PsiNossa 43 - Sanat ve Terapi

Page 1


2018 Genel Sekreter Arzu Hamurcu Nuh Naci Yazgan Üniversitesi arzuhamurcu@tpocg.net Editör Emel Emre Hasan Kalyoncu Üniversitesi emelberra1@gmail.com Yazar Esra Canpolat Işık Üniversitesi esraccanpolat@gmail.com Yazar Esra Gün Çağ Üniversitesi esragunn18@gmail.com Yazar Burcu Çakmak İstanbul Gelişim Üniversitesi cakmakbburcu@gmail.com Yazar Vecettin Sırlan Lefke Avrupa Üniversitesi sirlanvecettin@gmail.com Yazar Merve Paltacı Uludağ Üniversitesi merve.paltaci96@gmail.com Yazar Zeliha Vardı İstabul Medipol Üniversitesi zelihavardi98@gmail.com Çevirmen - Tartışma Köşesi Öykü Topaloğlu Kadir Has Üniversitesi oyku.topaloglu@hotmail.com

Çevirmen-Tartışma Köşesi Narin Sezen Özyeğin Üniversitesi narin.sezen@ozu.edu.tr Röportaj Yazarı Zeynep Doğan İstanbul Şehir Üniversitesi zeynep.dogan@std.sehir.edu.tr STK Yazarı Merve Ulusoy Acıbadem Üniversitesi merve.ulusoy@live.acibadem.edu.tr Film Köşesi Yazarı Kürşat Keşan İstanbul Maltepe Üniversitesi kursatkesan@gmail.com Kitap Köşesi Yazarı Esra Bayısın İzmir Ekonomi Üniversitesi esraabayisinn@gmail.com Müzik Köşesi Yazarı Atakan Yücel Girne Amerikan Üniversitesi atakan0797@gmail.com Ayın Farkındalıkları Nurullah Talha Aybey Bahçeşehir Üniversitesi naybeyy@gmail.com Çizer Şeyma Kara Işık Üniversitesi seyma.kara@isik.edu.tr Dizgi-Tasarım İncigül Semiz Üsküdar Üniversitesi incigul73@gmail.com


BU SAYIDA; • HİS’SİZSİNİZ • Travmalarda Sanat Terapi • İfade Edemediğimiz Duyguların Tercümesi • Çocuk Gelişiminde Bir Oyun Olarak Sanat Terapisi • Ruhun Gıdası: Müzik Geçmişten Günümüze Müzik Terapi • PSİKOSANAT • Tartışma Köşesi- BDT ve Psikanalitik Kuramlarla Sanat Terapisi • Röportaj Köşesi- Fatma Zeynep Çilek ile Sanat Terapi • Film Köşesi- Acı ve İlham • Kitap Köşesi- Beden Asla Yalan Söylemez • Müzik Köşesi- Aşk: Yoldaş Besteler • Ayın Farkındalıkları- Turuncu Bir Gelecek • Stk Köşesi- Türkiye Alzheimer Derneği • Mezun Köşesi- Zeynep Bostan • Çizim Köşesi


BİZİ TWİTTER’DAN TAKİP ETMEYİ UNUTMAYIN!

@TPOCG_Yayinlari


Merhaba Sevgili Okur, PsiNossa, Sanat ve Terapi konusu ile sizlerle. Bu ay sorularım ile gelmek yerine ekip arkadaşlarımın bende bıraktığı izlerle gelmek istedim. Dergimizi okurken PsiNossaList’in size eşlik etmesine izin verin sevgili okur, sizi dinlendireceğine inanıyorum. Keyifli okumalar. “Böylesine naif bir sanat dalıyla birleştirilmiş olan terapötik süreç için söylenebilecek bir söz varsa şunu söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum; yaşamın her alanında ve en çok da böylesine hassas terapötik ilişkilerde bulunan biri iseniz karşınızdaki birey için etkiniz her zaman onu hissettiğiniz ve anladığınız kadardır.” (Çakmak, 2018) “Okuduğumuz bir kitapta, dinlediğimiz bir müzikte ya da çizdiğimiz bir resimde dökülüveriyor duygular önümüze ve bazen bilinç dışımızın ortaya koyduklarına bizler bile şaşırıyoruz.” (Gün, 2018) “Kendisini üstün insan olarak gören, her şeye gücü yeten fakat ölüm gerçeğini yenemeyen “narsist” imparatorun bu eseri ölüm varoluşuna bir başkaldırış mıydı?” (Sırlan, 2018) “Kendi ile diyalog kurmak ve kendini keşfetmek fiilleri hem kavramsal hem eylemsel olarak soyut yapılardır ve bunları gerçekleştirmenin en doğal ve kolay yolu ise sanattır.” (Canpolat, 2018) “Eski Yunan’da, müziği her türlü erdemin başı sayarlardı ve müzik, ruhun eğitimi için önemliydi.” (Vardi, 2018) “Var olan düzenden ya da karmaşadan kaçarak tamamen özgün bir yapı kurmaya imkan veren oyun, yaratıcılığın ve aktifliğin temelidir.” (Paltacı, 2018)

Emel EMRE


PSİKOSANAT

VECETTİN SIRLAN

Sanat ve psikoterapi arasındaki ilişkiye bakacak olursak en ilkel çağa doğru gitmemiz gerekir. Sanatın ifade aracı olduğu bu dönemde semboller ve imgeler insanlar için birer iletişim aracı olmuştur (Deniz, 2017). İlkel insanların mağara duvarlarına estetik kaygısı olmadan çizdikleri resimler elbette ki günümüz sanat eserlerinden farklı. Mesela, Çin imparatoru Kin Çe Huangdi’nin 7000 kişilik kilden bir ordu yaptırıp kendisi ile mezara gömdürmesi sadece bir sanat eserinden ibaret değil. Ne peki? Ne anlam taşıyor? Kendisini üstün insan olarak gören, her şeye gücü yeten fakat ölüm gerçeğini yenemeyen “narsist” imparatorun bu eseri ölüm varoluşuna bir başkaldırış mıydı? Yaşanmışlıklarla dolu olan ve buna benzer eserlerin gizemli anlamları, sanatın psikoterapide kullanım yolunu açmıştır.

Sanatla Terapinin Gelişimi Psikiyatride, hastaların yaptıkları sanat ürünleri üstüne ilk klinik/deskriptif incelemeler, 19. yüzyılın son çeyreğinde (1876-1888) Fransız psikiyatr Max Simon ve İtalyan psikiyatr ve suç hukuku uzmanı Cesare Lombroso tarafından yapılmıştır. Fakat sanatın psikoterapide yaygın olarak kullanılması 1930’lu yıllarda gerçekleşir. İkinci dünya savaşından derin bir şekilde etkilenen toplum, tedavi edilmeliydi ve sanat bunun için gayet uygun bir yöntemdi. 1940’lı yıllarda Margaret Naumburg, başta Freud olmak üzere Jung ve Sullivan’dan etkilenerek “dinamik oryantasyonlu sanat terapi” anlayışını çıkarmış. Sanat kavramına kuramsal açıdan bakacak olursak; psikanalitik anlayışa göre sanat, bilinç dışı kullandığımız savunma mekanizmalarının spontan bir imgeleme sürecidir. Jungian bakış ise bunu kollektif bilinç dışı ile açıklar. Davranışçı kurama göre ise sanat, sosyal ve kültürel normların bir ürünüdür. Sanat terapisinin serbest çağrışım tekniğine yakın olması sebebiyle sanat terapisinin psikanaliz yaklaşımdan oldukça yararlandığını görmek mümkün (Eren, 1998).

Sanat Psikoterapinin Farklı Dalları Görsel sanatlar Terapisi: Görsel sanatlarının kullanıldığı bu terapi yönteminde bir sanat terapisti eşliğiyle danışan birey, görsel sanatın öğelerinden yararlanır. Danışan; resim, heykel, ebru sanatı, seramik yapımı gibi sanatlardan yararlanarak ortaya müthiş bir eser ortaya çıkarır. Önceden bahsettiğim gibi bu eserin muhteşem olmasının sebebi aşırı estetik olmasından değil, bu eser danışan kişinin bilinç dışı şekilde dışa vurduğu rahatsızlığının somutlaşmış halidir çünkü. Bu sayede terapist, danışanın sembol dünyasını anlamış olur. Terapide önemli olan kişinin duygusal farkındalığını artırıp iç görü kazanmasına destek olmaktır (Deniz, 2017).


Psikodrama Terapisi: Tiyatroyu psikolojik tedavide kullanan bir tekniktir. 20. Yüzyılın

başlarında Jacob Levy Moreno tarafından geliştirilmiştir. Amaç: Kişilerin henüz anlam veremedikleri sorunlarını ve kendi iç dünyasını kısa bir oyunun içinde rol alarak incelemeleri ve farkındalığa ulaşmalarını sağlamak. Özetleyecek olursak; psikodrama gerçekliğin somutlaşmış halidir (Işiker ve Fırıncı, 2008).

Müzik Terapisi: Müzik terapisi diğer terapi türlerine göre oldukça eski bir yöntemdir.

Türklerde müzikle tedavi m.ö. 1200 yıllarına dayanır. Eski tıbba baktığımız zaman birçok hastalık için müzik tedavi için kullanılıştır. İki tip müzik terapi yöntemi vardır: Birincisi aktif müzik terapi, ikincisi ise pasif müzik terapidir. Adından da anlaşılacağı gibi aktif müzik terapide danışan aktif konumdadır fakat pasif müzik terapide danışan sadece dinleyicidir.

Türk müziğinde bazı makamlar ve bunların etkileri; Büzürk Makamı: Cesaret duygusunu artırır. Uşşak Makamı: İnsana gülme hissi verir. Hicaz Makamı: Alçakgönüllülük duygusunu artırır. Neva Makamı: İnsana lezzet ve ferahlık verir. Ayrıca bu makamların gün içinde zamanlara göre psikolojik etkileri farklı olur (Göktepe, 2015). Sanat terapisinin farklı dallarına göz attığımızda hepsinin ortak özelliği bastırılmış duyguların aktarımında önemli bir araç olduğudur. Hastanın bu süreçte yarattığı ürün kendisine bazı mesajlar verir ve bunun sonucunda farkındalığı artar.


RUHUN GIDASI: MÜZİK ZELİHA VARDI Geçmişten Günümüze Müzik Terapi İlkel insan, doğada kendinden başka sesler duyduğunda onu gizemli ve büyülü buldu, bu seslerin ruhlara ait olduğunu düşündü. Evrende iyi ve kötü ruhlar vardı ve kötü ruh insanın bedenine girerek hastalık oluşturuyordu. Bedene yerleşen kötü ruhtan kurtulmanın yolu ise kötü ruhun sesini, şarkısını bulup onunla temasa geçmekti. Bu teması yine ruha hitap eden, esrarlı ve gizemli olarak nitelendirdikleri sesler ve müzik sağlayacaktı (Karahan, 2006; Şengül, 2008). Müziğin tedavi gücünün kullanılmasının bilinen geçmişi ilkel kabilelere kadar uzanır. Bu kabilelerde müzik ve dansla tedavi uygulayıcısı büyücü ya da şamanlardı. Bu kişiler döneminin bir nevi ruh hekimiydi. Büyücü, kabile üyeleri tarafından çekinilen, saygı gösterilen, kabilesini tehlikelerden koruyan ve gücüne inanılan kişiydi. İnanışa göre her varlık, ölü olsun diri olsun fark etmeksizin gizli bir sese ve şarkıya sahipti. Canlının tepki göstereceği sese de şarkı ile büyü yapılır ve hastalığın iyileştiğine inanılırdı. Günümüzde hala Afrika’da bazı kabileler bu şekilde tedaviyi uygulamaktadır. Örneğin, Habeşistan’daki şeytan çıkarma amaçlı Zar ayini düzenlenmesi, Kenya’da Molo kabilesi ritmik danslarla, Zambia’da davul ritmi ve dansla trans haline getirilen hastanın uyandığında iyileştiğine inanılması bu örneklerden birkaçıdır (Gençel, 2006; Karahan, 2006; Şengül, 2008). Eski Yunan’da, müziği her türlü erdemin başı sayarlardı ve müzik, ruhun eğitimi için önemliydi. Hatta Apollon’un oğlu Orpheus’un sıkıntıları, dertleri, hastalıkları giderdiği söylenen ‘lir’ adında bir çalgıyı çok iyi çaldığı bilinmektedir. Yunan filozoflarından M.Ö. 585-500 yılları arasında yaşamış olan Sokrates’in öğrencisi Platon ise müzik teorilerinin ve müzik ile hastalıkları tedavi etme ilminin kurucularındandır. Platon, müziğin kişiye hoşgörü ve rahatlık verdiğini, ruhun derinliklerine indiğini düşünüyordu. Tıbbın babası olan Hippocrates’in ise hastaları ilahiler eşliğinde tapınaklara götürüp tedavi ettiği bilinir. Eski Yunan Bergama’da bulunan sağlık merkezlerinin en önemlisi olarak nitelendirilen Asklepion, müzik terapinin uygulandığı merkezlerden ilki olarak kabul edilir. Merkezde flüt ve başka müzik aletleri kullanılarak tedavi uygulanıyordu. Eski Mısır’da ise hastalara tedaviden önce müzik dinletilir özellikle doğumlarda müziğin gücü etkin olarak kullanılırdı. Müzik, Çin kültüründe ise kalbin sesi ve evrenin simgesi olarak kabul edilirdi. “Lo” isimli gür ses veren gongun, kötü cinleri hastadan uzaklaştırdığına inanırlardı (Karahan, 2006; Koç, Ayhan Başer ve Kahveci, Özkara, 2015; Şengül, 2008).


Türklerde müziğin tarihine değinirsek, bu tarih Türk tarihi kadar eskidir. Yaklaşık 6 - 8 bin yıllık bir geçmişi olduğu düşünülmektedir. Türkler, vurmalı, üflemeli ve telli müzik aletlerini kullanmışlardır. Özellikle Orta Asya Türkleri’nde kopuz ve saz iyi ruhları çağırıp kötü ruhları uzaklaştırdığına inanılan enstrümanlardır. Eski Türkler’de müzikle tedavinin uygulayıcılarına Şaman ya da Baksı denirdi. Baksı, tedavi sırasında kutsal saydıkları enstrümanlarla beraber seans boyunca şiir, şarkı ve dansı birleştirerek transın iyileştirici gücü kullanırdı. Kutsal olan enstrümanlardan kopuz, Dede Korkut’un sazıdır ve baş kısmındaki ses tellerinin bağlandığı burgulardan biri güneşi, biri ayı temsil ederken; gövde tellerinin bağlandığı köprünün altı yeri, üstü de göğü temsil eder. Tellerin sürtünmesi ile çıkan ses ise ata ruh ile bağlantıyı sağlar (Karahan, 2006; Koç, Ayhan Başer ve Kahveci, Özkara, 2015). Türklerde Orta Asya’dan gelen baksıların bireysel yöntemleri, Selçuklular ve Osmanlı zamanında hastane ortamına taşınmıştır. İlk şifahane Selçuklu Sultanı Nureddin Zengi tarafından Şam’da kurulmuştur. Diğer yandan İstanbul’daki Fatih Darüşşifası ve Edirne’deki Edirne Darüşşifası(II. Bayezid Külliyesi) tedavide müziğin kullanıldığı en önemli hastanelerdir. Özellikle Edirne Darüşşifası yapılırken akustiği müzikle tedavi düşünülerek yapılmıştır. Bu hastanede hekimbaşı, hastalara tedaviden önce çeşitli makamlar dinletip kalp atış hızlarına bakıyor ve uygun melodiyi belirledikten sonra aynı hastalıktan muzdarip hastaları bir araya getirip darüşşifanın müzik ekibine haftanın belirli günleri konserler düzenlettiriyordu (Gençel, 2006; Şengül, 2008). Ebu Bekir Razi, Ebu Nasr Farabi ve İbni Sina Osmanlı’da müziğin tedavi edici özelliği ile ilgilenen önemli hekimlerdendir. Özellikle Farabi, “Musiki ul Kebir” adlı eserinde müziğin astronomi ve fizikle ilişkisini incelemiş ve günü belli kısımlara ayırarak vakitlerle Türk müziği makamlarının ilişkisini fizyolojik ve psikolojik yönden ele almıştır. İbni Sina ise Farabi’nin eserlerinden öğrendiklerini Kitabü-ş Şifa ismindeki eseriyle tıbba uyarlamıştır. Diğer yandan 19. yüzyıla kadar batıda ruhsal rahatsızlıkları olanlara şeytan tarafından ele geçirilmiş, insan görünümündeki varlık olarak bakılıyordu. Bu insanlara çeşitli yöntemlerle şeytan çıkarma işlemleri yapılıyordu (Hatunoğlu, 2014; Karahan, 2006; Koç, Ayhan Başer, Kahveci, Özkara, 2015). Günümüzde müzikle terapinin önemi yeniden fark edilmiştir. Eski uygarlıklardan gelen birtakım inanışlar artık bilimsel verilerle yeni bir boyut kazanmıştır. Dünya Müzik Terapisi Federasyonu (WFMT)tanımına göre Müzik Terapisi: ”Bir müzik terapistinin bir danışan veya grupla, onların fiziksel, duygusal, zihinsel, sosyal ve kognitif ihtiyaçlarına karşılık verebilmek adına iletişim, diyalog, öğrenim, mobilizasyon, ifade, organizasyon ve bunlarla ilişkili diğer terapötik amaçları gerçekleştirebilmek ve kolaylaştırmak amacıyla planlı bir süreçte müzik ve/veya müzikal unsurları (ses, ritim, melodi ve armoni) kullanmasıdır” (Oyan ve Sağlamtimur, 2016). Dünyanın çeşitli ülkelerinde müzik terapinin eğitimi verilmekte ve bu alan sistematikleşmektedir. Son yıllarda müziğin beyin üzerindeki etkileri incelenerek nöromüzik terimi literatüre girmiştir. Yapılan araştırmalar; ses, ritim, melodi gibi özelliklerin sağ beyine, müzikle alakalı düşünce kalıplarının sol beyine ve müziğin hissettirdiği duyguların limbik sisteme kaydedildiğini göstermiştir. Bunun yanında müzikle ilgili kişilerin korpus kallozum denilen beynin iki yarım küresini birbirine bağlayan yapının genişlediği bulunmuştur (Karahan, 2006; Koç, Ayhan Başer ve Kahveci, Özkara, 2015; Şengül, 2008).


