Onsoz_11

Page 1



ÇIN GI AYIÞIÐI SANAT MERKEZÝ

XI KÝTAP DÝZÝSÝ

kültür / sanat / edebiyat Genel Yayýn Yönetmeni Songül Yücel Yazý Kurulu Songül Yücel Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým Ofset Hazýrlýk Kapak tasarým Tux Ajans info@tuxajans.com Baský: Ser Matbaasý Mücellit: Ser Mücellit 0 212 565 17 74 Ýstanbul Ýstiklal Cad. Rumeli Han 88/11 Kat: 6 Tel: 0212 249 44 43 Ýzmir 1337. Sk.No:18 Çankaya Tel: 0232 489 63 16 Adana Tepebað Mah. Cemal Gürsel Cad. Ali Hikmet Ýþhaný. Kat: 4 No. 401 Seyhan/Adana Tel: 0322 363 70 62 Antep Atatürk Bulvarý Bey Mahallesi No:6/7 Kat:3 Þahinbey Tel: 0 342 230 38 74 www.onsozdergisi.com info@onsozdergisi.com onsozdergisi@gmail.com istanbulayisigi@gmail.com

Merhaba; Yine yoðun bir bahar uyanýþýndan sýcak günlere adým attýk. Bu sayýyla birlikte Önsöz’ümüz üç yýlý devirdi. Üç yýllýk yürüyüþümüzde bizimle birlikte olan tüm dostlarýmýza sonsuz teþekkürler. Bahar-Yaz sayýsý olarak çýkan 11. sayýmýzla sizlere merhaba diyor, okurlarýmýza ve katkýlarýný bizden esirgemeyen dostlarýmýza gelecek sayýlarda bu açýðý kapatacaðýmýzý buradan tekrar duyurmak istiyoruz. Temmuz’un ikinci haftasý 5. Konferansýmýzda sanat merkezleri olarak yine bir araya geliyoruz. Ekinsanat alanýnda yürüttüðümüz yirmi yýllýk mücadele, yarattýklarýmýz, eksikliklerimiz ve bundan sonra yapacaklarýmýz üzerine duracak, yeni yol ve yöntemler belirleyecektir. Yaz dönemi 20. yýl hazýrlýklarýmýzla yoðun bir temponun içine girmiþ bulunuyoruz. “Halkýn Denizi Denizleþen Halkla” mitingimizde, bu yýl yine, “Denizler için ben de bir þey söylemek istiyorum” diyenlerle Kadýköy meydanýndaydýk. Ýnternet sitemizde, sanat merkezlerimizde bu sesleniþ devam etti. Önsöz’de bu çaðrýya katýlmadan edemezdi. Denizler için söylenen sözleri, yazýlan þiirleri sayfalarýmýzda bulabilirsiniz. “Devrimler ve Sanat” baþlýðý altýnda hazýrladýðýmýz dosyamýz, “Devrimler ve Edebiyat”ýn ardýndan “Devrimler ve Tiyatro” olarak devam ediyor. Mutlaka eksiklerimiz olmuþtur. Bu konudan eklemek istediklerinize her zaman ki gibi sonraki sayýlarýmýzda da açýk olacaðýz. Aralýk ayýnýn ilk günlerinde Güz sayýmýzla “Devrimler Müzik ve Dans” dosyamýzla yeniden ellerinizle, gözlerinizle buluþacaðýz. Katkýlarýnýz bizi daha da zenginleþtirecektir. Tekrar yineleyelim: “Gelecek sayýmýzda yine, yeniden ve yenilenerek birlikte olmak için hazýrlanmaya baþladýk bile. Önsöz’ümüzün okurlarýna elden ele ulaþtýðýný, bu ulaþtýrmada ellerinizin ilgisine ihtiyacý olduðu” biliyorsunuz. Güz’de 20. yýlýmýzda buluþmak üzere…


Günlük

Grev Günlük Sýla Erciyes

5-12

Sanata Dair Notlar Sanatın Politik Mücadeledeki Etkisi D. Dağlı 13-16

Yabancýlaþmaya Karþý Beyin Egzersizleri Ayaklar ve Kollar

Temade Çınar 17-20

Araþtýrma Televizyona Dair Notlar Özgür Güven 21-24

İnceleme

Bir Burjuva Klasiði Kara Propaganda Helin Su 25-27

İnceleme Toplumcu Şiirimiz ve Yenileşme

Ruhan Mavruk 28

Devrim ve Tiyatro Devinim Notları* 2008 Dünya Tiyatro Günü ATÇ Bildirisi... Haşmet Zaybek Devrim Tiyatrosunu Ararken Dram-Kişi Pandora’nın Kutusu Bizim Tiyatro

İnceleme Sabattin Ali Atila Oğuz 29-32

Dosya / 33-64


AYIŞIĞI SANAT MERKEZİ

Öykü Kendini Yaratmaya Çalışan Kadının Öyküsü Sungari 80-84

Röportaj Ernesto Gomez Abascal 65-70

Öykü Delioğlan Özgür Güven

Öykü Çırakla Söyleşi Ateş Er 71-74

85-87

Söyleşi İşçi Şair KazımDemir’le Söyleşi Ruhan Mavruk

Deneme Bahar Derin 75-76

88

Şiir

Zindan Türkü Söylüyor

Nazım Akarsu

Bir Kanat Çırpışı Erol Zavar’a Yaşama Hakkı 89-92

77

Şiir Tersane Sena Demir

Okurlardan 93-94

78-79

Haberler

Denizler İçin Ben de Bir Şey Söylemek İstiyorum

21 Mart Dünya Şiir Günü Şiir ve Devrim

Alaca Şafakta Üç Damla Kan Güngör Gençay

Bu Bizim Öykümüz

Can Kardeşim Muharrem Kütükçü

Kaldırın Engelleri Sınıf Savaşımında İdamlar

Filistin İçin Bende Bir şey Söylemek İstiyorum İzmir Ayışığı Sanat Merkezi

Ölmeyen Deniz’den Selah Özakın Deniz, Yusuf, Hüseyin Atila Oğuz Eşref Yılmaz Meydan ve Deniz

95-103

105-112


Açlık ordusu yürüyor yürüyor ekmeğe doymak için ete doymak için kitaba doymak için hürriyete doymak için. Yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak yürüyor ayakları kan içinde. Açlık ordusu yürüyor adımları gök gürültüsü türküleri ateşten bayrağında umut umutların umudu bayrağında.

Yeni 15-16 Haziranlar yaratmak için


Günlük

Grev Günlüğü

Sıla Erciyes

“Haydarpaþa garýnda 1941 baharýnda saat on beþ. Merdivenlerin üstünde güneþ yorgunluk ve telaþ Bir adam merdivenlerde duruyor bir þeyler düþünerek. Zayýf Korkak Burnu sivri ve uzun Yanaklarýnýn üstü çukur.” 27 Þubat 2008 Çarþamba... aydarpaþa garýnda… 2008 baharýnda… saat dokuz… Merdivenlerin üstünde 2008 baharýnýn ilk güneþi… Ve sabahýn mahmurluðu yüzlerde… Ýnsanlarýn kimisi merdivenlerde, kimisi kýyýda denize bakýyor… Bense oturmaktayým bir bankta… birazdan burayý dolduracak kalabalýklarýn coþkusu ve heyecanýyla yüklü… Beklediðim kalabalýklar yok ortalýkta. Þurda burada bekleþen insanlar yalnýzca… Saatler ilerliyor... Uzaktan bize doðru gelen tanýdýk birkaç sendikacý... Onlara doðru bir grup yaklaþýyor. Bu küçük topluluk olarak trendeki yerlerimizi almak üzere garýn merdivenlerinden yukarý doðru çýkmaya baþlýyoruz. Bizi Tuzla’ya ulaþtýracak trendeyiz. Beklediðim ama bulamadýðým kalabalýðý Tuzla’da bulacaðým inancý yüreðimde… Yanýlmamýþým. Deðiþik yollardan gelen insanlar Tuzla Ýçmeler tren istasyonu önünde toplanmaya baþlamýþlar. Hýzlý adýmlarla onlara doðru yürüyoruz. Trenin Tuzla’ya ulaþmasýyla kalabalýk biraz daha çoðalmýþ bulunuyor. Önceden gelenler yeni gelenleri sýnýf dayanýþmasýný simgeleyen sloganlar ile karþýlýyorlar. Eylemlerin bu kucaklaþma aný hep coþku vermiþtir bana. Ortalýkta haberler dolaþmaya baþladý. Tuzla Tersaneler önünde sabah toplanan iþçilere ve sendikacýlara müdahale olmuþ, birçok insan gözaltýna alýnmýþ. Ýþçilerin grev kararýný duyan bazý tersane patronlarý, çalýþma saatlerini sabah 8’den 6:30’a çekmiþ. Bunun üzerine önceden belirlenen bazý güzergâhlara iþçi komiteleri yerleþtirilmiþ. Komiteler 6:30’da gelen iþçilerin önünü kesmiþler. Amaç, Aydýntepe’de, Ýçmeler istasyonunda ve Yukarý Ýçmeler’de toplanan iþçilerle 7:45’te Birinci Kýsým Göbek’e giderken buluþmakmýþ. Birinci Kýsým Göbek’te 7:30’da yolu kapatacaklarmýþ. Ancak polis 7:30’da tersane yolunu kapatan iþçilere saldýrmýþ. Bunun üzerine 3 bölgedeki iþçiler de göbeðe doðru harekete geçmiþler. Saldýrýda onlarca iþçi bu þekilde gözaltýna alýnmýþ. Öncelikle bu durumu kýnayan açýklamalar yapýldý ve gözaltýna alýnanlarýn derhal serbest býrakýlmasý istendi.

H

Bahar / Yaz ‘08

5


Saatler ilerliyordu… Artýk Tersane iþçileriyle buluþma zamaný!.. Kortejler oluþturulup yürüyüþ kolu harekete geçiyor. Tuzla sokaklarý kendini sloganlara býrakmýþ. Kortejler atölyelerin bulunduðu sokaða girdiðinde saðda solda bizi izleyen iþçi gözleriyle karþýlaþýyoruz. Bu anlarý görüntülemek için makineme sarýldým. Merakla bizi izleyen bu gözleri belgelemek önemliydi. Bir yandan çekiyor bir yandan da düþünüyorum; neden bu iþçiler yalnýzca geçen kortejleri izliyor, donuk bakýþlarla geçiþini seyrediyor... Oysa okuduðum romanlarda hiçte böyle olmuyordu. Kortej bir iþçi mahallesine ya da iþçi havzasýna girdiðinde, saðdan soldan katýlanlarla büyüyor, büyüyor ve devasa bir güç olarak çýkýyordu o sokaklardan. Ýþçilerin gözlerinden kafamda geçen bu sorulara cevap bulmaya çalýþtým, ama hiçbir karþýlýk bulamadým. Anladým ki, örgütlü olmayan, örgüt bilinci oluþmamýþ iþçinin katar katar çoðalmasý mümkün deðil. Bu insanlara ulaþmadýðýmýz, onlarýn dünyasýný, bilincini deðiþtirmediðimiz sürece de bu deðiþmeyecek. Ýnsan insan, hücre hücre, atölye atölye, fabrika fabrika verilecek emek zorunlu. Ýþte ancak o zaman bir yerde baþlayan küçük bir hareket, kitlesel büyük bir güce dönüþebilir. Beni bu düþüncelerden uzaklaþtýran, omzuma dokunan bir yoldaþ eli oldu. “Ne bu dalgýnlýk, nerelere daldýn böyle” Bu uyarý ile kendime geldiðimde kortejler atölyelerin sokaðýndan geniþ bir alana çýkýyordu. Bir duygudan baþka bir duyguya doðru yöneldim; birazdan kucaklaþacaðýmýz tersane iþçilerinin heyecaný sardý tüm ruhumu… Tersanelerin önüne geldiðimizde, sendika baþkanlarý, çeþitli kurum temsilcileri birer birer söz alarak toplanan kitleyi selamladý. Bunlarýn kimisi alkýþlandý, kimisi samimi bulunmadýðý için yuhalandý. Ne de olsa onlar alýþkýndý meydanlardan destek mesajlarý vermeye, iþçilerde onlarý iyi tanýyordu; biliyorlardý ki, bu adamlar arkalarýný dönüp gittikten sonra bir daha hatýrlamayacaklardý verdikleri sözleri. Ýlk sözü grevi örgütleyen Limter-Ýþ’ten bir iþçi aldý. “Patronlar bize diyorlar ki yasadýþýsýnýz. Hangi tersanede iþverenler yasalarý uyguluyorlar. Biz sesimizi çýkardýðýmýz, kölece çalýþmaya karþý çýktýðýmýz için sendika baþkanlarýmýz gözaltýna alýndý. Niye? Direniþ baþarýlý olmasýn diye. Tersanelerde insanca çalýþma koþullarý için biz burada grevdeyiz. Bize cahil diyen patronlar korkacaklar bizden. Onlara lüks gemiler yapýyoruz, artýk yapmayacaðýz. O kanlý yatlara binenlere çaðrýmýzdýr; ya cinayetlere son verirsiniz ya da hesap vereceksiniz.” Bir eþin sesi yükseldi kalabalýðýn arasýndan. Kendisini göremiyordum ama sesi her yaný kaplamýþtý. Acý yoktu sesinde, yalnýzca yaþamýn öðrettiði bir acý gerçeði dile getiriyordu. Kendi acýsýný unutmuþ, baþka insanlarýn ayný acýyý yaþamamasý için haykýrýyordu. “Eþimin kanýný satmak zorunda kaldým. Kendisinin uyarýldýðýný ama eþimin çalýþtýðýný, kolundan çektiklerini ama onun inat ettiðini, o nedenle de eþimin intihar ettiðini iddia ettiler. Hiçbir hakkýmý kullanamadým.” Bir yandan konuþulanlarý not etmeye çalýþýyor, diðer yandan da grevi destekleyen, iþe gitmeyen iþçilerle konuþmaya çalýþýyorum. Onlarca ölüme raðmen görmezden gelinen, kendilerini Ýstanbul’un bir ucunda terkedilmiþ hisseden iþçiler birikmiþ sorunlarýný anlatmak, bir nevi dertleþmek, seslerini duyurmak için nerede bir fotoðraf makinesi, kamera görseler baþlýyorlar anlatmaya… Espiri yapmaktan da uzak durmuyorlar. “Arkadaþlar sendikalý mýsýnýz” diye sorduðumuzda; “yok Urfalýyýz” diyorlar, Kibar Feyzo filmine gönderme yaparak. Ve birinin býraktýðý yerden bir diðeri baþlýyor: “11 saat çalýþýyoruz… Ýþ güven-

6

Bahar / Yaz ‘08


cemiz yok… Yevmiyelerimizi alamýyoruz… Hem alsak ne olacak, günlük 20 milyona çalýþýyoruz… Hakkýmýzý istediðimizde iþten atýlmakla tehdit ediliyoruz… Haklarýmýzý almak için dava açýyoruz ama hiçbir sonuç alamýyoruz… Gaz boðucudur diye uyarýlar yazýyorlar ve sattýklarý 1 milyonluk maskelerle kendimizi korumamýzý istiyorlar… Montaj bölümünde çalýþan tüm arkadaþlarda bel fýtýðý sorunu var… Hafta sonu tatili diye bir þey yok… 30 milyon günlük alýyor, 150 milyon kira veriyorum…” Yaþanan iþ cinayetleriyle ilgili bilgileri alýrken öfkelenmemek elde deðil. Dersan Tersanesinde çalýþan bir iþçi yüksek bir yerden düþüyor ve anýnda can veriyor. “Baretsiz, emniyet kemersiz çalýþtýrýlan bu iþçinin ölü bedeninin üzerine kendi cinayetini örtbas etmek için patronlar hemen bir baret bulup ölü bedenin yanýna koyuyorlar. Olmayan emniyet kemeri hemen bulunup iþçinin üzerine yerleþtiriliyor. Bu yaþanan cinayet deðil de nedir, soruyoruz size? Bizim her gün hiçbir önlem alýnmadan girdiðimiz gemilere Norveç’ten gelen birisi için alýnan önlemleri gördüðümüzde patronlar için bizlerin ne kadar deðersiz olduðumuzu görmüþ olduk.” “Kumlama yaparken korkuluk olmadýðý için düþen bir arkadaþýmýz sakat kaldý ve þu anda iþsiz. Bize verilen gözlükler hiçbir iþe yaramýyor birçok arkadaþýmýz kör oldu kaynaktan dolayý. Görevlendirilen bir doktor 90 binin üzerinde akciðer filmini inceliyor ve bunun 85 bininde sorun olduðunu görüyor.” “Taþeronluk sistemi kalkarsa Limter-Ýþ sendikasýnýn örgütlenmesi daha kolay olacak. Grevi kýrmak için ellerinden gelen her þeyi yaptýlar. Camlara yazýlar asýldý, eyleme katýlmayýn diye. Ama bakýn buradayýz.” Oradan uzaklaþýp kalabalýðýn içinde dolaþýrken yaþlý bir kadýn dikkatimi çekti. Bir kenarda durmuþ yaþlý gözlerle etrafý izliyordu. Yüreði yanan bir kadýn olduðu her halinden belli olan bu anamýza doðru yöneldiðimde, binlerce ah duyacaðýmý biliyordum. Kardeþi sabah gözaltýna alýnmýþ, o da evde oturamamýþ gelmiþ tersane önüne, “hepsi benim oðullarým” dediði iþçileri desteklemeye. “Her gün ölümler oluyor. Yüreðim parçalanýyor. Ablamýn oðlunun ayaðý ezildiði için kesilme durumu var. Peki bu çocuðun bedelini nasýl ödeyecekler. Para deðil can önemli. Direndiði zaman çocuklarýmýza terör muamelesi yapýyorlar. Onlar kendi hakkýný savunuyor. Çocuklarým burada çalýþýyor. Her gün bir kaza oluyor. Nereye gitsinler. Onlarýn mücadelesinin yanýndayým. Bacaðýmda demir var, ona raðmen sokaktayým.” Saatler ilerliyor. Bir bir ziyaret için gelenler var… Ýþçi Sendikalarý Þubeleri Platformu… “Tuzla iþçilerinin mücadelesini kendi mücadelemiz olarak görüyoruz. Yürekten yanýnýzda olduðumuzu bilin. Herkes yüzlerini buraya döndü. Birileri boy göstermek için buradalar. Biz örgütlenmekten, birlikte mücadeleden yanayýz. O sýrça köþklerden çýkýlmasýný bekliyoruz.” Oðlunu kaybeden bir ananýn kalabalýðýn arasýnda olduðunu haber veriyor yoldaþlar, ben de hýzla oraya yöneliyorum. “Anlat anacýðým” dediðimde tane tane dökülmeye baþlýyor yaþanan acý… “Üç sene önce oðlumu burada kaybettim. Sabah iþe gitti. Akþam ölüm haberini aldýk. Polisler haber verdi. Ýçerde kalmýþ, kapýyý aç-

Bahar / Yaz ‘08

7


mamýþlar. Oradan imdat diye baðýrmýþ ama kurtarmamýþlar oðlumu. Dava açtýk ama bir sonuç hala yok. Mahkeme devam ediyor. Bu memlekette hak-hukuk yaramazýn yanýndadýr, vurguncunun yanýndadýr. Oðlum evliydi, üç çocuðu vardý. Oðlumun resmiyle yatýp kalkýyorum.” Koynunda sakladýðý oðluna ait son þeyin bir fotoðraf karesi olmasý beklenir deðil mi? Ama hayýr, oðlundan ona kalan yalnýzca bir nüfus cüzdaný… Sözün bittiði yer... Bir baba alýyor sözü, “ben bu devletten emekliyim ve yaralýyým. Üç çocuðum çalýþýyor tersanede. Korkuyorum bir þey olacak onlara diye. Birincisi gitti, ikincisi gitmesin dedim, ikincisi gitti bari üçüncüsü gitmesin, diyoruz. Kendimizi kandýrýyoruz. Devletin orada burada çarçur ettiði paralar bizim alýnterimizdir, bizden çaldýklarýdýr. Oyumuzu vermeyeceðiz onlara. Verdik de ne oldu… Oðullarýmýz için bize tazminat vereceklermiþ, tüm Ýstanbul’u verseler bana ne olur ki, oðullarýmý geri getirebilir mi?” Saat 15.00… Tersane önüne bir haber ulaþýyor, gözaltýna alýnan iþçiler serbest býrakýlmýþ ve buraya doðru geliyorlarmýþ… Bir coþku dalgalanmasý yaþanýyor kalabalýkta… Herkes iþçilerin geleceði tarafa yöneliyor. Uzaktan slogan sesleri... Yumruklar havada bize doðru gelen kitlenin coþkusu sarýyor her yaný… Bir kucaklaþma aný daha… Alnýndaki kurumuþ kandan sabah yaþanan saldýrýnýn boyutunu anlamak hiç de zor deðil. Kamber Saygýlý megafonu alarak baþladý konuþmaya; “Tersanelerde iþ cinayetleri devam ediyor. Son günlerde cinayet olmadýysa grev kararýmýzdandýr. Üç gün sonra cinayetler yine yaþanacak. Açýklamalar sahtedir, yalandýr. Ýþçiler LimterÝþ’te örgütlenmezse hiçbir kýymeti harbiyesi yok. Amacýmýz þu, yarýn tersane patronlarýyla görüþeceðiz. GÝSBÝR’in (Gemi Ýnþa Sanayicileri Birliði) kapýsýna dayanacaðýz. Taleplerimizin kabul edilmemesi demek ölümlerin devam etmesi demek… Bugüne kadar Tuzla tersanelerinde 7 ayda 18 arkadaþýmýz hayatýný

kaybetti. Ýþ cinayetlerine karþý mücadele eden bizler ölümlerin nedeni olarak görülüyoruz. Yaþanan tüm ölümlerin nedeni iþçilerin cahilliðiymiþ, bize eðitim vereceklermiþ. Sorun bizim cahilliðimiz deðil kapitalizmin vahþiliðidir. Kapitalizmin vahþi çocuðu taþeronluk sistemini kaldýrmak için mücadele ediyoruz.” Akþam karanlýðý çökene dek çeþitli konuþmalar, müzik dinletileri, açýklamalar... Fabrika ve atölyelerin paydos düdüðünü çalmasýyla birlikte tersaneler önüne doðru akmaya baþladý iþçiler. Sloganlarla geldi Kurtköy Alkom Ýþçileri. Onlarý Osas Ýþçileri takip etti. Harp-Ýþ sendikasýndan iþçiler de yerini aldý grev alanýnda. Ýþçiler greve çýkar da öðrenciler onlarý yalnýz býrakýr mý? Gebze Teknik Enstitü’den öðrenciler coþkulu sloganlarýyla geldiler grev alanýna. Her gelen sloganlarýyla, destek mesajlarýyla grev alanýndaki coþkuya kendi coþkularýný katýyordu. Yazarlar Sendikasý adýna konuþmayý yapan Sezai Sarýoðlu, þiirsel bir merhaba ile selamladý iþçileri, “Siz þimdi geldiniz ya tersane iþçileri sevindi… Türkiye’nin yazarlarý sevindi… Aziz Nesin sevindi… Nazým Hikmet sevindi… Ne kadar ellerimiz varmýþ meðer…” Ardý arkasý kesilmiyordu destek için gelenlerin. Deri-Ýþ Sendikasýndan iþçiler yýllarýn deneyimini taþýyor tersane iþçilerine… Dok Gemi Ýþ’ten iþçiler sýnýf kardeþlerini yalnýz býrakmýyor… bir çok siyasi parti, kitle örgütü geliyor ardý ardýna… Her biri destek mesajlarýný veriyor. Sabah saatlerinden beri orada bulunan Devrimci Ýþçi Komiteleri adýna Yýlmaz Ekþi alýyor sözü, “Günler ölüm haberleriyle dolu… Her gün bir arkadaþýmýz sermayenin azami kar hýrsý için katlediliyor. Daha dün Davutpaþa’da sýnýf kardeþlerimiz havaya uçuruldu.” Acýlar sýcaktý ve kitle bu acýnýn ifadesi olarak haykýrdý; “Artýk ölmek istemiyoruz.” “Tersanelerde iþ güvencesinden yoksun çalýþan iþçiler her an ölümle burun buruna. Bütün kötülüklerin kaynaðý kapitalist toplumdur. Suçlu ne patronlar ne de hükümettir... DÝK olarak amacýmýz sömürüyü sona erdirmektir. Kapitalizm yýkýlmadan asla ve kesinlikle kalýcý bir çözüm olmayacak. Sömürü son bulmayacak. Gerçekten özgür çalýþabiliriz. Dostlarým, sýnýf kardeþlerim, tersane iþçileri bizi bir araya getirdi, onlara teþekkür ediyorum.” DÝK’in býraktýðý yerden sözü Devrimci Saðlýk Ýþ Sendikasý aldý. “Gün ortak mücadele günüdür yolunuz açýk olsun” diyerek selamladý iþçileri ve grevi. Baþka selamlayanlarda vardý sýrada. BATÝS adýna yapýlan konuþmada þu sözlerle son buldu. “Direniþinizi selamlýyoruz. Sözün bittiði yerdeyiz. Eylemin dili konuþuyor. Bölünmeyeceðiz, direneceðiz, kazancaðýz. Meydanlar bizimdir.”

8 Bahar / Yaz ‘08


Bu kadar dayanýþma mesajýnýn verildiði bir yerde Ayýþýðý Sanat Merkezi olarak konuþmamak olmazdý. Ýþçi sýnýfýnýn dayanýþma duygularýnýn yoðun bir þekilde yaþandýðý yerde, ezilen halklarla dayanýþmanýn önemine vurgu yapmak önemliydi. Önsöz dergisinin arka kapaðýnda yer alan, ülkemiz çýnarlarýndan Sarkis Çerkesyan’ýn dedelerinden dinlediði bir hikayeyi iþçilerle paylaþtýk ve direniþlerini selamladýk. Uzun konuþma trafiðinin ardýndan insanlar öbek öbek duvar kenarlarýna yerleþmeye baþlýyor. Soðuk iyiden iyiye kendini hissettiriyor. Sabaha kadar orada kalabilmemiz için ateþ yakmak zorundayýz. Gördüðümüz kadarýyla sendikalar bu konuda pek bir hazýrlýk yapmamýþlar. Kurulmak istenen çadýra da polis el koyduðundan iþ baþa düþüyor. Oysa o bölgede kurulacak grevi destekleme komiteleriyle bu ve benzeri sorunlar çözülebilirdi. Tersaneler bölgesinde yaþayan emekçi halk grevi desteklemek için örgütlenememiþ. Belki de çok acil bir grev kararý alýnmýþ olmasýndan kaynaklanýyor bu. Artýk görev grev alanýnda bulunan insanlara düþüyor. Etraftan toplanan çalý-çýrpý ile ateþler yakýlýyor. Her ateþin baþýnda koyu sohbetler... Ama büyük bir grev ateþi yakýlamadýðýndan, tüm insanlarýn bir araya getirilmesi saðlanamýyor. “Ýnceleme yapmak için müfettiþ geliyor, patronun yanýnda bize sorular soruyor. Yaþadýðýmýz sorunlardan bahsetsen bir türlü, bahsetmesen bir türlü, çünkü iþten atýlacaðýný biliyorsun. Ýþçilerde de eksiklik var. Kendini satmak var. Kendi emeðine sahip çýkmýyorlar.” “Neden hep Kürtler ve özellikle de Urfalýlar çalýþýyor?” “Pamuk alanýnda yaþanan sorunlar bunun nedeni. Pamuk ekilmedi. Baþka hiçbir geliri olmayan bu insanlar iþ için buralara geldiler. Pamuk fiyatý 1300 liradan 300 liraya düþünce baþka seçenek kalmadý. Ýþ yok. Hiç bilmediðimiz iþler için bile, evet yapabiliriz, diyoruz. Acemi olduðumuzu söylesek biliyoruz ki bizi iþe almayacaklar. Diðer arkadaþlarýmýza bakarak öðreniyoruz.” “Gemide patlamalar niye oluyor?” “Tankta boya yapýlýrken yoðun bir gaz doluyor. Ayný anda orada kaynak yapýldýðýnda patlama oluyor. Bundan dolayý da bizi suçluyorlar. Bir geminin yapýlmasý 11 ay sürer. Yakýt gemisi bu. Ambar gemisi ise 3 ayda ancak bitiyor. Bu çalýþmalar sýrasýnda, günde beþ ki-

Bahar / Yaz ‘08

9


lo toz yutuyoruz.” Batmanlý bir iþçi sözü alýyor, “7 kardeþiz, 5 erkek, 2 kýz. Okul bile okuyamadým. Ýlkokul dörtten terk ettim. Sigortasýz burada çalýþýyorum. Ýþsizlik ölümden beter… Beni iliklerime kadar sömürecek bir patron istiyorum” sözü acý gerçeði hepimizin suratýna çarpýyor. 28 Þubat Perþembe Saat 01.00... Saat gecenin bir yarýsý… Ziyaretçilerimiz gelmeye devam ediyor. Tekel iþçileri geldi. Öbek öbek ateþlerin etrafýnda oturanlar, onlarý selamlamak için ayaða kalktý ve “yaþasýn sýnýf dayanýþmasý” sloganlarý gecenin karanlýðýnda yükseldi. Tekel’de yaþanan direniþi sorduðumuzda baþladý sitemler; “Muhsin Yazýcýoðlu’nu getirip onun politika yapmasýna izin veriyorlar. Eli kanlýlarýn konuþmasýna izin veriyorlar. Faþist yönetim iþ baþýnda… Fatih Sultan Mehmet’in resmini açtýlar.” Önemli grevlerin, direniþlerin merkezi olan Tekel iþçilerinin nasýl bu duruma geldiði üzerine uzun uzun konuþuldu. “Sendikada gericileþme yaþanýyor. Bu sýnýf için bir süreç, bu süreçlerden geçmesi gerekiyor. Meydanlarda kendilerinin asýl dostlarýnýn kim olduðunu göreceklerdir.” Hava iyiden iyiye soðuyor… Ateþi biraz daha harlandýrýyoruz ve birbirimize sokularak kendimizi soðuktan korumaya çalýþýyoruz. Ateþin etrafýna oturmuþ insanlarýn görüntülerini almak için dolaþýyorum. Güzel anlarý belgelemek istiyorum. Her ateþ baþý ayrý bir dünya… Saat 06.00... Gün ýþýmaya baþlamadan megafondan yükselen, “artýk toparlanýyoruz” sesiyle herkes toparlanmaya baþladý. Öncelikle grev alanýnýn temizliði... Ne de olsa, “aslan yataðýndan belli olur”… Temizlik iþini bitirdikten sonra hep birlikte çektiðimiz halayýmýz ve marþlarýmýzla grevin ikinci gününe merhaba diyoruz. Ýþçilerin geçeceði yol üzerinde tek sýrayýz... Ýþçileri karþýlamak için artýk hazýrýz. Ben ilk kez bir grev örgütlenmesine tanýk oluyorum. Sendikacý arkadaþlar gelen her bir iþçi ile konuþuyor, onlarý ikna etmeye çalýþýyorlar. Bu arada polis de yýðýnak yapmýþ, iþçilerin greve katýlmasýný engellemeye uðraþýyor. Tersanede yaþanan patlamada eþini kaybeden kadýnýn çýðlýðý bir çok iþçiyi fabrika kapýsýndan geri çeviriyor. Bir kadýn, erkeklere haykýrýyor, “20 milyon için eþinizi, çocuklarýnýzý yalnýz býrakmayýn. Bunu kendinize yapmayýn. Girmeyin fabrikaya, greve katýlýn!” Gencecik insanlar nasýl çiðner geçer, onlarý kavgaya çaðýran bir kadýný… “Geleceðiniz için, çocuklarýnýz, eþleriniz, anne babalarýnýz için greve katýlýn!” Tersanenin önü gitgide kalabalýklaþýyor. Kalabalýk arttýkça moraller yükseliyor. Grev coþkusu her yaný sarýyor. Ýþçiler ýsrarla greve davet ediliyor. Fabrika kapýsýna kadar süren ikna çalýþmalarýna kimi iþçi grevden

10

Bahar / Yaz ‘08


yana karar, kimisi baþý önde tersane kapýsýndan içeri girerek karþýlýk veriyor. Sivil polisler fýrsat kolluyor, greve saldýrmak için kendilerine bahane yaratmaya çalýþýyorlar. Bu arada karþý yoldan, polis yýðýnaðýnýn bulunduðu taraftan bir grup iþçi geliyor. “Musa Dayý nereye gidiyorsun”... Kamber Saygýlý elinde megafon karþý yoldan geçen iþçilere sesleniyordu. “Musa dayý, gel, senin yerin burasý, gitme Musa dayý” Musa dayý ne karar verecek? Onun vereceði karar belki de etrafta bulunan kararsýz birçok iþçiyi etkileyecek ve greve katýlmalarýna neden olacaktý. “Musa dayý gel, senin yerin bizim yanýmýz!” Musa dayý tereddütle bir tersaneden yana bir bizden yana, bir de polislerden yana bakýyor. Kýr saçlarýndan yýllarýn deneyim ve birikimini taþýdýðý belli olan Musa dayýmýz polislerin arasýndan geçerek grevci iþçilere doðru yöneldiðinde bir alkýþ tufaný kopuyor. Ve bir anda ortalýðý, “Grev, grev, grev, grev, grev” sesleri kaplýyor. Grevci iþçilerin yanýnda sýraya giren Musa dayýnýn yanýna yöneldim. Öðrendim ki; Musa dayý 8 yýldýr tersanede vinç operatörüdür. Erzincanlý olan Musa dayý sözlerini þöyle baðlýyor; “Kimimiz doðulu, kimimiz batýlý, ama iþçiyiz, onun için kardeþiz. 30 milyon liraya kýyamazsak yýllarýmýz gidecek.” O bugününü ve geleceðini kazanmak için grevdeydi. Onun grevden yana tavrý birçok iþçinin grevcilerin safýna geçmesine neden oldu. Sabahýn ilk ýþýklarýyla baþlayan ve mesai saatine kadar devam eden propaganda çalýþmasý sonuç vermiþ, büyük bir kalabalýk grevden yana tavýr belirlemiþti. Orada burada daðýnýk bir þekilde duran iþçiler kurulan kürsünün yanýnda toparlandý. Grev yoklamasý yapar gibi kürsüden biri baðýrdý: “Taþçýlar burada mýsýnýz?” “Evet” “Kaynakçýlar burada mýsýnýz? “ Evet” “Boyacýlar burada mýsýnýz?” “Evet” Saat 11.00… Görüþmeye giden heyet adýna bir sendikacý mikrofonu aldý ve talepleri sýraladý: “Tersanelerde, Aðýr ve Tehlikeli Ýþkolu Yönetmeliði uygulansýn… Günlük çalýþma saati 7.5 saat olarak acilen hayata geçsin… Sigortalarýmýz, aldýðýmýz ücret üzerinden ana firma tarafýndan tam ödensin… Ücretlerimizin ödenmesi, ana firma tarafýndan güvence edilsin… Saðlýklý barýnma evleri, soyunma dolaplarý, iþkoluna uygun kaliteli yemek… Saat 10.00’da ve 15.00’te çay molasý ile sosyal haklarýmýz eksiksiz verilsin… Tüm tersanelerde temsilcilik açma olanaðý saðlansýn…” Ve görüþme saati… Sendikacýlar ve temsilcilerden oluþan bir heyet görüþmeyeh gitti… Ellerinde tersane iþçilerinin talepleri, kulaklarýnda “artýk ölmek istemiyoruz” haykýrýþý… Grev meydaný þarkýlar, marþlar, halaylar ve sloganlarla bekliyor. Bu arada tersanede yaþanan sorunlarý yakýndan bilen, ölümlerin nedenleri üzerine araþtýrma yapan arkadaþlara ölümlerin nedenini soruyoruz. Diyorlar ki “Tuzla’daki iþçiler baret,

Bahar / Yaz ‘08

11


gözlük takmadýklarý için ölmüyorlar… Tuzla’da iþçiler, tersanesinde gemi yapýlan tersane sahibinini iþ baþlamadan önce ve üretim sýrasýnda güvenlik almadýðý için ölüyorlar. Sorun, “baret takmaya üþenen eðitimsiz iþçiler” sorunu deðildir. O baretlerin gemi inþa sektöründe çalýþan iþçileri korumasý mümkün deðildir, çünkü orada iþçilerin üzerine düþen saç parçalarý 3, 5 ton aðýrlýðýndadýr. Ýsçilerin yüksekte çalýþacaðý iskeleler, geminin dýþ yüzeyi bozulmasýn, ikinci kere taslama gerektirmesin, iþ çabuk yetiþsin diye kaynak ile uygun bir þekilde sabitlenmezse, düþen isçi baretli, gözlüklü olsa ne çýkar. Ýþ çabuk bitsin, sipariþ sözü verilen tarihte yetiþsin, tersane sahibi gecikme tazminatý ödemesin diye, bir yardýmcý eþliðinde yapýlmasý gereken iþler tek kaynakçý, tek montajcý ile yapýlýrsa ve bu arada bir iþçi ambara veya denize düþerse bundan kimin haberi olur? Ýþ çabuk bitsin diye, oksijen hortumlarý ve elektrik kablolarý birbirinden düzgünce ayrýlmazsa, isçinin kaynak yapacaðý gemi dehlizleri fanlarla gazlardan arýndýrýlmazsa, iþçi patlamada ölmez mi? Bütün bu tedbirleri alacak olan iþçi midir?” Bu arada çember oluþturmuþ olan iþçilerin coþkusu giderek artýyor. Gelen ziyaretçilerin konuþmalarý büyük bir merakla dinleniyor. Derken çemberin ortasýnda bir hareketlilik… Tiyatro Ýmge Tuzla’da yaþanan sorunlarla ilgili yaptýðý kýsa oyunlarý sunmak için hazýrlýk yapýyor. Onlar hazýrlýklarýný yapar ve oyunlarýný oynarken ben bir yandan onlarý, bir yandan da iþçileri izliyorum. Tepkilerini, algýlama güçlerini ölçmeye çalýþýyorum. Kendilerini sahnede görmekten heyecanlýlar ve kahkahalarla gülüyorlar. Oyunun ardýndan “artýk söz sizde” diyerek mikrofon iþçilere býrakýldýðýnda, önce utana sýkýla gelen iþçileri, daha sonra durdurmak mümkün olmuyor. Kimisi Kürtçe bir marþ, kimi “Müslüm Baba”dan bir arabesk, kimi ise sanat müziðinden bir parça... Ayýþýðý Sanat Merkezi olarak biz de söz istiyoruz. Grev meydanýnda iþçilerle beraber olmak isteyen Þair Ruhan Mavruk rahatsýzlýðý nedeniyle gelememiþti ama bizimle hem selamlarýný hem de dizelerinin yer aldýðý kitabýný göndermiþti iþçilere, hediye etmemiz için. Bu duyuruyu yaptýktan sonra bir alkýþ koptu ve iþçiler büyük bir heyecanla kitaplarýn olduðu yöne doðru yöneldi. “Ýsteriz ki, aðýr çalýþmanýn ardýndan gittiðiniz daracýk soðuk odalarda, bir demet sýcaklýk sunsun yüreðinize ve bilincinize”… GÝSBÝR’le görüþmeye giden sendikacýlar geri dönüyorlar. “Taleplerimizi tersane sahiplerine sunduk. Bu taleplerin gerçekleþtirilmesi için onlara bir süre verdik. Bu sürede bir iyileþme olmazsa, bizleri ve taleplerimizi görmezden gelirlerse greve yine hazýr olduðumuzu belirttik. Taleplerimiz kabul edilene kadar mücadeleye devam!” Grev sona eriyor. Ve hep birlikte Kadýköy Meydaný’nda SSGSS için düzenlenen mitinge katýlmak için Tuzla Ýçmeler tren istasyonundan yola çýkýyoruz. Bir grev deneyiminin sonuna da gelmiþ oluyoruz. Kulaklarýmda grev… grev… grev… haykýrýþlarý…

12

Bahar / Yaz ‘08


İnceleme D. Dağlı SANATIN POLÝTÝK MÜCADELEDEKÝ ETKÝSÝ þçi sýnýfýnýn politik mücadelesinde sanatýn önemli bir yeri vardýr. Komünistler bildirilerinde olduðu gibi, propaganda ve ajitasyon çalýþmalarýnda da sanata, sanatsal anlatýma özel bir önem verirler. Sanat, ilk bakýþta, girilmez gibi görünen yerlere de girmiþtir: Ekonomi politiðin eleþtirisine. Ekonomi üzerine yazýlar, en gri konularýn baþýnda gelir. Kimse böylesine gri, sýkýcý bir konuda sanat gibi çok canlý bir anlatýmý pek düþünemez. Fakat öyle deðildir. Ýþte Marx’ýn ekonomi politiði eleþtirdiði kitaplarý. Sanat Marx’ýn kitaplarýnda yerini almýþtýr. Sanatýn o canlý, estetik ve etkileyici gücü, ekonomi konusu gibi çok gri bir yere bile kendi canlý havasýný götürmüþtür. Aslýnda sanatla, toplumun ekonomik yaþamý arasýnda sýký bir iliþki var. Marx, Kapital’de, sanata yeri geldikçe yer verir. Yunan mitolojisi olsun, Shakespeare olsun ya da Puþkin olsun Marx’ýn kitaplarýnda yeniden ortaya çýkarlar. Ve G. Sand, o ünlü dizeleriyle Felsefenin Sefaleti’nde bir kere daha haykýrýr: “Her sosyal devrimin öngününde / Ya kanlý kavgalý bir savaþ / Ya yokoluþ” Marx, kapitalist üretim sürecini iþlediði kitabýnýn fasikül fasikül yayýnlanmasý önerisine karþý çýkar ve kitabýný tamamladýktan sonra bir bütün halinde yayýnlanmasýný ister. Çünkü kitabýnýn sanatsal bir bütünlüðe sahip olduðunu söyler. Marx’ýn bu belirlemesi son derece dikkat çekici ve önemlidir. Bize bir kitabýn bütünlüðünün sanatsal deðerinden sözeder. Marx’ýn Kapital’i bu bakýþ açýsýyla ele aldýðýnda, bütünlüðünün bir sanatsal bütünlük özelliðinde olduðu rahatlýkla anlaþýlýr. Sanat, özellikle de þiir ve edebiyat, politik yazýlarda da çok sýk kullanýlýr. Romanlarda ve öykülerdeki karakterleri, politik yazýlarýnda en sýk kullananlardan biri de Lenin’dir. Bu, Lenin’in sanata, edebiyata ne denli önem verdiðinin açýk bir kanýtýdýr. Romanlarda yaratýlan öylesine sanatsal karakterler vardýr ki; bunlar sanatsal karakterlerinden çok politik karakter kazanýrlar. Gonçarov’un Oblomov’u böyle bir karekterdir. Lenin kitaplarýnda, Oblomovculuðu, geliþmeye ayak uyduramayan, deðiþime karþý direnen, halinden memnun kimseler için kullanýr. Baþka yazarlarýn yarattýðý sanatsal karakterlerde politik alanda buna benzer bir deðiþime uðrarlar. Turgenyev’in Babalar ve Oðullar’da geliþtirdiði nihilizm, politik iliþkilerde uluslarýn eleþtirisinde kullanýlýr: Ulusal nihilizm. Politik olarak en çok örnek alýnan sanatsal karakter Don Kiþot’tur. Don Kiþot politik olarak çok farklý anlamlarda kullanýlýr. Don Kiþotluk biçiminde küçümseyici anlamla nitelendirildiði gibi, amaçlarý uðruna her serüvene atýlmaktan çekinmeyen romantik bir kiþilik olarak yüceltilen bir özellikte de nitelenebiliyor. Ernesto Che Guevara, kendisini Don Kiþot’a benzetirken, Don Kiþot’un bu ikinci nitelendirilmesinden yola çýkar. Venezuela Bolivarcý Devrimin lideri Hugo Chavez de Che ile ayný anlamda aldýðý için, Don Kiþot’u bir milyon bastýrýp, halka daðýtýlmasýný ister. Bir halký mücadeleye atýlmaya, hatta ayaklanmaya çaðýran bir bildiri eðer sanatsal bir dille yazýlmamýþsa, yavandýr, gridir, soðuktur. Ve kesinlikle kitlelerde bir heyecan yaratmaz, ayaða kalkma, ileri atýlma isteði ve coþkusu yaratmaz. Grinin girdabýna girmemiþlerse, komünistler, kitlelere seslenen bildirilerinde –eyleme yönelik olanlarda özellikle- sanatsal bir dil, yani akýcý ve etkileyici bir dil mutlaka kullanýrlar. Yenilmiþ, aðýr kayýplar vermiþ bir halký yeniden ayaða kaldýrmak için bazýlarýnýn soðuk, donuk, heyecansýz üslubundan daha fazlasý gerekir. Çünkü o sýrada hem bilinçlere, hem de yürek-

Ý

Bahar / Yaz ‘08

13

Düşünce Notları “Farklý bir dünya mümkün” düþüncesi, dünyada geniþ bir kitle desteði buldu; bu yönde bir bilinç oluþtu. Bu bilincin temelinde, kapitalizmin uzlaþmaz çeliþki ve karþýtlýklarýnýn olgunlaþmasý; kýsacasý, maddi koþullarýn yeni bir topluma geçiþ için olgun olmasý vardýr. Ayrý bir dünyaya geçiþ tarihsel olarak olanaklý ve zorunlu. Sermaye öylesine merkezileþmiþtir ki, hem sosyalizme geçiþin maddi koþullarý ileri düzeyde olgunlaþmýþtýr, hem de çeliþkiler öylesine olgunlaþmýþtýr ki, proletaryaya burjuvaziyi yenecek bir durum doðmuþtur. Tarihsel geliþme burjuvazinin aleyhinedir.


nsanlýðýn karþý karþýya olduðu büyük çevre felaketi, insanýn doða ile uyumunun bir tercih sorunu olmayýp, yine doðanýn dayattýðý bir zorunluluk olduðunu gösteriyor. Ýnsanýn doða ile uyumu için, her þeyden önce insanýn kendi içinde uyumu gerekiyor. Küba halký kendisinden çok dünya devrimi için savaþmýþtýr. Kendi geleceðinin, dünyanýn kurtuluþundan geçtiðinin bilinciyle hareket ediyor. Ýlk devrimlerin zorunlu rolüdür bu. Kendi devrimleriyle dünya devrimini hýzlandýrýrlar; dünya devrimini hýzlandýrarak kendi geleceklerini güvenceye alýrlar.

Ý

lere seslenen bildirilere, yani coþkulu, akýcý sanat diline gereksinme vardýr. Sanattan baþka hiçbir þey kitlelerin yüreklerini etkileyemez ve kazanamaz. Çarpýþmalarda zafer kazanmadan önce, zaferi yüreklerde kazanmak gerekir. Sözlü propaganda ve ajitasyonun istenilen etkiyi uyandýrabilmesi için, mutlaka sanatsal bir anlatým yönü olmalýdýr. Deniz Gezmiþ’in, eylem öncesi, insanlarý eyleme çekmek için, nasýl Nazým Hikmet’ten dizeler okuduðu ve bunun kitle coþkusu üzerinde ne denli etkili olduðu çok iyi biliniyor. Nazým, Neruda, bugün de kitleler üzerinde ayný heyecaný yaratýyor. Özellikle daha çok duygularýyla hareket eden insanlar üzerinde þiirin sanatýn etkisi çok daha büyük oluyor. Ezilen halklar, yaþadýklarý ezilmiþliði, özlemlerini, isteklerini, eðilimlerini sanat yoluyla, duygululuk içinde ifade ederler. Ve sanatýn o duygulu, coþkulu anlatýmý ezilen halklar üzerinde derin bir etki býrakýr. Bu konuda devrimci türkülerin ve devrimci marþlarýn belli bir aðýrlýðý var. Canlý, heyecanlý, gerçekten devrimci bir hareket, bildirilerinde, sözlü çalýþmalarýnda sanatýn o etkileyici gücünden kesinlikle yararlanýr. Marquez, Fidel Castro’nun saatlerce konuþurken, nasýl da etkileyici olabildiðini bize bir sanatçý gözüyle anlatýr. Tiyatro da þiir ve edebiyat gibi iþçi sýnýfý ve halkýn devrimci mücadelesinde önemli bir yer edinmiþtir. Gorki’nin “Ana”sý, zamanýnda çýkarak, Rusya’da devrim mücadelesine katkýda bulunur. “Ana” roman olarak da, tiyatro olarak da yüzyýl boyunca pek çok ülkedeki halklarýn devrimci mücadelesine katký yapmýþtýr. Çin devrimi sýrasýnda “Uzun Yürüyüþ” yapýlýrken, devrimci ordunun uðradýðý köylerde, ülkenin en iyi ses sanatçýlarý da koro halinde devrimci türküler, marþlar söyler. Bunun yanýnda, Gorki’nin “Ana”sý tiyatro olarak sahnelenir. Bunun tartýþmasýz etkisi olur. Devrimci tiyatronun, bulunduðumuz topraklarda da, yýllarca mücadeleye katkýsý olmuþtur. Kitlelerin uyanmasýnda, eðitilmesinde ve harekete geçmesindeki etkisi küçümsenemez. Latin Amerika’daki devrim mücadelesine bakýldýðýnda þiirin, duvar resminin, sanatýn oradaki mücadelede ne denli etkili bir rol üstlendiði açýkça görülür. Gerilla bir elinde kalaþnikov taþýrken, diðer elinde de bir gitar mutlaka vardýr. Sanat politik mücadeleye zenginlik katmýþtýr, heyecan katmýþtýr, duygu katmýþtýr ve geleceðe güven yaratmýþtýr. Kýsacasý dünyayý dönüþtürmenin bir aracý olmuþtur. Burada sanattan sözederken, esas olan, bu sanatýn insani içeriðidir, iþçi sýnýfýnýn kurtuluþunu hedeflemesidir. İnsani ve Toplumsal Potansiyelin Tam Geliştiği Koşullar Ýnsan doðasý çok zengindir. Ýnsan ancak toplum içinde geliþebilir. Çünkü insan doða gereði toplumcudur. Ve birey toplumsal bir varlýktýr. Ancak toplum içinde ve toplumla birlikte özgür olabilir. Tarihte her toplum yerini, bir üst topluma býrakýr. Tüm bu geliþme sonucunda insanýn, insani ve toplumsal potansiyeli, yani toplumsal özü kendini daha geniþ ölçüde açýða çýkarabilir. Ýnsanýn duygularý da bu sürece uygun bir seyir izler. Duygular, her dönemin insan iliþkilerine baðlý olarak bir geliþme izler. Ama bu duygularýn örnek olarak kapitalist toplumda da daima ilerleme gösterdiði anlamýna gelmez. Kapitalist toplumda insanýn toplumsal özü, insanýn kendisine yabancýlaþýr, bir dýþ güç olur. Bu toplumda bir ilerleyen, bir de gerileyen yan vardýr daima. Kapitalist sýnýf her yönde ilerlerken, emekçi sýnýf ise geriler. Her tarihsel dönemin sanatýnýn olmasý kapitalist toplum için geçerli deðildir. Bu konuda bir tarihsel genellemede bulunmak yanlýþtýr. Kapitalizmin þiire, sanata karþýt olduðu bir gerçektir. Sanata karþýt olduðu gibi, varolaný da metaya, deðiþim deðerine çevirir. Özel mülkiyetin kalkmasýyla birlikte insan toplumsal özüne yeniden sahip olur. Ýnsanýn çok yönlü geliþimi, insani özün zenginleþmesi ancak komünist toplumda gerçekleþir. Çünkü komünist toplum insani gereksinmeleri karþýlayacak koþullarý yaratýr. Ýnsanlýk dýþý koþullarý insani koþullara dönüþtürür. Kapitalizmde ise toplumsal koþullar insanlýk dýþýdýr. Ýnsanlýk dýþý koþullarda, insanýn insani ve toplumsal potansiyeli tam olarak açýða çýkamaz. Kapitalist toplum sýnýrlýlýk gösteren bir toplumdur. Kendi içinde ne denli büyük sanatçýlar çýkarsa da, tüm bu sanatçýlarýn bakýþ açýlarý burjuva görüþle sýnýrlanmýþtýr. Ýn-

14

Bahar / Yaz ‘08


sani ve toplumsal potansiyeli açýða çýkarmada daha ileri gidebilenler toplumcu gerçekçi (sosyalist) sanatçýlar olmuþtur. Bireylerin her bakýmdan ilerlemesi, duygularýnýn serpilip geliþmesi, niteliklerinin insanileþmesi, toplumsal özünün tam anlamýyla açýða çýkmasý için, insanlýk dýþý koþullarýn deðiþmesi bir zorunluluktur. Bu koþullar insanýn insani geliþmesinin önünde ayakbaðýdýr. Ýnsani geliþmenin temel koþullarý ancak, varolan toplumun yýkýlmasýyla ortaya çýkabilir. Ancak o zaman dünya insani bir dünya haline gelir. Ýnsan kendisiyle ve doða ile uyumlu olur. Bu þartlarýn oluþmasýyladýr ki, insan sevgi ve güven içinde olur. Ýnsani tüm tutkular olabildiðine geliþecek, sanatsal yaratým, özgürce yaratým içinde en güzel yapýtlarýný verecektir. Tüm insanlýk dýþý burjuva koþullar, tüm yoðunluðuyla proletaryanýn yaþam koþullarýnda içerilidir. O nedenle proletaryanýn kurtuluþu insanlýðýn evrensel kurtuluþudur. Proletaryanýn yaþam koþullarý ve bugünkü varoluþ biçimi devrim sürecinde (yeni toplumun kuruluþ sürecinde) ortadan kalkar. O halde sanat, proletaryanýn içinde bulunduðu insanlýk dýþý koþullarý ve bu koþullarý yýkmaya yönelir. Ýnsanlarýn bu yöndeki mücadelesini tüm geliþimi içinde vermelidir. Proletaryanýn içinde olduðu koþullar hakkýnda bir düþüncesi olmayanlarýn, insanýn evrensel kurtuluþu hakkýnda da bir düþünceleri olamaz. Proletarya, kendisine yabancýlaþan, kendi üzerinde dýþ bir güç olarak baský kuran toplumsal koþullarý deðiþtirmek için, tarihin en derine giden devrimini gerçekleþtiriyor. Ýnsanlýk en devrimci dönemine girmiþ bulunuyor. Yirminci yüzyýl baþtanbaþa proletaryanýn devrimci eylemleriyle geçti. Yirmi birinci yüzyýl ise sosyalizmin dünya egemenliðini getirecek olan sosyal ayaklanmalar ve sosyal devrimler yüzyýlýdýr. Ýnsani topluma geçiþ çaðý baþlamýþtýr. Ve sürüyor. Sanatçý bu geçiþ çaðýnýn hem yansýtýcýsý ve yeniden yaratýcýsý, hem de militaný olmalýdýr. Das Kapital’de Sanat Sanat gibi canlý, estetik ve güzelliðin ifadesi olan insanýn dünyayý özümleme biçimiyle, son derece soyut ve gri olan ekonomi yazýlarýnýn teorik çalýþmalarýnýn baðý pek yok gibi görünür. Sanatýn capcanlýlýðý ile ekonomi politiðin griliði giderilebilir mi? Marx’ýn tüm o sanatsal üslubu, yalýn, açýklayýcý, sürükleyici diline karþýn, ekonomi üzerine yazýlan bir kitap yine de o griliðinden kurtulamýyor. Fakat bu sanatýn belli yönleriyle, ekonominin teorik çalýþmalarýnda yer almadýðý anlamýna gelmez. Sanat, Marx’ýn ekonomi ile ilgili kuramsal çalýþmalarýnda yer alýr. Marx, “Ekonomi Politiðin Eleþtirisine Katký”da, maddi üretimin eþitsiz geliþiminin sanat alanýnda kendini nasýl gösterdiðini, sanatýn tarihteki geliþimini ele alarak da açýklar. “Sanata gelince iyi bilinir ki, sanatýn kimi baþarý doruklarý toplumun geliþmesine hiç uygun görünmez, dolaysýyla, maddi alt yapýya, toplumun örgüt iskeletine de uygun görünmez. Örneðin modern (uluslar) ile ya da Shakespare ile karþýlaþtýrýlýnca (eski-ç) Yunanlýlar. Belirli sanat dallarýnýn örneðin destanýn (epos), böyle bir sanatsal üretim baþladýktan sonra, artýk çýðýr açan klasik biçimiyle üretilemeyeceði bile onaylanýr; baþka sözcüklerle, sanat alanýnda belirli önemli yaratmalar (Creation), ancak sanatýn geliþmesindeki erken bir aþamada olanaklýdýr…” Marx, sanatsal alandaki belirli üretimlerin neden sanatýn erken dönemlerinde ortaya çýktýðýný ve tarihin sonraki dönemlerinde yinelenemeyeceðini, yine tarihsel hareketin geliþmesiyle açýklar. “Baþka bir bakýmdan; barut ve saçma bulunmuþ olsaydý; Akhilleus olabilir miydi? Matbaa olsaydý Ýlyada olabilir miydi? Basýnýn doðmasýyla çýðýrmanýn ve anlatmanýn ve esinin (muse), yani destansal þiir için zorunlu koþullarýn ortadan kalkmasý kaçýnýlmaz deðil midir?” Güncel toplum, tarihin çok ileri aþamasýnda bulunmasýna karþýn, eski dönem sanatý, bizde hala belli bir hoþluk býrakýr. “Yetiþkin biri yeniden çocuk olamaz, en fazla çocuklaþýr. Ama çocuðun naifliði ona haz vermez mi, ve kendisi çocuðun gerçekliðini daha yüksek bir düzeyde yeniden oluþturmaya çalýþmaz mý? Çocuk, her çaðda, doðal gerçekliðinde dönemin karakterini

Bahar / Yaz ‘08

15

esnelerin insan karþýsýnda ne denli deðer kazandýðý, ön planda olduðu, buna karþýlýk insanýn ne denli deðersizleþtiði ve arka plana (fona) itildiðinin en tipik örneði reklamlardýr. Reklam, metanýn, nesnelerin ne kadar deðerli olduðunu, ama insanýn ne kadar deðersiz olduðunu her an bize hatýrlatýyor. Ýnsan öylesine geri itilmiþtir ki, insanlar arasýndaki iliþki, þeyler arasý iliþki gibi görünür. Nesneler insanlar üzerinde egemendir.

