Ekim09

Page 1

kültür sanat yaşamı nda

2.25 TL(KDV’li)

ekim 2009

ı ssn 1303-9113 •2009/10 • sayı 90

. el salvador’da kurtuluşun adı : farabundo marti . che ve imf . devrimci türküler satı lamaz!



tavır a y l ı k

s a n a t

d e r g i s i

Merhaba Kavga vardır, sabun köpüğüdür. Söner gider... Kavga vardır, bir ömürdür. Yıllar geçer, çelikleşir günbegün...

Sahibi Tavır Yayınları Org. Reklamcılık adına Öznur Turan Genel Yayın Yönetmeni Gamze Mimaroğlu Sorumlu Yazıişleri Müdürü Cihan Keşkek Yazışma Adresi İstanbul Mahmut Şevket Paşa Mah. Mektep Sk. No:4-B Okmeydanı - Şişli - İstanbul Tel: (212) 238 81 46 Faks: 238 82 49 e-posta: tavir2007@gmail.com Ankara İdilcan Kültür Merkezi Şirintepe Mah. 8.Cad. No:222 / B Mamak – Ankara Tel: (312) 390 38 05 Hesap no (TL) 1042- 30000 596147 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST. Hesap no (EURO) 1042- 3010000 129062 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST. Fiyatı (DÖVİZ) Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro İsviçre: 7.5 Frank İngiltere: 4 Sterlin Baskı Ezgi Matbaa Sanayi C. Altay Sok. No:10 Çobançeşme /istanbul Tel: 0(212) 452 23 02

Genç ömürler verildi uğruna özgürlüğün, kardeşçe yaşamanın, hep bir ağızdan doyasıya gülmenin, yarin yanağından gayrı her yerde hep beraber olmanın... Genç ömürler yükledi kavganın onurunu omuzlarına çünkü... Adına emperyalizm denilen zulmün tanrılarına karşı baldırı çıplakların, kara kafalıların düşlerini gerçeğe çevirmenin destanını yazdılar tam 40 yıldır. Yazmaya devam ediyorlar... Okulların amfileri, kürsüleri, sınıfları tanık oldu onların ateş topu gözlerine, ağız dolusu sloganlarına, boykotlarına... Fabrikaların soluk duvarları, makine tezgahları tanık oldu grevlerine, işgallerine... Ve ülkenin tüm meydanları tanık oldu yürüyüşlerine, mitinglerine, yeri-göğü inleten gür seslerine... Tam kırk yıldır genç kalmanın sırrı nedir? Kırk yıllık delikanlı olmanın aslı astarı sevmektir ölesiye... Vatanı... Halkı... Kırk asır ötede, kalbi sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için çarpan yürekleri... Daha konuşmayı öğrenemeden; değil, belki daha ana sütünün tadına varamadan açlıktan ölen kara derili bebeleri, kendinden çok sevmektir. Zulmün tanrılarının gazabı her yerde aynıdır. Çekilen acıların dili de aynıdır bu yüzden. Aynı dilde ağlar analar dünyanın dört bir yanında. El Salvador’da ağlayan anaların dili işte bu sebepten bizim analarımızın dilidir. En ortak yanımızdır çünkü acılarımız. Farabundo Marti; El Salvadorlu analar, emperyalistlerin vahşi sömürüsünün elinde kan ağlamasın diye atılmıştır kavganın tam ortasına. Vatanı için kılı depremeden ölümü göze alarak, yürekli, cesur ve bilgece... Latin halklarının özgürlük düşleri, bugün hala devam ediyor ve bugün hala Latin Amerikalı gerillalar al kanlarıyla besliyorsa o toprakları, Farabundoların mirasındandır biraz da... Kavganın bu Latin ustalarının anıları önünde eğilmek düşer bizlere. İster Türkiye’de, isterse bin yıllık sömürüye karşı Latin Amerika’da... İster kırk yıldır, isterse bin... Nerede, ne zaman başlarsa başlasın; insanın insan tarafından sömürülmesine karşı başlatılan her kavga, bizimdir. O kavgayı başlatanlara, en delikanlı yanımızdan, sol yanımızdan bin selam!... Bir sonraki sayımızda buluşmak dileğiyle... Dostlukla...

Yerel süreli yayın tavır


İÇİNDEKİLER

10 /2009 6 9 11 14 16 18 22 24 25 29 30

37 38 40 42 44 45

DENEME ümit ilter delikanlım! DENEME ümit zafer che ve imf ELEŞTİRİ levent karakaya devrimci türküler devrime aittir DEĞERLENDİRME sinan gümüş anadolu’nun etnik müziğini yapmak ŞİİR gamze mimaroğlu istanbul can pazarı ŞİİR arkadaş z. özger kan reçetesi BİYOGRAFİ cevdet karaçay agustin farabundo marti DENEME cezmi bayraktar gazi çam AYIN FOTOĞRAFI ali öz RÖPORTAJ tavır ali öz İNCELEME türkan doğan oyunlarımız... terk edip gittiğimiz... İNCELEME mehmet çay eşkıya-kahraman tartışması içinde ince memed’e dair ŞİİR nihat behram yarı yoldan dönene NOTA grup yorum başeğmeden SİNEMA sevgi duman acı RÖPORTAJ tavır cemal şan SİNEMA sevgi duman devlet sırrı HABERLER

3 delikanlım

3

6 3 che ve imf

9 devrimci türküler, devrime aittir 3

11 3

3

kapak 3

anadolu’nun etnik müziğini yapmak


deneme

delikanlım ümit ilter

Gör nasıl yeniden yaratılırım, Namuslu, genç ellerinle. Kızlarım, Oğullarım var gelecekte, Her biri vazgeçilmez cihan parçası. Kaç bin yıllık hasretimin koncası, Gözlerinden, Gözlerinden öperim. Bir umudum sende, Anlıyor musun?” (Ahmed Arif)

Delikanlım! Ölümsüz gençliğin sırrı, senin ömrüne yazılmış tır. Ki göğsünde kesintisiz çarpan yürek, hayat denilen kavganın Mahir’idir elbet… Delikanlım! Bugünün içindeki geleceksin sen. Kabına sığmazlığın, statüko tanımazlığın ve muktedir zevatın kurallarını takmayıp, kapitalizmin façasını bozman da bundandır… Delikanlım! Engel tanımaz adımların ta kendisi oldu hep senin inisiyatifin. Atılması gereken her yerde atıldı. Ve tarih böyle yazıldı…

macerada… Delikanlım! “İki, üç daha fazla Vietnam” diyen Che’den öğrendin dayanış manın hasını. Ve Deniz’lere ulaş mak için yola çıkan kervanın yücelttiği dostluğu ahlak edindin kendine… Delikanlım! Neyse O’nu diyerek dostluğu konuş tun daima. Adını koydun her ş eyin ve aslını açığa çıkardın. İş te bu yüzden ürküp kaçar senden bütün yalanlar. Ve sevmez seni gedikli yalancılar…

Delikanlım! Ayrıcalığa, “özel”liğe, paralı eğitime karş ı çıkıp “halk için eğitim” ş iarıyla sağır zamanın kulağını çektin daima. Ve haykırdın, bir gün mutlaka…

Delikanlım! Büyük inkarlar ve küçük inkarcılar gören gözlerini ayırmadın o sarp yoldan. Sinsi sahtekarlığı hakikatin ilminde Mahirleş erek aş tın. Ve tarih, seni haklı çıkardı. Çünkü inkarcılar düzen bataklığının kurbağası oldular.

Delikanlım! Geleceğin müjdesini taş ıdın halkın bahtına. Ve geleceği gören halkın genç hali oldun hep sen…

Delikanlım! Özgürlüğün haksızlığa karş ı çıkmaktan geçtiğini gösterdin herkese. Ve sen karş ı çıktıkça haksızlığa, özgürleş ir hayat biraz daha…

Delikanlım! Bu toprağa alın teri döken ve emeğinin hakkını istedi diye kanı dökülen yetmiş iki milletten emekçilerin kanı dolaş ıyor senin damarlarında. İş te bu sebepten Anadolu aş uresi tadındadır gülüş ün…

Delikanlım! En zor zamanların ortasında boyun eğmemenin özeti olur senin tebessümün. Ki fütursuzluğunun gülüş ü, ustura izi bırakır zalimin belleğinde…

Delikanlım! Ne günün esaretine mahkûm oldun, ne de zalimin köhne prangalarına. Çünkü senin can diye taş ıdığın geleceğin iradesidir bu

Delikanlım! Ezeli bir isyanın en bıçkın narasını büyüttün kanayan dudaklarında. Kırmızısı bundandır kurduğun cümlelerin… Delikanlım!

Tek yanlı olmadın hiç. Amfilerden sokaklara, kalemlerden taş lara, meydanlardan dağlara taş masını bildin. Bazen az, bazen çok ama daima çoğul ve asla durgun değil… Delikanlım! Besbelli Karagöz yadigarıdır sendeki bu pür neş e. Ki ancak uğruna ölecek kadar hayatı sevenlerde mümkündür bu denli hesapsız sevinç… Delikanlım! Vietnam kasabı Kommer’in arabasını yaktığınızdan beri iyi tanır emperyalizm seni. Tanıdığı için de korkar. Ve korkusunu yok etmek ister. Ama nafile, büyüyor çünkü emperyalizmin korkusu… Delikanlım! Hiç kuş kusuz senin soyun Pir Sultan’a dayanır. Geleceğe yürümekten vazgeçenleri ezip geçerken “Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” deyiş inden belli… Delikanlım! Çeviri özentisi soyut bir dil, anlayıp anlatamazdı elbet bu toprağın derdini, dermanını. Ki senin avazın özbeöz buralı oldu hep… Delikanlım! Kibirli suratların ukala yüzsüzlüğüne pratiğin sade tokadını vurdun sen. Ve yüzsüzlüğün yüzünde damgası kaldı o tokadın. Şimdi nerede yüz gösterseler hemen tanınmaları o yüzdendir… Delikanlım! Halk denilen deryanın ş aha kalkmış dalga

EKİM 2009 | TAVIR | 3


deneme

boyusun sen. Onca zaman zaptedemedi seni halka adanmış bir candan daha muazzam bir hiçbir dalga kıran. Çarptığın öfkenle dağıttın kudret… Delikanlım! ş u sırça köş kleri… İmkansızlığın koynunda bulduğun mümkün ile titrettin hep oligarş iyi. Ve imkansızı sevDelikanlım! Sen bu toprağın geleceği gören kara gözleri- din, bağrında müthiş mümkünler taş ıdığı sin. Ve dikilmiş bakıyorsun yarınlara. Ki ancak için… senin gözlerinin feri, aydınlatır halkın kaderiDelikanlım! ni... İhanet hançerleri tanıdı sırtın, sarsılmadın. Baş ından fırtınalar geçti, savrulmadın. AlçaDelikanlım! Yapayalnız kaldığında bile ruhunun çoğalan lış lar gördün dağılmadın. Ve yıkamayan darateş iyle yürüdün Dayı’nın peş i sıra. Yürüdük- beler altında büyüttün yüreğinin ateş ini… çe coş tun, çoğaldın ve öğrendin yenilmezliDelikanlım! ğin o malum sırrını… Vatan dediğimiz biraz da Ege’nin inciri, Ordu’nun fındığı, Malatya’nın kayısısı, Trakya’nın Delikanlım! Halk düş manlarının derin gazabı karş ısında günebakanı, Adana’nın pamuğu, Amed’in seni yok edilemez kılan, sevginin yüceliğidir. karpuzu, Akdeniz’in portakalıdır. İş te bu topKi halk sevgisidir, sendeki yok olmaz ve yorul- rağın havası, suyu, cümle mahlûkatı ve halkımaz dinamizmin kaynağı. İş te bu güçle yürü- nın umudu olmayı baş armanın bahtiyarlığıdır senin alnının anti emperyalist açıklığı… dün ateş lerin içinden... Delikanlım! Kendi toprakları üzerinde köle haline getirilen baldırı çıplakların emperyalizme hodri meydan deyiş isin sen. İş te bu yüzden emperyalizme karş ı büyütülen bağımsızlık tutkusunun, her daim genç kalış ıdır senin yazgın…

Delikanlım! Akademik mücadelenin içinde kaldırdı ğın yumruğunu yeri gelince politik mücadelenin ortasına indirdiğin için bütün ş ablonlar küstü sana. Ve dargınlıkları sürüyor hala…

Delikanlım! Hayatın her alanını karartınca çakal bulutları, kırmak için iş galleri atıldın ileri. Rüzgarının Delikanlım! Nice heveskar kavak yeli geldi geçti gençliğin örgütlü gücüyle dağıtarak korkunun kabus baş ından. Anıları bile olmadı. Ama senin bulutlarını, savundun Anadolu’nun güneş li yumrukla, kanla, canla yazdığın tarih gelece- güzel günlerini… ğe gidilen yol olmakta… Delikanlım! Mart’ın on altısında bindallı yasemen açarDelikanlım! En durgun zamanların ortasında esmekte ken göğsünde, ayakta kaldın yine. Ve acını inat eden bir rüzgar olup bozdun bütün sta- omuzlarına, hıncını yumruklarına yükleyip tükoları. İş te bu yüzden, konformistlerin ala- yürüdün tarihin tek yönlü ana caddesinde… yı sevmez senin rüzgarını... Delikanlım! Nerede mazlum hakkı yense, ne zaman bir Delikanlım! Ceberrut tahtların üzerinde yükselen kıyıcı dostun baş ı dara düş se yerinde duramaz seve kuyucu paş aların karş ısına dikilen Dadal nin yumruğun. İş çinin grevi, köylünün toprak oldun hep. Ve çiğneyip geçtin taç takan ya- iş gali, gecekonduların direniş i ve 15-16 Hazisakları. Öyle ya ferman padiş ahınsa dağlar ranlardan süzülüp gelen o ruh halini Zehra ve Canan’larla dalgalandırıyorsun tarihin burçlabizimdir… rında… Delikanlım! Halk için serden geçen feda ruhunla Ulaş ’tın Delikanlım! hep yarınlara. Seni durdurabilecek bir güç çı- “’68’li” cenazeler, “’78’li” emekliler eski eserler kar tamadı lar daha kar ş ı na. Çünkü yoktur müzesinin parçaları olmuş ken, “sen yanma-

4 | TAVIR |EKİM 2009

san, ben yanmasam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” diyerek yeniden ve yeniden tutuş manın nasıl bir gençlik iksiri olduğunu gösteriyorsun yorulmadan herkese… Delikanlım! Depolitizasyon, yozlaş tırma, yabancı laş ma, bireycilik… bir yere kadardır. O yer senin durduğun yerdir. Ve emper yalizmin teslim olma saldı rı ları senden öteye geçemez. Ki senden ötesi gelecektir… Delikanlım! İnsanın insanı sömürmediği, bereketin ve adaletin hakça paylaş ıldı ğı yarınların öncüsü olmayı baş ardın. Ve sosyalizmin müjdesini taş ı dın dört bir yana. Ki sen var oldukça kesilemez yarından umut… Delikanlım! Kardeş dünya halkları nın sevincini ve acı sı nı paylaş ıp yeri gelince yerini bile bilmediğin Molukka’da kan döken emper yalist katillerin üstüne burada yürümektir senin için enternasyonalizm… Delikanlım! “Dünyayı yorumlamak yetmez, asıl olan onu değiş tirmektir” diyen Marx ve nasıl değiş tirileceğinin ilk örneğini gösteren Lenin’in hayat bilgisiyle büyüttüğün geleceği fethetme arzun kadar genç kaldın daima… Delikanlım! Tek baş ı na kaldı ğın her yerde senin adın Hamiyet’tir. Ve kaldırdı ğın yumruğuna haysiyet denir. Ki haysiyet, savunduğun geleceğindir. Delikanlım! Adalet için bodoslamadan daldın haksızlık ormanı na. Hangi vahş ilik çı karsa çıksın karş ı na, yüz geri etmeden yürüdün. Kararlı adımlarla... Ve her bir adı mınla, adaleti oldun hayatın ve halkın… Delikanlım! “Bilgi güçtür” diyerek öğrendin öğrenmen gereken her ş eyi. Tarihten, hayattan... Ve halktan öğrendikçe büyüdü öğrenciliğin. Kitaplardan ve kitapsızlıklardan, ustalardan ve acı lardan, hatalardan ve yoldaş lardan öğrenmeyi öğrendikçe kalı cı laş tın bu macerada…


deneme

Delikanlım! Hiçbir zaman girmediğin kavga oldu sol içi çatış ma. Oysa seni de sır tından kanattı lar kaç kez. Fakat o kirli dille konuş maya asla tenezzül etmeyip temiz tuttun elini. Çünkü ancak böylesine temiz bir el uzanabilir geleceğe…

sen… Delikanlım! “İrade, cüret ve emektir” diyordu kavganın Mahir’i. Ki senin boynunun eğilmezliği iraden; gözlerinin karalı ğı, cüretin ve emeğin, adanmış ömründür. İş te bunlarla kazanacağız geleceği. Ve zaten sensin bu macerada geleceğin garantisi…

Delikanlım! Okullarda Seher yeli olup esenim, inançla sokakta koş turanım, coş kusuyla patika tırmananım, dirençle voltaya duranım, anti emper yalist bıçkınlı ğım, baş ı dik umudum, yıldızlı sadakatim, sosyalizm düş üm, toprakta açan karanfilim, tarih yazan kanım, delikanlı ömrüm sana Merhaba!..❏

Delikanlım! Bağımsızlık uğruna da al kanlara boyanıp haykırdın “Ne ABD, Ne AB Yaş asın Tam Bağımsız Türkiye” diye. Ki geleceğin en veciz tanı mı dır dilinden duruş una bu kararlı lık… Delikanlım! Holding kölesi, borsa par yası ve yabancı laş ma bataklı ğı nın kör kütük bireyi olmaya mahkum edilen gençliğimizin, geleceğe firarı sın sen… İş te bu yoldan geçirdikçe kitleyi kazanacaksın özgür geleceği… Delikanlım! Nerede ve nasıl atı lırsa atılsın, mazlumun yüzünde patlayan o haksız tokadın acı sı, senin yumruğunun büyüyen hıncı olur. İş te bu yüzden, zalime savurduğun tek bir yumruk bir ağır olur ki... Delikanlım! Olanaksızlık, yokluk ve türlü engeller çıktı hep kar ş ı na. Fakat bir kez bile, düş medin çaresizliğe. Ve hayat denilen kavgasında halkın, en büyük olanağı da sen oldun… Delikanlım! Kurduğun hayal, yaş adı ğın hakikat, yürüdüğün yol, varacağın hedef ve yeri gelince uğruna ölümlere gidip geldiğin o büyük sevdadır devrim. İş te seni bunca delikanlı yapan da “akıllı” değil, devrimci soluğundur… Delikanlım! Hayata ve halka düş man olanların kaybetmeye çalış tı ğı Hayat’sın sen. Ama baş aramadı lar. Çünkü Hayat’ın tebessümü, Bahar olup açı yor hayatın içinde… Delikanlım! Umudu sordum halk seni gösterdi. Onuru sordum, hayat seni gösterdi. Geleceği sordum, tarih seni gösterdi. Kırk yı lın tecrübesidir ki, umut, onur ve gelecekten ibarettir senin var oluş un. İş te tam da bu nedenle, yenilmez ve yok edilemez bir ruh halisin

EKİM 2009 | TAVIR | 5


deneme

che ve imf ümit zafer

“Che’nin ölmüş olması önemli değildir, önemli olan onun gibi bir insanın yaş amış olmasıdır. Yoldaş Che’yi yok edebilmek için, bizi, biz yoksulların tümünü yok etmeleri gerekir; bu ise olanaksızdır.” (Julius Lester)

“Bir çokları bana maceracı der, evet öyleyim. Ama farklı tipten bir maceracıyım: Doğru bildiğini savunmak için canını veren türden...”(*)

İş te ş imdi bunun için buradayım bir kez daha. Çünkü doğru bildiğimi savunacağım ve “Dünya halklarımız arasında pek çok Che maceramız devam edecek. Hem de, “yeryüzü aş kın yüzü oluncaya dek...” vardır.” (Fidel Castro) Hayır, ne münasebet!? Bolivya’da sıktıkları kurş un öldüremedi beni. Öldüremezdi de. Yaş adım o günden sonra da, dünyanın dört

6 | TAVIR | EKİM 2009

bir yanında. Hatırlıyor musunuz, ne demiş ti ardımdan kadim dostum Fidel: “... Tarihin de gösterdiği gibi, onun tavrını alan, yoksulların davası için her ş eyi yapan ve her ş eyini veren insanlar, her geçen günle birlikte daha da ölümsüzleş ir...” İş te ş imdi buradayım! İMF’ye karş ı çıkan kavruk bir Anadolu delikanlısıyım. Elbette


deneme

adım Ernesto değil ama ruhum Che’dir bu macerada. Adımın ne önemi var? Esas olan esasımdır. Yüreğimin umutlu nabzı Che... Che... diye atıyor ya aş kla. İş te bu, dünyayı ayağa kaldırmak için yeterlidir fazlasıyla... Duyuyorlar kalbimin ş iddetli çarpış ını. Duyuyor o İMF çakalları. Duyuyor ve korkuyorlar. öyle ya, ben gerçeğin ateş li diliyim. Ve yıllar önce, eş yaya adı nı koyup söylemiş tim İMF’nin ne menem bir alçaklık olduğunu: “... Uluslararası Para Fonu, kapitalist kamp içinde doların bekçisidir...”(*) Dolar Tanrısı’nın bekçisi olan İMF’ciler, duydum ki, kirli kararlar almak için geliyorlarmış biraraya. Duyulur da durmak olur mu. Olmaz! İş te ş imdi buradayım... Sel yadigarı çamurla, olanca baldırı çıplaklığımla, hıncımla dikiliyorum kar ş ı sı na İMF’nin. Besili yüzsüzlüklerinin ortasına gerçeğin taş ını fırlatıyorum: “... Tekelci sermaye dünya üzerinde egemenliğini kuralı, insanlığın büyük çoğunluğunu yoksulluk içine süründürüyor, en güçlü ülkelerin oluş turduğu grup tatlı karları kendi aralarında bölüş üyor. Bu ülkelerdeki yüksek yaş am düzeyi, bizimkilerin yoksulluk çekmesine dayanıyor. Azgeliş miş halkların refah düzeyini yükseltmek içinse emperyalizmle savaş mak gerekiyor...”(*) İş te gerçek budur! Kuyruklu masalarda aldıkları yalandan kararlar bu gerçeği saklamaya yetmez. Böyle olduğu içindir ki, gerçeği sevmez İMF çakalları. Yaldızlı yaygaralarına sualsiz inanılmasını isterler. Hayır! Taş kıvamında sorularımız var bizim. Cevaplarımız var gerçeğin ateş renginde. Evet, gerçek ateş rengindedir. Yakıcıdır ve yaktığı İMF yalancılığıdır. Yıllar önce dile getirdiğim ve tarihin tecrübesi olan gerçek ise ş udur: “... Uluslararası Para Fonu’nun görevi, sözde kambiyo biçimlerinin kararlılığını ve değiş mezliğini sürekli kılmak ve uluslararası öde-

melerin serbestliğini sağlamaktır, oysa gerçekte, yabancı tekellerin rekabeti ve yabancı sermaye istilasıyla karş ı karş ıya bulunan geri bıraktırılmış ülkelerin kendini savunmak için aldığı en basit önlemleri bile ortadan kaldırmaktan baş ka bir ş ey yapılmaz...”(*) İş te o ş ık giyimli, alaycı sırıtış lı İMF çakallarının, iş i budur. Tuttukları yeri kurutur, dokundukları yeri çürütürler. Kuzular melemez, insanlar gülüş mez. Alıp baş ını gider yoksulluk. İş te o yoksulluğun rahminden doğarım ben. Hep böyle doğdum. Hep böyle doğacağım. Sonra da emperyalist çakallarla dövüş ürüm. Ölürüm, kaç kez ölürüm. Ama öldüğümden çok daha fazla doğarım. İş te hayatın kanunu budur: “... emperyalist ve burjuva güçlerin saldırısı, halk hareketlerini pek çok kez yok olmanın sınırına dek getirecek, fakat bu hareketler her zaman yeniden ortaya çıkacak, tam ve kesin zafere eriş inceye kadar halkın gücüyle durmadan yenilecektir...”(*) Siz bakmayın Amerikan iş birlikçisi Talabani’nin ruhuma fatiha okumasına. İş birlikçiliğin en sarhoş halidir onun sefilliği. Açık olan ş u ki, emperyalist yağmacılık olduğu sürece, her toprağın bağrında doğacaktır isyanın Che’leri. İş te ş imdi buradayım. Bir elimde taş , diğerinde iki taş . Kara gözlerimi emperyalist soy-

suzlara çevirip caddelere ateş le yazıyorum İMF’nin kirli iş lerini: “... Bütün bu kurumlar, sözümona uluslararası ekonomik iliş kilerde eş itlik ve adaleti korumak için oluş turulan kurallara ve ilkelere göre yönetilirler, oysa ki aslında bunlar, geriliği ve sömürüyü sonsuza dek sürdürmek için yaratılmış en kurnazca araçları örtbas etmeye yarayan putlardır.”(*) Ve o putları yıkmak, İbrahim torunu olan Karakafalılar’ın boynunun borcudur. Yıkacağız elbet, emperyalist tekellerin yolunu düzleyen o ş irret İMF putunu. Şimdi savurduğum taş lar o kıyametin yoluna döş enmektedir. Şeytan taş lamak için çok uzağa gitmeye de gerek yoktur. Çünkü, İMF’den daha belalı bir ş eytan bulunamaz ş u alçak alemde. O halde İMF ş eytanını taş lamak halka farzdır. İş te bu bizim kutsal görevimizdir. Görevimizin özünü söylemiş tim size: “... Bize, bu dünyanın sömürülenlerine ve geri bıraktırılmış larına düş en görev, emperyalizmi ayakta tutan temelleri yıkmaktır.”(*) İş te beni her defasında canlandıran bu yıkıcılıktır. Evet, biz yıkıcıyız bu macerada. Olmak zorundayız. Çünkü, sırtımızda yükselen ve bizi ezdikçe ezen ş u kanlı İMF saltanatını yıkmadan belimizi doğrultamayız. Bu öylesine çıplak bir gerçekliktir ki, yaş adı-

EKİM 2009 | TAVIR | 7


deneme

İş te buradayım ve ve bir kaldırım taş ı suretindeyim. Sonra tanıdık bir el avuçlayıp fırlatıyor beni. İMF çakallarının üstüne. Havada süzülürken tarihin anayasasına geçen cümlemi bırakıyorum meydana: “Savaş madan özgürlüğün elde edilebileceğine inanmaya da hakkımız yok.”(*) Eğer kendimize bu haksızlığı yaparsak, zalimlerin dayattığı bütün adaletsizlikleri de sineye çekeceğiz demektir. Hayır! Çünkü özgürlük, emperyalist tahakküm zincirlerinin kırıldığı yerde baş lar ancak. Gerisi yalandır... Elbette bizi kandırmak istiyorlar. Hep bunu istediler, hep bunu isteyecekler. Çünkü, zevkü sefa düzenlerini sürdürmeleri bizi yolumuzdan caydırmalarına bağlı. İki iradedir bu. Bir yanda biz, bir yanda onlar. Bunun bir ifadesi de ş u: “... Geleceği fethetmek devrimin stratejik öğesidir, bugünü durdurmak, değiş mesini önlemekse, çağdaş dünyada savunma konumunda bulunan gericiliğin kar ş ı stratejisidir...”(*) Bugünden çıkarı olan asalaklar, zamanı durdurup hep bugünü yaş amak isterler elbet. Ne de olsa, günün ezileni biziz, ezeni onlar. Yoksulu biziz, semirdikçe semiren asalaklar bunlar.

