Ne icin mucadele ediyoruz

Page 1


Kızıl Dayanışma Yayınları Kitap Serisi: 6


Ne İçin Mücadele Ediyoruz Direniş Manifestosu


Kızıl Dayanışma Yayınları 1 QILABAN KATLİAMI 2 28 Kanunisaniyi Unutma Mustafa Suphi ve Yoldaşlarını Unutma 3 Devrimci Mücadelede Kadın 4 İşçi Sınıfı “Kürtleşmesi” ve Ulusal İstihdam Stratejisi Temel Demirer 5 Faşizme Karşı Direniş Ahmet Metin


İÇİNDEKİLER Emperyalizm ve Devrimler Çağı ............................................... 7 Kapitalizm .............................................................................. 9 Sosyalizm .............................................................................. 15 Türkiye ................................................................................. 19 Ülke Tarihinde Sömürülenlerin Mücadelesi ve Sosyalistler .......... 27 Dayanışma ............................................................................ 33 Kızıl Dayanışma .................................................................... 37


CESARET MÜCADELE DAYANIŞMA Kızıl Dayanışma


EMPERYALİZM VE DEVRİMLER ÇAĞI Kapitalizm, tarihin son sömürülü toplum biçimidir. Kapitalizmin ürettiği işçi sınıfı kendisini de üreten kapitalizme karşı mücadelesiyle insanlığın bugününü ve yarınını belirleyecektir. Yazılı tarih boyunca köleci, feodal ve kapitalist sömürülü toplumlar insanlığın içinde yaşadığı toplumsal sistemlerdir. Binlerce yıllık sömürülü toplum tarihinin en gelişmiş biçimi olan kapitalizm aynı zamanda sömürülü toplumların da son evresidir. Kapitalizm, kendi gelişimi içinde evrilerek emperyalizme nasıl dönüşmüşse, ki bu zorunlu bir gelişmedir. Kapitalizmin işçi sınıfının mücadelesiyle yıkılması da öyle zorunlu bir durumdur. Yazılı tarih boyunca sömürenler ve sömürülenler ayrımını yaşamış insanlığın toplumsal mücadele birikimleri de kapitalizmde iki kesimde toplanmıştır. Kapitalizmde tarihin tüm sömürücülerinin bilgi birikimi ve deneyimleri burjuvazi de somutlaşmış, sömürülenlerin tüm mücadele deneyim ve birikimleri ise işçi sınıfında kendi sözcüsünü bulmuştur. Yaşadığımız çağ emperyalizm ve devrimler çağıdır. Bir tarafta kapitalizmin yağmacı yapısıyla varlık bulanlar, diğer tarafta kapitalizmin yağmacılığıyla cehennem hayatı yaşayanlar. Bu karşıtlık dünyanın farklı bölgelerinde farklı birikimlerle devrimlere yol açmaktadır. 20. Yüzyılın başından bu yana emperyalizme evrilen kapitalizme karşı dünya çapında birçok devrim yaşanmıştır. Devrimlerin bir kısmı başarılı olmuş emperyalizmi yenmiş bir kısmı yenilmiştir. Ancak emperyalizmin yağmacılığına karşı insanlığın direnişi hiçbir zaman bitmemiş ve her yerde mayalanan devrimler oluşmuştur ve hâlâ oluşmaktadır. 7


Emperyalizm ve devrimler çağında iki duruş temeldir. Ya emperyalizme boyun eğip onunla işbirliği içinde olunacaktır. Ya da emperyalizmi ve onun işbirlikçilerini yıkacak bir devrimci kalkışmanın tarafı olunacaktır. Bu iki tutum arasında bir üçüncü seçenek yani bir uzlaşma bulunmamaktadır.


KAPİTALİZM Burjuvazi, 15. yüzyıldaki ortaya çıkışıyla birlikte feodalizme karşıt bir tutum almış ve kendi sınıf iktidarını feodalizmi yıkarak oluşturmaya çalışmıştır. 20. yüzyılın başıyla birlikte ise kapitalizm, emperyalizm aşamasına geçerek insanlık tarihindeki feodal gericiliğe karşı ilerici niteliğini tamamen yitirmiştir. Burjuvazi, kapitalizmden emperyalizm aşamasına geçinceye kadar kendinden önceki egemen sömürücü sınıfı oluşturan feodallerle bazen çatışıp, bazen uzlaşarak yaptığı mücadelesini emperyalizm aşamasıyla birlikte terk etmiş ve feodallerle hatta dünyanın pek çok yerinde kalıntı olarak devam eden kölecilerle kopmaz bir bütünlük içine girmiştir. Kapitalizmin emperyalizm aşaması, burjuvazinin zaten sallantılı olan feodalizmle mücadelesini tamamen bitirmiş onu kendi sömürüsünde kullanacağı destekçisi ve yandaşı olarak görmüştür. 20. yüzyılın başından günümüze emperyalizmin işleyişi yeryüzünün hemen her yerinde egemen olmuş onun denetimi ve işleyişi dışında bir ekonomik ve sosyal yaşantının olmadığı bir mekanizma kurulmaya çalışılmıştır. Kapitalizm artık insanlığına savaş, baskı, ölümler, katliamlar, yoksulluk ve zulümden başka bir şey veremez durumdadır. Kapitalizm toplumlarda ayrıcalıklı bir sınıf ve onun çevresinde koruyucu bir uşaklar kesimi yaratarak var olmaktadır. 6 milyardan fazla olan dünya nüfusu içinde yüzde 1’den daha az bir kesimi oluşturan asalak sınıf ve çevrelerindeki koruyucu uşakları toplumsal her üretimi yağmalamakla varlık bulabilmektedir. Her toplumsal sistem geliştirebileceği üretici güçleri geliştirme potansiyelini tüketmedikçe varlığını sürdürür. 9


Kapitalizm geliştirebileceği üretici güçlerden olan insanla ilgili son menziline çok önceden varmıştır. Artık hiçbir insanın kapitalizmde gelişme ve yenilenme şansı yoktur. Kapitalizm insanlara cehalet, korkuyla sinmek, işkence, kendisine söylenen her şeyi onaylayan bir makine olmak ve kendisine verilenin dışına ne bilgi ne de yetenek olarak çıkmayacak bir kişi olmaktan başka bir şey sunamamaktadır. İnsanların ömrünü karnını doyurmak, giyinmek, barınmak gibi temel yaşamsal ihtiyaçlar peşinde koşarak harcamasını dayatmaktadır. Kapitalizm, üretim araçları gelişimini artık sadece, kitleleri uyutmak, istediği biçimde yönlendirmek ve yönetmek, onları birer boynu eğik korkak ve sinikler sürüsü haline getirebilecek araçlara yönelik yapabilmektedir. Son 50 yıldır yeni olarak ortaya çıkan hemen her üretim aracı bir baskı ve yönlendirme aracı olmuştur. Televizyon, bilgisayar, internet, kameralar, robot üretim teknikleri, gıda üretimindeki hormonlu tohumlar, tıptaki gelişmeler, cep telefonları, silah sanayindeki gelişmeler, hızlı ulaşım araçları vb her biri kapitalizmin insanlıktan duyduğu paranoyak korkuyla şekillenmiş baskı ve yönetme araçları olarak kullanımlara örnektir. İnsanlığın ortak kazanımı olabilecek her tür üretim aracı gelişmesi, kapitalizm tarafından baskı, zulüm ve iktidarını koruma aracı olmaya yönlendirilmektedir. Her tür bilimsel buluş ve gelişme sadece paranoyaklaşmış yönetenlerin güvenlik ihtiyacının yanıtı olduğunda ve emekçiler üzerinde baskı oluşturmak için kullanılabildiğinde varlık bulabilmektedir. Bilgisayar, internet, kameralar, uydular ve cep telefonları insanları fişleme, onları takip etme ve yönlendirme aracı olarak kullanılmaktadır. Yeryüzünde bilgisayar, internet ve cep telefonu kullanan herkes yönetenlerce gözlenmektedir. İnsanların yaşamları içinde sisteme muhalif olacak her hareketi saldırıya uğrama ve zarar görme riskini göze alması haline getirilmiştir. 10


