Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

Page 1


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

Rapor Ağustos 2014

Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

Güven DELİCE

1


ISBN 978-605-63903-7-1

2014 © Tüm Hakları Saklıdır.


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

İçindekiler GİRİŞ I. KAVRAMSAL VE TEORİK ÇERÇEVE ........................................................... 7 II. ÜLKE DENEYİMLERİ .................................................................................. 12 III. TÜRKİYE EKONOMİSİNDE BÜYÜME...................................................... 19 IV. TÜRKİYE İÇİN ALTERNATİF BÜYÜME MODELİ NASIL OLUŞTURULMALI? .................................................................................... 30 A. Türkiye’de Büyümeyi Etkileyen Değişkenler..................................... 31 1. Cari Açık ............................................................................................... 31 2. İstihdam ................................................................................................ 35 3. Verimlilik Artışları ve Teknoloji ......................................................... 36 4. Beşeri Sermaye Ve Eğitim ................................................................. 39 5. KOBİ’ler ................................................................................................ 40 B. Türkiye’de Sürdürülebilir Büyüme Modelinin Alt Yapısı ................. 42 SONUÇ .............................................................................................................. 51

3



Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

...............................................................................................................................................................................................................................

Giriş ...............................................................................................................................................................................................................................

konomik büyüme literatürü ağırlıklı olarak büyümenin kaynakları, belirleyicileri ve ülkeler arasındaki gelişmişlik farklarının nasıl kapatılacağı gibi sorunlar üzerinde odaklanmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelerle aralarındaki farkı kapatıp onların refah düzeyine erişebilmeleri için enflasyon oluşturmayan ve sağlıklı finansman kaynaklarına dayalı bir büyüme gerçekleştirmeleri gerekmektedir. Ekonomik büyüme anlamında başarılı performans gösterilmesi, uzun vadeli stratejilere, ülkenin ekonomik yapısına uygun olarak geliştirilecek büyüme modellerine ve bu modellere uygun olarak yürürlüğe konulacak politikalara bağlıdır. Bu bağlamda daha güçlü, daha sürdürülebilir ve daha dengeli bir büyüme için temel oluşturacak adımlar atılmalıdır. Bunun için de çok taraflı işbirliğinin güçlendirilmesini, makro dengelerin gözetilmesini, özellikle de cari hesapta aşırı dengesizliklerin azaltılmasını sağlayacak politikalar yürürlüğe konulmalıdır.

E

Konuyla ilgili olarak yapılmış çalışmalarda çoğunlukla Türkiye ekonomisinde büyüme ile birtakım makroekonomik değişkenler arasındaki ilişkiler araştırılmış, Türkiye’ye özel bir strateji ve model geliştirilmesi yoluna gidilmemiştir. Bu konuda yapılmış en önemli çalışmalardan birisi Gürlesel ve Alkin’e (2010) aittir. Yazarlar Türkiye için “yüksek teknolojili ve katma değerli sektörlere, faktör verimliliği artışına ve yurtiçi tasarruflara dayalı arz yönlü bir büyüme modeli” önermektedirler. Ancak bu modelin daha somut ve kapsayıcı analizlerle tamamlanması gerekmektedir. Bu çalışma, Türkiye ekonomisi için uzun vadeli ve sürdürülebilir büyüme probleminin çözümüne zemin oluşturacak genel bir çerçeve ortaya koyarak politika yapıcılar, kamu ve özel sektör ile sivil toplum kuruluşları için konuyla ilgili başlangıç düzeyinde bir referans kaynak oluşturmak amacına dönük olarak hazırlanmıştır. Türkiye’nin geniş tabanlı, sürdürülebilir ve özgün bir büyüme stratejisine ihtiyacı vardır. Küresel ve bölgesel ölçekte yaşanan siyasal ve ekonomik istikrarsızlıklar, diğer birçok ülke gibi Türkiye’yi de rekabet gücünü artıracak ve ekonomik büyümeyi sürekli hale getirecek yeni ve öznel bir büyüme modeli arayışına itmektedir. Bu model ülkenin yapısal problemlerini merkeze alan, uzun vadeli, ekonomik, sosyal ve çevresel boyutları olan bir içeriğe sahip olmalıdır. Bu bağlamda geçmişte büyümenin itici faktörlerinin neler olduğu, bunların zaman içerisinde nasıl değişiklik gösterdiği

5


6

Türkiye’nin 21. yüzyılın ilk yarısında gelişmiş ülkeler statüsüne ulaşabilmesi için, sağlıklı finansman kaynakları olan, arz-talep dengesini gözeten, iç ve dış talep arasında denge kurabilecek, istihdam artışı ve sürdürülebilir verimlilik artışı sağlayabilecek bir model geliştirilmelidir.

ve büyümeyi sürdürülebilir kılacak potansiyel kaynakların neler olduğunun analiz edilmesi gerekmektedir.

Türkiye 2023 yılına kadar gelişmiş ülkeler kategorisine girmeyi hedeflemektedir. Bunun için de söz konusu döneme kadar tarihsel ortalamaların üzerinde bir büyüme hızını yakalaması ve daha sonra da istikrarlı bir büyüme sürecine girmesi gerekmektedir. Ancak ekonomik büyümeyi sürekli hale getirecek imkân ve araçlar kısıtlıdır. Diğer taraftan, Türkiye’nin bilimsel ve stratejik bir temele dayalı olarak geliştirilmiş uzun vadeli bir büyüme modeli bulunmamaktadır. Hâlihazırda uygulanan strateji yüksek cari açık ve düşük bütçe açığı modeline dayalı bir görünüm arz etmektedir. İç tüketime ve ithalata dayalı bir büyüme modelinde, net katma değer ortaya çıkmadığı sürece dış ticaret açığının sürekli artması kaçınılmazdır. Bu çerçevede yoğun dış finansmana dayalı bu modelin sürdürülebilirliği mümkün gözükmemektedir. Dünya ekonomisi son küresel krizden sonra iyileşmeye başlamıştır. Ancak belirsizlikler devam etmektedir. Türkiye’nin 21. yüzyılın ilk yarısında gelişmiş ülkeler statüsüne ulaşabilmesi için, bu belirsizlikler de dikkate alınarak, sağlıklı finansman kaynakları olan, arz-talep dengesini gözeten, iç ve dış talep arasında denge kurabilecek, istihdam artışı ve sürdürülebilir verimlilik artışı sağlayabilecek bir model geliştirilmelidir. Çalışma dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm konuyla ilgili kavramsal ve teorik mülahazalara ayrılmıştır. Bu bölümde öncelikle büyümenin kaynaklarının analizine yardımcı olacak kavramsal bir çerçeve ortaya konulmuştur. Ekonomik büyümenin kalkınma ile ilişkileri, sağlam mali yönetimin önemi ve büyümenin politik bileşenleri gibi hususlar da bu bölümün diğer konuları arasında yer almaktadır. İkinci bölüm ülke örneklerine ayrılmıştır. Zengin ve farklı tecrübelerden oluşan büyüme stratejilerinden neler öğrenilebilir? Politikalar ve onların oluşturdukları saikler ekonomik büyümeyi harekete geçirmede ve devam ettirmede merkezi bir rol oynamakla birlikte, bir ülkede başarılı olmuş uygulamaların mutlaka diğer ülkelerde de aynı sonuçları doğurması beklenemez. Temel ekonomik ilkeler yerel kısıtlara ve fırsatlara bağlı olarak farklı şekillerde uygulanabilir. Bu çerçevede bazı başarı örnekleri yol gösterici olabilecektir. Üçüncü bölümde Türkiye ekonomisinde özellikle 1980’lerden sonra ekonomik büyümenin seyri ve büyümeyi etkileyen kaynakların değerlendirmesi yapılmıştır. Dördüncü bölümde ise teorik çerçeve, başarılı ülke örnekleri ve Türkiye’nin kendi tecrübesinden yola çıkılarak sürdürülebilir bir büyüme modeline temel teşkil edebilecek genel bir çerçeve ortaya konulmuştur.


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

I. KAVRAMSAL VE TEORİK ÇERÇEVE Bir ülkenin gelir ve refah düzeyinin artırılmasının tek yolu olarak ekonomik büyüme, toplam üretim kapasitesinin ve/veya toplam hasılanın (reel GSYH) artırılmasını ifade etmektedir. Bu çerçevede iktisat politikalarının başarı göstergelerinin başında sürdürülebilir ve yüksek oranlı büyümenin sağlanması gelmektedir. Uzun vadeli bir olgu olarak büyüme makroekonomik anlamda daha çok arz boyutu ile belirlenmektedir. Burada anahtar konumundaki husus, verimlilikteki sürekli artışlar, yani aynı miktar kaynaklarla zamanla daha fazla mal ve hizmet üretilmesinin sağlanmasıdır. Verimlilik artışlarının tamamı firmalar düzeyinde gerçekleştirilir. Büyümenin sürdürülebilmesi için üreticilerin sürekli araştırma ve yenilik peşinde koşmaları, bunun için de motive edilmeleri gerekmektedir. Ekonomik büyüme, dünya ülkelerinin ve halklarının büyük bir kısmını oluşturan gelişmekte olan ülkeleri dönüştürmede çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu ülkelerin yoksulluğu azaltmaları ve nihayetinde ortadan kaldırmaları, yetersiz eğitim, sağlık hizmetleri ve diğer kalkınma problemlerini çözmeleri ve dış kaynaklara bağımlı olmaktan kurtulmalarının en güvenli yolu sürekli büyümeden geçmektedir. Büyüme sadece iktisadi bir olgu değil, diğer disiplinler, davranışlar, kurumsal kapasite, dürtüler tarafından da etkilenen karmaşık bir süreci ifade etmektedir. Bir ekonominin toplam hasılası kendi kaynak donatımının (işgücü, fiziksel sermaye, beşeri sermaye birikimi) ve mal ve hizmet üretiminde (GSYH) bu donatımı destekleyen verimlilik olgusunun bir fonksiyonudur. Bu ilişki üretim fonksiyonu şeklinde ifade edilmektedir. Toplam faktör verimliliği, ekonominin teknik etkinlik düzeyinin yanı sıra faktörlerin/kaynakların ekonomik faaliyetler arasında dağılımını ifade eden dağıtım etkinliğini de ifade etmektedir (Bkz. Rodrik, 2000). Daha geniş bir perspektiften bakıldığında, ekonomik büyümeyi belirleyen ve devamlılığını sağlayan en önemli faktörler olarak aşağıdaki hususların öne çıktığı görülmektedir: • Ülkenin sahip olduğu emek ve sermaye stoku • Teknolojik gelişme ve bunun yol açtığı verimlilik artışları • Ülkenin yönetim yapısı • Yasal ve kurumsal yapı • Özgürlükler ve insan hakları • Demografik yapı • Sektörel yapı • Finansal yapı • Gelir ve servet dağılımı Aşağıda yer alan Şekil 1’de bu faktörler, büyümeyi mümkün kılan ve destekleyen unsurlar olmak üzere iki başlık altında ele alınmaktadır.

7


8

Şekil 1: Ekonomik Büyüme İçin Bir Çerçeve Büyümeyi Destekleyici Unsurlar

Büyümeyi Mümkün Kılan Unsurlar

Mikro Politikalar (Mülkiyet

Makro Politikalar

hakları, sözleşmelerin uygulanmasını sağlayacak hukuk kuralları, ekonomi çapında ve ülke genelinde ve sektöre özel politikalar/ düzenlemeler vs.)

(Vergileme, bütçenin oluşturulması ve uygulanması, açıkların kontrolü, para politikası, döviz kurları vs)

Finans

Altyapı

Beşeri Sermaye

Teşvik Edici Unsurlar

Girdiler

Teşvik Edici Unsurlar

Kurumsal yapı (Kamu kurumları ve her ölçekte faaliyet gösteren işletmeler)

Verimlilikte, Hasılada ve Gelirde Artışlar Kaynak: USAID, (2008), Securing the Future: A Strategy for Economic Growth, U.S. Agency for International Development.

Sermaye birikimi, teknolojik gelişme ve istihdam artışı ekonomik büyümenin temel belirleyicileridir. Bu çerçevede büyümeyi sağlayacak bir yatırım stratejisinin en önemli unsurları, yeterli beşeri kaynaklar, kamu altyapısı, sosyal barış ve istikrardır.

Sermaye birikimi, teknolojik gelişme ve istihdam artışı ekonomik büyümenin temel belirleyicileridir. Bu çerçevede büyümeyi sağlayacak bir yatırım stratejisinin en önemli unsurları, yeterli beşeri kaynaklar, kamu altyapısı, sosyal barış ve istikrardır. Sermaye birikimi, üretim sürecinde kullanılan fiziki varlıkların değerinin yanı sıra, eğitim, sağlık, Ar-Ge harcamaları gibi fiziki olmayan varlıkları da içermektedir. Ekonomik büyüme olgusu ülkenin kalkınmasıyla karşılıklı etkileşim içerisindedir. Büyüme, kalkınmanın diğer bütün boyutlarında ilerleme sağlanması için maddi bir temel oluşturur. Bu anlamda büyüme, yoksulluğun azaltılması ve nihayetinde kaldırılması konusunda anahtar bir konumdadır ve yetersiz sağlık ve eğitim imkânlarından cinsiyet eşitsizliği ve krizlere karşı kırılganlığa kadar diğer bütün kalkınma problemlerinin çözümünün zorunlu bir parçasıdır.


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

Ekonomik büyümenin başlangıç dönemi kolay aşama olarak bilinir. Bu aşamada geleneksel tarımsal faaliyetlerden, hafif tüketim malı sanayilerine geçiş göreceli olarak hızlı büyüme sağlamaktadır. Kırsal ekonomideki işgücü fazlası, kentlere önemli bir kaynak transferi anlamına gelmektedir. Diğer taraftan kentlerdeki yüksek kârlar sermaye birikimini özendirmekte, sermaye yoğunlaştıkça büyüme temposu ivmelenmektedir. Ekonomiler orta gelir düzeyine yaklaştıkça kolay büyüme kaynakları etkinliğini yitirmekte, teknolojiler olgunlaşmakta ve eskimektedir (Yeldan vd., 2013). Büyümenin talep açısından temel belirleyicisi tüketim ve yatırım harcamalarından oluşan yurtiçi nihai taleptir. Yurtiçi nihai talebin en önemli unsurunu ise tüketim (özellikle özel tüketim) oluşturmaktadır. Kamu politikaları, düzenlemeler, mülkiyet hakları ve ekonomi yönetiminin diğer yönleri verimlilik artışlarına dönük güdüleri biçimlendirmektedir. Söz konusu faktörler büyümenin oranını ve sürdürülebilirliğini belirleme anlamında ekonomik büyümenin itici güçlerini (drivers) temsil ederler. Yaygın ifadesiyle büyümenin itici güçleri, makroekonomik politikalarla birlikte (mali, parasal ve döviz kuru politikaları), birçoğu girişimcilik aktivitesi ile ilgili olan mikroekonomik politikaları da ihtiva eder (USAID, 2008). Sağlam yönetim ilkeleri (açıklık, şeffaflık ve hesap verebilirlik) bu anlamda hayati önemi haizdir. Uygulanacak politikaların mikroekonomik reform çabalarının düzenlenmesinde belirleyici etkisi olacaktır. Bu çerçevede öne çıkması gereken hususlar, daha fazla rekabet, daha güçlü mülkiyet hakları, tarımsal gelişme için çevrenin iyileştirilmesi, altyapı, güçlü ve sağlam bir finans sektörü ve ticari kapasite oluşturulmasıdır. Makroekonomik/mikroekonomik politikalar ve kurumsal yapı büyüme sürecini yönlendirmektedir. Diğer birtakım faktörler ise büyümeyi mümkün kılan ve kolaylaştıran unsurları temsil ederler. Bunlardan en önemlileri şunlardır: • Kredi veya diğer finansal kaynakların mevcudiyeti • Altyapı imkânlarının mevcudiyeti • Beşeri kaynaklar Bu faktörlerin olmadığı yerlerde büyümenin hızı yavaşlayabilir ve yapısı bozulabilir. Bu alanlardaki iyileşmeler ise önemli miktarlarda kaynak ve uzun vadeli çabalar gerektirir. Gelişmiş ülkelerde, ekonomik büyümenin sağlanması, yenilikçi faaliyetler, verimlilik artışları ve yapısal değişim büyük ölçüde özel sektör tarafından gerçekleştirilmektedir. Kamu sektörü politikaları özel sektör yatırımlarını destekleyici niteliktedir. Uygun kamu politikalarının, özel sektör yatırımları, yenilikçi faaliyetler ve rekabet baskısı üzerinden arzulanan dinamik sonuçları ortaya çıkaracağı düşünülür. Tecrübeler bu kavramsal çerçevenin büyük ölçüde doğru olduğuna

9


10

Seçkin olmayanların siyasete katılım derecesiyle ekonomik büyüme arasında pozitif yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Türkiye’nin son 11 yıllık ekonomik performansı da bu tezi doğrular niteliktedir.

işaret etmektedir. Ancak gelişmekte olan ülkelerde durum farklıdır. Gelişmiş ekonomilerde büyüme için gerekli olan uygun şartların gelişmekte olan ülkeler bağlamında da yeterli olduğunu düşünmek gerçekçi değildir. Yani gelişmiş ülkelerde etkin işleyen politikalar, gelişmekte olan ülkelerde büyümenin desteklenmesinde tek başına yeterli olamamaktadır.

Kalkınma ve büyüme sürecinde özel sektörün rolü ve donanımı ülkeden ülkeye ve bir ülke içinde farklı zaman dilimlerinde farklılıklar göstermektedir. Özel sektör geliştikçe ve etkinliği arttıkça ekonomide devletin rolü de değişmektedir. Bir ülkede veya kalkınmanın belirli bir aşamasında uygulanan bir strateji başka bir ülkede etkin işlemeyebilir. Örneğin, belirli durumlarda ileri düzeyde girişimcilik yeteneği arzı çok önemli olurken, bir başka durumda bunun önemi daha az olabilmektedir (El Arian ve Spece, 2008). Ekonomik büyümenin sürdürülebilir nitelikte olması gerekmektedir. Sürdürülebilir büyüme kavramının başlıca özelliği, büyümenin kaynağında verimlilik artışlarının bulunmasıdır. Bu çerçevede, insan sermayesinin güçlendirilmesi başta olmak üzere, verimlilik artırıcı yapısal politikaların uygulanması sonrasında ülkelerin potansiyel büyüme oranları ve rekabet güçleri artacak, refah artışı kalıcı hale gelebilecektir (Saygılı vd., 2006). Sürdürülebilirlik olgusu, ülkenin siyasi ve sosyal yapısıyla doğrudan ilintilidir. Konuyla ilgili literatürde demokrasi ve ekonomik büyüme arasındaki güçlü bağlara vurgu yapan çok sayıda çalışma yapılmıştır.1

Nobel ödüllü Amartya Sen, büyümenin nihai değerinin özgürlüklerin genişlemesinde yattığına işaret etmektedir. İnsanlara yaşamları boyunca daha fazla tercih hakkı vermek suretiyle ekonomik büyüme, özgürlük alanlarının genişlemesine katkı yapar. Konuyla ilgili yapılan bazı çalışmaların sonuçlarına göre, bir ülkenin kişi başına hasılası ne kadar artarsa, o ülkede özgürlüklerin korunması ve hükümetlerin serbest ve adil seçimlerle iş başına gelmesi olasılığı o kadar fazla olacaktır (USAID, 2008). Diğer taraftan Rodrik’e göre (2007) seçkin olmayanların siyasete katılım derecesiyle ekonomik büyüme arasında pozitif yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Türkiye’nin son 11 yıllık ekonomik performansı da bu tezi doğrular niteliktedir. Diğer taraftan, hızlı ve sürdürülebilir büyümenin gerçekleştirilmesi mülkiyet haklarının güvence altına alınmasını gerektirir. Üreticiler kendi çabalarının sonuçlarının hükümet veya politik olarak kayırılan özel çıkar grupları tarafından sahiplenilmesi kaygısı taşımaksızın yatırım yapabilmelidirler. Benzer şekilde 1

Örneğin bkz. Barro, 2000; Rivera-Batiz, 2002.