AYIN FARKINDALIKLARI TURUNCU BİR GELECEK Tarihte kısa bir yolculuğa çıkmaya ne dersiniz? Tarihler 25 Kasım 1960’ı gösterirken Dominik Cumhuriyeti’nde vahşice katledilen üç güzel kadın; Mirabel Kardeşlerin hikayesine göz atacağız. Patria, Minerva ve Maria Teresa Askeri darbe ile yönetimi ele alan hükümet ve 30 yıllık diktatörlüğüne karşı büyük bir mücadele veren bu 3 güçlü kadın baskılara rağmen başkaldırıya devam ettiler. Diktatör Trujillo yandaşlarınca tecavüz edilip dövülerek öldürülen ve uçurumdan atılan Mirabel kardeşlerin ölüm tarihi Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü ilan edilmiştir. Zaman ve mekan değişse de kadınların kaderi ne yazık ki günümüzde de çok değişmiş görünmüyor. Şiddetin türü, sıklığı ve sözde sebepleri farklı olsa da her yıl cinsel saldırı, taciz, istismar veya cinayetin kurbanı olan kadınlar gazete ve televizyonlarda karşımıza çıkıyor. Daha niceleri ise bilinmeyen nedenler ve kişiler tarafından sindiriliyor, değil basına, en yakınlarına bile sesini duyuramadan şiddetin hedefi haline geliyor.

TALHA AYBEY Sadece bosanmak istediği, kendi hayatına dair kararlar aldığı, barışma veya ilişki teklifini reddettiği için dünya çapında binlerce kadın bu yıl da çocuklarını okuldan alırken, işe giderken, ailelerinin sevdiklerini gözleri önünde erkek şiddetince katledildi. Ne bu coğrafyada ne de dünyada dur durak bilmeyen bu şiddet ve baskının kaybedeni kadınlar gibi görünse de günün sonunda toplum kaybediyor. Çalışan, çalışmayan, anne veya değil, evli bekar, sağlıklı ya da engelli ne olduğu ne yaptığı fark etmeksizin bir insan daha eksiliyoruz. Yalnızca ölüm değil her an sosyal, psikolojik veya fiziksel olarak şiddete uğrayan milyonlarca kadın, aile kurmak ve kariyer sahibi olmak arasında bile seçim yapmaya, toplu taşıma araçlarında yalnız kaldıklarında korkunç senaryolar düşünmeye veya sadece giyimi yüzünden türlü hakaret ve ön yargılı bakışlara maruz kalıyor. Tarsus’ta bir minibüste henüz 17 yaşında direndiği tecavüzcülerce öldürülen ve yanmış bedeni bulunan Özge Can, LGBT’nin bir sembolü haline gelen tecavüze uğrayıp ardından yakılarak öldürülen trans kadın Hande Kader(22) ve henüz üzerinden henüz bugün(11.10.18) haberlerde okuduğumuz dört çocuk annesi Şeyda A. ve niceleri…

‘’Ne ilk ne son’’ deyip alışamayız, biz inatla ‘’bu son olsun!’’ diyeceğiz.

Birleşmiş milletler geçen yıl kadına şiddete karşı ‘’Dünyayı turuncuya boya’’ sloganıyla bir farkındalık çalışması başlattı ve turuncu kadının, özgürlüğün ve dayanışmanın rengi oldu. Turuncu bir dünya, turuncu bir gelecek, turuncu...


KASIM AYI FARKINDALIKLARI

•1

Kasım Yahya Kemal Beyatlı’nın ölüm yıl dönümü • 10

Kasım Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının yıl dönümü • 14

Kasım Orhan Veli Kanık ölüm yıl dönümü

• 20

Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü

• 23

Kasım Sait Faik doğum günü

• 24 • 25

Kasım Öğretmenler Günü

Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü


BURCU ÇAKMAK

HİS’SİZSİNİZ...

Günümüz dünyası için içimden ilk gelen şey şunu söylemek oluyor her defasında; robotlar ve insanlar birbirinden farklıdır. Evet bilinmeyen bir şey değil belki ama uzun zamandır hatırlanmayan bir gerçek olduğunu düşünüyorum. Robotlar bizden farklıdır. Karşısındakinin nasıl hissettiğini bilemezler, hayal kuramazlar, haz duyamazlar ve en önemlisi hissedemezler. Tüm bunları okurken sizin de aklınıza bir şey takılmıyor mu? Madem insanlar robotlardan farklı, peki neden bu sayılanları artık bizlerde yapamıyoruz? Mesela en son ne zaman birini dinlediniz, anladınız veya anlamaya çalıştınız, sizin için en son ne zaman birinin hisleri hırslarınızdan önde geldi, çocukluğunuzdan beri en son ne zaman uzun uzun hayal kurdunuz? İnsanlık yaradılış itibariyle bir başkasıyla iletişim halinde olmaya mahkûm bırakılmıştır. Yani insan olmanın en önemli gerekliliği başka bir insandır. Bu acizlik, tek başına var olamama düşüncesi başta hepimiz için korkutucu ve kışkırtıcı görünse de bu böyledir. Bir başkası yoksa konuşamazsınız, öğrenemezsiniz, hayal kuramazsınız, düşünemezsiniz. Düşünseniz bile eyleme dökemezsiniz çünkü hayat müşterektir ve tek başına var olamazsınız. Tüm bu saydıklarım bizi birbirimize muhtaç bırakmışken sizce biz neden bir şeyleri unuttuk? Kişilerin birbirlerini anlayabilmeleri en doğru şekliyle empatik bir ilişki kurabilmeleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Empati; “Bireyin kendi kişiliğini bir diğerine yansıtarak, onu tamamıyla anlaması durumu.” olarak tanımlanır (Şendil, 2014). İçimden sanatın empatik ilişkileri tam anlamıyla özümsemiş bireyler tarafından ortaya çıktığını düşünmek gelirken, bir yandan da kendini hiçbir zaman başkalarının yerine koymayacak olanların icadı diye düşünmek geliyor. Tiyatro demek istiyorum. Tiyatroyu hayatı anlaşılır şekliyle yansıtan en anlamlı sanat dalı olarak görüyorum. Tiyatro tam olarak insanların birbirleriyle kurdukları ilişkilerin yansımasından, bir yaratıcıya sunulmak istenen kişilikten, dualardan, isteklerden ve en önemlisi bireylerin kendilerini bir şekilde özgürce ifade etmek istemelerinden doğmuş bir sanat dalıdır. Turgut Özakman’ın da söylediği gibi ‘‘Tiyatro; insanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatıdır.’’ Tiyatro insanlığa bu kadar aitken aynı zamanda insanlık tiyatroya bu denli ait olmuşken elbette sanat olarak kalmayıp, hayatın tam da merkezinde konumlanmayı başarmış bir alandır. Her ne kadar günümüzde artık çok fazla seyredilmediğinden dem vurulsa da tiyatro, terapi aracı olarak da kullanılan ve güzel insanlar tarafından yaşatılmaya devam edilen bir mucizedir.


İnsanlığın böylesine içine nüfuz etmiş olan sanat, bireylerin oynanan oyunlarda kendilerini bulmaları, zamanla tiyatro terapi yani bugünkü adıyla bilinen Psikodrama’yı oluşturmuştur. Jacop Levi Moreno’nun 1920’lerde geliştirdiği Psikodrama; bireylerin yaşadıkları problemleri tekrardan ele alıp sorgulama ve sahneleme şekli olarak tanımlanabilir. Bireyler bir grup ortamı içerisinde, kendileriyle ilgili farkındalık kazanırlar. Psikodrama bireylere, dramatik sahnelemelerle, geçmiş ve hali hazırdaki problemlerini ya da geleceğe dair beklentilerini görme olanağı sunar (Şendil, 2014). Psikodrama kökenini insanlık tarihinin en eski zamanlarından alır ve bu tür uygulamalara ilkel insanın dramatik ayinlerinde sıklıkla rastlanır. Yağmurun yağmasını, güneşin doğmasını sağlamak ya da kabileyi doğal afetlerden korumak için gerçekleştirilen bu ayinlerde başrol sihirbaz ya da din adamları olurdu. Günümüzde bazı ilkel topluluklarda ruhsal hastalıkların tedavisinde “psikodramatik şok” tekniğinin kullanıldığı bilinmektedir (Geçtan, 2014). Sahnede olup bitenlerin tamamını çözümleyen ise Psikodramatist’dir. Benim nezdimde Psikodramatistler olayları bireyin canlandırmasıyla birlikte interaktif bir şekilde çözümlemeye çalışan aynı zamanda karşısındaki bireyin yaşantılarını canlandırırken hisseden kişidir. Yapılan her işte mantığın yanında hislerin gücüne ve hissetmenin gücüne oldukça inanan birisi olarak bir anneliğin bir de psikoloji biliminin kutsallığına inanıyorum. Oldukça fazla emek sarf edilen bu meslek adına Psikodramatist unvanını almak hiç de sanıldığı kadar kolay değildir. Öncelikle yıllarca süren bir psikodrama yani tiyatro terapi eğitimi alan bu kişiler, bireylerin yaşantılarını sahne üzerinde özümseyen ve problemleri sistematik bir düzen içerisinde çözümleyen kişilerdir. Sahnede canlandırılan konulara duyarsız kalmak yalnızca mesleki anlamda değil, bir izleyici olarak bile çok zorken bu kişilerin bunu başarıyor olmaları takdire şayandır. Tiyatro sanatıyla harmanlanan ve iç içe geçmiş bir şekilde tedavi yöntemi olarak kullanılan psikodrama tekniğinin ana unsuru empatidir. Yani bir Psikodramatist’in en iyi bildiği şey empatik bir ilişki kurabilmektir. Psikodrama kavramı incelenirken en çok karşımıza çıkan kavramlardan birisi de “Tele” kavramıdır. Tele, tek taraflı olan empatiden farklı olarak, iki ya da daha fazla bireyin iç dünyalarının karşılaşmasıdır. Bireyler tele sürecinde bir an için birbirlerinin iç dünyalarını, o sırada nasıl hissettiklerini kendi içlerinde yaşarlar (Özbek ve Leutz, 2003). Böylesine naif bir sanat dalıyla birleştirilmiş olan terapötik süreç için söylenebilecek bir söz varsa şunu söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum; yaşamın her alanında ve en çok da böylesine hassas terapötik ilişkilerde bulunan biri iseniz karşınızdaki birey için etkiniz her zaman onu hissettiğiniz ve anladığınız kadardır. Unutmayın, eğer bir ilişkide var olmak istiyorsanız tüm ilişki süresince His’sizsiniz. Şimdi söyleyin bakalım siz kimsiniz? Augustus ‘‘Acının olayı’’ dedi ve ardından bana baktı. ‘‘Acı hissedilmeyi talep eder.’’ (Green, 2012). Hisli yaşayın, huzurlu kalın


İFADE EDEMEDİĞİMİZ DUYGULARIN TERCÜMESİ

Estetik konusundaki düşünceleriyle büyük ses getiren Alain, hayal gücünü düşüncelerinin odağı olarak açıklar ve sanatla ilgili görüşlerine şu sözü ekler; “Bütün sanatlarda insanı şaşırtan bir yan vardır.” (Deniz, 2017). Bugün isimlerini ortaya koydukları sanat eserleriyle tanıdığımız yazarlar, şairler, ressamlar ya da bestecilerden kaçı eserlerine başlarken sonucunda bu denli güzel işlerle adlarından söz ettireceğini tahmin etmişlerdir ki? Dönüp hayatlarına baktığımızda bir çoğunun yapıtlarıyla kendilerini ifede ediş şekillerine tanıklık ederiz aslında. Bundandır ki baktığımız bir tabloda yaşanmışlıkları görür ya da sözleri olmayan bir müziğin bestesinde hüznü hissederiz. Bu bizlere gösterir ki; anlatmak istediklerimiz bazen söyleyip de ifade edebildiklerimizden çok daha fazlasıdır. Günümüzde sanatın bir terapi tekniği olarak bu denli bir fayda sağlaması, bahsedilen şaşırtıcı yanından olsa gerek. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki terapi sürecinde ortaya çıkan eserler hem danışanlar hem de terapistler açısından şaşkınlık yaratmakta. Zaten aksi düşünülebilir miydi ki? Terapi denilince akıllara gelen danışan anlatır terapist dinler şeklindeki algıların aksine konuşmadan, bazen çizerek, bazen okuyarak, bazen de dans ederek anlatamadıklarınızı ifade edebiliğinizi düşünsenize, üstelik bunun için herhangi bir yeteneğe de sahip olma ön koşulunuz olmadan.. Aslına bakarsanız bir çoğumuz yaptık bunu. Bazen herkesten saklanıp bir köşede birkaç satır bir şeyler karaladık, bazen öfkemizi yatıştırdık dans ettik, bazense kendimizin bile adlandıramadığı kederli zamanlarımızı kulağımıza çalınan hüzünlü şarkılarla pekiştirdik. Bu sayede geliştirdiğimiz, günümüzde insanların çokça yöneldiği bir terapi tekniği var artık: Sanat terapi. “Sanat terapisi, görsel imgelemenin bütünleştirici ve iyileştirici potansiyele sahip olduğu inancı üzerine kurulmuştur ve genellikle, psikolojik içgörü ve duygusal olgunlaşmanın bir aracı olarak kullanılır.” (Aydın, 2012, s.70). Sanat terapisi, sanat için kullanılan materyallerin kullanıldığı, dışavurumsal bir terapi tekniğidir. Geleneksel psikoterapötik teori ve tekniklerin birleşimidir. Müzik, resim, dans ve sinema gibi sanatın her alanından teknikler içerir. Farklı teorik bakış açısına sahip olsalar da her terapist sanat terapisini terapi tekniği olarak kullanabilir.


