II. Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi (TLÇK) Bildiriler Kitabı [3. Cilt]

Page 214

Orhan Pamuk’un “İstanbul” Adlı Eserinden Atıf Yılmaz’ın “Ah Güzel İstanbul” Filmine Disiplinlerarası Bir Yolculuk: Bir...

miş bu güzelliğinin karşısında. Nasıldı o Bîmen Şen’in eski bestesi? Ah ah!… Atalarımız da geçmiş bu sulardan mağrur ve akıncı, nerede Orta Asya nerede Viyana kapıları?Ah yorgun Haşmet, miskin Haşmet…” (Yılmaz, 1966) deyişi bize Yahya Kemal’in Boğaziçi’ne bakışını hatırlatır cinstendir. Haşmet Bey’in bütün servetini bitirmesine rağmen baba yadigârı yalının bahçesinde bir kulübede kalışı; onun hatıralarına olan düşkünlüğünü, İstanbul’a olan bağlılığını gösterir. Orhan Pamuk da kitabında İstanbul’a olan bağlılığından söz eder. Şehrin kaderinin, insanın karakteri hâline geldiğini belirtir ve ekler: “Osmanlı İmparatorluğu’nun verdiği yıkım duygusu, yoksulluk ve şehri kaplayan yıkıntıların verdiği hüzün, bütün hayatım boyunca, İstanbul’u belirleyen şeyler oldu. Hayatım bu hüzünle savaşarak ya da onu, bütün İstanbullular gibi en sonunda benimseyerek geçti.” (Pamuk, 2003, s. 15). Haşmet Bey, kendisini anlatırken yaşadığı yerde sevildiğini, ailenin namının hâlâ buralarda yaşadığını, kendisinin de kalender ve insancıl olduğunu belirtir. Bu biraz da İstanbul’da kanıksanmış bir kader gibi yaşanan yoksulluğun verdiği alçak gönüllülüktendir. Bu yoksulluk bir beceriksizlik ya da başarısızlık olarak değil, Pamuk’un ifadesiyle söylenirse adeta bir “şeref” olarak yaşanır (Pamuk, 2003, s. 105). Haşmet’in yoksulluğu da biraz böyledir. Hatta Tanpınar, bu kenar mahallelerin ruhunu ve yaşayışını; “Haraptı, fakir ve biçareydi; fakat kendine göre bir üslubu vardı.” diye ifade eder. Haşmet’in temsil ettiği haşmetli (!) bir İstanbul beyefendisinin hayatı da biraz böyle değil midir? Yalıda değil gecekonduda kalır, fakir ve biçaredir fakat kendince bir yaşayış tarzı, bir üslubu vardır. Haşmet Bey, seyyar bir fotoğrafçıdır. Sultanahmet Meydanı’nda “İstanbul Hatırası” fotoğraflar çeker. Bu fotoğrafları çekerken Sadri Alışık’ın monoloğu dikkat çekicidir: “Bu da İstanbul Hatırası. Gerçekte kaldı mı bilmem ama benim gönlümde hâlâ bir güzel İstanbul yaşar.” Film biraz da gönüllerde yaşayan İstanbul’un romanını bize verir. Haşmet İbriktaroğlu’nun filmde tek başına yürüyüş yaptığı sahneler bize sanki bir şeyler anlatmaktan ziyade sadece bir medeniyetten arta kalan şehrin hüznünü göstermek ister gibidir. Filmde esas konu bir aşk hikâyesi değildir. “Sadri Alışık’ın üstün oyunlarından birini çıkardığına kanıt oluşturan film, bir bakıma, gelmiş geçmiş, yitirilmiş bir mazinin savunuculuğunu yapmakta idi.” (Onaran, 1999, s. 118). Bu filmde ve Orhan Pamuk’a göre pek çok Türk filminde aslolan şey İstanbul’u görmek/göstermektir. Orhan Pamuk kitabın bir bölümünde bunu yıllar sonra fark ettiğini belirtir: “Yıllar sonra bir rastlantıyla bu siyah-beyaz filmlerden ve sahnelerden birini televizyonda seyrettiğimde asıl konunun aşk ya da kavga kadar arkada gözüken Boğaziçi olduğunu anlardım.” (Pamuk, 2003, s. 89). İzmir’den sinema artisti olmak hevesiyle İstanbul’a gelen ve yolu bir fotoğraf çektirmek suretiyle Haşmet’le kesişen Ayşe’nin, Haşmet’in eviyle karşılaşma sahnesi önemlidir. Kalacak yeri olmayan Ayşe’yi evine getiren Haşmet ile arasında geçen diyalog şöyledir:

773


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.