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

sürdürülebilir büyüme, iyi dizayn edilmiş politikaların ve düzenlemelerin güvenilir ve etkin idaresine bağlıdır. Bu yapılabilirse, üreticiler enerjilerini hükümetten bir şeyler elde etmek uğruna lobi faaliyetinde bulunmak ve yolsuzluklar yerine, değer oluşturmaya ve verimliği artırmaya harcayacaklardır. Etkin demokrasilerde hükümet gücü üzerinde kontrol ve hesap verebilirliğin sağlanmasıyla birlikte bu amaca önemli ölçüde ulaşılabilmektedir (USAID, 2008). Sürdürülebilir büyüme uzun vadede devam ettirilebilen büyümedir. Fiyatlar, mülkiyet hakları, doğal kaynakların sorumluluk gerektiren kullanımı ve çevresel kaygılara uygun tepkileri içeren diğer politikalar sürdürülebilir büyümenin desteklenmesinde önemli bir rol oynarlar. Geniş tabanlı büyüme, bütün gelir gruplarını içine alan ve yoksulluğu önemli ölçüde azaltan büyümedir. Bu amacın gerçekleştirilmesi, gelişmekte olan ülkelerde etkin fonksiyon gören piyasaların oluşturulmasına bağlıdır. Bu konudaki çabalar esas olarak, politikaların ve düzenleyici reformların desteklenmesi, bunları yürütecek ve reform sürecini devam ettirecek yerel kapasitelerin güçlendirilmesi üzerinde odaklanmalıdır. Daha hızlı büyüme özellikle düşük gelir grupları için yeni fırsatların temel kaynağıdır. Ancak yoksullar ve diğer dezavantajlı grupların bu fırsatlara erişimlerini sağlayacak tamamlayıcı çabalara ihtiyaç vardır. Yoksul çocukların temel eğitime erişim imkânlarının genişletilmesi, finansal hizmetlere erişim mekanizmalarının iyileştirilmesi, emek piyasalarının esnekliğinin artırılması, küçük çiftçiler ve şehirlerdeki gecekondular için mülkiyet haklarının güvence altına alınması bu tür çabaların örnekleridir (USAID, 2008).

11


12

Sürdürülebilir büyümenin sağlanması, rekabetçiliğin iyileştirilmesi ve yoksulluğun azaltılması sürecine katkı yapılması açısından altyapı finansmanının iyileştirilmesi kritik öneme haizdir. Altyapının mevcudiyeti yatırım iklimini etkiler. Altyapı imkânlarının iyileştirildiği ülkelerdeki firmalar daha verimli ve dolayısıyla daha rekabetçi olurlar. Ancak çok büyük miktarlar gerektirdiği için altyapı yatırımlarının finansmanı birçok ülke için önemli bir problemdir. Bu alanda hükümetlerin ağırlığı devam ederken, özel sektörün rolü de giderek artmaktadır. Hükümetlerin özel yatırımlar ve yenilikler için kolaylaştırıcı bir ortam oluşturma konusunda sorumlulukları bulunmaktadır. Altyapı finansmanına yönelik bütüncül bir yaklaşıma ihtiyaç bulunmaktadır. Örneğin bu bağlamda maliyet iyileştirme politikaları gözden geçirilebilir, yatırımcıların keyfi müdahalelere karşı korunmaları sağlanabilir ve Kamu-Özel Sektör İşbirlikleri (PublicPrivate Partnerships -PPP) daha ileri düzeyde teşvik edilebilir (APEC, 2010).

II. ÜLKE DENEYİMLERİ Ülke deneyimleri, sağlıklı ekonomik büyüme mekanizmaları oluşturulması sürecinde önemli katkılar sağlamaktadır. Tüm ülkeler için geçerli olan tek tip bir büyüme modeli bulunmamaktadır. Bu bağlamda burada belirleyici olan husus, ülkelerin uyguladıkları büyüme modelleri veya bir model uygulamıyorlar ise büyüme koşulları ve dinamikleridir. Bir genelleme yapılacak olursa ülkeler büyüme deneyimlerine göre iki kategoriye ayrılabilirler. Bunlar: 1- İç talebe dayalı olarak büyüyen ekonomiler: Bu ülkelerde yurtiçi tasarruf oranları düşük olup, ihracat imkânları oldukça kısıtlıdır. Yüksek iç talep büyümeyi teşvik ederken, ekonomi sürekli olarak cari açık ve dışsal kaynaklara bağımlılık problemiyle yüzyüzedir. 2- Dış talebe dayalı olarak büyüyen ekonomiler: Bu ülkelerde ise yurtiçi tasarruflar ve ihraç edilebilir fazla yüksek düzeylerdedir. İhracat öncülüğünde büyüme, dış piyasalar üzerinde odaklanmak suretiyle verimlilik kapasitesini artırmayı amaçlayan bir stratejidir. Almanya ve Japonya’nın 1950’li ve 60’lı yıllarda bu strateji ile başarılı büyüme performansı yakalamaları diğer ülkeleri de etkilemiş, 1970’lerin sonlarından itibaren önce Doğu Asya ülkelerinde (Güney Kore, Hong Kong, Singapur ve Tayvan), ardından Güney Doğu Asya ülkelerinde (Tayland, Malezya ve Endonezya) başarılı bir şekilde uygulanmıştır. Latin Amerika’da Meksika’nın ardından 2000’li yıllarda Çin, bu kalkınma/büyüme paradigmasını referans almıştır. Her ülkenin tecrübesi bir diğerinden farklılık göstermekle beraber, özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından ihracat için çokuluslu şirketlere bağımlılık ortak bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, Çin ihracatının %50.4’ünü yabancı mülkiyetli firmalar gerçekleştirmektedir. Ortak girişimler dahil edildiğinde bu rakam %76.7’ye yükselmektedir (Bkz. Palley, 2011).


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

Küresel ölçekte bakıldığında ekonomik büyüme konusunda başarı gösterememiş ülkelerin durumlarını açıklamada yaygın olarak kullanılan argümanlar aşağıdaki gibi sıralanabilir: • Coğrafi dezavantaj • Yetersiz doğal kaynaklar • Aşırı nüfus • Yetersiz eğitim • Kültürel yapı • Uygulanan yanlış politikalar Bu faktörlerden bazılarının tersi durumlarda da büyüme üzerinde olumsuzluklar doğurması muhtemeldir. Örneğin, doğal kaynakların fazlalığı bazı ülkelerde büyüme üzerinde beklenen etkiyi gösterememektedir. Coğrafi dezavantaja sahip olan ve doğal kaynaklar açısından yeterli olmayan bazı ülkeler (örneğin Japonya) ise kalkınma ve büyüme açısından yüksek performans sergileyebilmektedirler. Yine nüfus fazlalığı bazı ülkeler için bir avantaja dönüşebilmektedir (örneğin Çin). Ülkelerin büyüme oranlarını belirleyen önemli bir husus da küresel dengesizliklerdir. Örneğin UNCTAD’ın (2010) raporuna göre, 2008 küresel finansal krizinin ortaya çıkmasında ve yayılmasında dünya ekonomisinde süreklilik arzeden büyük dengesizliklerin2 önemli katkıları olmuştur. Bunun gibi, örneğin 2013 yılında ABD Merkez Bankası’nın (Fed) tahvil alımlarını azaltma kararının ardından gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye girişlerinde bir daralma ortaya çıkmıştır. Bu durum söz konusu ülkelerin birçoğunda yaşanan diğer ekonomik ve siyasi belirsizliklerle birleşince dış finansman kaynaklarının azalması ve dolayısıyla ekonomik büyüme oranlarının gerilemesi sonucunu doğurabilecektir.3 Gelişmekte olan ülkelerin birçoğunun, uygun makroekonomik politikalar takip etmelerine rağmen genellikle mikroekonomik politikalarda yeterince başarılı olamadıkları görülmektedir. Örneğin bu ülkelerde işletmelere yönelik hükümet düzenlemeleri gelişmiş ülkelere göre çok daha yoğun ve firmalar açısından çok daha zaman kaybı doğuran niteliktedir. Aşırı düzenlemelerin yükü orantısız biçimde küçük ve mikro ölçekli firmalar üzerine düşmektedir. 2

3

Önemli miktarlarda cari açığı olan ülkelerle (özellikle ABD) cari fazlası olan ülkelerin (Çin, Almanya, Japonya ve bazı petrol ihracatçısı ülkeler) yer aldığı bir küresel ortam. Bilindiği gibi krizin 2008’de küresel bir boyut kazanmasının ardından Fed, tahvil ihracı yoluyla likiditeyi genişletti ve bankaların sürdürülemez düzeydeki borçlarını azalttı. Euro bölgesindeyse bankalara yönelik destek oldukça yetersiz kaldı ve borç yükü giderek ağırlaştı. Avrupa Merkez Bankası ortak tahvil ihracı gerçekleştirdi, ancak gerekli likidite artışı sağlanamadı. Sorunun ağırlaştığı ülkelerde kriz koşullarını aşmanın tek yolu, işsizliği arttırıp üretimi düşürmek, kamu ve özel sektör harcamalarını daraltıp borç ödeyebilir duruma girmek oldu (Bkz. Kazgan, 2013). Gelinen noktada hükümetlerin ellerindeki para ve maliye politikası enstrümanlarını kullanarak ekonomik büyümeyi uyarmaları çok fazla mümkün gözükmemektedir. Kısa vadeli faiz oranlarının çok düşük düzeylerde olması para politikasının bu anlamdaki etkinliğinin sınırlandırmaktadır. Kamu borcunun sürdürülebilirliğine ilişkin güvenin yetersizliği de maliye politikasına kısıtlamalar getirmektedir (Bkz. Zenghelis, 2012).

13


14

Ülkelerin ekonomik büyüklükleri ve büyüme oranları farklılıklar göstermektedir. 1996 sonrası dönemde büyüme oranlarının yer aldığı Tablo 1’e göre, 2008 küresel krizine kadar dünya genelinde ortalama %4.7 gibi bir büyüme oranı söz konusuyken, bu oran 2008-2013 döneminde 2.9 olarak gerçekleşmiştir. Dönemin tamamında gelişmiş ülkelerde ortalama büyüme hızı 1.4; gelişmekte olan ülkelerde ise 6.1’dir. Tablo 1: Dünya Genelinde Büyüme Oranları: 1996-2013 Yıllar

Gelişmiş Ülkeler

Gelişmekte Olan Ülkeler

Dünya

1996-2005

2.8

5.2

3.7

2006

3.0

8.2

5.2

2007

2.7

8.7

5.3

2008

0.1

5.9

2.7

2009

-3.4

3.1

-0.4

2010

3.0

7.5

5.2

2011

1.7

6.3

3.9

2012

1.4

5.0

3.2

2013

1.3

4.7

3.0

Kaynak: IMF, (2014), World Economic Outlook: Recovery Strengthens, Remains Uneven, April, http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2014/01/pdf/text.pdf, (28.06.2014).

Birçok gelişmiş ülke için kamu açıklarının ve borçlarının azaltılması, ekonomik büyümenin harekete geçirilmesine bağlıdır. Söz konusu ülkelerde yatırım düzeylerinin gerilemiş olması, sorunun uzun vadeli bir boyutta ele alınması gerektiğini göstermektedir. Örneğin Avrupa’da dış talebe dayalı büyüme modelinin öncülüğünü yapan Almanya yeterli düzeyde istihdam oluşturacak, Avrupa Birliği’nin itici gücü olarak yükümlülüklerini karşılayacak bir büyüme hamlesi sergileyememektedir. Özellikle son küresel Gelişmekte olan ülkelerde krizin Avrupa’da yol açtığı ciddi sorunlar karşısında ülkede ucuz emeğe, ithal girdi ve sürdürülebilir büyümeye dönük politika arayışları gündeme iyice yerleşmiştir. teknolojiye dayalı sektörel

yoğunlaşma, düşük verimliliğe yol açarak rekabetçilik yapısını olumsuz etkilemektedir.

Gelişmekte olan ülkelerde ucuz emeğe, ithal girdi ve teknolojiye dayalı sektörel yoğunlaşma, düşük verimliliğe yol açarak rekabetçilik yapısını olumsuz etkilemektedir. Bu ülkelerde etkin işlemeyen finansal sistem ve sermaye birikim hızının düşük olması uzun dönemli sürdürülebilir bir büyümeye ulaşmada önemli bir kısıt oluşturmaktadır. Örneğin Türkiye’de


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

etkin işlemeyen bankacılık sistemi, bir dönem firmaların aracılık faaliyetlerinin bir bölümünü yüklenmelerine yol açmıştır. Mali açıdan güçlü firmalar, ortaklarına ve kaynak ihtiyacı içinde bulunan genellikle küçük, genç, teknoloji yoğun ve iç piyasaya yönelik çalışan firmalara açtıkları ticari borçlarla mali sisteme işlerlik kazandırmışlardır (Yalçın vd., 2005). Gelişmekte olan bir ekonomide büyüme stratejilerinin dizayn edilmesi ve yürütülmesi önemli ve güç bir problemdir. İkinci Dünya Savaşını izleyen dönemde az sayıda ülke sürekli yüksek büyüme başarısı göstermiştir. Bu ülkelerin bazıları 10-15 yıl veya daha uzun dönemler boyunca %7 veya daha yüksek büyüme hızları yakalamışlar ve yoksulluk oranlarında çarpıcı azalmalar gerçekleştirmişlerdir. Hatta bazıları çok düşük gelir düzeylerinden bugünkü gelişmiş ülkelerin gelir düzeylerine çıkmayı başarmıştır. Uygulanan politikalar, hükümetin rolü, piyasa ve düzenleyici kurumların durumu gibi konularda ülkeler arasında ve bir ülkenin içerisinde farklı zaman dilimlerinde önemli farklılıklar bulunmaktadır. Diğer taraftan, bu ekonomilerin büyüme dinamiklerinin birtakım ilginç ortak özellikleri de bulunmaktadır. Bu özelliklerden en önemlileri şunlardır (El Arian ve Spece, 2008): • Kaynak dağıtımında piyasa sistemine dayanılması. Bu bağlamda fiyat mekanizması, teşvikler, ademi merkeziyet, özel mülkiyetin iş yapmayı ve yatırımları kolaylaştıracak şekilde açık bir şekilde tanımlanması gibi hususlar öne çıkmaktadır. • Sürdürülebilir büyüme konusunda sağlam taahhütler verilmesi ve hedefe yoğun bir şekilde odaklanılması. • Ülke vatandaşlarının çıkarlarının temsilcisi olarak hareket eden bir hükümetin varlığı. • Büyüme için doğru modeller ve stratejiler seçmek suretiyle, vatandaşların yaşamlarında iyileşmeler sağlayacak politikalar üretmenin ötesinde konsensüs oluşturabilen etkin yöneticilik ve liderlik özelliklerinin varlığı.

15


16

• Makroekonomik ortamın yerli ve yabancı yatırımları teşvik edecek, enflasyonu kontrol altına alacak şekilde etkin olarak yönetilmesi. • Kamuda ve özel kesimde tasarruf ve yatırım düzeylerinin yükseltilmesi. • Hızlı bir şekilde yeni istihdam alanları oluşturulması. • Kaynak hareketliliğinin (özellikle emek hareketliliği) sağlanması. • Küresel ekonomiden büyümeyi hızlandıracak şekilde yararlanılması. Bu bağlamda bilgi ve teknolojinin transferi ve yurtiçi talebin tamamlayıcısı olarak küresel talebin çekilmesi önem arz etmektedir. Böylece bir yandan ekonominin potansiyel hasılası hızlı bir şekilde artırılırken, diğer yandan itici güç olarak ihracat sayesinde çok daha hızlı bir şekilde büyüme mümkün olabilmektedir. 1950’li yıllardan itibaren dünya ekonomisinde ortalama büyüme oranlarında ve reel gelir artışlarında önemli ölçüde iyileşmeler ortaya çıkarken yoksulluk düzeylerinde de düşüşler gözlenmiştir. Ancak bu iyileşmeler mekân açısından her ülkeye/bölgeye aynı ölçüde yansımamış, zaman açısından ise kesintisiz bir süreç içerisinde gerçekleşmemiştir. Bu anlamda en önemli ilerleme kaydeden örnekler Batı Avrupa ve Asya ülkeleri olmuştur. Savaş sonrasından 1973’e kadar olan dönem Avrupa’da eşine az rastlanır bir büyüme dönemiydi. Bu büyüme politik ve sosyal istikrar ortamında ABD teknolojisinin ithaliyle desteklenmiştir (Crafts ve Toniolo, 1995). Almanya, Hollanda ve Avusturya ihracat öncülüğünde büyüme modelini benimsemişlerdi. 1980’ler ve 1990’larda birçok Avrupa ülkesinde büyüme oranlarında ciddi daralmalar ortaya çıkmıştır. Asya kıtasında ilk olarak Japonya, arkasından Güney Kore, Tayvan, Hong Kong ve Singapur bir kuşaktan daha kısa bir sürede büyüme ve kalkınma düzeyleri açısından gelişmiş ülkeler seviyesine yükselmeyi başarmışlardır. Hızlı büyüme Tayland, Malezya ve Endonezya’da 1970’li yıllarda başlamıştır. Son 30 yıllık süre içerisinde de Çin ve Hindistan hızlı büyüme oranlarını yakalamışlardır. Genel olarak gelişmekte olan ülkelerde reel kişi başına gelir 1960-2000 arası dönemde yıllık ortalama %2.3 artış göstermiştir. Bu, bütün standartlara göre yüksek bir büyüme oranıdır. Ekonomik büyüme sosyal göstergelerde de önemli iyileşmelere yol açmıştır. Örneğin okuma yazma oranları, bebek ölüm oranları, yaşam beklentisi vb. göstergeler iyileşmiştir (Rodrik, 2003). Latin Amerika Bölgesi 1950-80 arası dönemde hızlı bir şekilde büyüme göstermiş, kayıp on yıl olarak adlandırılan 1980’lerde ise bölgeye durgunluk hakim olmuştur. O zamandan bu yana da orta derecede bir büyüme hızı söz konusu olmuştur. Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinde sistem değişikliği nedeniyle büyüme oranlarında yaşanan şiddetli düşüşler daha sonra yerini iyileşmeye bırakmıştır. Ekonomik büyüme oranları açısından en düşük performansı sergileyen bölge ise


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

Sahra Altı Afrika’sı olmuştur. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da bu anlamda genel olarak pozitif bir resim göze çarpmaktadır (Bkz. USAID, 2008; Rodrik, 2003). Çin ve Hindistan Asya'da 20. yüzyılın son çeyreği ve 21. yüzyılın başlarında büyüme şampiyonları olarak öne çıkmışlardır. Tablo 2'den de görülebileceği gibi 2002-2012 döneminde bu ülkelerde ortalama büyüme hızları sırasıyla %10.3 ve %7.4'dür. Tablo 2: Çin ve Hindistan’da Ekonomik Büyüme ve Enflasyon: 2002-2012 Çin Yıllar

Hindistan

Büyüme

Kişi Başına GSYH

Enflasyon

Büyüme

Kişi Başına GSYH

Enflasyon

2002

9.1

1135

-0.8

3.8

487

4,4

2003

10.0

1274

1.2

7.9

565

3,8

2004

10.1

1490

3.9

7.9

650

3,8

2005

11.3

1731

1.8

9.3

740

4,2

2006

12.7

2069

1.5

9.3

830

6,1

2007

14.2

2651

4.8

9.8

1069

6,4

2008

9.6

3414

5.9

3.9

1042

8,4

2009

9.2

3749

-0.7

8.5

1147

10,9

2010

10.4

4433

3.3

10.5

1419

12.0

2011

9.3

5447

5.4

6.3

1534

8.9

2012

7.8

6091

2.7

3.2

1489

9.3

Kaynak: World Bank, (2014), http://wwwdata.worldbank.org, (28.02.2014).

