yumak mümkün... Bunları bir defa, bazı meşhur tiplerin adlarına bağlananlar, anonim olanlar diye ikiye ayırabiliriz. Her milletin mizah ve hicvinin mümessili olarak yaşayan bir veya bir kaç kahraman vardır, bunlar zümre sınırlarım aşıp, bü tün insanları eğlendirecek ve güldürecek kadar "insani" vasıflar taşırlar, "bizim Nasrettin Hoca'mız, halk filozoflarının dünyaca en çok tanınmışı, eh çok sevil mişidir. Adsız fıkraları, mesela "adamın bi ri," diye anlatılanları da bir kaç çeşide ayırmak mümkün olur. Bir kısmının mev zuları zümrelerdir: İskoçyalılar'ın hasis liğini, İngilizler'in soğukkanlılıklarım yahut geç intikallerini, Lazlar'ın saflığım vs. anlatan fıkralar gibi... Bunlar şüphe siz, kavmi rekabetlerin meydana getirdi ği hiciv ve mizah fıkralarıdır, bunların daha mahdut zümreleri ele alan çeşitleri imparatorluk merkezlerinde rağbetle olan diğer halk sanat mahbullerinde gör düğümüz vasıflarıyla karşımıza çıkan Mesela, Karagöz ve ortaoyununda taklit yoluyla alay edilen taşra halkının her biri hakkında İstanbul'da mizahi fıkralar anlatılırdı; keza, şehirlerin kasabaların, hatta köylerin birbiri hakkında anlattıkları fıkralar da "coğrafi zümreleri mevzu edinmiş" fıkralar arasında yer alır, Anka ralı, Çankırılı'yı kötüleyen bir fıkra anla tır: bakarsınız ki aynı fıkrayı Çankırılı, Ankaralı hakkında anlatmaktadır. Bir kısım adsız fıkralar da, tarikat, meslek veya sanat erbabını mevzu edin miştir. Halk asırlar boyunca, birtakım iç timai vazifelerin mümessilleri hakkında tecrübeleri sonunda, iyi veya kötü, müs pet veya menfi kanaatlar edinmiştir' ki bunların ifadesini, her milletin halk ede biyatındaki fıkralarda buluruz. Türk fık ralarında hocalar; obur, doymak bilmez, menfaatinden başka bir şey düşünmez, küstah ve kabadır, fıkralar bize onları böyle gösterir. Bir misal: "İki hoca bir köyde düğün ziyafetine davetli imişler; o kadar yemişler ki kamıldayamaz hale gelmişler; köylü bunları bir arabaya yüklemiş yola koymuş... Yolda hocanın bir tanesi uzakta görülen ve ziyafet ışığı olduğunu tahmin ettiği bir ışığı arabacı ya göstermiş demiş ki: 'Oğlum, çek şu köye, orada da bir ziyafet var galiba!' Arabacı: 'Hoca' demiş, 'insqf et yerinden
kamıldayamaz haldesin; doymadın mı?' takdim etmiş. Abdülkadir dik dik Derviş Hoca yanında, fazla yemekten çatlamış, Mehmed'in gözlerine bakmış, demiş M; cansız yatan arkadaşını arabacıya gös 'Derviş Mehmet, doğru söyle, Hacı Bay tererek: 'Doymak diye bununkine der ram kardeşimden bana bir tane seccade mi getirdin?' Derviş Mehmed: 'Evet ler!' demiş? Bir insanın ölümünü bu ka şeyhim!' demiş. O zaman Abdülkadir, odar insafsızca -fakat başarılı- alay mev turduğu yerin yanıbaşındaki pencereyi zuu yapan bu fıkra, üzerinde biraz düşü açmış, seslenmiş: 'Ey kardeşim Hacı nürsek ne kadar vahşi bir ifade gizliyor; Bayram! Bana gönderdiğin seccade kaç fakat bıraktığı tesire bakalım: Bu hiç de tane idi, bir miydi, üç müydü?' Derviş öyle, tiksindirici ve ürpertici değil, bunda Mehmed pencerede şeyhi Hacı Bay kötülükten ziyade gülümseyen, iyi niyet ram'ın başını görmüş; Hacı Bayram, li bir tenkit ve mizah çeşnisi tadıyoruz. Abdülkadir hazretlerinin sualine cevap Hristiyan memleketler