Üretim alanında kullanılan robot teknolojisi ve yeni tarzdaki makineler yeryüzünde artan oranda işsiz işlevsiz insan kitleleri yaratmaktadır. Üretim saatlerinin aynı kalmasıyla üretim alanında daha az insana ihtiyaç duyulmakta ve işsizlikte toplumsal üretimin dışına atılan insan kitlelerini devasa boyutlara vardırmaktadır. Yeryüzünde artık her 6 kişiden biri kelimenin gerçek anlamıyla ekonominin dışına atılmış ve açtır. Yeryüzündeki her 2 kişiden biri günde 2 dolar ve altındaki bir gelirle yaşamak zorundadır. Yine yeryüzündeki her 6 kişinin 5’i geçim sıkıntısı ve geçim araçlarını yitirme riskiyle güvencesiz olarak yaşamaktadır. Kapitalizm tıp alanında her gelişmeyi insanların ulaşamayacağı yerlere taşımaktadır. Her tür sağlık hizmeti ve sağlıktaki yenileşme astronomik rakamlarla ulaşılabilir kılınmakta. Tıptaki yeniliklerden ancak çok parası olanlar yararlanmaktadır. İnsanlık 50 yaş ortalamasıyla yaşayanlarla, 100 yaşın üzerinde ömür sürenler ayrımına gitmektedir. İnsanlığın yüzde 1’den az bir kesimi kendileri için paranoyak korkularla korudukları gizli yeryüzü cennetleri inşa ederken insanlığın yüzde 99’u cehennemi yaşamaya yazgılı kılınmaktadır. Kapitalizmin geliştireceği hiçbir üretim aracı artık insanlığın zararına olmadan mümkün olmayacaktır. Emperyalizm savaşlar olmadan varlık bulamamıştır ve emperyalizmin tarihi savaşlar tarihidir de. Günümüzde emperyalizm kronikleşen devresel ekonomik krizlerini aşmak için yine savaşlara başvurmaktan çekinmemektedir. 2. Dünya Savaşı’nın bittiği 1945 yılından günümüze geçen 68 yıllık sürede emperyalizmin savaşlarında 2. Dünya Savaşında ölen insanlardan daha çok insan öldürülmüş daha büyük yıkımlar yapılmıştır. 1950-1953 yılları arasında yaşanan Kore savaşıyla başlayan süreç Wietnam, Panama, Falkland adaları, Afganistan, Pakistan, Hindistan, Irak, Af11


rika, Ortadoğu, vb durmak dinmek bilmeyen bir savaş zincirinin halkalarını oluşturmaktadır. Aslında başlamış ancak nerede biteceği bilinmeyen bir 3. dünya savaşı emperyalizmin kirli çıkarları için sürmektedir. Yeryüzünün her köşesi bu kirli ve haksız savaşın izleriyle doludur. Emperyalizm kronik bir ekonomik kriz durumudur. Ortalama her on yılda bir oluşan devresel krizler artık zaten var olan krizli ortamın daha katlanılmaz ve dünya halkalarının daha da ezileceği daha da yoksullaşacağı dönemler olmaktadır. Bir yanda stokları dolu ürünler, diğer yanda bu ürünlere ulaşması imkânsız kılınan insanlar, kapitalizmin ekonomik krizinin tanımıdır. Emperyalizmin sermaye ihracında oluşturduğu spekülatif kirli oyunların yöntemleri daha var olmayan birçok ürünü varmış gibi göstermekte ve insanlığın birkaç kuşak üreteceği tahmin edilen ekonomik değerleri üzerinden hayali değerlere sermayeler yatırılarak insanlığın geleceği esir alınmaktadır. İnsanlar ekonomik yaşam içinde ancak geleceklerini borçlandırarak yer alabilmektedirler. Bir ev, bir araba veya en temel zorunlu ihtiyaç maddelerine ulaşmak ancak borçlanmalar yoluyla yapılabilir hale getirilmiştir. Yeryüzünde uluslararası tekellerin bankalarının denetimi dışında bir ekonomik faaliyetin olmaması için toplumsal her hücreye kadar sızılmış ve insanlar geleceklerini satmak zorunda bırakılmıştır. Sürdürülemez bir ekonomik sistem sürekli olarak krizlerle duvara toslamakta ve bu krizlerin yükünü egemenler halk kitlelerin üzerine yıkmaya çalışmaktadırlar. Her ne yaparsa yapsın, her ne kadar üretken çalışırsa çalışsın hiçbir emekçi başta zorunlu ihtiyaç maddeleri olmak üzere yaşamını istikrarlı biçimde devam ettirme güvencesine sahip değildir. Emperyalizm yeryüzünde “ulusal” devletlerle örgütlenmesini pekiştirmektedir. Her “ulusal” devlet aslında emperyalizmin bir kuklası olmaktan, onun çıkarları için kendi halkını zapturapt altına almaktan başka bir işlev taşımamaktadır. 12


“Ulusal” devletler sadece kendi halkını “uslu” tutmak ve emperyalizmin çıkarlarını korumak üzerine varlık bulabilmektedir. Emperyalizm insanlık tarihinin birikmiş problemlerini kronikleştirmiştir. Ezilen ulusların varlığı, ırkçılık, ötekileştirme, cinsiyet ayrımcılığı, dinsel ayrımlar ve çatışmalar gibi halkların birlikte hareket etmesini engelleyecek, birlikteliğini bozacak ayrımları körüklemek emperyalizmin temel uğraş alanlarındandır. Ezilen halkların ve emekçilerin mücadele birlikteliği emperyalizmin korkulu rüyasıdır. Ezilen halkların ve emekçilerin birlikteliğini bozacak her tür tarihsel, dönemsel ayrımları canlı tutarak ve bunları olmadıkları önemle propaganda ederek emekçilerin ve ezilen halkların birlikte mücadelesini engellemeye çalışmaktadır. Bolivya lideri Evo Morales’in söylediği “ya kapitalizm ölecek ya yeryüzü” deyişi bir gerçeği ifade etmektedir. Emperyalizm yeryüzünün tahribatıdır. Küresel ısınmaya yol açan en önemli nedenin emperyalizmin ekonomik yağması olduğu bilimsel birçok veriyle ortaya çıkarılmasına rağmen buna karşı bir çare aranmamaktadır. Çare diye ortaya çıkarılan birçok uygulama ise emperyalizmin yeryüzünü yeniden paylaşma ve egemenliğini pekiştirme aracı olmaktan öteye gidememektedir. Yeryüzünde hala yeşil alanlar vahşet düzeyinde tahrip edilmekte, yeryüzünün yaşam çeşitliliği sürekli olarak soyu tükenen ve tükenme riski altına giren bitki ve hayvan listelerinin yenilenmesiyle karşı karşıyadır. Emperyalizm yeryüzünü tahrip etmeden var olamayacak bir mekanizmadır. Kapitalizm artık sürdürülemez hale gelip son çılgınlıklarına dayanmıştır. Kapitalizmin son evresi insanlık için saldırganlık ve vahşettir. Kapitalizmin insanlara vereceği yegane şey düşmanlık, ayrımcılık, ölüm, yoksulluk, korku ve yok oluştur. 13



SOSYALİZM Kapitalizme karşı mücadelenin en önemli dönüm noktası olan 1917 Ekim Sovyet Devrimi ve ardından gelen bir dizi ülkedeki Demokratik Halk cumhuriyetleri deneyimleri 20. yüzyıl içinde kapitalizm karşısında yenilgiye uğramıştır. Sosyalizm bir insanlık ülküsüdür. Sadece bir sömürücü sınıfın yıkılması mücadelesi değil aynı zamanda insanlık tarihinin barbarlıktan çıkması adımıdır da. Sosyalizmin, kapitalizm karşısında kazandığı her zafer önemlidir. Sosyalizmin her zaferi ise onun bir daha geri dönülmez kazanımı olmamaktadır. Sosyalizmle, kapitalizm arasındaki mücadelede sosyalizm yenilgiler içinde şekillenmektedir. Kazanılan her zaferini korumak çoğu zaman mümkün olmamakta ve sosyalizm kaybettiklerini yeniden ve tekraren yeniden kazanmak zorunda kalmaktadır. Sosyalist ülkelerin kapitalizm karşısındaki yenilgisi bir dizi nedene bağlıdır. Bu yenilginin nedenleri ne olursa olsun sosyalizmin her savunucu bireyi ve örgütü kendi deneyimlerinden bilmektedir ki yenilgiler bir kez daha yeniden diyerek mücadeleye atılmakta deneyim olmakta ve yeni kazanımlara ulaşmakta olanaklar sağlamaktadır. Sosyalist ülkelerin deneyimleri insanlığa bir şey göstermiştir. Sosyalizm, kapitalizmin insanlığa dayattığı temel ihtiyaçlar için insanın tüm yaşamını harcamak zorunda olmasını ortadan kaldırmakta ve sosyalizm ilk elden insanların temel ihtiyaçlarını herkesin ulaşabileceği hale getirmektedir. Yeme içme, giyim, barınma, eğitim, sağlık, ulaşım, güvenlik, gelecek güvencesi vb temel ihtiyaçlar sosyalizmde kapitalizmin aksine insanların doğal hakkı olmaktadır. Sosyalizmin tarihsel deneyimlerinin günümüzde sosyalizm savunusunda olanlara kazandırdığı birçok öğe bulunmakta. 15