Çin, ihracat ve yatırıma dayalı bir büyüme modeli uygulamaktadır. Yüksek yurtiçi tasarruf oranlarına sahip olan ülkede tüketim harcamalarında genel olarak bir düşüş, yatırımlarda ise çok ciddi artışlar söz konusu olmuştur. Ülke 1970’lerin sonlarından itibaren önemli bir başarı hikâyesi sergilemiştir. 1960-80 arası dönemde ortalama büyüme oranı %2 civarındayken, muazzam bir performans gösterilerek 70’lerden sonra %8’lik bir büyüme yakalanmıştır. Benzer şekilde Hindistan’da 1980’lerin başlarında itibaren büyüme oranları kabaca ikiye katlanmıştır (Rodrik, 2003). 1970’lerin sonlarından bu yana yapılan reformlar Çin’in hızlı bir ekonomik büyüme gerçekleştirmesini ve milyonlarca insanın yoksulluktan kurtulmasını mümkün kılmıştır. Çin’in kalkınma stratejilerinin büyük bir kısmı geleneksel olmayan bir nitelik taşıdığı için bu başarılar birçok gözlemci için sürpriz olmuştur. Bu çerçevede Çin ekonomisinin mucizevi büyümesi çok sayıda çalışmaya konu olmuştur. İlgili literatürde Çin’in ekonomik büyümesi emek, sermaye, teknoloji ve/veya kurumsal

17


18

değişiklik bileşenleriyle açıklanmaktadır. Bazı çalışmaların sonuçlarına göre,4 ülkenin kurumsal yapısındaki değişiklikler ekonomik büyümenin önemli bir kısmını izah etmektedir. Buna ilaveten düşük verimli tarım sektöründen daha verimli sanayi ve hizmetler sektörüne kayma şeklindeki yapısal değişim de hızlı ekonomik büyümeye katkı yapmıştır. Emek yoğun imalat sektöründeki mukayeseli üstünlüklerin etkin kullanımı, ağır sanayinin öne çıkarılması, kırsal göçün kısıtlanması, hızlı tarımsal büyüme, doğru teşvikler verilmesi, beşeri sermayeye yatırım yapılması gibi hususlar da bu anlamda önem arzetmektedir. Ülkede sermaye birikiminin hızlanması emek verimliliğini artırmış, teknik ilerlemenin bu sürece eşlik etmesi toplam faktör verimliliğinde ciddi artışlar ortaya çıkarmıştır. Bu da hızlı GSYH artışını mümkün hale getirmiştir. Diğer taraftan ülkedeki bu olağanüstü büyümeye, artan eşitsizlikler, çevresel bozulmalar ve artan sosyal gerilimlerin eşlik ettiği görülmektedir. Çin’deki bu göz kamaştırıcı büyümenin ardından sorun artık büyümenin nasıl gerçekleştirileceği olmaktan çıkmış, büyümenin sonuçlarının nasıl yönetileceği ve büyümenin nasıl sürdürüleceği sorununa dönüşmüştür (Headey vd., 2008).

Çin ve Hindistan değerlendirmeye ve tartışmaya değer çok sayıda yararlı dersler içermektedir. Bunlardan en önemlisi, her iki ülkenin de statik ve değişmez bir model yerine dinamik ve tekrarlanan bir yaklaşım benimsemiş olmalarıdır.

Çin’in ekonomik gelişmesinin görünürdeki en önemli nedeni, güçlü ihracat artışıdır. Ülke ihracatının nominal değeri dışa açılmanın gerçekleştiği 1979’dan bu yana 100 kattan daha fazla artış göstermiş, 2005-2008 döneminde GSYH’sının 1/3’ünden daha fazla olmuştur. Ancak, gelinen noktada Çin’de yatırım ve ihracat öncülüğünde büyüme modelinden tüketim öncülüğünde büyümeye doğru önemli bir yapısal dönüşüm olması gerçeği artık önemli ölçüde kabul görmektedir (UNCTAD, 2010). Hindistan yakın zamanlarda sürdürülebilir temel dinamiklere sahip olan yüksek bir büyüme dönemine girmiş ve yıllık %7’nin üzerinde büyümüştür. Ülke daha hızlı büyüme ve yoksulluk düzeylerinin azaltılması konularında farklı ve başarılı bir yol takip etmiştir. 1950’lerde bağımsızlıktan kısa bir süre sonra ithal ikamesine dayalı sanayileşme politikaları yürürlüğe konulmuştur. Bu politikalar tedrici fakat sürekli bir şekilde kapitalist bir toplumun mevcut kurumlarının planlı bir ekonominin amaçlarına hizmet edecek biçime sokulduğu bir ekonomik yapı ortaya çıkarmıştır. 1970’lere kadar iyi çeşitlendirilmiş bir sanayi temeli oluşturulmuş ve yavaş olsa da sürdürülebilir bir büyüme yoluna girilmiştir. Çin ve Hindistan değerlendirmeye ve tartışmaya değer çok sayıda yararlı dersler içermektedir. Bunlardan en önemlisi, her iki ülkenin de statik ve değişmez bir model yerine dinamik ve tekrarlanan bir yaklaşım benimsemiş olmalarıdır. 4

Örneğin bkz. Fan, vd., 2004.


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

19

III. TÜRKİYE EKONOMİSİNDE BÜYÜME Türkiye ekonomisinde sürdürülebilir büyüme konusunda yeni bir model ve strateji çerçevesi oluşturabilmek için öncelikle mevcut durumun tam ve doğru bir tespitinin yapılması gerekmektedir. Tablo 3’ten görülebileceği gibi, Türkiye ekonomisi 19232012 döneminde yıllık %4.7 reel büyüme gerçekleştirmiştir. 2002-2013 arası dönemde ortalama büyüme hızı %5.1’dir. Bu oran dünya ortalamasının üzerindedir. Tablo 3: Türkiye’de Ekonomik Büyüme Oranlarının Seyri Dönem

Büyüme Hızı (Sabit Fiyatlarla)

Dönemin Öne Çıkan Özelliği

1923-2012

4.5

1923-1938

7.9

İlk sanayileşme çabaları - Tek partili dönem

1939-1947

0.4

Savaş koşulları

1948-1960

5.7

Liberal politikalar – Çok partili siyasal sistem

1961-1970

5.7

1968-1980

4.1

İthal İkameci sanayileşme stratejisi - Planlı kalkınma dönemi

1981-1990

5.2

İhracata dayalı sanayileşme stratejisi – Serbest piyasa mekanizmalarının etkinlik kazanması

1991-2001

3.7

Finansal liberalizasyon - Denetimsiz kamu açıkları Finansal krizler

2002-2013

5.1

Siyasal istikrar – Yüksek ekonomik performans

Kaynak: TÜİK, (2013), İstatistik Göstergeler: 1923-2012, Türkiye İstatistik Kurumu, Ankara ; TÜİK, (2014), http://www.tuik.gov.tr/Start.do (02.03.2014)

Genel olarak değerlendirildiğinde, 1923’ten günümüze Türkiye ekonomisinin uzun dönemli büyüme performansının 20. yüzyılın büyüme mucizeleri olarak isimlendirilen Japonya, Doğu Asya ve Güney Kore gibi ülkelerin performanslarının oldukça gerisinde kaldığı ve istikrarsız bir yapı sergilediği söylenebilir. 1960-80 arası dönemde yoğun bir biçimde uygulanan ithal ikamesine dayalı büyüme stratejisi çerçevesinde dış rekabete kapalı bir ortamda yaygın kamu müdahaleleriyle sermaye birikiminin ve büyümenin artırılması hedeflenmiştir. Özellikle 1970’lerde bu strateji derinleştirilmiş, ancak büyüme oranlarında beklenen yüksek düzeyli artışlar gerçekleşmemiştir. Bunun en önemli nedeni, içsel ve dışsal faktörlerin

Genel olarak değerlendirildiğinde, 1923’ten günümüze Türkiye ekonomisinin uzun dönemli büyüme performansının 20. yüzyılın büyüme mucizeleri olarak isimlendirilen Japonya, Doğu Asya ve Güney Kore gibi ülkelerin performanslarının oldukça gerisinde kaldığı ve istikrarsız bir yapı sergilediği söylenebilir.


20

etkisiyle toplam faktör verimliliğinin düşmesi olmuştur. Yaşanan siyasi istikrarsızlıklar nedeniyle ekonomi iyi yönetilememiş, bu durum dünyada yaşanan enerji kriziyle birlikte ülkeyi derin bir ekonomik krize sürüklemiştir. Bu kriz ekonomide köklü bir strateji değişikliğine gidilmesine yol açmış, 1980 sonrası dönemde dışa açık büyüme stratejisine geçilmiştir. Yeni dönemin ana özelliği piyasa ekonomisinin güçlendirilmesi ve ekonominin dışa açılması olmuştur. Yeni strateji dünyadaki ekonomik gelişmelerle ve iktisadi anlayıştaki değişimlerle uyumlu bir tercih olarak ortaya çıkmıştır5. Ekonominin dış rekabete açılması sayesinde dış talebin özel kesim yatırımlarını teşvik etmesi ve artan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının da katkısıyla sermaye birikiminin hızlandırılması amaçlanmıştır. Türkiye’de 1980 sonrası dönemde aralıksız uygulanan serbest fiyat, serbest faiz ve serbest kur rejiminden oluşan ekonomik sistem çerçevesinde piyasa ekonomisinin güçlendirilmesinin ve ekonominin dışa açılmasının teşvik edeceği sermaye birikimi ve verimlilik artışının büyüme hızını artırması beklenmiştir. Önceki dönemden farklı olarak, artan rekabet baskısı ve genişleyen dış pazar imkânları sonucu ortaya 5

1970’lerin ortalarına kadar birçok ülkede revaçta olan “kalkış”, “büyük itiş”, “planlama”, ve “ithal ikamesi” söylemleri, yavaş yavaş yerini piyasa merkezli görüşlere bırakmıştı. 1980’lerin sonlarına kadar bu görüşlerde dikkate değer bir yakınlaşma sağlayacak bir dizi politika ilkesi geliştirildi. John Williamson (1990) bunları “Washington Konsensüsü” olarak adlandırdı. Bu ilkeler zaman içerisinde önemli ölçüde genişletildi, zenginleştirildi ve ekonomik büyümeyi sağlayacak bir politik çerçevenin geleneksel reçetesini oluşturdu. Williamson’un orijinal listesinde öne çıkan hususlar, mali disiplin, rekabetçi paralar, ticari ve finansal liberalizasyon, özelleştirme ve deregülasyondu. 1990’ların sonlarına doğru çok taraflı kurumların ve politik ekonomi alanında çalışanların “kurumsal reformlar” ve “iyi yönetişim” problemlerine yönelik çözüm arayışlarına vurgu yapan önerileriyle bu liste genişletildi (Rodrik, 2003).


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

çıkacak verimlilik artışının büyümenin kaynağında daha büyük pay sahibi olması hedeflenmiştir (Saygılı vd., 2006: 35). 1980-90 arası dönem ekonomiyi dönüştürmeye dönük reform çabalarıyla geçmiştir. Dönem içerisinde toplam faktör verimliliği önemli ölçüde artırılabilmiş, ancak reform sürecinin hız kesmesi, yapısal dönüşümün gerçekleştirilememesi, Ar-Ge faaliyetlerinin yeterince desteklenmemesi gibi nedenlerle dönemin sonunda ekonomi yeniden durgunluğa sürüklenmiştir. Dış talep ağırlıklı bir büyüme stratejisi öngörülmekle birlikte, iç talep önemini korumuş, sanayinin ithalat bağımlılığı cari açık sorununu ekonomi gündeminin başına yerleştirmiş ve bu sorun şiddetlenerek günümüze kadar devam etmiştir. Bu dönemde dünyadaki gelişmelere paralel olarak Türkiye’de de devletlerarası fon akımlarının yerini özel fonlar almaya başlamış, bu fonların ülkeye girişini sağlayacak mekanizmalar ve yasal düzenlemeler hayata geçirilmiş, var olanlar güçlendirilmiştir. Diğer taraftan, dış finansman kaynaklarının doğrudan yatırımlar yerine kısa vadeli portföy yatırımları biçiminde olması ülkeyi ulusal ve küresel düzeydeki risklere karşı oldukça duyarlı bir konuma getirmiştir. Bu dönemde, kamu kesimi doğrudan üretim faaliyetlerinden çekilerek kaynaklarını alt yapı yatırımlarına yönlendirmeyi amaçlamıştır. Sermaye birikimi yanında ekonomideki mevcut kaynakların, artan iç ve dış rekabet baskısı nedeniyle, etkin kullanımının sağlanması sonucu ekonomik büyümenin hızlanması hedeflenmiştir. Ancak, özellikle imalat ve madencilik sektörlerinde sermaye birikim hızında önemli düşüşler söz konusu olmuştur (Saygılı vd., 2005). Ekonominin kayıp onyılı olarak değerlendirilen 1990’lı yıllarda kamu açıkları borçlanmayla kapatılmış, yüksek faiz-düşük kur politikasının desteklediği kısa vadeli spekülatif sermaye girişleri bir yandan ekonominin dış açıklarını finanse ederken diğer yandan ulusal tasarruf eğilimini düşürerek tüketim ve ithalat hacmini genişletmiş, döviz kuru ve faiz oranları arasında hassas dengelere dayalı yapay bir büyümeye yol açmıştır (Ay, 2007). Bu dönemde büyümeyi olumsuz etkileyen ve kırılgan bir ekonomik yapı oluşturan faktörlerden en önemlileri; kronikleşen yüksek enflasyon, kamu açıklarının yol açtığı yüksek borç oranları ve cari açık olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu şartlar altında Türkiye ekonomisi 1994 krizine sürüklenmiş ve ekonomi %6,1 oranında küçülmüştür Genel olarak bu dönemde ekonomik büyümeyi destekleyen en önemli faktör yüksek kamu harcamaları olmuştur. Kamu sektörünün yatırım harcamaları, cari harcamaları, sosyal güvenlik kurumlarına yaptığı katkılar ve KİT’lere ödenen görev zararları kamu giderlerini önemli düzeylere çıkarmış, ancak kamu gelirleri buna paralel biçimde artırılamamıştır. Yani yüksek kamu harcamaları, yüksek bütçe açıkları ve dolayısıyla kamu kesiminin yüksek düzeyde borçlanmasına dayalı bir büyüme modeli

21


22

2002 yılından sonra kamu harcamalarını kısıcı, vergileri artırıcı ve kamu borçlanmasını azaltıcı politikalar yürürlüğe konulmuştur. Sağlanan siyasi ve ekonomik istikrar, büyüme oranlarına hızlı bir şekilde yansımıştır.

uygulanmıştır. Kamu borçlarındaki sürekli artış, özel kesim aleyhine dışlama etkisi ortaya çıkarmış,6 faizler ve dolayısıyla borçlanmanın maliyeti giderek yükselmiş, sonuçta faiz giderleri bütçenin en önemli harcama kalemi olmuştur.

Dönemin sonunda Türkiye ekonomisi iki büyük kriz dalgasıyla sarsılmıştır. 1999’dan itibaren uygulamaya konulan kur çapasına dayalı “enflasyonu düşürme programının” Kasım 2000 ve Şubat 2001’de yaşanan krizlerle birlikte çökmesinden sonra Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı adı altında yeni bir istikrar programı yürürlüğe konulmuştur. 2001 krizi iç talep üzerinde baskı oluşturarak ekonomik büyümeyi geriletti. Enflasyon hedeflemesi, esnek kur ve sıkı mali politikaya dayalı olarak uygulamaya konulan yeni program bir süre sonra olumlu sonuçlar vermeye başladı. Krizin arkasından iktidara gelen hükümet birikmiş sorunların çözümüne yönelik önemli adımlar atmış ve ortaya çıkan yüksek ekonomik performans yüksek büyüme oranlarına dönüşmüştür. Bütçe ve borç göstergeleri ile enflasyon oranlarındaki iyileşmeler, yapılan özelleştirmeler, sosyal güvenlik sisteminin yeniden yapılandırılması ve bankacılık sektörünün sağlamlaştırılması bu sürece önemli katkı yapmıştır. Özellikle bankacılık sektörünün reel sektörün kaynak ihtiyacını etkin şekilde karşılayacak bir yapıya kavuşturulduğu bu dönemde yabancı yatırım girişlerindeki artışların da üretime olumlu yansımaları olmuştur (Karagöl, 2013). 2002 yılından sonra kamu harcamalarını kısıcı, vergileri artırıcı ve kamu borçlanmasını azaltıcı politikalar yürürlüğe konulmuştur. Sağlanan siyasi ve ekonomik istikrar, büyüme oranlarına hızlı bir şekilde yansımıştır (Bkz. Tablo 4). Enflasyonun tek haneli rakamlara düşmesi, kamu açıklarının GSYH’ya oranının azalması, politik istikrarın sağlanması büyüme sürecini hızlandırmıştır. Ancak sürdürülebilir bir büyümenin gerekli unsurları henüz tam olarak sağlanamamıştır.

6

Kamu kesimi açıkları bir taraftan enflasyonist sürecin temel nedeni olup ekonomiyi istikrarsızlaştırırken, diğer yandan da özellikle finansmanı bakımından hem özel kesim yatırımlarını dışlamakta, hem de finansmanı büyüme sürecini etkilemektedir.