ESRA GÜN

Sanat ve terapinin bir arada kullanılması 1940’lı yıllarda başlamıştır. Profesyonel olarak terapi alanında sanatın etkin bir şekilde kullanılması ise 1960’lı yıllara dayanmaktadır. Sanatçı Adrian Hill, 1942 yılında tüberküloz hastalarıyla yaptığı çalışmayı tanımlamak amacıyla da sanat terapisi terimini kullanan ilk isim olmuştur. Hill, bu çalışmasıyla resim yapmanın sadece hastaların vakit geçirmelerini sağladıkları bir araç olmakla kalmayıp, bu hastaların kaygı ve travmatik yaşantılarını anlatmak için bir araç olduğunu saptamıştır (Demir ve Yıldırım, 2017). Her ne kadar sanatla tedavi adıyla olmasa da hastalıkların iyileştirilmesinde sanatın kullanımı aslında çok daha eskilere dayanmaktadır. “Şaman toplumlarında Antropologlar tarafından kutsal sayıldığı bildirilen davulun simgesel olarak güneşi tasvir ettiğine inanılmaktadır. İnkalar kendilerini ‘Güneşin Çocukları’ olarak tanımlamaktadırlar. Davulların çoğu zaman yuvarlak aletler olmasının sebebi güneşe benzetilmesindendir.” (Adar ve Kor, 2016, s.8). Davulun şamanlarda bir tür iletişim aracı olarak görülmekte ve maddi ve manevi alem arasında bir köprü olarak aynı zamanda psikolojik şifa özelliğine sahip olmaktaydı. Sanat terapisinin çalışma alanı oldukça geniş bir yer kaplamaktadır. Sözel iletişimin bozuk olduğu hastalarda, yaşlı, fiziksel mental problemi olan hastalarda, şizofreni vb. psikotik durumlarda, Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) gösteren hastalarda, kanser gibi fiziksel hastalıklar da dahil olmak üzere birçok hastalığın tedavisinde uygulanmaktadır. Görsel Sanat Psikoterapisi, Dans/Hareket Terapisi, Drama Terapi, Müzik Terapi ve Şiir Terapisi gibi çeşitli alt dalları olan bu terapi tekniği danışanlar için duyguların aktarımında güçlü bir araç olarak kullanılmaktadır. Terapi sürecinde danışanın Görsel Sanat Terapisinda kullandığı materyallerdeki renk seçiminden, Dans/Hareket Terapisindaki hareket algısına kadar birçok ipucu, danışanın dışa vurumunda nesne görmekte ve terapistle danışan arasında terapötik ilişki kurulmasını sağlamaktadır. Kendimizi ifade edemez zamanlarda bulduğumuz o anların en büyük mucizesi aslında sanat terapisi. Öyle ki bir danışan şöyle anlatıyor; “..çizim bittiğinde, resmi yorumlarken hayranlık içerisinde bilinçaltımı kağıda nasıl bu kadar dökebildiğime şaşırdım. Yaptığım resimler ya da sembollerden çok içimdeki duyguya uyan renkleri o kadar otamatik bir şekilde şeçmiştim ki, bu kadar basit bir olayın bu kadar işe yarayabiliyor olmasına gerçekten çok şaşırdım.” (Deniz, 2017). Değil bir terapi süreci, günlük yaşantımızda bile adlandıramadığımız o duyguların tercümesi oluyor sanat. Okuduğumuz bir kitapta, dinlediğimiz bir müzikte ya da çizdiğimiz bir resimde dökülüveriyor duygular önümüze ve bazen bilinç dışımızın ortaya koyduklarına bizler bile şaşırıyoruz.


ÇİZİM KÖŞESİ


ŞEYMA KARA


TRAVMALARDA SANAT TERAPİ

Günlük hayatta insanların kendilerini ve duygularını ifade etmeleri ve hissettiklerini tüm gerçekliğiyle ve anlaşılır bir dille diğer tarafa aktarmaları sanıldığından çok daha zordur. Kişilerin duygularını, daha çevresindeki tanıdık ve belki samimi oldukları kişilere aktarmaları kolay değil iken, hiç tanımadığı bir kişi ile bir terapi odasında belki kısa bir süre içerisinde ideal bir bağ kurarak kendini tam ve anlaşılır bir şekilde ifade etmek kişiler için daha da zorlayıcı olur. Terapötik bir süreç olan terapide danışanı etkin bir şekilde dinlemek, söylediklerini tam ve doğru bir şekilde anlamak ve terapistin problem üzerindeki yetkinliği, danışanın terapi odasında kendini rahat hissetmesini ve yaşadığı/hissettiği tüm duyguları içtenlikle ifade edebilmesini kolaylaştıran ilkelerdir (Sommers-Flanagan & Sommers-Flanagan, 2012). Sözlü iletişim, danışan ve terapist için bu bağ kurma sürecinde ve terapinin ilerleyen seanslarında çoğu zaman etkin bir yol olmasına karşın, her zaman başarılı bir yol değildir. Özellikle kişiler kendilerine bile söyleyemedikleri duygu, düşünce, inanç ve travmalara sahiplerse ve bu durum onları rahatsız ediyor ancak baş etmede zorluklar yaşıyorlarsa, bu kişiler terapist ve terapi odası fikrine daha geç alışabilir ve sözlü iletişim sorunun kaynağına inmek için yeterli olmayabilir. Böyle durumlarda kişilerin bir başka kişiye kendini açmasından önce, belki de ilk olarak kişilerin kendi iç dünyaları ile diyalog kurmaları ve kendilerini keşfetmeleri sağlanmalıdır. Kendi ile diyalog kurmak ve kendini keşfetmek fiilleri hem kavramsal hem eylemsel olarak soyut yapılardır ve bunları gerçekleştirmenin en doğal ve kolay yolu ise sanattır. “Hastalık, travma ya da yaşamlarında güçlük çeken kişilerin ya da kişisel gelişimini artırmayı hedefleyen kişilerin, bir profesyonel eşliğinde sanatı iyileştirici amaçlı kullanmaları” (AATA Newsletter, 2004: akt. Brooke, 2006) olarak tanımlanan sanat terapide kelimeler ve cümleler yerini görsel semboller ve imajlara bırakır. Kişiler rahatsızlık hissettikleri duygu, düşünce veya olayları konuşmak yerine resim, heykel, müzik, fotoğraf, drama ve hikayeler aracılığıyla ifade eder. Bir tür dışavurum ile gerçekleşen sanat terapi yolculuğunda en çok yorulan ve yolculuk sonunda “tecrübe valizi”ni tıka basa doldurup en çok fayda sağlayan kişiler ise deneyimledikleri ve şahit oldukları travmatik bir olay sonucunda fiziksel, duygusal, davranışsal bütünlüğü tehdit altında olanlardır yani “Travma Sonrası Stres Bozukluğu” yaşayan kişilerdir. Bu kişiler terapi sürecinde bir dalgıça dönüşerek bir okyanus olan iç dünyalarında zorlu bir keşfe çıkarlar. Bu keşifte kendilerine bile söylemedikleri veya söylemek istemedikleri şeyleri özgürce haykırır ve kendilerini alışık olmadıkları bir yolla ifade edebilmenin gücüyle iyileşmeye başlarlar. Aynı zamanda sanat terapi bu kişiler için güvenli bir alan yaratarak kişilerin geçmişteki deneyimlerini imgeselleştirmelerini ve kopukluk yaşanan anıların onarılmasını kolaylaştırır (Göktepe, 2015).


ESRA CANPOLAT

Sanat terapinin travma sonrası stres bozukluğu yaşayan kişiler üzerindeki etkinliği hakkında literatürde de çeşitli araştırmalar bulunmaktadır. Linda ve arkadaşları (2001) bir şehir hastanesinin travma merkezinde yürüttükleri çalışmalarında, sanat terapisi yönteminin travma sonrası stres bozukluğu yaşayan çocuklarda etkinliği araştırmış ve terapi girişimlerinin akut stres semptomlarını azalttığını bulmuşlardır. Bir başka çalışma sanat terapisinin etkinliğini sistematik bir inceleme olarak bu defa yetişkinler üzerinde araştırmış ve sonucunda psikolojik travma semptomlarında ve buna bağlı gelişen depresyon semptomlarında azalmalar olduğunu belirtmiştir (Schouten, Karin Alice de Niet, Gerrit J Knipscheer, Jeroen W Kleber, Rolf J Hutschemaekers & Giel J M. (2015). Son zamanlarda araştırmacıların da ilgisini çeken sanat terapinin yöntemsel olarak soyut kaynaklara dayandığı düşünülse de bilimsel olarak araştırılabilecek ve kanıta dayalı bir terapi ekolü olduğu unutulmamalıdır.

“ Bir fırça teli olmak ister insan bazen ve tüm renklere boyanmak. Hayır, belki de sahneye çıkıp bir başkası olmak, hayatı boyunca olamayacağı birine dönüşmek gibi mesela. Her zaman kendin olmak yorucudur ve tabi kendini anlatmak. En zoru da kendini anlamaktır ve kendine anlatmak. O zaman bugün özgür bırakalım kelimeleri, uçup gitsinler. Renkler, notalar ve oyun hamurları kalsın elimizde...” w


Çocuk Gelişiminde Bir Oyun Olarak Sanat Terapisi

MERVE PALTACI

Montaigne, “Çocuğun en ciddi uğraşı oyun, en önemli işi yine oyundur” der. Haksız da sayılmaz hani. Bir çocuğun hem büyük bir keyif alarak hem de dünyanın en önemli işiymişçesine büyük bir ciddiyetle oynadığı oyunlar gelişiminin her basamağında uyku kadar besleyici, doyurucu ve dinlendirici bir etmendir. Oyun geçmişte sanılanın aksine çocuğun boş vaktinde oyalandığı bir araç olmanın çok ötesinde aktif bir öğrenme ve gelişme sürecidir ve çocuğun gelişiminde önemli bir ihtiyaçtır (İnce ve Işır, 2016). Oynarken tüm sınırlardan, var olan kurallardan hatta yeterince odaklanmışsak kendi yargılarınızdan bile kurtularak tamamen içsel motivasyonlarımızın akışına kendimize bırakır ve sonuç olarak bunları dışa vururuz. Elimizde farklı malzemeler olsa da nihayetinde ham maddemiz yine kendimizizdir diyebiliriz. Schiller’in (2001; akt:Ayaydın, 2011) deyimi ile “İnsan kelimenin tam anlamıyla nerede insansa yalnızca orada oynar ve yalnızca oynadığı yerde insandır.” Çocuk da oynadığı sürece çocuktur ve oyun süresince kendini yeniden ve yeniden ortaya koyar, bu oynamalar sırasında katılan sanatsal destek çocuğun tedavisi ve sağlıklı gelişimi için etkili bir yoldur. Oyunun en temel özellikleri arasında bir süreç olması ve sonucun süreç kadar önemli olmaması, çocuk tarafından onun seçtiği haliyle sürdürülmesi, mantıklı ya da mantıksız kuralların belirip kaybolması, basit veya zor deneyimlerden oluşması ve keşif ihtiyacına doyurması vardır (İnce ve Işır, 2016). Vygotsky’e göre oyun bilgi aracılık eder, çocuğun söz konusu durumu algılaması ve bunu çözmesinde yeterli bilgi ve donanıma ulaşması açısından anahtar rol oynar. Bu aşamada çocuğun doyurulması gereken istek ve gereksinimlerini doyurur (Aykara, 2017). Shaefer (2013; akt: Aykara, 2017) oyunun iyileştirici etkileri arasında kendini ifade etme, bastırılanı ortaya çıkarma ve katarsis, ilişki geliştirme, baş etme mekanizmaları oluşturma, benlik algısı, problem çözme, davranış provası gibi önemli gelişimsel unsurlar sayar. Çocuk oyun sırasında mekanı, olayları, objeleri çeşitli yönlerinden tanır keşfeder yeniden kurgular hayal dünyasında rollendirir ve problem çözmede kullanır (İnce ve Işır, 2016). Bu noktada oyun ve sanat terapileri çocuğun ihtiyacı ve problemlerine yönelik doğru materyalinin seçimi/çocuğa sunumu,analizi ve çocuğa yol gösterme de araç olarak kullanılması gibi pek çok görevi çocuğu merkezde tutarak üstlenir. Var olan düzenden ya da karmaşadan kaçarak tamamen özgün bir yapı kurmaya imkan veren oyun, yaratıcılığın ve aktifliğin temelidir. Bu süreçteki çaba; ister dış dünyaya yönelik olsun ister çocuğun içsel çatışmalarına yönelik olsun yaratıcılık göstergesidir. Oyun ortamında çocuk bir simülasyon gibi gerçekliği ve bu gerçekliğin alternatiflerini zihninde kurgulayıp oyunda açığa çıkararak deneyimler (Ayaydın, 2011). Bu alternatifler arasında yaşadığı problematik durumu yansıtma, bunu abartma ve buna çözüm bulma gibi pek çok yedek senaryo ortaya çıkar. Bir oyun olarak resimde de benzer şekilde çocuğun yaşadığı şeylerin iç dünyasındaki yansımaları şekiller, renkler ve çizgiler yoluyla kağıt üzerine dökülür. Sorunun tespitinde tüm bu unsurlardan faydalanılır, terapi aşamasında ise çocuğa ne kadar farklı ve fazla senaryo sunulabilirse çocuğun gelişim şansı da o oranda artacak ve gerçek dünya ile başa çıkmada yeni stratejiler kazanacaktır. Resim yapmak da diğer pek çok aktivitesi gibi çocuk için bir oyun alanıdır resimde çocuğun kurallarının kendisi koyar kararlarını kendisi verir kendi dünyasının yansıtır ve kağıt üzerinde resmettiği kendisi olmasa da onun düşünce dünyasının ürünü olduğu için daima kahraman kendisidir (Ayaydın, 2011). Çocuk, resmi gelişimsel dönemlerine paralel olarak kullanışı ele alındığında basit çizgi ve şekiller kullandığı karalama dönemi (2-4 yaş) ardından yavaş yavaş kafa figürünün belirdiği ve mekanla bağlantısı zayıf perspektiften yoğun orantısız figürleri kullandığı yavaş yavaş canlandırmak istediği nesne ile çizdiği şekil arasında ilişki kurma kaygısına düştüğü şema öncesi döneme (4-7 yaş)geçiş yapar (Arıcı, 2006). Bu evrede örneğin yuvarlaklar ve belirsiz çizgilerle ifade ettiği yetişkin tarafından adlandırılamayan bir şekil çocuğun imajinasyonun da bir kediyi tasvir ediyor olabilir.


Daha sonrasında insan figüründe bazı sembolleri kullanmaya başladığı ve çizdiği nesneleri belli mekansal yerlere oturttuğu,mantıksal ilişkiler kurmaya çalıştığı ve kendisinden ziyade gözlemlediği çevreyi yansıttığı şematik döneme (7-9 yaş) geçer ve sonrasında toplumsallaşmanın etkilerinin görüldüğü, kız ve erkek çocuklarında cinsiyete yönelik (araba, uçak, çiçek, elbise) ayrımlarını görüldüğü ve daha detaylı çizimler yaptıkları gerçeklik dönemine (9-12 yaş) ulaşırlar. Son olarak çocuğun çevresinden cinsiyetinden ve insan ilişkilerinden haberdar olup bunları detaylandırarak çizgilerine aktardığı görünürde doğalcılık döneminde (12-14 yaş) daha gerçekçi çizimler yaparlar (Arıcı, 2006). Çocuk resimlerinin analizinde kullanılan oranlar, çizgiler, organ çizimleri, eksik bırakılan ya da abartılan doğal unsurlar, renk seçimi, kağıdı kullanmada kompozisyon şekli değerlendirilerek çocuğu iç dünyasına yönelik çıkarımları ulaşılmaya çalışılır. Organ kaybı istismar gibi durumlarda söz konusu uzuvların daha ayrıntılı ve büyük çizildiği, eksik uzuvlarını söz konusu organla dış dünyada ilişkili kurduğu güven, güç, yeterlik gibi boyutlarda eksiklik yaşadığı ve bunu tasvir ettiği görülür (Arıcı, 2006). Hatta çocuğun resmi sağ tarafa yapması dış dünyaya, sol tarafa yapması iş dünyasına yöneldiği, üst bölüme yapması aşırı mikserlerin olduğu şeklinde değerlendirilir (Arıcı, 2006). Kar ve Toros ‘un (2015) yürüttüğü çalışmada obsesif-kompülsif tanılı çocukların kağıda simetrik kullanırken özgüveni düşük çocukların şekilleri çok küçük çizdiği şiddet mağduru ve ebeveynleri ayrılmış aile bütünlüğü zarar görmüş çocukların resimlerinde bu temayı işlerken bu duruma sebep olduğuna inandığı kişileri daha kötü tasvir ettiği cinsel istismar mağduru çocukların ise söz konusu organların çizimini yaşlarının üzerinde detaylı ve abartılı yaptığı, çizimlerinde öne çıkardığı bulunmuştur. Engelli çocuklar özelinde de çocukların kendilerini daha rahat ifade edebilmelerine olanak sağlayarak sorunlarının-ihtiyaçlarının doğru tespitinde ve sonrasında bunların çözümünde oyundan ve sanatsal etkinliklerden yararlanılmaktadır (Aykara, 2017). Örneğin engelli çocuğun benlik saygısı kendini ortaya komşu sosyal ortamı adaptasyona ve normalleşmesi oyun yoluyla işlenebilecek önemli konulardır yapılan araştırmalar engelli çocukların engel çeşitleri boyutları doğuştan mı yoksa sonradan mı oldukları gibi faktörlerin sosyal uyum da ihtiyaç düzeylerini farklı şekilde etkilediği göstermiştir (Aykara, 2017). Çocuğun ihtiyaçlarının ve bu sorunlarına dair kendi algıların tespit edilmesi terapi ve tedavi süreci açısından önem arz etmektedir (Öztürk,2006; akt: Aykara, 2017). Yapılan saha çalışmaları değerlendirildiğinde çocuk resimleri çocukların tanımları ile uyumlu ve tanıya düşer şekilde olduğu görülmüştür.Buradan hareketle çocuğun sözel olarak ifade edemediği ihtiyaç ve kaygılarına yönelik doğru müdahalenin belirlenmesinde sanatın yeri tartışılmaz şekilde önemli görülmektedir. Sanat ve oyun terapilerinde çocuk komutlandırmaktan çok kendi haline bırakılır ve geri planda kalan bir oyun arkadaşı gibi beklenerek kendini ortaya koyuşu gözlenir. Yetişkin hiyerarşisinin kalktığı bu özgür durumda çocuk kendini yaranma ve beğendirme arzusuna düşmeden rahatça ortaya koyabilir (İnce ve Işır, 2016). Sorunun tespitinin ardından sanat ve oyun içerisinde çocuğun aktif sürecine yapıcı katkılarda bulunarak gelişimi desteklenir Burada sadece sonuç değil sürecin kendisi çocuğun terapötik iletişiminde önemlidir. Çocuk merkezli oyun ve sanat terapilerinde çocuğun kendini iyileştirebilme potansiyeli üzerinde durulur ve bu, çocuğun güçlü yanlarına odaklanılarak kendini ifade etmesini teşviki ile temin edilir. Böylece benlik saygısı ve sosyal uyum gibi konularda kendini geliştirmesinde çocuğa iskele kurulur (Aykara, 2017).Tüm bunlardan hareketle çocuğun resim sanatında ve oyunda kendini nasıl ortaya koyduğu, kendisine ve dış dünyaya yönelik algısı sembolik öğeler üzerinden analiz edilerek ihtiyaçlarının belirlenmesi ve buna yönelik müdahaleler alması sağlanmaktadır ve işte tam da bu noktada sanata, oyuna ve oyunculara minnettarız.