Sosyalizm insanlara temel ihtiyaçlarını dayatarak mecburiyetlere sokmaz. Sosyalizm insanların kendilerini ifade etmesi önünde geniş olanaklar açar. Sosyalizm insanların gelişmesi kendilerini yenilemesinin önündeki her tür engelle mücadele eder. Sosyalizm insanların bir kesiminin varlık içinde her tür gücü elinde tutmalarının karşısında durur ve herkesin eşit olmasını savunur, bunu yapmayı hedefleyip çalışır. Sosyalizm insanların cinsiyet, din, ırk, milliyet, inanç, ekonomik güç vb temellerinde ayrışmalarına ve birinin diğeri üzerinde üstünlük ilan etmesine karşıdır. Sosyalizm deneyimlerinin kazandırdıkları bugün sosyalizmi savunanlar için özel bir güçtür ve bu deneyimler insanlığın yeni sosyalizm deneyimlerine daha yakın olmasını sağlamaktadır. Sosyalizm, kapitalizmden sonra gelen zorunlu toplum biçimidir. Yaşanan deneyimler bilimsel sosyalizmin yaratıcılarının değerlendirmesini haklı çıkarmış ve sosyalizmin ilk aşaması sürecinde kapitalizm şartlarındaki sınıf savaşımının farklı araçlarla, farklı biçimlere bürünerek sürdüğü görülmüştür. Sosyalizmin proletarya diktatörlüğü olarak başlaması ve bunun bir gereklilik olması teorik bir önerme olarak değil hayatın içinde denenerek haklılık kazanmıştır. Şurası bir gerçektir, sosyalizmin ilk evresinde iktidarı alan işçi sınıfı eski sömürücü sınıfların yıkıcı faaliyetlerinin her tür saldırısıyla boğuşmak zorunda kalmaktadır. Her mücadele kazanılması gereken bir sürece dönüşmektedir. Tarihsel gerçekler göstermiştir ki; sosyalizmin ilk evresi karşı-devrimin saldırılarına yenilmeden dayanacak yapıya kısa erimli bir mücadeleyle ulaşamamıştır. Daha donanımlı ve daha uzun erimli bir sosyalizm ilk evresi yaklaşımının gerekliliği hayatın karşımıza çıkardığı bir gerçektir. 16


Sosyalizmin kurulduğu ülkelerdeki yenilgisinin birçok nedeni vardır. Bu nedenlerin sosyalizm deneyimlerinin yaşandığı her yerde farklı biçimlere büründüğü bilinmelidir. Ancak Lenin’in de ifade ettiği gibi sosyalizmin ilk evresinin alttan alta yürüyen sınıf mücadelesinin farklı bir biçimi olduğu görülmüştür. Sosyalizm, kapitalizmi yıktığında sömürücü sitemi ve alışkanlıklarını yok etmez sadece onun elindeki bir kısım olanakları yok eder. Kapitalizmin binlerce yıllık sömürülü toplumlar tarihinin yarattığı geleneksel değerler içinde sosyalizmin ilk evresinde düşman faaliyeti yürütme olanakları yaratmaya çalıştığı her sosyalizm deneyiminde gözlenen gelişme olmuştur. Sosyalizmin ilk evresinin adımları daha tamamlanmadan yenilmesinin ardından sosyalizm ismini ve en azından görüntüsünü hemen ortadan kaldıramayan bir yapı her yerde oluşmuş ve bu şekilde sosyalizm adına kapitalizm inşa edilmiştir. Sovyetlerin sosyalizm deneyimi 1917 Ekim Devrimi’yle ilk adımını atmış 1920’lerin ilk yarısındaki politikalarla şekillenmeye başlayabilmiş ve 1950’lerin sonuna doğru sosyalizmin ilk evresi yenilmiştir. Ardından 1960’lardan 1990 başına kadar olan şey ise sadece sosyalizm adına kapitalizmin inşası olmuştur. Ki kapitalizmin sözcüleri o dönemde ki uygulamaları sosyalizm uygulamaları olarak lanse etmektedirler. Sosyalizm deneyimleri kısa da sürmüş olsa insanlık için büyük kazanımlardır ve komünistlerin mücadelelerinin önünde yol açıcı deneyimlerdir. Günümüzde insanlık kapitalizmin barbarlığı içinde boğuşmakta ve her geçen sürede dünyanın her yerinde sosyalizme daha da yaklaşmaktadır. Lenin’in deyişiyle halen “çağımız emperyalizm ve devrimler çağıdır.”

17



TÜRKİYE Birinci Dünya Savaşı’nın içinde şekillenmeye devam eden yeni Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla yeni biçimine dönüşümünde önemli bir aşama kaydetmiştir. “Yeni” cumhuriyet, Osmanlı’nın birçok özelliğini içinde barındırarak oluşturulmuş bir devlet olarak tarih sahnesine çıkarken egemen sınıf içinde de çatışmalar ve ayrışmalar yaşanmış ve egemen sınıf süreç içinde kendi netleşmesini yaratmaya çalışmıştır. Değişen şey egemen sınıf içindeki aktörler olmuş Osmanlı’dan bu yana sömürenlerin egemenliğinde bir değişim olmamıştır. Sömürücü sınıflar aynı Osmanlı’da olduğu gibi yeni cumhuriyette de iktidarı gasp etmiştir. Cumhuriyetin kuruluşunda burjuvazi ve toprak ağalarıyla birlikte Osmanlı artığı bürokrasi devlet erkinin sahibi olmuştur. Kurulan yeni cumhuriyet Osmanlı’dan gelen bir kısım kurumu ve politikayı “Kurtuluş Savaşı” sürecinde emperyalistlerle yaptıkları anlaşmalar çerçevesinde tasfiye etmeye yönelmişlerdir. Hilafetin kaldırılmasından, misakı milli diyerek başlanan Kurtuluş Savaşı’nda bu iddiadan daha sonra vazgeçilmesine, yurtta sulh cihan da sulh tanımlamasıyla Osmanlıdan kalan işgalcilikten vazgeçildiğinin ilanına, İstanbul’un başkentten çıkarılmasına birçok uygulama emperyalizme karşı şirin görünme politikası olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeni cumhuriyet emperyalizmin sıkıştırdığı alan olarak gördüğü sınırları içine yönelmiş ve ülke içinde yeni dizaynlara girişmiştir. Kürt halkıyla “Kurtuluş Savaşı” içinde yapılan ortak vatan vurgusu bir kenara bırakılmış ve Kürt halkına karşı yıldırma ve katliamlara girişilmiştir. İşçilerin yaşam koşulları ve ör19


gütlenme hareketleri şiddetle bastırılmış. Yoksul köylülerin toprak talebinin ise daha doğmadan boğulması her tür jandarma baskısıyla sağlanmıştır. Şiddet, sömürücü sınıfın kendi içine 1920’li yıllarında, daha cumhuriyetin kuruluş yıllarında yayılmış cumhuriyetin egemenleri içindeki hesaplaşmada gayrı Müslimler uluslararası konjonktürün katkısıyla da ırkçılıkla harmanlanmış yağmaya uğramış ve yeni cumhuriyetin sadık “Türk” burjuvalarının kısa zamanda palazlanması politikasına girilmiştir. Osmanlı’nın 1914’te başladığı “Ermenilerin kökünün kazınması” uygulamasından nemalanarak palazlanmış yeni burjuva ve toprak ağaları bu politikanın en ateşli destekçileri olmuş ve gayrı Müslimler başta İstanbul olmak üzere birkaç şehre kıstırılmıştır. Ülke içinde makyaj tarzı değişimler yapılmış ve kılık kıyafet, şapka, takvim vb değişimlerle Batılı olma rüzgârı estirilmeye çalışılarak ülkede varlıkları yok edilmeye başlanan gayrı Müslimler yerine onlardan daha “Batılı öz Türkler” yaratılmaya çalışılmıştır. 1930’lu yıllarda, 1929 büyük dünya ekonomik buhranının tüm yükü ülkeye yıkılınca krizden çıkış yolu İtalya’daki Faşizmin, “Mussoli”nin uygulamalarında bulunmuştur. Osmanlı yakın geçmişinden aldığı ırkçılıkla harmanlanmış kıyıcı devlet anlayışındaki devlet biçimi bu yıllarda Faşizme dönüştürmeye başlanmıştır. 1930’lı yıllar boyunca devlet biçiminin faşistleştirilmesi uluslararası alanda faşizmin güçlenmesi de “doğrusu faşizmdir” anlayışının onayı sayılarak tam bir kampanya biçimine sokulmuştur. Artık Dersim katliamı ve ardından yapılanlar mecburi “doğal” bir uygulamadır ve Dersimliler zaten Türk’e köleden başka bir şey olamayacak “yaratıklardır”. Sadece Dersimliler değil devlete tam bir sadakatle kölece bağlı olmayan, onun her tür işini büyük bir aşkla yapmayan herkes “yaratık” durumunda sayılmaya başlanmıştır. 20