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

Tablo 4: GSYH’daki Gelişmeler (2002-2013)

Yıllar

GSYH (Milyon Dolar)

Büyüme Hızı (Sabit fiyatlarla)

Kişi başına GSYH

Büyüme Hızı

İşsizlik oranı

2002

230

6.2

3.492

15.6

10.3

2003

305

5.2

4.565

30.6

10.5

2004

390

9.3

5.775

26.4

10.8

2005

481

8.4

7.036

21.8

10.6

2006

526

6.9

7.597

8.0

10.2

2007

648

4.7

9.247

21.8

10.3

2008

742

0.7

10.444

13.0

11.0

2009

617

-4.8

8.561

-18.0

14.0

2010

732

9.2

10.003

16.8

11.9

2011

774

8.8

10.428

4.2

9.8

2012

786

2.1

10.459

0.3

9.2

2013

820

4.0

10.782

3.1

9.0

Kaynak: TÜİK, (2014), http://www.tuik.gov.tr/Start.do (02.03.2014)

2008 krizine kadar yıllık ortalama %6,8 oranında bir büyüme hızı yakalanmış, aynı yıl kişi başına gelir 10.000 doların üzerine çıkmıştır. IMF programının bittiği 2008 yılının ortalarında küresel krizin etkileri hissedilmeye başlamış, iç talepteki daralma nedeniyle 2009’da ekonomide %4.8 oranında bir küçülme yaşanmış, ancak sü eç yeni ye bir b IMF programı p ogra yürürlüğe yü ü üğe konulmadan o u ada atlatılmıştır. at at şt 2010 0 0 ve e 2011’de 0 de süreç

23


24

toparlanma gerçekleşmiş ve mali disiplin çerçevesinde sağlanan makroekonomik istikrar ile ekonomide istihdam yaratan hızlı bir büyüme gerçekleşmiştir. Bu yüksek performansta iç talep artışı ve dış kredi imkânlarının yoğun kullanılması belirleyici olmuştur. İstihdam artışında ise inşaat ve hizmetler sektörünün genişlemesi etkili olmuştur. 2000 ve 2001 krizlerinin etkilerinin atlatılmaya başlandığı 2002 yılında ortaya çıkan %6.2 oranındaki yüksek büyüme hızı, cari açıkta ve dış borç stokunda çok fazla artış oluşmadan gerçekleşmiştir. Oysa 2009 sonrası krizden çıkarken ekonomide gerçekleşen yüksek büyüme oranları söz konusu iki göstergede ciddi bozulmalarla birlikte gerçekleşmiştir. Gelişmiş ülkelerdeki düşük faiz oranlarının Türkiye’nin de içinde bulunduğu ülkelere yönlendirdiği ucuz ve bol miktardaki sermaye iç talebi canlandırmış, bu dönemdeki büyümenin kaynağını da iç talepteki bu artış oluşturmuştur (Bkz. Gürsel ve Aktaş, 2013). Cari açıktaki artış sürdürülemez düzeylere ulaşınca, 2011’deki yüksek büyümeden sonra,7 büyüme oranı Türkiye için potansiyel olarak kabul edilen %5’in altına düşmüştür. 2013 yılının ilk üç çeyreğinde iç talepteki canlılık ve yatırımlardaki artış nedeniyle beklentilerin üzerinde bir büyüme gerçekleşmiş, ancak yıl sonundaki olumsuzluklar büyüme oranını olumsuz etkilemiştir. 2013’te tüketim, stok değişmeleri ve kamu harcamalarının kaynaklık ettiği %4’lük bir büyüme oranına ulaşılmıştır. Cari açığın GSYH’ya oranı 2012’deki %6.2’lik düzeyinin üzerine çıkarak %7.9 olarak gerçekleşmiştir. Bu süreçte emek verimliliğinde düşüşler olmakla birlikte, işsizlikte önemli bir artış oluşmamıştır. Diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’nin bu dönemde gelişmiş ülkeler ve dünya ortalamasının üzerinde, ancak gelişmekte olan ülkeler ortalamasının altında bir büyüme performansı sergilediği görülmektedir. Şekil 2: Karşılaştırmalı Olarak Türkiye’de Büyüme Oranları: 2002-2012

7

2011’deki %8,8’lik büyüme oranıyla Türkiye Çin’den sonra dünyada en hızlı büyüyen ikinci ekonomi olmuştur.


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

Sektörel açıdan değerlendirildiğinde, GSYH içinde 2012 itibariyle sanayinin %33, hizmetlerin %58 ve tarımın %9 paya sahip olduğu görülmektedir. İlgili sektörlerin 2000-2012 dönemindeki büyüme oranları ortalama olarak sırasıyla %4.7, %5.1 ve %2.3’tür. İnşaat sektöründe ise bu oran %4.8’e karşılık gelmektedir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında Türkiye’de imalat sanayinin ve hizmetler sektörünün payı hem üretim hem de istihdam açısından ciddi olarak artış göstermiştir. 2013 itibariyle sanayi sektörünün büyümeye katkısı bir önceki yıla göre artış sergilemiştir. Hizmetler sektöründe özellikle ticaret, otel-lokanta hizmetleri, mali aracı kuruluşlar ve inşaat sektörlerinde yüksek büyüme hızları ortaya çıkmıştır Tablo 5: Türkiye’de Sektörel Büyüme Hızları: 1998 Bazlı Tarım

Sanayi

İnşaat

Hizmetler

Yıllar Pay

Büyüme

Pay

Büyüme

Pay

Büyüme

Pay

Büyüme

2000

12.2

7.1

32.1

6.3

5.7

4.9

52.8

6.6

2001

11.9

-7.9

30.9

-9.1

5.0

-17.4

55.5

-0.9

2002

12.2

8.8

30.4

4.6

5.4

13.9

54.7

4.8

2003

11.4

-2.0

31.2

7.8

5.5

7.8

54.1

4.1

2004

10.7

2.8

31.9

11.8

5.8

14.1

54.3

9.7

2005

10.6

7.2

32.0

8.7

5.8

9.3

54.4

8.6

2006

10.0

1.4

32.9

10.2

6.4

18.5

54.5

7.1

2007

8.9

-6.7

33.3

5.8

6.5

5.7

55.4

6.4

2008

9.3

4.3

32.6

-1.3

5.9

-8.1

56.3

2.3

2009

10.1

3.6

31.3

-8.6

5.2

-16.1

58.1

-1.8

2010

9.4

2.4

32.7

13.8

5.7

18.3

57.3

7.7

2011

9.2

6.1

33.0

10.0

5.8

11.5

57.3

8.8

2012

9.3

3.1

32.9

1.7

5.7

0.6

57.6

2.6

2013

3.1

3.4

7.1

5.5

Kaynak: TÜİK, (2014), http://www.tuik.gov.tr/Start.do (02.03.2014)

2002 sonrası dönemde yakaladığı yüksek ekonomik performans ile yükselen piyasalar arasında ilk sıralarda yer alan Türkiye, 2013 yılında ülkede artan siyasi riskler, yüksek cari açık ve buna bağlı olarak dış finansman ihtiyacının artması gibi nedenlerle kırılgan ülkeler8 kategorisinde anılmaya başlanmıştır. 8

Fed’in 2013 Mayıs ayında tahvil alımlarını azaltacağını açıklamasından en fazla etkilenebilecek beş ülke “Kırılgan Beşli” olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Bu ülkeler Brezilya, Hindistan, Endonezya, Türkiye ve Güney Afrika’dır. Bu karar sonrasında gelişmekte olan ülkelerde döviz kurları ve piyasa faiz oranlarında artış, borsalarda ise düşüş baskıları ortaya çıkmıştır. Buna tedbir olarak bazı merkez bankaları faiz oranlarını artırma yoluna gitmişler, bazı iç gelişmelerin de etkisiyle TCMB de 28 Ocak 2014’de faiz oranlarında önemli artışlar gerçekleştirmiştir.

25


26

Büyüme odaklı strateji ve politikalar geliştirilemediği için Türkiye’de büyüme oranları istikrarlı bir seyir izlememektedir. Ekonomik büyüme oranlarındaki istikrarsızlık, izlenen politikalardaki istikrarsızlıkların yanı sıra ülke ekonomisindeki yapısal sorunların sonucudur.

Bu dönemde işsizlik oranlarının azaltılamaması9 ve cari işlemler bilânçosundaki sürekli ve büyük oranlı açıklar ekonominin en önemli yapısal problemleri olmaya devam etmiştir. Büyümeyi etkileyen en önemli husus tüketim artışı olmuştur. Yatırımlar, inşaat ve altyapı gibi alanlara kaymış; üretimde yurtiçi katma değer artırılamamış; toplam faktör verimliliği düşük kalmıştır. Büyüme odaklı strateji ve politikalar geliştirilemediği için Türkiye’de büyüme oranları istikrarlı bir seyir izlememektedir. Ekonomik büyüme oranlarındaki istikrarsızlık, izlenen politikalardaki istikrarsızlıkların yanı sıra ülke ekonomisindeki yapısal sorunların sonucudur.

Büyümenin temel kaynakları olan emek ve sermaye stoğunun büyümeye katkısı yeterli düzeyde değildir. Genel olarak bir iyileşme gözlenmekle birlikte, işgücü niteliğinin ve teknoloji yoğun sektörlerin sınırlı kalması nedeniyle işgücü ve sermaye verimliliği artışları sınırlı kalmıştır. Sektörel açıdan bakıldığında toplam faktör verimliliğinin asli unsurunun sanayi sektörü olduğu, bu sektörde verimlilik oranlarının nispeten yüksek olduğu görülmektedir (Bkz. Şekil 3). Faktör verimliliğinin diğer ülkelere göre düşük olmasının başlıca nedeni ise teknolojik yetersizliklerdir. Şekil 3: Ana Sektörler İtibariyle Toplam Faktör Verimliliği

Kaynak: Saylam Bölükbaş, Nazlı, (2013), Türkiye’de Sektörel Düzeyde Sermaye Stoku, Toplam Faktör Verimliliği ve Büyümenin Kaynakları, IV. Ulusal Verimlilik Kongresi, Ankara 10-12 Aralık, http://vgm.sanayi.gov.tr /Files/Documents/nazli-s-bolukbas-30122013104742.pdf. (05.02.2014) 9

İstihdam artışı, birçok Avrupa ülkesinden daha yüksek olmakla beraber, Türkiye’nin demografik yapısı ve dinamikleri nedeniyle işgücünün büyümeye katkısının düşük düzeylerde gerçekleştiği söylenebilir.


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

Türkiye yüksek verimlilik artışı gösterdiği 1980’li yıllarda, bu performansı ile Avrupa ülkelerinin tamamından daha başarılı olmuştur. Ancak 1990’lara gelindiğinde, Türkiye’nin emek verimliliği artış hızındaki yavaşlamayla verimlilik artışı Avrupa’nın çoğu ülkesinden geride kalmış ve süreç daha önceki on yılda kapatmaya başladığı aranın tekrar açılmasıyla, ya da en azından aynı kalmasıyla, sonuçlanmıştır (Filiztekin, 2005). Tasarruf sistemi ve finansal sektör yeterli büyüklüğe sahip değildir ve tasarruf sisteminin etkinliği sınırlıdır. Özel sektör, sermaye piyasası araçları yerine yurtdışı finansmanı tercih etmektedir. Dolayısıyla ekonomik büyüme dış borç artışıyla birlikte gerçekleşmektedir. Kamu sektörünün gerek borçlanma piyasalarında, gerekse özelleştirmeler yoluyla reel piyasalardaki ağırlığının giderek azalmasıyla birlikte özel sektör öncülüğünde büyüme aşamasına geçilmiş, yeni dönemde kamu borç yükü hızla düşerken, cari açık ve özel kesim borç yükü artış göstermiştir. Tablo 6’dan de görülebileceği gibi, 2002-2013 döneminde dış borç stokunda genel olarak bir artış trendi görülmektedir. 2000 sonrasında özel sektörün dış borçları kamu kesimini geçmeye başlamış olup, günümüz itibariyle toplam dış borçların %60’tan fazlası özel sektöre aittir. Genel olarak dış borçlar uzun vadeli olmakla beraber, 2014 yılı içinde vadesi dolan borç miktarının fazla olması, büyümenin dış finansman kaynakları açısından olumsuz bir duruma işaret etmektedir. Tablo 6: Türkiye’de Dış Borçlar Yıllar

Brüt Dış Borç Stoku

Bankacılık Sektörü Hariç Dış Borç Stoku

Net Dış Borç Stoku

Net Dış Borç Stoku / GSYH

2002

130

97

88

38.4

2003

144

106

96

31.6

2004

161

118

103

26.4

2005

170

123

99

20.6

2006

208

148

109

20.7

2007

250

185

135

20.8

2008

281

210

152

20.5

2009

269

202

147

23.8

2010

291

199

173

23.7

2011

304

205

183

23.7

2012

339

216

190

24.2

2013

388

229

229

27.9

Kaynak: TC Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, (2014), https://hmvds.hazine.gov.tr/ (28.05.2014); TCMB, (2014), http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html, (28.05.2014)

27


28

Diğer taraftan kısa vadeli dış borçların önemli bir kısmı özel sektör kaynaklı olup bu borçlardaki artış hızı GSYH artış hızının üzerinde seyretmektedir. Özel sektöre ait kısa vadeli dış borçların tamamına yakını da finansal kuruluşlara aittir. 1980’li yıllarla birlikte dışa açılmayı ve piyasa ekonomisini benimseyen Türkiye iç talep yerine dış talebin, kamunun ekonomiye aktif müdahalesi yerine fiyat mekanizmasının ve özel kesimin öncülüğünde ekonomik büyümeyi gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede piyasa ekonomisinin güçlendirilmesi ve ekonominin dışa açılmasının teşvik edeceği sermaye birikimi ve verimlilik artışının büyüme hızını artırması beklenmiştir (Ay, 2007). Ancak ekonomi politikaları, stratejisi belirlenmiş, planlı, dış ticaret ile ekonomik büyüme arasında ilişki kuracak bir şekilde oluşturulamamıştır. Finansal kaynaklı krizlerin ardından (1978, 1994, 1998, 2000-2001) ihracatta kısa süreli sıçramalar yaşanmış, ancak bu artış süreklilik kazanmadığı için ekonomik büyümeye katkısı sınırlı kalmıştır. Teknoloji seçimine odaklanmaksızın yapılan makine ithalatı büyümenin temel dinamiğini oluşturmuş, verimlilik artışı sağlamada ve işgücünün etkin kullanımında yetersiz kalınmıştır. Daha önce de belirtildiği gibi, sürdürülebilir büyüme ancak verimlilik artışlarıyla mümkündür. Türkiye ekonomisinin geçmiş


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

dönem büyümesinin kaynağında verimlilik artışının payının sınırlı olduğu görülmektedir. Talep açısından bakıldığında (Tablo 7), 2002 sonrası dönemde ağırlıklı olarak tüketim harcamalarının GSYH içerisinde belirleyici olduğu, bunların içerisinde de yaklaşık %70’lik bir oranı özel tüketimin teşkil ettiği görülmektedir. İthalattaki artışlar tüketim harcamalarındaki artışın önemli bir nedenini oluşturmaktadır. Yatırımlarda da genel olarak istikrarlı sayılabilecek artışlar söz konusudur. Ancak yatırım harcamalarının GSYH içerisindeki payı %30’u geçmemektedir.

Sürdürülebilir büyüme ancak verimlilik artışlarıyla mümkündür. Türkiye ekonomisinin geçmiş dönem büyümesinin kaynağında verimlilik artışının payının sınırlı olduğu görülmektedir.

Tablo 7: GSYH’nın Harcama Bileşenleri

Yıllar

Yerleşik Hanehalklarının Tüketimi

Devletin Nihai Tüketim Harcamaları

29

Mal ve Hizmet İthalatı

Pay

Artış Hızı

Pay

Artış Hızı

Pay

Artış Hızı

2002

68

45

13

50

24

48

2003

71

36

12

24

24

32

2004

71

23

12

20

26

34

2005

72

17

12

15

25

12

2006

70

15

12

22

28

27

2007

71

12

13

15

28

11

2008

70

10

13

13

28

16

2009

72

3

15

15

24

-14

2010

72

16

14

13

27

26

2011

71

17

15

15

33

44

2012

70

7

15

16

32

5

2013

71

11

15

12

32

13

Kaynak: TÜİK, (2014), http://www.tuik.gov.tr/Start.do (02.03.2014)

Türkiye ekonomisinde büyüme sorunu açısından dikkate alınması gereken bir diğer konu da orta gelir tuzağıdır. Orta gelir tuzağı kişi başına düşen GSYH bakımından orta gelir seviyesine gelmiş ülkelerin ve/veya bölgelerin belirli bir gelir bandında sıkışıp kalma, yani üst gelir seviyesine geçememe durumudur. Bu olgu bir büyüme problemi olup, üretim yapılarıyla doğrudan ilgilidir. Türkiye düşük-orta gelir düzeyine 1955’de ulaşmış, ancak 50 yıl sonra 2005’de yüksek-orta gelir düzeyini yakalayabilmiştir. Ülkede tasarruf oranlarının ve beşeri sermaye kaynaklarının yetersizliği, teknolojik gerilik, kurumsal yönetişim yetersizliği gibi nedenlerle büyüme hızının tarihsel ortalamaların üzerinde tutulması kolay olmamakta, orta gelir tuzağına düşme riskiyle karşı karşıya kalınmaktadır (Bkz. Yeldan, vd., 2012, 2013).


30

IV. TÜRKİYE İÇİN ALTERNATİF BÜYÜME MODELİ NASIL OLUŞTURULMALI? Büyüme ve kalkınma modelleri kavramıyla sadece ekonomi teorisinde bahsi geçen formel model türleri kastedilmemektedir. Burada kavrama daha geniş bir anlam yüklenmektedir. Modelden kasıt; analistlerin, politika yapıcıların ve karar vericilerin ekonomiyi nasıl harekete geçireceklerini ve özellikle de ekonominin değişikliklere nasıl tepki vereceğini öngörmeleri için kullanacakları ön kabullerdir. Bu değişiklikler; politikalarda, düzenlemelerde, küresel ekonomiye açıklık derecesinde ve kamu sektörü yatırımlarında gerçekleşebilir. Büyüme stratejileri kavramı da gelişmiş ülkelerdeki yaşam standartlarına yakınsamayı amaçlayan ekonomik politikalar ve kurumsal düzenlemeler anlamında kullanılmaktadır. Başarılı büyüme stratejileri temel model ve sosyo-politik şartlar hakkında objektif ve gerçekçi olmayı gerektirir. Bu stratejiler süreç içerisindeki belirsizliklerin ve risklerin yönetimine dönük olarak biçimlendirilmelidir. Ülke deneyimleri başlığı altında iki kategoriye ayırarak ele aldığımız büyüme modelleri daha geniş bir perspektiften aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir (Gürlesel ve Alkin, 2010): 1- İç talebe dayalı büyüme modeli 2- Dış talebe veya ihracata dayalı büyüme modeli 3- Teknolojik gelişmeye dayalı büyüme modeli 4- Ucuz işgücüne dayalı büyüme modeli 5- Emtia ve enerji kaynakları ihracatına dayalı büyüme modeli 6- Bölgesel birlikler ile bütünleşmeye dayalı büyüme modeli 7- Dış tasarruflara ve yabancı sermaye yatırımlarına dayalı büyüme modeli Gelişmekte olan ülkeler bağlamında tam ve yaygın kabul gören bir büyüme modeli bulunmamaktadır. Diğer taraftan, gelişmiş ülkelerin tecrübelerinden elde edilen ekonomik büyüme modelleri ve makroekonomik modeller çerçeGeliştirilecek strateji, vesinde uygulanan politikaların ekonomi, çevre ve sosyal gelişmekte olan ülkeler üzerindeki etkileri konusundaki öngörüler politika alanlarında birtakım çoğu zaman doğru sonuçlar verbağlayıcı hedefler üzerinden memektedir. Dolayısıyla gelişmiş kapsamlı bir yaklaşım ihtiva ülkelerde başarılı olmuş modelleetmelidir. Yoksulluk, eğitim, rin olduğu gibi benimsenmesi koistihdam, enerji, Ar-Ge gibi nusunda dikkatli olunması gerekmektedir. hususlar stratejinin üzerinde

duracağı ayaklar olmalıdır.

