstanbul: Bir Kent Tarihi” ve “Sinan” kitaplarını fotoğrafladı.

2007-2011 yılları arasında yapımları gerçekleşen ve Türkiye İş Bankası Kültür yayınları tarafından yayınlanan çeşitli yazarların kaleme aldığı “Çanakkale Şehitlikleri”, “İstanbul: Bir Kent Tarihi” ve “Sinan” kitaplarını fotoğrafladı.

Son yıllarda yayınlanan “Vefa”, “Hayali Şehir” ve “Ermeniler” fotoğraf albümlerinin danışmanlığını ve editörlüğünü yaptı.

Son yıllarda yayınlanan “Vefa”, “Hayali Şehir” ve “Ermeniler” fotoğraf albümlerinin danışmanlığını ve editörlüğünü yaptı.

Yaklaşık on yıldır Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Fotoğraf/ Video ile Yeni Medya bölümlerinde dersler vermektedir.

Yaklaşık on yıldır Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Fotoğraf/ Video ile Yeni Medya bölümlerinde dersler vermektedir.

Bu Şehrin Sonu Neresi Where Is The End Of This City

5.

24-28 Ekim 2015

149


Thomas Grøndahl

Thomas Grøndahl, 11 Eylül 1962’de Kopenhag’da doğdu. Grøndahl fotoğraf çekmeye 12 yaşında, ilk fotoğraf makinesini Danimarkalı belgesel fotoğrafçısı annesi Marianne Grøndahl’dan aldıktan sonra başladı. Kendisini bir fotoğrafçı ve görsel danışman olarak tanımlayan Grøndahls, kariyerinin büyük bir kısmında moda, portre ve kurumsal fotoğrafçılığa odaklandı. Grøndahl, kompozisyon, ışık, konu ve ekipmanın iyi bir görüntünün aşağı yukarı eşit öneme sahip bileşenleri olduğuna inanıyor. Fakat belki de tartışmalı bir şekilde, harika bir fotoğrafın sadece yarısının çekim anıyla ilişkili olduğuna ve diğer yarısının ise, ister dijital olarak, ister sadece bu şekilde çalışan annesi tarafından Thomas’a öğretilen geleneksel karanlık odada tekniği ile çekim sonrası çalışmalarla ilişkili olduğuna inanıyor. Thomas’a göre tüm kariyeri boyunca hem teknik hem de görsel seviyede kendisine ilham ve fotoğrafçılığına yön veren fotoğrafçılar Paul Strand, Irving Penn, Man Ray, Richard Avedon, Peter Lindbergh, Diane Arbus ve William Klein. Grøndahls, en sevdiği türlerden olan portre çekimlerinde objesinin kişisel özelliklerini öne çıkarmaya çalışıyor.

Göç ve Sonuçları Migration and Its Results

Thomas Grøndahl, Born in Copenhagen, September 11th 1962. Grøndahl began photographing at the age of 12, when he received his first camera from his Mother, Marianne Grøndahl, the Danish documentary photographer. Describing himself as both a photographer and visual consultant, much of Grøndahls career has focused around fashion, portrait and corporate photography. Grøndahl believes that composition, light, subject and equipment are all components of a good image in more or less equal measures. However perhaps controversially, he believes that only about half of a great photograph lies in the shooting moment, while the rest being down to post production, whether that be done digitally or in the darkroom, a traditional technique that Thomas was taught and continues from his Mother, who only ever worked that way. Thomas names Paul Strand, Irving Penn, Man Ray, Richard Avedon, Peter Lindbergh, Diane Arbus and William Klein as photographers whose work has inspired and guided his photography, both on a technical and visual level, throughout his career. When taking portraits, a genre close to Grøndahls heart, he attempts to expose the personality traits of his subject.