ğımız hayatın özeti bir cümleye sığar. O cüm- ellerimizdir. Nasırları Demirci Kawa’dan yadile ş udur: “ Onların uyguladığı sistem, bizim gar olan bu eller, dünyayı yerinden oynatmaya da kadirdir. Bilin ki, tabiat ve hayat, bizim acılarımızın kaynağını oluş turur.”(*) ellerimizden daha büyük bir kuvvet tanımadı İş te bu “Allahsız” sistemin, bu “kitapsız” çar- ş imdiye dek. kın, bu alçak düzenin sahibi emperyalistlerdir. Onlar bize hayat hakkı tanımıyorlar. Ken- İş te ş imdi burada ellerim. Burada ve ziyadedileri zevkü sefa denizinde yüzerken, bize siyle buralı. Çünkü ben, sömürücülerin karş ıyoksulluk çölünde sürünmeyi reva görüyor- sına dikilmenin adı ve aslıyım. Böyle oldular. Sonra da “kader” diyorlar bu olup bitene. ğum içindir ki, o Amerikan beslemeleri Oysa gerçek baş kadır. O gerçeği gaz bulutla- “Che’nin dönemi bitti” deyip duruyorlar ikide rından azade gökyüzüne yazıyorum ki, her- bir. Oysa, hayatın içinde tutuş an bir yangınım ben. Bunun böyle olacağını da evvelinden kes okusun: “... İnsanlığın bugün karş ı karş ıya bulunduğu söylemiş tim: “Son sömürücü yenilgiye uğrasorunların tek doğru çözümü, bağımlı ülkele- yıncaya dek ateş ve kan eksik olmayacakrin, geliş miş kapitalist ülkeler tarafından sö- tır...”(*) mürülmesine son verilmesi, bu sömürünün Demem o ki, sömürücüler olduğu sürece, tüm yönleriyle ortadan kaldırılmasıdır...”(*) Che’ler de hep var olacaktır. O sömürüyü ortadan kaldıracak olan bizim

8 | TAVIR | EKİM 2009

Ne yaparlarsa yapsınlar, geleceği ellerimizle fethedeceğiz ve o gelecekte İMF olmayacak. İş te bunun için buradayım. Ne de olsa selden, çamurdan, topraktan çıkıp geldim. Baldırı çıplaklığım da ondandır. Ama geldim. Geldim ve nice yoksulun katili olan İMF’nin yakasına uzatıyorum elimi ş imdi. İş te bunun için buradayım. O bir avuç İMF çakalının suratına taş larımla ayna tutacak ve “Biz baş ka alem isteriz.” diye haykıracağım. Hadi beraber söyleyelim ş arkımızı ve devam etsin büyük maceramız sonsuza dek... (*) Alıntılar: Yaş amöyküsü / Ernesto Che Guevara / Yar Yayınları Politik Yazılar / Ernesto Che Guevara / Yar Yayınları Sosyalizm ve İnsan / Ernesto Che Guevara / Yar Yayınları ❏


eleştiri

devrimci türküler devrime aittir levent karakaya

“Şar kı la rı mız va roş lar da so kak la ra çık ma lı dır, Şar kı la rı mız ön saf ta en ön de sal dır ma lı dır düş ma na. Biz den ön ce bo yan ma lı dır ş ar kı la rı mı zın yü zü ka na..” der ken Na zım Hik met, top lum sal mü ca de le de, dev rim mü ca de le sin de ş ar kı la rı mı zın ta ş ı dı ğı mis yo nu çok gü zel an la tır. Öz iti ba riy le ş ar kı la rın, hal kın için de ol ma sı ve hal kın dev rim mü ca de le si ni yan sıt ma sı ge rek ti ği ni söy ler. İş te dev rim ci tür kü ler, ş ar kı lar, dev rim ci marş lar, dev rim ci mü ca de le için de çık mış üre tim ler; o duy gu la rı ifa de eder ler ve on lar ar tık dev ri me ait tir. Dev rim le ri kit le ler ya par, ör güt len miş halk ya par. Do la yı sıy la o mü ca de le den et ki le ne rek ger çek leş ti ri len bü tün sa nat sal üre tim ler hal kın dır. Hal kın bir de ğe ri, bir par ça sı ha li ne gel miş tir ar tık o üre tim ler. Ye ri ge lir coş tu rur, duy gu lan dı rır, ye ri ge lir dü ş e ni aya ğa kal dı rır, dert le re der man olur, ye ri ge lir mo ti ve eder, en ön de sa vaş tı rır. Kit le le re, hal ka mal ol muş bir ş ar kı, tür kü; hal kın or tak kül tü rü nün bir öğe si olur. Dev ri mi ya pa cak olan kit le le rin ağ zın dan düş mü yor sa bir ş ar kı, o ş ar kı ay nı za man da dev rim mü ca de le si nin ya pı ta ş ı dır, o du va rın bir tuğ la sı dır. Onu ora dan çe kip ala maz sı nız. Hal kın De ğer le ri, Mal De ğil dir! Hal kın sa hip ol du ğu olum lu de ğer le re, bir mal gi bi, bir me ta gi bi yak la ş ı la maz. Bir buz do la bı nı, bir ara ba yı, bir evi alıp sa ta bi lir si niz. Ve ya bir za na at kar ken di üret ti ği bir ma lı sa ta bi lir. Sa nat sal üre tim ler de ise; eğer bir eser top lu ma mal ol muş sa; bir top lu lu ğun or tak duy gu su nu, ira de si ni, de ğe ri ni ifa de edi yor sa, o sa nat ese ri ar tık üre ten ki ş i nin “ma lı” ol -

mak tan çık mış tır. O eser üze rin de, hal kın da söz hak kı var dır. Bir ruh, içe rik, bü tün leş ti ği de rin an lam lar, ifa de et ti ği top lum sal duy gu lar var dır o ürün de. He le ki; hal kın ik ti dar mü ca de le si içe ri sin de ş e kil le ni yor sa ve on dan et k i le ni yor sa... Öde nen be del le rin, ve ri len emek le rin bir so nu cuy sa o üre tim, iş te o za man o üre tim de halk da söz sa hi bi dir. O ese ri sa hip le nir, ge rek ti ğin de kav ga sı nı ve rir, be de li ni öder. Onu üre ten sa nat çı da so nuç ta o top lum sal dö nem ve du yar lı lı ğın bir par ça sı dır, onun ta ş ı dı ğı duy gu lar, ona o ş ar kı yı yap tı ran duy gu lar, için de bu lun du ğu mad di ko ş ul la rın ya rat tı ğı duy gu lar dır. Me se la; dev rim ci sa nat çı la rın, ozan la rın al bü mü nü ta ş ı dı ğı için gö zal tı na alı nıp dö vü len le ri, ve ya fa lan ca sa nat çı yı din le di ği için iş ten çı ka rı lan la rı, ka pa tı lan rad yo la rı, ba sı lan- ya sak la nan kon ser le ri dü ş ü nün. Bun la rın hep sin de hal kın sa hip len me si ni, bu mü ca de le yi omuz la ma sı nı gö rü rüz. Öy ley se, hal kın sa hip len di ği, ken din den gör dü ğü bu tür den eser le ri ya ra tan sa nat çı lar böy le si eser ler üze rin de hal kın de ğer le ri ne ters dü ş en dav ra nış lar ser gi ler se bü yük tep ki gö rür ler, ye ri ge lir halk onun ş ar kı la rı nı on dan da ha çok sa hip le nir. Ne acı dır ki; ’80’li yıl lar dan bu gü ne, fa ş iz min bas kı sı al tın da ezil miş bir hal kın öz gür lü ğe olan öz le mi ni çok iyi ifa de eden, ’84 yı lın dan be ri on bin le rin hep bir ağız dan söy le di ği “Öz gür lük” ş ar kı sı nı, halk sa hip le nir ken, ken din den gö rür ken, Zül fü Li va ne li böy le gör me miş tir. İş te bu yüz den de, söz le ri dev rim ci ş a ir Pa ul Elu ard’a, bes te si Zül fü Li va ne li’ye ait olan bu ş ar kı nın mü zi ği, ka pi ta liz min güç lü kol la rın dan bi ri olan bir te ke lin rek la mı na bü yük pa ra lar kar ş ı lı ğı fon ola rak sa tıl mış tır Li va ne li ta ra fın dan... Bu ka bul edi le mez!.. Yu ka rı da bah set ti ği miz

“Hal kın de ğer le ri mal de ğil dir.” Gerçeği bu ra da hi çe sa yıl mış ve ş ar kı ya bir me ta gi bi yak la ş ıl mış tır. Bu nun üs tü ne bir de, “Ben yap tım, be nim, sa ta rım. Sen yap sen de sat. Ne gü zel iş te, bin ler ce in san bu ş ar kı yı din li yor. Bu da bir za fer dir.” gi bi çiğ yak la ş ım lar la da bu ti ca re ti meş ru laş tır ma ya ça lış mış tır Li va ne li... Ne di yor rek lam da? “... Şim di is te di ği niz yer den öz gür ce in ter ne te gir me za ma nı... Bu ay rı ca lık lı dün ya nın bir par ça sı ol mak için 3G ya zın, ......’ya gön de rin!” Ne öz gür lük ama! Ve da ha ga rip olan ş u ki; Zül fü Li va ne li, bu ş ar kı sı nı te kel ci ş ir ke te “sa tar ken” ş öy le di yor: “Şar kı mı ni ye te le viz yo na ver dim, çün kü Na zım’ın de di ği gi bi ‘Şar kı la rı mın so ka ğa çık ma sı nı’ is ti yo rum. Bu gün so kak bir an lam da te le viz yon dur. Öz gür lük ez gi si ni mil yon lar ca ki ş i her ak ş am dö ne dö ne din li yor.” Şar kı nın ora da kul la nıl ma sı bir ya na… Pe ki, o te kel ci ler ş ar kı yı içe ri ğiy le/söz le riy le bir lik te kul lan ma ce sa re ti ne sa hip ler mi dir? As la! On lar ş ar kı yı içe ri ğin den, mis yo nun dan sı yı ra rak, içi ni bo ş al ta rak, baş ka bir amaç doğ rul tu sun da, bir pa za ra hiz met et me si için, sa de ce ez gi si ni kul lan mış lar dır. Ve öz gür lü ğü, o GSM te ke li nin 3G’si ni her yer de kul lan ma “öz gür lü ğü” ola rak sun muş lar dır mil yon la ra. Bu ne yin öz gür lü ğü dür? Bu, in san la rın ka pi ta list le rin sö mü rü sü al tın da eme ğiy le zar zor ka zan dık la rı nın cep te le fo nu te ke li ne akı tıl ma sı nın öy kü sün den baş ka bir ş ey de ğil dir. Böy le lik le, sö mü rü le ri ni da ha da ar tır ma der din de dir ler. Bu nun ne re sin de dir öz gür lük? Tam ter si ne, köleliktir bu. Göz ler o de re ce bo yan ma ya ça lı ş ı lı yor ki, bu iş öy le si ne çir kin ce, piş kin ce ya pı lı yor ki; ka pi ta liz me kar ş ı mü ca -

EKİM 2009 | TAVIR | 9


eleştiri

de le yi, dev rim ci mü ca de le yi ifa de eden de ğer ler, ka pi ta liz min pro pa gan da sı na mal ze me ya pı lı yor. “Kö le lik”, al la nıp pul la nıp “öz gür lük” olu yor. Son ra dan Zül fü Li va ne li, bü yük tep ki ler üze ri ne ş ar kı sı nı rek lam dan çek ti ği ni açık la mış tır fa kat ha la es ki dü ş ün ce le ri ni ko ru du ğu nu söy le ye rek. Oy sa yap ma sı ge re ken, du ru mu ka ça mak ça de ğil, tüm ger çe ğiy le, bah set ti ği miz ş ek liy le ka bul le ne rek, yan lış yap tı ğı nı iti raf et mek ve özür di le mek ti... Ya ni öze leş ti riy di on dan bek le nen... Her ş e yin sa tı la bi lir ol du ğu, ge nel ka pi ta list ku ral la rın, ba zı de ğer ler söz ko nu su ol du ğun da ge çer li ol ma dığını, her ş e yin sa tı la ma ya ca ğı nı bir za man lar Li va ne li’nin ken di si de söy lü yor du. Köp rü nün al tın dan çok su lar geç miş . Ya zık!.. Li va ne li’nin bu gün kü dü ş ün ce le ri ni duy duk ça, es ki “duy gu la rı nı” yad et mek, bel ki ken di si ne de ha tır lat mak için ya rar lı ola cak tır: Hay di çık pa za ra her ş ey sa tı lık Üç otuz pa ra ya her ş ey sa tı lık Dost luk, ş e ref, na mus hep ha raç me zat Üst te baş ta ne var sa her ş ey sa tı lık Sen, ben, biz, siz, on lar bü tün yurt taş lar Sa vaş tan ba rış tan ar ta ka lan lar Ro men, Bul gar der ken ş im di de Rus lar Otel de mo tel de can lar sa tı lık Pa zar ma lı ol muş ba ba nın is mi Ai le den ya di gar ta kı sa tı lık Me zat la ra düş müş an ne nin res mi Ka rar mış göz le ri hak kı sa tı lık Ba ba oca ğı nı yer le bir eden Se fer ta sı gi bi kat lar sa tı lık İt hal oto la ra ye nik düş tü ler Rüz gar lar la ya rı ş an at lar sa tı lık (Söz-Mü zik: Zül fü Li va ne li /1974)

Ya ş a dı ğı mız dö ne min hak kı nı ver mek zo run da yız. Çün kü ta ri he kar ş ı so rum lu luk la rı mız var. Kim se de ma go ji yap ma ma lı, kim se yan lış la rı na yal dız lı kı lıf lar bul ma ma lı dır. Bu yak la ş ım ta ma men ve net bir ş e kil de dev ri me, sos ya liz me hiz met et me yen bir ör nek tir. Yu ka rı da zik re di len ör nek; ak si ne hal kı ezen bur ju va, hal ka kar ş ı sa va ş an te kel ci pat ron lar sü la le si ne, ya ni kül tü rel, eko no mik, ide olo jik düş ma nı mı za hiz met et mek te dir. O ne den le en baş ta bun dan do la yı kim se bu nu sa vun ma ma lı, ak si ne bu nu ş id det le mah kum et me li dir. Bu nu sa vun ma nın, as lın da ka pi ta lizm ve ka pi ta liz min de ğer le ri ni sa vun mak ol du ğu nu her kes bil me li dir.

Bu çe ş it li ör nek le ri ve rir ken, ama cı mız yan lış man tık ile mü ca de le edip, mah kum et mek tir; tek tek bi rey ler le uğ raş mak, di diş mek de ğil... Kim ta ra fın dan ta ş ı nır sa ta ş ın sın; böy le bir an la yı ş ı, bu ba kış açı sı nı mah kum et me yip, eş ya ya adıy la hi tap et mez sek ya rın önü müz de du ran he def le re emin adım lar la yü rü ye - As lın da, dev rim ci ler den, kit le ler den, halk tan ko pan bir ay dı nın; ar tık halk gi bi ya ş a ma sı nı, me yiz. onun gi bi dü ş ün me si ni bek le mek müm kün

10 | TAVIR |EKİM 2009

de ğil dir. O hal de, hal kın de ğer le rin den, dev rim ci de ğer ler den uzak laş mak, bel ki pa ra sal ola rak zen gin leş ti re bi lir bir sa nat çı yı ama öte yan dan bir çok açı dan da “yok sul laş tı ra cak tır”. Bu “yok sul laş ma”, onu gi de rek dü ze ne bağ la ya cak ve dü ze ne da ha faz la hiz met eder ha le ge ti re cek tir. Ve di ya lek ti ğin red de di le mez ger çe ği bir kez da ha ka nıt la na cak, in san ya ş a dı ğı gi bi dü ş ü ne cek, dü ze nin de ğer le ri ni ka fa sın da meş ru laş tı ra cak tır... Zül fü Li va ne li nez din de ya ş a nan tam da bu dur… So nuç ola rak; dev rim mü ca de le si için de ş e kil le nen ve hal ka mal olan ş ar kı lar, bu mü ca de le nin ürün le ri dir. Bu ürün ler ka pi ta liz min tez gah la rın da çar ş ı pa zar edi le mez. Halk bu na izin ver me ye cek tir!.. ❏


değerlendirme

anadolu’nun etnik müziğini yapmak sinan gümüş

Çok kültürlü, çok uluslu ve çok milliyetli bir ülkede yaş ıyoruz. Resmi dil Türkçe’nin dış ında, sayısız milliyete ait sayısız dile ev sahipliği yapıyor Anadolu. Ancak bu çeş itliliği bir zenginlik olarak değil, bir tehlike olarak gören egemen sınıflar, bugüne kadar sayısız yöntemle farklılıkları yok etme politikası izlediler. Baş ka ulusal ya da etnik kültürleri baskılanma altında tutarak, yok sayarak, kendi ulusal kültürünü dayatarak uyguladılar bu politikayı. Şovenizmi; halkları ve ulusları sömürmenin ve ezmenin bir aracı olarak kullandılar. İş te bundan dolayıdır ki, on yıllarca sözcükleri dahi yasaklananların; kültürleri kıyımlarla baskı-asimilasyon politikaları ile yok sayılanların ve yok edilmek istenenlerin varlıklarını savunmak tarihsel bir hak, devrimciler açısından ise bir görev oldu. Bunu savunmanın en doğru ve etkili yolu halkların kültürel varlıklarını ortaya çıkarmak ve onun geliş iminin önündeki engellere karş ı inatla savaş mak kuş kusuz. Ve burada halkların kültürel varlıkları içinde nelerin ilerici, nelerin gerici olduğu belirlemesinden önce, onların varlığının kabul edilmesi, yok sayılmaması, inkar edilmemesi gerekiyor. İş te bu nedenle, baskı ve asimilasyona karş ı ezilen ve yok sayılan etnik kültürlerin ürünlerini, özelliklerini ortaya çıkarmak, tanımak ve tanıtmanın kendisi baş lı baş ına demokratik bir eylem oluyor. Kültürel varlık ların en önemli kanıtlarından olan, değiş ik milliyetlerin türkülerini söylemek de demokratik bir eylem, ilerici bir etkinlik olarak görülmeli kuş kusuz. İçinde bulunduğumuz çağda; emper yalist sistemin, sömürü ve zulmün her türlüsünden

birinci dereceden sorumlu olduğunu biliyoruz. Geçmiş te egemen sınıfların çıkarları adına yapılmış savaş lardan kaynaklanan halklar arasındaki çeliş kiler ve tarihsel önyargılar emperyalist sistemin iş ine yaradığı bir gerçek. Bu çeliş kiler emperyalizm tarafından iş ine yaradığı zaman körüklenip düş manlığa dönüş türülüyor; iş ine yaramadığı zaman ise üzeri küllenerek yedekte bekletiliyor. Dahası, yüzyıllarca kardeş çe yaş amış olan halklar arasında suni çeliş kiler yaratılarak, halkları birbirlerine kırdıracak savaş lar çıkarmanın da pek çok örneğini yaş adık, yaş ıyoruz. Yani ş unu biliyoruz ki, ş ovenizm de, halkların kültürlerinin asimile edilmesi, hatta yok edilmek istenmesi de emperyalizmden ayrı düş ünülemez. Tam da bu yüzden bütün diğer sorunlar gibi halkların kültürel varlıklarının savunulması ve geliş tirilmesi sorunu da, emperyalizme ve

onun iş birlikçileri aracılığı ile uyguladığı her türden sömürüye karş ı verilen özgürlük mücadelesinin dış ında ele alınamaz. Bu nedenle halkların kültürel varlıklarını ortaya çıkarma, onların gerçekliğini savunma ve tanıtma, geliş iminin önündeki engellerle savaş ma esas olarak devrimci bir kavrayış la doğru zeminine oturabilir. Ülkemiz topraklarında yaş ayan değiş ik milliyetlerin birer kültürel zenginliği olan türküleri derleme ve icra etmede son birkaç yıldır ciddi bir patlama yaş anıyor. Kürtçe, Arapça, Zazaca, Romanca ve diğer dillerde türküler çalıp söyleyen sanatçıların ve grupların sayısı da her geçen gün artıyor. Yukarıdaki belirlemelerimizin ardından ş öyle söylenebilir bu durumda: Baskı altına alınmış kültürlerin varlıklarını kabul etmek, geliş tirmek ve tanıtma faaliyeti olarak, bu dillerin türkülerini söylemek, etnik müzik yapmak demokratik

EKİM 2009 | TAVIR | 11


değerlendirme

delesinin önemli bir alanı ve konusu olduğunu da bilmektedir. Ve bu türküleri söylemeyi de, derlemeyi de bu bilinçle ele aldıklarından, ilerici bir rol oynamaktadırlar. Ancak bu kesimler açısından da eksik olan yanlar olduğunu düş ünüyoruz. Bu müzisyenler açısından normal süreç ş öyle iş lerdi: Kendi dillerindeki türküleri doğal bir hak olarak söyler, dillerini konuş ur, araş tırmalarıyla kendi öz kültürlerinin zenginliklerini açığa çıkarmak isterler. Ve bu araş tırmalarının bir yerlerinde görürler ki, kendi kültürel varlıkları baskı ve asimilasyonla yok edilmek istenmiş tir. Bu gerçekle bizzat kendileri çarpıcı bir ş ekilde ama mutlaka karş ılaş ırlar. Ve giderek görürler ki bu aslında demokrasi mücadelesinin konusu. Yani baskı ve zulüm düzenini yok etme mücadelesi olmadan bu alanda hiçbir ş ey kalıcı olamaz, sonuç alıcı olamaz, asıl ve gerçek iş levini göremez. Bunu görür ve demokrasi mücadelesinin bir parçası olurlardı. bir eylemdir. Ve dolayısıyla demokrasi müca- yaklaş ımının bu ş ekilde olduğunu söyleyebiliriz. Orada her ş ey “Nereden, nasıl kazanılır?” delesinin de bir parçası durumundadır. anlayış ına hizmet eder. Çok satacağı öngöBunu söylemek ne kadar doğrudur, etnik mü- rüldüğünde arabesk yapılır; onun modası gezik yapan herkes bu kategoride değerlendiri- çer pop’a yönelinir. Kimi zaman da türkü furlebilir mi, bunu birkaç baş lık altında incele- yası baş lar. Son yıllarda yeni bir piyasa, yeni bir pazar olarak görülmeye baş layan etnik mek istiyoruz. müzik alanına da benzer bir yönelmenin yaEgemenler, dönemsel çıkarlar uğruna bazı ş andığını söyleyebiliriz. Bunu yaparken külkültürleri göstermelik olarak tanımış görün- türel varlıkların savunulması, korunması, gemek isteyebilirler. Ve bunları en geri yanlarıy- liş tirilmesi gibi bir kaygı asla yoktur... Her ş ey la sınırlayıp, yine yozlaş tırmanın bir aracı ha- “satıp satmayacağı” öngörüsüne göre yapılır line dönüş türebilirler. TRT Şeş , bu konudaki orada. Bazı önemli çalış malar, baş arılı üreen somut örneklerden biri olarak verilebilir. timler de bu eğilime denk düş tükleri için yaBu örnekte de görüleceği üzere; egemenler yınlanabiliyor. Bunun dış ında kalan örnekler en pespaye pavyon türkücülerinden bile me- de var kuş kusuz ve birazdan onlara değinedet ummakta, Kürt ulusunun mücadelesini ceğiz. Ancak bu örnek içinde olanları, piyasave ulusal bilincini bu vesileyle boğmak iste- cı bir anlayış la, kar etme bilinci ve hırsıyla mektedir. Dolayısıyla bu örnekteki gibi resmi yaptıkları için, yine demokratik bir eylem olaideolojinin hizmetinde olan sanatçıların yap- rak değerlendiremiyoruz. tıkları etnik müziğe ilerici, demokratik bir eylem olarak bakamayız. Çünkü bu kültürleri yi- Bu iki baş lığın, yani resmi ideoloji güdümlü ne egemenlerin hizmetine sunarak yok etme sanat yapanlarla piyasacı sanat yapanların dıve bozma politikasına hizmet ettiği için tersi- ş ında, halkların yok sayılıp unutturulmak istenen kültürel zenginliklerini ortaya çıkarmane gerici bir rol oynamaktadırlar. nın bir tarihsel ve demokratik hak olduğunu Her fırsattan küçük ve günlük çıkar elde etme bilenler ve sanatını bu bilinçle yapanlar da peş inde olan esnaf kafalı piyasacılar ve onla- var elbette. Bu kesimler, bu meselenin her rın kullandıkları insanlar var bir de. Müzik pi- türden sömürüye, yani emperyalizme ve fayasasının kalbi durumundaki İMÇ’nin ağırlıklı ş izme karş ı bağımsızlık ve demokrasi müca-

12 | TAVIR |EKİM 2009

Oysa bu alanda etkili olanların, etkili ürünler ortaya koyanların ironik bir durumu var. Bu kiş ilerin çoğunluğunu bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinden, yani devrimcilikten feragat ettikten sonra; bu alanda tabiri caizse “ekmek yemeye” yönelenler oluş turuyor. Ve doğal olarak değiş ik biçimlerdeki savrulmalara da açık hale geliyorlar. Ve sıkıntı da burada baş lıyor. Bu sağa-sola savruluş ları engelleyecek esas faktörün bir yandan düne ait söylenenleri toparlarken diğer yandan bugünü de anlatmaktan geçtiğini daha önceki sayısız yazı ve tartış mada dile getirdik. Yani etnik müziğin önemli özelliklerini açığa çıkarırken ve onlara yaslanarak yeni düzenlemeler yaparken, üretirken; günü, hayatın belirleyici güncel yönlerini unutmamak gerekiyor. Yani sadece dünü yeniden ve yeniden değil, aynı zamanda bugünü de üretmek gerekiyor. Bugünkü hayatın yakıcı sorunlarını da tıpkı 100 yıllık, 200 yıllık türküler gibi üretime dönüş türmek gerekiyor. Üretilenlerin bugüne, somuta da hizmet edecek çerçevede üretilmesi kaygısını taş ımak gerekiyor. Yani elbette ki bir yandan dedelerin avazları açığa çıkarılıp tanıtılmalı ama ondan sonra, hatta onu yaparken bir yandan da ne denilecek ve o yapılanlar bugün nereye, nasıl bağlanacak? Bu sorular sorulmadığı ve doğru ce-


değerlendirme

vaplar bulunmadığı müddetçe bu savruluş ların ciddi boyutlarda yaş anabildiğini gözlemleyebiliyoruz. Yine bir baş ka nokta; etnik müzik yapan müzisyenlerin güncele dair politik tutumları ile müzisyen kimlikleri arasındaki uyumsuzluk ve bunu meş rulaş tırma çabalarıdır. Yani etnik müziğin “derinlikli” -ama güncel olarak kimseyi, özellikle de egemenleri rahatsız etmeyecek kadar derinlikli!- halleri ile uğraş arak bugünden kopma çabaları... “Ben güncel politik meselelerin çok üstünde, çok daha derinlikli iş lerle meş gulüm” havası ve statüsü yani... Şunu biliyoruz ki bu boş ve kof bir statüdür. Bu statünün kendilerini ayrıcalıklı kıldığını sananlar, yukarıda bahsettiğimiz savruluş ları bir uçtan bir uca yaş amaktalar. Bazı kiş ilerin; kültürlerin yeterince geliş tirilememesinin asıl sorumluluğunu devrimcilere kadar götürdüğünü, onların sahipsiz bırakmasına, ilgilenmemesine bağladıklarını; topun ucuna asla egemenleri, katliamlar yapanları, yasaklayanları, asimile edenleri koymadıklarını görebiliyoruz. İş te savrulmaların en büyüğü...