II. Dünya savaşının sonuna kadar uygulanan bu politikalarla asli Faşist biçimini oluşturan devlet, II. Dünya Savaşı ardından değişen dünya koşullarında ayakta kalabilmek için makyaj değişikliğine gitmiş ve “çok partili hayata” geçmiştir. Politik arenadaki bu çok partililik, faşist devlet biçimini korumak ve geliştirmek ortak zemininde buluşma halidir. “Dokunulmaz” faşist devlet biçiminin temel alanlarının olduğu politik arenadaki partiler ancak kısıtlı konularda itişip kakışabileceklerdir. En önemli politik tartışmalar kişisel konular etrafında oluşup onun dışındaki hemen her konu ortak “devlet bekasının” yani faşist devlet biçiminin korunması alanı sayılmıştır. Dış politika, ekonominin işlerliği, ordu, iç güvenlik, eğitim, emekçilerin yaşam koşulları ve siyasi alanda bulunması, ezilen halkların durumu vb gibi birçok temel konu sadece şekli olarak, makyajları içeren biçimde politik alanın konusu olabilmiştir. 27 Mayıs 1960 Darbesiyle ülkede yeni bir dönem açılmıştır. Demokrat Parti’nin ve devletin hantal yapısının değişen dünya şartlarına istenen zamanda ve hızda ayak uyduramayacağının anlaşılmasıyla emperyalizmin yeni politikalarının acil ihtiyaçlarının karşılanması için askeri darbe yapılmıştır. 27 Mayıs darbesinin ardından gelen süreçte Demokrat Parti’nin devamcısı ve Adnan Menderes var oldukça hiçbir zaman o şansı bulamayacak olan Süleyman Demirel başkanlığındaki Adalet Partisi 1960 ortalarından itibaren iktidara geçmiş ve emperyalizmin tam bir ileri karakolu olmanın gerekleri yerine getirilmiştir. Değişen toplumsal yapı içinde ayrışan kesim ve sınıflara hitap edecek yeni partiler yeni kurumlar oluşturulmuş ve bu süreç 12 Mart 1971 Muhtırası ile güçlendirilerek 12 Eylül 1980 Faşist Cuntası’na gelinmiştir. 12 Eylül 1980 Faşist cuntası toplumsal bir kırılmadır. 12 Eylül 1980’den önce 24 Ocak 1980 de alınan “24 Ocak ekonomik kararlarıyla” ülkede yeni bir devlet dizaynının 21


gerekliliği ilan edilmişti. Bu dizaynda ülke tarihinde daha önce hiç oluşmamış toplumsal düzen karşıtı muhalefetin varlığı kadar, İran’daki Şahın yıkıldığı devrim ve Sovyetler Birliği adıyla devam eden revizyonist bloğun da artık bu biçimiyle devam edemeyeceğinin anlaşılması önemli rol oynamıştır. ABD başkanına yardımcıları 12 Eylül 1980 Askeri Faşist darbesini yapanları “bizim çocuklar” diye haber verirlerken 12 Eylül 1980 Faşist Cuntası’nın bir ABD dizaynı olduğu da belirtilmektedir. 12 Eylül 1980 Faşist cuntası halk için baskı, işkence, yoksullaşma, göç, umutsuzca sinik ve korkak olmanın zorunlu hale getirilişi olurken, egemenler için tam bir cennet olmuştur. Sömürücü sınıflar bu dönemde daha önce olmadıkları kadar rahat ve saldırgan davranabilmiş ve tam bir gelişim göstermişlerdir. Darbenin ilk zamanlarında tekstil patronu Halit Narin işçilerin 1970’li yıllardaki mücadelelerini anımsatarak “şimdi sıra bizde” diyerek 12 Eylül 1980 Faşist Darbesi’nin özetini yapmıştır. Ülke ancak 1990 Zonguldak büyük işçi yürüyüşüyle bu baskılardan silkinebileceğini göstermiş ve fasılasız 10 yıl süren karanlık dönemin içinde bir umut olmuştur. 1990’lı yıllar ülkede mücadele ve gözaltında kayıplar, işkence ve kirli savaş yıllarıdır. Yeni bir emekçi halk uyanışını bastırmak için dünyanın pek çok yerinde emperyalizmin yerli işbirlikçilerince uygulanan kirli savaşın her tür yönteminin devreye sokulduğu yıllardır. On binlere varan gözaltında kayıplar ve faili meçhullerle emekçi halk hareketinin uyanışının öncüleri yok edilmeye çalışılmıştır. Bu yöntemlerin son halkasını 19 Aralık 2000’de büyük bir acımasızlık örneği olarak “Hayata Dönüş” adı verilen cezaevi katliamları oluşturmuş ve aslında bu katliamla devlet emekçilere yönelik yeni bir “darbe” düzenlemiştir. 22


Sömürücü sınıfın kendi içindeki iç hesaplaşması 12 Eylül 1980 Darbesiyle artık daha kısıtlı ve dar alana sıkışmışken 1990’lı yıllar egemen sınıfta farklılaşmaların da iyice açığa çıktığı yıllar olmuştur. Yönetenlerin, cumhuriyetin kuruluşundan beri dayattığı tekçi, ırkçı, milliyetçi, laik yaklaşım halk nezdinde yaptığı baskı ve işkencelerle iyice yıpranmış ve 19 Aralık 2000 “Hayata Dönüş” katliamı darbesiyle halk nezdinde tamamen meşruiyetini yitirmiştir. 2001 yılında dünyadaki ekonomik verilere hiçte uygun olmayan 2001 “Anayasa fırlatma ekonomik krizi” patlamış ve sistemin meşruiyetini yitiren aktörlerinin ortadan silinmesi işleminin son halkası tamamlanmıştır. Bu sistemin kaçınılmaz yıpranmasına karşı ABD dizaynı “yeni” bir ideolojik kesim yıllar içinde zaten palazlandırılarak türetilmeye başlanmıştı. 1970’li yılların siyasi arenasında bir siyasi komedyen konumunda olan ve toplumsal desteği dini tek yaşam biçimi kabul eden dar bir kesimle sınırlı Necmettin Erbakan 12 Eylül Faşist Darbecilerinin de kurumsallaştırdıkları yeni din propagandasının 1990’lı yıllarda meyvelerini toplayacak aktör olmuştur. Dinsel önyargılarla beslenen milliyetçi, ırkçı, emperyalizmin politik hattına tam bağımlı “yeni” bir ideolojik yaklaşım parlatılarak, devletin yeni yaklaşımı yapılmaya, 1990’lı yılları içinde egemen kılınmaya başlanmıştır. Bu egemen dinci, milliyetçi, tekçi, yaklaşımın cumhuriyetin kuruluşundan bu yana benimsediği temel yaklaşımından tek farkı “laiklik” yerine dinsel önyargıları daha fazla kullanıyor oluşudur. 2000 yılı içinde Necmettin Erbakan’ın gereken tam sadakati sağlayamayacağı ve aynı zamanda istenen hızda dönüşüm yapamayacağına bağlı olarak dinci önyargılarla beslenmiş milliyetçi muhafazakâr kanat ikiye bölünmüştür. Bu bölünmeden her tür “destekle” donatılan dinci önyargıları daha pervasızca kullanan “yeni” gerici bir devlet partisi olarak AKP yaratılmıştır. Kuruluş geçmişi bir yıl bile olmadan 23


kaynağı nerden geldiği meçhul maddi ve manevi yardımlarla palazlandırılan gerici parti tek başına iktidara geçerek devletin “yeni” ideolojik kılığının temsilcisi olmuştur. Egemenlerin dinci önyargılarla süslenmiş yaklaşımı ile daha önce egemen olan “laik” ırkçı yaklaşımı aynı şeyin farklı sunumlarından öte gitmemektedir. “Yeni” devlet partisi AKP’nin ve etkinlik alanının dini kullanarak daha rahat ve cesur yalanlar söylemesi ile ırkçı, “laik”, faşistlerin artık açığa çıkmış bir kısım unsurunu yargılama adıyla cezaevlerine tıkması bir hesaplaşma veya devletin faşist biçiminin değişmesi değildir. Olanlar sadece iyice yıpranmış sistemin aktörlerinin devre dışı kalmalarının kaçınılmaz olması ve dinci önyargılarla yönetmeye çalışanların kendi meşruiyetlerini topluma kabul ettirme çabasından başka bir şey değildir. Devlet faşist biçimini devam ettirmekte ve AB ilişkileri çerçevesinde oluşturulduğu söylenen “kısmi demokratik hava” sadece bir makyajdan başka anlam taşımamaktadır. Faşist devletin “yeni” dinsel önyargılarla harmanlanmış yaklaşımı ülke içinde daha saldırgan ve acımasız uygulamaları yaratmaya çalışması ve herkesi bir “hizaya” sokmayı tam bir saldırganlıkla yürütmesine bahane ve kılıf oluşturmaktadır. Bu dinci önyargıları artık “laik” yaklaşım yerine devletin resmi ideolojisi haline getirmek sadece faşist devlet biçiminin kendini onarmasıdır. Bu “yeni” yaklaşım artık sadece ülke içindeki ezilen halklara, emekçilere karşı saldırgan değil aynı zamanda bölgesel olarak da saldırgandır. Bölgesel savaşların aktörlerinden biri olmaya hazırlanan bir “yeni” dinsel önyargıları devlet ideolojisi yapmış anlayış vardır. Sömürücü sınıflar daha güçlü daha donanımlı olarak yıpranmış eski “resmi devlet ideolojisi” yerine “yeni resmi ideolojiyi” oluşturmaya devam etmekte ve devletle bütünleşmiş biçimde iktidarlarını sürdürmektedirler. 24