Kendisine çalışmalarını sürdürme konusunda neyin ilham verdiği sorulduğunda Grøndahl, kendimizi daha önce hiç olmadığı kadar çok fotoğraf içerisinde bulmamıza karşın halen dünyayı fotoğraflarla izlediğini ve nereye giderse gitsin her yerde bir fotoğraf gördüğünü söylüyor. Haber ve belgesel fotoğrafları tarihi bir anı anlaşılabilir hale getirme veya bir hikayeyi anlatma gücüne sahip. Fotoğrafçılığın görsel diline karşı büyük bir tutku duyuyor ve her zaman ister kendi fotoğraflarını yaratma, öğretme veya arkadaşlarıyla sohbet etme olsun bir şekilde fotoğrafçılıkla uğraşacağını belirtiyor.

When asked what inspires him to continue with his craft, Grøndahl says that despite the fact we are flooded with more images that ever before, he still views the world in images and “sees” a photograph everywhere he goes. News and documentary images still have the power to cut through and frame a moment in history or tell a story. He feels a strong passion for the visual language that photography is, and says he will always work with it in some format or other, whether that be through producing his own images, his teaching or sparring with his colleagues.

Göç ve Sonuçları Migration and Its Results

5.

24-28 Ekim 2015

151


Tuna Uysal

1979 yılında İstanbul’da doğdu. 2004 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nde Lisans eğitimini tamamladı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Fotoğraf Programı’nda yürüttüğü yüksek lisans çalışmasını 2007 yılında “Fotoğraf ve Sinematografi Arasındaki Görsellik İlişkisi” adlı tez ile tamamladı. 2013 yılında yine aynı programda yürüttüğü sanatta yeterlik çalışmasını da “Çağdaş Fotoğraf Sanatında Anlatımcı Yaklaşım” başlıklı tez ile tamamladı. Eserleri Finlandiya, Bulgaristan ve Letonya’da sergilendi. Ayrıca 2011 yılında “Gri Bölge”, 2014 yılında ise “Karanlıktan Sonra” isimli iki tane kişisel sergi gerçekleştirdi. Michael Ackerman ve Todd Hido gibi isimlerle atölye çalışmalarına katıldı. İşleri şimdiye kadar, “İz Dergisi”, “Yet Magazine”, “F-Stop Magazine”, “Lens Culture”, “Square Space Magazine” ve “Dodho Magazine” isimli fotoğraf dergilerinde ve paylaşım ağlarında yayınlandı. Öğretim üyesi olarak çalışmaya ve eserlerini üretmeye İstanbul’da devam etmektedir.

He was born in 1979 in Istanbul. He completed his undergraduate studies at Mimar Sinan Fine Arts University Photography Department. He completed his masters’ degree at the Institute of Social Sciences of Mimar Sinan Fine Arts University Photography Department in 2007 with a thesis titled “Visual relationship between Photography and Cinematography”. In 2013, he completed his proficiency in arts studies at the same university with a thesis titled “Narrative Approach in the Contemporary Photography”. His works are exhibited in Finland, Bulgaria and Latvia. He also had two exhibitions of his own, “Gray Zone” and “After dark”, in 2011 and 2014 respectively. He participated in workshops with names such as Michael Ackerman and Todd Hido. His works so far have been published in photography magazines such as “İz Dergisi”, “Yet Magazine”, “F-Stop Magazine”, “Lens Culture”, “Square Space Magazine” and “Dodho Magazine” as well as on social networks. He currently continues his photography works as a lecturer in Istanbul.

Fotoğraf Tasarım, Geliştirme ve Üretim Laboratuarı Laboratory of Photograph Design Development and Production


Yusuf Murat Şen

Marmara Üniversitesi’ndeki lisans öğreniminin ardından Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde (MSGSÜ) yüksek lisans ve sanatta yeterlik diplomalarını aldı. 2002 yılında doçent, 2009 yılında profesör oldu. 1991 yılından bu yana MSGSÜ Fotoğraf Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmakta olup, 2007 -2013 yılları arasında bölüm başkanlığı görevini yürüttü. Şen’in ilgi alanları arasında fotoğrafın antik yöntemleri ve çağdaş yorumları, fotoğraf koleksiyonculuğu, halkçı ve halkın ürettiği fotoğraf yöntemleri, deneysel fotoğraf ve fotoğrafın manipülasyonu bulunmaktadır. “Alaminüt Fotoğraf”, “Lunapark Fotoğrafçılığı” ve “Fotoğraf Manipülasyonu” üzerine yayınlanmış makaleleri bulunmaktadır. Şen’in eserleri Avusturya, İsveç, Bosna- Hersek, Yunanistan ve Bulgaristan’da sergilendi.