ğü için hücuma uğraması yine bir baş ka olumsuz sonuç doğuruyor. Bu ş ekilde yaklaş an müzisyenlerin kendi ait oldukları etnik kökenleri bile geniş çe ve bilimsel değil aileden, aş iretten ya da çok kolayca ulaş abilecekleri kaynaklardan alarak ve bunlarla yetinerek dünyanın en önemli sırlarını keş fetmiş havasında abartarak sunduğunu görebiliyoruz. Yani bu belgelerin de düne ve yarına dair birer kaynak olarak sunulmasından çok, bugünün kısa çıkarları için çarçur edilmesine yol açabiliyor bu yaklaş ım. İş te tüm bu nedenlerle olumlu, güzel örnekler ortaya çıkarmakla birlikte bu örneklerin kendi içlerinde kimi olumsuz yanlar da taş ıdığını görüp bunlara karş ı da mücadele edip düzeltmek gerekiyor. Kuş kusuz burada devrimcilerin ve devrimci sanat yapanların da eksik kaldığı, yeterli üretimlere, araş tırmala-

ra yönelmediği bir baş ka gerçek. Nasıl ki düne saplanıp kalarak bugünden kopmamak gerekiyorsa; bugünün politik meselelerini üretirken kendi köklerimizi de ortaya çıkarmak, değiş ik milliyetlerin yok sayılan kültürel değerlerini bulup sahiplenmek de gerekiyor. Devrimci müzik yapanların da iş in bu boyutuna yeterince yoğunlaş madığı ve eksik kaldığını söyleyebiliriz. Etnik müzik yapanlar, bu türü özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinden, demokrasi mücadelesinden kopuş un, uzak durmanın bir aracı olarak değil; tam tersine onun zorunlu bir parçası olarak görülüp onu güçlendirici bir alan olarak görmesi gerekiyor. Böyle görüldüğünde ve buna göre ürettiğinde çok daha güçlü, çok daha nitelikli, çok daha geliş tirici ve çok daha kalıcı çalış malara yönelinecektir.❏

Elbette ki yapılan iyi her ş eye saygı duyulacaktır, duyulmalıdır. Ama bu saygının ötesinde devrimci-demokrat kamuoyunda yerleş ik bir yaklaş ım da bu statüyü güçlendirmekte. Devrimcilikten feragat ettiğini açıkça ilan eden kimi etnik müzikçilerin; bu konudaki çalış malarını halkların özgürlüğü ve kurtuluş u mücadelesinin dış ında ayrı bir alanmış gibi sürdürmekte ısrar edenlerin; bu mücadeleyle arasına aş ılamayacak duvarlar örenlerin; özellik le devrimci-demok rat kamuoyunda hak ettiklerinin üzerinde yanlış bir biçimde yüceltilip kutsallaş tı rıldık ları bir gerçek... Ve bu müzisyenler bu yüceltmeye hiç müdahale etmedikleri gibi, tam tersine bundan statülerini güçlendirici ş ekilde yararlanıyor, bundan belli bir rant sağlıyorlar. Emperyalizme karş ı mücadelede, diğer tüm alanlar gibi etnik müzik alanının da asıl olarak binlerce ş ehidin canı pahasına verilen mücadelelerle açılabilmiş olduğunu herkes bilir. Bu mücadeleler olmasaydı bu alanda da hiçbir ş ey söylenemiyor olacaktı. Ve bu mücadelenin açtığı olanaklardan yararlanırken, bu kapının, bu mücadelenin büyütülmesi için değil, bir “ekmek kapısı” olarak görüldü-

EKİM 2009 | TAVIR | 13


şiir

istanbul can pazarı gamze mimaroğlu

İstanbul mahmur, İstanbul uykusuzdu geceden Yine aynı karın gurultusuyla huzursuz Alacakaranlıkta bir telaş la yandı yoksul ış ıkları kentin Yine açtı İstanbul, yine sabırsız Yedi emekçi kadın kuş luk vakti Yedi emekçi kadın kalkıp ılık yataklarından Minibüs karanlığında yol boyu Düş ünerek ve ş ükür ederek karın tokluğuna Elbiseler dokurlardı gün boyu Isıtmak için ihtiyar dünyayı Fabrika kapısı onları Kartlarından tanırdı Yedi emekçi kadın her sabah basılan yedi karttı Ana olmaktan baş ka Hiçbir ş eye doymamış bedenlerini Sürükleyerek fabrika kapısına Her sabah merhametsiz bir hayata Sunarlardı emeklerini -giderken gözleriyle okş arlardı bebeleriniKentin kalbine doğru ilerlerken emekçi ordusu İstanbul’a yağmur yağıyordu Huzursuz bir İstanbul sabahında Ayamama deresi sinsice kabarıyordu İstanbul can pazarı, sular seller altında Yedi emekçi kadın o sabah Penceresiz minibüs karanlığında Azık ederek karın tokluğu düş lerini çıkınlarına Usulca düş tüler yola Yedi emekçi kadın, hayatın ortasında

14 | TAVIR | EKİM 2009

Biri Altun’du. Yaş ı kırk yediydi. Beş ay sonra emekli olacaktı Sıkıp da diş ini O sabah ölmeseydi Naciye ana, analığını yapacaktı iki göz oda alacaktı belki kızına Ve kızı onu her andığında Rahmet akacaktı mezarına Buna inandı, böyle bildi Yemin olsun yapacaktı Sıkıp da diş ini O sabah ölmeseydi Nebahat derlerdi birine, Hem de ilk iş gününde Vay dediler, kaderin böylesine! Naciye, Nebahat, Nuriye, Mevide, Altun, Ne kadar bizden, ne kadar kadın ne kadar ana. Bircan’dı yirmisinde Fabrikadaydı çocuk yaş tan beri Eline bakardı kardeş leri İliklerine dek dalmış tı hayat kavgasına Ve sadece o bir tutam ış ıktı Kör babasına Özlem on sekizinde, hayalleri bahar dalı Şemsiyesini almadan çıkmış tı Kızgındı bu yüzden babası. Ekmek derdinde yedi emekçi kadın. Yedi emekçi kadın can pazarında Ömürlerini koymuş lardı Üzerine tezgahın


şiir

Kurulan can pazarında Hayatın enkazı mıydı onlar Yük kasasına atılıvermiş İnsan yerine konmadıklarına mı yansalardı Haraç mezat satılan ömürlerine mi Yedi emekçi kadın Penceresiz minibüste çırpınamadan Yedi emekçi kadın Serildiler boydan boya Soğumuş ıslak bedenleriyle Serildiler fabrika bahçesine Emekçi gözyaş ları Kimseler görmeden Usulca aktı göğüslerine. Türkü söylüyordu kadınlardan biri Türkü müydü ağıt mıydı ne belli!

Ve kadınların bedenleri İş çi kadınların bedenleri Ölü iş çi kadınların cansız bedenleri Seriliyken fabrika avlusuna Patladı flaş lar! İstanbul ıslak, İstanbul yorgun İş te böyle yazıldı hikayesi Sekiz emekçi kadının Yorgun, aç ve ıslak bir İstanbul sabahında

İstanbul huzursuzken geceden İstanbul ekmeğe açken İstanbul adalete susamış ken Balçıkla sıvanmış yorgun ve cansız bedenler Adaletsizliğin en namussuz resmiydi İstanbul’un modern burjuva yüzüne çizilen.

“Ayamama deresi neden dolup taş arsın Ayamama deresi, söyle kime kızarsın Ayamama deresi neden susadın cana Ömrümüze doymadık oy Pazarlar olsun sana Oy kardeş im, yavrucağım Anam, bacım, sevdiceğim Minibüs diye binmiş iz bir tabuta Mezar oldu ş imdi bize fabrika Ayamama deresi neden susadın cana Ömrümüze doymadık oy Pazarlar olsun sana” Baygın çıktığında minübüsten Düş ündü Fikriye, can çekiş irken Düş ündü üç gün Yedi can yoldaş ını Kader miydi bu? Bu muydu kader? Bunu düş ündü Fikriye Üç gün üç gece Ve bulamadan cevabını Kapayıverdi gözlerini bir gece...

EKİM 2009 | TAVIR | 15


şiir

kan reçetesi arkadaş z. özger

Kara bir gök için çok ş ey söylenebilir elbet İş te benim bulutum pas tutmamış sözcüklerden örgülü bir ağıt alnına halk sıçramış neferlerin çılgar gözleriyle sana ey rengi tarihini utandıran elbise

Yüzün hiç yabancı değil sen eski borazanların gedikli çalgıcısı sesine küflü ambarların kokusu sinmiş irin salgını, cinayet fotokopisi ve kangren depolanmış eskimiş tarih satıcısı ambarların kokusu.

Burnum duymuyor ama seni uslanmış ıtır kokusunu da duymuyor benim burnum benim burnum vahş i dağ çiçekleri, bozkır gülleri ve devedikenlerinin kırları geniş leten halk kokusuyla yanıyor genzim çatlıyor genzim çatlıyor ve seni de çatlatıyor ey illizyonizmin sırça küresi. sana kim sus dedi Kalbim. Dünya bir ateş ten top gibi kavruluyorken toprak güneş sıtmasıyla sarsılıyorken burda, orda, öte yanlarda alınterinin öfkeyle fış kıyan ş avkı yeryüzünü yeniden biçimliyorken ve depremle sarsılan halkların beyni illizyonizmin büyüsünü bozuyorken

16 | TAVIR | EKİM 2009

seni kim büyülemek istiyor Kalbim. Bildim hiç kuş kusuz su yılanları, yeraltı fareleri ve akbabaların koruyucusu çarpıcıların, kemirgenlerin, leş çilerin ş aş ırtılmış kolcusu. Usul usul da gelsen, harlayarak da gelsen ey illizyonizmin güleryüzlü büyücüsü masken kandırmıyor çoktandır beni beni ve benim gibi dünyaya kanından dürbünle bakanları soluğu cehennem yakanları. Çünkü biz hayatı kendi aynasından gördük biliriz sırça kürenin yaldızındaki puş tluğu Ey tırnaklarımı büyüten tahammülsüzlük beynimde hora tepen on sivri bıçak senin kendi damarında denediğin keskinlik halkının alnındaki tomurcuğu patlatsa da kan kendini aldatmaz kan kendini aldatmaz

Kalbim! bu acıya dayan varsın iş kenceler dağlasın seni duru bir gök için vahş ete katlananlar acıyı bir silah gibi göğsünde saklamalı

Kalbim! bu acıya dayan bu acıya dayanman için


şiir

yaranı iyileş tirmek için sana parçalanmış gül cesetlerinden bir reçete vereceğim vahş et dağlarından kızgın kemik külleri iş kenceler ovasından kan dölleri ve yangınlar vadisinden dehş et bir ateş . Kan kokusu büyüyü bozmak için Kemik sıcaklığı sırça küreyi eritmek için Ateş kırmızısı göğü aydınlatmak için

Böylece dirilir içindeki gül cesetleri bile dirilir ve o zaman çılgın bir ş afakla tazelenen gökyüzü bir taze tomurcuk gibi açar kanıyan alnında senin.

Kalbim! sen varsın sen tökezleyen bir ş arkı değilsin ne de uzun, yanık havalı türkü sen kendinin ezgisisin.

Yırt öfkenin sabredilmez dağarcığını dağılan, saçılan ne varsa hepsi senindir kara bir gök ancak bunlarla arınır ve elbette yeter bunlar sırça küreyi dağıtmaya acı diye ne varsa hepsini onarmaya Kalbim! elimden tut elimden tut sensiz bir ş ey yapamam. (Kasım 1971- Yansıma) ❏

EKİM 2009 | TAVIR | 17


biyografi

agustin farabundo marti cevdet karaçay

“Ta rih ka lem le ya zıl ma dı ğın da tü fek le ya zı lır” Agustin Farabundo Marti

1) Kahveler Ülkesi: El Salvador 1841’de bağımsızlığını kazanan El Salvador, Orta Amerika ülkeleri içinde en fazla nüfus yoğunluğuna sahip bir ülkedir. 20. yüzyılın baş larında ülke ekonomisinin geliri uçsuz bucaksız kahve tarlalarından elde edilen kahve ihracatı na bağlıydı. Cafetoleros’lar (Kahve üretici zengin aileler); ekonomiyi, dolayısıyla siyasi hayatı da belirler durumdaydı. Diğer yandan yokluk ve yoksulluk içindeki halk kızgın güneş in altında, karın tokluğuna köle gibi çalış tırılıyordu. Toprak ağalarının topraklarının artmasına paralel topraklarını kaybeden köylülerin, özellikle yoksul halkın sayısı hızla artıyordu. Bu ülkede halkın toprakları için yaptığı mücadele hiç eksik olmadı. Köylülerin her isyanı kanla bastırıldı. Tüm vahş i katliamlar, baskı ve zulüm; halkın haklı isyanlarını önlemeye yetmiyordu.

nin on dört çocuğunun altıncısıydı. Zeki ve çalış kan olan bu kavruk kara delikanlı, olağanüstü bir baş arıyla liseyi tamamladı. Böylece El Salvador Ulusal Üniversitesi’ne girmeye hak kazandı. Yoksulluğun yaygın olduğu El Salvador’da böylesi bir okulda okuması Marti için büyük bir ş anstı. Üniversiteyi bitirmesi durumunda hayatının kalan bölümünü garanti altına almasının da yolu açılacaktı. Üniversitede hukuk ve sosyal bilimler okuyordu. Farabundo’nun, okudukça yaş amda bir ş eylerin ters gittiğini görmesi uzun sürmedi. Yaş amın çeliş ki ve çatış maları, ona gerçekleri göstermeye baş ladı. Kahve plantasyonlarında o kızgın güneş in altında çoğu zaman aç köle gibi çalış mak durumundaki köylülerin, özellikle yerlilerin yaş amları nı gördükçe düzeni sorgulamaya baş ladı. Nasıl olur da milyonlarca halk böyle aç ve yoksul yaş arken bir avuç asalak egemen ülkeyi yönetebiliyordu? İş çilerin o korkunç sömürülmeleri de Farabundo’nun bilincini ve yüreğini etkileyen yaş amın gerçekleri oldu. Tüm bunlar Marti’de bir karar anının geldiğine iş aret ediyordu. O, bu anda tereddüt etmedi. Hukuk öğrenimine daha fazla devam edemezdi. Bu pespaye düzende hukukun hiçbir anlamı yoktu. Halkının ona ihtiyacı vardı. O artık elde silah mücadele içinde olması gerektiğini gören bir devrimciydi. Sosyalist bir düzenin mücadelesini verecekti. Ve okuldan ayrıldı.

Köylü bölgeler çeliş kilerin derin ve alabildiğine keskinleş tiği bölgelerdir. Bu durum aynı zamanda isyanların da maddi zeminiydi. İş te o, böylesi bir ülkede yaş adı. Yaş amını halkın özgürlüğü ve kurtuluş una adadı. Bu uğurda mücadele etti. O bir sosyalistti, iş çileri, köylüleri örgütleyen sendikacıydı. İyi bir örgütleyici, iyi bir ajitatördü. Elde silah savaş an bir savaş çı ve komutandı. Sosyalist olmanın bir gereği olarak gerçek bir antiemperyalistti. Ve o, tüm bunları pratiğiyle bilerleş tiren, El Salvador halkının devrimci önderiydi. 3) Siyah Marti’nin sürgün yılları Yıl, 1920’yi gösterdiğinde Farabundo Marti 2) Tercihini halktan yana yapıyor artık Orta Amerika’nın birliği için de mücaEl Salvador halkının tarihinde derin izler bı- dele veren bir devrimciydi. Suni olarak bölürakan Agustin Farabundo Marti, 1898’te El nen halkların birliği yönünde çalış malarda Salvador’un La Liberted bölgesinde Teoto- bulundu. Guatemala ve Salvadorlu öğrencipegue’de dünyaya geldi. Babası Pedro ve ler San Salvador’da ortak bir toplantı yaparannesi Sacorro Radriguez olan Marti, aile- ken tutuklandı. Hapse konuldu. Kısa süre

18 | TAVIR | EKİM 2009

sonra serbest bırakıldı. Diğer öğrenci arkadaş larının serbest bırakılmasına direnince devlet baş kanı tarafından Guatemala’ya sürgüne gönderildi. Salvador’daki kriz, iş sizlik, baskı ve zulüm halkın önemli bir bölümünün zaten göç ve sürgünle ülkeden çıkmasına neden oluyordu. Marti sürgünü bu anlamda halkını daha yakından tanımanın, onların dünyasına girmenin fırsatı olarak değerlendirdi. Kendi isteğiyle duvarcılık, tarım iş çiliği ve özel öğretmenlik gibi iş lerde çalış tı. O, halkına fildiş i kulelerden bakıp oralardan sosyalizm, Marksizm veya devrimcilik konusunda ahkâm kesenlerden değildi. Halkın özlemlerini, sevinç ve üzüntülerini ancak onların içindeyken görebilir, yaş ayabilirdi. Öyle de yaptı. 1925’te Orta Amerika Sosyalist Partisi’nin kuruluş unda çalış tı. Partinin kurucularından biri de o oldu. Halkının kurtuluş u için hiçbir görev ve sorumluluktan geri durmadı. Artık onun yaş amı sosyalizm davasına sıkı sıkıya bağlı, halkının kurtuluş u için mücadeleden ayrı lamazdı. 1925–1928 yılları arasında El Salvadorlu İş çiler Federasyonu’nda çalış tı. İş çilere kur tuluş un sosyalizmde olduğunu anlattı. Zorluklar onu yıldıramadı. Çalış kanlığı ve üretkenliği, örnek gösterilmeye baş landı. Yoldaş ları ona renginden dolayı Siyah Marti diye sesleniyordu. Siyah Marti, 1930’da bir kez daha sürgüne gönderildi. Fakat bu sürgün kısa sürecekti. O artık El Salvador halkının ayaklanmasına öncülük etmek amacıyla ülkesine, sıcak mücadelesine koş acaktı. 4) Tutsaklık Onu Yıldıramadı Farabundo Marti, devrimcilik yaş amı bo-


biyografi

yunca birkaç kez gözaltına alınıp tutuklandı. Bu gözaltı ve tutuklamalarda örnek bir devrimci tavır gösterdi. Düş manına boyun eğmedi. Haklılığıyla ve meş ruluğuyla hareket etti. İlk tutsaklığı 1920 yılında Guatemala ve El Salvadorlu öğrenci toplantısının basılmasıyla yaş adı. Kendisi kısa sürede serbest bırakıldı. Fakat arkadaş ları bırakılmadı. O bu keyfiliğe ve adaletsizliğe tavır aldı. Tüm arkadaş larının serbest bırakılmasını istedi. Ve bu haklı talebinde direndi. Marti’nin bu direniş inin daha da geliş ebileceğini, kitleselleş ebileceğini hesap eden devlet baş kanı Torga Melendez devreye girdi. Bu kabına sığmaz devrimciyi yurtdı ş ı na sürgüne gönderdi. Ancak bu ş ekilde Marti’den kurtulabileceğini hesap ediyordu. 1928’in ilkbaharında Anti-emper yalist Birlik toplantısına katılmak için Newyork’a gitti. Polis, örgütün bürosunu bastı. Baskında Marti gözaltına alındı. Bu defa tutuklanmasa da devrimci faaliyetlerden dolayı ABD’den sınır dış ı edildi. Aralık 1930’da ise ülkede yapılacak göstermelik seçimlerde Marti’nin varlığı iktidarı rahatsız ediyordu. Seçimlerin arifesinde halkı isyana kış kır tacağından kuş kulanarak tutuklandı. Kendi yasalarını dahi hiçe dayanarak yapılan bu tutuklamaya Marti papuç bırakacak değildi. Anında tavır aldı. Açlık grevine baş ladı. Eylemin daha ilk günlerinde Marti yine sürgüne gönderildi. Ama hiçbir sürgün, gözaltı, tutuklama, baskı ve sindirme, bu halk ve vatan sevgisiyle dolu El Salvadorlu sosyalisti yıldıramadı. Aksine daha büyük bir coş kuyla mücadeleye koş tu. 5) İyi Bir Örgütçüydü Marti, yaş amı boyunca bir sosyalist olarak halka sosyalizmi anlatmaya ve bu doğrultuda halkını örgütlemeye çalış tı. Tersi ona göre değildi. Halka sosyalizmi anlatma konusunda kafa yordu. Sosyalizmi bir avuç insanın faaliyeti olmaktan çıkarıp onu gerçek sahibi olan halka anlatmak istiyordu. Bunu yapabilmenin yolunun da halkı iyi tanımak ve yanında, onlarla birlikte olmaktan geçtiğini biliyordu. Marti’nin de yaptığı buydu. Onun bu yanını düş manları da iyi gözlemliyordu. Guatemalalı bir anti-komünist olan ve El Salvador 1932 adlı kitabı yazan Jorge Sehne-

singer bu gerçeği ş öyle söylemek zorunda kalıyordu: “Diğerleri kahvehanelerde Marksizm hakkında konuş urken Marti, iş çilere Marksizmi öğretiyordu”(1)

sosyalizmi görüyordu. Gözlerinde parıldayan ış ık, yüzündeki aydınlık adeta bunun bir kanıtı niteliğindeydi.

Çünkü halkın kurtuluş unun sosyalizmden geçtiğine inanıyordu. Bu amaçla halkın örgütlenmeye ihtiyacı olduğu açıktı. İyi bir örgütleyici ve iyi bir ajitatördü. Kahve plantasyonlarında çalış an iş çilere sosyalizmi, devrimi ve kurtuluş yolunu gösteren bir önderdi. Halkın önderiydi. O halkıyla konuş tuğunda halk onun konuş masında devrimi ve

21 Eylül 1924’te kurulan El Salvador İş çileri Yerel Federasyonu’nda çalış malar yürüttü.1925’te Orta Amerika Sosyalist Partisi’nin kurucuları arasında onun adı nın olması kimseyi ş aş ırtmadı. Çünkü o yıllardır emperyalistlerin ve sömürgeci güçlerin suni olarak böldüğü halkların birliği içinde mücadele eden bir sosyalistti. 1928’de Antiemper yalist Birlik’in toplantı sı için New-

EKİM 2009 | TAVIR | 19


biyografi

york’a gitti. Emperyalizm ve iş birlikçi oligar- hayata geçirmesi ve seslerinin duyulmaması ş ilere kar ş ı mücadele edecek örgütlerin bir- için her ş eyi yapması üzerine; yankee uçakliği için de çalış malarda bulundu. larına kur ş un sıkarken ş u tarihi sözü haykırıyordu: “Tarih kalemle yazılamıyorsa silahla 6) Enternasyonalistti yazılmalı” Farabunda Marti, bir sosyalist, bir anti-emper yalist olduğu kadar enternasyonalistti Nikaragua’da Yankeelere ve iş birlikçilerine aynı zamanda. Zaten baş ka türlüsü düş ünü- kar ş ı verilen savaş ta gösterdiği baş arılarınlemezdi. Gerçek anti-emper yalistler, aynı za- dan dolayı halk onu ödüllendirdi. Marti’ye, manda enternasyonalist olmak zorundadır. Nikaragua Ulusal Bağımsızlığı Savunma OrMar ti, 1928’de Meksika’dan El Salvador’a dusu’nun albaylık rütbesi verildi. Bununla döndüğünde İş çi Meclisi kendisine yeni bir birlikte Sandino’nun Uluslararası Genelkurgörev verdi. Nikaragua’daki Yankeelere kar ş ı mayı’nın üyesi ve Özgür İnsanlar’ın (Hamsavaş ta Nikaragua halkının yanında olması bers Libres) özel sekreteri oldu. 1929 Ekigerekiyordu. Bu amaçla General Augusto mi’nde Nikaragua’dan ayrılarak Meksika’ya Cezar Sandino’nun komutasında yanke em- geçti. Dünya çapında bir devrimci dayanış peryalizmine kar ş ı savaş mak için Nikaragu- ma örgütü olan Uluslararası Kızıl Yardım’ın El a’ya geçti. Bin savaş çıdan oluş an müfreze- Salvador Seksiyonu’nun temsilciliğine getinin komutanı Marti’ydi. Bu savaş ta Yankee rildi. Bu görevdeyken ülkesine döndü. O aremperyalizmine olan kinini ve öfkesini pra- tık ülkesinde olduğu kadar dünya genelinde tikte gösterme fırsatı yakaladı. Elde silah sa- de tanınmış bir anti-emperyalist savaş çı ve vaş tı. Diğer yandan savaş larının amacını ve önder olarak tanınmaya baş ladı. Marti ülkedüş manın demogojilerini açığa çıkaran cü- sine döndükten sonra hızla ülkede yükselret dolu yazıları kaleme aldı. Burjuva med- mekte olan mücadeleye katıldı. yanın kendilerine yönelik sansür politikasını

20 | TAVIR | EKİM 2009

7) Ayaklanma Öncesi 1931’de seçimlerde sendikacıların ve aydınların da desteğini alan Aruro Araujo seçimleri kazanarak devlet baş kanı oldu. Aradan 10 ay bile geçmedi ki darbe gerçekleş ti. Kısa sürede Maximiliano Hernandez Martinez ülkede bir diktatörlük kurdu. Bu geliş meler kar ş ısında halk sokaklara döküldü. İktidar, olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilan etse de halkın öfke ve tepkisini kontrol edemedi. İsyan giderek yayılıyordu. Binlerce iş çi, emekçi yoksul halk, az miktardaki tüfekleri ve palalarıyla kış lalara, polis garnizonlarına, belediye binalarına, zenginlerin yaş adığı konak ve malikanelere kar ş ı saldırıya geçti. Ülkenin ve halkın içinde bulunduğu durum bir devrim için gerekli objektif ş artların varlığına iş aret ediyordu. Ki bundan gerçekten emperyalistler de haberdardı. Nitekim bölgeyi arka bahçesi gibi gören ABD’nin o dönemdeki temsilcisi Albay A. R. Harris tarafından 1931’de yazılan bir raporda söyle deniliyordu: “Kırsal alanda hemen her ş ey otuz veya kırk ailenin mülkiyetindedir. Bunlar bir


biyografi

sürü hizmetçileriyle tam krallar gibi yaş ıyorlar. (…) Nüfusun geri kalan kısmının fiilen hiçbir mülkiyeti yok. (…) Salvador’daki durumun tam da kendi devrimlerinden önceki Fransa, Rusya ve Meksika’daki durumun aynısı olduğunu düş ünüyorum. Durum komünizm için algılanmış tır. Ve öyle görülüyor ki komünistler de bunun farkındadırlar”(2) Ülkenin içinde bulunduğu bu tablo kar ş ısında El Salvador Komünist Partisi (ESKP)de ayak lanma için hazırlık ları nı hızlandırdı. Ayaklanma askeri önderliğine, bu konuda bilgi ve tecrübe sahibi olan Farabundo Marti getirildi. İktidarın, ESKP’nin ayaklanma hazırlıklarından haberi oldu. Bunun üzerine çok kanlı ve vahş i bir saldırı dalgası baş lattı. Ayaklanmanın askeri önderi Farabundo Marti ile birlikte öğrenci liderlerinden Alonso Luno Canderon ve Mario Zapato tutsak düş tü. Diktatör Martinez, askerlerini silahlandırarak halkın üzerine saldı. Gördüğü her “Bolş evik”i öldürme emri verdi. Ona göre isyan eden herkes “Bolş evik”ti. Halk, mitralyözlere kar ş ı sopa ve palalarıyla savaş tı. Diktatörün bu terör dalgası, 1932’de ESKP önderliğinde kahve plantasyonların yoğun olduğu köylük bölgelerde ayaklanmayla kar ş ılandı. Az sayıda tüfek ama esas olarak Macheto (bir metre uzunluğunda ş eker kamış ı kesmekte kullanılan tek ağızlı bıçak) ile silahlanmış köylüler, bu bölgelerde çok kısa süreliğine etkinlik kurmayı baş ardı. Ayaklanmaya katılanların sayısı 40 bini bululuyordu… 8) La Matunla (Katliam) “Yenildiler Yenenler, Yenilenlerin dikiş siz, ak gömleğinde sildiler kılıçlarının kanını(…)” (Nazım Hikmet) Ayaklanma, çok vahş i bir katliamla bastırıldı. Yenildiler bu defa. Ordu birlikleri haftalarca köylerde adeta bir kıyım gerçekleş tirdiler. Ayaklanmanın etkili olduğu bölgelerde 20 bin ile 30 bin arasında kadın, çocuk, yaş lı, genç demeden insanların kanı akıtıldı. Kahve tarlaları ceset tarlalarına dönüş türüldü. Bu katliamın sahibi katil diktatör ülkedeki geliş melerden rahatsız olan emperyalistlere ş u mesajı gönderiyordu:

“El Salvador’da barış tesis edilmiş tir. Komünist saldırı bertaraf edilmiş , büyük çekirdekleri dağıtılmış tır. Operasyonların dördüncü günü olan bugün, dört bin sekiz yüz komünist tasfiye edilmiş durumdadır.”(*) Halkının kanını emperyalistlere sunan bu alçak iş birlikçi diktatörün söylediği bu sözlerin, onun yaptıklarının hiç de yabancısı değiliz. Bu tavır her yerde kendi halkının ve devrimcilerin kanını emperyalistlere sunan uş ak ruhlu hain iktidarların tavrıdır… 9) Sonuç Farabundo Marti ve yoldaş ları, San Salvador Genel Mezarlığı’nda göstermelik bir yargılamayla ölüme mahkûm edildi. Bu yiğit, cesur devrimciler yaş amlarını bir davaya, halkının kurtuluş davası na adamış lardı. Baş ları dikti. Kur ş una dizildik lerinde, yaptık ları nı düş manın yüzünede haykırmaktan geri durmadılar. Kur ş una dizildiklerinde tarih 1 Şubat 1932’yi gösteriyordu.

du. Her kim ki bu ad altında oligar ş i ve emperyalizmle uzlaş ma ve onlarla barış teorileri yapıyorsa bu Marti’ye ve onun mücadele çizgisine ihanettir. O, halkı ve özgürlüklerin kazanılmasında simge haline geldi. Onun sosyalizme olan inancından beslenen anti-emper yalist ve enternasyonalist kızıl sancağı, halkların elinde dolanmakta devam ediyor… KAYNAKLAR 1) Aktaran: Latin Amerika’da Marksizm / Michal Löwy 2) Latin Amerika’da İsyanın Tarihi / Hazırlayan Sibel Özbudun (*) Latin Amerika’nın Kesik Damarları / Eduardo Galeano - Alan Yayınları ❏

Mar ti hiçbir zaman düş manlarıyla uzlaş madı. Ayaklanma, o güne kadar ESKP önderliğinde gerçekleş en ilk ayaklanma olması yanıyla önemlidir. Bunda Marti’nin payı yadsınamaz. Ayak lanma, ayrıca El Salvador tarihinde halkın kahramanca direniş i ve yaş anılan vahş i katliamıyla önemli bir yere sahiptir. Ki daha sonra Farabundo Marti adı, El Salvador tarihinde oligar ş i ve emper yalizme kar ş ı kararlı ve uzlaş maz mücadelenin adı ol-

EKİM 2009 | TAVIR | 21


deneme

gazi çam cezmi bayraktar

in san la rın ge zip do la ş a ca ğı, göl ge sin de din le ne ce ği doğ ru düz gün bir tek ye ş il alan bı rak ma yıp her ye ri ya pı laş ma ya açan lar; de ni zi taş ve mo loz la dol du rup hal ka ya ş am ala nı aç tı ğı nı sa nan lar, Gem lik’te ki yağ ma ve ta lan dan pay alan lar dır. İn san la rın emek le ri ni, alın ter le ri ni ken di le ri için zen gin leş me ara cı ola rak gö ren ler, bu in san la ra ve ya ş am alan la rı na de ğer ve rir ler mi hiç? Gem lik’ten 10 km son ra Kü çük Kum la kö yü var dır. Köy de diy sem köy de ğil, yaz lık da de ğil, kış lık da de ğil. Ya pı laş ma sı Gem lik’ten de kö tü dür. Nü fu su yaz la rı 10 bin le ri aş an köy, mi ma ri den ve plan la ma dan pa yı nı al ma mış tır. Yö ne ti ci le rin yok et ti ği o gü ze lim Kü çük Kum la Ova sı, bun dan 60-70 se ne ön ce ve rim li, su lak bir ara ziy di. Ce viz, muş mu la, ki raz, el ma, ar mut, hö ver ve kes ta ne gi bi da ha bir çok mey ve nin; yi ne İs tan bul’a gön de ril mek üze re do ma tes, pat lı can, bi ber gi bi seb ze le rin ye tiş ti ril di ği ve 50 met re uzun lu ğun da ki tah ta is ke le sin de yel ken li ge mi le rin yük bek le di ği, o mas ma vi de ni zi ile bü tün leş miş ve rim li Kü çük Kum la Ova sı yok ar tık. Yük sek çe bir yer den ba kıl dı ğın da o ve rim li ova nın ren gi ye ş il de ğil pem be, ya ni ki re mit. Ka za ra bir yer de bir ye ş il lik gö rür se niz o, son gö rü ş ü nüz dür iyi ba kın!