Geliştirilecek strateji, ekonomi, çevre ve sosyal politika alanlarında


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

birtakım bağlayıcı hedefler üzerinden kapsamlı bir yaklaşım ihtiva etmelidir. Yoksulluk, eğitim, istihdam, enerji, Ar-Ge gibi hususlar stratejinin üzerinde duracağı ayaklar olmalıdır. Strateji ve model ülkeye özel olmalı, ancak küresel ekonominin gerçeklerini, dünyanın ve içinde bulunulan bölgenin gelecekteki görünümünü dikkate almalıdır.

A. TÜRKİYE’DE BÜYÜMEYİ ETKİLEYEN DEĞİŞKENLER Ekonomik büyüme üzerinde etki gösteren çok sayıda değişken olmakla beraber, konu aşağıda cari açık, istihdam, verimlilik artışları, beşeri sermaye ve KOBİ’ler özelinde değerlendirilecektir. 1. Cari Açık Türkiye ekonomisinde en hassas denge, ekonomik büyüme ile dış ticaret göstergeleri arasında kurulan ilişki çerçevesinde, cari işlemler açığının sürdürülebilir olmasıdır. Ekonominin kronik bir yapısal sorunu olan cari açık, düşük yurtiçi tasarruflardan ve ara ve yatırım malları ithalatına olan yüksek bağımlılıktan kaynaklanmaktadır. Ülkede yurtiçi tasarruf oranları düşük olup ekonomik büyüme dış tasarruflara bağımlı bir görünüm arzetmektedir. Ekonomik büyümeyle cari açık arasında pozitif bir ilişki söz konusudur. Örneğin, 2009 yılında krizin etkisiyle %4,8 oranındaki ekonomik küçülmeye cari açıkta gerileme eşlik etmiş, 2011 yılındaki yüksek büyüme oranının ardından açık %9.7 ile bütün zamanların en yüksek düzeyini görmüştür. 20022013 yılları arasında ortalama büyüme oranı %5.1, cari işlemler açığının milli gelire oranı da %5’tir. Bu çerçevede ekonomik büyüme hızındaki artış önemli ölçüde yüksek düzeylere varan cari açıklara ve yüksek sermaye girişlerine bağlı olmaktadır.

31


32

Tablo 8: Türkiye’de Cari Açık Yıllar

İhracat (Milyon Dolar)

İthalat (Milyon Dolar)

Cari İşlemler Dengesi (Milyon Dolar)

Cari İşlemler Dengesi /GSYH

2002

36

52

-0.6

-0.3

2003

47

69

-7.6

-2.5

2004

63

98

-14.2

-3.6

2005

73

117

-21.4

-4.5

2006

86

140

-31.8

-6.0

2007

107

170

-37.8

-5.8

2008

132

202

-40.4

-5.4

2009

102

141

-12.2

-2.0

2010

114

186

-45.4

-6.2

2011

135

241

-75.1

-9.7

2012

152

237

-46.9

-6.1

2013

152

251

-65.1

-7.9

Kaynak: TCMB, (2014), http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html, (28.05.2014).

Dış ticaret rakamlarına ayrıntılı olarak bakıldığında ithalatın ağırlıklı olarak ara ve yatırım mallarından oluştuğu, ihracatın ise ara ve tüketim malları ağırlıklı bir yapı sergilediği görülmektedir. İhracatta öne çıkan ürün grupları tekstil, hazır giyim, mobilya, elektrikli makine ve cihazlar ile motorlu kara taşıtlarıdır. Son iki grup ortaileri teknoloji kategorisine girmekte, ancak burada da çok yüksek düzeylerde katma değer oluşturulamamaktadır. Enerji girdileri hariç tutulduğunda Türkiye’de dış ticaret açığının çok büyük bir kısmının ileri teknoloji ürünlerinden kaynaklandığı söylenebilir.

Enerji girdileri hariç tutulduğunda Türkiye’de dış ticaret açığının çok büyük bir kısmının ileri teknoloji ürünlerinden kaynaklandığı söylenebilir.

Cari açık içerisinde enerji girdileri ithalatı önemli bir yer tutmaktadır. Tablo 9’dan da görülebileceği gibi, 2012 itibariyle enerji ithalatı toplam ithalatın %25’ine karşılık gelmektedir. Enerji ithalatı içerisinde petrol ithalatının payı azalırken, doğal gaz ithalatının payının arttığı görülmektedir.


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

Tablo 9: Petrol, Doğal Gaz ve Toplam Enerji İthalatı Göstergeleri (%) Petrol İth./ Toplam İth.

Doğal Gaz İth./ Toplam İth.

17.9

10.2

5.2

31.4

16.7

8.8

5.2

53.0

31.6

14.8

7.8

4.7

2005

49.0

36.3

18.2

8.9

6.6

2006

46.5

34.8

20.7

9.6

7.2

2007

43.6

37.9

19.9

8.7

7.5

2008

43.0

39.9

23.9

10.3

9.5

2009

41.3

40.0

21.2

8.8

8.5

2010

41.8

39.8

20.7

8.7

8.2

2011

40.0

40.1

22.5

9.0

9.0

2012

38.4

38.4

25.4

9.8

9.8

Yıllar

Petrol İth./ Enerji İth.

Doğal Gaz İth./ Enerji İth./ Enerji İth. Toplam İth.

2002

57.1

29.1

2003

52.9

2004

Kaynak: TÜİK, T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve eurostat verileri yardımıyla tarafımızdan hesaplanmıştır.

Enerji tüketimi çok ciddi bir ithalat baskısı oluşturmaktadır. Enerji fiyatlarının yüksek olması firmaların rekabet gücünü olumsuz etkilemektedir. Enerjide dışarıya bağımlılık iki boyutlu bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir taraftan enerji hammaddelerinin, diğer taraftan da söz konusu hammaddelerin elektrik enerjisine dönüştürülmesinde kullanılan makine-ekipmanın ithali gerekmektedir. Buna göre, enerji hammaddeleri ithal giderinin yanısıra, bunu elektrik enerjisine dönüştürmek için gerekli imalat sanayi yetersizliği, dış açığın en önemli nedenini oluşturmaktadır (Kazgan, 2013). Sorunun diğer tarafında tasarruf yetersizliği bulunmaktadır. Yurtiçi tasarruflar yatırımları karşılamakta yetersiz kalmakta, bu da dış tasarruflara başvurulmasını zorunlu kılmaktadır. Tablo 10’dan da görülebileceği gibi, Türkiye’de yurtiçi tasarrufların GSYH’ya oranı 2010 yılı itibariyle %13.9 gibi oldukça düşük düzeylerdedir. Bu oran örneğin Çin’de %53, Hindistan’da %31’dir. 2000 sonrası 10 yıllık dönemde kamu sektöründe tasarrufların GSYH’ya oranı ortalama %8, sabit sermaye yatırımlarının oranı %4.2 iken bu oranlar özel sektör için sırasıyla %17 ve %15’e karşılık gelmektedir. Bireysel tasarrufların artırılabilmesi için ortalama gelir düzeyinin yükseltilmesi, gelir dağılımındaki bozuklukların azaltılması ve finansal sistemin derinliğinin artırılması gerekmektedir. Kurumsal tasarrufların artırılması için de özellikle sermaye piyasalarının geliştirilmesi önem arzetmektedir.

33


34

Tablo 10: Türkiye’de Tasarruf ve Yatırım Oranları (%GSYH)

Yıllar

Kamu Özel Tasarrufu Tasarruf

Yurtiçi Tasarruflar

Kamu Sabit Sermaye Yatırımları

Özel Sabit Sermaye Yatırımları

Toplam Sabit Sermaye Yatırımları

2000

-3.4

21.8

18.4

5.2

15.7

20.8

2001

-7.1

25.5

18.4

4.7

11.7

16.4

2002

-4.8

23.4

18.6

4.9

12.2

17.1

2003

-4.1

19.6

15.5

3.8

13.6

17.4

2004

-1

16.9

16

3.2

17.5

20.7

2005

2.8

13.1

15.9

3.8

17.6

21.4

2006

4.2

12.4

16.6

3.8

18.9

22.6

2007

2.4

13.1

15.5

3.9

17.9

21.8

2008

1.7

15.1

16.8

4.1

16.1

20.2

2009

-0.9

14.1

13.2

4.1

13.1

17.2

2010

1.6

12.3

13.9

4.3

14.8

19.1

Kaynak: TC. Kalkınma Bakanlığı, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, htttp://www.kalkinma. gov.tr (28.02.2014).

Düşük yurtiçi tasarruflar dış finansmana bağımlılığı artırmakta, cari işlemler açığını yükseltmekte ve büyümenin sürdürülebilirliğini tehlikeye atmaktadır. Diğer taraftan, tasarruflar otomatik olarak yatırım yaratmamaktadır. Dolayısıyla bir yandan yurtiçi tasarrufları artırmaya ve üretim yapısının ithalata olan yüksek bağımlılığını azaltmaya yönelik politikalar yürütülürken diğer yandan da artan tasarrufların verimli yatırımlara yönlendirilmesi gerekmektedir.

Bir yandan yurtiçi tasarrufları artırmaya ve üretim yapısının ithalata olan yüksek bağımlılığını azaltmaya yönelik politikalar yürütülürken diğer yandan da artan tasarrufların verimli yatırımlara yönlendirilmesi gerekmektedir.

Küresel dengesizlikler ve bunlarla birlikte oluşan, sermaye akımlarındaki alışılmamış yapı, gelişmekte olan ülkeler açısından sermaye hesabının sürekli büyümeyi sağlayacak şekilde yönetilmesi problemini önemli ölçüde güçleştirmektedir. Sonuç olarak bu husus, sürdürülebilir büyümeye yönelik olarak oluşturulacak politikaların anahtar konumdaki bileşenlerinden birini teşkil etmektedir (El Arian and Spece, 2008). Aşağıdaki şekilde de görülebileceği gibi, Türkiye’de cari açığın finansmanında sermaye girişleri önemli bir yer tutmaktadır. Sermaye girişlerinin ağırlıklı olarak finansal nitelikte olması bu anlamda ciddi bir soruna kaynaklık etmektedir. Konunun diğer boyutunda döviz kurlarındaki hareketlilik (volatilite) olgusu yer almaktadır.


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

Küresel krize rağmen ele alınan dönemde döviz kurlarında önemli ölçüde risk ve belirsizlik doğuracak nitelikte bir oynaklık sorunu yaşanmamıştır. Ancak 2013 yılındaki bir takım ekonomik ve siyasi belirsizlikler10 kurlarda aşırı dalgalanmalara neden olmuş ve birçok makroekonomik göstergeyi olumsuz etkilemiştir. Şekil 4: Sermaye Hareketleri ve Reel Kur

Kaynak: TCMB

2. İstihdam Gelişmekte olan ülkeler hızlı büyümenin başlangıç aşamalarında geleneksel sektörlerde (büyük ölçüde tarım) emek fazlasına sahiptirler ve bu fazla da büyüme sürecinde çok düşük maliyetle kullanılmaktadır. Emek fazlasını kullanmanın düşük fırsat maliyeti, söz konusu ülkelerin sanayileşmiş ülkelerden daha yüksek bir büyüme hızına ulaşabilmelerinin önemli nedenlerinden biridir. Buna ilaveten, başlangıç aşamasında yüksek büyüme gösteren ülkeler büyümeyi yönlendirmek için küresel ekonomiye dayanmak durumundadırlar. Küresel ekonominin büyük ve esnek talebi, istihdam artışına katkı yapmakta ve gelişmiş ülkelerden ithal edilen bilgi ve teknolojinin transferi de hasılayı yükseltmektedir. Ancak bu ucuz emeğe dayalı hızlı büyüme süreci belli bir aşamadan sonra yavaşlamaya başlamakta; eğer zamanında uygun önlemler alınıp uygun stratejiler yürürlüğe konulmazsa, ekonomi ciddi bir durgunluğa sürüklenebilmektedir.11 Türkiye’de 1970’lerden buyana toplam istihdamda genel olarak bir artış söz konusu olmakla birlikte, tarım ve madencilik sektörlerinde düşüşler gerçekleşmiştir. Sanayi sektörünün toplam istihdam içindeki payı sürekli artmış, ancak istihdam esas olarak tarımdan sanayiye kaymıştır. 10 Fed’in tahvil alımlarını azaltma kararı, Gezi Olayları ve 17 Aralık operasyonları. 11 Orta vadede işsizlik oranının %5-6 gibi, Türkiye için “doğal” sayılabilecek seviyelere çekilebilmesi için, ekonominin istikrar içinde %6-7 büyüme bandına yerleşmesi gerekmektedir.

35


36

İşgücü veya emek verimliliğinin artırılması için fen bilimleri ile mühendislik kapasitesi geliştirilmelidir.

Türkiye’de emek piyasasının esnekliğinin çok yüksek olmaması önemli sorunlara kaynaklık etmektedir. Bu kapsamda alınabilecek bazı tedbirler şunlar olabilir (Gürlesel ve Alkin, 2010; Ülgen ve Öztürk, 2006; Filiztekin, 2005):

• İşe alma ve işte çalıştırma koşulları esnetilmeli ve çeşitlendirilmelidir. İşten çıkartma ile işveren üzerinde oluşan yükler hafifletilmelidir. Yarı zamanlı çalışma, esnek çalışma (belirli gün ve saatler), saat karşılığı çalışma gibi istihdam uygulamalarına geçilmelidir. İşgücü piyasasını daha esnek hale getirecek politikaların yürürlüğe konulmasıyla özellikle tarım dışı sektörlerde ilave istihdam oluşturulabilecektir. • Asgari ücret uygulaması esnekleştirilmelidir. Asgari ücretin kaldırılması, asgari ücret üzerinden alınan gelir vergisinin kaldırılması veya azaltılması, bölgesel asgari ücret uygulamasına geçilmesi bu konudaki seçenekler arasındadır. • İşgücü veya emek verimliliğinin artırılması için fen bilimleri ile mühendislik kapasitesi geliştirilmelidir. • İstihdam üzerindeki vergi yüklerinin azaltılması, kıdem tazminatının azaltılması, İşsizlik Sigortası Fonu’na işveren tarafından yapılan katkının azaltılması, istihdam mevzuatının esnekleştirilmesi sağlanmalıdır. • Kırsal kesimin çözülmesi ve dolayısıyla hızla artan kentleşme olgusu, işgücüne katılım oranlarında bir düşüşe neden olmuştur. Özellikle kadınların işgücünden çekilmeleri sonucu bugün Türkiye’de işgücüne katılım oranı %50 seviyesindedir. Avrupa ortalamasının %75 olduğu düşünülürse bu durumun hızla değiştirilmesi gerekmektedir.

Türkiye'de tarım sektörünün önemli bir kayıt dışı istihdam alanı olduğu bilinmektedir. Sektörün ekonomik kalkınma ve büyümedeki hassas rolü de dikkate alınarak tarıma dayalı sanayinin geliştirilmesi ve tarım ürünlerinin işlenmişlik derecelerinin artırılmasına yönelik uygun strateji ve politikalarla kırsal kalkınma süreci yeniden ele alınmalıdır. İstihdam sorunlarıyla ilgili diğer bir çözüm alanı Türkiye’nin AB üyelik sürecidir. Avrupa’da nüfus artış oranlarının çok düşük düzeylere inmiş olması, Türkiye’nin AB üyelik sürecinin olumlu sonuçlanmasının istihdam sorunlarının çözümüne katkı yapabilecek bir potansiyeli olduğu anlamına gelmektedir. 3. Verimlilik Artışları ve Teknoloji Ekonomik büyümenin temel itici gücü verimlilik artışlarıdır. Daha hızlı ve sürdürülebilir büyümenin gerçekleşmesi, verimlilik artışlarının gerçekleşmesi ile mümkündür. Klenow ve Rodriguez-Clare (1997) tarafından yapılan çalışmanın


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

sonuçlarına göre, verimlilik artışındaki farklılıklar, ülkeler arasındaki işçi başına hasıla artış oranındaki farklılıkların %90’ını açıklamaktadır. Verimliliği temsilen ekonomik analizlerde kullanılan değişken Toplam Faktör Verimliliğidir (TFV). TFV’nin dolaysız kaynakları yenilikçi faaliyetlerdir.12 Bu bağlamda beşeri sermaye birikimi ve bu kaynağın kullanımı önemli hususlardır. Dolaylı TFV kaynakları ise kurumsal yapı ve politikalarla ilişkilidir (Gnan vd., 2004). TFV’yi etkileyen dolaylı kaynaklardan en önemlileri ekonomik istikrar, dışa açıklık, rekabet ortamı ve piyasa düzenlemeleridir. Özellikle dışa açıklık derecesi arttıkça ileri teknolojilerden istifade etme imkânları da artmaktadır. Bunun yanı sıra açıklık, yurtiçindeki rekabet baskısını artırmakta, değişimi zorlamakta ve ekonomik büyümeyi sürdürülebilir bir hale getirmektedir. Uzmanlaşma olasılıklarından yararlanma ve ölçek ekonomilerinin gerçekleştirilmesi de TFV’yi artırıcı etkiler doğurmaktadır. Teknoloji altyapısı yetersiz olan ülkeler kendileri Ar-Ge’ye yatırım yapmanın yanı sıra yurtdışında geliştirilmiş teknolojileri kendilerine uyarlayarak da büyük yararlar elde edebilirler. Yeni teknolojilere uyum; kaynakların yeni faaliyetlere yeniden tahsisine, mevcut firmaların yeniden şekillenmesine ve yeni iş fırsatlarının ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Bu konuda yapılan çalışmalarda ülkeler arası büyüme farklılıkları kısmen teknoloji transferi ile açıklanmaktadır. Coe ve Helpman’nın tahminleri (1995) yabancı Ar-Ge’nin yurtiçi TFV’nin güçlü bir itici unsuru olduğunu göstermektedir. Eaton ve Kortum (1996) küresel teknoloji lideri olarak ABD’nin bile kendi TFV artışının yarısını yabancı araştırmaların sonuçlarından istifade etmek suretiyle elde ettiği bulgusuna ulaşmışlardır. 12

Ar-Ge, inovasyon, yaparak öğrenme, çalışma organizasyonları.

37


38

Ülkenin teknoloji kapasitesinin artırılabilmesi için Ar-

Güney Kore’de verimlilik Türkiye’nin 4,5 katı ve yine Türkiye gibi büyüme oranları dalgalı bir seyir izleyen Meksika’da da 3.5 katıdır. Türkiye’nin bu ülkelerin düzeyine erişebilmesi için Ar-Ge çalışmalarının hızlandırılması zorunludur.

Ge harcamalarının artırılması gerekmektedir. Ar-Ge harcamaları, yeni teknolojilere ve mevcut kaynakları daha etkin kullanma yöntemlerini mümkün kılacak bilgilere yapılan bir yatırım olarak düşünülebilir. Bu bağlamda, başarılı olabildiği derecede, daha yüksek Ar-Ge harcamalarının daha yüksek büyüme oranlarıyla sonuçlanması beklenir (OECD, 2004). AB dışı OECD ülkelerinden gelişmekte ülke kategorisinde değerlendirilen Güney Kore’de verimlilik Türkiye’nin 4,5 katı ve yine Türkiye gibi büyüme oranları dalgalı bir seyir izleyen Meksika’da da 3.5 katıdır (Filiztekin, 2005). Türkiye’nin bu ülkelerin düzeyine erişebilmesi için Ar-Ge

çalışmalarının hızlandırılması zorunludur. TÜİK verilerine göre Gayri Safi Yurtiçi Ar-Ge harcaması / GSYH oranı 2012 itibariyle %0.92’dir. Bu payda yıllara göre istikrarlı bir artış göstermekle birlikte, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında oldukça düşük düzeylerde kalmaktadır (Bkz. Tablo 11).