After his undergraduate studies at Marmara University, he got his master’s degree and proficiency in arts diploma qualification from Mimar Sinan Fine Arts University. He became associate professor in 2002, and professor in 2009. Since 1991, he has been working as a lecturer in the Photography Department of Mimar Sinan University where he also served as the department head between 2007 and 2013. Among Şen’s interests are ancient methods of photography and contemporary interpretations, collecting photographs, methods of photography by the people for the people, experimental photography, and photo manipulation. He has published articles about “A-la-minute Photography”, “Amusement Park Photography”, and “Photo Manipulation”. His works have been exhibited in Austria, Sweden, Bosnia and Herzegovina, Greece and Bulgaria.

Fotoğraf Tasarım, Geliştirme ve Üretim Laboratuarı Laboratory of Photograph Design Development and Production

5.

24-28 Ekim 2015

153



GÖSTERİLER SLIDESHOWS


Armağan Ekrem GÖYÜNÇ

1955 yılında İstanbul’da doğdu. Gazi Üniversitesi’nden 1977 yılında mezun oldu. Fotoğraf çekmeye ilkokul yıllarında babasına ait Voigtlander marka makina ile başladı. 1993 senesinde İstanbul’da İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği kursuna katılarak geniş kapsamlı eğitimler aldı. Aynı sene Nisan ayında Fethiye’de yapılan foto trekking turuna katıldı. 2015 BursaFotoFest’e, Akartuna ailesinin Bulgaristan Deliorman bölgesinde başlayan, 1989 senesi sonbaharından beri Bursa’da devam eden yaşantısını sunan bir gösteri ile katıldı.

He was born in Istanbul in 1955 and graduated from Gazi University in 1977. He started taking pictures when he was a child with a camera of “Voigtlande” brand belonging to his father. He received extensive photography training by participating in a course opened by the Istanbul Photography and Cinema Amateurs Association in 1993. The same year in April, he participated in the photo trekking tour held in Fethiye In 2015, he is participating in BursaFotoFest with his work depicting the life of the Akartuna family, starting in Deliorman region of Bulgaria in 1989 and continuing up to today.


5.

24-28 Ekim 2015

157


Ergün Karadağ

1970 yılında doğdu. Gönüllü olarak gittiği Pakistan depreminde belgesel çalışmalara yöneldi. Toplumsal ağırlıklı çalışmaları bu süreçten sonra daha fazla ağırlık verdi. Pakistan Depremi, Anadolu Halleri, Güneydoğu’nun Kültürel Halleri, Madenciler, Suriye Göçü, Kobani’den Göç ve sonrasında yıkılmış Kobani çalışmalarını yaptı. 1995 yılında başladığı fotoğraf yaşantısını İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği ve Şanlıurfa Fotoğraf Sanatçıları Derneği üyesi olarak sürdürmektedir. Şanlıurfa’da hekim olarak çalışmaktadır.

He was born in 1970. He turned to documentary when he was in Pakistan as a volunteer during the Pakistan earthquake and focused mainly on works related to social aspects of life. Among his works are Pakistan earthquake, different states of Anatolia, cultural states of Southeast Anatolia, miners, Syria migration, migration from Kobane, and ruins of Kobane. He continues his photography career as a member of Istanbul Photography and Cinema Amateurs Association and Şanlıurfa Association of Photographers; and works as a physician in Şanlıurfa. - See more at: http://www. bursaphotofest.org/ergun-karadag. html#sthash.WbV2ca6e.dpuf


5.