halkı da, papazla vermiş: 'Abdülkadir kardeşim, Derviş rını böyle alaya almışlardır. Mehmed yalan söyler, ben sana üç sec Halkın, keramet sahibi şeyhler karşı cade yolladım!' Bunun üzerine Derviş sındaki hicivci tavrına kuvvetli bir ifade Mehmed dayanamamış, pencereye doğ veren fıkralar da -hocalar hakkındakiler ru yaklaşmış ve her iki şeyhe birden: 'Be kadar bol olmasa bile- rastlarız. Nasrettin herifler' demiş, 'Madem birbirinize bu Hocanın meşhur ve eski bir fıkrası bun kadar yakın oturursunuz, bu zavallı Der ların en güzellerinden biridir. "Hoca, ge ce alem-i manada arş-ı alanın muhtelif viş Mehmet' e ne diye üç aylık yol yürü tabakalarında yaptığı seyranları anlatan türsünüz!' " Şeyyad Hamza'yı sorar: 'Derviş, yedin Umumi olarak halk fıkralarına onla ci katta yüzüne yelpaze gibi yumuşak bir şey dokundu mu?' Şeyyad Hamza, kera rın mevzuları ve alaya aldıkları, hiciv ve mette hocadan geri kalmadığını göster tenkit ettikleri zihniyetler, şahıslar ve omek için, 'evet' cevabım verir. Hoca da laylara dair çok şeyler söylenebilir. Ya zık ki bunların birçoğu, hatta en kuvvet o zaman der ki: 'İşte o benim eşeğimin lileri, yazılması ayıp sayılan çeşittendir, kuyruğuydu!' " Halkın, hatta en büyük bunların -fonetik alfabelerle yapılmış ba ve en çok hürmet gösterdiği, evliya mer zı dar ilim ve ihtisas neşriyatı müsteshatebesine götürdüğü büyük şeyhlerine bi neşrini cemiyetin adet ve teamülleri ade le, zaman zaman, pek Nasrettin Hoca ka ta yasak etmiştir; bunlar sadece kulaktan dar keskin ve iğneli bir dille olmasa bile, kulağa, birbiriyle pek samimi kimseler aakü selimin oldukça haşin bir tenkidiyle rasında anlatılıp meraklılarının defterle dokunmaktan geri durmadığım göster rine yazılmakla kalacaktır. Bununla be mek için bu çeşitten başka bir misal da raber halk fıkralarının okunabilecek ka ha vereyim: Fıkra, halk edebiyatı çeşitle dar "edepli" olanları da boldur. Şimdiye rinde her zaman gördüğümüz bir anak kadar fıkra külliyatları, memleketimizde ronizmle Abdülkadir Geylani ve Hacı dikkatsiz, itinasiz ve zevksiz baskılar ha Bayram'ı aynı yıllarda yaşatıyor "Hacı linde basılagelmiştir; hiç bir iyi sanatkar, Bayram, müritlerinden Derviş Mehbunları ele alıp işlememiştir. Mevzuları med'e üç tüne halı seccade vermiş. 'Al bunları, Bağdat ta Abdülkadir kardeşi ve nükteleri bakımından eşsiz Türk fık me ilet!' demiş. Derviş Mehmet fakir, ne raları yazık ki günden güne bozulan halk kitapları halinde yaşamaya çalışıyorlar. yapsın, yayan yapıldak yola koyulmuş Halk fıkraları, halkın psikolojisinden, kona göçe, bir ayda Adana'ya varmış; 'Bağdat'taki adam ne bilecek seccadele zihniyetinden, insanların birbirlerini na rin üç tane olduğunu; şunlardan birini sıl gördüklerinden bize çok şeyler öğre satayım da burada biraz dinleneyim, bir tecek mahiyette şeylerdir. Onları topla kaç gün yiyip keyfime bakayım!' demiş. mak, güzel kitaplar halinde bastırmalı, okumalı ve okutmalıyız. • Ve düşündüğünü yapmış. Bir ay daha yol gitmiş. Halep'e varmış, orada da ay nı düşünce ile ikinci seccadeyi okutmuş. Bağdat'a tek seccade ile varmış; şeyhi * Yurt ve Dünya Dergisi, Sayı 25, Ocak 1943 nin hediyesini Abdülkadir hazretlerine
23