N


ireyin topluma ve kendine yabancýlaþmasý, üreticilerin kendi öz toplumsal güçlerine yabancýlaþmasý kapitalizm de süreklidir. Yabancýlaþma kapitalizmin hem sonucudur, hem koþuludur. Toplumsal emeðin sonuçlarý, sermayeye dayalý toplumda emekçiye yabancýlaþýr ve yabancý bir güç olarak onun üzerinde egemen olur.

B

simgelemez mi? Ýnsanlýðýn tarihsel çocukluðu, en güzel biçimine ulaþtýðý yerde, bir daha hiç yinelenmeyecek bir aþama olduðu için sonrasýz bir çekiciliði neden taþýmasýn? Huysuz çocuklar ve büyümüþ de küçülmüþ çocuklar vardýr. Eski halklarýn çoðu bu kategoridendir. Yunanlýlar normal çocuklardý. Sanatlarýnýn bizim için çekiciliði ortaya çýktýðý toplumun olgunlaþmamýþ aþamasý ile çatýþmaz. Tersine, onun çekiciliði bunun bir sonucudur ve o sanata yalnýz onlar yol açabilirdi –yinelenmemesi olgusuna ayrýlmaz biçimde baðlýdýr.” Marx, Kapital’de mitolojiye yer verir. Özellikle Yunan mitolojisine… Marx’ýn, Yunan mitolojisi hakkýnda geniþ bilgisi olduðu anlaþýlýyor. Mýsýr tarihi ve mitolojisi hakkýnda da ayný þekilde geniþ bilgiye sahip olduðu yazýlarýnda anlaþýlýyor. Kapital’in çeþitli bölümlerinde bu bilgilere rastlanýlýr. Büyük þair ve edebiyatçýlar, sanatlarýnda seçilmiþ örneklerle yerlerini alýrlar Kapital’de. Shakespeare, Balzac, Dante, Goethe, Kapital’de yer verilenlerdir. Bunlarýn yanýnda Cervantes’in Don Kiþot’u da bir serüvene çýkar. Marx, Kapital hakkýnda kamuoyu önyargýlarýna Dante’nin bir sözüyle yanýt verir: “Sequi il tuo corsa, e lascia dir le genti” “Sen yolunda yürü ve býrak ne derlerse desinler” Marx, Dante’nin sözcüklerini deðiþtirerek kullanmaktadýr. Aslý þöyledir: “Vien retro ame, e lascia dir le genti” (“Beni izle ve býrak ne derlerse desinler”) Marx, o ünlü Robinson Crusoe denemesine de yer verir. Ama daha çok ekonomi politikte bu öyküyü görüþlerine dayanak yapanlarýn, görüþlerini eleþtirmek amacýyla yapar. Ve bu örneðe dayanan görüþleri çürütür. “Ricardo’nun bile Robinsonvari hikayeleri vardýr.” Marx, paranýn nicel sýnýrlýlýðý ile nitel sýnýrsýzlýðý arasýndaki karþýtlýðý, istif etmek (biriktirmek) için bir mahmuz olarak kullanan istifçinin bu çabasýný Sisyphus’un durumuna benzetir. Sisyphus; ölüler diyarýnda sarp bir tepeye büyük bir kayayý iterek çýkarmaya mahkum edilen, ama kayayý tepeye her yaklaþtýrdýðýnda, kayanýn yuvarlanmasýyla birlikte aþaðý inen ve bunu sürekli olarak yineleyen Korent’in masal kahramaný Marx, ayný yerde, Shakespeare’in Atinalý Timon’unda bir alýntý ile paranýn nasýl tanýmlandýðýný aktarýr. Yine bir yerde metalarýn para peþinde koþmasýný açýklarken, Shakespeare’in “Bir Yaz Gecesi Düþü”nde bir sözle anlatýr: “Görüyorum ki, metalar paraya aþýktýr, ama ‘gerçek aþkýn yolu hiçbir zaman dikensiz deðildir’” Marx ayný yerde, (Sophocles, Antigone) bir bölüm aktarýr: “Çünkü insanoðlunun hiçbir icadý para kadar kötülük saçýcý deðildir. Ülkeleri harap ve yerle bir eden odur: Dessaslýðý öðreterek mertliði bozar ve böylece asil ruhlarý fenalýðýn iðrenç yoluna saptýrýr. Ýnsanlarý her türlü hileye baþvurdurur ve onlara her günahý iþletir.” Ýngiliz sanayisinde çocuklar iþçi olarak en aðýr koþullarda, en aþýrý sömürüye uðrar. Çalýþma saatleri, çocuklarýn nasýl çalýþtýrýlacaðý bir yasayla düzenlenmesine karþýn, uygulamada çocuklar yine çok uzun süre çalýþtýrýlýr. “Ýþçiler, fabrika denetmenleri, hem saðlýk, hem de ahlak yönünden bu uygulamaya itiraz ettiler; ama sermaye þu yanýtý verdi: “Sözleþmelerimin aðýrlýðý baþýmýn üstünde duruyor! Ben yasadan senedimin cezasýný ve karþýlýðýný istirham ederim” (Shakespeare – Venedik Taciri) “Böylece 8 yaþýndaki çocuklarý hiç aralýksýz 2’den 8.30’a kadar çalýþtýrma zevkinin yaný sýra bütün bu süreç içerisinde aç býrakma zevkini de tatmýþ oluyordu.” (Marx) “Daima onun kalbi / Böyle diyor: senet.” /(Shakespeare Venedik Taciri)

16

Bahar / Yaz ‘08


AYAKLAR VE KOLLAR yabancýlaþmaya karþý beyin egzersizleri

Temade Çýnar

ir önceki sayýmýzdan bugüne ne kadar çok olay yaþadýk. Kimisi uzun tartýþmalarýmýzýn konusu oldu, kimisi gündemlerimizin içinden kayýp gitti. Üzerinde düþünme fýrsatý bile bulamadan yeni bir konuyu tartýþýr bulduk kendimizi. Bu topraklarýn mizahçýlar için çok bereketli olduðu söylenir. Destan yazarlarý ve hikayeciler için de öyle… Ama bu topraklar ayný zamanda olaylar üzerinde düþünmeyi yaþam biçimi haline getirmiþ insanlar için de ayný derecede bereketli. Kimi bu bereketten hayli bir yekun kazanýyor, kimisi bu düþünceye kendi hayatýný katýyor. Bu bereket týpký mizahçýlar, destan yazarlarý ve hikayecilerde olduðu gibi bereketini sevinç ve bolluktan almýyor. Derin çatýþmalarýn yüreðimize ve belleðimize yaþattýðý acýlardan ve öfkeden besleniyor. Sadece alt alta sýralamak bile oldukça uzun bir listeyle sonuçlanacak bunca yaþanmýþlýk arasýndan bizde derin izler býrakanlar, biraz da bizim karakterimizin seçiciliðiyle ilgili. Geçtiðimiz aylardan bahsedecek olsak, kimimiz futbol karþýlaþmalarýnýn hayal kýrýklýklarý ve sevinçleriyle dolu bir deðerlendirme yapacak, kimimiz dünyamýza tüm canlýlýklarýyla katýlan dizilerdeki olaylarýn akýþýný sunacaktýr. Kimisi ekonomik parametreleri deðerlendirecektir. Marketlerdeki indirim reyonlarý, yeni modalar, zayýflama tekniklerine katýlan yeni bir çay… Tüm bu örneklemeler kiþilik sayýsý kadar sýnýrsýz. Doðrusu þöyle bir düþünme egzersizi yapýp geçtiðimiz birkaç ayý deðerlendirsek ve bizi nelerin daha çok etkilediðini düþünsek karþýmýza “ben nasýl birisiyim” diye sorup durduðumuz cevaplar dökülecek. Hem de kahve telvelerinin karmaþýklýðýndan uzak, “at bi beþlik” dedirtmeden. Eksik yanlarýmýzý söylemek için kývranan dostlarýmýzý zor duruma sokmadan. Yabancýlaþmaya karþý beyin egzersizlerinin bu sayýdaki konusunu seçmek tüm bu yoðunluk içinde hiç de kolay olmadý. Her þeye biraz deðinmek de mümkündü tabi. Ama geçtiðimiz dönemde ayaklar ve kollarýn bir daha asla unutulmamak üzere hafýzalarýmýza çýðlýklar attýðýný ve bu çýðlýklarýn hala yankýlandýðýný düþünüyorum. “Kýrýn kollarýný ki bir daha taþ atmasýnlar” Batman’da polise taþ atan çocuðun kolunun kýrýlmasýnýn üzerinde düþünmekte fayda var. Bu konuda neler konuþuldu, neler söylendi. Birçoðumuz acýyý ve onun yanýnda olamamanýn utancýný kendi kolumuzda, yüreðimizde hissettik. Bu çoðunluðun sesli düþünmekten çekinenleri de az deðildi. “Susmak korkunç intikam kan sýzan bu dudakta / Duyacaksýn feryatlar etrafýna bir bak da” diyor þair. Çocuðu mahkum edenler gerine gerine konuþurken, susmanýn azabý ince bir sýzý gibi kaldý bu ürkek yüreklerde. Kulaklarýný týkar gibi insanlýklarýný paçavralarla týkayanlar, kaçanlar da oldu. Kaçmak için çok yol vardý nasýlsa. Yeter ki yüzünüzü bir an döndürün ne çok yatýrým var, ne çok paralar dökülüyor bunun için, dikkatinizi cezp etmeyi baþaracaktýr birisi. Sesli düþünmekten çekinmeyen, bu sesten kaybetmek bir yana kazanç saðlayan kesimler de azýmsanmayacak kadar iyi örgütleniyorlar ayný kaynaktan… Ne diyelim, sözün deðeri bedeliyle ölçülmeli…

B

Bahar / Yaz ‘08

17

Y

a ban cý laþ ma ya karþý beyin egzersizlerinin bu sayýdaki konusunu seçmek tüm bu yoðunluk içinde hiç de kolay olmadý. Her þeye biraz deðinmek de mümkündü tabi. Ama geçtiðimiz dönemde ayaklar ve kollarýn bir daha asla unutulmamak üzere hafýzalarýmýza çýðlýklar attýðýný ve bu çýðlýklarýn hala yankýlandýðýný düþünüyorum.


Hakkâri Yüksekova’da 21 Mart Newroz gösterilerinde polise taþ atan çocuðun kolunu kýran polis þimdi nerede ne yapýyordur bilemiyoruz. Muhakkak onun da komþularý, çevresi ya da en azýndan alýþveriþ yaptýðý yerler vardýr. Onun görevini hakkýyla yaptýðýndan kuþku yok. “Ölçüsüz þiddet” tanýmý ise nerden ve nasýl yayýldý tekrar düþünmek lazým. Yeni kazandýðýmýz bir kavram bu. Eskiden “polis dayak attý”, “saldýrdý” “polis iþkencesi” gibi kavramlar kullanýlýrdý. Öyle menþei bilinmez bir hýzla katýlýyor ki her gün bir kavram dilimize, takip etmek zorlaþtý. Sonuç olarak, polis karakterine uygun olaný yaptý ve “çocuðun kolunu kýrdý”. Ama bu olay, bir kiþiye mahsus, onu baðlar, münferit bir olay deðil. Alkýþ seslerinden ve suskunluk fesadýndan anlýyoruz ki bu olay astlarýnca ve üstlerince kabul görmüþ. Eðer bu olay sistematik bir olay olmasaydý baþýna gelenlerden en kýsa sürede haberimiz olurdu. Yani burada ölçü, faþizmin ölçüleri olduðundan sýnýrlarýný aþan bir durum söz konusu deðil. Savaþta ele geçirilen esirlere öyle aðýr iþkenceler yapýlýr ki karþý tarafýn gözü korksun istenir. Çarmýha germeler, kazýða oturtmalar, derisini yüzmeler… Ebu Garip’te mesajýn dýþarýya, hala savaþmakta olan direniþçilere verildiði konusunda herhalde hem fikiriz. Guantanamo’dan da dýþarýya verilen mesaj tehditten baþka ne olabilir ki. Yoksa hedef sadece insanlýk dýþý vahþete maruz kalan bin-iki bin kiþiyle sýnýrlý deðil. Ýsrail’in eski baþbakanlarýndan Ýzak Rabin’in tavsiyeleriyle Filistinli çocuklarýn kol ve bacak kemikleri kýrýlýyordu. Bu yüzden de o dönemde Rabin medyada “kemik kýran Rabin” olarak anýlmaya baþlanmýþtý. Ariel Þaron’un “Beyrut kasabý” olarak tanýnmasý gibi. 19 Aralýk cezaevleri katliamý neden an be an televizyonlardan süslene püslene sergilendi. Utanmazca adýna “hayata dönüþ operasyonu” dendi. Gözlerimizin içine baka baka yalan söyleyip, “istersen inanmadýðýný söyle” tehdidi altýnda operasyonlar dýþarýda da sürüp gitmedi mi? Çoðu insan ceset torbalarýnýn gölgesindeki “hayata dönüþe” inanmadý ama ancak çok azý inanmadýðýný söyleyebildi. Bir gün tüm toplum su sýzmazcasýna susturulabilirse umudumuzu yitirebi li -

riz. Hala birileri karþý çýkabiliyorsa umut var demektir. Bu nedenle devrimciler toplumun umududur. 19 Aralýk “umuda karþý bir operasyondur” Ýþyerinde ortalýk karýþýnca “elebaþý” ya da yanýnda birkaç iþçi atýlýr. Aslýnda bu içerdekilere sallanan parmaktan baþka bir þey deðildir. Atýlan iþçiler hakkýnda türlü söylentiler yayýlýr. Orada bulunan herkes bunlara inanmak mecburiyetindedir. Ýnanmadýðýný göstermek baþýna gelecekleri göze almayý gerektirir. Korkuyla yönetilen toplumlarda “ölçüsüz þiddetten” bahsetmek mümkün deðil. Kantar faþizmin elinde oldukça topuzu her zaman kaçacaktýr. Burada bir kez daha hatýrlamakta fayda var: “Zalimin zulmü ezilenin sabrýna bakar” Kameralardan bize yansýyan fotoðraflardan ve “kol kýrýldý yok kýrýlmadý” trajikomik tartýþmalarýndan daha da önemlisi karþý karþýya gelen iki taraf ve bu iki tarafýn geliþmelere iki ayrý bakýþla gösterdiði tepkiler olmalý. Olay bize savaþlarda kullanýlan taktikleri boþuna anýmsatmýyor çünkü öyle. Taraflarýn kesin ve kalýn bir çizgiyle birbirinden ayrýldýklarý kesin. Hafýzalara kazýnmýþ acýlar ve öfkeler herhangi bir “demokrasi” tutkalýyla yapýþtýrýlabilecek gibi de deðil doðrusu. Ayrýþma son tellerinden tutunan halat gibi. Kopacak ve açýk denizlere yelken açacak olmalý ki bu kadar gürültü ve þamata yükseliyor iskeleden. Ýzak Rabin örneðindeki dokümanlarý ve kýnamalarý bugün Hakkâri’deki çocuðun kolunun kýrýlmasýna alkýþ tutanlarýn yayýnlarýnda ve internet sitelerinde bulmak mümkün. Tabii bugün o dokümanlarýn da güvenilirliði kalmadý. (Elbette ulaþýlmasý güç olsa da iþkencenin her türlüsüne her yerde karþý çýkan ve tepkisini dile getirmenin bedellerini ödeyen devrimci yayýnlardan da bulunabilir) Olan bitenden habersiz olan biri bugünkü haberin taraflýlýðýný gördükten sonra o gün yaþananlara nasýl inanabilir. Ya da þöyle bir mantýk dizgisi oluþturabilir þüphe antidotunu alamazsa; çocuklarýn kollarý, bacaklarý Filistin’de kýrýlýrsa “kötü”, iþkence gören bir Kürt çocuðuysa “iyi”. Genç kuþaklarýn zihinlerinin hayli karýþýk olmasý son derece doðal… Gerçeðin peþinden gitmek gün geçtikçe daha fazla zorlaþýyor. Genç kuþak özellikle buna uygun donanýmla kuþatýlmýyor. Tersine donanýma ulaþmanýn bedelleri de gün geçtikçe aðýrlaþýyor. Sýradan bir demokrat yayýnda bulabileceklerimizi þimdi ancak bu bilgiyi vermenin “hapsini yatmayý” göze alabilen devrimci yayýnlarda bulabiliyoruz. Tarih yeniden yeniden yazýlýyor. TV dizilerinden tüm hayat dersini çýkarmayý öðreti haline getirmiþ geniþ bir kesim var. Yakýn tarihin, klasik romanlarýn bol sponsorlu dizilerinde tarih bilincimiz reyting düzeyine indirgendi. Zaten örgün eðitimin deforme ettiði diyalektik yoksunu tarih bilinci, kopuk, “dün dündür bu-

18

Bahar / Yaz ‘08


gün bugündür” mantýðýyla her düþündüðünü yarýn yalanlayan ucubeler üretir oldu. Dünkü kýrýlan kola üzülen, insanlýðý yaralanan, bugün sevinçten ne yapacaðýný þaþýrýr oldu. Yoksa yaþanan iþkencelerin nostaljik bir þeride dizilir gibi evlerimize yerleþmesi bir tesadüf mü? Newroz’da kolu kýrýlan çocuk gündemlerimizden bir süre sonra sýyrýlýp gitti. Týpký diðerleri gibi. Kollarý kýrýlan ya da tehdidi hisseden tüm çocuklarýn bu acýyý ve öfkeyi geleceklerini güzelleþtirmek için gerektiði biçimde kullanacaklarýný her açýk yürekli görebilir. Ýster dile getirsin ister getirmesin. Otobüsteki çocuk Bir belediye otobüsü… 10–12 yaþlarýnda bir delikanlý otobüsün orta yerinde ayakta durmaya çalýþýyor. Duraklar ilerliyor, çocuk sarardýkça sararýyor. Çantasý sýrtýnda, çýkardýðý montu elinde… Baþýný tutunduðu demire yaslýyor. Hemen önündeki koltuða sýðýp oturmaya çalýþan bir bayan, oturur oturmaz yüksek sesle yanýndakine anlatýyor: “Bu gençlerde hiç saygý yok caným. Nerdeyse ‘sen kalk ben oturayým’ diyecekler. Ya uyuyor numarasý yapýyorlar ya da hastaymýþ gibi davranýyorlar. Bulmuþlar nasýlsa bir yolunu. Kalk çocuðum, diyorum bön bön bakýyor” Akþamüzeri… Kadýn bir günden geldiðini anlatýyor yine herkesin duyabileceði yüksek bir sesle. Ailesinin birbirine nasýl da baðlý olduðunu anlatmadan geçmiyor. Altýn günü yapýyorlarmýþ kendi aralarýnda. Kimsenin hakký kimseye geçmezmiþ. Çok korkarmýþ hakkýn ona geçmesinden. Çocuk artýk kireç gibi… Bir adam kalkýyor “gel oðlum otur buraya” diyor ama artýk çok geç. Çocuk yere yýðýlýyor. Konuþan kadýnýn sesi býçak gibi kesiliyor. Bu çocuk büyüyecek ve yaþadýðý toplumdaki insanlara karþý sorumluluk duyan bir insan olacak. “küçüklerini koruyacak, büyüklerini sayacak” hiç þüpheniz olmasýn. Düðmeye yine kimler bastý? Yine düðmeye basýldý ve hep bir aðýzdan baþladý tartýþmalar. SSGSS yasasýnýn bir süreliðine geri püskürtülmesinden sonra türban tartýþmasýnýn da soluðu tükendi. Tabanda çok da yerini bulamayan medyanýn ve üst düzey bürokratlarýn tartýþtýðý bir konu haline geldi. 6 çocuða kadar çýkan “nüfus planlamasý” önerileri de kar etmedi. Hiçbir konu bir türlü, her bir yerden patlayan grevleri, iþçi eylemlerini, liman iþçilerinin yaþadýðý ölümler adý altýndaki kýyýmlarýn üzerini örtemedi. Evdeki tencere gerçekleri yüzlere vurmaya devam ediyor. Geldi geliyor derken sigara yasaðý endam eyledi. Birden her yerde ayný tür tartýþmalar… Sigara yasaðýna karþý olanlar, karþý olanlara karþý olanlar… Gündemimiz bir anda doldu. Sigaranýn zararlarýna bir diyeceðimiz yok. Ýnsanýn sadece fiziksel deðil bilinçsel yaþamýna da zarar verdiðini de gayet iyi biliyor onunla yaþayanlar. Daha önce de bahsetmiþtik. Aslýnda yabancýlaþmaya karþý beyin egzersizleri bir bakýma buradan doðmuþtu. Bir benzin istasyonundaki tabeladan çýkmýþtýk yola... “Siz sigara içtiðiniz sürece hiçbirimiz güvende deðiliz” pankartlarý… Bunlarý utanmazca asanýn bir “benzin istasyonu” olduðuna dikkat çekmiþtik. Küresel ýsýnmanýn biricik sorumlusu “fosil yakýt” satan tekelin biri… Bayaðý bir süre de gündemlerimizi meþgul edeceðini düþündüðümüz bu konu sayesinde pek çok gündem maddesini kaçýracaðýmýz kesin. Düðmeye basýlýr basýlmaz herkesi bir telaþ aldý. Birden bir tartýþmanýn içinde bulduk kendimizi. Hiçbir altyapýsý olmayan bu yasaðýn getireceði gerilimin sadece tartýþmalar boyutunda olmayacaðýný, yoksunluk çekenlerin yaþadýðý patlamalarýn sonuçlarýnýn da hesaplanmadýðýný tahmin edersiniz. Sigaralarýn üzerine yazýlan uyarý yazýlarý kullanýmý ilk bir ayda bir milyon adet arttýrmýþtý. Þimdi de yanlýþ bir isyan yolu olarak sigaraya yönelen genç kuþaðý kendisine ya da benzer maddelere çekecek bir davranýþ geliþiyor. Hala bu-

Bahar / Yaz ‘08

19

K

orkuyla yönetilen toplumlarda “ölçüsüz þiddetten” bahsetmek mümkün deðil. Kantar faþizmin elinde oldukça topuzu her zaman kaçacaktýr. Burada bir kez daha hatýrlamakta fayda var: “Zalimin zulmü ezilenin sabrýna bakar”


nun bir “sosyal proje” olduðunu düþünenler varsa altyapýsýyla ilgili bilgi vermekte sýkýntý yaþayacaklardýr. Pek çok kesim bu topraklarda “suçlu, zararlý, tehlikeli” damgasý yedi. Küpe takan erkekler, saç uzatanlar, belli bir kýyafeti seçenler, býyýðý belli bir biçimde kesilmiþler… Þimdi bu listeye sigara içenler de eklendi. Sigara içenlerin deðil, sigaranýn zararlý olduðunu bilmem ayýrt edebilecek miyiz? Baðýmlýlarýn ise bütün bu saldýrganlýk karþýsýnda olumlu tavýrlar sergileyeceklerini kestirmek olanaksýz görünüyor. Toplum istendik biçimde kendi içinde ikiye ayrýldý. Asýl “Sosyal Proje” bu olmalý. Karþýlýklý diþler gýcýrdatýlýyor. Her iki taraf da yönünü þaþýrdýðýný bakalým ne zaman anlayacak. Týpký taze tükenen türban konusunda olduðu gibi… TEKEL’in özelleþtirilmesiyle baðlantýsý da kýsa sürede önümüze inci taneleri gibi dökülecektir. Þimdiden sigara yasaðýnýn TEKEL’in deðerini düþüreceði yönünde haberleri okuyoruz. Emekçi eylemleri ve haberlerinden kaçan medya için de nihayet yeni bir malzeme doðdu. “Ayaklarýn baþ olduðu yerde kýyamet kopar” Bütün bu sosyal projeler içinde oranlý güç kullanarak yasa çýkarýp yasaklayan mantýk dizisi yasaklamayla sorunu halledemedikleri noktada neler yapabileceklerini de çeþitli biçimlerde göstererek tehditlerini eksik etmiyorlar. 1 Mayýs günü, 77 1 Mayýsýný aratmadý. SSGSS’yi (Sosyal Sigortalar ve Genel Saðlýk Sigortasý Yasasý) emekçilerin barikatýndan geçiremeyen devlet, 1 Mayýs’ta bir milyon emekçinin gövde gösterisine tahammülsüzlüðünü her þekilde gösterdi. Olaylarýn ayrýntýsýna girmeyelim. Bilmemek için Plüton’da yaþamak gerek. Her insaným diyen herhalde “Ayaklarýn baþ olduðu yerde kýyamet kopar” görüþünden etkilenmiþtir. Bu görüþ bir laf deðil, gaf hiç deðil. Bu bir felsefe… Yaþamý yorumlama biçimi. Bu felsefeye sahip olmayanýn aðzýndan asla böyle bir “laf” çýkmaz. Ýdealist felsefenin köstebeði diye bilinen Nietzsche bakýn ne diyor:“Ýþçi çatýþmaya elveriþli hale getirilmiþtir, kendisine dernek kurma hakký, siyasal seçim hakký verilmiþ, öyle olunca da, iþçinin kendi durumunu iþler acýsý görmüþ olmaya baþlamasý hiç de þaþýrtýcý deðildir. Ne bekleniyor ki? Eðer belirli bir amaca ulaþýlmak isteniyorsa ona uygun araçlarýn seçilmesi gerekir. Yoksa hem köleleri olsun isteyen, hem de onlarý efendi olarak eðiten biri aptaldýr ancak.” Hitler gibi faþistlerin akýl hocasý Nietzsche eskiden beri bizi yönetenlerin de akýl hocasýydý. Hala aranýzda bu ülkede faþizmin olmadýðýný söyleyecek olan varsa, yukarýdaki sözü bir daha okumasýný tavsiye ederiz. Demokrasi mücadelesinden bahsedenler “uygun araçlarla” karþýlýk veren devletin Newroz ya da 1 Mayýs’ta yaptýklarýný yeniden gözden geçirmeliler. Uzak bir tarih deðil sadece birkaç ay içinde pek çok delil bulacaklarýndan eminiz. Uzun uzadýya egzersiz yapmaya da gerek yok. Son derece açýk ve aþikar. Þunu da vurgulamak lazým ki 1 Mayýs’ta 1 milyon emekçinin Taksim’e çýkmasýnýn “ayaklarýn baþ olmasý” demek olduðu, bu topraklarda bilince çýkarýlmýþtýr. O ayaklar baþ olmak için gidilmesi gereken yolda ne kadar ýsrarlý olduklarýný 1 Mayýs’ta gösterdiler. Tüm gövdeyi taþýdýklarýný ve taþýyabileceklerini de. Gidecekleri yolu bilen bir baþtan yoksun olmadýklarýný da. Taþ atan kollarýn taþýdýðý bilinç ve mücadelede geldikleri düzeyin gayet iyi anlaþýldýðý gibi. Anlamak için biraz dikkat ve enerji yeter. Bizi bu algýlamadan uzak tutan tüm dikkat ve enerjimizi sömüren her þeye karþý durabilmek zorundayýz. Ýnsan kalmanýn ya da kaybettiðimiz insanlýðýmýzý yeniden kazanmanýn bir yolu var.

20

Bahar / Yaz ‘08


İnceleme Özgür Güven

Televizyona Dair Bazı Notlar

erazidere / Davutpaþa’da patlayan havai fiþek imalathanesi ve ayný binadaki buhar kazaný patlamasý sonucunda 23 iþçi hayatýný kaybetti, onlarcasý da yaralandý. Patlamadan hemen sonra televizyonlarýn haber bültenlerinde bu olay kendisine yer buldu, iþçilerin ve geride kalan ailelerinin yaþamlarý dramatize edilerek sunuldu. Tekel iþçileri Ankara’ya gitti, kýþýn ayazýnda basýnçlý sularla ýslatýlýp yerlerde sürüklenince televizyon haberlerinde yer buldu. Oysa tekel iþçilerinin özelleþtirme karþýtý eylemleri uzun bir süredir kesintisiz devam ediyordu. Sosyal sigortalar ve genel saðlýk sigortasý adý altýnda iþçi sýnýfý ve geniþ emekçi yýðýnlara, tüm çalýþanlara karþý bir saldýrý baþlatýldý. Bu saldýrý karþýsýnda iþçi sýnýfý ve emekçiler eylemlerini sokaða taþýyýp yükselttiklerinde ancak “haber” olabildiler. Tuzla tersanelerinde iþ cinayetleri ve tatlý kar sürüyor. Ne zaman ki iþçilerin eylemleri yoðunluk kazanarak iþ býrakma ve gösteriler düzenleme yoluyla sokaða taþtý, iþte ancak o zaman televizyon haber bültenlerine çýktýlar. Ayný þey Kürt halký için de geçerli. Ne zaman ki büyük kitleler halinde sokaða çýkar, yaþamýn “olaðan” akýþýnda sorun yaratýrlarsa, ancak o zaman haber olabiliyorlar. Kaldý ki Kürdistan’daki bu türden eylemlerin çoðu zaman haber olma þansý yine de olmuyor. Eðer alt sýnýflarýn yaþadýðý sorunlar sokaklara taþmamýþsa, bir olay konusu olmamýþsa hiçbir haber deðeri yoktur. Oysa Tekel iþçileri halen iþyerlerini terketmeme eylemlerini sürdürüyorlar. Tuzla’da iþçiler iþ cinayetlerinde öldürülmeye devam ediyor. Týpký Tuzla gibi pek çok iþkolunda bu cinayetler sürüyor. Davutpaþa’daki iþçiler, týpký o patlamadan önceki gibi hiçbir güvencesi olmadan, en aðýr koþullarda 12-14 saat çalýþmaya devam ediyorlar. Üstelik bu sadece Davutpaþa’ya ya da Ýstanbul’a özgü deðil. Büyük kentlerde, metropollerde asgari ücret denen sefalet ücreti geçerli olsa da, taþradaki sanayi kentlerinin hemen hemen hiçbirinde bu ücret dahi uygulanmamakta, 250 YTL gibi bir açlýk ücreti karþýlýðýnda çalýþtýrýlmaktalar. Ýþçi sýnýfý genel olarak bütün Türkiye’de Marx’ýn, Engels’in eserlerinde anlattýklarý 1800’lü yýllarýn koþullarýna benzer koþullarda yaþamakta ve çalýþmaktadýr. Bu en olumsuz koþullarda süren çalýþma, iþ cinayetleriyle iþçilerin yaþamýný bir anda sonlandýrmazsa eðer, onlarý yarý aç yarý tok sürecek uzun ve acýlý bir ölüme mahkum ediyor. Tekelci sermaye, iþçi sýnýfýnýn 150 yýlý aþan mücadeleler sonunda elde ettiði bütün kazanýmlarýna göz dikip gasp ederek, onu yeniden vahþi kapitalist sermaye birikimi çaðýndaki yaþama mahkum ediyor. Bu sefalet içende güvensiz, güvencesiz yaþam ortamýnda iþçi sýnýfý ve emekçilerin gündeme gelmesinin tek yolu kendi eylemleri oluyor. Eylemleriyle gündeme gelmeyi baþardýklarýnda her kanal, bu olayý kendi eðilimine göre yorumlayýp yönlendirerek veriyor. Haber, haber olmaktan çýkarýlýp, insanlara empoze edilmeye çalýþýlan önyargýlarla, fikirlerle verilmeye çalýþýlýyor. Böylelikle sizin gerçeði algýlayýp düþünmenizin önüne geçiliyor. Sizin yerinize düþünenler, gerçeði yorumlayýp çarpýtarak sanal bir gerçeklik yaratýyorlar. Birkaç çarpýcý örnek. 1 Nisan 2008. Yýllarýn “büyük” habercisi Ali Kýrca haber veriyor. Haberin konusu Bestler Dereler’de ordu ile gerilla arasýndaki çatýþmalar. Haberin yeni baþladýðý sýrada 9 gerillanýn öldürüldüðü çatýþmayý, tabi kendi dilinden, buraya yazamayacaðýmýz kadar çirkef biçimde “haber” olarak iletiyor. Aradan yarým saat geçiyor. Yeniden ayný habere

T

Bahar / Yaz ‘08

21

T

ekelci sermaye, iþçi sýnýfýnýn 150 yýlý aþan mücadeleler sonunda elde ettiði bütün kazanýmlarýna göz dikip gasp ederek, onu yeniden vahþi kapitalist sermaye birikimi çaðýndaki yaþama mahkum ediyor. Bu sefalet içende güvensiz, güvencesiz yaþam ortamýnda iþçi sýnýfý ve emekçilerin gündeme gelmesinin tek yolu kendi eylemleri oluyor. Eylemleriyle gündeme gelmeyi baþardýklarýnda her kanal, bu olayý kendi eðilimine göre yorumlayýp yönlendirerek veriyor. Haber, haber olmaktan çýkarýlýp, insanlara empoze edilmeye çalýþýlan önyargýlarla, fikirlerle verilmeye çalýþýlýyor. Böylelikle sizin gerçeði algýlayýp düþünmenizin önüne geçiliyor. Sizin yerinize düþünenler, gerçeði yorumlayýp çarpýtarak sanal bir gerçeklik yaratýyorlar.


opüler kültür, nesneleri, fenomenleri kendi doðal geliþiminden, ortamýndan koparýp soyutlayan, dünü, yarýný olmayan biçimde bugün, bu an haline getirip metafizikleþtiriyor.

P

“son dakika” diyerek dönüyor. Bu kez ölen gerilla sayýsýnýn18’e çýktýðýný bildiriyor ve ekliyor; “þehitlerimizin kaný yerde kalmadý.” 2 Nisan, yine ayný kanal ve yine ayný “büyük” haberci, dünden bu yana Bestler Dereler’de süren çatýþmayla ilgili habere devam ediyor. Bugün (2 nisan) süren çatýþmalarda 7 gerillanýn daha öldürüldüðünü bildiriyor ve ekliyor, toplam öldürülen gerilla sayýsýnýn 16 olduðunu. Oysa birgün önce haberin sonunda verdiði 18 gerilla öldü haberiydi. 7 de 2 Nisan’da, toplam 25 olmasý gerekirken 16. Az önce söyledim, onun çirkef aðzýndan akan sözcükler hakaret içerdiði için aynen aktarmýyorum. Elbette onlar hiçbir zaman gerilla demedi, demez. Devam edelim. 18 artý 7 toplamýnýn 16 olmasý basit bir yanlýþlýk deðil. Týpký Güney Kürdistan’a kýsa süre önce yapýlan 8 gün 8 gecelik sefer sýrasýnda da yaptýklarý gibi, bilerek, isteyerek “imal edilmiþ” haberler. Kendilerinin olmasýný istediði þeyleri, çoðu kez olmuþ gibi haber yapmaktan kaynaklanýyor bu. Tabii bu tür haberlerde, “imalat” sýrasýnda asýl motivasyonlarý þovenizm, Kürt düþmanlýðý, baskýcýlýk, intikam hýrsý ve bütün bunlarýn toplamýna eklenmesi gereken en önemli faktör de sýnýf mücadelesinin bugünkü sert, iç savaþ düzeyindeki seyrinin onlarda yarattýðý devrim korkusu... Sonuçta sýnýf tavrý alýyorlar ve proletaryaya emekçi sýnýflara, ezilen ulusa, birleþik devrimimizin bütün bileþenlerine karþý kendi bulunduklarý konumdan saldýrýyorlar. Bu nedenle, öyle rakamlarla ilgili bir hata deðil, gözü dönmüþ devrim düþmanlýðýyla ilgili bu. Tabii sonuna bir de “þehitlerimiz” vb. ekledin mi, hiç kimse sorgulamaya, þüphelenmeye de cesaret edemez. 30-31 Mart 1 Nisan’da yayýmlanan bir baþka haber. Küba’da cep telefonu, bilgisayar, klima kullanmanýn serbest býrakýlmasý. Bu haberin en çarpýk yorumu TV8’deydi. Tabiî ki bizim denk gelip dinleyebildiðimiz en çarpýk yorum. “49 yýldýr iktidarý elinde tutan Küba diktatörü Fidel Castro, iktidarý kardeþi Raul Castro’ya devrettikten sonra, eski baskýcý yöntemlerle iktidarý uzun süre elinde tutamayacaðýný anlayan Raul Castro, baskýlarý hafifletmeye baþladý. Küba’da artýk isteyen herkes yabancýlarýn iþlettiði otellerde kalabilecek ve yine isteyen herkes cep telefonu, bilgisayar, klima satýn alabilecek....” cümlesi cümlesine deðilse de haber böyleydi. Öncelikle bu habere damgasýný vuran anti-komünizm ve orta sýnýfýn önyargýlarýna seslenmektir. Haber-yorum demek daha doðru elbette. Bunlarýn yanýnda gizlemeye çalýþtýðý þeyler var. Hadi cep telefonunun sýnýrlý kullanýmýný “istihbarat vs.” diyerek kabullense bile, diðerlerini tamamen gizliyor. Cep telefonu resmi iþlemler için kullanýlan bir aletti. Bilgisayar ise okullarda bütün çocuklarýn, öðrencilerin eðitimine ve kullanýmýna açýk olarak vardý. Küba’da eðitimin gerçekten ücretsiz olduðu ve okul çaðýndaki bütün çocuklarýn okula gittiði gözönüne alýndýðýnda, eðitim çaðýndaki bütün çocuklarýn bilgisayarlý eðitimden geçtiði daha açýk anlaþýlacaktýr. Klima neredeyse hiç kullanýlmýyordu. Sadece yabancýlarýn iþlettiði bazý turizm iþletmeleri ve yabancý elçiliklerde. Hatta Fidel’le yapýlan röportajlarda, Fidel’in çalýþma odasýnda bile vantilatör çalýþtýðý açýktan görülüp, biliniyor. Yani Fidel’in çalýþma odasýnda bile klima yok. Belki hastanelerde olabilir. Bunun nedenleri var. Öncelikle 40 yýlý aþan bir süreden beri emperyalizmin Küba’ya uyguladýðý ticari ambargo nedeniyle Küba ekonomisinin ve halkýnýn katlanmak zorunda kaldýðý sýkýntýlar. Bu ambargonun sonuçlarýndan biri, Küba’nýn enerji ihtiyacýnýn karþýlanamamasý oldu. Enerji sýkýntýsý nedeniyle klima, bilgisayar, cep telefonu gibi nesnelerin kullanýmýnda sýnýrlama, planlý ekonominin bir gereði olarak uygulandý. Son yýllarda Küba’nýn Venezuela baþta, Latin Amerika ülkeleriyle geliþen ekonomik sosyal ve çok yönlü iliþkileri nedeniyle, enerji sýkýntýsý önemli oranda giderilebildi. Küba yönetimi, bu geliþmeye baðlý olarak, yine planlý ekonomi gereði bu nesnelerin kullanýmýný serbest býraktý. Bu haber-yorumun gizlemeye çalýþtýðý bir diðer þey, sosyalizm ile kapitalizm arasýndaki temel farklardan birisi. Bilindiði gibi kapitalizmde temel dürtü kardýr. Diðer her þey kar varsa bir anlam taþýr, yeterli kar yoksa o þey de yoktur.

22

Bahar / Yaz ‘08


Sosyalizmde ise temel önerme, halkýn refahýnýn, yaþam standartlarýnýn ve mutluluðunun sürekli ve sýnýrsýz geliþtirilmesine dayanýr. Bu temeller üzerinde bütün toplam toplumsal üretimin, emek ürünlerinin paylaþýmý da birbirinden çok farklý biçimlerde gerçekleþir. Kapitalizmde bütün bir yýl boyunca üretilenlerin çok büyük bir bölümü tekellerin kasalarýna akar. Emekçi sýnýflarýn payýna düþen her zaman sefalettir, yokluktur, yoksunluktur. Marx’ýn söylediði gibi, ulusal gelirdeki her artýþ iþçi sýnýfý ve diðer emekçi katmalarýn daha çok yoksullaþmasý sonucunu verir. Sosyalizmde ise ulusal gelirin artýþý, emek ürünlerinin artýþý, emek verimliliðinin artýþý, halkýn yaþamýna doðrudan katký yapar, yaþam standartlarýný yükseltir. Kapitalizm koþullarýnda burjuvazi, üretim araçlarý üzerindeki özel mülkiyete dayanarak toplam toplumsal üretime daha baþtan el koyarken; özel mülkiyetin olmadýðý sosyalizm koþularýnda, toplam toplumsal üretimdeki her artýþ, bizzat üreticilerin, bütün halkýn yaþam ve geçim araçlarýnda bir yükselme olarak yeniden halka yansýr. Emperyalizmin bütün ekonomik ambargosuna, abluka altýnda tutmasýna ve diðer uygulamalarýna, tehditlerine raðmen, bugün Küba’da yaþanan budur. REKLAMLARDA HAYAT OH NE RAHAT Daha önce popüler kültür üzerine yazýmýzda belirtmiþtik. Popüler kültür, nesneleri, fenomenleri kendi doðal geliþiminden, ortamýndan koparýp soyutlayan, dünü, yarýný olmayan biçimde bugün, bu an haline getirip metafizikleþtiriyor. Þimdilerde TV dizilerine, reklamlarýna bakýlýnca, bunun ne kadar abartýldýðý, hatta ötesine bile geçildiði görülüyor. Bir zamanlar “Brezilya dizileri” diye küçümsenip geçilen zengin-yoksul aþklarý ve bunun varyantlarý üzerine yapýlan diziler, bütün TV kanallarýnýn her birinde üçer beþer boy gösteriyor. Bununla ilgili bir þey yazmayacaðýz. Ama bu diziler arasýnda “Selena”, “Bez Bebek”, “Sihirli Annem” gibi “yerli” yapýmlar, “Smallaville,” “Yýldýz Geçidi”, “Pushing Daloleus” gibi “yabancý” yapýmlar, artýk felsefi olarak metafizik olan bir yana, kelime anlamýyla metafizik (fizik ötesi) bir kurguya dayanýyor. Bu diziler, filmler, bilimi, bilimsel olaný bir kenara itiyor, yok ediyor. Hem de buna bilim-kurgu diyenler bile bolca bulunuyor. Çizgi film tarzýndakiler bir yana, gerçek olanla kurgu olan birbirine karýþtýrýlýp gerçek yok edilerek veriliyor, toplumun geleceði olan çocuklar daha þimdiden gerçek hayattan koparýlmaya çalýþýlýyor. Diziler, filmler bir yana, reklamlar bu konuda çarpýcý olgular içeriyor. Öyle her reklamý teker teker ele almaya ne imkanýmýz var ne de Önsöz’ün buna ayýracak yeri var. Ama birkaç örnekle deðinmek gerekiyor. Reklam sektörü, popüler kültürün en çarpýcý, en açýk kullanýldýðý bir sektör. Bu sektör, tanýtýmý yapýlan nesnenin en çarpýcý, en kolay ve akýlda kalýcý biçimde göze batýrýlmasýný ve tüketiciyi cezbetmesini amaçlar. Bu nedenle her yol meþrudur. Ýþte birkaç örnek. Belirli bir marka meþrubat içerseniz, her an vamp ve güzel bir kadýn sizi yolda durdurup öpebilir. Giysisi bir trafik polisini çaðrýþtýrsa da daha çok sado-mazo sapkýnlýk göndermeleri barýndýrýr. Ve reklamlarýn büyük çoðunluðunda kadýn vücudu bir metadan öte bir þey ifade etmez. Delikanlýlýk, ergenlik çaðýnda, sakallarý yeni yeni çýkmaya baþlamýþ bir gençsiniz. Marketten markasý belirli bir çubuk kraker alýn, dýþarýya çýkýp sýrtýnýzý bir duvara dayayýn. Keyifle, krakerinizden çýtýrtýlar çýkararak yemeye baþlayýn. O ritmik kraker çýtýrtýsýnýn çekimiyle güzeller güzeli bir kadýn bu ritme uygun olarak önümüzde göbek dansý yapmaya baþlayacaktýr. Ya da elinize belirli bir marka bisküvi alýn, elinde çay fincaný olan civardaki güzel kadýnlarý bir mýknatýs gibi üzerinize çekecektir. Bir poþet çay, aromatik bir kahve ya da bilmem ne marka kablolu TV abonesi olmak, civardaki güzel kýzlarýn size koþmasý için yeterli olacaktýr. Mesela ne kadar þapþal da olsanýz, hatta çirkin bile olabilirsiniz, markasý belirli bir losyon, parfüm, pek çok güzel kadýnýn olur olmaz yerde size sarýlmasýna, hatta baþtan çýkarmasýna yetecektir.

Bahar / Yaz ‘08

23

eklam sektörü, popüler kültürün en çarpýcý, en açýk kullanýldýðý bir sektör. Bu sektör, tanýtýmý yapýlan nesnenin en çarpýcý, en kolay ve akýlda kalýcý biçimde göze batýrýlmasýný ve tüketiciyi cezbetmesini amaçlar. Bu nedenle her yol meþrudur.

R


SUSUZUKLUK HERŞEYDİR

İMAJ HİÇBİR ŞEY

Ýki genç -haliyle biri kýz diðeri erkek- ellerinde býçaktan daha keskin cep telefonlarýyla, flamenko dansçýlarýndan daha usta biçimde vahþi ve çekici bir dans-kavga yapabilirler. Veya her kar yaðýþýnda yollarý kapanan, evlerinden dahi çýkamayan köylülerin kapýsýna arý kýlýklý çocuklar cep telefonlarý býrakýr. Köylüler arý çocuklarýn markasý olan cep telefonlarý sayesinde hem uzaklardaki yakýnlarýyla, hem de köy içindekilerle ve hatta yatak odasýnda karý-koca birbirleriyle iletiþim kurabilirler. Giyim maðazalarýndan, alýþ-veriþ merkezlerinden, benzin istasyonlarýndan o kadar çok bonus, o kadar çok çip para toplarsýnýz ki, hayatýnýzda ihtiyaç duyabileceðiniz her þey bedavaya gelir. Evlenmeye mi karar verdiniz, kolay. Ya “iyi ki ona rastlarsýnýz”; ya da eski mobilyanýzý, beyaz eþyanýzý verir, derhal yenisini alýrsýnýz. Hatta ev konusu bile kolaydýr. Hemen bir bankaya koþarsýnýz, o da derhal sizin yerinize bir ev alýr. Hatta bankaya kadar gidip yorulmanýza bile gerek yoktur. Açýn bilgisayarýnýzý, ya da parkta bir banka oturup laptopunuzu, bu iþi internet üzerinden internet bankacýlýðý yoluyla halledin gitsin. Salonunuzda, evinizde lazým olan halýlar zaten sudan ucuz. Üstelik müzik ve televizyon piyasasýnda en geçerli yýldýzlarýn pazarladýðý bu rengarenk, desen desen halýlarý onlarýn elinden alýrsýnýz. Bazý halýlar o kadar muhteþemdir ki, eþinizi bir kenara býrakýr halýya sarýlýp dans eder, yatarsýnýz. Buzdolabýnýz kendi kendine dolar. Öylesine teknoloji harikasýdýr ki, mutfaðýnýzýn deðiþik yerlerine parçalar halinde yerleþtirilebilirler. Böylelikle o güreþ sahasý kadar geniþ mutfakta yer de iþgal etmezler. Size de yemek yaparken dans edecek yer açýlýr. Bulaþýk makinesi o kadar maharetlidir ki, mutfaktaki bütün bulaþýklar kendiliðinden sýraya girip makineye koþarlar. Bu kadar deðil elbet. Ýçi o kadar geniþtir ki, neredeyse bir restoranýn bulaþýklarýný alabilir. Ayrýca bu kadar çok bulaþýðý su, elektrik deterjandan tasarruf ederek çok da ucuza yýkarlar. Evdeki eskisini atýp yenisini alsanýz bile kýsa sürede kara geçersiniz. Ha keza çamaþýr makinesi de öyle. Üstelik beyazlarla renklileri birlikte yýkar ve daha siz kapaðýný açar açmaz kurumuþ biçimde çýkmasý bir yana ütülenmiþtir bile. Alýr giyersiniz. Böylece eðlenmek için kendinize daha çok zaman ayýrýrsýnýz. Ýþten çýktýnýz eve gidiyorsunuz. Ve tabii cinsiyetçi rol unutulmaz. Kadýnsýnýzdýr. Arabanýzda giderken hemen cep telefonundan komutlarý verirsiniz, evdeki fýrýn yemeði piþirmeye, ocak tenceredeki çorbayý hazýrlamaya baþlar. Hatta banyonuzdaki suyun ýsýsýný bile siz yoldayken ayarlarsýnýz. Yalnýz bu reklamlý hayatta en önemli kýsým yoktur. Ýstanbul, Ankara gibi metropollerin orta sýnýflarýna hitap ettiði halde trafik yok sayýlmýþtýr. Neyse, artýk bu kadar kusur her reklamda olur. Ayrýca bu kadýnlarýn iþyerlerinde üçü birarada kahveler içip dedikodu yapmaktan baþka iþi de yoktur! Çocuðunuz mu oldu. O ne ala. Hemen bir bankaya-sigorta þirketine koþun. Zaten ikisi bir aradadýr. Yavrunuzun geleceðini düþünerek bir hesap açýn ona. Tabii hazýr oradayken eðitim, saðlýk gibi akla gelen gelmeyen bilumum konularý kapsayan bir sigorta yaptýrýrsýnýz, elbette hayat sigortasýný da unutmazsýnýz. Yeni doðmuþ bebenizin poposuna baðladýðýnýz bez markasý onu öylesine mutlu eder ki, bütün gece uyur, sizi rahatsýz etmez. Uyanýkken de hep gülücükler saçarak sizi mutlu eder. Bebeniz biraz büyüsün, siz bu bezlerin marifetini asýl o zaman görürsünüz. Mesela içinde 4-5 bebenin oynadýðý su havuzuna girsin, bezi öyle emicidir ki, havuz dolusu suyu emer. Diðer bebelerin þaþkýn ve kýskanç bakýþlarý altýnda, sizin bebeniz o belirli marka bezle poposu baðlý olduðu için büyük bir mutluluk içinde, ve bezi bir havuz dolusu suyu emdiði halde kupkuru poposuyla kalkýp gider. Mevsim nedeniyle havada mikroplar, bakteriler mi var. Ya da çevrenizde grip olmuþ öksüren aksýran insanlar. Hiç önemli deðil. Çocuðunuza yedirdiðiniz mama öyle bir markadýr ki, bebeðinizin baðýþýklýk sistemini güçlendirmiþ, onu çepeçevre sarýp, korumaya almýþtýr. Bilim-kurgu filmlerindeki koruyucu enerji kalkanlarý gibi, ona zarar verebilecek hiçbir mikroorganizmanýn yanýna yaklaþmasýna izin vermez. Ve siz reklamlarda mutlu, mesut, bahtiyar yaþamaya devam edersiniz. Gerçek hayat mý? Boþverin caným. Siz dizilerin, filmlerin, reklamlarýn en heyecanlý yerini kaçýrmayýn. Bu arada gerçek yaþamý ýskalamýþsýnýz, ne gam.....!

