Yeni microsoft powerpoint sunusu nisan

Page 1

TUZKÖY ORTAOKULU DERGİSİ YIL:1

SAYI:2

HİLYE Hilye: Süs, ziynet, Güzel Sıfatlar…

EY İNSANLAR! İLİM ÖĞRENİNİZ. KİM DE İLİM ÖĞRENİRSE HEMEN ONUNLA AMEL ETSİN. Hadisi Şerif

NİSAN 2015

EN SEVGİLİYE…


KUTLU DOĞUM HAFTASI Sevgili peygamberimizin dünyaya teşrifleri kutlamak için düzenlenen ve doğum günü olan 20 nisanı da içine alan haftaya kutlu doğum haftası denmektedir.Bu haftada değişik etkinlikler düzenlenmekte ve kutlamalar yapılmaktadır. Peygamber efendimiz dünyaya geldiği zaman bir çok mucizevi olaylar meydan gelmiştir. Onun varlığı dünyayı aydınlatmıştır. Son peygamberimiz olan Hazreti Muhammed(S.A.V) gerek İslamdan önce gerek ise İslam dininden sonra ve yaşadığı dönemlerde hep örnek ve güzel ahlakı ile bilinmketdir.Kendisine peygamberlik gelmeden önce bile Emin denilmekteydi.Bu da insanların ona ne kadar güvendiğini ve onun dürüstlüğünü takdir etmeleri anlamına gelmektedir. İslam dini ile müşerref olduktan sonra tüm insanlık karanlıktan çıkmaya başladı.23 yıl boyunca kendisine gelen vahiyleri bildirdi ve insanlık için,doğru yolu bulmaları için çalıştı.İnsanların cahilliye devrinde yaptığı hatalardan dönmeleri için mücadele etti.İnsan haklarının kadın haklarının savunucusu oldu.Bu onun peygamberlik görevlerindendi.Dinimizin ne kadar güzel ve adalet ile olduğunu anlamak için onun yaşantısına bakmak yeterlidir. Biz Müslümanların yapması gerken şey onun izinden gitmek ve onun bizlere öğrettiği şeyleri yapmaktır.Kuran ve sünnet ışığında yolumuz aydınlanması için bu gereklidir.


O En İyi Babaydı..O En İyi, En Vefalıydı.O En Takvalı, En Mütevaziydi..O En Doğruydu En Adaletliydi..O En Masumdu..O En Dayanıklıydı En Zekiydi..O En Asaletliydi..O En Hatipti..O En Emniyetliydi.O En Teslimiyetliydi..O En Şefkatliydi..O En Cömertti..O Bir Beşerdi Lakin En Hayırlısıydı..O İlkti Ve Sondu..Sallallahu Aleyhi Ve Sellem...


SİZİN HİÇ BÖYLE ARKADAŞINIZ OLDU MU? PEYGAMBERİZİ (S.A.V) TANIYALIM Daima

düşünceliydi. Susması konuşmasından uzun sürerdi. Lüzumsuz yere konuşmazdı. Konuştuğunda ne fazla, ne de eksik söz kullanırdı. Dünya işleri için kızmazdı. Kendi şahsı için asla öfkelenmez ve öç almazdı. Kötü söz söylemezdi. Affediciliği tabii idi, intikam almazdı. Düşmanlarını affetmekle kalmaz, onlara şeref ve değer de verirdi. Kimseyle çekişmezdi. Çok konuşmazdı. Boş şeylerle uğraşmazdı. Umanı umutsuzluğa düşürmezdi. Hoşlanmadığı bir şey hakkında susardı. Hiç kimseyi ne yüzüne karşı, ne de arkasından kınamaz ve ayıplamazdı. Kimsenin kusurunu araştırmazdı. Kimseye hakkında hayırlı olmayan sözü söylemezdi. Yanında en son konuşanı ilk önce konuşan gibi dikkatle dinlerdi. Her zaman ağırbaşlıydı. Konuşurken çevresindekileri kuşatırdı.  Kelimeleri parıldayan inci dizileri gibi tatlı ve berraktı. Yürürken ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki yanına salınmazdı. Adımlarını geniş atar, yüksek bir yerden iner gibi öne doğru eğilirdi.

KİŞİ BİLDİKLERİ İLE AMEL ETMEDİKÇE ALİM OLAMAZ. Hadisi Şerif


SİZİN HİÇ BÖYLE ARKADAŞINIZ OLDU MU? PEYGAMBERİZİ (S.A.V) TANIYALIM  Dostlarına şöyle derdi: Dünyada garip bir kimse, yahut bir yolcu gibi ol.  Her zaman hüzünlü, fakat mütebessim bir haletle dururdu.  Âdet üzere sarf edilen hiçbir kötü sözü ağzına almamıştı.  Sıkıntılı hallerinde kabalaşmaz, bağırmazdı.  Fakirlerle birlikte yerdi; öyle ki onlardan ayırt edilmezdi.  Sade kıyafetler giyer, gösterişten hoşlanmazdı.  Konuşurken yüzünü başka tarafa çevirmezdi.  Bulunduğu mecliste ayrıcalıklı bir yere oturmazdı.  Sabahları evinden çıkarken şöyle derdi: İlahi, doğru yoldan sapmaktan ve saptırılmaktan, kanmaktan ve kandırılmaktan, haksızlık etmekten ve haksızlığa uğramaktan, saygısızlık etmekten ve saygısızlık edilmekten sana sığınırım.

O SON PEYGAMBERDİ Sıradan değildi. Ama sıradan insanlar gibi yaşardı

Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir hediye veremez.


PEYGAMBERİMİZDEN MUCİZELER.

