XXI Aralik14_Ocak15

Page 1

XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 135 < ARALIK 2014/OCAK 2015 < BALKAN < BRIGITTE WEBER MİMARLIK < CM MİMARLIK < ERA MİMARLIK + YAZGAN TASARIM MİMARLIK < 2. İSTANBUL TASARIM BİENALİ

Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 13 5 A R A L I K 2 0 14 / O CA K 2 0 15 11

Gündelik Fikirler Meydanı 2. İstanbul Tasarım Bienali’ni sergi ekibiyle yuvarlak masa toplantısı ve işlerden bir seçkiyle sunuyoruz.

Next Level

Göktürk 118

BRIGITTE WEBER MİMARLIK

CM MİMARLIK

AYŞEGÜL BALKAN MİMARLIK

YAZILARIYLA

GİZEM ÖZMEN GÜLSÜM BAYDAR KORHAN GÜMÜŞ LEV ENT ŞENTÜRK

ERA MİMARLIK + YAZGAN TASARIM MİMARLIK

YAP FİNALİSTLERİ


iPAD’DEYİZ

XXI’in tüm içeriğine, hatta daha çok görsele ve videoya interaktif bir şekilde ve kolay kullanımla Apple Store’dan erişebilirsiniz.

Üstelik ücretsiz!


Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Puna Yayın adına sahibi ve genel yayın yönetmeni yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@xxi.com.tr

ZAMAN İÇINDE YOLCULUK VE TASARIMIN SINIRLARI

editör Güzin Öztok yardımcı editör Aysu Ece Kuru Sara Cansın Güngör reklam sorumlusu Tuğba Demirci tugba@xxi.com.tr okuyucu ilişkileri Duygu Erdem duygu@xxi.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu kapak fotoğrafı No41 Sporbilgisayarı © BLESS (Desiree Heiss & Ines Kaag); 2. İstanbul Tasarım Bienali sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Puna Yayın Serencebey Yokuşu 16/4 Beşiktaş, İstanbul 34349 0212 227 1317 bilgi@xxi.com.tr genel dağıtım Dünya Süper Dağıtım Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Puna Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.

facebook.com/xxidergisi twitter.com/xxidergisi

2. İstanbul Tasarım Bienali, ilkinden farklı olarak konsantre içeriğiyle yakın geleceğe dair fikirleri araştırıyor. Bienalin ilk duyurusunda küratör Zoë Ryan, bunun manifestolara eğilen bir sergi olacağını söylediğinde bugünün dünyasında manifestonun nasıl okunacağı ana konuydu. Sonuçta Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil başlığıyla ortaya çıkan bienal ise bugünden geleceğe bakarken manifester bir tutumun nasıl takınılabileceğini inceliyor. Eğer bienali bir manifestolar toplamı olarak okumamız gerekiyorsa bugünün manifestoları 20. yüzyılınkilere hiç benzemiyor. Zira ne yapmamız ve ne yapmamamız gerektiğini söyleyen, karşısındaki herkese aynıymış gibi davranan sert manifestolardansa, fikirlerini emin ama yumuşak yollarla anlatan projeler vardı karşımızda. Modernizmle özdeşleştirilen ve modernizmle özdeşleştirilen her şey gibi kötü ilan edilen manifestoları yeniden gündeme getirmek, bir dönemin yaratıcı gücünü yeniden hatırlamak adına oldukça önemli. Bu yeniden hatırlama evresinin, her şeyin muğlak bir akışkanlıkta yüzüyor olduğu ve katı olan her

şeyin çoktan buharlaşmış olduğu günümüzde gerçekleşmesi önemli. Çünkü bu akışkanlık içinde katı olanı yeniden gündeme getirmek belki bir durum tespiti yapmamızda yardımcı olabilir. Bienalin gelecek vurgusunun itici kuvvetini de ardına alarak en güçlü olduğu noktalardan biri de buydu, geleceği anlamak için bugünü çözümleyen işlerin yaptığı durum tespitleri. İstanbul, ya da Türkiye bağlamında tasarımın ne olduğunu anlamak için bu belki de iyi bir çıkış noktası sunabilir. Devam etmek için nerede durduğumuzu bilmek, bunu çözmek için de geçmişe bakmak. 2. İstanbul Tasarım Bienali, küratörünün deyimiyle bunu yerel bağlamdan çıkardığı sorularla küresel ölçekte yaparak tasarımın yapabileceklerinin sınırlarını genişletiyor.

XXI


GÜNCEL

DOSYA

6 GÜNCEL

24 GÜNDELIK FIKIRLER MEYDANI

2. İstanbul Tasarım Bienali’nin küratörü Zoë Ryan, yardımcı küratörü Meredith Carruthers; sergi tasarımını yapan Superpool’dan Selva Gürdoğan ve Geregers Tang Thomsen ve grafik tasarım ofisi Project Projects’ten Prem Krishnamurthy ve Adam Michaels ile yaptığımız söyleşiye bienaldeki projelerden bir seçki eşlik ediyor.

PROJE 38 CEPHENIN DILI

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 2

İÇİNDEKİLER

10 KORHAN GÜMÜŞ / SORU IŞARETI

Bu Projeleri Çöpe Atın Ki Şehir Çöplüğe Dönüşmesin!

14 LEVENT ŞENTÜRK / DÖNME DOLAP

“Heterotopoloji”ye Giriş: Heterotopyalar İçin Bir Nomenklatura Denemesi - I

20 GÜLSÜM BAYDAR, GIZEM ÖZMEN /EŞIK CINLERI

Kentin Yaşa(Ma)Yan Katmanı: Mezarlıklar

22 FOTO ALTI / CEMAL EMDEN

Kalıcılıkla Geçicilik Arasında

Eskişehir Yolu üzerinde konumlanan yüksek yapılardan biri olan Brigitte Weber tasarımı Next Level’ın kentle ilişkisini, farklı işlevlere ait kütlelerin tasarımını mimarıyla konuştuk.



44 SOKAK DOKUSUNA KARIŞAN

CM Mimarlık’ın tasarladığı Göktürk 118 projesinde apartman ve site tipolojisinin nasıl bir araya getirileceği yorumlanmış. Sokak dokusunun karakterinden enerjisini alan projeyi, Cem Sorguç ile konuştuk.

SEKTÖR 62 SEKTÖR HABERLERI

68 DOĞALLIĞI YANSITAN AHŞAP

Aspen, Gomeso restoranlarının yenilenmesine özel ürünleriyle katkı sağlıyor.

Volkswagen Arena için mekanı işleten Pozitif'te operasyondan sorumlu genel müdür yardımcısı Serhan Vardarlı, konsept ve mimari projesini tasarlayan Era Mimarlık’tan Ali Hızıroğlu ve iç mimari projesini yapan Yazgan Mimarlık ve Tasarım’dan Kerem Yazgan ile söyleşi yaptık.

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 4

İÇİNDEKİLER

52 ÇOK AKTÖRLÜ, TEK İŞLEVLI KONSER SALONU

70 REFERANS PROJE - OFİS Derin Design Diyalog Ofis Doxa Ofis Mobilyaları Epart Kastamonu Entegre Koleksiyon Trimline Interiors

84 AJANDA

60 ŞEFFAF BÜTÜNLÜK

Doğal ışığın ilerlemesi için şeffaf duvarların tasarlandığı laboratuvarda çizgisel ışık kullanımıyla mekanların işlevsel farklılıkları vurgulanmış.



Bologna’da Deprem Sonrası Yönetimi

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 6

GÜNCEL

BOLOGNA’DAKI SAIE FUARI KAPSAMINDAKI PROGRAMDA, DEPREM RISKI TAŞIYAN EMILIA-ROMAGNA BÖLGESINDEKI YENIDEN CANLANDIRMA PROJELERI ILE TÜRKIYE’DEKI DEPREM SONRASI YÖNETIM YAKLAŞIMLARI ARASINDA BIR DIYALOG KURULDU.

Hülya Ertaş 23-24 Ekim tarihleri arasında İtalya’nın Bologna kentinde düzenlenen SAIE yapı fuarı kapsamında gerçekleştirilen Mimarlık ve Kentsel Yenileme programına Türk delegasyonu olarak katıldık. Bologna’nın da içinde yer aldığı Emilia-Romagna bölgesi, Po Ovası’ndaki konumuyla İtalya’nın deprem görmüş ve halen risk taşıyan alanlarından biri. 1999’da yaşadığımız İzmit ve 2011 Van depremlerinin de gösterdiği üzere bir deprem ülkesi olan Türkiye ile İtalya arasında bir bilgi ve deneyim alışverişi oluşturmak adına düzenlenen program, benzerlikleri ve farklılıkları açısından oldukça öğreticiydi. Benzerliklerden başlayacak olursak İtalya’da da yerleşik bürokratik düzenin

hızlı hareket etme ve duruma acil olarak yanıt vermede yetersiz kaldığını söyleyerek başlayabiliriz. Tüm işleyişi kompartımanlara ayıran ve farklı birimlere bağımsız sorumluluklar veren bürokrasi yapısının, deprem gibi acil çözüm gerektiren durumlarda nasıl zorluklar çıkardığını anlatan İtalyan yetkililer bunu aşmak için geliştirdikleri çözümleri de paylaştılar. Özellikle de 2012 Emilia-Romagna depremlerinden sonra okulların deprem dayanımına sahip olmadığını fark ederek Mayıs sonunda gerçekleşen depremden Eylül ortasında okulların açılışına dek geçen sürede tüm öğrencileri güvenli okullara nasıl yerleştirdiklerini anlatırken bu bürokrasi süreçlerinin esnetilmesinin önemi hissediliyordu. Manuela Manenti, deprem sonrasında Emilia-

Romagna’daki yeniden inşa sürecindeki karar alma sorumlusu olarak atandığında bölgedeki tüm okulların deprem dayanımının ölçümü ve yeniden inşa edilecek olanların belirlenerek projelerinin hazırlanması konusundaki ana yetkili konumuna getirilmiş. Bir yandan 1041 okulun deprem testini yaptırırken öte yandan mevcutların güçlendirilmesi çok vakit aldığından yeni okulların inşasına girişilmiş. Dört aylık bir süre içinde 30 tane modüler prefabrik ve 28 tane geçici okul binasını tamamlayabilmişler ve bunların enerji verimli olması konusunda özel bir hassasiyet geliştirmişler. Sonraki gün bizim de gezdiğimiz Mirandola’daki eğitim kampüsü bunların örneklerinden biri.

Manenti, geçici olarak planlanan ve neredeyse tamamen acil çıkış, enerji verimliliği, derslik ve koridor boyutları vs gibi mühendislik fikirleriyle tasarlanıp inşa edilen lise yapısının çok beğenildiği için yıkılmayıp eğitime devam etmesinin söz konusu olduğunu belirttiğinde, İtalya ile Türkiye arasındaki benzerlikleri bir kez daha düşündüm. Kent merkezine yakın olsa da etrafında hiçbir yapılaşma olmayan bir alanda hayata geçirdikleri bu eğitim kampüsü, Türkiye’de geçtiğimiz yıllarda açılan eğitim kampüsü yarışmalarını düşündürdü. Beton bir bahçe içinde okul duvarlarına yaslanmış ve çevrelerindeki boşluğu izleyen öğrenciler, sanırım dünyanın en güzel okulunda okusa bile pek de mutlu olamazlar, ya da ben olamazdım.


GÜNCEL 7 XXI - ARALIK 14 / OCAK 15

Okulun çevresine inşa edilmiş kütüphane, spor salonu ve laboratuvarın burada bir yaşam canlandırabilmesi için herkesin kullanımına açılmış olması çok yerinde bir karar. Ancak spor salonunda tribün olmaması gibi detaylarla bu kez de mimari tasarım yetersiz kalabiliyor. Yine de henüz iki yıl geçmişken bu İtalyan modelinin başarısını konuşmak için erken olabilir. Zira bizim aksimize depremi yok sayan bir politika değil, onu bir gerçeklik olarak kabul eden ve hatta kentsel sorunlarının çözümü için bir fırsat olarak gören bir perspektife sahipler. Türkiye delegasyonunun yaptığı konuşmalar bizdeki yaklaşımları anlatmak ve bir diyalog başlatmak için

önemliydi. TAK ve Kentsel Strateji’den Sıla Akalp, İstanbul’daki konut stokunun mevcut durumundan ve riskli olarak tanımlanan yapıların mevcut stokun yaklaşık %32,5’i olduğundan söz etti. Korhan Gümüş tarihi alanlar ve yapılarda güçlendirme adı altında yapılan kötü restorasyon uygulamalarından, ODTÜ İnşaat Mühendisliği’nden Bekir Özer Ay ise basit strüktürel hatalar nedeniyle deprem dayanımını kaybeden yapılardan söz etti. Ekin Çoban Turhan, projelerini paylaşırken Onat Öktem de İzmit’teki Seka Park üzerinden deprem sonrası bir toplanma alanı ile rekreasyon alanı fikrini nasıl bir araya getirdiklerini anlattı. Bologna’da en ilham verici şeylerden biri Urban Center idi. Kentin

merkezindeki ana meydanda konumlanan herkese açık kütüphane yapısının en üst katında, son derece kamusal bir alanda konumlanan Urban Center direktörü Giovanni Ginocchini, merkezin yaptıklarını oradaki Urban Policies sergisi üzerinden aktardı. Kentteki yeni projelerin ve bir kısmı askeri olmak üzere tarihi yapıların yeniden kullanımı için geliştirilen önerilerin kentlilerle paylaşıldığı bir platform olarak işliyor Urban Center. Aslen sadece bir arabulucu, kentlilerin proje süreçlerine katılımı için bir kolaylaştırıcı olarak işlev gören merkez, sergi dilinin herkes tarafından kolay anlaşılır olmasıyla ve geniş katılımlı toplantıları ve atölye çalışmalarıyla da bu işlevi başarıyla yerine getiriyordu.

karşı sayfada Mirandola bölgesinde deprem sonrası yapılmış geçici okul. Fotoğraf: Gürel Kutlular bu sayfada en üst sırada: SAIE'deki forum alanı ve konuşmacıların yaptıkları sunumlar. Fotoğraflar: Gürel Kutlular orta ve alt sırada: Urban Center Bologna'dan kareler


Mimarlığın Yıpratılmasına Karşı SERBEST MİMARLAR DERNEKLERİ 5. ÇALIŞTAYI, 7-9 KASIM TARİHLERİ ARASINDA İZMİR ÇEŞME’DE YAPILDI. ÇALIŞTAYDA MESLEK ETİĞİ, MESLEĞİN GELECEĞİNİ TEHLİKELİ HALE SOKAN UYGULAMALAR VE BUNLARA ALINABİLECEK ÖNLEMLER ÜZERİNE KONUŞULDU. Türk Serbest Mimarlar Derneği (TSMD), İstanbul Serbest Mimarlar Derneği (İSMD) ve İzmir Serbest Mimarlar Derneği (İzmir SMD) üyesi olan 80 mimar, bu yıl beşincisi yapılan mimarlık çalıştayında, meslek etiği ve mimari kimlik konularını tartıştı. Kalebodur desteği ile düzenlenen çalıştaya ayrıca; tasarım, mimarlık ve gayrimenkul sektör dergilerinin temsilcileri de katılarak destek verdi. Çalıştaydan sonra serbest mimarlar derneklerinin ortaklaşa yayınladığı bildiri şöyle: • Mimarlık mesleği, etik sorunlar ve mesleki kimlik açısından, Cumhuriyet tarihinin en problemli dönemlerini yaşıyor. Yapıların içinde yer aldıkları çevre, kent kimliği ile uyumu ve kamu yararı gibi konularda önemli etik sorunlarla karşılaşan mimarlar, mesleki

haklarına getirilen yasal sınırlamalar nedeniyle de sorun yaşıyorlar. • Mimarın topluma, işverene ve meslektaşlarına karşı olan sorumluluklarını tanımlayan SMD’ler; meslek etiği kurallarının (ya da mesleki ahlak ilkelerinin) yaygınlaştırılması, benimsetilmesi ve denetlenmesi için aktif rol üstelenecektir. • Gücünü sanat ve kültürden alan mimarlık ticari değil, mesleki bir faaliyettir. Proje ve yapı elde etme süreçlerinde yaşanan sorunlar, şaşırtıcı emsal uygulamaları ve dayatmaları mimarlık mesleğinin icrasını zorlaştırmaktadır. • Mimarlık hizmetlerin kontrol ve denetim sistemi doğru işlememektedir. Toplumsal yarar, rekabet ortamının iyileştirilmesi ve hizmet kalitesinin artırılması için hem işvereni hem de mimarı düzenleyen mesleki sorumluluk

sigortası önemli bir denetleyici mekanizmadır. Mesleki sorumluluk sigortasının uygulanması ve yaygınlaştırılması konusunda SMD’ler olarak çalışma yapılacaktır. • Mimarlık mesleğinin saygınlığı her geçen gün zarar görmektedir. Hem mesleki saygınlığın hem de toplumsal sorumluluğun gereği olarak, SMD’ler ortak hareket edecek ve mesleki sorunlar hakkında kamuoyunu bilgilendirmeye devam edecektir. • Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle mimari eser ve projelerin özgün fikir ifade edip etmediğinin bir estetik komisyon tarafından belirlenmesi, bir başka deyişle eser niteliğinde olup olmadığının koşullara bağlanmış olması ve buna bağlı olarak mimarların telif haklarına kısıtlama getirilmiş olması hukuki ve mimari açıdan son derece sakıncalıdır.

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 8

GÜNCEL

Sou Fujimoto İstanbul’a Geliyor TRAKYA CAM’IN DÜZENLEDIĞI ‘T BULUŞMALARI 11 ARALIK’TA SOU FUJIMOTO ILE BAŞLIYOR. Trakya Cam’ın “Mimarinin Şeffaf Yüzü” sloganıyla Arkitera Mimarlık Merkezi işbirliğiyle ve XXI iletişim sponsorluğu desteğiyle düzenleyeceği etkinlik 11 Aralık 2014, Perşembe günü İş Sanat Kültür Merkezi’nde saat 18.30 gerçekleşecek. Mimarlar, tasarımcılar ve yapı sektöründen isimlerinin katılacağı etkinlik kapsamındaki konferansın konuşmacısı çağdaş mimarlığın önde gelen isimlerinden ünlü Japon mimar Sou Fujimoto olacak. Çağdaş mimarlığın önde gelen isimlerinden kabul edilen Sou Fujimoto, mimarlık alanında birçok önemli ödülün de sahibi. “Aradalıkbiraradalık”, “geçiş” ve “bir bütün olma” kavramlarını tasarımlarına yansıtan, geçirgen formlara sahip, doğa ile bütünleşen yapılarıyla dikkat çeken

mimarın çalışmaları da olgun ve tutarlı olarak değerlendiriliyor. Japonya’da yeni mimar kuşağın öne çıkan isimlerinden Fujimoto, kariyerinin ilk günlerinden bu yana kendine güvenen bağımsız bir tavrı benimsedi. Fujimoto, Tokyo’daki “Tokyo Apartmanı”, Chiba’da “House O”, Hokkaido’da zihinsel özürlü çocuklar için davranış merkezi binası, “7/2 Evi”, “Noboribetsu” küme evi, Kumamoto’da son ağaç ev, Gunma’da “T Evi” gibi çalışmalara imza attı. 2006 yılında zihinsel özürlü çocuklar için tasarladığı davranış merkezi binası ile AR Ödülleri’nde Büyük Ödülü aldı, 2008 yılında Barselona’da düzenlenen Dünya Mimarlık Festivali’nde “Final Wooden House” ile Konut Kategorisi birincisi oldu.

• Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği’nde yapılan yasal düzenlemeyle ortadan kaldırılan telif hakları ile ilgili SMD’lerin açmış olduğu ve devam eden dava süreci konusunda bilgilendirme yapılmıştır. • Kamu projelerinde mimarlardan telif haklarının kuruma devredilmesinin talep edilmesi, ihalelerde mimarlık proje hizmet oranlarının düşürülmesi, odaların proje tescil sisteminin kaldırılarak mimar olmayan kişilere proje yapma yolunun açılması gibi bir dizi uygulama ile mimarlık mesleği bilinçli bir şekilde itibarsızlaştırılmaktadır. Bu düşüncenin sonuçları daha fazla betonlaşma, doğaya daha fazla zarar ve daha niteliksiz yapısal çevre olarak kamuya dönecektir. SMD’ler olarak meslek yasasının çıkarılması için çalışmaların devam etmesi gerekmektedir.



Bu Projeleri Çöpe Atın ki Şehir Çöplüğe Dönüşmesin!

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 10

SORU İŞARETİ

Taksim’den sonra karşımıza Beşiktaş meydan düzenleme projesi tekrar çıktı. Bu proje de tıpkı diğeri gibi, neredeyse bir çeyrek asırdır Büyükşehir Belediyesi’nin tozlu raflarında bekliyordu. Diğerlerini de tekrar bir hatırlayalım: Başta Taksim olmak üzere İstanbul’un neredeyse bütün meydanlarını bir otoyol kavşağı gibi ele alan bu projeler dizisinin örnekleri Eminönü’nde, Sütlüce’de, kısmen Taksim’de uygulandı. Diyeceksiniz ki Büyükşehir Belediyesi’nin emeğe büyük saygısı var. Yarım asır bile geçse, hafızasına kaydolmuş planları, projeleri unutmuyor, ısrarla uygulamaya çalışıyor. Nitekim Taksim projesini nasıl yıllar sonra hatırlayıp, zorla uygulamaya çalıştıysa, şimdi de Beşiktaş meydanı için hazırlanan projeyi ortaya çıkarmış. Yıllar öncesinden kalan bu projeleri çöpe atmak yerine, uygulamaya çalışıyor. Projelerin müelliflerini koruyor. Eğer böyle düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Başka bir şehirde daha yapıldıkları anda çöplüğü boylayacak bu anonim (hem ortağı hem müellifi belli olmayan anlamında) plan ve projelerin üretimi devam ediyor. Kimsenin de yönteme bir itirazı yok. Çünkü süreklilik bu projelerde değil, onları hazırlayan kurumların, kişilerin mantığında. İstanbul Büyükşehir Belediyesi sonuçta şehri yok edebilecek muazzam bir plan ve proje arşivine sahip. Bu arşivdeki binlerce proje, sanki bir askeri gücün cephanelikte saklanan silahları gibi gün yüzüne çıkmayı, uygulanmayı bekliyor. Üstelik onlara her yıl, aynı mantıkla hazırlanmış binlercesi daha ekleniyor!

KORHAN GÜMÜŞ

İstanbul’un yönetimine gelen her siyasetçi, bu arşivle baş başa kalıyor. Ancak başka bir şehirde olsa zehirli gaz, nükleer atık gibi işlem görecek bu plan ve projeler, yalnızca Büyükşehir’in arşivinde yer almıyor. Bürokratlar, müteahhitler ve onları kapalı ilişkiler içinde hazırlayan uzmanlar tarafından da sürekli gündeme getiriliyor. Bürokrasi, şirketler ve uzmanlardan oluşan bir koalisyon, her an vücut bulmaya hazır ruhların beklediği bu arşivi bütün güçleriyle, adeta bir tapınağı korur gibi koruyorlar. Bu ruhani toplulukla ilişki kurma gücüne sahip olanlar, her dönem hazırladıkları projeleri tekrar tekrar yöneticilere sunuyorlar (daha doğrusu bize kakalıyorlar). Biz de güya tartışmaya çalışıyoruz. (Örneğin Taksim Meydanı için yapılan düzenleme ve AVM projesi benim hayatımda, neredeyse öğrenciliğimden beri en azından dört kere uğraşmak zorunda kaldığım sürekli bir konu olarak yer aldı.) Bu plan ve projeler her dönem Büyükşehir Belediyesi’nden rutin olarak iş alan ekipler tarafından, çoğu zaman onlar yönetime bile gelmeden önce hazırlanıyor. Uygulama projesi olmasa bile, mantık olarak hazırlanıyor. Bu plan ve projelerin mantığını yöneticilerin de iktidarlarını geliştirmek amacıyla

sahiplendikleri söylenebilir. Örneğin Taksim’deki otoyol kavşağı ve AVM projesi ile yeni tanışan arkadaşlara bu işin uzun vadeli bir süreç olduğunu, bugünkü iktidarın bu girişiminden dolayı sanki bu proje yeni ortaya çıkmış gibi davranmanın pek yerinde olamayacağını anlatmaya çalışmıştım. Siyasetçilerin kritik zamanlarda “bizi eleştiren, eleştirme potansiyeli olan kişilere daha fazla iş verin” dediği bilinir. Böylece bilim ve rasyonel aklı temsil eden mimarlar, plancılar, araştırmacılar, sanatçılar iktidara bağımlı hale getirilir. Şehir konusunda kendi uzmanlık bilgileri ile konuşmaya başladıkları anda zokayı yutarlar. Ancak siyasetçilerin bu keşfinin, yani entelektüel işlev yerine getiren toplulukların bağımlı hale gelmesinin sonuçları çok daha yıkıcı olur. Yaratıcı sınıfların denetim altına alınması, onların da “bilim” adına kendi çıkarlarını temsil eden bir sivil toplum kesimine dönüşmesi, düşünce ortamını felç eder. Her amaç araçsallaşır. Şehir iktidarlaşan sermayeye teslim olur. Artık şehirlilerin karşısında iktidar ya da sermaye yoktur. İktidar kılığına girmiş sermaye bulunur. Örneğin bundan tam otuz yıl önce Taksim Meydanı’na Büyükşehir Belediyesi’nden para alarak tüneller ve AVM tasarlayan, uygulama projesini hazırlayan mimarlar kendilerinden o kadar emindiler ki... Tüneller, ulaşım onlara göre zaten tartışılmaz bilimsel konulardı. AVM ise yeni başlatılan metro projesini finanse edecek, İstanbulluların ulaşımını kolaylaştıracaktı. Bundan otuz sene önce bu mantık şehri nasıl yönetiyorduysa, bugün de aslında üç aşağı, beş yukarı aynı yöntemle yönetiyor. Taksim Meydanı’nın dört bir tarafını uçuruma dönüştürecek olan tünelli otoyol projesi ise zaten bilimsel ve tartışılması mümkün olmayan bir konuydu! O tarihlerde Gümüşsuyu'nda, Sıraselviler'de yapılacak tünellerin nasıl yarıklar açtığını, örneğin apartmanlar ve kaldırımların önünde kaç metrelik istinat duvarları oluşturduğunu maketlerle anlatmaya çalışıyorduk. Otoyol kavşağı çözümünün nasıl bir değişim yarattığının bile farkında değillerdi. "Böyle bir yöntemle Gezi, Taksim düzenlenemez" dediğimde beni neredeyse boğacaklardı. Onlar Taksim'in ortasına yapılacak AVM'nin metroyu finanse edeceğini, bunun İstanbul halkının ulaşım sorunun çözümüne katkı sağlayacağını iddia ediyorlardı. Sözen'i yakından tanıyordum. Bir gün kızgın bir ifade ile bana "sen bizim projeleri eleştiriyormuşsun" dedi. Ben de "kızdığınız Dalan zamanındaki şapşal müteahhitlik projelerini size yeniden kakalıyorlar. Bakın Eminönü, Taksim, Beşiktaş, Sütlüce...." dedim. (Bilebildiklerim bunlardan ibaretti. Meğersem ortalıkta sayılamayacak kadar varmış.) Taksim Platformu toplantılarından birini Büyükşehir’in Başkanlık Binası salonunda yapmayı önerdim. Kabul etti. Üniversitelerden, meslek kuruluşlarından ne kadar tanınmış mimar, plancı, aklı başında zannettiğim insan varsa çağırdım. Masanın üzerine, her birinin önüne projenin bir kopyasını koydum. Zannediyordum ki projeyi gördüklerinde, eleştirecekler, tartışacaklar. Hiç beklemediğim bir şey oldu, Sözen onlara "proje hakkında ne düşünüyorsunuz" diye sorduğunda,


SORU İŞARETİ

Kamu alanındaki kararların içeriğini oluşturan planlar ve projeler çoğu zaman bürokrasi ile birlikte hareket eden yatırımcılar tarafından geliştirilir ve sonra aracılık işleri yapan bazı kişiler tarafından yöneticilere takdim edilir. Örneğin İstanbul’un kuzeyine yapılması amaçlanan 3. Köprü projesi ortaya çıktığında henüz Hükümet’in ve Büyükşehir Belediyesi’nin haberinin olmadığı malum. Başlangıçta (2003 yılında) Arnavutköy’e yapılması planlanan 3. Köprü projesinden kalan bir alışkanlıkla, yönetimin bu projeyi reddettiği söylenir. Buna karşılık kamu alanında karşımıza çıkan plan ve projelerde özne olarak genellikle yöneticileri görürüz. 3. Köprü, 3. Havalimanı, Kanal İstanbul gibi projelerin Hükümet’in yaptırdığı çalışmalar olduğunu düşünürüz. Oysa bu görüntü yanıltıcı. Projeler sonuçta fiili bir işleyişin emareleri. Bunların arkasında çok daha karmaşık işleyişler, etkenler, kurumlar, çıkarlar bulunur. Bu projelerin niteliğini, mantığını kavramak için siyasal gücün, ekonomik sermayenin ve sembolik üretimin aralarındaki ilişkilere bakmak gerekir. Bu işin içinde elbette ki ayrı hafızaların girdabına kapılıp gidenler olacaktır ama bizim bu mantıkla uğraşmamız gerektiğine inanıyorum. Çünkü şiddetle uğraşmadan bu alanda farklı bir gelişme sağlamak mümkün değil. Yerel mekanın anlamlandırma biçimi, mesleki pratiklerimiz bu merkeziyetçi anlamlandırma biçimi ile belirlenir. Bu yüzden mesele teknik bir konu olarak

karşımıza çıkar. Siyaset ise kutsal bir bagaj olarak, şehrin hafızasını şiddetle düzenlemeyi amaçlar. Devletin karşılıklı ilişki içinde bulunan birkaç sermaye ile yönetildiği söylenebilir. Bunlardan birincisi bildiğimiz sermayedir, yani paradır. Bu sermaye ile örneğin büyük inşaat işleri, yatırımlar harekete geçirilir, yönlendirilir. Görünüşte cebimizdeki para ile bu sermaye aynı türdendir. Ama ikisi arasında belirleyici bir ilişki oluşur; emek, bilgi, mal değiştokuşunda asimetrik bir durum ortaya çıkar. Diğer sermaye ise siyaset alanındadır. Bilgi birikimi, denetimi, niteliği, değer sistemleri ile yönetilir. Kapitalist toplumda eğitim kurumları sayesinde emeğin iki türü arasında asimetri kurulur. Entelektüel emekle pratik emek arasında bir asimetri oluşur. Örneğin eğitime neredeyse bir çeyrek asırlık zaman ayırabilenler kalıcı bir “temsil eden emek” statüsüne kavuşur, bu yatırımı yapamayanlar ise kalıcı “temsil edilen”. Bu iki sermaye türünden birine yüksek oranda sahip olunmadığı ölçüde “dahil olunamayan konumlar” vardır (Bourdieu). Entelektüeller kendi fikirlerinin, konumlarının güç kazanması için kendi kamu yararı anlayışlarını temsil ederler. Bunu yaptıkları anda da iktidarın ve ekonomik sermayenin gücünden istifade etmeye başlarlar. Bu arada eğer yalnızca iktidar üzerinden projeleri eleştirenler olursa, o da kendilerini eleştirmeden güçlerini sergileme imkanı sağlamasından dolayıdır. İktidar ekonomik ve sembolik şiddete dayanan bir tahakküm biçimi olduğu için çatışmalara, mücadelelere sahne olan bir alan. Bu güçler arasındaki ilişkileri düzenleyen biçimsel kurallar olduğu gibi örtük işleyişler de bulunur. İktidarın totaliterleşmesi için farklı tahakküm biçimlerini aynı anda kullanım becerisine sahip olması gerekir. Sonuçta hiç bir egemen konum masum değildir. Düşünce kendisinden emin olunduğu anda biter.

