Cumartesi Anneleri 417. Hafta Çağrıları

Page 1


Cumartesi Anneleri 417. Haftada 15 Dilde Kayıplarını Arıyor Cumartesi Anneleri kayıplarını dünyaya duyurmak için değişik dillerden çağrılar yapmakta. Bu hafta Cumartesi Anneleri 417. Kez Galatasaray'da kayıplarımız Nerede diyecekler. Türkçe, Almanca, Arapça, Arnavutça, Boşnakça, Danca, Ermenice, Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Kürdçe, Romence, Rusça, Yunanca, Zazaca bu haftaki çağrıları için faydalandıkları diller oldu.. Cumartesi Anneleri bu ülkede kayıpların bulunması için harekete geçmeyen yetkililerin bir türlü duymadığı seslerini dünyanın her yanına yaymaya devam ediyorlar.


Türkiye’deki en uzun sivil itaatsizlik eylemi “Devlet hala kayıpların akıbetini açıklamaktan uzak duruyor. Savcılar soruşturmuyor. Yetkililer, yönetenler hala bunca tepkiye rağmen susarak kayıplar gerçeğinin üzerini örtmeye çalışıyor. Kafalarının karanlık derinliklerinde yatan gerçekleri gizleyerek, bize unutturmaya çalışıyorlar...”

yaşadığımız topraklarda da yoğun bir şekilde uygulandı. Bu politika sadece Cumhuriyet döneminde değil, İttihat ve Terakki döneminden başlayarak devam etti. 1915’de içlerinde profesörlerin, doktorların, yazarların, şairlerin ve milletvekillerinin de bulunduğu 220 Ermeni aydını bir gece, sabaha karşı ansızın evlerinden, işyerlerinden gözaltına alındılar. Bir kısmının öldürüldüğü haberi geldi, bir kısımdan ise hiç haber alınamadı. O dönem Ermeni yurttaşlar ve diğer azınlıkların üzerindeki yoğun baskı, yok farz edilme gibi nedenler, kayıplarını arama noktasında büyük bir engel teşkil ediyordu. Bütün bu yaşananlara halkın da bir tepkisi olmadığı gibi, büyük bir çoğunluğun desteklediklerini de unutmamak gerekiyor. Cumhuriyet döneminde ise uygulamalar hep devam etti. Politik düşüncelere mensup insanlar, devlet güçleri tarafından gözaltına alınarak kaybedildiler. Askeri darbenin olduğu, özellikle 1980 döneminde devlet bir baskı politikası olarak muhaliflere karşı ‘gözaltında kaybetme’ politikasını bir baskı aracı olarak kullandı.

Evrensel hukuk normlarının devre dışı kaldığı, askeri darbelerin ve diktatörlüklerin olduğu ülkelerde ‘insan kaçırma’ ve ‘kaybetme’ olgusu bir devlet politikası olarak uygulandı. ‘Gözaltında kayıplar’ olgusu 1970’li yıllarda Latin Amerika’nın askeri diktatörlükleri döneminde dünya kamuoyunun dikkatini çekti. Şili’de, Arjantin’de, Guatemala’da, Kolombiya’da, Latin Amerika dışında Bosna’da ve daha birçok ülkede binlerce insan ya toplu halde ya da tek tek kaçırılarak gözaltına alındı ve bir daha kendilerinden haber alınamadı. Totaliter rejimlerle yönetilen dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşanan ‘gözaltında insan kaybetme’ politikası, üzerinde 3


bir açıklama yapılmadı. Savcılığa giden ailelerin dilekçeleri yüzlerine fırlatıldı, işleme konulmadı. Yakınlarını arayanlar tehdit edildi, gözaltına alınarak işkencelerden geçirildi. Anadillerinin yasak oluşu, savaşın üzerlerinde bıraktığı baskı ve korku mağdur ailelerin başvuru yapmasının önündeki en büyük engellerden biri oldu. Hak arama bilincinin gelişmemiş olması da bunda büyük bir etken oldu.

Sorgu odalarında kaybedilen insanlar Ancak, gözaltında kaybetme politikası esas itibariyle Kürt coğrafyasında savaşın yoğun olarak yaşandığı 1990 döneminde başlayarak artış gösterdi. Binlerce insan gözaltına alındı, sorgu odalarında öldürüldü, sakat bırakıldı, failli meçhul cinayete uğradı ve kaybedildi. Genelkurmay’ın Özel Harp Dairesi ve ona bağlı olarak çalışan kontrgerilla, JİTEM, Hizbullah gibi birçok örgüt, PKK’ye karşı mücadele geliştirmek amacıyla kuruldu. Bu örgütler eliyle Kürt halkına şiddetin ve baskının bir başka biçimi olan ‘insan kaybetme’ politikasını sistematik ve bilinçli olarak uyguladı.

Ocak’ın kaçırılması eylemin miladı oldu... Bundan 14 yıl önceydi. Hasan Ocak, 21 Mart 1995 kaçırılmıştı.