Bir gün bir kadın Efendimize, hediye olarak bal gönderdi. Balı kabul edip, boş kabı geri gönderdi. Kap bal ile dolu olarak geri geldi. Kadın gelerek, (ya Resulallah ! Hediyemi niçin kabul etmediniz ? Acaba günahım nedir?) dedi. (Senin hediyeni kabul ettik. Gördüğün bal, Allahü teâlânın hediyene verdiği berekettir) buyurdu. Kadın çocukları ile aylarca yediler. Hiç eksilmedi. Bir gün yanılarak balı başka bir kaba koydular. Oradan yiyerek bitirdiler. Bunu, Resulullaha haber verdiler. (Gönderdiğim kapta kalsaydı, dünya durdukça yerlerdi, hiç eksilmezdi) buyurdu.

İslâm, güzel ahlâktır.


PEYGAMBERİMİZİN DOĞUMUNDAN ÖNCE MÜJDELENMESİ Peygamberimizin (asm) gönderilmesinden önce fetret dönemi denen devrede; hem kahinler, hem de bazı alim zatlar Allah Resulü’nün (asm) geleceğini müjdelemişlerdir. Bunlardan bazıları şiirlerinde O’ndan (asm) bahsetmiş, bazıları asırlar sonrasına mektuplarıyla bu müjdeyi ulaştırmışlardır. Bunlardan bazılarının örneklerini nakletmeye çalışacağız. Birincisi: Yemen padişahlarından Tübba’, Allah Resulü’nün (asm) vasıflarını eski kitaplarda görmüş, iman etmiş. Şöyle bir şiirini ilân etmiştir: “Ben Ahmed’in (a.s.m.) risaletini tasdik ediyorum. Ben onun zamanına yetişseydim, ona vezir ve ammizade olurdum. (Yani, Ali gibi olurdum.)”[1] İkincisi: Meşhur Kuss ibni Sâide ki, Arapların içinde en meşhur ve mühim bir hatib ve hakikatların farkında olup tek İlah inancına sahip bir zattır. İşte şu zât da, Peygamberimiz (asm) gönderilmeden evvel O’nun (asm) peygamberliğini şu şiirle ilân ediyor: “Gönderilenlerin ve peygamberlerin en hayırlısı olarak Ahmed’i (a.s.m.) bize gönderdi. Kàfileler onun için yollara düştükçe ve bu teşvik edildikçe Allah ona rahmet eylesin.”[2] Üçüncüsü: Allah Resulü’nün (asm) atalarından olan Kâ’b ibni Lüeyy, Efendimizin (asm) geleceğini ilham eseri olarak şöyle ilân etmiş: “Ansızın, Muhammedü’n-Nebî (asm) gelecek, doğru haberleri verecek.”[3]


PEYGAMBERİMİZİN DOĞUMUNDAN ÖNCE MÜJDELENMESİ Dördüncüsü: Yemen padişahlarından Seyf ibni Zîyezen, eski semavi kitaplarda Resulullah’ın (asm) özelliklerini görmüş, iman etmiş ve müştakı olmuştu. Resulullah’ın (asm) dedesi Abdülmuttalib Yemen’e Kureyş kafileleri ile gittiğinde, Seyf ibni Zîyezen onları çağırmış, onlara demiş ki: “Hicaz’da bir çocuk dünyaya gelir. Onun (asm) iki omuzu arasında hâtem gibi bir nişan var. İşte o çocuk umum insanlara imam olacak.” Sonra, gizli Abdülmuttalib’i çağırmış. “O çocuğun dedesi de sensin.” diye kerametkârâne, doğumundan evvel haber vermiş.[4] Beşincisi: Müminlerin annesi Hazreti Hatice’nin (r.anha) amca oğlu Varaka bin Nevfel’e, vahyin başlangıcında Hazreti Hatice (r.anha), Allah Resulü’nün (asm) telaşlandığını haber verince, Varaka demiş: “Onu bana gönder.” Resulullah (asm) Varaka’nın yanına gitmiş, vahyin gelmesi anındaki halini ona anlatmış. Varaka demiş: “Telâş etme, o hâlet vahiydir. Sana müjde! Beklenen Nebî sensin. İsâ seninle müjde vermiş.”[5] Altıncısı: Askelâni’l-Himyerî namında bir alim zat, Peygamberimiz (asm) gönderilmeden evvel Kureyşîleri gördüğü vakit, “İçinizde peygamberlik dava eden var mı?” diye sorardı, Kureyşliler “Yok.” derlerdi. Sonra, peygamberlik vazifesi verildikten sonra yine sormuş. “Evet, biri peygamberlik dava ediyor.” demişler. Askelani demiş: “İşte, âlem O’nu bekliyor.”[6] Yedincisi: Hristiyan alimlerinden İbnü’l-Alâ, peygamberlik vazifesi verilmeden ve Peygamberi (asm) görmeden evvel haber vermiş. Sonra gelmiş, Hazret-i Peygamberi (asm) görmüş. Demiş: “Ben senin sıfatını İncil’de gördüm, iman ettim. İbn-i Meryem (Hazreti İsa), İncil’de senin geleceğini müjde etmiş.”[7]


YAĞMUR SENİ BEKLEYEN BİR TAŞ DA BEN OLSAYDIM. Yağmur; seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Bahira’da süzülen bir yaş da ben olsaydım Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Senin için görülen bir düş de ben olsaydım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Senin visâlinle bir gülmüş de ben olsaydım Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Damar damar seninle, hep seninle olsaydım Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

