1999 18 aralik

Page 21

yeni gördüğünü ve niye böyle olduğunu bilmediğini söyledi... "Sen derginin sahibi ve yazıişleri müdürüsün değil mi?" dedim. Ezik bir ses tonuyla, "evet" dedi... "Artık söz bitti, yazı başlıyor Yaptıklarınızı yazacağım, yanıtlarsanız tartışırız" dedim. Ayrıca adresimi vererek, gönderdiğim tüm ürünleri iletmelerini ve hiçbir yerde yayımlamamalarını istedim... Aylar geçti ama çalışmalarımızı gönderme İnceliğinde bile bulunmadılar... Dana'nın Ağustos '99 sayısında Leman'larla tam bir bütünleşme yaşanıyordu; İki tam sayfa ve tam renkli, "Leman Kültür ve Grup Çığ konserlerinin reklamı basılmıştı... Aynı sayıda Grup Yorum'la yapılan ve -Grup Çığ gibihalk türkülerini talan edenlerin de eleştirildiği söyleşi vardı. Tam bir postmodernizmdi bu... Tüm bu yaşadıklarımızdan sonra, Bülent Akyürek'i de şimdi eleştirme fırsatı buluyorum... "Beni Böyle Sev' Salaklığı" başlıklı yazısında ayakları yere basmayan bir "değişim" 'in gerekliliğini vurgulayan Akyürek hiç gelişimden söz etmiyor. "Yeni çağ", "yeni tarz"ları dayatıyormuş... Değişim kim için ve nasıl bir bilimsel, felsefi, ideolojik, sanatsal konumlanışla gerçekleşecek, bunların yanıtı yok... "Değişmemek ahmaklara mahsus bir felsefedir" diyor Akyürek... İlle de değişim... Kim bilir bu yazıyı yazdığı Haziran ayından bu yana ne çok değişmiştir kendisi... Bu yazdıklarını reddedecek kadar bile değişmiş olabilir... Her neyse, Nazım'a ve Yılmaz Güney'e dil uzatmasa, üzerinde durmaya değmeyecek kadar bile basit bir yazı deyip geçerdim. Ama bazı basitlikler rahatsız ediyor insanı...; "Kokuşmuş siyasi görüşlerin, çürümüş ölüleri; şairleri, yazarları, ideologları artık bizi kurtaramıyorsa onlara bir iyilik yapıp abartmayalım. Çünkü bu yüzyıla yenilen fikirleri gece gibi örtmekle kendimizi kandırıyouz. Yılmaz Güney yaşadığı dönemde bir önder olarak Türk Sinemasına aşırı doğallığı getirmekle tarihteki yerini almıştı ama kimse şu an yaşasaydı İbrahim Erkal ile 'Canısı adlı dizide rol almayacağını net olarak söylemesin. Nazım Hikmet bile şimdi 'Öküz'

