XXI Haziran 2014

Page 1

XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 130 < HAZİRAN 2014 < ÇIRAKOĞLU MİMARLIK < KG MİMARLIK < KREATİF MİMARLIK < MİMARİSTUDIO < MOOR < PATTU < SCHWARTZ < UNLIMITED DESIGN < ESASLAR

Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 13 0 H A Z İ R A N 2 0 14 1 1 ( KIB R IS 1 2 )

Koolhaas’ın Esasları

Venedik Mimarlık Bienali öncesinde küratör Rem Koolhaas’ın Esaslar temasını Ayça İnce, Gökhan Karakuş, Mert Eyiler ve Sait Ali Köknar ile tartıştık.

Gümüş Su Villaları

Avantgarde Collection Otel

ÇIRAKOĞLU MİMARLIK

KREATİF MİMARLIK

GIACOMO MOOR

KG MİMARLIK

MARTHA SCHWARTZ PARTNERS

YAZILARIYLA

KORHAN GÜMÜŞ LEVENT ŞENTÜRK OTTO VON BUSCH

MİMARİSTUDIO

PATTU


E info@durlum.com ,tr


Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Puna Yayın adına sahibi ve genel yayın yönetmeni yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@xxi.com.tr

BIENAL ÖNCESI OKUMASI

yardımcı editörler Aybike Batuk Güzin Öztok Şule Kurşuncu sektör editörü & reklam sorumlusu Tuğba Demirci tugba@xxi.com.tr okuyucu ilişkileri Duygu Erdem duygu@xxi.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Puna Yayın Serencebey Yokuşu 16/4 Beşiktaş, İstanbul 34349 0212 227 1317 bilgi@xxi.com.tr genel dağıtım Dünya Süper Dağıtım Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Puna Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.

facebook.com/xxidergisi

XXI’de bu sayıda olmuşu değil, olacak olana dair öngörüleri mercek altına aldık. Ayça İnce, Mert Eyiler, Gökhan Karakuş ve Sait Ali Köknar ile 14. Venedik Mimarlık Bienali için Rem Koolhaas’ın ortaya attığı tema olan Esaslar’ı, bienal öncesinde, tema henüz el değmemişçesine temizken masaya yatırdık. Rem Koolhaas, temasını açıkladığı metinde bunun mimarları değil, mimarlıkları öne çıkaran bir bienal olacağını vurgularken kendisinin de dahil olduğu yıldız mimar sistemine içeriden bir eleştiri üretmeyi hedeflemiş olsa gerek. Öte yandan Koolhaas, modern küreselleşmenin başlangıcı olarak aldığı 1. Dünya Savaşı’ndan bugüne "ulusal" mimarlıkların modernizme kurban edildiğini söyleyerek başlangıç noktasına yeniden bakmayı öneriyor. Mimarlığın esasları da bu bağlamda başlangıcı işaret eden öğeler olarak bienalin omurgasını oluşturacak belli ki. Peki Türkiye bağlamında mimarlığın esasları neler?

twitter.com/xxidergisi

Cumhuriyetin kurulmasıyla burada yaşadığımız kırılma, tam da Koolhaas’ın sözünü ettiği döneme denk geliyor. Avrupa ile çok yakın tarihlerde ancak kesinlikle kendimize

has bir modernizm sürecinden geçtiğimiz, hala da geçmekte olduğumuz aşikar. Peki, mimarlık bu kırılmayla gelen yeni durumla başa çıkmanın yollarını keşfedebildi mi? Modernizmi coşkuyla kutlamak ile muhafazakarca reddetmek arasında gri, hatta renkli alanlar tanımlayabildi mi? Bunlar bir çırpıda yanıt verilebilecek sorular değil tabi ki ama üzerinde düşünmeye kesinlikle değer. Bugünün Türkiye’sinin toplumsal kodlarını anlamak için de böylesi bir modernizmle gelenekselcilik gerilimi okuması epey faydalı olacaktır. Venedik Mimarlık Bienali, bu tartışmaları gündeme getirmesi açısından ve tabi ki bugüne değin mimari eğilimleri yönlendirmiş Rem Koolhaas tarafından küratörlüğü üstlenildiği için epey ilgi çekeceğe benziyor. O nedenle de Koolhaas’ın kendisi, temasının önüne geçmeden Esaslar’ı konuşmak bienalden sonra konuşmaktan daha verimli olabilir diye düşündük. Umarız siz de keyifle okursunuz.

XXI


GÜNCEL

DOSYA

6 GÜNCEL

20 ESASLAR, ESASLARIMIZ

Önümüzdeki günlerde açılacak Venedik Mimarlık Bienali’nin temasını Rem Koolhaas Esaslar olarak belirledi. Bienalden önce bu temayı ve Türkiye bağlamındaki anlamını Ayça İnce, Mert Eyiler, Gökhan Karakuş ve Sait Ali Köknar ile konuştuk.

PROJE 28 METAL DAĞLARDAN PARK Fengming Dağı Parkı, dağ şeklindeki renkli pavyonlar ve kıvrımlı yollarla ziyaretçilerini baştan sona maceralı bir yolculuğa çıkaran bir kamusal alan.

HAZİRAN 2014 - XXI 2

İÇİNDEKİLER

34 YERELDE KAYBOLAN

10 KÜÇÜK MÜDAHALELER / OTTO VON BUSCH

Tasarımın Realist Politikası

14 SORU IŞARETI / KORHAN GÜMÜŞ

Kamudan Geriye Ne Kalacak?

18 DÖNME DOLAP / LEVENT ŞENTÜRK

Demokrasi, Ayrımcılık ve LGBTİ Bireyler Üzerine

İç ve dış mekan arasındaki geçirgenliğin kademeli bir şekilde hissedildiği villa projesi etkileyici bir dağ peyzajı içinde yer alıyor.



38 SAMIMI YALINLIK

50 DÖNÜŞEBILIR MEKAN

Tasarımı Kreatif Mimarlık’a ait olan otel, konumlandığı caddede bulunan yapıların sıralanışını bozmadan sahip olduğu yalın tasarım anlayışıyla kendi kimliğini yansıtıyor.

Tasarımı mimaristudio tarafından gerçekleştirilen Turkcell Kurumsal Müşteri Deneyim Merkezi sahip olduğu interaktif çözümlerle teknolojik ve inovatif bir mekan kurgusu yaratıyor.

56 DEFTERIN DÜNYASI 42 PEYZAJLA BÜTÜNLEŞEN KONUT

Topoğrafya ve bitki örtüsü ile örtüşen tasarım anlayışının benimsendiği Aialoft Ayayorgi projesi iç ve dış mekanı birleştiren cephe tasarımı ile dikkat çekiyor.

30 Nisan - 10 Temmuz 2014 tarihleri arasında görülebilen Nazlı'nın defteri sergisi Osman Hamdi’nin kızı Nazlı’nın ziyaretçi defterinden beslenen içeriği, mekanı dönüştürme gücü ve etkileşim tasarımı ile ilgi çekici bir kurgu sunuyor.

60 INCELIKLI KÜTLELER İÇİNDEKİLER

Metropolis imgesinden ilham alan Moor, mobilya serisinde malzeme kullanımı ve biçim olarak minimal bir yaklaşımı benimsiyor.

HAZİRAN 2014 - XXI 4

46 YÖNETIMDE ŞEFFAFLIK

Cam ve ahşap malzemenin yoğun olarak kullanıldığı Saygılı Rulman Yönetim Binası projesi ile şeffaf, erişilebilir ve ferah mekanlar kurgulanmış.

SEKTÖR 64 SEKTÖR HABERLERI 76 YENI ILE ESKININ TEMASI

78 AJANDA

28 Mart -1 Nisan tarihleri arasında Guangzhou’da düzenlenen CIFF Ofis Mobilyaları Fuarı, 900’den fazla firmanın katılımıyla 220 bin metrekarelik bir alanda gerçekleştirildi.



Kent İçi Zanaat Bölgeleri ve Tasarım Eğitimi

HAZİRAN 2014 - XXI 6

GÜNCEL

MADE IN ŞIŞHANE PROJESI ILE TASARIMCILARIN VE TASARIM ÖĞRENCILERININ ZANAATKARLAR ILE BIRLIKTE ÇALIŞMASINA DIKKAT ÇEKILMIŞTI. BU BIRLIKTELIĞIN POTANSIYELLERININ FARKINA VARILMASI, GELIŞTIRILMESI VE ZANAATKARLARIN IŞLERINI SÜRDÜRMESI, AKTARMASI IÇIN TASARIM EĞITIMINDE YAPILABILECEKLERI ASLI KIYAK İNGIN AKTARIYOR.

Aslı Kıyak İngin İstanbul kent merkezinde yer alan zanaat mahalleleri izlenmekte olan tahliye politikalarının aksine sahip oldukları kültürel, sosyal, ekonomik, pedagojik, yaratıcı değerlerlerle yeniden ele alınması ve güncel politika ve sistemlerle ilişkilendirilmesi gereken bölgelerdir. Bu düşünceyle hareket eden Made in Şişhane projesi 8 yıldır bir dizi farklı eylemi gerçekleştiriyor; böylelikle olasılıkları çoğaltmayı, yeni önermeleri ve denemeleri aktive ederek bölgenin sürdürülebilirliğini güçlendirmeyi hedefliyor. Zanaat ağının eğitim ve akademi ile ilişkilendirilmesi de bu hedeflerden biri. Bu kapsamda yapılan çalışmalar kentsel ölçekte araştırma, bilgi ve çözüm üretme şeklinde olabildiği gibi direkt zanaat ağı, üretim ve süreçlerle etkileşime girilerek de gerçekleştirilmekte. Yazıda tasarım eğitimi ve zanaat temelli üretim

arasında kurulmaya çalışılan ilişki aktarılacak. İstanbul’daki zanaat mahalleleri sahip oldukları yerel üretim bilgisi, kabiliyeti, esnek ve açık üretim süreçleriyle bugüne ve geleceğe ait tasarım-üretim ilişkisini ve imkanlarını bünyesinde barındırır. İstanbul’a has bir tasarımüretim kimliğinden bahsedebiliyorsak bunda küçük üretim bölgeleriyle tasarımcıların kurmuş olduğu ilişkinin önemli bir payı vardır. Bu bölgelerle çalışan tasarımcılar kendi projelerinde özgün çözümler üretme, kendi koleksiyonlarını oluşturma ve ihtiyaca göre pratik, hızlı ve yaratıcı çözümler üretme fırsatı elde eder. Bu ilişki çoğunlukla tasarım ofisinin ya da tasarımcının bireysel üretim yapma ihtiyacı noktasında kurulmaya başlar. Peki, bu karşılaşmayı daha öncesine öğrencilik yıllarına taşımak mümkün mü? Bu tür bir karşılaşmanın

tasarımcı adaylarına, tasarım süreçlerine ve yöntemlerine katacağı neler olabilir? Bu noktada zanaat eksenli üretimin hangi özellikleriyle eğitime katkı sağlayabileceğine değinmek, hatta biraz daha ileri gidip zanaatkarlık sisteminde usta-çırak ilişkisine ve eğitimine bakmak tasarım eğitimi için de önemli ipuçları verecektir. “Usta bunu ben yapayım mı?” Zanaatkarlık sistemindeki usta çırak eğitiminin özelliklerini araştıran ve bunu usta ve çıraklarla yapılan görüşmeler neticesinde haritalandıran bir videoanimasyon çalışması1. Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi “Hayallerden Gerçekler, Eğitim Üzerine Projeksiyonlar” sergisi kapsamında üretilen bu çalışma usta-çırak eğitim sisteminin belli başlı adımlarını ortaya koymaya çalışıyor. “Yaparken öğrenmek; denemeler yapmak;

yapmaya çalışmak; bozup tekrar yapmak, neden olmadığını görmek, el yaparken beynin de fikir üretmesi; hissetmek, göz, el, dokunma; neden, niçin diye kendi kendine sormak; üretimin içinde olmak; bütün halinde öğrenmek; keyif almak” yapılan görüşmelerden çıkan bazı başlıklar. Çalışmada sadece usta çırak eğitiminin nasıl yapılandığı gösterilmiyor, aynı zamanda güncel eğitime katabilecekleri açısından da tekrar bakılması gereken bir sistem olduğuna işaret ediliyor. Zanaat ağı, farklı ve benzer konuda üretim ve satış yapan birçok aktörü ve bunlar arasındaki çok yönlü ilişkileri içerisinde barındırır. Aynı zamanda son kullanıcı, mimar, tasarımcı, sanatçı gibi üretim dışı aktörlerin de bu sürece katılmasına açık bir yapısı vardır. Tasarımcının da bir aktör olarak eklemlendiği bu sistemde üretim ve


GÜNCEL 7 XXI - HAZİRAN 2014

tasarım ilişkisinde hiyerarşik olmayan karşılıklı diyaloga ve etkileşime açık bir süreç hakimdir. Bu üretim süreci sadece profesyonel tasarımcılar için değil, tasarım eğitimi için de yaratıcı ve yenilik içeren bir sistem olarak değerlendirilebilir. Zanaat atölyeleri, o atölyedeki ve ustanın yerel üretim ve malzeme bilgisini, müşteriyle ve diğer tasarımcılarla kurulan ilişkiyi görme imkanı veriyor; içinde bir çok alet, makine, malzeme, yarı mamul, kalıp ve bitmiş ürünün yer aldığı atölye ortamında çalışma, nasıl kullanıldığını ve bir malzemenin nasıl işlendiğini, ürüne dönüştüğünü görme, deneyimleme imkanı sağlıyor. Tasarladığını yapma, yaparken düşünme ve tekrar yapmak bu sistemin belli başlı adımlarından. Atölyenin dışa kapalı olmayan açık yapısı bilgi ve deneyimin paylaşılabilmesine imkan tanıyor. Bu tür bir bölgede, mahallede olmak,

çalışmak, sadece atölye içinde değil, atölyenin ilişkide olduğu diğer atölye ve esnaflarla tanışılmasını, bilgi ve deneyim alışverişinde bulunulmasını, sosyo-kültürel ilişkilerin de bir parçası olunmasını sağlıyor. Bu deneyim, okul sonrası-hayat boyu tasarımcının kullanabileceği alternatif bir tasarım alanı yaratıyor. 1.İstanbul Tasarım Bienali, atölye programları kapsamında gerçekleştirilen “More than Design” atölyesi2 bu türden yeni bir deneyimi gerçekleştirdi. 30’u aşkın Türk ve Alman tasarım öğrencisi ve 6 Alman profesyonel tasarımcı, Made in Şişhane projesi rehberliğinde ŞişhaneGalata bölgesini kısa süreli bir akademiye çevirdi. Her grupta profesyonel bir tasarımcının olduğu ekipler bölgede seçilen ve izni alınan ilkokul, cafe, çay ocağı, pasaj, apartman avlusu gibi kamusal ve yarı

kamusal mekanlar için ürün tasarımı ve üretimi yaptı. 4-5 gün gibi kısa sürede ekipler ilk defa birlikte ve atölyelerle çalıştı. Bu tür bir yoğunlaştırma, bildik tasarım süreçlerinin dışına çıkılmasına, aracısız, kolektif tasarım süreçlerinin devreye girmesine imkan verirken bir yandan da zanaat ağının, ustanın deneyimi ve pratik bilgisinin de tasarım sürecine katılmasını sağladı. Küçük üretim ve zanaat bölgelerindeki kümelenme, yürüme mesafesindeki yakınlık, birlikte çalışma geleneği, pratik ve hızlı üretim, deneme ve malzeme bulma imkanı süreçleri hızlandırmaktadır. Ve tasarım- üretim süreçleri arasındaki hiyerarşinin kalkması ve birlikte ilerlemesi yeni bir tasarım deneyimine işaret eder. Çalışma alanı olarak seçilen ŞişhaneGalata bölgesi metal, sıvama, ahşap, ahşap torna, akrilik, reklam,

pantograf, abajur, avize, tel gibi çok çeşitli zanaat atölyesini içerir. Perşembe Pazarı ve Karaköy’e olan yakınlık bu olanakları arttırmakta yarı mamul, ham malzeme, elektrik, elektronik, hırdavat ve yapı malzemelerine ulaşımı kolaylaştırmaktadır. Bölgedeki atölyeler ve ustalar çoğunlukla diyaloga ve birlikte çalışmaya açık bir yapıdadır. Şişhane’deki zanaat atölyelerinde bir yandan geleneksel üretim devam ederken bir yandan da tasarımcı ve mimarlarla çalışma ve yenilikçi ürünler üretme deneyimi ve kültürü gelişmektedir ve bu yönü ile de ara bir model olma özelliği taşır. İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nün tasarım eğitiminde izlediği yenilikçi bakış açısıyla uygulamaya giren ve Made in Şişhane projesi kapsamında önerilen ve


giriş sayfası "Usta bunu ben yapayım mı?" önceki sayfada sol üstte: "More than design" sağ üstte: "More than design" sol altta: "More than design" çalışma sonrası sağ altta: "More than design" kafeterya

HAZİRAN 2014 - XXI 8

GÜNCEL

bu sayfada altta: Malzeme günlüğü sergi afişi sağda: Malzeme günlüğü blog arşivi sağ altta: Zanaatkar, Özgür Atlağan

Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü 2. Sınıf proje dersi kapsamında yürütülen “Malzeme Günlüğü (The Material Diary)” projesi3 bölgedeki atölyelerin ve zanaat eksenli üretimin formel tasarım eğitimi ile ilişkilendirilmesini kapsıyor. Proje kapsamında stüdyo mekanı Şişhane ve Galata Bölgesi’ndeki atölyelere taşınarak, öğrencilerin farklı tipteki atölyelerde çırak olarak süreci içerden deneyimlemesi, gözlemlemesi ve bu deneyimi ve edindikleri yerel malzeme ve üretim bilgisini, blog, defter, film, sergileme ünitesi/enstalasyon tasarımı ve üretimi gibi çeşitli medyumlarla aktarması istenmiştir. Artan atölye ve öğrenci sayısı ile “Zanaatkar Günlüğü (The Craftsman Diary)” adıyla bu sene de tekrarlan model, edinilen deneyimlerle, öğrencilerin, ustaların, ders hocalarının katkısıyla ve bölüm içinde değerlendirilerek geliştirilerek devam ediyor4. Öğrenciler, günlük

hayattaki zanaat ve tasarım süreçlerinin doğrudan bir parçasıaktörü haline geldikleri bu süreçte hem tasarım ve üretim süreçleri ile ilgili eş zamanlı, etkileşimli ve İstanbul’a özgü bir modeli deneyimliyor hem de bulundukları bölge ve atölyenin sosyal ve kültürel özellikleri ile tanışarak, karşılaşarak mahalle, esnaf ve zanaat kültürü ile etkileşime giriyorlar. Bu çalışma, akademinin yeni olasılıkları deneyen, araştıran, ortaya koyan bir yer-ortamkatalizör olarak devreye girmesi açısından da önemli bir örnek oluşturmaktadır. Deneyerek, yaparak tasarlamayı ve üretmeyi içeren bu sistem tasarım süreçlerine farklı bir yaklaşımı içeriyor. Bu süreçte ustalar ve atölyeler de atölye içinde bir eğitmen rolü üstleniyor, kendi deneyim ve bilgilerini öğrencilere aktarıyorlar. Kendi bilgi ve

zanaatkarlıklarına verilen önemi görmek, tasarım öğrencileriyle çalışmak, akademinin dolaylı da olsa bir parçası olmak ustalar içinde ayrı bir deneyim yaratıyor. Çıraklık sisteminin gittikçe azaldığı günümüzde bu türden yeni tanımlanacak bir usta-çırak ilişkisi / tasarım öğrencisi-usta-atölye birlikteliği sunduğu potansiyeller ile yeni bir çıraklık sistemini devreye sokabilir. Kent içi zanaat bölgeleri, tasarım ve sanat eğitimi veren üniversiteler için aslında önemli bir bileşen konumunda. Stüdyonun kente taşınması, zanaat atölyelerinin eğitime eklemlenmesi, öğrencilerin kentteki yerel üretim süreçleriyle birebir ilişkiye girmesi, farklı bir tasarım sürecinin deneyimlenmesi bu modelin en heyecan verici adımları.

Çağdaş Mimarlık Dizisi “Hayallerden Gerçekler” Eğitim üzerine projeksiyonlar sergisi kapsamında yapıldı ve sergilenmektedir. 2 More Than Design Atölyesi, 1. İstanbul Tasarım Bienali kapsamında Made in Şişhane ve Design Quartier Ehrenfeld ortaklığında gerçekleştirildi. Direktörler: Aslı Kıyak İngin, Sabine Voggenreiter; Grup Liderleri/Tasarımcılar:Ulrich Exner, Pierre Kracht, Joerg Mennickheim, Nicole Suess, Katharina Pawlik, Felix Stark 3 Material Diary, İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü 2. Sınıf Proje Dersi, 2013 Bahar Dönemi. Made in Şişhane Projesi kapsamında önerilen projenin atölye yürütücüleri: Aslı Kıyak İngin, Meriç Kara, Asistan: Özgür Atlagan 4 The Craftsman, İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü 2. Sınıf Proje Dersi, 2014 Bahar Dönemi,

1 Usta bunu ben yapayım mı?” video-animasyon.

Atölye Yürütücüleri: Aslı Kıyak İngin, Ulaş

Aslı Kıyak İngin, Sevgi Ortaç tarafından Vitra

Erdoğan, Ayşenaz Toker, Özgür Atlagan.



Tasarımın Realist Politikası Tasarımın baskın perspektifi Amerikalı bilim insanı Herbert Simon’ın bir görüşüyle çok net şekilde ifadesini bulur. Simon’ın düşüncesinde tasarım mevcut durumların tercih edilenlere doğru değiştirilmesi için hedeflenen eylem yönlerini planlar. Bu nedenle her tasarım, ilerleme paradigması içinde artımsal değişime giden küçük bir adımdır. Tasarım dünyasında hepimiz gelecekte daha iyi bir dünyaya varmak adına bir şeyler eklediğimizi hissedebiliriz. Öte yandan Simon’dan yaptığım bu alıntı, büyük bir uyuşmazlığı da vurguluyor. Bir durumu daha çok tercih edilen şey haline değiştirdiğimizde yeni olanı gerçekten kim ister? Yani, kim için tasarlarız? Kendimize sormamız gereken temel soru: Kimin menfaati için tasarlarız? Hangi sistem için, hangi sipariş için ya da daha soyut bir düzlemde hangi insan doğası için tasarlarız?

KÜÇÜK MÜDAHALELER

Katılımcı tasarım alanı içinde, biri "için" tasarlamaktansa onunla "birlikte" tasarlamak fikri popülerleşti, yani tasarımcı, problem çözücü uzman konumundan ziyade aracılık ve rehberlik eden, öğreten bir konuma geldi. Ama yine de ilk soruyla birleştirerek sormamız gerekiyor: kim ile tasarlarız? Hangi sipariş, hangi araçlar, hangi kapasite ile? Hangi politik bitişler ve belki yine soyut bir düzlemde hangi insan doğası ile tasarlarız?