NURULLAH GENÇ


EFENDİMİZİN İSİMLERİ Abdullah: Allah (cc)' ın kulu

Âbid: Kulluk eden, ibadet eden

Âdil: Adaletli

Ahmed: En çok övülmüş, sevilmiş

Ahsen: En güzel

Alî: Çok yüce

Âlim: Bilgin, bilen

Allâme: Çok bilen

Aziz: Çok yüce, çok şerefli olan

Beşir: Müjdeleyici

Burhan: Sağlam delil

Cebbâr: Kahredici, gâlip

Cevâd: Cömert

Ecved: En iyi, en cömert

Ekrem: En şerefli

Emin: Doğru ve güvenilir kimse

Fâruk: Hakkı ve bâtılı ayıran

Gâlip: Hâkim,üstün

Ganî: Zengin

Habib: Sevgili, çok sevilen

Hâdi: Doğru yola götüren

Hâfız: Muhafaza edici

Halîl: Dost

Halîm: Yumuşak huylu

Hâlis: saf, temiz

Hâmid: Hamd edici, övücü

Hanîf: Hakikate sımsıkı sarılan

Kayyim: Görüp, gözeten

Kerîm: Çok cömert, çok şerefli

Mâcid: Yüce ve şerefli

Mahmûd: Övülen

Merhûm: Rahmetle bezenmiş

Mes'ûd: Mutlu

Metîn: Çok sağlam ve güçlü

Muallim: Öğretici

Muktedâ: Peşinden gidilen

Mübârek: Uğurlu,hayırlı,bereketli Müctebâ: Seçilmiş

Mükerrem: Şerefli, yüce

Müktefî: İktifâ eden, yetinen

Mürtezâ: Beğenilmiş, seçilmiş

Münîr: Nurlandıran, aydınlatan

Muslih: Islah edici,düzene koyucu Mustafa: Çok arınmış

Müstakîm: Doğru yolda olan


EFENDİMİZİN İSİMLERİ. Mutî: Hakka itaat eden Nâtık: Konuşan, nutuk veren Necm(i): Yıldız

Nakî: Çok temiz

Nâsih: Öğüt veren

Nebî: Peygamber

Neciyullah: Allah' ın sırdaşı

Nesîb: Asil, temiz soydan gelen

Nezîr: Uyarıcı, korkutucu

Nimet: İyilik, dirlik ve mutluluk

Nûr: Işık, aydınlık

Râfi: Yükselten

Râgıb: Rağbet eden, isteyen

Râzî: Kabul eden, hoşnut olan

Resûl: Elçi

Saîd: Mutlu

Reşîd:Akıllı,olgun,iyi yola götürücü Sâbir: Sabreden, güçlüklere dayanan Sâdullah: Allah' ın mübârek kulu

Sâdık: Doğru olan, gerçekçi Saffet: Arınmış, seçkin kişi

Sâhib: Mâlik, arkadaş, sohbet edici Sâlih: iyi ve güzel huylu Selâm:Noksan ve ayıptan emin olan Seyyid: Efendi Tâhâ: Kur'ân-ı Kerîm' deki ismi

Tâhir: Çok temiz

Vâfi: Sözünde duran, sözünün eri

Vâiz: Nasihat eden

Seyfullah: Allah' ın kılıcı Şâfi: Şefaat edici Takî: Haramlardan kaçınan Zâkir: Allah' ı çok anan

Yâsîn: Kur'ân-ı Kerîm' deki ismi, gerçek insan, insan-ı kâmil Zâhid: Mâsivadan yüz çeviren BENİM BİR ÇOK İSMİM VARDIR:BEN MUHAMMED’İM,BEN AHMED’İM BEN MAHİ’YİM Kİ ALLAH BENİMLE KÜFRÜ MAHVEDECEKTİR.


KEŞKE OLABİLSEK SENİN GİBİ MUHAMMED MUSTAFA’SIN SEN MUHAMMED-ÜL EMİNSİN SEN, DÜRÜSTSÜN GÜVENİLİRSİN SEN RESULLER RESULUSÜN SEN. NURUNLA AYDINLATTIN BİZLERİ, ŞEFKATİNLE ISITTIN YÜREKLERİ, SEVGİNLE BÜYÜTTÜN O GÜZEL BEBEKLERİ, AHİRETTE BU DÜNYADA OLDUĞUN GİBİ, KEŞKE OLABİLSEK SENİN GİBİ.

KIVRIM KIVRIM YOLLAR KARŞIMIZDA, TEK DOĞRU YOL NERDE ACABA? SORULARDA CEVAPLARDA, TEK YOL SENSİN YA RESULALLAH.

SEN YOKKEN ÇÖLLERDE SUSUZDUK BİZ, KARANLIĞA GÖMÜLMÜŞ, ÇARESİZDİK BİZ O GÜL KOKUNLA FERAHLADIK BİZ BİZ SENİNLE GÜLÜYORUZ YA RESULALLAH

HADİSLERİN VERİYOR BİZE DERSLERİ, KİN ÖFKE DOLDURMUYOR YÜREKLERİ, ARINDIRIP TEMİZLEYEN BİZLERİ BİR TEK SEN YA RESULALLAH.

HASTALARA ŞİFA SÖZLERİN, DERTLERE DERMAN O GÜL TENİN YAŞAMAYI ÖĞRETEN EN GÜZEL ÖĞRETMENİM, SENSİN YA RESULALLAH.

RÜMEYSA AVCI- 7/A SINIFI ÖĞRENCİSİ


KASİDE-İ BÜRDE İmâm-ı Busayrî’nin Kâinâtın Efendisi, Allahü teâlânın sevgilisi Peygamberimiz hazret-i Muhammed Mustafa’yı medh etmek, övmek için yazdığı meşhur şiiri İmâm-ı Busayrî, evliyâdan olup, büyük İslâm şâiridir. Kaside-i Bürde adındaki şiiri ile meşhur olmuştur. İmâm-ı Busayrî’nin Peygamberimizin üstünlüğünü anlatan, O’nu öven en kıymetli kasidesi Kaside-i Bürde’dir. İmâm-ı Busayrî, bu kasîdesini yazdıktan sonra, daha da meşhur olmuş, bütün âlimlerin ve evliyânın iltifâtına sevgisine, kavuşmuştur. Bu kasidenin yazılma olayı şöyle anlatılmaktadır. İmâm-ı Busayrî felç oldu. Bedeninin yarısı hareketsiz kaldı. Allahü teâlâdan, hastalığına şifâ vermesi için Resûlullah’ı vesile edip, insanların en üstününü öven meşhur kasîdesini yazdı. Rüyâda sevgili Peygamberimize okudu. Şiir Peygamberimizin Çok hoşuna gitmiş olup üzerlerinden mübârek hırkasını çıkardı ve İmâm-ı Busayrî’ye giydirdi. Bedeninin felçli olan yerlerini mübârek eliyle sıvazladı. İmam Busayri Uyandığında, bedeninin sağlam olduğunu, tekrar eski sıhhatine kavuşup şifâ bulduğunu gördü. Peygamberimizin rüyâda üzerine örttüğü hırka da sırtındaydı. Bundan dolayı bu kasîdeye de, Kaside-i Bürde denildi. Bürde “hırka, palto” demektir. İmâm-ı Busayrî bu rüyâyı gördüğü gecenin sabahına doğru sevinerek sabah namazı için câmiye giderken yolda evliyadan bir zâta rastladı. O zât; “Ey Busayrî, kasîdeni dinlemek isterim.” dedi. O da; “Benim kasîdelerim çoktur. Hepsini herkes bilir.” dedi. O zat; “Kimsenin bilmediği, bu gece rüyanda Resûlullah’a okuduğunu istiyorum.” deyince; “Bunu hiç kimseye söylemedim. Nereden bildin.” dedi. O zât da, İmâm-ı Busayrî’nin rüyâsını olduğu gibi haber verdi. Kıymetini bilen hastalara okunduğunda iyi oldukları ve okunan yerlerin, dertlerden, belâlardan emîn olduğu görülmüştü.