Hayat perdesinde hepimiz oyuncuyuz, en iyi oyuncular çocuklarken içimizdeki çocuğu ve yaratıcı oyuncuyu kaybetmemek temennisiyle…


RÖPORTAJ

ZEYNEP DOĞAN

Sanatçı Fatma Zeynep Çilek ile Sanat Terapi ve Sanatın Psikolojik Arka Planı Üzerine Gerçekleştirdiğimiz Röportaj 1-Üniversitede Psikoloji eğitimi aldınız aynı zamanda uzun yıllardan beri devam eden bir resim geçmişiniz var. Bu iki arka plandan baktığımızda, Sanat ve Terapi’ye nasıl bakıyorsunuz? Sanatın bir terapi yöntemi olarak kullanılarak araç haline getirilmesi mi yoksa sanat yapma halinin kendisinin bir iyileştirme yönü olduğu görüşü mü size daha yakın? Sanatın iyileştirici gücünden faydalanmanın her iki kavrama da faydası var. Sanat terapisini uygularken estetik kaygılarımızı bir kenara bırakıyoruz. Sanat olarak değil de iç dünyamızın bir nevi dışavurumu olarak görebiliriz. 2-Yakın zamanda Moodist Nöroloji & Psikiyatri Hastanesi’nde hastalarla sanat terapisi yapmaya başladınız. Hastaların psikolojik durumlarında sanatın nasıl bir etkisi olduğunu gözlemlediniz? Hastalar her terapi sonunda “Bize çok iyi geliyor, rahatlıyoruz.” diye ifade ediyorlar ve tam olarak da terapi sonrası duymak istediğim geri bildirimi alıyorum. İyi hissetmeleri- in a good mood-. 3-Psikoloji literatüründe bazı sanatçıların vakalarından hareketle yaratıcılık ile anormal psikoloji durumları arasında bir korelasyon olduğunu görüyoruz. Halk arasında da bilinen çok meşhur örnekler de var Van Gogh gibi… Bir sanatçı olarak baktığınızda bu durumu nasıl anlamlandırıyorsunuz? Sanatta kırılma noktaları yaratıp “norm” olanı yıkabilen sanatçılar, toplumun da “normal” olarak baktığından farklı olanlar mı? Pablo Picasso migrenden, Claude Monet ile Vincent Van Gogh katarakttan, Louis Wain şizofreniden mustaripti ve resimlerine de hastalıklarının sonuçları yansıdı. Monet ameliyattan sonra renkleri az görme ve bulanıklaşma gibi sorunları resmine de yansıtıyordu. Bazı araştırmalarda şizofren geninin sanatçı geni olduğu söyleniyor. Fakat ben sanatçıların çalışma disiplininin çok daha ağır bastığını düşünüyorum. Çünkü mesaisinden, gündelik halini yaşadığı herhangi bir durumdan etkilenip, bu durumu sanatına yansıtabiliyor. Sanatçı muhakeme yeteneğine sahiptir. Sanatçının meselesi bir var olma meselesidir. Nerede ve hangi koşullarda karşınıza çıkacağı belli olmaz. En yoksun durumunuzda da çıkabilir en mağdur durumda da. 4-Eserlerinizde yaşadığınız bölgenin kültürel mirasını modern bir yorumla yansıtıyorsunuz. Bunun sizdeki psikolojik arka planı ve anlamı nedir? Köklerime sıkı tutunmaya çalışan bir sanatçıyım. Bir bağlılık, aidiyet arıyorum. Sanatımda kendimi değil, kendimizde olanı ortaya çıkarmaya çalışıyorum. John Berger’in dediği gibi: “Sanat var olan her şeyin en güzel ifadesidir.”


5-Geçtiğimiz yıl “Saklı Çeyiz” isminde bir serginiz vardı, ben sergiyi gezerken “Çeyiz”i hem toplumumuzdaki genç kadınlar için bir toplumsal cinsiyet olgusu olarak hem de Anadolu’da genç kadınların bu el işlerine sanatlarını yansıtmaları olarak anlamlandırdım. Bu anlamda sergi, modern bir zamanda eski zaman âdeti olan “Çeyiz görme”ye gitmek gibi bir histi benim için… Bu konuyu bir de size sormak istiyorum: Sizin için bu sergi nasıl bir psikolojik durumun yansıması ve nasıl anlamlar içeriyor? Seyirci ile sanatçının anlamlandırması bazen uyuşmayabiliyor. Fakat ince bir noktada buluşmuşuz sizinle. Bu sergiden sonra benim düğünüm vardı ve Türk geleneğinde bulunan “çeyiz sergileme” durumuna yeni bir söylemde bulunmak istedim. Gelenek-gelecek arasında köprüler kurmaya çalışmanın derdindeyim. 6-Eserlerinizde sembollere verdiğiniz anlamlar nasıl oluşuyor? Jung’un teorisindeki gibi bir kolektif bilinç dışına inanıyor musunuz? Yoksa bu anlamda daha çok Freud’a mı yakınsınız? Türk motiflerini kullanan bir sanatçı olarak Türklerin sergiyi gezerken bir bağ oluşturduklarını gözlemliyorum. “Bu resim beni kendine çekiyor.” diye geri bildirimler alıyorum bazen. İşte buradaki “kendine çekim”de Jung anılabilir. İnsanoğlunun ortak yaşantılarının kendinden sonra gelen nesilleri etkilemesidir. Sanattaki kolektif akıl esası ile Jung’ın kolektif bilincinin farklı kavramlar ve içerikler olduğunu belirtmekle birlikte, “kolektif” kelimesi altında sanat ile bazı bağlamlarda kesişebilir güzel bir tartışma konusu bile olabilir. Ayrıca bazen işlerimde serbest çağrışımlardan yola çıktığım oluyor ki; izleyenlerden bazı sorular alıyorum. O zaman karşımda sanki Freud duruyor ve göz kırpıyor. Freud’un “Sanat ve Sanatçılar Üzerine” kitabındaki yaptığı Rönesans dönemi sanatçılarının tespitleri, dönemine göre doğru buluyorum ve Freud’un sevdiğim bir tespiti ile sizleri baş başa bırakıyorum; “Sanatçının yaratım süreci, yalnızca yaratıcılığa ilişkin değildir; aslında, en önemli etmenlerden biri motivasyondur.” 7- Sanatı icra eden sanatçı ile sanatı yorumlayan kişi arasında nasıl bir psikolojik deneyim farklılığı vardır? Kendi deneyimlerinizden yola çıkarak açıklayabilir misiniz? Sanatçı bloğu diye bir şey vardır. Sanatçının bir şeyler üretememesi, tıkanması anlamına geliyor. Maalesef bloğu kırmak, zor olabiliyor ve uzun zaman da alabiliyor. Sonuçta, sanatçı, her zaman üreten bir makine değildir, süresi belli olmayan bir döngüsellikten söz edebiliyoruz. Üretimimiz toparlanamıyor; sonra yeniden üretiyor. Psikoloji, bu blokları inceleyebileceği gibi, aynı zamanda bloktan çıkmanın yolları konusunda yol gösterici de olabilir. Ayrıca daha uzun erimli bir bakışla; sanatçının yaratım sürecinin şu ana değil, geçmişteki olumlu ve olumsuz birikimlerine dayandığı düşünülürse, çözümlemelerin daha bireysel olması, diğer bir deyişle sanatçı bireyin geçmişine odaklanılması zorunluluğu ortaya çıkar. Henüz sanat bloğu yaşamadım. Fakat her sergiden önce kurguladığım hikâyemin en doğru biçimde ifade edecek malzemeyi bulma sürecim sıkıntılı geçebiliyor. O dönemde hiç tanımadığım insanlara sorular sorup aldığım cevaplar beni açabiliyor, bir fikir gelmesine yardımcı olabiliyor. Ya da hiç iletişimsiz bir şekilde kendi içime kapanarak çözümleyebiliyorum. Bendeki durum değişken olduğunu şu an sizlere anlatırken fark ediyorum. Sanat zaten sosyal düzey ve bireysel sorunların üzerine gider ve bir aracı olarak sanatçılar sorunsalları gündemde tutmaya, bazen çözümler bulmaya çalışır. Topluma bilişsel olarak yukarıdan bakan bir tepegöz gibidir.


TARTIŞMA KÖŞESİ

NARİN SEZEN

Bilişsel Davranışçı Sanat Terapisi Üzerine Sanat, Bilişsel Davranışsal Terapinin (BDT) çok sözel veya soyut olabileceği yönündeki eleştirileri ele almak amacıyla Marchand ve diğerlerinin (2007) kısa BDT modeline entegre edilmiştir. Bilişsel davranış teorisi, davranışlarımızın bilişlerimizin bir sonucu olduğunu (çevremiz ile ilgili algılarımız ve inançlarımız) ve bu nedenle, davranışların değişmesi için bu bilişlerin yeniden yapılandırılması gerektiğini ileri sürmektedir (Perry, 2002). Durumsal öncüller, çağrışımlar ve yeniden oluşumunu güçlendiren bir davranışın sonuçları daha sonra değiştirilebilir ve böylece bir davranış azaltılabilir veya değiştirilebilir. Sanat terapisi; zihinsel, bedensel ve biliş arasında bir bağ kurarak, sanat materyallerini gözlemleyerek, dokunarak ve manipüle ederek hisleri birleştiren sembolik, terapötik bir anlatı üretir (Huss ve Sarid 2014; Rubin 2001). Sanatın yerleşik bir BDT modelinin amaçlarına tam olarak entegre edildiği bilişsel davranışçı sanat terapisi, anksiyete bozukluğu olan kişiler dışındaki insanlara başarılı bir şekilde uygulanmıştır. DeFrancisco (1983), bir çocuğun enjeksiyon ve arı sokması fobisini azaltmak için “Implosive Art Therapy” olarak adlandırılan maruz bırakma tekniğini kullanmıştır. Müdahale, fobi ile ilişkili görüntülerin tekrarlanan detaylı çizimlerinden oluşuyordu. Maruz bırakma tekniğine ek olarak sanat, korkuların veya diğer uyaranların hiyerarşilerini kullanarak kademeli duyarsızlaştırma modellerine başarıyla dahil edilmiştir (Gerber, 1994; Matto, 1997; Reynolds, 1999). Örneğin, Matto (1997), yeme bozukluğu olan danışanlarını, yeme alışkanlıklarını tetikleyen endişe verici duygulara kademe kademe maruz bırakmak için sanat etkinliklerini kullanmıştır. Her ne kadar Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), anksiyete bozuklukları için tercih edilen tedavi yöntemi olsa da yetersiz kaldığı ve çok sözel veya soyut olduğu konusunda eleştirilmektedir. Anksiyete bozukluklarının korunmasında imgelerin rolüne bağlı olarak, sanat kaygı bozuklukları için BDT’ye yararlı bir katkı olarak görülmüştür. Morris (2014), iki niceliksel vaka çalışmasında kısa bir BDT modeline yer vermiştir: Vaka 1 (Jessica) agorafobili panik bozukluğu ve Vaka 2 (Aurelia) genel anksiyete bozukluğu. Panik bozukluğu olan katılımcı, panik ve genel anksiyete düzeyini, panik ajandası kullanarak başlangıç ve müdahale süreleri boyunca kaydederken, genel anksiyete bozukluğu olan katılımcı, genel kaygı düzeyini kaydetmiştir.

Birinci vakada, müdahale panik sıklığında ve panik anksiyete ve agorafobinin bazı özelliklerinde istatistiksel olarak anlamlı azalmalar sağlamıştır. Vaka 2’de ise genel kaygı düzeyinde anlamlı bir azalma görülmüştür. Başka bir çalışma; on üç kadının ağrı, anksiyete ve depresif belirtilerle baş etmesine yardımcı olmak için sanat temelli ve bilişsel davranışsal müdahaleleri (CB-ART) birleştiren bir protokolün kullanımını araştırmak üzere tasarlanmıştır. Çalışma sonucunda araştırmacılar CB-ART protokolünün ağrı, anksiyete ve depresif belirtilerle başa çıkmakta olan kadınların sıkıntılarını azaltmada yararlı olduğunu bulmuşlardır. Başka bir deyişle, sanat yapmak, üzücü deneyimleri dışsallaştırmak için bir fırsat sağlamaktadır. Sanat ürününün somut niteliği, zihinsel imgelemeyi incelemek, baş etme becerilerini geliştirmek, uyumsuz bilişleri ve davranışları incelemek ve değiştirmek için bir platform sağlar (Czamanski-Cohen, ve ark. 2014).