Egemenler, emperyalizme bağımlı asalak bir sınıftır. Emperyalizmin uzantısı tekeller olarak yönetim erkinin tepesinde bulunanlar ülkede yaratılan her tür değerin üzerinde denetim sahibidirler. Ekonominin yarattığı değerlerden en büyük payı almakta ve ülke ekonomisini bağımlı oldukları uluslararası tekellerin ve emperyalist devletlerin istedikleri biçimde dizayn etme gücüne sahiptirler. Büyük toprak sahipliğinden, her tür fabrika, üretim, tüketim, hizmet, ithalat, ihracat vb ekonominin temel alanları ellerindedir. Tekellerin istedikleri dışında ekonomik güç olma şansı artık yoktur. Aradan çalışarak sıyrılma hayalleri kuran küçük, orta sermaye sahipleri ancak hayal kurmakla yetinebilirler ve eğer hayatta kalmak isterlerse de tekellerle birlikte olmak onların sadece emir kulu olmak zorundadırlar. Devlet tüm kurumlarıyla bu tekellerin denetimi altında bir aygıttır. Devlet içinde görülen siyasi çatışmalar çoğu zaman uluslararası tekeller arası rekabetin göstergesi olmaktadır. Sömürücü sınıf asalak bir yapıdadır. Sermayenin hiçbir şey yapmadan para kazanmasında açılan uluslararası yeni yollardan ülke tekelleri de yararlanmakta ve dünya çapında sermaye spekülasyonuna yönelmektedirler. Bölgesel bir askeri jandarma olma rolüne bürünen yönetenler bunun gereği olarak bölgesel güç olmaya da çalışmakta ve ülkenin komşuları içinde kendi ekonomik nüfuz alanlarını uluslararası tekellerin ve emperyalist devletlerin biçtiği role uygun oynamaktadırlar. Sömürücü sınıfı uluslararası tekellerden ayırt etmek imkânsızdır varlık dayanaklarının temelini daha ilk oluşumlarından itibaren buna dayandıran egemenler uluslararası tekellerin ve emperyalist ülkelerin temsilcileridirler.

25



ÜLKE TARİHİNDE SÖMÜRÜLENLERİN MÜCADELESİ VE SOSYALİSTLER I. Dünya Savaşı öncesi Ermenilerin kurdukları bir kısım örgütlenmelerin sosyalizmden etkilendiği bilinmekle birlikte etkileri çok sınırlı kalmıştır. “Kurtuluş savaşı” yıllarında yerel etkilere sahip sosyalizmden etkilenmiş küçük dergi çevreleri ve örgütlenmeler olmasına rağmen halk hareketinin örgütlenmiş en anlamlı adımı Mustafa Suphi ve Ethem Nejat önderliğindeki TKP’dir. TKP’lilerin Karadeniz’de Mustafa Kemal’in direktifiyle katledilmesi doğum halindeki TKP için önemli bir darbe olmuştur. Kurtuluş savaşı içinde Mustafa Suphilerin katledilmesinin ardından devletçe sahte TKP kurulması yeni kurulan cumhuriyetin bu konulardaki karşı-devrimci becerikliliğini de göstermektedir. Sömürülen kesimlerin cumhuriyetin kuruluşundan 1960’lı yıllardaki Türkiye İşçi Partisi deneyimine kadar elle tutulur bir örgütlülüğü oluşamamıştır. Geçen 40 yıllık süreç içinde başta Kürt halkı olmak üzere, işçiler, öğrenciler, yoksul köylüler, Aleviler her tür baskı katliam ve saldırı altında direnç gösterebilecekleri her hangi bir örgütlenmeleri olmadan yaşamıştır. Baskının, zulmün dayanılmaz olduğu koşullarda ayaklanan Kürtler ve Aleviler katliamlarla yok edilmeye çalışılmıştır. Yer yer oluşan işçi direnişleri cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren sadece saldırıyla bastırılmış ve her tür hak arayışı sadece polisiye şiddetin konusu olmuştur. 1960’lı yılların başında kurulan Türkiye İşçi Partisi belirgin bir adım atılmasını sağlamış ve meclise üyelerini yollaya27


bilmiştir. 1960’lı yıllar aynı zamanda emekçilerin uyanış yılları ve mücadeleye katılmaya ve örgütlenme girişimlerine sahne olmuştur. Sendikal örgütlenmeler, yerel dernekler, gençlik örgütlenmeleri bu süreçte başlayabilmiştir. Kısmi örgütlenme özgürlüğü sanıldığı gibi 27 Mayıs 1960 darbecilerinin verdiği bir “hediye” değil aksine zorla alınmış bir durum olmuştur. 1960’lı yıllardaki TİP’in, sendikaların, yerel dernekleşmelerin, gençlik örgütlenmelerinin hızla güçlenmesi bunun göstergesidir. Daha cumhuriyeti kurarken sahte devlet TKP’si kurabilen karşı-devrim uyanıklığı gelişen toplumsal baskının karşısında dayanamamış ancak bu zorla alınan asgari örgütlenme hakkını bir hediye gibi göstermeye gayret etmiştir. Ki 1960’lı yıllar boyunca tüm karşı-devrimci ağızlar bu hakları gasp etmek için “1961 Anayasası bol geliyor daraltmak lazım” diyerek sömürülenlerin örgütlenme haklarını budamak amacıyla her tür saldırıyı meşrulaştırmaya çalışmışlardır. 1960’lı yılların sonuna doğru özellikle gençlik içinde sosyalizme yönelim ağırlıklı hale gelmiş ve o tarihten günümüze kadar toplumsal mücadelede sosyalizmin temsilcilerini oluşturacak olan kesim reformist “sol” ve “darbeci askerci” anlayışlardan ayrışmıştır. Sosyalizmin devrimci savunusunu, reformist “sol”dan ve “darbeci askerci” devlet yanlılarından ayrıştırıp günümüze uzanan tohumlarını yaratanlar THKO, THKP/C ve TKP/ML olmuştur. Sosyalizmin devrimci savunusunun daha ilk teorik tezlerinin ve ilk örgütsel yapılanmalarının oluştuğu aşamada devlet tüm vahşetiyle bunları yok etmek için saldırmıştır. 1970’li yılların başı devrimci sosyalizmin savunusu için yola çıkanların katliamlarıyla başlamış ve bu örgütlenmelerin liderleri ya öldürülmüş ya da hapishanelere doldurulmuştur. Devletin saldırılarındaki vahşet ve devrimci sosyalistlerin ilk andan itibaren her tür olumsuzluğa rağmen kararlı duruşu ülke kamuoyunda devletin saldırganlığının meşruiye28


tini yitirmesine yol açmış ve 1974 yılında genel af yayınlanmak zorunda kalınmıştır. 1974’den 12 Eylül 1980 Askeri faşist darbesine kadar geçen 6 yıllık kısa dönem devrimci sosyalizmin savunusunu yapanların halk içinde hızla yayılmasına ve etkin olmasına sahne olmuştur. Düzenin karşısında devrimci bir alternatif olan ilk ciddi halk hareketi 1970’li yıllar içinde oluşmaya başlamıştır. Bunun hazırlanması ve örgütlenmesinde devrimci sosyalizmi savunanlar önemli rol oynamış ve halk muhalefetini düzenin karşısında devrimci alternatife yöneltmeye çalışmışlardır. 1970’li yıllar içinde sosyalizmin kavranmasında ve anlaşılmasında geniş bir kesimin ilgisi oluşmuş ve sosyalizm bir “aydın” meşguliyetinden çıkıp emekçilerin ve ezilen halkların direniş kılavuzuna dönüşmüştür. 1970’li yıllardaki devrimci uyanış ve sisteme karşıt olma hali kendi iç gelişimi içinde değişik fikri açılımlara sahne olmuş ve bu değişik açılımlar emekçilerin ve düzenden memnun olmayan değişik toplumsal katmanların sosyalizme ilgisiyle de birleşince farkı örgütlenmelerin filizlenmesine zemin yaratmıştır. Farklı devrimci yapılanmaların çoğalması bir fikri doğum haline işarettir. 1970’li yıllardaki bu farklılaşma temel olarak düzen içi “sol”la ayrışma şeklinde kendini göstermiş ve düzen içi “sol” akımlar devrimci yaklaşımlardan ve sosyalizm anlayışından süreç içinde atılmaya başlanmıştır. Uluslararası alandaki siyasi gelişmelerin ayrı örgütlenmelerin oluşmasında önemli bir etken olduğu bu süreçte sosyalizmin anlaşılması ve mücadelenin örgütlenmesinde önemli deneyimler biriktirilmiştir. 12 Eylül 1980 Askeri Faşist Darbesi’yle filizlenmeye başlamış olan sömürülenlerin devrimci hareketi yenilerek geri çekilmiş ve devrimci sosyalizmin örgütlenmeleriyle birlikte her tür emekçi örgütlenme yasaklı hale gelmiştir. Sendikalar, dernekler, partiler, mahalle komiteleri vb halk örgütlenmeleri dağıtılmış ve bu örgütlenmelere sahip çıkabilecek 29