HAZİRAN 2014 - XXI 10

Geleneksel tasarım ortamında ilerleme zaten olması gereken bir şeymiş gibi ele alınıyor. Bu tutum belki endüstri ürünleri tasarımında daha popüler. Tasarım tarihine baktığımızda daha küçük, hafif, hızlı, ucuz nesnelerin ilerlemesini görebiliriz. Şeylerin nasıl daha ergonomik, kullanıcı dostu, kolay erişilebilir olduğunu görebiliriz. Öte yandan bunu günlük yaşantımızda daha güçlü telefonlar, daha iyi yağmurluklar, güvenli evler ve ev aletleri ile deneyimleyebiliriz.Tasarım, ilerleme fikrine uyuyor, böylece şeyler iyileşiyor ve bu somut gelişmelerle birlikte insan doğası da gelişiyor. Tasarımla dünya daha iyi bir yere dönüşüyor. Bizler tasarımcıyız, iyi olanlarız. İlerlemenin ve barışın kahramanlarıyız! İstatistiklere bakarsak gerçekten bir yüzyıl öncesinden daha barışçıl toplumlar olduğumuzu görebiliriz. Modern ilerleme sağolsun ki daha az savaş, kıtlık var ve bugün tabi ki daha akıllı ve bilgilendirilmiş kişileriz. Ama bu ilerleme efsanesinin bir köşesinden görünen küçük, siyah bir belirsizlik var. Bu belirsizlik bize, peki ya tasarım dünyasında deneyimlediğimiz bu ilerlemenin küresel düzeyde ya da insan ruhunda bir yansıması olmuyorsa, diye soruyor. Ya bütün güzel ve akıllı aletlerimiz bizi daha iyi insanlar yapmıyorsa? Bu soru insanların ergonomik ve ekonomik modelleri ya da ideal tüketicileri kullanıcılar ve karakterler yerine sahiden gerçek insanlar ile ve onlar için çalışmaya yaklaştığımızda aciliyetini artırıyor. Ya gerçek insanlar umut ettiğimizden daha fazla gerçeklerse? OTTO VON BUSCH TASARIMCI

Katılımla meşgul oldukça, sosyal meseleleri ve tasarım politikalarını kurcaladıkça, ilerlemeye ve daha iyi bir

geleceğe doğru uzanan gurur verici yolumuz hayal ettiğimizden daha az parlak gözükebilir. İnsanlar her zaman işbirlikçi olmayabilir, arkadaşça davranmayabilir, herkes için eşit menfaat ilkesini aramayabilirler. Bazen dünyadaki acıyı azaltmaya çalışırken aslında onu öteliyoruz ya da bir acı çeşidini diğeriyle değiştiriyoruz. Ya insan hayatının durumu durağansa, üzüntü sonsuzsa, acının miktarı eşit ve daimiyse? Tasarımda gördüğümüz bütün gelişmeler ve ilerlemeler şeylerin yüzeyinde kalıyorsa ve insan ruhunun derinliklerinde hiçbir şey değişmediyse? İnsan, doğası gereği kötüyse ve ilerleme yoksa, tasarım güçlü olanın baskıyı ve hatta belki şiddeti yönlendirmek için kullandığı bir araçsa? Simon’ın dünyanın daha iyi bir yere doğru değişeceği yönündeki klasik fikri siyasi bilimlerdeki idealist cepheyle iyi uyuşuyor. Kuruluşların, durumları kendi ideallerimiz ile ve çoğu zaman kibirli tutkuları kullanarak şekillendirdiği durumda idealistler şeyleri daha umut verici olarak görmeye meyil ediyorlar. İdealistlere göre insan toplulukları işbirliği yapmayı seviyor, ilerleme reddedilemez ve politik saha daha iyi bir dünya için ileriyi gören imgeleme sahip. Fakat idealistlerin ana rakipleri olan realistler daha az iyimser bir şekilde düşünüyorlar. Öte yandan realistler fazla duygusallaşmadan ya da umut etmeyi katmadan durum ne ise ona göre değerlendiriyor ve insanı hayatta kalma ve güç için savaşan pratik, pragmatik bir canlı olarak görüyorlar. Realist politikanın sunduğu bakış açısına göre insanın doğası gereği nazik ve işbirlikçi olmaktansa zalim ve düşman olduğu, ilerlemenin olmadığı, idealist ya da barışçıl geleceğin olmadığı eylem hali olarak açıklanıyor. Böyle bir dünyada tasarım da oldukça farklı olmalı. Fakat belki tasarım hala insanlar için ve insanlarla birlikte olmalı, ne ortak çalışanlarımızın ne kendimizin boşluk içinde var olmadığımızı görmeliyiz. Soğuk, zalim ve vahşi bir dünyada yaşıyoruz. Körüklediğimiz ve birlikte yaptığımız küçük girişimler ve projeler, niyeti bizim gibi olmayanlar tarafından zayıflatılmak üzere tehdit ediliyor, kullanılıyor, sömürülüyor. Eğer mahallede küçük bir kentsel bahçecilik projesi yaparsak diğerleri onu kullanmaya ve üzerinden kazanç sağlamaya çalışacak ve herkesi hiçe sayarak gücünü artıracak. Bu, nasıl davranacağımızı öğrenmemiz gereken bir gerçeklik. Tasarımın realist politikası, bunu gerçek tasarım olarak adlandıralım, tasarımın vizyoner imgelemini kurban etmeden naif idealizmini ve barışçıl ilerleme hayallerini kısmen dizginlemeli. Dünyayı olduğu gibi görmeye başlaması gerekirken hala nasıl olması gerektiği yönünde davranıyor. Öte yandan daha önemlisi, taze taze tasarladığımız yeni gelecek, huzuru zayıflatan, güç ve şiddet yolu ile baskı kurmayı arayan politik güçlerden korunmalı. Küçük kentsel bahçemiz korunmalı, sözleşmeler ve hukukla sürdürülegelen işlemler girişimler, ilkeler ve aktivizmle ve en sonunda belki şiddet içermeyen güçle… Tasarımın realist politikasında acımasız gerçek böyle. Tasarımın realist politikası içinde ziyafet çeken kurtlar ve acı duyan kuzular var. Tasarımcılar hala birer kahraman olabilir, ama artık kendi kendini aldatmanın kahramanı olamazlar.



Gökyüzünde Tanrı Yok Kuşlar Var

HAZİRAN 2014 - XXI 12

GÜNCEL

MERVE ÜNSAL, 16 NISAN - 31 MAYIS TARIHLERI ARASINDA NON’DA GÖRÜLEBILEN EXTRAMÜCADELE’YE AİT SERGİDE KENDİ DEYİMİYLE KEŞFE DÖNÜŞEN İZLENİMLERİNİ ANLATTI.

Merve Ünsal Tersten başlayayım önce bir dip nottan bahsederek. Extramücadele’nin sergisinin ismini başlıkta geçirmemin bile ne kadar önemli olduğu hakkında bir not. Sergiyle ilgili çıkmış haberleri ve sosyal medya paylaşımlarını tararken fark ettim ki sanatçı bir tweetinde, adı lazım olmayan bir gazetenin sanatçıyla yaptığı söyleşiyi yayınlarken serginin adını kullanmadığından bahsetmiş. Sanatçı da takipçilerine sergisinin adını tekrar zikretme ihtiyacı duymuş. Sanatsal ifade özgürlükleri bir tarafa, sergiyi gördüğüm günden beri seslendirdiği bir nebze masum, çokça evrensel, biraz Daniel Keyes, biraz Nazım Hikmet bu cümlenin tehlikeli gözükmesi, sanırım toplum olarak hassasiyetlerimizi, sınırlarımızı masaya döktüğümüz, kendimizi sorguladığımız şu dönemde oldukça manidar.

yine Non’da açtığı sergiden hatırladığım, karikatürle özdeşleştirdiğim cesur, direkt söylemler ile heykelin üç boyutluluğunu, bitmişliğini, objeliğini birleştiren işler. Melek Atatürk ya da Rodin Kemalist Olsaydı (2010) o serginin en ikonik imgelerinden. İkonografiyle bire bir oynayan, melek imgesi ile kamusal alanlarda sık sık görmeye alıştığımız büstlerin görselliğini birleştiren, bir kağıt ağırlığı kadar işlevsel, biblo kadar memnun edici bir heykeldi. Bakan kişinin ideolojisine göre, işin isminin de işaret ettiği gibi, esnek bir tek cümlelik söylem vardı; baktığımız şey kışkırtıcı da olabilirdi, komik de, cezalandırıcı da. İşte yüzeye yakın bu gerginlikler, Extramücadele’nin mizahını güncel sanat çerçevesinde özgün kılıyordu benim için. Mizahıyla siyasetini barıştırması, sahiplenmesi, mücadeleyi dışsallaştıran bir unsurdu.

Extramücadele diyince aklıma gelen tebessümle karışık bir şaşkınlık. 2010’da

Extramücadele’nin yeni sergisini gezdiğimde elimdeki basın bültenini

tekrar tekrar okuma ihtiyacını hissettim. Bambaşka bir sanatçının bambaşka bir sergisini geziyormuşum izlenimi, beni ferahlattı. Hiç beklemediğim bir şeyi gördüğüm bir sergiyi geziyor olmanın keyfi, işlerin görsel ve malzeme yoğunluğu ile bir keşfe dönüştü. Şakir Gökçebağ objelerini anımsatan minimallikteki bastonlardan oluşan heykelin yanı sıra kendi metal ayakları üzerinde duran, mekanı işgal etmiş olan objeler, duvarlardaki anti-minimal, kaotik desenlerle diyalog içindeydi. Buluntu olduğunu düşündüğüm portre fotoğraflarından oluşmuş bir heykel, benim için serginin odak noktalarından biriydi. Birbirinden farklı dönemlere ve durumlara aitmiş gibi gözüken vesikalık stüdyo fotoğraflarının yan yanalığı, bir birlikteliğe, ortak söyleme işaret ediyordu. Tek bir siyah-beyaz fotoğraf ne kadar nostaljikse, sırt sırta verilmişcesine sıkıştırılmış vesikalıklar bir o kadar soyutlaşıyordu. Fotoğraftaki her insanın

yüzünün incelenemeyecek olması, Extramücadele’nin yarattığı yarı dairenin panoptik olabileceğini düşündürüyor. Kim kimi neden ve ne şekilde izliyordu? Bu tehditkar kurgu, fotoğraflardaki gülen yüzlerle ve objenin küçüklüğüyle birleşince ortaya absürd olduğu kadar kişisel ve kaygan bir sonuç çıkıyordu. İşte tam da bu, basın bülteninde de atıfta bulunulan iç mücadele-dış mücadele meselesini anlatıyordu sanki. İzleyicinin çabuk tüketimini engelleyen bu obje, gündelikle fantastik arasındaki sınırı eriterek yüzleşmeyi uzatıyordu, esnekleştiriyordu. Bu içselleştirmeanlaşılma süreci de mücadeleyi ideolojilerin, dış etkenlerin, toplu hareketlerin mücadelesi yerine daha bireysel bir seviyeye getiriyor. Salyangozun çektiği tellerin altında kafeste kalmış kulak ise, Extramücadele ile Intramücadele’nin arasındaki geçiş noktası niteliğinde. Yavaşlık, hareketlilikle hareketsizlik arasında bir


GÜNCEL 13 XXI - HAZİRAN 2014

yere koyduğumuz salyangozun, yağmur sonrası sokakları kısa süreli de olsa işgal etmesi, metalin sertliği, kalıcılığıyla birleştiğinde sanki günlük gerçekliğimizin kalıcılığı, hafızamızın, hareketlerimizin, jestlerimizin geçiciliği sorgulanıyor. Orantısız büyüklükteki kulağın tek başınalığının getirdiği mizah unsuru, Extramücadele’nin Gökyüzünde Tanrı Yok Kuşlar Var’ındaki şiirsellikle birleştiğinde, serginin künyesi niteliğinde. Non’un Nuri Ziya Sokak’taki yeni mekanını rahatça, bazen hoyratça bazen severek kullanan bu sergi, sürrealist bir mayın tarlası gibi. Erimiş, birbirine geçen, tanıdık tanımadık objeler, konuşma baloncuklarını anımsatan tel karmaşaları, tehditkar, gizemli, çocuksu, tasvir edici desenleriyle birlikte okunduğunda ortaya bir mücadele sürecinin şifreleri çıkıyor. Bu şifrelerin tüketilemezliği de sanırım bizi Extramücadele’nin içe dönüşüne ortak yapıyor.

karşı sayfada sol üstte: "Bize Ayrılan Zamanda Ne yapmalı"/ kuru bir dal, saatin iç kartonu, saatin iki küçük ayağı, çan ve bakır tel / 11x14x28 cm / 2014 sağ üstte: "Biz hep seyrettik" / kurşun zemine lehimli vesikalık fotograflar, ortada mercek içinde takma diş ve oyuncak çatal, bıçak / 16x18x35 cm / 2014 sol altta: "Bana değil benim içimden öteye bak" / kurşun levha üzerinde taş ve taşa bağlı demire lehimlenmiş numaralı gözlük camları / 16x44x66 cm / 2014 sağ altta: "Bana değil benim içimden öteye bak" / detay bu sayfada en üstte en solda: "Kader yok" / kağıt üzerine akrilik / 100x140 cm / 2014 en üstte ortada solda: "Senin standartını sikeyim" / kağıt üzerine akrilik / 100x140 cm / 2014

en üstte ortada sağda: "Sen istediğim tek şeysin, tek ihtiyacın olan benim" / kağıt üzerine akrilik / 100x140 cm / 2014 en üstte en sağda: "Boktan bir devlet rüyası" / kağıt üzerine akrilik / 100x140 cm / 2014 üstte solda: "Bugüne hakim olan geçmişe de hakim olur" / kurşun zemine bağlı ayna üzerinde eski metal aynalar, oyuncak asker ve vesikalık fotograflar / 18x18x18 / 2014 üstte sağda: "Yetişemediğim her ne varsa daha en başından bana ait değildi" / 8 baston / 62x64x83 cm / 2014 solda: "Kafanın içindeki hariç hiçbir şey sana ait değil" / gümüş kaplama cüzdanlar ve lehimlenmiş bozuk paralar / 13x30x45 cm / 2014 üstte: "Kendini sevmeyen şey" / araç boyasıyla siyaha boyanmış tırmık ve tavlı tel / 2014


Kamudan Geriye Ne Kalacak? "Azınlık" mülklerinin bir bölümüne devlet el koymuştu. Bir çoğuna da şimdiye kadar imar, onarım izni bile verilmiyordu (bu keyfi yasağa yakından tanık oldum). Bugün sorun çözülmüş gibi gözüküyor; ancak bu defa da iktidarın yukarıdan yönlendirmesi ile yatırımcılar bu mülklerin değerlendirilmesi için adımlar atıyorlar (bkz. Pangaltı'da İnci Sineması'nın da içinde olduğu Mihtaryan Manastır Mektebi Vakfı’na ait yapı adası, Şişli'de Karagözyan Vakfı, Elmadağı'nda Surp Agop Vakfı). Yapılmasın deseniz zor. Bugüne kadar kasıtlı olarak özgürlükleri zaten engellenmiş. Herkesin yaptığını onlardan mı esirgeyeceksiniz? Yapılsın deseniz o da zor. Bu gidişle "azınlıklar"a ait kamusal alan olarak yalnızca bazı dini yapılar kalacak. Onların şehrin kamusal hayatından silinmeleri, yoklukları tescil edilmiş olacak. Geçmişte şiddet yoluyla kamusal alandan silindiler. Bu defa da neoliberal düzen kamusal varlıklarını kazıyacak. Biliyorum, kamusal deyince "azınlık" vakıflarındaki arkadaşlar ürküyorlar, aman sus diyorlar. Zaten zorla kurtardık, şimdi kamusal alan deyince gene devlet el koymaya kalkacak!

SORU İŞARETİ

Oysa sorun "azınlık" kamusal alanlarının Lozan'a göre özel alana itilmiş olmasında. Tüzel kişilikleri tanınmıyor ve bu gerçekte bütün sivil toplum için temel bir sorun. Bu meseleyi yalnızca kültürel miras boyutunda ele almamak, daha kamusal bir durum olarak çok boyutlu irdelemek gerekli. Ancak bunu yapacak kapasite de yok. Sorun vakıfların piyasa mekanizmalarına teslim olması.

HAZİRAN 2014 - XXI 14

Benzer bir durum da resmi kamusal alanda yaşanıyor: Marmara Üniversitesi şehir içindeki 2500 dönüm büyüklüğündeki on dört adet kampüsünü boşaltıyormuş. Üniversiteye aynı büyüklükte Maltepe’deki askeri arazi verilmiş. Boşalan araziler TOKİ’ye devredilecek ve imar yoğunluğu artırılarak satılacakmış. Üniversitenin şehir içindeki binalarının bulunduğu araziler kıymetlenmiş. Bu operasyonla 300 milyar TL elde edilmesi bekleniyormuş. Daha pek çok örnek sıralanabilir. Bu haberde tuhaf olan ne? Tuhaflık Üniversite ile yapılan işin yan yana gelmesinde. Birbiriyle çelişen, zıt anlamların, işlevlerin yan yana gelmesine ya da bir arada kullanılmasına “oksimoron” ilişki deniyor. Örneğin söz konusu olan son zamanlarda adı sıkça geçen ayrıcalıklı bir inşaat şirketi olsa ve kamuya ait bir yeşil alanı imara açmaya, bundan haksız kazanç sağlamaya çalışsa belki kızarız, ama şaşırmayız. Bunu yapanın adı “üniversite” olduğu zaman şaşırıyoruz. Bir de elbette ki bu duruma hiç şaşırmayanlar, yapılanları savunanlar olmalı. Meseleye onların gözünden bakmayı deneyelim.

KORHAN GÜMÜŞ

Soru: Şehirle üniversitelerin ilişkisi nedir? Örneğin mezarlıkların (dahi) şehirle bir ilişkisi vardır.

Camileri, okulları, parkları yok edip, şehir dışına atabilir misiniz? Üniversite dediğimiz kurumların şehirle ilişkisi farklı mı? Cevap: Üniversiteler, tıpkı fabrikalar gibi şehirle bir ilişkileri olmayan, nereye yerleştirilirse orada iş gören kuruluşlardır. Bu nedenle üniversitelerin kolay yönetilmesini sağlamak, daha fazla öğrenciye eğitim vermek, değerlenen arazilerini piyasa koşullarında yeniden değerlendirmek için zaman zaman yer değişiklikleri yapılır (hele hele arazileri değerliyse). İstanbul’da otel, rezidans olabilecek çok sayıda üniversite bulunuyor. Bunları şehir içinde tutmak, işgal ettikleri yerlerin değerini bilmemektir. Soru: Peki üniversiteler şehirle birlikte gelişmiş olsalar, şehirle ilişki kursalar daha iyi olmaz mı? Bunun dünyada bir dolu örneği var. Bu üniversitelerin de hiç şüphesiz arazileri değerli. Ama o üniversitelerin bu şehirlere kattıkları değer daha önemli. Cevap: Üniversiteler bilgi üretir ama kendileri ile ilgili karar üretemezler. Kentsel dönüşüm uygulamaları ile üniversitelere de piyasanın kurallarını, fırsatlarını sağlamak gerekir. Soru: Eğer gerçekten yer değiştirmeleri gerekiyorsa boşaltmış oldukları şehir içindeki sınırlı yeşil alanların imara açılması, yüksek imar yoğunlukları verilerek satılması, otellere, rezidanslara, AVM’lere dönüşmeleri şart mı? Üniversiteler diploma vermek dışında, şehir içindeki kurumlarıyla yerel istihdam yapısının gelişmesinde, deneysel çalışmaların üretilmesinde, gençlerin eğitiminde başka roller de oynayamazlar mı? Bu yapılar, bu kamusal alanlar halka hizmet veremezler mi? Cevap: Üniversite bile olsanız, artık meselelere şirket gibi bakmak zorundasınız. Ayrıca bu kamusal alanları kim yönetecek? Başka çare var mı? Bu cevapları az çok duyduklarımdan derledim. Üniversitelerin kentsel dönüşümden pay almasını isteyen yöneticilerinin kafaları bu şekilde çalışıyor. Bir uçta şehri, toplumu tasarlanacak bir nesne olarak olarak gören, bilgiyi kendi kamu yararını temsil etmek için bir araç olarak kullanan, bu nedenle kendisiyle ilgili bir enerji üretemeyen bir yönetim zihniyeti. Diğer uçta, bu tepeden inmeci bilim anlayışının bir sonucu olarak şehirsel hareketlilikle, gelişmelerle ilişki kuramayan, yalnızca bir şirket gibi kendi çıkarını temsil eden bir yaklaşım. Oysa adı "kapitalist sistem" de olsa üniversitelerin, kamunun mantığının piyasadan ayrı çalışması gerekli.



Kozyatağı'na İş Merkezi KOZYATAĞI’NDA KONUMLANAN 26 KATLI OFİS BİNASI AND, HPP ARCHITECTS’İN TÜRKİYE’DE İNŞA EDİLECEK OLAN İLK PROJESİ. Kozyatağı'nda yer alan HPP tasarımı AND, 10.600 m2'lik bir araziye yerleşiyor. Sınırlı yüksekliği ile optimal kat alanını dengeleyerek, iki dilimli kütlesel karakteri ile dikeylik hissini pekiştiriyor. Yapının cephesinde bulunan ve her iki-üç katta bir, paketler halinde yön değiştiren üçgen gölgeleme elemanları, cephe algılamasında sağladığı ışık-gölge oyunları ile kentsel anlamda farklı bir görsel obje olarak da konumlanıyor. Cephe elemanları, gölgeleme amacı dışında, yer yer, yarı iklimlendirilmiş kısımlardan bina içerisine doğal havalandırma da sağlıyor.

HAZİRAN 2014 - XXI 16

GÜNCEL

Üç kat yüksekliğindeki alçak kütle, E5 otobanının olumsuz etkilerini minimize ederek, bünyesinde restoranları da içeren konforlu ve keyifli bir meydan oluşturuyor. Bina, ana fonksiyonu olan ofis kullanımının yanında, yaklaşık 73.000 m2'lik toplam inşaat alanının yarısını kaplayan zeminaltı katlarda, konferans, yemekhane ve otopark alanlarını barındırıyor. AND, 740 araçlık otoparkı ile şehirdeki en yüksek otopark kapasitesi oranlarından birine ulaşıyor. proje adı: AND mal sahibi: AEH Anadolu Gayrimenkul Yatırımları konum: Kozyatağı, İstanbul toplam inşaat alanı: 73.320 m2 yerüstü: 37.680 m2 yeraltı: 35.640 m2 mimari tasarım: HPP International, İstanbul Ofisi partner: Gerhard G. Feldmeyer proje müdürleri: Nurgül Ece, Buğrahan Şirin ekip: Hande Tombaz, Özlem Ünkap İliş, Sibel Özgenç, Müge Sarıoğlu, Hüseyin Şahin, Batu Ayhan, Henrik Schulte, Elçin Kara Vatansever strüktür sistemi: Betonarme

Yapının temel tasarım gridi olan 8.1 m‘lik aks düzeni, katlarda farklı mekansal yerleşimleri mümkün kılıyor. Kule dahilindeki tip katlar dört farklı kullanıcı alanına bölünebiliyor. Bunun yanında çift kat yüksekliğindeki, "village“ diye tanımlanan alanlar da katların uç kısımlarında farklı kullanım imkanları sağlıyor. HPP International Architects yöneticisi Gerhard G. Feldmeyer bina hakkında şöyle diyor: "AND, İstanbul şehrine iki temel değer katıyor. Birincisi bir sembol yapı olması. İkincisi ise İstanbul Anadolu Yakası'nın bir iş merkezi olarak algısını güçlendirmesi. Bunu yaparken de bir üst değer olarak sürdürülebilirlik alanında Leed Platinum yeşil sertifikasını hedefleyerek bölgede ilkler arasında yer alıyor." LEED Platinum ön sertifikası alınan AND, tamamlanmasının ardından bulunduğu bölgede en yüksek derecede LEED alan ilk binalardan birisi olacak. HPP, İstanbul'daki ofisini AND projesi için 2012 yılında açılan uluslararası yarışmayı kazandıktan sonra açmıştı.



Demokrasi, Ayrımcılık ve LGBTİ Bireyler Üzerine Bir Konferans Neden İptal Edilir?* Bir konferans, katılımcılarının gelmesinin mümkün olmadığı durumda iptal edilir. Ama demokrasinin, ifade özgürlüğünün, akademik hürriyetin yerine çürümüşlüğün kök saldığı yerlerde, başka nedenlerle de iptal edilir. Bir konferansın, belli bir zamanda yapılmasında güçlük varsa, konferans ileri bir tarihe ertelenebilir. Bir konferansın, katılımcılarına veya konusuna yönelik itirazlar varsa, o konferans, daha geniş bir platformda ve daha yoğun biçimde tartışılmaya muhtaç demektir. Bir konferansın konusunun, kapalı bir topluluğun tabu alanına girmesi söz konusu ise, bu sanıldığı gibi, o konferansı iptal etmek için değil, “yapmak için” en güçlü bilimsel sebeptir. Çünkü konferanslar, üzeri örtülmek, hasır altı edilmek, yasaklanmak, tabulaştırılmak istenen bütün sosyal sorunların, insan akıl ve vicdanının cesaretiyle aşılabildiği bilimsel ortamlardır. Sevgili ODTÜ’lüler, değerli meslektaşlarım, sevgili üniversiteliler ve bu salonda bulunan herkes, davetinize icabet ettiğim için mutluyum. Çok teşekkürler. Orta Doğu Öğretim Elemanları Derneği’ne bu konferansı bir ay sonra gerçekleştirme iradesini gösterdikleri için minnettarım. Derneğinizin özgürlükçü ve onurlu duruşu, bugün bütün akademik camiaya örnek olmakta.

HAZİRAN 2014 - XXI 18

DÖNME DOLAP

17 Nisan 2014 günü başlayan, şahsıma yönelen ve aslında bütün gerçek akademisyenleri ve tüm LGBTİ bireyleri hedef alan sosyal linçi takip eden günlerde, Eğitim-Sen, KASAUM, KaosGL, Orta Doğu Öğretim Elemanları Derneği, onlarca yerel LGBTİ derneği, Lambda, Üniversite Konfederasyonları Birliği ve DİSK başta olmak üzere, birçok sivil inisiyatif, şu anda gerçekleştirdiğimiz konferansın iptaline sebep olan homofobiyi, en sert biçimde kınadı. Bunun yanı sıra, birçok akademisyen dostum şahsen arayarak, yanımda olduklarını ifade edip yardım teklifinde bulundu. Hem sözünü ettiğim kurumlara, hem de bütün değerli dostlarıma bu vesile ile teşekkür etmek istiyorum. İmece TV, CNN Türk gibi televizyon kanalları, konferansın iptalini haberleştirdi. Milliyet, Radikal, Birgün, Sol, T24, Özgür Gündem, Taraf hem basılı gazetelerinde, hem de internette, olaya geniş biçimde yer verdi. Gazeteler ve haber siteleri, bildiri, haber ve görüşleri yayınladı. SAR (Scholars at Risk) adlı uluslararası kurum konuyu raporladı. Hrant Dink Vakfı’na bağlı nefretsöylemi.org sitesi, haftalık nefret bildirimi bülteninde, Mayıs ayının başında konuyu belgeledi. KaosGL, internet sitesinde konuyu en kapsamlı biçimde ele alan kurum oldu. Birkaç kez hedef gösterilen KaosGL, olayın kendisini ve sonrasındaki yankılarını haberleştirdi; ilgili yazıları izleyerek kayıt altına aldı.

