de b
ia
n_
8
“Şedid bir istibdad ve tahakküm, cehalet cihetiyle şimdi hükümfermadır. Güya istibdad ve hafiyelik tenasüh etmiş. Ve maksad da Sultan Abdülhamid'den istirdadı hürriyet değilmiş. Belki hafif ve az istibdadı, şiddetli ve kesretli yapmakmış!”93 31 Mart kalkışması ve Said-i Kürdi yazanların uydurmaları bir yana bırakılırsa, asıl sorular şunlardır: 1. Said-i Kürdi, zamanın en sert muhalefet partisi ve şeriat hukukunu yeniden geçerli kılmayı amaç edindiğini kuruluş belgesinde açıkça belirtmiş olan İttihad-ı Muhammedi Fırkası'nın kurucularından değil midir? 2. Said-i Kürdi, kalkışmayı kışkırtan Volkan gazetesinde kalkışma gününe yakın, hatta Volkan'ın son sayısında (7 Nisan 1325 / 20 Nisan 1909, sayı 110) bile niçin yazılar, yazmıştır? Kalkışmayı önlemek gibi bir amacı var idiyse, bunu nasıl gerçekleştirmiştir? 3. Said-i Kürdi kalkışma süresince nerededir ve kalkışmanın içinde değilse neresindedir? 4. Said-i Kürdi'nin o ünlü savunmayı yaptığı yerin penceresinden darağaçlarında asılanları gördüğü ve buna karşın cesurca davrandığı yazılmaktadır. Darağaçları nerede kurulmuştur ve Said-i Kürdi nerede yargılanmıştır? 5. İhtilal Mahkemesi ya da Sıkıyönetim Mahkemesi kalkışmayı örgütleyen partinin yöneticilerinin idamına karar verirken Said-i Kürdi'yi niçin serbest bırakmıştır? Bu kararı salt laflar dizininden başka bir şey olmayan savunmaya bakarak mı almıştır? İdam kararı yerine hiç olmazsa bu işe gazete de yazarak bulaşmış olması nedeniyle başkaca bir ceza verilemez miydi? İsyanlara bulaşmış kişilerin, böylesi bir dönemde, sıkıyönetim mahkemelerinde lafla savunma karşısında aklanmaları bu denli kolay mı? 6. Said-i Kürdi'nin bu savunmasının varlığını kendisinden başka belgeleyen, kendisinden başkasının anlatımına dayanarak rivayet eden var mıdır? 7. Said-i Kürdi'nin Şeriat ve İslam adına, yeniliklere karşı olan bir cephede yer almış olması niçin olumlu olmasın? Said-i Kürdi bağlıları ve talebeleri 31 Mart kalkışmasını olumlu bir girişim olarak övmektedirler. Aynı kişiler II. Abdülhamit'i “Ulu Hakan Abdülhamit Han” olarak da anmaktadırlar. Öyleyse Said-i Kürdi'nin II. Abdülhamit'in saflarında yer almış olmasında ne gibi bir kötülük olabilir? Tüm bu karışıklığın ve Said-i Kürdi'nin çok kısa aralıklarla zıtların saflarında yer alması konusunda yaratılan bulanıklığın nedeni, yine onun kendi açıklamalarıdır. “İttihatçılar onu kullanmışlardı” açıklamalarıyla Said-i Kürdi'nin yazdıkları birbirini tutuyor: “Bitlis vilayetine tâbi Nurs köyünde doğan ben; talebe hayatımda rasgelen alimlerle mücadele ederek, ilmî münakaşalarla karşıma çıkanları inayeti İlahiye ile mağlub ede ede İstanbul'a kadar geldim. İstanbul'da bu âfetli şöhret içinde mücadele ederek nihayet rakiblerimin ifsadatıyla merhum Sultan Abdülhamid'in emriyle tımarhaneye kadar sürüklendim.” Said-i Kürdi, yine Abdülhamid karşısında kahramanlık gösterdiğini yineledikten sonra, çok ciddi ve önemli bir açıklamayla 31 Mart kalkışmasında yararlı işler yaparak İttihat Terakki tarafından ödüllendirildiğini belirtiyor: “Hürriyet ilanıyla ve '31 Mart Vak'ası'ndaki hizmetlerimle 'İttihad ve Terakki' hükümetinin nazarı dikkatini celbettim. Câmiül Ezher gibi 'Medresetüz Zehra' namında bir İslâm üniversitesinin Van'da açılması teklifi ile karşılaştım.”94 Son cümle, yani Van'da üniversite kurulmasını kendisinin değil de İttihat Terakki yönetiminin istediğini belirtmesi, 31 Mart olayındaki rolün bir bulutu altında kaldığını gösteriyor. Oysa onun ve ardıllarının anlatımına göre, Said-i Kürdi, Van'da üniversite açılması için II. Abdülhamit'e dilekçe verip cezalandırılmış idi. Tüm bu zıt açıklamalara karşın, hükümetin böyle bir şey istediğine hiçbir yerde rastlanmıyor. Tıpkı 31 Mart nedeniyle mahkeme yaptığı söylenen savunmasına rastlanmadığı gibi.