24-28 Ekim 2015

159


Fİlİz Bozdere

Ortadoğu Teknik Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun oldu. 5 yıldır fotoğrafla ilgileniyor. Mahmut Özturan’dan fotoğraf ve çekim teknikleri konusunda dersler aldı. Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği’nde atölyelere katıldı. Daha sonra Anadolu Üniversitesi Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Ön lisans Bölümü’nü bitirdi. Ekim 2014’ten bu yana Osman Önder Fotoğraf Atölyesi’nde fotoğraf çalışmalarıma devam etmektedir.

She graduated from Middle East Technical University Department of Business Administration and has been deeply interested in photography for 5 years. She took courses in photography and filming techniques from Mahmut Özturan, and participated in workshops at Bursa Photographic Art Association. Later, she got her associate degree from Anadolu University Department of Photography and Videography. She continues her photography works at Osman Önder Photography Workshop since October 2014.


5.

24-28 Ekim 2015

161


Murat Aynelİ

1988 yılında Şanlıurfa’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini bitirdikten sonra, baba mesleği olan tarım ürünleri pazarlama sektöründe iş hayatına atıldı. Fotoğrafla, çocukluk yıllarında bir kadının kendisi çalışırken fotoğrafını çekmesiyle tanıştı. 2010 yılından bu yana amatör olarak fotoğraf sanatına ilgi duyup fotoğraf çekmekte olan Ayneli, 2015 yılında Şanlıurfa’da fotoğraf sanatına gönül vermiş olan arkadaşları ile birlikte Göbekli Tepe Fotoğraf Sanatı Derneği’ni kurdu. Ve çalışmalarına hala aktif olarak devam etmektedir.

He was born in 1988 in Şanlıurfa. After completing his primary and secondary education, he took up his father’s job and started his career in the marketing of agricultural products sector. He first met with photography during his childhood when a lady took his picture while he was working. Ayneli has had an interest in photography and been taking photos as an amateur since 2010. In 2015, she founded Göbekli Tepe Photographic Art Society in Şanlıurfa with friends who are committed to the art of photography; and he still continues to work actively in this field.


5.

24-28 Ekim 2015

163


Serkan Çolak

2004 yılından bu yana fotoğraf üretmektedir. Ulusal ve uluslararası alanlarda pek çok sergiye katıldı, ödüller kazandı. Fotoğrafı, bir ifade biçimi ve yaşanılan zamana tanıklık olarak algıladı. Başlarda bu algı, daha çok içsel bir tutumken zamanla toplumsal ve belgesel bir anlam kazanmaya başladı. 2010 yılından bu yana Sinan Kılıç’la birlikte “Kadifekale ve Kentsel Dönüşüm”, “REŞ” ve “Aquadis” adlı üç proje hazırladı. Halen bireysel ve kolektif çalışmalarına devam etmektedir.

Aquadis

He has producing photographs since 2004. He had participated in numerous national and international arenas and won awards. He perceived photograph as being a witness to the time passed and as a phraseology. At first, while this perception was mostly an intrinsic attitude, it started to have a social and documentary meaning in time. Since 2010, he prepared three projects together with Sinan Kılıç that are named “Kadifekale and Urban Transformation”, “REŞ” and “Aquadis”. He still continues his individual and collective works.


Sİnan Kılıç

Üniversite yıllarında fotoğrafı, toplumsal belgesel boyutuyla tanıdı. Kurucusu olduğu Mahzen Photos kolektifinden Serkan ÇOLAK ile birlikte “Kadifekale ve Kentsel Dönüşüm”, “REŞ” ve “Aquadis” adlı üç foto röportaj çalışması hazırladı. Ulusal ve uluslararası alanda çeşitli fotoğraf festivali ve sergilerde fotoğraflarıyla yer aldı. Zamana tanıklık etme ve toplumsal bilincin oluşması açısından fotoğrafın önemli bir güce sahip olduğu düşüncesiyle, belgesel alanında fotoğraf çalışmalarına devam etmektedir.