LEVENT ŞENTÜRK

Böylece, sosyal inisiyatifler ve medya nezdinde, konferansın iptali bir süreliğine gündemde kaldı. Ancak

sonrasında yaşadığımız 1 Mayıs ve Soma’daki işçi kırımı, yeni ve korkunç gündemlerimiz haline gelmiş bulunuyor. Geçtiğimiz aydan bu yana, buraya geldiğimde neler söyleyebileceğimi düşünüyorum. “Bir konferans neden iptal edilir?” sorusu sürekli kafama takılıyor. Sıradan, rutin, bir ders kapsamında, bir fakülteye açık olan, belki en fazla elli kişinin katılımının beklenebileceği bu konferans, üstelik de yapılamadığı halde, benim ve ailemin hayatında şiddetli bir etki bıraktı ve bir savrulmaya neden oldu. Bu asla öngörülebilecek bir durum değildi. Sıradan bir konferans, birileri için, ne pahasına olursa olsun engellenmesi ve yasaklanması gereken bir mücadeleye dönüştüğünde, çok dikkatli olmak zorundayız. Mesleğimizin değerini ve anlamını hatırlamak zorundayız. Bu dönem, çalıştığım üniversitede, yüksek lisans ve doktora öğrencilerine açık olan bir lisansüstü dersi yürütüyordum. Bu derste, “Queer ve Mimarlık” tartışmaları bağlamında, 2014 Bahar döneminde toplumsal cinsiyet, erillik, ataerkillik, biyopolitika, beden gibi başlıkların yanı sıra, yaratıcılık, üretkenlik, sinema, edebiyat, yayıncılık ve dergicilik gibi konuları da kuir ekseninden değerlendirmek niyetindeydim. Dönem başında bu dersin içeriğini ve kapsamını, lisansüstü öğrencilerinin ve fakülte öğretim elemanlarının katıldığı bir toplantıda açıklamıştım. Dönem içinde öğrenciler, yaptığım derslerin ses kayıtlarını da tuttu. Dönem sonunda, yayına hazırlamakta olduğum Codex kitap dizisinin yeni cildinin “Kuir Mardin” olmasını kararlaştırdık. Dersin final ödevleri, bu kitabı oluşturacaktı. Her lisansüstü katılımcısından, Mardin’den bir kişiyle, kuir eksenden bir söyleşi yapmasını öngörmüştüm. Böylece, ortaya, bildik turistik Mardin imgesinden farklı bir kentsel imge çıkacaktı ve bu “kuir” bir imge olacaktı ya da bozuk, yamuk, kirli bir imge. Şimdi yapmakta olduğumuz konferans da bu dersin önemli parantezlerinden birini oluşturuyordu. Dönem içinde Keskesor’dan Atalay Göçer’in katılımıyla açılan heteronormativizm ve eşcinsellik konusunu, Ali Erol ve Selçuk Candansayar ile güncel, tarihsel ve tıbbi ideoloji eksenlerden irdeleyecektik; niyetimiz buydu. Bir konferans neden iptal edilir? İzin verirseniz, bu soruya çeşitli eksenlerden bakmak istiyorum. İlki, üniversiteyle ilgili. “Üniversite nedir ve neresidir?” sorusunu sormamız gerekiyor. Demokrasi, Ayrımcılık ve LGBTİ Bireyler konusunu konuşabilmemiz için, öncelikle üniversitenin “ne olduğunu” ve “ne olmadığını” düşünmek gerek. Üniversite, bilgi üretilen, özgür, seküler, çoğulcu, insan haklarına saygılı, yaşam


hakkını savunan, tabuları olmayan, açık, eşitlikçi, eleştirel bir kurumsallaşma biçimi ise, orada biliriz ki her konferans yapılır. Kimse böyle bir üniversitede bir konferansın ne yapılmasından korkar ne konusundan. Ne konuşmacılarından korkar ne konuşmacıların söyleyeceklerinden.

17 Nisan 2014 günü başlayan sosyal linçe bir grup akademisyen, acil bir tepki gösterdi. Mehmet Atlı, Can Bulgu, Ali Paşaoğlu, Bülent Diken, Tayfun Gürkaş, Ezgi Tuncer, Zeynep Sayın, Emre Özyetiş, Mehtap Serim, Bülent Tanju, Zehra Tonbul, Pelin Tan bir bildiri yayınlayarak ifade özgürlüğünden ve akademik özgürlükten yana onurlu tavır sergilediler. Bu bildirinin hemen ardından, “alternatif bir bildiri” yayınlanıp imzaya açıldı. Daha uzun ve tumturaklıydı. Can havliyle değil, düşüne düşüne yazılmıştı. Daha fazla ayrıntı içeriyordu ve daha şık duruyordu. Ama konferansın “özveri ile iptal edildiği” gibi bir ifade de içeriyordu. Bu, afili ifadeler arasında, bildiriyi imzalayanların gözünden kaçmış olabilir. Ama akademisyenlerin, akıl, vicdan, duyarlık, cesaret, sabır, yaratıcılık, onur ve özveriden başka sermayesi de, ne yazık ki, yoktur. Aşırılıkçıların ve karşıdevrimcilerin üniversiteye de karşı olması beklenir. Bunu kendilerine iş edinmiş olabilirler. Saldırganlıkla, gözü dönmüşlükle erkekliklerini ispat ettiklerini düşünebilirler. Ama üniversite, bir kurum olarak, dünyanın hiçbir yerinde bu pespayeliğe, bu kabalıklara, bu aşağılık tutumlara asla boyun eğmez ve kesinkes tavizsiz bir tutumla bu tip gericiliklere direnir. Çünkü üniversite, gericiliğe taviz verdiğinde, kendi eliyle değerli akademisyenlerini ateşe atacağını bilmeli, hesaplayabilmedir. Aslında ateşe attığı, bizzat kendi var olma koşuludur. Korkakça davranmak hesapsızlığı getirir, ve hesapsızlığıyla kendini ortadan kaldırmış sayılır. Akademisyenlik, kişisel menfaat gözetme, çıkarcılık, kadroculuk yapma, adam kayırma, konformizm,

Yaşadığım son bir ay, hayatımın en zor günleriydi. İlk defa, akademik bir etkinlik gerçekleştirmek “istediğim” için aşağılandım, itham edildim, suçlandım, hedef gösterildim. Ama bu amansız saldırı, Türkiye’de LGBTİ bireylerin maruz kaldığı şiddetin yanında, solda sıfır kalır. Ardından cepheleşme, pozisyondan edilme, şehri terke zorlanma ve nihayet ailecek şehri terk edişimiz çıkageldi. Bu süreçte en az benim kadar, değerli bir akademisyen olan İlknur Şentürk’ün de sağlığı ve ruhu zarar gördü. Başlıca tesellim, ikimizin de bugün karşınıza onurlu bir biçimde çıkabilmiş olmamız. LGBTİ topluluğuna ve akademisyenlere karşı, yanıtlayamayacağımız hiçbir soru yok. Bu kriz sürecini, çok olgunca yönettiğimize inanıyorum. Bir başka tesellim, beş yaşındaki oğlumuza, günü geldiğinde, hayatımızın bu zor zamanını, gönül rahatlığıyla anlatabilecek durumda olmamdır. Sıradan bir heteroseksüel olarak, söyleyebileceğim son şey, hayatın yaşanmaya değer, yönelimlerimizin bütün karmaşıklığı ve çeşitliliğiyle kutlanmaya değer ve akademisyenliğin de, “bu ülkede” sürdürülmeye değer olduğudur. Sahte cennetleri yıkıp, acılı da olsa, kendi dünyamızı yaratmaya mecburuz. Sokaklarında bıkmadan, usanmadan, her yabancıya aynı kuir öyküyü anlatan çocukların şehrine, Ankara’dan selam gönderiyorum. Umarım bir gün o şehrin heteroseksüel yetişkinleri, taşlaşmış, göstermelik bir biat yerine, çocukların kuir neşesinin onda birine sahip olmayı becerir. “Bir konferans neden iptal edilir?” İzin verirseniz, şimdi de bu soruya dair, kent ekseninden bir değerlendirme yapmak istiyorum. Mardin sosyal adaletsizliğin, erkek egemenliğinin, feodalliğin en ağır biçimde yaşandığı Güneydoğu kentlerinden biri. Çocuk gelinlerin, akraba evliliğinin, cinsiyet eşitsizliğinin en çok olduğu yerlerden biri. İşsizliğin tavan yaptığı, eğitim seviyesinin ve kalitesinin en düşük olduğu kentlerden biri. Böyle bir kentin akademisyenleri, o kentteki kökleşmiş eğitim sorunlarını, sadece üniversitede yirmili yaşlarına gelmiş gençlere ders vermeye gelerek, lüks ofislerde oturup çözemez. Eğitmek iddiasında oldukları ve çoğu Güneydoğulu olan gençlere, fiyakalı görünerek durumu kurtaramazlar, inandırıcı olamazlar. Gerçek bir akademisyen, hava alanından beş yıldızlı oteline, otelinden fakülte binasına, oradan kebapçıya

Mardin’e gitmeye karar vermemizin ardından, İlknur ile giriştiğimiz ilk akademik iş, anaokullarındaki mekân, eğitim ve nitelik sorunlarına eğilmek olmuştu. Kendi çocuğumuz pahalı ve nitelikli bir eğitim görürken, Mardinli binlerce çocuğun bu nimetlerden yararlanamaması, kabul edilir şey değildi. Bu nedenle, Mardin’deki anaokullarına mimari tasarım hizmeti götürebilmenin alternatif bir yöntemini geliştirdik. Bir eğitimci ve bir mimar olarak, yirmi yıllık birlikteliğimizdeki ilk akademik ortak projemize başladık. İki okul seçtik. On iki kişilik mimarlık lisans grubumuzla bir atölye yürüttük. Üç kez çocuklarla workshop yaptık, iki kez öğretmenlerle jüri yaptık. Hedef, iki anaokulunun hem sınıflarını hem de dış mekân oyun alanlarını evrensel okul standartlarına yaratıcı biçimde yaklaştırmaktı. Üç ay boyunca, anaokulu öğretmenleri, akademisyenler, sektörden insanlar, mimarlık öğrencileri ve çocuklarla beraber, uygulanabilir oyun ve eğitim tasarımları, gereçleri, düzenekleri, mekanları geliştirdik. Yapılan öğrenci projeleri, ahşap kullanılarak yine öğrenciler tarafından inşa edilecek. Böylece mimarlık hizmeti merkeziyetçi yollarla değil, yerinde gerçekleştirilecek ve bir model oluşturacak. Mardin’in kenar mahallelerinde, kalabalık evlerde, fakir hanelerdeki çocuklar, büyük kentlerde pahalı anaokullarına giden çocuklar kadar, mimarlığı, demokrasiyi hak ediyor. Tasarım ve uygulama yardımı götüremediğimiz on kadar anaokulu için, materyal, oyuncak ve kitap yardımı kampanyası başlattık, ki eşitsizliği gidermeye çalışırken, umutsuzluğa neden olmayalım. Böylece dokuz okula, Türkiye’nin birçok yerinden gelen yardım kolilerini ulaştırdık. Mardin’de anaokullarının durumu hiç iyi değil. Kalabalık ve küçük odalarda öğretmenler, çaresizce birçok şeyi aynı anda yapmaya çalışıyor. Çocukların sağlıklı biçimde oyun oynayabileceği, bilişsel ve motor gelişimlerine uygun eğitim çevreleri yok. Oyuncakları, eğitim materyalleri, sınıf ortamları, oyun alanları bütünüyle tasarımsız, dağınık ya da eksik. Kentte demokrasi istiyorsak, önce üniversitede demokrasiyi kurmalıyız. Fırsat eşitliğine, azınlıkların ve zayıf olanların yaşam ve eğitim hakkına inanıyorsak, demokratik eğitim çevrelerini savunmak ve geliştirmek zorundayız. Ancak böyle çevrelerde, LGBTİ bireyler özgürleşebilir. Hepinize saygılar sunuyorum. * 21 Mayıs 2014 tarihinde ODTÜ’de yaptığım konuşmanın metnidir.

19 XXI - HAZİRAN 2014

Üniversite, konferans yapılabilen yerdir. Konferansın moderatörünün, konukların tehdit edildiği, düşman ilan edildiği, şeytanlaştırıldığı, istenmeyen kişi ilan edildiği yer değil. Üniversite konuşulan yerdir. Akademisyenlerin yakılmakla korkutulduğu, aşağılandığı, gözdağı verildiği, yerinden edildiği, sürüldüğü, kovulduğu, hiçe sayıldığı, değersizleştirildiği yer değil. Üniversite konuşulan yerdir. Tehditlere boyun eğilen, sessizliğin sinsi gücünden nemalanılan yer değil.

Akademisyenler, canları, kariyerleri pahasına, demokrasiyi savunmadıklarında, birilerini kurban etmeye başlarlar. Risk almayıp kurban vermeyi “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” basiretsizliğiyle göze aldıklarında, üniversiteye ve mesleğimize ihanet etmiş sayılırlar. Bunu, yetişiminde pay sahibi olduğumuz meslektaşlarımız da gelecekte bağışlamaz.

giden yol dışında da kentte zaman geçirebilen, buna vakti olan, kentteki insanlarla yaşayan akademisyendir. Kentteki yoksunlukları bilmek, eşitsizlikleri görmek, bölgedeki sorunları yerinde duymak ve çözüm yollarını bulmak zorundadır. Hoca olmanın, gençler karşısında tadına varmak hoş olabilir. Ama bildiğim kadarıyla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, o kentteki üniversitenin çalışanlarına, fakir ve ezilmiş kent halkına tepeden bakmaları için değil, sömürge valileri gibi caka satarak gezmeleri için de değil, o kentin feodal yapısını kıracak yeni eğitim projeleri geliştirmeleri için cömert bir bütçe ayırıyor. DÖNME DOLAP

Üniversite ile şu kelimelerin yan yana gelmemesi gerektiğini düşünürüz: Hiyerarşik, kırmızı çizgileri olan, yabancı düşmanı, kadın düşmanı, cinsiyetçi, ayrımcı, mobbing yapılan, mahalle baskısı olan, nefret söylemi üreten, susturan, sansürleyen, yasaklayan, kovan, tehdit eden, homofobik, cemaatçi, yandaş, tarikatçı, tetikçi, çoğunlukçu, baskıcı, kıyıcı, despotik, ataerkil, tabuları olan, korkuyla yönetilen, aba altından sopa gösterilen, diktacı, vesayetçi, yobaz, taassupla dolu, idare-i maslahatçı, eyyamcı, itaatkar, biat eden, militarist, boyun eğen, saray soytarısı, isyan etmeyen, kadrocu, ırkçı, dinci, karşıdevrimci, kapalı, tekçi, gerici, merkeziyetçi... Üniversiteler bu kelimelerle beraber anılmaya başlarsa, akademisyenler susmaya ve eylemsizleşmeye çağrılırlar.

homofobi, günü geçirme, emeklilik bekleme, idare-i maslahatçılık, göz yumma, eyyamcılık, ikiyüzlülük, ilkesizlik, üç maymunu oynama, yalakalık kaldıracak mesleklerden değildir. Akademisyen olduğunu iddia edenler, birbirlerini veya elemanlarını satmazlar.


HAZİRAN 2014 - XXI 20

ESASLAR

Koolhaas’ın Esasları 14. Venedik Mimarlık Bienali, etkinliğin küratörlüğü mimarlık ortamının en çok konuşulan isimlerinden biri olan Rem Koolhaas’a verildiği günden bugüne herkesin dilinde. Koolhaas’ın nasıl bir bienale imza atacağı, hangi kurnaz fikirle son anda hepimizi ters köşeye yatıracağı merakla bekleniyor. Ortaya attığı temayla da zaten bunun ipuçlarını vermişti. "Esaslar" diyordu; herkes kentlerden konuşurken o, kırdan söz ediyordu; bugüne dek hep vizyoner bir profil çizmiş olan bu kişi şimdiyse geçmişe bakmamızı öneriyordu. Bienal öncesinde Koolhaas’ın açtığı "Esaslar" temasını henüz el değmemişken konuşmak istedik. Hem küratörün niyetlerini okumaya çalıştık hem de Türkiye bağlamında kendi mimarlığımızın esaslarını aramaya koyulduk. Ayça İnce, Mert Eyiler, Gökhan Karakuş ve Sait Ali Köknar’ın katılımıyla gerçekleştirdiğimiz yuvarlak masa toplantısında ortaya çıkan görüşlerle bienalin ne kadar örtüşeceğini henüz kestiremesek de "Esaslar" temasının verimli bir tartışma alanı açtığı kesin. Hazırlayan: Hülya Ertaş


fotoğraflar: Emre Kapçak

Hülya Ertaş: Ben aslında Rem Koolhaas’ın Venedik Mimarlık Bienali için ortaya attığı temayı ve küratoryel metnini Türkiye bağlamında konuşalım istiyorum. Bu dosyayı bienalin kendisinden önce yapmamızın nedeni o metnin bienalde henüz temsil edilmemiş olması, yani halen saf ve temiz olması. Koolhaas yüzyıl öncesine, modern küreselleşmenin başladığı 1. Dünya Savaşı dönemine yani 1914’e yeniden bakmayı öneriyor, öte yandan herkesin kentlerden konuştuğu bugünlerde kıra tekrar bakmayı öneriyor. "Türkiye mimarlığı nedir, var mıdır?" gibi çok büyük sorularla başlamayalım da mesela daha baş edilebilir taraflardan bakalım konuya. Bienalin başlığı Fundamentals, yani Esaslar. Mimarlığın esasları dendiğinde ne geliyor aklınıza?

“Koolhaas bienalin mimarlar değil, mimarlıklar ile ilgili bir olacağını belirtiyor ama mimarlıklar zaten bir tür endüstri olmaya doğru gidiyor.”mert eyiler

Gökhan Karakuş: Koolhaas’ın kendi gidişatına da bakmak lazım. Kendi ofisinin şu anda gittiği noktayı ve kendi kimliğini çevreleyen stratejik yaklaşımlarını göz ardı etmemek lazım. Özellikle şu anda çok düz bir mimarlık yapmaya başladı nedense, bunu yaparken de mimarlık çevrelerinde bir tepki oldu. Sait Ali Köknar: Fundamentals, bana foundation’ı (temel) çağrıştırıyor, yani üst yapıyı taşıyan alttaki kısmı. Esaslar olarak çevirmek fena değil, geri kalan her şeyi o esasların üzerine inşa edeceğimizi imliyor. Koolhaas şunu diyor herhalde: "Bu temelin üstüne inşa edilenlerden memnun değiliz, başlangıcına geri bakalım orada belki günümüze daha yakışan bir şey buluruz". Çünkü dünya tarihinde hiç yapılmadığı kadar çok yapının yapıldığı bir dönemdeyiz. Rem Koolhaas son on yılını kapsayan bir kitap yapsa S, M, L’ı atıp sadece XL olarak yayınlayabilir ancak. XL 2 diye bir kitap çıkarabilir belki ya da XXL. 250 bin metrekare küçük olarak algılanmaya başladı, Moğolistan’da, Arabistan Yarım Adası’nda vs artık kocaman şehirler kuruluyor. Aynı şekilde Hollanda’da da benzer şekilde kentler kuruluyor, katılımcı olarak yapıldıklarını söylüyorlar ama sonuçta kırsalda yepyeni bir kasaba yaratıyorlar. Bu durumlardan bir memnuniyetsizlik varmış gibi algılıyorum ben. Temele gidip onun ne olduğuna, iki dünya savaşı arasındaki konuşulanlara bakmak istiyor olabilir. Hatta belki iki dünya savaşı arasından daha evvele de gidelim diyor olabilir. Hülya Ertaş: 1914’ü modern küreselleşmenin başlangıcı olarak alıyor. Sait Ali Köknar: Esaslar deyince o hep kullanılan, ikonik imaj aklıma geliyor. İki tane ağaç gövdesi atıp çatkı oluşturuyor da ev başlıyor ya o kadar temele inilebilir gibi geliyor. En azından bienalde insanlık tarihinin derinliğine inen bir esaslar arayışı göreceğimizi tahmin ediyorum. Hülya Ertaş: Bir yandan da esasları yapı öğelerine indirgiyor. Sait Ali Köknar: Onu yapıyor zaten. Kapı, pencere, duvar, örtü, çatı... Esaslar ile o en temel parçaları çağrıştırıyor, eleman olarak, kurallar dizgisi olarak ya da üzerinde anlaşılmış, evrensel, insanlığı daha iyiye götürecek kabuller olarak. Biz de geri dönüp bakacak olursak o iki dünya savaşı arasında neydi modernizm? Yıkılan bir uygarlık var, onu yeniden inşa etmek gerekiyor ve çok ciddi şekilde konut ihtiyacı var.

“Koolhaas şunu diyor herhalde: 'Bu temelin üstüne inşa edilenlerden memnun değiliz, başlangıca geri bakalım, belki günümüze daha yakışan bir şey buluruz.'”sait ali köknar

21 XXI - HAZİRAN 2014

Ayça İnce: Koolhaas verdiği bir röportajda quasi vernacular, yani kısmi yerelleşmeden söz ediyor. Hollanda o kadar modernist görünmesine ve milli motiflere sahip mimarlık çizgisine uzak bir ülke olmasına rağmen eski, kırsal, Hollanda tipi cephelerin yapıldığı Zaandam’daki bir site üzerinden bu kavramı anlatıyor. Ve insanların talepleri üzerinden yaratılan "yaşam tarzlarının" yeni mimarlığı kıldığını söylüyor. Bu bizim çokça konuştuğumuz Osmanlı tipi binalar üzerinden ya da geçenlerde gazete ilanından gördüğüm İstanbul Anadolu Yakası’na planlanan Brooklyn Sitesi üzerinden okunabilir. Modernitenin bizi getirdiği noktada benim sosyolog olarak söyleyebileceğim şey, hala o kıyafetin neden üzerimize oturamadığıyla ilgili olabilir.

ESASLAR

Mert Eyiler: Koolhaas bienalin mimarlar değil, mimarlıklar ile ilgili olacağını belirtiyor ama mimarlıklar zaten bir tür endüstri olmaya doğru gidiyor. Soruyu biraz çoğaltmak için bir endüstri haline dönüşen mimarlık ve tetikleyicisi olan yapı endüstrisi üzerinden gireceğim söze. Mimarlığı bir endüstri kılmaya çalışanlardan biri de bence Koolhaas. Kırdan şehre bakmayı da bir tür günah çıkarma olarak okuyorum zaten. Ehliyeti masada bırakan mimar-lık-lar; vizyon tartışmaya başladığında heterotopiden sıyrılıp, mimarlık konuşmaya başlayabileceğiz. Koolhaas bienalin kendisinin de bu tartışmaların hazırlayıcısı olduğunun farkında bence.


HAZİRAN 2014 - XXI 22

ESASLAR

Gökhan Karakuş: Bu tamamen Batı’nın hikayesi. Sait Ali Köknar: Evet, belki biraz Japonya’yı da içerebilir. İlk Dünya Savaşı’nda yara almış ülkelerde modernizm tam yer tutuyor, oysa marjinal bir fikir gibi yok olup gidebilirdi de. Modernizm minimal formlar, çok az geometri demek; yani ucuz, sanayi tarafından üretilebilir demek. Az ve şık formlarla endüstrinin kolaylıkla üretip, çoğaltıp, seri üretim yapabileceği, banda sokabileceği bir mimarlık bu. Öte yandan bence çok yaman bir çelişki de var, kimseyi yargılamak için değil de tarih enteresan olduğu için bu çelişkiyi dile getirmek istiyorum. İki dünya savaşı arasındaki Mies van der Rohe, Le Corbusier gibi fikir babalarının hemen hemen tamamı Komünist Parti üyesi, sosyal hareketlerin bir parçası. Sonra onların 1950’lerde Amerika’ya göç etmesiyle birlikte sermayenin mimarisini inşa etmeye başlamaları, o dilin sosyal devletin değil, sermaye odaklı bir devletin mimarisine dönüşmesi de çok ilginç, tarihin cilvesi. Cam gökdelenin şeffaf ve içindekileri açık eden, bürokrasiyi yok eden, herkese eşit mekanlar vadeden bir kavrayış olarak Mies van der Rohe tarafından ilk kez bir sergide sunulması, zamanla onun SOM vasıtasıyla tüm dünyaya yayılması ironik. Öyle ki en sonunda Jacques Tati, Oyun Zamanı adlı filminde cam gökdeleni sermaye tarafından tektipleştirici bir öğe olarak ele alır. Bu tip dönüşmelerle ilgili Rem Koolhaas’ın da rahatsızlığı olabilir ya da yaptığı şeyden memnun olmayabilir. Ayça İnce: Belki modernitenin çıkışına sebep olan o masum ve ihtiyaçtan doğan nüveyi hatırlatmak istiyordur. Aslında bütün bu hikayenin niye başladığını göstermek ve ardından da o dönüşümün eleştirisini koymak istiyordur. Gökhan Karakuş: Sait Ali’nin ortaya koyduğu bu pozitif bakış açısına biraz daha eleştirel yaklaşıyorum. Koolhaas ve nesli 1970’lerde iyi bir avangart tavırla başladılar. Zaha Hadid ve Bernard Tschumi gibi mimarlarla birlikte Koolhaas da AA’den idealist, ütopik hedefleriyle yola çıkarak 1970’ler ve 80’ler boyunca tasarladıkları yapıları inşa ettiremediler. 1990’larda işleri patlayınca ve yıldız olunca kendilerini Mert’in anlattığı sistemin içinde buldular. Ve yönetimsel olarak ofisler büyüdü, projeler ölçek olarak büyüdü. Önceleri çok sayıda Batılı mimarın olmadığı ağırlıklı olarak Çin, belki Güney Amerika gibi bölgelere girmeye başladı Koolhaas. Böyle olunca kendilerini "starchitect" (yıldız mimar) denen bir sistemin içinde buldular. Hatta o sistemi kendileri yarattılar, sonra da kendilerini içinde buldular. Doğrudan geç tüketim kapitalizmin bir piyonu olmaya başladılar, tabi ki arada sırada kamuya yönelik birtakım işler de yapılıyordu. Ama o yıldız sistemi şu anda tamamen o mimarları yuttu. Onlara çok fazla tatmin vermedi; para pul, dergi kapakları, bienallerin küratörlüğünü vs verdi ama 1970’lerdeki yola çıkış nedenlerini ve idealizmlerini silip süpürdü. Gayrimenkul sektörünün, yapı

malzemeleri üreticilerinin ve mimarinin içinde bulunduğu üçgenden söz edebilirsek şu anda o alanda tamamen markaların tüketici deneyimleri üzerine kurulu bir hakimiyet var. Bu gelinen durumda Koolhaas’tan ve neslinden hata yaptıklarını kabul etmelerini bekleyemeyiz ama vardığımız noktanın bizi bir yere götüremeyeceğini fark ettikleri aşikar. O nedenle de esaslara geri dönmek istiyor olabilir. Ve bunu sürekli görüyoruz, 1700’lerden başlayıp kriz dönemlerinde mimarlar sürekli geçmişe bakmışlar. Bu bir gelenek. Özellikle batı endeksli modernizm kendini yenilemek için sürekli temellere bakmış, batı olmayan ülkelere gidip onlardaki öğeleri incelemiş ve ruhunu tazelemiş. Ayça İnce: Bu ulusal pavyonlarda kimlerin neyi sergileyeceği de ilginç. Teknik olarak baktığımda Rem Koolhaas neredeyse bir küratör gibi çalışıyor. Bütün röportajlarında öne çıkan şey zaman açısından avantaj kullandığı, çalışmaya normalden çok daha erken başladığı. OMA’ya da sırtını dayandırarak bir araştırmacı gibi proje tanımı yazıp ülke pavyonlarının küratörleriyle yakın temasta çalışıyor. Hazır eline böyle bir şans geçmişken herkesin bir dökülmesini istiyor. Mesele herkes döküldükten sonra, Koolhaas’ın onlar üzerinden nasıl bir okuma yapacağı ve buradan nasıl bir sonuç çıkaracağı. Sonuçlardan biri "Bugün kendimizi çok tekrarlıyoruz, oysa işin özü şuydu" şeklinde olabilir, bir diğeri de bir nevi yine Batı yüceltmesi olabilir. Bu noktada sorunlu bir durum var. Klasik Anglosakson ya da Batı dışı birçok ülkenin pavyon açtığı bir sene görülecek Venedik’te. Oysa Koolhaas bu olabildiğince çeşitlilik içerisinde "esaslar"ı belirleyerek ve bunu ülke pavyonlarından talep ederek, yani o standardı baştan koyarak modern bir tavır takınıyor. Mesela ana pavyonda mimarinin elementlerini sergileyeceğini belirtiyor ve sadece bir kısmın merdivenlerden oluşacağını söylüyor. Sanki pavyonlarda yapılan sergiler dışında da belli bir seçme yaparak bunları üst üste, yan yana bindirerek izleyicilere bir resim vermeye çalışacak. O resim iki türlü olabilir; farklılıkları ortaya çıkarmak ve altını çizmeye ya da mimarlık eleştirisi yaparak o tekrarı üretmeye ve modernite eleştirisi yapmaya gidebilir. Sait Ali Köknar: Rem Koolhaas’ın küratör olması doğrudan kendi yapma şeklini de bienale empoze ediyor. O da araştırma temelli. Content dergisindeki gibi kıymetli görmediğin her şeyin bir araya getirilerek konuyla ilişkin bütün her şeyin derlendiği ve o bilgi arasından bir anlatı oluşturulmaya çalışıldığı bir bienal bekliyoruz. Mert Eyiler: Biraz iyimser bakacak olursam, ulusal bir dil kurmak yerine "yerellik üzerinden söz üretelim" demek istediğini düşünüyorum aslında Koolhaas’ın. 1. Dünya Savaşı üzerinden 100 yıl geçti, o zamanları tekrar masaya yatırmayı zaten gerçekçi bulmuyorum. Bu bağlamda da bu tavrı bir modernist bir kavrayış olarak değil de, tam tersi muhafazakar bir tavır olarak değerlendirdiğimi de söylemeliyim. Eğer Koolhaas


ciddi ise bu ulusal söyleminin ardından; OMA(Office for Metropolitan Architecture)’ya kardeş AMO (Architecture Media Organization)’ya karşıt Çin’de adı MAO olan bir yapılanmayı da örgütleyecektir o zaman. Modernitenin masaya yatırdığı ilk şeyin insan değil, endüstrinin kendisi olduğu söylemiyle en son Güney Amerika ziyaretimde yüzleştim. Ve bu yüzleşme hep insan odaklı davranan tavrı ile bildiğimiz batı Avrupa coğrafyası yerine, Buenos Aires’te gerçekleşti benim için. Ben Fundamentals’ı "öz" olarak çevireceğim. Benim için bu tartışmaların özünde hala insan var. Mimar, mimarlık, yer, coğrafya, ihtiyaçlar üzerinden korkarım Koolhaas fark etti ki artık tasarlanması gereken şey; ihtiyaç. İhtiyaç tasarlamak? Beni bu tartışmaların en çok korkutan tarafı da bu.