Ana do lu’nun her han gi bir ilin den İs tan bul’a yol cu lu ğa çık tı ğı mız da, yol bo yun ca bir çok göl ve gö let ler le kar ş ı la ş ır sı nız. Bur sa’yı da ge çip 26 km iler le di ği niz de Or han Ve li’nin ş i i rin de ki di ze le rin ya zıl dı ğı bir ta be la gö zü nü ze ili ş ir. Ta be la da “Gem lik’e doğ ru de ni zi gö re cek sin sa kın ş a ş ır ma” ya zar. Bir km son ra bü tün kir le til miş li ği ne rağ men inat la ma vi li ğe di re nen de ni zi, Gem lik Kör fe zi’ni gö rür sü nüz. İlk ba kış ta de ni zi di ğer göl ve gö let ler den ayı ran ş ey, li ma na de mir le miş bu lu nan yol cu ve yük ge -

22 | TAVIR | EKİM 2009

mi le ri dir. Şa i rin ifa de et ti ği gi bi, ne ka dar ş a ş ır dı ğı nı zı bi le mem ama de ni ze gir mek ve de yüz mek için de ğil, eli ni zi aya ğı nı zı sok mak is te se niz ş a ş ı ra ca ğı nı za emi nim. Gem lik’in baş lan gıç tan bi ti mi ne ka dar bü tün sa hil, ül ke mi zin ta ma mı na ya pı lan yağ ma ve ta lan po li ta ka la rı nın bir par ça sı ola rak taş du var la lar la örül dü. Gem lik hal kı nın de ni ze gir di ği o gü ze lim Ka yık ha nı ve Ma nas tır yok ar tık. 100 bin nü fus lu Gem lik’te

Kü çük Kum la’nın bi ti min de Bü yük Kum la Kö yü baş lar. Bi raz da ha dü zen li, bi raz da ha ye ş il, gü leç yüz lü ve yük sek ses le ko nu ş an in san la rı olan sa hi lin en mi sa fir per ver köy lü le ri nin ya ş a dı ğı köy dür Bü yük Kum la. Es ki Bü yük Kum la sa hil den 3 km içe ri de de re ya ta ğın da ku rul muş iki ta ri hi köp rü sü, iki ta ri hi ha ma mı; bi ri kur ş un lu ol mak üze re iki ca mi si olan 2 bin ki ş i nin ya ş a dı ğı bir köy dü. 1950’ler de sel ler den, yok sul luk tan ve de tek ula ş ım ara cı de niz ta ş ıt la rın dan uzak olu ş un dan do la yı köy sa hi le ta ş ın dı. Aç lık, yok suk luk ve sel ler den ka çıp sa -


deneme

hi le yer le ş en köy lü le rin es ki köy de ki me zar la rı say gı sız ca ve ah lak sız ca so yul ma ya ça lı ş ı lı yor. Bu me zar soy gun cu la rı nın ço ğu çev re nin zen gin eş raf la rı dır. Bü yük Kum la kah ve ha ne le ri nin he men ya nın da “Ka ra caa li 2 km” ya zan ta be la var dır. İş te o köy be nim kö yüm Ka ra caa li’dir. 200 m ka la sağ lı sol lu me zar lık lar ve me zar lık ta ki bü yük fıs tık ça mı ağaç la rı kar ş ı lar si zi. Yaz lı ğa ge len ler den bir genç, yaş lı bir köy lü ye “De de bu kö yün me zar lık la rı ne den en gü zel yer le re ku rul muş ?” di ye sor muş . Yaş lı köy lü “Kı z ım in san la r ı mız ölüm den kork ma sın di ye en gü zel yer le ri on la ra ayır dık” di ye ce vap ver miş . Doğ ru da demiş .

Osmanlı’nın teslim olmasından cesaret alanlar, Marmara Denizi’ni iş gal gemileriyle doldurdular. Bir denizaltı da daha içerilere giderek, Gemlik Körfezi’nin bu denizci köyünün önüne, Karacaali önlerine gelip demirliyor. Köy gençleri toplanıp sabaha keş if için çıkarak İngiliz askerlerine karş ı direnme kararı alıyor. Sabahleyin erkenden mezarlıkta pusuya yatıp iş galcinin çıkış ı bekleniyor. Direnme kararı alan gençlerin çoğu evli veya niş anlı, fakat hepsi köyüne ve vatanına sevdalı mı sev-

Ka ra caa li, zey tin ve fıs tık ça mı ağaç la rı nın ete ğin de dut, erik, akas ya, çı nar ve aka ğaç la rı nın ye ş il len dir di ği kü çük bir ko yun için de zey tin ve ba lık çı lık la ge çin me ye ça lı ş an in san la rın kö yü dür. Ka ra caa li, po li ti ka cı la rın kar ş ı sın da bo yun eğ me di ği, el pen çe di van dur ma dı ğı için yıl lar ca pek ya tı rım ya pıl ma yan bir köy dür. Kö yün çı kı ş ın da, gi ri ş in de ki gi bi me zar lık var dır. Kö yün en gü zel ikin ci ye ri de me zar lık tır an la ya ca ğı nız. Yo lun iki ta ra fın da, yaş la rı -ora da ya ş a yan la rın ku lak tan ku la ğa an la tım la rı gi bi ise eğer- 500-600 yılın üze rin de ol du ğu sa nı lan iki de va sa fıs tık ça mı var dır. Yo lun alt ta ra fın da ki ağaç ta üze rin de “ga zi çam” ya zıl mış ve ağa ca çi vi len miş bir ta be la var. Ta be la yı asan la rın iyi ni ye ti ne rağ men, ağa ca böy le lik le bir kez da ha za rar ve ril di ği ger çek... İş te sö zü müz, bu çam ağa cı na, “ga zi çam”a da ir dir... Yıl 1916. Os man lı, da ha ön ce iş gal et ti ği top rak la rı kay bet me ğe baş la dı ğın da, es ki par lak gün le ri ne dön me nin ha ya liy le eko no mik ve si ya si iliş ki de ol du ğu Al man em per ya liz mi ile bir lik te pay la ş ım sa va ş ı na gir di. Ve ye nil di ler. Ye nil me nin te la ş ı ve sal ta na tı kay bet me kor ku suy la ga lip dev let le rin bü tün ta lep le ri ni ka bul ede rek tes lim ol du. Or du su nu da ğıt tı. Ta bi ki tes lim olan sal ta nat tı, halk de ğil. Kö yü ne dö nen sa vaş çı lar yor gun du, bit kin di, aç tı ve da ha da önem li si ş aş kın lar dı. Say gı duy duk la r ı, önün de sec de et tik le ri tan rı nın ha li fe si kor kak tı, çün kü tes lim ol muş t u. Fa kat kö yü ne dö nen sa vaş çı la rın ço ğu si la hı nı tes lim et me miş ti.

dalı. D i renme k arar ı alanların hepsi biliyorlardı ki vatanseverliğin bedeli ağırdı; iş gal altındaki bir ülkede ölümse her zaman yakındı. Çünkü aç ve yoksullardı. Biliyorlardı mavzerle denizaltıyı batırama yacaklarını ve biliyorlardı Karacaali’deki bu direniş , iş gali ve iş galcinin köye giriş ini engeleyemeyecekti. Ama gün cüretkar olma zamanı, gün gözü budaktan sakınmama zamanı. Gençtiler ve cahildiler ama biliyorlardı ki özgür olmayan bir ülkede, tutsak bir ülkede mutlu olmak, mutlu yaş amak olacak gibi değildi. Hele hele güleç yüzlü, elma yanaklı çocuklar yetiş tirmek mümkün değildi. Bu kinle düş man beklenmeye devam etti.

Ve denizaltının kapağı açıldı, ş iş irme bot çıkarıldı ve içine 6-7 iş galci binip sahile yöneldi. Sahile 50-60 metre kala söyledikleri türküler bile duyulabiliyordu. Sanki bu küçük denizci köyü onların toprağıymış çasına rahat ve kendilerinden emin bir ş ekilde çektikleri birkaç kürekten sonra direniş in ilk ateş i baş ladı. Birkaçı sendeleyip çöküyor. Bir telaş baş lıyor bot içinde; sonra yaralılarını da alarak geri çekiliyor denizaltına alınıyor. Baş lıyor top ateş ine. Bombadan dolayı toprak havalanıyor, gençlerin bazıları topraklaş ıyor. Toz duman, barut ve kan kokusu içinde ş imdi hala dimdik duran o birkaç asırlık çam ağacı da gazileş iyor bir dalını vererek düş mana. Savaş an köy gençleri dağlara doğru çekilirken biri elini sallayarak “Sizi Karacaali’ye sokmadık ya” diye bağırıyor... Cüretkar olmak ve öyle kalmak her zaman bedel ister. İş galci dağlara çekilen köy gençlerine ulaş amıyor ama Karacaali, Gemlik köyleri içerisinde en çok katliamın yaş andığı köy oluyor. İş galcinin ahlakı tarihin her döneminde aynı olmuş tur. Korkak, kalleş ve tecavüzcü, yaş lı erkekleri köy meydanında toplayıp altın ve paralarını zorla yağmalıyorlar, kadınlara tecavüz edip öldürüyorlar ve bütün köyü yakıyorlar… Cüretkar olmak, iş galciye kin duymak meş ruydu elbet ama bedeli her dönem ağır olmuş tur bu güzel ülkede. Tarih yazanlar her zaman cüretkar olanlardır ve bedel ödemekten çekinmeyenlerdir. Yolunuz düş tüğünde Karacaali’ye; yolun sağındaki taş mezarlığa girin ve derin derin soluyun… Kan ve barut kokusunu alacaksınız hala. Bir de hemen direnen yiğitlerin yanında bir mezar daha var. Orada yatan; en az 90 yıl öncesi ataları kadar yiğit, en az onlar kadar cüretkar, devrimci gazeteci Bülent Ülkü’dür. Ser verip sır vermeyen, ölümüne direnen, iş kencecinin yüzüne tükürendi...❏

EKİM 2009 | TAVIR | 23


ayı n fotoğrafı

fotoğraf: ali öz

24 | TAVIR | EKİM 2009


röportaj

ali öz’le türkiye’nin son yirmi beş yılına ve fotoğrafa dair... tavır

“1982-2009 / Fotoğraflarla Türkiye” adlı bir serginin basın duyurusu gelmiş ti mail adresimize... Ali Öz’ün, Türkiye’nin son 25 yılına tanıklık eden fotoğrafları sergileniyordu Kar ş ı Sanat Galerisi’nde. Gittik, gezdik, onun tanıklığına tanıklık ettik ve onunla Türkiye’nin son 25 yılına ve daha birçok konuya dair sohbet ettik. Aş ağıdakiler, bunların yazıya dökülmüş halidir...

Ara­ Güler­“Fotoğraf­ anı­ yansıtır,­ sanat­ değildir”­diyerek,­“Fotoğraf­sanat­mıdır­değil midir?”­ tartış ması­ baş latmış tı.­ İsterseniz oradan­ baş layalım.­ Siz­ neler­ diyeceksiniz bu­konuda? Şu ana kadar fotoğrafın kullanım biçimi olarak düş ünürsek, fotoğraf tabii sanat değil. Özellikle kendi ekolüm açısından ben buna böyle bakıyorum. Foto muhabirliği yapan bir insan olarak belgeleme iş ini, belgelemeyi öncelik aldığım için ve belgeleyip geleceğe aktarmak hem kamusal alanda okuyucuyla insanlarla paylaş mak hem de bunu geleceğe aktarmak için bir misyon yüklenmiş im. Bu anlamda çıplak gerçeği doğru, anlaş ılır ve yalın biçimde aktarma yaklaş ımı bende hakim. Sa­nat,­ duy­gu­ uyan­dı­rı­yor­ in­san­lar­da.­ Ger­çe­ği­alıp­es­te­ti­ze­edi­yor,­ede­bi­yat­ta­da­öy­le,­ si­ne­ma­da­ da­ öy­le...­ Fo­toğ­raf­ta­ da­ öy­le de­ğil­mi­dir? Onun açıklaması; sanat toplum için, sanat sanat için meselesinde bir noktaya geldi ki fotoğraf sanki sadece sanat sanat içindir anlayış ına yöneldi. Oysa fotoğrafın toplumsal iş levinin olduğuna inanıyorum ben. Fotoğrafın karş ı çıkmak, itiraz etmek, göstermek, sorunu

mıncıklamak gibi bir özelliği var; hatta diyorum ki savaş a karş ı bir hareketin sembolü bile oluyor... Açlığa karş ı fotoğraf çektiğimi söylüyorum, dolayısıyla fotoğrafa bir misyon yüklemiş im; bu anlamda sanat (fotoğraf sanatı) yapan arkadaş larımla ben farklı düş ünüyorum ama tabii onlara sanat yapma diye müdahale edecek halimiz yok. O da onların tercihi ama ben kendi tercihim olarak çalış ma biçimim olarak foto muhabirliği yapıyorum ve fotoğrafın belgeleme yönünü öne çıkarıyorum. İş ­te­ ora­da­ or­ta­ya­ çı­kan­ ürün­ sa­nat­ de­ğil mi­dir? Orada bir ş ey ilave edeyim; belgelemek derken, düz gazete fotoğrafı gibi belge aktarmak olarak değil, o anlatmak istediğiniz içeriği iyi

bir estetikle, anlaş ılırlıkla, yalınlıkla anlatmayı amaçlıyorum. Bu yüzden benim düz gazete fotoğraflarıyla farklılığım burada, ben en sıcak bir eylemi çekerken oradaki kompozisyonu, ış ığı ve grafiği hesaplıyorum. Fotoğraflarımda içeriğin estetik le aktarı mı nı önemsiyorum. Çünkü iyi bir içerik güçlü bir estetikle yapıldığı vakit daha etkili olur ve benim amacım anlatmak istediğim duyguyu insanlara en doğru, yalın ve anlaş ılır biçimde aktarmaktır. Sonuçta diyorum ki benim fotoğraflarım düş ündürmeli, eğitmeli, yalın olmalı, karş ı çıkmalı, itiraz etmeli, kolay anlaş ılmalı; hatta diyorum ki benim fotoğraflarımdan okuması-yazması olmayan insan da baktığı vakit bir duygu alıyor, tepki veriyor. Çok üst düzeyde bir entelektüelle aynı tepkiyi veriyor çünkü fotoğraflarımın

EKİM 2009 | TAVIR | 25


röportaj

Benim derdim orada baş lıyor zaten. Ben yaş adı ğım toplumun farkında olan, bilincinde olan, sorgulayan biriyim. Neden burada çöp var? Neden burada çukur var? Neden burada insanlar dayak yiyor? Yani bunu görüp ve gördüklerimi insanların gözüne sokmaya çalış an bir insanım. Çünkü günlük hayatımda da ben fiili müdahalelerle sorunları düzeltmeye çalış an bir insanım. İnsan olmayı ben çok önemsiyorum ve bakış açım da ş u: Dünyaya insan yaratığı olarak geldik. Ben kendi insanlaş ma sürecimi tamamlamak istiyorum, o konuda çabam var. İnsanın yaş adığı topluma faydalı olması, onun için bir ş ey yapması lazım. Burada da benim aracım fotoğraf! En etkili, en yalansız, en dolaysız, direk anlatmak istediklerimi, itiraz etmek istediklerimi gösteren fotoğraftır belirttiğim gibi.

fotoğraf: ali öz

da gülümseten bir fotoğraf. Estetik yanı ile bakarsan sanat fotoğrafı. Ama onu sanırım bir mizansen yapsan, bir ağaç yapsan, öyle bir doku yapsan ve reklam fotoğrafı gibi çeksen oradaki tadı alamazsız çünkü oradaki doğal fotoğraf; Bir­ fo­toğ­ra­fı­nız­ var­ ser­gi­de,­ gö­zal­tı­na­ alın­- hiçbir düzenleme, mizansen olmadan bir “an” mış ­ço­cuk­la­rın­fo­toğ­ra­fı.­Gü­zel­bir­yan­sı­ma fotoğrafı... ya­ka­la­mış ­sı­nız,­ za­fer­ iş a­re­ti­ ya­pan­ bir­ ço­cuk­var,­al­tın­da­da­“fie­ker­bay­ra­mı­nız­kut­lu Sö­zü­nü­ et­ti­ği­niz­“sa­de­ce­ sa­nat­ ya­pan”­ ­ fo­toğ­raf­çı­lar­ me­se­le­si­ne­ dö­ner­sek...­ Fo­toğ­ra­ol­sun”­ya­zı­sı­yan­sı­mış ... Evet, orada hangi olayın olduğu da önemli de- fa­ sa­de­ce­ sa­nat­ gö­züy­le­ ba­kıl­ma­sın­dan ğil, çok estetize de edilmiş bir ş ey... İnsanları bah­se­di­yo­rum.­Bu­ra­da­fo­toğ­raf­amaç­sız­mı biraz düş ündüren, biraz hüzünlendiren, biraz çe­ki­li­yor? altına açıklama yazmaya bile gerek yok. Hatta eş im, Turhan Selçuk’un çizgilerine benzetir, yazısız kendini anlatan fotoğraflardır çoğunlukla; sadece yer ve küçük bir olay yeterlidir.

26 | TAVIR |EKİM 2009

Pe­ki,­po­li­ti­ka­nın­bir­ara­cı­mı­dır­fo­toğ­raf? Bazen insanlar politika, ideoloji ya da din adına bağnazlığa düş üyorlar, objektif olamıyorlar. Iraklı kadın fotoğrafını ben Saadet Partisi’nin basit bir mitinginde çektim. O mitinge birçok gazeteci gitmemiş ti. Kadını ve gözyaş ını gördüm, hemen fotoğrafladım, bir kare çektim. Yanında iki tane sarıklı, ş alvarlı adam anında bana müdahale ettiler; dolayısıyla daha iyi fotoğraf çekebilecekken onlar yüzünden çekemedim. Oysa o fotoğraf, savaş a karş ı hareketin bir sembolü oldu. İdeoloji ya da bağnazlık öyle bir ş ey. Nesnel olamadığı vakit, hayatı bütün olarak kavrayamadığı vakit, kendine de kötülük olarak dönebiliyor. Özellikle benim çok titizlendiğim konu; hayatı doğru kavramak, felsefi olarak diyalektiği doğru kavramak lazım. Neden-sebep-sonuç iliş kilerini iyi kavramak lazım. At gözlüğü meselesini çok önemsiyorum ben; bazen insanlar ideoloji adına, din adına o at gözlüğü ile bakabiliyorlar. Bu çok tehlikeli. Diyalektik ve akıl kullanımını çok önemsiyorum. Ben bu anlamda tabiî ki tarafım, politik bir duruş um var, belli bir dünya görüş üm var. Herkes insanın iyiliğine bir ş ey istiyor ama uygulamaya bakınca bu tutarlılığı ben insanlarda göremiyorum. Ben ş unu çok önemsiyorum; yıllar önce lise dönemlerimde Orhan Asena’nın “Şeyh Bedreddin” adlı, o incecik kitabını okuduğum dönemde ş öyle diyordu içerisinde Şeyh Bedreddin: “Bir düş ünce ki eyleme dönüş medikçe hiçbir anlam ifade etmez!” Dola-


röportaj

yısıyla ben her zaman eylemsel yaş amayı seçmiş im uygulamaya, mücadeleye dönük yaş amış ım. Ama bu mücadele çok hızlı olma durumundayım. Akıl ve diyalektiği asla göz ardı etmemek lazım. İnsan sürekli araş tırmalı. Gazetecilik yönüm budur. Benim gazetecilik mesleğimde hep kavgasını yaptığım bir uğraş vardır: Emek en kutsal değerdir. Ben etrafımla çok kavga eden bir insanım çünkü emek harcıyorum ve benim fotoğrafıma kendi imzalarını koyamazlar. Emek kutsallığı durumu var, foto muhabiri zaten para kazanmıyor. Yazarın nasıl imzası varsa, fotoğrafçığının da imzası var. Meslektaş larımız çoğu zaman bu kavgayı vermekten çekiniyorlar çünkü gazetecilikte foto muhabirleri bu mesleğin “zencileri”, ezilmiş kesimleridir. Çünkü hep yönetimler yazı iş lerinden çıkıyor, yani foto muhabirleri en fazla editör olabiliyorlar. Özellikle eski dönemlerde meslektaş larımız haklarını hiç savunamıyorlardı. Bugün hala Türkiye’nin en büyük gazetelerinde, kocaman fotoğraflar konuluyor foto muhabirinin imzası yok. Burada baş ka bir konuya gireceğim, foto muhabirinin yaptığı iş i kavraması lazım. Ben bu önemi kavramış ım. Yaptığım iş in önemli olduğunu kavramış ım. Gelecekte bizim yaptıklarımızın, hayatın oluş umunda ve ş ekillenmesinde çok önemli bir görevi olacak. Ya­ni­ fo­toğ­raf­ ta­ri­he­ bir­ ta­nık­lık­ et­me­nin öte­sin­de­bir­iş ­le­ve­mi­sa­hip­siz­ce? Tabii, geleceğe taş ıma olayı çok önemli. Orada gördün, bekçiler var. Genç arkadaş ıma soruyorum, “Bekçi nedir?” diye, “Site bekçisi” diyor. Oysa eskiden bekçiler vardı, sokaklarda dolaş an. Hatta 1977’nin 1 Mayısı’nda gördüğün gibi, polisle birlikte adam dövmeye baş layan bir meslekti. Sonra tasfiye edildi bu kurum.

hiç kopmadım. O dayanış ma ve hayatı değiş tirme duygularından hiç kopmadım. Sendika ağalığını da gördüm. Düş ünmeye baş ladım. Genç insanları düş ünüyorum. Yarın hayata atılacaklar ama sistem karş ısında donanımsızlar. Şöyle bir tespitte bulunmuş tum ’80 yılında; hayatta kalmak için bu sistemin en önemli diş lisi siz olacaksınız. ‘80’den bugüne baktığımızda bu tespitlerim doğru çıktı. Bugün basının en tepe noktalarındaki en dönekler bunlar, reklam piyasasındaki en dönekler bunlar... Çok para kazanıyorlar, iyi yaş amayı ve tüketmeyi keş fettiler. Oysa ben değerlerimi hiç değiş tirmedim. Hayat felsefemi, “Basit yaş a, basit düş ün” üzerine kurdum. Midenin bir hacmi var, kapasitesi var. Daha fazlasının bir anlamı yok, insan sağlığına zararlı. O kadar çok tüketmek, o kadar çok para ne olacak, bir sürü sayabilirim sana. Bir sürü solda da geçinen adam var. Kendi dünyalıklarını tuttular, çocuklarının dünyalıkları nı tuttular, torunlarının dünyalıklarını tuttular. Yani nedir bu hırs? Bırakın da hayatın, toplumsal düzenin düzeltilmesi için kafa yorun. Hayır, bunlar sistemle bütünleş miş ler, sistemin bütün nimetlerinden faydalanacaklar, çok para kazanacaklar ve sahte solculuk yapacaklar. Si­zi­fo­toğ­raf­çek­me­ye­iten­ney­di? En önemlisi, ’78 sürecinin belgeselini göremedim, fotoğrafları yoktu. Benim hayatta keş kelerim çok azdır. Keş ke ben o dönemde fotomuhabiri olsaydım dedim. Düş ünsenize koca

bir kuş ak, o dönemin hayalinin fotoğrafları yok. Herkes bir ş eylerle oynuyor, yalan söylüyor, kelimelerle oynuyor. Fotoğrafla tanış tığım yıllarda, Vietnam Savaş ı fotoğrafları beni çok etkilemiş ti. Bu fotoğraflar savaş a karş ı bir tepki oluş turmuş tu. Belki o fotoğrafçı onu o kadar bilinçli çekmedi. Hatta tam tersi de iddia ediliyor. Fotoğrafçının kendi açıklaması da vardı; “Ben o fotoğrafı, savaş karş ıtı bir hareket için çekmedim” diyordu. Ya da Hiroş ima’da napalm bombasından kaçan kızın fotoğrafı, Robert Cappa’nın İkinci Dünya Savaş ı fotoğrafları… Bu fotoğraflar çok önemli bir fotoğraflardı. Hiç unutamam, Japonya’da bir havaalanı direniş i vardı, 1980 yılında Cumhuriyet gazetesinde yayınlandı; o direniş teki kadınların siyah beyaz fotoğrafları vardı. Bu tür fotoğrafların etkisi ve gücü konusunda benim ufkumu açtı. Fotoğraf; yalansız, dolansız, direkt anlatma konusunda önemli olduğuna inandığım, dört elle sarıldığım bir iş haline geldi. Hep heyecanla çalış tım. Barış Davası’nı izliyorduk, Metris Cezaevi olaylarını izliyorduk. Ben kendi ülkemin tarihini fotoğraflayacağım dedim. Dolayısıyla, 1990 yılında Güneş gazetesi açılınca, ufkum daha da açıldı. O günden bu yana karar verdim, ben bu amaçla fotoğraf çekeceğim. Bugün baktığım vakit gerçekten doğru bir karar vermiş im. Ben fotoğrafla zengin bir hayat yaş adım. Bu zenginlik parayla ilintili değil. Bu zenginlik, hayatın zenginliklerini yaş amaktır. Fotoğrafla sokağa çıkıyorsun, insanların dünyasına giriyorsun, 60 ülke dolaş tım. Fotoğraf eş ittir hayat, hayat eş ittir fotoğraf.

Tarih Vakfı eski baş kanı ş öyle demiş ti: “Bir gün bu ülkeye demokrasi gelirse senin fotoğrafların çok kıymetli olacak!” Bilmiyorum bu ülkeye demokrasi ne zaman gelecek ama biz foto muhabiri olarak, insan olarak iş imizi doğru yapmak durumundayız. Ben yapmaya çalış ıyorum. Son­25­yı­lın­ta­ri­hi­var­ser­gi­niz­de.­Bu­25­yı­lın fo­toğ­raf­la­rın­dan­ olu­ş an­ ser­gi­ bir­ bü­tün ola­rak­ne­yi­an­la­tı­yor? Ben ’78 kuş ağıyım, ’78 kuş ağının etkilerinden

EKİM 2009 | TAVIR | 27


röportaj

Çok çalış kan, çok emek harcayan bir insanım ama emeğimin de kavgasını veren bir insanım. En son Cumartesi Anneleri’ni Tempo gibi bir magazin dergisinde 50 tam sayfa kullanmış tım. Yazı iş leri müdürü dedi ki, “Yeter ulan, bu çirkin kadınları kullanmayacağım.” Dediği hafta iki tam sayfa kullandı. Çünkü önüne öyle iki fotoğraf koydum ki, kullanmak zorunda kaldı. Dolayısıyla, bizim yaptığımız iş çok önemli. Buradaki ahlak kavramını bir kez daha açıklamak istiyorum. Bu dayanış ma için insanların birbirine güvenmesi çok önemli. Burjuva ahlakı, yapmacık bir ahlaktan çok, biz gerçek ahlaktan söz ediyoruz. Bu da insanların gerçekten dayanış ması, birbirlerine gerçekten saygı duyması, baş kasının emeğini sömürmemesi üzerine dayalı bir ahlak anlayış ı.