güçler bunu yapamamıştır. 1985 yılına kadar darbe şartları altında mücadeleyi yeraltında sürdürebilen devrimci sosyalist hareketler 1985 yılında tam bir dağınıklıkla ve örgütsüzlükle karşı karşıya gelmişler ve her tür örgütlenmeleri yok edilmiştir. Kürt hareketinin 1984 çıkışıyla ülkenin bir bölümünde başlayan devrimci hareketlenme 1989 Bahar eylemleriyle işçi sınıfının direnişler yaratmasıyla yeni bir aşamaya ulaşmıştır. 1990 başındaki Zonguldak direnişi ve büyük işçi yürüyüşü sömürülenler üzerindeki “ölü toprağının” atılmasında bir aşama olmuş ve başta toplantı ve gösteri yasaları olmak üzere birçok “yasak” sadece kâğıt üzerinde kalmak zorunda kalmıştır. 1990’lı yıllara Zonguldak işçilerinin direnişiyle girilmesinin ardından 1996 yılına kadar devrimci sosyalizmin savunusuyla kendini ortaya koyan düzen karşıtı devrimci hareket gelişme göstermiş ve 12 Eylül 1980 Faşist Darbesi’yle uzaklaştırıldıkları sömürülenler arasındaki yerlerine geri dönebilmeye çalışmışlardır. 1990’lı yıllarda devlet yıllardır uyguladığı saldırganlığında tam bir dizginsizliğe yönelmiş ve 1970’li yıllarda kullandığı MHP kökenli sivil faşistler ve PKK itirafçılarından oluşturulan polis, özel tim ve özel harpçileriyle gözaltında kayıplar ve faili meçhul cinayetleri yaygınlaştırmıştır. Devletin bu saldırı politikası 19 Aralık 2000 tarihindeki “Hayata Dönüş” katliamıyla tam bir açık saldırıya dönüşmüştür. Gözaltında kaybetme, faili meçhul cinayetler ve 19 Aralık katliamı devrimci sosyalistlerin halk hareketi içinde tutunamayıp geriye çekilmesine yol açmıştır. Aynı şekilde devrimci sosyalizmin içinden attığı ve dışladığı reformist “sol” ve “darbeci askerci” devletçiler yine “sol” adına devletin devrimci sosyalizmin savunucularını katletmesinden kendilerine pay çıkararak ortalığa doluşmuştur. 19 Aralık 2000 katliamı sömürülenlerin örgütlenmesine ve kendi devrimci alternatiflerini üretmelerinin ve kazanımla30


rının bir kanlı darbeyle kesintiye uğramasıdır. Cumhuriyetin, Osmanlıdan devraldığı halkı korkuyla sindirerek yönetme politikasının bir parçasıdır. Korkaklar cumhuriyetinin, korkaklarını çoğaltma ve her zaman korkuyla yaşamaları için yapılan uygulamaların kanlı bir darbesi olan 19 Aralık 2000 katliamının sonuçları devrimci sosyalizmin savunucuları için sarsıcı olmuş ve bu süreçte emekçi halkın mücadelesi de geri çekilmiştir. Aynı tarihlerde Kürt hareketi liderinin yakalanması ve Kürt hareketinin de geriye çekilmesi 2000’li yılların ilk yarısını 12 Eylül 1980 Faşist darbesine benzeyen yıllara çevirmiştir. Günümüzde bir dizi devrimci sosyalizm savunucusu örgütlenmeler toparlanmakta ve devrimci mücadeleye daha güçlü katkılar sunmaktadır. Kürt hareketinin de üzerindeki dağınıklığı attığı ve düzenle bağını koparmak zorunda olduğunun açığa çıktığı görülmektedir. Emekçilerin hemen her alanda örgütlenmeler yaratmaya çalıştıkları sendikalar, dernekler, birlikler oluşturduğu ve bunların seslerini daha kararlı biçimde çıkardıkları günler yaşanmaktadır. Artık her alanda sömürülenler haklarını aramakta ya da varlıklarına yönelen saldırılar karşısında artık eskisi gibi sessiz kalmamaktadırlar. Yaşananlar sömürülenleri, düzen karşıtları ve devrimci oluşumları bir ayrım noktasına taşımıştır. Bu ayrım noktası devletin “hoşgörüyle” baktığı düzen içi muhalefette yer almakla, devletin her tür dizginsiz saldırganlığını göze alarak devrimci seçeneği yaratmak arasındadır. Devlet “yeni” ideolojik argümanında bunu açıkça ortaya koymakta ve düzen içi muhalif olmayı kabul eden herkesi kısıtlı da olsa bir “hoşgörüyle” karşılayacağını göstermeye çalışmaktadır. Düzen karşıtı devrimci bir çizgiyi ise her tür saldırganlık ve şiddetle yok edeceğini ise her fırsatta ilan etmekten geri durmamaktadır. 31


Yılların “sol” muhalif parti ve yapıları bu seçeneğe göre bir mevzi almak zorunda olduklarının baskısı altındadırlar. Son yıllarda görülen “sol” partilerdeki ve devrimci yapılardaki bölünme, ayrışma ve parçalanmalar bu baskıyla ilişkilidir. Devletin bu tip bir baskıyı süreklileştirmesi ve devrimci seçeneği hala diri ve canlı olarak savunanlara saldırganlıkta dizginsizliğinin nedeni ise düzenin bir devrimle yıkılmadan sorunlarına hiçbir zaman çare bulamayacak kesimlerin çoğalması ve artık üzerlerindeki “devlet korkusunu” atmaya başlamalarıdır. Düzenin yıkılması gerektiği ve bunun ancak bir devrimle olanaklı olacağını düşünen kesimler giderek çoğalmaktadır. Düzen ise bu sistemden umudunu kesmiş kesimleri kendine yeniden bağlamak için birçok uygulamanın yanında değişik türde “reformist”, devrimci görünümlü ara akımların (post anarşistler, troçkistler, liberal solcular, milliyetçi solcular, İslamcı solcular, yasalcılar, vb) her tür faaliyetini el altından desteklemekte veya görmezden gelmektedir. Devrimci sosyalizmin yeniden bir örgütsel atılımla düzenden kopmuş ve kopmaya gönüllü emekçiler ve toplumsal kesimlerle bağlarını güçlendirmesi en temel görevidir. Bunun yanında “reformist” vb ara akımların düzenle bağı kopmuş kesimleri tekrar düzene bağlama çabalarına karşı durmaları devrimci seçeneğin güçlenmesini sağlayacak temel bir yoldur. Devrimci dayanışmanın bu süreçte önemli bir rol oynayacağı görülmektedir. Devrimci seçeneğin güçlenmesine yarayacak her çalışma ve faaliyet devrimi tek yol olarak görenlerin dayanışmasıyla büyük bir güç kazanacak ve devrimci seçenek maddi bir toplumsal güç olacaktır.