Gelişmeyi bir motivasyon olarak masaya davet eden endüstri ile nasıl baş edeceğiz? Bu da şu sıralar peşinde olduğum bir soru. Türkiye coğrafyasında gelişimin temel paydaşı olan yapı endüstrisi ve işbirlikçisi olan mimarlık. Gelişmek, geliştirici olmak gibi bir motivasyon var. Yine Güney Amerika’da deneyimlediğim şey şu oldu ki: Gelişmek de ne ayol? Yaşamak, yaşamanın kendisinden daha değerli bir şey yok. Mimar olmak rolleri yerine, insan olmak yeterli sanırım. Ayça İnce: Gelişmek derken kalkınmayı mı kastediyorsun? Sait Ali Köknar: Toplumu olduğu gibi kabul etmek değil de başka bir ideale doğru yönlendirmeye çalışmak. Mert Eyiler: Evet, bir idea var, ona doğru çekiştirmeyi kast ediyorum aslında. Bulunduğu durumu anlamak yerine, tam tersi bulunduğu durumu görmeyip onu ileri götürmeye çalışmak, ileri diye bir varsayımda bulunmak... Gökhan Karakuş: Ama o ileri hedefini kim koyuyor ve neye göre konumlandırıyor? Çünkü 1700’lerde modern hayatın kurulması, demokrasiye yönelik bir sosyal proje olarak başladı. Tabi ki o, zamanla kendisini kapitalist endüstri mekanizmasının içinde buldu ki ben burada Zygmunt Bauman’ın akışkan modernite (liquid modernity) kavramına değinmek isterim. Modernitenin bu hali duruma göre değişir, altı boştur. Şu anda ben de Rem Koolhaas’ı bir akışkan modernist olarak görüyorum. Modernizmi sorguluyor ama onun arkasındaki sosyal yapılanmaları vs tamamen es geçiyor. Olmayan bir arayış içinde mimarlığı, arkitektonik formları konuşmak güzel, ben de seviyorum ama şu anda bir kriz var. Kriz konusunda mimarların cevabı bana göre çok dar ve aslen Batı geleneklerinde son 200 yıl yaptığı hamlelerin benzeri, yani bu filmi gördük. Bu filmi yeniden görmenin ne faydası olur? Sait Ali Köknar: Esaslar ile belki "mimar kim için çalışır?", "mimar bir meslek insanı olarak ne zaman oluşmuştur?", "ne zaman toplumsal örgütlenmede ayrışıp mimar kimliğiyle dolaşmaya başlamıştır?" gibi soruların gündeme gelmesi amaçlanmıştır. Tarihe baktığınız zaman iki dünya savaşı arasının çok bariz bir eşik olduğunu görürsünüz. O zamana dek mimarlar erkin yani ya sermaye ya da hukuki güç biriktirmiş olanın yanında konumlanır. Bir anıt yapar, mesela konut yapmaz. Mimarın iki dünya savaşı arasında bütün entelektüeller arasında en heyecan verici pozisyona gelmesi, bayrak taşıyan konumuna gelmesi sosyal vakalarla yakın ilişkileriyle alakalı. Artık toplumun hizmetinde bir mimar olarak ortaya çıkıyor o dönemde. Ama dikkatli

“Koolhaas'tan ve neslinden hata yaptıklarını kabul etmelerini bekleyemeyiz ama vardığımız noktanın bizi bir yere götüremeyeceğini fark ettikleri aşikar.”gökhan karakuş

23 XXI - HAZİRAN 2014

“Artık halka baktığında ihtiyaç sahibi değil ki, arzu sahibi. O noktada mimarın konumu da 'tastemaker', 'trendsetter' oluyor.”ayça ince

ESASLAR

Koolhaas 70’lerinde. Ve bundan sonrası için de bir şeyler bulmak peşindeymiş gibi davranıyor. Yaptığı işler çok çok büyük bir ölçeğe ulaştı, XXL’larda. Bu yapıp etmeleri sırasında, özünü kaybettiğini düşünüyorum. Burada çekiştirdiği endüstrinin ve yarattığı mimar rolünün altında bir sürü şey yerle bir oldu. Birincisi şehir insanı yaratılmaya başlandı ki o insan Fordist bandın başındaydı, şimdi o insan kıra davet ediliyor. Üreten, sorgulayan, dönüştüren sınıf yerle bir edildi. Endüstri, düşünmese de olur dediği insan modelini yarattı. Yani kırdan aldığı insanı, Ege’deki tütün işçisini sadece madene çekiç sallamak üzere hiçbir şey sorgulamadan indiren sistemden söz ediyoruz. Bu bağlamda işte sınıf politikası açmazları ile karşı karşıyayız. Şu sıra kimlikler üzerinden politika üretmenin hiç zamanı değil sanırım. Özellikle Soma’da karşılaştığım şey tam da buydu; artık bir işçi sınıfından bahsedebilecek miyiz? Bilmiyorum. En son deneyimlediğim 1 Mayıs yürüyüşünde de zaten sosyal kurguyu çekiştiren pozisyonlar sendikalar, dayanışmalar yerine sadece forumlardı. Dolayısıyla Koolhaas’ın bu bienalde yine iyimser bir bakış ile toplumsal dertleri yeniden çağıracağını da düşünmek istiyorum.


HAZİRAN 2014 - XXI 24

ESASLAR

bakarsak yine de yapılanlar Josephine Baker’ın Evi gibi, çok da orta sınıfın bizzat mimar tutarak hayata geçirdiği işler değil. Sonra 100 yıl sonraya 2010’lara geldiğimizde yine ayrı konumda buluyoruz kendimizi. Mimar bugün yine asimetrik olarak güç ya da para biriktirmiş kişiler tarafından istihdam edilen, onların beklentisi doğrultusunda hareket eden bir kişi. Yıldız mimar da doğal olarak büyük projeleri meşrulaştıran, albenisini artıran kişi. Bunu Hollywood’la karşılaştırabiliriz; bir film iyi de olsa, kötü de olsa iyi bir yıldız oynarsa yeterince ses yapar. Risk almadan işi ilerletmek ve bundan kesin geri dönüş sağlamak piyasanın geleneklerinde var, bu mekanizmanın ihtiyaç duyduğu da bir yıldız mimar. Mesela öte yandan Alejandro Aravena’nın Elemantal konut projesinin ardından birdenbire yıldız mimar gibi parlayıvermesi inanılır gibi değil. Dünya Bankası’ndaki tecrübelerinden yola çıkıp da inşaat için gerekli paranın tamamını bulamadıkları o koşullarda konutların yarısını inşa ederek mimar pozisyonunu yeniden tarif etti. Müşterisi olmayan, mimarın kendi müşterisini tasarladığı yeni zekice durumlar ortaya çıkmaya başladı. Rem Koolhaas sürekli bütün panellerinde mimarı meslek adamı olarak yeniden tarif edeceğiz diye konuyu gündeme getirir. Ama OMA’nın dışında gerçekleşiyor bunlar artık. Hatta bazen mimarsız durumlar daha manalı olmaya başlıyor. Bir foruma gittiğin zaman mimar olarak orada olmak forumun gelişimini engelleyebiliyor. Elemental konutları gibi bir sürü başka örnek de var ama bu örnek açık bir şekilde sözünü ettiğim durumu görselleştiriyor. Aravena proje sürecinde o yarı parayla banyoları inşa ederken anket yaparak insanlara soruyor: Şofben mi istersiniz, küvet mi? Kendisi mimar olarak şofben isteyeceklerini düşünüyor ama konutlarda oturacak olanlar küvet istiyorlar, çünkü küvetin yeri olursa sonradan şofbeni kendileri de takabileceklerini düşünüyorlar. Mert Eyiler: Mimarın aldığı rol, 20.yüzyıl başında ya da 1950’lerde yerel yönetimle erk arasında gidip geldi. Son dönemde yerel yönetim kendisini iyice geriye çekti. Aslında yerel yönetimin aldığı pozisyon burada o "yaratı" ya da üretim alanında bir tür hakemlik yapmaktı. Özelleştirmeyle birlikte tam tersi tetikleyici olmaya başladı. TOKİ’yle beraber de tetikleyici olmanın ötesinde girişimci oldu. Mimarın masada tek başına ihtiyaç sahibiyle karşı karşıya kalma hali artık gündemden eksilmeye başladı. Ayça İnce: Zaten artık halka baktığında ihtiyaç sahibi değil ki, arzu sahibi. Dolayısıyla Sait Ali’nin dediği gibi o şofbeni istemiyor, o bir ihtiyaç. Ve mimarlar önceleri ihtiyaç üzerinden program geliştirirken şimdi kullanıcıların arzusu bir küvet olduğuna göre,

mimar da kendini yeniden konumlamak zorunda. Arzunun üzerine gittiği noktada da mimarın konumu "tastemaker", "trendsetter" oluyor, tüketici deneyimine dönüyor konu. Performans önemini yitiriyor, program değişiyor. Yüzyıl öncesinin bütün temel esas ya da arkitektonik kavramlarının hepsi modifiye oldu. Markamekanlar kitabında Anna Klingmann’in yaptığı liste uzun; artık ürün markaya, ihtiyaç arzuya, performans deneyime, plan koreografiye, program ambiyans yaratmaya, etki yaratmak temas etmeye, işlev biçime, meta kataliste, fiziksel insaniye, obje nesneye dönüşmüş durumda. Bunu yaratan aslında tabi ki toplumsal değişim. Mert, özün kendisi için insan olduğunu belirtiyor ama 1. Dünya Savaşı sonrasında öz insanlara konutlarla geliyor. Mimar barınma ihtiyacından ötürü bireyi ya da iki kişilik bir aileyi düşünmek durumunda oluyor, öze en çok yaklaştığı nokta o. Ama zamanla yine o öz yaşanılabilir makinelerden, sadeleşmekten, şeffaflaşmaktan uzaklaşıp yeni kodlar yaratarak başka bir şeye dönüşüyor. Çünkü ekonomik olarak kalkınınca güç de devletten piyasaya geçtiği anda evrim, Mert’in öz olarak altını çizmek istediği şeyden kurtuluyor. Ama tabi piyasa ve devlet sadece mimariyi değil, toplumu da değiştirdiği için toplumun talepleri değişiyor. Biraz daha kalkındıkça mimar, kendi konumunu korumak, belki de mimarlık yapabilmek için belli bir mesafe yaratma çabası içine giriyor. Belli prensipler ortaya koyuyor, nasıl yaşanılacağını tariflemeye girişiyor. Hatta şu an Koolhaas’ın yapmaya çalıştığı gibi kıyaslama ortamı yaratarak birtakım yeni kurallar ve kanunlar ortaya koymaya, meşrulaştırma zemini oluşturmaya çalışıyor. Serginin kurgusuna ve verdiği proje tanımına bakarak aslında modern mimarlığı rasyonelleştirme çabasının arandığını düşünüyorum. 70 yaşına gelmiş bir adam olarak bundan sonra yapacaklarını rasyonelleştirmek için tüm Venedik Mimarlık Bienali malzemesini kullanacak, mobilize edecek. Gelen onca malzemeyi seçici algıyla istediği anlatıyı yaratacaktır. Bunun aksi olamaz ki. Hülya Ertaş: Bunun yeni bir tarih yazımı mı olacağını öngörmeliyiz? Ayça İnce: Bir tarih yazımı eleştirisi yapmak lazım. Tam detaylarını bilmiyor olsam da bu durum Türkiye Pavyonu için de geçerli olabilir. Kendi hikayesini anlatırken Koolhaas’ın seçtiği nüvelerden görüyoruz. Her pavyon bir anlatı ortaya koyuyor, o noktada neyi nasıl anlatmak istediği, ortaya koyduğu mesafe, sanatçıların duruşu ve temsil büyük önem kazanıyor. Hülya Ertaş: Şimdiye kadar biraz Venedik Mimarlık Bienali’nin nasıl olacağı üzerinden öngörülerimizi paylaştık. Biraz daha Türkiye bağlamına geçmek istiyorum. Koolhaas "Ulusal kimlik görünen o ki moderniteye kurban edilmiştir" diyor. Bu cümle Türkiye üzerinden geçerli mi, bize de uyuyor mu?


Ayça İnce: Bizim kendimize has bir modernleşmemiz var, Nilüfer Göle bunu batı-dışı modernleşme olarak tanımlıyor, ama kendimize has bir modern mimarlığımız var mı? Asıl bunu sormak isterim.

Geçenlerde Baysal-Birsel anma toplantısında İlhan Tekeli çok güzel bir soru sordu; 1920 ile 1960 arasında Türkiye’de ulus mimarlığının görüntüsü dört kez gidip gelmiş. Önce Birinci Milli Akımı çıkıyor, sonrasında Seyfi Arkan’ların da içinde bulunduğu modernizm devreye giriyor, ardından İkinci Milli geliyor, sonra da Türk rasyonalizmi gündeme geliyor. Sadece 40 yılda nasıl oluyor da 10ar yıl arayla bu eğilimler art arda diziliyor? Tekeli, bunu bugüne kadar siyaseten, iktidardaki kişinin görüşüne göre şekillenen bir durum olarak hep dışsal sebeplerle açıkladığımızı belirtti. Ancak bunun içsel bir sebebi olması gerektiğini ve eğer bu içsel sebebi bulup cevaplayabilirsek o zaman çok daha ilginç bir cevabın ortaya çıkacağını söyledi. İçselden kastı mimarlığın, yapı yapmanın kendi dinamiklerinden kaynaklanan bir cevap arayışı. Ardından da çekinerek beğenmeyerek kendi yanıtını verdi: "Sadeleşmiş bir ulus mimarisi düşünülüyor, teorize ediliyor, inşa ediliyor. 10-12 yıllık bir sürede bunlar yapılıyor, insanlar içine giriyor, ardından da acaba çok mu kimliksiz oldu, diye bir tereddüt oluşuyor. Ve teori dönüşüyor, milli tarafa sarkaç sallıyor. Acaba bunu daha kimlikli nasıl yaparız deniyor, geçmiş formlara bakılıyor vs. Onun da üzerinden bir onyıl geçince bu kez fazla mı geçmişe dönük olduğuna dair bir endişe oluşunca yine modern formlara yöneliniyor." Aslen Türkiye kendine has modern yapı örnekleri üretmiştir ama bunların sayıları azdır. Bu da tartışma kültürünün giderek azalması, tektipleşmenin hakim olmasıyla alakalı. 1870'deki siyasal tartışmaların rengi 1940'ta yok, bugün dahi yok. O zamanlarda Osmanlı'nın geleceği için binlerce teori üretilmiş. İşte bunlardan biri Türkiye Cumhuriyeti olarak oluştu. Şimdi bu kadar çok alternatif üreten kültürel ortam yok. Yine de koşullarımıza oranla kötü bir konumda değiliz herhalde. 1992'de dört tane mimarlık dergisi vardı, 1990'ların sonunda sekiz tane oldu, 2000'lerde 15’ten fazla oldu. Demek ki tartışmalar birkaç dergiye sığmıyor. Zemin çok da boş değil; fakat hacmine oranla çok az. O yüzden Venedik'te pavyon açıp orada olmak önemli olacak, Türkiye için en büyük faydası bu tartışmaların açılması olacak bence.

“Bu coğrafyada mimarlık okumaları hep Türkiye Cumhuriyeti ideası içine üretildi. Türk Evi ne demek? Temele yani barınma ihtiyacına bakılmadı da inşa edilmişe, kimliğe bakıldı.”mert eyiler

“Yıldız mimar doğal olarak büyük projeleri meşrulaştıran, albenisini artıran kişi. Hollywood filmlerinde iyi bir yıldız oynarsa o film yeterince ses yapar.”sait ali köknar

25 XXI - HAZİRAN 2014

Sait Ali Köknar: Modernizm, modernite, modernleşme kavramlarıyla yıllardır boğuşuyorum, çok birbirine geçişen şeyler, sorunlular o anlamda. Basitleştirelim. Bu kavramlarla adlandırılmış cümlenin dışına çıkalım. Yaşanmakta olan, sürmekte olan bir hayat var. Sonra çelik, beton, düz cam, vitrifiyeler çıkıyor; başka türlü iletişim kanalları, sektörler, para kazanma biçimleri açılıyor. Hiçbir şey yapmadan para kazanabilir hale gelebiliyorsun. Eski şeyler devam ediyor, yeniler geliyor. Evrensel soru, bu yenilerin eskiyle nasıl ilişkilendirileceği sorusu. Taş üstüne taş koymanın maliyeti artıyor, betonarmeden yapınca daha ucuza mal ediyorsun. O zaman taşla yaptığın formun aynısını betonarmeyle tekrar mı etmelisin, yoksa betonarmenin getirdiği imkanları araştırarak ona ait formlarla mı bu yeniliği, var olan şeye eklemlemeli misin ya da bambaşka bir şey mi yapmalısın? Bu tartışmanın her noktasında farklı pozisyon alan mimarlar, kültür insanları, yazarlar var. Sadece mimarlıkta değil, edebiyatta da, resimde de böyle. Eskiyle ne kadar zıtlaşacaksın, onun ne kadar içine gireceksin, ondan ne kadar kaynaklanacaksın? Pergelin sivri ucunu sürmekte olana mı saplayacaksın, yoksa olasılıklara, potansiyellere mi saplayacaksın?

ESASLAR

Gökhan Karakuş: Denemeler oldu tabi. Türkiye’nin mimarlık tarihine baktığımız vakit 1800’lerden başlayıp neo-klasisizmine, Beaux Arts’a öykünen, daha sonra ulusala bakan, bir dönem de Orta Avrupa’dan birtakım mimarlar getirtip onların burayı okumalarına yol açan çok uzun bir tarihimiz var, neredeyse 200 yıl kadar. Batı ve batınının temsil ettiği modernist mimarlık anlayışıyla denemeler yapıldı. Bu denemelerin en iyi noktasına geldiği 1950 ve 1960lar neslinde Turgut Cansever, Sedad Hakkı Eldem, Cengiz Bektaş gibi isimleri sayabiliriz. Bu işler kendi bağlamına oturmaya başlarken modernizmle deneyimimiz göçlerle, şehirlerin büyümesiyle beraber yok oldu. 2000’lerde gelen inşaat patlamasıyla da iyice yara aldı. Netice olarak bizim modernizmle olan maceramızda şu anda geldiğimiz noktada ben topluma bakarım. Şehirde ve ülkedeki iyi bina sayısına baktığın vakit çok iyi bir noktada olduğumuzu söylemek güç. Mimarlık anlamında Batı ve modernizmle olan geçmişimiz biraz uzun olmasına rağmen 20-30 mimar dışında iyi bir noktada değiliz. Biz hala batının modernizmini işlemeye çalışıyoruz. Koolhaas’ın bu konuya yaklaşımındaki hata, batının modernizmini üstlenmekten ziyade, kendi modernizmimizi nasıl yaratabileceğimizi bulmaya odaklanmıyor olması.


Gökhan Karakuş: Size kendi deneyimlediğim bir örnek vereyim. Tokat’ta Niksar’da büyüdüm, arada sırada gidiyorum ve şehrin zaman içindeki değişimi benim için iyi bir laboratuvar. 30 bin nüfuslu bir kasaba, çok ufak değil ama kapitalizmin de pek uğramadığı bir yer. Son zamanlarda kasabanın değerlerini, Selçuklu'dan kalma eski mimarlığı, ekolojiyi çok iyi kullanmaya çalışıyorlar. Safranbolu tarzı kerpiç evleri pazarlamaya başladılar, turist çağıran bir yer haline gelmek istiyorlar. Evlerin bir kısmını da bunun için onardılar ama asıl ilginç olan eskiden betonarme yapılan iki-üç katlı binaları beyaza boyayıp köşelerine de kahverengi boyayla çizikler atıyorlar. Bence Türkiye'nin şu anki modernist durumu budur.

“Modernizmle olan maceramızda şu anda geldiğimiz noktada ben topluma bakarım. Şehirde ve ülkedeki iyi bina sayısına baktığın vakit çok iyi bir noktada olduğumuzu söylemek güç.”gökhan karakuş

Ayça İnce: İşte ona kısmı-vernaküler deniyor ya da sözde-vernaküler. Toplumla entegre olmamakla ilgili bir durum var. AKM de yüksek kültüre yönelik ve bir toplum ideali çerçevesinde tasarlanıyor. Toplumun o dönem tüketeceği kültür sanat ihtiyacı düşünülüyor. Binanın içine girince de insanlar bunun eğitimini alıyorlar, öğreniyorlar, o binada nasıl davranacağını bilen bir kitle oluşuyor. Son çalışmamda İstanbul'daki belediye kültür merkezlerine baktım. Yerel yönetimler tarafından inşa ettirilmiş 80 tane kültür merkezi var. Hepsi neredeyse aynı. Çok işlevli bir salon ve yanında iki-üç küçük oda bulunuyor. Bu odalarda seminerler, söyleşiler, kurslar verilebiliyor. Ortaya bir sergi alanı çıkarsa ve belediye kullanmak isterse sergi yapılıyor. Ama halk için yapılan binayı bu şekilde tasarlamak halkın onu beklendiği gibi kullandığı anlamına gelmiyor. Yani çatışmalar oluyor ve sürprizler, uyarlamalar, yeni yorumlar çıkıyor. Bir anlamda AKM döneminin yetiştirdiği bir nesil varsayımının çalışmadığını o kültür merkezi kullanımında görüyorsun. Pendik Belediyesi'nin program broşürünün arka yüzünde "On dakika önce girilir, aralarda çıkılır, sessiz olunur" vs yazıyor. Ya da konser, belediye başkanı ve protokol gelmeden başlamıyor. Kendi koyduğu kuralı da esnetip değiştiriyor. Bireyselliğin, arzunun öne çıktığı bir ortamda talepler de keyfiyet de ağır basıyor. Mimarın da yapabileceği tek şey geri dönerek gimmicky yapmak, yani yaptığını pazarlayabilmek adına çeşitli espriler yaratmak. Neo-Osmanlı tasarımlar, Venedik Sitesi ya da Bosphorus City de bunların örnekleri. Dolayısıyla buradaki temel soru, kendi yerelimizin ne olduğu konusu. Bu hız ve erozyon nedeniyle gerçek yereli yitirdiğimiz bir nokta var. Belki Tokat için henüz öyle değildir ama İstanbul o noktaya vardı. Bu Türkiye'ye has bir durum değil. Dünyada da, Koolhaas’ın örneğinden gördüğümüz gibi Hollanda'da da eğilim bu yönde. Mimarlığı entelektüel hizmet olarak düşünürsek mimarın nasıl bir duruş takınacağı sorusu tekrar gündeme geliyor. O noktada "esaslar" denilen özde nedense insanın adı değil de mimari öğeler anılıyor.