24

Bahar / Yaz ‘08


İnceleme

Bir Burjuva Klasiði Kara Propaganda

HATIRLA SEVGÝLÝ Helin Su 006 yýlýnda ATV’ de yayýmlanmaya baþlanan Hatýrla Sevgili” adlý dizi, kýsa bir süre sonra geniþ bir izleyici kitlesine ulaþtý. Bu dizi Genelkurmay baþkaný Yaþar Büyükanýt’ýn “Bizim de bir Holywood ihtiyacýmýz var” sözlerinden sonra, çoðalan devlet-mafya-terör dizilerinden farklý olarak, geçmiþin önemli toplumsal olaylarýný “sol”dan bir bakýþla ele alýyor, “eski solcu” dizi ekibinin sözleriyle “geçmiþe ýþýk tutmaya”, “silinmeye çalýþýlan toplumsal belleði uyandýrmaya” uðraþýyordu. Dizi 1960’lardan itibaren, büyük bir aþk hikayesinin etrafýnda geliþen politik süreci, darbeleri, bu darbelerin toplumda yarattýðý tahribatlarý iþliyordu. Dolayýsýyla bu dizinin emekçi kesimler ve solcular arasýnda yanký uyandýrmamasý imkansýz oldu. Geçmiþ tarihsel olaylardan bahsedilirken, “Hatýrla Sevgili’nin þu bölümünde anlatýldýðý gibi” cümleler sýkça duyulmaya, henüz 15-20 yaþlarýnda olan genç kuþaðýn, Deniz Gezmiþ ve yoldaþlarýný, genel olarak ise devrimcileri, bu diziyle tanýyýp Denizler gibi olmaya büyük bir eðilim göstermeye baþladýklarý söylenir oldu. Bu dizi o kadar etkiliydi ki, Deniz parkalarýna ilgi müthiþ artýyor, Deniz Gezmiþ ve yoldaþlarýna dair yazýlara, resimlere, kitaplara büyük bir talep oluyordu. Hatta saðcý görüþlere sahip olduðu söylenen, dizide de Deniz Gezmiþ’i canlandýran oyuncu bile dizi sayesinde sola meylediyordu. Geçmiþin birden bire aydýnlanmasýnýn, Deniz Gezmiþ gibi devrim önderlerine ve genel olarak devrimciliðe sempatinin bu kadar artmasýnýn nedeni bu diziydi! Demek ki, 40 yýlý aþkýn bir süredir burjuvaziye karþý sert bir mücadele veren proletarya ve emekçi halklarýmýzýn tarih bilincinin aydýnlanmasý ve içlerinde devrimcilere karþý bu kadar büyük bir sempati uyanmasý için gereken tek þey, burjuva medyanýn böyle bir dizinin yapýlmasýný saðlamasýymýþ! Böyle demek, elbette yalnýzca ülkelerimizde deðil tüm dünyada yaþadýðýmýz büyük devrimci dönüþüm sürecinin farkýnda olamayacak kadar politik körlüðe batmýþ, baþýný kuma gömüp, gövdesini açýkta býrakmýþ deve kuþlarýnýn iþidir. Devrimci proletarya ise, bir düþmaný olduðunu ve bu düþman sýnýfýn onun mücadele tarihinin içini her gün bin bir yolla boþaltmaya, çarpýtmaya çalýþtýðýný unutmuyor. Bütün devrimci süreçlerde, iç savaþýn en keskin dönemeçlerinde, bu sýnýfýn kendi deðerlerine, tarihine karþý en yoðun saldýrýya geçtiðini unutmuyor. “Hatýrla Sevgili” devrimci proletaryaya bunun böyle olduðunu bir kez daha gösteriyor.

2

Hatýrla Sevgili’nin Unutturmaya Çalýþtýklarý Öncelikle sorulmasý gereken soru þudur: Böyle bir dizinin ülkelerimiz iç savaþýn daha da keskinleþtiði; burjuva sýnýfýn tarihinin en büyük ekonomik ve politik krizine sürüklendiði, “ayaklarýn baþ olmasýndan” duyduðu korkusunu itiraf ettiði; emekçilerin kapitalist sisteme karþý öfkelerinin en üst düzeye çýktýðý bu büyük devrimci dönüþüm sürecinde, böylesine “solcu” bir dizinin, burjuva tekeller tarafýndan finanse edilmesi ve RTÜK’ün gazabýna uðramadan iki yýldýr sürmesi bir tesadüf müdür? Burjuva sýnýf, kendi eliyle, kendine karþý savaþa giriþecek proletarya, emekçiler ve gençliðe, devrimcilerin propagandasýný yapacak kadar þuursuz, kendinden geçmiþ bir halde midir? Elbette deðil. Proletarya, her büyük altüst oluþ döneminde geçmiþ tarihini ve deneyimlerini

Bahar / Yaz ‘08

25

K

ara propaganda, kaba bir kötüleme, karþý çýkma deðildir. Karþý çýktýðýn þeyi, onun varlýðýný kabul ederek, hatta ona olan sempatiyi haklý gördüðünü göstererek, inceden inceye bir propagandayla onu özünden uzaklaþtýrmaktýr. Burjuva sýnýfýn týpký Che’yi savaþçý, kapitalizmle uzlaþmaz devrimci özünden uzaklaþtýrýp, onu yalnýzca “romantik bir hümanist”e indirgemeye, yalnýzca bir marka nesnesine dönüþtürmeye çalýþmasý gibi. “Hatýrla Sevgili”de böyle bir propaganda biçimi üzerine kuruludur.


öðrenmeye koyulur. Bu, eylemin yönünü, tarihin yönünü kavrama ve bu yönde hareket etme istemidir ayný zamanda. Emperyalist-kapitalist sistemin tüm dünyada yýkýlýþý yaþadýðý, emekçilerin dünyanýn her köþesinde anti-kapitalist ayaklanmalara giriþerek, yüzlerini sosyalizme döndüðü bu yeni evrede, proletarya ve emekçi halklar, bu çabalarýný da en üst düzeye yükseltmiþ durumdalar. Komünist Manifesto’nun yeni binyýlýn baþýndan itibaren bütün baskýlarýnýn yok satmasý, dünyanýn her yerinde Che bayraklarýnýn dalgalanmasý, devrim kahramanlarýnýn yaþamlarýna duyulan ilginin artmasý, devrimci eylemlerin, devrimci sanatýn geniþ emekçi kitleleri kendine çekmesi vs. bütün bunlarýn hepsi, bu büyük devrimci dönüþüm sürecinin kýyýya vuran dalgalarýdýr. Burjuva sýnýf, bu býçak sýrtýndaki durumunun tamamýyla farkýnda. Bu nedenle bedenini ne yaparsa yapsýn yok edemediði, ilerleyiþini durduramadýðý komünizmin o canlý ruhunu öldürmek için, proletaryanýn mücadele tarihini çarpýtmaya ve bu tarihin cisimleþtiði devrim kahramanlarýnýn yaþamlarýný ve mücadele anlayýþlarýný, kendisi için zararsýz bir hale getirmeye uðraþýyor. Ýþte bu noktada da kara propaganda devreye giriyor. Kara propaganda, kaba bir kötüleme, karþý çýkma deðildir. Karþý çýktýðý þeyi, onun varlýðýný kabul ederek, hatta ona olan sempatiyi haklý gördüðünü göstererek, inceden inceye bir propagandayla onu özünden uzaklaþtýrmaktýr. Burjuva sýnýfýn týpký Che’yi savaþçý, kapitalizmle uzlaþmaz devrimci özünden uzaklaþtýrýp, onu yalnýzca “romantik bir hümanist”e indirgemeye, yalnýzca bir marka nesnesine dönüþtürmeye çalýþmasý gibi. “Hatýrla Sevgili”de böyle bir propaganda biçimi üzerine kuruludur. Emekçiler Deniz Gezmiþ ve yoldaþlarýna ilgisini “Hatýrla Sevgili” ile oluþmadý. Onlar Denizlerin kavgalarýný ve yaþamlarýný bir efsane gibi, kuþaktan kuþaða aktardýlar. Çocuklarýna Deniz, Yusuf, Mahir, Ulaþ, Cihan dediler. Bu çocuklar da içlerinde devrime sempati filizleriyle büyüyüp, belli bir yaþtan sonra, kendi koþullarýnda, kendi kavgalarýný vermeye baþladýlar. Emekçiler Denizlere böylesine içten bir sevgi duyarken, kapitalist sisteme karþý öfkeleri bu kadar büyükken, burjuvazi elbette direk Denizleri kötüleyerek bir karþý propagandaya giriþse, emekçiler daha ilk anda kulaklarýný týkayacaklardý bu saçmalýklara. Burjuvazi için de iþin püf noktasý bu oldu. Bir yandan, Deniz Gezmiþleri anmak için Ayýþýðý Sanat Merkezi’nin, 4 Mayýs’ta Kadýköy’de düzenlemek istediði mitingi, “suçu ve suçluyu övmek”ten yasaklarken; Adana’da, 70 yaþýndaki bir anayý, ölümsüzleþen oðlunun mezarýný ziyaret ettiði için yine ayný nedenle yargýlarken; Mücadele Birliði dergisine ölüm orucu eyleminde ölümsüzleþen Sibel Sürücü’nün anma haberlerini yayýnladýðý için bir aylýk yayýn yasaðý verirken; nasýl oluyor da devrimcilere karþý sempati uyandýrdýðý söylenen bu dizi, hem de burjuva sýnýf tarafýndan finanse edilerek, bu “suçlularý” övebiliyor? Bu “övgü” nasýl bir övgüdür? Þöyle: Denizler, soylu amaçlarý olan iyi insanlardý. Toplumun onlar gibi bilgili, cesur, hümanist insanlara ihtiyaçlarý vardý. Ama onlar, kendilerini hýzla ölüme götüren yanlýþ bir yolu “zora dayalý devrim” anlayýþý yolunu seçtiler. Bu yolu seçmeyip de hayatlarýný tez elden heba etmeselerdi þimdi topluma daha faydalý olabilir, mesela parlamento içinde yer alarak bu sistemin bozukluklarýna karþý burada mücadele edebilir, seslerini daha çok insana daha uzun süre duyurabilirlerdi! Tamam sistem bozuktu ama bu bozukluklarý, demokratik muhalefet kanallarýný kulla-

26

Bahar / Yaz ‘08


narak düzeltmeye çalýþabilirlerdi. Çalýþmalýydýlar da… Þimdilerde reformistlerin ve döneklerin sýkça söyledikleri gibi, “yaþasalardý parlamentoda olurlardý!” Bu birincisi… “Denizler bir kiþi bile öldürmemiþken asýlmalarý haksýzlýktý.” Pek çok insan bu diziyi izledikten sonra bu yorumda bulundu burjuva propagandanýn yönlendirmesiyle. Bu tersten þu anlama gelir, eðer Denizler, burjuva sýnýfýn hizmetindeki tek bir kiþiyi bile öldürmüþ olsalar, bu devlet Denizleri asmakta tamamen haklý olacaktý! Yani Denizler, “zora dayalý devrim” anlayýþýyla, silahlý bir örgütü, THKO’yu kurmuþ olsalar da, aslýnda, burjuva güçlerle silahlý bir çatýþmaya girmemiþ, son derece barýþçýl, iyi çocuklardý. Tersi durumda elbette devlet, bu kiþileri, kendi sistemini yýkmaya yönelenleri öldürme haklýlýðýna sahipti. Bu ikincisi… Denizler aslýnda hasbehas Atatürkçüydü. Emperyalizme karþý ülkelerinin baðýmsýzlýðýný savunan vatanseverlerdi. Elbette bu vatanseverliðin içine, kendi milli burjuvalarýný savunmak da giriyordu. Yani büyük emperyalistlerin sömürüsüne karþýyken, kendi ülkelerinde kapitalist sýnýfla uzlaþma içindeydiler. “Tam baðýmsýz Türkiye!” sloganýnýn sýkça duyulduðu dizide, Deniz Gezmiþ’in idam sehpasýnda haykýrdýðý, “Yaþasýn Marksizm-Leninizmin Yüce Ýdeolojisi”, “Yaþasýn Halklarýn Birlikte Mücadelesi” sloganlarý sansür duvarlarýný bu nedenle geçemedi. Denizlerin sosyalizm için, sistemle tam bir kopuþ yaþayarak çýktýklarý devrim yolu, dizide sessiz sedasýz kapitalizm içi çözüm yollarýna dönüþtürülüyordu. Bu üçüncüsü… Denizlere duyulan sevgi ve hayranlýðý 40 yýldýr yok edemeyen burjuvazi Denizlerin çýktýðý devrim yolunun yönünü, reformist bataklýða giden bir yol gibi çizmeye çalýþarak, Denizlerin o capcanlý komünist ruhunu, bu alçakça kara propaganda ile öldürmeye çalýþýyor. Ama burjuva sýnýfýn talihsizliði, tarihinin sonuna gelmiþ, çöken bir sýnýf olarak, artýk onu hiçbir gücün kurtaramayacak olmasýdýr. Öyle ki bu kara propagandayý bile eline yüzüne bulaþtýrýyor. Bu diziyle birlikte Denizleri ve genel olarak devrimcileri duymamýþ olan ne kadar genç bir kesim varsa, bunlar da bu sayede Denizleri merak ediyor ve bu tarihi kendi kanallarýndan öðrenmeye yöneliyor. Bu yönelim onlarý, burjuvazinin yalan ve çarpýtmalarýndan sýyrýlmalarýný saðlayarak gerçeðe, devrimci proletaryanýn gerçek tarih bilgisine ulaþtýrarak bir yol çiziyor. Burjuva sýnýf yine, emekçilerin üzerine doðrulttuðu silahla kendini vuruyor. “Hatýrla Sevgili” istediði kadar unutturmaya ve çarpýtmaya çalýþsa da nafile… Devrimci proletarya, mücadele tarihine ve kahramanlarýna sahip çýkarak, o büyük devrim yürüyüþünü güçlü adamlarla sürdürüyor.

27‘08 Bahar / Yaz


İmgeleme Ruhan Mavruk

TOPLUMCU ŞİİRİMİZ VE YENİLEŞME*

anat, doðaya baþkaldýrma kararýmýzýn bir belirtisidir. Atalarýmýzýn maðara duvarlarýna ilk resmi çizdiði gün insan özgürlüðünün baþlangýç tarihidir. Sanat yapýtýnýn gerçekleþmesi için üç evre gerekir. Birinci evre akýp giden yaþamýn içinden sanatýn hammaddesini çözüp alabilmektir. Bunun için sanatçý bireyin, emekten ve insandan yana bir ideolojisi ve bunun altyapýsýný oluþturan tarihi, felsefi, psikolojik bir birikimi olmalýdýr. Gözlem ve sorgulamayý içeren bu evrede sanatçý evrensel gerçeði yakalamak ve hayatýn anlamýný keþfetmek için sürekli sorular sorar. Altý yoklanmadýk taþlarý kaldýrýp fundalýklarýn arasýna, yüksek daðlarýn ardýna bakar. Ýkinci evrede somuttan aldýðý bu hammaddeyi kendi soyutundaki karmaþýk mekanizmalarla iþler. Dil hünerleri, imgelem oluþturma, ironik bakýþ açýsýyla yeniden yaratma hep bu estetik gerçeklik aþamasýnda var olur. Estetik aralýk en çýlgýn düþünceye de en katý mantýða da yer verir. Çok geniþ, çok derin ve zorlu bir alandýr bu. Yaþamýn gerçekliði estetik aralýktan geçmeden sanatýn gerçekliðine dönüþemez. Burada sanatsal emeðin deðeri gündeme geliyor. Üçüncü evrede sanatsal yapýta dönüþmüþ yaþamýn gerçekliði somuta dökülür ve insana ulaþtýrýlýr. Bu dönem insandan, emekten yana sanatçýlar için günümüzde en zor olanýdýr. Yayýn, tanýtým ve daðýtým tekellerinin önümüze koyduðu engeller düþünüldüðünde nasýl çepeçevre kuþatýldýðýmýz anlaþýlmaktadýr. Gerçek sanatçý bir savaþçý gibi tüm bunlarý göze alarak akýl, cesaret ve arayýþ zýrhlarýný kuþanýr çýkar yola, elit olmak için de hiçbir zaman egemenlere ödün vermez. Çünkü özgürlüðün kýzýdýr þiir. Modernite hem özde hem içerikte olmalýdýr. Deðiþen, karmaþýklaþan, bir yandan da emperyalizmin diretmeleriyle ‘taþlar arasýna sýkýþmýþ otlar gibi zorlukla soluk alan’ yaþamýn istemlerine göre öz de deðiþir.

S

Biçimde ise yeni arayýþlar içindedir. Ýroni, imgelem, eðretileme, dýþa vurum gibi tüm tekniklerden kök alýr. Sözcükler demedi iyice büyümüþtür artýk. Dilbilim, düþ, gerçek, özgürlük olmadan þiir olmaz. Çýlgýnca, sonsuza açýlan bir arayýþtýr þiir, halklarýn acýlarýný göz ardý etmeksizin... Bu arayýþ olmazsa yeni toplumcu þiir de olmaz. Bankalarýn, holdinglerin yayýn organlarýndan alabildiðince kaçmaktýr þiir. Çünkü direniþ ve cesaretin çocuðudur ayný zamanda. Temaya gelince bireysel ve toplumsal olan diyalektik bir bütünlük içindedir. Þiir varsýllýðýmýz, yoksulluðumuz, yenilgimiz ve utkumuz, korkumuz ve cesaretimiz, yalnýzlýðýmýz ve çoðulluðumuz, kýsacasý her þeyimizdir. Feodal tutkular ve erdemlerden geçe geçe ulaþtýðýmýz gerçek erdemlerimiz ve tutkularýmýzdýr. Yaþamla ölüm arasýndaki sonsuz ayrýntýlardadýr þiir. Proleter aydýnlardan halk kitlelerine ulaþan felsefe, dil, etik ve estetiktir. Onurluca, edebiyat tarihinden silinmeyi ve yok olmayý göze alabilmektir gerektiðinde. ‘Uyandýðýnda tarih / imge edim olur / þiir davranýr / eylem olur þiir / düþlerine layýk olmaya çalýþ’ diyen yüreðidir Octavio Paz’ýn... Nicelerini tanýrým, tek bir þiiri bile ‘büyük þair’ diye ortada dolananlarýn birçok þiirinden daha ‘büyüktür’. Kimileri ‘dýþlanmýþlar’ diye söz eder bu insanlardan, kimileri ise sarýlýp kucaklar. Çünkü hayatýn anlamýný çoðaltmak ve insaný yalnýzlaþtýrmamak için sadece panellerde deðil, miting alanlarýnda, sokaklarda da yaný baþlarýndadýr o. Önsöz ve sonsöz olarak; þiiri, cesareti ve aþký iyi tanýyýn. Onlar olacak önümüzdeki fýrtýnalý, karanlýk yollarda yakacaðýmýz meþale: ‘Hiçlendikçe çoðalýr Ýçlendikçe kendiyle barýþýr þiir...’ * İzmirde düzenlenen “Uluslararası İzmir Şiir Buluşması”nda yapmış olduğu konuşmanın tam metnidir.

28

Bahar / Yaz ‘08


İnceleme

Sabahattin Ali

Atila Oğuz “Beni en güzel günümde Sebepsiz bir keder alýr. Bütün ömrümün beynimde Acý bir tortusu kalýr.” Geçmiþ zaman her zaman hüzünlendirir insaný nedense… beþ bin yýl öncesinin bir hikayesi, elli yýl öncesi ya da on yýl hiç fark etmez, aramýzdan kopartýlanlarý asla unutamaz ve kabullenemeyiz. Hele bu ayrýlýðýn sebebi hunharca iþlenmiþ bir cinayetse. Hep yüreðimizi daðlar durur. Bir þeyler yapamadýðýmýz zaman ise içimizdeki sýkýntý artar ve insanda bir þeyler yapma isteði uyanýr. Çünkü ortadan yalnýzca bedeni kaldýrýlmýþtýr. Asýl onu öldürmenin unutmak olduðunu bilince çýkarýnca yeni bir umut ýþýðý yanar. Þimdi umudu kanatlandýrýp yeniden yayma zamanýdýr. Bir insanýn yaptýklarýndan dolayý öldürülüp ortadan kaldýrýlmasýnýn temel nedeni onu kitlelerden ayýrmak, düþünsel baðýný kesmek, tam anlamýyla söylersek unutturmaktýr. Bunun da baþarýlýp baþarýlamadýðý kiþinin ardýllarýnýn tutunacaðý tavýrda saklýdýr. Öldürülen kiþinin yarým kalan þarkýsý dillendirilmeye devam edildiði sürece o kiþi yaþar. Evet, Sabahattin Ali gibi birçok aydýnýmýz katledildi ve katlediliyor. Sabahattin Ali, ezilen, sömürülen Anadolu insanýný romanlarýna ve öykülerine taþýmýþ, onlarýn dünyalarýný iþlemiþtir. Ýkinci emperyalist paylaþým savaþýna karþý çýkmýþ, faþist ideolojiyle hesaplaþmýþ ve anti-demokratik uygulamalara karþý çýkmýþtýr. 25 Þubat 1907’de Eðridere’de doðan Sabahattin Ali, Ayvalýk nüfus kütüðüne kayýtlýdýr. Çocukluðu Edremit, Çanakkale ve Üsküdar’da geçer. Ýlk þiirini 1927 yýlýnda yayýmlar. 1928 yýlýnda öðrenim için Almanya’ya gider ve iki yýl sonra yurda döner. Bursa-Orhaneli’de öðretmenliðe baþlar. Daha sonra Aydýn Ortaokulunda Almanca öðretmenliði yapar ve orada Komünizm propagandasý yaptýðý gerekçesiyle sorgulanýr ve tutuklanýr. Aydýn cezaevinde kalýr bir süre ve burada yazacaðý öykü kahramanlarýyla tanýþýr. Tahliye olduktan sonra Konya Ortaokuluna atanýr ve yazdýðý bir hicviyesi nedeniyle tekrar tutuklanýr. Yargýlanýr ve on dört aya mahkum olur. Konya cezaevinden sonra, hepimizin ezbere bildiði “Aldýrma gönül aldýrma”yý yazacaðý Sinop cezaevine sürgün edilir. Sinop Cezaevinde kimler kalmadý ki, Hasan Hüseyin Yalvaç’ýn Hapishaneden Ölüme Yol Gider adlý yazýsýndan, Sinop cezaevi konuklarýna bir bakalým. “Refi Cevat (Gazeteci), Refik Halit Karatay (yazar), Mustafa Suphi (TKP Sekreteri), Hüseyin Hilmi (Sosyalist Fýrka), Burhan Felek (Gazeteci), Osman Cemal Kaygýlý (Yazar), Zekeriya Sertel (Gazeteci), Ahmet Bedevi (devlet adamý ve yazar), Kerim Korcan (Yazar)” ve adýný yazamadýðýmýz nice isimsiz kahraman… Karadeniz’in azgýn dalgalarý vurur Sinop zindanýnýn duvarlarýna ve Sabahattin Ali’nin imgeleri yýrtar zindanýn kalýn surlarýný, buluþur yüreði yanýk Anadolu insanýyla, “Dýþarda mevsim baharmýþ, gezip dolaþanlar varmýþ,

Bahar / Yaz ‘08

29


günler su gibi akarmýþ, geçmiyor günler, geçmiyor.” Sabahattin Ali’nin imgeleri isyana dönüþür. “Dertlerin kalkýnca þaha / Bir küfür yolla Allaha / Görecek günler var daha / Aldýrma gönül aldýrma…” Sabahattin Ali, Sinop zindanýndan Onuncu Yýl affýyla tekrar serbest kalýr. Milli Eðitim Bakanlýðýnda memurluða baþlar ve çeþitli dergilerde yayýmlanan þiirlerinden ilk kitabýný “Daðlar ve Rüzgar” 1934’te yayýmlar. Daha sonraki baskýlarýnda “Kurbaðanýn Serenadý ve Öteki Þiirleri” de eklenir. Þiirlerinin bir kýsmýný þarký olarak dinliyoruz. Aldýrma Gönül Aldýrma, Geçmiyor Günler Geçmiyor, Melankoli, Çocuklar Gibi, Mayýs Aylarýn Gülüdür gibi. Sabahattin Ali kýsa ömrüne raðmen, daha doðrusu kýsaltýlan ömrüne raðmen edebiyatýmýza roman, öykü, þiir adýna çok zengin eserler verdi. Ben bütün eserleri üzerine durmayacaðým, þiirlerini irdelemeye çalýþacaðým. Sabahattin Ali’nin þiir serüveni edebiyata baþlamasýyla baþlar ancak edebiyatta baþat olmaz þiirleri ve Sabahattin Ali daha çok roman, öyküleriyle tanýnýr. Ancak S. Ali’nin þiirlerini daha çok þarkýlarda duyarýz ve birçoðumuzun da ezberindedir bunlarýn çoðu. S. Ali þiirlerini hece ölçüsüyle yazdý ve bundan dolayý da çok rahat bir þekilde bestelendiler. Þiirlerinde aðýrlýklý olarak kiþisel duyuþlarý irdeler ve çok baþarýlý eserler üretir. Þiirlerinde acý, hüzün, sevip de sevilmeme ve daðlar önemli bir yer tutar. Daðlara olan bu tutku belli ki þehir hayatýnýn, sistem baskýsýnýn daha fazla hissedilir olmasýndan mý kaynaklanýr ve bundan dolayý mý daha güvenli gördüðü daðlarý mesken edinir dizelerinde bilinmez... Hapishane þarkýlarý S. Ali’nin þiirlerinde önemli bir yer tutar, bunun nedeni, onun, o kýsa ömrünün çoðunu zindanlarda ve sürgünlerde geçirmesidir. Büyük bir ustalýkla iþler hapishane yaþamýný þiirlerinde. Kýsa bir örnek; “Göklerde kartal gibiydim / Kanatlarýmdan vuruldum / Mor çiçekli dal gibiydim / Bahar vaktinde kýrýldým.” Bu dizeden de anlaþýlacaðý gibi hapisliði çok iyi imgeliyor ve adeta genç ölümünü ve günümüzde hapishanelerde katledilen nice devrimciyi anlatýr gibidir. S. Ali’nin þiirleri yazýmýn baþýnda da dediðim gibi kiþisel duyuþ aðýrlýklýdýr. Bu kiþisel duyuþu, zaman ve mekanlarý farklý olsa da güncelliklerini ilk gün gibi koruyorlar. Öyle olmasaydý hala dilimizde onun sözlerinden oluþan þarkýlar olur muydu? Sabahattin Ali, “Köprünün Çocuklarý” þiirinde toplumsal tema olarak çocuklarý iþler ve bir aydýn sorumluluðuyla imgeler þiirini ve aðýrlýklý olarak düz yazý ve serbest þiire kayar, yine de 14’lük hece ölçüsüyle yazýlmýþtýr. Sabahattin Ali, toplumcu gerçekçi bir perspektif-

le örmüþtü roman ve öykülerini. Gerici sisteme karþý koyup, aydýnlýðý, eþitlikçi bir dünyayý savunduðu içinde öldürüldü. 1948 Mayýs ayýnda Üsküp-Zazara bölgesindeki ormanlýk alanda cesedi bulundu. Yok sayýlmak istendi ama o yok edilemedi. S. Ali’nin þiirleri þarkýlaþarak yediden yetmiþe kadar herkesin dilinde söylenir oldu. Ve söylenmeye devam edecek. “Görmesen bile denizi / Yukarýya çevir gözü / Deniz gibidir gökyüzü / Aldýrma gönül aldýrma” AHMET TELLÝ’NÝN ÞÝÝRÝNE DAÝR Ahmet Telli’nin ilk þiirleri (1966-1976) yýlýnda yazýlmýþ ve 1979 yýlýnda “Yangýn Yýllarý” adý altýnda kitaplaþtýrýlmýþtýr. Telli’nin “Yangýn Yýllarý” adlý kitabýndaki þiirleri açýktan bir meydan okuyuþla baþlar. Bu ilk dizelerden de anlaþýlacaðý üzere þiiri yeni bir dünya kurmak için en önde savaþan bir cengaver gibi er meydanýna çýkar. Þairinin muhalif olduðu dizelerinden anlaþýlmaktadýr, aksi takdirde bu dizeler oluþamazdý. Telli’nin “Yangýn Yýllarý” adlý þiirini okurken Can Yücel’in þiirinden bir mýsra geldi aklýma, “man-

da göle sýçtý.” Telli’nin þiirindeyse “Kent kocamýþ bir manda/ gibi duygusuz/ iri gövdesiyle/ uzanýrken ýþýklý bir çamur gölüne.” Her iki manda da ülkemizin acý gerçekleriyle yüzleþtiriyor bizi. Yetmiþlerin devrimci kalkýþma sürecinde devrimcilere karþý baþlatýlan yýldýrma, baský altýna alma ve nihayetinde toptan ortadan kaldýrma hareketiyle, halka karþý resmen terör es-

30

Bahar / Yaz ‘08


tirildi ve seksen darbesiyle yükselen halk muhalefetine aðýr bir darbe indirildi. Bu yoðun süreç içinden süzülen imgeler, gelecekten umutlu ve kavgada ýsrarcýdýr. “ama biz hep ayný coþkuyla/ yineliyorduk sevdamýzý” Yangýn Yýllarý þiirinin devamýndan kýsa bir örnekle devam edelim: “ve iðrenç elleriyle zulüm / kýnsýz bir hançer tutuyor / saplýyor yermekte olana” Ahmet Telli’nin þiirinde þairin ideolojik tonunu bulmak da zor deðil. Bu ideolojik yan ayrýksý durmaz, sav sözlere düþmeden þiirinin ahengi içinde iþler. “durmak zamaný deðil artýk ey yolcu” Bireysel, ideolojik duruþunu tam olarak anlamak zor, ancak dönemsel bakýldýðýnda bir yerlere eklenebilir. Ahmet Telli’nin son þiirlerini belki de ilk þiirleriyle yeniden harmanlayýp, ya da ilk þiirlerinin öngörüsünü ekleyip öyle okumayý denemek de farklý bir heyecan yaþatacak diye düþünüyorum. Telli’nin þiirinde tarihsel zenginlik büyük bir ustalýkla iþlenmiþtir. Mitolojik simgeler ve baskýya, zorbalýða karþý yaptýklarý ayaklanmalarla ölümsüzleþen halk kahramanlarý da yerli yerinde iþlenmiþtir dizelerde. Her þairin belli baþlý imgeleri vardýr onu ele veren. Telli’yi ele veren imgelerse “telkâri” ve “sümbül”dür. Telli’nin þiirlerinde ses ve ritim uyumu oldukça baþarýlýdýr. Bu baþarý da þiirlerin uyaklarýndan kaynaklanýr Telli’nin þiirlerinde insana dair ne varsa onu dizelerinde bulmak mümkün. Anadolu’nun zengin kültürlerinden beslenen þiirlerde, neredeyse tükenme noktasýna gelen ve büyük bir çoðunluðun varlýklarýndan dahi habersiz olduðu Keldanileri iþlemiþtir þiirlerinde. Telli’nin þiirleri tarihi, mitolojik ve kültürel zenginliklerin yaný sýra aðýr bir duygusallýkla örülmüþtür. Halk söyleminin baskýn olmasý okuru hemen etkisi altýna alarak sarar sarmalar. Bu kýsa irdelemeyi Telli’nin kýsa bir dizesiyle bitireyim. “Zap suyu ise telkâri bir kemer olup / sarýlýrdý Kürt kýzlarýnýn beline” PUSUDA KAPÝTALÝST SÝSTEM BEKLER “Bu, bir aðýt deðil! Bu, gerçeðin ta kendisi, benim yaþadýklarýmýn öyküsüdür.” Ýnsan kedini ne zaman yapayalnýz ve çaresiz hisseder… geçmiþ hayatýna daha fazla tutunma gereksinimi duyar ve o an yaþamdan kopup sarýlabileceði bir dal, yaðan yaðmurdan korunabileceði bir dulda arar… kendini düþsel sokaklarýna býrakýp olabildiðince insanlardan kaçma isteðini hangi ruh hali yaptýrýr insana… nasýl bir olay insaný kendine yabancýlaþtýrýr ve hayat denilen bu kargaþadan kopmasýna kadar akýp gitmesine neden olabilir. “Duvarlarýn ardýnda olan her þey bizim dýþýmýzda olur, bizi hesaba katmadan, bizsiz olur. Salt özgürlük özlemi tepemizde eli kýlýçlý bir dev gibi, nefes alýþ veriþimizi belirler.” Demek ki dört duvar arasýndaki insan bu ülkeye yabancý ise artýk onun için ölümden baþka kurtuluþ yolu yoktur. Kime derdini anlatabilir, kimden Pusuda Kin yardým isteyebilir? Saliha SCHEÝNHARDT Dili baþka, dini inançlarý baþka, kültürel ve sosyal yaþamlarý kendisinden çok Belge Yayınları baþka bu insanlara ne anlatabilir? Almanya’ya birçok kiþi gibi o da istemsiz, gele2006 nek-görenek kurbaný olarak gitmiþ. Köyündeyken belki de yaþadýklarýnýn binde birinin bile düþünü kuramazdý ama hayat öðreticidir, insan zorda olsa dört duvar arasýnda yaþama tutunur ve yeni umutlar besler, hayat yeniden akmaya baþlar. Evet, romanýmýzýn kahramaný Suna binlerce insanýn yaptýðý gibi evlilik yoluyla Almanya’ya gitmiþ, eþinin tuttuðu arka mahalledeki bakýmsýz evde yaþamaya baþlamýþtýr. Ýlk zamanlar yine Türklerdir komþularý. Almanya ve Almanlar onun için çok önemli deðildi, o da Almanlar için. Suna, mutlu olmasýna mutludur ancak kocasýnýn çeþitli cinsel sapkýnlýklarýna bir anlam veremeyen Suna bu istekler çok korkuyordu. Ama derdini paylaþabileceði kimsesi yoktur. Suna’nýn bir erkek ve bir kýz çocuðu oluyor ama mutsuzluðu

Bahar / Yaz ‘08

31


sürüyor. Bir akþam kalmak için kocasýyla birlikte aðabeyinin evine gidiyorlar. Aðabeyi gece vardiyasýnda olduðundan evde yalnýzdýrlar. Bunu fýrsat bilen koca, Suna’yý yine anal iliþkiye zorlar. Artýk yeter, diyen Suna bir baltayla koltuðun üzerine uzanmýþ olan kocasýnýn kafasýna üç darbe indirir ve ölmesine neden olur. Suna’nýn yaþam kavgasý artýk dört duvar arasýndadýr. Suna yabancý olduðu ülkede entegrasyon sorunu yaþar ama inatla ve büyük bir azimle Almancayý öðrenir ve Almanlar gibi o da kýlýk kýyafetine þekil verir. Taþradan gelme birinden iz kalmaz Suna’da. Suna bütün bunlarýn yanýnda kitap okur ve cezaevinde verilen iþlerde çalýþýr, hayatla baðlarýný daha sýký örmeye baþlar. Ýlk geldiði günlerde olduðu gibi artýk yalnýz deðildir, hücresine ve içerdekilere alýþýr Suna. Ýnsanýn edilgin bir varlýk olmadýðýný kavrýyor ve aldýðý yardýmlarla daha saðlam bir duruþ sergiliyor acýmasýz yaþam koþullarýna karþý. Ýlk günlerde yerel kýyafetler içindeki Türk tutuklu kadýnlardan utanýrdý. Almanlarýn onlara karþý alaylý bakýþlarýný yakalardý. Suna cezaevinde ki diðer tutsaklarýnda hayat hikayelerini anlatýr, ama hiç biri ayrýksý durmaz ve roman örgüsü týðla örülen oya gibi iþlenir. Akýcý ve sürükleyici olan kitabý okurken insanýn aklý hep gelecek sayfalarda ne olacaðý merakýyla doluyor ve hiç abartmýyorum bir solukta okunan bir kitap. Suna yaþadýklarýndan yola çýkarak geçmiþ taþra kültürüyle, yaþamakta olduðu kent kültürünün bir analizini yapar. Ve Anadolu’da yaþayan kadýnlarýn hayata karþý sorumluluklarýnýn ne kadar aðýr ve zor olduðunun farkýna varýr. Ama yine de yurdunu ve eski yaþayýþ biçimini özlemle anar, çünkü hala, yaþadýðý ama anlam vermediði kötülüklerin kaynaðýnýn nerede olduðunu bilemez. Okuduklarýndan ve Suna’ya yardým elini uzatan Sedef ablasýnýn anlattýklarýndan, aslýnda bütün suçun kocasýnda olmadýðýný, asýl suçlunun yaþadýðý kapitalist sistem olduðu duyumsamaya baþlar. Suna’ya yardým etmekten hiç býkmayan Sedef ve Kilise görevlisi Yorga, Suna’nýn cezasý bittikten sonra sýnýrdýþý edilmemesi için yoðun çaba harcarlar. Suna bir süre Kilisenin misafirhanesinde kalýr ve ardýndan, yine kirasý Kilise tarafýndan ödenen bir eve çocuklarýyla birlikte yerleþir. Þimdi her þey ne kadar da güzel deðil mi? Ama öyle deðil, Suna’nýn sorunlarý bu kadarla bitmez, kendine yabancýlaþtýrýlan çocuklarýný kazanmak zorundadýr. Suna, günlerini Kilisenin ayarladýðý bir iþte çalýþarak ve çocuklarýyla ilgilenerek geçirir. Yine arada bir Sedef’le görüþürler ancak Sedef onun yeni biriyle birlikte olduðunu bilmez. Suna bunu o-

nunla paylaþamaz. Suna aðýr bir darbede bu iliþkiden alýr. Suna’ya kredi çektiren bu adam parayý alýp kayýplara karýþýr. Bu, büyük dava adamý, ülkesinde aranan bir ülkücüdür. Suna bilemezdi saðý solu, her þeyi yaþayarak öðreniyordu. Bu olaydan sonra bir yýl psikiyatri tedavisi gördü ve yaþam hikâyesi baþladýðý yerde noktalandý. Aslýnda bu kapitalist sistemin eleþtirisidir. Ýnsanlarý yasalar koyup cezaevlerinde cezalandýrmak sorunu çözmüyor tam aksine derinleþtiriyor. Çünkü bütün sorun, suçu iþleyende deðildir. Yapmamýz gereken suç unsurunu oluþturan koþullarý sorgulamaktýr, aksi halde bir insan ayný hatayý neden ikinci kez yapsýn. Bütün bunlarý sorguladýðýmýz zaman Suna’nýn bu sistemin, binlerce, milyonlarca kurbanýndan biri olduðu geçeðiyle yüz yüze geliriz. Bu romanda Saliha Scheinhardt, kapitalist sistemde kadýna biçilen rolü ve sistemin iðrenç yüzünü büyük bir ustalýkla iþlemiþtir. “Pusuda Kin” her zaman kapitalist sistemin bireye reva gördüðü silah olarak kalacaktýr. Kapitalist sistem asla bunu önleyecek bir çare bulamayacaktýr, çünkü bunun tek çaresi, bu iðrenç sistemin ortadan kalkmasýdýr. Bu romandaki insanlar, büyük umutlarla sýðýndýklarý yeni yaþamlarýnýn da trajik bir sonla biteceðini nereden bilebilirlerdi? Bilemezlerdi elbette… bir çoðumuzun da bilemediði gibi… ama insan her þeye raðmen ve her koþulda yaþamla arasýnda sýmsýký bað kurar ve bir umut yeterlidir göðe bakmak için. Bu romaný okuyan herkesin artýk bir umudu daha olacak gökyüzüne bakmak için. Pusuda Kin’in Saliha SCHEÝNHARDT’in Belge yayýnlarýndan Ekim 2006’da yayýnlanan kitabýdýr, okumanýz dileðiyle. Yararlanýlan Kaynaklar: 1- Sabahattin Ali (Bütün Eserleri 7, Cem Yayýnevi) 2- Berfinbahar Dergisi, Sayý 110, Nisan 2007, Sabahattin Ali Dosyasý Sabahattin Ali’nin yapýtlarý:Roman: Kuyucaklý Yusuf, Ýçimizdeki Þeytan, Kürk Mantolu Madonna Öyküleri: Deðirmen, Kaðný, Ses, Yeni Dünya, Sýrça Köþk Þiirleri: Daðlar ve Rüzgar, Kurbaðanýn Serenadý, Öteki Þiirler. Oyun: Esirler (1936) Ölümünden Sonra; Markopaþa Yazýlarý ve Ötekiler Yazýlar, Haz. Hikmet Altýnkaynak; 1987, Mahkemelerde / Yazýlar, Haz. Nüket Esen-Nezihe Seyhan), Çakýcýnýn Ýlk Kurþunu / Teneke (Öykü-þiir-yazý) Haz. Nüket Esen-Zeynep Uysal-Engin Kýlýç-Olcay Akyýldýz; 2002)

32

Bahar / Yaz ‘08


dosya

Devrim ve Tiyatro


Hiç biri Hiç biri Bizim deðil Ne pomadlanmýþ “Hamlet”i Küçük Tiyatro’nun Ne pudralý “Prenses Turandot” Ne “Fedro” karnavalý Oda Tiyatrosu’nun. Boþ yere çiçek beklemesin bizden Allýða ve altýna batmýþ mahmur kokonalar. BÜYÜK TÝATRO Þahane bir tahýl ambarýdýr. Gardroplarý GUM’a yarar. Dekorasyon atlaslarýysa Fistan olur köylü kýzlara. “… tüm devrimlerin deneyimleri göstermiþtir ki sanat, özellikle de tiyatro sanatý, tarihin bu önemli evrelerinde yalnýzca çok derin iç gerilimler geçirmekle kalmaz, ayný zamanda patlayarak gündelik gerçekler dünyasýný da sarsýcý bir biçimde etkiler. “Ýlk Oktobr yýllarýnda Sovyet Rusya’da durum böyleydi. O zamana dek tiyatro diye bir þey bilmeyen büyük halk kitlelerinin, sanatlarýn bu en yaygýn ve en etkin olanýna tutkuyla, temelden ve büyük bir istekle baðlanmalarýnda anlaþýlmayacak bir þey yoktu. Tiyatroda halk, duygularý bakýmýndan birbiriyle bütünleþiyor, bu bütünleþmede halkýn devrimci harareti somutlaþýyordu. Halkýn kolektif ruhu, kolektiflikten doðan gücü, ilk kez devrimin gerçekleriyle anlatýldý; bu ruh, tiyatro sanatýnda yepyeni bir canlýlýkla ortaya döküldü.” Sosyalizm ve Kültür, SSCB Sanat Tarihi Enstitüsü, Konuk Yayýnlarý, sy.144

Dar gelir bizim sahnelerimize Sandýktan salonlarý özel mülkiyetin. Bize ALANLAR gerek, Yýðýnlar kahkahalarla Gülebilsin diye Kýzýl Meydan!.. Parasýz gösteri!.. Ermiþ Vasili Manastýrý’nýn çanlarý Haber verip antraktlarý Bir kez iþe yarasýn bütün ömrünce. Varsýn 1 Mayýs günlerinde gibi Dalgalansýn yýðýnlar Ve R.S.F.S.R. uçaklarýnýn projektörleri Otomobillerin geride býraktýðý traktörleri aydýnlatýrken Kýzýl atlý dörtnala geçsin sahneden! Ýþte o gün Öp, bizim de dudaklarýmýzla MAYERHOLD, sen Boyasýz yanaklarýný SPORCU- ARTÝSTLERÝN! YAÞASIN MAKÝNALAÞMIÞ TÝYATROSU MAKÝNALAÞMIÞ R.S.F.S.R.’NÝN… Nazým Hikmet (Aleksandr Fevralski- Nazým’dan anýlar kitabýndan)

34


Devinim Notları* Tiyatronun tarih içindeki yolculukla, tiyatronun insana yaþattýðý içsel yolculuk hep baþa baþ gitti. Tiyatro insanlýðýn yaþamýnda hep vardý. Ýlkel komünal toplumda insan kendisini mimesis (öykünme) yoluyla ifade etti. Tüm sanatlarda olduðu gibi soyutladý ve yeniden yarattý. Kendini, doðayý ve kendisinin doða ile iliþkilerini anlattý. Köleci toplumda ölünceye kadar çalýþan ve yaþam hakkýndan yoksun kölelerin hayatlarýný da anlatmak aristokratlara düþüyordu. Sanat tüm zamanlarda olduðu gibi o zamanda da üretimi için çok fazla düþünsel enerji gerektiriyordu. Trajedinin katarsisi, komedinin ironisi ve hicivleri vardý. Koronun karþýsýna ilk defa bir insan geçti. Aktörler doðdu. Felsefe ona kurallarýný çizildi. Yaþamýn tümü tiyatro yoluyla ifade edilir oldu. Tanrýlarýn kavgalarý, savaþ, aþk, tutku, acý ve erdem… Tiyatro insanýn kendini ve yaþadýðý çevreyi yorumlayýþýyla her zaman insanlýðýn bir adým önünde oldu. Onun içinde edebiyatýn dili, resmin, mimarinin ve folklorun görkemi, müziðin sesi vardý. Bunca sanatý bir araya getirmenin teknik sýkýntýlarýyla zaman da kaybettiði oldu. Biçimsel arayýþ onu kendi içinde sürekli devrimlere iterken içerik baskýsýný dýþarýdaki devrimlerden alýyordu. Feodal toplumda, yaþamýn her alanýna uygulanan baský tiyatrolara da yansýdý. Mülkiyet sanatý da tümüyle içine aldý. Panayýr ve festivaller dýþýnda soylularýn müzisyenleri, þairleri, ressamlarý, heykeltýraþlarý ve tiyatro gruplarý vardý. Tanrýya ve krala hizmete kendisini adamýþ bu hizmetkarlar eserlerini dantel dantel ördüler. Sanatýn tüm türlerinde olduðu gibi tiyatroda da yüce eserler yaratýldý. Profesyonel hizmetkarlar tarafýndan. Kilisede rahipler Ýncilden sahneleri oynuyorlardý. Bu yöntemle kiliseler dolduruldu. Ancak bu durum kilisenin geleneklerini bozuyordu. Rahipler tiyatro yoluyla oyuncu, sorgulayýcý kimlik kazanýyordu. Halktan ya da profesyonel oyuncular kiliselere alýnmaya baþlandý. Sonra kimi kovulduðu için kimisi misyoner görevlerle taþýdýlar dýþarýdaki tiyatroya mistik öðeleri. Doðu’da ve uzak doðuda olduðu gibi folklorik öðeler Anadolu halklarýnda da daha baskýndý. Meddahlar, orta oyunlarý ve dengbejleriyle toplumsal yaþamýn öðüt vericisiydiler. Hikayecilik ve müzik anlatýmýn ve yaþamý yeniden yorumlamanýn yolu oldu. Romantizm dönemi gerçekçiliðin yollarýný adým adým döþedi. Yazarlarýn dikkatleri aristokratlarýn hayatlarýndan, emekçi sýnýfa yöneltmeye baþladý. Emekçi sýnýfýn hareketi onlarýn yok sayýlamayacaðý gerçeðiyle yüzleþmelerine neden oldu. Romantizm güncel kiþisel sorunlarýn yerini tarihin almasýna neden oldu. Ýnsanlarýn kiþiler arasý iliþkileri toplum içindeki iliþkileriyle birlikte sorgulandý. Kabýna sýðmayan yaþam zorlarken bentlerini tiyatro onlarla birlikteydi. “Gerçekçilik; yaratýcý bir yöntem olarak, insanýn zihinsel geliþmesinin belli bir evresinde, insanlarýn doðayý ve toplumsal geliþmesinin yönünü anlamaya zorlandýklarýný duymaya baþladýklarý bir zamanda, insanlarýn önce belli belirsiz, sonra daha açýk bir biçimde, insan eylemlerinin ve duygularýnýn vahþi tutkulardan ya da tasarlanmýþ bir tanrýdan gelmediðini, bunlarýn gerçek, maddi nedenlerle belirlendiðini kavramaya baþladýklarý zamanda ortaya çýkmýþ tarihsel bir olgudur.” (Boris Suçkov) Bu olgu yazarlýðýn baskýn olduðu tiyatroda da kendisini gösterdi. Tüm canlýlýðýyla yaþamýn gerçekleri sahneyi aldýlar. Burjuva devrimlerinin “Hürriyet, eþitlik, kardeþlik çaðrýlarý panayýrlarýn standlarýn-

35

Tiyatro Devrimi 920-21’de Rusya’da Halk Eðitim Komiserliði Tiyatro Bölümü Yöneticisi V.E. Meyerhold tarafýndan tiyatronun Ekim Devrimi doðrultusunda dönüþüme uðratýlacaðýnýn ilan edilmesi. Tiyatro Devrimi’ni doðuran baþlýca düþünceler; bütün ülkede yürürlüðe girecek bir tiyatro sisteminin kurulmasý, tiyatro programýnýn siyasallaþtýrýlmasý, yeni ideoloji biçimlerini iþleyecek ve yaygýnlaþtýracak eðitim kurumlarýnýn kurulmasý ve komünizm düþüncelerine karþý düþmanca bir toplumsal düzenin propagandasýný yapan profesyonel burjuva tiyatrosuna karþý savaþ olarak belirlendi. Tiyatro Devrimi, ayný zamanda, tiyatroda devrim hareketidir de. Stanislavski’nin oyunculuk yasalarýný sistemleþtirmesi kadar, Moskova Sanat Tiyatrosu’na baðlý deneme stüdyolarýnýn açmasý, Tayrov tarafýndan tiyatronun natüralizmden ve yazar merkezliðinden kurtarýlarak yönetmen merkezli karakter kazanmasý saðlandý. Meyerhold tarafýndan devrimci tiyatro ve sahneleme tekniklerinin yaratýlmasý, Oklopkov tarafýndan kitlesel tiyatronun uygulanmasý, Vaktangov tarafýndan “dördüncü duvar”ýn kaldýrýlmasý uygulandý. Tiyatro Devrimi, tiyatroda devrimler yaratarak çaðdaþ yönetmen tiyatrosunun kurulmasýna ve çaðdaþ yeniliklerin tiyatroya getirilmesine yol açmýþtýr.