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

Tablo 11: Seçilmiş Ülkelerde Ar-Ge Harcamaları (2010) Ar-Ge/GSYH (%)

Yüksek Teknoloji İthalatı/İthalat (%)

Yüksek Teknoloji İthalatı ($)

Türkiye

0.84

2

1.713.837.053

ABD

2.83

20

145.497.804.510

Almanya

2.8

15

158.507.039.740

Brezilya

1.16

11

8.121.872.800

Çin

1.76

28

406.089.687.680

Fransa

2.24

25

99.735.768.592

G. Kore

3.74

29

121.478.141.990

İngiltere

1.8

21

59.785.472.494

Rusya

1.16

9

5.193.355.082

Ülkeler

Kaynak: World Bank, (2014), http://wwwdata.worldbank.org, (28.02.2014).

Ar-Ge çalışmaları kamu kesimi, özel sektör ve üniversiteler tarafından gerçekleştirilir. Gelişmiş ülkelerde Ar-Ge faaliyetlerinde özel sektör ağırlıklı bir yapı söz konusudur. Ülkenin uzun vadeli teknoloji ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli teknoloji geliştirme çalışmalarının planlanması, çalışmaların kamu, özel sektör ve üniversiteler/araştırma merkezleri arasında dağıtılması ve bu üç kesim arasında etkin bir işbirliğinin sağlanması gereklidir. Bu işbirliğinin sağlanmasında gelişmiş ülkelerin başarılı bir şekilde uyguladıkları kamu-özel sektör işbirliği (PPP) modeline etkinlik kazandırılması için gerekli çalışmalar koordineli bir şekilde yürütülmelidir (Bkz. Gürlesel ve Alkin, 2010). 4. Beşeri Sermaye Ve Eğitim Ekonomik büyümenin sürdürülebilir olmasının en önemli şartlarından biri Ar-Ge faaliyetleri yoluyla teknolojik gelişmenin sağlanmasıyken, diğeri de eğitim yoluyla beşeri sermaye birikiminin oluşturulmasıdır. Okullaşma ve işle ilişkili beceriler elde edilmesiyle oluşan beşeri sermaye birikimi, gelişmiş bir ekonomide gelişme piramidinin tabanını oluşturmaktadır. Okullaşma ve işle ilişkili Karmaşık ekonomik problemlerin çözümünde kamu beceriler elde edilmesiyle ve özel sektördeki beşeri sermaye ile kurumsal yapı bir öğrenme kapasitesi oluşturur ve yeni bilgi üretilmesi ile bu oluşan beşeri sermaye bilginin görünür ürün ve hizmetlere dönüşmesini sağlar. birikimi, gelişmiş bir İşgücü verimliliğinin düşük olması sürdürülebilir büyüme açısından önemli bir sorundur. Eğitim düzeyinin yükseltilmesine dönük yapılacak yatırımlar ile işgücünün verimliliği arasında pozitif bir ilişki olduğu bilinmektedir.

ekonomide gelişme piramidinin tabanını oluşturmaktadır.

39


40

Ekonomik olarak aktif olan kişilerdeki bilgi ve beceri stoku anlamında beşeri sermaye verimliliği artırır. De la Fuente ve Domenech’in (2002) konuyla ilgili yaptıkları çalışmanın sonuçlarına göre, AB ülkelerinde ortalama olarak eğitim döneminin 1 yıl artması verimliliği %6 civarında artırmaktadır. Makroekonomik düzeyde beşeri sermaye ve verimlilik arasında güçlü bir pozitif korelasyon söz konusudur. Ancak beşeri sermaye birikimi kendiliğinden büyüme için yeterli bir şart değildir. Önemli olan, bireylerin vasıflarının ekonominin yapısına uygun düşmesidir. Örneğin, gelişmekte olan ülkelerde iyi eğitim almış insanlar genellikle sadece kamu sektöründe iş bulabilmektedirler (Gnan vd., 2004). Eğitim sadece işgücünün kalitesindeki iyileşmeler yoluyla değil, aynı zamanda yenilikler yoluyla da büyümeye katkıda bulunabilen bir olgudur. Ülke deneyimleri eğitim düzeyinin, teknoloji, rekabet gücü, fiziki yatırımlar, dolaysız yabancı sermaye yatırımları, etkin yönetim ve talep yapısı gibi değişkenlerle çok yakın karşılıklı ilişkisi bulunduğunu göstermektedir. Eğitim seviyesinin göreceli düşüklüğü, çalışan nüfusun ekonominin hızla değişebilen ihtiyaçlarına cevap verebilmesini güçleştirmektedir. Birçok ülkeyle kıyaslandığında Türkiye’de insan sermayesi göstergeleri zayıftır. Son dönemlerde bazı niceliksel göstergelerde sağlanan iyileşmelere rağmen okul öncesi eğitim, ortaöğretim ve yükseköğretim kademelerinde okullaşma oranları ile işgücünün ortalama eğitim süresinde Türkiye birçok ülkenin oldukça gerisinde kalmıştır. Geçmiş dönemlerde eğitim alanına yapılan kamu yatırımlarının eksik kalması nedeniyle aktif nüfusun önemli bir bölümü modern işletmelerde istihdam edilememektedir (Ülgen ve Öztürk, 2006). 5. KOBİ’ler Birçok ülkede işletmelerin çok büyük bir kısmını oluşturan KOBİ’ler ekonomik büyümenin, yenilikçiliğin, istihdamın ve sosyal bütünleşmenin en önemli unsurları olup bu işletmelerin rekabet güçlerinin artırılması son derece önemlidir. Ekonomik büyüme rekabetçi işletmelerle başlar. Bu çerçevede sürdürülebilir büyüme modeli bu işletmeler üzerine Birçok ülkede işletmelerin çok kurulmalıdır. İşletme düzeyinde verimlilik artışları ve büyük bir kısmını oluşturan yenilikçilik ile sağlanacak rekabet üstünlüğü, ekonomik KOBİ’ler ekonomik büyümenin, büyümenin olmazsa olmaz unsurlarındandır. Bu yenilikçiliğin, istihdamın ve işletmeler yeni ekonomik şartlara uyum sağlamada sosyal bütünleşmenin en büyük şirketlere göre daha fazla esnekliğe sahip önemli unsurları olup bu oldukları için rekabetçiliği, girişimciliği ve yenilikleri artırma potansiyeline sahiptirler. işletmelerin rekabet güçlerinin

artırılması son derece önemlidir.

Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda KOBİ’lerin temel problemleri, finans imkânlarına erişim, yönetim ve pazarlama alanlarında ortaya çıkmaktadır. KOBİ’ler


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

ekonomik büyüme ve istihdam açısından motor gücü oluşturdukları için bu işletmelerin özellikle finansman imkânlarının artırılması büyüme stratejisinin hayati bir bileşeni olmaktadır. TÜİK verilerine göre (2013) Türkiye’de KOBİ’ler toplam girişim sayısının %99.9’unu, istihdamın %76’sını, cironun %63’ünü, faktör maliyetiyle katma değerin %53.3’ünü, Ar-Ge harcamalarının %16.6’sını oluşturmaktadır. Söz konusu işletmeler 2012 yılında ihracatın %62.6’sını (bunun %92.9’u imalat sanayi ürünleridir), ithalatın %38.5’ini gerçekleştirmiştir. KOBİ’lerin mali yapılarına bakıldığında, toplam mali kaynaklar içinde dış kaynakların daha büyük paya sahip olduğu ve bu kaynakların da ağırlıklı olarak kısa vadeli banka kredileri ve ticari borçlardan oluştuğu görülmektedir. Uzun yıllar süren makroekonomik istikrarsızlık ve yüksek kamu borçlanma gereği, devlet iç borçlanma senetlerinin faizlerini artırmış ve bunların bir plasman aracı olarak kullanımının yaygınlaşmasına neden olmuştur. Bu ortam, firmaların tahvil ve hisse senedi ihraç etmelerini engellemiş, kanuni altyapısı zayıf ve kayıt dışı faaliyetleri destekler potansiyele sahip olan ticari çek ve senetlerin sistem içindeki önemini artırmıştır (Yalçın vd., 2005). Hükümet özel sektörle işbirliği yaparak KOBİ finansmanında karşı karşıya bulunulan darboğazları ortadan kaldırmaya dönük girişimler başlatabilir. Bu amaçla mevcut teşvik sisteminde şu ilave tedbirlerin alınması yararlı olacaktır: • Kredi bilgi paylaşım sistemleri oluşturulması, • Kamu finans kurumları tarafından sağlanan mevcut kredi programlarının daha etkin hale getirilmesi, • Gelecek vadeden ve hızlı büyüyen KOBİ’lerin borsalarda kayıt altına alınması. Cari açık ve düşük katma değer sorunlarının çözümü, yerli üretimin artırılmasından geçmektedir. Özellikle sanayinin yapısal dönüşümüne katkı yapacak stratejik yatırımların hayata geçirilmesine imkân sağlayacak olan yeni bir teşvik sistemiyle, ithalat bağımlılığı yüksek olan ara mallarının üretiminin artırılması suretiyle cari açığın azaltılması en önemli hedef olarak belirlenmelidir. Ancak teşvik sisteminin beklenen olumlu etkilerinin ortaya çıkması ve yatırımlarda ve üretimde yüksek teknolojili sektörlerde yoğunlaşma olabilmesi için il ve bölge bazında seçici sektör ve önceliklerin net bir şekilde tanımlanması gerekmektedir. Diğer taraftan, teşvik mekanizmasıyla kaynak aktarımının; ulaştırma, enerji, iletişim gibi fiziki altyapının ve eğitim ve girişimcilik gibi beşeri altyapının iyileştirilmesi sayesinde elde edilecek üretkenlik artışları ile bir arada ele alınması zorunludur (Yeldan vd, 2013). Gelişmekte olan ülkelerde işletmelere yönelik düzenlemeler gelişmiş ülkelerdekinden çok daha yoğun ve ağırdır. Birçok az gelişmiş ülkede karmaşık ve yüksek maliyet gerektiren düzenlemeler firmaları işçi istihdam etmekten veya yeni teknolojilere yatırım yapmaktan alıkoymaktadır (USAID, 2008). Bazı düzenlemeler

41


42

gerekli olmakla birlikte, bunların da maliyetleri, belirsizliği ve suiistimal potansiyelini minimize edecek şekilde dizayn edilmeleri gerekmektedir. KOBİ’lerin, finansman yetersizliği ve küresel finansal kriz nedeniyle ortaya çıkan düşük talep gibi halihazırda karşı karşıya oldukları güçlükleri hafifletmek için birçok ülke bu işletmelere yönelik kamu desteklerini artırmışlardır. Bu tedbirler arasında kredi-garanti programlarının genişletilmesi, kamu mali kurumları tarafından uygun koşullu finansal destekler verilmesi (ticari finansman dahil) ve vergi indirimlerinin yürürlüğe konulması yer almaktadır (APEC, 2010) B. TÜRKİYE’DE SÜRDÜRÜLEBİLİR BÜYÜME MODELİNİN ALT YAPISI Daha önce de belirtildiği gibi, teorik modeller veya başarılı ülke örnekleri bir dereceye kadar sürdürülebilir büyümenin sağlanmasında yol gösterici olabilirler. Bu nedenle mutlaka stratejiler ve politikaların oluşturulması sürecinde dikkate alınmalıdırlar. Ancak tecrübeler, dışsal olarak gündeme getirilen çözümlerin etkin işlemediğini göstermektedir. Çünkü bu tür çözümlerin yurtiçi meşruiyeti ve uzlaşma mekanizmaları oldukça zayıftır. Dolayısıyla büyüme modelinin, dışsal değişkenlerden istifade edilmekle birlikte, esas olarak içsel dinamiklere dayalı olması bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Büyüme olgusu karmaşık bir sosyo-politik süreci içerisinde barındırmaktadır. Bu konuda yapılacak reform çabalarının bir siyasi maliyeti olacaktır. Bu bağlamda reform çalışmalarının başlangıçta sınırlı alanlarda yürütülmesiyle, Çin örneğinde olduğu gibi, reformları diğer alanlara yaygınlaştırmadan önce politik muhalefetin üstesinden gelmek ve yapılacak reformun etkilerini değerlendirmek fırsatı elde edilebilecektir. (Bkz. Easterly ve Levine, 2001)


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

Sürdürülebilir ekonomik büyümenin sağlanmasına yönelik kalıcı politikalar yerine, konjonktürel ekonomi politikaları takip etme döneminin sona erdiğinin anlaşılması gerekmektedir. Sürdürülebilir büyüme yoluna girilebilmesi için de yapısal reformların hayata geçirilmesi gerekmektedir. Uzun vadeli stratejiler geliştirilmeden, makroekonomik dengeler oluşturulmadan, yapısal sorunlar çözüme kavuşturulmadan kısa dönemli büyüme odaklı politikalar sürdürülebilir değildir. Bu çerçevede büyüme stratejisi yenilenmeli, sürdürülemez noktaya gelen büyüme hedefleri revize edilmeli ve stratejik bir temele oturtulmalıdır. Bunun için de aşağıdaki hususların dikkate alınması gerekmektedir.

43

Uzun vadeli stratejiler geliştirilmeden, makroekonomik dengeler oluşturulmadan, yapısal sorunlar çözüme kavuşturulmadan kısa dönemli büyüme odaklı politikalar sürdürülebilir değildir. Bu çerçevede büyüme stratejisi yenilenmeli, sürdürülemez noktaya gelen büyüme hedefleri revize edilmeli ve stratejik bir temele oturtulmalıdır.

• Ekonomik büyümenin desteklenmesinde kamu sektörünün rolü, rekabet ortamının oluşturulup korunmasının ötesine taşmakta, bazı önemli alanlarda etkin olunması da gerekmektedir. Makroekonomik istikrarın sağlanması için özellikle yüksek enflasyondan ve sürdürülemez mali politikalardan kaçınılmalıdır. Mülkiyet hakları ve sözleşmelerin etkin bir şekilde uygulanmasını sağlayacak öngörülebilir ve şeffaf bir sistemin oluşturulması için gerekli tedbirler alınmalıdır. Bunların yanı sıra firmalar ve bireyler arasındaki ekonomik uyuşmazlıkların çözümüne dönük şeffaf, hesap verebilir ve etkin bir sistem oluşturulmalıdır (USAID, 2008). Başarılı siyasi liderlik, vizyon ve toplumda konsensüs oluşturulması süreci, büyümeye öncülük edecek politikaların desteklenmesi açısından önemli bir temel oluşturmaktadır.

• Ekonomik büyümeyi harekete geçirmek ve onu sürdürmek farklı olgulardır. Birincisi, genel olarak sınırlı bir reform dizisini gerektirir. Bunlar çoğunlukla geleneksel olmayan ve ekonominin kurumsal kapasitesinin aşırı vergilendirilmesini gerektirmeyen reformlardır. İkinci problem daha sıkıntılıdır ve üretken dinamizmin korunması ve uzun vadede ekonominin şoklara karşı esnekliğinin sağlanmasına yönelik sağlam bir kurumsal yapıyı gerektirir (Rodrik, 2003). Gürlesel ve Alkin’in de (2010) üzerinde önemle durdukları gibi, ekonominin arz yanlı performansını iyileştirecek yapısal reformların yürürlüğe konulması önem arz etmektedir. Emek piyasaları reforma tabi tutulmalı, mal ve hizmet piyasaları daha fazla rekabete açılmalıdır. Yapısal reformlar ve mali tutarlılık ülkenin uzun vadeli rekabetçiliğini ve dolayısıyla ekonomik büyümeyi iyileştirecektir. Ancak sadece fiyat mekanizmasının etkinleştirilmesi sürdürülebilir büyüme için yeterli değildir. Bunun yanısıra devletin aktif müdahalesini gerektiren eğitim, sağlık, çevre, Ar-Ge ve enerji gibi alanlarda etkin düzenleme ve denetimlere ihtiyaç vardır. Devlet adil rekabet ortamı ve fırsat eşitliğini tesis etmeli ve işletmelere güvenli bir ortam hazırlamalıdır.


44

• Yeldan vd.'e göre (2013), bugün büyüme açısından temel problem, verim düşüklüğünün yanısıra sermaye faktörünün aşırı yoğun kullanımıdır. Türkiye'nin üretim yapısı aşırı sermaye-yoğun teknolojilere dayalıdır. İthal edilen sermaye, makine, teçhizat ve teknoloji ihtiyacı, enerji açığı ile birleşince ekonomik büyüme aşırı ithalata bağımlı ve emek yerine sermaye kullanımına dayalı bir üretim yapısı sergilemektedir. • Sürdürülebilir büyümenin önünde en önemli engel olarak duran cari açığın finansman kaynakları büyük önem taşımaktadır. Türkiye 2023 yılına kadar ekonomik büyüme hedeflerine ulaşırken cari işlemler açığı vermeye devam edecek gibi gözükmektedir. Bu bağlamda öne çıkan husus, ihtiyaç duyulan dış kaynak girişinin niteliğidir. Hâlihazırda bu konuda öne çıkan kaynaklar, bankalar ve diğer sektörlerin net uzun vadeli kredi kullanımları ile borç senetleridir. Daha az önemli olmakla birlikte, doğrudan yabancı yatırımlar ve net kısa vadeli kredi kullanımları da başvurulan diğer kaynaklar arasında yer almaktadır. Bu finansmanın giderek portföy yatırımları ve kayıt dışı sermaye girişlerine doğru kayması ciddi sorunlara işaret etmektedir. Büyük bir kısmı sıcak para olarak nitelendirilebilecek bu sermaye girişlerinin geçmişte Türkiye’nin de içinde bulunduğu birçok ülkeyi ciddi krizlere sürüklediği bilinmektedir. Dışsal şoklara karşı kırılgan bir ekonomik yapı oluşturan bu finansman biçimi sürdürülebilir bir ekonomik büyümenin önündeki en tehlikeli engeli oluşturmaktadır. Dış kaynak girişinin mutlaka doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına dönüştürülmesi gerekmektedir. Diğer taraftan Türkiye’nin en önemli ticari ortakları konumundaki AB ülkelerinde yaşanan durgunluk, ihracatı, dolaysız yabancı sermaye yatırımlarını ve dolayısıyla ekonomik büyümeyi olumsuz etkilemektedir. Bu bağlamda pazar çeşitliliğinin sağlanması önemli bir problem alanı olarak karışımızda durmaktadır. Ortadoğu’daki siyasi krizler ve savaşlar bu coğrafyayı AB’nin alternatifi olmaktan uzaklaştırmaktadır. Bu bağlamda Orta Asya ve Uzak Doğu ülkelerine yönelik ihracat imkânları zorlanmalıdır. Diğer taraftan, dış piyasalarda rekabetçiliği artırmaya dönük çabaları içeren yapısal reformlar yürütülmelidir. Nispi fiyatlarda, beşeri sermaye birikiminde ve ekonominin kurumsal temellerinin gelişmişliği ve derinliğindeki değişikliklerin sonucu olarak