HAZİRAN 2014 - XXI 26

ESASLAR

Mert Eyiler: Ulusal kimlik moderniteye kurban edilmiş midir? Bu kıymetli bir soru. Kimlik bence bu coğrafyanın önemli dertlerinden biri. Kimliği özellikle 1923'de kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ideası ile bu coğrafyanın sınırları içinde tariflemek çok zor. Hangi kimlik? Kimin kimliği? Yaşanmışlıklar, yan yanalıklar o kadar çok ki buralarda. Bu coğrafyada nedense her daim yön veren bir tür "merkez" olagelmiş ve tüm bu sosyal yapılanmaya hep bu "merkez" yön vermiş; piyano çalın, opera izleyin demiş ve mekanlarını da ayağa kaldırmış. Koolhaas da kendini merkeze koyarak çeperlerini tariflemeye çalışıyor sanırım. Mimarlık bu coğrafyada hep inşai faaliyetler üzerinden değerlendirildi ya. Sedad Hakkı örneğini ben eksik buluyorum çünkü İkinci Dünya Savaşı sonrası mimarın pozisyonu, sermaye ile işbirliği sosyeteyle kurduğu bağ üzerinden gelişti. Sedad Hakkı da bu durumda rol alanlardan birisi. Türkiye coğrafyasının mimarlığı gelir düzeyi yüksek bir grup için tasarlanmış, inşa edilmiş, o grup tarafından kullanılan "konutlar" üzerinden var edilebilir mi? Bilmiyorum. Rüknettin Güney'in Kadıköy Halk Eğitim Merkezi üzerinden yapı, program, eylemlilik, kamusallık başlıkları ile bir mimarlık okuması yapmayı çok da değerli bulurum mesela. Üzerinde tabelası olmayan, yaşanmakta olan bir tür "ev". Locadan elinizde kadehiniz ile çıkabileceğiniz, Fenerbahçe’ye bakan balkonu var ki enfes.

“Ne olmadığını unutmaman için bellek devreye giriyor. Kim olduğunu düşünmek temas alanlarıyla mümkün.”ayça ince

Batı Avrupa coğrafyasının modernite kavrayışı bize nedense hep ürün odaklı aktarıldı. Ve ele alışlar genellikle ürün üzerinden yapıldı, şapkadır başa giyilir gibi. Kimlik de bizde hep inşa edilmiş şeyler üzerinden sorgulandı. Ayasofya’yı da, tarihin kendisini de dönüştürecek önemde Yenikapı’da çıkan buluntuları da yüksek önemde konuşabilmeliyiz. Bu coğrafyanın geçmişi ile geleceği arasında bağ kurmamız çok kolay değil. Bu çokluk için hem mimar kimliğinizi, hem mimarlığınızı hem de insan olma hallerinizi de ekleyerek olabildiğince görünür kılmalıyız. Nedense "mimar rolü" sadece bir tür iş, sadece bir tür meslekmiş gibi algılanıyor ya. O zaman da AbbasağaParkı’nda düzenlediğimiz ve parkla kurduğunuz ilişkiler ağı içinde hayal


ettiğimiz oyun atölyesi, inşa edilmediği için mimarlık olarak okunmuyor. Ya da mahallede forum ile merdivenler için kullandığımız renkler, fırçalar havaya uçuyor. Bu coğrafyada mimarlık okumaları hep Türkiye Cumhuriyeti ideası içine üretildi. Türk Evi ne demek? Sedad Hakkı ile bu tarifi yüzünden hala barışamadım. Temele yani barınma ihtiyacına bakılmadı da inşa edilmişe, kimliğe bakıldı. Gecekondular, modern mimarlık söylemi içinden ötekileştirildi, onların oluşundaki örgütlülük yok sayıldı. Mimarlığın nasıl yapılacağı söylemine yoğunlaşıldı ama oluşuna hiç değinilmedi. Evet, aslında inşa edilenin kimliğini değil de coğrafyasını konuşabilsek... Hülya Ertaş: Hafıza son yıllarda çok gündemde olan bir kavram. Koolhaas da kültürel hafızadan söz ediyor. Zamansız ve yersiz olduğumuz bugün gerçekten ne işimize yarar ki hafıza?

Çanakkale Şehitler Anıtı'nın olduğu yere öğrencilerle pazar günü gittik. Çok kalabalıktı. Asker ya da hemşire kıyafeti giyip fotoğraf çektirebiliyorsunuz. Turlar var. 60'dan fazla otobüs insan taşıyor. Rehberler hikaye anlatıyor. Ailecek gelenler var. Öyle bir kalabalık içinde ziyaret ediyorsun ki hissedebileceklerin azalıyor. Savaştakilerin hatıratını okumakla pazar günü ziyaret deneyimi arasında ben hiçbir ilişki kuramıyorum ama oradaki insanlar için o deneyim sahici. Onlara alması gerekenin bu olduğu söyleniyor, kurgulanmış, bükülerek sunulan bir deneyim veriliyor. Ayça İnce: Miniatürk ve Çanakkale’ye giden insanın köksüz olduğunu ve dolayısıyla bireyselleşmeyi tamamladığını düşünmüyorum. Mimariyi yeteri kadar eleştirmeme tartışmama konusu toplum olarak yeterince köksüzleşmediğimize de bağlanabilir. O yüzden bu toplum için ulusal kimlik çok önemli ve üzerinden hikayeler kuruluyor. Bireysellik üzerinden bir arayışla gitmiyor oraya. Kökleri var ve kendi yerelini bulmaya, hatta onaylamaya gidiyor.

Sait Ali Köknar: Ya kavga etmek ya da birlikte yaşamak için sebep bulmaya yarar.

Sait Ali Köknar: Ütopya, distopyasız olmuyor. Gökhan Karakuş: Yıllar evvel Amerika’da Disneyland’ı görmek istedik. En ilginç noktası içindeki oyuncaklar, aletler değil de bilet alırken karşılaştığımız kadındı. Belli ki Güney Asya’dan göç etmiş ve yaptığı işten ötürü o kadar mutluydu ki. O işin onu mutlu etmesi ütopik bir durumdu bence. Disneyland asıl şeyleri gizleyen bir dünya sunuyor. Sait Ali Köknar: Ama o bir insan için sahici. Ayça İnce: Hayatlar gerçek olmadığı müddetçe kötü taklit sırıtmıyor. Mesela İstanbul’da Miniatürk ne işe yarar? Yapıların gerçekleri varken Miniaturk neden var? Bu nasıl bir pazarlama stratejisidir? Tüketim kültürü açısından düşünüldüğünde bile İstanbul’daki mekanların Miniatürk'te olması büyük bir tezat değil mi? Turistin iştahını kabartmak için Nemrut Dağı’nı, Kapadokya’yı koyarsın belki ama iki adım ötesinde ulaşabileceği Ayasofya’nın orada olmasının ne anlamı var? Sait Ali Köknar: Ayasofya ile birebir ilişki kurmak çok sorunlu. Birebir karşında durduğunda sana çok açık metin sunduğu için her türlü yorumlayabilirsin, farklı katmanlar görebilirsin. Sana tarif edilen yolun tersinden yürüyerek başka bir şey görebilirsin. Miniatürk’te ise sana şu sunuluyor: Ayasofya budur, anlaman gereken budur, bu kadar!

Gökhan Karakuş: Neden bunu mimarlar yapmadı? Mimarlık kültürümüz uluslararası anlamda çok faal değil. Uluslararası arena çok önemsenmiyor diye görüyorum. Ben 2010 yılında bireysel olarak Venedik Mimarlık Bienali’nde Türkiye Pavyonu olması için çabaladım. Dışişleri Bakanlığı’na ve Kültür Bakanlığı’na turlara çıktım Mimarlar Odası, farklı akademik çevrelerle farklı mimarlarla görüştüm. Yapı endüstrisine gidip katkıda bulunmalarını önerdim. Yurtdışına pek de malzeme satmadıklarını söyleyip reddettiler. Durum pratik olarak bu noktaya geldi. Son iki yılda tabi ki bir noktaya gelindi ancak oraya da mimarların inisiyatifinde gelmedi. Kültür endüstrisinden birileri çıktı, Venedik Sanat Bienali’nde kalıcı bir mekan olması gündeme gelince bari mimarlık bienali için de kullanılması gündeme geldi. Bu geldiğimiz nokta mimarlıktan değil, kültür yönetiminden ötürü mümkün. Mimarlar şu anda kültür endüstrisinin arkasından bir şeyler yapabiliyor. İlk pavyonun danışma kurulundaydım. Mimarlar olarak ordasın ama belli ki oradaki olayı yöneten başka bir kurum var. Öte yandan da Türkiye’de mimarlar arasında ulusal anlamda tanımlama, birilerine yaptıkları işleri anlatma gibi bir dert yok. Tamamen sipariş üzerinden gidiyor. Bence şu an ümit veren gençler ve kolektif çalışma. Mert Eyiler: Kendi temellerimi sorguladığım, konuştuğum bir dönemdeyim. Sistemle kurduğum ilişkileri sorguluyorum her gün. Mimarlık ekonomik söylemin neferlerinden bir tanesi oldu. Konu görünürlük ise, kendi görünürlüğümüzü şu anda dünyada ekonomiyi yönlendiren Almanya, Fransa, İtalya, Japonya, Kanada, Rusya gibi G8 ülkelerinin söylemi arasında nereye konumlandırabiliriz ki? Görünmesek de olur bence. Küresel sermaye bu ülkeler tarafından yönlendiriliyor. Orta Doğu’nun kapısında duruyoruz. Şu anda yapı endüstrisi bu coğrafyanın temel ekonomik verilerinden bir tanesi ya. Bunun için de kendisine alanlar hazırlıyor. Bu kapının arkasında mimarlar üzerinden işleyen başka bir endüstri var. Siyasi ve ekonomik yapı ile olan bağımızı nasıl örgütleyeceğimiz konusunda yardıma ihtiyacımız olduğu kesin. Bu yüzden sosyal ağlar ile kurduğumuz bağı çok önemsiyorum ben. Gezi direnişi sırasında sistemin ne kadar aciz kılınabileceğini deneyimledim. Bu aczin başka yolları örgütlenebilir mi? Bunun arayışındayım hala, sistemin içinden mücadeleye devam edebiliriz. Sait Ali Köknar: Koolhaas ise Esaslar temasıyla mimarlığın kahraman söylemi içinden konuşuyor. Biraz Yapıcı Hareket’i (Maker Movement) ıskalıyor. Iskalamaması mümkün değil. Çünkü dönüşen dünyayı okuyabilecek araçlara sahip değil. Yine de son yıllarda mimarlık tarihinde en iyi okul OMA’dır. Ne zaman ilginç bir proje görsem hep OMA mezunu çıkarlar. Gökhan Karakuş: Bence mimarlık bunun ötesinde olması gereken bir uğraş. Kahraman modernist mimarlar dünyanın şu anki sorularını karşılayabilecek güçte değiller. OMA ne kadar iyi olsa da sosyal ve kolektif hareket etmeye doğru giden bir eğilim var. Örneğin son zamanlarda herkesin konuştuğu Yapıcı Hareket’te herkes bir şey yapabilir. Üretim anlamında herkes bir şeyler yapabiliyorsa bu büyük bir değişimdir. İnternet bir değişim mesela ve şu an bunu hissedebiliyorsun. Türkiye’deki yansımaları daha geç ve ilginç olabilir. Ulusal pavyon diye bir kavramda, Rem Koolhaas’ın sipariş ettiği şeyler ilginç olabilir ama yine de birilerinin siparişi üzerine yapmaktansa kolektif bir şeyler yapılması daha önemli.

27 XXI - HAZİRAN 2014

Mert Eyiler: İşin mekansallaşması konusunda gösterilen maharet, yaşaması gündeme geldiğinde doğal olarak kayboluyor. Örneğin Brasilia bir ütopya olarak harikadır ama şehri yerel yönetimin tek başına Oscar Niemeyer’ın neredeyse ütopyası olarak inşa etmiş olması sonuç ürünler, mimarlıklar için önemli bulunsa da, gündelik yaşamın oluşumuna yön verdiği için bence fazla müdahalecidir.

Hülya Ertaş: Peki sizce neden bugüne kadar Türkiye olarak Venedik Mimarlık Bienali’nde ulusal pavyonla temsil edilmedik?

ESASLAR

Ayça İnce: "Ben ne isem oyum" diye manifestif bir tutumla konuya yaklaşmaya başladı toplum Artık. Beyaz yakalılar üzerinden düşünürsek Gezi direnişi esnasında bir nevi süpermencilik oynamak durumunda kaldılar. Gündüz gökdelenlerdeki ofislerinde patronuna ses çıkarmayan, gece eyleme katılan ve ertesi gün çürüklerini birbirine gösteren şizofrenik bir ruh haline büründüler. Kimliğin oturması zaman ve çaba gerektiriyor. İnsanların birbirlerine temas noktaları ile "neysem oyum" tavırlarının sorgulanabildiği şey bazen facialar ve vicdan bükülmeleri ile bazen forumlar ve kolektivite ile ortaya çıkıyor. Taze dinlediğim bir panelde, yeni Türkiye’nin orta sınıfının ne olduğunu anlamaya çalışırken ortaya konan görüşlerden biri, bireyselleşmeye kendini gerçekleştirmek anlamında bakabileceğimizdi. Bireyselleşme köksüzleşmek demek, anneyi, babayı, devleti öldürmek, TC kimlik numarandan vazgeçmek, Amerikan ya da Malta pasaportunu parayla almak demek. Her şeyinden köksüzleşerek kendine yeni bir kimlik yaratıyorsun. Parçaları sen birleştiriyorsun. Birey oldun, özgür oldun ve şimdi de köksüz oldun ama artık şeffaflık talebin var. Ne olmadığını unutmaman için bellek devreye giriyor. Bu sebeple bellek arayışı var. Kim olduğunu düşünmek temas alanlarıyla mümkün. Mimar piyasa şartlarında AVM tasarlamak zorunda kalıyorsa AVM’deki temas unsurlarını düşünmesi "esas"tır. Eğer geriye kalan yegane kamusal alan AVM ise bunun hakkını vermelidir. Kaybolan yerelliği kentte bulmak mümkün olmayabilir.


PEYZAJ - KAMUSAL ALAN - CHONGQING HAZİRAN 2014 - XXI 28

fotoğraflar: Terrence Zhang

Metal Dağlardan Park FENGMING DAĞI PARKI, DAĞ ŞEKLİNDEKİ RENKLİ PAVYONLAR VE KIVRIMLI YOLLARLA ZİYARETÇİLERİNİ BAŞTAN SONA MACERALI BİR YOLCULUĞA ÇIKARAN BİR KAMUSAL ALAN. Fengming Dağı Parkı 16.000 m2’lik bir arazi üzerinde, Chongqing şehrinin gelişmekte olan Shapingba Bölgesi’nde konumlanıyor. Arazi güneyde eski konut bölgesine, kuzeyde Huayu Kentsel Projesi’ne, batıda Shangqiao Caddesi‘ne ve doğuda ise alanın en yüksek noktası olan ve ana girişi oluşturan Fengxi Caddesi’ne doğru uzanıyor. 2013 ilkbaharında açılan parkta ziyaretçiler, ikonik dağ biçimindeki pavyonlar, meydanlar, yeşil alanlar ve su öğelerinden oluşan dinamik bir yolculuğun ardından Vanke Golden City satış ofisine varıyorlar.

FENGMING DAĞI PARKI

martha schwartz partners

Proje tanımı, gelecekte alanda konumlanacak olan kentsel projenin tanıtılması için bir gösteri parkı ve kamusal alan tasarlamaktı. Parkın, üst caddeden ve

Fengxi Caddesi’ndeki girişten satış ofisine dikkat çekmesi ve yakın gelecekte hayata geçecek projeyle uyum içinde olması, ona entegre olabilmesi isteniyordu. Topoğrafyanın aşırı nitelikleri, bir yandan üstteki otoparktan en düşük kottaki satış merkezine yaya ve araç hareketini tasarlamayı zorlaştırırken öte yandan da -dağ olarak adlandırdığımız- dinamik bir peyzaj sağlamak adına eşsiz bir fırsat sunuyordu. Amacımız çevreleyen dağlık arazınin sağladığı arka plan ve yerleşim arasında bağ kurmaktı. Sichuan Havzası’ndaki vadi, pirinç tarlalarının yer aldığı terasın deseni, Chang Jiang nehri, gizemli beyaz/gri gökyüzü etkilendiğimiz ve tasarımda kullandığımız öğeler haline geldi. Bu unsurlar dağ pavyonları, zigzag dokular, düzenlenmiş arazi düzlemleri ve gökyüzü renkleri ile zıtlık kuran canlı renklerin kullanımında ilham verici oldu.


PEYZAJ - KAMUSAL ALAN - CHONGQING 29 XXI - HAZİRAN 2014


PEYZAJ - KAMUSAL ALAN - CHONGQING HAZİRAN 2014 - XXI 30

giriş sayfasında İkonik pavyona ve parka genel bakış önceki sayfada üstte: Dans eden renkli pavyonlar sol altta: Akarsuyu temsil eden havuz sağ altta: Havuzun da bulunduğu meydana bakış sağ en altta: Heykellerin desen dili ve gölge etkisi bu sayfada üstte solda: Heykellerin aydınlatması üstte ortada: Heykelin tanımladığı mekan üstte sağda: Heykele yakından bakış altta: Parkın gece görüntüsü

Fengxi Caddesi’nden gelişte, dans eden kırmızı ve turuncu heykeller insanları meydan otoparkına çekmek için girişi belirliyor. Dağ pavyonlarından ilki görsel dağ serilerinin başlangıcını işaretlemek için yamaçtan aşağı doğru alçalarak girişte duruyor. Her pavyon zikzaklı yol boyunca yayaları "dağ"dan aşağı, satış alanına doğru yönlendirecek şekilde stratejik olarak yerleştirildi. Pavyonlar, gündüz ve gece boyunca gölge oluşturuyor ve göz alıcı parlak fener etkisi oluşturmak için yanıyorlar. Zikzak yol aşırı yükselti farklılıklarının herkes için ulaşılabilir olmasına olanak sağlıyor. Yol ayrıca sanki dik bir dağa sarmal yollar üzerinden tırmanıyormuşsunuz gibi jeolojik bir desen diline dönüşüyor. Yol boyunca her bir dönüşte yer alan platformlar, oturmak, manzaradan keyif almak veya soluklanmak için bir yer olarak işlev görüyor. Zikzak yolda tepeye bakan kayalık bir silüet oluşturmak için

derin dokulu, koyu betondan büyük parçalarla yapılan parapetler sıralı. Duvarlarla oluşturulan vadiler ya da yarıklar proje boyunca devam eden akarsulara kaynak görevi görüyor. Suyun varlığı Fengming Dağ Parkı‘nın çok önemli bir parçası ve meydandan satış ofisine dek suyun akışı temsil ediliyor. Bunun için kanallar, havuzlar, soğutmaya yardımcı olan fıskiyeler gibi farklı su efektlerinin çeşitliliğine başvurularak ses ve atmosferin desteğiyle manzara daha da cezbedici hale getiriliyor. Parkın tamamı bir ardışıklık fikri üzerine kurulu, zikzak yoldan, aşağıda varış meydanındaki desenli işaretlerden, meydanlar yoluyla kıvrımlı su özelliklerine ve son durak olarak satış merkezine başarılı bir yolculuk. Fengming Dağı, Chongqing kent peyzajının canlı, eğlenceli ve çok sevilen bir parçası haline geldi.



HAZİRAN 2014 - XXI 32

PEYZAJ - KAMUSAL ALAN - CHONGQING

kesit

konum: Chongqing, Çin işveren: Vanke tasarım ekibi: Martha Schwartz, Nigel Koch, Jasmine Ong, Christabel Lee, Aigars Lauzis, Ignacio Lopez-Buson, Ceylan Belek-Ombregt, Markus Jatsch and Gilles de Wever yardımcı peyzaj mimarı: LaCime alan: 16.000 m2

martha schwartz partners Kent merkezini ve çeperini yeniden canlandırmayı ve aktifleştirmeyi hedefleyen çalışma ekibi yirmi yıldan beri tasarım, uygulama, enstelasyon, bahçe, meydan, park, masterplan gibi alanlarda çalışıyor. Kentin sürdürülebilirliğine önem veren peyzaj mimarları, mimarlar, kentsel tasarımcılar, hortikültüristler, alan uygulama uzmanları, proje yöneticileri ile çalışıyorlar. Dünyanın çeşitli yerlerinde proje gerçekleştiriyorlar. Peyzaj ağırlıklı çalışarak sürdürülebilir, canlandırıcı kentsel mekanlar tasarlıyorlar. Projeleri çeşitli kurumlardan ödül kazanmıştır.

vaziyet planı



YAPI - KONUT - MUĞLA HAZİRAN 2014 - XXI 34

fotoğraflar: Cemal Emden

Yerelde Kaybolan İÇ VE DIŞ MEKAN ARASINDAKI GEÇIRGENLIĞIN KADEMELI BIR ŞEKILDE HISSEDILDIĞI VILLA PROJESI ETKILEYICI BIR DAĞ PEYZAJI IÇINDE YER ALIYOR. Alişan Çırakoğlu

GÜMÜŞ SU VILLALARI

çırakoğlu mimarlık

4000 yıllık tarihi ve kültürel mirasa sahip huzurlu liman bölgesi ile Bodrum Gümüşlük kasabasının tepelerinde yer alan Gümüş Su Villaları'nı tasarlarken doğa ile bütünleşen sakin bir birliktelik yaratmaya yönelik bir yaklaşım geliştirdik. Güncel bir yorumlama ile yerel mimarlık örneklerinin önemli öğelerini yeni bir tasarım dili ile harmanlayarak kompozisyon sürecini oluşturduk. Tek bir ev biriminin katı bir şekilde bir kare içinde tarif edilmesine dayanan temel bir fikrimiz vardı. Bu kararın alan içinde beş kez tekrarlanmasını ve alanın geri kalan kısmının doğaya bırakılmasını düşündük. Yarı açık mekanlar oluşturmak için tek bir birimi oluşturan odaları tekil bloklar olarak ayırdık. Salon, yatak odası, banyo birimleri birbirinden bağımsız bloklar olarak tasarlandı. Bu birimler arasındaki açık alanları gölgeli

arka sokakların sağladığı klimatik etkiyi ve hava dolaşımını taklit edecek şekilde planladık. Evlerin açık avlusunu, yüzme havuzunu ve güneşlenme terasını yapının içe yönelik parçaları olarak ele aldık. Bütün parçalar bir araya getirildiğinde belirgin bir şekilde oluşan dörtgensel biçim bambu gölgelik ile kapatılıyor. Taş duvarlar ve geniş cam yüzeyler kullanarak oldukça basit bir yöntemle evin farklı bölgelerini tarif ettik. Mevcut ağaçların konumları tasarım kararlarının oluştururken önem kazandı. Denizin ve peyzajın sunduğu manzaralar plan kararlarımızı alırken yol gösterdi. En önemli endişelerimizden biri enerji verimliliğini sağlamak için geleneksel yöntemlerin kullanılması oldu. İkinci bir gölge elemanı olan bambu örtünün varlığı böylece iç mekanların serin kalmasını sağlıyor. Yarı açık mekanlardaki dolaşım ise esintinin yaşama alanlarına ilerlemesini sağlıyor. Geleneksel yapılarda kullanılan malzemelere bakarak seçtiğimiz malzemelerin neredeyse tamamının yerel ve doğal özellikleri öne çıkan ürünler olmasına özen gösterdik.


bu sayfada altta: Villalara ve peyzaja genel bakış en altta: Denize ve manzaraya bakış

YAPI - KONUT - MUĞLA

karşı sayfada Villa genel görünüm

35 XXI - HAZİRAN 2014


HAZİRAN 2014 - XXI 36

YAPI - KONUT - MUĞLA

sağda: Teras - manzara ilişkisi sol alta: Villa ve bahçesi sağ altta: Bambu örtü ve hol sol en altta: İç ve dış mekan arası geçiş sağ en altta: İç mekandan manzaraya bakış


görünüş

kesit

37 XXI - HAZİRAN 2014

zemin kat planı

YAPI - KONUT - MUĞLA

bodrum kat planı

diagramlar

alişan çırakoğlu Alişan Çırakoğlu 1975 yılında Çorum'da doğdu. 1996'da ODTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü'nden mezun oldu. 1999'da aynı bölümde yüksek lisansını tamamladı. 1996'dan 1999'a kadar İstanbul ve Ankara'da çeşitli bürolarda çalıştı. 2001 - 2003 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nde yarı zamanla öğretim görevlisi olarak çalıştı. Çalışmalarını 2002 yılında kurduğu ofisi Çırakoğlu Mimarlık’ta sürdürüyor ve Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde yarı zamanlı olarak stüdyo derslerine giriyor. proje konumu: Gümüşlük, Bodrum proje geliştirici: Demirden Tasarım inşa tarihi: 2014 proje alanı: 389 m2 tasarım ekibi: Alişan Çırakoğlu, Ilgın Avcı, Deniz Yazıcı, Aslı İngenç, Diğdem Angın

vaziyet planı


YAPI - OTEL - İSTANBUL HAZİRAN 2014 - XXI 38

fotoğraflar: Cemal Emden

Samimi Yalınlık TASARIMI KREATİF MİMARLIK’A AİT OLAN OTEL, KONUMLANDIĞI CADDEDE BULUNAN YAPILARIN SIRALANIŞINI BOZMADAN SAHİP OLDUĞU YALIN TASARIM ANLAYIŞIYLA KENDİ KİMLİĞİNİ YANSITIYOR.