11 XXI - ARALIK 14 / OCAK 15

eleştiri falan getirmek şöyle dursun, öve öve bitiremediler. "Mükemmel bir çalışma olmuş" dediler. Sonra anladım ki zaten her biri yıllardır Büyükşehir Belediyesi'ne bu tür projeler yapıyorlarmış. Baktım İstanbul'un bütün meydanları da, parkları da aralarında zaten proje yapsınlar diye paylaştırılmış. Ne kadar masum bir iş değil mi? (Ben ise saflığımdan dolayı onları bu toplantıya çağırıp, tartışacaklarını zannediyordum.)


İkonik Binalar Gezici Festival’de FARKLI BİR PERSPEKTİFTEN BAKARAK “BİNALAR KONUŞSAYDI NE SÖYLERDİ?” SORUSU İLE ÜRETİLEN “KÜLTÜR KATEDRALLERİ” FİLMİ, GEZİCİ FESTİVAL KAPSAMINDA GÖSTERİLECEK. Ankara Sinema Derneği’nin T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlediği Gezici Festival, yirminci yılında da dünya sinemasının en yeni örneklerini izleme fırsatı sunuyor. 28 Kasım’da Ankara’dan yola çıkan festival, 8 Aralık’a kadar devam edecek. 28 Kasım-4 Aralık tarihleri arasında başkentteki gösterimleri devam ederken Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nin katkılarıyla, 3-7 Aralık tarihleri arasında festival Eskişehir’e konuk olacak. Gezici Festival yolculuğunu, son üç yıl kendisine coşkulu bir şekilde ev sahipliği yapan Sinop Kültür ve Turizm Derneği’nin katkılarıyla 5-8 Aralık’ta Sinop’ta tamamlayacak. Bu yıl festival kapsamında gösterimi yapılacak

Kültür Katedralleri (Cathedrals of Culture), her yıl farklı ülkelerden çarpıcı filmleri izleme olanağı sağlayan Dünya Sineması bölümünde yer alıyor. Türk Serbest Mimarlar Derneği’nin katkılarıyla gerçekleşecek gösterimde Kültür Katedralleri, festivalin en ilgi çekici filmlerinden biri olarak öne çıkıyor. Bu üç boyutlu projede, birbirinden farklı altı ikonik bina, altı yönetmen (WimWenders, Michael Glawogger, MichaelMadsen, Robert Redford, Margreth Olin, Karim Aïnouz) tarafından beyazperdeye yansıtılıyor. Film seyirciyi Berlin Filarmoni, Rusya Ulusal Kütüphanesi, Halden Hapishanesi, Salk Enstitüsü, Oslo Opera Binası ve Pompidou Merkezi’nde gezdirirken binalarla konuşma olanağı sağlıyor.

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 12

GÜNCEL

Hiperarkaik Tektonik İSTANBUL TASARIM BIENALI PARALELINDE DÜZENLENEN ‘HIPERARKAIK TEKTONIK: DIJITAL TEKNOLOJI VE ZANAAT’ SERGISINDE, EN SON 600 YIL ÖNCE ORTAÇAĞ İSLAM MIMARISINDE KULLANILAN ILERI MATEMATIK FORMÜLLERINI GÜNÜMÜZÜN DIJITAL ÜRETIM TEKNOLOJISIYLE BIR ARAYA GETIREN MERMER MOZAIK ESERLER SERGILENIYOR. Gökhan Karakuş'un küratörlüğünde İstanbullu tasarım stüdyosu Emedya Design ile Londralı Adams Kara Taylor II'nin ortak çalışmasıyla yaratılan ve doğal taş markası AKDO tarafından üretilen mermer mozaik duvar panoları ve heykeller, mimari form ve alan oluşturmada yeni ifade olanakları ve rasyonel imkanlar sunuyor. Mozaiklerin tasarımı, aperiyodik desenlerin iki ve üç boyutlu olarak sonsuz tekrarına dayanan matematik formülüyle gerçekleştirildi. Bu mozaik düzenleme formulü bilgisayar destekli tasarımla geometrik desenlere dönüştürüldü ve tasarımlar son formunu aldı. Bu bilgisayar verileri kullanılarak gerçekleştirilen dijital üretimde, her bir mozaik parçası su jeti ile tek tek kesildi ve ardından elle birleştirildi.

En son Ortaçağ İslam mimarisinde kullanılan sonsuz ama asla kendini tekrar etmeyen, düzensiz (aperiyodik) döşeme tekniğinden yararlanan bu mermer mozaikler, mimaride form ve alan yaratma konusunda yeni düşünce ve ifade imkanları ortaya koyarak, bugünün mimarlık ve tasarımında bilgisayar ve zanaatı, estetik ve strüktürü bir araya getiren ‘Hiperarkaik Tektonik’ adı altında yeni bir ifade öneriyor. www.hyperarchaictectonics.com küratör: Gökhan Karakuş sergi tasarımı: Emedya Design adına Gökhan Karakuş, Özlem Alkan Karakuş, Gözde Kavalcı eser tasarımı: Emedya Design adına Gökhan Karakuş, Gözde Kavalcı, Duygu Özgül, Adams Kara Taylor II adına Daniel Bosia, Edoardo Tibuzzi üretim: AKDO / Silkar Madencilik mekan: 311 Artworks tarih: 1-29 Kasım 2014

berlin filarmoni



“Heterotopoloji”ye Giriş: Heterotopyalar İçin Bir Nomenklatura Denemesi - I -Halil Dinçel için“Verili bir toplumda, bu farklı mekanların, bu başka yerlerin incelenmesini, analizini, betimlemesini, – günümüzde sevilen deyimle– “okunma”sını konu edinmiş olan –bilim demiyorum çünkü günümüzde fazlasıyla heder edilmiş bir kelimedir– bir tür sistematik tanımını, yaşadığımız uzamın hem mitik hem de gerçek bir tür tartışmasını düşünebiliriz; bu betimleme heterotopoloji diye adlandırılabilir.” “...bir tür genel arşiv oluşturma fikri, bütün zamanları, bütün dönemleri, bütün biçimleri, bütün zevkleri bir yere kapama istenci, zamanın dışında yer alacak ve zamanın zarar veremeyeceği bir yer oluşturma fikri, kımıldamayacak bir yerde zamanın bir tür kalıcı ve sonsuz birikimini örgütleme projesi; tüm bunlar bizim modernliğimize aittir.” Michel Foucault, “Başka Mekanlara Dair”, Özne ve İktidar, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınları, 2000, İstanbul, s. 296 ve s. 299.1

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 14

DÖNME DOLAP

Albrecht Dürer’in 1515 tarihini taşıyan Gergedan deseni, bugünlerde tam beş yüzüncü yaşını deviriyor. Beş asır öncesinin egzotik hayvanı, bugünün soyu tükenmiş hayvanına dönüştüğü için bir ölçüde bu olağanüstü desen, gerçeklikle fantazmanın arakesitini doldurmayı sürdürür bizim için. Ama Gergedan’ı anmamın nedeni bu değil. Gergedan, üzerinde bir “heterotopya” taşıyor: Esas boynuzunun hayli gerisinde, boynunun bitip gövdesinin başladığı tepe noktasına yakın bir yerde ikincil bir boynuz yer alır. Bu boynuz, olması gereken yerde, ilkinin yani başında, gözlerinin hemen üzerinde, esas boynuzunun gerisinde değildir; bu nedenle de “zootopik” bir anomali ya da fantazmatik bir yer değiştirmeyle, “heterotopya”dır. Dürer tekboynuz efsanesini çürütme tehlikesi yaratan ikincil boynuzun yerini biraz kaydırarak bu heterotopyayı yaratmıştır.

LEVENT ŞENTÜRK

Foucault, heterotopyaları anlattığı metninde, ’68 Mayısı’na bir yıl kala, bugün içinde yaşadığımız internet ve hard disc çağının başlıca saplantısını farkında olmadan kusursuz biçimde betimlemiştir. Metinde Foucault ütopyaya karşı “heterotopya” kelimesini sosyal bilimlere aktarmakla ve bir anlamda bugünkü yaygın anlamını icat etmekle kalmamış, ağ toplumunu da erkenden haber vermiştir.2 Bununla beraber, heterotopya sözcüğü Foucault’nun icadı değildir: Tıbbi bir terim olarak heterotopya, bir dokunun başka bir yerde oluşması ve büyümesidir. Bir organın normal doku kütlesi yerini şaşırmıştır sadece, tıpkı Dürer’in Gergedan’ında olduğu gibi. Nedeni bilinmeyen bu anomaliler, bir patolojiye yol açmadığı gibi, bedenin işleyişini de bozmaz.3 Oysa Foucaultgil yorumda açıkça hiçbir kategoriye uymayan, gündelik hayatın askıya alındığı, istisnai yerler olan heterotopyalar,

mekanların anlamını dönüştürür. Bunlar Sohn’a göre marjinal değil süreksizdir; bütün tabu kategorilerini bir arada barındırır ve toplumların ürettiği ama asla çözemediği çelişkileri ortaya serer. Heterotopyalar rahatsız edicidirler; dilin altını gizlice oyarlar ve bir yerde konumlansalar bile gerçek bir yerleri yoktur.4 Metnin güncel İngilizce çevirisini yapan Cauter ve Dehaene, ‘heterotopoloji’ kelimesiyle Foucault’nun metinde matematiğin topoloji çalışmalarına gönderimde bulunduğu, dolayısıyla ağ toplumu kehanetini büyüttüğü inancında olsalar da,5 bu vurgunun daha ziyade, sözgelimi ‘arkeo-loji’ kelimesinde olduğu gibi, heterotopya’ya ‘-loji’ sonekiyle, ‘heterotopya bilimi’ vurgusu yüklendiği açıktır. Foucault, biyopolitika ve mimarlık ilişkisi bağlamında, “İktidarın Gözü” adlı metninde, benzer bir vurguyla şöyle der: “Büyük jeopolitik stratejilerden konut, kurumsal mimari, sınıf ya da hastane düzenlemesindeki küçük taktiklere kadar, ekonomik, siyasi tesisleri de unutmadan, uzamların tarihini de tümüyle yazmak gerekir: Bu aynı zamanda iktidarların da tarihi olacaktır.”6 Foucault, heterotopyaların sahip olduğunu düşündüğü altı temel özellik saptar. İlki, dünyada tüm kültürlerin heterotopya ürettikleri ve bunun zorunlu sonucu olarak tek ve mutlak bir heterotopyanın yeryüzünde bulunamayacağı gerçeğidir. (Bu varsayımla ortaya çıkabilecek özcü heterotopyaların adı şimdiden bellidir: Pseudotopya.) Buna göre, ya “kriz” ya da “sapma” heterotopyaları vardır. Kriz heterotopyaları ritlerle ilgilidir: Bekaretin sonu için balayına gitmek; “geçiş” yaşantısının “hiçbir yerde” gerçekleşmesinin zorunluğuna bağlanır. Sapma heterotopyaları (deviatopya’lar), norm dışını inşa eden hapishaneden başlayıp huzurevi örneğine dek, birçok kurumun kapatıcı işlevince belirlenir. “Başka Mekanlara Dair” metnini heterotopya temalı bir derleme için geniş notlar eşliğinde çeviren Cauter ve Dehaene’ye göre, Foucault metin boyunca dört kategori geliştirmiştir: Kriz, sapma, ilüzyon ve telafi [ing. compensation] heterotopyaları. Yazarlar bunun altıya yükseltilmesi gerektiğini ve son ikisinin de şenlik [ing. festivity] ve kalıcılık [ing. permanence] heterotopyaları olması gerektiğini eklerler.7 İkinci ilke, bir toplumun mevcut bir heterotopyaya tarih boyunca farklı işlevler verebildiği gerçeğidir. (Foucault, mezarlığın değişen anlamını bu aşamada örnek gösterir.) Üçüncü nitelik, bir heterotopyanın bağdaşmaz görünen birçok mekan ve mevkiyi bir yerde yan yana getirebilmesidir. (Tiyatro, sinema, bahçe


Mekanın salt bir “vakum” ya da “ideal bir boşluk” gibi tahayyül edilmekten çıktığı bir dönemde Foucault, başkalık ima eden “hetero-” önekiyle “dışarısı”nı, idealize edilen “iç” fikrini dağıtacak biçimde betimler: Bizi kendi dışımıza çeken; yaşamımızın, zamanımızın ve tarihimizin erozyona uğradığı, kemiren ve aşındıran bir “topos”tur söz konusu olan; bir “homotopya”nın özdeş, geçirimsiz, korunaklı ebediyeti değil. Bir heterotopya tanımlamaya katkıda bulunan şu özellikleri de ekler Foucault: Yerler bağlamında birbirine indirgenemezlik, üst üste konamama ve bir ilişkiler bütününün parçası olma. “İlişkiler bütünü” açısından da esenlikli bir durum söz konusu değildir: Çünkü heterotopya, bu ilişkileri erteler, etkisizleştirir ve tersine çevirir. Foucault burada, ütopyalarla heterotopyaların ortak özelliği olan “yadsıma”dan söz eder. Ancak ortaklık peşi sıra sona erer çünkü Foucault, heterotopyaları ütopyalara karşıt olarak ilan eder. Foucault’nun ayna örneği, bir yandan hem eski bir kavram olan mimesis’i anımsatır, hem de Jean Baudrillard’ın simulakra ve simülasyon teorisinden önce, otantik/çoğaltılmış seviyesindeki birinci derece simülasyonu, ayna ve öznenin aynadaki görüntüsü

ile olan uzamsal ilişkisi bağlamında, son derece canlı biçimde resmeder. Bu canlı betimlemedeki yansıma olgusu, üçüncü niteliği tanımlarken verdiği bahçe örneğine içkindir gerçekte; Osmanlı bahçeleri, “cehar bağ” planının kozmolojisiyle beraber büyük durağan su yüzeyleri, doğanın yansımalarını bahçeye katarak, bir katman daha heterotopik hale gelmekteydi, denebilir.

yolculuk/seyahat (bedeni veya taşıtı kullanarak yer değiştirme deneyiminin bütün biçim ve sonuçları) sayılabilir.

Bugün heterotopya kelimesi, “hetero-” önekinin çağrıştırdığı heteroseksüellik ve yedeğindeki heteronormativizm eleştirisi nedeniyle karıştırılmaya başlamış olabilir. Kuir teori ekseninden bir okumayla “hetero-topya”, heteronormatif mekan, dolayısıyla normalleştirilmiş heteroseksüelliğin mekanı anlamına da gelebilir, getirilebilir pekala. Ama yine de, Foucaultgil okumadan uzaklaşmadan ve bağlamı çarpıtmadan, yerler üzerine düşünmeyi sürdürelim: “Başka” olan, sıradan hayattakine benzemeyen yerlere doğru kavramsal bir yolculuğa çıkabilmek için, “ur-topya”lar, insan yapımı topos’lara yataklık eden kaynak mekanlar varsayabiliriz: Bunlar sözgelimi Deleuze’yen temel biçimsizlik kipi “rizom” veya içinde yaşadığımız “ağ” tipi meta-kategoriler olabileceği gibi, yeryüzünün kurucu unsurları da olabilir. Gölge (güneş altında bütün fiziksel çevrenin doppelgaenger’ı), ışık (ve onun bize en yakın kaynağı güneş), su (deniz, okyanus; sonsuz sular imgesi), sahil (bitimsiz bir palimpsest ve ara-yer olarak), mikrokozmos (mevcudiyetini temas kurana dek bilmediğimiz bütün paralel evrenlerin en göze görünür biçimi), doğal afetler (uyumlu görünen doğanın meşum keyfiyeti bağlamında sel, deprem, kasırga, vb.), ses, yeraltı (mitolojik hades değil de dünyevi çağrışımlarıyla), ağırlık (yerçekimi yok olduğunda ortadan kalkar ve ağırlıksızlık uzayda olmaktır), hava (yine uzayın sahip olmadığı ve dünyanın sahip olduğu atmosferin sebep olduğu her şey) ve son olarak da

3 Heidi Sohn, 2008, “Heterotopia: Anamnesis of a Medical Term”,

1 (Metin, 14 Mart 1967 tarihinde Tunus’ta “Des Espaces Autres” başlıklı bir konferansta Foucault tarafından sunulmuş ve ancak 1984’de yayınlanmıştır.) 2 Bkz.: Bu yazıda, dipnot 10. Heterotopia and the City, Public Space in a Postcivil Society, Ed. & tr. Lieven de Cauter, Michiel Dehaene, Routledge, New York, ss. 41-50. 4 A. e., ss. 44-49. 5 Michel Foucault, 2008, “Of Other Spaces (1967)” Heterotopia and the City, Public Space in a Postcivil Society, Ed. & tr. Lieven de Cauter, Michiel Dehaene, Routledge, New York, dipnot 16, s. 25. 6 Michel Foucault, 2007, “İktidarın Gözü”, İktidarın Gözü, Seçme Yazılar 4, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, s. 88. 7 Michel Foucault, 2008, “Of Other Spaces (1967)”, Heterotopia and the City, Public Space in a Postcivil Society, Ed. & tr. Lieven de Cauter, Michiel Dehaene, Routledge, New York, s. 27, dipnot 30. 8 Michel Foucault, “Başka Mekanlara Dair”, Özne ve İktidar, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınları, 2000, İstanbul, ss. 296-302. 9 Karşılaştırmalı okuma için bkz. Michel Foucault, 2008, “Of Other Spaces (1967)”, Heterotopia and the City, Public Space in a Postcivil Society, Ed. & tr. Lieven de Cauter, Michiel Dehaene, Routledge, New York, ss. 14-29. Zengin dipnotlarla beslenmiş çeviride, metnin başlarında Foucault’nun yaşadığı dönemi Manuel Castells veya Gilles Deleuze ve Felix Guattari’den önce “ağ toplumu” diye nitelemiş olduğuna dair bir vurgu da vardır. 10 Işık Ergüden’in Türkçe çeviride kullandığı “mevki”nin, ağ toplumunun adresleme mantığı ile bağdaşmıyor gibi görünse de, “yer”e göre daha bağlamsız ve yabancılaştırıcı/alışılmadık bir konum bildirici ifade olduğu kesin: Ki Foucault da Fransızca’da bu etkiyi yaratmayı hedeflemiştir. “Mevki”, coğrafi anlamda boş arazilerden ibaret yerin yaklaşık konumunu bildiren müphemliğiyle de ağsal karaktere kısmen uygun gibi duruyor. Ayrıca “emplacement”ın tabyaya tekabül eden askeri konumlandırma anlamı, geçicilik ve konumlanma taktiği anlamını taşımaktadır.

15 XXI - ARALIK 14 / OCAK 15

Foucault, kısa ama iyiden iyiye şematik betimlemelerle dolu metninde, mekan fikrinin evrimini bin yıllık bir süreçte hızla kat eden üç kavram önerir: Ortaçağ için “yerleştirme” [ing. localization],9 17. yüzyıl için “uzam” [ing. extention; bu ifade Kartezyen resextensa ile bağıntılıdır] ve 20. yüzyıl için “mevki” [ing. emplacement]. Galileo’dan önceki dönem bir yerleştirilme ve belli bir konumda sabitlenme dönemidir Foucault’ya göre. Galileo ile birlikte “sonsuz ve açık mekan” olgusu ortaya çıkmış ve sabit/tanrısal yer fikrini, kozmik devinim içindeki dünya imgesi silip süpürmüştür. Bununla beraber, mekan bugün bile kutsallıktan arınmış değildir; özel ve kamusal ikiliğinde olduğu gibi, hala dokunulmaz ve kutsal uzamlar tanımlanmaya devam eder. 20. yüzyılın “mevki”leri,10 noktalar/unsurlar arasındaki yakınlık [ing. proximity] ile kurulur. Bunların araçları ise diziler, seriler ve gridlerdir [ing. series, trees, grids]. Cauter ve Dehaene, Foucault’nın “yerleştirme”, “uzam” ve “mevki” üçlüsünün “endüstri öncesi kent”, “modern metropol” ve “post-endüstriyel megalopol”e tekabül ettiği görüşündedir.

DÖNME DOLAP

ve halıyı örnek verir.) Dördüncüsü, heterotopyaların zamanın bölünmesine bağlı oldukları, yani heterokroni ilkesidir. (Biriktiren müze ve kütüphanelerin yanı sıra, zamanı ortadan kaldıran şenlik ve panayırlar buna örnektir.) Beşincisi, heterotopyaların bir açılma ve kapanma sistemine sahip oldukları gerçeğidir. Ya kışla ve hapishane gibi zorla alıkoyarlar; ya da hamam ve sauna gibi, girmek için kurallara, izinlere ve ritüellere sahiptirler. Bu kategoride, içerirken dışlayan mimari örgütlenmeleri ima eden, gepgeniş bir çerçeve daha çizer Foucault. Altıncı ve son nitelik de, heterotopyaların, tüm diğer yerler için bir işlevinin bulunuyor olmasıdır. Bunlar, geri kalan yerlerin yanılsama olduğu hissini yaratan yerlerdir: Genelevler ve “yeryüzünde cennet” intibası uyandıran kimi kolonilerdir.8


Ya Sonra? ARKIMEET 2014 “YA SONRA” TEMASIYLA GELECEĞİN KENTLERİNE DAİR SORULARI GÜNDEME GETİRDİ. Bu yıl ikinci kez düzenlenen ve 19-20 Kasım'da Four Seasons Bosphorous Hotel'de gerçekleşen Arkimeet’e altmışı aşkın konuşmacı katıldı. MIT SENSEable City Lab'ın yürütücüsü Carlo Ratti ve Sagrada Familia'nın tamamlama projesi baş mimarı Mark Burry gibi isimlerin yanı sıra farklı disiplinlerden uzmanlar da tasarımcılar ile buluştu. Ekonomi alanından CNN Türk Ekonomi müdürü gazeteci Emin Çapa, ODTÜ’den Prof. Dr. Celal Abdi Güzer'le diyalog şeklinde gerçekleştirdikleri sunumla dikkat çekti. Levent Erden ise konuşmasında döviz kurunu bilen salonunun, iletişim teknolojileri ile nasıl iç içe bir dönüşüm geçirdiğini aktardı.

Arkimeet kapsamında düzenlenen Arkitera Seyahat Bursu ve Arkitera Kampüste projelerinin gönüllüleri Elif Yılmaz ve Azize Yıldız deneyimlerini Arkimeet'te anlattılar. Etkinlik, Arkitera Mimarlık Merkezi'nin her yıl verdiği Arkitera Ödülleri töreni ile son buldu.

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 16

GÜNCEL

Vitra öncü sponsorluğunda gerçekleştirilen Arkimeet kapsamında yapılan Pecha Kucha Night etkinliğinin bu yılki konuşmacıları karikatürist Cem Dinlenmiş, köşe yazarı Özgür Mumcu, gazeteci Elif İnce, müzisyen Harun

Tekin, tasarımcı Derin Sarıyer, mimar Nevzat Sayın, Sedat Bayrak ve Hakan Evkaya’ydı. Dinlenmiş, mimarlık ortamında çokça tartışılan Çamlıca Camisi, AKM, Emek Sineması gibi yapılar üzerinden eleştirel karikatürleriyle binaların işlevlerinin keyfi bir şekilde ne kadar hızlı değişebileceğine değinirken; Hakan Evkaya konuşmasında mimarların mezun olmadan önce kafalarında yarattıkları "ulvi meslek" biçimi ile mezun olduktan sonra yaşadıkları çelişkilerden bahsetti. Elif İnce ise “çevreci olma” kavramının artık nasıl algılandığına dair eleştirilerini paylaştı.

Törende ilk ödüller, Arkimeet 2014'ün teması "Ya Sonra?" kapsamında düzenlenen Öykü Yarışması'nın kazananlarına takdim edildi. Gökhan Kablan "Bardakta Toz Var" başlıklı metniyle üçüncülük ödülüne, Sinem Cerrah "Haber Okuması" başlıklı metniyle ikincilik ödülüne, Alirıza Arıcan ise "Yağmurun Durmasını Bekleyen Adam" başlıklı metniyle birincilik ödülüne layık görüldü. Yarışmaya gönderilen öykülerin arasından 17 adet öykü seçilip; Alef Yayınevi tarafından kitap haline getirildi ve basıldı.

Super Neutral 70/37 ürünü ile Guardian Cam Türkiye’ye ve Hareketli Donatılar Kategorisinde Interface Net Effect ürünü ile Klassis Halı’ya verildi.

RAF Yapı Malzemesi Ödülü ise Taşıyıcı Sistemler, Altyapı Bileşenleri, Kaba Yapı Bileşenleri kategorisinde PonceBloc Hafif Yapı Elemanı ürünü ile PonsBlok’a, İnce Yapı Bileşenleri kategorisinde 20 mm kalınlıkta porselen karo ürünü ile Bien Yapı Ürünleri’ne, Kullanıcı Konforunu Karşılamaya Yönelik Sistemler kategorisinde SunGuard

Kamu kategorisinde İşveren Ödülü'ne layık görülen kurumlar, Şişhane Park projesi ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Karaköy Gayrimenkul Yatırımları oldu. Seçici Kurul Teşvik Ödülü'nü alan kurumlar Erasta Fethiye Projesi ile Fethiye Belediyesi ve Eroğlu Gayrimenkul Geliştirme ve Yatırım oldu. Özel sektör kategorisinde İşveren Ödülü'nü alan kurum Maxx Royal Kemer Resort ve Spa projesi ile Ersoy Otelcilik İnşaat Turizm İşletmeciliği oldu. Seçici Kurul Teşvik Ödülü'ne layık görülen kurumlar, Türkiye Müteahhitler Birliği Yeni Genel Merkezi Binası projesi ile Türkiye Müteahhitler Birliği Derneği ve Moda Sahnesi projesi ile Moda Sahnesi ekibi oldu. 2014 Genç Mimar Ödülü'nün sahibi ise Abdurrahman Çekim oldu.

cem dinlenmiş

elif ince

derin sarıyer

mark burry

levent erden

emin çapa ve abdi güzer

nevzat sayın

carlo rattı

hakan evyaka

harun tekin



Kamusalı Yorumlayan “YAP İSTANBUL MODERN: YENİ MİMARLIK PROGRAMI”, GENÇ VE YÜKSELEN TASARIMCI VE MİMARLARA SÜRDÜRÜLEBİLİR, GERİ DÖNÜŞTÜRÜLEBİLİR VE YENİDEN KULLANILABİLİR ÖZELLİKLERİNE SAHİP, KAMUSAL ALANIN KALİTESİNİ ARTIRAN GEÇİCİ MEKANLAR TASARLAMA OLANAĞI SUNUYOR. BEŞ FİNALİSTİN ARASINDAN SEÇİLECEK PROJE, 2015 YAZINDA İSTANBUL MODERN’İN BAHÇESİNDE UYGULANACAK. İstanbul Modern’in, The Museum of Modern Art (MoMA) ve MoMA PS1 işbirliğiyle, Garanti Bankası, Polimeks Holding ve VitrA eş sponsorluğunda yürüttüğü “YAP İstanbul Modern: Yeni Mimarlık Programı”nın ikincisi için öneri geliştirecek beş finalist belirlendi. İki yılda bir yaz aylarında genç ve yükselen mimarlara yenilikçi bir mimari tasarımla açık havada geçici bir yapı tasarlama fırsatı sunan “YAP İstanbul Modern: Yeni Mimarlık Programı” kapsamında seçilen proje, 2015 yılında İstanbul Modern’in bahçesinde uygulanacak.

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 18

GÜNCEL

İlki 2012-2013 döneminde düzenlenen “YAP İstanbul Modern”, New York’taki MoMA PS1, Roma’daki XXI. Yüzyıl Sanatları Ulusal Müzesi (MAXXI), Santiago’daki kültür kuruluşu CONSTRUCTO ve Seul’deki Modern ve Çağdaş Sanat Ulusal Müzesi’nde

(MMCA) gerçekleşen uluslararası “YAP: Yeni Mimarlık Programı”nın parçası. Türkiye’den mimarlık uzmanlarının yanı sıra İstanbul Modern ve diğer YAP: Yeni Mimarlık Programı temsilcilerinden oluşan seçici kurul, 11 Kasım 2014’te bir araya gelerek, Türkiye’nin dört bir tarafındaki ve KKTC’deki nominatörlerin işaret ettiği genç adaylar arasından finalistleri belirledi. Seçici kurulda Barry Bergdoll (MoMA), Çelenk Bafra (İstanbul Modern), Emre Arolat, Han Tümertekin, Jeannette Plaut (CONSTRUCTO), Levent Çalıkoğlu (İstanbul Modern), Melkan Tabanlıoğlu, Oya Eczacıbaşı (İstanbul Modern), Pedro Gadanho (MoMA), Pelin Derviş (YAP İstanbul Modern Koordinatörü), Pippo Ciorra (MAXXI) ve Suha Özkan’ın (Seçici Kurul Başkanı) yer alıyor. Finale Ali Sinan & Hasan Okan Çetin (Ankara), FLAT C

(Selim Bayer & Bulut Cebeci, Londraİstanbul), Herkes İçin Mimarlık (İstanbul), PATTU (Cem Kozar & Işıl Ünal, İstanbul) ve Young & Ayata (Michael Young & Kutan Ayata, New York) kaldı. “YAP: Yeni Mimarlık Programı”, genç ve yükselen tasarımcı ve mimarlara dinlenme, eğlence ve rahatlama gibi çeşitli amaçlara hizmet eden, aynı zamanda gösteri, müzik, dans, sergi ve performans gibi etkinliklerde ev sahipliği yapabilecek geçici mekânlar tasarlama olanağı sunuyor. Mimarlar; sürdürülebilirlik, geri dönüşüm ve yeniden kullanım gibi ekolojik çözümler önermeye; gölgelik, su ve oturma alanı gibi öğelerle kamusal alanın kalitesini artıran yenilikçi projeler yaratmaya teşvik ediliyor. Proje kapsamında İstanbul Modern’in bahçesinde kurulacak geçici

düzenleme, 2015 yazı boyunca her yaştan müze ziyaretçisi tarafından, özellikle de müzenin gençlere yönelik düzenleyeceği etkinlikler için kullanılacak. Seçilen beş finalistin geliştireceği öneriler Ocak ayında seçici kurul tarafından değerlendirilecek. Bu önerilerden biri seçilerek 2015 yılı Haziran ayında İstanbul Modern’in bahçesinde açılmak üzere uygulanacak. 2014-2015 programına katılan tüm finalistlerin projelerini içeren sergi ise, İstanbul Modern kısa süreli sergiler alanında ve program ortağı diğer dört mimarlık ve sanat kurumunda düzenlenecek.

YAP İstanbul Modern 2012-2013 detaylı bilgisine ulaşmak için www.istanbulmodern.org sitesi ziyaret edilebilir.



Kentin Yaşa(Ma)Yan Katmanı: Mezarlıklar 3 Mayıs 2012 tarihinde Mynet internet portalında çıkan bir haber Konya’nın Tavşançalı belediyesince başlatılan “online mezarlık ziyareti” projesini duyuruyordu.1 Habere göre, interaktif uygulama sayesinde sanal mezarlığı ziyaret edenler taziye mesajı yazabiliyor, hatta “merhuma online dua için play” seçeneğine basarak yakınına dua okunmasını dahi sağlayabiliyorlardı. Aynı tarihlerde ve izleyen yıllarda benzer uygulamaları Tokat ve İzmir gibi farklı illerde farklı Belediyelerin de yürürlüğe koyduğunu biliyoruz. Her ne kadar gerek belediye, gerek Diyanet İşleri yetkilileri bu uygulamaların “gurbetçiler,” ya da “mezarlığı ziyaret edemeyecek durumda olanlar” için olduğunu ve mezarlık ziyaretinin yerini alamayacağını bildirseler de dijital ortamların hemen her tür bedensel ilişkinin yerini almaya başladığı bir dönemde, yakın zamanda mezarlık ziyaretlerinin de çoğunlukla online temsiliyetlerle sağlanabileceğini kestirmek zor değil. Modernite öncesi dönemlerde, Osmanlı’da dahil olmak üzere pek çok toplumda ölülerin evlerinin yakınında gömüldüğü göz önüne alınırsa, dijital mezarlıkların ölüm olgusunu tekrar eve döndürdüğünü söylemek mümkün mü?