PEYGAMBER MESCİDİNDE ÇOCUKLAR Zorlu bir hicret yolculuğunun ardından Medine’ye ulaşan Peygamber Efendimiz, devesi Kasva’nın çöktüğü yere en yakın evde konaklayacağını söylemişti. Kasva’nın adımları bir düzlükte sona ermiş ve Peygamberimiz bu alanda Mescid-i Nebevî’yi inşa etme kararı almıştı. Ne hoş bir tesadüftür ki hurma kurutulan bu arsa, Sehl ve Süheyl adındaki iki yetim kardeşe aitti! Çocukları çağıran Allah Rasulü, arsayı kendisine hibe etmek istemelerine rağmen onlara ödemede bulunacak ve İslam medeniyetinin kalbi olan Peygamber Mescidi, bu arsada yükselecekti. (Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr, 45.) İki küçük yavrunun toprağında… Daha ilk günden başlayan mescit-çocuk ilişkisi, Rahmet Elçisi’nin hoşgörülü, sabırlı ve anlayışlı tutumu ile günden güne gelişmiş, asr-ı saadet boyunca çocuklar Mescid-i Nebevî’nin şerefli cemaati arasında yer almışlardı. Elbette o gün de tıpkı bugün gibi çocuk çocukluğunu yapacak, hoplayıp zıplayacak, koşup oynayacak, namaz esnasında bazen ağlayıp belki de gülüşecekti. Küçük bir çocuk olan İbn Abbas ve yanındaki arkadaşı gibi, bir eşeğin üstünde gelip açık alanda ashabına namaz kıldıran Rasulüllah’ın önünden geçecek, sonra eşekten inip otlasın diye onu safların arasına salıverecek, hatta o sırada iki küçük kız çocuğu daha gelerek safların arasına karışacak ama Rasûl-i Ekrem (sav) bütün bunlara aldırış etmediği gibi ashaptan da hiç kimse çocukları azarlamayacaktı. (Buhârî, Ezân, 161; Ebû Dâvûd, Salât, 112.) Neydi onları çocuklara karşı böyle sabırlı kılan? Çocuğu cemaatten uzaklaştırmayan, aksine onu namazla ve mescitle dostluk kurmaya teşvik eden bu tavrın sebebi neydi?


Günümüzün mahrum olduğu bu tavrın altında kuşkusuz Peygamber Efendimiz’in ibadet terbiyesi konusunda izlediği kararlılık ve eğitim anlayışı yatmaktaydı. Rasulüllah’ın eğitim metodu emir, tembih ve ceza üzerine değil, nasihat ve örneklik üzerine kuruluydu. Bir çocuğun, duyduğundan ve okuduğundan ziyade gördüğünü benimsediği ve anne babasını model alarak kendi davranışlarına yön verdiği düşünüldüğünde, bir diğer deyişle, “Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan ya da Mecusi yapar.” (Buhârî, Tefsîr (Kasas), 2; Müslim, Kader, 22.) hadisi hatırlandığında, bizzat mescitte ibadet eden büyüklerini gören çocuğa maneviyat aşısı yapmanın ne kadar kolaylaşacağı aşikârdır. Ezanın birliğe çağrısını, tekbirin ve kıraatin coşkusunu, secdenin ve duanın huzurunu yaşayan bir çocuk için mescit, bir başka yerde edinemeyeceği engin bir maneviyat tecrübesinin tek adresidir. Dedeleri namazda iken omzuna ve sırtına tırmandıklarına göre, Allah Rasulü’nün torunları oldukça küçük yaşta iken mescide gelebilmektedirler. Sadece onlar değil, anneleri ile gelen bebekler ve erkekler ile kadınlar arasında kendilerine ayrılan safta namaza duracak kadar büyümüş çocuklar da mescidin müdavimleridir. Çocuk ile cami arasına duvar örmeyen Allah Rasulü’nün, geleceğin büyüklerini namazdan uzaklaştırmak bir yana, aksine nasıl namaz kılacaklarını onlara bizzat öğrettiğini biliyoruz.

İlim öğrenmek üzere yola çıkan kimseye, Allah cennet yolunu kolaylaştırır


ECDADIN PEYGAMBER SEVGİSİ I

TREN YOLUNU SÜNNETE GÖRE YAPTIRAN SULTAN; ABDÜLHAMİD HÂN Ecdâdımızın Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan hürmetinin sayısız misâllerinden biri de Sultan II. Abdülhamid Hân’ın İstanbul -Medine tren yolunu yaptırırken, Peygamberimiz (s.a.v)’e gösterdiği örnek hassasiyet. ABDÜLHAMİD HAN’DAN İSTANBUL’DAN MEDİNE’YE TREN YOLU II. Abdülhamid Hân, Peygamber âşığı müʼminlerin, O Âlemler Sultânıʼnın nurlu eşiğine yüz sürerek muhabbetlerini arz edebilmelerini kolaylaştırmak için İstanbul’dan Medîne-i Münevvere’ye uzanan bir tren yolu yaptırmıştır.