TARTIŞMA KÖŞESİ

ÖYKÜ TOPALOĞLU

Psikanalitik ve Analitik Kuramlar ile Sanat Terapisi Sanatın ne olduğu üzerine yüzlerce makale okuyabilirsiniz, onun tanımını yapmak sanat felsefesinin neredeyse merkezindedir (Audi, 1999). Sanat kelimesi sözlükte en geniş anlamı ile insanların belirli bir fikri veya hissi aktardıkları aktivite olarak tanımlanıyor (Cambridge, 2008). Bu tarif sanat terapisinin tanımına da çok uyuyor. Sanat terapisi, psikoterapi ile görsel sanatları birleştiren yaratıcı bir ifade yöntemidir ( Jones, 2005). Sigmund Freud’un psikanaliz kuramının ve Carl Jung’un analitik teorisinin sanat terapisinin gelişimine katkıları olmuş, hatta onun kavramsal çerçevesini oluşturmuşlardır (Malchiodi, 2011). Psikanalizin ilgilendiği bazı kavramlar; rüyalar, bilinçdışı ve aktarım sanat terapisi bağlamında da önemlidir. Freud (1916-1917) rüyaların sanat terapisi ile olan ilişkisini bir yazısında şöyle açıklıyor “Rüyalarımızı çoğunlukla görsel imajlar olarak deneyimleriz... Görüntüleri kelimelere çevirmek zorunda olmamız rüyaların hesabını vermeyi de zor kılıyor. Rüya gören kişi bize genellikle ‘Nasıl anlatırım bilmiyorum ama çizebilirim.’ diyor.” (s.90). Freud rüyaların bilinç dışı materyali görselleştirerek açığa çıkarabilecek bir araç olduğunu savunuyor. Bir diğer kavram olan aktarım (transference) danışanın hislerini terapi sırasında bilinçli olmadan yansıtmasıdır ve psikanalizin önemli bir parçasını oluşturur. Sanat terapisi danışanın sanat ile aktarım yapabilmesini sağlar (Agell, 1981). Yani, danışan sadece terapiste yönelik duygusal bağ oluşturmaz, aynı zamanda kendini sanatsal olarak ifade eder (Naumburg, 1966). Anne Freud çocuklarla çalışırken serbest çağrışım tekniğini kullanamayacağından; sanatı çocukların kendilerini ifade edebileceği, tedaviye yardımcı bir unsur olarak görmüş ve kullanmıştır (Malchiodi, 2011). Böylelikle kendini kelimelerle ifade edemeyen veya cezalandırılmaktan korkan bir çocuk, çizerek rahatça anlatabilmiştir. Jung (2009), Kırmızı Kitap (The Red Book) isimli kitabında bireyin kendi kendini keşfinin öneminden bahseder ve bunu “bilinç dışı ile yüzleşme” olarak tanımlar. Sanatı bireyin kendini analiz edebileceği bir metot olarak gördüğünü belirtir (Malchiodi, 2011). Psikanalitik veya analitik ekolü benimseyen terapistler kendiliğinden dışavurumu (spontaneous expression) teşvik ederek danışanın bilinç dışına ulaşımını sağlar. Bireyin hayal gücünü kullanarak sembol etrafında anlamlı bir bağ yaratmasına ise zenginleştirme (amplification) denir. Objektif zenginleştirmede analist mitolojiye, dini değerlere vs. atıf yapar. Subjektif zenginleşmede ise kişi aktif olarak hayal eder (active imagination) ve yaratıcılığını kullanarak görüntünün bilinç dışı köklerini ortaya çıkarır (Keyes, 1983). Jung (1934) danışanlarına boyama yaptırır ve “Bu metodun amacı danışanın bilinçdışı materyalini ulaşılabilir ve anlayabileceği yakınlığa getirmek.” der (s.182). Jung’a göre bilinç ve bilinç dışı, sanatın içinde bulunan semboller vesilesiyle bir diyalog kurabilir, böylelikle kişi ruhsal dengeye (psychic equilibrium) ulaşır. Carl Jung (1963) “Duyguları görüntülere dönüştürdüğüm sürece - yani, duyguların içinde gizlenmiş olan görüntüleri bulduğum sürece - içsel olarak sakinleştim. Bu görüntüleri duygulara saklamış olsaydım, onlar tarafından parçalanmış olabilirdim... Denememin sonucunda, bunun terapötik açıdan ne kadar yararlı olabileceğini öğrendim.” (s.177) der. Analitik terapistler bireyin kişiliğinin özgürce büyümesi, yaratıcılığı ile yaşayabilmesi ve sevebilmesinin önemine vurgu yaparlar (Gussak & Rosal, 2015) ve sanat terapisi bunun bir yolu olabilir. Sanat estetik bir üründen çok, bir iletişim aracı olarak görülür.


MEZUN KÖŞESİ

Psikolog Adaylarına Açık Mektup ZEYNEP BOSTAN

Sevgili Psikolog Adayı, Mezun olduktan sonrası için kaygılanıyor olabilirsin. İçini kimse rahatlatamayacak. Muhtemelen içine sinen bir şeyler yapana dek kaygılanmaya devam edeceksin. Sanıyorum günümüz şartlarında başka türlüsü mümkün değil. Üniversite sınavı zamanında her kafadan bir ses çıkmıştı hani; herkes hangi dershaneye gitmen, hangi bölümü yazman, hangi okulda okuman gerektiğini konuşmuştu. Yine öyle olacak. ALES taktikleri, mülakat sırları, yurtdışında okuma gereklilikleri, sana yakıştırılan unvanlar havada uçuşacak. Derin nefes al. Dinlenmeye hakkın var, dinlen; denemeye hakkın var, yanıl. Sevgili okur, yazının buradan sonrası biraz tecrübeme ve biraz okuduğum kaynaklara dayandığı için geçerli olmak zorunda değil. Bazı cümleler tavsiye gibi duyulabilir ama tavsiye niyetiyle yazılmadığını belirtmeliyim. Vereceğin her karar tamamen sana ait, hiçbirinin sorumluluğunu almıyorum. “Olması gereken” olmak zorunda değilim Mezun olunca kendimi kurulu bir robot gibi hissediyordum. ALES’e giriliyor… İşlem tamamlandı. Yüksek lisans programları araştırılıyor… İşlem tamamlandı. İş ilanları araştırılıyor… İşlem tamamlandı. Mülakatlara hazırlanılıyor… İşlem tamamlandı. Mediha Teyzenin “Ee mezun oldun, şimdi ne yapacaksın?” sorusuna cevap aranıyor… Hata! Hata! Hata! Üniversite biter bitmez hemen yüksek lisans yapmak, hemen işe girmek zorunda olmadığımı kendime sürekli hatırlatmam gerekti. Sırf ‘olmam gereken’in pençesinden kurtulmak için mezun olduktan sonra bir seneyi ‘boş’ bıraktım. Ama sık sık kendimden şüpheye düştüm. “Acaba vakit mi kaybediyorum?”, “Artık para kazanmam lazım, kazık kadar oldum!” “Ben ne yapmak istiyorum?” diye düşündüm durdum. Sonra bir şeyler değişti. Birden kendimi bir nargile kafede, sabahın 3’ünde, büyük bir ciddiyetle taş sayan okey profesörlerine kivili oralet hazırlarken buldum. Kariyer planlarımda olmadığını tahmin edersiniz. Yanlış anlaşılmasın, halimden memnundum. Pek çok öğrenci kafelerde çalışıyor zaten. Ama ben orada çalışmaktan çok çok mutluydum! Çünkü Ankara’dan İstanbul’a taşınıp hayalimdeki işi yapmak için para biriktiriyordum. Benim hikayem kafa karışıklıklarıyla doluydu. Senin hayalin şimdiden belliyse ne mutlu sana! Burada anahtar kelimenin “hayalin” olduğuna dikkat çekeyim, söylediklerim tam yerine ulaşsın diye. Bana bu süreçte yardım eden bir soruyu sana da sormak istiyorum: “Senin hayalin nedir?” Yaptıklarımın sorumluluğu bana ait Bir psikolog adayına çevrenin beni/bizi nasıl şekillendirdiğini anlatmama gerek yok. Ve hatta üzerimizde kurduğu baskılara hiç değinmeyeceğim. Bunlar elbette hayatımızı şekillendiriyor. Ama yine de “ben” varım. Benim kafamın karıştığı dönemde tabi ki ailem de bana tavsiyeler veriyordu. Babam sonunda şu cümleyi kurdu: “Kızım, benim önerdiğim şeyi yapsan bile bu senin kararındır. Eğer benim dediğim şeyi yaptın diye mutsuz olursan, sorumluluk kabul etmem!” Oh be! Canım babam! Çok rahatlamıştım bunu duyunca. Suçu kimseye atamayacaktım!


Henüz vermediğim bir kararın sorumluluğunu başkasına atmak; öngördüğüm mutsuzlukla başkalarını suçlamak çok ağır, çok çözümsüz, çok yararsız. İnsanın kendi hatasının bile tadı bir başka güzel oluyor. Hele de doğru karar verirseniz, kendi mutluluğunuzun sorumluluğunu almak… İşte o çok güzel! O yüzden soruyorum: “Yaptıklarının sorumluluğunu alma cesaretini nasıl gösterebilirsin?” “Aman Boş Ver” listesi Ben sadece sonuç-odaklı düşündüğümde hayattan zevk alamaz oluyorum. O yüzden gelecek planımda için pek kilit bir yeri olmayacak, diğer insanların “saçma sapan” ya da “vakit kaybı” olarak değerlendireceği şeylere vakit ayırıyorum. Çok merak ettiğim, öğrenmek için içimi kıpır kıpır yapan şeylere… Mesela mızıka çalmak, Boşnakça konuşmak, amuda kalkmak, insanların gözlerinin içine bakıp masallar anlatmak ve bir türlü ritim tutarak söylemeyi beceremediğim “cup song”u öğrenmek şu anki listemde. Ben buna “Aman Boş Ver” listesi diyorum, kalbimde yeri olan ama insanların “Amaan boş ver!” diyeceği şeyler. Aman Boş ver’ler genelde sanatla ilgili oluyor maalesef. Sanatı boş vermeye zorlandık. Ama sen sakın boş verme! O zaman sorum şu: “Senin ‘Aman Boş Ver’ listende neler olurdu?” Kâşif Temel Üniversite yıllarında yaşadıklarım, yaptığım gönüllü işler şunu gösterdi: “Oku. bilginin gücünü hafife alma.” Okumadan, araştırmadan giriştiğim her şeyde Amerika’yı yeniden keşfeden Temel gibi oldum çünkü. Aklıma iyi bir fikir geldiğinde hemen bununla ilgili daha önce neler yapıldığını araştırmam gerektiğini öğrendim. Bazen insanlar dünyanın farklı yerlerinde aynı fikirleri üretebiliyor. Kendi hatalarımızın tadı bir başka güzel ama başkalarının hatalarından da öğrenebiliriz. Bilimi, bilgiyi kümülatif olarak ilerletebiliriz. Dedim ki “Oku Zeynep. Bilginin gücünü arkana al. Bilgiyi küçümseyenlerle üretim yapamazsın.” O zaman sorum geliyor: “Eleştirel düşünme becerini geliştirmek için neler yapabilirsin?” Bilgiyi üret Geçenlerde internette şuna rastladım: 2011 verilerine göre internetteki içeriklerin %56,6’sı İngilizce imiş. Bunu %6,5 ile Almanca izliyor. Türkçe ise %1,1 ile çok daha gerilerde. Dünyada Türkçe konuşan yaklaşık 250 milyon insan olduğunu düşünürsek, internette çok daha fazla içeriğimiz olabilirdi. (Acaba var olan içeriklerimiz ne kadar kaliteli sorusunu da sormak lazım.) Peki neden İngilizce bu kadar fazla? Şaşırtıcı değil aslında, çünkü İngilizce bilim, üretim ve teknolojinin dili. Bu yüzden dünyadan kopmamak istiyorsak; İngilizce içerik okumak zorundayız. Okuyup bilgiye sırtımızı dayadıysak, ee üretmeyecek miyiz? Ben de diyorum ki hem Türkçe hem İngilizce üretim yapalım. Bu yüzden bir süredir kendimi yazmaya zorluyorum ve yazdıklarımı internet ortamında paylaşma fikrine alışmaya çalışıyorum. Yazmayı aslında çok seviyorum ama onları başkalarının okumasından hoşlanmıyorum (siz hariç :P ). Ama sanırım bunu da tam şu an aştım! 21. Yüzyıl yetkinlikleri değişti Dünyada ve Türkiye’de her yıl milyonlarca kişi üniversiteden mezun oluyor. Ortalık çok donanımlı, eleştirel düşünebilen, yetenekli insanlarla dolmalıyken işverenler ihtiyaç duyduğu nitelikteki elemanları bulamıyor (Kuran, E., 2018, sf. 102). Bunun sebebi şu: Bizler 21. yüzyıl yetkinliklerine uygun eğitim almadık. Bize bir iyi bir kötü haberim var. Hangisinden başlayayım? Kötü haber: biz buna uygun eğitim görmedik. Belki bazı yetkinlikleri aldık ama çoğu için kendi kendimize uğraşmak zorundayız. İyi haber: bu yetkinliklerin hepsi geliştirilebilir becerilerden oluşuyor. Ben her gün bununla uğraşıyorum. O zaman sorum şu: “21. yüzyıl yetkinliklerini nasıl geliştirebilirsin?” Sevgili okur, Biz çok çalışmak zorundayız. Hep birlikte hayallerimizi keşfetmek, hayallerimizin sorumluluğunu almak, sanat yapmak, eğlenmek, bilgiye ulaşmak, bilgiyi üretmek zorundayız. Birlikte umutlu günlere! Sevgiler.


STK KÖŞESİ

MERVE ULUSOY

Türkiye Alzheimer Derneği, hasta yakınları ve Alzheimer hastalığı konusunda uzman hekimler tarafından 1997 yılında kurulmuş bir sivil toplum örgütüdür ve Türkiye genelinde 14 şubesiyleAlzheimer hasta ve hasta yakınlarına hizmet vermektedir. İkisinin İstanbul’un iki yakasında yer aldığı şubeler,Ankara, İzmir, Mersin, Eskişehir, Denizli, Samsun, Kayseri, Konya, Karabük,Antalya, Bursa veAdana’da faaliyet göstermektedir. Vizyon ve misyonunuzu açıklar mısınız? Derneğin en öncelikli amacı, halkımızın Alzheimer hastalığı ve bakımı ve korunma yöntemleri konusunda bilinçlendirilmesi, eğitilmesi ve bu hastalıktan mustarip kişi ve ailelerin yaşam kalitesinin arttırılmasıdır. Bu bağlamda Türkiye Alzheimer Derneği, Alzheimer Hastalığı ve diğer nedenlerden dolayı bunayan hastaların teşhisini, tedavi ve rehabilitasyonu sağlayıcı girişimlerde bulunmakta ve Alzheimer Hastalığının bilinirliğini artırmak amacıyla belediyeler, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve gönüllüleriyle bilinçlendirme faaliyetleri yürütmektedir. Alzheimer hastalarının hastalık sürecinde doğru ve kaliteli bakılabilmeleri için doktor, hemşire ve sağlık personelleri eğitilmesi amacıyla seminer, sempozyum, kongre ve konferanslar düzenlenmektedir. Alzheimer hastalığıyla ilgili özel dal merkezleri açıp bu merkezler için alt yapı, tıbbi araç ve gereçler, cihazlar, rehabilitasyon gereçleri ve personel temin edilmesi için çalışmalar yapılmakta, açılacak olan huzurevi/bakımevlerinin kalite standartlarına uygunluğunu sağlamak amacıyla danışmanlık verilmektedir. Dernekteki projeleriniz ve çalışmalarınız neler? (Psikoloji ile alakalı) Türkiye Alzheimer Derneği Gündüz Yaşam Evleri kurulmasına örnek, aracı ve destek olmak suretiyle, etkinliklerle ve rehabilitasyonla hastalığın pençesindeki kişileri yaşama bağlamak, yaşam enerjisi vermek, kaliteli zaman geçirmelerini sağlamak ve zihinsel rehabilitasyon çalışmalarıyla, hastalığın evre atlamasını geciktirmeyi amaçlamaktadır. Gündüz Yaşam Evleri hastalarla ilgili çalışmaların yanı sıra, Alzheimer hastalarına bakım veren kişilere de bir nebze nefes alma ve omuzlarındaki yüklerini biraz olsun hafifletme olanağı tanır. Alzheimer Hastalığı konusunda uzman hekimlerin, psikologların ve gönüllülerin desteğiyle Alzheimer hastalarına ve hasta yakınlarına her türlü sosyal destek ve eğitimler verilmektedir. Dernek merkezinde her ayın 2. çarşambası konunun uzmanı kişiler tarafından, halkı aydınlatmak amacıyla düzenli bilgilendirme toplantıları, yıllık olarak hazırlanan bir program çerçevesinde yürütülmekte ve katılımcılara broşür, kitap, kitapçık, vb. yardımcı kaynaklar dağıtılmaktadır. Yine her ayın 4. çarşambası, uzman psikolog yönetiminde “Sohbet ve Dayanışma” toplantıları düzenlenerek, hasta yakınlarının yüklendikleri ağır yükü hafifletmek, onlara kendilerine zaman ayırma fırsatı tanımak ve tükenmelerine engel olmak amaçlı çalışmalar yürütülmektedir. Hitap ettiği kitle (kanserli çocuklar, şizofreni bireyler)? Türkiye Alzheimer Derneği’nin, öncelikli hizmet kitlesi Alzheimer hastaları ve hasta yakınlarıdır. Ancak daha genel anlamda tüm toplumu hastalık, bakımı ve korunma yöntemleri konusunda bilinçlendirme çalışmalarını da yoğun bir biçimde yürütmektedir.