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 20

EŞİK CİNLERİ

Günümüzde mezarlıklar kent söylemlerinde çok da anılmayan, kendi mahalle sınırlarımız içinde yer almadıkları sürece gözümüzden ve gündelik yaşantımızdan uzakta konumlanan, ancak bir yakının ölümü durumlarında ziyaret edilen yerler. Ancak hemen her bireyin mezarlıkta bulunan bir yakını olduğu düşünülürse, bu alanlar kentin hemen her noktasıyla da ilişkilenen yerler. Michel Foucault’un deyimiyle, ölümden sonra dünyaya gelmenin mümkün olmadığı düşüncesinin temel olduğu modern dünyada bedenimizden arta kalanları barındıran mezarlıklar, “dünyada ve dilde var oluşumuzun son izleri” olmaları açısından sınır mekanlar.2 Modern dünyanın ölümle ve bu sınır mekanlarla kurduğu ilişki önceki dönemlerden oldukça farklı. Karşılaşılan her olgunun kontrolü, dolayısıyla da dilde temsiliyetinin peşinde olan aydınlanma düşüncesi, mezarlık konusunu da ölümün bilinmezliğinden arındırarak yönetsel bir kontrol ve düzenleme nesnesi olarak ele alıyor.

GÜLSÜM BAYDAR, GIZEM ÖZMEN gulsum.baydar@yasar.edu.tr gizem.ozmen@yasar.edu.tr

Türkiye’de ölüme dair olguların yönetsel söyleme girmesi 1839’da İstanbul’daki mezarlıkların yerlerinin Belediye Meclisleri’nce belirleneceği hükmü ile başlıyor.3 O zamana dek halk mezarlıklarının kent dışında yer aldığını, yönetsel kadrolarda olanların ise kent içindeki cami ve medrese alanlarına gömüldüğünü biliyoruz. Ancak tarihçi Nicolas Vatin, bu dönemde kişilerin kapılarının önünde ya da bahçelerinde gömülmelerinin de olağan olduğunu söylüyor. 1610 yılında İstanbul’a gelen

George Sandys sultanların ve yüksek bürokratların türbeleri olduğunu, orta sınıftan olanların kendi bahçelerinde oluşturdukları açık mezarlara, fakirlerin ise kent dolayında yol kenarlarına ve boş alanlara gömüldüklerini anlatıyor.4 Kent içinde dini yapıların arazilerindeki mezarlıklarda, yani hazirelerde, gömülmek için Sultanın, vakıf arazilerinde mütevelli heyetinin ve Şeyhülislam’ın iznine gerek olduğu gibi mezartaşı koyma koşulu da bulunuyor. Üstelik kent içi mezarlıklarda mezartaşlarının sokaktan görülmesi, ölenin geçenlerin hayır dualarını alması için özellikle istenen bir durum.5 Dolayısıyla daha ileri mevkilerde olanların mezarlarının sokağa en yakın kısımlarda olduğu görülüyor. Ancak 19. yüzyılda art arda gelen salgın hastalıklar sonucunda 1868’de kent içi hazirelerine gömüler sağlık nedenleriyle yasaklanıyor. Devlet elitinin dışında kalanlar için kullanılan kent dışı mezarlıkların ise oldukça kaotik durumda olduğunu dönemin seyahatnameleri belgeliyor. 1877’de, yani kent içi gömülerin yasaklarnmasından sonra Üsküdar mezarlığını gezen Edmondo de Amicis, dik ya da devrik mezar taşlarının, çalıların ve yabani bitkilerin arasında “yer yer solmuş çiçek demetleri ve açılmış toprağın içinde kafatasları görerek, servilerin içine gizlenmiş kumruların her yere yayılan dem çekişlerini dinleyerek” yürüdüklerini; Galata mezarlığında ise gölgede oturanların çubuk tüttürdüklerini, çocukların koşup hopladıklarını, ineklerin otladığını, yaşmaklı kadın gruplarının geçtiğini anlatıyor.6 İtalyan gezginin anlattığı türden manzaralara diğer seyahatnamelerde ve gravürlerde de rastlamak mümkün. Her ne kadar bunların çoğunda oryantalist bir bakış açısının ve batının pitoresk geleneğinin izlerini saptamak mümkünse de gözlemlerinin ortak noktaları, kent dışı mezarlıkların durumu hakkında fikir vermeleri açısından önemli. Sonuç olarak Osmanlı döneminde bireyin dilde varoluşunun sürdürülmesinin sınıfsal bir tabanı olduğu, sürekliliğinin ancak ayrıcalıklı öznelere bahşedildiği anlaşılıyor. Kentsel mekan ise bu sürekliliğin garantisi konumunda. Figüratif betimlemeye izin vermeyen İslam dininin egemenliğinde, artık yaşamayanların var oluşunun tek izlerinin mezar taşları olduğunu söylemek mümkün. Ancak burada paradoksal bir durum söz konusu: Figüratif betimleme her ne kadar bedenin temsilini içeriyor olsa da mezarın bedensel boyutu, ölen kişinin bedeninin bizzat o yerde olduğu bilgisinden dolayı çok daha yoğun. Tam da bu nedenle mezar, onu göreni ölüm olgusuyla karşı karşıya getiriyor. Dolayısıyla mezarlıkların kent içinde konumlanmaları ve görünür kılınmaları ve kent dışı mezarlıklarda gündelik yaşamın tüm olağanlığıyla süregidişi, ölüm olgusunun kentin kolektif yaşamından soyutlanmayışının da ifadeleri. 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan kent içi hazirelere gömü yasağı modern kent planlamasının ölümle ilgili mekanları sıkı kurallara bağlayarak kent dışında konumlandırmasının ilk adımlarından birisi olarak görülebilir. Cumhuriyet döneminde


Online mezarlıklar ise gündelik yaşamla ölüm arasında kurulan mekansal ilişkinin son aşamasını oluşturuyor. Bunlar bir yandan yaşamayan bedenlerin sadece sözel ve yazılı değil, aynı zamanda görsel temsil dağarcığımızda varlıklarını sürdürmelerini sağlarken, diğer yandan da ölüm olgusunu dijital bir görüntüye indirgeyerek yaşamayan bedenlerle olan

21 XXI - ARALIK 14 / OCAK 15

Tüm bu önlemlere rağmen, kent dışına itilen mezarlıklar bir süre sonra kentlerin hızlı ve kontrolsüz büyüme süreçlerinin amansızlığıyla kendilerini tekrar yaşanan kentin içinde buluveriyorlar. Bunların kimileri tarihi nitelikleriyle korumaya alınırken kimilerinin arazileri başka kullanımlara açılarak içlerindeki mezarlar kent dışında yeni kurulan mezarlıklara taşınıyor. Dolayısıyla kentin yaşayan katmanıyla yaşamayan katmanı arasındaki mesafe süregiden bir yönetsel savaş alanına dönüşüyor. Bir yandan da birbiri ardına çıkan benzeri yönetmeliklerle mezarlıkların ziyaret gün ve saatleri, gömü koşulları, dolaşım alanlarının düzeni, mezarlık içindeki uygun davranış biçimleri tüm ayrıntılarıyla kurallara bağlanıyor. 1930 nizamnamesiyle gelen önemli bir hüküm de, “her mezarlıkta oraya gömülen ölülerin kendilerinin ve babalarının isimlerini, şöhretlerini, yaşlarını ve ikamet ettikleri mahalleri ve vefat tarihlerini, mahallerini, sebeplerin ve hangi numaralı mezara gömüldüklerini” gösterir bir defter tutulması gereği. Böylece yaşamayan bedenler bir yandan gündelik yaşamın dışına itilirken, bir yandan da her bireyin ölümünden sonra bile toplumsal sistemdeki varlığı sürekli kılınarak kontrol altına alınıyor. Dijital teknolojilerdeki gelişmeler bu tür arşivlerin giderek daha ayrıntılı ve daha erişilebilir olmalarını sağlıyor.

EŞİK CİNLERİ

ise mezarlıkların konumuna dair ilk düzenleme 1930 Hıfzıssıhha Kanunu ile getiriliyor. Kanunda “her şehir ve kasaba belediyesi şehir ve kasabanın haricinde ve meskenlerden kafi miktar uzakta olmak üzere şehir ve kasabanın nüfusuna ve senelik vefiyatı umumiyesine nispetle lazım gelen bir veya müteaddit mezarlık mahalli tesisine mecburdur”, denilerek seçilen alanların uygunluğuna sıhhiye memurlarının karar vereceği belirtiliyor. Gene aynı kanun maddesinde belediyece tespit olunan umumi mezarlıktan başka yerlere ölü gömülmesinin yasak olduğu, mezarlıkların duvarlarla çevrilmesi gerektiği ve bakımlarının da belediyelere ait olduğu söyleniyor. 1942 yılında çıkan Mezarlıklar Nizamnamesi ise mezarlıklar için “şehir ve kasabaların mesken ya da diğer maksatlarla bina yapılan sahaları hududundan, mezarlık hududuna en aşağı 500 metre mesafede tesis edileceklerdir. Sıhhi veya diğer sebeplerle görülecek lüzum üzerine ve mahalli şartlara göre bu mesafe daha fazla uzatılabilir” hükmünü getirerek, yaşayan ve yaşamayan bedenler arasındaki ölçülebilir mesafeyi sabitliyor. Bir sonraki aşamada bu mesafe mezarlık tanımına bile içkin kılınıyor. 1951 yılında çıkarılan mezarlıklar yönetmeliği, mezarlık alanını, “mezarların toplu olarak bulunduğu veya bulunması gereken özel olarak seçimi yapılmış ve meskun alanlar ile arası soyutlanmış arazi parçasıdır” diye tanımlıyor.

ilişkimizin soyutlanma sürecinin, bir başka düzlemde de kolektif yaşam alanlarımızın daralmasının, kayda değer bir aşamasını oluşturuyorlar. 1 www.mynet.com/haber/yasam/bu-da-online-mezarziyareti-628718-1. Konya’da Tavşançalı Belde Belediyesince yürürlüğe konulan bu uygulamanın özellikle gurbetçileri hedef aldığı belirtiliyor. 2 Michel Foucault, “Of Other Spaces: Utopias and Heterotopias,” N. Leach der., Rethinking Architecture (Londra: Routledge, 1997), s. 354. 3 Osman Nuri Ergin, Mecelle-i Umur-ı Belediyye, İstanbul: Büyükşehir Belediyesi, 1995, s.148. 4 Nakleden Nicolas Vatin, “ Osmanlı Döneminde İstanbul’da Sur içi Defin,” Gilles Veinstein, Osmanlılar ve Ölüm Çeviren, E. Güntekin. (İstanbul: İletişim Yayınları, 2011), s. 193. 5 Hans-Peter Laqueur, Hüve’l Baki: İstanbul’da Osmanlı Mezarlıkları ve Mezar Taşları, çeviren, S. Dilidüzgün (İstanbul: Tarih Vakfı, 2014), s. 65. 6 Edmondo de Amicis, İstanbul, çeviren, F. Özdem.Istanbul. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2004, s. 294 ve 58.

üstte: Edmondo de Amicis'in İstanbul kitabından bir mezarlık çizimi


ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 22

FOTO-ALTI

Kalıcılıkla Geçicilik Arasında

Zonguldak, kara elmasın başkenti, tarifsiz acıların da. 1875-2010 arası maden kazalarında ölenler yaklaşık 4500 kişi. Onlar anısına yapılan anıtın hali ise kaderciliğin cisimleşmiş hali. Yıllara göre kategorilenen ölümleri, isimlerini taşıyamayacak kadar "hafif" levhalardan sökülüp düşmüş madenciler. Ölümleri kalıcı, isimleri geçici. Ve onlar adına yapılmış bir anıttan ziyade bir utanç duvarı. fotoğraf: Cemal Emden yazı: Hülya Ertaş



İSTANBUL TASARIM BİENALİ ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 24

Gündelik Fikirler Meydanı

2. İstanbul Tasarım Bienali’ni küratör Zoë Ryan, yardımcı küratör Meredith Carruthers; sergi tasarımını yapan Superpool’dan Selva Gürdoğan ve Geregers Tang Thomsen ile grafik tasarım ofisi Project Projects’ten Prem Krishnamurthy ve Adam Michaels ile konuştuk. Bienalin küratöryal seçimlerinden gündelik yaşama dair fikirlere yaptığı vurguya, sergileme tasarımındaki dolaşım senaryosundan Geleceğe Dönüş filmine gönderme yapan yazı karakterine dek kurgusunu tartıştık. Kişisel, Kaynaklar, Norm ve Standartlar, Toplumsal İlişkiler ve Yayın bölümlerinden bir seçkiyi de bu tartışmaya eklemleyerek heyecan verici bulduğumuz bienali dergi sayfalarına aktarmaya çalıştık. Hazırlayan: Aysu Ece Kuru, Güzin Öztok, Hülya Ertaş, Sara Cansın Güngör

Hülya Ertaş: Bienal sergisi manifestolar üzerinden geliştirildi fakat sonunda kendisi bir manifestoya dönüştü. Bu anlamda bienalin kendisi ne söylüyor? Zoë Ryan: Bu, yanıtı hiç de kolay olmayan bir soru. Bienal ne söylüyor? Aslında birçok şey. İlettiği tek bir manifesto yok ama temelinde mimarlığın ve tasarımın ne kadar önemli olduğunu ortaya koymasını umuyorum. Sergi, dünyayı anlamamız ve onla etkileşime girmemiz konusunda yardım ediyor, ciddi meseleleri ve zorluklara odaklanıyor ama bir yandan bunu eğlenerek de yapabileceğimizi söylüyor. Tasarımın ne olduğunu ve tasarımın değişime olan etkisini daha geniş bir perspektifte düşünmemiz açısından da yardımcı olduğunu düşünüyorum. Bence tasarımın değişim için aracılık edip edemeyeceğini de araştırıyor. Bienalin strüktüründe belirlediğimiz çerçevesi gevşek olarak çizili her bir bölüm kendi içinde bir şeyleri sorguluyor tabi ki. Çok uzaktaki bir gelecek yerine yakın bir gelecekten, daha çok "şimdi ve burada" olandan alternatifler ve yeni yollar sunuyor. Meredıth Carruthers: En başından manifestoya bakıp gelecekteki pozisyonumuzu manifesto ve tasarım bağlamında anlamaya çalıştığımızda, bu hep gündelik yaşam ve gündelik yaşamın politikası bağlamındaydı. Bence bu da bienalin değindiği gerçekten güçlü fikirlerden biri. Ziyaretçilerin sergi boyunca ölçekler ve çeşitli konular arasında kendilerini konumlandırmalarını istedik. Bu nedenle bienal daha büyük, küresel, ulusal ya da kent bağlamındaki bireysel ilişkiler hakkında. Zira evinizdeki davranış motiflerinizin ve aldığınız kararların da bununla ilgisi olabilir. Mesela evinizdeki sebzelerle ne yaptığınızı belirleyen de politik bir karar olabilir. Selva Gürdoğan: Bienalin bütününe baktığımda tanıdık bir şeyler görüyorum ve bu rahat bir his veriyor. Herkes için kendiyle ilişki kurabileceği en azından bir proje var. Mimar ya da tasarımcı olmayan birkaç arkadaşımla bienali gezdik ve onların projelerle kurdukları ilişkiyi görmek güzeldi. Prem Krıshnamurthy: Serginin iletişim kurma biçimi de önemli. Bana kalırsa insanların zihninde çoğu zaman cesur ve sert algılanan manifesto fikriyle bilişsel bir mesafe söz konusu. Sergi de aslen manifestodaki bu soruları düşünüyor ve bence bu mesafeyi azaltmaya çalışıyor. Ziyaretçiler kendilerine ne düşünmeleri gerektiğini söyleyen manifestolar beklentisi ile geliyorlar ama bunun yerine ne düşündüklerini soran bir şeyle karşılaşıyorlar. Zoë Ryan: Bu bizim aldığımız bir geri bildirim. İnsanlar sert, öğretici ve ne yapmanız gerektiğini belirten politik bir iş bekliyordu. Meredith ile bunu yapmamak istedik. Geleneksel bir bakışla manifestoların ne yapmamızı ve ne yapmamamızı söylediğini düşünüyoruz. Manifestonun, bienalin sonucundan çok başlangıç öğesi olmasını istedik. Ayrıca projelerin hemen hepsi farklı aşamalarda bu bağlamda. Tamamlanmış


düşüncelerden ibaret değiller. Bazıları daha önce üretilmiş projelerin yeniden ele alınmış hali, bazıları bienal için üretildi, bazıları bir fikrin tohumu… Hülya Ertaş: Esasında bienal başvurularında manifesto isteniyordu ama sergide onları görmüyoruz.

Meredıth Carruthers: Bienaldeki manifestolar bugüne ait. Konseptin bir parçası da manifestonun malzemesi ve formunu yeniden düşünmekti. Bu yüzden yazılı bir malzeme olmasındansa tasarımcılar her gün kullandıkları araçlarla manifestolarını ürettiler. Manifestonun bir nesne ya da konuşma olabileceğini varsayarak bienal seçkisi bağlamında bu fikri daha da ileri götürmeye çalıştık. Bizim için manifestolar çoklu bir biçime sahip.

Zoë Ryan: Bence biraz buradan oldukça haberdar bir bienal ortaya koyduk, dünyanın başka bir yerinde yapıyor olsaydık aynı bienali yapacağımızı düşünmüyorum. Gündeme getirdiğimiz konular burada en başta çalışmaya başladığımızda düzenlediğimiz Bizimle Konuşun panel tartışmalarından çıktı. Oldukça bağlamsal ve başka bir yerde aynı şeyi yapacağımız anlamına gelmiyor. İstanbul’un bağlamını göstermek için burayı daha büyük karşılaşmaların içine yerleştirmek istedik. Kendi içimize kapanıp miyop bir perspektifle yaklaşmayı tercih etmedik. İstanbul akış halindeki, küresel sahnede kendini tanımlamaya çalışan bir kent. Buradaki tasarım topluluğu ise bizim için çok önemli ve uluslararası. Pek çok kişi buradan olsa da başka ülkelerde eğitim almış ve birçok araca, yönteme, yaklaşıma sahip bir şekilde geri döndüklerinde bunları bu bağlamda kullanabileceklerini çözmekteler. Bir bakıma bu tasarımcı topluluğunun kendi işlerini ve diğerlerinin nasıl uygulandığını görmesini istedik. Uluslararası bir sahneden bakıldığında aslında Türk projelerine adil davrandığımız görülüyor. Hülya Ertaş: Eğer etiketler okunmazsa işin yerli mi yabancı mı olduğu anlaşılmıyor. Sarraf Galeyan Mekanik’in işini görüp çok beğendikten sonra buradan bir ekibin elinden çıktığını fark ettim ve şaşırdım. Zoë Ryan: Manifesto açısından düşündüğümüzde çok önemli bir projeydi, çünkü manifesto kahramanlar hakkında. Genellikle kahramanlar erkek, beyaz, batılı ve ikonik bireyler olur. O proje, Sputnika’nınkiyle birlikte hem kahraman figürüyle hem de dünya sınıfı fikriyle ilgili. Kitle iletişim araçlarıyla manifestoların nasıl dolaştığı ve yayıldığı da önemliydi. Bu açıdan Twtrate , Twitter’ın manifesto için nasıl kullanılabileceğini araştırması açısından iyiydi. Müelliflik konusunda bölüştürücü bir mekanizması var. Fikrin müellifinin bilinmediği bir ortamda kendi manifestonu üretmek ve insanlara ulaştırmak ne demektir? Tabi bu manifestonun özünde olan bir şey ama dünya hakkındaki düşüncemizin de özünde olmaya başladı. Prem Krıshnamurthy: Birkaç kişiyle konuştuğumda ilk bakışta bir projenin Türk bir ekip tarafından mı yabancı bir ekip tarafından mı üretildiğini anlamadıklarını söylediler, bence bu çok önemli bir nokta. Açık çağrıyla ya da siparişle üretilen projeler arasındaki farkın açık uçlu kalması da önemli bulduğum diğer nokta. Sürecin açıklığı aslında bir bakıma kapsayıcı da oldu. Konuştuğum ziyaretçilerden aldığım geri bildirimler bu yöndeydi. Zoë Ryan: Daha önce hiç açık çağrı ile çalışmamıştım. Bienalde açık çağrı düzenledik ve çağrının her yere ulaşması için çok çalıştık. 800’e yakın başvuru oldu ve bunların 55’i bienalde yer buldu. İlginç projeler ürettiğini düşündüğümüz kişileri de açık çağrıya

Zoë Ryan: İlk baştaki konuşmalarımızda manifesto ile çalışmaya karar vermiştik. Ama öte yandan manifestonun bir yankı oluşturup oluşturmayacağını sınayabileceğimiz ve manifestonun burada ne anlama geldiğini kavrayacağımız bir platform olmasını istedik, bu açıdan bu seanslar önemliydi. Bizimle Konuşun toplantıları insanlardan geri bildirim almamız açısından da önemliydi. Ardından çekirdek bir grup oluşturarak bize yardımcı olmalarını sağladık. Yerel ve uluslararası anlamda danışman bir ekibimiz oldu. Manifestoyu anlatan bienal metnini yazdıktan sonra da bizim için önemi olan kişilerle paylaşıp onlardan da cesaret verici geri dönüşler aldık. Biz bu tartışmalara başladığımızda Gezi direnişi son hız devam etmekteydi ve insanlar oldukça duygusaldılar çünkü hayatlarında ilk kez sokağa çıkıyorlardı. Öte yandan manifesto konseptinin tamamen yanlış anlaşılma ihtimali olduğunun da farkındaydık. Bu, ikinci tasarım bienali olması nedeniyle önemliydi ve geniş bir yelpazeye yayılan fikirlerden oluşması gerekiyordu. Çok dar bir tanımının olmasındansa bu şekilde olmasını tercih ettik. Meredıth Carruthers: Genç tasarımcılar özellikle ilgi gösterdiler, alternatif yollar için yeni araçlar arıyorlardı. Bence bu, bienalin bizim sunabileceğimizin çok daha ötesine geçmesine yardımcı oldu. Belli bir konuya farklı bakış açılarından yaklaşım olduğunu görüyorsunuz. Açık çağrı olmadan da bienal düzenlenebilirdi ama bu şekilde açık çağrının bize çok yardımı oldu ve yeni fikirlere ulaşmamızı sağladı. Hülya Ertaş: Peki sergi bölümleri nasıl ve hangi aşamada oluştu? Zoë Ryan: Chicago’da pazardaydık ve oradaki fiyat etiketlerinin fotoğraflarını çekiyorduk. Bölümler o zaman aklıma geldi. Temalar temelde gezinme için birer araç ve projeleri gruplamaya yardımcı oluyor ama tema olmasındansa kategorilerin olmasını istedik. Ayrıca tasarım, doğası gereği bir bakıma pazaryeri ya da laboratuvar gibi. Bütün projelerin asılı olduğu bir duvarımız vardı ve her birine farklı etiketler yapıştırıyorduk. Hangi konuları gündeme getirmiş, sorusu ne, hangi konularla ilişki kurabilir gibi etiketler vardı. Bu yöntem bize çok yardımcı oldu. Birincisi projenin bize sunduğu sorun nedir, ikincisi manifestosu nedir diye sorduk. Aslında çok tanımlı bir sistemimiz yoktu. Bu tür şeyler biraz son anda belirlenen konular çünkü uzunca bir zaman projeleri inceledik. Meredıth Carruthers: Birlikte çalıştığımız ekip de oldukça sabırlıydı ve çok yardımcı oldular. Bütün başvuruları inceledik ve açık çağrıda kullandığımız anahtar kavramlar bağlamında etiketledik. Hangi projelerin öne çıktığını böyle bir program çerçevesinde çözümledik, bütün iş sistemliydi. Hülya Ertaş: Bence özellikle genç tasarımcılar için sonuç ürünün bu bienaldeki esas mesele olmaması önemli. Fikirler öne çıkıyor. Havalı görseller ya da iyi tasarlanmış ürünler görmek yerine fikirlerle karşılaşılıyor. Aslında bu açıdan biraz manifesto kavramına ters düşüyor. 20. yüzyılın manifestolarına baktığımızda tamamlanmış ve katılaşmış fikirler görüyoruz ama burada daha akışkan bir manifestonun içindeyiz. Zoë Ryan: Katı çözümler döneminde değiliz. Her şeyin daha akışkan olduğu bir zamandayız. Prem Krıshnamurthy: Bu, grafik tasarımda da aynen böyle. Teknoloji ya da sosyal şartlara dayanan eşik noktalarından geçti grafik tasarım ve hegemonyacı olduğu dönemle açıkça seçilebiliyor. Son on yıldır grafik tasarımın geleceğinin açık seçik görülmediğini Adam’la hep konuşuyoruz. Tekrar bazı kurallara dönülebilir ama o kadar

25 XXI - ARALIK 14 / OCAK 15

Hülya Ertaş: Aslında çoğu proje belli bir yere ait değil. Crafted In İstanbul gibi birkaç örneği dışarda bırakırsak fikirler, daha çok küresel ölçekte işliyor; öte yandan zanaatın azalması da küresel bir olgu. Sadece İstanbul’u kapsayan bir bienal olmaması sanırım en başında aldığınız bir karardı. Bu açıdan bunu İstanbul’da gerçekleşen küresel bir bienal olarak mı okumalıyız?

Meredıth Carruthers: Yaklaşık altmış genç tasarımcıyı bir araya getirdiğimiz ve iki farklı panel düzenlediğimiz için Bizimle Konuşun seanslarında tasarım ve mimarlık alanında onların önemli ve acil bulduğu meseleleri konuştuk. Benim için çok heyecan vericiydi bu toplantılar. O zaman temayı henüz yazmamıştık ve bazı anahtar kavramları ve meseleleri bu konuşmalarda yakalıyorduk.

İSTANBUL TASARIM BİENALİ

Zoë Ryan: Sergiler üzerine çalıştığımda didaktik bir iş olmasından kaçınıyorum. Özellikle mimarlık ve tasarım sergileri ne düşünmen ve malzemeyle nasıl etkileşim kurman gerektiği konusunda dikte edici olabiliyor. Sanırım işlerin açık uçlu olmasıyla insanların kendi yorumlarını üretmesi konusunda en başından beri bilinçli bir karar almıştık. Süreci tasarlayan bir süreç mi yoksa işin kendisi mi manifestodur? Pek çok açıdan yorumlanmaya bırakıldı bu sorular.

katılmaları için teşvik ettik. Ama açık çağrıyla aslen yabancı bir bölgeye giriyorsunuz. Çünkü hiç tanımadığımız kişi ve ekiplerden de başvuru oldu. Bu nedenle Bizimle Konuşun panelleri oldukça iyi bir deneyimdi.


toplantı fotoğrafları: Onur Doğman

zoë ryan

meredıth carruthers

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 26

İSTANBUL TASARIM BİENALİ

çok şey üretildi ki bu çoğullukta ve net olmayan hedeflerde tek bir formül oluşturamıyorsunuz. Adam Mıchaels: Bizim için değerlerimiz ürettiğimiz işin içine gömülü. Değerler çalışma etiği, zaman içinde biriken amaçlarla daha iyi ortaya konabilir, bir dizi katı listeyle ya da alt alta dizilmiş kurallarla değil. Bu kuralcılık, zamanı geçmiş bir fikir. Tarihe bakacak ve mesela Fütürist Manifestonun yazıldığı zamanı düşünecek olursanız onların yeni olarak gördükleri, daha önce hiç böyle bir şey olmadı derkenki hissi çok kuvvetli bir şekilde yansıttıklarını fark edersiniz çünkü o zaman şimdikinden daha az bilgi ve öncekinden gelene dair bilgiye daha zor erişim vardı. Bizse kendimizden önceki her şeye dair bilinçle doluyuz. Bu tarihi bilinçlilik hali iyi bir şey gerçi. Çünkü geçmişte çok güçlü bir şekilde vurgulanan fikirlerin zaman içinde bağlamından koptuğunu ve eskidiğini görünce yıllar içinde bundan öğreniyorsunuz. Gregers Tang Thomsen: Bu, aslen bizim şimdiye dek İstanbul’da yaptığımıza benziyor çünkü binalardansa sistemler önermek daha ilgi çekici geliyor. İstanbul’daki alışveriş merkezini ya da yeni bir binayı konuşmak tartışmak o kadar enteresan değil çünkü her dakika bir yenisi çıkıyor. Bunun yerine şehrin gerçekten nasıl çalıştığını ve neyin kaybedildiğini konuşmak daha iyi. Zoë Ryan: Bu, Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil başlığının da etosuydu. Kendinin farkında olan bir nesiliz ve bu yeni ütopik projelerin ya da manifestoların sonuçlarını yeniden gözlemliyoruz. Bence mimarlık ve tasarım kendi sonuçlarına vakıf ve bu her zaman olumlu olmak zorunda değil. Mimarların ve tasarımcıların bu açıdan başa çıkması gereken pek çok konu var. Çevresel yönden, sosyal ve etik açıdan sürdürülebilir olması gerekiyor işlerin. Hem bu sonuçları düşünüp hem de yeniye olan tükenmez istekle mücadele etmek gerekiyor. Mimar ve tasarımcıların bienaldeki işlerinde yaklaşım ve yöntem açısından büyük bir kavrayış ve farkındalık var. Bütün bu disiplinlerin tanımlarını sürekli gündeme getirerek yeniden düşünülmelerini istedik. Artık Uluslararası Stil gibi tek ve baskın bir düşünce hattı yok. Hülya Ertaş: Birlikte yürüttüğünüz işbirliği nasıl ilerledi? Zoë Ryan: Sürecin başından itibaren hep birlikte çalıştık. Bu işi hep kolektif algıladım, normalde bir mimar ya da grafik tasarımcıyla çalıştığımdan daha yakın çalıştık. Türkiye’den bir mimar olmasını kesinlikle istedik. Kaliteli bir yayın olmasını istemiştik ve sonuçta ortaya çıkan grafik tasarım da bunu sağladı. Projeye başladığımızda Meredith ile tanışmıyorduk, ekipten kimseyi tanımıyordum ama hepimiz birbirimize güvendik ve iyi çalıştık. Hülya Ertaş: Sergileme tasarımında Galata Rum Okulu’na yapılan müdahaleyi de konuşalım.

gregers tang thomsen

Zoë Ryan: Evet kesinlikle onu da konuşmalıyız. Mimari tasarım kararı dahiyaneydi. Temel olarak binayı dönüştürme kararını aldık ve gösterilen işlerin belki de bizi kendi dünyamıza götürmesini sağladık. Böyle bir tasarım kararı alındığı için dolaşım binanın bütün mahremiyetini kullanarak oluştu. Farklı katlarda farklı bölümler yer aldı ve bu bize projelerin çerçevesini kurgulamak ve bir araya getirmek konusunda da yardımcı oldu. Selva Gürdoğan: Bu açıdan binanın kendisi çok önemli bir oyuncuydu çünkü kendine ait bazı gerçek problemleri vardı. Örneğin bir asansörü yok, bu nedenle yukarı ulaşmak için merdivenleri kullanmak zorundasınız ve ardından yine merdivenleri kullanarak inmelisiniz. Yani merdivenlerin çok önemli bir gücü vardı. Nasıl bir malzeme kullanacağınıza dair bir his veriyor. Bize göre bu, tasarımdaki çok önemli bir unsurdu ve daha önceki bienalden de Rum Okulu’nu deneyimlemiştik. Onu da düşünerek ortada başa çıkabileceğimiz problemlerin olduğuna karar verdik. Zoë Ryan: Benim endişem dolaşıma yapacağımız müdahalenin acaba çok mu diktatörce bir karar olacağı yönündeydi. Çünkü her kat kendine has özellikleri olan değişik odalara açılıyor ve aslında her kat birbirinin aynı değil. Hülya Ertaş: Ama bence rahat bir dolaşım sunuyor ve sergiyi gezerken insanı yönlendirilmiş de hissettiriyor. Sergi bölümleri ve insanları bir rotayla sergi içinde gezdirme didaktik olmaktan çok küratöryal bir karar bence. Prem Krıshnamurthy: Her sistemi bozmanın yolları bulunabilir ayrıca. Bienaldeki dolaşım aslen bir sistem ve binayı organize ediyor. Ama ziyaretçiler bu sistemi bozabiliyor, mesela bannerın altından geçerek bunu aşıyorlar. Manifesto bağlamında düşününce bu durum bana ilginç geliyor. Bu dolaşım bir yandan geçirgen bir sistem. Eğer tam tersi olsaydı başarısız olurdu. Yani ziyaretçilere ya da kullanıcılara o sistemi kırma şansı veren bir yapı olduğundan kurgusu çok daha iyi işliyor. Gregers Tang Thomsen: Eğer kestirme yollar tasarlanmasaydı ya da bütün bir duvar konsaydı herkes çok sinirlenirdi diye düşünüyorum. Prem Krıshnamurthy: Güçlü bir mimarlık hamlesiyle dolaşımı değiştirmekle birlikte fiziksel varlığı yarı geçirgen olduğu için ferahlık veriyor ve nefes aldırıyor. Ayrıca yüksekliği de oldukça iyi çünkü görüşü kısıtlamıyor ve her zaman diğer tarafı görmene olanak sağlıyor. Bence bu çok önemli çünkü bütün mekanı anlamanıza da yardımcı oluyor. Selva Gürdoğan: Ayrıca arka planda merdivenler boyunca yazılı metinleri görüyor olmanız da bir yerde sıkışıp kalmışsınız hissi vermemeye yardımcı oluyor. Herhangi bir yerde olmadığını, fikirlerle çevrili olduğunu hissettiriyor.