Ben politik belgesel fotoğraf çektiğim kadar, baş ka ş eyler de çekiyorum; dans, bale fotoğrafı gibi... Anlatıyorum neden dans, bale çektiğimi… 1996’nın 1 Mayı sı’nda yarım metre ötemde bir insan vuruldu. Etkileniyorsun, üzülüyorsun, tepki gösteriyorsun, rahatsız oluyorsun. O gün akş am da dünyanın en büyük dans gruplarından birini çektim. Çünkü çok acı içerisinde olan bir insanın kendini tedavi etmesi lazım, ayakta durması lazım. O bir kaçış gibi; ayrıca tiyatro, sinema, bale gibi sanat dalları benim çalış malarımı estetize ediyor. Çalış malarıma kattığı bir zenginlik var. Bu nedenle benim fotoğraflarım düz gazete fotoğraflarından biraz farklı oluyor. Ben çok sergi açan birisi değilim. Serginin mantığını da kavramış değilim. Çünkü bugün dijital fotoğrafçılıkta çok ş ey geliş ti. Şimdi boynuna fotoğraf makinasını takıyorlar ve onu kendilerine bir sosyal statü olarak görüyorlar. Yani oradan toplumsal bir yarar sağlamak, bir iş yapmak için değil. Ben muhtelif sergiler de açtım. Ankara’da, İstanbul’da açtım. Paylaş mak güzel, ben ürettiklerimi her yerde paylaş ıyorum, internet sitelerinde, dergilerde, gazetelerde, slayt gösterilerinde, fotoğraflarıma ulaş mak mümkün. Ama benim asıl yapmak istediğim, bu iş in kitaplaş ması. Çünkü ne derler, söz uçar yazı kalır; ben de, “Söz uçar fotoğraf kalır, belge kalır” diyorum. Gelecek kuş aklara, belge

28 | TAVIR |EKİM 2009

aktarmak, bilgi aktarmak gibi bir görev üstlenmiş im ben. Foto muhabirinin en temel iş i olan, bugünü yarına taş ıyarak, tarih yapmaya çalış ıyorum. Dolayısıyla bu sergi çok ses getirdi. Televizyonların farklı kanallarında toplam 6 saatten fazla yayınlandı, bütün gazeteler ve pek çok dergi haber yaptı. Ama bunu sınırlı bir insan izliyor. Keş ke bu kaynak kitap haline getirilebilse. Param yok benim, çok maliyetli bir ş ey kitap. Bu kitap yapılabilir mi, yapılamaz mı bilemiyorum. O kadar çok ş eye para harcanıyor ki, en lüzumlu ş eylere para bulunamıyor. Mesela 17 Ağustos 1999 depreminin kitabı yok biliyor musunuz? Yüzlerce deprem yaş adık. Böyle bir kitap olduğu vakit, daha fazla dikkat çekecek. Bu fotoğrafların kitaplaş ması çok önemli. Yapabilir miyim, yapamaz mıyım, bilemiyorum. Ülkesini ve insanını sevmek diye bir kavram kullanıyorum. Ben insanımın iyi yaş amasını istiyorum. Böyle bir derdim var. Bunun da kuralı, insanın ders çıkaracağım dokümanların elinde olması lazım. Sel felaketi yaş adık. Düş ünün baş ka ülkede kasırga oluyor, hemen koca kitabını yapıyorlar. Bizde yok bunlar. Bir ’60-’70-’78 dönemlerinin doğru dürüst, bütünlüklü olarak belgeseli yok, doğru bakış açısıyla bir kitabı yok. Mesela bazı arkadaş larımız bir kısım olaylara gözünü kapattı. Cumhuriyet mitingleri de bu ülkenin bir gerçeği, Kürt meselesi de... Ölen asker anneleri de, ölüm oruçları da bu ülkenin bir gerçeği...

Geldiğim toplumda ben mutsuzum. İş çi sınıfının kötü durumda yaş aması, halkın bu kadar açlığa mahkum edilmesi nedeniyle. Eskiden kölelik vardı, ş imdi insanlar tüketim toplumunun kölesi durumunda. Bu kadar mutsuzluk ve karamsarlık içinde, ben yine de çekmeye devam ederek, kendimi iyi hissetmeye çalış ıyorum. Baş ka yol yok çünkü, yoksa insan bunalıma düş er.Yoksa yol alınamıyor, geliş me olmuyor. Son olarak ş unu söyleyeyim, edebiyatın büyük ustalarından Gabriel Garcia Marquez’e sormuş lar, “Karamsar bir insan olduğunuzu söylüyorsunuz ama her ş ey ne kadar kötü olursa olsun kitaplarınızda hep umut var, bu nasıl oluyor?” Marquez ş öyle cevap vermiş : “Dünyanın güzel olacağına inanmıyorum ama inanmak istiyorum.” Ben de dünyanın güzel olmasını istediğim için bütün olumsuzluklara, umutsuzluklara rağmen belgelemek, insanlığın belleği olmak için, bugünü yarına taş ımada bir katkım olsun istiyorum. Söy­le­ş i­­için­te­ş ek­kür­edi­yo­ruz.❏


inceleme

oyunlarımız... terk edip gittiğimiz... türkan doğan

Gün doğuyor. Kavurucu sıcaklıktaki yaz aylarının, yüzünü yavaşça sonbahara çevirdiği bir mevsimdeyiz artık. Palmiyelerin gri kabuklu gövdesine vuran hafif bir rüzgar düşen kuru yaprakları iteliyor İzmir’in sokaklarına doğru. Erkencidir çöpçüler; sarı sıcak güneş yüksek binaların, apartmanların kibirli bakışları arasında, gecekondu mahallelerinin üzerine vururken gelir ve yerlerde gri beton bırakana kadar temizlerler bu sokakları. Yürüyüş sonrasında dinlenmek için oturduğum bir bankta soluklanırken, gecekondu mahallelerine dönüyor yüzüm. Gri kibrit kutuları gibi sıra sıra, irili ufaklı yan yana dizilmiş sayısız evler; tepelere uzanan topraklı yollar; birbirine omuz vermiş evler, çamurlu dar sokaklar; pencerelerden sarkan küpe çiçekleri; gün doğumundan gün batımına kadar çalışan emekçilerin itişip kakıştığı otobüs durakları; taze simit kokusu; kepenklerini yeni açan esnafın ilk çayındaki merhabası... ve daha birçok güzellik, her sabah hayatın türlü tatlarını, kokularını, manzaralarını taşıyor gözlerden yüreklere.

çükbaş, kepenk gıcırtılarıyla açılan 4. katın penceresine bakıyor. - Ahh yeter artık kafam şişti sabah sabah, oyun bahçesi mi burası? Gidin başka yerde oynayın. Kadını onaylayan bir ses apartmanın zemin katındaki berberden geliyor: - Hadi hadi gidin boş arazide oynayın. Söyleniyor kendi kendine berber “Hiç kafam kaldırmıyor çocuk seslerini” Önce aldırmadan oyuna devam ediyor çocuklar. Topu sektiriyor biri, öteki bir hamlede yakalıyor topu. Sonra keyifleri kaçıyor, çıkmıyor oyunun tadı belli. Oyunu bırakıp sokakları terk eden çocukların arasına karışıyorlar. Sokaklarımızı düşünüyorum. Çocuk seslerimizle doldurduğumuz o rengarenk sokaklarımızı... Yıkılmış, bombalanmış bir kent gibidir

kuş cıvıltısı gibi çocuk seslerini taşımayan sokaklarımız. İnsanın en doyamadığı, geri getiremediği çağlarını düşünüyorum. Eve geç kalmayı göze alabilmeyi, oyunun en güzel yerinde saatleri unutup, yırtılan pantolonu, kirlenen gömleği, evde bekleyen tamamlanmamış ödevi... Annenin akşam, öğretmenin yarınki azarını... Hepsine katlanılıyor ama; önemli olan oyun. Ah büyümeseydim diyen insan sayısı kadar çok şimdi, küstürülmüş çocukların sayısı. Küstürülen sadece çocuklar mı? Çocukların oynadığı sokak oyunları da küstürülmüş. Şimdilerde artık sokaklar sessiz, çocuklar sokak oyunlarına yabancılaşmış durumda. Yüzlerce yıllık tarihe sahip aslında sokak oyunları. Yaklaşık 20 yıl öncesine kadar çelik-

Bir anda yaşları 9-11 arasında olan 6 çocuk beliriyor çevremde. Ellerinde gök kuşağı renginde bir uçağı andıran bir uçurtma ve bir lastik top. Ve kuş cıvıltılarını andıran sesleriyle koşuşuyorlar. Bağırıyorlar. Sırasıyla çöp kenarındaki kediye dokunuyorlar. Biri korkutuyor, diğeri şefkat gösteriyor. Sonra yeniden uçurtmayı uçurmaya çalışıyorlar, göğün belli belirsiz boşluğuna havalanan uçurtma, son hızla çakılıyor ayaklarımın üzerine. Top sektiriyor ikisi, diğerleri uçurtmayı yeniden deniyorlar. Sonra yer değiştiriyorlar. Fırlatılan uçurtma, göğe alışık değil, aynı hızla yeniden düşüyor yere. Bir apartmanın 4. katından bir kadın hiddetle çıkarıyor başını, 6 kü-

EKİM 2009 | TAVIR | 29


inceleme

ratıcılık, üretkenlik kadar, aralarındaki arkadaşlığı da geliştiriyordu. Birlik, beraberlik, kazanma arzusu gibi duyguların gelişmesini sağlayan bu güzel oyunların hemen hemen hepsi maalesef ki unutuldu. Bütün evlere girsek de her bir koldan çıkarsak çocuklarımızı yeniden sokaklara… Unu­tu­lan­Ba­zı­Oyun­lar

çomak, uzun eşek, topaç, bilye, aç kapıyı bezirgan başı, aşık ve harmanbiç gibi oyunların, betonlaşmanın artması ve teknolojinin gelişmesi gibi etkenler yüzünden neredeyse yok oldu. Çocukların sokaklarda birlikte oynadıkları oyunlar; çocuğa paylaşmayı, iyiyi ve kötüyü, sosyal normları, adet, gelenek ve göreneği öğretiyordu. Sokaklar boşaldıkça nasıl unutulduğunu görüyoruz. Bu çocuklarla, çocukların oynadığı sokaklarla barışmak zaman alacak. Teknoloji çağının en talihsiz insanları maalesef ki çocuklarımız. Naklen savaşları, ölümleri izleyip ağız dolusu gülebilen oyunlar çıkartıldı çünkü. Şiddet ve savaş içerikli bilgisayar oyunları, sokaklarımızdan koparılan çocuklarımız tarafından en sevilen oyunlar arasında yerini alıyor. Sokak oyunları unutuldukça yerini başka oyunlar aldı. Zamanla kendini çizgi film kahramanı Pokemon zanneden 4 yaşındaki Ferhat, 7. kattan bıraktı kendini boşluğa. Kilis’te, 7 yaşındaki Seda, apartmanın 5. katından atladı. Taso oyunu için birbirini bıçaklayan çocuklar türedi… Kapitalizmin sayesinde çocukların başından kalkamadığı, bağımlı hale geldiği ve psikolojilerini bozan “öldüren” bilgisayar oyunları şiddeti, bencilliği körükledi. Çocukların oynadığı oyunların çoğunda, öldürmek kazanmanın birinci şartı. Ne kadar ölüm, ne kadar kan, o kadar puan toplamak demek. Oyunların adı boşuna “ölüm oyunu” değil... Bilgisayar başından uzun saatler boyunca ay-

30 | TAVIR |EKİM 2009

rılmamak da öldürüyor, oyundan etkilenip etrafındakilere rastgele ateş açan bir gencin kurşunlarına hedef olmak da... Birçok ülkede yasaklanan “Grand Theft Auto” adlı oyunda ise, ana görevler arasında yaya ezmek, trene bomba yerleştirmek, okul otobüsünü kurşunlamak başta geliyor. Karşıdan karşıya geçen bir hamileyi ezenlere ise “ekstra puan” layık görülmüş! Ölüm oyunlarının son versiyonu ise ABD’de ortaya çıktı: “Mortal Kombat”. Colorado’da yaşayan 17 yaşındaki Heather Trujillo, bilgisayarın başından kalkıp oyunda öğrendiği hareketleri 7 yaşındaki kardeşinin üzerinde deniyor. Oyundaki “Finish her” (Bitir işini) sahnesinden esinlenerek attığı tekme, kardeşini öldürmeye yetiyor. ABD’de hızla yayılan bu oyun yüzünden 82 çocuk öldü. Can sıkıntısından kurtulmak isteyen çocuk yaştaki gençler arasında revaçta olan “Choking Game”, yani boğma oyunu şimdiye kadar 82 can aldı. Gecekondu mahallerinde “internet hizmeti” sunmak için açılan internet kafelerin gerçek amaçlarından uzaklaşarak birer “oyun mecrasına” dönüşmesi, çocukların şiddete eğilimi için gerekli zemini hazırladı. Zamanla eğitimsiz ve işsiz gençlerin uğrak mekanları olarak anılmaya başlayan bu kafeler, oyundaki şiddetin dış dünyaya taştığı yerler oldu. Oyun tutkusu çocukları öylesine duyarsız yaptı ki, paylaşma duygularını yok etti. Kökleri asırlar öncesine dayanan uzun eşek, aç kapıyı bezirganbaşı, yağ satarım bal satarım, çelik-çomak gibi eski oyunlar; çocuklarda ya-

Beş­Taş Karşılıklı iki kişi tarafından oynanır. Kızlar da, erkekler de oynar. Taşlar (5 adet) yere atılır. İlk önce “birler” oynanır. Birlerde; oyuncu bir taşı baş hizasına kadar havaya atar. Havaya attığı taş yere düşüne kadar taşı havaya attığı elle yerden bir taş alıp havaya attığı taşı tutmak zorundadır. Tutamazsa yanar. “İkiler”de; yine havaya bir taş atıp aynı elle yerden iki taş almak, “üçler”de üç taş almak, “dörtler”de havaya attığı taş yere düşene kadar dört taşı da almak ve havadan düşen taşı tutmak zorundadır. Daha sonra işaret parmağını (sol el) orta parmağının üstüne koyup yere dayayarak köprü oluşturulur. Sağ elle de bir taş yukarı atılır. Dört taşı da birbirine değmeyecek şekilde, köprü kurduğu parmaklarına yakın bir yere bırakır. Havaya attığı taş yere düşmeden köprünün altından bir taşı diğer tarafa geçirir ve yukarıya attığı taşı yere düşmeden tutar. Dört taşı da birer birer diğer tarafa geçirince bu bölüm de bitmiş olur. Sonra 5 taşı sağ elle havaya atıp, “birler”de en az bir taş elinin üstünde kalacak şekilde taşları yakalar. Elinin üstündeki (tersindeki) taşı tekrar eliyle yukarı atar ve avucuyla yere düşmeden yakalar. Bu hareket ikilerde 2 taş, üçlerde 3 taş, dörtlerde 4 taş ve beşlerde 5 taş elinin üstünde tutulup, havaya atılarak tekrar avucuyla yakalayacak biçimde devam eder. Elinin üzerinde eksik taş yakalarsa ve avucuyla tutamazsa yanmış olur.Yukarıda saydığımız tüm bu hareketleri yanmadan yapıp tamamlarsa, oyunda başarı sağlamış olur ve rakibine karşı bir oyun ilerde olur. Aynı oyun koyun, kuzu ve keçilerin ön ayaklarının dizlerinden çıkan “aşık” kemikleriyle de oynanır. Hatta taştan ziyade aşık kemikleriyle oynanmaktadır. Bu oyun evde, sokakta, kısacası bir araya gelen iki kişinin en başta tercih ettikleri oyunlardan biridir. Artık tüm çocuklar tarafından bilinip oynanmıyor artık bu oyun.


inceleme

İs­top Üç ve daha çok oyuncuyla, kız ve erkek karışık olarak, iyi havalarda dışarıda oynanan bir oyundur. Çok oyuncu olursa daha neşeli olur. Her oyuncu kendine bir takma isim bulur veya kendi isimleri ile oynarlar. Ebe olan ortaya geçer ve elinde topu havaya atarak birinin ismini söyler. İsmi söylenen çocuk havaya atılan topu yakalamaya çalışır. Topu tuttuğu anda “istop” der. Bu arada çocuklar uzaklaşabilecekleri kadar uzaklaşırlar. Ancak topu tutan çocuk “istop” dediği anda herkes olduğu yerde kalır. Topu en yakın olana atıp vurmaya çalışır. Duran çocuklar hiç kımıldamazlar. Eğer vurursa, ebe o çocuk olur ve topu, havaya atar. Vuramazsa topu ebe çocuk yine alır ve havaya atarak oyuna devam eder. Kur­tar­ma­ca Oyun oynayacak çocuklar toplanıp sayışırlar ve böylece ebeyi belirlerler. Ebe oyuncuların sayısına bağlı kalmakla beraber, genellikle iki kişidir. Oyuncular kaçar ve ebeler onlara dokunmaya çalışır. Ebenin vurduğu oyuncular bir duvarın dibinde el ele tutuşarak dururlar. Ebelerden biri onları beklerken öteki ebe diğerlerini vurmaya çalışır. Oyuncular da vurulan arkadaşlarını kurtarmaya çalışır. Kurtarması için vurulmuş oyunculardan birinin eline dokunması gerekir. Bu durumda vurulmuş kişiler kurtulur ve tekrar oyuna katılırlar. O anda ebenin ona dokunmamış olması gerekir. Ayrıca kurtarıldığı zaman ellerinin bir birine tutulmuş olması gerekir. Ellerin ayrıldığı yerden diğer taraf kurtarılmamış olur. Böylece ebeler herkesi vurabilirse oyun tamamlanmış olur ve eski ebeler yerlerine ebe seçerler ve oyun böylece devam eder.

na alır. Araya aldıkları oyuncunun kulağına şifre isimlerini söyleyerek hangisini istediğini sorarlar. Oyuncu da bu bilmediği isimlerden rastgele bir tercih yapar. Kimin ismini söylemiş ise onun arkasına geçerler. Bütün oyuncular bu şekilde yerlerini alınca araya bir çizgi çizilir. Öndeki oyuncular bir ayakları bu çizgide olacak şekilde birer ellerini tutuşurlar. Diğer oyuncular da bunlara bağlı birbirlerini çekmeye başlarlar. Hangi grup diğer grubu çizgiden kendilerinden tarafa geçirebilirse oyunu kazanır. Mi­ni­Mi­ni Bu oyunda da yine iki oyuncu seçicidir. Bunlar oyuncuları eşit şekilde paylaşırlar. Karşılıklı olarak oyuncular oturtulur. Her grubun başı kendi oyuncularının kulaklarına birer isim söyler. Bir gurubun başı karşı tarafa "Köpeklerinden geçemedim köpeklerini bağla" diye seslenir. O da "Hoşt" diyerek karşı grubun başının geçmesini sağlar. Geçen oyuncu yerde çömelerek oturmuş olan oyuncuların kafalarını elleyerek birini seçer. Elleriyle gözünü kapatır. Kendi oyuncularından birinin gizli ismini söyleyerek "gelsin benim ..." diye çağırır. O isimli oyuncu gelip gözü kapalı oyuncunun alnına vurur. Geçip yerine oturunca gözlerini açar. Karşıdaki oyuncular kimin vurduğunun belli olmaması için hep beraber "mini mini mini mini mini..." diyerek işaret parmaklarıyla burunlarının iki tarafına dokunurlar. Gözleri kapalı oyuncu kimin vurduğunu tahmin eder. Eğer bilirse vuran oyuncu o tarafa geçer. Bilemezse o öbür tarafa geçer.

Yağ­Sa­ta­rım­Bal­Sa­ta­rım Oyuncular bir yuvarlak oluşturacak şekilde otururlar. Ebe eline mendil alarak arkalarından dolanmaya başlar. Bu arada "yağ satarım bal satarım, ustam ölmüş ben satarım, ustamın kökü sarıdır, satsam on beş liradır. Zambak zum bak dön ardına iyi bak" şeklinde tekerleme söyler. Ebe dolaşırken mendili oturanlardan birinin arkasına bırakır. Eğer arkasına bıraktığı oyuncunun haberi olmuşsa mendili alıp ebeyi kovalamaya başlar. Ebe de bir defa dolanıp o oyuncunun yerine oturur. Eğer oyuncunun haberi olmamışsa ebe bir dahaki dolaşmasında mendili alıp o oyuncuya vurmaya başlar. O da kalkıp bir defa dolanır gelip tekrar yerine oturur. Oyun böylece devam eder. Kö­re­be Bir ebe seçilerek gözleri bağlanır. Diğer oyuncular gelip elleri ile onu yoklarlar. Aralarında şu konuşma olur: - Ebe, nereden geldin? - Handan geldim guzum. - Üstüyün başıyın kokusu ne? - Yundum, arındım da geldim. - Tahrana tavuk girmiş, kiş kiş kiş.....kişile, derler. Ebe de elindeki çabut yumağı veya havlu ile vurmaya baslar. Çiz­gi Beş dikdörtgenden oluşan büyük bir dikdörtgen çizilir ve hepsinin içine birden beşe kadar rakamlar yazılır. İki tane yan yana çizilerek on-

Ebe­le­me­ce Bu oyunda bir ebe seçilir. Ebe kaçan oyunculara elleriyle vurmaya çalışır. Ebenin vurduğu oyuncu ebe olur. Bu defa o kovalamaya başlar. Onun vurduğu ebe olur. Oyun böylece devam eder. Aç­Ka­pı­yı­Be­zir­gan­ba­şı İki kişi kendi aralarında kendilerine şifre isim seçerler. Daha sonra birbirlerine dönerek el ele tutuşurlar. Diğer oyuncular arka arkaya dizilirler. “Aç kapıyı bezirganbaşı” diyerek gelirler. Kapı görevi yapan o iki kişi ellerini kaldırarak onların geçmesini sağlar. Oyuncular aralarına gelince teker teker onları kollarının arası-

EKİM 2009 | TAVIR | 31


inceleme

büllü ile ebe arasını bir defa da atlayarak alabilirse oyun el değiştirir. Eğer uzarsa adımla sayılmaya başlanır. Hepsi bitince değnek yerden de olduğu gibi atılır. Büllünün vardığı yere kadar diğer oyuncuya ceza verilir. Bu ya tek ayak üzerinde sekmek veya oraya kadar sırtına binmek şeklindedir. Ancak cezalandırılacak oyuncu büllüyü havada eli ile yakalarsa ceza diğer oyuncuya yüklenir. Büllü oyun içindeyken yakalanırsa kişinin oyun hakkı olabileceği gibi, o ana kadar ki yaptığı sayılarda çıkabilir.

lu da olabilir. İnce düz bir taş alınıp önce birlere atılır. Tek ayak sekerek önce beşlere varılır. Beşlerde iki ayağını yere basabilir. Sonra tekrar sekerek geri döner. Taşı da bulunduğu yerden beraberinde geri çıkarır. Taş veya ayağı çizgiye gelirse yanmış olur. Beşleri de bitirdikten sonra gözlerini kapatarak yürüyerek çizgiye basmadan beşlere varır. Orada gözlerini açarak döner. Çizgiye basmadan bitirdikten sonra arkasını dönerek taşı başının üzerinden atar. Hangi bölüme gelmişse o bölüm onun olur. O artık orada ayaklarını basıp dinlenebilir. Gözlerini açabilir. Diğer oyuncu ise buraya hiç ayak basamaz. Orayı atlaması gerekir. Yalnız beşleri alamaz. On­Beş­Taş Her oyuncu için beşer tane olmak üzere küçük çukurlar kazılır. Her oyuncu on beşer tane küçük taş (çakıl) toplar. Bunlar çukurlara üçer tane dağıtılır. Oyuncu kendi bölümünden herhangi birindeki taşları alarak birer birer dağıtmaya başlar. Sonuncu taşı koyduğu bölümdeki taşları çalarak dağıtmaya başlar. En son taşı koyduğu bölümde taş yok ise o bölümdeki taşlarla beraber alır. Böylece sırayla oynanır. Eğer birinin evinde taş bitmişse diğeri onun en az taş alabileceği bir yere bir taş verir. Böylece oyun da hiç taş kalmayıncaya kadar devam eder. Sonra herkes elindeki taşlarla kendi evini tamamlar. Eğer diğer oyuncunun evinden taş almışsa o elinde kalır. Ve oyun esnasında oraya konulan taşlar da onun olur. Ancak kişinin evinde bir taşı varsa diğer ikisini ta-

32 | TAVIR |EKİM 2009

mamlamak zorundadır. Oyunun sonunda da genellikle çocuklar taşları "cennete, cehenneme, cennete, cehenneme..." diye omuzlarından atarlar. En son taşı atarken hangisini söylemişlerse oraya gideceklerine inanırlar. Bül­lü­Değnek Bunun için önce 60–70 cm uzunluğunda değnek hazırlanır. Değneğin bir ucu hafif düzeltilerek büllünün rahat durması sağlanır. Büllü değnek 20–30 cm uzunluğundadır. Ve yere de vurunca rahat havalanması için iki tarafı yontulur. Büyükçe yuvarlak bir ebe (çember) çizilir. Bunda sırasıyla tokmak, uçtan, belden, buttan, elden, yerden isimli bölümler bulunur. Ve onar onar sayıdan oluşur. Tokmak atılırken değnek elle tutulur ve büllü ele dayalı olarak tutulur. Bu şekilde havalandırılarak değnekle vurularak fırlatılır Uçtan da büllü değneğin ucuna yerleştirilerek atılır. Belden de değnek arkadan diğer tarafa uzatılır. Buttan da bir ayak biraz kaldırılıp değnek bacağın altından uzatılır ve büllü değneğin ucuna konur. Elden de değneği tutan elin başparmağı ile işaret parmağı tarafından tutularak vurulur. Yerden de ise yere konan büllünün ucuna değnek vurulur. Havaya kalkan büllüye değnekle vurularak fırlatılır. Diğer oyuncu tarafından büllü el ile fırlatılarak ebenin içine sokulmaya çalışılır. Ebenin dışına düşen veya havada iken değnekle vurularak dışarı çıkarılan büllüye değnekle vurularak kalkınca tekrar vurularak fırlatılır. Bu üç defa tekrar edilir. Eğer