6. Gönüllüler hangi çalışmalara katılabiliyor ve gönüllüler hangi noktada destek sağlayabilir? Gönüllüler destek çalışmalarına başlamadan önce Derneğimizde 1 günlük bir eğitim alırlar. Bundan sonra kendi tercihlerine ve ilgi alanlarına göre Farkındalık etkinliklerimizde destek olabilirler, Gündüz Yaşam Evimizde hastalarımıza kitap okumak, gitar çalmak, sohbet etmek gibi keyifli zaman geçirmelerine yardımcı olabilirler. Bir başka destek şekli de Derneğimize başvuran hasta ve hasta yakınlarının evlerine düzenlenen ziyaretlere katılmak olabilir. Bu ziyaretlerle, yaşlıların yakın çevresi ile olan sosyal ilişkilerinin geliştirilmesine yardımcı olmak, hastalara ve hasta yakınlarına bilgi ve destek vermek, onlara psiko-sosyal programlar hazırlamak olduğu kadar, resmi kurumlar ve/veya aile, komşular, toplum gönüllüleri ve personel ile işbirliği sağlamak amaçlanmaktadır. Yılda ortalama 250-300 hastaya ziyaretlerle destek verilmektedir. Derneğimiz faaliyetlerini sürdürebilmek için gerekli mali kaynakları sağlamak amacıyla yapılan balo, yemek, kermes, vb. gibi etkinliklerde destek olabilecekleri gibi, gönüllüler ülke çapında düzenlenen maratonlarda Derneğimiz takımıyla birlikte koşarak ve bu katkılarını kendi çevreleriyle paylaşarak hem Alzheimer hastalığı hakkındaki farkındalığı artırma yönündeki, hem de toplayacakları bağışlarla fon toplama çalışmalarımıza yardımcı olabilirler. 7. Faaliyetleriniz nelerdir? Türkiye Alzheimer Derneği, Alzheimer hastalığının toplumca tanınması, bu konudaki toplumsal bilincin geliştirilmesini sağlamak için yoğun eğitim ve bilgilendirme çalışmaları sürdürmektedir. Bu amaçla, seminerler, bilgilendirme toplantıları, sosyal ve yasal haklar toplantıları, psikolojik destek ve dayanışma toplantıları düzenlenmekte; bu faaliyetler broşür, dergi, kitap basımı ve radyo, televizyon yayınları ve bilgisayar ağları kullanılarak da güçlendirilmektedir. Derneğin internet sayfasında, gerekli tüm alanlarda tanıtım amaçlı bilgiler hem yazılı hem videolarla halkımıza aktarılmakta, ayrıca sorulara e-posta yoluyla ve telefonla cevap verilmektedir. Beş (5) yıl boyunca ücretsiz başvuru merkezi telefon hatları kullanılarak, halkımızın hastalıkla ilgili sorularına cevap verilmiştir. Hastaların, yakınlarının ve bakıcıların bir araya gelmeleri, eğitimleri, sorunlara ortak çözüm aramaları için ortak zemin oluşturma çalışmaları yürütülmekte ve bu nedenle toplantı, seminerler ve hasta yakınlarına psikolojik destek amaçlı grup toplantıları düzenlenmektedir. Derneğin faaliyet alanlarını şu ana başlıklar altında toplanabilir: Eğitim Faaliyetleri: Yaşlanınca unutkan olmanın doğal karşılandığı ülkemizde, unutkanlığın hangi yaşta olursa olsun bir hastalık olduğunu, mutlaka bir doktor kontrolünden geçmek gerektiğini anlatmak için seminerler, toplantılar düzenlenmektedir. Alzheimer hastalığı ve ilişkili demansiyel sendromlara ilişkin bilimsel verilerin arttırılması, bir araya getirilmesi ve yayılması için tüm gücüyle çalışan Türkiye Alzheimer Derneği, bu amaçla bilimsel toplantılar ve hekim ve yardımcı sağlık personelinin (hemşire, fizyoterapist, rehabilitasyon uzmanı) eğitimi için çalışmalar yapmakta ve üniversiteler, belediyeler ve sağlık kuruluşları ile bilimsel amaçlı ulusal ve uluslararası bağlantılar kurmaktadır. Bu toplantılarda Alzheimer hastalığını tanıtmanın yanı sıra, bu hastalıkla baş etmeye çalışan hastaların ve yakınlarının soru ve sorunlarına cevap bulmak, onlara yardımcı olmak ve hasta yakınlarının yaşadıkları psikolojik sorunlarla ilgili olarak destek vermek amaçlanmaktadır. Bu eğitimlerin kimileri uzman doktor ya da psikologların kurum ve kuruluşlardan gelen davetlere katılması şeklinde gerçekleşmekle birlikte, bilgilendirme toplantılarının büyük çoğunluğu Derneğin organizasyon organları ve gönüllülerin gayretleriyle ve düzenli olarak “aynı tarihte aynı yerde” prensibiyle hazırlanmaktadır. Dernek merkezinde her ayın 2. Çarşambası konunun uzmanı kişiler tarafından, aşağıdaki konularda halkı aydınlatmak amacıyla düzenli bilgilendirme toplantıları, yıllık olarak hazırlanan bir program çerçevesinde yürütülmekte ve katılımcılara broşür, kitap, kitapçık, vb. yardımcı kaynaklar dağıtılmaktadır.


Yine her ayın 4. Çarşambası, uzman psikolog yönetiminde “Sohbet ve Dayanışma” toplantıları düzenleyerek, hasta yakınlarının yüklendikleri ağır yükü hafifletmek, onlara kendilerine zaman ayırma fırsatı tanımak ve tükenmelerine engel olmak amaçlı çalışmalar yürütülmektedir. Türkiye Alzheimer Derneği, Türkiye’de “Hasta ve Yaşlı Bakım Elemanı” meslek grubu oluşturma çalışmalarına katkıda bulunmak amacıyla 3 aylık sertifika eğitimleri düzenlemektedir. Bu eğitimlerde, hastanın ihtiyaçlarının zamanında ve uygun şekilde karşılanabilmesi ve davranış problemlerinin önüne geçilebilmesi için dikkatli takip ve gözlemin önemi, hastanın yaşadığı çevrenin onlara uygun biçimde düzenlenmesi ve hastanın doktoru ile işbirliğinin önemi gibi konularda teorik bilgiler verilmekte ve eğitim alanlara pratik yapma olanağı sağlanmaktadır. Engelliler Genel Müdürlüğü ile ortaklaşa yapılan çalışmalar çerçevesinde yılda 6-8 kez “Sosyal ve Yasal Haklar” toplantıları düzenlenmektedir. Bu toplantılarda hastaların ve hasta yakınlarının sosyal güvenceleri, yasal yükümlülükleri ya da yasa karşısında yeterlilikleri konusunda bilgi verilmektedir. Türkiye Alzheimer Derneği, çeşitli meslek gruplarını eğitimine ağırlık vermeye gayret etmektedir: Kaybolan hastalarla ilk muhatap olacak polislerin, hastaya ne şekilde yaklaşmaları gerektiği ya da yolda nereye gideceğini bilemeyen birine rastladığında onun nereye götürülmesi gerektiği konusunda taksi şoförlerine bilgi ve eğitim verilmiş olup, vermeye devam edilmektedir. Eğitim Faaliyetlerini hedef kitleler ve kullanılan medya açısından sınıflandırmak gerekirse:

• Toplumu Bilgilendirme: Halka açık eğitim seminerleri; • Kurumları Bilgilendirme: Yerel yönetimler, Sivil Toplum Örgütleri, okullar, Emniyet Müdürlüğü personeli, taksi şoförleri;

Medya aracılığı ile bilgilendirme ve farkındalığın artırılması amacıyla doktorlarımızın katıldığı televizyon ve radyoların sağlık programları;

• Tiyatro oyunu sergilenmesi: gönüllüler tarafından Alzheimer hastalığına dikkat çekmek amaçlı yazılan ve

yine gönüllüler tarafından sahnelenen tiyatro oyunları ve çeşitli mekanlarda tekrar sahnelemesi için temaslar;

• Hasta yakınlarına bilgilendirme ve destek toplantıları: Alzheimer hastalığı ve hasta bakımı hakkında gerekli bilgilerin aktarıldığı 2 haftada bir düzenlenen seminerler;

• Hasta yakınlarına danışma ve psikolojik destek toplantıları: Hasta yakınlarının üzerlerindeki bu ağır yük

ile baş edebilme, stratejiler geliştirmelerini sağlamak ve yardımcı olmak için psikologlarla buluşma toplantıları;

• Yaşlı Bakım Elemanı Kursu: 3 aylık Hasta ve Yaşlı Bakım Elemanı sertifika eğitimleri

Sosyal medya aracılığı ile Bilgilendirme: Türkiye Alzheimer Derneği resmi Facebook sayfasının, aktif olarak kullanılmaya başlandığı Ocak 2014 tarihinden bu yana, sayfaya ilgi gösteren sayısı 36.500 kişi seviyesine ulaşmıştır. Ayrıca Twitter ve Instagram yayınları da özellikle hasta yakınları tarafından yakından takip edilmektedir. Türkiye’deki uzmanlık dernekleri arasında sosyal medya aktiviteleri açısından en başarılı derneğin Türkiye Alzheimer Derneğidir. Eğitime destek programı: Üniversite öğrencilerinin “Toplumsal Sorumluluk’’ derslerinin stajlarını Gündüz Yaşam Evi bünyesinde gerçekleştirmelerine olanak sağlanmaktadır. Bu şekilde, gençlerin hem hastalığı yakından tanımaları hem de konunun toplumsal boyutunu daha iyi anlamaları hedeflenmiştir. Ulusal Alzheimer Kongresi: Bu yıl 8.si düzenlenen Ulusal Alzheimer Kongresi, her sene Demans ve Alzheimer Hastalığı konusunu tüm boyutlarıyla ele alan, alandaki son gelişmeleri gözden geçirmek, yorumlamak ve ulusal sorunları irdelemek üzere düzenlediğimiz bilimsel bir kongredir. Kongre kapsamında, hemşirelik/bakım personeli ve hasta yakınlarına yönelik “evde bakım” kursu ve Aile Hekimlerine eğitim programı da organize etmekteyiz.


Bilimsel Araştırmalar: Türkiye Alzheimer Derneği desteği ile Türkiye’de Alzheimer hastalığı ve demans prevalansını değerlendirilen çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar ile ülkemizdeki yaşlı nüfusta bu hastalığın ne kadar yaygın olduğu anlaşılmakla beraber aynı zamanda ülkemizde yaşayan yaşlıların bunamaya bakışları ve yaklaşımları değerlendirilmiştir. Aynı çalışmalar kapsamında yaşlılarda gizli depresyon sıklığı da ölçülmüştür. Böylelikle toplumda ne kadar yaşlıda bu hastalığın var olduğu, hastalığın şiddeti, ne kadar hastanın uygun tanı aldığı, tanı alan hastaların ne kadarının uygun tedavi ve sosyal destek aldığı belirlenmiştir. Bu veriler sağlık politikaları oluşturmada da kullanılmak üzere yayınlanmıştır. Bu çalışmalar ekte mevcuttur. Ev Ziyaretleri. Derneğe başvuran hasta ve hasta yakınlarına gönüllüler, eğitimli hemşireler, hastabakıcılar, sosyal hizmet uzmanı, vb. kişilerle ücretsiz ziyaretler düzenlenmektedir. Evde Bakım Hizmeti: Türkiye Alzheimer Derneği, başvuran hasta yakınlarının bakımında zorlandıkları, yatağa bağımlı olan hastalara evlerinde ücretsiz bakım hizmeti vermektedir. Her hastaya 4 kez ve ücretsiz olarak sağlanan bu hizmet, hastaların günlük ihtiyaçları olan hijyenik bakımı, ilaçların düzenlenmesi, uzun süreli yatağa bağımlı hastalarda görülen yaraların tedavisi, nefes egzersizleri vb. hemşirelik ve hasta bakıcılık hizmetlerini kapsamaktadır. Ayrıca, bakım için hastanın evine giden deneyimli personel hasta yakınlarının bu işleri daha sonra kendi başlarına yapabilmeleri için gerekli eğitimleri de vermektedirler. Evde Bakım Hizmetinde yıllık olarak ortalama 500 hastaya ulaşılmakta olup, bu sayının artırılması için bağış organizasyonları düzenlenmektedir. Yarışmalar Düzenleme ve Maratona Katılma: Halkımızın dikkatini hastalığa ve Türkiye Alzheimer Derneğinin bu hastalıkla ilgili mücadelesine ve vermekte olduğu hizmetlere çekebilmek, Alzheimer Hastalığı ile ilgili bilimsel çalışmalara ve hasta ve hasta yakınlarına bizzat verdiği hizmetleri sürdürebilmek amacıyla fon oluşturmak için yarışmalar düzenlenmekte ve ülke çapında düzenlenen maratonlara katılım sağlanmaktadır. Gezi ve Şenlikler Düzenleme/Katılma: Gerek toplumun bilinçlenmesine katkıda bulunmak gerekse hasta yakınlarına moral desteği sağlamak amacıyla geziler düzenlemekte ve kurumlarla ortak yerel şenliklere katılmak vasıtasıyla bilinçlendirme ve hizmet yelpazesinin genişletilmesine çaba sarf edilmektedir. Gündüz Yaşam Evi Türkiye Alzheimer Derneğinin yoğun çalışma ve ısrarlı talepleri üzerine, Şişli Belediyesi tarafından Şişli-İstanbul’da, Karatay Belediyesi tarafından Konya’da, Mersin Şubemiz ve Mersin Büyükşehir Belediyesi tarafından Mersin’de ve Kadıköy Belediyesi tarafından Kadıköy-Istanbul’da Alzheimer Gündüz Yaşam Evleri hizmet vermektedir.

Derneğe gönüllüler nasıl ulaşabilir? Gönüllüler genelde sosyal medya üzerinden iletişim bilgilerimize ulaşıp bizimle temasa geçiyorlar: www.alzheimerdernegi.org.tr @TurkiyeAlzheimer AlzheimerTR turkiye_alzheimer_dernegi

Psikolog adaylarına tavsiyeleriniz nelerdir? Işın Baral Kulaksızoğlu hocamız der ki: “Ülkemiz ve dünya yaşlanıyor… İleri yaşlarda gerek kognitif bozukluklar gerekse psikiyatrik/psikolojik sorunlar artıyor. Yaşlılık depresyonundan ileri yaş evlilik/yanlızlık sorunlarına, demanslı hasta ve ailesinin psikolojik ihtiyaçlarından nöropsikolojik testlerin geliştirilmesine pek çok ilgi seçeneği var Geropsikolojiide yeni yeni sendromlar ve terapi olasılıkları da konuşuluyor. Bu çalışma alanının meraklı ve enerjik psikologlara çok şey vaad ettiğini söyleyebiliriz. Mesleklerinde başarılar diliyoruz.”


KİTAP KÖŞESİ İsviçreli Psikolog Alice Miller’in Beden Asla Yalan Söylemez isimli kitabı sanat terapi yöntemlerinden biri olan bibliyoterapide kullanılan kitaplardan biridir. Bibliyoterapi ise doğru zamanda, doğru bireyle, doğru kitabı buluşturma olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir tanımı da danışanın okuduğu kitap ile kendi kişiliği arasında dinamik bir bağ kurması olarak yapılmaktadır. Alice Miller çalışmalarının büyük çoğunluğunu çocuk suistimali üzerine yoğunlaştırmıştır. Bu kitabında da çocuklukta yaşanan belki de asla ciddiye alınmayan olayların onlarca yıl sonra dahi nasıl fiziksel sorunlar olarak ortaya çıkabileceğini somut örneklerle okuyucuya aktarmıştır.