İSTANBUL TASARIM BİENALİ

selva gürdoğan

prem krıshnamurthy

Hülya Ertaş: Bence normalde fark edebileceğinden daha çok kişiyi görmüş oluyorsun çünkü her zaman bannerın diğer tarafını da gözetliyorsun ve arkadaşlarınla karşılaşıp o sınırda sohbet ediyorsun. Prem Krıshnamurthy: Çok doğru! O kadar çok ziyaretçi bannerın iki yakasında durarak sohbet ediyor ki. Harika bence. Tasarlarken düşünmediğiniz şeyler olabiliyor. Beklenmedik ve çok güzel. Zoë Ryan: Okula girdikten sonra ilk anda ne yapacağından emin olamıyorsun, yukarı mı çıkmalıyım avluya mı ilerlemeliyim... Bu yüzden ne yapacağını bilmez bir durumda kalmak yerine banner seni doğal bir şekilde yönlendiriyor. Meredıth Carruthers: Ayrıca daha büyük de hissediliyor çünkü aslında bir bakıma okulun katlarını ayırıyor banner ve daha uzunmuşçasına bir algı doğuyor. Möbius şeridi gibi, “Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil”e öykünerek yapıyı sarıyor. Hülya Ertaş: Manifesto fikrini vurgulayan bu bienal için tasarladığınız grafik tasarım nasıl gelişti? Prem Krıshnamurthy: Tarihi bir referansımızın olmasını çok önemsedik. Yani grafik dilin fütürist manifestoya, Wyndham Lewis’in Blast dergisine ya da yirminci yüzyılın başka öncülerine öykünen bir yaklaşımı olmasını istedik. Ama buna biraz hafiflik ve mizah da katmamız gerekiyordu. Diğer ana referansımız ise Back To The Future filminin tipografisi oldu. Orada Geçmiş kelimesi geriye, Gelecek ise ileriye doğru yatık kullanılıyor. Commercial Type’tan Christian Schwartz ve Paul Barnes ile görüşüp bu font ailesinin özel bir sürümünü yapmalarını istedik. Aslında bu 19. yüzyılda tasarlanmış ve tırnaksız olan Caslon Doric fontu. Biz farklı açılara eğilen bir font yapmalarını sağladık. Böylece her bir kelime kendi zamansallığına ve geçiciliğine vurgu yapabilecekti. Adam Mıchaels: Başlarda bunun çok programlı olabileceğini düşündük ama sonra fark ettik ki dil zaten yeterince kaygan bir zemin. Bir cümledeki kelimenin yalnızca geçmişe ya da geleceğe gönderme yapacağından emin olamayız. Bu yüzden sistemde bir çeşit ilginç kayma söz konusu ayrıca. Zoë Ryan: Bienalin dilini oluştururken grafik tasarım gerçekten çok yararlıydı. Adam yerde, duvarda, yerleşimde büyük alıntılar kullanmak istedi. Bunun hakkında oldukça uzun süre düşündük. Kimin sesi olmalıydı bu alıntılar? Duvardakiler mimarlara ve tasarımcılara ait alıntılar oldu. Banner üzerindeki yazılar projelerden geliyor ama daha

çok küratörlerin ağzından anlatılıyor. Bannerdaki bu yazıların eğlenceli olmasını istedik, çünkü çok hızlı okumanız gerekiyor ve mizahi bir yönü olursa kolay algılanır diye düşündük. İroni de var bu alıntılarda. Hem de bir manifesto raporu gibi de işlev kazanıyor. Prem Krıshnamurthy: Bence ilginç olan nokta bir serginin her zaman çoklu bir zamansallığa sahip olması. Ziyaretçiler o sergiye dahil olduktan sonra farklı bir diyalog doğuyor, kendi deneyimleri oluyor. Mekansal olarak deneyimleyip sergiyi anladıktan sonra ise retrospektif bir an oluyor ve sergi kataloğu da işte bu ana denk geliyor. Sergi kataloğu ve diğer dokümanlar projelerin, fikirlerin, metinlerin ne olduğunu anlatıyor. Bu açıdan bienal kataloğunu çok önemli buluyorum. Adam Mıchaels: Ben sonunda ortaya çıkan kataloğun oldukça tatmin edici olduğunu düşünüyorum. Amaçlarımızdan biri sergi kataloğunun ders kitabı gibi bir his vermemesi ve manifestolara dair son bir bildiriymişçesine davranmamasıydı. Çok açık bir şekilde bütün bienalin, bakış açılarının çokluğu hakkında olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak manifesto için bir şeyler söyleyecek çok daha fazla kişi var. Buna rağmen manifestonun ne olduğu sorusu kalıcı olacak. Gerçekten kasıtlı bir şekilde açıklığa sahip ama bir yandan bir nesne olarak informal. Zoë Ryan: Project Projects ile birlikte çalıştığımız için çok şanslıyız. Diğer bienalin kataloglarına ulaşmanın zor olduğunu öğrendik, ayrıca pek çok kişi bienali uzaktan takip etmek zorunda kalıyor. Bu nedenle umarım ki kataloglar işe yarayacak. Öte yandan bienalden farklı konseptlere dair fikirlerin oluşması için de çeşitli metinler topladık. Mesela Esra Akcan’ın yazısı çok iyi. Türkiye’deki manifestoların tarihini anlattı ve bir kısmını derleyerek İngilizce'ye çevirdi. Bizim için bunu vurgulamak da çok önemliydi.

27 XXI - ARALIK 14 / OCAK 15

Zoë Ryan: Öte yandan neyle karşılaşacağın konusunda seninle şakalaştığını da düşünüyorum, bir yandan da sergiye devam etmeni sağlıyor.

adam mıchaels


Gelecekte Herkes 1,5 Dakikalığına Kahramanlaşacak Birkaç yan yana dizili karanlık odadan birine daha giriyorum. Odanın ortasında bir kürsü var, birisi ekranda gördüğü soruları yanıtlıyor ve karşısına yanıtlarından mükellef bir senaryoyla baş başa buluyor. Önüne gelen A B C seçenekleriyle bir uçakta normal bir vatandaş olduğunu deklare etmiş durumdayken birden tuvalette gizli bir paket gördüğünü ve acil çıkış kapısını açıp paketi fırlattığını okuyor. Bu esnada arkasındaki dev ekran patlama görüntüsünü yansıtıyor, üzerinde bulunduğu kürsü yürüyüş bandı formunu alıyor. Sonra da ekran bu kez ona şunu soruyor: Şimdi kendini bir kahraman gibi hissediyor musun? Sonra o gidince sıra bana geliyor, kendime başka roller ve mekanlar biçiyorum. Bittiğindeyse kendimi kahraman gibi hissedip hissetmediğimi tartmaya çalışıyorum, emin olamıyorum. Bunu yaptığım iş için düşünmeye başlıyorum sonra.

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 28

İSTANBUL TASARIM BİENALİ

Sarraf Galeyan Mekanik’in bu çok yalın işini, dünyayı kurtarmaya soyunduğunu iddia eden mimar ve tasarımcılara bir yanıt olarak okumak lazım. Bir yandan dünyayı kurtarma ve kahraman olma fikriyle sarkastik bir şekilde alay ederken öte yandan bunun herkesin gündelik yaşamında takınacağı tavırlarla ya da değiştireceği alışkanlıklarla mümkün olabileceğini hafiften sezdiriyor. Güneşli bir günde, sıradan bir vatandaşın tüm uçaktakilerin hayatını kurtarma olasılığıyla bir tasarımcının dünyayı kurtarma olasılığını eşitleyerek yapıyor bunu da. HE

Haritacı Manifestosu Stamen Design: Beth Schechter ve Eric Rodenbeck Büyük bir karmaşanın içinde harita üzerinde kendimi bulmaya çalışıyorum. Bulduğumda ise ufak bir heyecan yaşıyorum. Sonrasında gitmek istediğim yeri arıyorum. Son adım olarak o karmaşanın içinde gitmek istediğim yere ulaşan birçok farklı rotadan bana en çok hitap edeni ve belki de bana kolay geleni seçiyorum. Bu rotanın yakınında bulunan, ilgimi çeken yerlere de uğrayabilirim. “Buradayım” ifadesi kişinin hayatındaki birçok kavrama referans veriyor. Bu ister coğrafi konumdaki “buradayım” olsun, isterse bütün hayatı boyunca benliğinde biriktirdiği beklentilerde ne kadar ilerlediğine dair “buradayım” olsun. Çok katmanlı, gittikçe karmaşıklaşan günlük yaşantımızda rotamızı, ilgi alanlarımızı kolayca bulabilmek için yapılacak işler, gidilecek yerler listesi, hayattan beklentiler listesi gibi birçok listenin içinde kaybolarak bulmaya çalışıyoruz. Stamen Design, haritaların aslen bu listelerden elde ettiğimiz verilerin görselleştirilmesiyle var olduğunu ifade ediyor. Manifestoda mekan aracılığıyla benliğin konumu takip edilmeye, bireysel ve toplumsal kimliklere dair yeni yol haritası çıkarılmaya çalışılmış. Belli adımları uygulayarak haritadaki yönünüzü kolayca bulabilirsiniz. “Buradasınız” bilgisini özümsemek, “çevrede neler var” aşaması ve son olarak nereye gidileceğine ve nasıl gidileceğine karar verme aşamalarını yaşamak... Haritaların olduğu odaya girdiğimde kendimi bilginin saldırısı altındaymışım gibi hissediyorum. Büyük bir karmaşa var gibi. Ama biraz daha dikkatli bakınca ve önerdikleri adımları uygulayınca aslında verinin çeşitli haritalar yoluyla düzenlenmiş şeklini kolayca okuyabiliyorum. Tasarladıkları manifestoda, pek çok farklı bakış açısını açık çağrı süreciyle seçilen haritalar aracılığıyla kolektif bir şekilde yansıtmaya çalışmışlar. Manifestoda kullanılan dil, herkesin her şeyi haritalandırabileceğine dair cesaret verici. Hayatta karşımıza çıkan durumları “çok zor” diyerek içinden çıkılmaz bir hale getirmek de bizim elimizde, etkili bir görsel dil kullanarak kolaylaştırmak da. SCG

sergi fotoğrafları: Sahir Uğur Eren, Ali Güler

Sarraf Galeyan Mekanik: Can Tanyeli, Erhun Erdoğan, Emine Seda Kayım


Birdy 2214 Meriç Canatan ve Fatosh Erhuy Tasarım Bienali, Kişisel Bölüm ile başlıyor ve bu bölümün en kişisel odası Birdy 2214’ün Yüzün Mülkiyeti ve Yeni Hayatta Kalmacılık adlı işlerle birlikte paylaştığı oda. Birdy 2214, çok basit bir yolla üç konuya birden parmak basıyor: toplumsal cinsiyet, sürekli işgal altında olma hali, kişiselleştirme arzusu.

Birdy 2214 de bu bağlamda bu koruyucu aksesuarların yine de kişiselleştirilme gereksiniminin ortaya çıkacağını öngörerek ve bunu erkeklerin toplumsal cinsiyet dogmalarıyla birleştirerek askeri malzemeleri tüylerle birleştiriyor. Ve askeri disiplinin öldüren katılığıyla tavus kuşlarının narin ve hafif dünyasını dramatik bir şekilde çarpıştırıyor. HE

Yeni Hayatta Kalmacılık

Açık Manifesto

Jessica Charlesworth, Tim Parsons

Studio FormaFantasma: Simone Farresin, Andrea Trimarchi

Jessica Charlesworth ve Tim Parsons tarafından tasarlanan Yeni Hayatta Kalmacılık manifestosu afet sonrası acil durum çantalarından oluşuyor. Acil durum çantalarında genelde ilkyardım malzemeleri, yiyecek, radyo, fener, ilaç gibi şeyler bulunması beklenir. Bu çantalarda ise acil durumlarda ortaya çıkan fiziksel ve duygusal ihtiyaçları karşılamak üzere eşyalar ve ilginç kaçış stratejileri bulunuyor.

Studio FormaFantasma tarafından tasarlanmış manifesto tasarımcıların daha önceki üç projesine gönderme yapar ve onlardan beslenir nitelikte. Yenileri üretmek yerine mevcut estetiği benimseme niyetli çalışma sürecini gösteren Açık Manifesto bir simyacılık çalışmasına benziyor. Çeşitli malzemeler birincil kaynak olarak kullanılıp dönüştürülerek işe yarar sürdürülebilir projeler ortaya çıkıyor.

Çanta hazırlamak yakın geleceğe yönelik bir davranış ve kişiyi ileriyi düşünmeye itiyor. Çantanızı hazırlarken neye ihtiyacınız olduğunu bilmek ve ona göre seçimler yapmak durumundasınız. Her acil durum çantası aslında geleceğe dair bir tahmin ve bu tahmin doğrultusunda bir manifesto. Bilimkurgu gerçeklikleriyle hazırlanan bu çantalar bir nevi gelecek kapsülü ve gelecekte neyi değerli kılacağımızı öngörmeye çalışıyor. Hayatta kalmak için temel malzemelerden fazlasına ihtiyacımız olabileceğini anlatıyor. Sahip olduğumuz birikim ve bulunduğumuz yaşam koşulları ile yakın gelecekte temel unsurlarla yetinemeyeceğimizi gösteriyor. Geleceğin nasıl bir yer olacağını düşlemekten öte, onu değiştirme amacıyla bir manifesto yaratmamız için bize ilham veriyor. Ve şimdiden yapacağımız seçimlerle gelecekte nelerle hayatta kalmak isteyeceğimizi sorguluyor. AEK

Farklı yaklaşımlar ve bilgiler çerçevesinde malzemeler ve araçlar kullanılarak nesneler birer ifade haline geliyor. Böylece malzeme ve araç olmaktan çıkıp düşünce oluyorlar. Bir şeyi kabul etmek ya da reddetmek fikriyle oluşturulan manifestoların aksine, araştırmalar dahilinde var olanı değiştiren ve sorgulayan bir manifesto ortaya çıkmış oluyor. Açık Manifesto aslında her şeye açık bir manifesto gibi. Her yöne çekilebilecek, türlü değişime ortam hazırlayabilecek, adeta işe yaramaz aletlerin ve kıyıda köşede kalmış bilgilerin tekrar gün yüzüne çıkmasını sağlayacak bir durum söz konusu. Araştırmaya yönelik bir çalışma sunan manifesto malzemelerin yaşam öykülerini anlatıp onları işliyor. Meraktan yola çıkan araştırma durumunu destekleyen bir süreç ortaya koyuyor. AEK

29 XXI - ARALIK 14 / OCAK 15

İşin kendini ifade ettiği bir diğer uzam ise 2214. O tarihte sivillerin sürekli işgal altında olacağı öngörüsüyle yola çıkan proje, bugünün halkları baskı altında tutan devletlerin askeri ve polisi önlemlerinin sürekli hale geleceğini öne sürüyor. Bu, felaket senaryosu da gaz maskeleri, kasklar ya da dizlikler gibi kendimizi daha güzel göstermek için değil de korumak için taktığımız aksesuarların gündelik yaşamımızın bir parçası olacağını imliyor.

İSTANBUL TASARIM BİENALİ

Erkek tavus kuşlarının görkemini yeniden hatırlatmak ve erkeklere de kendilerini ifade etme şansı sunmak adına onlar için ürettikleri aksesuarlarla Meriç Canatan ve Fatosh Erhuy, toplumsal cinsiyet konusuna yeni bir kapı açıyor. Doğada çoğunlukla dişilerden daha alımlı formlarda olan erkeklerin, beşeri hayatta daha sade ve düz bir forma bürünmelerini sorguluyor Birdy. Tüylerden yaptıkları askı ve papyon gibi aksesuarlarla erkeklere toplum içinde kendilerini konumlamaları emredilen kalıpları yeniden düşündürüyor.


Ortak Geleceğimizi Düşlemek, Atatürk Kitaplığı Alexis Şanal, Ali Taptık, katılımcı olarak Okay Karadayılar Alexis Şanal ve Ali Taptık Ortak Geleceğimizi Düşlemek adlı manifestolarında gelişen teknolojilerden sonra kütüphanelerin tekrar nasıl işlevselleştirilebileceğini araştıran bir süreç sunmuşlar. Kitle iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle kütüphaneler ve kamusal niteliklerinin geleceği belirsiz. “Kütüphanelere şimdi ne olacak?”, “Kütüphaneler kitapların depolanacağı alanlar mı olacak?” gibi sorular gündemde. Bir bakıma manifesto da bu sorulara cevap arıyor. Atatürk Kitaplığı’nı araştırmanın habitatı olarak kullanan manifestoda, Şanal ve Taptık geleneksel yöntemleri yeni koşullara uydurarak yüz yüze bilgi aktarımını sağlayan buluşmalarla araştırmalarını derinleştiriyorlar.

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 30

İSTANBUL TASARIM BİENALİ

Hem İstanbul’un en önemli kütüphanelerinden biri olması hem de AKM, İTÜ Taşkışla ve Gümüşsuyu kampüsleri gibi bilgiyi işleyen ve farklı şekilde üreten kurumların arasında kalması nedeniyle önemli bir yere sahip olan Atatürk Kütüphanesi’nde kültürle kamunun diyaloğa girmesini amaçlayan manifesto, bienal sırasında ve sonrasında da bu süreci devam ettirecek. Gerçekleştirilen politikalar nedeniyle kültür ve kamunun birbirlerinden kopmasına dur demek amacıyla kütüphaneyi, özellikle unutulmaya yüz tutmuş Atatürk Kitaplığı’nı kültürel bir merkez olarak alması manifestonun en çarpıcı noktalarından biri. SCG

Crafted in İstanbul

Onarım Toplumu

Crafted in İstanbul: Seda Erdural, Barış Gümüştaş ve Bilal Yılmaz

Gabriele Oropallo, Joanna van der Zanden ve Cynthia Hathaway ile birlikte Vandejong: Lucie Pindat

İstanbul, hala zanaatın tam olarak yitirilmediği bir coğrafya. Bu açıdan bakınca Sanayi Devrimi’ni biraz geç, biraz eksik yaşamış olmamız Avrupalılara nazaran zanaatın korunmasında olumlu bir durum ortaya çıkarmış gibi. Yine de Sanayi Devrimi’ni atlatmış olsalar bile zanaatkarların küreselleşmeden etkilenmeksizin işlerini sürdürmeleri pek de mümkün görünmüyor. Neredeyse her şeyin marka değeri ya da ucuz fiyat üzerinden kıymetinin belirlendiği bu yeni düzende zanaatkarların varlıklarını sürdürmeleri pek olası görünmüyor. Bu fikirle yola çıkan ve zanaatın kendisinin kültürün önemli bir parçası olduğu fikrinden hareketle yaşatılması gerektiğini öne süren bir kolektif Crafted in İstanbul. Ekibin zanaatın sürdürülebilir bir modele kavuşması için önerisi ise tasarımcıların süreçlere dahil olması ve zanaatkarın bilgi birikimiyle tasarımcının yaratıcı enerjisinin bir araya gelmesi. Bu fikrin en kuvvetli yönlerinden biri tasarımcıların firmalara ya da piyasa koşullarına bağlı olmaksızın üretim yapabilmelerine olanak sağlaması, öte yandan karşılıklı öğrenme üzerine kurulu bir sistem olması. Tasarım Bienali’ndeki daha çok neyin nasıl yapıldığını anlatan ve sorgulayan kısım olan Kaynak Bölümü’nde yer alan Crafted in İstanbul, iki projeyle kendini anlatıyor. Tasarımları fiziksel olarak mekanda deneyimleyebildiğiniz sergi düzeninde her iki işin arkasındaki ekranlarda da zanaatkar ve tasarımcı işbirliğini izleme fırsatınız oluyor. Bir nesneye atfedilen değerin, marka ya da fiyattan bağımsız olarak nasıl üretildiği, o üretim esnasında neler öğrenilmiş olabileceği fikri, güzel bir umut olarak insanın içine yerleşiyor. HE

Popüler bir çevreci yaklaşım olan geri dönüşüm hareketini alt etmeye çalışarak “onarın ve tamir edin” diyen Onarım Toplumu (Repair! Society) manifestosu ilk kez 2009 yılında Amsterdam’daki Platform 21’de ilan edilmiş. Manifestoyu “onarım toplumu”, “onaran toplum” ya da “toplumu onar” şeklinde okumak mümkün. Odanın duvarlarında asılı kağıtlarda birkaç cümlelik manifestolar ziyaretçilerin de katılımıyla çoğalıyor ve belli belirsiz bir bütün haline geliyor. Onarım Toplumu, birlikte üretilen bir manifesto olması nedeniyle anonimleşen bir işe dönüşüyor. Tamir kelimesinin Türkçe sözlükteki açıklamasına baktığımda “yapılan bir yanlışı, kusuru düzeltmeye çalışma” tanımıyla da karşılaşıyorum; fakat ilginç bir şekilde manifestonun bir yandan kusurluluğun güzelliğini de vurguladığını öğreniyorum. Öte yandan manifesto, Kendin Yap (DIY) akımını da aklıma getiriyor ve bu açıdan üreteceğim şeyin kusursuzluktan ne kadar uzak olacağını da tahmin ediyorum. Onarmanın ölçeği ne olabilir peki? Elle tutulur bir üründen bir mekana ya da karmaşık ilişkilerle ortaya çıkan insan davranışlarından topluma uzanan bir ölçekte onarım edimini düşünebiliriz. Onarılan şeye biraz romantik bir şekilde yaklaşmamızı da bekleyen manifesto, onarım ediminin toplumda baskın bir öğe ya da alışkanlık olması durumunda toplumu değiştireceğini ve belki de sosyal yapılanmadaki problemleri da onaracağını öngörüyor. Manifesto ayrıca onarımın yaratıcı tarafına da vurgu yaparak “şeyler”in nasıl çalıştığının ya da tasarlandığının keşfedilmesini söylerken onarımı bir bakıma yüceltiyor. GÖ


Modern Mutfağı Hacklemek

Nasalo Koku Sözlüğü

Gastronomika: Ağacan Bahadır, Bihter Çelik, Caner Yaman, Cem Aydoğdu, Engin Önder, Ezgi Tüzün, Funda Karaçil, Fulya Yıldırım, Levon Bağış, Semi Hakim, Sercan Karabulut, Tuğçe Salihoğlu ve Tümer Keser; Yaratıcı Fikirler Enstitüsü (proje koordinatörü), -trak (ürün tasarım ve yerleştirme), Maksur Aşkar ve Nilhan Aras (proje danışmanları)

Sissel Tolaas

Sissel Tolaas, çeşitli yerlerden aldığı koku örnekleri ile şehrin kokusunu belgeliyor ve koku haritasını çıkarıyor. Çoğu zaman görsellik üzerinden düşündüğümüz şehirleri, koku duyumu ile yan yana getirerek çalışmak heyecan verici bir harita ortaya koyuyor. Koku otomatı burnuma tanımlamakta zorlandığım partiküller getiriyor. Duvardaki kelimelerden kokunun neye ait olduğunu bulmaya çalışıyorum ama çağrışımlar birden fazla olasılığa işaret ediyor. Burnuma ve koku hafızama yeterince güvenemeyeceğime karar veriyorum. Çünkü birinci otomat araba egzozu ile hafif yoğunluktaki bir baharatı hatırlatıyor ama yine de kokunun bu karışımdan oluştuğuna emin olamıyorum.

Evrensel Bir Olağanlık Manifestosuna Doğru Emmet Bryne ve Alex Dearmond; Near Future Laboratory’den Julian Bleecker ve Martine Syms’in işbirliğiyle Bildiğimiz kurallarla oynayan, onlara yeni esneklikler öneren Norm ve Standartlar Bölümü’nde konumlanan Olağanlık Manifestosu, çıkış noktasını Geoff Ryman’ın 2004’te kaleme aldığı Dünyevi Bilimkurgu Manifestosu’ndan (Mundane Science Fiction Manifesto) alıyor. Yazar Ryman, bilimkurgu romanlarındaki yıldızlararası seyahatleri, uzaylı hikayelerini bir kenara bırakıp içinde yaşadığımız dünyaya odaklanılması gerektiğini çünkü dünyevi sorunları göz ardı ederek bir bilimkurgu ortam yaratmanın fantaziyi beslemekten başka bir işe yaramadığını ve başka gezegenlerde yaşam arayışının buradaki tüketimi ve hor kullanımı tetiklediğini belirtiyor bu manifestosunda. Emmet Bryne ve Alex Dearmond da bu manifestoyu yapıbozumuna uğratarak tasarım disiplinine aktarmayı hedefliyor. Teknolojik gelişmelerin ve inovatif fikirlerin peşinden koşarak tasarım yapılmasındansa dünyevi meselelere eğilmeyi öneriyorlar. Bryne ve Dearmond bu fikri, basit cümlelerin posterler üzerine işlendiği, yerde sergilenerek herkese ücretsiz dağıtıldığı bir düzenle sunuyorlar. HE

31 XXI - ARALIK 14 / OCAK 15

Kokuya dair yerleşik algıyı aşmayı öneren manifesto, koku ile gelişen yeni bir iletişim öngörüyor. Burnuma yeterince güvenmezken koku iletişiminin bulanık bir yer tanımlayacağını hayal ediyorum, en azından burnumu eğitene kadar. GÖ

İSTANBUL TASARIM BİENALİ

“Modern Mutfağı Hacklemek” adlı manifestolarında Gastronomika ekibi eskiye ait gözden kaçmış, unutulmuş yöntemleri günümüz mutfağına uyarlamaya çalışıyor. Gastronomika, Anadolu’dan toplanan öğütme, tuzlama yöntemleri, tarlalardan toplanan yenilebilir otlar gibi ürünleri ve çeşitli araçları öne çıkararak, mutfağı gıda işleme, pişirme ve atık toplamanın iç içe geçtiği bir ortam olarak canlandırmaya çalışmış. Bitkileri kurutmak ve saklamak için kumaş, kağıt ve diğer malzemelerden yapılmış bir zarf sistemi, yeni bir tür ekmek pişirme ünitesi ve alternatif bir kompost sistemi mutfakta duyulara hitap eden sosyal bir atmosfer oluşturmak adına tasarlanmış. Ancak sosyal mutfak amacıyla kurgulamak istedikleri kamusal imece ortamı, bienalde pek hissedilmiyor. Kurutma ve saklama ünitesi olarak işleyen zarflar, ekibin tarif arşivinin yazılı olduğu bir gazeteden oluşuyor. Bu gazetede katlama aksları bulunuyor ve böylece kendi saklama zarflarınızı yapabiliyorsunuz. Ancak bu katlama süreci oldukça zahmet verici, görsel olarak hoş gözükse de belki daha kolay oluşturulabilirdi. Anadolu’nun bünyesinde barınan bildiğimiz ama unuttuğumuz alt benliğimizi tekrar ortaya çıkartmaya çalışmaları oldukça başarılı ama prototip bunu yansıtabiliyor mu, emin değilim. Yine de Gastronomika köşesinden “Acaba ananemin tarif defterine bir göz atsam işe yarar şeyler bulur muyum?” diyerek uzaklaşıyorum. SCG

Koku sözlüğü çalışması üç farklı koku otomatı ve duvarda yazılı kelimelerden oluşan bir manifesto. Koku tasarımcısı Sissel Tolaas koku araştırmasına şehir kokularını da dahil ederek iyi ve kötü koku algılarını sorguluyor ve aslen kötü kokunun olmadığını fakat bu algının düşüncelerimizde oluştuğunu ilan ediyor. Kötü koku yoksa iyi kokunun olması da pek mümkün gözükmüyor. Yani aslen kokuların tanımı ve kokuyu çoğu kez metaforlar üzerinden düşünüyor olmamız da kültürel bir olgu olarak değerlendiriliyor.


Gece Vakti İçin Bitmemiş Manifesto Clio Capeille Ne zamandan beri karanlığı hatırlamıyorum? Şehirden ayrılmadığım sürece şehirsiz gökyüzünü bilmiyorum. Birkaç yıl önce orta büyüklükteki bir kasabadayken kasaba genelinde elektrikler kesildiğinde gökyüzünün gözleri açığa çıkmıştı ve heyecanlanmıştım. Belki fazla duygu yüklü bir giriş oldu ama Clio Capeille’in manifestosunda bu tür çağrışımlara uygun bir ortam mevcut. Clio Capeille, karanlık ışıksızlık değildir diye belirtse de odaya elimde el feneriyle girdiğimde karanlık ışıksızlıktır, diye düşünüyorum. Aslen “Gece Vakti Bize Bağlı” isimli yüksek lisans tezinin bir uzantısı olan manifesto alacakaranlıkta işe koyulmayı öneriyor. Hatta gece açan çiçekler metaforu ile geceye bir güzelleme yapıyor. Gecenin verebileceği tekinsizlik hissi ve sessizlik, gece güvende olmak, aydınlatılan sokaklar ve soğuk, gecenin çağrıştırdıkları. Zaten gece çalışanlar için çok etkileyici gelmeyebilir. Öte yandan gece şehirde olan biten üzerine çok şey söylenebilir.