1


Konstantin Stanislavski 1863 -1938

1

898 yýlýnda Vladimir Ývanoviç Nemiroviç-Dançenko ile birlikte “Moskova Sanat Topluluðu”nu kurdu. Çehov’un yapýtlarýný sahneleyerek büyük ün kazandý. Devrimden önce gerçekçilik akýmýný benimseyip, daha sonra Toplumcu gerçekçi akýma yönelmiþtir. Dancenko ile birlikte kurduklarý “Moskova Sanat Tiyatrosu”, Rus tiyatrosunun bir adým öne çýkmasýný saðlar. Psiko-realist oyunculuk kavramýný ortaya atan ilk kiþidir. Özdeþleþmeye dayalý oyunculuk yöntemine göre oyuncu kendisine þunlarý söylemelidir: “Benim için önemli olan olaylar deðil, benim ne yapacaðýmdýr, sahnede çevremde olup bitenler gerçek olsaydý eðer, benim onlar karþýsýnda ne gibi bir tavýr alacaðýmdýr”. Stanislavski, “yaratýcý düþlem gücü” sistemini, “duygularýn mantýðý”ný, daha sonra “eylem mantýðý”, “psiþik eylem” kavramýyla geliþtirmiþtir. Stanislavski’nin yöntemi tüm dünyada oyunculuk eðitimini ve oyunculuk anlayýþýný derinden etkilemiþtir.

dan yükseliyordu. Kýsa sürede hürriyetin de eþitliðin de kardeþliðin de sadece burjuvazi için olduðunu anladý iþçiler. Ýçerdeki ve dýþarýdaki sefalete karþý fabrika bacalarýndan öfke yükseliyordu. Burjuvaziye karþý iþçi sýnýfý ayaklandýðýnda sokak þairlerinin belleklerinde tüm bu birikimlerin izleri vardý. Onlar da kurtulmak ve kurtarmak istiyorlardý sanatý mülkiyetin ahtapot kollarýndan. Fransa’da Hugo ve Alfred de Musset’nin oyunlarý tarihsel duyarlýlýðý yansýtýyordu. Almanya’da Goethe ve Schiller dönemin en sevilen eserlerini yarattýlar. 19. yüzyýlýn sonlarýnda Norveç’te Ýbsenin, Ýsveç’te Strindberg’in, Rusya’da ise Çehov’un oyunlarý tiyatroya edebi deðerlerini kazandýrýyordu. Daha sonraki yýllarda Sovyetler Birliðinin tiyatrosuna dünya çapýnda öðeler katacak olan Stanislavski önderliðinde Mayerhold ve arkadaþlarý bu dönemde “Moskova Sanat Tiyatrosu”nda deneylerini çalýþmaya baþlamýþlardý. Avrupa’da giþe hasýlatý gözetmeyen “Baðýmsýz Tiyatro Hareketi” doðdu. Özgür Tiyatro, Özgür Sahne, Baðýmsýz Tiyatro Kulübü gibi adlarla tüm Avrupa’ya yayýldý. Tiyatro her döneminde somutlanmasý zor bir sanat oldu. Guernicayý gizli bir tavan arasýnda yapabilir Picasso, 9. senfoniyi bir odada besteleyebilir kulaklarý duymasa da Beethoveen, Shakespeare nerede ve nasýl yazarsa yazsýn Lady Macbeth’e can vermeli, ete kemiðe büründürmeliydi onu. Yoksa o da bir edebiyat eseri olur, ama bir tiyatro olamazdý. Tüm biçimsel arayýþlar yaþamý yansýtmanýn, sorgulamanýn daha etkili bir yolunu bulmak içindi. Kýsa bir zaman içinde, perde kapanýncaya kadar bütün mesajlar verilmeli hafýzalarda iz býrakýlmalýydý. Her baský dönemi kitaplarýn yakýlmasýyla, oyuncularýn sesinin kesilmesiyle sonuçlanýyordu. Tüm sanatçýlarýn uðradýðý saldýrýlara onlar da uðruyorlardý. Sokak þairleri mösyö giyotin, Herr balta, ya da mister halat karþýsýnda susmadýlar. On dokuzuncu yüzyýlda emekçi sýnýfýn öyküsü tiyatroda boy göstermeye baþlamýþtý. Bazen mesaj gösteriden büyüktü, bazen gösteri mesajý perdeledi. Tiyatro oyuncusunun kendi iç arayýþýný takiben biçimsel gösteri arayýþý da geliþti. Sokaklarda olduðu gibi yaþamýn her alanýnda omuz omuza olmak istiyordu kadýnlar erkek yoldaþlarýyla… Kadýnlar sahnede açýkça boy göstermeye baþladýlar. Lyon ayaklanmasý tarihi bir dönemeçte patlamýþtý. Sanayi devrimi ekonomik hayatý alt üst ediyordu. 1930 devrimi burjuvaziye siyasal bir üstünlük kazandýrmýþtý. Bu dönem tiyatro sanatçýlarý sokaklarda gösterileriyle iþçi sýnýfý hareketini etkiledi. 1871- 1872’te Paris’teki Renault fabrikasý önündeki “Happening” tarzý “Ekmek ve Kukla” topluluðunun verdiði temsiller coþkuyla karþýlandý. Özgürleþme mücadelesi veren tiyatrocular sokaklardaki özgürlük mücadelesinde yerlerini almýþtý. Beaumarchais’in “Figaro’nun Düðünü” de sansürün çýkardýðý birsürü zorluktan sonra sahnelenerek gerçek bir savaþa çaðrý rolü oynamýþtý. Büyük salonlarda her zamanki gibi egemen sýnýflarýn büyük bütçeli gösterileri vardý. Gemiler sahneye iniyor, atlýlar geçiyordu týpký Elizabeth dönemindeki gibi… Bu gösterilere meydan okuyan sokaklar her zamanki gibi etrafýna seyirci toplamakta güçlük çekmiyordu. Ancak her dönemde olduðu gibi bu dönemde de burtella (þarkýlý fars) ve vodvil gibi eðlencelik hafif tarzlar eðlencenin mekaný oldular. 19. yüzyýlýn sonlarýnda tiyatro, yazarlardan daha çok oyuncu ve yönetmenler tarafýndan sürdürülmeye baþlandý. 1905 ve 1917 devrimlerinde sahne sanatlarý kolektif yaþama en uygun anlatým türü olarak halkýn özel ilgisini çekti. Rus tiyatrosu güçlü bir teknik, dramaturji ve yönetim dönemi yaþamýþtý. Þimdi bütün iþ yeni görevleri bu yüksek tekniðe uyarlamaktý.

36


Büyük salonlarý ele geçirdiðinde tiyatro sanatçýlarý, o güne dek dýþarýda býrakýlanlarla buluþtu. Her dönemde devrimlerin yýkýntýlarý kalkmadan halkýn tiyatro salonlarýna koþtuðu bilinir. Ýlk onarýlan binalarýn tiyatro binalarý olmasý da… Dýþarýda çatýþmalar devam ederken emekçiler salonlarý doldurmuþtu bile. Ekim devrimini hemen izleyen yýllarda üç ayrý eðilim birbiri ardýnca ortaya çýkarak aralarýnda mücadeleye baþladýlar. Popülizm, öncü sanat ve gerçekçilik akýmlarý. Öncü sanat üslup olarak batýlý kübizmin ve fütirizmin ilk ürünlerinden etkilenmekteydi. Popülizm devrimden hemen sonra yaþama geçen, her türlü burjuva dramatürjisini ölmüþ sayan ve bunlarýn yerine “samodejatel’nye teatr”ý (kendi kendini yöneten ya da kendi kendine yeten tiyatro) yerleþtirmek isteyen bir akým olarak tanýnmaya baþladý. Bu akým meydanlarda ya da tarihsel yerlerde kitle gösterisi “sözlü gazete” biçiminde kendisini gösterdi. Bu þekilde halka daha fazla ulaþmayý, propaganda yapabilmeyi ve ideolojiyi tanýtabilme fýrsatýný yakalamaktaydý. En güzel örnekleri Leningrad’da Vinogradov’un yönettiði “Otokrasi’nin Yýkýlýþý” (1919) oldu. Devrimin yýldönümünü kutlayan “Kanlý Pazar” (1920), Kýzýl Ordu’yu öven “Barýþ Kýlýcý”, “Komün’ün Yýkýlýþý” ve “Kurtarýlan Emeðin Esrarý” izlediler. Fütürizmin öncüsü de tiyatroda Mayerhold’du. Mayerhold, öncü akýmýn olumlu yanýný temsil ediyordu. Gorki ise Ekim devriminden önce ve sonra yazdýklarý arasýnda fark olmayan yazarlardandý. Devrimci olmak için Bolþeviklerin iktidara gelmesini beklememiþti. Gorki’nin proleter çevreyi ilk ele alýþlarý daha liriktir. Gorki’nin tiyatro yapýtlarý, Çehov gibi gerçekçi ama kasabada yaþayan burjuvalarýn sorunlarýnýn dýþýna çýkmak isteyen Stanislavski’nin repertuar arayýþýyla ortaya çýktý. “Küçük Burjuvalar” bu nedenle iktisadi baskýlar ve yanlýþ anlaþýlan ideolojik etkiler altýnda aile kurumunun çöküþünü anlatýþýyla Sovyetlerin aydýnlanma çaðýna ýþýk tutmuþ yapýtlardan olmuþtur. Bu dönemde Gorki’nin Ayaktakýmý, Vassa Jelezonova, Mayakovski’nin Tahtakurusu devrimci düþüncelerle geniþ kitlelerin tanýþmasýný saðlamýþtýr. Mayerhold biyomekanik oyunculuk adýný verdiði yeni bir tiyatro akýmý geliþtirdi. Sovyet tiyatrosunun geliþmesinde önemli katkýlarý olan Mayerhold, Avrupanýn hemen tüm þehirlerini gezip, panayýr tiyatrolarýný inceledi. Ýnsan vücudunu makinenin bir parçasýymýþ gibi kullanan bu zorlu oyunculuðu kitlesel tiyatroyla sahneledi. O’na göre “Oyuncu bir duygu algýlatýcýsýdýr. Duygularý oyuncularda deðil, seyircide uyandýrmasý gerekmektedir.” Ekim devriminin ilk yýldönümü için hazýrladýðý “Soytarý Misteri”, “Þafaklar” oyunuyla politize edilen eski tiyatrodan sonra devrimci tiyatronun temellerini attý. Mayerhold, 1920 yýlýnda Petrograt’da “Kýþlýk Sarayýn Yýkýlmasý” oyununda “Kitlesel Tiyatro”nun tüm görkemini sundu. Bu oyunda sekiz bin oyuncu ve orkestra tarafýndan beþ yüze yakýn devrim þarkýsý seslendirilmiþtir. Mayerhold dördüncü duvar anlayýþýný yýkmýþtýr. Mayakovski ile iþbirliði yaparak, fabrikalarda, meydanlarda temsiller vermiþtir. Ýzleyiciyi her yönden kuþatacak bir hareket bütünlüðü saðlayan “çevresel sahne düzeni” anlayýþýný getirmiþtir. Konstriktüvist yöntemle çaðýn makineleþmesini veriyordu. Oyuncular seyir yeri koltuklarý arasýndan sahneye sýçrýyorlar, iskemlelere týrmanýyorlar, ip merdivenlerden kayýyorlardý. Mayerhold böylece burjuva tiyatrosunun son kýrýntýlarýný da süpürdü. Mayerhold’un talihsizliði 2. Dünya savaþýnýn içindeki Sovyetler Birliði’nde proletkült’çülerin yanýnda yer almasýydý. Devrimi alttan alta oyan bu kültürel saldýrý Sovyetler Birliði’ni uzun yýllar etkisi altýna alacaktý.

37

Yevgeny Vakhtangov 1883-1922

M

oskova Sanat Tiyatrosu’nda, Stüdyo 1’deki en öncü kiþilerden biri olan Vahtangov, Oktobr Devrimi’nden az önce kendisini stüdyo çalýþmalarýnýn fildiþi kulesine kapatmýþtý. Bununla birlikte, Oktobr’un ilk günlerinde Vahtangov, halk tiyatrosuna içten inanan, bu tiyatroyu savunan, tutkuyla yeni yollar arayan bir kiþi oldu. Gerçek bir sanatçý olduðundan, Devrim’in yeni bir özgürlük döneminin habercisi olduðunu sezdi; böylece, temelde demokratik olan çalýþmalarý, açýklýk ve amaçlýlýk kazandý. Salon sanatýnýn kendisi ile halk arasýnda oluþturduðu duvarý yýkan gene Vahtangov oldu. Bunu yaparken yalnýz deðildi. Oktobr Devrimi’nin arifesinde büyük Rus þairi Aleksander Blok, Sovyet kültüründe kýsa zamanda güçlü bir ad olacaðýný düþlemiþ olamaz. Vahtangov’la Blok’un, Devrim’i böylesine ortak bir anlayýþ içinde benimsemeleri, devrimin gerçekliðinin bilincine varýþlarýný yansýtmalarýnda ve yeni estetik ilkelerde ortaya çýktý. Blok gibi Vahtangov’da, halka ve Devrim’e “kulak verilmesi” gerektiðini, ayrýca bunlara karþý insanýn tüm yaratýcý benliðiyle duyarlý olmasý gerektiðini bildirmiþtir. Blok gibi Vahtangov da,


BERTOLT BRECHT 1898-1949

A

lman kuramcý, tiyatrocu, þair ve yazar Brecht Augsbourg’da bir iþçi mahallesinde doðdu. Fabrika müdürü babasýnýn katý terbiyesi onu evden kaçýp sokak çocuklarýyla oynamasýna engel olamadý. Týp öðrenimi sýrasýnda 1918 de zorla askere götürüldü. Savaþta hasta bakýcýlýk yaptý. Savaþ bitince Münih’te yazarlýk serüvenine baþladý. Çarþý meydanlarýnda, meyhanelerde þiirlerini okurken eski askerler tarafýndan yuhalanýyordu. Hiçbir yayýnevi þiirlerini basmýyordu. 1922’de Berlin’de deðer yargýlarýna meydan okumaya devam etti. 1927’de ilk þiir kitabý “ev vaazlarý” ile anarþist, yýkýcý, bozguncu, etiketini kazandý. “þeytanýn dua kitabýný” yazmýþtý. 1922–1928 tarihleri arasýnda yazdýðý oyunlarý çürüme ve yozlaþmaya karþý kýþkýrtýcý bir teþhirdi. “Beþ kuruşluk Opera”sýyla birlikte dönüþtürücü, eyleme geçirici yetkinliðini kazandý. 1930’larda Nazi Almanyasýnýn kara listesindeydi. Önce iþçileri, sosyalist ve komünistleri, Yahudileri kurþuna dizen faþizm demokrat aydýnlarýn avýna giriþti. Brecht önce Danimarka’ya sonra pek çok ülkedeki sürgünlüğünden sonra Amerika’ya yerleþti.

Tiyatronun tarih içindeki yolculuðu insanlýðýn yolculuðuyla omuz omuza gider. Bazen tiyatro kendine yeniden çeki düzen vermek, yeni biçimler aramak için oyalanýr. Ama bu çabalar bir sonraki çaðda toplumsal olaylarýn önüne fýrlatýr onu. Epik Tiyatro Almanya’da 1918’de Weimar Cumhuriyetinin Sosyal Demokrat Parti tarafýndan kuruluþuyla sosyalist düþünce tüm sanat dallarýný etkiledi. Almanya’nýn anlatýmcýlarý 1818–1830 döneminde yapýtlarýna çabucak devrimci bir tema örgüsü ve toplumsal gerilim eklediler. Hasenclever, Von Unfuh, Kaiser ve daha birçoklarýnýn dramlarýndaki baþlýca özellik buydu. Sosyalist þair Ernst Toller’in Rosa Luxemburg komünizminin estetiðini anlattýðý “Ýnsan Kalabalýðý”, “Hoppala” ve “Makine Kýrýcýlarý” militarizm karþýtý, burjuva aleyhtarý yergi komediler olarak uzun yýllar oynandý. 2. dünya savaþýný izleyen ilk on beþ yýl, kimi Alman tiyatrolarýnda açýk seçik hikaye edici nitelik taþýdýðý, projeksiyondan ve açýmlayýcý korolardan yararlandýðý için epik adý verilen nispeten yeni bir oynayýþ biçiminin denemeleri yapýldý. Pek de basit sayýlmayan bir tekniðe baþvuran oyuncu oynadýðý kiþiyle arasýnda belli bir uzaklýðý koruyor, çeþitli durumlarý seyircilerin eleþtirilerine olanak saðlayacak bir biçimde sunuyordu. Epik tiyatronun savunucularý, sýnýf çatýþmalarýnýn yeni yöntemle daha doðru sahnelenebileceðini düþünüyorlardý. Çünkü toplumsal olaylarýn nedensellik iliþkisi ancak epik yoldan yansýtýlabilinirdi. Ne var ki ilk denemeler bir yýðýn güçlüðün olacaðýný göstermekteydi. Epik tiyatroda temel bir örnek saptamak zor deðildi. Her zaman karþýlaþabileceðimiz, herhangi bir köþe baþýnda tanýk olacaðýmýz bir sahne seçilebilirdi. Yolda giderken bir trafik kazasýna tanýk olan biri kazanýn nasýl meydana geldiðini bir topluluða anlatýr. Çevresindekiler kazayý görmüþ ya da görmemiþ olsunlar onu anlatýcýdan daha farklý algýlamýþlardýr. Burada sorun anlatýcýnýn kazayý, taþýtý kullanan, taþýtýn altýnda kalan kiþiler açýsýndan çok yönlü verebilmesidir. Seyirci bu verilerle kaza hakkýnda yargýda bulunabilirler. Örnek kolay gibi görünse de köþe baþý anlatýcýsýna ve seyircisine o güne kadarki izlencelerin aksine hiç de akýl edemedikleri bazý denemeler ve tartýþmalar getirerek zorlayýcý olmuþtur. Bu zorlayýcýlýk artistik öðelerde deðildir. Olayýn örgüsünde daha hýzlý olmasý gereken bir devinimi anlatmak için benim yaptýðýmdan üç kat daha hýzlýydý der ve geçer. Zorlayýcýlýk doðru yargýyý ve davranýþý oluþturmada yarattýðý tartýþmadadýr. Dikkatleri kendi rol yeteneðine deðil, olayýn dinamiklerine çekmek ister. Bu nedenle oyuncu ile rol arasýnda bir mesafe vardýr. Kimseyi günlük yaþamdan çekip yüce bir ortama götürmez. Tüm bu kontrol gerekliliði oyuncuya dramatik tiyatronun gereklilikleriyle birlikte epik tiyatronun etkinliðini de yükler. Olayla seyirci arasýnda gerçekçi yargýnýn köprüsüdür. Köþe baþý tiyatrosunda anlatý olayý saklamaz. Oyunun prova öðeleri, arka perdede yaþananlar, seyirciye açýlýr. O anda yaþanan ve yaþatýlan bir olay deðil geçmiþte yaþanan bir olayýn anlatýmý sergilenir. Köþe baþý anlatýcýsýnýn bir yaþantýsý vardýr kuþkusuz. Kendi izlenimlerinden, þoförün ya da kazaya uðrayanýn yaþantýsýndan bile sadece bir kýsmýný anlatýr. Anlatý canlý olmasýna canlýdýr ama onu çevresi için haz dolu bir yaþantý haline getirmeye niyeti yoktur. Köþe baþý sahnesinin baþlýca öðelerinden biri de toplum açýsýndan anlatýnýn taþýyacaðý pratik deðerdir. Kazanýn önlenebileceði bir durum seyirci tarafýndan yakalanmalý ve seyirci kazayý önlemek için atýlým yapma ihtiyacý duymalýdýr.

38


Bir baþka temel öðe de yabancýlaþtýrma efektidir. Yabancýlaþtýrma efekti, sahnede sergilenecek olaylarýn seyirciler tarafýndan doðal karþýlanmasýný önlemek için yadýrgatýcý biçimlerde sunulmasýdýr. Hiçbir olay kendiliðinden anlaþýlamaz ya da göründüðü gibi deðildir. Üzeri kazýndýðýnda altýndan çýkacaklar vardýr. Burada amaç, seyircide toplumsal açýdan verimli eleþtirilerin etkin duruma geçmesidir. Bir baþka özellik de anlatýdýr. Bu özelliði bütün köþe baþý anlatýcýsýnda görürüz. Oyuncu zaman zaman oyuna ara verir ve açýklamalarda bulunur. Roma tiyatrosundan esinlenilen korolar, eski Çin tiyatrosu Noh’dan alýnan öðeler, projeksiyonla sunulan belgeler, tiyatroyu seyircinin yargýç olduðu bir mahkemeye çevirir. Epik tiyatroyla ilgili tartýþmalardan biri onun artistik yönleriyle ilgilidir. Anlatýcý düþüncesi çoðu zaman kuru bir anlatýcý biçiminde de kullanýlmýþtýr. Ancak epik oyuncusu, köþe baþý anlatýcýsý pek çok artistik yeteneði de donanmak zorundadýr. Aksine anlatýcý hem en iyi rolü yapan hem de o rolden bir anda sýyrýlýp yargýya katýlan kiþi olmak zorundadýr. Rolü yaparken dramýn ve komedinin unsurlarýndan yararlanýr ama seyirci tüm bunlarýn onun yargýsý için yapýlan roller olduðunun farkýndadýr. Baþka bir tartýþma ise epik tiyatronun ahlak vaizciliði yaptýðý tezidir. Oysa epik tiyatroda ahlak tartýþmalarý hep geri plandadýr. Daha çok araþtýrma ve tartýþmaya yer verir. Toplumsal yargýlarý onaylamak deðil onlarý tartýþtýrmaktýr niyeti. Amacý zor katlanýlýr olaylar karþýsýnda ahlaksal endiþeler uyandýrmak deðil, olaylarý ortadan kaldýracak çareler bulmasýný saðlamaktý. Üslup açýsýndan epik tiyatro pek de yeni deðildir. Sergilenme biçimleri açýsýndan eski Asya tiyatrosuna benzer. Öðretici niteliði açýsýndansa klasik Ýspanyol tiyatrosuna, Cizvit ve Anadolu meddah tiyatrosuna benzer. Adý geçen tiyatrolar zamanlarýnýn eðilimleriyle doðmuþ ve zaman içinde eðilimlerle birlikte silinip gitmiþtir. Bu eðilim geliþen olaylarýn tiyatroda tartýþma konusu olmasý eði Avangart (dýþavurumcu) tiyatronun en kapsamlý ve en ilerici denemesidir epik tiyatro. Ýnsan davranýþlarýný yöneten toplumsal yasalarý görünür duruma getirir. Ýnsanýn ekonomik, politik koþullara baðýmlýlýðýný ancak bu koþullarý deðiþtirme gücüne sahip olduðunu öðretir. Epik tiyatroya kadarki pek çok tiyatro politik tavýr almýþlardýr. Bu akýmlar ya da yazarlar tiyatronun iþlevsel deðiþikliðinde fazla derine inmemiþ, toplum düzeninin temellerine dokunmamýþ, bu düzendeki önemsiz deðiþimler için mücadele ile yetinmiþlerdir. Yüzyýlýn baþýnda yeni bir sýnýf olan emekçilerin, Avrupa’nýn kimi ülkelerinde egemenlik üzerinde hak iddia etmesi, hatta bazý ülkelerde egemenliði ele geçirmesi üzerine politik bir kuram niteliðindeki tiyatro dünyaya gözlerini açtý. Emekçi sýnýflar özel bir karakter taþýyor ve kendinden önceki bütün toplumsal sýnýflardan ayýrýyordu. Kendi karakterine uygun bir þekilde eskisi gibi sansürden geçirilmiþ bir bakýþ açýsýyla yetinmedi. Tiyatro aracýlýðý ile bütün dünyaya buyur etti seyirciyi. *Devinim notlarý 1992’den bugüne çalýþmalarýný sürdüren “Devinim Tiyatro Atölyesi”nin çalýþma notlarýndan derlenmiþtir.

39

Uzun sefalet yýllarýndan sonra tam da ünlenmiþken Almanya’ya geri döndü. 1948’de onlarca eseri yüzlerce kez sahnelenmiþ tüm dünyada tanýnan bir yazardý. Oyunlarýnýn dönüþtürücülüðü ve kitle hareketlerine etkisiyle haklý bir saygý kazanmýþtý. Epik tiyatronun kuramcýsý ve kurucusudur. Seyirciyi eleþtirel gözleme, tavýr almaya ve eyleme çaðýrýr. Ona tarihi görevlerini hatýrlatýr.

Brecht “Carrar Ana”

“Brecht savaþta biraz yorulmuþ ama siperinden ayrýlmamýþ bir askere benziyordu. Ýnsanýn savaþtýðý, yüceldiði her yerde hazýr olacaktýr” Jorge Amado

“…Ýnsanlýðýn aydýnlýk geleceði uðruna yaptýðýmýz kavgada o, bizim en güçlü dostumuzdur” Georg Lukacs


Dramatik Tiyatro seyircisi þöyle der: “Evet, bunu ben de yaþadým. Ben de böyleyim. Doðal olan bu ve hep böyle olacak. Adamýn durumu içler acýsý. Zavallý için çýkar yol yok. Sanat budur iþte. Her þey ne kadar da doðal. Aðlayanla aðlýyor, gülenle gülüyor insan.”

DRAMATÝK TÝYATRO Sahne eylemi ortaya koyar Seyirciyi eyleme katar Seyircinin etkinliðini yok eder Seyircide duygular uyandýrýr, seyirci kendisini eylemin içinde sanýr Tiyatro duygu ve telkin yoluyla etkiler Duygular olduðu gibi ortaya konur Ýnsan bilinen bir varlýktýr Düðüm çözümlenirken gerilim belirir Her sahne bir baþka sahne için vardýr Olaylar düz bir çizgide geliþir Dünya oluþ içinde sunulur Ýnsan duraðandýr Ýçgüdüler söz konusudur Düþünce varlýðý belirler Seyirciye sonuç verir

2008 DÜNYA TÝYATRO GÜNÜ ATÇ BÝLDÝRÝSÝ... HAÞMET ZEYBEK “Açlýktan rengi solan, her YOKSULUN karþýsýnda, korkudan rengi atan bir ZENGÝN vardýr.” Provasýz geldiði, ‘DÜNYA SAHNESÝNDE’ insan, iki oyunla karþýlaþýr. Birinci küme: Doðanýn insana oynadýðý oyunlar. Ýkinci küme: Ýnsanýn insana oynadýðý oyunlar. Þöyle sorulabilir: Yaþam nedir? Þimdi oynadýðýmýz oyunlarýn toplamýdýr. Ne oynuyorsak odur. Zorunlu ayak uyaðýný sürdürmek zorunda kalan þair gibi. Ben, kendim ve koþullarýmýn toplamýyým. Bu koþullar bize önceden yazýlmýþ, çizilmiþ, dýþýmýzda zorla yüklenmiþtir. Onun için yapacaðýmýzýn en iyisini oynamak zorundayýz. Oyun ilk veridir (Ritüel, Seyirlik, Mimus vb.). Oyun oynanýr doðaçlama olarak, kurallarý konulur, kültür olur. Örneðin: Tavla oyunu. Ne zaman hepyek kaybeder, dübeþ kazanýr? Tavla kültürü olur. Onun için her insan bir oyuncudur. Oynamayan oynatýr (Ýnsan sanýldýðýndan daha çok artisttir. Nietzsche). Oyun korku depolarýný boþaltýr, insaný saðaltýr. Yoksa zenginler psikologa gider, yoksullar medyuma. Televizyonlarý medyumlarýn sarmasý boþuna deðil. Tanrýlara, þeytanlara, mucizelere, burçlara vb.lere inanýþ, nasýl insanýn vahþi doðaya karþý savaþýndaki güçsüzlüðünden doðmaktaysa, öteki dünyada iyi bir hayat olduðuna inanmak da, sömürgenlere karþý savaþ halinde bulunan sömürülen sýnýflarýn güçsüzlüðünden doðmaktadýr. Ayný psikopat tanrýnýn, sarhoþ peygamberi Bush’un küreselleþme oyunu gibi… Diðer ülkelerdeki sahabelerine oynattýrdýðý oyun gibi. Oyunun adý, Asimetrik Savaþ! Dengesiz Ares!.. Ýktidar-Muhalefet baðýrýyor!.. “BÜYÜK BÝR OYUN OYNANIYOR.” “ BÜYÜK BÝR SENARYONUN PARÇASIYIZ.” “BOP”-Büyük Ortadoðu ProjesiÝnsan toplumlarýnýn üstüne çöken bütün kötülükler: “Açgözlülük ve yükselme hýrsý”dýr. Kapitalizmde, siyaset ve sanat buna hizmet eder. Esas siyaset ve sanatýn amacý açýklýk olmalýdýr. Bu felsefenin bir lütfudur. “AÇGÖZLÜLÜK, MAL ORTAKLIÐI ÝLE ÖNLENEBÝLÝR.” “MAL ORTAKLIÐI, KÝÞÝSEL MÜLKÝYETÝ ORTADAN KALDIRIR.” Ve bu yolda güçlülüðün çekiciliðini azaltýr. Mal ortaklýðý, yükselme hýrsýna karþý bir kale bedeni gibidir. BÝLÝNCÝ OLUÞTURAN ÝMGELER SELÝ, ÝNSAN BEDENÝNÝ KUÞATAN; DÜNYAYA, ÇEVREYE, ÝNSANLARIN ÝLÝÞKÝLERÝNDEN NESNELERÝN ETKÝLENMESÝNE -UZAM- OLUÞ- ZAMAN- ÇAÐIN KOÞULLARIDIR! ÝNSANIN ÝNSANA OYNADIÐI BU OYUN ANCAK BÝLÝMÝN ÖNCÜLÜÐÜNDEKÝ ZOR OYUNU ÝLE BOZULABÝLÝR.

40


Devrim Tiyatrosunu Ararken Mehmet Esatoðlu 70’li yýllarýn ortalarý… Üsküdar’da bir halkevinde gençler toplanmýþ oyun üretiyorlar. Prova, “devrim ve tiyatro” iliþkisi gündeme geldikçe zaman zaman kesiliyor. “Tiyatro bir araçtýr.” diyenler var. “Tiyatroyu araç durumuna indirgeyemezsiniz.” diyenler de var. Ülkede yoðun bir biçimde katliamlar yaþanýyor. Önce tek tek genç öðrencilerin öldürülmesiyle baþlayan geliþmeler giderek kitlesel kýrýmlara dönüþüyor. Bir de grevler vardý. Ýþçiler, memurlar, yoðun bir hak arama mücadelesi içindeydiler. Polisler bile dernekleþip hak elde etmeye çalýþýyorlardý. “Devrimci Tiyatro” da bu konularý ele alan oyunlar sergiliyor. Basit ajit- prop oyunlardan zorlu çalýþmalara bir dolu oyun sergileniyor. Yolda duvarlara yazý yazarken vurulan gencin öyküsü de var sahnede, Maksim Gorki’nin ayný adlý romanýndan oyunlaþtýrýlmýþ “Ana” oyunu da. O yýllarda halkevi çevresindeki bir dolu genç, oynadýklarý metinlerin yaný sýra teorik olarak yeni öðrendikleri her þeyi sahneden kaba bir biçimle de olsa anlatmaya, aktarmaya çalýþýyor. Kimi zaman ortaya çýkan politik tartýþmalar bir çýrpýda oyunlaþtýrýlýp sahneleniyor. Ýþin nasýl yapýlacaðý konusunda rahatýz ve iþimiz çok zor deðil. Bizim yanýnda olmadýðýmýz görüþleri savunanlarý “aptal” ya da “hain” gibi oynayarak iþi çözümlediðimizi ve seyircinin kafasýnda, algýlayýþýnda haklý çýktýðýmýzý düþünüyoruz. Bazen çarþafýn ayaðýmýza da dolandýðý oluyor. Bir oyunda eski Sovyet liderlerinden Kruþçef ile Arnavutluk lideri Enver Hoca’nýn tutanaklara geçmiþ bir tartýþmasýný sahnede canlandýracaðýz. Elimizdeki metinde Enver Hoca ince politik bir manevrayla Kruþçef’i tartýþmada zor duruma düþürüyor. Belgeler öyle. Metin üstüne yoðun tartýþmalar yapýp metni aktaracak yaratýcý biçimler buluyoruz. Büyük bir hýrsla Enver Hoca rolünü alan oyuncu ezberini iyi yapamadý. Hatalarý ile uðraþacaðý yerde “Provada yaptýðým hatalarý sahnede yapmam.” diyerek oyuna çýktý. Ancak umduðu gibi olmadý. Unutup lafla-

Epik tiyatro seyircisi þöyle der: “Bak bunu düþünmemiþtim iþte. Ama öyle de yapar mý adam. Çok garip, inanýlýr gibi deðil. Eee yeter artýk. Adamýn durumu yürekler acýsý, bir çýkar yol var ama göremiyor. Sanat buna derler iþte. Her þey ne kadar da þaþýrtýcý. Aðlayanýn durumuna gülüyor, gülenin durumuna aðlýyor insan”

EPÝK TÝYATRO Sahne eylemi anlatýr Seyirciyi eleþtiren gözlemci yapar Seyircinin etkinliðini uyandýrýr Seyirciye yargýlar verdirir, böylece seyirci eyleme karþý çýkar Tiyatro belgelerle etkiler Duygular yargýlarla ortaya konur Ýnsan araþtýrma konusudur Gerilim oyun baþlarken vardýr Her sahne kendisi için var olur Olaylar eðri bir çizgide geliþir Dünya olduðu gibi sunulur Ýnsan oluþ halindedir Motifler söz konusudur Toplumsal varlýk düþünceyi belirler Seyirciye sorular verir

41


Lorca “Bernarda Alba’nın Evi”

Federico Garcia Lorca 1898-1936

Þ

air, müzisyen, ozan, ressam, tiyatro yazarý, aktör ve yönetmen… 16 Aðustos’ta Franco’nun polislerince evinden alýnarak tutuklanýr. 19 Aðustos’ta kuþuna dizilir. Cesedi 20 Aðustos’ta Viznar-Alfacar yolu üzerinde bulunur. Lorca’nýn öldürülüþü iç savaþýn kargaþasý içerisinde istenmeden gerçekleþtirilmiþ bir kaza, ya da birkaç gözü dönmüþ caninin iþi deðil, kendi içinde oldukça tutarlý ve sistemlice iþlenmiþ bir cinayettir. Öldürülen kiþi, burjuvaziyle sürekli alay eden bir “los putrefactos” ataerkil Ýspanyol deðerleriyle uyum kuramayan bir eþcinsel, Çingeneler, Maðribiler, Zenciler gibi ezilen kesimlerin destekçisi, kutsal Katolik inançlarýna ve aile kurumuna dil uzatan bir þair ve sol düþünceyi savunan bir aydýn, yani faþizmin keskin bir düþmanýdýr. Ýspanyol içsavaþý sýrasýnda sosyalizmden yana kesin tavrýný koymuþ olan bu sanatçý, faþist güçlerce baþýna bir kurþun sýkýlarak öldürülür.

rý karýþtýrdýkça oyunda Enver Hoca, Kruþçef karþýsýnda bocalar duruma düþtü. Bütün bu deneyleri yaþarken 70’lerin sonlarýnda bir kez daha durumumuza baktýk. “Devrimci Tiyatro” neredeydi? Biz neredeydik? Bir dolu olumlu - olumsuz yan karþýmýzda duruyordu. 60’larýn baþýndan bu yana bir dolu yol almýþtýk. O dönem grup olma sýkýntýlarý yaþayan, kýz oyuncu bulamamaktan makyaja bir dolu sorun yaþayan öncelikle de oynayacaðý metni olmayan bir “devrimci tiyatro” vardý. 50’lerin ikinci yarýsýnda Bayar- Menderes diktatörlüðüne karþý yükselen muhalefetin içinde sanat üretmeye çalýþýyorlardý. Ancak içinde bulunduklarý duyarlý ortama uygun metinler yoktu. Cumhuriyet sonrasý Osmanlý eleþtirisi yapan metinler onlara çok yavan geliyordu. Resmi çatýlar altýnda yaþayan, “geliþen” ülke tiyatrosunun metinleri ise ülke gerçeðine sýrtýný dönmüþtü. Ülkede Kürt isyanlarý oluyordu. Geliþmekte olan vahþi kapitalizm altýnda ezilen emekçilerin çýðlýklarý yükseliyordu. Sendikalaþmaya çalýþan emekçi önderleri tek tek yok ediliyordu. Ama sahnede bu olup bitenlerden tek bir iz yoktu. Yaygýn olan, aþýðýný dolaba saklayan fettan evli kadýn, geçkin yaþýna raðmen çapkýnlýk yapan ve komik duruma düþen erkek hikâyeleriydi. Yazar, yönetmen Vasýf Öngören o dönemi bir yazýsýnda þöyle deðerlendiriyor: “(…) Yani kafa yapýsý bakýmýndan gerici olan bu türedi sýnýf, batýnýn kültürel zenginliðine deðil, ekonomik zenginliðine gözünü dikmiþ ve ondan yararlandýrýlmýþtýr. 1950’den bu yana artan bu yeni komprador sayýsý, tiyatro seyircisi sayýsýný arttýrmýþtýr. Pýtrak gibi çoðalan tiyatrolarýn var oluþlarýnýn gerçek nedeni budur. Kafa yapýsý bakýmýndan, belli bir batý kültürü ile temasý olmayan bu türedi sýnýfýn ihtiyaçlarýný, batý normlarý ile þartlanmýþ klasik sahnelerimiz elbette ki, cevaplayamazlardý. Bu ihtiyaçlarý cevaplamak ve böylece bu yeni sýnýfýn daðýttýðý, ulufeden pay almak isteyen yeni sahnelerin doðuþu aslýnda hiç de þaþýrtýcý deðildir. Hele sanýldýðý gibi ülkemizde ulusal tiyatroya doðru gidiþi saðladýðý görüþü tamamen yanlýþtýr. Bu nicelik olarak artýþýn (sahne sayýsý bakýmýndan) giderek, tiyatroda nitelik bakýmýndan bir deðiþikliði getireceði söylenebilirse de, bunun ulusal tiyatro yönünden olmayacaðýný rahatlýkla söyleyebiliriz. Bunun büyük prodüksiyonlara yönelmiþ, kapital sahibi tiyatrolarýn doðuþunu saðlayacaðýný söylemek, daha doðru olur. Ulusal tiyatronun doðuþunu, sýnýfsal nitelik açýsýndan kavradýðýmýz sürece, çýkar bir yolumuz yoktur. Bu pýtrak gibi çoðalan sahnelerin, sürekli olarak bu yeni sýnýfýn ihtiyaçlarýný tatmin etmesi söz konusu olduðunda, büyük güçlüklerle karþýlaþýldý. Ýlk baþta ucuz batý bulvar komedileri ile idare edilmeye çalýþýlan sahneler, bir süre sonra, kafa bakýmýndan yerli olan bu seyircinin ihtiyaçlarýný en iyi yerli yazarlarýn karþýlayabildiðini gördüler. Ýþte þu son yýllarýn gittikçe artan yerli oyun yazarý esprisi buradan gelmektedir. Yeryüzü ile her türlü baðý kopuk olan (Ekonomik bað hariç.) bu türedi sýnýf, ancak kendi dilinden konuþanlarý anlayabilirdi.” (Ankara Birliði Dergisi, Sayý 1–2, 1970, “ Ulusal Tiyatro Devrimci Tiyatrodur” baþlýklý yazýdan alýnmýþtýr.) 1960 darbesi sonrasý geliþen “devrimci tiyatro”lar önce dünyayý kavramaya çalýþtýlar. Ancak ellerinde devrimci kaynaklarý, kafalarýnda perspektifleri yoktu. Bu nedenle var ettikleri metinlerde ayaklarý yere basma-

42


yan bir adalet duygusu, Kemalist yaklaþýmlý bir Anadolu yüceltmesi aðýr basýyordu. Bir de batýdan çeviri metinler var. Bu oyunlarýn birçoðu saçma tiyatro (absürd) örnekleriydi. Ionesco’nun, Beckett’in karamsar bir yaklaþýmla yazdýðý oyunlarý “toplumsal eleþtiri” diye oynamaya kalkanlar, bir süre sonra bu metinlerden tatmin olmamaya baþladýlar. Süreç içinde “devrimci tiyatro” kendi yazarlarýný yetiþtirmeye baþladý. Önce Yaþar Kemal, Güngör Dilmen hikâyelerinden oyunlaþtýrmalarla ilerledi süreç, sonra Vasýf Öngören, Oktay Arayýcý, Sermet Çaðan gibi bir dolu politik yazarý yetiþtirdi. O yýllara kadar sahnede politik konularý iþlemenin yeterli olduðunu düþünen “devrimci tiyatro”nun önüne bir baþka sorun; “devrimci estetik” çýktý. Var olan estetiði sorgulamaya giriþen tiyatro insanlarý giderek zor bir dönemece geldiler. Sahnede kullandýklar estetik burjuva estetiðiydi ve “devrimci tiyatro” için farklý bir estetikle ilerlemek durumundaydýlar. Burjuva estetiði izleyici ile sahne arasýnda bir özdeþleþme kuruyordu. Ýzleyici önündeki oyun üzerine düþünüp zihinsel bir faaliyet geliþtireceðine heyecanlanýyor, sonuç olarak da bilinç elde edeceðine bir boþalým yaþýyordu. Vasýf Öngören o günlerin devrimci topluluðu Halk Oyuncularý’nýn “Pir Sultan Abdal” oyununda bunu gözlemiþti. Oyun Ankara’da sergilenirken Tuzluçayýr’ýn yoksullarýnýn da Harp Okulu öðrencilerinin de bir burjuva sanatçýsý olan Zeki Müren’in de oyundan ayný biçimde etkilendiðini görünce yeni bir estetiði var etmenin þart olduðunu arkadaþlarýyla tartýþmaya baþladý. Ancak ortak bir yol bulamadýlar. Topluluktan ayrýldýktan sonra ’68 günlerinde yazdýðý ve yönettiði “Almanya Defteri” ve “Asiye Nasýl Kurtulur?”, 12 Mart sonrasý sahnelediði “Oyun Nasýl Oynanmalý?”, 1980’e doðru “Zengin Mutfaðý” ve “1941-1942’den Ýnsan Manzaralarý’’ oyunlarýnda hep bu estetiði inþa etmeye çalýþtý. “Dünyayý deðiþtirmek”, “deðiþimin gerekliliði” ve “deðiþimin hazzý” kavramlarý üzerinden giderek yeni bir estetiðin denemelerini yaptý. 12 Eylül darbesiyle sahnede devrimci tiyatro adýna yapýlan çabalar geçici bir süre durdu. 1990’lara doðru 12 Eylül’ün etkilerinin daðýldýðý günlerde yeniden hareketlenme baþlarken “devrimci tiyatro” için çaba harcayanlar bu zorlu yola soyunmaktan kaçýnarak daha basit yoldan ilerlemeye çalýþýrken burjuva estetiðinin tuzaðýna düþtüler. 90’larýn ortasýna doðru kimi “devrimci tiyatro”larýn politik konularý ele alan dinci topluluklarla aralarýnda pek fark yoktu. Yalnýzca “devrim” sözcüðünün yerini “Ýslam” sözcüðü almýþtý. Çünkü her iki taraf da ayný estetiði yani burjuva estetiðini kullanýyordu. Bugün birkaç amatör topluluk dýþýnda bu yolda yaygýn bir çaba görülmüyor. Devrimci Tiyatro yapmak isteyenlerin hem devrimci metinlere gereksinimleri vardýr hem de devrimci bir estetiðe. Bunlardan biri eksik olduðunda devrimci tiyatro gerçekleþemez. Yani burjuva dünya görüþüyle yazýlan metinler devrimci bir estetikle sergilenemezler. Devrimci metinler ise devrimci bir estetiðe muhtaçtýrlar.

43

Bana tiyatronun bittiðinden bahsettiklerinde –þu andaki organizasyonumuz dolayýsýyla- hayallerinin iþini býrakarak baþka bir þey yapan ve savaþmaktan býkmýþ gençleri düþündüm; bana artýk sahnenin öldüðünden bahsettiklerinde ise, alanlarda ve þehrin yoksul kesimlerinde kendi gözleriyle görmek isteyen milyonlarca insaný, saf aþkýyla bülbülü, Romeo ve Julliet’i, midesi þarap dolu Fallstaff’ý düþündüm. Ayný resim ya da müziðin bittiðine inanmadýðým gibi tiyatronun da bittiðine inanmýyorum. BUENOS AÝRES, 1933, Halk Demeci -Lorca “Dünyanýn yaþamakta olduðu þu dramatik anlarda sanatçý halkýyla gülmeli, halkýyla aðlamalýdýr. (...) Ben yoksullarla bütünleþmek istiyorum. Ýþte o yüzden gelip tiyatronun kapýlarýna dayandým ve bütün yeteneklerimi de bu sanata adadým” “Tiyatroda kapýlarý çarýklý seyirciye açmak gerekir. “Haným efendi güzel bir ipekli elbise mi giyiyorsunuz? Öyleyse dýþarý!” Çuval kumaþýndan gömlek giyen seyirciyi Hamlet’le Aiskhylos’un eserleriyle bütün yüce eserlerle karþý karþýya getirmemiz gerekir. Çünkü burjuvalar, Ýspanyol tiyatrosunun temel taþý olan dramatik yönünü baltalamaktadýrlar. Her þeyden önce tiyatronun niçin bir çöküþ yaþadýðýný anlamak gerekir. Her zaman þairlerin yazdýðý tiyatro en çok katlanabilen tiyatro olmuþtur. Bu da þairin büyüklüðüyle ilgilidir. Tabi ben lirik deðil dramatik þairlerden bahsediyorum. Köylerdeki halk her zaman oyunlara karþý saygý, merak duymuþtur ve onlarý anlama isteðiyle doludur. Bu duruma büyük þehirlerde bile pek sýk rastlayamýyoruz.”


Dram-Kişi

iyatro halkýn içine nüfuz etmeli, halk tiyatroya deðil. Bunu yapmak için de oyun yazarlarý ve oyuncular, kanlarý ve canlarýyla çok büyük bir güç olduklarýný düþünmek zorundadýrlar. Çünkü tiyatroyla ilgilenen halk, ciddi ve sert üstatlara tapýnan, adalet isteyen ve daðýtan fakat öðretmenlerinin acemi olduðunu anladýðýnda altýna raptiye koyan, öðrenmek istemeyen ya da öðretilmesine izin vermeyen okul çocuklarý gibidir. Halk eðitilebilir. (Ýnsanlar deðil, halk diyorum, bunu not edin) (…)En yüce sanat, ve siz sevgili oyuncular, sanatçýlar herþeyin üstündesiniz... Bana bu sözleri söyleten coþkum ve kararlýlýðýmdýr. Ben kolay kolay faka basmam, serinkanlýlýkla çok düþündüm... Biliyorum ki, gerçeði bilen kiþi, ekmeðini ýþýða yakýn yerken “bugün, bugün, bugün” diyen kiþi deðildir; o kiþi daha çok kýrsal yaþamda þafaðýn ilk ýþýklarýna sakince hayran olan kiþidir. Ve biliyorum ki doðru olduðunu söyleyen kiþi, gözlerini giþenin küçük penceresine sabitleyip “þimdi, þimdi, þimdi” diyen kiþi deðildir; o kiþi daha çok “yarýn, yarýn, yarýn” diyen ve dünyada filizlenen yeni bir yaþamýn geliþini duyumsayabilen bir kiþidir. BUENOS AÝRES, 1935, RADYO PROGRAMI-Lorca

T

Kaan Erten “Bir fikrim var. Neden küçük bir oyun oynamýyoruz? Hadi hepimiz gerçek birer insanmýþýz ve gerçekten yaþýyormuþuz gibi yapalým. Sadece bir süre için. Ne dersiniz? Hadi, insanmýþýz gibi yapalým.” (Jimmy “Öfke” John Osborne) * Hiç güç bir seçim yapmak zorunda kaldýnýz mý? Ýki iþ arasýnda; sevdiðiniz iki varlýk arasýnda; iþ ile aþk arasýnda; baðlý olduðunuz iki obje arasýnda… II. Dünya Savaþý’nda, Nazi kamplarýnda, bir Musevi anneden seçim yapmasý istenir, iki çocuðundan biri gaz odalarýna yollanacak, diðeri sað kalacaktýr: /En zor seçim/Ýþte, “dram”ýn özü. Shakespeare, insan yaþamýný evrelere ayýrýr: “Bütün dünya, bir oyun sahnesidir. Kadýn erkek herkes birer oyuncu. Her birinin giriþ ve çýkýþ zamanlarý vardýr. Perdeleri yedi çað olan oyunda, insan birçok roller oynar; ilk önce sütninesinin kollarýnda aðlayan, salyalarýný akýtan bebektir. Sonra, sýzýldanan, çantasý ve tertemiz sabahlýk yüzü ile isteksiz isteksiz sümüklü böcek gibi sürünerek mektebe giden mektepli. Sonra fýrýn gibi derinden nefes alan, sevgilisinin kaþýna destan yazan aþýk. Sonra garip küfürler savuran pars sakallý, þerefi üstüne titreyen çabuk kýzýp kavgaya giriþen, su kabarcýðýndan farksýz þöhreti hatta top aðzýnda arayan asker. Daha sonra, hürmetli yuvarlak göbeði besili bir piliçle astarlanmýþ, bakýþý sert, sakalý usulünce kesilmiþ arifane hikmetleri ve harcý alem misalleri bol hakim, böylece rolünü oynar. Altýncý çað, burnunda gözlük, yanýnda kese, eskimeden saklanmýþ pantolonu sýska bacaklarýna büsbütün bol gelen, vücudu kupkuru, ön ayaðý terlikle soytarý halini alýr, kalýn erkek sesi tekrar çocuk sesi gibi incelerek düdük sesine döner. En sonuncusu bu garip ve heyecanlý hikayeyi unutturan sahne, ikinci çocuktur, tam bir nisyandýr: diþsiz, gözsüz, tatsýz, hiç bir þeysiz.” (Jaques – “Beðendiðiniz Gibi” / W. Shakespeare) * Ýnsan yaþar, insan soluk alýr, yaþar ve dümdüz çizgide ilerlerken bir zikzak, çýkýverir karþýsýna: /düzenin alt üst olmasý, kat kat, tepetaklak, buruþ buruþ olmasý. - ‘Ýnsan’ý; a- genler / b-doðup büyüdüðü çevre / c- dýþ dünyaya koptuðunda yaþam çizgisi (eðitim, görgü, baþýndan geçenler, kurallar/kuralsýzlýklar) biçimler, þekil verir. “Yeni þekillere ihtiyacýmýz var, yeni þekillere… Bunlar olmadýktan sonra, hiç birþeyin olmamasý daha iyi. Annemi severim, hem de pek çok. Fakat o, derbeder bir hayat geçiriyor: Daima, þu muharriri peþine katýyor. Bazen adý, bütün gazetelerin dilinde… Ýþte bu, beni üzüyor… Bazen ben de, alelade her insanda bulunan egoizm konuþuyor… Yalnýz ben… bütün bunlar arasýnda, yalnýz ben, bir hiçim. (Treplev – “Martý” / Anton Chekhov) *Gerçek ile düþ, doðru ile yalan, tek yüzlü ile ikiyüzlü arasýnda bocalama, kendine, çevresine inanma/inanamama. Siz, doðru sözlü müsünüz? Güzel yüzlü müsünüz? Eðer doðru sözlü, güzel yüzlü iseniz, doðruluðunuzun güzelliðiniz ile hiçbir ilgisi olmamalý” (Hamlet – “Hamlet” / W. Shakespeare) * Genetik gerçekten bilinmezliðe giden yolda, öne sürülen kehanet, trajedinin ana yazgýsýný belirlemeye yeter: Oidipus, -Thebes’in mitolojik kralý, Laius ve Iokaste ile evlenecektir. ‘Oidipus kompleksi’, çaðdaþ psikolojide, ‘taravmaya baðlý kiþilik de-

44


ðiþimi’ baðlamýnda deðerlendirilir. Oidipus’un Thebai kentine varýncaya dek terlediði yol, insan yaþamýndaki ‘düz çizgi’dir. Thebai’nin uðursuz belasý canavar sfenks Oidipus’a sorar: ‘O, hangi yaratýktýr ki, bir süre iki ayak üzerinde, bir süre üç, bir süre dört ayakla yürür ve de, doða yasalarýna aykýrý olarak, ayaklarý en çok olduðu zaman güçsüzdür: - Ýnsan – Oidipus’un verdiði doðru yanýt ile, o düz çizgi büsbütün yön deðiþtirir. Ihebai’yi canavar sfenks’in elinden kurtaran Oidipus Pelops’un kehaneti yerini bulur. (kiþilik / öz deðiþimi) * Çeliþki… ‘insan’ýn kendini bir bütün içinden toplum içinde, bireyler arasýnda, öz psikolojik boyutunda irdeleme çabasý. *Kimlik sorgulamasý, bireysel sýnýflama / konumlandýrma, ‘seçim yapma’ya zorlar, ‘kiþi’yi. Sosyolojik boyut ile öz psikolojik boyut arasýndaki paralellik, kiþi ile yaþadýðý çevre / dýþ dünya arasýndaki çeliþkiyi, ‘kim’, ‘nerede’, ‘nereye’, ‘hangi süreçte’ sorularýný getirir. “… Evet, çýldýrdým… Bak! Hiçbir þeyim yok, bana ait diyebileceðim hiçbir þey!.. “… Artýk uyandým. Gidiyorum. Ayda altmýþ beþ dolar için, tüm düþlerimden vazgeçiyorum! Ve sen, kendimi, sadece kendimi düþündüðümü söylüyorsun. Niçin, dinle, eðer hep düþündüðüm ‘kendim’ ise, anne, ben de onun olduðu yerde olacaðým. ‘gitmiþ’! (Tom, “Sýrça Kümes” / Tennesse Williams) Ýnsan, kendi yazgýsýný ne ölçüde çizebilir ki? Çevre, doða, sýnýf, kök ayrýmý olan bir dünyada, bu ne derecede olasýdýr?: Bir panayýr düþünün; köylüler, emekliler, üretimlerinin bereketle ve bollukla sonuçlanmasý sonucu eðlenmektedirler. Derebeyleri, bu durumdan hoþlanmaz; eðlenceyi durdurmakla kalmayýp, ülkede sýkýyönetim ilan ederek köylülere zorla verdikleri ………… sakatlanmalarýna yol açarlar. -“Savaþ mý var, Papaz Efendi?” “Hepiniz ayrý ayrý haklýsýnýz. Haklý ile haksýzý ayýrmak, yüce Tanrý’nýn iþidir. Kul, zaman olur kör olur, zaman gelir duymaz olur. Körken duyarak, saðýrken yalnýz görerek konuþur. Hem kör, hem saðýrsa anlamsýz konuþur. Yüce devlet iþleri, bizler için, kah görülmez, kah duyulmaz, çoðunlukla da hem görülmez, hem duyulmaz iþlerdir.” “Demedim mi ben? Savaþ var! Devlet iþi bu! Namussuzum savaþ!” (2. Vatandaþ – Papaz) “Ayak Bacak Fabrikasý/Sermet Çaðan) Kimdir bütün bunlarýn, bu olanlarýn, hatta olacaklarýn sorumlularý? Kiþiye öz çýkarýný, insancýl çýkarýný öðretmeyen, göstermeyenler. Onlar! Yönetmiþler, yönetenler, yönetecekler! Kiþiye, kara tohumu bile bile yedirenler. Kiþiyi, bile bile süründürenler. … “Ülkede bir zehir kaldý. O zehir olmadýkça kurtuluþ yok!” … “Yeter, yeter, yeter… Daha dün savaþ alanlarýnda yiðitliði için ona destanlar düzdünüz. Daha dün kentin kapýlarýnda çiçeklerle karþýlayan, sizler deðil miydiniz? Ey nankörlük, sen hiçbir zaman ölmeyeceksin.” (Kadýn, Kýz – “Ayak Bacak Fabrikasý” – Sermet Çaðan) Varlýk, yokluk, eyleme geçmek ile tasarýda kalmak arasýndaki ikilemde kendini bulur: “Var olmak mý, yok olmak mý, Bütün sorun bu, Düþüncemizin katlanmasý mý güzel zalim kaderin yumruklarýna, oklarýna, Yoksa diretip bela denizlerine karþý, Dur, yeter demek mi?.. (Hamlet – “Hamlet” / W. Shakespeare) -Ve, yaþam sürer gider: “Yaþayacaðýz, Vanya Dayý, Yaþayacaðýz!.. (Sonia, “Vanya Dayý” /Anton Chekhov)

45

“Bu gece bir yazar, bir þair, insan hayatýný inceleyen bir araþtýrmacý olarak deðil, toplumsal tiyatro akýmýnýn ateþli bir izleyicisi olarak konuþuyorum. Tiyatro bir ülkenin yapýlanmasýnda en anlamlý ve yararlý araçlardan biri, o ülkenin geliþimini ya da çöküþünü gösteren bir ölçüdür. Trajediden vodvile çeþitli alanlarda iyi yönlendirilmiþ, duyarlý bir tiyatro, bir kaç yýl içinde halkýn duyarlýlýðýný etkileyip deðiþtirebilir; parçalanmýþ, kanatlarýn yerine pençeler konmuþ bir tiyatro ise, bir ulusun tamamýný uyutur, kabalaþtýrýr. Tiyatro, aðlamanýn ve gülmenin okuludur, eski veya yanlýþ ahlaki deðerlerin sorgulandýðý, geçerliliðini daima koruyan insani duygularýn canlý örneklerle dile getirildiði, herkese açýk bir kürsüdür. Tiyatrosunu desteklemeyen bir halk, ölmemiþse de can çekiþiyordur; Halkýnýn toplumsal, tarihi akýþýný, insanlarýnýn dramýný ve ruhunun gerçek rengini kahkaha veya göz yaþlarýyla aktaramayan tiyatro, tiyatro adýyla anýlmaya layýk deðildir. Ancak bir oyun salonu veya zaman öldürmek denen korkunç faaliyetin yer aldýðý bir mekandýr.” Madrid Ulusal Tiyatrosu’ndaki Konuþma, 1935-Lorca


Pandora’nýn Kutusu Bilgesu Erenus Tiyatro, tiyatro devrimin provasýdýr. Ben bu sözü, ezilenlerin tiyatrosundan ödünç aldým. O halde durmayýn Yazýn oynayýn, oynatýn hadi!