“Yazarlar, iyi bir edebiyat ortaya koymaya çalışırlar. Yaratıcılıklarının bilinçsiz kaynaklarının, onları ifade etmeye ve iletmeye iten sebeplerin farkına varmak için bir çaba göstermezler. Yapıtlarında bilinç dışındaki korkularına açıkça göndermede bulunan pek çok ressamda da benzer bir tereddüt var: Francis Bacon, Hieronymus Bosch, Salvador Dali gibi ressamlarda ve sayısız diğer gerçeküstücülerde gördüm bunu. Yapıtlarında gerçekten de iletişim kurmak için bir çaba gösterirler, ancak buna sanat diyerek çocukluklarında yaşadıklarını inkar etmeye hizmet eden bir seviyede yaparlar. Sanatı ve edebiyatı ele alışımızdaki başlıca tabulardan biri, sanatçıların yapıtlarından söz ederken onların yaşam öykülerinin “Beden, hakikatimizin gardiyanıdır, çünkü bir hayat dikkate alınmaması gerektiği ilkesidir. Bence sanattecrübesini taşır ve organizmamızın hakikati ile birlik- çıların başlarına gelenler, onları bitmez tükenmez te yaşayabilmemizi sağlar. Fiziksel belirtilerin yardı- bir şekilde yeni ifade biçimleri aramaya iten şeydir.” mıyla, bizi bu hakikati bilişsel olarak ele almaya zorlar ki içimizdeki çocukla, içimizde yaşamaya devam eden Alice Miller kitabın birçok yerinde terapistlerin çocukla, bir zamanlar hiçe sayılmış, suistimal edilmiş, da ahlak yargılarının içinde sıkıştığı için danışanlara aşağılanmış çocukla ahenkle iletişim kurabilelim.” verimli olamadığından yakınır ve pek çok terapistin danışanlarının dikkatini kendi çocukluklarından İlk bakışta göze kişisel gelişim kitabıymış gibi gel- uzaklaştırmak için çabaladığını söyler. Hatta daha se de bu kitap bir kişisel gelişim kitabı değil. An- önce terapi deneyimi olan okuyucuların bu kitap sacak hikayeleri okudukça kendinizden birer parça yesinde terapistlerinin onlara eşlik mi ettiğinin yoksa bulup içsel bir yolculuğa çıkmamanız neredeyse onları kendilerinden uzaklaştırdığını mı anlayacaklaolanaksız. Yüzyıllardır alışılagelmiş ahlak ve din rını vurgular. Kitabın sonunda ise yazar geleneksel kurallarının aslında temelinde nasıl yanlışlıklar ba- ahlak ve psikanalizi ele alışının olağan dışı olduğunu rındırdığını gözler önüne seriyor ve bu anlamda belirtir ve özellikle geleneksel ahlak yargıları üzerine ahlak eleştirilerine de yer veriyor. Ahlakın dayattı- daha çok kafa yorulması gerektiğini söyler. ğı “anne ve babamızı sevmek zorundayız” algısının insan psikolojisinde ve ardından da bedeninde na- Beden Asla Yalan Söylemez, okuması kolay ve sıl sonuçları olabileceğini okuma fırsatı buluyoruz. keyifli, insanı yormayan bir kitap. Hayatın içinden verilen yazarlar, diktatörler, bulimia ve anoreksia Kitabı en ilginç kılan kısımlardan biri ise ünlü ya- hastaları, madde bağımlıları ile ilgili verilen somut zarların hayatlarından örnekler barındırıyor olması. örneklerle anlaşılma düzeyini de oldukça yukarıVirginia Woolf’un uğradığı cinsel tacizin onu na- ya taşıyor. Sahip olduğumuz duyarlılık seviyesini sıl depresyona sürüklediği, Marcel Proust’un an- yükseltecek, toplum olarak normalleştirdiğimiz ufak nesi tarafından aşırı sevgiye maruz kalması ve bu- şeylerin dahi ne kadar büyük öneme sahip olduğunu nun sonuçları, bunlardan bazılarına örnekler. Bu daha kolay fark edebilmemizi sağlayacak, okuyucusanatçıların içinde bulundukları durumu kendileri yu her anlamda ileriye taşıyacak bir kitap olduğuna algılayamamaları fakat eserlerinde nasıl detaylı bir inanıyorum. Keyifli okumalar. şekilde anlatabildiklerini görünce şaşırabilirsiniz.


En Sevdiğim Yeri: Her diktatör, çocukluğunda yaşadığı acıları inkar eder ve megalomanisine teslim olarak onları unutmaya çalışır. Ancak bireyin bilinç dışı, bedeninin hücrelerine yaşam öyküsünü tamamıyla kaydettiğinden, bir noktada bireyi gerçekle yüzleştirir. Emrindeki muazzam maddi kaynaklara rağmen, Saddam, bir çocuk olarak her türlü desteğin kendisinden esirgendiği ve gerçek bir korunma sağlayamayacak çok tehlikeli bir yere, doğduğu yere yakın bir yere sığınmıştı. Saklanmak için bu yeri seçmesi, çocukluğunun bu umutsuz halini yansıtır ve tekrar dürtüsünün ne kadar güçlü olduğunu ortaya koyar. Çocukluğuna bu dönüş, hiçbir yere kaçma şansının olmadığı bir yere dönüştü.”

KİTABIN ADI: BEDEN ASLA YALAN SÖYLEMEZ YAZAR: ALICE MILLER SAYFA: 210

ESRA BAYISIN


MÜZİK KÖŞESİ ATAKAN YÜCEL Aşk: Yoldaş Besteler Sadece onu yaşayan iki kişinin anlayabileceği bir kavram mıdır aşk, yoksa bir üçüncül bakış açısı farklı bir boyut kazandırabilir mi bu olguya? Bence bu pekala mümkün aslında, şu an okuduğun köşenin konusu da tam olarak bu sevgili okur.

Dire Straits- Walk Of Life: Arayışının ilk adımını attın. Nereye varacağını hiçbir şekilde umursamadan hayata atılmış olmanın verdiği enerji ve güçle etrafında dolaşan güzel olan tüm çiçeğe böceğe mutluluk saçıyorsun. Lynyrd Skynyrd- Simple Man: Bir süre sonra bu işin öylece aranarak olmayacağını fark ediyorsun ve çevrendeki insanlardan öğütler almaya başlıyorsun. Aslında kendileri için nasıl bir insan olmasını istediklerini söylüyorlardır sana belki de. Neyse ki farkına varacaksın bunun da, umalım ki çok geç olmasın. Dire Straits- Expresso Love: Ansızın bulduğun ve umarsızca zaman geçirdiğin ilk heyecanlı aşkın işte tam karşında duruyor! Artık kalbindeki tam idrak edemediğin boşluğu doldurabilirsin… Umarım. Leonard Cohen- I’m Your Man: Ne kadar güzel birisi değil mi? Sanki en başında birbiriniz için yaratılmışsınız gibi… Tam olarak cennette hissediyorsun kendini. Kendini sonun nereye varabileceğini hiç düşünmeden tamamen ona adıyorsun.

Terapi kavramlarının en sağlam içeriklerinden birisi danışanla terapist arasında kurulan ve en temel taşı empati olan kavramlardan birisi terapötik ilişkidir bildiğimiz üzere. En temeli empatidir dedik biraz önce, peki empati sadece bir terapistle mi mümkün olur? Tartışılmazdır ki profesyonel bir yardım ancak ve ancak terapist empatisiyle var olabilir ancak bu kavram sadece terapiye özgü değildir. Ailemiz, arkadaşlarımız hatta Heyecanın Bitişi: İlk Ayrılık bazen de müzikler olmaz mı bizim derdimizden anlayan ve bize yardım eden bazen? Öyle de bir olur ki… Hedefi olmayan bir kurşun gibi ilerlediğin güzel zamanlar, sakinleşip etrafına bakındığında Yazıma başlamadan önce ufak bir bilgilendirme fark ettiğin tonlarca problemin ardından muhteyapayım sevgili okur, bu ay yine bir sayfa yazı ve melen acı verici bir şekilde sona erdi. Artık bir ondan sonra 30 şarkılık bir liste bırakıp gitmeye- yardım almadığın, motivasyonunu yeniden toceğim. Bilimsel tabanlı bir yazı da olmayacak bu parlamadan kolay kolay çıkamayacağın bir batak-o kısmını diğer yazar arkadaşlarım güzelce ele al- lıktasın. Gerçeği hissetmeye, yaşamaya başladın. dılar zaten :)-. Bu defa birçok yönü ve boyutuyla kendi içsel süreçlerimden hareketle ele aldığım bir Janiva Magness- You Were Never Mine: Uğruyazı yazacağım. Geçtiğimiz sene içerisinde içeri- na dağları delebilecek kadar kendini adadığın sinde bulunduğum psikoterapi süresince terapisti- sevgilinin aslında hiçbir zaman senin olmadımin yanısıra beni en çok anlayan ve destekleyen ğını fark ettiğin an oldukça acı verici değil mi? arkadaşlarımla -sırdaş müziklerimle- sohbet ettire- Tombstone Three- Blackest Hour: Tüm dünceğim sizi. Bendeki emeklerini unutmadım, unut- yan, tüm zamanın, çevrendeki herkes hatta her mayacağım. Onlara ne kadar teşekkür etsem azdır. şey… Zifiri karanlığa, “En karanlığa” büründü bir anda gözlerinde. Artık hiçbir şeyin bir güHadi şimdi bir aşk sürecini onların gözün- zelliği yok ve olamaz senin gözlerinde değil mi? den incelemeye en başından başlayalım... Weeping Willows- Blue and Alone: Başka hiç kimsenin eski sevgilinin yerini tutamayacağını düşünüyorsun. Hiçbir zaman gelmeyecek ve geMasum ve Heyecanlı: İlk Aşk lemeyecek bir insanı beklediğinin farkındasın. Aşk denilen, çevremizdeki herkesin hayranlıkla ilgi- İkiye On Kala- İyi ve Güzel Kadınlar Hep Ağlar: Farlendiği ve arayışta olduğu olguyu, belki de bir hissi- kında olmadığın şeyse onun yerini hiç kimsenin tutamayacak olmasının sebebinin herkesin kendine özel yatı veya bir kişiyi aramak, çabucak bulmak isteriz. Ne bulacağımızı, hangi zorluklarla karşılaşacağımızı bir yerinin olduğu. Gözünü yavaştan açmaya başla sen. Yakında yeni bir gezegen bulunur nasıl olsa :). tahmin bile etmeden.


Erkin Koray- Öyle Bir Geçer Zaman Ki: “Geçmez” diyorsun, “kurtaramam kendimi”, “bitti artık”... Ama geçiyor işte. Bir şekilde akıp gidiyor zaman. Engel olamıyorsun, böyle acılı bir süreçte olmak da istemiyorsun zaten. Steven Wilson- Drive Home: Tüm bu zaman boyunca bataklıkta debelenmek yeterince yormadı mı seni? Hadi artık evine, yuvana geri dön. Yolu hatırlıyorsun değil mi?... Birinci Tekil Şahıs: Yalnız Kovboy Aşk dedikleri illetten tardın kendini, artık kim ne bir silahşör olmak istiyorsun Biraz rahat rahat dolaşmak

binbir bela kurderse desin yalnız artık. “Yetti be!”. senin de hakkın.

Bon Jovi- You Give Love A Bad Name: Aşka kimin ne anlam yüklediği kimin umurunda! Şimdiye kadar sana cehennemi yaşatmaktan başka ne işe yaradı ki bu illet? Bırak gitsin... Joan Jett- I Hate Myself For Loving You: Arada eski sevgiliye lanet etmeden olmaz ama değil mi? Aklına gelen her şeyi söyle, ne de olsa etrafında bunları söylediğin için seni kınayabilecek hiçbir insan yok. Beni dinlemenin sebebi onu hala silememiş olman değildir herhalde değil mi? Yok canım değildir ya. Yavuz Çetin- Cherokee: Büyüklerimizin “hovardalık” olarak tabir ettiği şeyleri yapmaya geldi sıra. Oh be istediğin her şeyi yapabilirsin ve kimse tek kelime dahi edemez sana. Etseler bile umurunda mı zaten :). Hata! Gary Moore- Still Got The Blues: Hadi bakalım… Mantığınla “aşkı unuttum”, “artık işim olmaz” diyorsun tamam ama kalbine söz geçirebileceğini sanmadın değil mi gerçekten?

Yapboz: Çerçeve ve Parçalar

The Blues Brothers- Everybody Need Somebody To Love: Farklı bir gerçekliğin farkına varmaya hazırsın sanırım artık. Kalbinde yer sahibi olacak başka bir kalbe ihtiyaç duyduğunu itiraf edecek kadar dürüst ol lütfen. Yaşlı Amca- Yakamoz Güzeli: Kendine dürüst olduktan sonra hayat hiç beklemediğin bir anda yeni bir ruh gösterdi. Kalbinden tüm vücuduna pompalanan kanın tamamını hissedecek kadar heyecanlanıyorsun. Sakin ol arkadaşım, sevgin bu senin, yeniden hayat buldu :).

Fever Ray- If I Had A Heart: Tamam başka bir kalbe ihtiyaç duyduğunun farkındasın ama eski sevgilin sende öyle bir yara açtı ki hoşlandığın yeni kişiye yansıtmaktan korkuyorsun bunları. Onu nasıl sevmen, ona nasıl davranman gerektiğini bile unuttuğunu hissediyorsun. Bunları sana kimin yeniden öğreteceği ise tam bir muallak. Frank Sinatra- Killing Me Softly: Bu sorunun cevabını kendi içinde aramaktan elle tutulur bir sonuç bulamadıysan bir de onda aramaya ne dersin? Bir de bakarsın sana söyleyeceği tek bir kelimede, sana atacağı tek bir bakışta, tek bir gülüşte, hatta belki de söyleyeceği bir şarkıda saklıdır cevabın… Kalbini ve zihnini daha ilk saniyelerinde eriten o yüce şarkıda. Birsen Tezer- Balıkesir: Kalbinin çarptığı her an ona yakın olmak istiyorsun artık. Aşkını dağlara, taşlara, şehirlere haykırmak istersin. Baktığın her yerde sevdiğini görürsün artık. Aldığın her nefesi sadece onun için alır, gittiğin her yere onun için gidersin artık. “Seni sevdiğimdendir gelirim ben bu yere.”. Bread- Make It With You: Daha fazla içinde tutamıyorsun sevgini değil mi? Bir sonraki atman gereken adım çok açık. Ona olan sevgini tüm içtenliğin ve dürüstlüğünle açmak, kalbini fedakarca ona uzatmaktan daha içten bir şey ne olabilir ki zaten? Chantal Chamberland- Don’t Explain: Tam sen açıklamanı yapmaya başlayacakken onun senin sözünü kesip “Açıklama bana bir şey.” deyip sıkıca sarıldığını düşün şimdi sana. Şimdi dürüst ol, o an yaşadığın duyguyu herhangi bir kelimeyle açıklayabilir misin? Böyle bir açıklama mümkün olabilir mi sence? Cahit Berkay, Grup Zan- Selvi Boylum Al Yazmalım: Eğer illa ki bir açıklamasını yapmak istiyorsan sevgiline olan aşkının, cevabını çok net bir şekilde verebilirim sana. Yıllardır beni dinleyen herkese anlattığım gibi tıpkı. Asla bıkmayacağım bu sözleri söylemekten: Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu, sevgi emekti... Durursam bir daha kurtulamam. Ziyanı yok, gülüşü yeter bize... Yazımın sonuna gelmişken sana yine samimi bir itiraf yapıyorum sevgili okur, en başta da belirttiğim gibi bu yazı en temelinde benim geçen seneki hayatımdan son derece içsel taşıyor ancak son başlığın hatırı sayılır bir kısmını henüz kendim yaşamadan, çevremden yaptığım gözlemler ve kalbimin arzuladığı yol çerçevesinde oluşturdum ama tüm bunlara rağmen yalan söylemiş sayılmam sonuçta değil mi? Sonuçta tüm bu süreçleri oluşturan şey iki adet kalp: Yapboz ve çerçeve. Spotify ID: atakanyucel Sanat ve Terapi

Çalma Listesi: #43-


FİLM KÖŞESİ

KÜRŞAT KEŞAN

Filmin Künyesi Yönetmen : Carol Reed Oyuncular : Charlton Heston , Rex Harrison , Diane Cilento Yıl: 7 Ekim 1965 Süre : 138 dk