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 32

İSTANBUL TASARIM BİENALİ

Sınır, oda, gözlem evi, terapi merkezi ve sinema gibi Capeille’in tasarladığı mekanların gece hallerini gösteren resimleri duvarda görüyorum. Bu mekanlara dahil olup deneyimleyemiyoruz aslında, karanlık bir odada bulunmak manifestonun çok daha ağır basan öğesi. Yerleşik toplum düzeninin gündüze ayarlı olduğunu düşününce bireysel ölçekte manifestonun geçerli olabileceğini tahmin ediyorum. GÖ

Sadecesuekle

Dyslexie Yazı Karakteri

Koz Susani Design: Defne Koz, Marco Susani

Christian Boer

Lezzet Hapları tasarımı ile Defne Koz ve Marcus Susani aşırı pratik bir yemek anlayışı önererek son zamanlarda oluşan aşçılık eğilimlerine itiraz ediyorlar. Moleküler aşçılık ve endüstriyel tasarımdan faydalanan yemek malzemeleri oluşturuyorlar. Bütün bir yemek ritüelini yemeğin kendisinden yemeği hazırlamak için kullanılan malzemelere kadar tasarlıyorlar. Teknolojiyi, doğalı ve sentetiği bir araya getirerek eğlenceli bir deneyim sunuyorlar.

Disleksi, en yaygın öğrenme sorunlarından ve en kolay tanınan okuma bozukluklarından biri. Kabaca akıcı bir şekilde okumayı öğrenme ve doğru kavrama zorluğu olarak tarif edilebilir. Her bir disleksi vakası oldukça kişisel sebep ve sonuca sahip olsa da temel olarak işitsel, görsel ve dikkate dayalı disleksi şeklinde alt gruplara ayrılabiliyor.

Geçmişten beri düşünülen hap biçiminde kapsüllerle hızlıca ve sadece beslenmeye yönelik yemek hazırlama fikrini tasarlamaya girişen tasarımcılar yemeğin geleceğine yeni bir anlayış getiriyor. Yaptıkları teklifte sadece su ekleyerek yemeğe dönüştürebileceğiniz Lezzet Hapları ile bu işlemi gerçekleştireceğiniz beş adet endüstriyel tasarım ürünü bulunuyor. Taze meyve ve sebze, baharat, proteinli ve lifli besinler, aromatik kapsüller var. Her çeşit besin için de başka bir mutfak aleti kullanılıyor. Hızlı yemek hazırlama ve yeme anlayışını farklı bir boyuta taşıyarak hem taze besin kullanımını destekliyor, hem de hazırlama süresini en aza indiriyorlar. Günümüzde hızlı yemek anlayışı besinlerin besin değerini düşürüp yemekleri daha da sağlıksızlaştırırken, bunun aksi bir yaklaşım öneriyorlar. Gündelik hayatın en çok yer kaplayan rutinlerinden birini sorgulayan manifesto, geleceği daha taze bir hale getirerek ilerlemenin yollarını oluşturmaya en temelden başlamış. AEK

Kendisi de disleksik olan Christian Boer, yanlış anlamaları azaltmak adına bir yazı karakteri tasarlamış ve disleksideki ters çevirme, karıştırma, yön değiştirmeyi göz önüne alarak harflerin taban çizgisini kalınlaştırmış, alt ve üst harf çıkıntılarını uzatmış, harf açıklıklarını genişletmiş ve hafif eğim vermiş. Boer, bir yazı tipinin insanlara ne kadar yardım edebileceğini sorarak disleksi fontunu geliştirmiş. Bu fontun pratikteki sonuçlarını bienalde görmememiz fontun ne kadar etkili olduğunu anlamamız için ufak bir eksiklik olabilir. Örneğin fontun işe yararlığını gösteren deneyler ve veriler, disleksiye sahip birinin okumasını ne kadar hızlandırdığını ya da harflerin kargaşasını ne ölçüde azalttığını keşfetmemizi sağlayabilirdi. Harflerin ve kelimelerin görselliğini vurgulayan ve hayatımızın kelimelerle çevrili olduğunu belirten Boer, iletişimi yeniden düşünmemiz gerektiğini gösteriyor. GÖ


No 41 Sporbilgisayarı Bless: Desiree Heiss ve Ines Kaag; mühendis Rene Wassenburg ve yazılımcı Clemence Pagnard ile

İSTANBUL TASARIM BİENALİ

Berlin merkezli moda evi Bless, No 41 Sporbilgisayarı ile ofiste çalışmak ile spor yapmak arasındaki keskin farkı yok ediyor. Günümüz koşullarında sabah 9 – akşam 6 arasında ekran başında sürekli oturarak çalışmak, sadece beyin gücünü kullanmak ve onun dışında kalan boş zamanlarımızı spor aktivitelerine ayırmak bugünün çalışan insanının tipik rutini sayılabilir. İşe git, bütün gün otur, işten çık, belki arkadaşlarla buluş, ya da spor salonuna git ve bu rutin böyle devam etsin. Bu rutini bozmayı amaçlayan çalışmalardan biri No 41 Sporbilgisayarı. Nitekim Bless, bu tasarımla “rutini bozan, ezber mekanizmalarını sorgulayan, zihin açan ve duyuları okşayan yeni görme, hissetme ve dünyayla tanışma biçimleri deneyimlemeye” davet ediyor. Tuşları odanın içine dağılmış kum torbalarından oluşan klavye ile diğer bilgisayar donanımlarının bir araya getirdiği sporbilgisayarı, yazı yazmayı tüm vücudu ilgilendiren bir deneyim haline getiriyor. Tuş işlevi gören kum torbalarına vurduğunuzda, bugüne kadar algınızda yarattığınız sadece ellerinizi kullanarak yazı yazma fikrini gerçek anlamda sarsan, belleğinizdeki verilere format atan bir işle karşılaştığınızı anlıyorsunuz. SCG

Geri Çekilme

Cansu Cürgen, Eren Tekin, Yelta Köm, Barış Gümüştaş, Avşar Gürpınar, Yağız Söylev, Arzu Erdem

Dpr- Barcelona: Ethel Baraona, Studio–X, GSAPP, Columbia University: Marina Otero ve Fast, The New Institute, Rotterdam: Malkit Shoshan

TWTRATE manifestosu herkesin 140 karakter dahilinde birer mikroblog yazarı sayıldığı Twitter adlı sosyal medya paylaşım platformunun nelere kadir olabileceğini düşündürüyor. Özellikle Türkiye’deki politik ve kültürel durumlar karşısında bir tutum ve birliktelik oluşturan tweet’ler ortak bir aklı gösteriyor. Paylaşılan özel ve kamusal bilgilerin hem üyeler hem de kamu tarafından okunabiliyor olması erişilebilirlik ve izlenebilirlik kavramlarını sorguluyor. Sonuçta 140 karakter sınırı dolayısıyla hem esprili hem de insanların sesi olması açısından önemli birer manifesto ortaya çıkıyor.

“Geri Çekilme” kavramını farklı bakış açılarıyla genişletip elde edilen terimleri bir sözlük haline getiren Malkit Shoshan, Ethel Baraona ve Marina Otero, manifestolarıyla “Geri Çekilme”nin mekan ve sosyal hayat üzerindeki etkilerine dikkat çekiyorlar. Kitle iletişim teknolojileri, güvensizlik gibi günümüz koşullarının etkisiyle bireylerin kendi sınırlarında yaşamaya başladıkları ve kamusaldan geri çekildikleri fikrinden hareket ediyor. Belli bir kesim “şehirden kaçış” reklam sloganıyla oluşturulan sitelere kaçtılar, güvenlikli, tel örgülü, 24 saat kameralı alanlarına çekildiler, kendi bölgelerinde bir kent simülasyonu yaratıp kendi kendilerine yettiler ve kentin kamusal alanından geri çekildiler. Kamusallık ve şehir parçalandı. Toplumda sürekli bir “ötekileştirme” çabası. Küresel boyutta ise kamusallığın parçalanmasına büyük etkisi olan savaş, tehlike unsurlarını ve devlet politikalarını görüyoruz. Shoshan, Baraona ve Otero “Geri Çekilme” sözlüğünde günümüzdeki küresel olaylara dikkat çekmek üzere güvenlik, gözetleme ve kendine yetme gibi tanıdık terimleri genişletiyor. SCG

TWTRATE aslında manifesto yazarlığına bir alternatif olarak değerlendirilebilir. Bu yazarlık durumu hem bireysel hem de kolektif olabiliyor. Herkesin erişiminin olması açısından da bienal dahilinde halka erişim ve halktan bilgi almak açılarından önemli bir yere sahip oluyor. TWTRATE günümüzde çoğu zaten manifesto olarak değerlendirilebilecek tweet’leri gerçekten birer manifestoya dönüştürmeye ve bunları doğrudan paylaşmaya davet ediyor. AEK

33 XXI - ARALIK 14 / OCAK 15

TWTRATE


Kamuya Açık Çizim Atelier Bow-Wow: Yoshiharu Tsukamoto ve Momoyo Kaijima Atelier Bow-Wow, Kamuya Açık Çizim çalışmasında bir mekanın beklenmedik kullanım biçimleri, insan davranışlarının arkasındaki mekanizma ve bir kent parçasına yeni bir perspektif gibi konulara değinerek kamusallığı sorguluyor ve kenti belgeliyor. Japonya’da gerçekleşen tsunaminin getirdiği ölüm ve yıkım sonrası bir iyileşme, belgeleme ve onarım için bir öneri olarak başlayan kamuya açık çizim, kentin mikro ölçekteki kullanımlarını keşfetmeye dönüşmüş.

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 34

İSTANBUL TASARIM BİENALİ

İstanbul’da Galata Köprüsü’nde çalışan Atelier Bow-Wow ve mimarlık öğrencilerinden oluşan ekibi köprüyü deşifre ederek büyük ve ortak bir çizim yapmışlar. Gördüğün şeyi aynı şekilde kopyalayarak çizmenin fotoğraf çekmekten ne farkı olabilir diye düşünürken çizimleri gördüğümde anlatım dilinin gücü ve detaylar beni içine çekiyor: üst üste binen binalar ve insanlar, iç içe geçen araçlar, kalabalık ve çok sıkışık algıladığım mekanlar. Fiziksel çevreye ne kadar dikkat ediyoruz sorusu ile birlikte mekanların işlevlerini düşünüyorum. Çizimlerin üretim aşaması düşünülerek tek ve büyük bir şey oluşturmak üzere yapılan ortak bir çalışmanın ne kadar zor olabileceği fark edilebilir. Çizim dilinin de ortak olması çalışmayı daha bütüncül yapıyor olmalı, ancak Atelier Bow-Wow, çizimlerin dilinden çok arkasındaki hikayeye önem verdiklerini de belirtiyor. Öte yandan Kamuya Açık Çizim, kamusallık kavramını da sorgulayarak her kent, zaman ve birey için kendine özgü bir tanımın mevcut olduğunu vurguluyor. GÖ

Kıyıların Kullanımı, Mikro Kentsellikler İçin Bir Mikro Manifesto İyiofis: Elif Ensari ve Can Sucuoğlu ile Aycan Terzioğlu ve İzmir Ekonomi Üniversitesi: Gudjon Thor Erlendsson (AUDB) ve Ertunç Hünkar İyiofis ekibinin İzmir Ekonomi Üniversitesi öğrencileri ile birlikte tasarladığı proje, kentlerin kıyı kullanımına ve mikro ölçekte gerçekleşen ucuz, hızlı ve hafif tasarım müdahalelerine dikkat çekiyor. Önce İzmir’deki kıyı kullanımını, insan davranışlarını ve müdahaleye açık yerleri araştıran ekip, ardından Pasaport Limanı’na modüler bir sal ya da rıhtım önerisi geliştirip uygulamış. Bu modüler yapı bir süre limanda kaldıktan sonra ise sergilenmek üzere bienale taşınmış. Türkiye’de denize kıyısı olan hemen her kentin suyla ilişkisi çok zayıf bir düzeyde kaldığı için aslında apaçık ortada olan bir gerçeği vurguluyor proje: deniz ve sahil arasında bir mekanın potansiyel gücü ve güzelliği. Görece mikro ölçekli olan modüler mekanın ilginç sonuçları olmuş. İnsanların ilgisini çektiği için Twitter ve Facebook gibi kanallarda fotoğrafları yayılmış ve yakın çevrede çalışanlar öğle arasında modüler rıhtıma gitmeye başlamış. Bu sonuçlar insan davranışlarını değiştirmenin ne kadar basit olabileceğini ve kente yapılan müdahalenin aynı anda güçlü ve yıkımdan uzak bir sonuç verebileceğini de vurguluyor. Mikro düşünmeyi vurgulayan proje, Kendin Yap akımı için de eğlenceli bir öneri olarak değerlendirilebilir çünkü büyük müdahalelerin çok mümkün görünmediği zamanlarda hemen herkes kendisi için yüzen bir yapıyı kolayca uygulayabilir. GÖ


Kadıköy’den Bul, Kadıköy’de Buluştur!

Yapılarınızı Kim İnşa Ediyor

72 Hour Urban Action: Kerem Halbrecht, Gilly Karjevsky; Tasarım Atölyesi Kadıköy (TAK): Onur Atay, Ömer Kanıpak, Sıla Akalp ile katılımcı tasarımcılar

WBYA: Kadambari Baxi, Jordan Carver, Laura Diamond Dixit, Tiffany Rattray, Beth Stryker, Mabel O. Wilson; Lindsay Lee ve MTWTF’nin katılımı ve Columbia Üniversitesi GSAAP’nin desteğiyle

Geri dönüştürülmüş malzemeler kullanılarak yapılan mobilyalar Kadıköy’deki mekansal sorunları çözme girişimli ve inovasyon geliştirme amaçlı bir proje olarak Kadıköy sakinleri ile işbirliği içinde yapılmış.

"Türkiye'de Madenciliğin Açık Veritabanı ve 20 işkoluna yönelik işçi ölümleri verileri"ne göre (madencilik.dagmedya.net) Türkiye’de 2014 yılının eylül ayı ortasına dek gerçekleşen iş kazalarında ölen sayısı 1269 ve bu sayı içinde inşaat kazalarında ölen işçilerin sayısı 272. Avrupa lideri olduğumuz tek konu olan ölümlü iş kazaları meselesine biraz daha yakından bakmak için WBYA (Who Builds Your Architecture)’ın çalışması önemli.

Büyük ölçekli ve kapsamlı hamlelerden oluştuğu düşünülen manifesto kavramını tam tersi şekilde ele alan tasarımlar küçük ölçekli değişimlerle de manifesto yapılabileceğine değinmiş. Küçük ölçekli çok sayıda müdahalenin de büyük bir etki yaratabileceğini öne sürüyor. AEK

İnşaat sektörünü sadece parlak konseptlerden, pazarlamaya odaklı sürdürülebilirlik söylemlerinden ibaret olmayan çok daha geniş bir dünya olarak karşımıza koyan WBYA, mimarların yeteneklerinin sınırlarını iyi bina yapmaktan toplumsal yaşamın daha adil olması için çalışmaya dek geliştirmeleri gerektiğini söylüyor. HE

35 XXI - ARALIK 14 / OCAK 15

Bisiklet Durağı, Lastik Bank, Perküsyon Seti, Kadıküp ve Hamak adlarındaki projeler Kadıköy’deki parkların, sahillerin ve buluşma noktalarının ihtiyaçlarına göre tasarlanmış. İnsanlara dinlenme, eğlence, ulaşım, park gibi hizmetler vermeyi amaçlayan projeler işlevsellik üzerine yoğunlaşıyor. Yapım aşamasının gönüllü tasarımcılarla birlikte yürütülmesi de kent sakinlerine yaşadıkları muhiti ve kent mobilyalarını sahiplenme güdüsü aşılıyor. Mobilya üretim süreçlerini nasıl-yapılır adlı videolarla destekleyerek ulusal ve uluslararası platformlarda paylaşılması hedefleniyor.

Mimarların etik sorumluluklarının sınırlarının tasarladıkları yapının sadece konsept geliştirme kısmında değil, inşasında da gözetilmesi gerektiğini savunan WBYA ekibi süreci parçalara ayırarak her bir sürecin etik sorumluluk alanı dahilinde olduğunu gösteriyor. Diyagramlarından birinde mimar ofisinde bir perde duvar çiziyor, sonra bu perde duvar bileşenleri bir fabrikada üretiliyor, ardından bu bileşenler şantiyeye naklediliyor ve ustaya teslim ediliyor, bu esnada işçiler çalışma kamplarından otobüsle ya da göçmen işçiler daha sonra çalışma kamplarına yerleştirilmek üzere uçakla şantiyeye varıyor. Tüm bu süreçlerin kontrol altında tutulmadığı takdirde doğurduğu sonuçların yer aldığı Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi kurumlara dair raporlar da bienalde yerini alıyor.

İSTANBUL TASARIM BİENALİ

Kadıköy’deki buluşma noktaları için kent mobilyaları yaratma etkinliği 72 Hour Urban Action ve Tasarım Atölyesi Kadıköy işbirliği, gönüllü tasarımcılara gönderilen açık bir davet ile başlamış. Kadıköy’den Bul, Kadıköy’de Buluştur!, Tasarım Bienali dahilinde iki günlük kısa bir zaman diliminde ve az bir bütçeyle üretilen kent mobilyaları Kadıköy’ün sahil kesimlerinde ve buluşma noktalarında hayatı kolaylaştırmayı hedefliyor.


ABC Manifesto Şirketi Yazar ve Danışmanları

Kontraakt

Disturbati Kolektifi: Natalia Agati, Emanuele Caporella, Emanuela di Felice, Olimpia Fiorentino, Matte Locci, Florian Loesch, Serena Olcuire, Francesco Restuccia, Maria Rocco ve Panagiotis Samsarelos

H. Cenk Dereli, Hayrettin Günç, Yelta Köm

Galata Rum Okulu’nun çatı katına çıktığımda otomatik olarak yönlendiğim büyük kapalı alanın kapısında beyaz takım elbiseli bir adam, canhıraş sesleniyor: "Buyrun, gelin, kendi manifestonuzu yazın." Bu beyaz takım elbiseli adam Disturbati ekibinden tanıdığım Matteo, selam vermeye çalışıyorum, rolünü hiç bozmadan beni içeriye daha ısrarla davet ediyor. Pazarda kolundan tutup tezgahına çeken insanlar gibi beni içerideki satış temsilcisinin önüne koyuyor. O da elime bir talimat broşürü ve alışveriş sepeti vererek bir masaya yönlendiriyor. İlk masadan bir obje seçiyor, ardından manifesto şablonunuzla başka bir masaya yönlenip bir psikoloji testine tabi tutuluyorsunuz. Bu testte belirlenen nefret objenizle bir sonraki aşamaya yani nefretinizin yoğunluğunun ölçüldüğü kısma varıyorsunuz. Ve ardından şirket, sizin için manifestonuzu oluşturuyor. Şimdi serbest kürsüye çıkıp manifestonuzu okuma ve ardından kağıt parçalayıcıyla onu yokluğa gönderme zamanı. Manifestonun dahi ticarileştirildiği, katı olan her şeyin buharlaştığı bugüne eleştirel bir yaklaşım sunan Disturbati, broşürde yer alan şu cümleyle niyetini açık bir şekilde ortaya koyuyor: "...tüm bakış açıları şirket için aynı değere sahiptir. Cihazın bakış açıları onu kullanan müşterilerinkidir, çünkü müşteriler cihazın bir uzantısıdır ve bunların ikisi birbirine bağımlıdır."

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 36

İSTANBUL TASARIM BİENALİ

Bir yerleştirmeden ziyade bir performans işini anımsatan ABC Manifesto çalışması, bienalin sunduğu Galata Rum Okulu’nun sınırları dışına da taşarak İkitelli, Kuzguncuk gibi İstanbul’da çeşitli noktalarda kentsel müdahaleler de planlıyor. Detaylı programı abcmanifesto.wordpress.com adresinden takip edebilirsiniz. HE

Karşı koymak, bir şey öne sürerek kontrol sağlamak, savuşturmak anlamına gelen Kontraakt, bienalin yayın istasyonunun adı. Manifesto kavramı etrafında şekillenen bienal için belki de en uygun iş. Bienal istasyonu canlı kayıtlar, yeni röportaj platformları ve saha kayıtlarıyla deneyler yapıyor. 20. yüzyılın medya aracılığıyla dolaşıma girme ve dağılma yöntemlerini yeniden ele alıp ve 21. yüzyılın fikir yayma platformlarını sorguluyor. Kontraakt birçok tartışma platformu hazırlıyor ve çok sesli bir manifesto yaratmayı amaçlıyor. Ortaya attığı konular dahilinde bizleri konuşmaya ve tartışmaya çağırıyor. Daha çok yayın yaparak, daha çok konuşarak ve paylaşımda bulunarak geleceği şekillendirmeye davet ediyor. AEK

Ek Biç Ye İç Something & Son: Andrew Merritt ve Paul Smyth Something & Son’un tasarladığı ve sürdürdüğü aktif bir kent bahçesi projesinin devamı olan Yetiştirme Manifestosu, İstanbul’da kamuya açık bir bitki alanı yaratıyor ve bahçelerin, ortaklaşa çalışmak ve fikir paylaşmak üzere insanları bir araya getiren buluşma mekanları olarak nasıl kullanılabileceğini araştırıyor. Nitekim İstanbullular olarak yeşil alanların terkedilmiş, değersiz alanlar olmadığını, bir kentin ve kentlinin yaşaması için gerekli olan alanlar olduğunu, şehir hakkımızı kullanarak elimizden geldiğince göstermeye çalışıyoruz. Yeşil alanlar için resmen savaşır hale geldik. Ek-Biç Ye-İç, bir ekosistem oluşturup Taksim Meydanı’nın kenarında çorba ve salata mekanı oluşturmayı öngörüyor. Bu restoran sayesinde proje, bienal sınırlarını da aşıyor. Giderek kalabalıklaşan İstanbul’daki yeşil alan ihtiyacından yola çıkması İstanbullu’ya hitap edebilen bir manifesto olması açısından önemli. Ekip tasarladığı projelerle, bitkilerin yetişme koşullarının yanı sıra kamu erişimi, eğitim ve iş modelleri gibi konulara eğiliyor. Tasarlanan açık ve kapalı yemek ortamında, bir toplantı odası ve bir eğitim ve bilgi alanı, girişim bünyesinde yetiştirilen ürünleri sunan bir de restoran bulunuyor. Bienal ortamında ektiklerinizi, Taksim’de oluşturulan restoranda yiyebilme fikri, hazır olanı tüketmek yerine, ürettiğimizi tüketmek oldukça heyecan verici. Bu aynı zamanda toplumla beraber yaşayan, sürekli kendini yenileyen ve geleceğe taşıyan bir ekosisteme de işaret ediyor. SCG


Antrepo 7 Antrepo 7, bienalin geçtiğimiz yıllarda tekil olarak üniversitelerde gerçekleştirdiği ve okul sınırları içinde kalan Akademi programını bir araya getirerek kent merkezinde sergilemesinin yanı sıra Aradaki Polska sergisine de ev sahipliği yapıyor.

Aradaki Polska sergisinin yalnızca içeriği değil, sergileme ve grafik tasarımları da özellikle söz etmeye değer. Kırmızı tonlarında bir çerçevenin tüm mekanı dolaşarak çeşitli bölümleri oluşturduğu sergi tasarımını takiben grafik dil aynı çerçeveyi kullanarak işlere dair bilgileri aktarıyordu. Antrepo 7’deki çok sayıdaki mimarlık ve tasarım okulunda yapılmış atölyelerdeki işleri izlemek de özellikle Türkiye’nin güncel mimarlık ve tasarım eğitimine dair çok iyi bir perspektif sunduğundan oldukça önemli. Akademi Programı kapsamındaki çalışmaları kabaca üçe ayırmak mümkün, üniversite sınırları içinde "proje" üretmekten ve bunu gerçekçi zeminlere oturtmak zorunluluğundan bitkin düşmüş öğrencilerin açık fikirliliğe doğru hızla koştuğu dinamik ve fikre dayalı çalışmalar, okul projesi düzeyinde kalmış görece profesyonel işler ve de okul reklamı yapan stantlar. Benim ilgimi daha çok çeken ise ilk gruptaki "deli saçması" işler oldu. Özellikle Maltepe Üniversitesi öğrencilerinin bölümünü heyecan içinde izledim. Sokaklara çıkan, mimarlık mesleğinin sınırlarının masa başından ibaret olmadığını gösteren, ifade araçları olarak ise video, kavramsal maket, yerleştirme gibi çeşitli ortamları tercih eden öğrenciler, politik ve eleştirel işler çıkarmışlardı. Bu enerjilerini harika bir şekilde yönlendiren atölye yürütücülerini de unutmamak lazım tabi ki. Maltepe Üniversitesi atölye çalışmaları 2. İstanbul Tasarım Bienali’nin bitmiş projelerden ziyade fikirlere odaklanan ve geleceği bu yolla tahayyül eden kurgusuna da çok iyi uyuyordu. HE

37 XXI - ARALIK 14 / OCAK 15

Zanaat bölümünde Türk zanaatkarlarla çalışan Pawel Jasiewicz, Agnieszka Bar, Beza Project’in ve Polonya’ya giderek oradaki zanaatkarlarla çalışan Şule Koç, Erdem Akan ve Tamer Nakışçı’nın işleri yer alıyor. Kelime bölümünüyse Lehçe halı anlamına gelen ve Türk-İslam kültüründe anahtar kelimelerden biri olan "divan" kelimesine yoğunlaşarak hat sanatında çağrıştırdığı "hem ruh hem göz için ziyafet" tanımından hareketle porselen tabaklar üzerine işlemelere yer veriyor. Yemek bölümündeyse gastronomi atölyeleri sırasında Polonyalı ve Türk aşçılar –Lokanta Maya’dan Didem Şenol, Gastronomika’dan Semi Hakim, Sekizistanbul Restoranı’ndan Maksut Askar ve Concordia Design’dan Tomasz Trabski yerli mutfakların lezzetlerini deneyerek Polonya ve Türkiye mutfaklarından karşılıklı olarak öğrendiler.

İSTANBUL TASARIM BİENALİ

Türkiye Polonya arasındaki diplomatik ilişkilerin 600. yıldönümü etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen sergi, sadece Polonya tasarımını Türkiye’ye tanıtmakla kalmıyor, karşılıklı diyalog için güçlü bir zemin de oluşturduğunu gösteriyor. Baş küratör Magda Kochanowska'nın çizdiği çerçeve dahilinde serginin Bağlanma adlı ilk bölümünde hem yeni hem de eski kuşaktan Polonyalı tasarımcıların işlerinden örnekler gördükten sonra Türk ve Polonyalı tasarımcıların işbirliklerine tanıklık ediyoruz. Zanaat, Kelime ve Yemek başlıkları altında toplanan işler, el sanatları, gastronomi ve tasarım atölyelerinde birlikte yürütülen çalışmaların sonucu.


YAPI - KARMA - ANKARA ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 38

fotoğraflar: Cemal Emden

Cephenin Dili ESKIŞEHIR YOLU ÜZERINDE KONUMLANAN YÜKSEK YAPILARDAN BIRI OLAN BRIGITTE WEBER TASARIMI NEXT LEVEL’IN KENTLE ILIŞKISINI, FARKLI IŞLEVLERE AIT KÜTLELERIN TASARIMINI MIMARIYLA KONUŞTUK. Hülya Ertaş

NEXT LEVEL

brıgıtte weber mimarlık

he: Next Level Ankara’da yeni gelişen ve yüksek binaların konumlandığı bir aks üzerinde konumlanıyor. Proje oradaki kentsel duruma nasıl bir yanıt veriyor, şehirle nasıl ilişkileniyor? Brıgıtte Weber: Proje Ankara-Eskişehir-Konya yolları aksının üzerine konumlanıyor. Bu, Ankara için çok stratejik bir nokta çünkü iki önemli şehri bağlayarak buluşma noktası oluyor. Aynı zamanda şehir merkezinden Eskişehir Yolu’nun dışına çıkıp yeni bir yerleşime ulaşıyorsunuz. Türkiye’deki birçok şehir gibi Ankara da her yöne doğru büyüyor ve Next Level’ın olduğu tarafa doğru da gelişiyor. Bugün Eskişehir Yolu çok önemli bir aks. Eskiden orada Armada’dan başka bir şey yoktu. Zaman içinde Büyükdere Caddesi gibi her sene birkaç binanın daha eklenmesiyle bu aksın önemi arttı. Beş sene önce biz de orada bir tane

proje yapmak üzere yola koyulduk. Bizimkinden sonra da çok daha fazla proje yapıldı. Next Level, özel bir noktada, bir dönme noktasında olduğu için bir işaret, bir simge yaratmak zorundaydık. Normalde bir proje yaparken yoldan ölçek alarak tasarlarsın ama bu kez binanın dört taraftan görünür olması nedeniyle durum farklıydı. Ayrıca farklı işlevleri de yansıtarak burada hem ofis hem de konut binası olduğunu göstermek istedik. Ofis kulesi dörtyol ağzında bulunuyor. Yapının formuna baktığınızda sanki yılan derisi gibi o dönme noktalarında diğer yönlere doğru devam ediyor, yani dönme açısını yansıtarak seni yönlendiriyor. Alışveriş merkezinin üzerinde meydan adını verdiğimiz platform bir avlu var. Ofis bloğu ve konut kulesi onun üzerinde yükseliyor. he: Ofis ve konut blokları ayrı ayrı tasarlanmış olmasına rağmen aslında aynı mimarın elinden çıktığı anlaşılıyor.