In his university years; he recognized photograph with social documentary extent. Together with Serkan ÇOLAK from Mahzen Photos collective which he is the founder, he prepared three photointerview works named “Kadifekale and Urban Transformation”, “REŞ” and Aquadis”. He had participated in various international and national photograph festivals with his photographs. He continues his photography works in contemplation of the thought that photograph has an important power in terms of bear a witness to time and development of social awareness.

Aquadis

5.

24-28 Ekim 2015

165


Serkan Çolak

Aquadis


S襤nan K覺l覺癟

Aquadis

5.

24-28 Ekim 2015

167


Yusuf Aslan

Yusuf Aslan, Savaştepe Öğretmen Lisesi’nden mezun oldu. Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde Gazetecilik ve Halkla İlişkiler bölümünü okudu. Sivas, Aydın ve Almanya’da öğretmen olarak çalıştı. İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği, İzmir Fotoğraf Sanatı Derneği ve Kuşadası Fotoğraf ve Sinema Derneği üyesi olup, bir dönem Kuşadası Fotoğraf ve Sinema Derneği Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yaptı. Van-Erciş depremi, Gezi Parkı, Soma maden faciası, sınır ve sığınmacılar gibi toplumsal olgu ve olaylarda görsel bellek oluşturmak için çabaladı. Uluslararası basında fotoğrafları yayınlanan Yusuf Aslan’ın son olarak Der Spigel’in kapağında çektiği fotoğraf yer aldı.

Her Sabah Üzgün Bir Sabah Every Morning Is Sad Morning

Yusuf Aslan graduated from Savaştepe Teachers’ School. He studied Journalism and Public Relations at Ankara Faculty of Economic and Commercial Sciences. He worked as a teacher in Sivas, Aydın and Germany. He is a member of Istanbul Photograph and Cinema Amateurs Association, Izmir Photo Art Association and Kusadasi Photograph and Cinema Association and he acted as the Chairman of the Board of Kusadasi Photograph and Cinema Association. He made efforts to create visual memory in phenomena and events such as Van-Erciş earthquake, Gezi Park, Soma mine disaster, border and asylum seekers. Yusuf Aslan’s photos were published in the international press and finally his photo was published in Der Spigel’s


5.

24-28 Ekim 2015

169


Yücel Zorlu

Yücel Zorlu, 1981 yılında İstanbul’da doğdu. Marmara Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı bölümünden mezun oldu. 2001 yılında üniversitede ilgilenmeye başladığı fotoğrafçılığa sonrasında profesyonel ve sanatsal alanda devam etti. Profesyonel olarak; reklam fotoğrafçılığı, foto muhabirliği ve fotoğraf editörü olarak birçok alanda çalışmaları oldu. Sanatsal olarak ise, fotoğraf kitapları ve kişiler sergiler üzerine çalışmalar gerçekleştirdi. Yaşamına ve çalışmalarına İstanbul’da devam etmektedir.

Küçük Suriye Small Syria

Yücel Zorlu was born in Istanbul in 1981. He was graduated from Marmara University Computer Programming department. He started photography in 2001 during his education at the university and continued it professionally and artistically. Professionally, he worked in many fields such as advertising, as a photo journalist and a photo editor. Artistically he worked on photography books and solo exhibitions. He continues his life and works in Istanbul.


5.

24-28 Ekim 2015

171



PROGRAM PROGRAM


TÜRKÇE 24 Ekim 2015 Cumartesİ Merinos AKKM Hüdavendigar Salonu 19.00 Kokteyl 19.30 Festival Açılışı ve Yarışma Ödül Töreni 19.45 Doğan Hızlan Türkiye’deki Kültürel Festivaller 20.00 Sanatçı Söyleşisi | İbrahim Demirel | Türkiye Moderatör: Kamil Fırat

25 Ekim 2015 Pazar Merinos AKKM Fuar Alanı Seminer Salonları 11.30 Portfolyo Değerlendirme • Ariana Lindquist | ABD (A Salonu) • Arnau Bach | İspanya (B Salonu) • Enri Canaj | Arnavutluk (C Salonu) Merinos AKKM Fuar Alanı A Seminer Salonu 14.00 Seminer - Kerem Yücel, Servet Dilber STK - Fotoğrafçı İlişkisi 15.00