Gerek kendine yönelik gerek kendi dışında başka bir şeye hissettiği tüm duyguları, (acı, kıskançlık, mutluluk, aşk, özlem …) insanı diğer canlılardan ayıran temel özelliklerinden biridir. Ve insan bu duyguların dudaklarından dökülmesini kendi isteğiyle reddedebilecek de bir varlıktır aynı zamanda. Ancak idi ile süper egosunun savaşı bu duyguları başka bir şekilde ortaya çıkarmasına neden olur; eser sunarak. Konuşmak istemediğini ya da konuşamadığını yazabilir, çizebilir, şekil verebilir, duyabilir, koklayabilir. Kendi benliğini bir sanata dönüştürebilir. 1965 yapımı Acı Ve İlham filmi , İtalyan ressam , heykeltıraş , mimar ve şair olan Michelangelo di Lodovico Buonarroti Simoni’nin hayatının bir biyografisi niteliğindedir. Film izleyiciye dillendirilmek istenilenin çizerek dile getirilme sürecini dönemin ögelerini de başarıyla taşıyarak aktarıyor. Dönem içerisindeki savaşlar, kilisenin gücü ve tüm bunların mimaride kendine yer bulması… Hikaye 16. yüzyılda geçiyor. Katolik kilisesinin lideri Papa II. Julius kendini hatırlatacak önemli bir eser bırakmak istemektedir. Bu aynı zamanda kendisi adına yüzyıllar boyu konuşacak ve onun gücünü temsil edecek bir eser olmalıdır. Bu nedenle o dönemin ünlü heykeltıraşı Michelangelo’yu, Sistine Şapeli’nin tavanına dini bir fresk yapması için görevlendirir. Şapel, kutsal alan, tapınak anlamını taşır ve Sistine Şapeli, Vatikan’da papanın resmi ikametgahının bulunduğu bir şapeldir. Filmde Michelangelo görevine başlamasından kısa bir süre sonra yaptığı eserleri “Şarap ekşi ise dök gitsin.’’ sözü ile tahrip eder. Bu söz gittiği bir meyhanede karşılaştığı bir sözdür. Meyhane sahibinin kendi şarabını beğenmemesi üzerine ettiği bir sözdür. Yaptığın işi iyi yapamamışsan yık gitsin anlamını taşır. Michelangelo kendi eserine verdiği zarardan sonra ortalıktan kaybolur ve Papa da onun peşine düşer. Bir süre sonra kendisi Papa’nın askerlerine teslim olur ve yaptığı eseri kötü bulduğu için tahrip ettiğini söyler. Daha iyisini yapmak için izin ister ve Sistine Şapeli’nin yıllar süren yapım sürecinde Papa ve arasında çıkan anlaşmazlıklar ve kendi eserini dönem dönem eleştirmesi üzerine defalarca yapımını durdurarak tekrar başladığı bir sürece girer. Michelangelo, gençken aşık olduğu kadın Contessina de Médici’ye “Ben diğer erkekler gibi kadınların kahkahaları , çocuklar ile mutlu olamam. Ben bunlara aşık değilim.” dediğinde aslında kim olduğunu çok az insandan oluşan yakın çevresine de açmaya başlamış ve bunun için kendini yalnız hissetmediğini de söylemiştir. Kendisi hakkında küstah, şımarık bazen de ruhsal sorunları olduğunu düşünenler olmuştur ancak o her daim sanatının onu iyileştirdiğini örtük bir biçimde dile getirmekten geri durmamıştır. Kendini sanatı ile anlatıyordu ve yalnız kalmak isteyen ruhunu da yine sanatı besliyor, onarıyordu. Michelangelo filmin son sahnelerinde bitirdiği eseri için “Yaratılan şeye aşk duyulur. Tanrı yarattığına aşıktır ve insan kötü olmayı Tanrı’dan öğrenmemiştir. İnsan ona verilen var olma şansına hep saygı duymuştur ancak kötülüğü sonradan öğrenmiştir.” der. Michelangelo 1508-1512 yılları arasında Şapelin tavanı için çalışmış ve Freskinde “Adem’in Yaratılışı” nı resmetmiştir. İnsanlığın var olduğu sürece kendiliğine dair eserler bırakarak kendi terapisini eserleri ile geliştirdiğini hissettiren bu filmi seyrederken iyi seyirler dilerim.


Sanat Ve Terapi Temalı İzlenebilecek Film Önerileri AMELIE: Amelie annesinin ölümü ile babasının onu korumak istemesi sonucu çevresiyle yabancılaşmış , sonuçta da küçük şeylerle de mutlu olayı öğrenmiş genç bir kızdır. Hayatını Paris’te kurar. Kendine bir ev tutar ve bir kafede garson olarak çalışmaya başlar. Hayat sıkıcı devam ederken dairesinde bulduğu kutu herşeyi değiştirir. Kutuda birisinin çocukluk hatıraları vardır. Amelie, hatıraların sahibini bulur ve gizlice kutuyu sahibine iade eder. Hatıralarına kavuşmak adamın yaşamında büyük ve olumlu değişiklikler meydana getirmiştir. Bunu gören Amelie hayattan keyif almanın başkalarına el uzatmaktan geçtiğini keşfetmiştir. Herkesi küçük şeylerle mutlu etmeye çalışan Amelie, farklı duyguları keşfetmeye de başlar ve hayatına Nino girer. Fransız yapımı olan filmin özellikle müzikleri izleyiciyi filme daha da ısındırıyor. Yönetmen: Jean-Pierre Jeunet Oyuncular : Audrey Tautou , Mathieu Kassovitz Yıl : 23 Kasım 2001

Frida: Meksikalı sürrealist ünlü ressam Frida Kahlo’nun sanat ve yaşam hikâyesini konu alan biyografik türde bir filmdir. Kocası Diego ile oldukça ilginç bir ilişkisi olan Frida ,politik ve cinsel özgürlüğün asla kısıtlanamayacak özgürlükler olduğuna inanmaktadır. Filmde baskıcı bir dönemde yaşamış olan Frida’nın bunu eserlerine yansıtışSüre : 123 dk ına tanık oluyor , onun aşk hayatı ve içinde bulunduğu dönemde yaşayan bireylerin düşünceleri ve hayatlarını gözlemleme imkanı buluyoruz. Yönetmen: Julie Taymor Oyuncular : Salma Hayek , Alfred Molina , Mia Maestro Yıl : 25 Ekim 2002

Loving Vincent: Ünlü Hollandalı ressam Vincent Van Gogh’un hayatını ve ölümünü giden yolda yaşadıklarını anlatan film biyografik animasyon türünde ve geçtiğimiz yılın en iyi filmlerinden biri. Filmde Van Gogh’un ölümüne bir sır perdesi varmışçasına yaklaşılıyor ve bu hikayeler Gogh’un çizdiği eserlere ait olan animasyonların içerisinde geçiyor. Gogh’un melankolik ve bunalımlı ruhsal durumuna sık sık vurgu yapılan filmde kendinizi bir sanat galerisinde gibi hissedebilirsiniz. Yönetmen : Dorota Kobiela, Hugh Welchman Oyuncular : Douglas Booth , Josh Burdett , Holly Earl Yıl : 22 Eylül 2017 Süre : 94 dk


REFERANSLAR PSİKOSANAT Deniz, S. (Mart 2017). Sanat terapisi (Aart Terapy) üzerine. Erişim Tarihi: 3 Ekim 2018, http://www.dergipdr.com/sanat-terapisi-art-therapy-uzerine-4414h. htm. Eren, N. (1998). Psikotik ve borderline hasta gruplarında sanatla psikoterapi sürecinin incelenmesi. İstanbul Üniversitesi. Göktepe, A.K. (2015). Sanat Terapi (1. Baskı). İstanbul: Nesil Yayınları. Işiker, G. B., & Fırıncı, M. (2008). Terapide psikodrama ve resmin kullanılmasının savunma tarzları ve sosyal ilişkiler ağı üzerine etkileri. Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Dergisi, (23). RUHUN GIDASI; MÜZİK GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MÜZİK TERAPİ Gençel, Ö. (2006). Müzikle tedavi. Kastamonu Eğitim Dergisi, 14(2), 697-706 . Hatunoğlu, A. (2014). Türk islam hekimlerinin psikoloji biliminin gelişimine katkıları ve psikolojik hastalıklara tedavi yöntemleri. Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2(5), 255-263. Karahan, S. (2006). Tarihsel süreç içinde türklerde müzikle terapi. (Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi). İstanbul Üniversitesi, İstanbul. Koç, E.M., Ayhan Başer, D., Kahveci, R. Ve Özkara, A. (2016). Ruhun ve bedenin gıdası: geçmişten günümüze müzik ve tıp. Konuralp Tıp Dergisi, 8(1), 51-55. Oyan, S. Ve Sağlamtimur, B. (2016). Müziğin insanlar ve çeşitli canlılar üzerine etkilerinin değerlendirilmesi. İnönü Üniversitesi Kültür ve Sanat Dergisi, 2(1), 77-82. Şengül, E. (2008). Kültür tarihi içinde müzikle tedavi ve edirne sultan ıı. bayezid darüşşifası. (Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi). Trakya Üniversitesi, Edirne. HİS’SİZSİNİZ

h t t p : / / w w w. p s i k o d r a m a t i s t . c o m / i n dex.php/egitimler/psikodrama John Green, Aynı Yıldızın Altında, çev., Çiçek Eriş (İstanbul: Pegasus Yayınları, 2013), 320. Nihat Taydaş (2008). Turgut Özakman Kanaviçe. Erişim tarihi: 2 Ekim 2018, h t t p : / / w w w. m f a . g o v. t r / d a t a / B A K A N LIK/SosyalEtkinlikler/tiyatro/kanavi%C 3 % A 7 e % 2 0 b u r o % C 5 % 9 F % C 3 % B C r. p d f Özbek A, Leutz G, (2003). Psikodrama: Grup psikoterapisinde sahnesel etkileşim. Ankara: Abdülkadir Özbek Psikodrama Enstitüsü Yayınları, No.1. İFADE EDEMEDİĞİMİZ DUYGULARIN TERCÜMESİ Deniz, S. (Mart, 2017). Sanat terapisi (Art terapy) üzerine. Erişim Tarihi: 2 Ekim 2018, http://www.dergipdr. com/sanat-terapisi-art-therapy-uzerine-4414h.htm. Aydın, B. (2012). Tıbbi sanat terapisi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 4(1):69-83, doi:10.5455/cap.20120405 Demir, V., & Yıldırım, B. (2017). Sanatla terapi programının üniversite sınavına hazırlanan öğrencilerin depresyon, anksiyete ve stres belirti düzeylerine etkililiği. Ege Eğitim Dergisi, 1(18), 311-344. Adar, Ç., & Kor, G. (2016). Mim Kemal Öke ve müzik terapi üzerine düşünceleri. Afyon Kocatepe Üniversitesi Akademik Müzik Araştırmaları Dergisi, 2(4), 1-13, doi: 10.5578/amrj.27738 TRAVMALARDA SANAT TERAPİ

1. Brooke, B. S., Efron, D. T., Chang, D. C., Haut, E. R., & Cornwell III, E. E. (2006). Patterns and outcomes among penetrating trauma recidivists: it only gets worse. Journal of Trauma and Acute Care Surgery, 61(1), 16-20. 2. Göktepe, K.Ayşe (2015). Sanat Terapi. Nesil Yayınları. 3. Schouten, Karin Alice de Niet, Gerrit J Knipscheer, Jeroen W Kleber, Rolf J Hutschemaekers, GEÇTAN, E . (2014). Tiyaro yolu ile ruhsal tedavi “psi- Giel J M. (2015). The Effectiveness of Art Therapy kodrama”. TiyatroAraştırmaları Dergisi, 7 (7), 103-112. in the Treatment of Traumatized Adults: A SysteGül Şendil (2014, Nisan). Psikodra- matic Review on Art Therapy and Trauma. Trauma nedir? Erişim tarihi: 3 Ekim 2018 ma, Violence, & Abuse, 16(2), 220-228


4. Linda Chapman MA, ATR-BC, Diane Morabito RN, MPH, Chris Ladakakos PhD, Herbert Schreier MD & M. Margaret Knudson MD (2001) The Effectiveness of Art Therapy Interventions in Reducing Post Traumatic Stress Disorder (PTSD) Symptoms in Pediatric Trauma Patients, Art Therapy, 18:2, 100104, DOI: 10.1080/07421656.2001.10129750 5. Sommers-Flanagan, J., & Sommers-Flanagan, R. (2012). Clinical Interviewing: 2012-2013 Update. John Wiley & Sons. ÇOCUK GELİŞİMİNDE BİR OYUN OLARAK SANAT TERAPİSİ Arıcı, B. (2006). Resim, Psikoloji ve Çocuğun Dünyasında Resim. Sanat dergisi 10: s.15-22 Ayaydın, A. (2011). Çocuk Gelişiminde Bir Oyun Olarak Sanat ve Resim. Elektronik Sosyal Bilimler dergisi, 10:(37) ISSN: 1304-0278 Aykara, A. (2017). Çocuk Merkezli oyun Terapisinin Engelli Çocuklara Yönelik Sosyal Hizmet Uygulamaları Açısından Önemi. Toplum ve Sosyal Hizmet dergisi 28:(1) İnce, M. Işır, Ö. (2016). Oyun Destekli Eğitim Yoluyla Sanat Tabanlı Bir Uygulama. İnönü Üniversitesi Uluslararası Sosyal Bilimler dergisi, 5:(1), s.225-236 Kar, Ö. Toros, F. (2015). Aile İçi Şiddet ve Çocuk İstismarı Olgularında Sanat Terapisi. Hacettepe University Faculty of Health Science journal vol 1 (Uluslararası Katılımlı III. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Kongresi “Erken Müdahale” Programı, 12 Mayıs 2015) BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI SANAT TERAPİSİ ÜZERİNE Czamanski-Cohen, J., et al. “CB-ART—The Use of a Hybrid Cognitive Behavioral and Art Based Protocol for Treating Pain and Symptoms Accompanying Coping with Chronic Illness.” The Arts in Psychotherapy, vol. 41, no. 4, 2014, pp. 320–328., doi:10.1016/j.aip.2014.05.002. DeFrancisco, J. (1983). Implosive art therapy: A learning-theory based, psychodynamic approach. In L. Gantt, & S. Whitman (Eds.), Proceedings of the eleventh annual conference of the American Art Therapy Association (pp. 74–79). Baltimore, MD: AATA

Huss, Ephrat, and Orly Sarid. “Visually Transforming Artwork and Guided Imagery as a Way to Reduce Work Related Stress: A Quantitative Pilot Study.” The Arts in Psychotherapy, vol. 41, no. 4, 2014, pp. 409–412., doi:10.1016/j. aip.2014.07.004. Gerber, J. (1994). The use of art therapy in juvenile sex offender specific treatment. The Arts in Psychotherapy, 21, 367–374. Marchand, André, et al. “Effectiveness of a Brief Cognitive Behavioural Therapy for Panic Disorder with Agoraphobia and the Impact of Partner Involvement.” Behavioural and Cognitive Psychotherapy, vol. 35, no. 05, Jan. 2007, doi:10.1017/s1352465807003888. Matto, H. C. (1997). An integrative approach to the treatment of women with eating disorders. The Arts in Psychotherapy, 24, 347–354 Morris, Frances J. “Should Art Be Integrated into Cognitive Behavioral Therapy for Anxiety Disorders?” The Arts in Psychotherapy, vol. 41, no. 4, 2014, pp. 343–352., doi:10.1016/j. aip.2014.07.002. Perry, C.W. (2002). Basic counseling techniques: A beginning therapist’s toolkit. Bloomington, IN: Authorhouse. Reynolds, R. (1999). Cognitive behavioral counseling of unresolved grief through the therapeutic adjunct of tapestry-making. The Arts in Psychotherapy, 26, 165–171. Rubin, Judith Aron. Approaches to Art Therapy: Theory and Technique. Brunner-Routledge, 2001. PSİKANALİTİK VE ANALİTİK KURAMLARA GÖRE SANAT TERAPİSİ Audi, R. (1999). The Cambridge dictionary of philosophy. Dictionary, C. (2008). Cambridge advanced learner’s dictionary. Gussak, D. E., & Rosal, M. L. (Eds.). (2015). The Wiley handbook of art therapy. John Wiley & Sons. Jung, C. G. (1963). Memories, dreams, reflections. New York, NY, US: Crown Publishing Group/Random House. p.177 Jones, Phil (2005). The arts therapies : a revolution in healthcare. Hove, East Sussex [England]: Brunner-Routledge. p. 24. Malchiodi, C. A. (Ed.). (2011). Handbook of art therapy. Guilford Press. Jung, C. G. (2009). The red book: Liber novus (S. Shamdasani, Ed.)(M. Kyburz, J. Peck, & S. Shamdasani, Trans.). New York and London: WW Norton. Freud, S. (1917). Eine Schwierigkeit der Psychoanalyse. Na. Jung, C. G. (1934). The state of psychotherapy today.Collected works. Agell, G. (1981). Transference and countertransference in art therapy. American Journal of Art Therapy. Keyes, M. F. (1983). Inward journey: Art as therapy (Vol. 3). Open Court Publishing Company. Naumburg, M. (1966). Dynamically oriented art therapy: Its principles and practices, illustrated with three case studies. Grune & Stratton.



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.