KÜÇÜKLERİNE MERHAMET ETMEYEN,BÜYÜKLERİNE SAYGI GÖSTERMEYEN BİZDEN DEĞİLDİR .


ECDADIN PEYGAMBER SEVGİSİ I

İSTASYONLAR PEYGAMBERİMİZİN KONAKLADIĞI YERLERE YAPILDI Öyle ki tren yolunun istasyonlarını da sünnet-i seniyyeye uygun olması için Peygamber Efendimiz’in seferlerinde konakladığı yerlere inşâ ettirmiştir. Ayrıca Medîne Tren İstasyonuʼnu Nebiyy-i Muhterem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in rûhâniyetini rahatsız etmemek düşüncesiyle Kubbe-i Hadrâ’dan yaklaşık 2 km. uzağa yaptırmış ve Medîne içerisinde bulunan bütün raylar, -üzerinden vagonlar geçtikçe gürültü çıkarmasınlar diye- keçe ile kaplatmıştır. KEÇE İLE DÖŞENEN RAYLAR GÜLSUYU İLE YIKANIR Keçe ile döşenen bu raylar da, Allah Rasûlü’ne duyulan hürmet ve muhabbet dolayısıyla günün belli saatlerinde gülsuyu ile yıkanmıştır.


ECDADIN PEYGAMBER SEVGİSİ II

Osmanlı devrinde yaşamış arif ve meşhur şair Yusuf Nabi (rah.), 1678 yılında bir kafile ile hac yolculuğuna çıkmıştı. Kafilede devletin ileri gelen paşaları da bulunuyordu. Kafile hicaz bölgesine girince Hz. Peygamber’i ziyaret aşkı Nabi’yi iyice sardı; öyle ki, vücudu bir hoş oldu, uykusu kaçtı, hiç uyumadı. Kafile, gece yarısı Peygamber şehri Medine-i Münevvere’ye yaklaştı. Kafilede bulunan Eyüplü Rami Mehmed Paşa o esnada kıble tarafına doğru ayaklarını uzatmış uyuyordu. Resul-i Kibriya’nın (s.a.v) beldesine girerken arkadaşlarında gördüğü bu manzara Nabi’ye hiç de hoş gelmedi. Paşayı uyandıracak bir şekilde, şu meşhur beyitleri söylemeye başladı: Sakın terk-i edepten, küy-i mahbub-ı Hüdadır bu! Nazargah-i ilahidir, Makam-ı Mustafa’dır bu. Açıklaması şöyledir: Edebi terk etmekten sakın! Zira burası Allah-u Teala’nın sevgili kulunun beldesidir. Burası, Hak Teala’nın devamlı nazar kıldığı bir yerdir; Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) makamıdır.


ECDADIN PEYGAMBER SEVGİSİ II

Bu beyitleri işiten paşa, gözünü açtı, hemen kendine geldi, ikazın sebebini anladı, ayaklarını topladı, doğruldu. Nabi’ye dönerek: -Ne zaman yazdın bunları? Senden başka duyan oldu mu onları? Diye sordu. Yusuf Nabi: -Bunları daha önce herhangi bir yerde söylemiş değilim. Şimdi, sizi bu halde görünce elimde olmadan yüksek sesle söylemeye başladım. İkimizden başka bilen yok! dedi. Paşa: -Öyleyse bu aramızda kalsın, diye ikaz etti. Nabi sustu, yola devam ettiler. Kafile, sabah ezanına yakın Hz. Resulullah’ın mescidine yaklaştı. Bir de baktılar ki, mescidin minarelerinde müezzinler ezandan önce, Nabi’nin: “Sakın terk-i edepten…” beytiyle başlayan natını okuyorlar. Nabi ve paşa hayret ettiler. Mescide girdiler, namaz kıldıktan sonra, hemen baş müezzinin yanına koştular. Nabi, heyecanla: -Allah adına, peygamber aşkına söyle, siz ezandan önce okuduğunuz o beyitleri kimden, nerede ve nasıl öğrendiniz? diye sordu. Müezzin önce cevap vermek istemedi, Nabi ısrar ve rica etti. Bunun üzerine müezzin:


-Resul-i Kibriya (s.a.v) Efendimiz, bu gece tüm müezzinlerin rüyasını şereflendirerek: “Ümmetimden Nabi isimli birisi beni ziyarete geliyor. Bana olan aşkı her şeyin üzerindedir. Kalkın, ezandan önce, onun benim için yazdığı beyitleri okuyarak kendisini karşılayın, mescidime girişini kutlayın!” buyurdu. Biz de Efendimizin emirlerini yerine getirdik, dedi. Nabi, hepten şaşırdı ve heyecanlandı, dayanamadı ağladı. Göz yaşları içinde müezzine tekrar: -O iki cihanın efendisi, gerçekten Nabi mi dedi, O benim ümmetimdendir mi buyurdu? diye sordu. Müezzin: -Evet, Nabi dedi, o benim ümmetimdendir, buyurdu, deyince, Nabi bu iltifata daha fazla dayanamadı, sevincinden düşüp bayıldı. İşte ecdadımızdan peygamber sevgisine ve mübarek beldelere Hürmet göstermeye örnek saifeler

İSLAM GÜZEL AHLAKTIR.