Mayerhold’un Sahne Tasarımı

NERUDA’NIN KALEMÝNDEN LORCA’NIN ÖLÜMÜ

F

ederico Garcia Lorca! O, insanlarýnýn bir parçasýydý, bir gitar kadar mutlu ve hüzünlü, bir çocuk kadar, insanlarý kadar berrak ve derin. Biri çýkýp da, yýlmadan, ülkenin her karýþ topraðýný adým adým dolaþarak, bir kurban, sembolik bir kurban bulmak için araþtýrmalar yaptýysa, o kiþi, Ýspanya’nýn özü, onun canlýlýðý ve derinliði olarak seçilen bu adamýn mertebesine eriþen hiçbir kimse ve hiçbir þey bulamayacaktýr. Evet, iyi seçim yaptýlar, onu vururlarken insan soyunun yüreðini hedeflemiþlerdi. Onu, Ýspanya’ya boyun eðdirmek ve þehit etmek için seçtiler, onu en derin soluðunu týkamak için seçtiler, onu özünü kurutmak için seçtiler, en solmaz kahkahasýný susturmak için seçtiler. Bu ölümün yargýlanmasýnda birbiriyle uzlaþtýrýlamaz iki Ýspanya vardý; korkunç, melun, çatal týrnaklý yeraltý Ýspanya’sý, lanetli Ýspanya; büyük hanedanýn ve kiliseye ait cinayetlerin çarmýha gerilesi, zehirli Ýspanya’sý; ve karþýsýndaki Ýspanya, yaþama onuruyla ve ruhuyla gülen, sezginin, geleneðin ve keþfin parýltýlý Ýspanya’sý, Federico Garcia Lorca’nýn Ýspanya’sý!

Sahnede kolçaksýz tahta bir iskemleyle ve örtüsüz tahta bir masa vardýr. Ýçinde, orta boy bir amerikan bayraðý ile kimi eþarplarýn ve Ýbiþ’in bulunduðu kutu, masanýn üzerinde; gitar ise, baðlantýlarý hazýr bir halde, masanýn hemen saðýndaki koruyucu ayak üzerinde durur. Müzik: Gracias ala vida Týpký hayat gibi öyle deðil mi, yarýsý coþku yarýsý hüzün dolu bir þarký; gracias ala vida, yeryüzündeki her þeye ama her þeye; daðlara, denizlere, kuþlara böceklere, portakallara yemiþlere ve asýl, asýl sözcüklere hayata þükürler olsun diyerek, teþekkürlerini sunuyor! Bu þarkýyý söyleyen çocuklarý, Pera kardeþleri Þili’de, bir stadyumda gitarlarýyla birlikte kurþuna dizdiler. (Masaya yönelirken) Hayata þükürler olsun ama nasýl bir hayat? Yazarken ve yaþarken bu soru benim peþimi býrakmadý hiç! (Oturduktan sonra kutuya uzanýrken ) Pandora’nýn kutusu! Mitolojik öyküye göre, Pandora’nýn kutusu açýldýðýnda, bütün acý ve kötülükler bir anda yeryüzüne saçýlýverirmiþ. (Eþarplarý, önce tek tek biraz kaldýrýp, sonra birden havaya fýrlatarak) Türbanlýk eþarplar mý? Yok, caným, nerden çýkarýyorsunuz? (Kutunun dibini araþtýrýrcasýna) Açýldýðýnda bütün acý ve kötülükler yeryüzüne saçýlsa da insanlar, bu kutunun dibinde, ta dibinde bir yerlerde insana dair bir umudun bulunduðunu umut etmekten vazgeçmediler… (Ýbiþi çýkarýrken) Merhaba Ýbiþ… Geleneksel tiyatromuzun ve benim Ýkili Oyun adlý çalýþmamýn çok önemli bir figürü…(Selam, öpücük verdirir) Kibarlýk edip, kurnazlýðý demesek bile, hazýrcevaplýlýðý ile ünlüdür, çift anlamlar, taþý gediðe koymaklar, argo falan filan, öyle deðil mi Ýbiþ?.. (Ýbiþin baþ sallayýþý) Yazdýðým oyunlarýn kimi kadýn kahramanlarýný sizlere canlandýrmak için sabýrsýzlanýyor.(Ýbiþ kulaðýna bir þeyler söyleme isteði belirtmiþçesine) Ama Çok ayýp Ýbiþ, bir toplulukta böyle kulaktan kulaða… (Buluþulan kitleye özel eleþtirel konuþmalar…) Saða sola çattýðýn yeter! (Ýbiþi siyah yemeniyle hazýrlarken) Hadi bakalým, oyunlarýmýn kadýn kahramanlarýna bürünme zamaný; Pandora’nýn kutusu, kostüme bir gösteri, bu konuda hiçbir masraftan kaçýnmadýk, evet! Yýl 1973… Kadriye!. Ýlk oyunum El kapýsý’ndan! Ankara Sanat Tiyatrosu’nun sahnesine Rutkay Aziz’le birlikte çýkarttýðýmýz kýrsal kökenli bir kadýn; yemenisinin siyah olduðuna bakmayýn, içten içe ýsrarlý bir kýrmýzýyý asla ihmal etmez, iþte, böyle… “Kapansýn el kapýlarý, bir daha açýlmasýn, yok edin insanýn, insana kulluðunu” dizeleri türküleþse de, Kadriye, yurt içinde ve yurt dýþýnda elkapýlarýnýn her çeþidini yaþamak zorunda kaldý. (Ýbiþ önde) “Len Hüseyin, bizi nasýl edipte alýþtýrdýlar böyle? Fabrika iþçiliði ele

46


kul etmez adamý deniyordu haný? Kulluk çeþit çeþit ama, efendinin, gavuru, Türk’ü, fabrikalýsý, fabrikasýzý fark etmiyor, gine ayný… Zýýrrrrr… Zille çalýþacaksýn, zýrrrr, zille yiyeceksin, iþemesi gene öbür zile, zýrrrr!” Telli turnam bizim ele varýrsan Þeker söyle kaymak söyle bal söyle… Kadriye satýn alsa da almasa da, kendini suçlu saydýðý bir tüketim toplumu Almanya’da, çocuklarýndan ayrý yaþarken, iþsiz kocasý tarafýndan, bir 1 Mayýs günü, defalarca býçaklandý. Kocanýn gerekçesi þuydu: “Önüme üç kuruþ atýyorsun diye, kendini evin erkeði mi belledin?” (Ýbiþi korurcasýna göðsüne bastýrarak) Tamam tamam Kadriye’yi seslendirmenin seni gerdiðini biliyorum. Hele günümüzde Neonaziler ev- ev, sokak- sokak yurttaþlarýmýzý yakmaya baþladýklarýndan bu yana… Hiþþþþ, tamam! Payidar’ý oynarsan keyfin yerine gelebilir belki, þöyle cicili bicili bir giysi bulalým sana! Ýþçi kýzý olsan, varoþlarda otursan da çalýþtýðýn müesseseyi temsil edeceksin, Vakko türü biþey müessesen, hiç kolay deðil! (Ýbiþi, renkli þifonla sardýktan sonra) Evet, þimdi ezberimizi geçebiliriz...(Ýbiþe ezberletircesine) Esmerler için makyaj malzemeleri, (melba, pembe allýk, mor far, bronz ruj, gece mavisi far, siyah maskara)… Ya da, e, benle tekrarla hadi…(Pembe far, eflatun far, viþneçürüðü ruj) Aa yoo kafamýz karýþtý, o kumrallar içindi… Sarýþýnlar mý yoksa? Esmerlerde, esmerlerde? Hah, bej fondöten, (Ýbiþin burun ve aðzýnda birikenleri silerken) Aðýz köþelerinde, burun kenarlarýnda birikmeyecek ama, dikkat! Parmak uçlarýyla (Parmaðýný yaladýktan sonra) gelincik rengi allýk, elmacýk kemiði üzerine, evet tam üç nokta… (Ýbiþ tükürmüþçesine) “Tüh” (Ýbiþ’i kendine çevirerek) Ne oldu? A, seni mutlu etmek de çok zor! Ne yapsýn kýz, kendisini kuþatan sorunlarla baþa çýkamayýnca makyaj ezberi geçiyor iþte! (Gülümseyerek Ýbiþ’e) Oysa haklýsýn, adý, Payidar; kalýcý olmak, kalýmlý anlamýna geliyor… Ankara Sanat Tiyatrosu, Rutkay Aziz’in rejisiyle sahnelediði oyunumda kýsa aralýklarla þu soruyu yöneltiyordu ona, “Nereye, Payidar nereye?” Yani nerede, nasýl, kalýcý olunacak?” Emekçi ailesinden, tek gözlü gecekondularýndan, tavandan sarkan çýplak ampulden, birlikte reklamlarý izlediði meyve sýkýcýsý sevgilisinden giderek nefret edip, arkadaþlarýnýn iþyerinde baþlattýðý direniþe katýlmak yerine, yaþadýðý bu sefil yaþamýn nedeni olan tekstil patronlarýnýn safýna geçse de, geçtiðini sansa da, Timur Selçuk-Çiðdem Talu ikilisinin müziði, 1976’dan bu yana Payidar’ýn peþini býrakmadý, býrakmayacak. Gittiði yolun çýkmazlýðýna vurgu yapan bu ezgiyi mutlaka siz de bir yerlerden duymuþ olmalýsýnýz, Müzik: Nereye Payidar Parmakla ýslýk çalanýnýz var mý? Evet öyle… Hatýrlayanlarýnýz çýkacaktýr mutlaka, bir dönem tiyatromuz, topluma sahneden müdahale edebilecek güçteydi. Payidar’ýn oynadýðý günlerde, 1976, Ankara Kýzýlay Meydaný’nda, sýnýf atlama telaþýnda biri görüldüðünde, arkasýndan bu ýslýk eþliðinde Nereye Payidar diye seslenilirmiþ… (Ýbiþin gözleriyle salondakileri tarayarak) “Kadýn ya da erkek fark etmez, ne çok Payidarýmýz var? Son zamanlarda ne denli çoðaldýlar?” (Ýbiþi uyarýrcasýna) E ama fazla ileri gidiyorsun, dikkat et!

47

Vakhtangov’un Sahne Tasarısı

O sunulan bir portakal çiçeði gibi, yabanýl bir gitar gibi hareketsiz yatýyor, yaralý bedenini tekmeleyen katillerin çirkefi altýnda; ama þiiri gibi akarken dimdik ve þarkýlar söyleyerek insanoðlunun anýsýnda sonsuzluða dek yaþamak için.... Garcia Lorca, þiirini ve oyunlarýný insan öyküleri ve kalp fýrtýnalarý ile doldurduðu için bir anlamda estetiðe karþýydý, ama bu, þiirin gizeminin en eski sýrlarýný reddettiði anlamýna gelmiyordu. Ýnsanlar olaðanüstü sezgileriyle onun þiirin benimsediler ve bugün Andalusia’nýn köylerinde halk þiiri olarak hala söyleniyor. Ama o, bu eðilimi nedeniyle ne kendini övdü, ne de onu kendi yararýna kullandý; bundan kaçýndý; o, hem iç dünyasýný, hem de dýþ dünyayý hevesle araþtýrdý. Pablo Neruda

Lorca İle İlgili Sütunlar Sinem Özlek’in Çalışmasından Alınmıştır. “LORCA DOSYASI” yazarýn 20072008 sezonunda ÝBB ÞEHÝR TÝYATROLARI’nda ENGÝN ALKAN yönetmenliðinde sahnelenecek “BERNARDA ALBA’NIN EVÝ” adlý oyununun dramaturji çalýþmasý merkezinde oluþturulmuþ bir “derleme”dir.


Augusto Boal'l

E

zilenlerin Tiyatrosu’nu oluþturma gerekçesini: “Politika ile uðraþmak istiyorum ama iþimi deðiþtirmek istemiyorum. Ben bir tiyatro adamýyým! Benim için her zaman olasý olan ve þimdi de gerçekleþen bir þey bu: tiyatro politikadýr; politika da tiyatro. (...) Ýþte benim önermem bu bileþimde yatýyor. Bu bileþim tiyatroyu da, politikayý da daha verimli kýlacak. Ben izleyicinin kendini oyun kiþisi yerine koyduðu, olasý çözümleri keþfedip sahne üzerinde tartýþabileceði bir demokratik tiyatro öneriyorum. Ve iþte bu noktada ortaya çýkan politik bir izleyici oyuncuya dönüþür ve oynar. Oy kullanan kiþi kanun yapan kiþiye dönüþür, kanunla ilgili öneriler getirir, sokak tiyatrosu meclis olur ve meclis artýk sokaktadýr. Altmýþlarda tiyatro kendini politize etti, bugün doksanlarda politikayý teatralize etmenin zamaný geldi” diyerek açýklar.

(Mavi yemeniyi alýrken, Ýbiþ’e) Nur oluyorsun hadi bakalým… (Ýbiþ sevinmiþçesine, zýplatarak) Yaþasýn! (Ýzleyiciye) Ayný oyunda birlikte rol aldýklarý için, oyun kahramanlarýmdan Nur hala onun hitidir… (Ýbiþe baþýyla onaylatýr) Ýnsan birlikte çalýþtýðý üstelik ses getiren çalýþmalar yaptýðý arkadaþlarýný öyle kolaylýkla unutamýyor. (Ýbiþ’i mavi yemeniyle sararken) Madem Nur’u oynuyoruz, bu bodrum mavisi yemeniyi þöyle boynumuza atalým, entelektüel bir tarzda…Güzel…Ýbiþ’in sevgili oyundaþý Nur, 1978 yýlýnda yazdýðým Ýkili Oyun’un kadýn kahramaný. (Ýbiþ kulaðýna yönelmiþçesine) Yine mi kulak? Sen bunu kibarlýk sanýyorsun belki de, biri sana yanlýþ öðretmiþ, ben deðil! (Ýbiþ’i dinlerken, mekandaki kadýn izleyicileri merakla süzerek) Yaa… Haklý olabilirsin, evet! (Ýzleyiciye) Bilmem aktarmam doðru mu ama aynen söyle söylüyor. “Salondaki kadýnlarýn entelektüel görünümlerine bakma, çoðunun evlerinde Nur’dan farklý bir yaþamlarý olduðunu sanmýyorum, bir kýsmý da geleceðin Nur adaylarý”, diyor… Umarým aktarmak üzere olduðum özet, sizde kýrgýnlýk yaratmaz, çünkü Ýkili Oyun’un Nur’u; eve para getirebilmek için çalýþýrken, ev hanýmý ve anne olarak yükünü kaldýramadýðý hayata tepki vermek için, bir gün bir çöp tenekesinin yanýna oturup, belediye görevlilerinin kendisini de alýp götürmelerini beklemesiyle bilinir… (Ýbiþ önde) “Bulaþýklarý yeni bitirmiþtim, çamaþýrlar, lavabo ve tuvalet… Kocam elinde kumanda aleti, kahve içiyordu, televizyonunun her kanalýnda o adamlar vardý. Zar atýyorlardý üzerimizde. Hangisinin üstüne kalacaðýmýz belli deðil! Salonun tablalarýný boþalttým. Oðlumuz köfteleri döndürüp duruyordu aðzýnda, yutamýyordu bir türlü. Çalýþma odasýnýn çöplerini de topladým, hepsini mutfaktaki naylona boþalttým sonra, aðzýný baðladým sýkýca. Yandakilerin televizyonunda da o adamlar vardý. Zar atýyorlardý üzerimizde… Hangisinin üzerinde kalacaðýz? Kapýya býraktým naylon torbayý, sonra durdum bekledim birlikte… Beni de alsýnlar diye! Belediye hizmetleri hiç bir zaman doðru dürüst iþlemedi ki bu ülkede. Bir alaným olmadý, hayýr!” Aslýnda Ýbiþ haksýz sayýlmaz… Sýnýfsal kökenimiz ne olursa olsun, zaman zaman þu ya da bu ölçüde hepimiz yaþamýyor muyuz bu ev ve iþ hayatýndaki baþa çýkýlmaz anlarý… (Ýbiþ kulaðýnda) Hay Allah… (Dinlerken) Sen meselelere sýnýfsal baktýðýn için, feministler seni asla ciddiye almýyor, onlara yaranmaya çalýþma, diyor. Her türlü politikayý kadýnlar üzerinden yapma modasýna sonunda sen de uydun diyebilirdi, neyse ki onu söylemedi. Kadýn kahramanlarýmýn çoðunu seviyor çünkü onlarla bir sorunu yok… Sýnýfsal bakýþýmdan dolayý, feministlerin bana bakýþýna gelince… Ýbiþ’in söylediði türden bir dýþlanmayý gerçekten de yaþadým. Bir panelde, feminist bir arkadaþýma, ama ben de seninle ayný þeyi söylüyorum duymuyor musun dedikçe, o asla dinlemiyor ve hayýr, hayýr sen her þeye sýnýfsal açýdan baktýðýn için bunlarý anlamana imkan yok, hayýr, diyordu! Ýkili oyun özetine dönecek olursak; Bir zamanlar toplumsal eylemliklere birlikte katýldýðý kocasý Erol, Nur’un özverileri sayesinde öðrenimine devam edebilmiþ, üniversitede saygýn bir öðretim üyesidir artýk. Çöp tenekesinin yanýna oturma hadisesinden sonra, doktorun tavsiyesiyle karýkoca zorunlu bir tatile çýkarlar. Bodrum’a varamadan, Ege Kýrsalý’na çadýrlarýný kurduklarýnda, Nur, kendi haklarýnda þu sonuçlara varacaktýr: (Ýbiþi kademeli olarak yükselterek konuþtururken)

48


“Yalnýzca düþünmek kötürüm býrakýyor insaný, eylemin bunca uzaðýnda kalýp, her þeye dýþardan bakmaktan vazgeçmeliyiz! Vicdanýmýz, aklýmýz saðda olmamýzý engelliyor, korku ve evhamlarýmýz ise solda!” Uzun süredir bakamadýðý aynada kendini gördüðünde ise þöyle söyleyecektir: (Ýbiþi kendine çevirdikten sonra tepkili) Ne yani ayna ben miyim? Çekinme söyle hadi! (Ýbiþi konuþturarak) “Küçük burjuva aydýný sen de ne olacak!” (Ýbiþin yüzünü izleyiciye çevirerek) “Genç kuþaklar mezarýmýza iþeyecek bizim!”” (Utanmýþçasýna) Ah, aydýn sorumluluðundan giderek uzaklaþan günümüz insanýna baktýðýmda Nur’dan özür diliyesim geliyor, bulabilsem dileyeceðim, evet! Aydýnlar cephesinde sezinlediðim yozlaþmayý çok önceden haberleyebilmek için, ben onu belki de fazla hýrpalamýþým. Ama sonuç meydanda iþte! Çoðu aydýn, yýkýlan Sovyet bloðunun duvarlarý altýnda kaldýlar. (Ýbiþle kendini uyararak) “Hiþþ þiþiþi þþ” Bir de sana patavatsýz diyordum, benim de senden kalýr yaným yok, evet! (Ýbiþe, yukarý, aþaðý ve yanlara doðru çocuksu salýntýlar vererek, tekerleme söyletirken) “Zaman zaman içinde Kalbur saman içinde Dolar telli tellal iken Mark geveze berber iken ÝMF anamýn beþiðini tangýr tungur itelerken (Kiþi baþýna düþen dolarýn yükseldiði söyleniyor, sosyal güvensizlik yasasý da çýkmak üzere, yaþasýn! ) Var varanýn sür sürenin Destursuz baða girenin Hali budur vay Vay ebeler dedeler, hakký yetimi yediler Gene durup doymayýp Para para para para dediler Hadin öyleyse hadin öyleyse, çarksýz gemi çýksýn yola Ah vura gide ah dura kalka Nato mermeri nato kafa Gittiðimiz yol bir arpa” (Ýbiþe selam verdirirken, öpücükler) Masalcý ana ya da meddah kadýn! Acemi çaylak bir kelaynaðýn çavuþluðu sýrasýnda soylarý tükenmekte olan kelaynak topluluðunun baþýna gelenleri aktaran müzikli oyunumun kahramaný… Seksen darbesinin hemen ardýndan yazýlýp Esin Afþar ve Ali Erdemci tarafýndan Mehmet Akan rejisi Tarýk Öcal’ýn müzikleriyle oynandý. Acemi çaylak çavuþun Kenan Evren olduðunu bizim kadar, ordunun basýndan sorumlu rütbelileri de anlamýþ, biliyorlardý. Esin’le kýzamýk çýkarýlmýþ türünden her tarafý kýrmýzý kalemle çizilmiþ þaibeli metnimin hesabýný vermek için, Selimiye kýþlasýna gittiðimizde yaþadýklarýmýz gerçekten de unutulur gibi deðil. Baskýlar sanatçýyý kimi þeyleri daha farklý sözcüklerle anlatma yollarýna zorluyor ya da ona bir çeþit kurnazlýk öðretiyor. Albayýn kafayý oyunda geçen “na-

49

Çin Tiyatrosu

B

üyük ölçüde simgelere baþvurarak ezgi, dans, akrobasi ve sözsüz oyun sanatlarýný birleþtiren ve seyirciye Doðu tiyatrosuna özgü göstermeci nitelikleriyle yönelen tiyatrodur. Þiirli konuþmalarý ve simgelerden oluþan bir dekoru vardýr. Oyuncular rolü yaþayýp canlandýrmazlar, onu yansýtýrlar. Seyirci rolün ne olduðu ile deðil, nasýl oynandýðý ile ilgilenir. Sovyet yönetmen Mayerhold, sonra da Epik tiyatro kuramcýsý Brecht, ünlü Çinli oyuncu Me i Lang Fan yoluyla Çin tiyatrosundan etkilenmiþlerdir. Modern sözlü tiyatro sanatý, Çin’de oldukça yeni bir tiyatro biçimidir. Ýlk tiyatro grubu, 1900’lerin baþýnda kurulmuþtur. 1930’lar ve 1940’lar arasýnda Fýrtýna, Güneþin Doðuþu, Qu Yuan ve Ýkiz Çiçekler gibi tiyatro oyunlarý, toplum üzerinde büyük bir etki yaratmýþtýr. 1950’lerden itibaren tiyatro sanatý büyük bir geliþme göstermiþtir. Ejderha Püsküllü Hendek ve Cai Wenji ve Guan Hanqing gibi birçok mükemmel oyun yazýlmýþ, Lao She‘nýn Çayevi, Çin’de ve ülke dýþýnda beðeniyle izlenmiþtir. Ýlk önemli tiyatro oyunu, halkýn eski Baþbakan Zhou Enlaý’e karþý duyduðu özlemi ve karþý mücadelesini anlatan Sadýk Kalpler’dir. Benzeri konulara sahip tiyatro oyunlarý arasýnda Bütün Sesler Kesildiðinde, Buna Benzer Bir Avlu Var ve Komþular bulunmaktadýr.


Piscator’un bir oyunu PISCATOR, ERWIN (1893-1966) lman tiyatro yöneticisi ve yapýmcýsý. 22 yaþýnda, bir tiyatronun yöneticisi oldu. I. Dünya Savaþý’nda cephe gerisinde askerler için düzenlenen tiyatro gösterilerini yönetti. 1920’de devrimci hareketin amaçlarý doðrultusunda, Berlin’de “Proleter Tiyatrosu”nu kurdu. M. Gorki, R. Rolland ve E. Toller’in oyunlarýný sahneledi. 1924’te ise yine politik amaçlý “Halk Tiyatrosu”nu oluþturdu. Bu dönemde, oyunda film kullanma, çok düzeyli sahne vb. yeni sahneleme yöntemleri geliþtirdi. Buna “Total Tiyatro” adýný verdi. 1933’te Nazi Almanya’sýndan kaçarak “Dramatic Workshop”u kurduðu New York’a gitti. Öðreterek ve yöneterek Amerikan tiyatrosu üstünde çok önemli bir etki yarattý. Arthur Miller ve Tennesse Williams gibi oyun yazarlarý, Marlon Brando ve Tony Curtis gibi oyuncular öðrencileri arasýndadýr. 1951’de Almanya’ya geri döndü ve burada yapýmcýlýða devam etti. 1962’de Batý Almanya hükümeti, Piscator’un yönetiminde “Freie Volksbühne”yi kurdu. Piscator burada Rolf Hochhnuth’un “Der Stellvertreter” (Temsilci) ve Peter Weiss’ýn “Die Ermittlung” (Soruþturma) gibi önemli tartýþmalara yol açan oyunlarýný sahneledi.

A

to mermeri nato kafa”ya takmýþ olduðu kesindi, (Ýbiþ) “Ne bu þimdi bizim nato mu?” Bizim nato mu diyene, ne diyeceksiniz? Aman efendim, halkýmýzýn bir özdeyiþi vardýr, bunu söylerken tahtaya da vurulur hani, (Ýbiþi kafasýna vurarak) “Nato mermeri, nato kafa!”… Albay, ha tamam o zaman, dedi! Esin, ben, albay, belki de Ýbiþ, bir süre tahtaya vurduk, karþýlýklý. (Vuruþurken) Nato mermeri, nato kafa. Nato mermeri… Nato.. Ama oyunumuz oynandý, turnelere bile çýkabildik. (Ayaða kalkýp iskemlenin gerisine geçtikten sonra, sanýk sandalyesindeymiþçesine) Cevap vermeyeceðim!” Cevap vermeyeceðim! Cevap! (Kenara çekilip, yargýlandýðý yere bakarken) Lilly… Sonuçlarýný hala yakýcý bir þekilde yaþadýðýmýz, 1980 askeri darbe sonrasý... Ankara Sanat Tiyatrosu’nda Rutkay Aziz rejisiyle, çiftlik çubuk, köle sahibi, Amerikalý bir oyun yazarý Lillian Helman’ýn kýsaltýlmýþ adý… Amerikan yönetiminin faþist Mc Carthy çetelerince kurulan mahkemelerinde ve benim Güneyli Bayan oyunumda söylediði þu sözlerle tanýnýr. (Yeniden sanýk sandalyesine geçerek, seyircilerin üstünde bir yere yönelik konuþur) “Bu ülkede bozgunculuk falan yoktur baylar. Bunu siz de çok iyi biliyorsunuz. Bu ülkede bozgunculuk falan yoktur. Ama baþardýnýz iþte, ülkenin yüreði aðzýnda. Sürüyle ödlekten, sürüyle hain çýkardýnýz kabaran dosyalarýnýzla... (Kartý sallayarak) Asýl bozguncu sizlersiniz baylarým. Bozguncunun dik alasý hem de!” (Otururken) Söyledim, baskýlar sanatçýyý farklý anlatýmlara yönlendiriyor… Bu sesleniþin, ülkemizdeki darbecilere karþý direniþe yönelik bir çaðrý olduðundan o dönemde kimsenin kuþkusu yoktu ve ne ilginç, Güneyli Bayan yirmi yýl sonra, Serap Eyüboðlu rejisiyle Ýzmir Devlet Tiyatrosu’nca sahnelendiðinde, artýk tiyatro izlenmediði papaðanýmsý tekrarlanan bir ülkede bu oyuna gösterilen ilgi, asgari aydýn namusuna duyulan özlemin bir ihtiyaç kertesinde olup, giderek þiddetlendiðini gösteriyordu. ( Ýbiþi hazýrlarken) “Gidelim buradan len Musa. Anan belki de haklý . Baþýmýzý yiyecek bizim bu Alamanya! Misafir oyunumun Elfide gelini… Ana babasý özenip el fidesi deseler de adý nüfusa Elveda, diye geçmiþ, Mesleðimin onuncu yýlýnda kendime yönelik bir sýnavdý, hadi, demiþtim, tiyatroya ilk baþladýðýn konu, el kapýsýna göçleri yeniden iþle, bakalým þu on yýlda tiyatrodan ne öðrendin? Yedi erkek oynuyor, hiç kadýn yok ama erkeklerin oynadýðý Elfide gelini, göçerken Elveda, Misafir izleyicilerin hemen hepsinin, onu etiyle, kanýyla merdiven altlarýnda doðururken, haymlarda üzerlerinden kilitleyerek iþe gittiði çocuklarýna pazar günleri Türkçe öðretmeye çalýþýrken, görüp etkilendiklerinden eminim. (Ýbiþi yavaþ deviniþlerle kaldýrarak, seyirciye tek tek) “Zülüff, hanýmýþ kýzýma… Kaka mý yapýyormuþ benim Münih Zülüfüm? Yarým avrat tü sana! Hanýmýþ kýzýmýn aðbeyi, kameeer de kýzým, ünle aðabeyine hadi. Ne istedin kýzým, wasser mi? Su de bakayým, wasser, su… Hanýmýþ kýzýmýn mutteri, vah kara yazýlým, aðabeyin biz yokken hiç mi konuþmaz senle? Ikýn ýkýn kýzým, oturaða sýçmasýný öðren ki biz iþteyken bokunla kalakalma…(Birden tükenerek, Ýbiþin yerine) Viþþþ ne biriktiyse birikti bankada Musa, gayri gidelim buradan. Ýki yaþýný aþkýn çocuk bir anne baba olsun demez mi adama?”

50


(Ýbiþi avuturcasýna baðrýna bastýrarak) Yakýlan evlerin duvarlarýnda ve sokaklarda Rass yazýyor þimdi,,, Nefret! Rass… Yabancý düþmanlýðý artýk Avrupa’da iktidara gelme nedeni, Sarkozy Fransa’da, Merker Almanya’da bu sayede seçim kazandýlar. Avrupa ülkelerinde yabancý düþmanlýðý faþistleri tek tek iktidara taþýyor. Girmek istediðimiz Avrupa ve Birliði maalesef bu artýk, kimse kendini kandýrmasýn, demiyorum çünkü isteseler de kandýramýyorlar (Aðýtmýþçasýna) Bahçelerde kereviz rass- yað ilen bal elimiz- rass Misafir iþçiyiz biz sað solumuz bellisiz… (Hareketli) Yalan mýyým Yaþar Karakolda doðru söyler Mahkemede þaþar” Ýlk kundakçý Almaný teþhis eden iki kýz çocuðu, günler sonra ailelerinin marifetiyle ifadelerini geri aldýlar. Bütün bunlarý duyup unutuyor olmamýz ne kadar ilginç! Biz, biz bu kadar çaresiz miyiz? Misafir’e gelince, önce Mehmet Akan rejisiyle Ankara Sanat Tiyatrosu Sahnesi’ndeydi, sonra çýkmadýðý sahne kalmadý; yurtiçinde, yurt dýþýnda, amatör ve profesyonel birçok sahne... Artýk, oyuncu ve yönetmen yetiþtiren bir oyun Misafir, seyirci de yetiþtiriyor denebilir… Yabancý prodüksiyon olarak, Fransýz oyuncularý ve diliyle bir ara da Ýstanbul Tiyatro Festivali’ne Iþýl Kasapoðlu rejisiyle misafir olmuþtu. Þu günlerde de misafirle ilgili ilginç þeyler yaþýyorum. Fransa’da Orta Doðu ve Avrupa kitapevi Misafiri basmak istediðinde, Avrupa’daki yeni göçmen yasasýnýn faþizan bir yasa olduðunu söyleyerek reddettim. Çok þaþýrdýlar. Belki de ilk kez baþlarýna böyle bir þey geliyordur, kim bilir? Yayýnevinin yönetmeni de bir hanýmdý; Dominique Dolmieu, birkaç ay beni iknaya çalýþtý. Son yazdýðý iletide ise, bir yönetici gibi deðil de hakký yenmiþ biri gibi üzüntülerini bildirirken, “Ben de Sarkozy’e ve bu faþist yasaya karþýyým, benim de elimde tek silahým sizin gibi yazdýklarým!” diye kýrgýnlýðýný bildirince, kabul ettim. Misafir önümüzdeki günlerde Fransýzca okunabilecek. Nurhan Karadað rejisiyle de önümüzdeki günlerde Sudan’a gidiyor. Ortadoðu’yu bu ilk ziyareti! Misafir için, yýllardýr ekonomik anlamda iyi kötü bana bakan bir oyun da denebilir. Arada bir avutuyor da… Yargýlanmak üzere, yýllar önce, Devlet Güvenlik mahkemesinin Ankara’daki binasýna girdiðimde, gergin olduðum kesindi, birden binanýn duvarlarýnda, misafirin afiþlerini görünce sakinleþtim, yarý açýk ceza evinin bir prodüksiyonuymuþ… Erguvan renkli nazik bir mektupla izin isteyerek polis koleji de oynamýþtý bir ara… Misafir Türk Tiyatrosu’nun bir klasiðidir artýk evet, benden çoktan çýktý! Az önce simsiyah bir yemeni vardý, þurada bir yerlerde olmalý…. (Ýbiþi siyah eþarpla sardýktan sonra, yumrukmuþçasýna yükseðe kaldýrýp, miting edasýnda) “Gece ne kadar karanlýk olsa da, þafak o denli yakýndýr!” (Yukarýda izlerken) Halide.... Sýrtýnda çarþafý, Sultanahmet Mitingi’nde…(Kolunu indirirken) Ne tuhaf, bu gün kara çarþaf heveslileri Halide’nin tam tersi yeri göðü, içimizi ve dýþýmýzý çarþaf karasýna boyamak niyetindeler! Geriye yönelik çýkarcý özlemleriyle hepimizi mutsuz ettiler, yazýk, çok yazýk! Anadolu’nun emperyalistlerce iþgali sýrasýnda, yazdýklarýný, yazacaklarýný, sýcak döþeðini, konforunu, çocuklarýný býrakýp; Anadolu’ya geçerek, kurtuluþ savaþýna katýlan yazarýmýz Halide Edip Adývar, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu’nda Rutkay Aziz rejisiyle çýkmýþtý sahneye. Kendisini mandacý, yani iþgalcilerin safýnda olmakla suçlayan-

51

”Birinci Dünya Savaþý’ný izleyen yýllardır, ve kaldýrým ressamýndan önce, Piscator, Berlin’de açtý tiyatrosunu. Pek çok kiþi onu on büyük tiyatro adamlarýndan biri olarak kabul etti. Bir bira fabrikatörü tarafýndan finanse ediliyordu; bu fabrikatör için gelir ve giderlerinin kontrolü pek güç olduðundan vergi kaçýrma aracýydý tiyatro. Piscator, deneyleri için bir milyon marktan fazla harcadý. Sahneye koyduðu her oyunda yalnýzca sahneyi deðil, tüm tiyatroyu baþtan aþaðý deðiþtiriyordu. Ama en büyük deðiþikliði tiyatro sahnesine getirmiþtir. Bir motorun çalýþtýrýldýðý iki geniþ kordonla sahneyi hareketli kýldý; böylece, oyuncular, parmaklarýnýn ucunu bile kýpýrdatmadan yürüyebiliyorlardý sahnede. Tüm bir seyirlik oyunu harekete geçirebiliyor, bir askerin savaþ alanýna yürüyüþünü, askere alma bürosundan, hastaneden ve kýþladan geçiþini, yollar boyunca, tarlalarda, tahýl ambarlarýnda, savaþ sýrasýnda gösterebiliyordu. Oyun, bir askeri harekete geçirmek için üstlerin nasýl davrandýðýný, askerin de planlarýna sürekli olarak nasýl karþý geldiðini, görünüþte tüm buyruklarýný yerine getirmesine karþýn, nasýl hiçbir zaman gerçekten savaþ alanýna varamadýðýný gösteriyordu. Ayný oyun için, fon perdesi yerine, üstlerin alaya alýndýðý hareketli bir resim koymayý tasarladý. Ama, her þeyden önce, tiyatroya filimi getiren o’dur; bu oyunun olayýnýn sahne arkasý bir öðesi haline dönüþüyordu. Bir baþka gösteri için, birbiri içine geçen iki döner sahne hazýrlayarak, oyunlarýn aralýksýz oynanmasýný saðlayan pek çok olay yeri düzenledi. Tavan gibi, tabanýn da çöktüðünü söylemek gerekir: hiçbir zaman tiyatro, ne sözünü ettiðimiz tiyatro ne de bir baþkasý, böyle aygýtlar taþýma gereðini duymamýþtý.” Bertolt Brecht


Ýþçi Tiyatrosu 9. yüzyýlda iþçi sýnýfý hareketine baðlý olarak ortaya çýkan tiyatro etkinlikleri. Ýþçi sýnýfýnýn çýkarlarýný korumak ve iþçi sýnýfýnýn mücadelesinin sözcülüðünü yapmak üzere, iþçi sýnýfýný destekleyenlerce amatör olarak kurulmuþ tiyatro topluluklarýnca yürütülür. Ýþçi sýnýfýnýn bilinçlenmesinin bir sonucu olarak, ilk kez, 1860’larda Almanya’da Lassalle’ýn iþçi birlikleri çevresinde yer almýþ. Daha sonra komünist hareket çevresinde uluslar arasý yaygýnlýk kazanmýþtýr. Uyarma ve propaganda tiyatrosu, proleter devrimci tiyatro, politika tiyatrosu, baþlýca Ýþçi Tiyatro uygulamalarýdýr. Ýþçi Tiyatrosu, iþçi korolarý, kitle oyunlarý, gazete tiyatrosu, siyasal revü, siyasal kabare gibi tiyatro tekniklerinden ve anlatým biçimlerinden yararlanarak iþçi sýnýfýnýn somut siyasal eylem programý ve dünya görüþü doðrultusunda iþçileri ve geniþ emekçi kitleleri bilinçlendirmeye ve uyarmaya çalýþýr. 1917 Ekim Devrimi etkisinde geniþ yaygýnlýk kazanan Ýþçi Tiyatrolarý deneyi, 1930 dünya ekonomik bunalým döneminde de önem kazanmýþtýr. ABD’de geniþ çapta bir Ýþçi Tiyatrosu eylemi dönemi yaþanmýþtýr. Ýþçi Tiyatrolarý, etkinliklerini iþçi sendikalarýyla ve uluslararasý iþçi hareketleriyle ortak yürütmüþlerdir. Ýþçi Tiyatrosu, 2. Dünya Savaþý’ndan sonra Sovyetlerde ve Doðu Avrupa ülkelerinde sistemli bir sanatsal etkinlik olarak yer almýþtýr.

1

larý, yýllar sonra, asýl o suçladý sahnede: (Ýbiþin bakýþlarýný salonda gezdirerek) “Evet, ben mandacý Halide? Peki ya, siz, siz, siz, sizler?” Ülkemizin her alanda, yerli yabancý tekellere peþkeþ çekildiði þu günlerde, yaþanan bunca çarpýklýklar ve yozluklar karþýsýnda Halide’nin isyaný hala haklý! (Ýbiþin itiraz ve kararlýlýðýyla) “Hayýr, hayýr, benim oluþumuna katýldýðým tarih bu deðil, olamaz! Gece, gece en karanlýk olduðunda... Þafak? Gece ne kadar karanlýksa, þafak? O kadar yakýndýr þafak, evet!” (Ýki þifon eþarbý birbirine dolarken) Hadi biraz eðlenelim…Ana-kýz Kreyler… (Þifonlarý Amerikan bayraðýyla birbirlerine tuttururken) Ana kýz Kreyleri, kökenleri belli olsun diye, amerikan bayraðýyla da kundaklayalým bir iyice… (Öteki eline Ýbiþi alýrken) Sen de emekçi Sally tabii, Amerikalý olsan da hiç þansýn yok! Arka Bahçe’nin üç kadýnýsýnýz! Önce Ýzmir’de çok genç bir gurup tarafýndan, Faruk Boyacýoðlu rejisiyle oynandý. Amerika’nýn henüz ipliðinin pazara çýkmadýðý yýllarda, Ýzmir Sanat Tiyatrosu’nun bu cesareti gerçekten de þaþýrtýcý sayýlýr. Fuayede Ýzmir Amerikan dili ve edebiyatý profesörlerinden nasýl cesaret edebildiniz, deyiþini anýmsamýyorum, adamcaðýz gerçekten de þaþýrmýþtý! “Cesaret edebilirim, çünkü ben Ortadoðulu bir kadýn ve anneyim”, diye yanýtladým onu. Arka Bahçe’nin Ankara Devlet tiyatrosunda Ýskender Altýn rejisiyle daha sonra da Bulgar devlet tiyatrosunda oynanýþý ise, tam da bize körfez savaþý diye belletilen Ortadoðu halklarýna yönelik Amerikan saldýrýsý günlerine rastlamýþtý. (Þifon-bayrak kolajý ucundan tutarak) Önce anadan baþlayalým tanýtýma: Kendini özgürlük heykeli sanan, kocasý ve oðullarý ünlü birer iþadamý olan, çok saygýdeðer hanýmefendi Mrs. Krey, bu oyunda dünya halklarýnýn er-geç yargýlayacaðý emperyalizmi temsil ediyor. Bu yüzden de her gün ölümü yaþama yeðleyecek kadar korku içinde geçmekte... Ýbiþin temsil ettiði Emekçi Sally! Körfez Savaþý’na yollanmýþ týr þoförü kara derili sevgilisinden doðacak çocuðuna bakamayacaðý için, kürtaj parasýna, hanýmefendinin kaprislerine boyun eðmek zorunda. Genellersek, bu boyun eðiþ, halklarýn kendi güçlerini keþfedene dek de süreceðe benziyor. Kendilerine yaþatýlanlarý kader saydýkça, emekçi Sallylerin sýnýf bilinci edinebilmesi zor… (Ýbiþe ileri geri deviniþler vererek aratýrken) “Johny’i göreniniz oldu mu kardeþler? Bir seksen altý boyunda, gözleri gece karasý, r’leri söyleyemez, þ’leri de… Hatta h’leri de ama bir hazpa deyiþi vardýr, oospu! Öldürürken olsun görmediniz mi kardeþler ya da o sizi öldürürken? Týr sürücüsüydü körfez savaþýna gitmeden önce, uyuþturucuya karýþtý, hapiste olmasýndan iyidir diyorduk, bunun babasý da Vietnam’da kaldý çünkü.. Ah onu bir görseniz bir daha asla unutamazdýnýz… Mektup yazmayý sevmez… Bana da yazmadý…(Giderek kendi içine kapanýrken) Brown paper, glass, tin, Johny, ben, siz, bebeðim, Bayan Shelia! Nerdesiniz? O bana körfezin haritadaki yerini gösterebilir belki…” (Ýbiþi oturttuktan sonra þifonlarý yeniden ucundan tutarak) Bayan Sheila… MrsKrey’in Avrupa’da yaþayan öðretim üyesi kýzý… Avrupalý Yeþillerin farklý ve insancýl söylemleriyle konuþuyor olsa da, kü-

52


reselleþen emperyalizmi temsil ettiði için, annesinden sonra, annesinin yerini almakta bir an bile tereddüt etmeyecektir! (Þifonlarý ve bayraðý çözdükten sonra, reflekssel deviniþlerle buruþturarak) Ana-kýz Kreyler, sermaye iliþkilerinin gaddarlýðýnda, kadýnlýðýný, analýðýný yitiren hemcinslerimizdir, ülkemizde de holdinglerin üst düzey yöneticisi kadýnlarýna biraz daha dikkatli bakýn; -elbet resimlerine bakabileceksiniz, onlarýn iþ yeri ve konutlarýnýn bulunduðu pahalý gettolarýna sokulmanýza imkan bile yok- kadýn bedeniyle dolaþmalarý sizi yanýltmasýn, erkek egemen ideolojisinin acýmasýz birer karikatürüdürler. Sermaye sýnýfý adýna yapýlan politikada da birçok örneklerini gördük, görüyoruz, erkek dünyasýnýn her türlü kirini taþýyabilen, alet olan, sömürgen, baskýcý kadýnlar... Demir Lady Teacher’den, bizim Amerikan ve Türk, çifte pasaportlu Çiller’imize, Amerika’nýn hem zenci hem de kadýn olmasýna karþýn, en kanlý erkek iþine soyunan C.Rice’ýna Doðan medyanýn kýzlarýna kadar uzanan bir çizgi bu... Bu türden kadýnlarý yalnýz Arka Bahçe’de deðil, ömrüm yettiðince her oyunumda afiþe etmekten kaçýnmayacaðým! (Yüzünü katmadan þifonlarla oynadýðý elini, giysisine sildikten sonra, masanýn üzerine beþ tane taþ atar) Bir, iki, üç dört, beþ…(Ýbiþ zýplamýþçasýna) Yaþasýn! Ýbiþ de heyecanlandý… Beþtaþ oynayacaðýz diye deðil hayýr! Kahramanlarýmýn arasýnda sevdiði kadýnlardan biri Virginia Wolf.. Bir Ýngiliz... Roman ve oyun yazarý... Savaþan bir dünyada yaþamaya katlanamadýðýndan, ceplerine taþ doldurarak kendini Ousse Nehri’ne atýp, intihar ediþinden yýllar sonra, kendisini magazinsel anlamda ün kazandýranlarla hesaplaþmak için, Ýstanbul Devlet Tiyatrosu’nda Metin Belgin rejisiyle çýktý sahneye... Lezbiyenliði ya da kardeþinin tecavüzüyle, akýl hastalýðýyla hatýrlanmak istemiyor, hayýr; bir savaþ karþýtý o, bir anti militarist... Yýllar önce öldüðü halde, Ortadoðu’yu kana bulayan politikalarýn farkýnda ve bakýn nasýl sesleniyor: Ýbiþ önde! (Sinirsel bir gülüþle, izleyiciye) “Akýllý hamam böcekleri... Kutsallaþtýrýlmýþ kazancýnýzla ve bitti, bitecek sandýðýnýz savaþlarýnýzla, yerin dibine, batýn, hepiniz! “ (Ýbiþi kutunun üzerine yerleþtirirken) Bertolt Brecht’in dizelerinin belki de tam zamaný öyle deðil mi Ýbiþ? Aslýnda netameli bir þarký… Beni 1996’larda hapishaneyle tanýþtýrdý. Lüleburgaz’da kadýnlarýn çoðunlukta olduðu cam iþ sendikasýnýn gecesinde, yalvarýyorum demek hiç adetim olmadýðý halde, Trakya’ya ard arda genç cenazeleri geldiðini bildiðimden, “size yalvarýyorum analar, çocuklarýnýza, sevdiklerinize üniformalar kuþandýrýp savaþa yollamayýn” demiþtim. Askeri mahkeme sanýðý oldum. Suçum halký askerlikten soðutmaktý. Kýsa bir süre Bayrampaþa’da yattým… Kýsa bir süre ama, kimse, kimse mapusluðu yaþamamalý, hayýr! Ýnsan doðasýna çok ama çok aykýrý… Hele F tipi denen tabutluklar! Sol düþünce sekiz yýlý aþkýn bir süredir oralarda rehin tutuluyor! Müzik: Toplarýn Þarkýsý (Oturduktan sonra Ýbiþ kulaðýna bir þeyler söylemiþçesine) (Dinlerken) Hep sahneye çýkarabildiðin kadýnlardan söz ettin, çýkaramadýklarýndan ne haber diyor? Aklý sýra beni proveke edecek. (Ýbiþe) Çýkaramadýklarým var, evet ama benim ihmalim mi? Çaðrý adlý oyunum, Devlet Tiyatrosu Edebi Kurulu’ndan oy birliðiyle ne yazýk ki, geri döndü, kabul edildi diyeceðimi sandýnýz deðil mi? Oy birliðiyle döndü, Kürtleri

53

Sürgün Tiyatrosu aziler’in iktidara gelmesiyle birlikte yabancý ülkelere sýðýnan ve sürgün giden Alman tiyatro sanatçýlarý ve yazarlarýnca sürdürülen tiyatro etkinlikleridir. 1933’ten sonra, Alman dilinde yaklaþýk 4000 tiyatro adamý, yurtdýþýnda yaþamak zorunda kalmýþ, sürgün döneminde 500 kadar yazar Almanca olarak 900 kadar oyun üretmiþtir. Sürgün Tiyatrosu çeþitli evrelerden geçmiþ, konuk sanatçýlýk, gezici tiyatro, yerleþik tiyatro, vb. gibi özellikler göstermiþ, yabancý izleyiciye yeni teknikler sunarken, sürgündeki kendi göçmen kolonisi için de kültür gereksinimlerini karþýlayacak etkinliklerde bulunmuþtur. Volga Cumhuriyeti’nden ulusal-toplumcu tiyatro olarak “Engels Projekt”, Zürich’e Schauspielhaus etkinlikleri, Ýngiltere’de Freier Deutscher Kulturbund, New York ve Los Angeles’taki etkinlikler, Meksika’da Heinrich Heine Klub, Arjantin’de Frei Deutsche Bühne, vb. Sürgün Tiyatrosu’nun çeþitli örnekleridir. Sürgün Tiyatrosu’nda, Reinhardt, Piscator, Brecht, Zuckmayer, Thomas ve Heinrich Mann, K. Weill, F. Kortner, F. Bruckner gibi tiyatro adamlarýnýn etkinlikleri önem taþýr. Sürgün Tiyatrosu, tiyatrocularýn her zorluða karþýn mesleklerini sürdürmeleri için bir ortam oluþturmuþ; faþizme karþý güçlerin bir araya gelmesini saðlamýþ, tiyatronun çaðýn ve toplumun eleþtirisini yapma özelliðini bu dönemde de korumuþtur.