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

45

ülkenin karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu sektörler zamanla değişecektir. Yüksek düzeyli büyüme konusunda başarılı olmuş bütün örneklerde ihracat çeşitlendirmesi ve yapısal dönüşüm sürecini başlatacak ve hızlandıracak şekilde dizayn edilmiş politikalar yürürlüğe konulmuştur. Bunlar aşağıdaki hususları ihtiva etmektedir (El Arian and Spece, 2008): 9 Dolaysız yabancı yatırımları çekmeye dönük teşvikler, 9 Altyapı, mali teşvikler ve gümrük tarifelerinde indirimlerin söz konusu olduğu özel ihracat bölgeleri, 9 Döviz kurlarının ihracat sektörlerinde rekabetçiliği sürdürecek şekilde yönetilmesi. • Toplam işletmeler içindeki sayıları, üretim, istihdam ve ticaret hacmine katkıları, değişen pazar koşullarına hızlı uyum sağlayabilen dinamik yapıları ve GSYH içindeki payları dikkate alındığında, KOBİ'lerin ekonomik büyümenin en önemli aktörleri olduğu görülmektedir. Ekonomik, sosyal ve siyasal anlamda çok önemli işlevler üstlenen KOBİ’lerin durumlarının iyileştirilmesi için birçok ülke uzun vadeli stratejiler geliştirmektedir. Bu bağlamda söz konusu işletmelerin tesis ölçeklerinin büyütülmesine yönelik çalışmalara yürütülmeli, yenilikçilik kapasitelerinin artırılması ve yoğun teknoloji kullanımlarının teşvik edilmesi gerekmektedir. KOBİ'lerin vergi yüklerinin hafifletilmesi, KOBİ dostu vergi politikalarının yürürlüğe konulması da bu alanda öncelikli hususlar arasında yer almaktadır. • Türkiye’nin genç ve dinamik bir nüfusa sahip olması sürdürülebilir büyüme açısından olumlu bir faktördür. Teknolojik ilerleme ve verimlilik artışının kaynağının beşeri sermaye stokunun iyileştirilmesi olduğu unutulmamalıdır. Yüksek teknolojili, katma değeri olan üretim ve ihracat emek verimliliğinde artış sağlanabilmesini, bu da iyi eğitilmiş işgücünün varlığını gerektirmektedir. Özellikle fen bilimlerinde yeterli donanıma sahip insan kapasitesinin artırılması ve bu bireyleri inovasyon yapmaya yöneltecek finansal ve kurumsal mekanizmaların Özellikle fen bilimlerinde oluşturulması, var olanların etkinleştirilmesi son derece önemli bir husustur. Rekabet ortamının yeterli donanıma sahip insan güçlendirilmesi, yatırım ortamının iyileştirilmesi, kapasitesinin artırılması ve bu etkin bölgesel kalkınma stratejileri geliştirilmesi, bireyleri inovasyon yapmaya kayıtdışılığın önlenmesi de bu bağlamda öne çıkan diğer hususlardır. Özellikle kayıtdışı ekonomik yöneltecek finansal ve kurumsal faaliyetlerin büyüklüğü ekonomik verimliliği ve mekanizmaların oluşturulması, dolayısıyla büyümeyi olumsuz etkilemektedir. • TFV’de sürekli artış sağlayacak mekanizmaların harekete geçirilmesi gerekmektedir. Yeni modelle birlikte yatırım malı ve ara malı ile teknoloji

var olanların etkinleştirilmesi son derece önemli bir husustur.


46

Ülkenin kendi üretim ve ürün teknolojisine sahip olması gerekmektedir. Teknolojik gerilik, üretimde yapısal sorunlar ortaya çıkarmakta, yurtiçi katma değerin oldukça düşük düzeylerde kalmasına yol açmaktadır.

kullanımında dışa bağımlılığı azaltacak bir ekonomik yapı oluşturulmalıdır. Küresel finansal krizin bir sonucu olarak dünya genelinde işsizlik kabul edilebilir sınırların ötesine geçmiştir. 2002-2007 dönemi arasında Türkiye’de istihdam anlamında yapısal bir dönüşüm yaşanmış, tarım sektöründen hizmetler başta olmak üzere diğer sektörlere istihdam kayması gerçekleşmiştir. Bu durum Türkiye’yi bir yandan yeni işsizlerine iş arayan, bir yandan da tarım kesiminden açığa çıkan gizli işsizlere iş arayan bir ülke konumuna sokmuştur (Taban, 2011). Buna yönelik olarak mesleki eğitim imkânlarının artırılması ve ekonomiye özel şartları da dikkate alarak eğitim sistemlerinin iyileştirilmesine dönük çabalar gereklidir.

• 1990’lı yıllardan bu tarafa yaşanan finansal krizlerle birlikte, sermaye piyasalarının gelişmişliğinin büyüme ve kalkınma sürecinde hayati bir rolü olduğu daha net bir şekilde anlaşılmış oldu. Sağlam ve iyi fonksiyon gören finansal sistemler sürdürülebilir büyüme ve etkin kaynak dağılımı bakımından hayati bir rol oynamaktadır. Artık reel ekonomi ve finansal sektör arasındaki karmaşık bağlara daha fazla dikkat edilmesi gerekmektedir. Türkiye’de finansal piyasalar hızla büyümekle birlikte, sistemin bankacılık ağırlıklı yapısı devam etmektedir. Sermaye piyasaları yeterince gelişmemiştir. Sistemin standartlarının ulusal ve uluslararası düzeyde yükseltilmesine dönük tedbirler alınmalıdır. • Türkiye’de üretim için gerekli girdilerin önemli bir kısmı ithalat yoluyla karşılanmaktadır. Toplam ithalatın yaklaşık %85’i hammadde, ara ve yatırım mallarından oluşmaktadır. Bu anlamda dışa bağımlılıktan kurtulmada öne çıkan husus, toplam faktör verimliliğini ve yurtiçi tasarrufları arttıracak tedbirlerin alınmasıdır. Özellikle yerli, kaliteli ve ucuz girdi üretiminin teşvikine yönelik olarak Ar-Ge harcamalarını arttıracak stratejileri oluşturmak ve yerel yenilikler ortaya çıkarabilmek için üniversiteleri ön plana çıkarmak yararlı olacaktır. Halihazırda Ar-Ge’ye ayrılan kaynaklar GSYH’nın %1’inin altındadır. Bu oranı %3’ün üzerine çıkarmak için kamu harcamaları artırılmalıdır. Ülkenin kendi üretim ve ürün teknolojisine sahip olması gerekmektedir. Teknolojik gerilik üretimde yapısal sorunlar ortaya çıkarmakta, yurtiçi katma değerin oldukça düşük düzeylerde kalmasına yol açmaktadır. Özellikle imalat sanayiinde yüksek katma değerli üretim artırılmadıkça sürdürülebilir büyüme mümkün olmamaktadır. Olsa bile bu büyüme dış açık ve dış borç birikimi ile birlikte gerçekleşmektedir. Bu bağlamda üniversiteler, TÜBİTAK, TTGV gibi kurumların üretime yönelik destekleri artırılmalı, özel sektörün Ar-Ge çabalarına yönelik teşvikler iyileştirilmelidir. • Yeni model, enerji kaynakları konusunda dışa bağımlılığı azaltacak unsurlar içermelidir. Fosil enerji, biyoenerji, güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi ve nükleer enerjiden en iyi şekilde yararlanmanın yolları araştırılmalı, gerekli girişimlerde


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

bulunulmalıdır. Türkiye fosil yakıtlara ve kaynak ithaline yoğun bir şekilde bağımlıdır. Yerli üretimin kullandığı enerji girdilerinin önemli bir kısmı ithal edilmektedir. • Enerji politikası bütüncül bir plan çerçevesinde ele alınmalı, ithal ikameci bir strateji geliştirilmelidir. Türkiye gibi enerjide önemli ölçüde dışa bağımlı ülkelerin tecrübeleri bu konuda yol gösterici olabilir. Örneğin ABD’nin kaya gazı üretimine yönelik girişimlerinin olumlu sonuçlanması halinde ülke 2035 yılından itibaren kendi ihtiyacını karşılayabilecek duruma gelecek ve dışa bağımlılıktan kurtulacaktır. Yine AB ülkelerinde güneş enerjisi konusunda çok ciddi çalışmalar yürütülmektedir. • Enerji girdisi içerisinde yenilenebilir enerji kaynaklarının payını artıracak tedbirler alınmalıdır. Bu çerçevede orta ve uzun vadede Çin ve Güney Kore’nin yolunu izleyerek, “Çevre Dostu Büyüme” stratejisine (Green Growth Strategy) yönelmek gerekmektedir. OECD ve UNEP tarafından geliştirilen bu strateji esas olarak, fosil yakıtlara dayalı enerji bağımlılığının üstesinden gelinebilmesi için yenilenebilir enerji kaynaklarının öne çıkarılmasına ve böylece ekonomik büyümenin sürdürülebilir hale getirilmesine vurgu yapmaktadır.13 Bu bağlamda çevre kirliliğinin azaltılması, gelecekteki enerji kaynaklarına erişimin garanti altına alınması, üretim maliyetlerinin düşürülmesi suretiyle ekonomik verimliliğinin artırılması beklenmektedir. • Ekonomik büyümenin sürdürülebilirliği, çevre konusuna süreçte önemli bir yer verilmesiyle çok yakından ilişkilidir. Türkiye’de sera gazı emisyonlarında enerji sektörü ve sanayi sektörü önemli bir yer tutmaktadır. Diğer taraftan, su kaynaklarının hızla tükenmesi, iklim değişikliği problemini daha da ciddi bir soruna dönüştürmektedir. Siyasi irade tarafından bu konularda gerekli kurumsal/finansal mekanizmalar ve regülasyon araçları etkinleştirilmeli, atık toplama ve geri dönüşüm alanlarında yatırımlar teşvik edilmelidir. • Çevre Dostu büyüme stratejisine geçişi biçimlendirecek bir dizi politika araçları vardır. Bunlardan en önemlileri (Matthews, 2012): 1- Kentsel alanlarda toplu taşımacılık sistemlerinin kullanımının yaygınlaştırılması, su kalitesinin iyileştirilmesi, akıllı şebekeler oluşturulması gibi konularda altyapı yatırımları artırılmalıdır. 2- Kamu kurumlarının alımları için çevreyle ilgili zorunlu kurallar konulmalıdır. 3- Yeni ve yenilenebilir enerji teknolojisi alanındaki Ar-Ge harcamalarını yönlendirecek kurumsal bir yapı oluşturulmalıdır 4- Çevre vergileri veya çevreyi kirletme cezaları gibi piyasayı düzenleyici tedbirler etkinleştirilmelidir. 13

Ekonomik kalkınma, büyüme ve ekolojik sorunlar arasındaki ilişkileri inceleyen oldukça zengin bir teorik literatür bulunmaktadır. Bu literatürde geliştirilen en radikal strateji olarak “sıfır büyüme” (de-growth) tezi, büyümeyi hedefleyen önlemleri, geleceğin küresel kalkınmasının önündeki en büyük tehdit ve engellerden biri olarak görmektedir (Padalkina, 2012).

47


48

• BRICS ülkeleri14 sürdürülebilir büyüme için orta vadeli stratejiler geliştirmişler,15 bazı alanlarda somut hedefler belirlemişlerdir. Örneğin Çin halihazırda aktif olarak yeni bir büyüme stratejisi biçimlendirmektedir. Bu büyüme biçimi daha düşük kaynak yoğunluğuna, yenilenebilir enerjilere, girdi fiyatlarının ekolojik önemlerini yansıtacak şekilde belirlenmesine dayanmaktadır (Matthews, 2012). Ülkede 2011-2015 dönemini kapsayan 12. Beş Yıllık Planda yeşil sektörlere 468 milyar dolar yatırım yapılması,16 CO2 emisyonunun %17 kadar azaltılması ve asgari ücretlerin %13 kadar arttırılması hedeflenmektedir. Brezilya 2022 için enerji tüketiminin %50’sini yenilenebilir enerji kaynaklarından elde etmek ve karbon emisyonlarını %50 kadar azaltmak gibi somut, iddialı hedefler belirlemiştir (Perira, 2011). • Türkiye’de ekonomik büyümenin sürdürülebilirliğinin önündeki bir diğer önemli engel de yurtiçi tasarrufların (özellikle hane halkı tasarruflarının) düşüklüğüdür. İç tasarrufların yetersizliği, ekonomik büyümeyi kamunun veya özel sektörün açık vermesine bağımlı hale getirmiştir. Ekonomik büyümeyi sürekli kılacak yatırımları karşılayacak tasarruflar ancak kamuda ciddi reformlar, küçülme ve tüketimdeki sınırlama ile olabilecektir. Kamu tüketiminde artış daha çok yaşlanan nüfus ve sosyal güvenlik ile sınırlı olacaktır. 1990'larda GSYH’nın ortalama yüzde 23.5'ini oluşturan yurtiçi tasarruflar 2012 yılında yüzde 12.3'e gerilemiş; 2000-2012 döneminde ise ortalama yüzde 16.3'ü düzeyinde gerçekleşmiştir. Bu azalmanın ana nedeni özel tasarruflardaki keskin düşüş olmuş, kamu tasarrufları ise bahse konu dönemin büyük kısmında artış göstermiştir. Kamu tasarruflarında yaşanan iyileşmenin temelinde güçlü mali uyum vardır. Ekonomide hızlı bir büyüme yaşansa da; kredi imkânlarındaki artış, faizlerdeki düşüş ve ertelenmiş tüketim gibi nedenlerin etkisiyle artan özel tüketim, gelir artışının tasarruflar üzerinde beklenen pozitif etkisinin gerçekleşmesine engel olmuştur. Düşük yurtiçi tasarruf olgusu aynı zamanda cari açık probleminin de en önemli nedenidir. Yüksek büyüme oranıyla yüksek cari açık arasındaki pozitif korelasyon neredeyse kalıcı hale gelmiştir. Bu sorunun çözümü, halkın tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesinden finansal okuryazarlık oranının yükseltilmesine17 kadar uzanan çok boyutlu bir süreci içermektedir. Diğer taraftan, üretken yatırımları kısmadan cari harcamaların veya transferlerin azaltılması yoluyla kamu tasarruflarının da artırılmasına çalışılmalıdır. Şurası da unutulmamalıdır ki, tasarruflar otomatik olarak yatırım yaratmamaktadır. İş becerilerinin geliştirilmesi, rekabet edebilirliğin artırılması ve iş yapma ortamının iyileştirilmesi tasarrufların yükselmesine yardımcı olacaktır (Bkz. World Bank, 2012). 14 15

16 17

Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika. Brezilya’nın 2022 stratejisi, Çin’in 12. Beş Yıllık Planı, Hindistan’ın 11. Beş Yıllık Kalkınma Planı ve Rusya’nın 2020 Stratejisi. Güney Kore’de 5 yıllık dönem için bu rakam 100 milyar dolardır. Gelişmiş finansal piyasalara sahip olan ve finansal okuryazarlık oranının yüksek olduğu ülkelerde tasarruf oranlarının da yüksek olduğu gözlenmektedir.


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

• Türkiye’de büyümenin kaynağı her zaman iç talep olmuştur. Bu bağlamda sorun, mali ve finansal Türkiye’de büyümenin kaynağı disiplin sağlayarak, büyüme sürecinde dış talebe her zaman iç talep olmuştur. ve bu talebi karşılayacak yatırım harcamalarına ağırlık verilmesidir. Böylece ekonomik büyüme ile Bu bağlamda sorun, mali ve dış ticaret arasında kuvvetli bir bağ oluşacaktır. finansal disiplin sağlayarak, Hem bu amaca hizmet etmesi, hem de yurtiçi büyüme sürecinde dış talebe tasarrufların artırılabilmesi için kısa ve orta vadede kamu ve özel sektör tüketiminin kısılması ve bu talebi karşılayacak gerekmektedir. Yüksek dış borçlar nedeniyle yatırım harcamalarına yüksek iç tüketim ile büyümenin devam etmesi ağırlık verilmesidir. mümkün gözükmemektedir. Ancak şurası unutulmamalıdır ki, ekonomik büyümenin dış talebe fazla dayalı olması kaçınılmaz olarak ülkenin önemli ihraç piyasalarındaki çöküşlere karşı kırılganlığını artırmaktadır. Küresel krizin başlangıcında birçok ülkenin ihracatında şiddetli düşüşler ortaya çıkmış, Japonya ihracata bağımlı olması nedeniyle 2009’da büyük ekonomiler arasında en şiddetli GSYH daralması yaşayan ülke olmuştur. O zamandan beri ihracatın yanı sıra özel tüketimde sağlanan bir miktar canlanma sayesinde ülke ekonomisi iyileşme göstermeye başlamıştır. Çin için de henüz günyüzüne çıkmış olmamakla birlikte benzer bir sorun bulunmaktadır. Bu durum toplam talebin bileşiminin dengelenmesi gerektiğini göstermektedir. Dış talebe dayalı bir büyüme modelinde küresel düzeyde talep oluşturacak büyük ekonomilerin varlığı son derece önemlidir. Bu anlamda ABD ekonomisinin küresel ekonomi için büyümenin motoru olma işlevi zayıflamıştır. Çin, Euro Bölgesi veya Japonya öngörülebilir bir gelecekte bu rolü oynayacak potansiyele sahip gözükmemektedir (Bkz. UNCTAD, 2010). Dolayısıyla yurtiçi özel tüketim ve yatırım harcamalarına yeniden yönelinmesi, gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş

49


50

Öncelikle vergi sisteminde dolaysız vergilerin payını artıracak ve vergi denetimini etkinleştirecek düzenlemelerin hayata geçirilmesi gerekmektedir.

ülkelerdeki GSYH artışlarına bağımlılıklarını azaltıcı etki yapacaktır. O halde sürdürülebilir ekonomik büyümenin sağlanması ve istihdam imkânlarının artırılmasına dönük politikaların, yurtiçi taleple dış talep arasında bir denge oluşturması son derece önemlidir.

• Daha güçlü, daha sürdürülebilir ve daha dengeli büyüme sağlanmasında yapısal reformlar kritik bir rol oynamaktadır. Yapısal reformlar için öncelikli alanlar, altyapı imkânlarının geliştirilmesi ve vergi yapısının iyileştirilmesidir. Ekonominin kronik sorunlarından olan vergi reformu konusunda atılması gereken önemli adımlar bulunmaktadır. Her ne kadar bugün için mali disiplin sağlanmış gözükse de sürekli gelirler açısından bütçede sorunlar bulunmaktadır. Özelleştirme gelirleri ve varlık barışı gelirleri gibi bir defalık gelirlere dayalı bir mali disiplin uzun soluklu olmayacaktır. Bu bağlamda öncelikle vergi sisteminde dolaysız vergilerin payını artıracak ve vergi denetimini etkinleştirecek düzenlemelerin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Mali açıkları azaltmak için emeklilik sistemleri reforma tabi tutulmalı, kamu maliyesini iyileştirmek ve yurtiçi tasarrufları artırmak için özel bireysel emeklilik planları genişletilmeli ve cazip hale getirilmelidir. Böylece sektörün büyümesi ve uzun vadeli tasarruflar yaratabilmesi mümkün olabilecektir. Vergi yükünün daha eşit ve daha etkin dağılımını sağlayacak tedbirlerin yanısıra aşırı tüketim üzerinden de tasarruf sağlayacak tedbirlerin yürürlüğe konulması gerekmektedir. Özellikle kamu borçlarının yüksek olduğu ekonomilerde bütçe yapma ve yürütme süreçleri ile orta ve uzun vadeli bütçe planlamalarının iyileştirilmesi ve kamu maliyesi yönetiminin etkinliğinin artırılması gerekmektedir. Bazı gelişmiş ülkelerde yüksek mali açıkların en büyük sorumlusu olarak sosyal güvenlik harcamaları (özellikle emeklilik ve sağlık harcamaları) görülmektedir.18 Bu bağlamda güçlü mali yönetim ile güvenilir ve büyümeyi destekleyici nitelikteki mali konsolidasyon planları büyüme stratejisinin vazgeçilmez parçalarını oluşturmaktadır (bkz. APEC, 2010).