Ayak­Tok­ma­ğı Bu oyunda da büyük bir ebe (çember) çizilir. Büllü ise bir çöptür. Oyuncu büllüyü eline alır. Büllüyü elinden bırakır ve ayağı ile tekme vurarak uzağa fırlatır. Diğer oyuncu yakalayabilirse bunda da oyuncunun hakkı ve sayıları çıkabilir. Oyuncu eline aldığı büllüyü ebenin içine atmaya çalışır. Diğer oyuncu havada iken vurarak uzaklaştırmaya çalışır. Eğer büllü ebenin dışında ise adımla sayılır. Eğer çizgi üzerinde ise buna "yarım ellik" denir, ki bu durumda oyuncu atışı yenileyebilir. 50 ve 100 gibi bir sayıyı tamamlayınca ceza verilir. Ceza yine binmek veya sektirmek şeklindedir. Kaparsa ceza tersine döner. Ka­le­Yık­mak Oyuncular eşit sayıda iki gruba ayrılırlar. Düzgün büyükçe üç adet taş dikilir. 20-25 metre uzaklığa da yine aynı şekilde üç taş dikilir. Oyuncular atabilecekleri büyüklükte taşları atarak yıkmaya çalışır. Her oyuncu birer defa atar. Ancak her taş yıkan oyuncu bir defa daha atma hakkı kazanır. Eğer üç taşı yıkamamışlarsa taş atma sırası karşı tarafa geçer. Bu defa da onlar taş atarak, rakip kaleleri yıkmaya çalışır. Oyun böylece devam eder, eğer bir gurup her üç taşı da yıkabilirse öne geçmiş olur ve kaleler değişir. Taşlar yeniden dikilerek oyuna devam edilir. Belli bir sayıyı elde eden grup oyunu kazanır. Ceza olarak her oyuncu biri ile eşleşerek ona ceza verir. Burada ceza yine binmek ve sektirmektir. Bu oyun genellikle kırlarda ve açık alanlarda oynanır. Çocuk oyunu sayılabileceği gibi gençlerin ve yetişkinlerin de zevkle oynadığı bir oyundur. ❏


inceleme

eşkıya-kahraman tartışması içinde, ince memed’e dair... mehmet çay

Yaşar Kemal’in eseri İnce Memed’in birinci cildinin yayımlanmasından bu yana 55 yıl geçti. İlk cildi 1955’te yayımlanmış olan bu eserin son cildi İnce Memed IV, 1987’de tamamlandı. O günden bugüne üzerinde en çok konuşulan eserlerden biri oldu. Hakkında olumluolumsuz pek çok değerlendirme yapıldı. Tiyatroya uyarlandı ve sinemaya çevrildi. Pek çok ülkede çevirileri yapılarak yayınlandı. Edebi anlamda önemli bir değere sahip oldu. Romana yönelik devletin ilgisi de gecikmedi. Sakıncalı damgası yedi okuyanlar; devlet nezdinde “tehlikeli” olarak görüldü. Halk ise her şeye rağmen İnce Memed’i alıp, okudu. İnce Memed’i saygıyla bağrına bastı... Ve bundan dolayı Yaşar Kemal’in adı anılınca akla ilk İnce Memed’in gelmesi tesadüf değildir. İnce Memed, bir halk destanına dönüştü. Yaşamın içinden süzülüp açığa çıkarılan ve romanlaştırılan bir destan… İnce Memed, köylünün yaşadığı yoksulluğu, zulmü, ağaların, eşraf ve devlet güçlerinin halkı nasıl sömürüp baskı altında tuttuğunun resmidir. Bununla birlikte, bu baskı ve sömürüye karşı verilen mücadelenin de destanıdır aynı zamanda. Peki, bir roman kahramanı olarak İnce Memed’in bu kadar çok sevilmesinin nedeni nedir? Neden halk İnce Memed’i sevip yaşatmaktadır? İnce Memed, bir roman kahramanından ötedir. İnce Memed, bir gencin kendisine yaşatılanlara karşı haklı isyanın adıdır. Bu isyan, silah kuşanıp dağa çıkmak, haksızlıklardan ve adaletsizliklerden hesap sormaktır. Haklının ve halkın yanında olmaktır. İnce Memed, eylemleri ve savaşçılığıyla, fedakarlığı ve cüre-

tiyle, olumlu ve olumsuzluklarıyla bu halkın kendi kahramanı olarak karşımızdadır. İn ce Me med: Kı sa bir Özet Yaşar Kemal, İnce Memed adını, Ruhi Su’nun söylediği “İnce Memed ne yaptıysam ben sana” diye başlayan ünlü Dinar türküsünden esinlendi. Fakat bu türküdeki İnce Memed ile romandaki İnce Memed arasında sadece bir isim benzerliği vardır. İnce Memed romanında olaylar Güney Anadolu’da, Torosların kıyıdaki ovaları ayıran etek lerinde geçer. İnce Memed, Abdi Ağa’nın egemen olduğu Değirmenoluk köyünde yaşar. Babası ölmüş, annesiyle kalmaktadır. Tüm köylü gibi çok çalışmaktadır. Bir gün dayanamaz, kaçar. Yalnız Abdi Ağa İnce Memed’i bulup geri getirtir. Ana ile oğlunu cezalandırarak kışlık yeterli buğday vermez. İnce Memed aynı zamanda sevdalıdır. Abdi Ağa, sevdalısını kendi yeğenine nişanlamak ister. Bunun üzerine İnce Memed sevdalısı Hatçe’yle birlikte kaçar. Abdi Ağa ve adamlarınca kıstırılınca da çatışma çıkar. İnce, çatışmada Veli’yi öldürüp, ağayı da yaralar. Abdi Ağa, Hatçe’yi yalancı şahitlerle, Veli’yi öldürmekle suçlar ve Hatçe hapse konulur. İnce Memed ar tık bir eşkıyadır. Ama sevdalısının hapiste olmasına dayanamaz. Abdi

Ağa, korkusundan kasabaya sığınır. Burada Ali Safa Bey’den yardım ister. İnce Memed, Hatçe’yi hapisten kurtarır. Abdi Ağa’nın korkusu gerçek olur, İnce Memed Abdi Ağa’yı öldürür. İnce Memed’in jandarmayla girdiği çatışmada, sevdalısı Hatçe ölür. Bu sırada İnce Memed’in bir oğlu olmuştur. İnce Memed oğlunu Iraz’a bırakarak, bırakmak zorunda kalarak dağlara doğru yol alır. İnce Memed, Abdi Ağa’dan hem kendinin hem de köylülere yap-

EKİM 2009 | TAVIR | 33


inceleme

dır. Haklı bir isyan vardır. Saf ve temiz bir sevgidir yaşanılan. Sevdalısını elinden almaya çalışan ağaya karşı ölümü göze almasına yol açan da bu sevdadır. Ağanın ona ve köylülere yaptıklarıdır. Herkes ilk başlarda İnce Memed’e acır. Acıma giderek sahiplenmeye dönüşür. İnce Memed korkar önce her insan gibi. Bu korkunun da yenileceğini, korkuya teslim olmadığını görürüz. Korkunun ardındaki cesareti... Bunu açığa çıkaran, sevdikleri ve bu sevdiklerine ağaların yaptığı zulüm, onlara duyduğu kin ve öfkedir. Hesap sorma isteğidir. Adalettir. Ailesi ve köylüler, İnce Memed için zarar görmeye başlar. Ağalardan, jandarmalardan zulüm gelir. Jandarma köylüyü falakaya yatırır. Böylesine gerçektir roman. Köy boşaltmalar, köylülere yapılan zulüm, dışkı yedirmeler devam eder bu ülkede. İnce Memed tüm bunları görür. Karşısındaki tek bir ağanın olmadığını anlar. Ama yine de yılmaz, yorulmaz. İçindeki öfkesi, adalet özlemi hiç sönmez. Aksine daha da alevlenir. O bir eşkıyadır. Halk onda umudu görmüştür. İnce Memed de bunun farkındadır. İnce Memed yılmaz, hiçbir ayak oyununa aldanmaz. Kendisini hile ve vaatlerle “düz”e indirme oyununa gelmez.

tığı zulmün hesabını sorar. Köylüler bayram eder. Birinci cildin özeti genel olarak böyledir. Peki, köylülerin bayram etmesini sağlayan, onların yüreklerine su serpen, ağayı cezalandıran İnce Memed nasıl biriydi? Jandarmayı peşinden sürükleyen bu kahraman nasıl bir kişiliğe sahipti? İn ce Me med Bu Hal kın Kah ra ma nı dır Romanda destansı bir dil kullanılmış olsa da İnce Memed yaşamın gerçek liğini anlatır. Kahramanımız da bu halkın kahramanıdır. İnce Memed öksüz, annesinin yanında yaşayan,

34 | TAVIR |EKİM 2009

öne çıkan hiçbir özelliği bulunmayan yoksul bir köylü çocuğudur. Sevdalıdır. Kahramanımızın kişiliği ve yaptıkları, iç dünyası gayet gerçekçidir. Bu yanıyla şu söylenebilir, gerçekçi bir kahramanın efsaneleştirilmesi vardır karşımızda. Kahramanımızın psikolojisi ve bu psikolojiyi oluşturan maddi koşulları görmek mümkündür. İnce Memed film kahramanı gibi ekranlardan fırlamış değildir. Abartılı yanı yoktur. Bu ülkenin ve halkın kahramanıdır. Onun özelliklerini taşır. Kendisine, köylüye yapılan bir zulüm var-

İn ce Me med bir Eşkı ya dır İnce Memed’in halk tarafından sevilmesinin en temel nedeni, onun eşkıya olması ve bu eşkıyalıkta simgelenen kimi değerler için savaşmasıdır. Halk tarafından adalet, özgürlük simgesi olarak görülür. Zalimlerden hesap soran, halkının ve haklının yanında yer alandır. Eşkıyalık sadece ülkemize özgü değildir. Dünyanın her yanında oldu ve olmaya da devam ediyor. Sömürü ve zulüm sahibi egemenler kendilerine karşı gelen, düzenlerini tehdit eden hemen herkesi “eşkıya”, “çapulcu”, “kanun kaçağı” vb. adlarla anıp, katledilmesi gereken kişiler olarak gösterir. Geçmişten farklı olarak bugün buna “terörist” diyor, o kadar… Egemenlerin böyle adlandırmış olması halkın da onlar gibi baktığını göstermez. Egemenlerin eşkıya, kanun kaçağı ya da bugünkü adlandırmasıyla terörist dediklerini halk sahiplendi, ona ekmek verdi, kapısını açtı. Falakaya yatırıldı, tehdit edildi, köyünden sürüldü, evi barkı yakıldı. Yıkıldı ama eşkıyayı ele vermedi, yerini söylemedi. Bir sorunu olduğunda eşkıyaya gitti, ondan yardım istedi. Ona güven


inceleme

duydu. Yasalara göre “suçlu” kanun kaçağı bu eşkıyaları halk bağrına bastı, yaptıklarını meşru gördü. Evet, İnce Memed de böyle bir eşkıyadır. Köroğlu’ndan, Çakırcalı’ya uzanıp bugünlere gelen bir geleneğin temsilcisidir. Halkın gönlünde taht kuran bir eşkıyadır. Bundan dolayıdır ki eşkıya denilerek geçilemez. Eşkıyalığın da gelenekleri ve özellikleri vardır. Eşkıyalığın iyi veya kötüsü, halkın gönlünde taht kurup kuramayacakları bu özelliklerine ve geleneklerine bakılarak anlaşılır. O zaman şu soruyu sormak gerekir. Düzenin gözünde “suçlu” ,“eşkıya” olarak görüldükleri halde halkın gözünde ve gönlünde masum, hatta bir kahraman olarak görülmesini sağlayan nedir? Eşkıya, düzenin yarattığı bir sorundan dolayı şu veya bu gerekçeyle dağları mesken eyleyendir. Ona başka bir seçenek bırakılmamıştır. “Başına bir hal gelirse dağlara gel” ya da “Benim meskenim dağlardır” diyen bir kültürün içinden çıkarak sırtını dağlara yaslar. “Düz”de ona yaşama şansı yoktur. Ya haksızlıklara, adaletsizliklere boyun eğip sinesine çekecek, ya da düzenin kendisine verdiği cezayı kuzu kuzu kabul edecektir. Onun eşkıya olarak adlandırılması düzenin söylemi ve onun suç saydığı eylemlerdir. Yoksa eşkıyalığın geleneklerine bağlı kaldığı sürece halkının gözünde bir kahramandır. Eşkıya, adaletsizliğe karşıdır. Zaten kendisi de adaletsiz bir düzenin sonucu olarak eşkıyadır. Zenginden alıp, halka verendir. Bu yanıyla halkın yanında yer alır. Adaletsiz eylemlerde bulunmaz. Adaletsizliği zalimlerin, sömürücülerin yaptığını bilir. Halkın canını, malını korur, bu yönde eylemi olmaz. Onun hedefinde hep zalimler, ağalar, beyler, halkı sömürüp zulmedenler vardır. Bu yönde bir ayrım yapmaz. Yaptıklarıyla halkın gönlünü kazanır. Halk ona yardım eder. Eşkıyanın gönlünde ihanet yoktur. O, canını bu yola koyandır. Halkını ve arkadaşlarını canı pahasına korur, onlara zarar gelmesini istemez. Gerektiğinde ölmesini de bilir. Ölümünün düşmanı tarafından gelmesini ister. Eşkıyaların tümünün İnce Memed ve bu geleneğin devamcısı olmadığı da bir gerçektir. Ki roman bunu da gösterir. Halktan yana iyi, adaletli, ağa ve beylerin düşmanı, onlardan yaptıklarının hesabını soran eşkıyaya örnek, İnce Memed’in kendisidir. Kürt Reşit, Gizik Duran; İnce Memed’in örnek aldığı, eşkıyalı-

ğın hakkını veren yiğit eşkıyalardır. Halk bu türden eşkiyaları unutmaz, adlarını türkülerde, destanlarda yaşatır. Diğer yandan “Deli Durdu”, “Kalaycı” ya da “Kara İbrahim” gibiler eşkıyaların yüz karasıdır. Bunlar beylerin, ağaların besleyip koruduğu, jandarmanın göz yumduğu eşkıyalardır. Halka kurşun sıkıp, halkı ezendir. Ağa ve beyler için dağda bulunurlar. Halka gözdağı vermek ve korkutmak için bu eşkıyalar kullanılır. Bu eşkıyaların güçleri, ancak güçsüze yeter. Kahpe ve korkaktır, kalleştir. Halkı soyarken, zenginlere dokunmazlar. Aynı zamanda adaletsizdirler. Ağa ve beyler yasal olarak yapamadıklarını bu eşkıyalara yaptırarak bir nevi kontrgerilla işlevi görürler. Tüm kirli işlerini bunlara yaptırırken kendilerini de gizlemek isterler. Ama halk hangi eşkıyanın ağa ve beylerden yana, hangilerinin kendilerinden olduğunu yaşamıyla görür ve bilir. İn ce Me med’in He de fi Bazı roman ve filmlerde kötülükleri yapan bir kişidir. Bu kişi ortadan kaldırıldığında adalet sağlanır. Mutlu son yakalanır. Böylece kötülüğün, adaletsizliğin ve zulmün kişisel olduğu mesajı verilir. Nasıl ki yaşanılan işkenceler ve katliamlardan sonra “Bu olay münferittir, her kurumda böylesi çürük elma bulunur” gibisinden açık lamalar yapılıyorsa, roman ve filmlerde de benzer bir tema işlenir. İnce Memed, işte böylesi eserlerden kökten farklıdır. İnce Memed’in karşısında ona ve halka zulmeden, zorbalık yapan ağalar, beyler, jandarma, bürokrasi ve onların yardakçıları vardır. Romanın tümünde ise tüm bunları üreten, koruyup kollayan bir düzenin varlığı görülür. Bunların İnce Memed ve halkın karşısına nasıl düşman olarak çıktığına tanık oluruz. Mesele şahsi, İnce Memed’in meselesi değildir. İnce Memed’den yola çıkılarak bir düzen ve onun kurumları sorgulanır. Sahiplerinin kimler olduğu gösterilir. Toplumsal bir mesele ele alınır. Sistem eleştirisi vardır. Bir yanda İnce Memed ve halk diğer yanda ağalar, beyler ve onların düzeni saflaşmıştır. Çatışma bu iki kesim arasında geçer. 1930’lu yıllarda ve sonrasında Kemalist iktidarın halka yaptıkları sorgulanır. Kurtuluş Savaşı’nın bir “kahramanı “olarak Ali Safa Bey’in halka yönelik zulmünü görüyoruz. Zenginliklerini nasıl elde ettikleri gözler önüne serilir.

Bu yanıyla roman Adnan Menderes’lerin, Celal Bayar’ların ve benzerlerinin nasıl ortaya çıktığına dair ipuçlarını gösterir. Halkına böylesine zulmeden, gözü paradan ve topraktan başka bir şey görmeyen bu kişilerin emperyalizmle işbirliği ve uşaklık yapmalarını da açıklıyor. Ali Safa ve Ali Saim Beylerin ortak özellikleri devletle olan ilişkileridir. Kemalist iktidar halka değil, bunlara güvendi. Devlet de onların hizmetinde oldu. O günün beyleri ise, bugün Koçlar, Sabancılar, Doğuşlar, Karamehmetler haline geldi. İsimler değişti, uygulamalar farklılaştı ama sömürü ve zulümleri değişmedi. Devletin gücü onların yanında olmaya devam ediyor. Polisi, jandarması hep onları korudu, halka saldırdı. İnce Memed’e kucak açıp yardım ettiği için, halkı falakadan geçiren, karakolda işkence edenle, greve destek olduğu için grevcilere saldıran, işçileri gözaltına alıp coplayan aynı devlettir. Gücünü ağaların, beylerin sömürülerini engellemeye değil de, hakkını arayan işçiye, adalet arayan yaşlı analara, gençlere saldırarak gösteren bir devletin varlığının hala devam ettiğini görmekteyiz. İşte bundan dolayı İnce Memed’in hedefi nettir. Ve bugünde bu hedef net olmalıdır. İn ce Me med’in Ey lem le ri ne Da ir İnce Memed’in ilk iki cildinde ağa ve beyler cezalandırılır. Adalet yerini bulur. Halka yapılan zulümler cezasız kalmaz. Halkın adalet özlemi gerçekleşir. Fakat İnce Memed, ağa ve beyleri öldürdükçe yerine yenilerinin geldiğini görür. Bir bataklık gibi pislik üretir. Tek tek sinekleri öldürmenin bir faydası olmaz. İnce Memed’in diğer ciltlerinde bu durumun muhasebesini yapar. Buna rağmen ağa ve beylere yönelik eylemlere, onları bir bir cezalandırmaya devam eder. Bu durum kimilerince, “Memed’in yaptıkları artık anlamını kaybetmiş, bir yarar sağlamayan, gelişigüzel cezalandırmalardır” şeklinde yorumların yapılmasına yol açar. Peki, gerçekten böyle midir? İnce Memed’in ağa ve beylere yönelik cezalandırma eylemlerinin, eşkıyalığına devam ediyor oluşunun hiç mi yararı yoktu? Hiç kimse tek tek sinekleri öldürerek bataklığı kurutacağını iddia ediyor değildir. Aksine İnce Memed bataklığın kurutulması gerektiğini vurgular. Bu bilinmesine rağmen böylesi eleştirileri ve değerlendirmeleri yapanlar hiç de az değildir. Esasında bu eleştiri ve değerlendirmeyi yapacak kitabın gücünü, dolayısıyla İnce Memed’in yarattığı etkiyi kırmak istemektedirler.

EKİM 2009 | TAVIR | 35


inceleme

Bundan daha önemlisi bu eleştiride, İnce Memed’in ağa ve beyleri cezalandıran eylemlerini küçümseme vardır. Onların bakışıyla bakarsak, bugün sömürü ve zulme karşı halkın adalet ve hesap soran eylemlerini de mahkum etmemiz gerekecektir. Ki yapılmak istenen de budur. Sormak gerekir. Ağaların, beylerin zorbalıklarına vahşi sömürülerine jandarmanın köylülere yönelik baskısına karşı sessiz kalmak daha tehlikeli bir yaklaşım değil midir? İnce Memed’in cezalandırmalarını eleştirenler, küçümseyenler bir roman eleştirisinden öte değerlendirme yaptıklarını bilmek durumundadır. Onların aslında halkların haklı şiddetini mahkum ettiklerini, bu meşru şiddeti küçümsediklerini görmeliyiz. Sömürü ve zulmün olduğu her yerde halkın bireysel ya da kitlesel şiddet kullanma hakkı vardır. Ve bu hakkın kullanılması kadar doğal bir şey olamaz. Bunun içindir ki İnce Memed’in yaptığı her cezalandırma, halkın yüreğindeki adalet susuzluğuna bir damla su olabilmişse bundan ancak sevinç duyarız. Bu eylemlerin kişisel olarak İnce Memed’in vicdanını rahatlatırken, halkta da adalet duygusunun canlı kalmasına, ağa ve beylere karşı kendilerine olan güvenin gelişmesine katkı sağladığını da hatırlatmak yerinde olacaktır. Bugün de her kim halkların adalet susuzluğuna bir damla su olabiliyorsa bu halkları mutlu eder. Bundan korkup rahatsız olması gerekenler ancak halk düşmanları olmalıdır. Bundan dolayı İnce Memed’in eylemlerini halk sahiplenirken halk düşmanları korku içindedir. Korkularının büyüklüğü İnce Memed’lerin çoğalmasıyla orantılıdır. İn ce Me med, Ağa ve Bey le rin Kor ku su dur İnce Memed, sadece Abdi Ağaları öldürmekle işin bitmediğini görür. Ağaların ve beylerin düzenine yönelir. Bireysel bir çaba gibi gözükse de halkın temel sorunu ve dolayısıyla talebi olan toprak sorununu gündeme getirir. Kemalist iktidar halkın toprak talebini karşılayacak bir reform yapamaz. Sırtını ağa ve beylere dayar. Halka güvenmez. Halkın toprak sorunu nasıl çözülecektir. Çözümü o günkü koşullarda ağa ve beylerin sonu demek olacaktır. İnce Memed sorunun varlığını ve çözümünü gösterir. Bu ağaların en büyük korkusudur. Romanda Abdi Ağa’nın söylediği şu sözler korkularının büyüklüğüne işaret eder: “Dağda eşkıya mı, istediği kadar olsun. Eşkıya

36 | TAVIR |EKİM 2009

nedir ki. Ama bu!.. Bu korkutuyor beni. Toprak meselesi. Bir aklına düşerse köylünün, önüne geçilemez!” İnce Memed’in neden onları böylesine korkuttuğunu bu sözlerde aramak gerekir. Ve bu sözler gerçektir. Halk ne zaman ki gerçek hedefe yöneldiyse, egemenlerin korkuları hep büyüdü. Kabus görür oldular. Korkularını kimi zaman gizleyemediler. “Gecekondulardan gelip gırtlağımızı kesecekler” sözüyle Abdi Ağa’nın sözleri arasında benzerlik, korkularının aynı oluşundadır. Sadece tarih itibariyle bir farklılık vardır. Özü aynıdır. Dağlarda yüzlerce, binlerce eşkıya olması; ağaları beyleri, zulüm düzeninin sahiplerini pek korkutmaz. Onlar dağdaki eşkıyanın neyi hedeflediğine, ne yaptığına bakarlar. Bundan dolayı korkutuyor onları İnce Memed. Çünkü İnce Memed düzenlerinin temeline dinamit koyuyor. Bugün de geçerlidir aynı anlayış: Dağlarda binlerce gerilla değildir önemli olan; eğer o gerillaya yön veren anlayış düzeni hedeflemiyorsa, yeni bir adalet, yeni bir düzen için mücadele etmiyorsa, hak kırıntıları ile “düz”e inmesi hiç de zor olmayacaktır. İnce Memed bir yandan sorunu gösterip çözümünü de ortaya koyar. “Bu toprak herkesindir. Toprağı o gavur yaratmadı. Beş köy köle gibi ona çalışır. Çukurova’da ağa da yok, bir şey de yok.” diyerek dile getirir çözümü... Bu halkın yaşadıklarıyla ortaya koyduğu bir çözümdür aynı zamanda. Bunun bir adım ilerisi tüm ülkede ağalık düzeninin yok edilmesidir. Toprak halkındır. Bu halkın özlemidir. Bu, aynı zamanda özgürlüktür, adalettir. Bunların olabilmesi için İnce Memedlerin ülkemizin dört bir yanında çoğalması gerekir. Bugün de halkın beklentisi budur, gerçekleşecek olan da budur. Romanda halkın aşına, ekmeğine el koyanlar iliklerine kadar sömürenler ile bugünküler arasında hiçbir fark yoktur. İsimleri ve yöntemleri farklılaşmıştır sadece. Sömürü ve zulüm hala devam ediyor. Halk dikenli, düz ovada ya da Değirmenoluk’ta değil de yoksul gecekondu mahallelerinde yaşıyor. Tarlalarda kızgın güneşin altında değil de; Koçların, Sabancıların, Albayrakların, Çalıkların fabrika ve işletmelerinde sömürülüp köle gibi çalıştırılmaya devam ediyor. Köyleri olan ağa ve beylerin yerine haraç mezat satılan, fabrikaları olan, ço-

cuklarına gemicikler alan beyler aldı. İnce Memed’in peşine takılan, yardım ediyor diye köylüyü falakaya yatıran jandarmanın yerini, o kadar “eğitime” teknolojiye rağmen aynı uygulamaları yapan AB standartlarındaki jandarma-polis aldı. Günümüzde de köylüye, “gerillaya” onların deyimiyle “teröriste” yardım ediyor denilerek zulmeden, dışkı yediren, helikopterlerden atan, öldürüp bir kenara ya da asit kuyularına atan düzenin aynı olması tesadüf müdür? İşte bundan dolayı tüm bunlar bize bir gerçeği işaret ediyor. İnce Memedlerin doğru yolda olduğu ve İnce Memedlerin dağdan inerek değil aksine çoğalarak hedefe ulaşabileceğini gösteriyor. So nuç: Hal kın Umu du Ola rak İn ce Me medler İnce Memed bir gerçeğin daha farkına varır. Biz ezilenler, sömürülenler, zulüm görenler çoğunlukta, ezen sömüren onlar azınlıkta… Onları yenebiliriz, bu bataklığı kurutabiliriz. Bunun için birlik olmalıyız. İnce Memedleri çoğaltmalıyız. Umut, bu yanıyla İnce Memedlerdedir. Onların varlığı, egemenlerin korkulu rüyasıdır. Korkularını büyütmek istiyorsak, İnce Memed’in verdiği mesaja bir kez daha bakmalıyız. Halkın adalet ve özgürlüğü bu yoldadır. O yol, halkın kurtuluşunun yoludur. Halk, yaşadığı zorluklara ve baskıya rağmen umutsuz kalmadı. Bundan sonra da kalmayacak. Ve umut dağlardadır. İnce Memedlerin yolundadır. Artık bir kez umudun o kızgın alevi yanmaya başladı. “Bu ateşle birlikte de Alidağ’ın, Düldül Dağı’nın, Yıldız Dağı’nın, Binboğa’nın doruklarında birer top ışık patlar, dağların doruğu bir gece ağarır, apaydınlık gündüz gibi olur.” Bu sözler tüm ülkenin aydınlık olacağına dairdir. İnce Memedlerin uğruna savaştığı onur ve adalet, özgürlük ve namus değerleri için hala savaşıldığının, o dağlarda o ışıkların hiç sönmediğinin kanıtıdır.❏


şiir

yarı yoldan dönene nihat behram

Ne benim anış larım yoncalar yaseminler ve su sesleri kadar tazedir artık, ne de sancılanan sabahlar bağrını bağrımda kamaştırır.. Kara bir lekesin çünkü; ve dağılan bütün aşklarda olduğu gibi sevinçlerin sadece tozlanıp uçuklaşır.. Kara bir lekesin.. Unutma ki bir aş kta ihanetle kararan ış ıldamaz bir daha, durmadan donuklaş ır.. Kara bir lekesin; suları çamurlanan halsiz ırmaklarda dolaş an gözyaş ların da ş imdi çaresiz sığlaş ıp sağırlaşır.. Ne benim şarkılarım ruhunda yeniden çiçeklenir, ne de alnındaki derinlik ses alıp yüreğimden ufukta mavilenip rüzgarlara ulanır.. Kara bir lekesin artık, çünkü ihanetin kaderi sadece kararmaktır. (Hayatın Şarkısı-Toplu Şiirler/1979)

EKİM 2009 | TAVIR | 37


nota

başeğmeden söz müzik: grup yorum

Yüreğim çarpar ş imdi Öyle büyük bir aş kla Geçmiş im pusulardan Korkusuz bir telaş la

Soğumaz yüreğim harda Aş k ile düş tüm derde Bu yolda serden geçtim Kul olmadım namerde

Ben yaş arım onurumla Baş ımı hiç eğmeden Sevdamı kara günde Terk edip de gitmeden

Ben yaş arım onurumla Baş ımı hiç eğmeden Sevdamı kara günde Terk edip de gitmeden

38 | TAVIR | EKİM 2009


nota

EKİM 2009 | TAVIR | 39


sinema

en ortak yanımız: acı ... sevgi duman

ş ey ola maz. Tam da bu nok ta da, öde ne cek be del ler den söz et mek ge re ki yor. Böy le bir ül ke de hak sız lık la ra kar ş ı mü ca de le et mek, ada let is te mek, di ren mek, mu ha lif ol mak, ör güt len mek öy le ko lay de ğil. Be del is ti yor... Bi ri le ri sa na ra hat ra hat mü ca de le et men için alan aç mı yor bu ül ke de. Ak si ne, dü ze ni teh li ke ye so ka cak en ufak bir dav ra nı ş ı, en bas kı cı yön tem ler le ez me nin yol la rı nı arı yor ve ken di sis te mi ni bas kı, iş ken ce, F Ti pi ha pis ha ne ler, ya ni hüc re ler le “ko ru ma” al tı na alı yor. Bu doğ rul tu da ya ş a nan la rın bir bo yu tu da, çek ti ği miz acı lar olu yor el bet te...