32


DAYANIŞMA Düzenin gördüğü her yerde şiddetle, kanla ve her tür yöntemle saldırdığı devrimci bir alternatif mayalanmaktadır. Sömürülenlerin yılların mücadele birikimleriyle elde ettikleri kazanımları onları yeni bir mücadele aşamasına yöneltmektedir. Devrimci sosyalizm ve Kürt hareketinin zeminini oluşturduğu düzen karşıtı devrimci alternatif, var oluşunu büyük bedellerle sağlamış ve bu bedellerin yarattığı dayanışma ruhu sömürülenler için yeni bir umut oluşturmuştur. Devrimci örgütlenmeler kendi iç tutarlılıklarını korumanın öneminin yanında aynı zamanda kendilerini artık devrim hareketinin bir bileşeni ve parçası olarak görmeye daha yakındır. Kısıtlı olan örgütsel güçlerinin çevresinde örgütlenmeyen, örgütlenmek için gereken araçlara ulaşmakta çekingen olan veya bunlara ulaşamayan büyük bir halk kesiminin oluştuğu somut bir veridir. Kürt hareketinin etkilediği kesimlerle örgütlü bir halk hareketi oluşturmasının verdiği güçle de cesaret bulan düzen karşıtı kesimler devrimci seçeneğe yönelmeye daha yakın durmaktadırlar. 1996 Kadıköy 1 Mayıs mitinginden bu yana geçen süreçte gelişen şartlara bağlı olarak dağılıp ortadan kaybolan daha sonra tekrar ortaya çıkan geniş bir düzen muhalifi toplumsal kesim vardır. Bu kesimler devrimci sosyalizmin kısıtlı yapılanmalarına ulaşmakta sorunlar yaşamakta ve onlara yaklaşmakta hala çekingen durmaktadırlar. Düzenin ekonomik, sosyal yaşamda yarattığı tahribat ve sömürülenlere boyun eğen korkaklar olmak dışında seçenek bırakmaması sömürülenleri zorunlu yeni arayışlara yöneltmektedir. Devrimci sosyalizmin önünde iki temel görev durmaktadır. Birinci görevi, reformist “sol”, askerci darbeci milliyetçi 33


devlet savunucusu “sol”la ve “sol” görünümlü ara akımlarla mücadele. Düzenden hoşnutsuz olan kesimleri düzene bağlama, düzenin yeni köleleri yapmanın savunucusu yaklaşımları açığa çıkarmak ve onları sömürülenler arasından dışlayıp olmaları gereken yere yani düzenin savunuculuğuna yollamak. Reformist ve milliyetçi “sol”la mücadele devrimci seçeneğin halk içindeki gücünü arttıracağı gibi aynı zaman da düzenin sömürülenlere sıkıştığı yerde sahte seçenekler sunmasının da önüne geçecektir. Devrimci sosyalizmin ikinci görevi, düzen karşıtı devrimci alternatifi oluşturacak kişi, kurum, örgütlenme vb arasında devrimci dayanışmayı sağlamaktır. Mücadelenin geliştiği her alanda katılanlar arasında ufak, büyük, güçlü, zayıf vb ayrımı yapmadan, mücadelenin kazanılmasının, devrimin kazancı olacağı anlayışını egemen kılmak. Devrim bir gelecek sorunu değildir. Devrim günün sorunudur. Devrim tarihleri sadece iktidarın ele geçirildiğini yazmamaktadır. Devrim bir süreç işidir. Devrim örgütlü kitlelerin yapabileceği bir şeydir. Kapitalizm altında yaşarken insanlar değişik nedenlerle devrimci sürece katılırlar o yüzden değişik tarzda ve çeşitli örgütlenmeler yaratmaları toplumsal gelişimin doğal sonucudur. Farklı siyasi amaçlar veya farklı isteklerle örgütlenmiş insanların ortak hedefi düzeni değiştirmek ve yerine insanca bir sistem oluşturmaktır. Tarihsel gelişim ve toplum bilimleri kapitalizme karşı sosyalizmden başka seçenek sunmamıştır. Sosyalizm kapitalizme karşı mücadelenin varacağı kaçınılmaz bir evre olarak hala canlı ve diridir. Düzen karşıtı mücadelede devrimci alternatifin var olabilmesi ve gelişmesi için devrimci dayanışma görünen tek seçenektir. Devrimci dayanışma pratik olarak görülmüştür ki eylem 34


içinde daha kalıcı ve gerçek olabilmektedir. Devrimci dayanışmanın ilk temel kuralı eylemde birlik, ajitasyon ve propaganda da serbestlik ilkesidir. Devrimci dayanışmanın bu kuralının işlediği yerde sorunlar çıksa bile bu sorunların aşılmasının mekanizmaları da oluşturulabilmektedir. Devrimci dayanışmanın kalıcı örgütsel mekanizmalarının hemen oluşturulabileceğini beklememek gerekir ancak yılların mücadele birikimiyle donanmış devrimci hareketlerin bu tip mekanizmaların oluşturulup bunu harekete geçirecek bilgi deneyim ve anlayışa sahip oldukları da bir gerçektir. Devrimci seçeneğin emekçi halk için dikkate aldıkları maddi bir güç olmasının yolunda bu tip mekanizmaların yaratılması atılması gereken adımlardan biri olarak devrimcilerin ve devrimci sosyalizmi savunanların görev olarak gündemlerinde olmalıdır. Devrimci dayanışma sadece bir söz değil yapılması gereken somut işlerin adıdır.


36


KIZIL DAYANIŞMA KAPİTALİZMİN HASTALIKLI BENCİL BİREYCİLİĞİNE KARŞI SOSYALİST İNSAN Kapitalizm insanları; kişiliğinden, sosyal ilişkilerine, hayatının her anında sömürücülerin işine yarayan bir forma sokmaya çalışır. İnsanlara sunduğu ve mecbur tuttuğu davranış biçimi bireyci, kendinden başka bir şey düşünmeyen, toplumsal ilişkileri sadece kendini merkez alarak yürüten, sosyopat özelliklerle donanmış çarpık bir kişiliktir. Kapitalizmin “iyi bir iş adamı” tanımlarının hemen hepsi sosyopat ve psikopat özellikleri taşıyan hasta insan tanılarıyla aynıdır. Sosyalizmin yeryüzündeki bütün ideolejilerden en önemli farklarından biri dayanışma anlayışını haksızlığa ve zulme uğrayanlar kim olursa olsun onları, bireysel hiçbir çıkar beklemeden savunmasıdır. Kızıl Dayanışma haksızlığa ve zulme uğrayanlara bir karşılık bekleyerek yardımcı olduğunu iddia eden kapitalizme ait olan kirli davranışlara karşıdır. Dayanışma, hiçbir karşılık beklenmeden yapılan bir eylemdir. İşçi sınıfının sosyalizmi sadece kendisi için değil insanlığın tamamı için istemesinin temelinde de bu anlayış vardır. Hayatı üretenler hayatın değerini bilirler ve hayatın değerinin karşılığı olacak bir nesne veya bireysel çıkar yoktur. Kapitalizmin ideal insan tipi hayatın her anını ve her şeyi sadece kendi bireysel çıkarı için harcamayı normal görürken, sosyalizmin insan tipi hiçbir bireysel çıkarın hayatın her hangi bir unsurundan veya anından değerli olmadığını savunur ve yaşatır aralarındaki temel fark budur. Kapitalizmin kendinden başka hiçbir şeyi önemli bulmayan insan tipolojisi dayatmasına karşı hayatı ölebilecek kadar çok seven insanlar, insanlığın geleceğini şekillendirmeye 37


devam etmektedirler. Nasıl sosyalizmin ilk evresi kapitalizmin sosyalizme karşı sinsi savaşının sürmesiyse, kapitalizm şartları altında yaşayanların da kapitalizme karşı yeni sosyalist insanı yaratmaları da mücadele ve dayanışma ruhuyla mümkündür. KAPİTALİZMİN HASTALIKLI BENCİL ORGANİZASYONLARINA KARŞI SOSYALİST ÖRGÜTLENME MODELİ Kapitalizm bencil, kendinden başka bir şey düşünmeyen, toplumsal her olay ve gelişmeyi sadece kendini merkez olarak gören sosyal gruplaşmaları ve organizasyonları da ister ve teşvik eder. Örgütlenmelerin, kurumların, işyerlerinin sadece kendi çıkarları için faaliyette olması kapitalizmin doğal halidir. Bu kurumlaşmalar ve organizasyonlar; insanlığın, içinde bulunduğu toplumun, doğanın zararına olan ancak kişinin, şirketin vb bencil çıkarına hizmet eden işleyişi normal ve olağan kabul eder. Kapitalizmin var olan ekonomik, siyasi, dinsel, mesleki, vb her tür kurum ve örgütlenmesi sadece kişinin kendi bencil çıkarını düşünerek hareket etmesini dayatır. Kızıl dayanışma, kapitalizmin dayattığı benmerkezci tipoloji ve toplumsal işleyiş biçiminin karşıtıdır. Kapitalizmin egemenliği altında devrimci mücadeleye katılan kişi ve kurumlarda kapitalizmin yarattığı bireyci anlayışın izlerine karşı direnmek gerektiğini savunur. Kızıl dayanışma, devrimci sosyalizmin dayanışma ile bir gerçeklik bulacağını ve kapitalizmin yarattığı bencil kişilik ve örgütsel anlayışların sadece kapitalizmin işleyişinin bir parçası olduğu gerçeğini bilir. Kapitalizmle şu veya bu nedenle çelişkiye düşmeyecek hiçbir insan yoktur. Kapitalizme karşı gördüğü algıladığı bireysel çelişkisi kadar mücadeleye katılanlar kapitalizmden 38