PEYGAMBERİMİZİ TANIYOR MUYUZ? -

İnsanlık tarihinin en karanlık çağlarından biri yaşanıyordu…İnsanlar artık hiç bir şeyden haya etmiyor,ahlaksızlık almış başını gidiyordu.Bu gözü kapalı gidişe “DUR !” diyecek bir uyarıcı bir müjdeleyici bekleniyordu… Ardından Allah’ın emri ile alemlerin Sultanı, beklenen uyarıcı,müjdeleyici,gelecekte “Muhammedül Emin” diye hitap edecekleri kurtarıcı dünyayı şereflendirdi… Kırk yaşından sonra Allah’ın emri ile insanları bu gidişten kurtaracak müjdelerin müjde- sini verdi. Bu müjdeye inananlar dünyada ve ahirette şereflendirildi fakat bunu kulak arkası edenler ise sürekli olarak uyarıldı.Allah’ın emri ile gelerek alemlerin efendisi olan Peygam- ber Efendimize Allah-u teala şöyle buyurdu : “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit , bir müjde- leyici ve uyarıcı olarak gönderdik”…Aynı şekilde; İmamı Malik (r.a)den rivayetle Peygamber Efendimiz buyurdular ki ; “Ey ashabım! Size amellerinizin en hayırlısını ,Allah dininden en verimlisini , servetini-zin en üstünü olan altın ve gümüşü Allah yolunda harcamanızdan daha hayırlısını,düşmanla karşılaşıp savaşmanızdan daha hayırlısını haber vereyim mi ?”


PEYGAMBERİMİZİ TANIYOR MUYUZ? “Daimi olmak üzere Allah’ı zikirdir.”gibi örneklerini çoğaltabileceğimiz daha bir çok şekilde insanları müjdelemiştir.Aynı zamanda bu müjdeye kulağını tıkayanları,bıkmaksızın defalarca uyararak güzellikler diyarına davet etti.. Yüce Allah’ta bir ayetinde : “ Kuran’ı ancak hak olarak indirdik ve oda indiği gibi hak o- larak kaldı.Seni de yalnız müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.” Buyurmuşlardır. Müjdeleyici örneklerinin çok olmasıyla birlikte aynı şekilde uyarıcı örneklerinin de çok olduğunu saptayabiliriz… Örnek olarak : bir rivayete göre , sürekli reddedildiği halde Ebu Cehil’in kapısına binden fazla gittiği söylenir ve Taif’te taşlandığı halde orada bulunan insanları lanetlememiş , uyarmaya devam etmiştir. Hayatı boyunca bıkmadan ,isyan etmeden ,severek ve sabırla insanları uyaran ve müjde- leyen Peygamber en büyük mucizesi olan Kur’an-ı Kerim’i ve Hadislerini kendinden sonraki insanlığa müjdeleyici ve uyarıcı olarak bırakmıştır…

Ümmetimin bana en yakın olanları, bana en çok Salavat getirenlerdir.


PEYGAMBERİMİZ İLE İLGİLİ SORU VE CEVAPLAR. PEYGAMBER EFENDİMİZİN ANNESİ VE BABASININ İSMİ NEDİR ? ANNESİNİN ADI AMİNE BABABASININ ADI İSE ABDULLAH’TIR. SÜT ANNESİNİN ADI NEDİR ? BENİ SAD KABİLESİNDEN HALİME’DİR. HZ. MUHAMMED NEREDE DÜNYAYA GELDİ ? 571 YILINDA MEKKE’DE DÜNYAYA GELMİŞTİR, REBİUL EVVEL AYININ ONİKİNCİ PAZARTESİ GECESİ. PEYGAMBER EFENDİMİZİN DEDESİNİN ADI NEDİR ? ABDULMUTTALİB’TİR. AMCASININ ADI NEDİR ? EBU TALİB’DİR. NEREYE HİCRET ETTİ ? 622 YILINDA MEKKE’DEN MEDİNEYE HİCRET ETTİ. KAÇ YAŞINDA PEYGAMBERLİK GELDİ ? 40 YAŞINDA PEYGAMBERLİK VERİLDİ, 23 SENE PEYGAMBERLİK YAPMIŞTIR. HZ MUHAMMED KAÇ YAŞINDA VEFAT ETTİ ? PEYGAMBER EFENDİMİZ 63 YAŞINDA AHİRETE GÖÇTÜLER. PEYGAMBER EFENDİMİZİN KAÇ ÇOCUĞU VARDI ? 4 KIZ 3 OĞLU OLMAK ÜZERE TOPLAM 7 ÇOCUĞU VARDI. KIZLARININ İSİMLERİ NELERDİR ? FATIMA, ÜMMÜ GÜLSÜM, RUKIYYE VE ZEYNEP’TİR. OĞULLARININ İSMİ NELERDİR ? İBRAHİM, ABDULLAH VE KASIM’DIR.


PEYGAMBER EFENDİMİZİN EN YAKIN DOSTLARI KİMLERDİ ? HZ. ALİ, HZ. OSMAN, HZ. ÖMER VE HZ. EBUBEKİRDİR. HZ.ALİ AYNI ZAMANDA PEYGAMBERİMİZİN NESİ OLUR ? AMCASININ OĞLU VE PEYGAMBER EFENDİMİZİN DAMADI OLUR. HZ. ALİNİN EŞİ KİMDİR ? PEYGAMBER EFENDİMİZİN KIZI HZ.FATIMA’DIR. PEYGAMBERİMİZİN KAÇ TORUNU VARDI ? İKİ TANE, HZ. HASAN VE HZ. HÜSEYİNDİR. TORUNLARI KİMİN ÇOCUKLARIYDI ? HZ. ALİ VE HZ. FATIMA’NINDIR. ALLAH’IN YANINDA İNSANLARIN EN BÜYÜĞÜ KİMDİR ? TABİKİ PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM’DİR. NEDEN SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM DİYORSUN ? PEYGAMBERİMİZİN İSMİ HER ANILDIĞINDA SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM VEYA ALLAHÜMME SALLİ ALA MUHAMMED DERİZ. NEDEN MANASI NEDİR ? ALLAHIN RAHMETİ VE SELAMETİ PEYGAMBERİMİZİN ÜZERİNE OLSUN DEMEKTİR.HER MÜSLÜMAN BÖYLE SÖYLEMELİDİR. ESHAB KİME DENİR ? PEYGAMBER EFENDİMİZİ YAKINDAN DÜNYA GÖZÜYLE GÖRÜP SOHBET ETMİŞ KİŞİLERE DENİR.