YAPI - KARMA - ANKARA 39 XXI - ARALIK 14 / OCAK 15

bw: Evet, çünkü benzerlikler var. Mesela arka cephede bütün asansörlerin ve yangın merdivenlerinin bulunduğu kaburga gibi bir şaft var. Görsel olarak da sanki bütün vücudu tutan bir çekirdek gibi ve her iki blokta da bu omurganın cephedeki malzemeleri aynı. Yine de ofis bloğunun çok farklı bir görüntüsü var. Ayrı bir cephe tasarımına sahip, yekpare bir blok. Yekpare olmasının sebebi biraz da ticaretin gücünü göstermek istememiz. Sonuçta burası, içinde önemli şirketlerin olacağı bir ofis yapısı. Orası her zaman ekonomiyi yansıtacak, yapının kendisi de etrafını yansıtıyor. Öte yandan konut bloğunu tasarlarken tamamen insan boyutundan yola çıktık. İnsanın oranına göre yapıyı, nakış işi gibi işledik. Bu da hemen gözüküyor, balkonlar gibi öğelerle bu ölçek sağlanıyor. he: Biraz malzemeleri konuşmak lazım. Çünkü ben yapıyı en son güneş batarken gördüm, ofis kütlesinin etkisi oldukça dramatikti. bw: Ofiste cephe aynalı camdan oluşuyor ve farklı kırıkları, eğimleri var. Bu farklı eğimler belli havalarda

ya da senin söylediğin gibi güneş batıyorsa çeşitli yansımalar yapıyor. Cephe, gökyüzüyle birleşiyor. Gökyüzü maviyse bina mavi oluyor, bulutluysa gri oluyor. Ama farklı eğimler farklı görüntüler yansıttığı için bina kaybolmuyor. Eğimden ötürü aşağıda yeri yansıtırken yukarıda göğü yansıtıyor. 1400-1500 m2’lik çok büyük bir bina bu ve bir kule için büyük bir alana sahip. Her kule için 1000 m2 ideal bulunur. Biz bunu 1300 m2 yapmak zorundaydık. Daha zarif bir hale getirmek için cephede birtakım kırıklar yaptık. Konumlandığı yerin açısını takip ederek bir taraftan baktığında sadece başka, öte taraftan ise başka parçalar görüyorsun. Hem zarif gözüküyor hem de yansıtan cephe etrafıyla birleşiyor. Konut ise bambaşka bir şey. Oranı ve cephesi farklı, balkonları var, ahşap gibi daha yumuşak malzemeler kullanılıyor. Cephesini nakış işi gibi düşünerek kapalı ve açık yerleri çok ayrıntılı çalıştık. Böylece her dairenin bir özelliği doğdu. Üst üste olan daireler aynı değiller.

he: Bir yandan Ankara neredeyse bir alışveriş merkezi cumhuriyeti haline geldi. Bu durum içinde Next Level’ın alışveriş kısmını nasıl planladınız? bw: Öyle diyorlar. Ben pek Ankara’ya gitmemiştim. Ama beş sene önceden itibaren her hafta Ankara’ya gider oldum. Çünkü bu projede mesleki kontrolörlüğü de üstlendik, her projeyi sonuna kadar takip ediyoruz. Ankaralıların da dediğine göre orada alışveriş merkezine gitmekten başka yapacak şey yok. İstanbul’da yaşayan insanlar için boğaz, deniz ön planda ve bunun eksikliğini Ankaralılar hissediyorlar. Dolayısıyla haftasonu ve işten sonra alışveriş merkezine gidiyorlar. Bu alışverişin az ya da çok olduğunu göstermiyor. Mesela İstinye Park’ta binlerce kişi dolaşıyor ama her geçen kişinin elinde torbası yok. Alışveriş merkezini daha sosyal bir alan olarak görmek lazım bence. Beyoğlu’ndaki promenat yani İstiklal Caddesi eskiden insanların yürüdüğü yerdi. Ama şimdi bütün yürünebilecek yerler kalabalık ve insanlar da oralarda yürümek istemiyorlar. Trafiğe de kapalı olduğu için alışveriş


giriş sayfasında Next Level projesine genel bakış önceki sayfada üstte solda: Projeye farklı açıdan bakış üstte sağda: Ofis bloğunun cephe detayı altta solda: Konut, ofis ve avm’ye yakın bakış altta sağda: Meydan, avm ve konut bloğuna yakın bakış bu sayfada sağda: Avm için ışıklık görevi gören cam tavan en sağda: Peyzaj tasarımı ve avm girişi altta: Meydan ve havuz

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 40

YAPI - KARMA - ANKARA

karşı sayfada üstte solda: İç mekandan görüntü üstte sağda: Avm’nin iç mekan altta solda: Ofislerin ortak kullandığı lounge altta sağda: Örnek daireden görüntü

merkezine gidiyorlar. Ayrıca yazın soğuk, kışın sıcak oluyor. İnsanlar alışveriş merkezlerine sosyalleşmeye, buluşmaya, sinemaya, yemek yemeye gidiyorlar. Alışveriş her zaman ön planda değil. Bizim alışveriş merkezinin özelliği de öncelikle çok büyük olmaması. Dolayısıyla mağazalar da butik. Toplam 150 tane mağaza ile biri yukarıda, diğeriyse aşağıda olmak üzere iki tane yeme-içme alanı var. Aşağıdaki bildiğimiz foodcourt gibi ama esas yemek yeme ve sosyalleşme yeri meydan. Meydanın ortasında iki tane restoran, etrafında sinema ve diğer restoranlar var. Meydanda dışarıdan havuz gibi gözüken ama aslen alt taraf için ışıklık görevi gören camlar var. Belli saatlerde ışık oyunlarıyla bütün çarşı hareketleniyor. Arazinin kot farkıyla uğraşmak çok zordu ama iyi bir tasarım girdisi oldu. Kot farkı sayesinde arabayla doğrudan meydana ya da alt kottan alışveriş merkezine girilebiliyor. Ulaşım biraz problemdi. Türkiye’de malesef bina yapıldıktan sonra belediyeyle

birlikte altyapı kuruluyor. Bazen izin çok geç geliyor ve bu da proje için büyük bir zarar ortaya çıkarıyor. Ama bu problemleri şu anda çözdük. İzin geldi ve Eskişehir Yolu’ndan bir giriş açıldı. he: Ankara’daki bu kadar çok alışveriş merkezi içinde burası nasıl ayrışacak? bw: Bir çarşının çalışmaya başlaması çok uzun sürüyor. Çarşı açıldığında ilk ay herkes gidiyor, sonra bir duraklama dönemine giriliyor. Mağazalar daha tam oturmamış oluyor. Çoğu alışveriş merkezi %100 dolu olmuyor başta. Biz tamamen dolduğunda açılsın diye her zaman uyarıyoruz ama ticari bir durum olduğu için %70 doluyken açmak zorunda kalabiliyorlar. Açılıştan birkaç ay sonra yavaş yavaş her alışveriş merkezi kendi müşterisini buluyor. Yani ne kadar danışmanlarla da çalışıyor olsanız, oraya gidecek olan insanların psikolojisini bilemiyorsunuz. İstediğiniz kadar uzman olun, insan davranışları kestirilebilir değil, biz mimar olarak bunu sürekli yaşadığımız için hiç kimsenin bunu bilmediğini

anladık. Kimin nasıl kullanacağı zaman içinde görülecek. Çünkü çarşıda sürekli değişiklik oluyor. Benim isteğim en baştan beri, alt geçitlerle, metro bağlantılarıyla karşıdaki ofis binalarıyla birleşmekti. Bireysel çalışmada herkes yetersiz kalıyor. Binalar beraber çalıştıkları zaman güçlü olabiliyorlar. Örneğin Next Level’ın karşı tarafında eskiden kocaman mavi bir çelik konstrüksiyon vardı. Şimdi onu yıktılar ve inşaat yapıyorlar. O proje umuyorum ki bizi de içine katacak ve her ikimiz için pozitif bir durum oluşacak. he: Ankara’da yan yana alışveriş merkezi olması zaten normal. bw: Bu, Türkiye’de geleneksel bir şey. Kapalıçarşı’da her yer kuyumcu. Bir lokanta varsa yanında beş tane daha açılıyor. Avrupa’da bir kuyumcunun beş kilometre civarında ikinci bir tane daha olmaz. Bizde eczaneler bile yan yana. Bence bu biraz oryantal bir mantık ama buranın koşullarında demek ki işliyor.


YAPI - KARMA - ANKARA 41 XXI - ARALIK 14 / OCAK 15

he: Ofis bloğunun iç mekanı nasıl işliyor? bw: Ofis bloklarının içinde ana omurganın etrafında farklı şirketlerin kullandığı alanlar mevcut. Ama bu omurga herkes tarafından ortak kullanılıyor. Bunu danışmanlarımız istediler ve bence güzel oldu. Farklı ofislerin aralarında onları bağlayan, herkesin oturabileceği bir lounge var. Ofislerin metrekare fiyatları oldukça yüksek. Onun için altyapıyı birlikte kullanabiliyorlar, isterlerse kendi ofis mekanları içinde de çözebiliyorlar bunu. Aslen modern bir han gibi. İçeride gereken her şey var, tuvaletler ise dışarıda. Dahası sigara içmek için de tüm katları aşıp binanın önüne çıkmaktansa bu her biri iki kat yüksekliğinde olan loungelardaki balkonları kullanabiliyorlar. he: Konutlar nasıl planlandı? bw: Konutların proje tanımı işverenden metrekareleri büyük, lüks olarak geldi. 1+1’ler bile oldukça ferah. 1+1, 2+1’den 5+1’e kadar çeşitli büyüklüklerde konutlar var. İlk sekiz katı geçici olarak konaklama için suit olarak düşündük. İşadamları Ankara’ya gelip 3-4 gün

kaldıklarında kullanabilirler. Aşağılarda daha kompakt daireler, üst katlarda ise daha ferah daireler tasarladık. he: Bu proje bana başından beri Trump’ı çağrıştırıyor. Oradaki deneyimden neler buraya aktarıldı? bw: Trump bizim ilk büyük projemizdi ve bence çok farklı bir yaklaşımda çünkü büyük bir değişikliğe uğradı, Trump’tan önce ve Trump’tan sonra oluştu. Taş Yapı’yla başladık ve onların proje tanımı Mashattan gibiydi. Proje bittikten ondan sonra Trump geldi ve baştan sona tekrar değişti. Trump organizasyonundan profesyonel olarak rezidansın nasıl tasarlanacağına dair çok şey öğrendik. Ondan sonra İstanbul’daki kalite anlayışı da değişti. Tabi biz tek başımıza tasarlamıyoruz, danışmanlarla birlikte çalışıyoruz. Belki sadece biz yapsaydık proje çok farklı olabilirdi. Farklı diyorum, daha iyi demiyorum. Ama eğer bir şey satılmıyorsa ve içinde yaşanmıyorsa bizim için de güzel değil. En güzel binayı yapabilirsin ama hiç kimse satın almıyorsa o da başarılı bir proje değildir.

proje adı: Next Level proje yeri: Söğütözü, Ankara mimari ve iç mekan tasarımı: Brigitte Weber Mimarlık tasarım ekibi: Brigitte Weber, Fidan Çetin yardımcı mimarlar: Fidan Çetin, Tuğçe Kodalak, Şima Coşkun, Alev Özçelik, Emel Acar, Olgu Ceylan, Elif Gündoğdu, Muzaffer Korkmaz, Onur Aygenç işveren: Pasifik Gayrimenkul Yatırım İnşaat proje tarihi: 2010 - 2013 yapım tarihi: 2011 - 2013 arsa alanı: 19.560 m2 toplam inşaat alanı: 203.000 m2 danışmanlar: Servotel (ofis - konut), AVMMFI Partners (AVM), Kazım Beceren (yangın danışmanı) statik projesi: Kınacı Mühendislik elektrik projesi: HB Teknik mekanik projesi: Okutan Mühendislik aydınlatma projesi: Studio Lighting Design akustik projesi: Işın Mezzo Stüdyo peyzaj projesi: DS Mimarlık proje yöneticisi: Pasifik Gayrimenkul Yatırım İnşaat - Bünyamin Mutlu ana yüklenici: Pasifik Gayrimenkul Yatırım İnşaat


vaziyet planı

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 42

YAPI - KARMA - ANKARA

rezidans plan

kesit brıgıtte weber Avusturya doğumlu olan Brigitte Weber 1994 yılında Viyana Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nü yüksek mimar olarak tamamladı. 1997 yılında Türkiye’ye gelerek ortak olduğu mimarlık ofisinde çeşitli proje ve uygulamalar yapan Brigitte Weber, Türkiye'de imza hakkına sahip ilk yabancı mimar olarak 2005 yılında kendi ofisini kurdu. Bugüne kadar 140'ın üzerinde mimari ve iç mimari projeye imza atan Brigitte Weber'in Çeşitli mimari ödüllerin yanında Mies Van Der Rohe 2013 ödülüne Trump Towers ile aday gösterilmiş ayrıca 2014 yılında Avusturya Cumhuriyeti tarafından Altın Liyakat nişanına layık görülmüştür. (Fotoğraf: Ahu Savan An)

ofis plan



YAPI - APARTMAN - İSTANBUL ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 44

fotoğraflar: Cemal Emden

Sokak Dokusuna Karışan CM MİMARLIK’IN TASARLADIĞI GÖKTÜRK 118 PROJESİNDE APARTMAN VE SİTE TİPOLOJİSİNİN NASIL BİR ARAYA GETİRİLECEĞİ YORUMLANMIŞ. SOKAK DOKUSUNUN KARAKTERİNDEN ENERJİSİNİ ALAN PROJEYİ, CEM SORGUÇ İLE KONUŞTUK. Hülya Ertaş

CM MIMARLIK

göktürk 118

he: Bu projenle yeni bir apartman denemesi daha yapıyorsun. Ancak şu an Göktürk’teyiz ve bizim Nişantaşı ya da Bağdat Caddesi etrafından bildiğimiz apartman tipolojisinin kentsel gerçekliğiyle buranın kentsel gerçekliği arasında bir fark var. Oradaki tipolojiyi bu gerçekliğe nasıl uyarlıyorsun? Cem Sorguç: Burada ağırlıklı olarak dört tarafı açık yapılaşma mantığıyla hayata geçirilmiş siteler var. Apartmansa genellikle bir taraftan sıkışan ya da bitişik nizam olan bir format. Göktürk 118’de mesela, bir tarafta bitişik nizamdayız. Bu iyi bir soru, tipolojik olarak hem site hem de apartman gibi davranan, melez bir iş çıkıyor olabilir. Ben daha çok apartman gibi davranmasını istiyordum. Ama

Göktürk’ün çevresel verileri ve gelişme süreci itibariyle de tuhaf bir durum var. Çünkü burada insanlar apartman dairesi almak istemiyorlar ama aslında apartman dairesinde yaşıyorlar. he: Sitede aldıkları zaman da apartman dairesi mi alıyorlar? cs: Evet, çünkü birtakım sosyal donatıları barındırmasını bekledikleri apartman daireleri alıyorlar. Ancak sosyalleşme her zaman gerçekleşemeyebiliyor, sosyal donatıları çok fazla kullanamıyorlar. Site ya da yerleşke haline gelemeyen bir yaşam oluşuyor. Yerleşkeyi sosyal bir hale getirebilmek için birtakım ortak ve yarı ortak alanlar koyuyoruz. Bu alanlar kamusal değil, sadece maliklerin kullanacağı alanlar. Örneğin; herkesin bildiği spor salonu, havuzlar. Göktürk 118’deki durum ise evine koyabileceğin koşu bandının ortak spor salonunda olması. Bu durumun zaman içinde sosyal ilişkileri ilerleteceğini ve insanların yaşam alanlarına yer açacağını düşünüyoruz. Bu hayalini


YAPI - APARTMAN - İSTANBUL 45 XXI - ARALIK 14 / OCAK 15

giriş sayfasında Sokaktan projeye bakış bu sayfada Sokaktan görünüş proje adı: Göktürk 118 proje yeri: Göktürk, Eyüp - İstanbul tasarım ekibi: Cem Sorguç yardımcı mimarlar: Sezin Ergene, Yıldız Arıcan, Amina Rezoug, Tolga Yağlı mimarlık ofisi: CM Mimarlık işveren: Akro Yapı-Uçar Gayrimenkul proje tarihi: 2012 yapım tarihi: 2013-2014 arsa alanı: 824,65 m2 toplam inşaat alanı: 6.641,5 m2

kurduğumuz yaşamı kuran insanlar var ama bu, onların komşularıyla sosyalleştiği anlamına gelmiyor. Bildiğimiz bir replik olarak özellikle büyük şehirlerde insanlar karşı kapısındakini bile tanımıyorlar. Asıl amacımız bu olmamış olsa da projeyi tasarlarken on yıldır yaptığımız çalışmaların sonucunda hiçbir sosyal gıdıklamanın olmadığını gördük ve bunu sağlamaya yöneldik. Tasarım tipolojisi ve mimari tipoloji itibariyle bunlara apartmanın güncel koşullara uyarlanmış hali olarak bakıyorum. Sitenin bir ünitesinin komşu parsele sıkışması olarak çözmeye çalışıyorum. Çünkü Göktürk’te ne işe yaradıklarını hala bilmediğim kapalı site yaşantısı, güvenlik gibi alışılageldik durumlar var. he: Göktürk 118 kentle nasıl bir ilişki kuruyor? Cephe neredeyse monoblok gibi görünen ama birçok detaya sahip bir yüzey olarak ele alınmış. cs: Yapıyı kütlesel olarak zaten fazla bir işleme alanımız yoktu. Özellikle parselizasyonlar üzerinde

çekme mesafesi, yükseklik gibi sınırlayıcılar varsa, kütle olarak belli bir yerde kalıyorsun. Öte yandan kütlede yapılacak herhangi bir eksiltmenin işveren tarafından onaylanmama ihtimali var. Öbür taraftan, çoğaltma ve yükseltme yaparak dengeleri ayarlamak istediğimizde de bizi durduran bir mevzuat var. Yine de bu, cephe mimarisi yapmak demek değil. Kütlenin cepheye ya da cephenin kütleye yansımasında kendi içinde bir geometri var. Ayrıca bu toplu geometriyi deforme etmek gibi bir dert var. Kütle oluşumu aslında üçüncü boyutta dörtgen prizması olarak algılanan iki formun birbiriyle buluşturulması üzerine kurulu. Cephe oluşturmak konusunda çevre binaları inceledim ve 10-15 yıllık yapılar olduklarını gördüm. Şehrin neredeyse çoğunu oluşturan, bilindik bir yapılı çevre içindeydik. İyi ya da kötü diye bir yargılama yapmaksızın diyebilirim ki bu sokakta zamanla modernizmin yapıları sıkıcılaştırdığı, teknolojiyle birleştiremediği ve formasyonuyla

içselleştiremediği bir durumun uzantısı var. Bombeli balkonlar, parlak yapı elemanları, alüminyum korkuluklar... Aslen bu öğeler de modernizmden kısmen sebepleniyor, onu reddetmiyor ama ne yapıldığı da pek belli değil. Bu melezliği ve karmaşayı tepeden bakan bir üslupla değil de, yapılı olanı sorgulayarak kurmaya çalıştık. Mevcut bir ritim ve karmaşa var sokakta. Onu inceledikten sonra da fark ettim ki mevcut düzeni bozmak biraz da cephe harmonisini bozmak gibi olacaktı. Projedeki kasten yapılmış olan ritmik düzeni, kütle sayesinde oturttum. Alttan giden bir duruma yapı kendi içinde de uyum sağlamış oldu. Ölçek, altyapı, strüktür ve ritim devamlılığı oluştu. Bu gibi projelerde kentsel ölçekte bir oynama da yapılamadığı için cephe yön verici olamıyor. Cepheni coğrafi yönlere göre planlayamıyorsun; ancak önlemlerini alabiliyorsun. Bu yapının geometrisinden ötürü salon, yatak odası, çalışma odası ve de mutfak aynı cephe üzerine sıralanabiliyor. Ve bu iç mekanların farklı açıklık ihtiyaçları ve düzenleri var. Bu sıkışmışlık ve


bu sayfada üstte: Cepheye yakın bakış sağda: Cepheye ve projeye genel bakış arka sayfada üstte solda ve sağda: Cephe görünüşleri altta solda: Bina blokları eskizi altta sağda: Komşu parselin bahçesinden projeye bakış en altta: İki kütlenin kesiştiği orta alan

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 46

YAPI - APARTMAN - İSTANBUL

son sayfada altta sağda: Cepheye yakın bakış

karmaşayı cephede tamamen tanımsız kılmaya çalıştık. Yapının üstüne giydirdiğimiz bu ızgaranın içerisinde odaları tanıyamıyorsun. Bu tanımsızlık içinde sanki bütün bir cephe tek bir daire olabilir diye bile düşünebilirsin. he: O yüzden balkonları içeriye gömüyorsun ve çerçeveliyorsun. cs: Evet. Balkona çıkınca pencereleri görüyorsun. O boşluklarda balkon oluşması ve bu tür açıklıklar zaten sevdiğim şeylerdir. Aslında yapıda tam bir giydirme cephe mantığı var. Prekast ya da cephenin konvansiyonel imalatından kaynaklanan giydirme cephe gibi arkadaki mekanlar dışarıya iz vermiyor. Sadece silme ve döşeme görünüyor. he: Cephedeki malzemelerin renk ve dokuları nasıl belirlendi? cs: Etraftaki konut, apartman binalarının ne zaman bu hale geldiklerini araştırdığımızda geçmişe doğru bir yolculuğa çıkmış gibi olduk. Ve o zaman da

neredeyse yaşanan her yerde karşımıza çıkan 1960-70’lerdeki cam mozaik cepheli binaların net hallerini anımsadım ve dedim ki: Cam mozaiğe ne oldu? Oysa cephede en az bakım isteyen malzeme. Boyamanız gerekmiyor, izolasyon konusunda özellikle su yalıtımında iyi. Bu malzeme fena değil aslında diye düşündüm ama bir yandan da kimse bugünlerde onu kullanmaya yanaşmıyor. Bilinen firmalardan malzemenin numunelerini aldım, biraz malzeme biriktirdim, renklendirme yaptım ve işverene söyledim. İşverenimiz bu bölgede on yıldır çalışıyor, öncesinde İstanbul’un muhtelif yerlerinde yap-sat projeler yaparlardı. Onları ikna etmek epey süre aldı. Binanın kabası çıkmıştı ve biz hala malzemeye tam olarak karar verememiş durumdaydık. Onlarla nasıl yapabileceğimiz üzerinde çok konuştuk, ben de ısrarla malzemenin arkasında durdum ve ikna oldular. Ardından da renk ve çoğalma senaryoları ortaya çıktı. Aslında yapıda malzeme olarak sadece sıva ve cam mozaik var. Cam mozaikte de iki tane renk var. Ne renk

olabileceğini araştırırken mevcut yapılara baktık ve onlarda daha pastel tonlar kullanıldığını gördük. Dolayısıyla biraz daha frapan hale getirmek iyi olur diye düşündüm. Şantiyeye gidip gelirken köşede bulunan bir sarmaşığın kızarmış sonbahar hali, betonda öyle bir birliktelik oluşturmuştu ki kırmızı rengi seçtik. Rengi bitkiden taşıdık, o bitki de hala duruyor. Onunla ilişkilendirerek de mavi yüzey ortaya çıktı. Doğu-batı istikametinden gelen güneş, cepheden çıkan kılıçların güneş saati gibi çalışmasına neden oluyor. Dolayısıyla gölgelere bakıldığında açılar dönüyor ve cephedeki mozaikler zamana bağlı olarak buna tepki veriyor. Bu tabi ki her zaman olmuyor ve bunu kollayarak tasarım yapmıyorsunuz. Ama bunlar hem cam mozaiğin geçmişteki kötü sabıkasını tekrar aleni hale getirerek yok etmeye yarıyor hem de modernizmin ritmik ve sıkıcı algısı ile dalga geçerken flört ediyor denilebilir. he: Bu geometrinin içinde ev tiplerini nasıl çözdünüz?



YAPI - APARTMAN - İSTANBUL ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 48

cs: Düzgün bir ortogonal düzen olmadığı için önce olabildiğince geometriyi düzeltmeye çalıştık. Dairelerin kullanıcıları, projeyi çizerken ve yapı yapılırken çoğu zaman olduğu gibi belli değildi. Dolayısıyla kullanıcıları ve mobilyalarının hazır olup olmayacağını bilemiyorsunuz. Çoğu mobilya da hazır olduğu için bir sırta, köşeye ihtiyaç var. Duvarlar yamuk olduğu zaman insanlar içeriye yerleşememe kaygısı taşıyorlar. Bu düzensizliği önce bir düzenli hale getirmeye çalıştık. Kütlesel geometri de buradan çıkıyor. Elinde beş metre kumaş var, elbise yapıyorsun ve artıklarla da kuşağını yapıyorsun hikayesi gibi ortaya çıkıyor daireler. “Artık daireler” bize en çok zorluk çıkaran daireler çünkü farklı yüzeyler çıkarıyorlar. Onlarla da çok iftihar etmiyoruz aslında. Ama ben o bulmaca gibi geometrileri çözmeyi seviyorum. Genelde 1+1, 2+1, 3+1 ve dubleksle beraber 4+1 şeklinde bilindik daire tipleri var. Mutfaklar dahil olmak üzere

hepsinin ışık almasını tercih ediyoruz. Ayrıca mutfakta balkon olması ve her dairenin dışarıya çıkma yapması yine önemsediğimiz kriterlerdi. Diğer bir kriter ise daire girişlerinin rahat olması. Yani bir kapının diğer dairenin kapısının üzerine açılmamasını, insanların birbirlerinin önünü kesmemelerini ve ortak alanların rahat olmasını gözettik. Yapı iki bloktan oluştuğu için aralarındaki mesafeyi kollamak gerekiyordu. Öte yandan imar durumundan dolayı iki bloğun yükseklikleri farklı olmak mecburiyetindeydi. Biz de müstakil olan bu iki farklı bloku bir arada nasıl tutacağımızı düşündük. Eskiz çalışmalarında da ilk dikkat ettiğim şey buydu. Mavi olan yanak duvarla iki bloğu birbirine toplamaya karar verdim. Bunlar aynı zamanda aynı elden çıkmış gibi görünme kaygısıyla tasarlandı. Yüksek olan bloğun üstündeki metal konstrüksiyon ve metal kaplı dubleks üniteyi de biraz geri çekip yüksekliği ayarlamaya çalıştık. Üst tarafta konumlanarak cepheyi tek bir yatay çizgide toplamamızı sağladı.



1. kat planı

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 50

YAPI - APARTMAN - İSTANBUL

zemin kat planı

cem sorguç 1986 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü'nde başladığı mimarlık eğitimini 1992 yılında tamamladı. 19871992 yılları arasında yarı zamanlı, 1992-2000 arası ise tam zamanlı olarak proje ve şantiye mimarlığı yaptı. 2000 yılından beri kurucusu olduğu CM Mimarlık bünyesinde mimarlık yapıyor. Mimarlar Odası ve İstanbul Serbest Mimarlar Dermeği (İSMD) üyesi.

sistem kesiti

cephe diyagramı



YAPI/İÇ MEKAN – KONSER SALONU – İSTANBUL ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 52

fotoğraflar: Yunus Özkazanç & Kali Pro

Çok Aktörlü, Tek İşlevli Konser Salonu VOLKSWAGEN ARENA IÇIN MEKANI IŞLETEN POZITIF'TE OPERASYONDAN SORUMLU GENEL MÜDÜR YARDIMCISI SERHAN VARDARLI, KONSEPT VE MIMARI PROJESINI TASARLAYAN ERA MIMARLIK’TAN ALI HIZIROĞLU VE IÇ MIMARI PROJESINI YAPAN YAZGAN MIMARLIK VE TASARIM’DAN KEREM YAZGAN ILE SÖYLEŞI YAPTIK. Hülya Ertaş

VOLKSWAGEN ARENA

era mimarlık (konsept mimari) yazgan tasarım mimarlık (iç mimari)

he: Volkswagen Arena’nın öyküsü nasıl başladı? Serhan Vardarlı: Pozitif’i bugüne kadar yaptığı organizasyonlar, kulüp ve plak gibi çeşitli girişimlerle tanıyorsunuzdur. Ben 12 senedir buradayım ve çok uzun zamandır seyirciye rahat bir konser deneyimi nasıl yaşatabileceğimizi çalışıyorduk. Bizi sektörel anlamda zorlayan konulardan biri yazın yaptığımız konserleri kışın devam ettirememek. Hollanda’da bunu araştırmaya başladık çünkü hem ilişkilerimizin iyi olduğu bir alan, hem de Avrupa’da sektörün dinamiklerini değiştiren yerlerden biri. Londra da önemli merkezlerden bir tanesi; ama altyapı yatırımı ve dinamikleri açısından Hollanda biraz daha önde. Bunun nedeni de, hem sistematik bir bakış açısına sahip olması, hem de akustik yeniliklerin ileri seviyede uygulanması. Akustik uygulama denince tek amaca yönelik olma durumu ortaya çıkıyor. Çünkü bunun gibi salonların sorunu çok amaçlı olması. Spor salonu, sergi salonu, kongre merkezi işlevleri birlikte barındırınca amacınızdan taviz veriyorsunuz, en iyi sonucu alamıyorsunuz. Tek amaca yönelik olma

Heineken Music Hall’da ortaya çıkmış. Kriterlerimizden bir tanesi de dolu, yaşayan bir mekan yaratmak. İstanbul’a baktığımızda en çok doluluk gösteren mekan Harbiye Açık Hava Sahnesi. Yazın neredeyse her gün konserle dolu. Oturma kapasitesi 4500-5000 kişi. Finansal modelin doğru işleyebilmesi ve sektörün dinamizme kavuşabilmesi için 5000 kişilik kapasite iyi olur diye düşündük. Hedefimizde müzik olduğu için tek amaca yönelik mekan mantığı bize uygun geldi. Aslında Hollandalı firma Blackbox ile ortaklık istedik ancak uluslararası ortaklık yapmıyorlarmış. İstanbul’da ortaklık aradık ama finansal ve gayrimenkul modellerin tam oturmaması nedeniyle vazgeçtik. Durumu Blackbox’tan aldığımız bir danışmanlığa çevirdik. he: Asıl çıkış noktanız seyirci kapasitesiydi. sv: Evet ve aslında bundan çıkarak belirlenen proje ebatlarından yola çıktık. Hollandalı Blackbox o esnada 17 bin kişilik Ziggo Dome projesi üzerinde çalışıyordu. Heineken Music Hall güzel ama 2000’lerin başındaki teknolojide kalmış halde. Bizse Heineken’in kapasitesiyle Ziggo Dome’un küçüğünü planladık. Projeyi ortaya koyup taban alanı 6500 m2, inşaat alanı 14 bin m2‘lik şehir merkezinde arazi aramaya başladık. Konut ve ofis sektörleriyle rekabet ettiğimizden bulamadık. Üniversitelerle işbirliği yapmayı düşündük ama bazı


YAPI/İÇ MEKAN – KONSER SALONU – İSTANBUL 53 XXI - ARALIK 14 / OCAK 15

regülasyonlar tutmayınca tereddüt ettik. Karşımıza o esnada Uniq İstanbul çıktı. Projeyi götürdük ve uygun olduğunu söylediler. Pozitif uzun dönemli ve kalıcı bir şirket. Proje büyük olduğu için karşılıklı uyum ve güven önemli çünkü yarıda kalabilir, açıldığı zaman işlemeyebilirdi. Turkmall’la 20 senelik bir anlaşma imzaladık. Era Mimarlık genel konsepti çizdiğinde yeri konumladık. Era yapı projesini tasarladı, bu sırada biz Yazgan Mimarlık’la iç mimarisi için anlaştık. Mimari süreci ve inşaatı etkileyenlerden biri de Puetz Akustik Danışmanlık oldu. Amplifiye müzik için uygun akustik çözümleri pek de gelişmiş değil. 1980’lerden beri Michael Jackson, Madonna sayesinde gelişmiş ve onlardan önceki Rolling Stones’un kliplerinde mesela ses kötü ama ortam ve ruh uygun. Şov dünyası gelişince akustiğe el atmışlar. Amplifiye müzik, akustik müziğin tam tersi, yansıtmadan her şeyi yutma mantığı var. Akustik danışmanlığı firmasıyla yaptığımız çalışmalar yapının taşıyıcı prensiplerine etki etti. he: Temelden mi izole ediyorlar sistemi? sv: Üç tane prensip var güçlendirilmiş müzik için. İçerideki ses dışarı çıkmayacak, dışardaki ses içeri girmeyecek ve içerdeki ses yansıma yapmayacak. Asıl

taşınan ses alçak frekanslar, yani baslar. Basların kaybolmaması için dilatasyon yapmak gerekiyor. Salonun bütün taşıyıcı çerçevesine dilatasyon yaptık. Böylece ofislerde biri çalışırken, komşu üniversitede ders yapılırken biz konser verebiliyoruz. Akustikte hemfikir olunca başarılı olabildik. Peutz havalandırmadan, tuvaletlere, elektriğe, kullanılan malzemeye kadar bütün disiplinlere farklı bir bakış açısı getirdi. Projeyi akustik anlamda tek amaca yönelik hale getirdi ama maliyeti bir buçuk katına çıkardı. he: Ama en sonunda projeye dahil olsaydı herhalde iyi bir başarı elde edemeyecektiniz. sv: Yine bir başarı ederdik ama bu ortaya çıkmazdı, şimdi sayılı merkezlerdeniz. Havalandırma sesi için öyle bir yöntem geliştirdiler ki normalde üç-dört cihazla çözülen sistemde cihaz sayısı 14'e çıktı. O kapasiteye temiz havayı az debide vermek gerekiyor yoksa ses çıkarmaya başlıyor. Tek amaca yönelik olmanın iki önemli özelliği daha var. Bir tanesi görüş mesafesi yani herkesin sahneyi görebilmesi. İkincisi seyirci dolaşımının verimli olması. Bunların hepsinin düşünülerek tasarlanmış olması bütün ruhu değiştiriyor. he: Nasıl bir iç mekan düşündünüz? Asmalımescit’teki Babylon’un on katı büyüklüğünde

bir yer. Oraya ne kadar referans versin istediniz? Şıkır şıkır olmayan, sade bir mekan ortaya çıkmış. sv: Bu, Blackbox’un konseptlerinden biri. Olabildiğince fazla oyuncunun burayı kullanmasını istedik ve içeriyi siyah bıraktık. Şov ortaya çıksın ve onu düzenleyecek olanlar için bir dayatma olmasın; girişimciler kendi konseptlerini yaratabilsinler diye planladık. Fuayede de çok işlemeli olmaması için brüt beton ve ahşap kullanıldı. Bir yandan da işlevsellik önemliydi. Tasarıma operasyonel ve günlük işleyiş tarafından baktık. Maliyeti aşağı çekmek, daha fazla etkinlik yapmak demek. Kerem Yazgan da projeye işin ruhunu okuyarak çözümler getirdi. Konsept, operasyon ve Kerem’in verileri iç mekanın belirlenmesinde etkili oldu. Öte yandan böyle bir proje yaptığınızda isim hakkı ve sponsorluk önemli. Böyle bir yatırım ciddi süspansiyonlar olmadıkça tutunamaz. Aynı zamanda sahiplenecek markanın izlenimi de önemli. Uluslararası bilinirliği olan, tarihte yerini alabilecek bir marka olmalı. Volkswagen’le 10 yıllık bir sponsorluk anlaşması yaptık. Türkiye'de bu pek mümkün değildi. Sonuç ürün ve bu anlaşma bizim için başarı demek. Bu sürdürülebilir model yakalandığı için sevinilmesi lazım ki Jack White gibi isimleri İstanbul’da izleyebilelim.