Seminer - Sebati Karakurt, Emin Özmen Sınırda Olmak

Merinos AKKM Fuar Alanı B Seminer Salonu 14.00 Atölye - 1. Oturum: Haluk Çobanoğlu Bu Şehrin Sonu Neresi Merinos AKKM Hüdavendigar Salonu 19.00 Sanatçı Söyleşisi | Ariana Lindquist | ABD Moderatör: Seçkin Tercan 20.00

Gösteriler • Ergün Karadağ - Bir Kaçış Öyküsü, Kobani’den Göç ve Arda Kalanlar • Murat Ayneli - Umuda Kaçış (Göç) • Sinan Kılıç, Serkan Çolak - Aquadis • Yücel Zorlu - Küçük Suriye

26 Ekim 2015 Pazartesi Merinos AKKM Fuar Alanı Seminer Salonları 10.30 Portfolyo Değerlendirme • Patrick Zachmann | Fransa (A Salonu) • Mehmet Ünal | Türkiye (B Salonu) • Emin Özmen | Türkiye (C Salonu) Merinos AKKM Fuar Alanı A Seminer Salonu 14.00 Seminer - Gisela Kayser Galericilik, Festivaller ve Yeni Trendler 15.00

Seminer - Enri Canaj Dinlenmek için Daha Çok Günümüz Var

Merinos AKKM Fuar Alanı B Seminer Salonu 14.00 Atölye - 2. Oturum: Haluk Çobanoğlu Bu Şehrin Sonu Neresi Merinos AKKM Fuar Alanı C Seminer Salonu 14.00 Seminer - Tuna Uysal - Yusuf Murat Şen Fotoğraf Tasarım, Geliştirme ve Üretim Laboratuarı Merinos AKKM Hüdavendigar Salonu 19.00 Sanatçı Söyleşisi | Patrick Zachmann | Fransa Moderatör: Mehmet Ünal

27 Ekim 2015 Salı Merinos AKKM Fuar Alanı Seminer Salonları 10.30 Portfolyo Değerlendirme • Murad Sezer | Türkiye (A Salonu) • Thomas Grøndahl | Danimarka (A Salonu) • Servet Dilber | Türkiye (C Salonu) Merinos AKKM Fuar Alanı A Seminer Salonu 14.00 Seminer - Thomas Grøndahl Göç ve Sonuçları 15.00 Seminer - Murad Sezer Yeni Araçlar ve Habercilik Merinos AKKM Fuar Alanı B Seminer Salonu 14.00 Atölye - 3. Oturum: Haluk Çobanoğlu Bu Şehrin Sonu Neresi Merinos AKKM Hüdavendigar Salonu 19.00 Sanatçı Söyleşisi | Arnau Bach | İspanya 20.00

Gösteriler • Armağan Ekrem Göyünç - Akartuna Çiftinin Göçü • Filiz Bozdere - Tereke Yusuf Aslan - Her Sabah Ûzgün Bir Sabah

28 Ekim 2015 Çarşamba Merinos AKKM Fuar Alanı A Seminer Salonu 14.00 Panel Göç Olgusu Işığında Geleceğe Dair Bir Projeksiyon; Trajedi, Çok Kültürlülük, Fotoğraf • Kamil Fırat (Moderatör) • Mehmet Ünal • Osman Demir • Meral Kuru Gölpark 19.00

BursaFotoFest 2015 Gönüllüleri Sertifika Töreni


ENGLISH 24 October 2015 Saturday Merinos ACCC Hüdavendigar Hall 19.00 Cocktail 19.30 Festival Opening and Contest Award Ceremony 19.45 Doğan Hızlan - Cultural Festivals in Turkey 20.00 Master Talks | İbrahim Demirel | Turkiye Moderator: Kamil Fırat