Öy le bir ül ke de ya ş ı yo ruz ki, aç lık, yok sul luk al mış ba ş ı nı yü rü müş . İş siz lik, ev siz lik ve da ha bir çok dert, bun lar la omuz omu za gi di yor. “Ka der” di ye yut tu ru lan ama kı yım dan-ci na yet ten ay rı dü ş ü nü le me ye cek “do ğal” afet ler de, dep rem ler de, sel ler de, he ye lan lar da onar/yü zer/bi ner ölü yor in san la rı mız... Bü tün bun lar yet mi yor muş gi bi, hak kı nı ara ma ya kalk tın mı po li si, as ke riy le, bü tün gü ven lik güç le riy le dev let kar ş ı na çı kı yor, cop lu yor, dö vü yor, sö vü yor, gö zal tı na alı yor, iş ken ce ya pı yor, F Ti pi ha pis ha ne le re tı kı yor... Halk, hak kı nı ara dı ğı her alan da dev le tin ce ber rut yü züy le kar ş ı kar ş ı ya ka lı yor ya ni... De mok ra si, ki bü tün si ya si ik ti dar la rın di lin den hiç düş me di cum hu ri yet ilan edi le li be ri, ş im di ler de bir “açı lım”a uğ ra ya cak mış gi bi gö rün se de bu ül ke ye hiç ama hiç uğ ra ma dı

40 | TAVIR | EKİM 2009

bu gü ne ka dar. De mok ra si de mok ra si di ye yır tı nan lar, ol ma yan de mok ra si le ri ni as ke ri-fa ş ist dar be ler le “ke sin ti ye uğ rat mak tan” da hiç çe kin me di ler 12 Mart 1971’de ve 12 Ey lül 1980’de... Bu ül ke de, ba ş ı po lis le ve ya as ker le der de gir me miş bir ai le yok de ne cek ka dar az dır. He men he men her ev de en az bir ki ş i ya gö zal tı na alın mış , ya tu tuk lan mış , ya da bunlar ol ma sa bi le, hak kı nı ara dı ğı bir ey lem de po lis ten/as ker den da yak ye miş , ka ra kol luk ol muş tur. İş te hal kı na bu den li düş man bir sis tem de, çe liş ki le rin bu den li apa çık ya ş an dı ğı bir ül ke de; bi ri le ri nin di ren me si, hak sız lık la ra is yan et me si ve bu doğ rul tu da ör güt le ne rek mü ca de le et me si, ada let is te me si ka dar do ğal bir

Da ha çok TV di zi le rin den ta nı dı ğı mız Ce mal Şan, son fil min de çek ti ği miz bu acı la ra par mak ba sar ken, son dö nem de ör nek le ri ne çok rast la ma dı ğı mız bir ş e kil de ba ş a rı lı bir po li tik fil me im za at mış . Po li tik film ka te go ri sin de ra hat lık la de ğer len di ri le cek bir film Acı. Çün kü bü tün özel lik le ri ni ta ş ı yor po li tik film le rin... Po li tik film de ni lin ce ak la he men Yıl maz Gü ney ge lir bu ül ke de. Çün kü onun la baş la mış tır bu tarz film ler. Şim di ler de baş ta 12 Ey lül as ke ri-fa ş ist dar be si ol mak üze re, çe ş it li po li tik ko nu la ra de ği nen film ler ya pıl ma ya baş lan dı ve bu film le rin genç yö net men le ri ken di le ri ne Yıl maz Gü ney’i ör nek al dık la rı nı söy lü yor. Bir Yıl maz Gü ney da ha ya ra ta ma mış tı Tür ki ye Si ne ma sı bu gü ne ka dar ama son sü reç te genç si ne ma cı la rın çık ma sı ve en azın dan ken di le ri ne Yıl maz Gü ney’i ör nek al dık la rı nı söy le me le ri bi le an lam lı. Ce mal Şan da çe ş it li söy le ş i le rin de, Yıl maz Gü ney’in bu ül ke de bir si ne ma da hi si ol du ğu nu, si ne ma sı nın ola ğa nüs tü ol du ğu nu söy le -


sinema

yen ler den. Yıl maz Gü ney’den öğ re ne cek le ri çok ş ey ol du ğu nu da ek li yor söz le ri ne... İş te öğ ren dik le ri ni uy gu la dı ğı nı söy le di ği Acı ad lı fil mi ni, “İn sa na ya kı ş ır bir ş e kil de ya ş a mak için in san ca ol ma yan her ş e ye ‘ha yır’ de mek ge rek ti ği ni an lat ma ya ça lı ş an; in sa na, ha ya ta ve ev re ne da ir bir hi kâ ye...” ola rak ta nım lı yor. Bu nu bü yük öl çü de ba ş ar dı ğı söy le ne bi lir Şan’ın. Ak sa yan, abar tı lı yan lar yok mu, el bet te var ve on la rın aş ıl dı ğı oran da Şan’ın si ne ma sı nın da yer li ye ri ne otu ra ca ğı mu hak kak... Baş ta bah set ti ği miz or tak acı la rı mı zı, gö rü nür de bir de de-to run iliş ki si ne yan sı mış ha liy le gö rü yo ruz. Ku ş ak ça tış ma sı ör ne ğin. Yıl lar ön ce, sırf dev rim ci lik ya pı yor di ye kı zı nı ev den ko van, kı zı po lis ten ka çar ken evi ne sı ğın mak is te di ğin de, tes lim ol ma sı ş ar tıy la evi ne ala ca ğı nı söy le yen, kı zı red de din ce de yi ne ev den ko van ve böy le lik le kı zı nın po lis ler ce kat le dil me si ne ne den olan; bü tün bun la ra rağ men ha la yap tık la rı nın doğ ru ol du ğu nu sa vu nan ak si bir de de nin, kı zıy la ay nı du rum da ki to ru nuy la ya ş a dı ğı ça tış ma var fil min ana ek se nin de. De de, çek ti ği acı nın di ye ti ni öde mek te dir ade ta in san lar dan ka ça rak. Bo ş al mış (ve ya dev let ta ra fın dan bo ş al tıl mış ) kö yün de, bir kaç kü çük ve bü yük baş hay va nıy la ya pa yal nız ya ş a mak ta dır. Kı zıy la ay nı “ka de ri” pay la ş an to ru nu nu kar ş ı sın da gör mek hiç unut ma dı ğı acı la rı kor lar yü re ğin de. Ay nı acı yı bir da ha ya ş a mak is te mez bel ki ben cil ce ve to ru nun dan da ay nı ş e yi yap ma sı nı, tes lim ol ma sı nı, böy le lik le de ha yat ta kal ma sı nı is ter. Çün kü ha yat ona öğ ret miş tir: Dev rim ci li ğin bir be de li var dır ve bi ri le ri bu be de li öde mek te dir ken di pay la rı na. Bu pay laş ma da de de ye dü ş en, ken di kı zı nı ve da ma dı nı yi tir mek tir. Ka ram sar lık ha kim dir de de de; dev le tin güç lü lü ğü ne ar tık ka ni ol muş ve bu dev le te ar tık bir ş ey ya pı la ma ya ca ğı nı dü ş ün mek te dir. Oy sa kı zı nın mü ca de le et ti ği dö nem ler ge ri de kal sa da umut hiç tü ken me miş tir ve kı zı nın yü rüt tü ğü mü ca de le, ş im di ar tık to ru nu ta ra fın dan sür dü rül mek te dir. Ta ri hin te ker rür et me si ni is te me yen de de ile to ru nu ara sın da buz gi bi baş la yan iliş ki, to ru nun ha mi le li ğin den kay nak lı do ğu ma ka dar ev de kal ma iz ni ni ko par ma sıy la gi de rek ge li -

ş ir ve bir bir le ri ni sev me ye baş lar lar. Mü ca de le bir yan dan sür mek te dir dı ş a rı da. Kı za bir yol da ş ıy la ge len ha ber, bir ş ok et ki si ya ra tır. Ha ber ler kö tü dür. Ve de de ka çı nıl maz so nun yak laş tı ğı nı his se der ken, to ru nu nu ko ru ma iç gü dü süy le da ha sı kı sa rı lır. Ve bir iha net le baş la yan sü re cin so nun da, o ka çı nıl maz son ge lir bu lur de de ile to ru nu... Fil min bi ze an lat tı ğı ş ey ler, ger çek ten bu gü ne, bu gü nün so run la rı na, ha ya ta ve in sa na da ir... Mü ca de le nin be del siz yü rü me di ği, yü rü ye me ye ce ği ör ne ğin... Ve yi ne mü ca de le nin doğ ru lu ğu çün kü ku ş ak tan ku ş a ğa ge çen bir mü ca de le bu. Be del le rin en bü yü ğü nün öden di ği bir kav ga, hiç bit mi yor/bi ti ri le mi yor iş te. Adan mış bir film Acı. Met ris Ha pis ha ne si’nde iş ken cey le kat le di len En gin Ce ber’e adan mış . Fil min so nun da akan je ne ri ğin ba ş ın da “En gin Ce ber’in anı sı na” ya zı sı nı gör dü ğü müz de, fil min ne yi an lat tı ğı da ha çok an la ş ı lı yor san ki. De de nin, kı zın-da ma dın ve to ru nun öde di ği be del le rin ay nı sı nı öde yen En gin’in iş ken ce de kat le dil me si, Ce mal Şan’ı vic da nen çok ya ra la mış ve di ğer film le rin den ka zan dı ğı pa ra lar la çek miş Acı’yı. “Bu fil mi çek me sey dim, bir da ha si ne ma yap ma ya cak tım” id di asıy la çek miş Acı’yı üs te lik. Bu den li id dia lı bir fil min, sırf En gin Ce ber’e adan mış ol ma sı bi le fil mi her yö nüy le sı kın tı ya so ka cak tır el bet te. Bu nu çok iyi bi len Ce mal Şan’ın bu ha re ke ti, ka fa la rı nı ku ma göm müş de ve kuş la rı nı vic da na ge ti rir bel ki. Ya nı baş la rın da in san lar kat le di lir ken su ya-sa bu na do kun ma dan ya ş a yan, hal kın ya ş a dı ğı acı la rı yü re ğin de bir gram bi le his set me yen le rin ya nın da, tak dir edil me si ve ör nek alın ma sı ge re ken bir dav ra nış Ce mal Şan’ın yap tı ğı... Bun ca saç ma lık lar la do lu fil min ve yoz lu ğun ara sın da, bu ko nu yu ele al ma sı nı da, her hal de halk tan ya na ta raf ol ma sın da ara mak ge rek...

olan iliş k i sin de ye te rin ce ak tif ol ma yı ş ı, izleyenlere kı zın mü ca de le nok ta sın da çok da net ol ma dı ğı nı his se ti re cek tir bel ki de... Ha ya ta da ir tav rı nın net ol ma sı ge re kir di. İkin ci bir yan da, ge len kö tü bir ha ber le kı zın ken di ni dağ la ra taş la ra at ma sı, ne re dey se ha ya ta küs me si an la ş ı lır ve ma zur gö rü lür bir ş ey de ğil bir dev rim ci için. Acı lar kar ş ı sın da du ruş la rı bel li dir dev rim ci le rin. Si ne ma yol cu lu ğu nun önü açık Ce mal Şan’ın. Be lir le di ği ta raf ta sür dü re ce ği yol cu luk ta ba ş a rı lar di ler ken, eleş ti rel ger çek çi lik ten bi raz da ha sıy rı lıp, sos ya list ger çek çi li ğe yö nel me si ni, tes bit ten çok ne ya pıl ma sı ge rek ti ği üze ri ne ka me ra ar k a sı na geç me si ni umu yo ruz...❏

FİLMİN KÜNYESİ: Yönetmen: Cemal Şan Oyuncular: Nesrin Cavadzade, Erol Demiröz Senaryo: Cemal Şan Görüntü: Cengiz Uzun Kurgu: Şenol Şentürk Müzik: Nail Yurtsever, Engin Aslan, Cem Tuncer Yapım Yılı: 2009

As lın da ko nu En gin Ce ber’de dü ğüm len miş ken ve film de ona adan mış ken; film üze ri ne da ha faz la söz söy le mek ge rek siz bel ki ama bir-iki nok ta yı vur gu la mak ta ya rar var... Ön ce lik le mi ni ma list bir film Acı. Yö net me ni nin di liy le “ge ril la tar zı” çe kil miş , Er zin can’ın bir dağ kö yün de. Bü tün bu ola nak sız lık la ra rağ men, se nar yo nun ak sa yan yön le ri ber ta raf edil sey di çok gü zel ola cak tı. Kı zın, biz ce de de siy le

EKİM 2009 | TAVIR | 41


röportaj

cemal şan’la “acı” ve sinema üzerine... tavır

ma dı, ya pım c ı nın bas kı sı yü zün den. Böy le lik le or ta ya tu haf bir ş ey çık tı. Ama be nim yaz dı ğım bu de ğil di; bi raz de ğiş ti ri le rek, dö nüş tü rü le rek tat sız tuz suz bir ş ey çık tı or ta ya.

Bir ba sın gös te ri mi da ve ti al mış tık. Ce mal Şan, son fil mi Acı’yı, Met ris Ha pis ha ne si’nde iş ken cey le kat le di len En gin Çeber’e it haf et miş ti. Ko nu, bu ha liy le bi zim için çok önem li ha le gel miş ti ve En gin’in ba ba sı, avu ka tı ile bir lik te fil mi iz le me ye git tik. İz le dik. Film hak kın da ki dü ş ün ce le ri mi zi iyi ne bu sa yı mız da oku ya bi le cek si niz. Biz, yö net men le hem ken di si ne ma yol cu lu ğu, hem de Acı üze ri ne bir soh bet yap tık...

rın da nım, son ra ay rıl dım. İş let me ve ik ti sat oku dum. Si ne ma eği ti miy le ala kam yok. Alay lı yım; ilk ola rak Tunç Ba ş a ran’ın “Uçurt ma yı Vur ma sın lar” fil miy le baş la dım, asis ta nıy dım yö net me nin. Son ra ken di se nar yo la rım dan olan, “Bir Kü çük Bu lut”a asis tan lık yap tım. “Iş ık lar Sön me sin”de hem se nar yo hem yö net men lik ya pa cak tım; Re is Çe lik çek ti, çok is te di ğim gi bi ol ma dı ama, onun da se nar yo sun da par ma ğım var, de ğiş ti ril di son ra za ten.

Öncelikle, kısaca sizi tanıyabilir miyiz? 1966 Tun ce li do ğum lu yum. Bir sü re ede bi yat der gi le rin de, ka ri k a tür der gi le rin de mi zah öy kü le ri yaz dım. Si ne ma iş let me ci li ği yap tım... Mo da Kül tür Mer ke zi’ni uzun yıl lar ben yö net tim. Be yoğ lu Si ne ma sı’nı iki yıl ka dar ben yö net tim. Ye ni Si ne ma cı lar’ın ku ru cu la -

Bir hayal kırıklığı olarak mı değerlediriyorsunuz o filmi? Ke sin lik le... Be nim ilk yaz dı ğım gi bi çe kil sey di, çok da ha de ğer li bir ha le ge le cek ti. Ama o dö nem de git ti ği miz her kes hem ça lış mak tan, hem de oy na mak tan kork tu bi raz. Bi raz de ğiş ti ril di, dö nüş tü rül dü, bi raz Re is Çe lik el den ge çir di se nar yo yu fa lan... Re is de ra hat ça lış -

42 | TAVIR | EKİM 2009

Cemal Şan sineması neyi anlatıyor, sinemadaki amacı, anlayışı nedir? Be nim si ne mam, bu ül ke nin so run la rıy la, bu ül ke de ya ş a yan kü çük in san la rın ha yat la rıy la, hi ka ye le riy le il gi li... Kü çük in san la rın ha yat la rı nı an lat ma yı çok se vi yo rum. İn sa na da ir ne var sa bu ül ke de, on la rın dert le ri ni be yaz per de ye ta ş ı ma ya ça lı ş ı yo rum. Me se lem bu ya ni. Bu ül ke nin gün de mi ni oluş tu ran bir ta kım so run lar la il gi len mek gi bi bir der dim var. Ama bun lar için ta bi bi raz geç kal dım. Çün kü yap mak is te di ğim film le ri ya pın ca pa ra ver mek is te me dik le ri için ken dim yap ma ya ça lış tım. O da mi ni ma list bir si ne ma ya doğ ru yön len dir di be ni, kü çük büt çe li film ler yap ma ya baş la dım. Bun dan son ra da ha bu top lu mu il gi len di ren, be ni ra hat sız eden film ler yap ma ya ça lı ş a ca ğım. “Beni rahatsız eden toplumu da rahatsız etsin” diyorsunuz. Peki tarz olarak, minimalist tarza, şartlar mı sizi itiyor, yoksa bu bir tercih mi? Hem ş art lar bu na iti yor, hem de o ş art lar için de ter cih ne de ni olu yor. Da ha de ğer li film ler, da ha de ğer li hi k a ye ler yap mak is ti yo rum ama bu bi raz pa ray la il gi li. Me se la gel di ğim top rak la rla, 1938 Der sim İs ya nı’yla il gi li film yap mak is ti yo rum ama çok bü yük büt çe is ti yor. Bir gün her hal de öy le bir ş ey yap ma ya ça lı ş ı rım, bil mi yo rum. Daha çok televizyon dizileriyle tanınıyorsunuz. Sinemayla, televiz yon arasında avantaj-dezavantaj durumu nedir? Bu iki-


röportaj

si arasında kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Ben te le viz yon la üre tim mal ze me le ri ni ta nı dım, in san mal ze me si ni, iliş ki le ri ni kur dum, tek nik an lam da ge liş ti ği mi dü ş ü nü yo rum. Çün kü te le viz yon di zi si çek mek çok zor bir ş ey, haf ta da bir film çe ki yor gi bi sin. 90 da ki ka çe ki yor sun... Müt hiş vah ş i bir or tam var, in sa nı öğü ten bir ş ey var. O ça re siz lik ler için de bir ş ey ler ya rat ma ya ça lış tı ğı mız za man bir sü rü ş e yi tek nik an lam da çok iyi bil mek zo run da ka lı yor sun. Me se la ka me ra yı ko ya ca ğım ye ri ben bu gün çok iyi bi li yo rum ve koy du ğum yer de doğ ru olu yor. Bu nu te le viz yon sağ la dı ba na. Ama in sa nı tü ke ten bir ya nı var, sa de ce gi ş e yi dü ş ü nen, rey tin gi dü ş ü nen, se yir ci nin dü ş ün me si ne çok fır sat ver me den, on la rı her ş e yi ha zır su nan bir ya pı sı ol du ğu için. Bi raz dü ş ün ce kül tü rü nü izo le et ti ği, ma ni pu le et ti ği için si ne ma ya geç ti ğin za man, bu duy gu lar la geç ti ğin za man pe ri ş an ola bi lir sin. Ben si ne ma ya geç ti ğim za man te le viz yo nu ta ma men unu tu yo rum. Sa de ce yap mak is te di ğim film le ri, bi çim le ri unut ma dan film ya pı yo rum. Se yir ci yi kat ma ya ça lı ş ı yo rum, dü ş ün me si ni sağ la mak için uğ ra ş ı yo rum. So ru lar so ru yo rum, ce vap la rı on la ra ver mi yo rum. Be nim le bir lik te üzül me si ni, be nim le bir lik te gül me si ni is ti yo rum. Çok da ba ş a rı lı ol du ğu mu söy le ye mem bu ko nu da. Çün kü se yir ci te le viz yon es te ti ği ne ve Ame ri kan si ne ma sı nın kül tü rü ne alış tı ğı için her ş e yi ha zır is ti yor. Bom bar dı man is ti yor. Onu da ve re me di ği miz için bi zim de cid di bir se yir ci der di miz var, ken di se yir ci mi zi de oluş tur mak zo run da yız çün kü. Baş ka bir kül tü re alış mış ol du ğu için, onun da be ğe ni si ni gı dık la mak, ken di be ğe ni mi ze, ken di der di mi ze or tak et mek dü ş ün ce sin de yiz. Tam da burada, sormak istiyorum; biz televizyonu; şöyle değerlendiriyoruz, Amerikancı, bireyci, bencil kültürün en büyük yayıcısı olarak görüyoruz örneğin. Öyle bir yere, televizyona bir şeyler çekmek, bir şeyler yapmak ne anlama geliyor? Seçici davranıyor musunuz orada? Mü te va zı ol mak is te mi yo rum, te le viz yo nun en iyi yö net men le rin den bi ri ola rak sa yı lı yo rum. Çün kü var olan, ba na ge len se nar yo yu de for me et me ye ça lı ş ı yo rum, da ha ger çek ha le dö nüş tür me ye ça lı ş ı yo rum. Eğer Do ğuy la il gi li bir ş ey se, Do ğuy la il gi li bir ş ey ler kat ma ya ça lı ş ı yo rum. Ya ni adam gi bi çek me ye ça lı ş ı yo rum ama te le viz yon ka nal la rı ve ya -

pım cı lar ne çek mek is te dik le ri ne ken di le ri ka rar ve ri yor lar. On lar, hal kın be ğe ni le ri ni yu ka rı dan em po ze edi yor lar za ten, sen sa de ce iz le ne bi lir bir ha le ge ti ri yor sun; ken di fel se fe ni, ha ya ta ba kı ş ı nı kat ma ya ça lı ş ı yor sun ama be ce re mi yor sun. Çün kü so nuç ta, iyi bir ş ey yap tı ğın da, bu adam la rın, te le viz yon cu la rın be ğe ni le ri nin dı ş ın da bir ş ey yap tı ğın da tut mu yor. On lar da bu nun ge rek çe le ri ola rak di yor ki, “Halk bu nu is ti yor”... Oy sa hal kın bu nu is te di ği ni san mı yo rum, on la rın ken di be ğe ni le ri ni zor la hal ka sun ma ya ça lı ş ı yor lar ve bi ze da ya tı yor lar. Biz de çek mek du ru mun da yız. Yok sa biz ken di miz bir ş ey ha zır la yıp te le viz yo na su na mı yo ruz. Ya pım cı lar bir ş ey ha zır la yıp te le viz yo na su nu yor lar, ken di fik ri mi ze, ba kış açı mı za gö re bir ş ey yap ma ça ba mız hep ya rım ka lı yor. On la rın be ğe ni si ne su nu yo ruz, te kel le rin du va rı na çar pı yor. Onu da aş mak ş u aş a ma da zor gö rü nü yor. Ancak böyle mi gedik açabiliriz diyorsunuz? Ta bi ta bi, As lın da biz di zi le ri mi zin içi ne za man za man, ken di be ğe ni le ri mi zi, es te ti ği mi zi, ba kı ş ı mı zı da ko ya rak, çak tır ma dan ken di se yir ci mi zi oluş tur du ğu mu zu dü ş ü nü yo ruz ya ni, böy le bir ş ey var. Bir fay da sı da bu olu yor di ye bi li riz. Bir de de di ğim gi bi tek nik an lam da ken di mi zi ge liş ti ri yo ruz. Dünya görüşünüz ne derecede sanatınıza yansıyor, daha doğrusu yansıtıyor musunuz? Ben sos ya lis tim, yan sıt tı ğı mı dü ş ü nü yo rum. “Aş k üç le me sin de” de ge ri de bir ş ey ler var dır. “Acı”da da var dır. Te le viz yon di zi le rin de de var dır. Ben sos ya lis tim, müm kün ol du ğu ka dar o kül tü rü adap te et me ye ça lı ş ı yo rum yap tı ğım iş ler e. Bir aydının sanatçınn, taraf olup olmaması noktasında ne diyorsunuz? Ben ce ta raf tır ay dın. Za ten bir ş e yi an lat ma ya baş la dı ğın da, ta raf ola rak baş lı yor sun aslında. En uy du ruk te le viz yon di zi sin de bi le yö net me nin han gi ta raf ta dur du ğu bel li dir. Öy le bir hi ka ye an la tır ki, bi raz yu ka rı dan bak ma ya baş lar. An la ma ya ça lı ş ır ka rak ter le ri ni; o hi ka ye yi an la ma ya ça lı ş ır ba zen, ba zen de ta ra fı nı bel li eder. Ben “Acı”da bel li et tim ta ra fı mı. Fi nal de ki plan da bel li dir. İçin de ki es te tik ten, ya da di ya log lar dan bel li dir. Ne ka dar ta raf de ği lim di yor sa da, bir du rum var. Ta raf

ol du ğu bel li dir. Ama ta bi, bu nu böy le kör gö züm par ma ğı na gi bi, es te tik ten uzak an la tır san da saç ma sa pan bir ş ey olur ya ni. Ken di es te ti ği ni ku ra rak, ken di ta ra fın da içi ne yer leş tir mek la zım ama bu nu da se yir ci yi ma ni pü le ede cek bi çim de de ğil, bir ta hak küm de ğil. Ya ni es te ti ği nin içi ne ye di re rek ta ra fı nı bel li ede bil mek. Asıl gü zel olan bu dur... Estetik, sanat anlam›nda, halktan yana tavır koymuş birisi, Yılmaz Güney, sosyalist gerçekçilik üzerine Türkiye Sineması’nda resmen bir akım baş lattı. Türkiye sinemasında bu güne kadar gelmiş geçmiş bütün kuralları tabuları yıkıp geçti ve çok güzel bir miras bıraktı. Politik sinema anlamında Yılmaz Güney’le baş layan süreç, bugün nereye evrildi, siz bunun neresindesiniz, Türkiye Sineması’nda yeni jenerasyon doğdu mu sizce, onlar nasıl, ürünleri nedir, nereye geldik yani? Da ha ön ce Ye şil ça m’ın da yat tı ğı bir ta kım ku ral lar var dı, on la rın için de in san lar bir ta kım ş ey ler ya pı yor du. Yıl maz Gü ney gel di ve ku ral la rı nı, ken di es te tik an la yı ş ı nı, dün ya ya ba kı ş ı nı, si ne ma sı nın için de eri te rek, çok ge ri de de tu ta rak ola ğa nüs tü bir si ne ma yap tı. Ben ce onun si ne ma sı ola ğa nüs tü dür; bir de mü ca de le si ola ğa nüs tü dür, Ye ş il çam da ki mü ca de le si. Ya ni as lın da ş u an da bi zim, ken di si ne ma sı nı yap ma ya ça lı ş an genç le rin, ön cü sü, ha la us ta sı, ha la kı la vu zu ben ce. Çün kü o mü ca de le ada mıy dı, ben onun si ne ma sıy la po li tik mü ca de le si ni ke sin lik le ayır mı yo rum, iyi ki böy le ol du, çün kü ha ya ta da ha doğ ru, si ne ma ya da ha doğ ru bak tı ğı nı dü ş ü nü yo rum onun. Bi zim de ş u an da, onun gi bi, sert çı kış lar ça ba sı için de yiz. Çün kü bi zim yap tı ğı mız si ne ma dö ne mi, o za man ona Ye ş il ça mın yap tır mak is te me di ği gi bi bu dö nem. Biz de var olan an la yı ş ı, gü dük ba kı ş ı kır mak için ken di ki ş i sel ça ba mız la fil mi oluş tu ru yo ruz. Ben ce çok iyi yö net men ler gel mek te, ge li yor da za ten. Me se la ge çen yı lın, en önem li si ne ma ola yı, asis ta nım olan Öz can Al per’in “Son ba har”ıdır. Çok ola ğa nüs tü bir film di. Ona ben zer bir ta kım ar ka daş lar da ha var. Bir po li tik si ne ma sü re ci tek rar olu ş u yor di ye dü ş ü nü yo rum. Ka zım Öz’ün yap tı ğı bir ta kım film ler var. Bir sos ya list ger çek çi si ne ma an la yı ş ı ge li yor gi bi ge li yor ba na. Çün kü ş u an da bi zim film yap ma ş an sı mız da ha ko lay laş tı, vi de o çı kın ca, vi deo yu 35 mm’ye bas ma ola na ğı do ğun ca, üre tim ola nak la rı da ha de mok ra -

EKİM 2009 | TAVIR | 43


röportaj

tik leş t i ben ce. Ar tık her kes film ya pa bi lir, es ki si ka dar pa ha lı de ğil. İnanç lı on ta ne adam bu lur san bu ül ke nin si ne ma sı nı da de ğiş ti re bi lir sin, bü ül ke nin sis te mi nin al tı nı da oya bi lir sin. Sa na tıy la il gi li cid di söz sa hi bi ola bi lir sin. Ama inanç lı on ta ne adam bul mak la zım. Ben öy le ya pı yo rum film le ri mi. İnanç lı on ta ne adam var on lar la be ra ber, pey nir ek mek yi ye rek, ge ril la usü lü çe ki yo ruz, ge li yo ruz ya ni. Böy le bir fark lı si ne ma an la yı ş ı da doğ du gi bi ge li yor ba na, bu da mut lu luk ve ri ci.