GAZNELİ MAHMUT VE PEYGAMBERİMİZİN İSMİNE HÜRMETİ

Muhammed ismine gösterilmesi gereken edebi en iyi anlatan kıssalardan biri de Gazneli Mahmud ve hizmetçisine aittir. "Muhammed" isminde çok sevdiği bir hizmetçisi bulunan Gazneli Mahmud, bu hizmetçisini devamlı ismiyle hitap ederek çağırmaktaydı. Gazneli Mahmud'un, bu hizmetçisini günün birinde kendi ismiyle değil de, babasının ismiyle çağırması üzerine kalbi kırılan hizmetçisinin böyle davranmasının sebebini sorması üzerine, Peygamberimiz'in (S.A.V.) delicesine aşığı olan Gazneli Mahmud şu cevabı vermiştir: "Evladım, her gün sana 'Muhammed' isminle hitap ediyordum, zira abdestli bulunuyordum. Şu anda ise abdestim yok. 'Muhammed' ismini abdestsiz söylemekten hayâ ediyorum. Onun için seni babanın ismiyle çağırdım " Bir çocuğa Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin ismi takılınca, o isim hürmetine çocuğa mümkün mertebe izzet ve ikramda bulunmak bir edep gereğidir. Fakat o çocuk ismiyle çağrıldığı zaman, salatü selam okumak şart değildir. Çünkü kast edilen Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz değildir.


PEYGAMBER OLMAK… Ne Kadar Naziksin Peygamberim! On senesini Peygamberimizin yanında geçiren Hz. Enes, Peygamberimizin ne kadar nazik bir insan olduğunu anlatıyor: “Peygamberimiz, kendisine soru soranı can kulağıyla dinlerdi. Biriyle tokalaşırken karşısındaki elini çekmeden elini çekmezdi. Biriyle yüz yüze gelince, karşısındaki yüzünü dönüp ayrılmadıkça Peygamberimiz o kimseden yüzünü çevirmezdi. Karşılaştığı kimseye önce kendisi selâm verirdi. Tokalaşmak için de önce kendisi elini uzatırdı. Kendisini ziyarete gelenlere ikramda bulunurdu. Oturmaları için hırkasını yere sererdi. Bazen de altındaki minderi misafire verir, kendisiyse yere otururdu.” Alçakgönüllü Peygamberim Peygamberimiz çok merhametli bir insandı. Tüm insanları, özellikle çocukları, çok severdi. Çocukları görünce hemen yanlarına gider, selâm verir, onlarla sohbet ederdi. Eline taze bir meyve geçince önce çocuklara ikram ederdi. Peygamberimiz, çok cömert bir insandı. Özellikle fakir ve yoksulları görür gözetir, ihtiyaçlarını karşılardı. Kapısına birisi gelip bir şey isterse, kendi ihtiyacı olduğu halde yemez, ona verirdi. Giymez, onu giydirirdi.


PEYGAMBERİMİZİN HAYATINDAN Peygamberimiz çok mütevazı bir insandı. Kimseye üstten bakmaz, kendisini arkadaşlarından ayırt etmezdi. Onlardan birisi gibi yaşardı. Ortak iş yapılacağı zaman hemen kendisi de görev alırdı. Yoldaydılar. Peygamberimiz Sahabelerinden bir koyun kesip pişirmelerini istedi. Sahabelerden birisi öne çıktı: - Ya Resulallah, koyunu kesmek benim işim olsun, dedi. Bir başkası ileri atıldı: “Ya Resulallah, pişirmesi de benim işim olsun. Başka bir sahabe: - Onu yüzmesi de benim işim olsun, dedi. Böylece kendi aralarında iş bölümü yaptılar. Peygamberimiz de: - Odun toplamak da benim işim olsun, diyerek onlara yardım etmek istedi. Sahabeler onu o kadar çok seviyorlardı ki buna razı olmak istemediler: - Ya Resulallah, biz sizin yapacağınız işi de yapabiliriz, dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu: - Ben size karşı ayrıcalıklı bir durumda bulunmaktan hoşlanmam. Çünkü Allah bundan hoşlanmaz.


Peygamberimiz ve Süt Annesi Sevgili Peygamberimiz doğduktan sonra dokuz gün kadar annesi Âmine Hâtun tarafından emzirildi. Sonra Ebû Leheb’in câriyesi Süveybe Hâtun onu günlerce emzirdi. O zaman Mekke halkının çocuklarını bir süt annesine vermeleri âdetti. Mekke’nin havası çok sıcak olduğundan, çocukları havası iyi, suyu tatlı olan civar yerlerdeki yaylalara gönderirler, çocuklar bir müddet oralarda, verildikleri süt annelerinin yanında kalırlardı. Her sene bu maksatla Mekke’ye birçok süt anaları gelir, birer çocuk alıp giderlerdi. Çocukları büyütüp teslim edince de çok ücret ve hediyeler alırlardı. Peygamberimizin doğduğu sene de yaylalarda yaşayan Benî Sa’d kabilesinden bir çok süt anne Mekke’ye gelip her biri emzirmek üzere birer çocuk almıştı. Benî Sa’d kabilesi Mekke civârındaki kabileler arasında şerefte, cömertlikte mertlik ve tevâzuda ve Arapçayı düzgün konuşmakta meşhur olduğundan Kureyş kabîlesinin ileri gelenleri çocuklarını, daha çok, bu kabîleye vermek isterlerdi. O sene Benî Sa’d kabîlesinin yurdunda şiddetli bir kuraklık ve kıtlık olduğundan ücretle çocuk emzirip sıkıntılarını gidermek üzere, her senekinden daha çok süt annesi Mekke’ye gelmişti. Bilhassa zengin âilelerin çocuklarını alıyorlardı. Gelen kadınların her biri birer çocuk almışlardı. Peygamber efendimiz yetim olduğu için fazla ücret alamama düşüncesiyle, henüz O’na tâlib olan çıkmamıştı. Gelen kadınlar içinde iffeti, temizliği, hilmi (yumuşaklığı), hayâsı ve yüksek ahlâkıyla tanınmış Halîme Hâtun da vardı. Binek hayvanları zayıf olduğu için Mekke’ye ötekilerden geç gelmişti. Kocası ile Mekke’de dolaşarak zengin âilelerin çocuklarının alınmış olduğunu görmüşler, eli boş dönmemek için bir çocuk aramaya başlamışlardı. Nihâyet görünüşü ile hürmet celbeden, sîması çok sevimli bir zat ile karşılaştılar.