YAPI/İÇ MEKAN – KONSER SALONU – İSTANBUL ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 54

fotoğraflar: Cemal Emden & Skypro Studio

KONSEPT MİMARİ he: Volkswagen Arena, sizin planlaması ve tasarımını yürüttüğünüz Ayazağa Kültür Merkezi içindeki yapılardan biri. Genel planlama düşünüldüğünde yapının konumlanışı ve çevresiyle ilişkisini nasıl kurguladınız? Ali Hızıroğlu: Öncelikle tabii biraz kültür merkezinin genel içeriğinden kısaca bahsetmek gerek sanırım. Konser, kongre, sergi, galeri, üniversite gibi kültürel ve eğitim birimlerinin yanı sıra bunları destekleyen çalışma alanlarıyla yeme, içme mekanlarının da bulunduğu Uniq İstanbul projesinin önemli bir parçasını oluşturuyor Volkswagen Arena. Çok farklı işlevlerin bir araya geldiği, içerisinde tarihi yapıların bulunduğu ve müthiş bir yeşil doku ile çerçevelenen, ayrıca çok hareketli bir topoğrafyaya sahip bu arazi içerisinde çevresine saygılı ve farklı bir yapı yaratmak, mimari yaklaşımın en önemli ana fikrini oluşturuyor. Geniş bir taban alanı ve hacme sahip bir işlev grubu olan konser salonunun yerleşiminde özellikle dikkate aldığımız konulardan biri vadinin alt kısmında bulunan Çinili Köşk oldu. Salonun talep edilen iç mekan temiz yüksekliği ile strüktür ve diğer katmanlar eklendiğinde ortaya çıkardığı toplam gabariyi, arazinin topoğrafyası içerisinde kaybettirmeyi amaçladık. Giriş ve çıkışların iyi tasarlanması bu mekanın en önemli ihtiyaçlarından biriydi. 6.000 kişiye yakın bir kitleyi içeri almak ve dışarıya çok kısa sürelerde bırakabilmek

için özellikle sirkülasyon kurgusu üzerine çalışıldı. Arazi içerisindeki doğal vadiye açılarak, Çinili Köşk’ün önünde bir meydan yaratmak fikri yapının geri kalanı ile bağlanabilmesi adına da bize doğru bir yaklaşım oldu. Tüm yapı için olduğu kadar bu salon için de amacımız ziyaretçileri, ana caddenin ve şehrin yorucu, baskın ritminden kopartarak, başka bir dünyaya taşımak; doğanın ve tarihsel öğelerin bizi çevrelediği bu “kurtarılmış” alanın, salonun içerisindeki bir performansın henüz parçası olmadan önce bir geçiş mekanı olarak değerlendirilmesiydi. İstanbul çok yorucu bir kent haline gelmiş durumda. Buranın kaybetmeye alıştığımız yeşili bir performans öncesi insanın içine çekebileceği nadir noktalardan biri olmasını hedefledik. Kısacası çevresini büyük hacmine rağmen kütlesiyle ezmeyecek bir yapı tasarlama prensibimizi bu işlev açısından da değerlendirdik. Yapının genel dili, seçilen renk tonları, gabion kaplaması gibi öğeler de yine bu yaklaşımın urunu. Doğa içerisinde yer aldığımızın farkındalığından ileri geliyor. Salon farklı kotlarda performans aralarında dinlenme mekanlarına da sahip. Yapıyı tasarlarken istedik ki ziyaretçiler kapalıdan açığa geçebilsinler. İçe dönük fuaye alanları tasarlamaktansa baştan beri öngörümüz, sahne aralarında da bu etkileyici vadiyi ve koruyu yapının içine doğru çekebilmekti. he: Türkiye’de konser mekanı olarak tasarlanıp hayata geçirilen yerlerin sayısı çok fazla değil. Bu

işleve uygun olarak yapının tasarımında ne gibi parametreler öne çıktı? ah: Tabii bu tip mekanlar için iyi bir araştırma yapılması şart. Ayrıca bu tip mekanlarda en büyük problem, işletmecinin yapı tasarlanırken çoğu zaman projeye dahil olamamasından kaynaklanıyor. Hem işletme hem de salon performansı açısından bu bilgilerin mimari gruba zamanında verilebilmesi her tip kültürel yapıda çok önem arz ediyor. Tabii farklı örnekler etüt edildi, gezildi ve salonun işletmecesi olan Pozitif ile de tasarım sürecine paralel görüşmeler yürütülerek proje son haline ulaştı. Bir salonda en önemli konulardan biri yaya sirkülasyonu ve servis alanlarının iyi ve verimli şekilde çalışabilmesi. Çünkü hem ziyaretçilerin giriş çıkışı açısından, hem de farklı performans cihazlarının, dekor vb öğelerinin de sorunsuz bir biçimde arka arkaya yerleşebilmesini temin edebilmek işletme için de çok önemli. Topoğrafyası çok kuvvetli olan bir arazide gerçekleşen bu projede bir de tarihi eserlerle birlikte düşünerek yapı yüksekliklerini belirlediğimizden, iyi çalışan bir mekan yaratmak hiç kolay olmadı açıkçası. he: Konser alanında çok geniş bir açıklık geçiliyor, üstelik buna bir de tribünler ekleniyor. Yapının strüktürel sistemi hakkında bilgi verebilir misiniz?


zemin kat planı

ah: Yapı aslen betonarme bir sistem olarak tasarlandı. Çatı tasarımı tüm projenin en zorlu noktalarından biri oldu. Salon için düşünülen organizasyon ve performansların çok esnek bir yapıya ihtiyacı vardı. Dolayısıyla seyircilerin görüş açılarının engellenmemesi ve mümkün olan en iyi şekilde performansları izleyebilmeleri esas kabul edildi. Yaklaşık 58 metre olan temiz açıklık herhangi bir ara taşıyıcı olmadan içerisine mekanik elektrik sistemlerin de yerleştiği yaklaşık 2,5-3 metrelik bir yükseklik içerisinde kalacak biçimde çözümlendi. Bunların yanı sıra strüktürün bu yüksekliği, tüm salonun üzerinde bir catwalk ağı yaratılarak teknik ekiplerin ses ve ışık sistemlerine müdahalesi için değerlendirildi. Çatı taşıyıcılarının alt kotunun salonun zemin kotundan en az 15 metre yukarıda bulunması isteniyordu. Ayrıca çatı strüktürüne bu açıklığı geçmenin yanı sıra başka görevler de yüklendi. Farklı performanslar için sadece bu açıklığı geçmesi değil taşıyıcının her düğüm noktasında yaklaşık 1,5 tonluk yükleme yapılabileceği şekilde bir tasarım hazırlandı. Bu taşıyıcılığın neye karşılık geldiğini şöyle örnekleyebiliriz: Herhangi bir performans için tavandan bir kamyon dahi indirmek veya asmak isterseniz yapabiliyorsunuz. Genel mimari tasarımın bir parçası olarak kültür merkezinin tüm diğer çatıları gibi bu salonun çatısı da yeşil çatı olarak tasarlanmıştı. Herhangi normal bir

projede çatı konstrüksiyonu oldukça hafif çözümlenmeye çalışılır ki deprem yükleri yapıya ek maliyetler ve dolayısıyla da mekan kayıpları oluşturmasın. Ancak saydığımız tüm bu kriterleri sağlayabilmek tabii ki ekstra yükler getiriyordu yapıya. Burada da kritik bir karar alındı ve deprem izolatörleriyle çatıyı ana sistemden ayırdık. Yeni Zelanda’da bu izolatörler testlerden geçirildi ve yerine yerleştirildi. Bu yöntem ile herhangi bir deprem esnasında tüm çatının yüklerinin yapının geri kalanından ayrı olarak sönümlenebilmesi temin edildi. Bu da yapının taşıyıcı sistemine yanal yükler anlamında büyük bir rahatlama getirdi ve dev perdeler olmadan bir çözüm yaratılmış oldu. Tribünler ise prekast bir sistem olarak düşünüldü. Ana çerçeve sistem üzerine saha dışında üretilerek getirildi, bu da yine yapıyı hafifleten unsurlardan biri oldu. Salonun içerisinde üst kotta daha ufak grup oturmalarına yönelik olarak balkonlar düzenlendi. Salonun içerisine kolon indirilemediği için üst kottaki bu alanlar da yaklaşık 6 metrelik konsollar şeklinde çelik konstrüksiyon olarak tasarlandı. he: İnşaat esnasında özellikle akustik konusunda ne gibi uygulamalar gündeme geldi? Projenin uygulanma sürecindeki zorluklardan söz edebilir misiniz? ah: Akustik konudaki en temel kriterlerden biri tasarım esnasında ortaya çıktı. Malum aslen karma işlevli bir

yapıdan bahsediyoruz. Uniq İstanbul çok değişik işlevleri bir araya getiren bir yapı. Volkswagen Arena ise yüksek desibelde amplifiye performansların yapılabildiği bir mekan olarak tasarlandı. Bu iki temel özellik yapının strüktürel olarak birbirinden ayrılmasına sebep oldu. Fiziki olarak yapı dilatasyonlarla bölündü. Çünkü akustik danışmanlarıyla yapılan çalışmalarda da görüldü ki titreşim anlamında bu ayırımı yapmasaydık ileride birtakım problemler yaşanabilecekti. Dış mekan ses ölçümleri ve analizleri yapıldı. Temelde iki amaçla, birincisi mevcut dış ortam koşullarının tespiti için, diğeri ise salonun performans esnasında çevreye verebileceği desibel değerlerini en aza indirmek adına. Bu ayrıca bize projenin içinde bulunan ofis alanları için de bir yaklaşım oluşturdu. Bu analizler yapının içerisindeki izolasyon malzemelerinin seçimi, kalınlıkları vs konusunda da gerekli bir çalışma idi. Yutucu malzemelerin yoğun kullanımı sayesinde kaliteli bir amplifiye çok amaçlı salon elde edildi. Özetle yer ve yükseklik problemi en belirgin zorluklardı diyebiliriz bu proje için. Doğal çevreyi zedelemeden, arazi içerisinde tarihi yapılarla ilişkiyi gözeterek, onları yapının farklı kotlarıyla ilişkilendirerek yaşar hale getirmek, ve diğer işlevleri bu topoğrafyaya yerleştirirken otopark ihtiyacını 35 metrelere varan iksa çalışmalarıyla sağlamak hakikaten epey özveri gerektirdi.

55 XXI - ARALIK 14 / OCAK 15

kesit

proje adı: Uniq İstanbul proje yeri: Maslak, İstanbul yatırımcı: Turkmall işletmeci: Pozitif konsept ve mimari tasarım: Ali Hızıroğlu, Era Şehircilik Mimarlık Müşavirlik mimari ekip: Süreyya Numanoğlu, Beril Alpagut, Anıl Tuzluoğlu, Zuhal Özen, Melis Uysal proje tarihi: 2011 proje yapım tarihi: 2014 proje arsa alanı: 62.000 m2 toplam inşaat alanı: 150.000 m2 statik proje: Pronet Mühendislik elektrik proje: Proma Elektrik mekanik proje: Meta Mühendislik aydınlatma: Planlux yangın danışmanı: Alara Proje Mühendislik engelli erişimine uygunluk: Uygun

YAPI/İÇ MEKAN – KONSER SALONU – İSTANBUL

vaziyet planı


YAPI/İÇ MEKAN – KONSER SALONU – İSTANBUL ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 56

fotoğraflar: Yunus Özkazanç

İÇ MIMARI he: Volkswagen Arena’nın iç mekan tasarımında öncelikli olarak yaratmak istediğiniz konser atmosferi nasıldı? Tasarım bu atmosferin yaratılmasına yönelik olarak nasıl biçimlendi? Kerem Yazgan: Volkswagen Arena’da yaratmak istediğimiz konser atmosferi salonun seyirciyi sarması fikri ile şekillendi. Gösteri ile iç içe olmak, ona konsantre olmak, odaklanmak ve en önemlisi de sesle sarılmak, konser ölçeğini her anlamda yakalamak en önemli hedeflerimizdendi. Bu amaçla dünyaca ünlü akustik danışmanları ile çalışarak Avrupa'nın amplifiye salonları içinde akustik olarak en iyi salonu yapmak için yola çıkmış bir ekiple birlikte kompakt bir salon tasarladık. Seyirciyi sahneye yakın tutmaya çalıştık. Salonda dikkati dağıtacak öğeleri en aza indirdik, tüm salonda siyah rengi kullanarak sahneyi ve gösteriyi öne çıkardık, görüşün kesilmemesi için de parabolik tribünler tasarladık. Bu salonun en önemli özelliği akustik kalitesinin yanında ölçeğidir bize göre. Salondaki ölçek, en-boy yükseklik oranları, sahneye olan görüş mesafeleri, salon giriş-çıkış kapılarının konumları, yan servislere olan uzaklıklar ve seyirci hareketinin rahatlığı ve hızı, ayrıca, çelik makasların taşıyıcılık kapasitesi salonun ölçeğini belirlemiştir. Volkswagen Arena bu anlamda birçok farklı etkinliğe uygun bir ölçek sunar. İç mekan tasarımında salon, makine gibi çalışan siyah bir müzik kutusu iken fuaye de salonun özellikle

akustik tasarımından gelen ve dünyadaki birçok salonda olmayan bir özelliğini sürdürerek mimari dilini buldu. Betonarme prefabrik tribün çift cidarlı yapıldı. Yani seyircilerin oturduğu prefabrik tribünün ilk yüzeyinden sonra arada akustik ses yutucu malzeme ile dolu bir boşluk ve ikinci bir eğik betonarme yüzey yapıldı. Ses, prefabrik tribün elemanlarının dikey yüzeylerinde bırakılan boşluklardan geçerek bu boşlukta yutulmaktadır. Fuayede bu eğik yüzey ilk yapıldığında bizi çok heyecanlandırdı ve bu eğik brüt beton yüzeyi olduğu gibi bırakıp çok amaçlı bir yüzey olarak kullanmak istedik. Ana giriş alanındaki yaklaşık 30 metrelik brüt beton yüzeyi görüntüleri birleştirilebilir üç adet projeksiyonla dev bir ekrana dönüştürdük. Kaba brüt beton yüzey imajlara fon oldu. Bu brüt anlayışını da tüm fuaye ve loungelarda sürdürdük. Fuayeden salon cephesine doğru baktığınızda salonu siyah bir kutu olarak net bir şekilde belirleyebilmek için farklı malzemelerden oluşan bu yüzeyi komple siyah olarak kullandık. Salonla fuaye arasında oluşturulan ve salon girişleri, tuvaletler, içecek satış noktaları, teknik hacimler ve servis mekanlarını içeren, konser salonunu çevreleyen çift cidarın dış yüzeyindeki brüt beton kirişler, tuvalet duvarlarındaki emaye boyalı cam kaplamalar, harman tuğlası, sac kapılar, köşe koruyucu bantlar, tekmelikler, aydınlatmaları taşıyan ahşap yüzeyler siyaha boyandı. Aydınlatma elemanları da aynı şekilde siyah renkle ailenin parçası kılındı. Siyah emaye boyalı

camlar mekanı yansıtma özelliğiyle mekanı daha da geniş gösterdi ve fuayedeki farklı hareket, renk ve şekilleri yüzeyinde toplayarak iç cepheyi dinamik hale getirdi. Bu şekilde, fuayede dolaşırken salon tarafında farklı malzeme ve dokulu siyah renkli yüzeyler görülürken ve salon bu şekilde merkeze alınmışken, fuayenin diğer cephesi ise daha açık renklerle kontrast oluşturacak şekilde tasarlandı. Siyah yüzeylerin üzerindeki akçaağaç dikey latalar da mekana hem sıcaklık hem de ritim kattı. Caterpillar sarısı (melon orange) rengi ise siyahın içinde her türlü yönlendirme için kontrast canlı bir renk olarak kullanıldı ve sadece tabelalarda değil, aynı zamanda fuayeye bakan tuvaletlerin zemin, tavan dahil tüm iç yüzeylerinde, ana merdivende de kullanıldı. Siyah renk fon olurken sarı-turuncu algıyı ve yön bulmayı kolaylaştırdı. İç mekan tasarımı iç mekanın özelliklerini kullanarak geliştirildi. Eğik ikinci cidar brüt beton yüzeyin dışında, ana fuayede, betonarme kolon ve kirişler birer çerçeve olarak kullanıldı, zemin de bu üçlüye katılarak çerçeveler ışık bantları ile kaplandı ve baktığınızda bu dev armatürler, iç içe kareler oluşturarak giriş alanının iki cephesinde dijital ekranlar ya da posterler için ışıktan bir alan tariflediler. Genel olarak salon ve fuayelerde kullanılan brüt dil çok amaçlı kullanıma uygun. he: Konser mekanının işlevinden kaynaklı özel durumları var, en kritik olanı da sirkülasyon olsa gerek. Sirkülasyon ve yönlendirme nasıl çözüldü?


YAPI/İÇ MEKAN – KONSER SALONU – İSTANBUL 57 XXI - ARALIK 14 / OCAK 15

proje yeri: Uniq İstanbul (Ayazağa Kültür Merkezi), İstanbul, Türkiye işveren: Pozitif Arena Konser Salon İşletmeleri ana yüklenici: TBM İnşaat proje tarihi: 2011 yapım tarihi: 2014 toplam inşaat alanı: 12.000 m2 uniq istanbul mimari proje: Era Şehircilik Mimarlık volkswagen arena iç mekan tasarım projesi: Yazgan Tasarım Mimarlık volkswagen arena salon tasarım danışmanı: Blackbox Operations BV efes pub / içecek satış bankoları tasarımı: DSGNWRKSHP statik projesi: Pro-net Mühendislik mekanik projesi: GN Mühendislik elektrik projesi: HB Teknik yangın projesi: Karına Tasarım Müşavirlik akustik danışmanı: Peutz / PB Müzik Yapım


YAPI/İÇ MEKAN – KONSER SALONU – İSTANBUL ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 58

konser kat planı

ky: Konser salonu tasarımında birçok standarda aynı anda uymak zorundasınız. Bunlar sahne boyutlarından başlıyor, koltuk ölçüleri, koltuk önü geçiş mesafeleri, yan yana koyabileceğiniz maksimum koltuk sayısı, korkuluk yükseklikleri, özellikle yangınla ilişkili olarak koridor genişlikleri, salonda giriş çıkış sayıları, kapı büyüklükleri vb birçok sayısal veriye dayandırarak ve başta bahsettiğim salonun seyirciyi sarması fikrini de harmanlayarak salondaki dolaşımı çözüyorsunuz. Dengeli bir dağılım, dolaşımı dağıtmak ve normlara uygunluk burada anahtar kelimeler. Aynı zamanda salonda farklı bilet uygulamalarına göre de fuayeden başlayan bir ayrım var, örneğin ayakta seyirci, standart koltuk, premium koltuk ya da VIP koltuklar ayrılmış durumda. Dolayısıyla bu koltuklara ulaşımı da ayırıyorsunuz ve hareket rahatlıyor. Ayrıca genel olarak salon tasarımında, seyirci girişi, sanatçı girişi, basın girişi, idari kadro girişi, personel girişi, servis ve tır girişi, VIP girişi de ayrıştırıldığından salon yekpare çalışmasına rağmen görünmez ayrımlar sayesinde deyim yerindeyse tıkır tıkır işliyor. Bu arada belirtmek isterim ki, tasarımı etkileyen tüm bu yerleşim ve işleyiş kararları Pozitif’in “pozitif” yaklaşımlı, yaratıcı ve sıcakkanlı ekibi ile birlikte alınmıştır. he: Mekan hem konserler hem de farklı etkinlikler için kullanılabiliyor. Bunun sağlanması için tasarım nasıl esniyor?

kesitler

ky: Bu tarz konser salonlarının bazen gün aşırı sıklıkta etkinliğe göre hızlı yükleme-boşaltma sistemi ile esnek bir şekilde dönüştürülmesi gerekiyor. Burada salon işletmesinin önemi büyük, ancak tasarım aşamasında mühendislerin deyimiyle “kendinden” alınan bazı önlemler hızlı dönüşüme katkı sağlar. Volkswagen Arena’da öncelikle tırların saha içine kadar girebilmeleri, çatı makaslarının her noktasının iki ton/ m2 taşıyabilmesi ile etkinlik öncesi ekstra önlemlerle vakit kaybedilmemesi, catwalklarla çatının farklı noktalarına ulaşım sağlanması, salon içine çekilen elektrik hatları, salon içindeki yüksek perdelerle kişi sayısına göre salonun küçülüp büyüyebilmesi, salonun iç temiz ölçülerinin hem bu ölçekteki konserlere hem de gösterilere uygun hazırlanması, elektrik ve mekanik altyapının da buna uyumlu yapılması, ayrıca malzeme seçimlerinde dayanıklı malzemeler kullanılması, köşelere köşe koruyucu metal bantlar konması, tuvaletlerdeki batarya seçimleri, fuayede birçok noktada ek güç kaynakları, prizler bulundurulması, çöpler için yine kendinden hem sabit hem hareketli noktalar oluşturulması, zeminin zor aşınan ve kolay temizlenen brüt beton üstü yüzey sertleştirici ile korunması vb. birçok önlemle salon farklı kullanımlara uygun tasarlandı. Belirttiğim gibi Pozitif ekibi ile birlikte olası sürprizler azaltılmaya, her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmeye çalışıldı. Salonun açılış konserini veren Travis’ten sonra ertesi gün Bob Dylan konser verdi. Volkswagen Arena, konserlerin yanı sıra “League of Legends” gibi ilginç etkinliklere de şimdiden ev sahibi

oldu ve salon esnek ve dinamik bir şekilde çalışabileceğini şimdiden kanıtladı. he: Projenin uygulanma sürecindeki zorluklardan söz edebilir misiniz? Yapım esnasında projenin değiştirilen noktaları oldu mu? ky: Projenin uygulanma sürecinde en fazla zorlayan kısım akustikle ilgili kısım oldu diyebilirim. Çok fazla katmandan oluşan akustik malzemelerin doğru bir şekilde ve herhangi bir açık bırakmadan yani ses köprüleri oluşturmadan bir araya getirilmeleri özellikle makasların arasında kalan kısımlarda belli inşai zorlukları da beraberinde getirdi, izolatörün olmasından kaynaklı detaylar geliştirilmek zorunda kalındı ancak tüm bu zorluklar aşıldı ve doğru bir şekilde uygulanabildi. Bunun yanı sıra yine akustiğin kalitesinin artırılması teknik anlamda mekan ihtiyacını da artırıyor diyebilirim. Örneğin çatıdaki cihazlardan gelebilecek gürültüyü engelleyen dev susturucuların olması ve kanallardaki sesin hızının düşürülmesi de cihaz kapasitelerini ve boyutlarını değiştirdi. Yapım sırasında işin bitirilmesi gereken sürede bitirilebilmesi için bazı detaylarda ve malzeme seçimlerinde değişiklikler yapıldı. Ancak bu değişiklikler tasarımın ruhu korunarak yapıldı. Volkswagen Arena, hem yatırım, hem tasarım hem de uygulama anlamında zorlu bir sürecin sonunda bir ekip çalışması ile İstanbul’a kazandırılmış taze bir nefestir. Bu tazeliğini de uzun yıllar koruyabileceğine inanıyoruz.



İÇ MEKAN - LABORATUVAR - İSTANBUL ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 60

fotoğraflar: Serdar Acar

Şeffaf Bütünlük DOĞAL IŞIĞIN İLERLEMESİ İÇİN ŞEFFAF DUVARLARIN TASARLANDIĞI LABORATUVARDA ÇİZGİSEL IŞIK KULLANIMIYLA MEKANLARIN İŞLEVSEL FARKLILIKLARI VURGULANMIŞ. Ayşegül Balkan Küçükduran

BIRUNI LABORATUVARI

ayşegül balkan mimarlık

Doğal ışığın olabildiğince arka mekanlara taşınması için tasarımın ana çıkış noktasını mekanlar arası şeffaflık özelliği oluşturdu. Bina sadece ön cepheden doğal ışık aldığı için doğal ışığın iç kısımlara ilerleyebilmesi önemliydi; ancak bu şeffaflık kurulurken hasta özelini de koruyacak şekilde tasarladık. Tüm ara birimleri cam bölme duvarlarla bölerek şeffaf bir bütün oluşturup mekanın derinliğini vurgulamak istedik. Mekanın kat yüksekliğinden faydalanarak göz hizasının altında kumlu cam, üstünde şeffaf cam tercih ettik. İşveren, laboratuvar kimliğinin ötesinde ferah ve kişiyi rahat hissettiren bir mekan ile özellikle çocuklar için özel bir alan talep ediyordu. Biruni laboratuvarlarının otuz bir yıllık geçmişini ve artan şube sayısını düşünerek giderek büyüyen ve köklenen bir “hayat

ağacı” fikrini tasarımın konsepti olarak belirledik. Girişte tüm firmanın yüzü olarak büyük bir hol ve karşılama bankosunun arkasında duvardan tavana dönen “hayat ağacı” figürünü sembolize ettik. Böylece Ataşehir şubesi de bütünün bir parçası olarak bu hayat ağacında yerini aldı. 400 metrekarelik laboratuvarda 40 metrekarelik gerektiğinde büyüyebilme imkanı olan merkezi tıbbi laboratuvar tasarladık. İki adet örnek alma, bir adet uzman odası, bir adet engelli tuvaleti ve ik adet kadın-erkek tuvaleti, çocuk oyun odası, giriş holü ve bekleme alanı, kafe, personel odası, mutfak ve teknik alanlar laboratuvarın diğer birimleri. Özellikle laboratuvar ortamına uygun, kir tutmayan ürünler seçtik. Ürün gövdelerinde mdflam-laminat tercih ettik. Yerine göre gözeneksiz homojen yüzey malzemesi olarak akrilik tezgahlar ve laminat tezgahlar seçtik. Tüm kapılar alüminyum kasalı, lamimat kanatlı, engelli geçişine uygun olarak yapıldı.


Mekanları tanımlamak ve görsel zenginlik oluşturmak için koridor boyunca yerden tavana kadar farklı renkte çizgisel aydınlatmalar kullandık. Aydınlatma prensibinde mekanların kullanımına göre aydınlatma değerleri hesaplandı ve LED spotlar kullanıldı. “Hayat Ağacı” figüründe de çizgisel LED mevcut. Laboratuvar, Ataşehir’de yeni bir ofis merkezinin zemin katında yer almasından dolayı ofis merkezinin mekanik alt yapısına bağlandı. Ofis merkezi mekanların ısıtmasoğutma ihtiyaçlarını karşılamak için dört borulu fancoil tesisatı ,taze hava ve egzost ihtiyacı içinde %100 taze hava santralinden havalandırma alt yapısı arka servis koridorunundan alındı. Her mekanın bağımsız ısıtılıp soğutulabilmesi için odalarda dört borulu kaset tipi girişte de gizli tavan tipi fancoil kullandık. Odalarda temiz hava egzost galvaniz kanallar vasıtasıyla dağıtıldı.

61 XXI - ARALIK 14 / OCAK 15

ayşegül balkan küçükduran 1974’te İstanbul’da doğdu. Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nü 1994 yılında bitirdi. Ardından aynı üniversitede Kentsel Tasarım ve Şehircilik Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. 2007 yılından itibaren çalışmalarını Aysegül Balkan Mimarlık olarak sürdürüyor. Ayşegül Balkan Mimarlık daha çok sağlık merkezi, ofis binası ve konut projeleri üzerine çalışan bir ekip.