N


Kitle Tiyatrosu

S

ayýlarý bini bulan oyuncu ve izleyicinin yer aldýðý tiyatro. Tiyatro reformu düþünceleri içinde yer almýþ olan Kitle Tiyatrosu kavramý, ilk kez 1920’de Sovyetler Birliði’nde, “Kýzýl Takvim Yýlý” þenliklerinde gerçekliðe kavuþmuþtur. Mayerhold’un, Petrograd’da “Kýþlýk Sarayýn Yýkýlmasý” “Kitlesel Tiyatro”sunda sekiz bin oyuncu ve orkestra tarafýndan beþ yüze yakýn devrim þarkýsý seslendirilmiþtir. Daha sonra 1920-24 yýllarýnda Leipzig sendika þenlikleri oyunlarýnda, E. Toller’ýn yazdýðý senaryolarda, 1930’larda sosyal demokrat spor þenliklerinde, daha sonra da Nazi döneminin kitlesel gösterileri içinde yer almýþtýr. Kitle Tiyatrosu’nda, kitlelerin topluca ritmik devinimi, koro halinde konuþma, müzik, ýþýldak ýþýðý vb. önemli öðelerdir.

anlatýyordu çünkü! Kardeþçe, birbirinden kopmadan soruna çözüm arýyordu. Þimdi Amerikan generalleri yapýyor bunu, alay edercesine çözüm, çözün diyorlar… Çaðrý’yý oynamaya hevesli bir baþka topluluk da henüz ufukta görünmüyor. (Ýbiþe) Boþuna heveslenme, keçi kadýný ben tanýtacaðým. (Omzuna yemeni alýrken) Poþu niyetine… O güzel inadýna yönelik saygýmdan Keçi Kadýn, diye adladýðým, Doðu illerimizden, yaþý belki de çok genç belki de binler yaþýnda bir Kürt; birlikte iyileþmek adýna önemli bir geleneðimiz olan cem ayininde, dedelik postuna oturduðunda þöyle söyler. “Kadýnsam, adýma itibarýma sahip çýkamadýmsa, çýkmada kararlýysam, yüzyýllarýn acýsýný boynuma boncuk taký etmiþsem, dedelik postuna oturmayý, benden baþkasý hak edemezdi zaten! Sahneye çýkaramadýðým keçi inadýndaki kadýnýn dünyaya sesleniþe kulak verin þimdi de… (Ayaða kalkarken) Bunu ayakta söylemeliyim. “Halklar da bulutlara benzer, bir halden bir hale deðiþse de yok edilemezler!” Müzik: Megri akapella ve yalnýzca tek ölçü. Bir de, bir de… Ölüm orucu direniþçilerini çýkaramadým sahneye. (Ýbiþi kýrmýzý bir eþarpla sarmalayarak) Sevgi, Hülya, Canan- Zehra Kulaksýz Kardeþler, Gülsüman, Þenay ve daha niceleri… Oybirliðiyle kabul gördüðü halde devlet sahnesine çýkmalarý engellenen oyunum Samur Kürk’ün devrimci kadýnlarý onlar!.. Devletin kendi gözetiminde bulundurduðu hapishaneleri yakýp, alay edercesine hayata dönüþ operasyonu yaptým dediði þiddet gösterisini büyük küçük hepimiz hapishanelerden naklen izlemiþtik! Artýk kimsenin insanlýk dýþý bir uygulama olduðundan kuþku duymadýðý tecrit, yalýtma, kiþiliksizleþtirme, kimliksizleþtirme belasý, önlenebilir, bir trajedi olarak böyle baþladý ülkemizde. Yaygýnlaþan bu þiddet ortamýnda, o gün bu gündür, tecride karþý çýkmak için canlarýný sakýnmayan devrimci analar, kýzlar ve gelinlerin sahneye çýkýþý, tecrit sorununu sahnede tartýþmalarý engelleniyor, ama hiç kuþkum yok, er geç çýkacaklar. Keçi Kadýn da öyle... Çocuðumu hep þu sözlerle büyüttüm ben, topraðýma güvenimdir; “Ne yaparsan yap, yeter ki haktan –adalet anlamýna söylüyorum- ve halktan yana ol, bu tür çabalar geciktirilir ama asla yok edilemez.” Biraz laftan anlar duruma gelsin, torunuma da söyleyeceðim ayný þeyleri… Ýbiþ de bundan emin olduðu için kýþkýrtýyor beni… Söz gelimi Doktor Kevser’in Ortak Düþman Amerika’dýr etkinliklerinde Tarih Böyledir oyunuyla, evinde uðradýðý yargýsýz infazdan bir ay sonra, sahnede yaþar hale geliþi… Ýstanbul, Ankara, Ýzmir, Bursa, Samsun, Malatya… Çeþitli kentlerde Mehmet Esatoðlu rejisiyle sahneye çýkarak, hapisteki bir ozan, Ümit Ýlter’in þiirleriyle yeniden can buluþu, son günlerde yüzümü güldüren tek sevinç, evet!... ( Ýbiþ’i beyaz bir yemeniye sararken) Þu doktor gömleðin olsun, beyaz! Kevser’i oynuyorsun, hadi! (Ýbiþ önde) “ 9 Eylül Üniversitesi Týp Fakültesi son sýnýftan terk… Beni baðýþla halkým. Doktor çantamý býrakýp devrimi sýrtlandým. Hastaneleri ticarethane, hastalarý müþteri görenlere karþý yaptým bunu… Sen, sen, sen, sizler hastane kapýlarýnda sürünmeyesiniz diye... Koruyucu önleyici týp yaygýnlaþsýn diye… Son sýnýftan terk ama týp bilimi ve doktorluk konusunda id-

54


dialýyým. Keþke, keþke halkýn doktoru, hayatýn doktoru dense bana…” Teþekkür ederim Ýbiþ! Hayatýn doktoru? Sanýrým sen ekledin… Çok iyiydi… (Ýbiþ kulaðýna bir þeyler söylemiþçesine) (Ýbiþe) Açýkça da söyleyebilirdin. Gizleyeceðimi mi sandýn? (Ýzleyiciye) Bir de sahneye çýkarmak istemediðin türde kadýnlar var diyor… Evet: AKP iktidarýyla birlikte örtünenler... Onlarý þöyle ya da böyle konu etmemizi, böylece gündem oluþturmayý reklamýn iyisi kötüsü olmaz anlayýþýyla nasýl da istiyorlar… Birçok arkadaþýmýz da maalesef bu tuzaða düþtü, düþüyor. Ben yapmayacaðým hayýr, siyasal örtüye bu açýdan bile hizmet vermek niyetinde deðilim. Ama bir kýz çocuðundan bahsetmeden edemem! Bir gazete haberiydi. (Gazete kesiklerini çýkarýp okurken) “Bilgesu eþarpla oynarken boðuldu.” Altý yaþýnda… Adaþým…” Ayný konuda bir baþka gazete haberi, “Türbana özenerek sardýðý bezden kurtulmak isterken panikleyip kendini boðdu”… Hali vakti yerinde bir ailenin çocuðu olmalý… Bilgesu türbanla oynarken, bakýcýsý ayný odada elbise dolabýný yerleþtiriyormuþ, duymamýþ. Hastaneye yetiþtirilmek istendiðinde ise iþ iþten geçmiþ, deniyor?.. Baba Bilgesu bize güzel anýlar býrakarak gitti, öteki kýzlarýmýzla avunacaðýz, artýk, diyebiliyor? Öteki kýzlar türbanlý mý türbansýz mý belirtilmemiþ. Sonra türbanýn boðduðu altý yaþýndaki Bilgesu haberleri birden kayboldu medyadan. Çektiler. (Ýbiþin üstüne Amerikan bayraðýný öfkeyle örterken) Oysa hem benim hem adaþýmýn adý gibi biliyorum. Siyasal islamýn yayýcýlarý altý yaþýndaki Bilgesu türbanla oynarken, þu marþý duyuruyorlardý, duyanýnýz yok mu, olmuþtur mutlaka, yalnýzca ben duymuþ olamam? Sözler aklýmda, melodiyi tam hatýrlamýyorum… Marþ iþte! (Elini kutuya vurarak) Söyleyin bacým söyleyin Bitmeyen derdi söyleyin Aðlayan körpe yüreðin Bir gün mutluluk saçacak Hem benim hem adaþýmýn adý gibi biliyorum. Altý yaþýndaki Bilgesu türbanla oynarken, siyasal islamýn yayýcýlarý, her fýrsatta daha da yüksek sesle; Ezber tartýmýnda Sallanarak Türban mevlamýzýn emridir Türban sevdamýzdýr Ýnancýmýzýn gereðidir türban Özgülüktür Dayan sen durma bacým Dayan ha dayan diyorlardý… Siyasal islamýn yayýcýlarý, türbanýn, kadýnýn deðil, amerikanýnýn ve emperyalizmin örtüsü olduðunu biliyor, bile bile kendilerini ve kadýnlarýný kandýrýyorlardý. (Derin nefes sonrasý, telaþla aranýr) Ýbiþ, ibiþ nerdesin? Nerdesin Ýbiþ? Sadýk, Durmuþ, Tombul, Fýstýk,. Kývrak, Kýskýs Grand Comique? (Güçlükle kurtarýyormuþçasýna) Ne iþin var senin o bayraðýn altýnda, söyler misin? (Ýbiþe sarýlarak) Kýs, kýs, kýs! Sadýk’tan baþlayarak, senin yüzyýllýk sahne isimlerini sýraladýðýmda, ah, bunlar iyice üþüttü diye dostlarýmýzýn yüreði aðzýna gel-

55

Gerilla Tiyatrosu

S

okak tiyatrosu’nun bir türüdür. Propaganda tiyatrosu biçimi, kent gerilla hareketlerine baðlý bir eylem tiyatrosudur. Kavram olarak Vietnam halkýnýn kurtuluþ savaþýmý stratejisini tiyatroya taþýyan Gerilla Tiyatrosu, 1970’lerde ABD ve Latin Amerika’da görülmüþtür. Oyun yeri olarak kentin içinde herhangi bir yeri seçer. Kendiliðin yöntemlerle, o anda var olan iktidar baskýsý ve sömürüsünü ortaya çýkararak, ona karþý o anda tavýr alýnmasýný ister. Gerilla Tiyatrosu’nun amacý, kentli halk içinde yaþanan düzenin gerçek siyasal sömürücü yüzünü ve halkýn buna nasýl ister istemez uyduðunu halkýn kendisini de olayýn içine doðrudan katarak göstermek, emperyalist savaþlar karþýsýndaki vurdumduymazlýðýný, ayýlmazlýðýný sarsmaktýr. ABD’de Yippie, Latin Amerika’da Tupamaros, Gerilla Tiyatrosu’nun örnekleridir.


Ajitasyon Tiyatrosu “Ajitasyon tiyatrosunun devrimci içeriði ya da halkýn ruhsal silahlanmasýndaki rolü, kuþku götürmez. Bu dönemde çok yetenekli yenilikçiler tarafýndan birçok sanatsal buluþ gerçekleþtirildi. Gene de ilk yýllarýn devrimci tiyatrosu, karmaþýk bir olguydu. Stanislavski’nin de dediði gibi, sanatta devrimciler çok aceleciydiler. Eski sanatla baðdaþmayý yadsýyarak, geleneksel þeyleri yeniliði köstekleyici þeyler olarak yorumluyorlar, bu yüzden de yeni, þaþýrtýcý, bazen verimli bazen da umutsuz boþ biçimler peþinde koþuyorlardý. Bu nedenle biçimsellikle birlikte birçok aþýrýlýk çýkýyordu ortaya. Acemilikler de vardý. Yozlaþmýþ sanatýn biçim ve yöntemlerini uygulayarak yeni güçlüklerle baþa çýkmaya çalýþanlar vardý. Oysa Oktobr Devrimi’ni içten benimseyen sanatçýlar vardý. Oysa Oktobr Devrim’ni içten benimseyen sanatçýlar, þu soruna çözüm bulmaya çalýþýyorlardý: Devrim, tiyatroya nasýl gelecekti? Tiyatro kendisini devrimin hizmetine nasýl adayacaktý? Ýþte Komünist Partisi, bir yandan geçmiþin gerçekçi sanatýný korur, biçimciliðe ve estetikçiliðe saldýrýrken, bir yandan da yeni sanatýn aceleci, ivedi filizlerini özenle ve sabýrla büyütmeye çalýþýyordu.”

di sanýrým…(Ýbiþ çocukmuþçasýna) Pýýýýþþþþþþþþ….(Ýbiþi kutuya yatýrýp kalkarken) Çocuklarýmýzý hiçbir konuda esirgeyemiyoruz, Nazým’ýn yýllar önce yaktýðý aðýt ne yazýk hala gündemde. Müzik: Kýz Çocuðu Dünyanýn en büyük açýk hava hapishanesi Gazze’de bir kýz bir çocuk… Yahudiler gelip görsünler ne yaptýklarýný diyor.. Elbiselerim kokuyor. Babam bu evi yeni yapmýþtý. (Oturduktan sonra Ýbiþ yanaklarýný okþayabilir) Ayþe Fatma’yý sevdi! Ah, çok naziksin, teþekkürler (Ýzleyiciye) Bitirirken, Pandora’nýn kutusuydu madem, peki umut diyebilirsiniz, umut diplerde bir yerdeydi hani, nerde? Umut her þeye karþýn yine de biziz, kendimiz! Ülkemizde türbanlý türbansýz kalpaklý kalpaksýz deðil, hala en önemli çeliþkinin sömürenle sömürülen, ezenle ezilen arasýnda olduðunu bilerek yaþamakta, umut! .Türbaný ve bayraðý bu sýnýfsal çeliþkinin üstüne örtmeden yaþamakta umut! O zaman birbirimize düþmek yerine suçu, suçluyu daha bir netlikle görebileceðiz. Suçlu Kapitalizmdir.. Suçlu Amerika. Suçlu Emperyalizmdir. Satýn almadýklarý kurum, kuruluþ kalmadý. Bu sýnýfsal ve tarihsel suçla suçlularla içimizde kimler iþ birliði halinde? Tersanede iþçilerimizi, sýnýrda iki yanlý çocuklarýmýzý öldürüyorlar. Aydýnlarýmýzý, halklarýmýzý Bop, Ortadoðu projeleriyle birbirlerine düþürdüler. Sýnýf bakýþýmýz giderek silindiði için, ellerimiz de giderek birbirinden uzaklaþýp, kopuyor böyle. Bunlarý bilip, kendi içimizde de olsa, sorgulayabiliyorsak, iþte umut! Kim bilir belki bir gün bu bildiklerimiz doðrultusunda eyleyebiliriz de… “Yoksa genç kuþaklar mezarýmýza iþeyecek bizim, demeyecek misin Ýbiþ!” (Ýbiþi öne alarak) “Yoksa genç kuþaklar mezarýmýza iþeyecek bizim!” Son söz yerine, ülke yönetimini Küba devrimini birlikte gerçekleþtirdikleri kardeþi Raul’a býrakýp “Artýk yalnýzca yazacaðým, yazmak önemli bir silahtýr” diyen Castro’ya yoldaþça bir selam yollayalým. (Ayaða kalkarken) Guantanamera. Özgürce yaþadým ve öldüm diyebilmek için hangi ülke, hangi ülke? Elbet, sosyalist Küba! Müzik: Guantanamera Geleneksel tiyatromuzun çok önemli bir figürü, çok genç yaþta yitirdiðimiz kadýn heykel sanatçýmýz Peyman’ýn tasarýmýyla Ýbiþ ve ben, sizlerle birlikte olmaktan mutluyduk. Ýzninizle, Ýbiþ’e de son söz olarak söylemek istediðin bir þey var mý demek zorundayým, yoksa hiç konuþma fýrsatý vermedin diye, sonradan baþýmýn etini yiyor benim… (Ýbiþ önde) Çankaya’da Kayseri mantýsý yemek size de nasip olur inþallah, yeni bedduam bu! — Lütfen Ýbiþ! - Son söz olarak, son söz olarak, hepinize, iktidar, iþ adamlarý ve bütün SETEÖ’ler gibi itidal tavsiye ediyorum. Sahi ne bu itidal, sözlüðe bakanýnýz oldu mu, yenir mi içilir mi? Aþýrýlýktan kaçýnma anlamýna geliyor sanýrým. Bence kumda oynayýn siz en iyisi! — Yeter ama Ýbiþ!

56


Bu Hikayeyi Biz Yazıyoruz Emek Kültür Merkezi 2004 yýlýnda kuruldu. Derneðimiz kurulduðu günden bu yana sürekli farklý eylem ve etkinliklerle buradaki göçmenlerle ve Alman emekçilerle buluþtu. EKM de düzenlenen etkinliklerin bir coðunda farklý farklý kýsa tiyatrolar sahneleniyordu. Fakat bu tiyatro denemelerimizde pek baþarýlý olamýyorduk. Bunun sebebiyse sürekli bir calýþmanýn olmayýþýydý. Bir süre sonra bu eksikliðin bizim için bir ihtiyaç olduðunu anladýk ve katýlmak isteyen herkesle birlikte amatör de olsa bir tiyatro grubu kurmaya karar verdik. 2005 yýlý sonbaharýnda artýk beþ kiþilik bir grubumuz vardý. Þimdi sayýca bunun iki katý büyüklüðündeyiz ve her geçen gün daha iyiye gidiyoruz. Ama isterseniz en baþýndan baslayalým anlatmaya. Ilk oyunumuz Ben Ulrike Meinhof Baðýrýyorum, oldu. Almanya’da Kýzýl Ordu Fraksiyonu isimli devrimci örgüte üye Ulrike Meinhof isimli komünist kadýnýn Stuttgart Stammheim cezaevinde tekli bir hücreye hapsediliþini ve orada ona yaþatýlan yalnýzlaþtýrma, delirtmeye yönelik iþkenceleri, bunlara karþý onun kararlýlýðýný ve 1976 da hücresinde katlediliþini anlatan bir oyundu bu. Bu oyunu bizden önce Türkiye’de Ýzmir Ayýþýðý Tiyatro Grubu sahnelemiþti. Onlarýn videoya cekilmiþ oyunlarýný izledikten sonra hem oyunu cok beðenmiþ olmamýz hem de anlatýlanlarýn Almanya’da yaþanmýþ olmasý; ilk oyunumuz olarak bu oyunu seçmemizin sebebleriydi. Büyük hevesle oyunu calýþmaya baþladýk. Ýlk olarak oyunun orjinal tekstini isteyip okuduk ve nasýl sahneleyebileceðimizi düþündük. Kafamýzda belli bir taslak oluþturduktan sonra sahneleri çalýþmaya baþladýk. Ýlk çalýþmalarda herkes tüm rolleri oynuyordu. Böyle çalýþýrken birkaç çalýþma sonunda herkes tüm oyunu ezberlemiþti ve artýk hepimiz bize en uygun rolü alýp üzerinde daha yoðun çalýþmaya baþladýk. Bu arada çalýþmalarýmýz sýrasýnda hemen tüm sahnelerde en basta kararlaþtýrdýðýmýz hareketlerimiz, duruþlarýmýz ve sözlerimizde deðisiklikler olmuþtu. Çalýþtýkça hep daha güzel fikirler çýkýyordu ortaya. Daha sonra oyuna uygun bir müzik seçtik ve aralarda iki þiir okunmasýna karar verdik. Son hafta da birkaç prova aldýktan sonra iþte o gün gelmiþti. 19 Aralýk etkinliðinde sahne alacaktýk. Son dakikalarda hepimizin sesi titriyordu ve tüm oyunu ezbere bilmemize raðmen kendi repliðimizi unutacaðýmýzdan korkuyorduk. Daha sonra salondan, þimdi de sahneyi EKM Tiyatro Grubuna býrakýyoruz, diyen sesi duyunca içeri girdik ve birkaç cümleden sonra heyecanýmýzý yenmiþtik. Sadece Ulrike Meinhof vardý artýk. .…tam dört yýl boyunca modern bir devletin modern bir cezaevine kapatýldým…. ….sucum özel mülkiyete ve onun korunmasý için yaptýrýlan yasalara karþý saldýrýda bulunmak…. ….yenemeyeceksiniz bizi! Ne bizi ne bizden sonrakileri….

57

Siyahi Tiyatro

A

BD’deki siyahi azýnlýðýn tiyatrosu olarak ilk Siyahi Tiyatro topluluðu New York’ta 1821’de kurulmuþtur. Siyahi Tiyatro, 1920’lere kadar müzikli komedya ve vodvil tiyatrosu biçiminde yer almýþ, daha sonra, Federal Tiyatro Projesi çevresinde, ýrk ayrýmýna karþý tiyatro kimliðini kazanmýþtýr; 1950-60 yýllarýnda yeni bir siyahi oyun yazarý kuþaðý yetiþmiþ, siyahi hareketin geliþmesine koþut köktenci biçimler almýþtýr. Son dönemde kendine özgü yeni bir estetik yaratma çabasý içinde olan Siyahi Tiyatro, siyahlarýn savaþým ve deneyimlerinden yola çýkan, etnik kültüre dayalý, sözel ve müziksel gelenekten yararlanan, dinsel törenleri iþleyen, siyahi müziðin çok sesli yapýsýný kullanan, blues ve cazýn ezgisel ritmik yapýsýný iþleyen bir tiyatro yapmaktadýr. Kesikli kýsa sahnelerden oluþan yeni bir sahne tekniði geliþtirirken, zengin bir anlatým, yeni bir kimlik ve ideoloji arayýþý içinde, “yeni Afrikalý” tiyatroyu gerçekleþtirmeye çalýþmaktadýr.


GALANDAREMA oðu Karadeniz’in baþþehri sayýlan Trabzon, bu unvaný fazlasýyla hak eden bir þehirdir. Trabzon’da yeþeren medeniyetler, yarattýklarý imparatorluk ve uygarlýk deðerleriyle her zaman gündemde olmuþtur. Bu uygarlýk deðerlerinden günümüze yerel deðerler olarak devrolan çeþitli kültürel miraslar halen çok etkin olmamakla beraber yaþam savaþýmý vermekteler. Bunlardan bir örnek Galandarema’dýr. Galandarema, Galandar ayýnda yapýlan bu etkinliktir. Rum tiyatrosunun bir parçasý olup köy halký arasýnda özellikle gençler tarafýndan oynanýr. Toplanan gençler aralarýndan birini seçerek bayan elbiseleri giydirirler (nife), gelin yapar ve ev ev dolaþtýrýrlar. Gittikleri her evden mýsýr, bakla isterler. Evdekiler çoluk çocuk herkes gelini merak eder ve kim olduðunu öðrenmek için gelinin yüzünü göstermesini isterler, ancak bu istekleri kabul edilmez ve gelinin yüzü gösterilmez, ýsrarla bakla ve mýsýr istenir. Bakla ve mýsýr verilir. Ancak ev ahalisi gelinin kim olduðunu öðrenmek ister. Bunu öðrenemeyeceðini anladýðý zamanda ellerini ocaðýn isine sürüp gençlerin yüzlerine sürmeye çalýþýrlar. Fýrsatýný bulurlarsa, geline yaklaþabilirlerse, onun elbiselerini yýrtarak kimin olduðunu öðrenmeye çalýþýrlar. Gelinin yanýnda bulunan gençler buna izin vermezler, siper olur, hýrpalanýrlar ama gelinin yüzünü göstermezler. Bu etkinlik kýþ aylarýnda akþam hava karardýktan sonra yapýlýr. Galandar ayýnda, herkes evinde gelecek olan gençleri bekler büyük bir heyecanla. Kim bilir belki de kendi çocuklarýdýr gelin, ama ne yazýk ki bunu öðrenemezler. Ev ev dolaþan gençler, yaðan karlarýn içinde karanlýkta kaybolup giderler bir baþka kapýya doðru…

D

Oyun bittiðinde çok güzel tepkiler aldýk. Birçok izleyici yakýn geçmiþte Almanya’da yaþanan bu vahseti ilk defa duyuyordu ve bu da bize amacýmýza ulastýðýmýzý gösteriyordu. Ýlk oyunumuzdan sonra tiyatro alýþtýrmalarýyla çalýþmalarýmýza devam ettik. Ta ki Mart ayý yaklaþýncaya dek. 8 Mart Dünya Emekci Kadýnlar Günü ve 21 Mart Newroz için iki ayrý etkinlik düzenleyecektik ve Tiyatro Grubumuz etkinliklerin olmazsa olmazýydý artýk. 8 Mart için “Kadýnlar nasýl yaþar” isimli birkaç skeçten oluþan bir gösterim yapmaya karar vermiþtik. Farklý sosyal çevrelerden kadýnlarýn yaþamlarýný konu alan skeçlerimizi yazýp toparlamamýz biraz zor oldu ama baþardýk. ....Kadýnlar nasýl yaþar? Yaþarlar iþte... Nasýlýný boþverin. Yemek yaparlar, çocuk bakarlar, çamaþýr, bulaþýk yýkarlar, hatta kocalarýna bakarlar... Adý yaþamaktýr iþte bunun... Yaþarlar... Kadýnlar nasýl yaþarlar? Bazýlarý þanslýdýrlar. Yaþamýn içine girmeye çalýþýrlar... Ama bazen þanslarýný zorlarlar... Aslýnda onlarýnda söz hakký vardýr, herseyde... Ama yapmalarý gereken baþka þeyler de vardýr hep... Bazý kadýnlar þanslýdýr... Kadýn haklarýný kabul eden, kibar erkekler vardýr çevrelerinde... Bu erkekler hep kadýn haklarýndan söz eden dergiler kitaplar okurlar... Ama hep kendileri okurlar… Ve doðal olarak da kendileri bilirler…. 8 Mart’tan sonra 21 Mart Newroz için çalýþmalarýmýza devam ettik. Newroz için Kemal Özer’in, kürt bir ananýn cezaevinde oðlunu ziyaret ediþini ve Kürtçe konuþmak yasak olduðundan, oðluna sadece Nasýlsýn, diyerek çok þey anlattýðý, Görüþ Günü Konuþmasý isimli þiirini oyunlaþtýrarak Kürtçe ve Türkçe sahneledik. Grubumuzda Kürtçesi çok iyi olan birinin bulunmayýþýndan, tiyatro dýþýndan bir arkadaþýmýz oyunun Kürtçe bölümünde yer aldý. ….bir tek sözcükle alýrým ellerini elime üþüdükçe ovalayýp ýsýtmak için bir tek sözcükle basarým baðrýma seni en öksüz saatinde kuþluk vaktinin bir tek sözcükle duyururum öðütümü gördüðün zulüm mayaný berkitsin bir tek sözcükle ulaþýr sana dileðim gün devrilsin ama sen devrilmeyesin boþuna bunca zulüm, bunca yasak ve engel, onlarý aramýza koyanlar utansýn; Nasýlsýn.... Bu oyunumuzu çalýþýrken bir yandan da oyunda yer almayan grup üyeleriyle tiyatro alýþtýrmalarýna devam ediyorduk. Bazen saatlerce vermemiz gereken bir mimiði, bir ses tonunu ya da hareketi, bazense doðaçlama alýþtýrmalarýmýzý çalýþýyorduk. Ýki gruba ayrýlýp birer konu seçerek karþý grubun seçtiðimiz konularý canlandýrmalarýný izlerken her zaman çok eðlenceli ve bazen komik anlar yaþadýk. Newrozdan bir süre sonra ise Nazým’ýn 18 yaþýnda asýlan Partizan Tanya için yazdýðý þiiri oyunlaþtýrýp çalýþmaya baþladýk. Aramýzda bu þiiri daha önce tanýmayanlarýmýz vardý. Ve Almanya’da doðup

58


büyümüþ, Türkçesi iyi olmayan arkadaþlarýmýz, þiirde geçen bazý benzetmeleri, imgeleri ve “ihtiyat” ya da “safha” gibi kelimeleri anlamakta zorlandýlar. (Aslýnda bu sorun karþýmýza grubumuzu kurduðumuz ilk günden bu yana çýkýyor. Ve biz tiyatro çalýþmalarý sýrasýnda Almanca konuþmayý kendimize yasaklayarak bu problemi bir nebze de olsa çözmeye çalýþýyoruz.) Birkaç hafta çalýþmalarda defalarca ve sadece þiiri okuduk ve üzerine tartýþtýk. Bazýlarýmýzýn Türkçesinin iyi olmayýþý belki bizi çok yavaþlatýyordu, fakat böyle istekli ve sadece tiyatro yapmak için deðil, belli bir politik çizgide, sosyal içerikli tiyatro yapmak isteyenlerden oluþan bizimki gibi sürekliliði olan bir grup için bu aþýlmayacak bir engel deðildi. Þiiri hepimiz tam anlamýyla anladýktan sonra geriye bir tek anlatmak kalmýþtý!!! Tabi anlatmak da basit bir iþ deðildi ama uzun süren tartýþmalarýmýzýn sonunda, anlamadýðýmýz bir þeyi anlatmaya kalkmayacaktýk ve bu da önümüzdeki en büyük engeli ortadan kaldýrmýþtý. Ve 8 Mart’ta yine EKM sahnesindeydik. ….Kardeþler üzülmeyin… gün yiðitlik günüdür… soluk aldýrmayýn fasistlere… yakýn, yýkýn, öldürün!.... Tanya ilmiðin ucunda son sözlerini söylerken izleyiciler arasýnda 18 yaþýnda küçük partizanýn inançlýlýðý karþýsýnda gözyaþlarýný tutamayanlar vardý. Çalýþmalara devam ederken EKM olarak her yýl düzenlediðimiz Pikniðimiz de yaklaþýyordu. Her yýl Pikniðimizin eðlenceli oyunlar ve güzel soframýzýn yaný sýra bir de konusu oluyordu. Bu yýl konumuz biz, yani EKM olsun dedik, bu yýl EKM’yi konuþalým dostlarýmýzla. Giriþi biz bir oyunla yapalým, arkasýndan herkesin görüþlerini alalým diyerek basladýk. Oyunumuz bir anlatýcý ve birkaç skeçten oluþuyordu. Espritüel bir dille anlatmaya koyulduk. Ve yine bu sosyal arkadaþlar, fiiiii tarihinde, bu sosyal varlýðýn, yani insanýn sosyalliðinin yetersiz olduðunu belirleyip, daha sosyalleþmek için, þöyle çokca sosyal bir þeyler yapalým deyip çýkmýþlar yola… Bir dernek kuralým demiþler… Baslangýçta 12 kiþilermiþ… Hoþ þimdi de çok fazla deðiller ya.... Anlatýcýnýn yaptýðý giriþten sonra kuruluþ aþamasýnda yaþadýðýmýz ve bu dönemde dýþardaki insanlardan aldýðýmýz tepkileri anlatan skecimiz aldý sahneyi. Böyle biraz önce izlediðiniz gibi birçok insanýn canýný sýkýp razý etmiþler. Neyse dedim ya 12 kiþi olmuþ bu sosyal arkadaþlar ve canýný sýktýklarý insanlardan da sosyalleþme yolunda çokça destek ve bazen de köstek sözleri almýþlar.... Bu konuþmanýn ardýndan derneðimizi, dernek adý altýnda açýlan kahvehanelerle karýþtýran insanlarýmýzý anlatan skecimiz oynandý. Birçok insan duyar bu derneði... Elde edilen sonuçlar her zaman bizim bu sosyal arkadaþlarýn umduðu gibi deðildir. Olamaz da zaten...

59

Dostlar Tiyatrosu 1969 yýlýnda kurulan Dostlar Tiyatrosu ilerici-toplumcu sanat doðrultusunda benimsediði ilkelerle, sürekli bir araþtýrma, deneme ve yaratma eylemi içinde seyircilerine otuz beþ yýlda elli yapým sunmuþtur. Bunun yanýsýra, zaman zaman düzenlediði tiyatro kurslarý, koro çalýþmalarý, oluþturduðu amatör iþçi tiyatrosu grubu, çaðdaþ halk danslarý grubu gibi yan kuruluþlarla bir kültür ve eðitim merkezi niteliðini kazanmýþtýr. Yetmiþli yýllarda topluluðun, belgesel tiyatroya özel bir önem verdiði görülüyor. Alain Decaux’nun Rosenbergler Ölmemeli, Enzensberger’in Havana Duruþmasý, Peter Weiss’ýn Soruþturma adlý oyunlarýnýn yanýsýra, Allende olayýnýn irdelendiði Orhan Asena’nýn Þili’de Av’ý, ve Türkiye’deki çarpýcý bir kömür madeni grevini anlatan Alpagut Olayý oynanýyor. Kuruluþundan bu yana seyirciyi düþünmeye yöneltici, tartýþmacý bir tiyatro ortamý yaratma adýna, sahnelemede ve oyunculukta “göstermeci” biçimi benimseyen topluluk, Brecht’in yapýtlarýna da özellikle önem vermiþ, Kafkas Tebeþir Dairesi, Galileo Galilei, Bay Puntila ve Uþaðý Matti oyunlarýnýn yaný sýra, þiir, þarký ve öykülerden oluþan Brecht-Kabare, Ben Bertolt Brecht ve Yosma adlý müzikli gösterileri sahnelemiþtir.


Neymiþ kardeþim “bu iþler birlikte emek vererek olurmuþ” Yahu emeði de ben vereceksem ne anladým o iþten. O zaman oturur evimde veririm emeðimi ve evimde paþa paþa sosyalleþirim… Size ne gerek var… Ama asosyal bir toplumun içindeki sosyalleþme cabalarý, toplumun sosyal katmanlarýnýn, sosyolojik incelenmesinin, sosyal tanýmlanmasýna….

Mehmet Ulusoy 1942- 2005) isede öðrenciyken baþladýðý oyunculuðunu Ulvi Uraz Tiyatrosu’nda sürdürdü. Fransa’da Ýtalyan Tiyatrosu’nun baþlýca yenileþtiricisi olduðu kadar hümanist bir Avrupa tiyatrosu yaratma çabasýyla 20. yüzyýlýn en önde gelen tiyatro adamlarýndan olan Strehler`le birlikteliði, Ulusoy’un tiyatro yaþantýsýnda önemli etkiler yarattý. 1968’de Türkiye’ye dönen Ulusoy, bir uyarma ve propaganda tiyatrosu olan ‘Devrim Ýçin Hareket Tiyatrosu’nu kurarak ‘Grev’ ve ‘Köprü’ isimli oyunlarý sergiledi. Toplumsal olaylara her türlü eylemleriyle katýlan bu topluluðun yönetmeni olarak çeþitli baskýlarla karþýlaþtý. Ömer Nida , o günleri þöyle anlatýyor: `Devrim Ýçin Hareket Tiyatrosu Yönetmeni Mehmet Ulusoy , Türkiye’deki tiyatro faaliyetleri esnasýnda saldýrýya uðramýþ, sürüklenerek karakola götürülmüþ, çaðdýþý iþlem gördükten sonra Müdüriyete sevkedilmiþtir... Þimdilerde Avrupa sanat çevrelerinde bir dahi olarak nitelendirilmektedir. Yönettiði en baþarýlý oyunlardan biri olan Kafkas Tebeþir Dairesi, uzun bir süre Dostlar Tiyatrosu tarafýndan sahnelendi. Yönetmenliðini yaptýðý ilk oyun olan Gelecekten Destanlar adlý eseri, Gerard Philippe de Saint-Denis tiyatrosunda sahneledi.

L

Artýk kafasý karýþan anlatýcýmýzýn arkasýndan üç skeç daha sahnelendi. Birinde derneðimizde verilen kurslara bazý insanlarýn katýlmama sebebi anlatýlýyordu. Bir diðerinde kendisini solcu olarak ifade eden birinin kahvehaneyi sosyal faliyet yürüten bir Kültür Merkezine tercihi vardý. Ve üçüncüsünde bilinçsiz iki genç bayanýn kendilerine anlatýlanlardan etkilenerek derneðimize girmek isteyipte girmekten çekindikleri hatta korktuklarý bir sahne canlandýrýldý. Son olarak tiyatromuza gelecekle ilgili iki de son hazýrlamýþtýk. Biri mutlu diðeri hazin son. Ýlk önce mutlu sonu oynadýk. Mutlu sonumuzda dernek nöbetçisi arkadaþýmýz günde 300’ü aþkýn kiþiyle ilgilendiði için çok yorgun bir þekilde eve dönerken, hazin sonumuzda nöbetçinin yorgunluðu yaþlýlýktandý. Hazin sonumuzda þu anki üyelerimiz artýk çok yaþlanmýþ, bazýlarý yaþamlarýný yitirmiþtir. Beþ kiþi kalan EKM’liler yinede hayatlarýnýn sonuna kadar derneklerini yaþatmaya kararlýdýrlar. Öyle ki ninelerden biri kirayý ödeyebilmek için, uzun bir süre daha, çok sevdiði elmalarý yiyemeyeceðini bilmesine raðmen, yýllardýr takma diþ yaptýrmak için biriktirdiði parasýný hiç düþünmeden ortaya koyar. Ýzleyenleri çok güldüren oyunumuzun ardýndan onlarla böyle bir kurumun gerekli olup olmadýðýný, bizlere neler kazandýrabileceðini ya da kaybettirdiðini konuþtuk. Pikniðimizden sonra yaz aylarý sebebiyle tiyatroya bir süre ara verdikten sonra çalýþmalara tekrar basladýk. Eðitmenimiz her birimize birer öykü verdi ve her hafta bir kiþi kendi öyküsünü oyunlaþtýrýp diðer grup üyeleri karþýsýnda sahneleyecekti. Dekor, müzik ve oyuncu sayýsý bize býrakýlmýþtý. Ýlk oyunlardan çok iyi neticeler alamadýysak da her arkadaþýn oyununun ardýndan yaptýðýmýz eleþtiri ve tartýþmalardan sonra, ilerlediðimizi gördük. Hatta daha sonra oyunlaþtýrdýðýmýz birkaç öyküyü EKM’de ara ara düzenlediðimiz Dostluk ve Paylaþým günlerinin birinde sahneledik ve sadece alýþtýrma amaçlý yaptýðýmýz bu çalýþmalarýn bize farklý yararlarý olabildiðini gördük. 2007 Aralýk ayý yaklaþýrken hepimiz çok heyecanlýydýk. Umut nerede var edersen oradadýr deyip 19 Aralýk Zindan Katliamlarýný anma ve devrimci tutsaklarla dayanýþma etkinliðinin çalýþmalarýna baþladýk. Grubumuza birkaç ay önce dahil olan küçük üyelerimizle Dört Mum isimli kýsa oyunumuzu sahneledik ilk olarak. Bir odada sessizce yanan Sevgi, Güven ve Barýþ mumlarý karamsarlýða düþüp teker teker sönerler. O anda bir çoçuk girer odaya. Önce çok þaþýrýr, sonra aðlamaklý olup onlara neden söndüklerini sorar. Odanýn bir köþesinde sessizce yanan dördücü mumu görmemiþtir. Dördüncü mum kendine güvenen ve kararlý bir sesle çoçuða seslenir ve ben Umut’um der ben sönmediðim sürece diðerleri de yeniden yanarlar. Gözleri gülen cocuk bunun üzerine Umut mumunu alýr ve di-

60


ðer mumlarý teker teker yakar…. Küçük grup üyelerimizden biri çok hasta olmasýna raðmen sadece oyunu oynayabilmek için gelmiþti ve oyundan sonra evine götürüldü. Etkinliðin sonlarýna doðru sahneyi tekrar grubumuz almýþtý. Bu kez Sibel’i anlatacaktýk bizi izleyenlere. Dördüncü Kelebeðin Öyküsü isimli oyunumuzda Sibel’in yoldaþlarýndan koparýlýp zorla müdahale iþkencesi için hastaneye kaldýrýlýþý sürecini ve bu süreçte yasananlarý sahnelemeye çalýþtýk. Oyuna çalýþýrken rol alan arkadaþlarýmýzýn giyecekleri kýyafetlerden-hareketlerine, ses tonlamalarýndan-bakýþlarýna, pozisyonlarýndan-oyunun belli yerlerinde girecek olan müziðe kadar her seyi tüm grup birlikte çalýþarak karar vermiþtik. Son hafta yaptýðýmýz çalýþmalarda biz Tiyatro Grubu, EKM’ye gelen dostlarýmýzý sýk sýk salonu terk etmeye zorladýðýmýzda çok kýzdýrmýþtýk. Sahnedekiler prova alýrken diðer grup üyeleri karþýlarýna oturup eleþtirmenlik yapýyordu. Bazen eleþtiriyi fazla kaçýrdýðýmýzda, saatlerdir ayakta çalýþan arkadaþlarýmýzýn tehdit edercesine diðerlerinin gözlerine baktýklarý oluyordu. Fakat yinede eleþtirmenler kazasýz belasýz bu çalýþmalarý da atlattýlar. Oyunumuzun giriþini, Edip Canseverin, Gül kokuyorsun isimli þiiriyle oluþturmuþtuk. bir rüzgar, bir firtýna gibi esecek gül yýllarca esecek belki ve ansýzýn dünyamýzý göreceðiz bir sabah göreceðiz ki biz dünyamýzý gerçekten görmemiþiz daha geceyi, gündüzü, yýldýzlarý görmemiþiz hiç tanýþmaya komamýþlar bizi güzelim dünyamýzla…. 1. Kelebek…. doktorlar geldiklerinde Buradan toplam 4-5 kiþi hastaneye kaldýrýlacak ve Sibel’de bunlara dahil dediler… ne biz Sibelimizden ayrýlmayý ne de o bizden ayrýlmayý kesinlikle düþünmüyoruz…. bugün gelebilirler kulaðýmýz kapýda olsun!... Her yandan seni çok seviyoruz sesleri yükseliyor 2. Kelebek.... Sana güvenim, güvenimiz sonsuz yoldaþým... Ben yalnýz sizin yanýnýzda, karþýnýzda aðlayacaðým.... Bundan sonra her gece saat dokuzda bize bu türküyü söyleyeceksin, tamam mý? Bizde buradan söyleyeceðiz.... hastanedekilere coþku vereceðim, hem onlarýn içinde en saðlýklý olan benim, ben ilgileneceðim onlarla.... ben gerçek mutluluðu yoldaþlarýmý ve kolektifi tanýdýðýmda tattým.... ….ve iþte sloganlar ve ardýndan kapýlarýn vuruluþu…. sizden asla vazgeçmeyeceðim, sizsiz bir yaþamý asla kabul etme-

61

Paris’te yine kendi tiyatrosunu kuran sanatçý, bir yandan Sorbonne Üniversitesi’nde tiyatro dersleri vermeye baþladý. Birçok sanatçýnýn yetiþmesine katkýlarda bulunan Ulusoy, bazý sinema filmlerinde de rol aldý. Daha sonra ilk sokak tiyatrosu olan Ýstanbul Sokak Oyuncularý’ný kuran Ulusoy, bu grupla ‘Vatan yahut Amerika’ isimli oyunu sergiledi ve kendi deyimiyle, yoksul kesimlerin ve iþçi sýnýfýnýn bilinçlenmesi için tiyatroyu, ülkemizin özelliklerinden ve gerçeklerinden yola çýkarak, devrimin hizmetinde kullanmak amacýyla 1971’e dek köylerde, meydanlarda ve grevde olan fabrikalarda sokak tiyatrosu yaptý. 1972’de Fransa’ya yerleþen yönetmen, çok uluslu bir tiyatro olan ‘Özgürlük Tiyatrosu’nu kurdu. Fransýz ve Türk masallarýndan kurguladýðý ‘Gelecekten Destanlar’ ve Nazým Hikmet’in ‘Sevdalý Bulut’unu sergiledi. Nazým Hikmet’in Benerci Kendini Niçin Öldürdü? oyununun Paris turnesinde yaþamýný yitirdi. Yalýn , seyircisine yakýn, yaratýcý ve her daim politik söylemi ile Ulusoy, tiyatroda içerik ve biçim gibi sorulara getirdiði kesin yanýtlarla yaþadýðý döneme ve -hiç þüphesiz daha sonrasýna damgasýný vurmuþ onurlu isimlerden biri olarak ayrýldý aramýzdan.


yeceðim…. ….3. Kelebek…. ….bugün Sibel’in hastaneye kaldýrýlýþýnýn 26. günü… 26 gün önce kopardýlar canýmýzý bizden... ve bugün Sibel’imizin ölümsüzlük haberi geldi… ne diyeyimki ben þimdi… acý…öfke…kin…ve çoðul, ve büyük, ve kýzýl kýpkýzýl bir sevda… Ankara Sanat Tiyatrosu

A

nkara Sanat Tiyatrosu, 6 Aralýk 1963 tarihinde Asaf Çiyiltepe ve arkadaþlarý tarafýndan devrimci ve ilerici bir tiyatro olarak kurulmuþtur. Takým oyunculuna dayanan, öncü bir sanat tiyatrosu anlayýþýný bu güne dek korumuþtur. 1970 AST grevi Türkiye’de henüz benzeri bulunmayan öncü bir hareketin ilk ve tek örneðidir. 60’lar Türkiye’ sinden bu yana Türk Tiyatro Tarihi’ ne bir mihenk taþý olarak yerleþen Ankara Sanat Tiyatrosu, 1700’ ü aþkýn oyuncu, yazar, yönetmen, sahne tasarýmcýsý, sahne müzikçisi ve teknisyen yetiþtirmiþ bir ekoldür. 45 yýlda defalarca kez kapatýlmalarla ve yasaklanmalarla mücadele eden tiyatro çalýþanlarý 1971 – 1972 sezonunda Bertolt Brecht’ in yazdýðý, Yýlmaz Onay’ýn yönettiði “Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti” adlý oyunla, sýkýyönetim tarafýndan gözaltýna alýnmýþtýr. Bununla beraber 1974 – 1975 sezonunda Maksim Gorki’nin ayný isimli romanýndan Bertolt Brecht’ in oyunlaþtýrdýðý “ANA” adlý oyunu Rutkay Aziz rejisi ile sahneleyen AST çalýþanlarý seyircisine ve Türkiye’ ye yeni bir marþ kazandýrmýþtýr. Seyirci oyundan çýkarken az önce sahnede öðrendiði “1 Mayýs Marþý”ný hep bir aðýzdan söyleyerek toplumsal bilinci tiyatro sahnesinde de kazanabileceðini öðrenmiþtir. Bu oyunlar sayesinde AST bir “Brecht – Gorki” tiyatrosu olarak da tanýnmaktadýr. (AST sitesinden alýntý)

….4. Kelebek... Kanatlarý birbirinden güzel dört tane kelebek, yol alýyorlarmýþ karanlýkta. Birden daha önce hiç görmedikleri birþeyle karþýlaþmýþlar. ATEÞ’le. Ne olduðunu anlamak, tanýmak istemiþler sonra… Birinci kelebek ayrýlmýþ diðerlerinden. Ateþin yandýðý yere kanat çýrpmýþ ve geri dönmüþ hemen. Ateþ, demiþ, Aydýnlatan birþeydir. Ýkinci kelebek yetinmemiþ bununla, bu defa o ateþe doðru kanat çýrpmýþ ve daha fazla yaklaþýp geri dönmüþ. Ateþ, demiþ, ýsýtan birþeydir. Sonra üçüncü kelebek ayrýlmýþ onlardan ve çok daha fazla yaklaþmýþ ateþe. Öyle ki bir ateþ yalýmý deðmiþ kanatlarýna. Geri dönmüþ ve Ateþ, yakan birþeydir demiþ. Ve dördüncü kelebek atýlmýþ hemen, kanat çýrpmýþ karanlýkta ateþe doðru. Diðerleri merakla izliyorlarmýþ onu. O ateþe doðru kanat çýrpýyormuþ durmadan. Sonra iyice yaklaþmýþ ateþe ve alevlerin içine dalmýþ. Geride kalanlar, ateþin içinde bir anlýk bir ýþýðýn parlayýp yokolduðunu görmüþler… Dördüncü kelebek geri dönmemiþ bir daha… Ama gerçekten ve bir tek o anlamýþ ateþin anlamýný… Ýki yýlý aþkýn bir süredir yaptýðýmýz çalýþmalarýmýzýn sonunda bizler her anlamda çok þey öðrendik. Tiyatroda replik, mimik, doðaçlama, dialog vs gibi tanýmlar bize artýk yabancý deðil ama bunlar bize pahalýya maloldu. Bazen eðitmenimizin firlattýðý kalemin, bazende ayakkabýnýn hedefi oluyorduk (sanþlýyýzki çok kötü niþancý!!!). Eðitmenimizin zorla elimize tutuþturduðu ve yine telaffuz çalýþmasý(!) adý altýnda zorla okuttuðu kitaplar sayesinde, grubumuzun genç üyeleri kitap okumaya (hemde Türkçe!!!) baþladýlar... Kolektif çalýþmayý ve grubun bir parçasý olmayý öðrendik. Tabi bunda her bencilliðimiz de yediðimiz firçalarýn, bir baþka grup üyesine yaptýðýmýz her haksýzlýk da istemeye istemeye dilediðimiz özürlerin payý büyük. Bu süreçte kendimizi geliþtirmek adýna uzun bir yol katettiðimizi düþünüyoruz. Biliyoruz ki yolun baþýndayýz ve öðreneceðimiz çok þey var. Öðrenmeye devam ediyoruz. Emek vermeyi, fedakarlýðý, sahiplenmeyi… Þimdilerde bize uygun, bugüne kadar sahnelediðimiz oyunlardan daha kapsamlý ve geniþ bir oyun arayýþýndayýz… Ýþte tüm bunlar bizim Tiyatro Grubumuzun hikayesi… Bu hikayeyi biz yazýyoruz… Bakalým hikayemiz nasýl devam edecek!...

62


Zafer Diper BİZİM TİYATRO

evrimler ve Tiyatro dosyasýnýn hazýrlýklarýný yaptýðýmýz günlerdeydik. Bir tiyatro oyunu ilaný dikkatimizi çekti. Bizim Tiyatro’nun oyun listesinde Olya adlý bir oyun bulunuyordu. Tanýtýmýný okuduðumuzda anladýk ki, bu bizim severek okuduðumuz, Devrimci Bir Kadýn Olga kitabýnýn tiyatroya uyarlamasýymýþ. Olga Benerio’nun hayatýnýn anlatýldýðý bu romanýn oyunlaþtýrýlmýþ olmasý gerçekten çok güzel bir olaydý. Sanat Merkezi olarak birlikte izlemek üzere organizasyon yaptýk. Toplu organizasyonu baþaramadýk ama bir grup olarak Olya oyununu izleyebildik. Zafer Diper ve Bizim Tiyatro zor olaný baþarmýþ, devrimci bir kadýný sahneye taþýyarak bize ulaþtýrmýþtý. 27 yýlý geride býrakan Bizim Tiyatro’nun yaptýklarýna þöyle bir bakmak bile Devrimler ve Tiyatro dosyasýnda neden yer aldýklarýný anlamaya yetecektir. Brecht’ten Halkýn Ekmeði, Oriana Fallaci’nin Bir Ýnsan yapýtýndan esinlenerek yazýlan Suikast, Victor Jara’nýn yaþam öyküsünü anlattýðý Ölümsüz Þarký, Devrimi Çok Sevmiþtik, savaþýn, vahþetin, acýmasýzlýðýn, insan ve insanlýktan çýkma durumlarýnýn, fedanýn farklý biçimlerinin ele alýndýðý, bir buçuk saat boyunca soluksuz izlenen bir oyun Yargý, hücrenin gerçeðini, orada direniþin önemini vurguladýðý Ölüm Uykudaydý, Zonguldak Maden iþçilerinin yaþamýný aktardýðý Talan ve daha burada adýný sayamadýðýmýz oyunlar… Devrimler ve Tiyatro konusunda sorularýmýzý hazýrlayýp röportaj için çýktýk yola… Sahnede bizi etkisi altýna alan usta oyuncu ayný etkiyi röportaj sýrasýnda da baþardý. Yýllarýný tiyatroya adamýþ bir insan olarak yaptýðý iþi öylesine doðal, öylesine olaðan karþýlýyordu ki, büyük laflar etmek yerine ürettikleriyle kendini anlatmaya çalýþýyordu. Sanatýn, yaþamýn gerçekliðiyle, politikayla iliþkisini sorsak, bu konuda ne düþündüklerini öðrenmek istesek, yalnýzca oyunlarýný sýralamasý yeterli olacaktýr. Tiyatro sahnelerinin perdelerini toplumsal olaný kapattýðý en karanlýk dönemlerde dahi asla kendine burjuva kulvarlarda çýkýþ aramamýþ bir sanatçý olarak Zafer Diper’i ve Bizim Tiyatroyu kutluyor, daha nice yýllara diyoruz. Olya oyununu mutlaka herkesin izlemesi dileðiyle…

D

63

B

izim Tiyatro’nun tüm oyuncuları olağanüstü bir performansla “Olya”da o kadar mükemmel oynuyorlar ki; kim hangi role bürünmüşse bir an onunla özdeşleşiveriyor.. 1908’de Münih’te doğan, 1942’de Bernburg Toplama Kampı’nın gaz odasında hayata veda eden yürekli ve komünist bir Alman kadın Olga Benario için kendi ulusu, şu yaşamakta olduğumuz 2008’de 100’ncü doğum günü anmaları yapıyor… Bizim Tiyatro da Olga’nın yüzüncü doğum yılına, şu dünyanın sapa bir bucağı Türkiye’den, İstanbul’un Kadıköy yakasındaki bir tiyatro salonundan, bir selam göndermiş, çok mu?.. Oyuncuların tümünü, oyunda emeği geçen herkesi candan kutluyorum. Emin Karaca / Bizim Gazete



Röportaj

Ernesto Gomez Abascal

Ayýþýðý- Ernesto Gomez Abascal kimdir? Bize kendinizden sözedebilir misiniz? Ernesto Gomez Abascal - Zor bir soru. Ayýþýðý - Sizinle ilgili çok þey duyduk ve herkesin sizi tanýmasýný istiyoruz. Abascal - Ýyi þeyler mi duydunuz kötü þeyler mi? Ayýþýðý- Ýyi þeyler duyduk. Abascal - Öncelikle burada büyükelçilik yapmaktayým. Küba’nýn Büyükelçisiyim. Havana Üniversitesi siyaset bilimi bölümünden mezun oldum. Kübalý bir devrimciyim. Bu kimliðimle hem Küba’da parti içinde hem de parti dýþýnda, uluslararasý alanda çalýþmalarým oldu. Ayrýca yazarým, gazeteciyim, bugün burada olduðunuz gibi bende gazetecilik yaptým. Her ay Küba basýný için, Türk basýný için yazılar yazıyorum. Ýspanyol gazetesi olan Rabel’in internet sitesinde bazý yazýlarým yayýnlandý. Þu zamana kadar dört kitabým yayýnlandý. Beþinci kitabýmda bu sene basýlacak. Bu bir roman olacak. Türkiye ve Küba’nýn tarihi iliþkilerine dönük bir roman olacak. Kurgusal bir roman ama gerçek bir olaya dayanmaktadýr. II. Abdülhamit bir paþasýný Küba’ya elçi olarak gönderiyor. Geçen yüzyýlýn sonlarýnda 1898 yýlýnda. Tam o tarihte de Kübalý vatanseverler Ýspanyol sömürgeciliðe karþý çok ciddi bir baðýmsýzlýk mücadelesi veriyorlar. Savaþ bitmek üzere. Ve o dönemde de II. Abdülhamit’de bu baðýmsýzlýk mücadelesiyle ilgilenmeye baþlýyor. O dönem Girit’te yaþanan soruna çözüm olabilir mi diye, bir paþasýný inceleme yapmak üzere adaya gönderiyor. Osmanlý ordusunda paþalýk yapan üst düzey bir paþadýr, adý da Enver Paþa. Ama bu Enver Paþa Atatürk dönemindeki Enver Paþa deðil. Babasý da Polonyalý bir konttur. Daha sonra Osmanlý Ýmparatorluðuna dahil oluyor ve o da paþalýk yapýyor. Enver Paþa Küba’da yaralanýyor. Romaným bu gerçek hikaye üzerine kurulu. O dönemdeki Osmanlý imparatorluðunun ve Ýstanbul’un özelliklerini anlatmaya çalýþtým. Daha sonra Enver Paþa’nýn Küba’ya yolculuðu, oraya dair düþüncelerini kaleme aldým. Hatta Enver Paþa’nýn gönderdiði bazý þifreli mesajlarý var. Bu mesajlar Osmanlý arþivlerinde bulunuyor. Bu olay bana çok ilginç geldi ve yazmak istedim. Daha sonra daha ilginç bir þey oldu. Bu Enver paþanýn Nazým Hikmet’in büyük büyük babasý olduðunu öðrendim. Daha sonra 1961’de biliyorsunuz Nazým Hikmet Küba’yý ziyaret ediyor. Ve oraya dair çok güzel iki þiiri var, sizde biliyorsunuzdur.