dergisinde yazıyor olabilirdi. (...)" Yılmaz Güney'in "türk sinemasına (kendisi "türk sineması" deyimini reddediyor ve "türkiye sineması" istediğini belirtiyordu) aşırı doğallığı getirmesiyle tarihteki yerini aldığı tezinin eksikliği bir yana; her şeyden önce salt "değişim"i öneren birinin, Nazımla, Yılmaz Güney'in kötü bir "değişim" geçirebileceğini düşünebilmesi ikiyüzlülüktür. Nazım'la, Yılmaz Güney kokuşmuş siyasi görüşlerin çürümüş ölüleri ya da şairi, sinemacısı değildir. Onlar gelişimin, değişimin sonsuzca süreceğini temellendiren bilimsel sosyalizmin insanıdırlar. "Ben sadece ölen babamdan ileri/ doğacak çocuğumdan geriyim/ ve bir kavganın adsız neferiyim." demedi mi Nazım? "Halkın duygularını, yüzeysel beğenilerini sömürme yarışı içinde olan bir yığın sinemacı, şarkıcı, türkücü filmi ile kitleleri uyutmaktadırlar. Halkı aldatmanın, halkı uyutmanın ve genelleştirmenin çabaları sürmektedir. O bataklığın içinde her zaman olduğu gibi, iyi film yapmak, halka yararlı olmak, sinemamızda var olan devrimci demokrat geleneğ yaşatmak isteyen bir avuç namuslu insan bugün her zamankinden daha zor koşullar altındadır. Bu sınıf mücadelesinin zorunlu sonucudur. Gericilik, hayatın her alanında olduğu gibi, sinema alanında da hasımlarını ezmek istemektedir. Ancak inanıyorum ki, onları tüketemeyecekler ve susturamayacaklardır. Onlar, en kötü koşullar altında bile, film yapmanın olanaklarını bulacaklardır. (İnsan, Militan ve Sanatçı Yılmaz Güney, Güney Filmc. Y.s.35)" demedi mi Yılmaz Güney... "Bu yüzyıla yenilen fikirler" diye sosyalizmin çözülüşünü kastediyorsa Akyürek, bunu da yeni öğrenmiş olmalı. Ama yine de doğru öğrenememiş. Eğer Nazım'ın bazı şiirlerini ve Yılmaz Güney'in 1982'de söylediklerini okusaydı, yenilenin fikirler(marksizleninizm) değil, -Yılmaz Güney'in deyişiyle- "modern revizyonizm" olduğunu öğrenirdi... Yaşasalardı, Yılmaz Güney "can ısı" dizisinde oynardı, Nazım Hikmet "Öküz"de yazardı deme salaklığını reddediyorum, Biz Yılmaz Güneyi ve

tavır/mizah/aralık'99/s ayı: 18

19

Nazım'ı 'öyle" seviyoruz... Dana'nın bizi dışladığı Temmuz sayısında şöyle deniyordu; "(...) Bir de acayip çizere ihtiyacımız var. Sokağın nabzını tutan, salonlardan nefret eden, muhitin fırlama çizerlerine. Gerçi mevsim uygun değl, kestane mevsimini geçtik yine de bizi değil de, dergide çizmek isteyen çizer' arkadaşlardan iş bekliyoruz. (...)" Biz "fırlama çizerler" olamadığımız için Dana'da çizmiyoruz ama üzerini çiziyoruz şimdi Dana'nın... Günümüz karikatürü (mizahı) sınıfsal bakış açısından yoksundur ve tarafını şaşırmamıştır. Bu saptama, dergi ve gazetelerdeki karikatür üretiminden, karikatür üretiminden, karikatür eleştirmenlerinin ürünlerine kadar büyük oranda geçerlidir... "Leman" türünden sömürgeci dergilerin mizah piyasasındaki egemenliği sürmektedir. Bunların içi boş, eleştiriyormuş gibi yapan, sol baharatlı, tüm acılan, sorunları "malzeme" gören, büyük oranda yazılı (karikatür), ucube tipli (karikatür) mizah anlayışlan soldan sağa bütün yayın organlarına sızmış ve yaygınlaşmıştır... Karikatürist Ramize Erer Radikal gazetesindekiler yetmiyormuş gibi, "Kadınlara mahsus" bir gazete olan Pazartesi'de de kadınları meta konumuna düşüren karikatürler yapabilmektedir. Pazartesi feministleri her fırsatta erkeklere karşı refleks düşmanlıklar gösterirlerken, Ramize Erer'in kadına saldıran karikatürlerini göremiyorlar... Kemalizmi eleştiren sosyalist yayın organlarında da kemalist felsefenin ürünü karikatürler de yayımlanabilmek... Bu bilinç bulanıklığını aşmak için "sosyalist gerçekçi"sanat yöntemiyle üretmek kaçınılmaz olmaktadır... Bu, bütün gücüyle esmekte olan rüzgara karşı yürümek demektir... Bunun için de bilgisel, bilinçsel donanım gerekmektedir... Çok azı dışında hemen bütün basın yayın organlarında sansür/otosansür vardır. Özgür mizahçılar parmakla gösterilecek kadar azdır. Sansür/otosansür mizahın ölümüdür. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Kara-


Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.