İnsanlar güpegündüz sokak ortasında, eşlerinin, yakınlarının gözü önünde kaçırıldı. Köy baskınlarında, çağırıldıkları karakollardan gözaltına alınarak kaybedildiler. Bu kaybedilmeler çoğu zaman toplu halde gerçekleşti. Devletin bütün birimlerinde, morglarda, mezarlıklarda, eşlerini ve evlatlarını arayanlara “Bizde yok”, “Kızın dağa kaçtı”, “Oğlun pencereden kaçtı” şeklindeki açıklamalar dışında

Ailesi, arkadaşları, insan hakları savunucuları karakol, morg, hastane, mezarlık demeden Hasan’ı arıyor, dilekçeler veriyor, yürüyüşlerde, sokak gösterilerinde Hasan’ın fotoğrafını taşıyarak akıbetini devlete soruyorlardı. Yanıt ise; sadece “Bizde yok” şeklinde oluyordu… Hasan gibi Rıdvan Karakoç da

4


kaçırılmıştı. 55 gün sonra Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç’un işkence edilmiş bedenleri Kimsesizler Mezarlığı’nda bulundu. Gömmülmeden önce, Adli Tıp’ta fotoğraflarıyla birlikte başvurusu bulunmasına rağmen 28 gün bekletilmişti. Daha sonra Ocak ailesinin bu inatçı ve kararlı mücadelesi, annelerin örgütlü tepkisine yol açacaktı.

Ergenekon süreci etkili oldu Bu eylemler sürerken, diğer yandan da her gün kayıp haberleri geliyordu. İnsan kaçırmalar çok yoğun yaşanıyordu. İnsan hakları savunucularının kaybedilmek istenen insanların bulunması için sürdürdüğü mücadelenin çok azı sonuç veriyordu. İnsan kaybetmelere karşı tepki belli bir kesimin ilgisini çekse de, toplumsal duyarlılığı harekete geçirmek epeyce zaman aldı.

Anneler ve kayıp yakınları birleşiyor Kürt coğrafyasından da her gün kayıp haberlerinin gelmesi üzerine bir grup insan hakları savunucusu, kaybedilen insanları sürekli gündemde tutmak, ulusal ve uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmek “Gözaltında kayıpların akıbeti açıklansın, sorumluların yargılansın” talebiyle bu mücadelenin sokaklarda, meydanlarda olması gerektiğine inanarak 27 Mayıs 1995’de başlayarak İstanbul’da Galatasaray Lisesi’nin önünde her cumartesi saat 12.00’de oturmaya karar verdiler…

Ergenekon adı altında yürütülen ‘Hükümete darbe teşebbüsünde’ bulunmak amacıyla açılan davalarda tutuklanan silahlı askeri bürokrasiye mensup kişilerin aynı zamanda gözaltında kayıpların dosyalarında adı geçen failler oluşu toplumsal silkelenmede etkili oldu. Adı geçen kişiler, kayıpların ve faili meçhullerin yoğun olarak yaşandığı Kürt coğrafyasında görev yapmış olmalarına ve kararların uygulayıcısı olmalarına rağmen haklarında herhangi bir işlem yapılmadı. Hatta devlet tarafından korunup ödüllendirildiler.

Bu oturmalar ilk etapta çok az insanın katılımıyla başladıysa da daha sonra kamuoyunun da ilgisini çekerek artmaya başladı. Kamuoyu duyarlılığı sadece yerelde değil, dünyada da artmaya başlamıştı. Eylemler ve etkinlikler artık bütün dünyaya, tüm duyarlı insanlara malolmuştu. İnsan Hakları Derneği Kayıplara Karşı Komisyon çalışmaları ‘Cumartesi Anneleri’ eyleminin hep motor gücü oldu. İHD’ye sürekli kayıp başvuruları gelmekteydi. Bu komisyonun başından beri etkin bir katılımcısı olarak, her ne kadar raporlarımızda istatistiksel bilgiler versek, sayılar belirtsek de, tabii ki gerçek kayıp sayısına ulaşmak çok güçtü. O kadar sık ‘kayıp’ olayları yaşanıyordu ki, savaşın insan üzerinde yarattığı baskı, hak arama bilincinin gelişmemiş olması, Kürtlerin anadilinin yasak oluşu ve bu nedenle kendilerini ifade edemeyişleri ve diğer çocuklarının da kaybedilmesinden duyulan korku, ailelerin başvuru yapmasını büyük ölçüde engelliyordu.

Cumartesi eylemlerinde kadınların ağırlıklı bir rolü oldu. Çoğu kendi halinde ve geleneksel ev içi rollerine hapsedilen bu anneler, kardeşler, eşler, kendilerini, şimdiye kadar onlara kapalı olan kamu alanında ve siyasetin tam ortasında buluverdiler. Diğer insanlar ölülerini mezarlarında ziyaret ederken, gözaltında kayıpların olmayan mezarlarıydı Galatasaray. Sadece ‘olmayan mezarlarına’ çiçeklerini bırakarak sessizce oturuyorlardı. Ulusal ve uluslararası düzeyde uyandırdığımız desteğin genişlemesine ve sayımızın gittikçe artmasına tahammül edemeyen devlet, kar kış demeden Galatasaray Lisesi’nin önündeki daracık alanda, sadece kayıp insanlarımızın başına neler geldiğini öğrenme ve faillerinin yargılanması talebiyle oturan bizlere saldırmaya başladı. Eylem etkili olunca devlet saldırdı Eylemlerde yerlerde sürüklendik, coplandık, hakarete uğradık, tehdit 5