• Bir diğer önemli husus kurumsal yapıdır. Hall ve Jones (1999), bir ülkenin verimlilik düzeyinin büyük ölçüde kurumsal yapısı ve ekonomik politikaları tarafından belirlendiği sonucuna ulaşmışlardır. Ülkedeki ekonomik kurumlar ekonomik faaliyetlerin kurallarını belirleyerek yenilikçi faaliyetleri teşvik eder veya caydırır. Ekonomik politika çerçevesiyle birlikte bu kurumlar yeni bilgi ve fikirlerin geliştirilmesi, var olanların kullanılması, beşeri sermaye birikiminin sağlanması ve bu birikimin kullanılması için gerekli şartları oluştururlar. Kurumlar bu anlamda büyüme süreçlerini başlatmak için gerekli olan sosyal sermayenin veya sosyal kapasitenin bir parçasıdırlar (Gnan vd., 2004). 18

Emeklilik ve sağlık sistemine yönelik kamu harcamaları sürekli artmaktadır. Bu çerçevede kapsamın geniş ve harcama düzeylerinin yüksek olduğu ülkelerde birincil amaç, uzun dönemde bu harcamalardaki artışları sınırlandırmak olmalıdır.


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

51

SONUÇ Türkiye’de 1980 sonrasında bütün unsurlarıyla benimsenen piyasa mekanizmasına dayalı sistem çerçevesinde öncelikli amaç ihracatın artırılması olmuş, ancak dış talebe dayalı büyüme gerçekleştirilememiş, dış borçlar ve cari açıktaki artışlar büyümeye eşlik etmiştir. 2000’lerin başına kadar kamu kesimine, bütçe açığına ve iç borçlanmaya dayalı olarak yürütülen büyüme çabalarının yerine yeni dönemde özel kesime, cari açıklara ve dış borçlanmaya dayalı bir yapı oluşmuştur. Birçok gelişmekte olan ülke gibi Türkiye de acil çözmek zorunda olduğu ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarla yüzyüzedir. Ekonomik yapıda tarımsal üretim ve istihdamın payı gelişmiş ülkelere göre yüksek düzeylerde olup, imalat sanayi ve hizmetler sektörünün payı ise sürekli artmaktadır. Makroekonomik göstergelerde son 11 yılda yaşanan iyileşmelere rağmen, ekonomik yapının kırılganlığı devam etmektedir. Gelinen nokta itibariyle, ekonomi %3-4 arası bir düzeyde seyredecek olan düşük oranlı büyüme patikasına girmiş gözükmektedir. Cari açık ve dış finansmana bağımlı büyüme modelinden uzaklaşılıp potansiyel büyüme hızı olan %5’in üzerine çıkılabilmesi için her şeyden önce dış talebin ve toplam faktör verimliliğinin artırılması gerekmektedir. Yani ekonominin rekabet gücünün arttırılarak yatırımların iç talep yerine dış talep tarafından harekete geçirilmesi gerekmektedir. İthalata bağımlı, katma değeri düşük üretim ve ihracat, özel kesim ağırlıklı yüksek borç stoku, yeterli derinliğe ulaşmamış finans sistemi, beşeri sermaye yetersizliği, verimliliği düşük işgücü gibi problemler varlığını sürdürmektedir. Çalışma çağı nüfusa göre istihdam oranı, işgücüne katılım oranı ve işgücünün verimliliği düşüktür. Türkiye’de bir taraftan gelir dağılımında önemli ölçüde bozukluklar bulunmakta, diğer taraftan bölgeler arasındaki gelişmişlik farkları oldukça yüksek düzeylerde seyretmektedir. Ülkenin doğusuyla batısı arasındaki gelişmişlik farkları oldukça belirgindir. Bu sorunlara kalıcı çözümler üretilmesi için yapısal reformlar yürürlüğe konulmalıdır. Yapısal reformlar ise siyasal istikrar, siyasi irade ve tutarlılık gerektiren önlemlerdir. Ekonomik anlamda, henüz tamamlanamamış özelleştirmeler, sosyal güvenlik sisteminin yeniden yapılandırılması, alt yapı yatırımları ve bankacılık reformu dışındaki alanlarda ciddi bir reform yapılamamıştır. Bu bağlamda öncelikli olarak ele alınması gereken yapısal reformlardan biri, iç tasarrufların artırılarak cari açığın azaltılması ve ekonomik Cari açık ve dış finansmana büyümenin ithalata bağımlı yapısının sonlandırılmasıdır. bağımlı büyüme Bu süreçte yerli girdi üretiminin miktarının ve kalitesinin modelinden uzaklaşılıp artırılmasının yanısıra enerji ithalatını ikame edecek tedbirler potansiyel büyüme hızı olan üzerine yoğunlaşılması gerekmektedir. Türkiye ekonomisi için 2014 yılı dış finansman ihtiyacı GSYH’sının %25’ine karşılık gelmektedir. Sorunsuz dış finansman temini ise ekonomide risklerin düşürülmesiyle doğrudan ilintilidir. 2013 yılının ortalarından başlayarak halen devam eden siyasi ve sosyal gerilimler Türkiye’nin içeride ve dışarıda risk algısını yükseltmektedir. Bu

%5’in üzerine çıkılabilmesi için her şeyden önce dış talebin ve toplam faktör verimliliğinin artırılması gerekmektedir.


52

Uzun vadede ileri teknoloji ürünleri üreten bir ekonomik yapı oluşturularak iç ve dış talebi dengeli bir şekilde ele alan bir büyüme modeline geçilmelidir.

gerilim halinin devamı halinde dış finansman temininin zorlaşacağı ve bulunan finansman kaynaklarının maliyetinin oldukça yüksek olacağı unutulmamalıdır. 2014 yılında enflasyonun ve faiz oranlarının da yüksek düzeylerde seyretmesi beklenmektedir. Yüksek enflasyon19 harcamaların ertelenmesine ve dolayısıyla talebin düşmesine; yüksek faiz oranları da maliyetlerin artmasına ve yatırımların gerilemesine yol açacaktır. Her iki gelişme de ekonomik büyüme açısından olumsuz bir duruma işaret etmektedir. En azından orta vadede büyüme-enflasyon-cari açık üçlüsü için 5-5-5 kuralını sağlayacak tedbirler alınmalıdır. 2002-2013 döneminde 2009 yılı hariç olmak üzere bütçe açığında da önemli ölçüde daralma gerçekleşmiştir. Ekonomik büyüme oranlarındaki düşüşler söz konusu açığı da olumsuz etkileyecektir

Küresel ölçekte düşünüldüğünde, uluslararası konjonktür en azından kısa ve orta vadede ihracata yönelik üretim yaparak, doğrudan yabancı sermaye çekerek büyümenin sınırlarına ulaşıldığını göstermektedir. Özelikle 2008 küresel finans krizinin ardından ortaya çıkan küresel talep yetersizliği sorunu bu büyüme modelinin sürdürülebilirliği konusunda kuşkular ortaya çıkarmıştır Bu çerçevede uzun vadede ileri teknoloji ürünleri üreten bir ekonomik yapı oluşturularak iç ve dış talebi dengeli bir şekilde ele alan bir büyüme modeline geçilmelidir. Bu süreçte ekonomideki yapısal sorunların ayrıntılı bir şekilde teşhisi yapılmalı, yapılacak çalışmalar ışığında yatırım öncelikleri yeniden belirlenmeli, teşvik mekanizmaları bu çerçevede yeniden dizayn edilmelidir. Konjonktürün zorladığı geçici tedbirlerin yerine yapısal reformlara öncelik ve ağırlık verilmelidir. Uzun vadeli büyüme stratejisinin daha somut bir temele oturtulması için bu çalışmada ana çerçevesi sunulan konuların derinlemesine analiz edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda uluslararası kuruluşlar ve bazı gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, akademisyenler, bürokratlar, özel sektör temsilcileri ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinde oluşan bir komisyon oluşturulması yararlı olacaktır20. Komisyonun faaliyet alanı, çalışmada belirtilen hususlar çerçevesinde, nitelikli üretimin ve istihdamın artırılması, işgücünün vasfının ve altyapı imkânlarının iyileştirilmesi, siyasi ve makroekonomik istikrarın kalıcı hale getirilmesi, yenilikleri teşvik edecek bir yapı oluşturulması, kamu sektörünün verimliliği, vergi sistemi ve düzenleyici rejim konuları çerçevesinde belirlenmelidir. Son söz olarak, siyasi ve ekonomik istikrar ve dolayısıyla sürdürülebilir ekonomik büyümenin olmazsa olmaz koşulu olarak demokratik-hukuk devleti yapısının güçlendirilmesi gerekliliği unutulmamalıdır. 19

20

TCMB 2014 yılı için enflasyon hedefini %5 olarak belirlemiş, daha sonra bu rakamı orta noktası yüzde 7,6 olmak üzere yüzde 6,7 ile yüzde 8,5 aralığında revize etmiştir. Ancak mevcut durum bu hedefin gerçekleşmesinin de zor olacağını göstermektedir. Örneğin İngiltere’de London School of Economics and Political Sciences ile Institute for Government, İngiltere için sürdürülebilir bir büyüme modeli geliştirilmesi amacıyla Ocak 2012’de ortak bir komisyon oluşturmuşlardır. Bkz. http://www2.lse.ac.uk/newsAndMedia/news/archives/2012/01/growthCommission.aspx (Erişim Tarihi: 20.09.2013).


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

KAYNAKÇA APEC, (2010), The Kyoto Report on Growth Strategy and Finance, The APEC Finance Ministers’ Growth Strategy Report to the Leaders, Japan. Ay, Ahmet, (2007), “Tarihsel Süreç İçerisinde Türkiye’de Büyüme”, İçinde Türkiye Ekonomisi: Makroekonomik Sorunlar ve Çözüm Önerileri, Editör: Ahmet Ay, Çizgi Kitabevi Yayınları, Konya. Barro, Robert, (2000), “Rule of Law, Democracy, and Economic Performance” in 2000 Index of Economic Freedom, Heritage Foundation and Wall Street Journal. Coe, D. T. and E. Helpman, (1995), “International R&D Spillovers”, European Economic Review, 39 (5). May, pp. 859-887. Crafts, N. F. R. and G. Toniolo, (1995), Post-war Growth: An Overview, CEPR Discussion Paper 1095. De la Fuente, A. and R. Domenech, (2002), Human Capital in Growth Regressions: How Much Difference Does Data Quality Make? An Update and Further Results, CEPR Discussion Paper 3587. Easterly, William and Ross Levine, (2001), “It’s Not Factor Accumulation: Stylized Facts and Growth Models”, World Bank Economic Review, 15(2). Eaton, J. and S. Kortum, (1996), “Trade in Ideas: Patenting and Productivity in the OECD”, Journal of International Economics, 40(3-4). May, pp. 251-278. El-Arian Mohamed A. and Michael Spence, (2008), Growth Strategies and Dynamics: Insights from Country Experiences, The World Bank, Commission on Growth and Development, Working Paper, No. 6. Eurostat, (2014), http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page/portal/statistics/search_ database Fan, Shenggen, Linxiu Zhang, and Xiaobo Zhang, (2004), “Reform, Investment and Poverty in Rural China,” Economic Development and Cultural Change, 52 (2), pp. 395-422. Filiztekin, Alpay, (2005), “Türkiye’de Büyüme Dinamikleri”, içinde Türkiye’de Büyüme Perspektifleri: Makroekonomik Çerçeve, Dinamikler / Strateji, TÜSİAD Yayınları, İstanbul, ss. 75-113. Gnan, Ernest, Jürgen Janger and Johann Scharler, (2004), Determinants of Long-term Growth in Austria: A Call for a National Growth Strategy, Monetary Policy & The Economy, Q1/Q4, ONB. Günlük-Şenesen, Gülay, (2005), Türkiye’nin Üretim Yapısı: Girdi-Çıktı Modeli Temel Bulgular, TÜSİAD Yayınları, İstanbul. Gürlesel, Can Fuat ve Kerem Alkin, (2010), Türkiye İçin Yeni Bir Büyüme Modeli, İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2010/21, İstanbul. Gürsel, Seyfettin ve Arda Aktaş, (2013), Güçlü Çıkış, Zayıf Temeller, İçinde Türkiye Ekonomisinde Büyüme ve Yapısal Sorunlar, Derleyen Gürsel, Seyfettin, Betam Araştırma Notları 2008-2012, Bahçeşehir Üniversitesi yayınları, İstanbul, ss. 13-30. Headey, Derek and Ravi Kanbur, (2008), “China’s Growth Strategies”, in Governing Growth in China: Equity and Institutions, Edited by Kanbur, Ravi and Xiaobo Zhang, Routledge.

53


54

IMF, (2014), World Economic Outlook: Recovery Strengthens, Remains Uneven, April, http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2014 /01/pdf/text.pdf, (28.06.2014). Ismail, Nehal (2012), “Çevreci Büyüme Yolu: Türkiye’nin Gelecekteki Büyüme Paradigması”, Türkiye Siyasi Analiz ve Araştırma Merkezi, Londra: AnalizTürkiye (http://researchturkey.org/?p=2503&lang=tr) (14.01.2014) Karagöl, Erdal Tanas, (2013), AK Parti Dönemi Türkiye Ekonomisi, SETA, Ankara. Kazgan, Gülten, (2013), 2008 Krizi Üsselleşirken Türkiye’nin Sürdürülemez Büyüme Modeli”, Türkiye Ekonomi Kurumu, Tartışma Metni 2013/4, Şubat, http://www.tek. org.tr/dosyalar/42-KAZGAN.pdf (22.12.2013). Klenow, Peter J. and Andres Rodriguez-Clare A., (1997), “The Neoclassical Revival in Growth Economics: Has it Gone Too Far?” in Macroeconomics Annual, Bernanke, B. and Rotemberg, J. eds., NBER. MIT Press. Mathews, John, (2012), South Korea and China –New Champions of Green Growth?, Fung Global Institute, http://www.fungglobalinstitute.org/publications/articles/southkorea-and-china---new-champions-of-green-growth-293.html (05.06.2012) OECD, (2004), Ekonomik Büyümeyi Anlamak, OECD Yayınları, Çeviren: TÜSİAD, İstanbul. Padalkina, Dina, (2012), The Macroeconomics of De-Growth. Can a De-Growth Strategy be Stable? Master Tehesis, Berlin School of Economics and Law. Palley, Thomas, (2011), The Rise and Fall of Export – Led Growth, Levy Economics Institute of Bard College, Working Paper No. 675. Rivera-Batiz, Francisco L. (2002), “Democracy, Governance, and Economic Growth: Theory and Evidence”, Review of Development Economics, Vol. 6, No. 2. pp. 225247. Rodrik, Dani, (2000), Development Strategies for the Next Century, Developing Economies in the 21st Century: The Challenges to Globalization, Institute for Developing Economies, Japan External Trade Organization. Rodrik, Dani, (2003), Growth Strategies, NBER Working Paper Series 10050, October. Rodrik, Dani, (2007), One Economics, Many Recipes: Globalization, Institutions, and Economic Growth, Princeton University Press. Saygılı, Şeref, Cengiz Cihan ve Hasan Yurtoğlu, (2005), Türkiye Ekonomisinde Sermaye Birikimi, Verimlilik ve Büyüme (1972-2003): Uluslararası Karşılaştırma ve AB’ye Yakınsama Süreci (2014), TÜSİAD Yayınları, İstanbul. Saygılı, Şeref, Cengiz Cihan ve Zafer Ali Yaman, (2006), Eğitim ve Sürdürülebilir Büyüme: Türkiye Deneyimi, Riskler ve Fırsatlar, TÜSİAD Yayınları, İstanbul. Saylam Bölükbaş, Nazlı, (2013), Türkiye’de Sektörel Düzeyde Sermaye Stoku, Toplam Faktör Verimliliği ve Büyümenin Kaynakları, IV. Ulusal Verimlilik Kongresi, Ankara 1012 Aralık, http://vgm.sanayi.gov.tr/Files/Documents/nazli-s-bolukbas-30122013104 742.pdf. (05.02.2013) T.C. Kalkınma Bakanlığı, (2011), Orta Vadeli Program (2012-2014), Kalkınma Bakanlığı, Ekim. T.C. Kalkınma Bakanlığı, (2014), Ekonomik ve Sosyal Göstergeler, http://www.kalkinma. gov.tr, (28.02.2014).


Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Sürdürülebilirliği

TC Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, (2014), https://hmvds.hazine.gov.tr/ (28.05.2014) TCMB, (2014), http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html, (28.05.2014) TÜİK, (2013), Küçük ve Orta Büyüklükteki Girişim İstatistikleri, 2013, http://www.tuik.gov.tr / PreHaberBultenleri.do?id=15881 (18.06.2014) TÜİK, (2014), http://www.tuik.gov.tr/Start.do (02.03.2014) UNCTAD, (2010), Trade and Development Report: Employment, Globalization and Development, United Nations Conference on Trade and Development, New York and Geneva. UNCTAD, (2014), http://www.unctadstat.unctad.org, (28.02.2014). USAID, (2008), Securing the Future: A Strategy for Economic Growth, U.S. Agency for International Development. Ülgen, Sinan ve Ulaş Öztürk, (2006), Kayıtdışı Ekonomi ve Sürdürülebilir Büyüme: AB Yolunda Değerlendirme ve Çözüm Önerileri, TÜSİAD Yayınları, İstanbul. World Bank, (2012). Türkiye -Ülke Ekonomik Raporu: Yüksek Büyümenin Sürdürülebilirliği: Yurtiçi Tasarrufların Rolü, Washington DC: World Bank.(Çeviri: TC Kalkınma Bakanlığı, http://siteresources.worldbank.org/TURKEYINTURKISH EXTN/ Resources/455687-1331626580764/CEM_YurticiTasarruflar_tammetin.pdf World Bank, (2014), http://wwwdata.worldbank.org, (28.02.2014). Yalçın, Cihan, Olcay Yücel Çulha ve Pınar Özbay Özlü, (2005), Türkiye’de Ekonomik Büyüme ve Mali Yapı: Mali Gelişmişlik / Firma Mali Yapısı, TÜSİAD Yayınları, İstanbul. Yeldan, Erinç, Kamil Taşçı, Ebru Voyvoda ve Mehmet Emin Özsan, (2012), Orta Gelir Tuzağından Çıkış: Hangi Türkiye? Makro/Bölgesel/Sektörel Analiz, Cilt 1, Türkonfed, İstanbul. Yeldan, Erinç, Kamil Taşçı, Ebru Voyvoda ve Mehmet Emin Özsan, (2013), Orta Gelir Tuzağından Çıkış: Hangi Türkiye? Bölgesel Kalkınma ve İkili Tuzaktan Çıkış Stratejileri, Cilt 2, Türkonfed, İstanbul. Zenghelis, Dimitri, (2012), A Strategy for Restoring Confidence And Economic Growth Through Green Invesment and Innovation, Policy Brief, Grantham Research Institute on Climate Change and the Environment.

55


56

Not



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.