edindikleri özelliklerini de mücadeleye taşırlar. Sosyalizmin dayanışmacı toplumsal insan anlayışını kendi bireysel çıkarları için kullanmak isterler. Bu hastalıklı durum kapitalizmin bencilleştirdiği insan modelinin mücadele içine girmesidir. Sosyalizm mücadelesinin bu tarz yaklaşımlara karşı da yegane çaresi dayanışmadır. Örgüt fetişizmi ya da bir tek birey üzerinden her tür mücadeleyi savunmak veya karalamayarak siyasi fikir sahibi olduğunu düşünmek yaygındır. Bu hal kapitalizmin bilgisizlikle beslediği bencilliği mücadeleye dayatmaktan başka bir şey değildir. Kızıl dayanışma, sosyalizmin sadece bir kesimin veya bir sınıfın kurtuluşu olmadığını aksine bir insanlık sorunu olduğunu bilir. Bireyci kişilik özelliklerine ve benmerkezci örgütsel tutumlara karşı koyuşun devrim ve sosyalizm mücadelesinin zorunlu ilkesi olduğunu savunur. DEVRİMİN ZORUNLU YOLU EZİLENLERİN DAYANIŞMASI Kızıl dayanışma, düzene karşı koymayı düşünen her kişi ve kurumu ortak mücadelenin parçası olarak tanımlar ve onlarla dayanışma içinde olmayı varlık nedenlerinden biri sayar. Kızıl dayanışma devrim mücadelesinin birçok gelişmelerle önceden görülemeyecek olaylarla dolu olduğunu ancak bunların devrimci dayanışmayı yıkacak veya devrimci dayanışmayı gereksiz kılacak şeyler olamayacağını mücadele tarihinin sadece devrimci dayanışmanın gerekliliğine işaret ettiğini bilir. Kızıl dayanışma, devrim mücadelesinde yer alan kişi ve kurumların her birinin yol arkadaşı olduğunu ve bu doğrultuda mücadele edenlerle dayanışmada her zaman yapabileceklerinin azamisini yapmayı hedefler. 39


Kızıl dayanışma, devrim mücadelesi içinde oluşmuş devrimci dayanışmayı engelleyen önyargılı tutumlara karşı koymanın önemli olduğunu ve bu önyargılı tutumların devrim mücadelesi içinde kapitalizm anlayışının etkisi olduğunu savunur. Kızıl dayanışma devrim ve sosyalizm diyen herkesin devrim mücadelesinin dayanışmasına katılmasını savunur. Örgütsüz insanlarınsa, toplumda kapitalizmin daha uzun yaşamasına yardımcı olacağını bilir. KAPİTALİZMLE UZLAŞILMAZ SAVAŞILIR Kızıl dayanışma, reformist “sol”un ve darbeci, askerci, devlet yanlısı milliyetçi “sol”un ve ara akımların devrimci dayanışmanın düşmanı olduğunu ve bu anlayışların emekçi halk içinden uzaklaştırılması gereken düzen savunucuları olduklarını belirler. Faşizmin devrimci sosyalizme yönelik saldırganlığı kronik ve kuralsızdır. Devrimci sosyalizm, faşizmin her biçimde ve durumda saldırdığı en önemli düşmanıdır. Faşizm, devrimci sosyalizmin doğal alanı olan ezilenlerin ve emekçilerin düzenden duyduğu memnuniyetsizliği kendi çıkarı için kullanmak adına “kısmi hoşgörüyle” baktığı reformist sola çok fazla dokunmamayı tercih eder. Reformist solun ve milliyetçi solun faşist devlet saldırganlığına karşı emekçi halk için ortadaki tek seçenek gibi görünmeleri ve “mecburen onun yanında” durmaları devletin saldırganlığı karşısında devrimci sosyalizmin güçsüz olmasıdır. Faşizme karşı mücadelede yılgınlığa kapılanlar bir siyasi güç olmak istediklerinde savaşamadıkları faşizmle uzlaşma çizgisine kayarlar. Devletin yaptığı da bu uzlaşmacıları, ezilenler ve emekçiler için faşizme karşı tek seçenekmiş gibi göstermektir. Kapitalzimin sonun geciktirmekte figüran olan reformist solcu yaklaşımlar sadece düzenin yardımcısıdırlar. 40


Kızıl Dayanışma: Faşist devlet biçiminin ve emperyalizme bağlı yarı gelişmiş kapitalizmin hüküm sürdüğü ülkede düzenin; kendi iç işleyişiyle emekçilerin ve her türden haksızlığı yaşamaya mahkûm edilen halkın sorunlarını hiçbir zaman çözemeyeceğini görenlerin birlikteliğidir. Düzenin iç işleyişinin mücadeleyle erişeceği en gelişmiş ve “demokratik” yapılanmasının bile devrimci bir emekçi halk iktidarı yaratılmasının önünde devrimi gereksiz kılacak bir unsur olamayacağını görür. Emekçilerin ve ezilen her kesimin tek kurtuluş yolunun devrim olduğunu kabul edenler, Kızıl Dayanışma’yı devrimcilerin gönüllü örgütsel birlikteliğinin adımı sayarlar. DEVRİMİN YOLU Dünyada ve ülkemizdeki her gelişme günümüzde devrim seçeneğini daha çok ön plana çıkarmaktadır. Kapitalizm eşitsiz gelişme yasasına uygun olarak her ülkede ve her bölgede farklı toplumal gelişmelere de yol açar. Toplumların ve ülkelerin devrim yolu önceden planlanarak belirlenmiş bir çizgide gelişmez. Devrimci grupların devrimin yolu üzerine yaptıkları tartışmalarda ileri sürdükleri bir dizi öngörüleri vardır. Kimi kırdan kente devrim, kimi Sovyet tarzı ayaklanma, kimi seçimlerle iktidara adım atma vb seçeneklerini bugünden belirleyebileceklerini düşünmektedir. Ancak dünya devrim deneyimleri göstermiştir ki bir devrim daha önceki hiçbir devrim deneyimini taklit etmemektedir. Görülen gerçeklerle devrim yolunda ilerlemek Marksist Leninistlerin en önemli özelliği olmuştur. Görünen gerçek, ülkemizdeki devrimin uzun süreli savaşımla gerçekleşebileceği yönündedir. Devrimin mücadele araçlarından her hangi birini ön plana geçirmek veya yok saymak sadece mücadeleyi anlamamak olacaktır. Devrimin yolu mücadele araçlarını olabildiğince çoğaltmaktan geçmektedir. Devrimci mücadele, devrimin uzun yolunda atılacak 41


adımlar ne olursa olsun devrimci dayanışmayı gerekli gördüğünü ön plana çıkarmıştır. Devrimci dayanışma devrim yolunun yürünmesi önünde oluşturulacak her tür engelin yıkılmasının en önemli adımlarındandır. Kızıl Dayanışma; devrimi ilk elden her türden faşist devlet mekanizma ve kurumunun dağıtılması ve emperyalizme bağımlılık ilişkilerinin her türden yerli işbirlikçilerle birlikte ortadan kaldırmasının hedeflenmesi olarak anlar. Devrimin bu hedefi devrimin ilk kazanımlı adımı olacaktır. Kızıl Dayanışma için devrim yolunun vazgeçilmez hedefi ise sosyalizmin ilk aşaması için iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesidir Kızıl Dayanışma; devrimci bir dönüşümden çıkarı olan herkesle ortak devrimci mücadele anlayışında buluşur. Kızıl Dayanışma; devrim ve sosyalizm mücadelesinin örgütlü bir unsurudur. DEVRİM VE SOSYALİZM ÖRGÜTLÜ KİTLELERİN ESERİDİR Devrim ancak örgütlü halk mücadelesinin bir ürünüdür ve Kızıl Dayanışma, devrimci örgütlenme biçimlerinden biri olarak kendini ifade eder. Kızıl Dayanışma, düzen karşıtı devrimci mücadeleyi benimseyenlerin gönüllü birliğidir. Devrimci mücadelenin birçok örgütlenme modeliyle oluştuğunu bilen Kızıl Dayanışma kendisini devrimci dayanışmanın örgütlenmiş bir unsuru olarak görür. Düzen karşıtı her kişi ve kurumla birlikte ortak hareket etme imkânını arar ve bunu sağlayacak örgütsel yapıların oluşmasına katkı yapar ve güç taşır. 42


Emekçilerin mücadelesinde dayanışmanın yaratılması özel çabalara ihtiyaç duymaktadır. Bunun sağlanmasının bir kadro hareketi olduğunun görülmesinin sonucu Kızıl Dayanışma oluşmuştur. Faşizme karşı kızıl direniş geleneğinin yaratılma ve güçlendirilmesi, bunun devrimci bir kalkışmaya yöneltilmesi Kızıl Dayanışmadır.

43


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.