İÇ MEKAN - LABORATUVAR - İSTANBUL

proje yeri: Ataşehir - İstanbul işveren: Biruni Laboratuvarı mimari tasarım ve proje uygulama: Ayşegül Balkan Küçükduran proje ekibi: Tuğba Serdaroglu, Zeynep Şahin proje tarihi: 2014 proje alanı: 400 m2 mekanik proje ve uygulama: ekare Mühendislik elektrik proje: Propanel elektrik elektrik uygulama: AS Elektrik


FUJİFİLM VE LİDYA GRUP İŞBİRLİĞİNE İMZA ATTI Geliştirdiği teknolojileri Türkiye'nin her yanına ulaştırmayı amaçlayan Fujifilm, bu alanda önemli bir işbirliği gerçekleştiriyor. Türkiye genelinde hizmet veren dört farklı şirketi, sekiz bölge bayisi, beş bölge ofisi ve 100'e yakın uzman personeli bulunan, ayrıca doküman çözümlerinde pek çok başarılı çalışmaya imza atan Lidya Grup, Fujifilm'in Acuity LED ve Acuity FB ile Uvistar serisi makinelerin satışını ve satış sonrası hizmetlerini gerçekleştirecek. Fujifilm ve Lidya Grup arasında yapılan anlaşmanın tüm dijital baskı sektörüne, iç mekan ve özellikle açık hava reklamcılığına yenilik

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 62

SEKTÖR HABERLERİ

ZEN Kale’nin, bütünsel tasarım konseptiyle hayata geçirdiği banyo serisi Zen, yalın tasarımıyla, kullanıcılara benzersiz bir banyo deneyimi sunuyor. Organik formuyla öne çıkan Zen lavabo, ilhamını Doğu’nun egzotik doğasından alıyor. Zen lavabonun siyah seçeneği de bulunuyor. Zen asma klozet ise formunun naifliği kadar gizli montajı ile de temiz ve şık bir görünüm sağlıyor. Kapaklarında cam ve lake alternatifleri bulunan boy dolaplar, parlak entegre kulpları ile hem rahat açılıyor hem de yavaş ve sessiz kapanıyor. Kapakta 3

milimetre temperli renkli cam kullanımı, görünüme estetik katıyor. Dokunmatik özelliğe sahip aydınlatmalı ayna da, sade görüntüsüyle seriyi tamamlıyor. Düzenli depolama imkanı sunan Invito çekmece sistemi hem cam görüntüsü hem de işlevselliğiyle rahat ve şık bir kullanım sunuyor. Kale’nin tüm ürünleri gibi Zen serisi de insan sağlığını tehlikeye atmayan ve çevre faktörünü ön planda tutan Avrupa Kalite Standardı’na uygun malzemeler kullanılarak üretiliyor. www.kale.com.tr

INTERCOLOR TÜRKİYE'DE Dünya çapında faaliyet gösteren Intercolor (Uluslararası Renk Komisyonu-ICC) çatısı altında bulunan 13 ülkenin 30 temsilcisi 2016-2017 renk trendlerini belirlemek için İstanbul'a geldi. Filli Boya'nın desteği, Ümit Ünal'ın kurucularından olduğu 34. Color.İst organizasyonuyla hayata geçen toplantıda Türkiye, İtalya ve Japonya en çok ilgi gören ülkeler oldu. Türkiye'yi 17 yıldır Intercolor'da temsil eden Ümit Ünal, 2016-2017 yıllarının konseptlerini "Synchronize”, “Re-

nature” ve “Artitude” olarak açıklarken, “Kişisel deneyimlerin en öncelikli olduğu sezon olarak düşünürsek, özellikle sonbahar kış döneminde siyah, parlak siyahlar yeni dönemin renkleri, mutant malzemeler ve mataryeller ise trendlerin başında gelecek.” yorumunda bulundu. Intercolor, 2012 yılından bu yana Ümit Ünal'ın yaratıcısı olduğu Filli Boya Coloration projesini destekliyor. www.filliboya.com.tr

getirmesi hedefleniyor. Fujifilm Dış Ticaret A.Ş. Genel Müdürü Cengiz Metin, taleplere hızlı bir şekilde yanıt verdiklerini, geniş format dijital baskı sektörüne kaliteli, yaratıcı baskılara imkan veren ve düşük üretim maliyeti sağlayan çözümler sunduklarını belirtti. Xerox, Epson ve ardından Fujifilm ile anlaşma imzalayan Lidya Grup Yönetim Kurulu Başkanı Bekir Öz ise “Ürün satan değil çözüm sunan olmayı hedeflediğinizde başarı kendiliğinden geliyor.” diyerek sektörün geleceğine katkı sağladıklarını vurguladı. www.fujifilm.com.tr



HEXAGON

HUE TAP

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 64

SEKTÖR HABERLERİ

Dünyada ilk kez Philips tarafından üretilen ve kinetik enerji ile çalışan Hue tap akıllı anahtar sayesinde istenilen ışığın daha kolay kontrol edilmesi sağlanıyor. Hue tap kinetik enerji ile çalıştığından ilave pil veya bataryaya ihtiyaç duymuyor. Hue tap, telefonların şarjda olduğu zamanlarda ya da tabletlerin şarjının olmadığı zamanlarda kolay kullanım özelliği ile hue lambaları

kontrol etmek için tasarlandı. Akıllı anahtarın bir diğer özelliği ise hue uygulamalarındaki en sevilen manzara ya da lamba gruplarını, üzerindeki dört tuşa konfigure ederek kullanabiliyor olması. Sadece akıllı değil aynı zamanda yeşil bir ürün olan Hue tap, kablosuz yaşam konforu da sağlıyor. www.philips.com.tr

PHILIPPE STARCK VE DURAVIT İŞBİRLİĞİ 25. YILINI KUTLUYOR Fransız tasarımcı Philippe Starck ile Duravit'in beraber çalışmaya başlamalarından bu yana 25 yıl geçti. Bu süre zarfında Starck, şirkete sadece zamanın eskitemediği banyo klasikleri sunmakla kalmadı, aynı zamanda yenilikçi elektronik klozet kapaklarından Duravit'in Almanya'da bulunan genel merkezindeki ofis ve showroomlarının

mimarisine kadar pek çok alanda da destek sağladı. Starck'ın Duravit için tasarladığı ürünlerin başında Starck 1, Starck 2 ve Starck 3 serileri, SensoWash elektronik klozet kapağı ve tasarlarken tablo fikrinden esinlendiği St.Trop buhar kabini geliyor. www.duravit.com.tr

PIERINA Kelebek Mutfak'ın 2015 koleksiyonlarından Pierina, Kelebek Mutfak’ın uzman mimari ekibi tarafından ölçüm yapılıp mekana uygun projelerin hazırlanmasıyla birlikte tüketicinin beğenisine sunuluyor. Beyaz ve krem olmak üzere iki farklı renk seçeneğiyle tasarlanan ve country tarzıyla öne çıkan Pierina, kullanışlı detaylar barındırıyor. Kolayca temizlenebilen, pürüzsüz bir yüzeye sahip koleksiyonun mat lake yüzeyi, çizilmeye ve sararmaya karşı dayanıklı. İşlevsellik ve estetiğin bir arada

sunulduğu koleksiyon, çerçeveli ve cam kapaklı dolapları ile birlikte pratik kullanım sağlayan ada çözümüyle de dikkat çekiyor. Zengin modül, renk ve aksesuarları ile kişiye ve mekana özel üretilebilen koleksiyon, Kelebek Mutfak'ın tüm ürünleri gibi insan sağlığını teklikeye atmayan ve çevre faktörünü ön planda tutan Avrupa Kalite Standardı’na uygun malzemelerle üretiliyor. www.kelebekmutfak.com

“Yaratıcılığınızın yapı taşı” sloganıyla mimarlar ve tasarımcılar için özel ürünler geliştiren Kalebodur, geçmiş ve modernin zarif birlikteliğini yeni serisi Hexagon'da sunuyor. Birbirinden bağımsız uçlar Hexagon serisinde bir araya gelirken serideki tüm renkler tek bir bütünün parçası görüntüsü veriyor. Kalebodur’un karoları 20x20 cm ve 20x60 cm gibi

boyutlara sahip. Hexagon serisinin zengin dekorları iki farklı dünyayı birleştiriyor; Bold ve Heritage. Geleneksel ve modern çizgilerin iç içe olduğu seride, siyah ve krem renklerinin yanında cotto ve taupe tonlarından oluşan dört farklı rengin uyumu öne çıkıyor. www.kale.com.tr



TRENDA METAL Viko'nun sunduğu Trenda Metal serisi yalın tasarımı ve minimal formu ile dikkat çekiyor. Seri krom, inox, gold, antik olmak üzere dört farklı renkte metal çerçeve seçeneği sunuyor. Trenda Metal ayrıca gümüş, beyaz, saten, bronz, antrasit, füme kapak alternatifleriyle de tamamlanabiliyor. Tekli, ikili, üçlü, dörtlü ve ikili sıva altı çerçevelerle sunulan Trenda Metal, zarif

duruşuyla ön plana çıkıyor. Viko, ürünlerinde güvenliğe büyük önem veriyor. Bu nedenle Trenda Metal’de tüm prizler “çocuk korumalı” olarak üretiliyor. Böylece keşfetmeyi seven çocukların bile, priz deliklerine sivri cisimler sokması engellenip, en üst seviye de güvenlik sağlanıyor. www.viko.com.tr

CONDENS 2500 W

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 66

SEKTÖR HABERLERİ

Bosch Isı Sistemleri'nin geliştirdiği Condens 2500 W yoğuşmalı kombi, tasarruf sağlarken çevre üzerinde bırakılan etkiyi de en aza indiriyor. Bosch'un ileri teknoloji ürünü yoğuşmalı kombisi çevreye duyarlı özellikleriyle ön plana çıkarken yüksek verimi sayesinde tüketicilerin yakıt faturalarının önemli ölçüde azalmasına yardımcı oluyor. Klasik ısıtma cihazları yerine yoğuşmalı kombiler ve ısıtma sistemlerinin tercih edilmesiyle iklim, işletme ve bina şartlarına bağlı olarak yüksek oranda

tasarruf sağlanabiliyor. Condens 2500 W, özel tasarımı sayesinde %108'e varan verim değerlerine ulaşarak yüksek oranda yakıt tasarrufu sağlıyor. Ürün, kompakt ölçüleri ile hem çok katlı apartmanların daireleri hem de müstakil evler için kolay montaj ve ideal ısıtma imkanı sunuyor. Dakikada 10 litre sıcak kullanım suyu temin edebiliyor ve üç yıldız kullanım suyu konforunun yanı sıra sessiz çalışmasıyla da dikkat çekiyor. www.bosch-thermotechnology.com

MYHOME Bticino MyHome ev otomasyonu sisteminde kullanılan son teknoloji ile ev yönetimi tek noktadan gerçekleştirilebiliyor. Işıkların ve panjurların otomasyonu, sıcaklık ayarlaması, enerji yönetimi, ses yayını, hırsız alarmı, interkom sistemleri, uzaktan kontrol gibi birçok özellik yeni nesil bir yaşam alanının donanımları

arasında bulunuyor. Günlük hayatta ihtiyaç duyulan kontrolleri etkili bir biçimde sunan Bticino MyHome, tanımlanabilecek senaryolar sayesinde her odaya farklı sıcaklık ayarı imkanı sunarken, zamandan ve enerjiden tasarruf edilmesini sağlıyor. www.bticino.com.tr

MANUFACTURE Günümüzde kişiye özel tasarımın trend olmasıyla birlikte teknoloji gücünü el işçiliği ve emek ile birleştiren Berker, anahtar-priz sektörüne sunduğu Manufacture uygulamaları ile tüketicilerinin karşısına çıkıyor. Anahtarlarının eşsiz, bir benzerinin olmamasını isteyen, hayal gücü yüksek müşterilerine hitap eden Manufacture uygulamaları Berker ile gerçeğe dönüşüyor. Müşterilerinin özel isteklerini

karşılamadaki felsefesiyle fark yaratmayı hedefleyen Berker, Manufacture trendi ile isteğe özel boyama, baskı yapma, yüzey işleme gibi birçok üretim tekniği ile tüketicinin isteklerine cevap veriyor. Berker Manufacture, geniş malzeme, renk ve yüzey seçenekleri ile kendi tarzlarını yaşam alanlarına yansıtmak isteyenlere hitap ediyor. www.berker.com



UYGULAMA – ASMA TAVAN – İSTANBUL ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 68

fotoğraflar: Gürkan Akay

Doğallığı Yansıtan Ahşap ASPEN, GOMESO RESTORANLARININ YENİLENMESİNE ÖZEL ÜRÜNLERİYLE KATKI SAĞLIYOR. Aspen, daha önce GoMongo olarak tanınan, yeni ismi ise GoMeso olan restoranların yenilenme sürecinde özel ürünleriyle doğallık odağında yenilikçi ve farklılaşan bir konsept yarattı. Kurumsal konsepti Almanya'da gerçekleştirilen projenin tüm mimari süreçleri Oğuz Bayazıt Mimarlık tarafından yönetildi. Yeni konseptin ilk restoranı olma özelliği taşıyan İstinye Park GoMeso'nun ana yaklaşımını “şıklık” ve “doğallık” kavramları belirledi. Bu doğrultuda ilk uygulamanın yapıldığı İsinye Park

GoMeso'da Aspen'in Sepia ahşap asma tavan sistemleri ile Owa Plan akustik tavanı kullanıldı. GoMeso restoranları misafirlerini doğayı yansıtan yeni ahşap dokusu ile ağırlayacak. Sepia ahşap tavan sistemleri, tasarımcıların yaratıcılıklarına katkıda bulunmak için oluşturulmuş bir konsept. Kullanıcıların standart ürün aralığı dışındaki taleplerine özel tasarım çözümleri geliştiren Sepia'nın özel çözümleri sayesinde tamamen işlevsel ve kaliteli mimari tasarımlar elde edilebiliyor. Owa Plan ile tamamen düz yüzeyli, kesintisiz bir asma tavan sisteminde,

yüzde 70 oranında ses yutuculuğu sağlanıyor. Mekanın görsel uyumunu akustik konfor ile bütünleştiren Owa Plan'ın bu seviyedeki ses yutumu, mekandaki insanların gürültüsüz bir ortamda zaman geçirmesini mümkün kılıyor. Yüksek yoğunluklu mineral bazlı plakaların özel bir sıva ile kaplanmasıyla oluşturulan sistemin, tüm RAL renklerinde uygulanması mümkün.

konsept dizayn: DP (Almanya) uygulama projesi ve uygulama: Oğuz Bayazıt Mimarlık proje koordinatöru: Atıl Beçin (Oğuz Bayazıt Mimarlık) proje tarihi: 2014 yapım tarihi: 2014



DERİN DESIGN Derin 2000 yılından bu yana çağdaş mobilya koleksiyonu oluşturuyor. Derin koleksiyonu her türlü ofis içi yaratıcı mekanlar ve ev ortamları için tasarlandı. İstanbul tabanlı Derin, özgün sadeliği ile uluslararası düzeyde saygın bir üretici konumundadır. Derin, gerek tasarım gerekse üretim süreçlerinde doğal uzun ömürlülük ilkesini benimsedi. Malzeme seçiminden kullanılan yapıştırıcıya, nakliyeden enerji tüketimine kadar çevreci bir stratejiye sahiptir. Derin tasarım odaklı, pür, dürüst, güvenilir ve tutarlıdır.

burgan bank özel bankacılık merkezi

• Burgan Bank Özel Bankacılık Merkezi (‘i-am’ İstanbul), İstanbul • CVS Makine - Yönetim Ofisleri (UE Mimarlık), Gebze/Kocaeli • Derindere Filo Kiralama Merkez Ofis (Team Fores), İstanbul • Divan Suites İstanbul G-Plus (Suyabatmaz Demirel Mimarlık), İstanbul • Dynamo Denim Yönetim Ofisleri (‘iam’ İstanbul), İstanbul • Eczacıbaşı Girişim Pazarlama Tüketim Ürünleri San. ve Tic. A.Ş. (Yalın Tan Jeyan Ülkü İç Mimarlık), İstanbul • H by Hakan Yıldırım (Mehmet Yücebaşoğlu), İstanbul • İETT Genel Müdürlük, İstanbul • Odeabank (‘i-am’ İstanbul), İstanbul • Paymentwall (Ahmet Beykan), Amsterdam / Hollanda • Ulukartal Holding - Yönetim Ofisleri (Abdullah Burnaz Design), İstanbul

h by hakan yıldırım

dynamo denım yönetim ofisleri

odeabank

derndere filo kiralama merkez ofisi

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 70

REFERANS PROJE - OFİS

www.derindesign.com

paymentwall



DİYALOG OFİS Diyalog Ofis, 2000 yılından bu yana ofis mobilyasında Sedus, Kinnarps, Renz; genel alanda Lammhults, Italiana Divani; akustik çözümlerde Mooia, Abstracta; konferans koltuklarında Caloi; halıda Toucan-T; aydınlatmada &'Costa ve Saas gibi markaların temsilciliğini üstleniyor. Tüm bu markaların önderliğinde Diyalog Ofis modern, estetik ve teknolojik çözümleriyle, mimarlara bilgi birikimini aktarıp en yüksek seviyede destek sağlıyor. Firma misyonunu, ofis ve genel alanlarda, insan ve yaşadığı çevre faktörünü göz önüne alarak, verim, işlev, ergonomi ve estetiği harmanlayıp temsil ettiği ürünlerle mimarlara en doğru ürün ve çözümü sunmak olarak belirliyor. Avrupa kökenli ürünlere sahip, yeşil akımın öncülerinden olan Diyalog Ofis'in temsil ettiği ürünler sade ve yalın çizgisiyle, çalışma alanları, resepsiyon, konferans, oditoryum, seminer, toplantı salonları, fuaye ve cafe gibi mekanlarda ritim ve mimariyle ahenk yaratıyor.

ıconova

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 72

• REFERANS PROJE - OFİS

www.diyalogofis.com • ABank, İstanbul, 2014 • Amerikan Hastanesi, İstanbul, 2014 • BP, Bakü, 2014 • Coca Cola, İstanbul, 2014 • Dia Holding, İstanbul, 2014 • E-Kent Teknoloji, İstanbul, 2014 • IBM, Ankara, 2014 • Iconova, Gaziantep, 2014 • Sabancı Vakfı Adana DT, 2014 • Vodafone, İstanbul, 2014 • Anadolu Grup, İstanbul, 2013 • DAP Yapı, İstanbul, 2013 • Kahveci Avukatlık Ofisi, İstanbul, 2013 • Mikla Restaurant, İstanbul, 2013 • Piri Reis Üniversitesi, İstanbul, 2013

ıbm

abank

piri reis üniversitesi

abank



DOXA OFİS MOBİLYALARI

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 74

• REFERANS PROJE - OFİS

2007 yılında Çanakcılar Şirketler Grubu bünyesinde Zonguldak’ın Devrek İlçesinde kurulan DOXA Ofis Mobilyaları, sektörün en genç firması olmasına rağmen yarım asırlık sanayicilik geleneğinin vermiş olduğu güvenle ve deneyimli kadrosu ile kısa zamanda sektörünün tanınan ve bilinen firması haline geldi. Kurulduğu dönemde 16.000 m2 alanda üretim yapan firma, tamamlanan yatırımları ile kapalı alanını 50.000 m2'ye çıkardı, makine parkurunu da üç kat artırdı. Günlük 1500 modül üretim yapmakta olan firma her geçen yıl yatırımlarına devam ediyor. Bu kadar büyük bir üretim kapasitesine sahip olan firma müşterilerine siparişlerini 72 saat gibi kısa bir sürede teslim ediyor. Türkiye genelinde 100 adet bayiye sahip olan DOXA Ofis Mobilyaları, 20 ülkeye de ihracat yapıyor. Ürün olarak geniş bir yelpazeye sahip olan firma, her beğeniye uygun ürünler tasarlıyor. DOXA'nın bu sene üretimine başladığı ürünlerden metal ayaklı olan Easy ve Nice modelleri müşterilere montaj kolaylığı sağlarken, tamamen vidasız olarak kurulan bu modellerin montajlanması çok kolay ve pratik. Bu modellerde deneymli bir montaj ekibine ihtiyaç duyulmuyor. Easy modeli ayrıca yükseklik ayarlı bir masa serisi. Sectis ve Plena serileri de metal ayaklı ve modern yönetici takımları olarak ürün yelpazesinde yerini aldı. Ofislere yeni bir bakış açısı getiren Plena ve Sectis modelleri lake, melamin ve metalin mükemmel uyumuyla tasarlandı. www.doxa.com.tr • Biruni Üniversitesi, 2014 • Enerji Bakanlığı, 2014 • Hatay Büyükşehir Belediyesi, 2014 • İç İşleri Bakanlığı, 2014 • Liebherr Group, 2014 • Merinos, 2014 • Milli Savunma Bakanlığı, 2014 • Ordu Büyükşehir Belediyesi, 2014 • Sanko Holding, 2014 • Seviye Koleji, 2014 • İklimsa, 2013 • Maliye Bakanlığı, 2013 • Yükselen Koleji, 2013 • Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi, İstanbul, 2011 • Karabük Demir Çelik Fabrikası, Karabük, 2011



EPART Ofis, okul, hastane, otel gibi projelerde en verimli ve amaca uygun seçenekli sistem ürünleri ve danışmanlık hizmeti ile EPART kullanıcılarının çözüm ortağı oluyor. Oluşturulan çalışma alanlarının kurumsal kimliği yansıtmalarının yanı sıra görsel derinlik, şeffaflık, ses yalıtımı, verimlilik, rahatlık ve kolaylıkla sökülüp takılabilme avantajı sağlaması projelere hız kazandırıyor. Estetik ve işlevsel çözümleri bünyesinde barındıran EPART demontable camlı ve ahşap bölücü duvarlar, mekanlara vizyon sağlayarak değer katıyor. Ürün çeşitliliği ve tasarımlara özel sistem çözümleri üreten EPART, hareket kabiliyetini artırmakla birlikte uluslararası çözümler üreterek sürekli gelişimi ve iyileştirmeyi hedef edinmiştir.

• Aunde, İstanbul • Bener Hukuk Bürosu, İstanbul • Danone Genel Müdürlük, İstanbul • Glass Galary, Azerbaycan • Hilti Genel Müdürlük, İstanbul • Kazakistan Mega Cinema, Almata • Medipol Hastaneleri Hizmet Binaları, İstanbul • Ofis Teknik, İstanbul • Robert Koleji, İstanbul • Robotek A.Ş., İstanbul • Romatem, İstanbul • Selçuklu Holding, İstanbul • Şişli Terakki Vakfı Tuzla Tepeören Kampüsü, İstanbul • Toshiba A.Ş, İstanbul • Zeytinburnu Belediyesi, İstanbul

aunde teknik a.ş. genel müdürlük

şişli terakki vakfı tuzla tepeören kampüsü

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 76

• REFERANS PROJE - OFİS

www.epart.com.tr

aunde teknik a.ş. genel müdürlük

istanbul park / vıp lego



KASTAMONU ENTEGRE

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 78

• REFERANS PROJE - OFİS

Hayat Holding çatısı altında 45 yıldır faaliyet gösteren Kastamonu Entegre Ağaç Sanayi, Glossmax High Gloss Levha ürünü ile mutfak, banyo, ev, ofis ve her türlü yüzey kaplamada modern, zarif ve ayna parlaklığında dekorasyon imkanı sunuyor. Kastamonu Entegre, günlük hayatta müşteri memnuniyeti ve beğenisini artırmaya odaklı yaklaşımını yansıtan özelliklere sahip Glossmax High Gloss Levha ürünü ile mutfak, banyo, ev, ofis ve her türlü dekorasyon işleri için modern, zarif ve ayna parlaklığında mobilya kombinasyonları yaratıyor. Kastamonu Entegre’nin ileri teknolojisiyle, çeşitli endüstriyel proseslerden geçen melamin kaplı MDF veya yonga levhanın tek yüzeyine tutkal ve UV lak uygulanmasının ardından elde edilen Glossmax High Gloss Levha, dekoratif parlak yüzeyli ahşap panel özelliği taşıyor. Kısıtlı çalışma zorunluluğundan uzak ve dünyada ilk kez 2100 x 2800 mm ebatlarında üretilen Glossmax parlak levha, Kastamonu Entegre’nin melamin kaplı MDF (Medelam) ve yongalevha (Teknolam, Yongalam) ürünleriyle aynı renk ve desenlere sahip olmanın avantajını da kullanıcıya sunuyor. Glossmax parlak levha ürünleri, ahşabın doğallığını yansıtma özelliğinin yanı sıra, farklı renk seçenekleriyle de uygulandığı mekanı ayna parlaklığı ile zenginleştiriyor. www.kastamonuentegre.com.tr



KOLEKSİYON Mimar Faruk Malhan tarafından 1972 yılında Ankara'da kurulan Koleksiyon mobilyadan cam, porselen ve tekstil ürünlerine oldukça zengin bir ürün gamını tam 40 yılı aşkın süredir tüketicilerin beğeni ve hizmetine sunuyor. Yeni düşünce, yeni standart ve yeni tasarım kavramlarını sentezleyen yüksek kalitede mobilya tasarımı anlayışıyla, endüstri ürünlerinden çok, düş ve düşüncelerin ürünlerini yaratmaya çalışan Koleksiyon'un çalışma kültürü üzerine odaklanan yenilikçi konseptleri sayesinde Türkiye ve dünyada birçok büyük şirket ofislerinde Koleksiyon Mobilya ürünlerine yer veriyor.

anadolu sigorta genel merkezi (fotoğraflar: gürkan akay)

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 80

• REFERANS PROJE - OFİS

Anadolu Sigorta Genel Merkezi'nin iç kurgusunu yaratmak üzere Koleksiyon’un Studio Kairos tarafından tasarlanan Barbari masa sistemleri, Faruk Malhan imzası taşıyan Swami yönetici masaları ve tasarımı Koray Malhan’a ait olan Khan masalar tercih edildi. Oturma ünitelerinde Dilim kanepe ve İkaros’lar çalışma alanının farklı bölgelerine yerleştirildi. Piri Reis Üniversitesi’nde Dilim kanepeler, Guamba ve Narcissus sehpalar, Plato depolama ünitesi ve Laluna oturma üniteleri kullanıldı. Üniversitenin yemekhanesinde ise Calvino masalara Cantata sandalyeler eşlik ediyor. CT Hukuk Bürosu'nda Partita ve QuoVadis çalışma masaları, Narcissus ve Guamba sehpalar, Ikaros kanepeler tercih edildi. Saygılı Rulman projesinde Calvino çalışma üniteleri, Song kesonlar, Tristan ve Dastan ofis sandalyeleri, Ruba düzenleme üniteleri, Khan toplantı masaları, QuoVadis ve Swami çalışma masaları, Hanedan ofis koltuk ve kanepeleri kullanıldı. Çimtaş Çelik Yönetim Binası'nda ise Barbari masa sistemleri, Guamba ortak alan sehpaları, Khan toplantı masaları, Tristan ofis koltukları ve Path depolama sistemleri gibi ürünleri tercih edildi.

piri reis üniversitesi (fotoğraflar: cemal emden)

saygılı rulman (fotoğraf: gürkan akay)

www.koleksiyon.com.tr • Anadolu Sigorta Genel Merkezi (Erginoğlu&Çalışlar) • CT Hukuk Bürosu (Alper Derinboğaz, Melike Altınışık/Salon Architecs) • Çimtaş Çelik Yönetim Binası (Han Tümertekin ve Mimarlar Tasarım), Bursa • Piri Reis Üniversitesi (Aydan Volkan, Selim Cengiç/Kreatif Mimarlık), Tuzla • Saygılı Rulman (KG Mimarlık)

ct hukuk bürosu (fotoğraf: büşra yeltekin)

çimtaş çelik yönetim binası (fotoğraf: gürkan akay)



fotoğraflar: Gürkan Akay

TRIMLINE INTERIORS 1997 yılında mimarlık hizmetleri amacıyla kurulan ve TRIMline markası altında modüler bölme duvar sistemleri üretimine odaklanan şirket, ürün geliştirme, tasarım, üretim ve montaj hizmetleri vermeye başladı. Ahşap üretim tesisi yatırımıyla beraber özel kurumsal projeler, akustik malzeme çözümleri ve ofis mobilyaları konusunda sektördeki lider kuruluşlar arasında yerini aldı. Bugün TRIMline interiors çatısı altında; bölme duvar sistemleri, ahşap sistemleri ve kapı sistemleri kullanıcılara sunuluyor.

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 82

• REFERANS PROJE - OFİS

TRIMline interiors, yurtiçi ve yurtdışında önemli projelerde yer alıyor, ofisler, havalimanları, genel müdürlükler, eğitim kurumları, alışveriş merkezleri, hastaneler ve otel projelerinde, en önemli mimar ve tasarımcılar tarafından çözüm ortağı olarak tercih ediliyor. “Ölçülerin özgür dünyası” felsefesi ile ofislerde çalışma alanlarını istek ve ihtiyaçlara göre şekillendirebilme özgürlüğü için sınırsız tasarım fırsatı sunan TRIMline, mimari tasarım kriterlerine göre geliştirdiği inovatif ürünler ile günümüzün en prestijli ofis projelerinde yerini alıyor.

taegutec genel müdürlük

www.trimline.com.tr • Apple Türkiye Ofisleri • AIG Sigorta • B/S/H/ Ofisleri • BP Genel Müdürlük • Deloitte Türkiye Ofisi • Eczacıbaşı Holding İdari Ofisleri • Ernst & Young Türkiye ve Bakü Ofisleri • Google Türkiye Ofisi • Lego Türkiye Ofisi • Sahibinden.com • TaeguTec Genel Müdürlük • Türkiye Müteahhitler Birliği Genel Müdürlüğü • Vodafone Grubu Ofisleri • Volkswagen Doğuş Finans • Zorlu Holding

tadım gıda pazarlama ofisleri

bp genel müdürlük

ebay & gitti gidiyor



ARALIK 14 / OCAK 15 ...-14 Aralık

2. İstanbul Tasarım Bienali

Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, Karaköy, İstanbul

tasarimbienali.iksv.org

Mimarlar Derneği 1927, Çankaya, Ankara

www.md1927.org.tr

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fındıklı, İstanbul

www.msgsu.edu.tr

İstanbul Modern, Karaköy, İstanbul

istanbulmodern.org

İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi, Mahmutbey, İstanbul

kemerburgaz.edu.tr

Yapı-Endüstri Merkezi, Fulya, İstanbul

www.yem.net

projeleri sergisi, forum ve ödül töreni. Salt’ın araştırma fonuyla desteklediği altı projenin sunumu

Salt Galata, Karaköy, İstanbul

saltonline.org

İspanya Büyükelçiliği Ekonomi ve Ticaret Ateşeliği, Elmadağ, İstanbul

spainbusiness.gen.tr

Türk Serbest Mimarlar Derneği, Ankara

tsmd.org.tr

İş Sanat Kültür Merkezi, İş Kuleleri, Levent, İstanbul

www.issanat.com.tr

Bahçeşehir Üniversitesi, Beşiktaş, İstanbul

bahcesehir.edu.tr

Mimarlar Derneği 1927, Çankaya, Ankara

www.md1927.org.tr

tanıtımı ve yazarla söyleşi gerçekleştiriliyor. 2000 yılından beri düzenlenen, konferansa bu yıl, Rem

Hilton, Bomonti, İstanbul

www.markaconference.com

Architectural Association, Londra, İngiltere

www.aaschool.ac.uk

Mimarlar Odası Antalya Şubesi, Antalya

www.antmimod.org.tr

İKSV tarafından düzenlenen, küratörlüğünü Zoë Ryan’ın yaptığı bienal “Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil” başlığıyla gerçekleşiyor.

2 Aralık

Mekan Hikayeleri

Emel Kayın “Bir Unutma ve Unutturma Halinin Kısa Anatomisi” başlığıyla mekan hikayelerini, kullanıcı ve mimarlık ilişkisini işliyor.

3 Aralık

Camın Ötesi

Mimarlar Niv Raz ve Patricia R. Athey’in katılımlarıyla gerçekleştirilecek olan seminerde binalarda enerji maliyetini düşüren (LowE) dijital baskılı camlar konuşuluyor.

4 Aralık

Sınırları Aşmak

“Müzeler Konuşuyor: Konuğumuz Amerika” programı dahilinde düzenlenecek konferansta Walker Sanat Merkezi’nin Yeni Medya İnisiyatifleri Direktörü Robin Dowden konuşma yapıyor.

4-5 Aralık

Mimarlık Eğitiminde Pedagoji ve Pratik Arasında Var Olmak

Sempozyumun amacı mimarlık pratiği içinde aktif olarak yer alan akademisyenlerin tecrübe, düşünce ve edinimlerini paylaşmak.

5 Aralık

8 Aralık

Archiprix Türkiye 2014

Salt Araştırma Fonları

Türkiye’nin en iyi diploma projelerini seçen Archiprix, yarışma

gerçekleştiriliyor.

10-12 Aralık

İspanya’dan Türkiye’ye Tasarım

İspanya Ticaret ve Yatırım Ajansı (ICEX) ile İspanya Büyükelçiliği Ekonomi ve Ticaret Ateşeliği İstanbul Ofisi tarafından gerçekleştirilen etkinlikte İspanyol ve Türk tasarım firmaları arasında tanışma ve işbirliği fırsatı sunuluyor.

10-14 Aralık

Fil Kafesi

Kapitalizm ve Kamusal Alan Uluslararası Çalıştayı Architectuur Lokaal, Creative Initiative ve Türk Serbest Mimarlar Derneği

ARALIK 14 / OCAK 15 - XXI 84

AJANDA

tarafından gerçekleştiriliyor.

11 Aralık

T Buluşmaları: Sou Fujimoto

Trakya Cam tarafından “Mimarinin Şeffaf Yüzü” sloganıyla düzenlenen T Buluşmaları’nın ilk konuğu Sou Fujimoto.

11-12 Aralık

Uluslararası Çevre ve Tasarım Kongresi

Bahçeşehir Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi tarafından ortaklaşa düzenlenen kongre, konut çevrelerinde yaşam, tasarım ve inşaat konularına değiniyor.

16 Aralık

18-19 Aralık

Mimarlığın ABC’si

Marka 2014

Bülent Batuman’ın yazdığı Mimarlığın ABC’si adlı kitabın

Koolhaas da konuşmacı olarak katılıyor.

3-13 Ocak

Architectural Association Haiti Visiting School

Architectural Association’ın Haiti’de düzenleyeceği okul katılımcı öğrencileri Karayipler’de kullanılan bambuyla deneye ve tasarıma davet ediyor.

30 Ocak (son katılım)

Mimar Turgut Cansever Ulusal Mimarlık Ödülleri

Kepez Belediyesi adına Mimarlar Odası Antalya Şubesi koordinasyonunda Turgut Cansever anısına düzenlenen ödüller bir yıl projeye, bir yıl ise mimara verilecek.




Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.