Merinos ACCC Exhibition Area C Seminar Room 14.00 Seminar - Tuna Uysal - Yusuf Murat Şen Laboratory of Photograph Design Development and Production Merinos ACCC Hüdavendigar Hall 19.00 Master Talks | Patrick Zachmann | France Moderator: Mehmet Ünal

25 October 2015 Sunday

27 October 2015 Tuesday

Merinos ACCC Exhibition Area Seminar Room 11.30 Portfolio Reviews • Ariana Lindquist | USA (A Room) • Arnau Bach | Spain (B Room) • Enri Canaj | Albania (C Room)

Merinos ACCC Exhibition Area Seminar Room 10.30 Portfolio Reviews • Murad Sezer | Turkiye (A Room) • Thomas Grøndahl | Denmark (B Room) • Servet Dilber | Turkiye (C Room)

Merinos ACCC Exhibition Area A Seminar Room 14.00 Seminar - Kerem Yücel, Servet Dilber Non Governmental Organization and Photographer Relations

Merinos ACCC Exhibition Area A Seminar Room 14.00 Seminar - Thomas Grøndahl Migration and Its Results

15.00

15.00

Seminar - Sebati Karakurt, Emin Özmen Being at the Border

Merinos ACCC Exhibition Area B Seminar Room 14.00

Workshop – Part 1: Haluk Çobanoğlu Where Is The End Of This City

Merinos ACCC Hüdavendigar Hall 19.00 Master Talks | Ariana Lindquist | USA 20.00

Slideshows • Ergün Karadağ - Escape Story, Migration From Kobane and Things Lag Behind • Murat Ayneli - Escape to Hope (Immigration) • Sinan Kılıç - Serkan Çolak - Aquadis • Yücel Zorlu - Small Syria

Seminar - Murad Sezer New Tools and Journalism

Merinos ACCC Exhibition Area B Seminar Room 14.00 Workshop - Part 3: Haluk Çobanoğlu Where Is The End Of This City Merinos ACCC Hüdavendigar Hall 19.00 Master Talks | Arnau Bach | Spain 20.00

Slideshows • Armağan Ekrem Göyünç - Immigration of Akartuna Couple • Filiz Bozdere - Tereke • Yusuf Aslan - Every Morning Is Sad Morning

26 October 2015 Monday

28 October 2015 Wednesday

Merinos ACCC Exhibition Area Seminar Room 10.30 Portfolio Reviews • Patrick Zachmann | France (A Room) • Mehmet Ünal | Turkiye (B Room) • Emin Özmen | Turkiye (C Room)

Merinos ACCC Exhibition Area 14.00 Panel - A Future Projection in The Light of Migration Phenomenon; Tragedy, Multiculturalism, Photograph • Kamil Fırat (Moderator) • Mehmet Ünal • Osman Demir • Meral Kuru

Merinos ACCC Exhibition Area A Seminar Room 14.00 Seminar - Gisela Kayser Galleries, Festivals and New Trends 15.00

Seminar - Enri Canaj To Many Days Before We Rest

Merinos ACCC Exhibition Area B Seminar Room 14.00 Workshop - Part 2: Haluk Çobanoğlu Where Is The End Of This City

Gölpark 19.00

BursaFotoFest 2015 Volunteers Certificate Ceremony



BURSAFOTOFEST 2015 DANIŞMA KURULU ADVISORY BOARD Dr. Ceyhun İRGİL Prof. Dr. Güler ERTAN Hasan ŞENYÜKSEL Hayrettin ÇAKMAK İbrahim DEMİREL Doç. Dr. Ozan BİLGİSEREN Utku KAYNAR

BURSAFOTOFEST 2015 YÜRÜTME KURULU EXECUTIVE BOARD Neslişah H. ERBEY KUŞKU Murat BAŞLAR İlhan ÖZER Özgür YILDIZ Alper ASLAN Meral KURU Yasemin TATLI Başak SAYGI ŞAHİN Hatice BEYTEKİN




Info | Bilgi iรงin: 0224.270 82 70 www.bursakentkonseyi.org.tr www.bursaphotofest.org info@bursaphotofest.org


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.