edildik, saçlarımızdan sürüklediler, tekme tokat doldurulduğumuz arabalara biber gazı sıktılar, gözaltı merkezlerine götürdüler. İstiklal Caddesi’ne erkenden yerleşen polisler selam verdiğimiz kişileri ve ilgili-ilgisiz insanları ‘şüpheli şahıs’ oldukları gerekçesiyle gözaltına aldılar. Birkaç saatten 5 güne varan gözaltı süresiyle karşılaştık. Hak ve özgürlüklerimizden mahrum bırakıldık, hakkımızda sayısız davalar açıldı.

erasyonlarda tutuklanan generallerin “insanlığa karşı işlenmiş suçları” da kapsamasını talep ederek oturmaya karar verirken, birçok İHD şubemizde her hafta cumartesi saat 12.00’de eşzamanlı olarak eylemler yaptı/yapıyor, Devletin kadrolu elemanları ve JİTEM cellatları, yıllardır gözaltında kaybedilen insanlara dair açıklamalar yapıyor itiraflarda bulunuyordu. İnsanları nasıl kaybettiklerini, nereye gömdüklerini, tek tek açıklıyor, faillerine ilişkin bilgiler veriyordu.

Devlet kayıplar konusunda bildiklerini açıklamak yerine, ‘başvuru otobüsü’ gönderdi. Bir yandan saldırılarına devam ederken, bir yandan da, “Kayıplar hepimizin. Kayıplar bizim de yakınımız. Kayıplarımız için polis hizmetinizde. Kayıplarımızı bulmak için ailelerle el ele vermek istiyoruz. Kayıplar kanayan yaramızdır, gelin bu yarayı hep birlikte saralım” şeklinde anonslar yapılıyor, başvuru formları dağıtılıyordu.

İsim verdiği faillerin, karar vericilerin ve o dönem sorumluluğu bulunan yetkililerin isimleri, kayıp insanlarımızın AİHM dosyalarında da geçiyordu. İnsan hakları savunucuları ve kayıp yakınlarının başvurusu üzerine itirafçıların adres gösterdikleri yerlerde kaybedilen insanların kemikleri çıkmaya başladı. Çıkan kemikler toplumun ve basının gündemine de girmeye başladı. Ancak yine tepki ve toplumsal duyarlılık yetersiz kalıyor.

Halbuki, devletin ilgili birimlerinde, Adli Tıp’ta her kayıp için başvurular yapılmış, fotoğraflar verilmişti. Tanık ifadeleri vardı. Bütün baskılara, tehditlere rağmen kayıp insanlarımızı arama konusunda ısrarlı ve kararlı davranarak her Cumartesi saat 12.00’de Galatasaray’da olduk. 27 Mayıs 1995’te kayıp yakınlarıyla, insan hakları savunucusu olan bir grup kadının Galatasaray’da başlattığı gözaltında kaybedilen insanları arama çabalarımız 13 Nisan 1999 tarihine kadar sürdü ve sonraki süreçlerde hukuk mücadelesi hep devam etti. Her yıl 17–31 Mayıs ‘Dünya Kayıplar Haftası’nda “Kayıplarımızı Unutmadık” mesajını vererek yine Galatasaray’da buluştuk.

Bugün de, devlet hala kayıpların akıbetini açıklamaktan uzak duruyor. Savcılar soruşturmuyor. Yetkililer, yönetenler hala bunca tepkiye rağmen susarak kayıplar gerçeğinin üzerini örtmeye çalışıyor. Kafalarının karanlık derinliklerinde yatan gerçekleri gizleyerek, bize unutturmaya çalışıyorlar. Yıllardır acılar içinde yaşayan bu kadınlara, kayıp yakınlarına bunca acıyı yaşatanlar, yaşatmaya devam edenler, susanlar, kayıplarımızla yüzleşmediği ve hesap vermediği sürece ne sağlıklı bir toplum olunur, ne de bir hukuk devletinden söz edilebilir. 31 Ocak 2009 tarihinde yeniden başlattığımız Cumartesi oturmalarını 225 haftadır sürdürüyoruz. Bizler işte tam da bu nedenledir ki, toplumun belleğini diri tutmak, kayıp insanları unuturmamak, hafızaları tazelemek için yeniden alanlardayız…

Yeniden sokağa çıkarken... Türkiye’nin en uzun sivil itaatsizlik eylemi olan “Cumartesi Anneleri” eylemini, kayıpların başına neler geldiğini öğrenmek ve faillerinin yargılanması istemek amacıyla Galatasaray oturmalarımızı 10 yıl aradan sonra tekrar başlattık.

Leman Yurtsever Hak savunucusu

Asıl adı “Özel Harp dairesi” olan, “Ergenekon” adıyla anılan ve yapılan op6


7


8


9


10


11


12


13


14


15


16


17


18


19


20


21


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.