AVANTGARDE COLLECTION TAKSIM SQUARE OTEL

kreatif mimarlık

Taksim Mete Caddesi üzerinde strüktürü zayıflamış bir yapı yerine önerilen Avantgarde Taksim Square Oteli, Kreatif Mimarlık tarafından kısa süreli konaklama ihtiyacına cevap verecek, kent merkezine yakın 59 odalı butik bir şehir oteli olarak tasarlandı. Projede mimari tasarım ilkesi olarak bulunduğu yerle ilişki kuran, Taksim meydanını tanımlayan konut sırası tipolojisinin izlerinden giden, alçakgönüllü bir kimlik benimsendi. Her zaman oradaymış gibi vakur bir duruş sergileyen, dikey hatlara sahip dar cephede, imar koşullarının sağladığı imkanla odalar konsollarla dışarı taşırıldı ve görüş açıları arttırıldı. 1924 yılında Frank Lloyd Wright ile birlikte kurulan Japon Inax firmasının, kendini temizleme özelliğine sahip, Yeşil Logo sertifikalı malzemeleri ile kaplanan dış cephede, kullanılan abartısız renk, doku ve detaylar sayesinde

yapının Gezi Parkı’na bakan cephesinin Mete Caddesi’nin tipolojisine uyumlu olması sağlandı. Yalınlığın esas alındığı otel iç mekanında 17,5 m2’lik odaların olabildiğince geniş ve konukları bir otelden çok kendi evlerinde hissetmelerini sağlayacak samimiyette tasarlanmasına dikkat edildi. Dar boyutlara sahip ortak alanlar ve koridorlar, aynalar ve yansıtıcı yüzeyler sayesinde genişletilirken gerek odalarda gerekse diğer mekanlarda alışılageldik ahşap kaplamalar yerine ferahlığı sağlayacak şekilde toprak tonlarında açık renkler ve tekstil tabanlı dokular tercih edildi. Odaların daha ferah hissedilmesi için duvarlarda geniş aynalar ve kayar kapılı banyo hacimleri tasarlandı. Oda içindeki bölücü cam seperatörler üzerinde İstanbul hikayelerine ait pasajlara yer verildi. Otelin genelindeki iç mekan ve aydınlatma tasarımı, misafirlerin kendilerini hem rahat hem de ayrıcalıklı hissedeceği şekilde tasarlandı. Sıcak bir atmosfer yaratma amacı ile duvarlarda doğal ceviz kaplama,


karşı sayfada Lobiye genel bakış

arka sayfada solda: Cephe aydınlatması sol altta: Hole bakış sağda: Lobiye bakış sağda ortada: Yemek salonu sağda en altta: Odaya bakış

YAPI - OTEL - İSTANBUL

bu sayfada solda: Dikey hatlara sahip dar cephe altta: Cephe eskizi

39 XXI - HAZİRAN 2014

zeminde ise doğal taş kaplamalar tercih edilirken mekana zenginlik ve derinlik katan monoblok duvar kaplamaları, renkli cam ve organik katmanlı şeffaf paneller gibi yenilikçi malzemelere de yer verildi. Otelin karşılama ve bekleme amacı ile en çok kullanılan ortak mekanı olan lobi ise yerden tavana uzanan doğramasız camları sayesinde sokağın sakin bir uzantısı gibi davranmakta. Benzer şekilde arka tarafta yaratılan çukur bahçeye bakan restoran ve kahvaltı salonu da konuklarına sakin ve huzurlu bir atmosfer sunuyor. Otelin ortak mekanlarında işverenin kendi koleksiyonundan eserlerin yansıra Hasan Pehlevan ve Deniz Tunç’un sanat eserlerine de yer verilerek çağdaş sanatın özgün örneklerinin konuklarla paylaşılması hedeflendi.

proje adı: Avantgarde Taksim Square Otel mimari tasarım: Kreatif Mimarlık tasarım ekibi: Aydan Volkan, Selim Cengiç, Nesrin Asal, Aysun Şentürk, Aysun Düzkan işveren: Gençoğlu Gümüşsuyu Otelcilik proje başlangıç ve bitiş tarihi: 2012-2013 kapalı alan: 3.000 m2


HAZİRAN 2014 - XXI 40

YAPI - OTEL - İSTANBUL


YAPI - OTEL - İSTANBUL

selim cengiç 1971 yılında İstanbul'da doğdu. 1989 yılında Nişantaşı Anadolu Lisesi'ni, 1994'de İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümünü bitirdi. Eğitimi süresince Tabanlıoğlu Mimarlık, Arolat Mimarlık, Tekno İnşaat ve Ertem Ertunga Mimarlık'da çalıştı. 1995 yılından beri çalışmalarını kurucusu olduğu Kreatif Mimarlık'da sürdürmekte.

aydan volkan 1969'da İstanbul'da doğdu. 1992'de İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü'nü bitirdi. 1995 yılına kadar Ertem Ertunga Mimarlık'da çalıştı. 1996 yılından beri Kreatif Mimarlık'da çalışmalarını sürdürmekte olan Volkan aynı zamanda İstanbul Serbest Mimarlar Derneği yönetim kurulu üyesidir.

41 XXI - HAZİRAN 2014

cephe eskizi

-1 bodrum kat planı

kesit

zemin kat planı

tip kat planı


YAPI – KONUT – İZMİR HAZİRAN 2014 - XXI 42

Peyzajla Bütünleşen Konut TOPOĞRAFYA VE BITKI ÖRTÜSÜ ILE ÖRTÜŞEN TASARIM ANLAYIŞININ BENIMSENDIĞI AIALOFT AYAYORGI PROJESI IÇ VE DIŞ MEKANI BIRLEŞTIREN CEPHE TASARIMI ILE DIKKAT ÇEKIYOR. Selina Kazazoğlu

AIALOFT AYAYORGI

unlımıted desıgn

Aialoft Ayayorgi projesi, Çeşme'de Ayayorgi, Hacettepe ve Dalyan koylarına tepeden bakan yüksek kotlu bir arazi üzerinde konumlanıyor. Bulunduğu bölgenin yapısı ile uyumlu altı adet villadan oluşan proje dikkatleri üzerine çeken bir konsepte sahip. Projenin adında barınan "loft" temasından yola çıkarak tasarladığımız villalar, bulunduğu arazinin kayalık yapısını ve sakız, zeytin, ardıç, kekik gibi Ege'yi temsil eden bitki örtüsünün oluşturduğu dokuyu bozmamayı hedefliyor. Arazinin eğimi ve kayaların oluşturduğu kademeleri koruyarak aralarında oluşan doğal bitki örtüsünü peyzaja yansıttık. Buna paralel olarak dış mekanlarda, cephede ve iç mekanlarda çevresiyle örtüşen renk tonlarındaki malzemeleri tercih ettik.

Villaların her biri açık mutfaklı geniş salon, üç adet yatak odası ve üç adet banyo ile 180 metrekarelik bir yaşam alanı sağlıyor. Dış mekanda ise 65 metrekarelik yüzme havuzu, güneşlenme terası ile özel çelik-ahşap pergoleli, deniz manzaralı 70 metrekarelik dinlenme terası ve açık otopark yer alıyor. Kuzey yönündeki yüksek camları ile dikkat çeken projenin güney ve batı cephelerini iklimin gereksinimlerine göre klima ihtiyacını en aza indirgemek amacıyla kapalı olarak tasarladık. Yapıların cephesinde cam haricinde iç mekana kadar uzanan Thermowood ahşap kullanımı ile beton ve ahşap arasında bir denge yakaladık. İç mekanda ise ferah ve geniş bir etki yaratmak için binaları ayakta tutan yapısal elemanların gizlenmesi yerine çelik konstrüksiyonu tasarımın bir parçası haline getirdik. Diğer tarafta yüksek tavanlı galeri sayesinde villanın her noktasında gökyüzüyle denizi birlikte yakalama olanağı yarattık. İç mekan zemininin, terasın ve havuzun aynı kotta birleşimi sayesinde cam ile


karşı sayfada Yapıya genel bakış bu sayfada solda: Şeffaflaşan cephe sol altta: Çelik-ahşap pergole detayı altta: Çelik-ahşap pergole detayı altta ortada: Zemin katta iç-dış ilişkisi ve havuz en altta: Üst kattan manzaraya bakış arka sayfada Zemin-havuz-peyzaj ilişkisi ve manzaraya bakış

YAPI – KONUT – İZMİR 43 XXI - HAZİRAN 2014

şeffaflaşan cephe ve iç mekan kesintisiz olarak buluşuyor. Zeminde boyut olarak alışılmışın dışında ölçüsüyle tek parça gibi algılanan ve zaman içerisinde renk değişimi gibi sorunları ortadan kaldıran Kalesinterflex kullanıldı. Öncelikli olarak yazlık kullanıma uygun işlevsel evler olarak tasarlanan Aialoft Ayayorgi kullanıcıların ihtiyaç duyabilecekleri tüm detaylar göz önünde bulundurularak hiçbir masraf yapmadan yerleşebilecekleri evler olarak donatıldı. Dolap sistemleri, soyunma odaları, ütü, çamaşır ve kurutma makinası üniteleri, mutfak bölümünde ada çalışma bankosu, kiler dolabı, şarap dolabı, terasta barbekü bölümü, tüm eve yerleştirilen gizli iklimlendirme sistemi ve müzik sistemi gibi detayları bu anlayışla iç mekanda konumlandırdık. Tüm villalara temel otomasyon sistemi yerleştirilirken, akıllı ev sisteminin tüm donanımlarını kullanmak isteyen ev sahipleri için gerekli altyapı hazır hale getirildi.


proje yeri: Çeşme, İzmir işveren: Procon Profesyonel Konsept Yapı ve Gayrimenkul Yatırım müteahhit: Procon Profesyonel Konsept Yapı ve Gayrimenkul Yatırım statik projesi: Tevfik Seçer, Teknom Mühendislik mimari proje: Unlimited Design iç mekan projesi: Unlimited Design peyzaj projesi: Unlimited Design proje başlama yılı: 2012 proje bitiş yılı: 2012 inşaat başlangıç yılı: 2012 inşaat bitiş yılı: 2013 arsa alanı: 3.600 m2 toplam inşaat alanı: 1.860 m2

selina kazazoğlu Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı bölümünden 2004 yılında mezun oldu. 2005-2006 yılları arasında İtalya’nın Floransa şehrindeki Florence Design Academy bünyesinde endüstriyel tasarım üzerine yüksek lisans eğitimini tamamladı. Eğitim hayatı sonrasında sektörün öncü firmalarında önemli projelerde iç mimar ve proje yöneticisi olarak görev aldı. 2008 yılından bu yana çalışmalarını kendi firması Unlimited Design adı altında sürdürmekte.

HAZİRAN 2014 - XXI 44

YAPI – KONUT – İZMİR

plan

kesit



YAPI - YÖNETİM BİNASI - İZMİR HAZİRAN 2014 - XXI 46

fotoğraflar: Büşra Yeltekin

Yönetimde Şeffaflık CAM VE AHŞAP MALZEMENIN YOĞUN OLARAK KULLANILDIĞI SAYGILI RULMAN YÖNETIM BINASI PROJESI ILE ŞEFFAF, ERIŞILEBILIR VE FERAH MEKANLAR KURGULANMIŞ.

SAYGILI RULMAN YÖNETIM BINASI

kg mimarlık

İzmir Kemalpaşa mevkiinde Saygılı Rulman firmasına ait tesislerin bulunduğu alanda konumlanan yönetim binası 2.500 m2 bir alanı kapsıyor. Zemin ve asma kattan oluşan binanın taşıyıcı sisteminde çelik kullandık. Katlar arası dolaşım kurgusunu çözmek için asma katı yönetim, zemin katı ise çalışma ve destek birimi olarak tasarladık. Bu sebeple yönetici odası, toplantı salonları ve çok amaçlı salon asma katta, çalışma ofisleri ve destek birimleri ise zemin katta yer alıyor. Mekanların ana karakterinin sıkışıklıktan uzak, ferah, yüksek tavanlı, bol ışıklı olmasına karar verdik. Tüm binayı içten algılamaya müsait çatıya kadar

uzanan mekansal kurgu ve cam toplantı odalarını çevreleyen çakıl bahçesi ile desteklenen giriş, binanın firmayı yansıtan prestijini vurgulamakta. Yemekhane, mutfak, dinlenme odası gibi çalışanlara yönelik iş haricinde kullanılan mekanlar zemin katta yer alıyor. İki ayrı merdiven ve firmanın engellilere yönelik erişimi artırma talebi doğrultusunda şeffaf olarak tasarlanmış asansör zemin ile asma katı birbirine bağlıyor. Birbirine paralel iki koldan oluşan ve bir köprüyle bağlanan asma katın ahşap kaplı yüzeylerini tasarlarken bir geminin binaya asılı olduğu izlenimini vermek istedik. Gerek planda gerekse üçüncü boyutta kullandığımız boşluk-doluluk oranları ile geniş ferah bir mekan deneyimi sunarken bol gün ışığı kullanımına ve konforlu bir iç ortam tasarımına yoğunlaştık.


karşı sayfada Girişten ofise genel bakış

YAPI - YÖNETİM BİNASI - İZMİR

bu sayfada solda: Asma kata çıkan merdiven sol latta: Merdiven ve iç mekana bakış altta: Cam toplantı odaları ve çakıl bahçesi

47 XXI - HAZİRAN 2014


HAZİRAN 2014 - XXI 48

YAPI - YÖNETİM BİNASI - İZMİR

sağda: Açık ofis ve asma kat altta: Asma kattan ofise genel bir bakış sağ altta: Çok amaçlı salon en altta: Yemekhaneden bir görünüm


proje konumu: Kemalpaşa, İzmir işveren: Saygılı Rulman (Bilal Saygılı) proje başlama tarihi: Haziran 2013 proje alanı: 2.500 m2 tasarım ekibi: Kurtul Erkmen, Gürhan Bakırküre, Zeynep Selvi, Serhan Günal

YAPI - YÖNETİM BİNASI - İZMİR

zemin kat planı

kesit

49 XXI - HAZİRAN 2014

asma kat planı


Dönüşebilir Mekan TASARIMI MİMARİSTUDİO TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLEN TURKCELL KURUMSAL MÜŞTERİ DENEYİM MERKEZİ SAHİP OLDUĞU İNTERAKTİF ÇÖZÜMLERLE TEKNOLOJİK VE İNOVATİF BİR MEKAN KURGUSU YARATIYOR. Turkcell Kurumsal Müşteri Deneyim Merkezi projesi, Turkcell İletişim Hizmetleri’ nin açtığı tasarım yarışması sonucu kazanarak hayata geçirdiğimiz, Levent Ofis binası içinde yer alan butik bir proje. Mekan, Turkcell kurumsal müşterilerinin firmanın ürün, hizmet ve çözümleri ile ilgili belirli aralıklarla bilgilendirilmelerini amaçlayan bir merkez olarak düşünüldü. Çalışma, dört aylık proje ve uygulama süreci sonunda toplam 350 m2 alanda gerçekleştirildi.

HAZİRAN 2014 - XXI 50

İÇ MEKAN - OFİS - İSTANBUL

fotoğraflar: Gürkan Akay

TURKCELL KURUMSAL MÜŞTERI DENEYIM MERKEZI

mimaristudio

Farklı sektörlerde faaliyet gösteren kurumsal müşterilere firma ürün, servis ve çözümlerinin tanıtımını, deneyimlenmesini sağlamakla birlikte, sektörel toplantılar ve basın toplantıları için de kullanılmak üzere tasarlanmış çok amaçlı bir merkez. Tasarımda, işverenin güncel ihtiyaçları, geçmiş tecrübeleri ve gelecek vizyonuna yönelik yönlendirmeleri, mimari grubun kreatif yaklaşımı ile birleştirilerek, firmanın kurumsal yüzünü yansıtan, teknolojik ve inovatif bir mekan yaratılıyor.

Merkez, karşılama-ağırlama, toplantı ve deneyimleme olarak üç ana bölümden oluşuyor. Misafirleri, mekanın girişinde mimaristudio tarafından tasarlanan bir resepsiyon birimi karşılıyor. Farklı geometrik yapısı ile göze çarpan bu birim, ağırlama alanında yer alan ses ve görüntü sistemlerinin de ana kumanda merkezi konumunda bulunuyor. İlk bölüm olan ağırlama alanı, farklı ihtiyaçlar için üç farklı şekilde de kullanılabiliyor. Mekan, farklı mobilyalar ile yapılan yerleşim değişiklikleri ile ağırlama, seminer ve toplantı gibi esnek kullanım olanakları verebiliyor. Bu amacı, kullanımlar sırasında mekandaki ses alt yapılı videowall teknolojisi de destekliyor. Diğer bir bölüm olan toplantı alanı, özel görüşmelerin yapılabileceği bir oda olarak tasarlandı. Aynı zamanda video konferans teknolojisi de olan mekanın kurgusu tamamen bu mekanın ihtiyaçlarına özel olarak düşünülmüş olup, tüm ürünler mimaristudio tarafından tasarlandı ve uygulandı. Mekandaki tamamı yazı yüzeyi olan cam duvar ve yansıtıcı yüzeyi ile mekana derinlik hissi veren tavan tasarımı detayları dikkat çekiyor.


İÇ MEKAN - OFİS - İSTANBUL 51 XXI - HAZİRAN 2014

karşı sayfada Karşılama bankosu bu sayfada sol üstte: Deneyim alanına geçiş solda ortada: Toplantı düzeni sağ üstte: Ağırlama düzeni sağda ortada: Toplantı odası altta: Deneyimleme alanı


HAZİRAN 2014 - XXI 52

İÇ MEKAN - OFİS - İSTANBUL

altta: Deneyimleme alanı sağda: Seminer düzeni arka sayfada: Ürün teşhir

Merkezin asıl kullanım alanı olan deneyimleme alanına, bir teknoloji tüneli içinden geçiliyor. Canvas uygulaması ile ekranlardan oluşturulan bir teknoloji duvarı, deneyim alanına geçişte ziyaretçilere firma ile ilgili farklı görsel sunumların yapılması imkanını tanıyor. Deneyimleme alanında ise mekanın kendisini geri planda bırakan ancak sergilenen tüm ürün ve hizmetleri ön plana çıkaran bir iç mekan yaklaşımı tercih edilmiş olup bu kurgu, kullanılan renk ve malzeme seçimlerinde göze çarpıyor. Koyu fon önünde açık tonda panolar aracılığı ile ürün ve hizmetlerin teşhir edilmesi amaçlandı. Mekanın genelinde hakim koyu tonlar firmanın kurumsal rengi ile uyum içinde kullanıldı. Bu renk uyumu cephede düzensiz bir dizilimle kullanılan, özel olarak tasarlanan ve imal ettirilen seperatörlerde göze çarpıyor. Mekanın dış dünya ile ilişkisini kopartmamak adına yapılan bu uygulama aynı zamanda mekana dinamizm katıyor. Mekan içindeki kullanım alanlarına ve amaçlarına göre malzeme ve renk seçimleri değişti. Karşılama ve ağırlama alanında daha sıcak ve davetkar malzemeler ile kısmen

yansıtıcı yüzeyler ve renkler tercih edilirken, deneyimleme alanında geri planda kalan bir mekan kurgusu tercih edildi. Hareketli mobilyalar dışında projedeki tüm imalatlar, malzemeleri ve renk seçimleri ile birlikte bir bütün olarak mimaristudio tarafından bu projeye özel olarak tasarlandı, imal ettirildi ve uygulaması yapıldı. Kurumsal renkleri destekleyen koyu tonlar, ağırlıklı olarak parlak lake yüzey uygulamaları ile mekanda kullanılırken, aynı tonlar yansıtıcı cam yüzeylerle desteklendi. Doğal ahşap kaplamanın sıcaklığının da katıldığı merkezin genelinde zemin, tavan ve duvar bir bütünün parçaları olarak düşünüldü. Ağırlama ve toplantı alanlarında tercih edilen doğal ahşap kaplama yüzeyler, ses akustiğini desteklemek amacıyla tasarımı ve uygulaması ile sıra dışı form ve uygulama şekli ile yorumlandı. Mekanın ses ve görüntü sistemi alt yapısı her alan için ayrı olarak düşünüldü ve Mobinotech firması tarafından uygulandı. Özellikle video wall teknoloijisi merkezin farklı noktalarında ses destekli olarak, farklı kullanım amaçlarına uygun olarak kurgulandı.

İç mimari tasarımı tamamlayan tavan formları ve malzemeleri kadar aydınlatma tasarımı da mekanın önemli bir parçası. mimaristudio tarafından konsepti oluşturulan aydınlatma tasarımı, Dark Aydınlatma ve Kroma Mühendislik iş birliği ile gerçekleştirildi. Mekan içindeki bölümlerin ihtiyaçları ve mimari beklentilere göre ideal konfor ve kullanım şartlarında aydınlatma değerleri hesaplandı ve armatür seçimleri yapıldı. Genelinde led teknolojisi ile oluşturulan endirekt aydınlatma yaklaşımı olan merkezin, ağırlama bölümünde daha yumuşak ışık renkleri ile mimari bir aydınlatma çizgisi düşünülürken, deneyimleme alanında ürün odaklı ve genel aydınlık seviyesi yüksek bir yaklaşım görülüyor. Toplantı alanında ise hem toplantı, hem de video konferans için istenen ayrı aydınlık seviyeleri, mekana özel bir aydınlatma kontrolü ile sağlanıyor. Gerek mimari çizgisi, gerekse teknolojik yönü ile merkez, şirketin lider kimliğini ve yenilikçi vizyonunu ön plana çıkarmasının yanında, kullanıcılarına sunduğu alternatif kullanım şekilleri ile de farklılık yaratan bir mekan oldu.



ayça akkaya kul 2000 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümünden mezun olduktan sonra, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Endüstri Ürünleri Tasarımı Ana Bilim Dalı’nda lisansüstü eğitimini tamamladı.

seminer düzeni planı

proje adı: Turkcell Kurumsal Müşteri Deneyim Merkezi proje yeri: Levent Ofis - İstanbul proje tasarım: mimaristudio işveren: Turkcell İletişim Hizmetleri A.Ş. tasarımcılar: Ayça Akkaya Kul & Önder Kul yardımcı mimar: Kürşad Hazer aydınlatma tasarımı: mimaristudio, Dark Aydınlatma, Kroma Mühendislik elektrik proje: Frekans Elektrik mekanik proje: HMT İnşaat proje iç mekan alanı: 350 m2 proje yılı: 2013 yapım yılı: 2013

HAZİRAN 2014 - XXI 54

İÇ MEKAN - OFİS - İSTANBUL

önder kul 1997 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümünden mezun olduktan sonra, aynı üniversitenin Fen Bilimleri Enstitüsü, Mimarlık Ana Bilim Dalı, Yapı Bölümü’nde lisansüstü eğitimini tamamladı.

kesitler



SERGİ TASARIMI – İSTANBUL HAZİRAN 2014 - XXI 56

fotoğraflar: Cem Kozar

Defterin Dünyası 30 NISAN - 10 TEMMUZ 2014 TARIHLERI ARASINDA GÖRÜLEBILEN NAZLI'NIN DEFTERI SERGISI OSMAN HAMDI’NIN KIZI NAZLI’NIN ZIYARETÇI DEFTERINDEN BESLENEN IÇERIĞI, MEKANI DÖNÜŞTÜRME GÜCÜ VE ETKILEŞIM TASARIMI ILE ILGI ÇEKICI BIR KURGU SUNUYOR.