Bu, Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib idi. Onunla torununu almak üzere anlaştılar. Abdülmuttalib, Halîme Hâtunu Âmine’nin evine götürdü. Halîme Hâtun şöyle anlatır: “Çocuğun baş ucuna vardığımda O’nu, yünden beyaz bir kundağa sarılı, yeşil ipekten bir örtünün üstünde mışıl mışıl uyur gördüm. Etrafa misk kokusu yayılıyordu. Hayret içinde kalıp bir anda O’na öylesine ısındım ki uyandırmaya kıyamadım. Elimi göğsüne koyduğumda uyandı ve bana bakıp öyle bir tebessüm etti ki, kendimden geçtim. Annesi, böylesine güzel ve mübârek çocuğu bana vermez korkusuyla derhal yüzünü örtüp kucağıma aldım. Sağ mememi verdim, emmeye başladı. Sol mememi verdim, emmedi. Abdülmuttalib bana dedi ki: “Sana müjdeler olsun ki, hanımlar içinde senin gibi nîmete kavuşan olmadı.” Halime Hâtun der ki: “Muhammed’i alıp Âmine’nin evinden ayrıldım. Kocamın yanına gelince kocam O’nun yüzüne bakıp kendinden geçti: “Ey Halîme! Bugüne kadar böyle güzel yüz görmedim” dedi. O’nu yanımıza alır almaz kavuştuğumuz bereketleri görünce de; “Ey Halîme, bilmiş ol ki, sen çok mübârek bir çocuk almışsın.” dedi. Ben de; “Vallahi, ben de zâten böyle dilerdim” dedim.” Halîme Hâtun, kocası ile birlikte Muhammed aleyhisselâmı alıp Mekke’den ayrıldıkları andan îtibâren O’nun bereketine kavuşmaya başladılar. Çelimsiz ve hızlı gidemeyen merkebleri öylesine hızlı yürüyordu ki, beraber geldikleri kâfile, onlardan önce yola çıkıp çok uzaklaşmış olmasına rağmen, onlara yetişip geçmişti. Benî Sa’d yurduna vardıktan sonra görülmemiş bir bolluğa ve berekete kavuştular. Sütü az olan hayvanları bol bol süt veriyordu. Bunu gören komşuları hayret edip, bunun emzirmek için aldıkları çocuk sebebiyle olduğunu açıkça anladılar. Kuraklık sebebiyle çok sıkıntıya düştüklerinde yağmur duâsına giderken O’nu yanlarında götürüp duâ ederek O’nun hürmetine bol yağmura ve berekete kavuştular. Sevgili Peygamberimiz süt annesi Halîme Hâtunun sağ memesini emer, sol memesini emmezdi. Onu da süt kardeşine bırakırdı. İki aylıkken emekledi. Üç aylık olunca ayakta durur, dört aylıkken duvara tutunarak yürürdü.


Beş aylıkken yürüdü, altı aylıkken çabuk yürümeye başladı. Yedi aylıkken her tarafa gider oldu. Sekiz aylıkken anlaşılacak şekilde, dokuz aylıkken gâyet açık konuşmaya başladı. On aylıkken ok atmaya başladı. Halîme Hâtun şöyle anlatmıştır: “İlk konuşmaya başladığında, “Lâ ilâhe illallahü vallahü ekber. Velhamdülillahi rabbil âlemîn.” dedi. O günden sonra “Bismillâh” demeden hiçbir şeye elini uzatmazdı. Sol eliyle bir şey yemezdi. Yürümeye başladığında çocukların oynadıkları yerden uzak dururdu ve onlara “Biz, bunun için yaratılmadık.” derdi. Her gün O’nu güneş ışığı gibi bir nûr kaplar ve yine açılırdı. İki yaşına girdiğinde gelişmiş, gösterişli bir çocuk olmuştu. Üzerinde beyaz bir bulut dâimâ birlikte hareket eder ve O’nu gölgelerdi. Bir gün Halîme Hâtun farkında olmadan süt kardeşi Şeymâ ile öğlenin yakıcı sıcağında kuzuların yanına gitmişti. Halîme Hâtun, onu yanında göremeyince hemen arayıp buldu. Şeymâ’ya, “Niçin sıcakta dışarı çıktınız?” dedi. Şeymâ; “Anneciğim! Kardeşimin başı üzerinde bir bulut O’nu dâimâ gölgeliyor.” dedi. Yine bir gün süt kardeşi Abdullah ile evlerinin yakınında bulunan kuzuların arasına gitmişlerdi. Süt kardeşi koşarak eve gelip; “Beyaz elbiseli iki kişi, Kureyşli kardeşimi yere yatırıp karnını yardılar, ellerini karnına soktular!” dedi. Halîme Hâtun ile kocası Hâris, süratle koşup yanına geldiler. Baktılar ki rengi değişmiş, semâya bakıyor ve tebessüm ediyor.“Sana ne oldu yavrucuğum?” diye sorduklarında şöyle anlattı: “Yanıma beyaz elbiseli iki kişi geldi. Birinin elinde içi kar dolu bir tas vardı. Beni tutup, göğsümü yardılar. Kalbimi de çıkarıp yardılar. Ondan siyah bir kan pıhtısı çıkardılar. Göğsümü ve kalbimi o karla temizlediler ve kapatıp kayboldular.” dedi. Bu hâdiseye “Şakk-ı sadr” (göğsünün yarılması) denir. Bu, Kur’ân-ı kerîm’de İnşirah sûresi ilk âyetinde bildirilmektedir.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.