Sıra dönüşe geldiğinde artık mavi yolculuğa hepimiz adapte olmuş durumdayız. Kamaralarda cirit atan hamam böceklerini yadırgayan kimse kalmadı. Hatta bana artık, hamam böceksiz bir yatakta yatmak normal değilmiş gibi geliyor. Güvertedeki sivrisinekler ise ya rakı kokusundan hoşlanmıyorlar veya bizim kanımızı biraz emdikten son ra sızıp kalıyorlar. Kısacası pek rahatsız edici değiller... Bu arada, teknenin sahibi olan kişiden denizcilik se rüvenleri dinleyerek denizin tüm cilvelerini öğrendik gibi geliyor. İlk gün kayışı kopan ve bir türlü yaptırılamayan demiri çekmekten ellerimiz hafiften nasır tutmuş vaziyet te.. Bu hızla (ve bu kafayla) Amerika'yı bile keşfe çıkabili riz artık. Ne yazık ki bizden önce keşfedilmiş bulunuyor. Fakat denizin şakaya gelmeyeceğini dönüş yolunda an lıyoruz. Kaptanımızın söylediğine göre ansızın «hava pat lıyor».. Hava patlamasının ne demek olduğunu ilk kez gören bizler için bu durum tam bir sürpriz oluyor. Önce hafiften bir rüzgâr çıkıyor ve giderek kuvvetleniyor... Sonra gemi üzerindeki —çivili veya bağlı olmayan— her şey kendi is teklerine göre hareket etmeye başlıyor. Bu durumun tek ayrıcaları biz insanlar oluyoruz.. Biz de kendi isteğimizin dışında hareket etmeye başlıyoruz... Bu «kendiliğinden» harekete karşı koymaya çalışıyo ruz doğal olarak, fakat başaramıyoruz. Öne gidelim der ken geriye, geriye gidelim derken sağa veya sola, hatta za man zaman aşağıya ve yukarıya gidip gelmeye başlıyo ruz. Bu arada, midelerimizde başlayan bir ağırlık, zaman la bulantıya dönüşüyor. Bulantıyı gidermek için neredeyse kucağımıza aldığımız alafranga tuvaletin ağzı bile elleri mizin altında durmuyor bir türlü... Sonunda herkes bir köşede serilip kalıyor.. Sadece kaptan ve mürettebat ayakta.. Vasiyetnamelerimizi neden daha önce yazmadığımız konusunda hayıflanmaya başla dığımız sırada kaptan dümen kırıyor ve görece sakin bir 100