Bahar / Yaz ‘08

65


Ayýþýðý- Hem de ezbere biliyoruz. Ýkinci sorumuz; Baðdat Görevi adlý kitabýnýz var. Okuma olanaðýmýz olmadý ama tanýtýmlarýndan öðrendiðimiz kadarýyla bundan önce Irak’ta büyükelçi olarak bulunmuþsunuz. ABD iþgali döneminde de oradaymýþsýnýz. O ilk günleri bize anlatabilir misiniz? Abascal- Kitabým Türkçe olarak yayýnlandý. Savaþtan altý ay öncesinde ordaydýk. Savaþta bulunduðum süre içinde gördüklerimi, yaþadýklarýmý bir aný olarak ele aldým, yazdým. Herkes orada ne kadar acý yaþandýðýný biliyor. Öncelikle Irak halký için. Savaþ baþladýðýndan beri binlerce Iraklý hayatýný kaybetti ne yazýk ki. Ülkeyi tamamen yýktýlar. Çok büyük felakete yol açtýlar, böldüler ülkeyi. Hatta Irak çevresi için Türkiye de dahil olmak üzere bazý felaket senaryolarý üzerinde konuþulmakta. Aslýnda Amerika Birleþik Devletleri hezimete uðradýðýný kabul etmek istemese de, böyle bir durum söz konusu. Yani ben kitabýn baþýndan beri, bir savaþ olursa bunun tam bir malubiyet olacaðýný söylemiþtim. Irak halký da Amerika’nýn bir sömürgesi olmayý kabul etmeyecektir asla. Belki bu uðurda çok kan dökülecek ama eninde sonunda Amerika Birleþik Devletleri birlikleri oradan çýkmak zorunda kalacaktýr. Ayýþýðý- Sosyalist Küba’nýn ABD emperyalizmine karþý yýllardýr verdiði savaþým tüm dünya halklarýnýn umudu ve gururu oldu. Özellikle de Sovyetler Birliðinin yaþadýðý karþý-devrim saldýrýlarý döneminde, Küba’nýn yalnýz baþýna tüm dünya kapitalizmine karþý yükselttiði sosyalizm bayraðý o zaman genç olan bizler için çok önemliydi. Sosyalizm öldü, kapitalizmden baþka seçenek yok denildiði dönemde, Küba’nýn varlýðý bu saldýrýyý yalanlamaya yetiyordu. Fidel’in yaptýðý açýklamalar, emperyalizme meydan okuyuþ, dünya insanlýðýna o dönem için verilebilecek en büyük güçtü. Bunun için Fidel’e ve Küba halkýna çok þey borçluyuz. Bu anlamýyla Küba üzerine düþen tarihi rolünü oynamýþtýr. Küba’nýn emperyalizme ve kapitalizme karþý verdiði bu savaþýmda en güçlü silahý neydi? Abascal- Biraz tarihi bilmek lazým aslýnda. Çünkü Küba tarihinin gerçekten kendine has bir geçmiþi var, özü var. 19. yüzyýlda baþlatýlan bir devrim sürecinin aslýnda bir devamýdýr bu devrim. Tamamen ulusal baðýmsýzlýk adýna verilen bir mücadeledir. Baðýmsýzlýk mücadelesinin en önemli ismi Jose Marti’dir. O dönem için düþünceleri çok ileri, çok öngörülü düþüncelerdir. Çünkü o dönemde ne Marksizm vardý, ne de

sosyalizm vardý. Zaten Fidel’de Küba’daki devrim mücadelesine baþladýðýnda Jose Marti’nin düþüncelerinden hareket etti. Bildiðiniz gibi Moncado Kýþlasý baskýnýndan sonra tutuklandý. Tutukluluðu sýrasýnda ona, kim bu hareketin fikir babasý, denildiðinde, o Jose Marti demiþtir. ABD’ye çok yakýn olduðumuzdan dolayý sürekli olarak ulusal baðýmsýzlýk mücadelesi vermek durumunda kaldýk. Emperyalizme karþý mücadele vermek zorunda kaldýk. Jose Marti’nin düþünceleri sosyalist deðildi ama anti-emperyalist bir düþünceydi. Zaten ABD 19. yüzyýlýn baþlarýndan itibaren Küba’nýn kendi topraklarýna dahil edilmesi gerektiðini, Küba’nýn kendi eyaleti olmasý gerektiðini söylüyordu. 1898 yýlýnda da Küba’ya askeri bir müdahalede bulundular, adayý ele geçirdiler, iþgal ettiler ve askeri güçlerinin adayý terk etmemesi için de bazý anayasal maddeler eklettiler. Ülkenin belli baþlý en önemli ekonomik kaynaklarýný ele geçirdiler. Kübalýlar Ýspanyollara karþý çok uzun yýllar boyunca, otuz yýl gibi bir süre boyunca baðýmsýzlýk mücadelesi verdiði için ABD’nin adayý ele geçirmesi mümkün olmadý. Küba’nýn baðýmsýzlýk düþüncesi karþýsýnda geri çekilmek durumunda kaldý ABD. Ýspanyollar ülkeden çekildiler, Kübalýlar baðýmsýzlýklarýna ulaþtýlar. Ve yaklaþýk 60 yýl boyunca da ABD þu ya da bu þekilde Küba’ya hakimiyetini sürdürdü. Fidel Castro aslýnda bir ulusal ayaklanmaya önderlik etmiþtir. Ulusal ayaklanma ile de ulusal baðýmsýzlýða ulaþmak hedeflenmiþtir. Ulusal baðýmsýzlýk elde edildikten sonra bu süreç sosyal bir deðiþime sosyalizme evrilmiþtir. Küba’nýn sosyalizminin kendine has bir kökeni olduðunu söyleyebiliriz. Sovyetler Birliðinde yaþanan geliþmeler bizi çok etkiledi. Dýþ ticaret hacmimiz büyük oranda sosyalist ülkelerleydi. Yaþanan durum bizi çok etkiledi. Buna raðmen inat ettik, kendimizi korumaya çalýþtýk. Bu zorluklara karþý direnmek dýþýnda biz kendi sistemimizi de savunmaya çalýþtýk. Çünkü þunu görüyorduk, sistemimiz diðer Latin Amerika ülkelerinden çok çok üstün durumdaydý. Çok büyük baþarýlar elde etmiþtik. Kübalýlar bundan çok büyük bir þeref ve gurur duyuyorlardý. Kadýn erkek ayrýmcýlýðýný ortadan kaldýrdýk, ýrk ayrýmcýlýðýný ortadan kaldýrdýk. Sosyal kazanýmlar çok büyüktür Küba’da. Eðitimde, saðlýkta çok büyük baþarýlar elde ettik. Kültür seviyemiz oldukça yüksek, sporda büyük baþarýlarýmýz var. Ýþsizlik yok, çiftçiler çalýþtýklarý topraklarýn sahibi. Kübalýlarýn %85’i oturduklarý evin sahibi durumundalar. Kendi kaderini terk edilmiþ hiçbir çocuk göremezsiniz. Çocuklarýn hepsi okula gidiyor. Çok ciddi bir kültür devrimi yapýlýyor. Küba Latin Amerika ülkeleri arasýnda okuma yazma bilmeyeni olmayan tek ülke. Gene sokakta terk edilmiþ yaþlýlar göremezsiniz. Yani bunlar devrim öncesinde ulaþamadýðýmýz, göremedi-

66

Bahar / Yaz ‘08


ðimiz baþarýlardýr. O yüzden de insanlar bu baþarýlarý takdir ediyorlar. Siyasi sistemimiz, diðer ülkelerde olduðu gibi rüþvete, yolsuzluklara boyun eðen bir sistem deðil, hiçbir imtiyaz yok. Siyasetçilerimizin farklý ülkelerin bankalarýnda milyon dolarlýk hesaplarý da yok. Çünkü onlar daha fazla çalýþan, daha fazla özveride bulunan insanlar aslýnda. Tüm bunlarýn hepsini bir araya getirdiðimiz zaman bu süreci, bu devrimi çok daha güçlendirdiðini görüyoruz. Tabi bunun yaný sýra da birçok uluslararasý dayanýþma içinde de yer aldýk. Bu da bize büyük bir ulusal gurur vermekte… Afrika’da olsun, Latin Amerika’da olsun diktatörlere karþý verilen mücadelelerde yer aldýk. Afrika’nýn güneyinde verilen askeri mücadelelerde yer alarak o halklara destek verdik. Ayýþýðý- Che’nin düþüncelerinin ele alýndýðý bir kitapta þöyle bir yaklaþýmla karþýlaþmýþtýk. Sosyalist insanýn yaratýlmasýnda Che’nin deyimiyle yeni insanýn yaratılmasında maddi özendiricilerin asla manevi özendiricilerden fazla olmamasý gerekir. Yeni insanýn yaratýmýnda kendinizi hangi düzeyde görüyorsunuz. Kübalý yeni insaný bize tanýtabilir misiniz? Abascal- Evet, Che bu konudan epey bir bahsetti. Küba’da zaten bu tartýþýlmýþtýr. Maddi teþviklerle ahlaki deðerlerin karþýlaþtýrýlmasý yapýlmýþtýr. Her zaman ikisi arasýnda bir dengenin olmasý gerektiðini savunmuþtur. Ýkisinden birini yok sayamazsýnýz. Ahlaki yanýnýz sizin daha iyi bir insan olmanýzý saðlar. Ýnsanlarýn bencilliklerine, egoizmine karþý mücadele etmek için gereklidir ve sosyalist sistemde de bu elzem bir þeydir. Ekonomik kazanýmlarda ekonomik teþvik edicilerde bu sürecin devamý için zorunludur. Bunu görmezden gelemeyiz. Che’de bu anlamda bir denge olmasý gerektiðini söylemiþtir. Kendisinin kazandýrmýþ olduðu diðer bir þey de gönüllü çalýþmadýr. Küba’da bu hala devam ediyor. Mesela, bizim gibi devlet kuruluþlarýnda, ofislerde çalýþan insanlar hafta sonlarý tarlalara gidip çalýþmaktayýz, inþaatlarda çalýþmaktayýz. Ýnsanlarýn bu deðerleri kazanmasýnda önemli etkisi oluyor. Ýnsanlarýn ahlaki deðerlerinin oluþmasýnda bu yönde bir eðitim almasýnda katkýda bulunuyor. En küçük çocuklarýmýza bile uygulanmakta. Yeni insan yaratmak çok uzun bir süreç, uzun bir yol. Ertesi gün böyle bir insan yaratalým diyemeyiz. Eðer siz bencilliði birazcýk öne çýkarýyorsanýz, siz hep ön planda olacaksanýz, bu yeni insan kavramý kaybolacaktýr. Ve bu çok kolay, bencilliðin, egoizmin yeþermesi çok kolay bir þeydir. Ama bizim ülkemizde ahlaki deðerler güçlenen bir evrede. Mesela on binlerce Kübalý doktor, öðretmen fakir ülkelere yardým etmekte. Bu bize mad-

Bahar / Yaz ‘08

di hiçbir þey saðlamasa da çok ciddi bir ahlaki deðer kazandýrýyor. Küba’nýn enternasyonalist tutumu ve dayanýþmasý da Küba’nýn ahlaki deðerlere ne kadar çok deðer verdiðini de göstermekte aslýnda. Afrika’nýn güneyinde Küba’nýn askeri güçlerinin bir savaþ içerisinde yer almasýný kabul etmedik, çünkü o dönem hükümet bize para ödemeyi teklif etti. Oysa bu sadece gönüllü yapýlacak bir iþtir. Tüm Afrika’da doktorlarýmýz gönüllü çalýþmaktadýr. Latin Amerika, Asya ve dünyanýn birçok yerinde Kübalýlar gönüllü olarak çalýþmaktadýr. Pakistan depreminde 2000’e yakýn Kübalý depremin yaralarýný sarmaya çalýþtý. Hatta Himalaya daðlarýnýn tepelerinde Küba’nýn iklimine tamamen ters bir ortamda çalýþtýlar. Tabi bu çok büyük bir teþvik oluyor. Küba toplumunu tanýtmak için önemli bir þey. O da yeni insanýn oluþmasý için verilen çalýþmalarýn bir ürünü. Ama dediðim gibi önümüzde uzun bir yol var. Bir günden ertesi güne yeni insan yaratamazsýnýz. Çok þey yapmak zorundasýnýz. Ayýþýðý- Yeni insanýn yaratýmýnda kültür ve sanat nasýl bir rol oynadý? Kültür ve sanat üretimi yeni insana ne kattý, yeni insan kültür ve sanat alanýnda nasýl bir deðer yarattý. Bu karþýlýklý iliþkiden söz edebilir misiniz? Abascal- Kültür zaten temel olandýr. Bugün Küba’da Ulusal Yazarlar ve Sanatçýlar Birliðinin toplantýsý gerçekleþtiriliyor. Sabah Küba televizyonlarýndan izledim. Çok ciddi tartýþmalar yapýlýyor. Kültür iþini daha nasýl mükemmelleþtiririz, daha nasýl insanlaþtýrabiliriz diye bir tartýþma yürütülüyor. Küba’daki devrimin geliþiminde en büyük etkende bu alandýr. Devrim zafer kazandýðýnda halkýn %40’ýndan fazlasý okuma yazma bilmiyordu. Devrimin ilk iki yýlýnda tüm halkýmýzý okur-yazar ettik. Daha sonra da bununla yetinmedik. Halkýn kültür seviyesini artýrabilmek için ortaöðretime kadar zorunlu eðitimi getirdik. Küba’daki þu an zorunlu öðrenim düzeyi ortaokuldur. Bu alanda da ilerlemeye devam ediyoruz. Sanat eðitimini öne çýkarmak amacýyla her eyalette sanat okulu açtýk. Kütüphaneler aðý oluþturduk. Her eyalete ve her belediye ulaþtýrýldý. Her belediye içinde bir kültürevi bulunuyor. Üniversitelerimizi belediyelere kadar ulaþtýrmaya çalýþýyoruz. Hatta dünyanýn nüfusuna oranla en çok üniversite mezununa sahip bir halka sahibiz. Plastik sanatlarda çok ciddi baþarýlar elde ettik. Küba müziði tüm dünyada dinleniyor. Sanatýn farklý alanlarýnda da geliþmeler saðladýk. Ama þu andaki baþarýlarýmýzdan ve kazanýmlarýmýzdan hala memnun deðiliz. Kültürün ve sanatýn insanlarýn davranýþlarýný etkilediðini, düþüncelerini etkilediðini çok iyi biliyoruz. Þunu gördük ki, hapishanelerde bulunan mahkûmlarýmýzýn aileleri-

67


nin eðitim düzeyi yüksek değil. Neredeyse hiç görülmedik bir þeydir, suç iþleyen birinin ailesinin eðitimini tamamlamýþ olmasý. Bir gün içerisinde düzeltilecek bir durum deðil tüm bunlar. O yüzden bizde üniversiteleri belediyelere kadar götürerek, herkesin üniversite okumasýný saðlamak için elimizden geleni yapmaya çalýþýyoruz. Yani biz, devrimin, Küba devriminin uzun vadede devam ettirilmesi ve bu direniþin sürdürülmesi için eðitimin her gün daha da artýrýlmasýnýn bir zorunluluk olduðunu, elzem bir durum olduðunu tespit ettik. O yüzden þimdi üniversitelerin hapishanelere kadar ulaþtýrýlmasý çabasý içerisindeyiz. Mahkûmlarýn kültürlü olmasý saðlanacak. Son zamanlarda Küba basýnýna göz attýðýnýzda göreceksiniz ki, Küba’nýn en tanýnmýþ yazarlarý, þairleri Küba’nýn cezaevlerini gezdiler. Tiyatro oynadýlar, sergi açtýlar, þiir okumalarý yaptýlar. Biz þuna inanýyoruz, kültürle insanlar daha iyi insan olabilirler. Bu tarzda bir geliþimi dünyanýn hiçbir yerinde göremezsiniz. Ayýþýðý- Küba Devriminin ardýndan kültür sanat alanýndaki geliþmeler neler oldu? Þu anda kültür-sanat ortamý nasýl örgütleniyor? Sanatsal eðitim için konservatuar buluyor mu? Küba’da kültürel sanatsal ortam nasýl örgütleniyor? Abascal- Belediyeler içindeki kültür evlerinde isteyen herkes sanat eðitimi alabiliyor. Mesela, plastik sanatlara ilgi duyuyor, resim yapmak istiyorsunuz, nereye gideceðinizi biliyorsunuz. Ýstediðiniz bir sanat dalýnda kurs alabiliyorsunuz, geliþtirme olanaðýna sahip olabiliyorsunuz. Kültür Bakanlýðýna baðlý bir yapý var. Ve bu yapý da tüm ülkeyi kapsamaktadýr. Her eyalette, her belediyede mutlaka bir kültür konseyi var. Ve orada da etkinlikler düzenlenmekte. Sanat alanýnda biraz öne çýkan, yetenekli öðrencilere öncelikle belediye, daha sonra eyalet daha sonrada ulusal çaptaki okullarda eðitimlerini sürdürebiliyorlar. Ortaöðretim, lise ve daha sonra üniversite olarak sürüyor eðitim. Havana’da ulusal sanat okulumuz var. Oraya ülkenin en yetenekli öðrencileri geliyorlar. Burada da tiyatro, müzik, resim, plastik sanatlar gibi eðitimleri alýyorlar. Onun dýþýnda birçok eyalette müzik alanýnda eðitim veren konservatuarlarýmýz var. Belediyelerde de var. Bu da insanlarý teþvik ediyor sanat konusunda. Aþaðý yukarý böyle bir yapýya sahip diyebiliriz. Söylediðim gibi bugün Küba Ulusal Yazarlar Birliðinin kongresi yapýlýyor. Sanat eðitimini tamamlayan öðrenciler bu kuruluþ içinde yer alýyorlar. Yazarlar, entellektüeller bu kurullarda yer alabiliyor. Bunun hükümetle hiçbir alakasý yok. Baðýmsýz bir kuruluþ, baðýmsýz bir birlik… Sanatçýlarýn ne gibi ihtiyaçlarý var, neler yapýlmasý lazým ve buna benzer konular ü-

zerine deðerlendirmeler yapýyorlar. Bu birliðin kendine ait bir yayýnevleri var. Kitaplar burada basýlýyor. Eðer bir müzisyenseniz bir orkestrada çalabilir, bir müzik grubunda yer alabilirsiniz. Mutlaka bunu örgütleyen bir yapý vardýr. Bizde de devlet sanatçýlýðý var. Bunlar çeþitli devlet kurumlarýnda çalýþýyorlar. Baðýmsýz çalýþanlar da var. Gene plastik sanatlar alanýnda sanatçýlarýn galerileri var, eserlerini buralarda sergiliyorlar. Boþ kalan zamanlarýnda resim yapan insanlarýmýz da var elbette. Kendi iþlerini yapýyorlar, ona göre de devletin ayýrdýðý ücretlerini alýyorlar. Yurt içinde ve yurt dýþýnda çeþitli görevler alýyorlar. Yazarlarda daha özverili oluyorlar. Yazarlarda yayýnladýklarý yazýlardan paralarýný kazanýyorlar. Ama çoðu zaten mutlaka bir kurum ve kuruluþta çalýþýyor oluyor. Bir kütüphanede ya da yayýnevinde olabilir. Yazdýðý yazýlarýn yayýn hakký kendine ait olduðu için ondan da para kazanabiliyor. Küba’da böyle bir sistem var. Ayýþýðý- Yürekleri büyük insanlarýn yarattýðý Küba bugün hangi zorluklarla karþý karþýya bulunuyor? Bu zorluklarý aþabilmek için neler yapýyorsunuz? Biz uzaktaki yoldaþlarýnýzdan neler bekliyorsunuz? Abascal- Evet birçok sorunumuz var. Küba’nýn sorunlarýndan öncelikle ekonomiden baþlayarak cevap verebilirim. Zaten kýsa bir süre önce de Küba ulusal meclisi toplandý, orada konuþuldu, sorunlar ele alýndý. Ekonominin biraz daha etkin iþleyebilmesi için bir dizi önlemler kararlar alýndý. Mesela zirai üretimde daha etkin olunmasý gerekiyor. Zaten bu son dönemde de Küba da bazý durumlarýn deðiþmesi için farklý kararlar alýnýyor, önlemler alýnýyor. Bu tabi ziraatta deðil, tarýmda deðil, hizmet alanlarýnda da farklý kararlar alýnýyor. Çok sýký çalýþmamýz gerekiyor. Dýþardan alýnacak kaynaklarla çözülecek bir sorun deðil. Küba halkýnýn kendi bulacaðý çözümlerle olacaðýný biliyoruz. Ekonomide çok ciddi kayýplara neden oldu ABD ablukasý. Eðer bu abluka olmasaydý ekonomik açýdan çok daha iyi bir durumda olabilirdik. Her geçen gün diðer ülkelerle olan ekonomik iliþkilerimiz artýyor. Hem bizim içinde bulunduðumuz zorluklar, bir de ablukanýn beraberinde getirdikleri çok ciddi sorunlarý doðurdu. Konut sorunu var. Halkýn taleplerini ihtiyaçlarýný karþýlayacak düzeyde konut yapýlamýyor. Bu alanda ciddi sorun olduðu söylenebilir. Ýhtiyaca göre her yýl 40 bin civarýnda konut inþa edilmesi gerekiyor. Mesela geçen yýl bunun yarýsýný gerçekleþtirebildik. Ulaþtýrmada sorun yaþýyoruz. Bunlarý kesinlikle çözmemiz gerekiyor. Halkýn yaþamýný etkileyen sorunlar bunlar. Onun dýþýnda mesela suç oraný, hýrsýzlýklar ya da alkol, uyuþturucu

68

Bahar / Yaz ‘08


gibi þeyler biz bunlarý sorun olarak görmüyoruz. Tabii ki var bu sorunlar ama diðer ülkelere baktýðýmýzda bizdeki asgari düzeyde kalmýþ durumlar. Bir Küba pesosu var, birde convertable dediðimiz pesomuz var. Bu dolara çevrilebilen bir para birimidir. Bu da tabi ki insanlarýn gelir düzeyinde biraz ayrýmcýlýk yaratmaya baþladý. Ýnsanlarýn iþe yerleþtirilmesinde, bu alanda bazý sorunlar yaratabiliyor bizim için. Þöyle bir örnek verecek olursak, mesela bir Kübalý uluslararasý bir otelde çalýþýyor, orada turistlerle iç içe olduðu için onlara bahþiþ veriliyor. Ve sonuçta ay sonunda önemli bir bilim adamýnýn aldýðý paradan daha çok para kazanmýþ oluyor. Bunu biliyoruz, bu sorunun olduðunu da biliyoruz. Bundan da hiç hoþnut deðiliz. Bu sorunlarýn çözümü için çalýþmamýz gerekiyor. Hem ülke yönetimi, hem halk bu sorunun mevcut olduðunu biliyor ve çözülmesini de istiyor. Böyle bir þeyin olmasýný kesinlikle istemiyoruz. Sosyal sistemin bozulmasýna sebep oluyor. Ýnsanlar kendi kapasiteleriyle, halka yaptýklarý katkýlarýyla para kazanmalýdýr. Tabi bunun çözümü de çok kolay deðil. Eþitleyebilmek için çok ciddi bir ekonominiz olmasý gerekiyor ki desteklerle bu sorunu çözebilesiniz. Ekonominin daha etkin iþlemesi için aldýðýmýz kararlarla çözebiliriz. Turizm biliyorsunuz biz de Sovyetler Birliðinin çözülüþünden sonra baþladý. Sovyetlerle yaptýðýmýz ticaret ülkenin önemli ekonomik girdilerini saðlýyordu. Sovyetler Birliði bir anda ortadan kayboldu ve bizde çok ciddi bir ekonomik krizin içine girdik. O dönemde ekonomik krizden çýkýlmak için çok hýzlý düþünmek ve çok hýzlý kararlar almak gerekiyordu. Bu nedenle turizm alanýný açmak zorunda kaldýk. Þu anda ekonomi için en çok gelir getiren sektörlerin baþýnda gelmektedir. Turizmle beraber bazý kötülüklerde geldi. Bunu da görmemezlikten gelemeyiz. Ýlk kez ülkemize bu þekilde uyuþturucu gelmeye baþladý. Uyuþturucuya karþý ciddi bir mücadele sürdürülüyor ama buna karþýlýk baþlamýþ oldu, ülkeye girmiþ oldu. Daha önce hiç mevcut deðildi ülkemizde. Turizm öncesinde olmayan fuhuþ geliþti. Diðer ülkelere baktýðýmýz zaman Küba’daki fuhuþ olayý minimum düzeyde. Bu sorun içinde mücadele ediyoruz. Bastýrýcý kuvvetlerle deðil, insanlarýn bilinçlendirilmesi, eðitim verilmesiyle bu sorunlarý aþmaya çalýþýyoruz. Hani Avrupa’ya giden, ABD’ye giden Latin Amerika’ya gidin her yerde karþýnýza çýkabilecek bir þey. Hatta diðer ülkelerde mafyalar var, aðlarýný kurarak kadýnlarý çalýþtýrýyorlar. Küba’da böyle bir durum yok. Bazýlarý biraz daha kolay para kazanmak istiyorlar. Bedenini satarak kolay yönden para kazanmak isteyenler olabiliyor. Belki üniversite mezunu da olabilir, üniversite kariyeri yerine daha kolay para kazanmak isteyebilir. Yabancýyla

Bahar / Yaz ‘08

evlenip baþka bir ülkede yaþamak isteyebilir. Sosyalist bir toplumumuz olsa da mükemmel bir toplumumuz olduðunu söyleyemem. Ayýþýðý- Comandante Fidel yoldaþýmýzýn saðlýk durumu hakkýnda bize bilgi verebilir misiniz? Abascal- Aðustos’ta 82 yaþýna girdi biliyorsunuz. 82 yaþýnda birisi için saðlýk durumu iyi. Çok ciddi bir ameliyat geçirdi. Mide ameliyatý. Çok uzun süre bu nekahet dönemi sürdü. Doktorlarý da kendisine ameliyat öncesinde ki temposunda çalýþmamasýný tavsiye ettiler. Ve son yapýlan seçimlerde de devlet konseyi üyeliðine aday olmak istemediðini belirtti. Hala kendisi meclis üyesi ve milletvekilidir. Devlet Konseyi Baþkanýydý, adaylýðýný koymadýðý için orda yer almýyor. Zaten Fidel Castro’yu biz Küba Devriminin ahlaký lideri olarak kabul ediyoruz. Küba Devriminin baþkumandaný mertebesine gelmek zaten çok ciddi bir yer. Ahlaki yönü olan, ruhani duygusu olan bir mevki onun bulunduðu yer. Küba halký için o her zaman bu görevde olacaktýr zaten. Ama þu an Raul Castro baþkanlýða seçildi. Ve onunda geçmiþi Fidel’in geçmiþiyle birebir örtüþür. Devlet baþkaný olarak seçilmesi kardeþi olduðu için deðil, o da Fidel’le ayný yollardan geçti. Moncado kýþlasý baskýnýnda Raul Castro’da vardý, devrimin komutanlarýndan biriydi. Çok büyük tarihi baþarýlarýnýn yanýnda çok büyük bir birikime de sahip. Bu görevi yerine getirecek düzeyde bir kiþi. Fidel bir danýþman gibi çalýþmaya devam edecek. Hatta kendisi de söyledi “Fikirler Savaþçýsý” olarak görevime devam etmek istiyorum dedi. Her hafta mutlaka bir yazýsý yayýnlanýyor gazetelerde. Uluslararasý duruma dair, emperyalizme dair yazýlar yazýyor. Bu da böyle devam edecektir, yazabildiði, devam ettirebildiði sürece. Aklý ve fikri çok açýk durumda… Ayýþýðý- Latin Amerika’da geliþen devrimci dalgada Küba’nýn varlýðýnýn önemli bir etken olduðunu biliyoruz. Latin Amerika’daki geliþmeleri nasýl deðerlendiriyorsunuz? Ve gerçekten Vamos Bien mi? Abascal- Çok büyük bir deðiþim var. Hemen hemen bütün Latin Amerika ülkeleri ABD’den baðýmsýz olmak istiyorlar artýk. Tarihe baktýðýmýz zaman Latin Amerika açýsýndan ilk defa olduðunu söyleyebiliriz. 19. yy. da Ýspanya’nýn sömürgesinden kurtuldu Latin Amerika ülkeleri ama 19. yy. birlikte Amerika’nýn sömürgesi haline dönüþtüler. Amerika, Latin Amerika ülkelerinin siyasetlerini, ekonomilerini kontrol altýnda tutuyordu. Hatta 60’lý ve 70’li yýllarda ABD’nin baskýsý nedeniyle tüm Latin Amerika ülkeleri Küba ile i-

69


liþkilerini kestiler. Sadece Meksika iliþkilerini sürdürdü. Küba, kýtadan dýþlanmaya çalýþýldý. Þimdi ise tüm Latin Amerika ülkeleriyle diplomatik iliþkilerimiz var. Kostarika ve Salvador’la iliþkimiz yok. Yalnýzca diplomatik deðil çok iyi siyasi iliþkiler içindeyiz. Çok ciddi siyasi deðiþimler yaþandý bu ülkelerde. Birçok ülkede Amerikan oligarþisine baðlý, onun çýkarlarýna hizmet eden yolsuz siyaset zihniyeti artýk çöktü bu ülkelerde. Hatta bazý ülkelerde ciddi ulusal ayaklanmalar oldu, halk ayaklanmalarý oldu. Bir grup ülkede de sol iktidara geldi. Tabi bu ülkeler arasýnda farklýlýklar mevcut. Þili ile Bolivya, Bolivya ile Brezilya, Arjantin’le Meksika arasýnda farklýlýklar var elbette. Ama þu bir gerçek, tüm ülkelerin geliþiminde çok ciddi baþarýlar var. Þöyle diyebiliriz belki, hükümete geldiler ama tüm iktidar ellerinde deðil. Birçok ülkede devrimci olarak çalýþan, mücadele eden güçler var. Bunlarýn arasýnda Venezüella daha ilerde sayýlabilir. Sadece devlet baþkaný olmak ve kabine de birkaç bakanýnýzýn olmasý sizin iktidarda olduðunuz anlamýna gelmiyor. Onun yanýnda silahlý kuvvetler var, yargý gücü var, parlamento var. Tüm bu unsurlarda da mevcut olmalýsýnýz ki tüm gücü ele geçirebilesiniz. Tabi ekonomik güç bunlardan en önemlisidir. Venezüella’ya baktýðýmýz zaman, Chavez devlet baþkaný seçildi, Parlamento Chavez’le beraber, ordu Chavez’den yana. Bu anlamýyla diðer ülkelere göre daha ilerlemiþ durumda. Ama karþýsýnda basýn var, ekonomik güç var, kilise var. Oligarþi ve diðer siyasi partiler var. Tabi emperyalizmin oraya gönderdiði bazý ajanlar var, onlarda boþ durmuyorlar, Chavez karþýtý çalýþma yürütüyorlar. Ama bu bir mücadele, ciddi bir mücadele, hepsine bakýlmasý, izlenmesi gerekiyor. Bu mücadeleyi devam ettirmeleri gerekiyor. Sosyalizm hala bir hedef olma yolunda, þu an için Venezüella sosyalist bir ülkedir, ona ulaþmýþtýr diyemeyiz. Ama bunun için ciddi çabalarý vardýr.

ta üzerinde çok büyük etki yaptý. Küba olarak diðer Latin Amerika ülkelerinin çözemediði çok ciddi birçok sorunu çözdük. Küba küçücük bir ada ülkesi, ABD’ye çok yakýn, o bile sorunlarý çözdüyse biz neden çözemeyelim, diye düþünüyorlar. Ayýþýðý- O halde gerçekten Vamos bien yoldaþ. Bizi kabul ettiðiniz ve bu deðerli düþüncelerinizi bizimle paylaþtýðýnýz için çok teþekkürler. Abascal- Ben teþekkür ederim. Ama çok zorladýn beni. Ayýþýðý- Amacým asla sizi zorlamak deðildi. Zorladýysam kusuruma bakmayýn. Sorunlarýn çözümünde, her þeyin karmaþýklaþtýrýldýðý bir dünyada sorunlarýn farkýnda olmak geliþmenin farkýnda olmak, ona göre de bir þeyler yapabiliyor olmak çok önemli. Abascal- Evet haklýsýnýz. Tekrar çok teþekkür ediyoruz. Küba Büyükelçiliði Ankara 2 Nisan 2008 Saat: 11.00

Ayýþýðý- Venezüella halkýna öneriniz var mý? Abascal- Ben hiçbir þey tavsiye edemem. Onu Venezüellalýlarýn yapmasý gerekiyor. Kübalýlar olarak biz, diðer ülkelerin ne yapmasý gerektiðini söyleyemeyiz. Yardýmcý oluyoruz tabi ki. Venezüella’da fakir mahallerde çalýþan 19 bin Kübalý doktorumuz var. Ýþbirliði anlaþmalarýmýz var. Okuma yazma kampanyasýna yardýmcý oluyoruz. Venezüella’nýn da okuma yazma sorununu ortadan kaldýrdýk. Ama ne yapmak istediklerine Venezüellalýlar karar verecektir. Küba’nýn deneyimi, Küba’nýn varlýðý, açýk bir kitap þeklinde, ondan yararlanmayý kendileri bilirler. Tabiî ki, Küba’nýn emperyalizmin burnunun dibinde sosyalizmi devam ettirmesi, büyük baþarýlara imza atmasý ký-

70

Bahar / Yaz ‘08


Öykü Özgür Güven

Delioğlan

ukurova için bile fazla sýcak bir gündü. Öðleden sonra güneþ biraz dönünce, birkaç tutsak birazcýk serinlemek için hemen havalandýrmayý yýkamak için kollarý sývadýk. Ýþi bitirdikten sonra elimde kitabým bir köþeye geçip oturdum. Kitabýmý okumaya baþladým. Hemen yakýnýmda iki yoldaþ voltaya durdu. Sesleri hafiften kulaðýma gelse de bir iki kelime ya anlaþýlýyor ya anlaþýlmýyordu. Birden diðerlerini bastýran, bir ateþ gibi insaný yakan, ta derinden gelen bir sesle irkildim. “Aaah ah! Bi daha ne zaman o keleþe sarýlýp da yatarým ula!..” Büyük ve derin bir özlemle yürekten kopup gelen bu cümle, beni bulunduðum mekandan ve zamandan koparýp yýllar öncesine götürdü. Toprak damýn siyecine oturmuþ 30 yaþlarýnda olan ama daha yaþlý duran bir köylü. Kýsa, gür saçlarýna vuran güneþ ýþýðýyla yer yer titreþen kýr saçlarý seçilebiliyordu. Kalýn ve küt parmaklarýnýn arasýna yerleþtirdiði kaðýda, yýllarýn verdiði bir alýþkanlýkla tütün doldurup sararken bakmadý. Gözleri köyün tam ortasýndan geçen asfaltta Gölbaþý’ndan Malatya’ya doðru kayan kamyona takýlmýþ, yol boyunca onu izliyordu. Sigarasýný dudaklarýnýn arasýna yerleþtirdi. Þalvarýna dökülen tütün kýrýntýlarýný aðýr aðýr toplayýp tabakasýna koydu. Tütünden sararmýþ gür, pala býyýklarýnýn altýndan tembel tembel sarkan sigarasýný yaktý. Çakmaðý elinden yanýna, tabakanýn üzerine býrakýrken ciðerlerine derin bir nefes doldurdu. Sigaranýn acý, boðaz týrmalayan dumanýný bile hissetmeden yavaþça

havaya savurdu. Güneþ akþam uykusuna dalmak için Körkün’ün arkasýna doðru yavaþ yavaþ kayarken, Delioðlan köyün sýrtýný yasladýðý Guz daðýnýn yamacýna, sanki kendisi de ayakta duramamýþ, oraya çöküp oturmuþ gibi görünen evinin damýnda oturuyordu. Adý Durmuþ’tu ya, çoðunluk Delioðlan derdi. Güneþ yanýðý yüzünü hafiften esen akþam rüzgarýna vermiþ, içini karartan yoksulluktan, iþsizlikten ve daha bir dolu dertten baþka bir þey olmayan düþünceleriyle boðuluyordu. Aþaðýdan gelen sesle irkildi. Kafasýndaki karamsar düþünceler bir an daðýldý. Kendisine seslenen, köyde en çok deðer verip saydýðý Memik emmiydi. “Delioðlan horoz gibi tüneyip durma orda da benimle gel.” “Nereye Memik emmi?” “Biraz iþimiz var senlen. Uþaklara geç gelirim dede gel hele.” “Memik emmi, akþam akþam biyere gideceksek silahý da alýyým mý?” “Gene deli deli gonuþma da, tez peþimden gel.” Damdan inerken içeriye, karýsýna seslendi: “Gýz Hatun! Beni beklemeyin, siz yemeðinizi yiyip yatýn. Memik emmi çaðýrýyor. Hele bi varýp geleyim.” Memik emmi 60 yaþlarýnda, dinç bir adamdý. Ýki oðlu üç de kýzý vardý. Köyde kimseye boyun eðmez, kimseye muhtaç olmaz, kendine yeterdi. Zengin sayýlmazdý ya, zaman zaman Delioðlan’a iþ verir görünüp destek olurdu. Köyde düþmaný yoktu. Mert, çalýþkan, sözü dinlenen, sevilip sayýlan bir ihtiyar-

Ç

Bahar / Yaz ‘08

71


dý. Ellerini arkasýndan baðlamýþ, kafasý hafiften öne eðik yürüyordu. Evi köyün ortasýndan geçen asfalta yakýndý ya, köyün içine yönelmedi. Arka taraftan dolanýp, abisi Cuma’nýn evinin yolunu tuttu. Delioðlan þaþkýn, ama sessizce Memik emminin peþinden yürüdü. Çünkü Cuma dayýnýn evine sýk çaðrýlmadýðý gibi, Memik emmi de onu pek oraya götürmezdi. Ýhtiyarýn peþisýra giderken, aklýndan bunlarý geçirdi. Memik emmiyse içinden atýp tutuyor, nereye koyacaðýný bilemiyordu. Oysa Durmuþ’u sorduðunda anlatmýþtý yoldaþa, onun ne zaman ne yapacaðý belli olmayan bir delioðlan olduðunu. Oturduðu babasýndan kalan ev, bir de çaða, çocuk yesin diye karýsýnýn bostan yapýp domat, bibe vs. ektiði evin önündeki bir avuç topraktan gayri malý olmayan, yoksul bir adamdý Durmuþ. Kimi zaman çapaya, kimi zaman týrpana koþar, kimse çaðýrmazsa Gölbaþý’ndaki birketçinin traktör römorkuna doldurmak üzere elinde balyoz, taþ kýrýp dað bayýr römorkun peþinden dolanýrdý. Ýþ buldukça kolayýna zoruna bakmaz giderdi. Dürüsttü dürüst olmasýna ya, köyün Delioðlanýydý iþte. Memik emmi bunlarý anlatýnca yoldaþ sorduydu: “Bir süreden beri bu adamý gözlüyorum. Kimseyle takýþtýðýný, kimsenin iþine burnunu soktuðunu görmedim. Niye deliye çýkmýþ adý?” O zaman anlattý Memik emmi Durmuþ’un Dedeyle macerasýný ve adýnýn niye deliye çýktýðýný. Her yýl hasattan sonra köye bir dede gelir, bir süre kalýr, dede köydenken de, her gece kaldýðý evde köylüler toplanýrlardý. Dedenin elini öper, nefesini dinler, semah dönerlerdi. O yýl da Dede geldi. Bunu duyunca Durmuþ’u bir düþüncedir aldý. O da huzura varacak, el öpüp nefes dinleyecek ya, Dede’ye verecek bir þeyi yok ki Cem’e katýlsýn. Kimseye diyemedi niye gitmediðini ama Dede’nin yanýna da gitmedi. Gerçi önceden bugünü düþünüp üç-beþ kuruþ koymuþtu bir kenara. Ama daha harman kalkmadan, tam da iþ zamaný karýsý doðum yapýnca eldekini avuçtakini de oraya harcamýþtý. Daha sonra soranlara; “Baktým Hatun gýz ölecek, þehere doktora götürdüm. Bitti.” diye anlatýrdý. Durmuþ, Dede’ye verecek armaðanlýk bir þeyi olmayýnca utancýndan varýp el öpemiyordu. Ama Dede’de buna bir içerliyor, bir zoruna gidiyor ki sormayýn. Nasýl olurda bu çulsuz köylü o koskoca Dede’ye varýp yüz sürmez, el öpüp armaðan sunmazdý!.. Dede her geliþinde köyde bir hafta kalýr, armaðanlarýný alýp, yükünü toplar giderdi. Aradan günler geçiyor, Durmuþ yok. Sonunda gene Memik emmi çaðýrýp sorduydu Durmuþ’a. O da durumu anlattýydý. “Sen git, gene de elini öp. Dede armaðana gelmez oðlum. Olan verir, olmayan vermez. Hem ol-

mazsa ne verecen ki.” Memik emmi bunlarý söyleyip, ýsrar edince, Durmuþ kýzara bozara gitti o akþam Dede’nin elini öpmeye. Dede baþköþede kurulmuþ oturuyordu, sonra da en zengininden en yoksuluna doðru karþýlýklý iki sýra halinde köylüler. Durmuþ içeri girip eþikte duruyor, selam veriyor, el baðlayýp beklemeye baþlýyor ki, Dede izin versin, yer göstersin. Aradan epeyi bir zaman geçiyor, Dede’den hiçbir tepki yok. Memik emmi herhalde fark etmedi diye düþünüp kendisi iþaret ediyor, “var yanýna da elini öp” diye. Durmuþ usulüne göre yanaþýp yere diz çöküyor. Dede yine hiç oralý deðil. Epeyce bekliyor Durmuþ, ama içinden de Dede’nin bu yaptýðýna, tüm köyün içinde kendisini düþürdüðü bu duruma içerleyip duruyor. En sonunda birden ayaða fýrlayýp patlýyor: “Bana bak ula pezevek! Bunca adamdan utanmazsan aha þu bi çuval býyýklarýndan utan. Adam belledik elini öpmeye geldik. Vermezsen verme, bi halt var sanki. Sen bu köye geldin de ne yaptýn ki, bunca para, peynir, yað, buðday yükler gidersin. Ben iki yumurta bulamýyom ki çaðalarýn önüne koyam. Sana nerden ne bulup da veriyim. Yaptýðýn iki tel saz çalma mý, onu ben de yaparým. Kalk git. Bi daha da bu köye gelme. Gelip de köyün dadýný dirliðini bozma.” Durmuþ bunlarý sayýp döktükten sonra kapýyý da çarpýp gidiyor. O çekip gidiyor gitmesine de, adý da o gün bugündür Deli Durmuþ’a, Delioðlan’a çýkýyor. Memik emmi bunlarý düþüne düþüne yolu yarýladý. Az duralayýp etrafý dinledi, sonra devam etti, hem düþünmeye hem yürümeye. Bütün bunlarý bir bir anlattým yoldaþa ya, olmadý. O bunlarý anlattýkça, yoldaþ daha bir ýsrarla: “Hele bir çaðýr sen” dediydi yine. En son; “Ona ben kefil olmam. Bi terslik olursa da karýþmam” dediydi. Hatta Cuma emmi bile; “Biraz deli-dolu bir adam. 5 çocuðu var. Tarlatapan yok, fýkaranýn biri. Ne edeceði belli olmaz.” dediydi. “Hele bir çaðýr. Ona da ben kefilim” deyince yoldaþ, çaresiz gidip çaðýrdý. Baþka bir iþ olsa çocuklarý salýp çaðýrtýrdý. Kendisini görünce Delioðlan’da bildi, anladý ciddi bir iþ var. Ondan sordu demek silahýmý alýyým mý diye. Bu Delioðlan o kadar da boþ deðil mi ne? Bunca yýlýn delisini biz tanýyamadýk da yoldaþ þöyle birkaç kez uzaktan görmeylen bizden iyi anladý da ondan mý ýsrar ettiydi “çaðýr” diye yoksa.” Bir yandan düþüne düþüne yürüyor, bir yandan da güya çaktýrmadan gözucuyla etrafý kolaçan ediyordu. Durmuþ da peþinden sessizce onu izliyordu. Köyün dýþýndan dolaþmayýp da doðrudan inselerdi çoktan gelmiþ olurlardý ya, sonunda vardýlar. Bekliyor olsalar gerek ki, daha vurmadan, Cuma

72

Bahar / Yaz ‘08


emminin ortanca oðlu Þahan kapýpý açtý. Ýçeri girince Memik emmi yorgun, býraktý kendini sedire. Ýnek bile ahýra girerken kafayý þöyle bir sallar “moo” der. Durmuþ da maldan kötü deðil ya, içeri girince selam verdi. Selamý alan Cuma emmi, onu da oturttu sedire. Hal hatýr sordu, çoluk çocuk, iþ güç. Yani her zaman ki laflardý ettiði. Onu hava kararýp, herkes yemeðe oturup el ayak çekilirken, üstelik Memik emmiyi yollayýp köy dýþýndan getirmiþlerdi. Bunlar için deðildi her halde. Saðda solda henüz saðýlmamýþ keçi melemeleri gelse de tek tük, ahýrlar bile sessizleþmiþti. Buna raðmen gizli saklý bir iþ varmýþ gibi köy dýþýndan getirsinler seni, þimdi de Cuma emmi hiçbir þey yok gibi bu laflarý etsin.

Delioðlan’ýn kafasýndan bunlar geçerken, yamaca penceresi olan köþedeki odadan orta boylu, geniþ omuzlu, atletik yapýlý 25 yaþýndan fazla göstermeyen sarkýk býyýklý bir yabancý çýktý, geldi. Yabancýdan çok, kendisini çok iyi tanýyan, uzun zamandan beri görmediði bir dostmuþ gibi gözlerinin içine dek gülen bir gülümseyiþle “hoþ geldin” dedi. Hemen ardýndan ayný içtenlikle ve sýcacýk bir sesle “nasýlsýn” deyip elini avucuna aldý, sýmsýký ve içten tokalaþtý. Bu sýcaklýk, bu içtenlik Delioðlan’ý epeyce þaþýrtsa da, bir o kadar da içini sevgiyle doldurup, güven verdi. Utangaç: “Ýyiyik diyek de iyi olak” dedi. Bu sýrada sofra hazýrlandý, hep birlikte yemeðe oturdular. Cuma emmi, Memik emmi, yoldaþ dedikleri “yabancý”, Durmuþ, Cuma emminin ortanca oðlu Þahan, büyük oðlu Murat’ýn eþi ve iki çocuðu, Cuma emminin küçük oðlu askerdeydi, kýzlar evlenip gitmiþler, “dert ortaðým” dediði karýsý ölmüþ, büyük oðlu Murat’ta birkaç senedir “öteki tarafa” geçmiþti. Bazen Lübnan’dan bazen Þam’dan haberi gelirdi. Zaten yoldaþ dedikleri Mahmut’u da o göndermiþti bölgeye, iþleri koordine etsin, örgütlenmeyi sürdürsün diye. Daha sofraya otururken küçük Cumali hemen dedesiyle yoldaþýn arasýna sokuldu. Yoldaþ alýp dizine oturttu. Cumali’nin gözü hemen dedesine kaydý

Bahar / Yaz ‘08

kaþlarýný çattý mý diye. Baktý ki dedesi hiç oralý deðil, keyifle kuruldu ve yemeðe baþladý. Yemek sýrasýnda yoldaþ hepsiyle birkaç kelimeyle de olsa konuþuyor, en ciddi konularda bile çok basitmiþ gibi açýk ve kesin konuþuyordu. Gerek yoldaþýn onlarla konuþmalarý, gerek ev ahalisinin rahat ve içten tavýrlarý, aralarýndaki iliþkinin çok sýcak olduðunu gösteriyordu. Delioðlan çoktandýr böyle keyifli, sýcak bir sofraya oturmamýþtý. Kendi evinde yemek yerken ya kaþýk-tabak týkýrtýsý dýþýnda ses olmaz, herkes bir acele yemeðini kaþýklardý, ya da karýsý þu yok, bu yok, buna yetmedi, þunu ne edecez gibi eksik gedikleri sayýp döker, kafasýný þiþirirdi. Yemekten sonra konuþmalar daha farklý konulara kaydý. Herkesin yoldaþ dediði, Durmuþ’un da adý sanýp yoldaþ demeye baþladýðý yoldaþ ona Deniz Gezmiþ’i sordu, duymuþ muydu hiç? Yok, dedi. Yoldaþ anlatýnca hatýrlar gibi oldu. Ýki üç sene önce kahvedeki radyodan duymuþtu devlete asi gelen talebeleri astýklarýný. Ama ille de Nurhaklarda öldürülen yiðitleri hatýrlýyordu. O zamanlar köye gelip gidenler olmuþtu. Bir keresinde Gölbaþý tarafýndan elinde balyoz taþ kýrýp dolaþýrken onlarla karþýlaþmýþ, konuþmuþtu da. Öldüklerini duyduðunda çok yansa da kimselere demediydi. Demek yoldaþ da onlardandý. Þimdi yoldaþ daha baþka bir þey konuþuyordu. Sanki kendisinin de çok iyi bildiði, ama hiç konuþma gereði duymadýklarý bir konuydu bu. Sanki çok iyi biliyordu, ama hiç bilmiyordu. Yoldaþ “her þeyi üreten emek” diyordu, “emekçi” diyordu, “ürettikçe yoksullaþýr, aç kalýr” diyordu. “Fabrikalar, tarlalar emekçilerin ortak malý olmadan, bu devleti yýkýp emekçiler kendi devletlerini kurmadan” diyordu, “ne emekçilerin karný doyar, ne de kendileri, çoluk çocuklarý bu sefaletten kurtulur.” diyordu. “Emekçi, iþçidir, yoksul köylüdür, ýrgatý, rençberidir” diyordu, “hepsi de sermayenin kölesidir” diyordu. Ýþte Nurhaklarda Sinanlarý bunu söyledikleri, yapmaya çalýþtýklarý için kurþunladýlar. Ankara’da Denizleri bunu yapmaya çalýþtýðý için astýlar” diyordu. “Burjuvaziyi devirip emek iktidar olmalý” diyordu, “devrim” diyordu. O gece sabaha kadar yoldaþ anlattý, Delioðlan dinledi. Amerika dedi, emperyalizm dedi, Vietnam dedi, Küba dedi. “Yendiler senin benim gibi emekçiler, yoksullar Amerika’yý, kovdular emperyalizmi” dedi. “Hele bir de sosyalizm deyiþi, onu anlatýþý vardý ki” diyordu Durmuþ çok sonralarý, “hiç sormayýn” Þafak sökerken Delioðlan evine gitti. Yerde yatan çocuklarýnýn üzerinden geçip, hiç soyunmadan öylece köþede yatan Hatun’un yanýna uzandý. Uzandý ya, gözünde uykunun zerresi yok. Kafasýnda yoldaþýn anlattýklarý dönüp duruyor. O gün iþ bakmaya Gölba-

73


þýn’a gidecekti, vazcaydý. Akþama kadar kah evin önündeki bostanda, kah damda oyalandý, kafasýndakileri, konuþtuklarýný düþündü durdu. Akþamý zor etti. Yoldaþ uyarmamýþ olsaydý çoktan Cuma emminin kapýsýna varýrdý ya, “Benim buralarda dolaþtýðýmý, kaldýðýmý kimse bilmiyor. Sakýn ola kimseye demiyesin, fark ettirmeyesin. Yerin kulaðý vardýr.” diye özellikle tembihlemiþti yoldaþ. “Durmuþ’um ne oldu dün gece? Hem sabaha karþý geldin, hem de geleli ortalýkta bir tuhaf dolanýr oldun” diye akþam yemekte Hatun sormuþtu da; “Yaramaz bir þey yok. Sonra gonuþuruk” deyip geçiþtirmiþti. Hava kararýp el-ayak çekilince Durmuþ, “Biraz dolaþýp geleceðim” diye çýktý evden. Önce köyün içine, kahveye indi. Kahvede iki-üç gençten baþka kimse yoktu. Oturmadý. Þöyle bir asfalta kadar gitti, ordan geri döndü eve doðru. Evin oraya varýnca girmedi, Memik emminin yaptýðý gibi sakin ve sessiz biçimde köyün dýþýna vurdu. Arkadan dolaþýp Cuma emminin evine vardý. Kapýyý vurup seslendi, “Cuma emmi evde misin? Benim ben, Durmuþ” Az sonra Þahan açtý kapýyý: “Ne oldu Durmuþ ede? Akþam akþam hayýr mýsýn þer misin?” Þahan bir yandan bunlarý söylüyor, bir yandan da gözleriyle etrafý kolaçan ediyordu. Zaten tam kapýnýn giriþine durduðu içinde hem içerinin görünmesini kesiyor, hem içeri giriþi engelliyordu. Durmuþ içinden: “Sen þu Þahan’a bak hele. Hem benimle laflýyor, hem de etrafý kolaçan edip, yolu tutuyor. Daha dün el kadar çaðdaydý bu. Anlaþýlan büyümüþ de adý gibi bir alýcý kuþ olmuþ bile.” diye geçirdi. Bir dakika bile sürmeden Þahan içeriye seslendi: “Yok bir þey baba. Durmuþ ede seni görmeye gelmiþ.” “Gelsin gelsin” Durmuþ içeri girdi. Ortalýkta hiç olaðandýþý bir þey yoktu. Cuma emmi küçük torununu kucaðýna almýþ onunla konuþuyordu. Durmuþ içeri girince: “Ne oldu Delioðlan gece gece?” “Yok bir þey Cuma emmi. Yok da, eðer yoldaþ buradaysa onu bir göreyim. Diyeceklerim var.” “Delioðlan, bu iþ öyle çat kapý gelmeylen olmaz. Günboyu beni tarlada, kahvede hiç mi görmedin de habersiz geldin. Beni görmedin, aha Þahan, ona de. Akþama size gelecektim, olur mu diye. Gel, otur þimdi de, bir daha habersiz olmasýn” Onlar bunu konuþurken Þahan yan odanýn camýndan atlayýp hemen aðaçlarýn arasýndan ormana dalan yoldaþýn peþinden gitti. Bir süre önce birlikte yaptýklarý sýðýnaða girmeden yetiþti. Durumu anlattý. Geri dönüp sessizce camdan içeri süzüldüler.