NAZLI’NIN DEFTERI

pattu

Güzin Öztok: Osman Hamdi'nin kızı Nazlı'yı onunla tanışmış kişilerin yazdıkları notlardan öğreniyoruz. Tabi bir de sizin kurguladığınız bir mekanın içinden bakıyoruz. Nazlı'yı, defteri ve o dönemi nasıl yorumladınız? Cem Kozar: Sergi, o dönemdeki birçok Batılı burjuva ailesinin evinde bulunabilecek türden bir ziyaretçi defteri üzerine. Ancak defterin sahibi meşhur ressam ve arkeolog Osman Hamdi Bey’in küçük kızı olunca ziyaretçiler de oldukça renkli kişiler oluyor. Gertrude Bell gibi arkeolog ajanlar, prensler, bugün artık çağdaş arkeolojinin kurucuları arasında kabul edilen birçok arkeolog, Ahmed İhsan, Şair Nigar gibi önemli yazar ve şairler, ressamlar, politikacılar... Toplamda otuzun üzerinde isim imzalamış defteri. Sergi tasarımı yaparken henüz mekânsal tasarıma başlamadan, sadece içeriği

anlamak üzerine oldukça yoğun bir araştırma yaparak başlıyoruz. Öyle ki sonunda 100’ün üzerinde objeyi teker teker ezberliyoruz. Bu, tasarıma ayırdığımız süreden çok daha uzun zaman alıyor ama tüm malzemeye hakim olduktan sonra ona uygun bir tasarımı ortaya çıkarmak kolaylaşıyor. Renkler, malzemeler, mekanda nasıl bir hikaye anlatmak istediğimiz hep bu malzemeden çıkıyor. Sergi tasarımının kendi iç kurgusu kadar, hatta belki daha önemli olan tarafı tüm bu malzemelerin ziyaretçiye nasıl sunulacağı. Ziyaretçi konuya hiçbir zaman küratörler ya da araştırmacılar kadar hakim olamayacağı için malzemenin onun ilgisini de çekecek, meraklandıracak mekansal bir kurgu içinde verilmesi gerekiyor. Burada da dışardan bir göz olmamızın faydası oluyor. Malzemeyi ilk gördüğümüzde biz de birer potansiyel ziyaretçiyiz, neyin bizi heyecanlandırdığı, neye daha fazla yer ayırmak istediğimiz, neyi daha büyük kullanmak istediğimiz bu ilk buluşmalarda belli oluyor. Defterin çoğunlukla Osman Hamdi Bey’in Gebze’deki evinde ve çıktığı son Avrupa yolculuğunun durakları olan Münih, Lüzern ve Paris’te imzalanmış olması bize iyi bir başlangıç noktası gibi geldi. Böylece sergide şöyle bir


SERGİ TASARIMI – İSTANBUL 57 XXI - HAZİRAN 2014

kurgu oluştu: Nazlı kimdir / Gebze / Yolculuk ve Defter. Lobide uçuşan çerçeveler üzerine yaptığımız bir video projeksiyon yerleştirmesi içerisi hakkında ipucu veriyor. Burada Nazlı’nın kim olduğunu öğreniyorsunuz. Ardından en eğlenceli belgelerin ve anıların olduğu Gebze bölümüne geçiyorsunuz, burada evde çekilmiş fotoğraflar ve belgeler üzerinden Nazlı’nın ailesini tanıyorsunuz. Ardından rotalar, o dönemden filmler, şehir rehberleri, kartpostallar ve fotoğraflar ile Osman Hamdi’nin çıktığı Avrupa yolculuğu anlatılıyor. Bu sırada karşıda Osman Hamdi’nin ölmeden kısa bir süre önce yaptığı dev bir Nazlı portresi uzaktan sizi karşılıyor. Bu ayırıcı yüzey aynı zamanda serginin geri kalanını gizliyor, merak uyandırıyor. Portrenin önünde defter ile karşılaşıyorsunuz. Ardından da defterin içindeki karakterler ile tanışıyorsunuz. Defter genellikle yemek masalarında ya da sohbetler esnasında imzalandığı için biraz daha rahat bir yer havası vermek istedik, bu yüzden serginin bu bölümünün büyük bir parçası da üzerinde kitapların, serginin ziyaretçi defterinin ve interaktif bir yerleştirmenin bulunduğu büyük bir masa.

gö: "Sadece bir defterden sergi açılabilir mi?" sorusu ile çalışmaya başladığınızı belirtmişsiniz. Bu soru sergi mekanı tasarımını nasıl etkiledi? Ayrıca etkileşim tasarımına katkısı nasıl oldu? ck: Konunun sadece tek bir defter etrafında olmasından dolayı defteri bir tür kutsal obje gibi tüm serginin merkezine koyduk, ve mekana yayılan bir hikayenin içine oturttuk. Defterden önceki kısım bir tür prolog gibi, sonrasında ise defterin sayfaları içinde bir gezintiye çıkılıyor. Burada en büyük sorunumuz kimisi tek başına büyük bir sergi konusu olabilecek kişiler ile hakkında hiçbir bilgi bulamadığımız kişilerin aynı anda nasıl verileceğiydi. Kimsenin diğerinden daha fazla ön plana çıkmaması, ön planda Nazlı’nın olması için herkese eşit yer vermeye karar verdik. Böylece hakkında onlarca kitap yazılan bir kişi ile adını bile bilmediğimiz birisi aynı oranda temsil edildi. Yine de bu küçük alanlar içinde biraz eğlenmeye çalıştık. Tekrarı kırabilmek için sergilenen malzemeye göre herkese ayrı boyutlarda vitrinler tasarladık. Mesela Nazlı’nın müzik hocası Virgilio deftere bazı müzik notaları not etmişti, ses danışmanımızın yardımıyla bu notaların kaydı

yapıldı. Oyuncak bir gramofon üzerindeki düğmeye bastığınızda notaları duyabiliyorsunuz. Bunun yüz yıl sonra tekrar küçük bir melodiye dönüşmesi hoş bir sürpriz oldu. Adını okuyamadığımız ama bir mühendis olduğunu tahmin ettiğimiz birisi de Osman Hamdi ve ailesinin çekim gücünü, bir endüksiyon bobininin yarattığı çekim gücü ile kıyaslıyordu. Biz de hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bu kişinin vitrinine bir bobin koyduk. Aslında tüm bu karakterler arasında ilk başta görülmeyen, biraz araştırınca çıkan ilginç bağlar da var. Bunu önünde kısa bir süre geçirilen vitrin ve sergi panolarında vermenin güç olduğunu düşündüğümüz için daha uzun vakit geçirilebilecek bir masa önerisinde bulunduk. Bu masanın bir tarafında ziyaretçiler serginin ziyaretçi defterine kendi “iz” lerini bırakabilirler. Diğer tarafta ise sergiye giremeyen malzemelerin ve ilişkilerin yer aldığı, daha uzun vakit geçirmek isteyenlerin kullanabileceği bir tür interaktif yerleştirme var. gö: Nazlı'nın dünyası olarak yorumlayabileceğim interaktif yerleştirmede önce tek bir sayfada


SERGİ TASARIMI – İSTANBUL HAZİRAN 2014 - XXI 58

giriş sayfası Lobide uçan çerçeveler üzerine video projeksiyon

bu sayfada altta: Virgilio’nun notalarını çalan gramofon en altta: Ana galeri, masa sağda: Defterdeki karakterlerin vitrinleri

önceki sayfada sol üstte: Eskihisar bölümü sağ üstte: Ana galeriye giriş, karşıda Nazlı sol altta: Defterdeki kişiler sağ altta: Nazlı'nın defteri

karşı sayfada üstte: İnteraktif yerleştirme sol altta: Ernest Bordes’in masası altta ortada: Ahmed İhsan’ın masası altta sağda: Leopold Messerschmidt’in masası

fotoğrafları, nesneleri, notları ve kişileri görüyoruz. Bu hikayenin anlatıcısı olarak yerleştirmeyi nasıl tasarladınız? ck: Aslında daha ilk tasarımda bile interaktif bir yerleştirme yapma fikrimiz vardı. Çünkü bu tür yerleştirmeler hem daha çok bilgi almak isteyen ziyaretçilerin hem de belki sergilenen objelere pek ilgisi olmayan ama dijital dünyaya alışık olan daha genç ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. İlk fikrimiz içerik olarak basit ama daha çok ilişkileri gösteren diyagramatik bir yerleştirmeydi. Ancak Edhem Bey’in de önerisiyle, içeriğin biraz daha ön planda olduğu bir yöne doğru evrildi. Edhem Bey araştırma yaparken bazen ilginç tesadüflerle karşılaşıyordu, mesela Flickr üzerinden bulduğu Kemmerich’e ait bir kartpostalda yine deftere imza atmış Prens Rupprecht gözüküyordu. Eski İstanbul konsolosu Kemmerich aynı zamanda Osman Hamdi’nin Münih’te katıldığı serginin komiseriydi. Aslında tüm sergi bunun gibi küçük tesadüflerle dolu ve bunları ortaya çıkarmak için Edhem Bey neredeyse bir dedektif gibi çalıştı. Bazen bu kişilerden birinin malikanesinin bugünkü sahipleri ile iletişim kurup tablo

ve fotoğraflar elde edilebildi, bazen web üzerinden yeni bilgilere ulaşıldı. Biz de interaktif yerleştirmede bu keşfetme fikri üzerinde durduk. Buna, sergi defterle sınırlı kaldığı için belki Nazlı’nın dünyası değil de defterin dünyası demek daha doğru. Ana ekranda hayali bir mekana yayılmış 35 tane masa görüntüsü var. Defterde geçen karakterlerin, yer ve olayların her birinin bu mekanda bir masası var. Önünüzdeki başka bir ekrandan ise bilgi almak istediğiniz kişiyi, objeyi, yeri seçebiliyorsunuz. Her bir karakterin hikayesinden oluşturulmuş bu farklı masalarda ise o kişi ile ilgili belgelerin yanı sıra sergiye girememiş fotoğraflar veya bilgiler var. Aynı zamanda bu kişinin defterde başka hangi kişi, yer ya da olaylarla ilişkili olduğunu görebiliyorsunuz, yani bir sonraki keşif için yol gösteriyor. gö: Daha önce de sergi tasarladınız. Nazlı'nın Defteri sergisi içeriksel olarak farklı bir noktada. Tasarım sürecinin diğer sergilerden farkı neydi? ck: Sergi tasarımına ilk olarak kendi sergilerimizle başladık. Fırsat oldukça da hala bienallere katılmaya ya

da bağımsız sergiler yapmaya çalışıyoruz. İçeriğini kendimizin ürettiği sergilerden profesyonel olarak sergi tasarımı yapmaya geçtiğimizde de bu ruhu koruyoruz. İçeriği iyi okuyup yorumluyoruz, hatta bazen kendimizi tutamayıp içeriğe de katkıda bulunuyoruz. Bu biraz da bizim kendi merakımızdan kaynaklanıyor. Sonuçta sergilerin içeriği değişse de yaklaşımımız hep aynı kalıyor. Bazı sergilerde objenin kendisi zaten o kadar iyidir ki onu sadece doğru yere koymak yeterlidir. Nazlı’nın Defteri sergisindeki objeler bu türden objeler değil. Nazlı’ya ait defter, kişisel fotoğraflar ve objeler dışında birçok obje aslında sıradan. Onları değerli yapan Nazlı ve Osman Hamdi Bey ile kurdukları ilişkiler, kendi içlerindeki ufak hikayeler. Bunlar da bir çırpıda anlaşılabilecek şeyler değil, o yüzden de insanların biraz daha uzun vakit geçireceği, bir sanat galerisi değil de oturma odası gibi bir alan tasarlanması gerektiğini fark ettik ve mekanı buna göre şekillendirdik. gö: Koç Üniversitesi ile ilk kez mi çalışıyorsunuz? Mekan kullanımı konusunda ne gibi zorluklar vardı?


galerinin yarısının duvarlarını kullanamayacağımız anlamına geliyordu. Bu sorunu da yukarıya astığımız paneller ve bağımsız vitrinlerle çözdük. Masayı koyduğumuz kısmın mekan içinde başka bir mekan oluşturmasını istiyorduk. Bu yüzden iki tarafını bölücü duvarlar ile sınırlayıp üstüne de tavanı gizleyecek şekilde sarı kumaşlar astık. Bu bölümün zeminini ahşap yaptık, böylece hem sergiye canlı renkler sokmuş olduk hem de biraz farklılaştırdık. Yangın çıkışı dışında mekana açılan tüm kapıları da gizledik. Kalıcı bir koleksiyonu bulunmayan, üç ayda bir sergilerin yenilendiği bir mekanın bu tür değişimlere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Ziyaretçinin buraya her gelişinde sanki tamamen farklı bir mekana gelmiş gibi olması onun da ilgisini arttıracaktır. gö: Proje ekibiyle iletişiminiz nasıldı? Edhem Eldem ile nasıl çalıştınız? ck: Sergi tasarımında tasarımcı bazen konuya çok geç dahil oluyor. Son bir iki ayda tüm içeriği anlayıp ziyaretçi deneyimini daha da derinleştirecek yeni öneriler getirmek imkansız. AnaMed ekibi bu konuda

çok duyarlı. Bizi neredeyse bir yıl önceden toplantılara dahil etti, böylece içeriğin toplanması ile tasarım birlikte ilerledi. Bazen tasarım içeriğe göre şekillendi, bazen de içerik tasarıma göre. Bizim tavanı delip uçuşan çerçeveler asmak, yada bütün duvarları söküp galeriyi baştan düzenlemek gibi çılgın fikirlerimize hem AnaMed hem de Edhem Eldem gayet olumlu ve yapıcı yaklaştılar. Edhem Bey ile çalışmak ise çok rahattı, öncelikle yaptığı işten (tıpkı bizim gibi) çok keyif alıyor. Ayrıca serginin onun için manevi bir değeri de vardı. Defteri ona Nazlı’nın kızı Cenan vermişti. Yıllardır Osman Hamdi üzerine çalıştığı için de hem konuya çok hakimdi hem de sergileme konusunda çok deneyimli birisi. Burada adı geçen karakterlerin çoğunu zaten çok iyi tanıyordu. Objelerin birçoğu da kendi koleksiyonundandı. Bu yüzden sorduğumuz her soruya ya da eklemek istediğimiz her konuya hemen cevap alabiliyorduk. Metin uzunluklarından nasıl bir dilde yazılması gerektiğine kadar her şey sorunsuz ilerledi.

59 XXI - HAZİRAN 2014

ck: Koç Üniversitesi ile ilk defa geçen yaz İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde yaptığımız Yenikapı sergisinde çalıştık. Tabi o serginin, konusu, mekanı çok daha farklıydı ve aslında kurum olarak daha çok Arkeoloji Müzesi ve Koç Vakfı ön planda idi. Nazlı’nın defteri sergisi ise Koç Üniversitesi’ne bağlı Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nin (AnaMed) bir sergisi. Bu mekanda ilk defa çalıştık diyebilirim. Bir önceki sergilerinde (Antakya mozaikleri ile ilgili) sadece grafik tasarım konusunda danışmanlık vermiştik. Zor bir mekan. Öncelikle sergi için tasarlanmamış bir yer. Galeri boyunca geçen dev bir havalandırma şaftı var. İnce uzun olmasından dolayı yüksek tavanlı bir yer olsa da basık bir yer hissi veriyor. Zemin parlak mermer. Sergi alanına açılan kapılar sürekliliği bozuyor. Tesadüfen, mekanın galeriye dönüştürülmeden önceki fotoğraflarına bakarken sol tarafta tarihi bir duvarın olduğunu fark ettik. Burası daha fazla sergileme yüzeyi elde edebilmek için geçici paneller ile kapatılmıştı. Yaratmaya çalıştığımız hava için mükemmel bir arka fon oluşturacağını düşündüğümüz için bu panellerin hepsini söküp tarihi duvarı açtık. Tabi bu aynı zamanda

SERGİ TASARIMI – İSTANBUL

proje konumu: ANAMED işveren: Koç Üniversitesi proje alanı: 225 m2 küratör: Edhem Eldem sergi & grafik & etkileşim tasarımı: Cem Kozar, Işıl Ünal , PATTU yardımcılar: Ilgın Külekçi, Elena Malara 3d modelleme : PATTU hareketli görseller: Hürcan Emre Yılmazer ses danışmanı: Mine Erkaya yazılım: Ram İstanbul, Enes Konuk, Emre Koç, Asena Aksayım


İncelikli Kütleler METROPOLIS IMGESINDEN ILHAM ALAN MOOR, MOBILYA SERISINDE MALZEME KULLANIMI VE BIÇIM OLARAK MINIMAL BIR YAKLAŞIMI BENIMSIYOR.

HAZİRAN 2014 - XXI 60

ÜRÜN TASARIMI - RAF SİSTEMİ

fotoğraflar: Max Rommel

Memphis şirketinin yönetiminde olan Post Design markası ve galerisi için tasarladığımız yeni mobilya serisini yedi adet sınırlı sayıda üretilmiş parçadan oluşan gelişmeye açık bir sistem olarak tanımlıyoruz. Bu parçaları masa, çalışma masası, elbise dolabı, konsol, kitaplık, yatay ve dikey duvar sistemi olarak belirledik.

METROPOLIS

gıacomo moor

Ceviz ağacından üretilen birimleri verniklenmiş, siyah bir strüktür ile çerçeveledik. Bu çerçeve sayesinde farklı şekillerde gelişen alan kullanımı ile mimari şekillere öykünen veya onun taslağını çizen bir mobilya yapısı tasarladık. Özel strüktür aracılığıyla değişken ihtiyaçlara yanıt verebilme kapasitesi sağladığımızı düşünüyoruz. Ayrıca metropollerin arketip görüntüsünü canlandıran malzeme kullanımının da zaman içinde kristalleşerek kolektif bir hayal gücü yardımıyla geliştiğini belirtebiliriz.

Tasarımın geometrik sertliğini nazik bir denge kurarak ahşabın verdiği yumuşaklık hissi ile örtüştürdük. Malzemelerin bu güçlü sentezi ile ahşabın önemini ve el işçiliği ile üretimi de vurguladık. Mobilya koleksiyonu çok belirgin bir şekilde özelliklerini göstermiyor; fakat çok anlamlılık oluşturacak şekilde boyutlanıyor. Kullanıcı etkileşimli tasarımın davetkar bir şekilde keşfe açık olmasını istedik. Kullanıcı küçük, beklenmedik ve gizli bölmeleri, çekmeceleri ve gizli kapakları keşfedebilir. Çekmece kolları olmadığı için bölmelerin fonksiyonu gizli kalıyor. Fakat kolların yerini küçük, siyah, verniklenmiş açıklıklara mesafeli bir şekilde bırakmasını istedik. Form ve fonksiyon ilişkisindeki bu ince çelişki aslında mobilya sistemini tam anlamıyla referans gösteren bir boyuttan özgür bırakıyor ve ve mobilyaya gizemli, çağrıştıran ve poetik bir incelik veriyor diyebiliriz.


ÜRÜN TASARIMI - RAF SİSTEMİ

gıacomo moor 1981 yılında Milano, İtalya'da doğdu. Milano'da Politecnico University'de tasarım okudu. Tasarım dergisi Abitare'de ahşap hakkında yazdığı tez yayınlandı. Üniversitedeyken bir zanaatkarın yanında çalıştı, burada ahşap ile çalışmayı öğrendi. Padova'daki atölyesinde özel müşteriler, mimarlar ve şirketler için sınırlı sayıda üretilen eşsiz ve geleneklerden ilham alan parçalar tasarlıyor. EnvironmentFurniture, Ilide, Memphis gibi markalar ile birlikte çalışıyor.

61 XXI - HAZİRAN 2014

karşı sayfada Babel duvar sistemi bu sayfada en üstte: Atlantis kahve masası solda ortada: Dedalus kitaplık sağda ortada: Katai duvar sistemi solda: Tecla dolap üstte: Dolap sistemi detay




CELEST

TRC ACOUSTIC LAMEKS Trakya Cam tarafından, gürültü düzeyi yüksek ortamlarda etkili ses yalıtımı sağlamak amacıyla özel geliştirilmiş akustik laminasyonlu cam olan TRC Acoustic Lameks, ses yalıtımına katkı sağlayarak gürültü geçişlerini azaltıyor, aynı zamanda güvenlik özelliğiyle de dikkat çekiyor. Ses yalıtım değeri Isıcamlı ünitelerde kullanıldığında 43 dB'ye kadar çıkan ürün, etkin gürültü yalıtımı için yapıda sadece camda değil duvar, çatı ve doğramalar gibi ayırıcı elemanlarda da benzer önlemler alınmasını öneriyor.

Ürün trafik, inşaat, tren ve uçak gürültüsünün mekana girişini engelliyor. TRC Acoustic Lameks ile dışarıdaki gürültü düzeyi, yaşam alanlarında sakin bir ortam düzeyine indirilebiliyor. Trakya Cam'ın düzcam alanındaki çözümleri, şehirleşmenin gittikçe artmasıyla ses ve gürültü kirliliğinin de artması, bu kirliliğin insan fizyolojisi ve psikolojisindeki olumsuz etkileri de dikkate alınarak üretiliyor.

Legrand Celest anahtar priz koleksiyonu, daire ve dikdörtgenin birleşimiyle duvarlarda bütünlük sağlarken tek bir kontrol noktasıyla yaşam alanlarının konforunu ve güvenliğini artırıyor. Farklı dokular ve malzemelerden oluşan koleksiyon, renk çeşitliliğine de sahip. Legrand Celest koleksiyonu ahşaptan

deriye, camdan metal dokulara kadar farklı renklerle kullanıcılara çeşitli seçenekler sunarken günlük enerji tüketimini kontrol etmeye ve azaltmaya yardımcı olan işlev tercihlerini de bulunduruyor. www.legrand.com.tr

www.trakyacam.com.tr

KLEEMANN YÜRÜYEN MERDİVEN VE BANTLAR

HAZİRAN 2014 - XXI 64

SEKTÖR HABERLERİ

Kleemann yürüyen merdiven ve bantlar, istenilen ebatlarda ve farklı ekipman seçenekleri ile üretilebiliyor. Özel üretim olanağı ile havalimanından alışveriş merkezine, metrodan otellere ve plazalara kadar her bina ve projeye kolaylıkla uygulanabiliyor. Kleemann’ın yürüyen merdiven ve bantlarda sunduğu diğer avantajlar ise maksimum güvenlik, sessiz çalışma ve konforlu ulaşım. Ürünler, TUV ve DNV gibi onaylanmış kurumlardan ISO 9.000, ISO 4.000, OHSAS 18.000 ve CE sertifikalarına sahip. İleri teknoloji

PIETRA ANTIQUE Kalebodur, yeni serisi Pietra Antique ile doğal taş dokusunu seramiğe yansıtıyor. Seri, zarif doğal taş görünümüyle farkı banyo tasarımları yaratılmasına olanak sağlarken, porselen yapısı sayesinde geniş kullanım alanı alternatifleri sunuyor. Naturel ve parlak yüzey seçeneklerine sahip olan Pietra Antique serisi, beyaz, gri, cappuccino ve antrasit olmak üzere dört ayrı renkte sunuluyor. 60x120, 60x60 ve 30x60 cm boyutlarındaki seri iç ve dış mekanlarda rahatlıkla kullanılabiliyor. www.kale.com.tr

ürünü tüm yürüyen merdiven ve bant alternatifleri özel paket çözümlerle sunuluyor. Birbiri ile tamamen uyumlu parçalar, teknik destek, düşük maliyetle yüksek performans, üstün kalite gibi bir çok avantaj Kleemann güvencesi ile bu paketlerde buluşuyor. Özellikleri arasında kolay ve hızlı kurulum da bulunan yürüyen merdiven ve bantların montajında özel eğitim almış teknik personel ve mühendisler ile destek veriliyor. www.kleemannlifts.com.tr


DOUBLE DECK ASANSÖRLER tabelalar yardımıyla tek katlar için alt kabine, çift katlar için üst kabine yönlendiriliyor. İki ayrı katta aynı anda üst ve alt kabin tarafından hizmet veriliyor. Sistem, tipik duruşların sayısını yarıya düşürerek kullanıcıların gidecekleri katlara daha hızlı ulaşmalarını sağlıyor. Beş dakika içinde binadaki nüfusun taşınma oranı yükselirken, yüzde 30 daha az çekirdek alan ihtiyacı duyulan sistemle asansör kuyusunun verimli kullanım oranı da artıyor.

SEKTÖR HABERLERİ

Dünyada ilk kez Otis tarafından üretilen Double Deck (çift katlı kabin) asansörlerini, Türkiye ve bölge ülkelerdeki yüksek yapılarda inşa etmeye başlayan Otis Türkiye, Compass Plus (akıllı yolcu yönlendirme) sistemi ile buluşturduğu bu asansörleriyle kullanıcıların varış noktalarına daha rahat ve hızlı ulaşmalarını sağlıyor. Double Deck sistemi, aynı asansör kuyusu içerisinde iki kabinin üst üste yerleştirilmesiyle asansörlerin binadaki düşey yönde taşıma kapasitesini ve binanın kullanım alanlarını artırıyor. Kullanıcılar,

www.otis.com.tr

Türkiye'deki ilk hafif çelik sistem binayı kuran Vefa Holding markası Steelife, Ar-Ge ve Ür-Ge çalışmaları sonucunda Modül Ev projesini hayata geçirdi. Steelife Genel Müdürü Mimar Bülent Aydın, taşınabilir, sökülebilir ve yeniden monte edilebilir Modül Ev'in estetik olduğu kadar konforlu, modern ve güvenli olduğunu aktardı. Kişiye özel tasarlanabilen evlerin üretim süreci yaklaşık bir ay sürüyor ve montaj süresi projeye göre bir ila beş gün arasında değişiyor. Hafif çelik konstrüksiyondan oluşan evde her bir modülün, duvar, çatı ve tabanlarında üst seviyede ısı ve ses izolasyonu uygulanıyor. “Modül Ev

KALE ALTIN ÇEKÜL'ÜN SAHİBİ OLDU Kale, YEM tarafından düzenlenen, Türk yapı sektörünün en iyi ürününün seçildiği Altın Çekül Yapı Ürün Ödülü 2014’ün sahibi oldu. Türkiye'nin önde gelen üniversitelerinde görev yapan akademisyenlerden oluşan seçici kurul tarafından değerlendirilen ürünler arasından, 2014 yılının en iyi ürünü “KaleSmart Yıkama Sistemli Asma Klozet” ve “Asma Klozet Entegre Kolay Montaj Kiti” seçildi. Kale’nin sunduğu Smart Yıkama Sistemli Asma Klozet; kolay temizlenebilen iç hazneye sahip olması, suyun kendi hacimsel ağırlığını kullanarak küçük bir dağıtım noktasından tüm

yüzeyi yıkaması, üretimde fireleri az ve kalıp parça sayısını azaltması, kanalsız yapısı, üretiminde enerji tasarrufu sağlaması, daha az temizlik malzemesi kullanarak çevreye verilen zararı azaltması ve yalın tasarımı ile olumlu bulundu. Asma Klozet Entegre Kolay Montaj Kiti ise montajcıya sağladığı işçilik ve bakım kolaylığı, klozeti daha hafif hale getirmesi ve bu sayede malzeme ve üretim verimliliğini artırması, ürün görselliğine getirdiği yalınlıkla değerlendirildi. www.kale.com.tr

sunduğu yalıtım avantajı ve yüksek yangın dayanımı sayesinde farklı iklim koşullarında ve her türlü coğrafyada başta konut olmak üzere yurt ve otel amaçlı olarak da kullanılabiliyor. Her bir modülün kendine ait bir su ve elektrik tesisatı sistemi bulunuyor.” diyen Bülent Aydın, üst üste üç modül kullanılabildiğini, yatayda ise farklı birleşimler olabildiğini belirtti. Modüllerin kendi tabanı olduğundan zeminde herhangi bir betona ihtiyaç duyulmuyor, zemine göre ayarlanabilir ayaklar kullanılabiliyor. www.steelife.com.tr

65 XXI - HAZİRAN 2014

STEELIFE MODÜL EV


ARTSTONE'A EN İYİ STANT TASARIM ÖDÜLÜ Artstone, Mayıs ayında düzenlenen İstanbul Yapı Fuarı'na katıldığı stant ile Altın Mıknatıs Stant Tasarım Ödüllerinde birinciliğe hak kazandı. Seçici kurul tarafından standın ürünle kurduğu bağlantı, standın ürünün belirtilmek istenen niteliklerini en iyi şekilde vurgulaması, üç boyutlu tasarım nesnesi olarak düzenlenmesi, stanttaki görsel malzeme kullanımındaki estetik kriterler gibi özelliklerine göre yapılan değerledirme sonucunda en iyi stant ödülünün sahibi oldu. Artstone fuar standının, firmanın Türkiye'de ve dünyada katılacağı tüm fuarlara konteyner mantığı ile kolaylıkla ulaştırılabilmesini ve tek bir kumanda ile kurulabilmesini sağlayan işlevsel tasarımı ziyaretçilerin de beğenisini kazandı. Markanın ürünlerine yansıyan dinamizmi ve yenilik anlayışını taşıyan, tasarımı Artstone'a ait patentli standın uygulaması da 25 kişilik Artstone ekibi tarafından gerçekleştirildi. www.artstone.com.tr