ma biz de yok. Me se la 1960’ta Mem duh Ün bir film çek ti ğin de, se na rist le ri ş un lar: Ha lit Re fiğ, Me tin Erk san, Ya ş ar Ke mal, Or han Ke mal... Bir da ya nış m a oluş muş o za man ama biz de öy le bir ş ey yok. Bu da sis te min bi ze da yat tı ğı bir ş ey ola bi lir. Bir yan dan ha yat ga ile si var, bir yan dan bu te ke lin içi ne gir mek için dost la rı nı çiğ ne mek zo run da ka lı yor sun, bu nun ge tir di ği bi raz kay gan, or ga nik ol ma yan bir ze min var. O yüz den her hal de çok yan ya na ge le mi yo ruz ama ufak ufak kı rı lı yor gi bi ge li yor ba na. Çün kü ben “Son ba har”a des tek ver dim, Umutlu musunuz Türkiye Sineması’ndan? baş ka film le re des tek ve ri yo rum. Ba na ge len De ği lim, ken di si ne mam dan da çok umut lu hiç kim se yi ge ri çe vir me mek için elim den ge de ği lim. Çün kü bu ye ter siz ko ş ul lar da film le ni ya pı yo rum. On lar da yap ma ya baş la dı lar çek me ye ça lı ş ı yor sun. ya vaş ya vaş . Kar ş ılığını bulmuyor değil mi? Mesela Recep İvedik gibi bir saçmalık 5 milyon izleyici bulabiliyor. Ama “Acı” hem gösterime girecek sinema bulamıyor, izleyici de bulamıyor doğal olarak... Bi zim yap mak is te di ği miz si ne ma için de en iyi işi ya pan “Son ba har” var, o da 130 bin... Ken di har ca dı ğı pa ra yı bi le çı ka ra ma dı Öz can. Ben de dört ta ne film yap tım, her bi ri ni be ş er bin ki ş i sey ret ti. Har ca dı ğı mız pa ra yı kur ta ra ma dık. Böy le bir ta lih siz lik ya ş ı yo ruz ama bu nu dün ya nın her ta ra fın da ki si ne ma cı lar da ya ş ı yor. De di ğim gi bi ken di si ne ma mı zı oluş tur du ğu muz da, da ha ra hat film çek me ola na ğı bul du ğu muz da, bun la rın dü ze le ce ği ni dü ş ü nü yo rum. Çok ka ram sar de ği lim ama çok umut lu da de ği lim. Bu durum, bu tür anlayışa sahip insanların bir araya gelip, yeni arayış lar içesirine girmesini getiriyor değil mi? Şöyle bir öneri gelmişti, Aydın Bulut’tan; “Bir araya gelsek, sinema açsak kendimize, büyük kültür merkezi gibi bir ş ey. Orada kendi filmlerimizi göstersek” demişti... Küçük küçük öneriler ama, insanların kafa yorduğunu da gösteriyor. Evet biz de, ör güt lü lük, bir da ya nış ma yok. Genç si ne ma cı lar ara sın da da yok. Her ke sin ya kın ol du ğu bir ki ş i var, onun dı ş ın da, biz yap tı ğı mız fil mi, yaz dı ğı mız se nar yo yu bir bi ri mi ze ver mi yo ruz. Ben ve ri yo rum ama di ğer ar ka daş la rın böy le bir tav rı yok. Ya ni bir da ya nış ma, bir ör güt lü lük yok bi zim ara mız da. Me se la Ye ş il çam Si ne ma sı var, Re is Çe lik’in ama film bu la mı yor adam, böy le de bir so ru nu var. Ya ni es ki den, 1960’lar da olan da ya nış -

44 | TAVIR | EKİM 2009

Ama bir yandan da Recep İvedik gibi saçmalıklar var, ona benzer bir sürü zevzeklikler de var, onlar dediğim gibi çok da Pazar buluyorlar kendilerine. “Halk bunu istiyor” dedikleri şeyler... Buna inanmıyoruz tabi, böyle bir ortamda “Acı” gibi örneklerin ç›kması güzel. Her türlü çıkar beklentisinden uzak böyle filmler yapmak önemli. Siz mesela bedel ödemş siniz, “Acı”yı çekmek için, donma tehlikesinden tutun da, ne bileyim yasal bir sürü engellere kadar... Gerilla tarzı film çekmiş siniz. İş te birileri sırça köşklerde İvedik tarzı filmler çekerken, bir yandan da böyle filmler var, tabi ki güzel şeyler bunlar. Belki dayanışma ruhunun tekrar yaratılması geçmiş ten daha zor ama, mutlaka da yaratılmalı. Ben ce de, bi zim yap tı ğı mız ş ey o. Ye ni Si ne ma cı lar’ı bu amaç la kur muş tuk biz. Hem ken di film le ri mi zi ya pa lım, hem de dı ş a rı dan ge len ar ka daş lar film le ri ni yap sın lar di ye uğ raş mış tık. Kop tuk bir bi ri miz den. Ama Ye ni Si ne ma cı lar de vam edi yor, Ön der Ça kar ba ş ın da ş im di, biz ona ge ri den des tek ler ve ri yo ruz. Kü çük de ne me le ri miz ol muş tu geç miş te. Peki, “Acı” nasıl bir film? Politik film olarak değerlendiriyor musunuz? Yoksa, sadece mesela kuşak çatışması düzleminde dedetorun iliş kisi mi? Yok, “Acı” po li tik film ba na gö re. “Son ba har”ın da kar de ş i gi bi ge li yor ba na. Öy le için de el bet te ki de de-to run iliş ki si gi bi bir ku ş ak ça tış ma sı var ama te mel de po li tik bir film. Öz gür lük le ri sa vu nan sol cu bir kız la, ai le yi sa vun ma ya ça lı ş an mu ha fa za kar bir de de nin iliş ki si, bir bir le ri ni dö nüş tür me ça ba la rı nı an -

la tan bir film. Ya ni kı sa ca in sa na ya kış ma yan her ş e ye ha yır de me ye ça lı ş an bir hi ka ye. Po li tik bir film di ye dü ş ü nü yo rum Acı’yı. Senaryo da sizindi, senaryoyu oluş tururken yaşanmış olaylardan mı yola çıktınız? Bir par ça de dem le olan iliş kim le ala ka lı bir par ça. Ama onu çok de for me et tim. Hi ka ye yi dü ş ü nür ken, iş te En gin Çeber’in Met ris Ce zae vi’nde iş ken cey le öl dü rül me si be ni çok et ki le di. Da ha da hız lan dır dım yaz ma yı. Çe ker ken de hep ak lım day dı onun ya ş a dı ğı ş ey. Öl dü rül me si ne, iş ken cey le öl dü rül me si ne kar ş ı bir ş ey ya pa ma ma nın acı sı için dey dim za ten. Bu na ben zer bir sü rü ş e yin acı sı için dey dim. Olan lar dan ken di mi so rum lu his set tim, tep ki siz li ği me kız dım, bir ş ey yap ma ma ma kız dım. Bu tür olay la ra kar ş ı, be nim de uzak dur ma ma kız dım. So rum lu his set tim ken di mi, bi raz o da iti ci güç ol du. Bu yüz den En gin Çe ber’e it haf et tim. Engin Çeber’e ithaf etmeniz, sırf bu bile, “Acı”nın geleceğini tehlikeye atmıyor mu? Gösterilecek sinema bulamama, festivallere alınmama gibi “tehlikelere” yol açmayacak mı? Çı kar ta bi, sa lon bul mak ta zor la nı yo ruz. Geç miş te si ne ma iş let me ci li ği yap tı ğım için, ri ca lar la bir yer le re so ku yo ruz ama Niğ de’nin bil mem ne re sin de gös te ri me gi ri yor. İs tan bul’da sa de ce Al ka zar Si ne ma sı’nda gi ri yor gös te ri me. Bu tür sı kın tı lar ya ş ı yo ruz. Ama be nim bir der dim var dı, vic da ni bir mu ha se be yap mam ge re ki yor du. So nuç ta sa na tın ken di si bir dert me se le si. Bir ki ş i de iz le se be ni çok il gi len dir mi yor. Bu fil mi yap mış ol mam be nim için de ğer li. Ama sey re di lir se de çok mut lu olu rum. Sey re dil me se de önem li de ğil di ye dü ş ü nü yo rum. En azın dan üze ri me dü ş en gö re vi yap tı ğı mı dü ş ü nü yo rum. Ya rın çok geç ola bi lir, ne ya pı la cak sa ş im di ya pıl ma sı la z ım gi bi ge li yor ba na. En gin Çeber gi bi, iş ken cey le öl dü rül me olay la rı nın bit me si için ay dın la rın ş im di çı kıp bir ş ey ler de me si la zım. Ya rın çok geç ola bi lir. Bu tip kay gı lar la yap tı ğım bir ş ey ol du ğu için, gi ş e kay gı sı hiç ka fam da yok ya ni. Bu güzel sohbet için teşekkür ediyoruz. Ben te şek kür ede rim.❏


haberler

idil kültür merkezi öykü yarışması düzenliyor

İdil Kültür Merkezi, 19 Aralık ve tecrit konulu, “Savrulup Gitmekte Külleri Ömrümüzün” adında bir öykü yarış ması düzenliyor. Bu amaçla yaptıkları duyuruya sayfalarımızda yer veriyoruz... “Savrulup gidiyor ömümüzün külleri, ta 19 Aralık 2000’den beri. Dört duvar arasında bile yaş ayan umut fidanlarını, karanlık kör hücrelerde soldurmanın provasıydı bu. ‘Hayata Dönüş ’türeceğiz yalanıydı ekranlardan taş an. Solmadılar, soldurmadılar ‘içeridekiler’ umudu. 28 defa öldüler de o gün ve 122 defa toprağın koynuna yattılar da; yine soldurmadılar umudun yeş ilini... Dağ gibi dimdik duruyor orta yerde umut! İnançlı yürekleriyle orta yerindeler hala yangınların... Biz de... Ama tecrit bitmedi, bitiremedik daha... Bitirmenin yolu unutmamaktan, unutturmamaktan geçiyor. İdil Kültür Merkezi olarak, 19 Aralık’ı ve tecriti unutmadığımızı ve unutturmayacağımızı bir kez daha belirtiyoruz. Bu amaçla, konusu özetle “19 Aralık Hapishaneler Katliamı ve Tecrit” olan bir öykü yarış ması düzenliyoruz.

Öykülerin daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış olması ve dört sayfayı geçmemesi gerekmektedir. Derece alanlar ve övgüye değer bulunanlar Kültür Sanat Yaş amında Tavır Dergisi’nin Aralık sayısında yayımlanacaktır. Ayrıca yarış maya gönderilen tüm öyküler değiş ik biçimlerde değerlendirilecektir. Öyküler aş ağıda verilen adreslere elden, mektupla veya mail yoluyla gönderilebilir. Yarış maya son öykü gönderme tarihi 15 Kasım 2000’dir. Adres: Mahmut Şevket Paş a Mah. Mektep Sokak Çoban Apt. No: 4-B Okmeydanı/Şiş li/İstanbul Tel: 0 212 238 81 46 idilkultur@gmail.com ”

EKİM 2009 | TAVIR | 45


haberler

Avukat Fuat Erdoğan anısına uluslararası sempozyum düzenlendi "Ulus la rın Ken di Ka de ri ni Ta yin Hak kı" baş lık lı ikin ci otu rum da BASK Böl ge si'nden Av. Irat xe Uri zar, Av. An do ni a Le ga ki, ya zar İs ma il Be şik çi bir ko nuş ma yap tı lar. İlk gü nün son otu ru mu olan "Öz gün Mü ca de le ve De ne yim ler" baş lık lı üçün cü otu rum da ilk ola rak Lüb nan'dan ge len Av. Mo ka led Gha di ko nuş ma yap tı. Adı na "ba rış" den se de tes li mi ye ti as la ka bul et me ye cek le ri ni söy le yen Gha di; "Hiç bir za man sa kin leş me ye ce ğiz, en son İs ra il as ke ri top rak la rı mız dan son adı mı nı ata na dek" de di.

Hal kın Hu kuk Bü ro su, 26-27 Ey lül 2009 ta rih le rin de, Öz gür lük Mü ca de le si ve Hu kuk baş lık lı, 1994 yı lın da kat le di len Av. Fu at Er do ğan anı sı na, yurt dı şın dan hu kuk çu la rın da ka tı lı mıy la ulus la ra ra sı bir sem poz yum dü zen le di. İs tan bul Tek nik Üni ver si te si Taş kış la Ka mü sü'nde dü zen le nen sem poz yum da iki gün içe ri sin de top lam 6 otu rum ya pıl dı. Sem poz yu mun ilk gü nün de, açı lış ko nuş ma sı nı ya pan Av. Tay lan Ta nay; Fu at Er do ğan'ın yok sul lar ve halk için mü ca de le sin de ki ka rar lı lı ğı ve ha yat teh li ke si ne rağ men mü ca de le den as la vaz geç me me siy le anıl dı ğı nı söy le di ve Hal kın Hu kuk Bü ro su'nun, O'nun yo lun da iler le di ği ni be lirt ti. "An ti-Te rör Ya sa la rı" baş lık lı 1. otu rum da An ka ra Üni ver si te si Si ya sal Bi lim ler Fa kül te si'nden Dr. Ke rem Al tı par mak, Yu na nis tan'dan ge len Se la nik Ba ro su Yö ne tim Ku ru lu Üye si Av. Ya gos Ca ra mi li dis, Mı sır'dan Av. Wa le ed Sa yed Kha iry, ÇHD Ge nel Baş kan Yar dım cı sı Av. Mü nip Er miş ve Yu na nis tan'dan Av. Elef ter yos Mi le no is ko nuş ma yap tı lar.

Ar jan tin'den ge len Av. Edu ar do Nes tor Soa res de; Ar jan tin'in ya şa dı ğı dik ta tör lük dö ne min de ki bas kı la rı an lat tı. 30 bin ki şi nin kay bol du ğu nu söy le yen Soa res bun la rın için de önem li sa yı da avu ka tın da yer al dı ğı nı vur gu la dı. Sempozyuma Venezüella'dan gelen Bernardo Filiaggie Lozada; Kolombiya tarihinden bahsetti. FARC’ın kuruluşundan sonra verdiği mücadele sonrasında oluşan ortamla 80'lerde Vatansever Cephe'yi kurarak seçime katıldığını ve büyük bir başarı kazandığını, fakat hemen ardından liderlerinin teker teker öldürüldüğünü söyledi. Seçimden sonraki ay 100'den fazla kişi, ilerleyen sürede 3000 kişinin katledildiğini söyleyen Lozado; "FARC'ın silahlı mücadeleyi neden bırakmadığını anlamak için 80'lere bakmak lazım. Kolombiya devletine güvenmek intihar demek olur" dedi. “Bu mikrofonda hangi dilde konulmuş olursa olsun sorunlar ortaktır ve ortak mücadeleyi de örgütlememiz gerekmektedir." diyen Eşber Yamurdereli’nin ardından davet edilen Grup Yorum’un Yunanca, Arapça, İspanyolca şarkılarıyla sempozyum sona erdi. ❏

Altın Portakal Film Festivali başlıyor 46. An tal ya Film Fes ti va li 10-17 ekim ta rih le ri ara sın da ya pı la cak. Jü ri baş kan lı ğı nı Er den Kı ral’ın yap tı ğı ya rış ma da; ulus la ra ra sı uzun met raj, bel ge sel ve kı sa film da lın da ya rış ma la rı na ka tıl ma ya hak ka za nan film ler açık lan dı. Fes ti va le ka tı la cak film ler ara sın da; Em re Şa hin’in '40' Mu rat Sa ra çoğ lu’nun 'De li De li Ol ma' , Ze ki De mir ku buz’un 'Kıs kan mak', Mah mut Fa zıl Coş kun’un 'Uzak İh ti mal' film le ri de yer alı yor.

46 | TAVIR |EKİM 2009

Fes ti val de, si ne ma nın ya nı sı ra bir çok film mü zi ği ya pan sa nat çı da kon ser ve re cek. Er kan Oğur, Fu at Sa ka, Gü lay, Mo ğol lar, Tol ga Çan dar, Ye ni Tür kü, Maz lum Çi men, Kar deş Tür kü ler bu sa nat çı lar dan ba zı la rı. Bu yıl ön ce ki yıl lar dan fark lı ola rak fo toğ raf ser gi le ri de An tal ya hal kı ile bu lu şu yor. Ali can Sek meç’in “Bir Şen lik tir Ye şil çam” fo toğ raf ser gi si ile Ay han Öç güç’ün “60’la rın Ka me ra Ar ka sı” fo toğ raf ser gi si AKM fu aye si; Ba nu Zey ti noğ lu’nun “4 Ak tör Res sam Ro lün de” re sim ser gi si Su na İnan Kı raç Mü ze si ser gi sa lo nu; Va dul lan Taş’ın “ 40 Yı lın Anı sı na 40 Ka dir İna nır Fil mi” afiş ser gi si Öz di lek alış ve riş mer ke zi, Film san- Bü lent Umut’un “Be nim Yü züm Si ne ma” ser gi si; Mu rat pa şa Be le di ye ser gi sa lo nu Ka mil Ma sa ra cı’nın “10 Da ki ka Ara” ka ri ka tür ser gi si; Ak de niz Üni ver si te si Ol bi a Kül tür Mer ke zi Ali İh san Gör mez’in “ Es ki An tal ya Fo toğ raf la rı” ser gi si de Cum hu ri yet Mey da nı’nda iz le ne bi lir. ❏


haberler

Ruhi Su mezarı başında anıldı

GRUP YORUM g ü n c e

3 5 Eylül: Ge le nek sel ha le ge -

len di. len Har bi ye kon se rin de bu yıl, 3 26 Eylül: Sul tan bey li Ce me vi es ki ve ye ni şar kı la rın dan olu - bah çe s in d e dü zen l e n en 8. şan re p ertua r ıy l a yak l a ş ık Ge le nek sel Halk Şen li ği’nde 3000 ki şi ye ses len di. 6500 ki şi ye ses len di.

3 19 Eylül: 18-19 Ey lül ta rih le - 3 27 Eylül: Hal kın Hu kuk Bü ro -

rin de Ar mut lu Ce me vi bah çe sin de dü zen le nen 6. Ar mut lu Ge l e n ek s el Güz Şen l i ğ in’de 1000 ki şi ye ses len di. 3 21 Eylül: Ru hi Su’nun ölüm

Ruhi Su, ölümünün 24. yı lı nda, öğrencileri ve dostları tarafı ndan mezarı başı nda anı ldı . Ru hi Su’nun öğ ren ci le rin den olan Refik Köksal’ı n konuşma yaptı ğı anmada, ressam İrfan

Ertel de Ruhi Su’nun mücadele ya şa mı n dan anı lar an lat tı . Anma etkinliği, Ruhi Su Dostlar Korosu’nun ve Grup Yorum’un söylediği şarkı larla sona erdi. Aynı gün, Sı dı ka Su ve Behice Boran’ı n da mezarları başı nda da bir anma yapı ldı . ❏

6. Geleneksel Armutlu Güz Şenliği Yapıldı 18-19 Ey lül ta rih le rin de 6. Ge le nek sel Ar mut lu Güz Şen li ği İs tan bul Ar mut lu'da ya pıl dı. Ce me vi bah çe sin de ya pı lan şen lik te ilk gün pa nel ve film gös te ri mi ya pıl dı. 19 Ey lül gü nü ise ko nuk sa nat çı lar sah ne ye çık tı. İlk ola rak Sa rı yer Pir Sul tan Ab dal Kül tür Der ne ği'nin kur si yer le ri sah ne ye çı ka rak bağ la ma eş li ğin de tür kü ler söy le di ler. Da ha son ra sah ne ye sı ray la Duy gu Ko çak, Kar ma te, Ce sim Ba ger, Nev zat Ka ra kuş, Sey fi Yer li ka ya ve Er dal Bay ra koğ lu çı ka rak şar kı la rı nı ses len dir di ler. Ar dın dan; "20 yıl dır bir di re niş sem ti ola rak anı lan Kü çü kar mut lu Ma hal le si'ni se lam lı yo ruz" de ni le rek baş la yan Halk Cep he si açık la ma sı okun du. Kü çü kar mut lu Ma hal le si'nin 20 yıl ön ce dev rim ci le rin ön cü lü ğün de hal kı mı -

zın eme ği ve bir lik te mü ca de le siy le ku rul du ğu be lir ti len açık la ma da; "Ça mur dan, toz dan, top rak tan gü zel bir ma hal le ya rat tık." de nil di. Baş ba kan Re cep Tay yip Er do ğan'ın gö rev len dir me siy le İs tan bul Va li li ği'nin yü rüt tü ğü bir pro jey le Kü çü k ar mut lu'nun da için de ol du ğu ge niş bir ala nın te kel le re peş keş çe kil mek is ten di ği, İs tan bul Fi nans Mer ke zi pro je siy le ev le ri nin yı kıl mak is ten di ği be lir ti le rek; "İzin ver me ye ce ğiz, plan la rı nı bo za ca ğız" de nil di. Son ola rak sah ne ye çı kan Grup Yo rum yap tı ğı ko nuş ma da; "Yı kım lar için gel dik le rin de biz de bu ra da, ya nı nız da ola ca ğız. Ge re kir se tür kü le ri miz le, ge re kir se ta şı mız la, so pa mız la" de di. Şen lik Grup Yo rum’un söy le di ği tür kü ler ve çe ki len ha lay lar la son bul du. ❏

su ta ra fın dan, İs tan bul Tek nik Üni ver si te si Taş kış la bi na sın da dü zen le nen Öz gür lük Mü ca de le si ve Hu kuk Sem poz yu mu na ka tı la rak, ken di şar kı la rı nın ya nın da çe şit li dil ler den şar kı lar da ses len dir di.

yıl dö nü mün de me za rı ba şın da ya pı lan an ma ya ka tı la rak, Bi ze Ölüm Yok ve Çav Bel la 7 Eylül: Dev rim ci Me mur Ha şar kı la rı nı ses len dir di. 3 re ke ti ta ra fın dan El mas Yal çın’ın Fe ri köy’de bu lu nan me 3 22 Eylül: Ga zi Ma hal le si’nde za rı dü zen le nen an ma et kin li “Yoz laş ma ya Kar şı Halk Şen li - ği ne ka tı la rak bu ra da şar kı la ği” is miy le dü zen le nen et kin - rı nı ses len dir di. lik te yak la şık 3000 ki şi ye ses -

GRUP YORUM t u r n e 310 Ekim 2009: "Defol Amerika

331 Ekim 2009: Manisa Kapalı

Bu Vatan Bizim" Etkinliği -Sibel Yalçı n Parkı Okmeydanı /İstanbul) iletişim:0212 238 81 46

Spor Salonu 308 Kas›m 2009: Stuttgart

311 Ekim 2009: Köln

314 Kas›m 2009: Bremen

İletişim: 0173 15 05 851 315 Kas›m 2009: Hamburg 316 Ekim 2009: Antalya Sine

Düğün Salonu / 19.00 İletişim:0 242 244 93 68

306 Aral›k 2009: İstanbul 318-20 Aralık 2009: Londra

317 Ekim 2009: İzmir Fuar Açık-

hava / 20.00 iletişim:0 531 498 54 61

309 Ocak 2010: Antalya 310 Ocak 2010: ‹zmir

324 Ekim 2009: Zürih 312 Ocak 2010: Bursa 325 Ekim 2009: İnsburg

İletişim: 0 681 834 263 07

316 Ocak 2010: Ankara

330 Ekim 2009: Ayd›n Atatürk

317 Ocak 2010: Adana ❏

Kapal› Spor Salonu

EKİM 2009 | TAVIR | 47


haberler sa... kısa... kısa... kısa.. kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kıs

3Be yoğ lu Sa haf Fes ti va li 2. yı lın da Ge çen yıl Ga la ta Ku le si Mey da nı’nda 24 sa ha fın ka tı mı ile ger çek le şen Be yoğ lu Sa haf Fes ti va li bu se ne 65 sa ha fın ka tıl ma sı ile Tak sim Ge zi Par kı’nda ger çek leş ti ri li yor. Fes ti val de kart pos tal lar, si ga ra lık lar, si yah be yaz ha tı ra fo toğ raf la rı, 50’li yıl la rın ori ji nal si ne ma afiş le ri, ki lim ve ku maş mo tif le ri nin ol du ğu ki tap lar yer alı yor. 3Oyun baz lar, Ne sin Vak fı için oyun ser gi le ye cek. Ti yat ro Oyun baz’ın geç ti ği miz yıl sah ne le nen Han rik İb sen’in “Pe er Gynt”ü bu kez Ne sin Vak fı ya ra rı na oy na na cak. Oyun dan el de edi len tüm ge lir geç ti ği miz gün ler de ya şa nan sel fe la ke tin de Ça tal ca’da ki kam pu sü ağır ha sa ra uğ ra yan Ne sin Vak fı na ba ğış la na cak. 3Kü ba’da Ba rış Kon se ri dü zen len di Kü ba’nın baş ken ti Ha va na’da 1 mil yon ki şi nin ka tıl dı ğı ba rış kon se ri dü zen len di. Ko lom bi ya lı şar kı cı Jua nes ön cü lü ğün de 15 La tin Ame ri ka lı, İs pan yol ve Kü ba lı sa nat çı per for mans ser gi le di. Ba rış kon se ri 1959 yı lın da ger çek le şen dev rim den bu

ya na Kü ba’da ya pı lan en bü yük açık ha va kon se ri ol du. Kon se re 15 La tin Ame ri ka lı, İs pan yol ve Kü ba lı sa nat çı ka tıl dı. 3Film Ekimi Başlıyor Bu yıl 17-25 Ekim tarihleri arasında yapılacak olan Film Ekimi (Sonbahar Film Haftası) 8. yılında birçok gala ve ödüllü filme ev sahipliği yapacak. 9 gün sürecek olan etkinlik iki sinemaya ve iki hafta sonuna yayılıyor. Film Ekimi’nin programında aralarında Berlin, Cannes, Venedik gibi festivallerde yer alan ödüllü filmlerin ve bazı yeni filmlerin de bulunduğu 24 film yer alıyor. Geçmiş senelerde olduğu gibi hafta içi olan 21:30 seansında Türkiye’de vizyona girmeyi bekleyen birçok filmin ilk gösterimi yapılacak. Film Ekimi programında yönetmenliğini Steven Soderbergh’in yaptığı Che 1 ve Che 2 de gösterilecek filmler arasında. 3Rı fat Il gaz ve Na zım Hik met şi ir le ri Er me ni ce’ye çev ri le cek Eri van Dev let Üni ver si te si’nde Ba tı Ede bi ya tı üze ri ne ders ler ve ren Ar tur An tra nik yan’ın

ver diği bilgiye gö re; ilk ola rak ara la rın da Na zım Hik met, Rı fat Il gaz, Or han Ve li, Me lih Cev det An day, At ti la İl han, Fa zıl Hüs nü Dağ lar ca ve Ca hit Sıt kı Ta ran cı’nın da bu lun du ğu şa ir le rin şi ir le ri Er me ni ce’ye çev ri le cek. 400 say fa lık ki tap ta şa ir le rin Türk çe şi ir le ri ile Er me ni ce ter cü me le ri de yan ya na bu lu na cak. Ki ta bın so nun da ise şa ir le rin bi yog ra fi le ri ne yer ve ri le cek. 3Ga zi Ma hal le si’nde Halk Şen li ği Dü zen len di İs tan bul Ga zi Ma hal le si’nde “Yoz laş ma ya Kar şı Halk Şen li ği” ya pıl dı. 22 Ey lül 2009 ta ri hin de ya pı lan şen lik te ma hal le ler de ki yoz laş ma, çe te leş me, uyuş tu ru cu, fu huş tra fi ği nin art tı ğı nı, bu na kar şı et ki li ve bir lik te, ör güt lü bir mü ca de le edil me si ge rek ti ği vur gu lan dı. Grup Sı lam, Me tin Ka ra taş, Cen giz Sağ lam, Er dal Bay ra koğ lu, Grup Yo rum, Ha luk Le vent, Gül ci han Koç, Sey fi Yer li ka ya, Ci han Çe lik, Sua vi, Ah met As lan, Ti yat ro Si murg’un sah ne al dı ğı şen li ğe yak la şık on bin ki şi ka tıldı. ❏

DVD... VCD... AlBÜM... DVD... VCD... AlBÜM... DVD... VCD... AlBÜM... DVD... 3Bengi Bağlama Üçlüsü

3Devr-i Alem

3Brenna MacCrimmon

Yeni Gelenek Kalan Müzik

Girizgah Akkiraz Müzik

Kulak Misafiri Kalan Müzik

48 | TAVIR |EKİM 2009

3Acı orjinal film müzikleri ENC Müzik




Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.