HAZİRAN 2014 - XXI 66

SEKTÖR HABERLERİ

TÜRK YTONG'DAN MİMARİ FİKİR YARIŞMASI Türk Ytong tarafından düzenlenen 2014 Ytong Mimari Fikir Yarışması, “Kültürel Süreklilik Aracı Olarak Mimarlık” başlığıyla; bilgiye kapı açan, kültrürel ve yaratıcı endüstrileri

destekleyen, dönüşüm sürecinde kültürel ortamı ve mimarlığın temel alanlarını sahiplenen öncülüğüyle, geçmişten bugüne, bugünden geleceğe mimarlığın özgün temellerini ortaya çıkarmayı ve bu konuya dikkat çekmeyi hedefliyor. Tüm süreçleri dijital bir platform üzerinden yürütülecek ve tüm medya türlerinden

COOL PIGMENT Baumit İnovasyon Merkezi'nin geliştirdiği Cool Pigment ile en koyu ve en moda renk tonlarını bile ısı yalıtım sistemlerinde geniş alanlar üzerinde uygulamak artık mümkün. Binaların dış cephelerinde alışılagelmiş boyalarda koyu renkler, güneş ışığını daha fazla çekmesi, yoğun ısınma yaratması ve ısı yalıtım sistemine zarar vermesi nedeniyle tercih edilmezler. Baumit'in yeni ürünü Cool Pigment boya ve kaplama ürünleri içerisinde bulunan özel pigmentler, güneş ışığının büyük kısmını yansıtarak yüzey sıcaklığının

artmasını engelliyor. Böylece yüzeyler serinliğini koruyor ve ısı yalıtım sistemine zarar verilmesini önlüyor. En yüksek seviyede kalite ve güvenlik sunabilmek için geliştirilen Cool Pigment tüm Baumit hazır dekoratif kaplama ve boya ürünlerinde kullanılabiliyor. Özellikle Avrupa'nın dış cepheler için 888 renk alternatifi ile en geniş renk sistemi olan Baumit Life® içerisinde bulunan en koyu tonlarla etkili ve güvenli dış cepheler yaratılabiliyor. www.baumit.com.tr

sunuma açık olacak yarışmayla Ytong, bir ilke imza atıyor. Yarışmada derece alan proje sahipleri 14. Uluslararası Venedik Mimarlık Bienali'ne seyahat ödülü kazanıyor ve bu projeler Ytong Akademi altında oluşturulacak dijital kütüphanede paylaşılarak bir başvuru kaynağı oluşturulması amaçlanıyor. Türkiye ve KKTC vatandaşı mimar,

kentsel tasarımcı, şehir ve bölge plancılar ile bu alanlarda öğrenim gören öğrencilere açık olan yarışmanın son katılım tarihi 18 Ağustos. Yarışmayla ilgili detaylı bilgiye www.ytongakademi.com/yarismalar adresinden ulaşılabiliyor. www.ytong.com.tr



ARENA Seranit Porselen'in sunduğu, doğal taş dokusunu evlere taşıyan Stoneage'in dikkat çekici serilerinden biri olan eskitilmiş görünümlü Arena modeli, doğal renkleriyle dikkat çekiyor. Dokulu yapısı ile kaymazlık özelliğine sahip olan Arena, dış mekanlarda, zeminlerde ve duvarlarda doğallık etkisi yaratıyor. Kemik, kum beji, ceviz, bej ve cotto renk seçenekleri ile sunulan Arena, kenarlarındaki aşınmışlık hissi veren dokusuyla dikkat çekiyor. Porselen karoların uzun ömürlü olmaları da bir başka tercih sebebi. www.seranit.com.tr

HAZİRAN 2014 - XXI 68

SEKTÖR HABERLERİ

COMPOSURE Interface, yeni tasarladığı Composure serisi ile günlük hayatın stresini ve dikkat dağınıklığı sorununu ofis yaşamından uzaklaştırmayı hedefliyor. Yine Interface tarafından tasarlanan Sone adlı, patenti kendisine ait özel tabanı sayesinde ofislerdeki ses kirliliğine son vermeyi amaçlıyor. Sone taban, Interface karo halıları ile beraber kullanıldığında ortam gürültüsünü 14 ila 34 desibel arasında azaltıyor. Doğadan esinlenilerek yaratılan Composure, özellikle açık ofis sistemiyle çalışan şirketler, üretim tesisleri ve eğitim kurumları için ideal. Organik deseni sayesinde uygulama esnasında oluşabilecek fire oranını da oldukça düşüren Composure, bu özelliği sayesinde hem ekonomik hem de çevreci bir çözüm sunuyor. www.interfaceturkey.com

ALU 2014 BAŞLADI

Çuhadaroğlu Alüminyum 2014 Öğrenci Proje Yarışması, bu sene onbirinci kez düzenleniyor. Yarışma, mimari uygulamalarda alüminyum sektörünün gelişimini desteklemek, mimarlık fakültelerinde öğrenim gören lisans öğrencilerinin yaratıcı fikirlerle kendilerini geliştirmelerine, özgüvenlerinin artmasına fırsat tanımak ve öğrencilerin eğitimlerini tamamladıktan sonraki

profesyonel iş yaşamlarında daha araştırmacı ve donanımlı olmalarını sağlamayı amaçlıyor. Bu seneki ev sahipliğini İstanbul Teknik Üniversitesi'nin yaptığı yarışmanın konusu, “Mobil Kent Bilgi Merkezi” olarak belirlendi. Mobil Kent Bilgi Merkezi, yerli ve yabancı turistlerin nereye nasıl giderim, neresi görülmelidir, nerede ne yiyebilirim, nerede ne kadara kalabilirim gibi sorularına kolaylıkla yanıt bulabilmeleri için tasarlanacak. www.cuhadaroglu.com

VESTEL LED AYDINLATMA VE DIALUX İŞBİRLİĞİ Vestel LED Aydınlatma, tüm dünyadaki aydınlatma planlayıcıları ve tasarımcıları tarafından kullanılan DIALux programında ürünleriyle yer almaya başladı. Kullanıcılar, Vestel'in hem kapalı hem de açık alan aydınlatmasına yönelik Vestel LED Aydınlatma armatürleri ve Vestel LED retrofit lambalarına DIALux'ün online, ücretsiz ve 10 farklı dilde erişime açık kataloğu aracılığıyla ulaşacak.

“Dünya genelinde 500 binin üzerinde aydınlatma planlayıcısı ve tasarımcısı tarafından kullanılan DIALux, yerli üretim ve tasarım eseri ürünlerimizi global bir platformda aydınlatmanın profesyonelleri ile bir araya getirme fırsatını sunacak." diyen Vestel Şirketler Grubu İcra Kurulu Başkanı Turan Erdoğan, bu uluslararası platformda yer almanın önemine inandıklarını da sözlerine ekledi. www.vestelled.com.tr



KÜBİK BANYO TASARIMI Grohe uyumlu şekilde birbirini tamamlayan kübik batarya ve aksesuar yelpazesi sunuyor. Köşe ve kenarların uyumunun tamamen kübik hatlar çerçevesinde tasarlandığı bir banyo için Grohe bataryalar, duş ve duş sistemleri, aksesuarlar, kumanda panelleri ve termostatik ürünlerden oluşan eksiksiz bir seri sunuyor. Uzun süredir devam eden geometrik formlu banyo tasarım trendi, mimar ve planlamacılara, kullanıcıların beklentilerini karşılayacak modern banyolar tasarlamalarında ilham veriyor.

HAZİRAN 2014 - XXI 70

SEKTÖR HABERLERİ

Hiçbir dairesel ya da silindirik çizgisi olmayan Eurocube bataryalar, belirgin kenarları, düz yüzeyleri ve paralel hatlarıyla, güçlü ve hassas bir el işçiliği hissi veriyor. Lavabolar, bideler, duşlar ve küvetler için kendine özgü tasarım unsurlarına sahip ürünlerle banyodaki her uygulama için doğru bataryayı bulmak mümkün. Bataryanın kumanda kolu üzerindeki kare pencere, ürünün geometrik görünümünü rahatlatarak ergonomik bir dokunuş kazandırıyor. Eurocube kübik tasarımı mutfağında da kullanmak isteyenler için geliştirilen işlevsel mutfak bataryası bu modern görünümün evin her noktasında

uyumlu hale getirilmesine imkan veriyor. Euphoria Cube duş sistemi, kare formlu Rainshower® 230 Allure tepe duşu, yeni Grohtherm Cube termostatik batarya ve Euphoria Cube Stick el duşundan oluşuyor ve bir tepe duşu ile el duşunun tüm faydalarını, konfor ve üstün güvenlik için tek bir üründe topluyor. Alternatif bir sette ise Grohtherm Cube termostatik bataryalı Euphoria Cube el duşu sunuluyor. Kare kumanda kolları ve uyumlu rozetler, Grohterm Cube termostatik bataryanın ince gövdesini tamamlıyor. Küvet bataryasının ayırt edici özelliği, gövdenin kusursuz bir uzantısı olarak şekillendirilmiş ekstra geniş çıkış ucu. Grohe EasyReach™ duş etajeri, daha da fazla konfor için, hem küvet hem de duş bataryasında, şampuanlar, duş jelleri ve sabun için ekstra alan yaratıyor. Ürün yelpazesi, duş ve küvetler için tezgah üstü termostatik ürünlerin yanı sıra, kare paneller üzerinde ergonomik kare kumanda kolları bulunan ankastre termostatik ürünleri de içeriyor. www.grohe.com



ONESPACE LUMINOUS CEILING Tavanı homojen yayılan beyaz ışıkla kaplayabilen ışıklı panel Philips OneSpace Luminous Ceiling, mağaza aydınlatmasına yeni bir bakış açısı kazandırıyor. İlk kez dünyanın en ünlü bilim kurgu yazarlarından Isaac Asimov tarafından öngörülen ışıklı tavan, Philips’in bu ürünü ile gerçek oluyor. Hem tavan hem de aydınlatma işlevi gören OneSpace Luminous Ceiling, homojen aydınlatma kalitesiyle sesi absorbe eden bir panel oluşturmak için tekstil ile birleştirilip birbirine çok yakın şekilde yerleştirilerek ağ gibi bir görünüm

kazandırılan LED’lerden oluşuyor. Dim edilebilir olmakla birlikte güvenlik aydınlatması olarak kullanılabilen OneSpace, daha fazla enerji verimliliği için merkezi kontrol ile açma kapama yapılabilen bina otomasyon sistemlerine de bağlanabiliyor. 10 x 3 metreye kadar çeşitli boylarda sunulan ürün, özellikle otomobil fuarlarında, mağazalarda, havalimanları, oteller ve konferans tesisleri gibi kamuya açık yerlerde kullanılabiliyor. www.philips.com.tr

ARZ-I ENDAM

HAZİRAN 2014 - XXI 72

SEKTÖR HABERLERİ

Yurtbay Seramik, Osmanlı haremini yeniden yorumlayarak Arz-ı Endam serisiyle seramiklere taşıdı. Seride kullanılan figürler Osmanlı Sarayı'ndaki harem kadınlarının dönemin ressamları tarafından tuvale aktarılmış resimlerinden esinlenerek tasarlandı. Seride, kadınların günlük yaşam manzaralarından kesitler ile dönemin

gizli odalarına ilişkin figürler karolara aktarılıp bugünün mekanlarına taşınıyor. Arz-ı Endam serisi duvar, zemin ve dış mekan kaplamasında kullanılabiliyor. Seri, 20x20 cm boyutlarındaki karolar ile satışa sunuluyor. www.yurtbay.com.tr

X-FANS TROX Turkey, ISK-SODEX 2014’te açılışını yeni ürünü olan X-Fans ile gerçekleştirdi. Avrupa genelinde referans projelerde sıkça tercih edilen fanlar emniyet ve iyi hava kalitesini Türkiye’deki projelerde de göstermeyi amaçlıyor. X-Fans santrijfüj ve aksiyal fanlar; havaalanları, oteller, endüstriyel ve idari binalar, kapalı otopark ve altyapı tesislerinde havalandırma ve duman tahliyesi için kullanılıyor. Ağır veya kirli havanın temizleneceği yer neresi olursa olsun TROX yelpazesinde müşteriler ihtiyaçları doğrultusunda kendilerine uygun fanı bulabiliyor ve yüksek güvenlikli geniş ürün gamı sayesinde optimum faydayı elde edebiliyorlar. X-Fans ürünleri, 200 ila 600 derece arasındaki sıcaklıklara ve 120 dakikaya kadar dayanıklılığa sahip fan modellerini (çatı fanları, duvar fanları, şaft duvar fanları, jet fanlar, aksiyal ve radyal fanlar) içeriyor. www.trox.com.tr



BEŞİKTAŞ VODAFONE ARENA'DA İNTERFİKS İMZASI

HAZİRAN 2014 - XXI 74

SEKTÖR HABERLERİ

Türkiye'nin ilk akıllı stadyumu olmasının yanı sıra yeşil stat sertifikasına sahip ilk stadyumu olan Beşiktaş Vodafone Arena'nın su yalıtımındaki çözüm ortağı HYFIX ürün grubu ile İnterfiks Yapı Kimyasalları oldu. Deniz seviyesinin altına inilmesinden dolayı temelindeki su yalıtımına büyük önem verilen projede betona derinlemesine işleyerek, beton içerisindeki kimyasal tepkimeler sonrası oluşturduğu nano mineraller ile ömrü boyunca betonu geçirimsiz hale getiren HYFIX Kimyasal Su Yalıtım Sistemleri tercih edildi. Özellikle zorlu hava şartlarında uygulanabilme özelliğiyle zamandan

AUTOCAD 2015 Autodesk, geliştirdiği bilgisayar destekli tasarım programı AutoCAD'in yeni sürümünü kullanıma sundu. AutoCAD 2015'in yeni tasarımı renklerin ön plana çıkmasını sağlarken “yeni sekme” sayfa özelliği de kullanıcıların çizimleri hızlı bir şekilde açmalarına olanak sağlıyor. AutoCAD 2015’in AutoCAD LT, AutoCAD ve AutoCAD Design Suite Standard Edition olmak üzere üç farklı versiyonu bulunuyor. Autodesk AutoCAD LT, ikiboyutlu çizim ve detaylandırma araçlarını içerirken, Autodesk AutoCAD ise üçboyutlu modelleme araçları ve nokta bulut desteği sunuyor. AutoCAD Design Suite Standard Edition ise, görsel iletişim çözümleriyle birlikte konsept öncesinden tamamlanma aşamasına kadar kullanıcıların tasarım akışını genişletmelerine olanak tanıyor. www.autodesk.com.tr

maksimum tasarruf sağlayan HYFIX Kimyasal Su Yalıtım Sistemleri, beton ile kimyasal ve fiziksel bütünleşme oluşturarak betonda su ve diğer sıvılara karşı sürekli sızdırmazlık sağlıyor. Reaktif olmasından dolayı su ve nem ile temas halinde seneler sonra bile suda çözülmeyen, inorganik nano mineraller oluşturarak yalnız betonun yüzeyini değil yapısını da ömrü boyunca yalıtan HYFIX grubu ürünler, eksiz olması, yırtılmazlığı ve su geçirimsizlik değerleri ile korozyona karşı da en etkin ve en garantili çözümü sunuyor. www.interfiks.com.tr

MİNEPOR AKG Gazbeton Ar-Ge ekibi tarafından, mineral esaslı yerli hammaddelerle üretilen “Yeni Nesil Isı Yalıtım Plağı Minepor”, binaların iç ve dış cepheleriyle otopark tavanlarında betonarme yüzey yalıtımı ihtiyaçlarına cevap vermek için kullanılacak. Yapısındaki yanmazlık özelliğinin yanı sıra üst düzey yalıtım, hafiflik, sağlamlık ve pratik uygulanması Minepor'un en önemli özellikleri arasında yer alıyor. Minepor'un A1 sınıfı hiç yanmaz özelliği TSE tarafından belgelendi. TSE'nin yangına tepki testini başarı ile geçerek “Hiç Yanmaz Ürün Belgesi” almaya hak kazanan Minepor, bu özelliği ile sektördeki önemli bir eksikliği

gidermeyi hedefliyor. Klasik yalıtım sistemlerinin çözemediği problemleri ortadan kaldırarak binaların ısıl konforunu artıran ve enerji tasarrufu sağlayan ürün, yangın riskini ortadan kaldırırken darbelere dayanıklı, sağlam cepheler oluşturulmasını sağlıyor. Özellikle okul, alışveriş merkezi, hastane gibi üstün güvenlik önlemi gerektiren yapılarda, mineral yapısıyla nefes alan bir ürün olarak tercih edilen Minepor, yüzde yüz yalıtım çözümü sunarak eski binaların renovasyonunda da içten ve dıştan yalıtım malzemesi olarak kullanılabiliyor. www.akg-gazbeton.com



FUAR – OFİS MOBİLYASI – GUANGZHOU HAZİRAN 2014 - XXI 76

Yeni ile Eskinin Teması 28 MART -1 NISAN TARIHLERI ARASINDA GUANGZHOU’DA DÜZENLENEN CIFF OFIS MOBILYALARI FUARI, 900’DEN FAZLA FIRMANIN KATILIMIYLA 220 BIN METREKARELIK BIR ALANDA GERÇEKLEŞTIRILDI. Hülya Ertaş

Bu yıl üçüncü kez ziyaret ettiğim Çin’deki CIFF Ofis Mobilyaları Fuarı beni bir kez daha şaşırtmayı başardı. İlk ziyaret ettiğim sene olan 2012’de ekolojik yaklaşımlara vurgu yapan, 2013’te ofis ergonomisi ve esnekliği öne çıkaran Çin mobilya pazarı bu sene tasarımın iyi malzemeyle bir araya geldiği ürünlere yönelmişti. Dünyanın en büyük ofis mobilyası ihracatçısı olan Çin’de sektör belirgin bir şekilde ikiye ayrılıyor: Diğer pazarlara ve kendi modern tasarımlı yeni ofislerine uygun yalın hatlı ama birçoğu ucuz malzeme üzeri ahşap kaplama olan mobilyalar ile Çin’deki

hükümete bağlı ofislere sunulan ağır, oymalı ancak masif ahşaptan iyi işçilikle üretilen mobilyalar. Bu ikisi arasındaki keskin ayrım yine de mobilya üreticisi firmaların biri ya da diğerini seçmelerine neden olmuyor, her iki kesime de hitap eden ürünler hemen hemen büyük ofis mobilyası üreticilerinin tümünde görülebiliyor, fuar standının ayrı köşelerine yerleştirilse de. Kriz sonrası Avrupalı tasarımcıların, kendilerine yeni ve canlı pazarlar aramalarının da etkisiyle Çinli üreticilerle işbirlikleri geliştirmelerinin etkisi fuarda hissediliyordu. Bu tasarımcıların da katkısıyla mobilya sektöründeki bu iki farklı eğilimin bir araya getirildiği ürünler ortaya çıkmaya başlamıştı. Yani daha yalın hatlara sahip olan ama belli ki Çin’in

geleneksel kavramlarına da gönderme yapan ve daha iyi malzemelerle hayata geçirilmiş ofis mobilyaları fuarın yenilikçi yönüydü. Öte yandan daha Şubat’ta Stockholm Tasarım Haftası’nda karşımıza çıkan yüksek bölücülü oturma birimlerini Mart sonunda açılan bu fuarda da görmek epey şaşırtıcıydı. Ofislerde sessiz ve sakin çalışma alanları ve mahremiyet sağlamak adına hayata geçirilen bu yeni ürünler, ofis mobilyası sektörünün küreselliğinin ispatı olarak CIFF’te de baş rolü üstlenmişlerdi.


FUAR – OFİS MOBİLYASI – GUANGZHOU 77 XXI - HAZİRAN 2014


HAZİRAN AJANDASI ... - 6 Haziran

14. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri

Bir sonraki ödül dönemine kadar ülkenin farklı kentlerini dolaşacak olan sergi, 6 Haziran’a kadar Mimarlar Odası

TMMOB Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi, İstanbul

www.mimarist.org

Studio-X, İstanbul

www.studio-xistanbul.org

Londra, İngiltere

www.londonfestivalofarchitecture.org

Venedik, İtalya

www.labiennale.org

ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Ankara

www.nexus2014.org

Yapı Endüstri Merkezi, İstanbul

www.autodesk.com.tr

Yapı Endüstri Merkezi, İstanbul

www.trakyacam.com.tr

Koleksiyon Merkez, Ankara

www.tsmd.org.tr

Koleksiyon Tarabya Kampüsü, İstanbul

info@tasarimvakfi.org

TMMOB Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi, İstanbul

www.mimarist.org

İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, İzmir

www.mstas2014.iyte.edu.tr

Tianjin, Çin Halk Cumhuriyeti

hypcup2014.uedmagazine.net

İstanbul Büyükkent Şubesi’nde gezilebilecek.

.. - 11 Temmuz

Büyüyen Metropolde Büyümek

Sinan Logie küratörlüğünde gerçekleşen sergi “Çocukların İstanbul’u” atölyeler serisinden hareketle nasıl bir İstanbul yarattığımızı çocukların gözünden sorguluyor.

2 Haziran - 1 Temmuz

Londra Mimarlık Festivali

Bir ay boyunca sürecek festival, çeşitli etkinliklerle kent geneline yayılarak mimari anlamda deneyim, düşünme ve öğrenme imkanı sunuyor.

7 Haziran - 23 Kasım

Venedik Mimarlık Bienali

Küratörlüğünü Rem Koolhaas’ın yaptığı, bu sene 14.’sü düzenlenen Venedik Mimarlık Bienali’nin başlığı “Fundamentals”.

9 - 12 Haziran

10 Haziran

Uluslararası Mimarlık ve Matematik Konferansı "Nexus 2014"

“Relationship Between Architecture and Mathematics” başlıklı

Autodesk Semineri: "Şimdi BIM ile Koordinasyon Zamanı"

“Şimdi BIM ile Koordinasyon Zamanı” seminerinde, ülkemizde

Nexus 2014 Konferansı, mimarlık ve matematik arasındaki giderek güçlenen ilişkiye odaklanıyor.

“Yapı Bilgi Modellemesi” olarak bilinen Autodesk BIM sistemine ait ayrıntılar ve uygulamalar aktarılıyor.

11 Haziran

'Camdan Yansımalar II' Konferansı

Mimaride cam kullanımıyla ilgili son gelişmelerin paylaşılacağı "Camdan Yansımalar II" konferansında, Cengiz Bektaş, Boran Ekinci, Yeşim Hatırlı ve Ali Osman Öztürk deneyimlerini aktarıyor.

11 - 26 Haziran

Koleksiyon / TSMD Yakup Hazan Mimarlık'ı Ağırlıyor

Türk Serbest Mimarlar Derneği ve Koleksiyon Mobilya’nın işbirliğiyle gerçekleşen etkinlik dizisinin 29. konuğu Yakup

AJANDA

Hazan Mimarlık.

13 Haziran (Son Başvuru)

Tasarım Vakfı 3d Printing Atölyesi

Tasarım Vakfı ve 3bFab işbirliğinde düzenlenen "3d Printing Atölyesi" 18 Haziran'da tasarım ve üretim kültürüne yön veren 3d print teknolojisini tasarımcılarla buluşturuyor.

13 Haziran (Son Başvuru)

Kent Düşleri Atölyeleri IX “Kente Temas”

Temmuz ayında dokuzuncusu düzenlenecek olan Kent Düşleri Atölyesi, “Kente Temas” temasıyla farklı kurumsal yapılardan

HAZİRAN 2014 - XXI 78

öğrencilere bir arada çalışma zemini yaratıyor.

26 -27 Haziran

VIII. Mimarlıkta Sayısal Tasarım Ulusal Sempozyumu

2007 yılından bu yana düzenlenmekte olan Mimarlıkta Sayısal Tasarım Ulusal Sempozyum dizisinin bu seneki teması “eskiz / eksiz / eksiksiz”

30 Haziran (Son Başvuru)

UIA-HYP Cup 2014 “Beklenmeyen Kentler” Uluslararası Öğrenci Fikir Yarışması

Tianjin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ve Kentsel Çevre Tasarımı tarafından üçüncüsü düzenlenen yarışma “Dönüşümde Mimarlık” üst teması ile Daniel Libeskind başkanlığında ilan edildi.


Vitoclima. Viessmann'dan her ihtiyaca uygun klima program1.

VIE~ ... ANN

Vitoclima iiriin program1: Vitoc li ma 100-S /Vitoc li ma 200-S Bireyse l ve ti ca ri ti p sp lit kli ma lar

0) (')

Vitoc li ma 300-S Free Joint ~ok lu sistem kli ma lari

Vitoc li ma 300-S VR F Kli ma sistem leri

Efficiency Plus

0

z

_,;_ (/)

路;;;. <D

~

(/)

-'=

2"'

Viessmann 2,8-17 kW kapasite aral1g1nda Vitoclima 100-S (on-off) ve 200-S (DC inverter) serisi bireysel ve ticari tip split klimalar, 5 i<;: uniteye kadar tek d1;; uniteye baglanabilen Vitoclima 300-S Free Joint DC inverter c;:oklu sistem klimalan ve maksimum 180 kW (64 HP) d1;; unite kapasitesine sahip Vitoclima 300-S VRF klima sistemleri ile eksiksiz bir klima urun program1 ve her ihtiyaca uygun c;:ozumler sunmaktad1r. www.viessmann.com.tr

Vitoclima_201 3_XX l_TR.indd 1

VIE~MANN climate of innovation

23.05.13 16:57

I



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.