Yoldaþ bu durum karþýsýnda tedbiri elden býrakmayýp hemen sýðýnaða koþmuþ olsa da, Durmuþ için “Demek saðlam bir adam. Yanýlmamýþým. Söylediklerimi anladý.” diye düþündü. Az sonra sanki hiçbir þey olmamýþ gibi yanlarýna geldi. Durmuþ’tan hiç haberi yokmuþ gibi sordu: “Ne oldu akþam akþam? Yaramaz bir þey mi var? Çaða çocuk hasta falan mý var?” Delioðlan yaptýðýndan mahcup; “Yok yok. Yaramaz bir þey yok ya, herhalde ben yanlýþ yaptým. Çat kapý geldim gece vakti.” Durmuþ’un bu açýklýðýný ve kavrama gücünü gören yoldaþ daha da hoþnut bir halde, o sýcacýk gülümsemesiyle Durmuþ’a bakýp: “Sorun deðil. Konuþuruz.” diyerek oturdu. Durmuþ’a bakmaya baþladý. Durmuþ alý al, moru mor renkten renge giriyor, tam bir þey diyecekmiþ gibi aðzýný açýyor, sonra hemen vazgeçip kapatýyordu. Ellerini nereye koyacaðýný bilemiyor, kah dizlerine koyuyor, kah kesik bir dal gibi sedire býrakýyordu. Durumu gören yoldaþ onu rahatlatýp cesaretlendiren bir sesle konuþtu. “Senin diyeceklerin var galiba yoldaþ. Hadi, de diyeceðini” Bu sözler Durmuþ’un heyecanýný alýp götürdü. Yoldaþa döndü: “Ben öyle güzel konuþmayý beceremem. Lakin dünden beri ne yapsam, nereye gitsem, neye baksam aklýmda konuþtuklarýn, anlattýklarýn. Dönüp durdum sabahtan beri. Ama þimdi bunlarý demezsem bu gece de uyku tünek yok bana. O yüzden geldim bu dar vakitte. Dünkü gibi köyün dýþýndan dolanýp öyle geldim. Amma gene de gördüm ki sizi telaþa verdim. Gusura kalman. Sen yok desen de bu böyle. Ben yanlýþ bir iþ yaptým. Gusura kalma ama beni dinle. Beþ çaðan var, biri oðlan. O da aha þu Þahan kadar. Bir de benim Hatun gýz. Baþka da hiçbir þeyim yok. Dünden beri kafamda konuþtuklarýmýz. Kendi kendime tarttým, aldým, verdim. Sonunda bir karara vardým, onu demeye geldim.” Bunlarý dedikten sonra bir sigara alýp yaktý, sonra devam etti. “Anladým ki ben eþekmiþim. Bugüne kadar boþa yaþamýþým. Aha bu senin anlattýðýn iþ, asýl bizim iþimizmiþ. Ýþte þimdi bunu bildim.” *** Bunlar Delioðlan’ýn Halo Durmuþ’luða geçiþinin baþlangýcý oldu. Halo Durmuþ o gün devrimle, devrimcilikle tanýþmýþ, buluþmuþtu. Þimdi bu buluþmadan on-on iki yýl sonra Çukurova’da bir hapishane avlusunda volta atarken, yüreðinden kopup gelen o büyük özlemini, sosyalizmi ve sosyalizm mücadelesini o böyle ifade ediyordu. “Aah ah! Bi daha ne zaman o keleþe sarýlýp da yatarým ula!”

74

Bahar / Yaz ‘08


İşçi Şair Kazım Demir’le Söyleşi R. MAVRUK: Þiir nedir? Sizin için nasýl baþladý? K. DEMÝR: Kelimelerin yetersiz kaldýðý yerde, hayatýn özünü, özetini anlatan büyülü sözlerdir þiir. Hayatýn resmini yorumlamak, ayrýntýlarý göz ardý etmeden insanlarýn bakýþ açýsýný deðiþtirmektir. Geleceði kurgulamak, umut edebilmektir þiir. R. MAVRUK: Sizin için nasýl baþladý þiir? K. DEMÝR: 9 yaþýndayken hayatý sorgulamaya baþladým. Ýnsanlar arasýndaki farklý yaþayýþ tarzlarý, ekonomik alým gücüne karþý açlýðý sefaleti gördüm. Sömestri tatillerinde ben ayakkabý boyacýlýðý ve simit satarken geliri yüksek ailelerin çocuklarý tatil beldelerinde gününü gün ediyordu. Mersin’de yaþamama raðmen yýlda bir sefer de olsa denize giremiyordum. Babam inþaat iþçisiydi. Yazýn çalýþýr, kýþýn iþsiz kalýrdý. Çocuk hayallerim vardý. Ýlkokulda bir çanta, bir bisiklet… Yeniden vazgeçmiþtim, zaten imkanda yoktu. Babama kýzmadým hiç. Yaþým küçük olmasýna raðmen babamýn neden hayallerimi gerçekleþtirmediðini anlardým. Ve anlardým ki babamda o kadar hayalini ertelemiþti yarýnlara. Hep babam diyorum çünkü annem dört duvar arasýnda yaþayan, eþi getirirse derip çatan bir anaydý. Kürtlüðünden, gördüðü baskýlardan, cehaletten baþka hiçbir seçeneði olmayan bir kadýndý. Çocuk aklýmca ilkokul üçüncü sýnýfta (her ne kadar öðretmenim inanmamýþ olsa da demek ki güzelmiþ) ilk þiirimi, beni büyüten, yürümeyi, koþmayý, sevmeyi, anlamayý öðreten anneme yazdým. Arada doða, böcek üzerine yazýlmýþ þiirlerimin yanýnda, aþk þiirleri de yazdým. Ýlk aþk þiirimi çýraklýk yaptýðým torna atölyesinde, üzerinde yemek yediðim kese kaðýdýna yazdým. R. MAVRUK: Sizi yazmaya iten güç neydi? K. DEMÝR: Aile ve çevremde yaþanýlan olaylar beni etkiliyor, içimde birikim yaratýyordu. Bunlarý en iyi yansýtabileceðim dildi þiir. Þiirde istediðim kadar baðýrabilirdim. Sevebilir, çarpýklýklarý anlatabilirdim. Þimdi yaptýðým gibi. Yer yer aðladýðým, katýlasýya güldüðüm, hüzünlenip coþtuðumda, her çaldýðýmda açýlan kapýydý þiir. R. MAVRUK: Emekten, insandan yana bir duyarlýlýðýn yaný sýra evrensel ince bir duyarlýlýk seziliyor. Þiirleriniz hangi kaynaktan besleniyor? K. DEMÝR: Tabi ki öncelikle insandan ve insanlýk adýna olan her þeyden. Ýnsanlýk mücadelesinin geliþmesinden, geleceðe güzellikler taþýmasýndan. Þiirlerimin yol gösterici olmasý gururlandýrýyor beni. Fabrikada çalýþan bir iþçinin þiirimde kendisini bulmasý, “Ýþte bu benim. Anlatmak istediðim ama anlatamadýðým” demesi þiirimin hedefine ulaþtýðýnýn habercisidir. Ýnsanlarý bireysel çýkarlarýndan arýndýrýp toplumsal kolektife kazandýrmayý amaç ediniyorum. Ve düþüncelerim þiirlerimde nettir. Doðrularýyla yanlýþlarýyla insanlarý sevmek… Doðrulara yönlendirerek besleniyor þiirlerim. Sömürü büyüyor her geçen gün. Üretimin olduðu her yerde emek hýrsýzlýðý yapýlýyor. Gören ve anlayan hangi insan gözünü kapatabilir bu duruma. Sermaye görsel yayýn organlarýný ele geçirip baþlattýðý psikolojik savaþta insanlarýn yaþadýðý hayattan bihaber. Üç maymun oynatýlýyor. 12 saat çalýþan bir iþçi ulaþým dahil günün 15 saatini sermayeye harcýyor. Ve televizyonun karþýsýna geçtiðinde ya magazin ya da gerçek hayatla örtüþmeyen dizi filmler ve bunu izleyen reklamlarla doluyor beyni. Asgari ücretle evimizi geçindire-

Bahar / Yaz ‘08

75


anatçý toplumun öncüsü, yönlendiricisidir. Geleceði gören ve toplumu þekillendirendir. Kravat ve takým elbisenin içinde boðulan deðil, halkýn içinde, halkla beraber mücadelededir. Yan gelip yatan, þöminenin karþýsýnda pipo tüttüren deðil, üretimin olduðu her alanda var olandýr. Toplumsal gerçekçi, toplumun acýsýný, sevincini paylaþandýr. Devrimci sanatçý olmak, sorumluluklarýn üstesinden gelmek, kararlý ve fedakar olmayý gerektirir.

S

mezken 3.000 YTL’lik mobilyalar, en pahalýsýndan gýdalar çok ucuzmuþ gibi dayatýlýyor ve bunlarý izleyen kredi kartlarýna yükleniyor, sanki alýnan þeyler için fiyat ödenmeyecek gibi gösteriliyor. Kimileri gecede 5.000 YTL harcarken, çocuðuna 25 kuruþ veremeyen ailelerden besleniyor þiirlerim. Her gözümüzü açýp kapattýðýmýzda bir insan ölüyorsa açlýktan, gece alemlerinde havaya savrulan paralarýn hesabý sorulacaktýr elbet. R. MAVRUK: Ülkede ve dünyada ilgi duyduðunuz þairler kimlerdir? K. DEMÝR: Nazým Hikmet, Ahmed Arif, Ciðerhun, Pablo Neruda, Bertol Brecht gibi þairler þiirleriyle günümüze ýþýk tutmuþlardýr. O günden bugüne taraflý olduklarýný belirtmiþlerdir. Onlardan aldýðým güçle ve onlardan öðrendiklerimle geleceðe kalýcý bir þeyler býrakmak görevimiz. Sýnýfýmýn bana verdiði güçle bunu yapmaya çalýþacaðým. Nazým’ýn dediði gibi, güzel günler göreceðiz, güneþli günler. R. MAVRUK: Türkiye’de sanatýn durumu ne sizin açýnýzdan? K. DEMÝR: Sistem insan olan her þeye karþý verdiði savaþta, kendince sanatçý olaný piyasaya sürmüþtür. Amaç devrimci sanata karþý, karþý devrim yapmaktý; bütün maddi olanaklarýný seferber ederek. Tabiri caizse saray soytarýsý olarak bilinen kiþileri bir balon gibi þiþirip piyasaya sürdü. Bunu da yüzeysel olarak baþardý. Bir meta nasýl alým gücü düþük iþçiye reklamlarda dayatýlýyorsa bu sanatçý geçinen çevreler de magazin programlarýnda boy göstertilerek dayatýldý. Ama bu demek deðildir ki bu bir kýsýr döngü. Kararlý mücadelemizle bunun da üstesinden geleceðiz. Neruda’nýn dediði gibi ‘halkýz biz parmakla sayýlmayan.’ R. MAVRUK: Sanatçý olmanýn sorumluluðu nedir sizce? K. DEMÝR: Sanatçý toplumun öncüsü, yönlendiricisidir. Geleceði gören ve toplumu þekillendirendir. Kravat ve takým elbisenin içinde boðulan deðil, halkýn içinde, halkla beraber mücadelededir. Yan gelip yatan, þöminenin karþýsýnda pipo tüttüren deðil, üretimin olduðu her alanda var olandýr. Toplumsal gerçekçi, toplumun acýsýný, sevincini paylaþandýr. Devrimci sanatçý olmak, sorumluluklarýn üstesinden gelmek, kararlý ve fedakar olmayý gerektirir. R. MAVRUK: Günümüzde þiirin sorunlarý nelerdir sizce? Üretim, tanýtým, basým ve daðýtým açýsýndan. K. DEMÝR: Günümüzde sanatsal yönüyle doyurucu olan eserlerin halka ulaþtýrýlmasýnda maddi imkansýzlýklardan dolayý zorluk çekiliyor. Ýnsanlýðýn geleceðini hedefleyen sosyalizmin temeli olan sanatýn etkileyici yönü olan þiir, devrimci siyasetler tarafýndan hak ettiði desteði alamýyor. Basýn yayýn organlarý dýþýnda sokaklarda, caddelerde, mitinglerde, alanlarda þiir mücadele dilimiz olmalýdýr. Ýnsanlýk kendi sanatýyla var olacaktýr. R. MAVRUK: ”Kirpikleri Islak Gri” adlý kitabýnýzdan sonra ikinci bir þiir kitabý olarak yeni bir çalýþmanýz var mý? Açýklar mýsýnýz? K. DEMÝR: Yaþadýðýmýz topraklarda bu kadar çok sorun varken yaný baþýmýzda iþlenen cinayetlere duyarsýz kalamayýz. Bu olaylara üretimlerimde yer vermek sanatçý olarak benim sorumluluðumdur. Bir yandan bu sorumluluðumu yerine getirecek bir yandan da halkýmý mücadeleye davet edeceðim. Tecrübesizlikten dolayý bir yýðýn eksiði olan ilk kitabým bir çuval þiir içersinden sadece bir avuçtu. Ayýþýðý Sanat Merkezi’nin kolektif ürünü olacak ikinci kitabýmý en ince ayrýntýlarýna kadar düþünüp ondan sonra ortaya çýkarmak istiyoruz. Þuanda hazýrlýk aþamasýndadýr. Bu çalýþmamla “iþçi þair” olarak sorumluluðumun bilincinde olduðumu herkes görecek. Üretimlerim devam edecektir. Sýnýfýmýn gözü, dili, kulaðý olacaðým… R. MAVRUK: Size þair duyarlýlýðýnýzdan dolayý çok teþekkür ederim.

76

Bahar / Yaz ‘08


Nazım Akarsu

Bahar / Yaz ‘08

Bazen bahar gelmez gerçekte insan içindeki bahara kanar Israrla karanfiller açsın ister Onlar bir başka zamana kokar Toprak yağmuru içine çekmişçesine koksun ister O hüzün ve ayrılık kokar İçindeki hasretler çağıldayıp aksın ister Onlar ateşe tutulmuşçasına yanar Bazen bahar gelmez gerçekte İnsan bahar kokar Yüreğinden güller toplar eteklerinden şebboylar sarkar İğde çiçekleri çarpar alnına Bazen insan geç anlar Kovandan ballar damlar da bazen insan acılar arar Bir de bal gibi ağlar Dağlar dağ olsa dayanmaz Seher vakti turnalar uyanmaz da uykusunda için için ağlar

77


Tersane Sena Demir

Ölüsünü geminin direğine astılar Oysa o ne bir korsandı ne de ibreti alem içindi bu... Kalkıp gelmişti uzak bir şehirden Tek isteği ekmek parası gönderebilmekti evine... Üç kuruşa on iki saat çalışan Yorgun ve aç bir işçiydi Düştü koca gövdeli gemiden Düştüğünü bile bilemeden İki gün denizin dibinde yosunlar ve artıklarla ölüsü dipte öylece kaldı da kimse bilmedi, nerede? Kimse demedi, “niye gelmedi bu adam işe?” İki gün denizin dibinde ki daha da kalabilirdi on gün evvel bulunmuştu altı ay önce düşen bir işçi dalgıçlarca... altı ay yosunlar, denizanaları sardı cesedini... ondan daha şanslıydı işçi Metin iki gün sonra tesadüf etti bir işçi bu tesadüfle netleştirdi öteki geçen gün sendeleyen bir gölge gördüğünü bir diğeri “demiştim, düştü biri” diye ünledi doğruluğu ispatlanmıştı Ve denizin dibinden çıkarılınca ceset

kendini bu tersanenin efendisi bilen “Birisi almaya gelene kadar güneşe asın kurusun... Sizde susun! Kesin homurdanmayı!” Güneş vurdukça kurudu denizin tuzu pul pul oldu göz çukurlarında ağır bir kokuyla boğulunca hava bekçinin yanından fırladı köpekler ısırdı, tırmaladılar işçi Metin’in cesedini herkesin gözü önünde herkesin etinden bir parça koptu... işçilerden biri demir bir çubuk fırlattı köpeklere biri, bekçiyi azarladı “sahip çık itlerine!” diğeri, “toplanıp gidelim patrona! Yok bunların ne ölümüze ne dirimize hürmeti!” Böyle aylak görünce patron onları bi güzel payladı haklı sayarak kendini... Mesele anlatılınca, “Kim tanıyor anasını-babasını haber verin alsın zaten pek pis kokuyor duramıyorum odamda bile” Bir işçi topladı soluğunu; “Gece gündüz çalışmaktan Çocuğumuzu bile tanıyamıyoruz ki” Sözler patronun sırıtışına çarptı öteki aldı sözü, “Adi herif! İsim bile yazmıyor bu kağıtlarında değil mi?” Bu iş bitsin ödememek için tek kuruşumuzu elinden gelse kendi ellerinle atıvereceksin tepeden denize hepimizi!”

78

Bahar / Yaz ‘08


Yarasına basılmış öküz gibi böğürdü patron Köpüklü, kirli, anlaşılmaz kelimeler boğazını yırtarcasına çıktı. Tek anlaşılan sözler: “Defolun! Zil çaldı! İş beklemez?” Üç gün sonra, tesadüf eden işçi kopan halatın boynuna vurmasıyla oracıkta can verdi... Sabahleyin kimse işe başlamadı! Biri, okul günlerini anımsayarak “Hoca en çok benim yazımı beğenirdi Verin ben yazayım” Ve özene bezene tek tek çizdi koca kağıda harfleri “ÖLMEK İSTEMİYORUZ” Önce polisler birikti dizildiler yolun kenarına... Kan çekiyordu hepsini Coplarını kalkanlarına vurdukça savaş tamtamlarıyla çınladı ortalık! İşçilerden biri ritmik ve sertçe ayağını yere vurmaya başladı Ve bu ritme uygun aynı anda başladı haykırmaya “ÖLMEK İSTEMİYORUZ!”

Bahar / Yaz ‘08

Bütün işçiler uydu bu coşkun ritme kaldırdılar yumruklarını dövdüler göğün göğsünü “ÖL-MEK İS-TE-Mİ-YO-RUZ!” Koptu kıyamet... Bekçinin köpekleri gibiydiler... Kan saçıldı yola... Tam bu sırada yetişti basın, bağlandılar canlı yayına... Ve biz zindandaki tutsaklar Gördük inen coplara rağmen haykıran işçi kardeşlerimizi Söküp atamıyordu polis Ve sürüklüyordu yerlerde Ve basıyor, zıplıyorlardı yerde yatan kardeşlerimizin bacaklarında... Öfkeyle doldu yüreklerimiz Orada işçi kardeşlerimizle çarptı kalbimiz “Kareşler yılmayın! Kardeşler yaşamak sizin hakkınız! Doymak, gülmek, insanca çalışmak hakkınız! Hiçe sayıyorlar sizi Milyonlarca işçi Milyonlarca yoksul bir hiç midir? Yoksa tarihin hükmünü verecek asalakları ölümüze bile işkence edenleri bu topraklardan defedecek, yenecek koca bir emekçiler ordusu mudur? Kardeşler savaşınız haklıdır kimseye izin vermeyin sizi durdursun, aldatsın! Kardeşler yaşamak hakkınız gülmek, doymak, insanca çalışmak hakkınız ve hakkınız sömürücüleri alaşağı etmek!” 28 Şubat 08

79


Kendini yaratmaya çalışan kadının öyküsü Sungari

Öykü

nadolu’nun küçük ama þirin bir þehrinde yaþýyordu Ýrem. Yaþadýðý þehri sevmekle birlikte zaman zaman boðuluyordu bu sakin, yumuþak, uysal ruhundan þehrin. Ne yapsa yetmiyor, her yer ona dar geliyordu. Yaþadýðý kent sosyal alaný yok denecek kadar ýssýzdý, sevimli olsa da. Her küçük þehirde olduðu gibi herkesin hayatý göz önündeydi ve baþkalarýna göre yaþanýyordu hayatlar. Ýrem kendisini bu zorunlu davranýþa dahil görmek istemiyordu. Ruhuna uygun deðildi bu yaþam biçimi. Ýçi kýpýr kýpýr, heyecan dolu, umut doluydu. Niye onlar gibi davranmasý gereksindi ki? Onlarý küçümsemiyordu ama onlardan biri gibi davranacak olursa da kendisini ve çevresindeki insanlarý aldatmýþ olmayacak mýydý? Henüz lise son sýnýfta okuyan genç kýzdan büyük bir insan gibi davranmasýný beklemek haksýzlýk deðil miydi? Þirin, dikkat çekici, güleç yüzlü, uzun sayýlabilecek dal gibi narin yapýlý, esmer güzeli, cývýl cývýl kara bakýþlý, sevimli küçük kýz çocuðu gibiydi. Ruhunun hýrçýnlýðýný yüzünde, bakýþlarýnda taþýyordu ve bunu görmeyenlerin gözlerini tüm gerçeklere kapamýþ olmasý gerekirdi ancak. Arkadaþlarýyla diyalogu iyi sayýlmasa da kötü de deðildi. Çünkü bir tarafý hep çocuksu, eðlenceliydi ama diðer tarafý anlaþýlmaz derecede olgundu. Kendisi bunu istemiyordu ama öyle beklenildiðini bildiði için, davranýþlarý bilinçsizce kalýplaþmýþtý. Üniversite sýnavlarýna hazýrlanýyordu. Ýrem için bir kurtuluþtu üniversiteyi kazanmak. Öncelikle meslek edinip, hayatýný kazanabilmesi için bu þarttý ayný zamanda ailesinden uzakta yaþayabilmenin, kendisini tamamlamanýn ve kanýtlamanýn tek yolu olduðunu da biliyordu. Yakýn zamanda baþka bir þansýnýn olmasý da mümkün deðil, hatta imkansýzdý. Tecrübesiz ve henüz çok küçüktü. Kendisini bu þehrin ruhuna uygun görmediðindendi, kendini bu yaþantýya teslim edemeyiþi ve baþka dünyalarý keþfetme özlemi ile yanýp tutuþmasý. Tüm bunlarý göz önünde bulundurunca var gücüyle ders çalýþýyor, okulda ve kursta olaðanüstü çaba sarf ediyordu. Ayrýca kýt kanaat geçinen ailesinin özveriyle sunduðu imkanlarý iyi deðerlendirmek, kýymetini bilmek zorunda olduðunun da farkýndaydý. Babasý bir kamu kuruluþunda iþçi olarak çalýþýyor, annesi ev kadýnýydý. Kendisinden baþka üç kýz ve bir erkek kardeþi daha vardý. Babalarýnýn kazancýndan baþka gelirleri olmadýðý için, kýt kanaat geçiniyorlardý. Annesi elinden geldiðince katkýda bulunmaya çalýþýyor, çok cüzi paralar karþýlýðýnda dýþarýya eliþi yapýyordu. Her zaman tutumlu olmak, ay sonunu getirmek zorundaydý. Yaþadýðý çileli hayattan olsa gerek Ýrem’in güleç yüzünün aksine, daima mutsuz, asýk suratlý bir ifadesi vardý. Ýrem’in iç dünyasýný hiç anlamýyor, kýzýna bir büyüðe ya da arkadaþýna nasýl davranýyorsa öyle davranýyordu. Ýrem “benim arkadaþlarým var zaten, arkadaþa deðil bir anneye ihtiyacým var, niye bana anne þefkati gösterip, beni anlamaya çalýþmýyor, niye beni sevmiyor” diye düþünüyor ve

A

80

Bahar / Yaz ‘08


buna üzülmekten kendini alamýyordu. Annesi tabi ki kýzýný seviyordu ancak sevgisini göstermesi gerektiðinin ve yollarýnýn bilincinde deðildi. Ýrem annesinin ilk çocuðuydu, tecrübesiz zamanlarýna denk gelmiþti, neredeyse birlikte büyüdükleri düþünülürse annesi de haklý sayýlýrdý. Birbirlerinden o kadar uzaktýlar ki Ýrem de çok sevdiði annesine sevgisini istediði boyutta göstermeyecek, daima suskun kalmayý, hüzünlerini içinde yaþamayý tercih edecekti hayatý boyunca. Kýz kardeþleri ise anne ve babalarýnýn istediði hayatý yaþýyorlardý. Kolay kabulleniyorlardý ailenin yaþamalarýný istediði hayatý. Kiþilikleri de ona göre geliþmiþti. Farklý düþleri olsa da aileye yansýtmýyorlardý. Ablalarýnýn aile içinde yaþadýðý sorunlarý gördükçe, kendi fikir ve düþüncelerini dýþa vurmaktan, yaþamaktan kaçýnýyorlardý. Erkek kardeþi ise henüz çok küçüktü ve ailenin gözbebeðiydi. Ne de olsa hem tek erkek çocuktu, hem de en ufak kardeþti. Erkek çocuða yapýlan her ayrýcalýklý davranýþ olaðan geliyordu ve kýzlardan hiçbiri, Ýrem de dahil bu durumu sorun yapmýyordu. Sadece ailenin yapýsýndan kaynaklý deðildi bu kabulleniþ, toplumun katkýsý tabi ki göz ardý edilemezdi. Ailece toplumun bireylere kabullendirdiði, yüklediði davranýþlarý yaþýyorlardý. Ýrem o yaz baþka ilde yaþayan anneannesi ve dedesinin köyüne gitti. Üniversiteye baþlarsam bir daha yanlarýna gitmem zorlaþýr diye düþünmüþtü. Sýnav sonuçlarý açýklandýðýnda hala oradaydý. Büyük bir merak ve heyecan içinde evine dönmeyi bekliyordu. Birkaç gün daha sabredebildi, anneanne ve dedesini dönmek zorunda olduðuna ikna ederek, eve dönüþ yolunu tuttu. Dikkat çeken kendine has bir duruþu vardý. Ama o kadar utangaçtý ki, utangaç tavýrlarý daha da ilgi uyandýrýyordu insanlarda. Eve dönüþ yolculuðu sýrasýnda kendisinden çok büyük, yetiþkin bir adamýn da dikkatini çekmiþ olmalýydý ki otobüsün mola verdiði dinlenme tesisinde yanýna gelerek ondan hoþlandýðýný ve arkadaþlýk yapmak istediðini söylemiþti. Ancak Ýrem nezaketinden ve kiþiliðinden taviz vermeden olgun bir davranýþla bunun mümkün olamayacaðýný söylemiþti. Ancak onun o olgun ve maðrur davranýþý adamý daha çok etkileyerek ýsrarcý davranmasýna neden olmuþtu. Bu defa suskun kalmayý tercih eden Ýrem’in edasý adamý yola getirmeyi baþarmýþ ve adam þirin davranmaya çalýþarak, en azýndan bir insan olarak onunla görüþmesinin mümkün olup, olmadýðýný sormuþtu. Ýrem hiç bozmadýðý nezaketiyle olumsuz yanýt vermiþ, adam da mahcup bir halde yanýndan uzaklaþmýþtý. Ancak daha sonra yine mola verildiðinde tekrar yanýna gelerek özür dilemiþ ve hayat hikayesini anlatmaya baþlamýþtý. Meðerse adam 30 yaþýn üzerinde, evli, çoluk çocuk sahibi birisiymiþ ve zaman zaman bu þekilde macera peþinde koþturuyormuþ. Ancak Ýrem ona davranýþýyla ders vermiþ ve bunu kendisi ile paylaþmak istemiþ. Eðer onun teklifini kabul etmiþ olsaydý Ýrem adamýn gözünde namussuz, gönül eðlendirilecek bir genç kýz olacaktý ve kendince macera yaþayarak ve belki de sürekli görüþecekleri vaadi ile kýza hoþcakal diyerek uzaklaþacaktý. Kabul etmemekle namuslu, saygý duyulacak bir genç kýz olmuþtu ve özrü hak etmiþti. Hatta adamý mahcup etmeyi bile baþarmýþtý. Oysaki Ýrem’in namuslu olmak gibi bir derdi yoktu, sadece içinden geldiði gibi davranýyordu. Aþýk olmalýydý, karþýsýndaki de kendisine aþýk olduktan sonra bir erkekle birlikteliðe evet diyebilmeliydi. Tabi bunu karþýsýndaki adamýn anlamasýnýn mümkün olmadýðýnýn farkýndaydý. Ona kendisini kanýtlama gereðini de duymuyordu ayrýca. Uygun bir dille yanýndaki adamdan gitmesini istedi. Sýnav sonuç gazetesi yayýnlanmýþtý ama alýp bakma imkaný olamadýðý için postacýnýn yollarýný gözler olmuþtu. Eve geldikten birkaç gün sonra mahallenin postacýsý gelmiþ ve sýnav sonucunun içinde bulunduðu zarfý uzatmýþtý heyecanla. Çünkü tanýþýklýklarý vardý postacý amca

Bahar / Yaz ‘08

81


ile ve Ýrem’i çok sever, kazanacaðýna dair ümidi olduðunu söylerdi. Kapýda zarfý açtýrdý, sonucu öðrendikten sonra gitmek istediði için. Ýrem komþu ilde bulunan baþka bir ildeki üniversiteye baðlý mühendislik fakültesini kazanmýþ olduðunu söylediðinde ilk tebrik eden postacý amcasý oldu. Okul kaydýný yaptýrmak için babasýyla girdi üniversite kapýsýndan içeri ve farklý bir dünyada buldu kendisini. Daha önce tatmadýðý bir duygu sarmýþ ve çok mutlu etmiþti onu. Kendisine þaþýrýyordu, çünkü hep duyduðu ama bugüne kadar yaþayamadýðý duygular içersindeydi. Ýçinden “ayaklarýnýn yere basamamasý bu olsa gerek” diye geçirmiþti. Kaydýný yaptýrmak üzere görevli memurlarýn bulunduðu odaya gittiler. Orada çalýþan görevli kiþilerin soðuk ve ilgisiz davranýþlarý dikkatini çekmiþti anýnda. “Ben burada hep bu tavýr ile mi karþýlaþacaðým, niye olmasý gereken insani davranýþ yok, insanlar niçin bu kadar boþ ve anlamsýz, makine gibi davranýyorlar karþýsýndakilere” diye düþünmüþtü. Sürekli o görevlilerle iliþki içinde olacaðýný sanmýþtý çünkü. Artýk gün sayýyordu okula baþlamak için. Ýçi içine sýðmýyordu ve okula baþladýðýnda ne yapacaðýný, günlerini nasýl geçireceðini hayal ediyordu, içi kýpýr kýpýr. Sevmek sevilmek de vardý hayallerinde. Henüz sevgili denilecek bir arkadaþý olmamýþtý. Lise son sýnýfa baþladýðý sýralar bir kez denemesi olmuþtu ama bunun sevgi deðil sadece bir heves olduðunu ve komþusunun oðlu olan bu delikanlýnýn ýsrarý sonucu flört etmeyi kabul ettiðini fark edince hemen bitirmiþti. Yaþýnýn küçük olduðunun farkýndaydý ama madem ailesi olgun yaþamasýný istiyordu, o halde hayatýnda sevdiði bir erkeðin olmasý da olaðan olmalýydý. Kompleks duymaya baþlamýþtý ayrýca. Çünkü arkadaþlarýnýn çok daha küçük yaþlardan itibaren flörtleri olmuþtu ve Ýrem’i de eleþtiri yaðmuruna tutuyorlardý, hatta Ýrem alay kokusu alýyordu bu eleþtirilerde, belki de kompleksinin nedeni de buydu. Oysaki Ýrem gerçek bir sevgi istiyordu hayatýnda. Ayrýca okulunda baþarýlý olmak ve hatta beklediði kadar baþarýlý olabilir ise asistan olarak okulunda kalmak istiyordu. Evet, o büyük an gelmiþ ve üniversitelerin eðitime baþlamasýyla birlikte Ýrem’de okuluna kavuþmuþtu. Heyecanlý bir yapýsý olduðunu biliyordu ama “Tanrým ne kadar büyük bir heyecan bu” diye geçirdi içinden. Heyecandan titriyordu neredeyse, beklediðinden fazla heyecanlýydý ama belli etmiyor, her zamanki olgunluðunu sürdürüyordu. Ýlk olarak açýlýþ törenine katýldý, kendisi gibi yeni baþlayan arkadaþlarýyla birlikte. Genelde bu tür törenlere yeni baþlayan öðrencilerin katýldýklarýný, eski öðrencilerin bir yolunu bulup bu törenlerden kaçtýklarýný öðrenecekti bir kaç gün sonra, tören sýrasýnda tanýþtýðý Burhan isimli arkadaþýndan. Henüz her þeye a-

cemi olan yeni öðrenciler ise farkýna dahi varamadan kendilerini törenin ortasýnda buluveriyorlardý. Ýrem bilerek katýldý ama zorunlu olmadýðýný bilseydi, belki o da katýlmaktan kaçýnýrdý. Çünkü bu tür törenler artýk sýkýcý geliyordu, ne de olsa büyümüþlerdi. Ne gereði vardý açýlýþ törenlerine ya da benzer törenlere katýlmanýn diye düþünüyordu. Ancak tören ortamý bir kaç öðrenciyle tanýþma ve arkadaþ edinme fýrsatý olmuþtu. Bir anda etrafýnda birçok erkeðin döndüðünü de fark etmiþti. Bir bahaneyle birisi ona yaklaþmýþ ve tanýþma fýrsatý yaratmýþtý. Bir üst sýnýfta farklý bir bölümde okuyan bu delikanlý ona bir þey de itiraf etmiþti. Aslýnda törene katýlmak deðildi onun amacý, Ýrem dikkatini çekmiþti okul bahçesinde ve onunla tanýþabilmek için peþinden törene dahil olmuþtu. Aslýnda hoþ bir delikanlýydý ama yine de Ýrem oldukça temkinli davranýyordu. Arkadaþ olmalarýnda bir sakýnca görmediðini ama buna bir anlam yüklememesini istediðini belirterek tören sonrasý diðer öðrenciler de olduðu halde birlikte kantine giderek çay içip, sohbet etmiþlerdi. Bu görüþmeler sonucu bir grubun ilk oluþumlarý baþlamýþ gibiydi. Üst üste yaþadýðý umutsuzluklar sonunda güzel günlerin baþlangýcý, habercisi olacak bir gün yaþamýþtý. Üst sýnýfta okuyan arkadaþlarýyla birlikte yanýna gelen yakýþýklý bir delikanlýyla tanýþtý okul bahçesindeki banklarda otururken. Meslek Yüksek Okulunda okuyan çekici delikanlý Ýrem’in ilk anda ilgisini çekmiþ, kaçamak bakýþlarla onu süzmesine engel olamamýþtý. Umut da Ýrem’den hoþlanmýþ olmalýydý ki bakýþlarýný ondan alamýyordu. Bakýþlarý her yakalandýðýnda utanmakla birlikte yine de fýrsat buldukça göz atmaktan vazgeçememiþti. Okula baþladýðýndan beri ilk defa bir erkekten hoþlanmýþtý. O günden sonra Umut’la sýk sýk karþýlaþýr olmuþlardý. Neredeyse derslerin dýþýnda kalan tüm boþ zamanlarýnda bir aradaydýlar, tabi arkadaþlarý da olduðu halde. Bir süre sonra arkadaþlarý olmadan, baþ baþa kalmaya baþlamýþlar, sürekli birbirlerini tanýmak için fýrsat yaratýr olmuþlardý. Daha doðrusu her þey doðallýðý ile geliþiyor, onlar bu fýrsatý deðerlendirmesini biliyorlardý. Koca bir kýþ geçmiþ artýk sevgili olmuþlardý ve onlarý tanýyan tüm öðrenciler bunu bilirdi. Olumsuzluk yaþasalar ya da kavga edip gelgitler yaþasalar da birbirlerinden vazgeçemiyorlar ve tüm bunlarý da gözönünde yaþamaktan çekinmiyorlardý. Ýnsana heyecan ve umut veren çok güzel bir bahar günüydü. Mutluluk dolu yürekleri coþup, taþýyordu. Birlikte bir þeyler yapmak istiyorlardý. Birden Ýrem, birlikte memleketine gitmeyi teklif etti ama anýnda vazgeçti. Çünkü ailesi ters karþýlardý böyle bir þeyi. Yanlarýna sevgili olan iki arkadaþlarýný daha alarak gitmek geldi akýllarýna ama bu durumda da ailesi neler olduðunu anlayabilirdi. Ýnsan bir þeyi çok isteyince çaresini bulurmuþ ya, biraz düþündükten sonra dördünün de

82

Bahar / Yaz ‘08


sevdiði erkek arkadaþý olmayan bir kýz arkadaþlarýný da yanlarýna alarak giderlerse kamufle etmenin mümkün olacaðýna karar verdiler. Yalan söylemekten, yapmacýk davranmaktan nefret eden yalnýz arkadaþlarý þiddetle karþý çýktý, kabul etmedi. Ancak çok ýsrar edince ve zorlayýnca kabul ettirdiler ve beþi birlikte ailesinin yanýna gittiler. Ailesi arkadaþlarýný sýcak karþýlamamakla, þüphe dolu bakýþlarýný belli etmekle beraber geleneksel misafirperverliklerini de esirgememiþlerdi. Evde biraz dinlenip, karýnlarýný doyurduktan sonra, þehri gezmiþler ve güzel bir gün geçirmiþler, kaldýklarý yurda mutlu dönmüþlerdi. Yýllar geçti, Ýrem okulunu baþarýyla bitirdi ve profesör olan bir hocasý asistanlýk teklif etti. Ancak fakülteye geçiþ yapamayan, yüksekokul mezunu olarak kalan Umut niþanlýsý Ýrem’in asistan olarak kalmasýný istemedi. Belli etmekten kaçýnsa da Umut kompleks ediniyordu aralarýndaki eðitim farklýlýðýný. Ýrem’in öyle kaygýlarý yoktu. Olsaydý yýllar öncesinde onunla flört etmeyi ve sonra da niþanlanmayý kabul etmezdi. Umut’u çok sevdiði ve sevgisinin peþinden gitmesi gerektiðini düþündüðü için okulu bitirdikten sonra, diplomasýný aldý ve evine – ailesinin yanýna döndü. Ýrem ve Umut farklý illerde doðup-büyümüþtü ve dolayýsýyla aile kültürleri de farklýydý. Ýki genç bu sorunlarý aþmak için ne kadar çaba sarf ederlerse etsinler zaman zaman iki aile arasýnda kültür çatýþmasý yaþanýyor, olmadýk anlaþmazlýklar, tartýþmalar çýkýyordu. Umut’un ailesi Ýrem’le evlenmesini istemiyordu, istemeyerek niþan yapmýþlardý ama hala ayrýlabilirler umudunu taþýyorlardý. Tüm bu yaþanan olumsuzluklara raðmen her þeyi göze alarak evlenmiþler ve iþ bulmak, ailelerden uzaklaþýnca daha mutlu olabilecekleri umuduyla Ýstanbul’a yerleþmeye karar vermiþlerdi. Umut mesleðiyle ilgili bir iþ bulmuþtu ancak belli etmemeye çalýþsa da Ýrem’in çalýþmasýný istemiyordu. Bu arada bir çocuklarý olmuþ, Çetin dünyaya gelmiþti. Doðumu çok zor olduðu için adýný Çetin koydular. Çocuk da olunca Ýrem’in çalýþma þansý kalmadý. Çünkü çocuðunu güvenle býrakacaðý birileri yoktu. Eþinin iþine gelmiþti bu durum ve çocuðu da bahane ederek adeta onu eve hapsetmiþti. Ýlk önceleri Ýrem hapsedildiðini anlayamamýþ, bu durumdan rahatsýz olmamýþtý. Çocuðumu kendimin yetiþtirmesi daha iyi diye düþünüyordu. Ancak sonralarý evde sýkýlmýþ “çalýþmayacaktým madem ben niye okudum” demeye, kendisini iþe yaramaz görmeye, ev hayatý dayanýlmaz bir hal almaya baþlamýþ ve eþine iþ bulup çalýþmak istediðini söylemiþti. Bunun üzerine Umut küçük bir iþyeri açmýþ, kendisi de iþten ayrýlarak burada birlikte çalýþmaya baþlamýþlardý. Ýrem’i burada çalýþmak da mutlu etmiyordu. Ayrýca ekonomik açýdan da fazla bir etkisi olmamýþtý yaþantýlarýna. Sonunda Umut’u öðretmenliðe müracaat etmek i-

Bahar / Yaz ‘08

çin ikna edebilmiþ ve bir Ýlköðretim okuluna önce sözleþmeli daha sonra kadrolu öðretmen olarak geçmiþti. Umut kýskançlýk yapýyor, Ýrem’e olmadýk ithamlarda bulunuyordu. Ýrem’i birlikte çalýþtýðý öðretmen arkadaþlarýndan dahi kýskanýyor ve sürekli tartýþma yaþýyorlardý. Ýrem evlendiði adamý tanýyamýyor, ne yaparsa yapsýn sorun yaþamaktan kurtulamýyordu. Aðýr psikolojik baský vardý üzerinde ve giderek gücü tükenmekte, psikolojisi her gün ciddi boyutta bozulmaktaydý. Umut her tartýþmayý bir öncekinden daha fazla büyütüyor, Ýrem’in üzerindeki baskýyý daha güçlü kýlmak için olmadýk sözcükler, olmadýk davranýþlarda bulunuyordu. Ve her geçen gün þiddet eðilimi artýyor, “ ne zaman þiddete baþvuracak, daha bana neler yapacak” diye düþünmekten kendini alamýyordu.

Hiç beklemediði bir anda yine kýskançlýk nedeniyle yaþadýklarý bir tartýþmanýn sonu, aðýr bir þiddetin baþlangýcý oldu. Hakaretler, küçük düþürmeye çalýþmalar, küfürlerle baþlayan tartýþmanýn þiddeti giderek artmýþ ve tekme tokat Ýrem’i dövmeye baþlamýþtý. Umut da büyük bir þaþkýnlýk içersindeydi, kendini tanýyamýyordu, elinde olmadan yapýyordu tüm bunlarý ve kendini engelleyemiyordu. Ýrem’i yumruklarý altýnda ezerek yere yatýrýyor, sonra boynundan tutup ayaða kaldýrýp duvara fýrlatýyor, sürekli bir odadan bir odaya kaçýþlar ve kovalamalar devam ederek ve dayak tarzý deðiþerek þiddetine devam ediyordu. Gözü dönmüþtü adeta. Ýrem ise Umut’a bir yandan yapmamasýný söylerken bir yan-

83


dan da hýçkýrýklarla aðlýyordu ve gelecek darbelerden kendini kurtarmaya çalýþýyordu. Minik oðullarý büyük bir korku içinde bir annesinin çaresizliðine bir babasýnýn saldýrganlýðýna bakarak aðlýyor, babasýnýn bacaklarýný tutmak istiyor ama minik bedeni yetmiyordu. Çocuk giderek feryat figan aðlamaya baþlamýþtý ama Umut’u bu bile durduramamýþ, hatta Ýrem’i yataðýn üzerine yatýrarak öldürmek istercesine boðazýndan sýkmýþtý. Ýrem gözlerini Umut’a dikmiþ bakýyor ve “ölmekten korkmuyorum, ne istersen yap” diyen ve vedalaþan bakýþlarýný ona hissettirmeye çalýþýyordu. Ama nefesi tükendiði anda gözlerini kapattý ve “her þey bitti “ diye geçirdi içinden. O an artýk ölüm bile bir þey ifade etmiyordu, belki de bir kurtuluþtu bu hayatta çektiklerinden. Umut o an “ne yapýyorum ben” diyerek kendine geldi ve aniden ellerini Ýrem’in boðazýndan çekti. Ama hala psikopat bakýþlarla etrafýna bakýnmaya, hakaret ve küfürler savurmaya devam ediyordu. “Senin tedaviye ihtiyacýn var Umut” dediði anda öfkenin sýnýrý daha da artmýþ ve Ýrem’i mutfaða sürükleyerek, çekmeceden çýkardýðý olaðanüstü iri býçaðý karnýna dayamýþ ve “sus, yoksa sonun kötü olacak” diye tehdit etmeye devam etmiþti. Ýrem’in þaþkýnlýðý gittikçe artýyor, korkularý ise azalýyordu. “Ne olacaksa olsun ve bitsin, artýk dayanamýyorum” diye düþünüyordu. Ancak çýðlýk çýðlýða aðlamaya devam eden oðlunun sesini duyabilmiþ, farkýna varabilmiþti aniden. Elinin kolunun baðlý olduðunu bir kez daha anladý ve sustu gelen her darbe karþýsýnda, ta ki Umut þiddetini bitirene kadar. Oðlu için yaþamak ve ayaklarý üzerinde durmak zorundaydý. Bu düþünceler içinde geceyi oðlunun yanýnda geçirdi, sabaha kadar hiç uyuyamadan. O akþam geçirdiði þiddet ilkti ama son olmadý. Artýk her tartýþmanýn sonu þiddete varýyor, her defasýnda daha da aðýrlaþýyordu boyutu. Hassas olan yapýsý yaþadýðý her olaydan sonra daha da hassaslaþýyor ve gittikçe hastalýklý bir kiþi olduðunu görüyordu. Sinir krizi ile tanýþtý bir akþamüstü iþ dönüþü yaþanýlan tartýþma sonucu. Umut “paralarý ne yapýyorsun, nerede harcýyorsun” sorularý ile Ýrem’e ithamda bulunmuþtu ve bu son damla olmuþtu Ýrem için. Çünkü kendi ihtiyaçlarý için dahi kolay para harcamayan, ancak ailesi, evi ve özellikle de oðlu için gönlünce para harcayabilen bir kadýndý. Bu nasýl bir ithamdý, ne demek istiyordu. Düþünceleri kopmuþtu ve baðýrýp, çaðýrmaya, yatak odasýnda bulunan eþyalarý yerlere fýrlatýp, kýrýp dökmeye baþlamýþtý, zaman zaman haykýrýþlara dönüþen hýçkýrýklar içinde. Oðlu içinde olsa bu yaþama katlanmamaya karar vermiþti. Ama ne yapabilir, nereye gidebilirdi ki? Ailesini çaðýrdý ertesi günü, hýçkýrýklar içinde yaptýðý telefon görüþmesiyle. Çok hasta olduðunu hem kendisine hem de ailesine itiraf ederek. Anne ve baba-

sý üzülmekle birlikte, kararsýz kaldýlar, ne yapacaklarýný bilemediler. Acaba Ýrem bir kapris mi yapýyordu, yoksa gerçekten söylediði kadar hastamýydý ve o kadar kötü, tehlikeli bir noktada mýydý? Sonunda babasýnýn Ýstanbul’a gitmesinin daha doðru olacaðýna karar verdiler ve babasý Ýrem’in yanýna geldi. Babasý ve oðluyla birlikte bir arkadaþýnýn evine sýðýndý, yanlarýna sadece birkaç kýyafet alarak. Oradan baþka bir arkadaþýnýn yanýna, daha sonra da baþkalarýnýn yanýna… Ev bulup taþýnana kadar geçici sürelerle birilerinin yanýnda kaldýlar. Umut ne yapýp ediyor, Ýrem’i kaldýðý yerlerde buluyor ve orada da tehditlerine devam ediyordu. Hatta çalýþtýðý okula gidip, rahatsýz edebilmek, huzurunu kaçýrabilmek için elinden geleni yapýyordu. Ýrem evinden ve okulundan uzakta bir semtte ev bulmuþ ve tayinini de orada bir Ýlköðretime yaptýrmýþtý. Umut boþanmak istemiyor, Ýrem’le barýþma yollarý arýyordu. Hatta Ýrem’i kýskandýðý, kendisinin de tanýdýðý öðretmen arkadaþlarýndan birinin aracý olmasýný istemiþti, hem de gereðinden fazla ýsrarla, zorlayýcý bir þekilde. Yücel öðretmen ikna edemeyeceðini bildiði halde görüþme yapmayý kabul etmiþ, ancak beklediði gibi baþarýsýz olmuþtu. Ýrem’in doðru karar verdiðinin farkýndaydý. Ýrem’le dostluðu sürecekti Yücel öðretmenin, Umut’un yaptýðý ithamlara aldýrmadan. Çocuðu görme bahanesiyle evine gelmek istiyordu Umut. Evin kapýsýndan çocuðu teslim eden Ýrem’se içeri girmesine izin vermiyordu, ona karþý olan tüm zaafýna raðmen. Zaafýný bir kez daha kullanmasýna izin veremezdi bunca yaþadýklarýndan sonra. Tüm çabalarýnýn boþa gittiðini gören Umut tehditlerinden vazgeçmiþ, bu defa tatlý dilli olmayý denemeye baþlamýþtý. Tam da Ýrem yelkenleri suya indireceði vakit Yüksek Okuldan beri arkadaþlýklarý devam eden bir arkadaþý imdadýna yetiþti. Sadece onun gerçek yüzünü hatýrlamasýna, bu davranýþlarýnýn ne kadar yapmacýk olduðunu görmesine yardýmcý olmasý yetmiþti. Ýrem “ haklýsýn, deðiþmiþ olamaz, onunla bir araya gelmeyi kabul edecek olsam, ayný þeyleri yine yapacaktýr eninde sonunda. Beni kandýrmasýna, gerçekleri görmemi engellemesine izin vermemeliyim. Gözlerimi açtýðýn için teþekkür ederim” demiþ, Umut’la çocuklarý için bile olsa zorunlu olmadýðý sürece görüþmeleri, karþýlaþmalarý sýnýrlamýþtý. Son kozlarýný oynayan ve hiçbir þekilde ikna edemeyeceðini anlayan Umut da bir araya gelemeyecekleri gerçeðini anlamýþ, zorlamaktan vazgeçmiþti. Zorlu geçen 2 yýllýk mücadelenin ardýndan galip çýkarak, boþanmýþ, özgürlüðüne kavuþmuþtu Ýrem. Yaþadýklarý nedeniyle artýk ilaç kullanmadan normal hayatýný sürdüremeyen Ýrem, çocuðu ve arkadaþlarý ile birlikte daha mutlu bir hayat sürme yolunda ilerlemektedir.

84

Bahar / Yaz ‘08


Öykü

Çırakla Söyleşi

Ateş Er Köþeden sonra dördüncü dükkan… ön vitrinde kýþlýk botlar, yüksek topuklu kadýn çizmeleri ve birkaç mokasen… bir de siyah asker postallarý… Camýn üst tarafýnda boydan boya üç renk yazýyla yazýlmýþ “Ýki sene garantili, kendi imalatýmýz Botlar.” Sonra fiyakalý bir isim ve 23 yýllýk ayakkabý imalatçýsý bilmem hacý kim… vitrinin sol alt köþesinde küçük harflerle yazýlmýþ minik bir tabelacýkta “ayakkabý tamiri yapýlýr” yazýsý. Üç renkli tabeladan, fiyakalý isimden, bilmem 20 küsur senelik imalatçýlýktansa bu küçük tabela beni daha çok ilgilendiriyordu. Sonuçta yeni ayakkabýlara ihtiyacým olmasa da, eski ayakkabýlarýmýn tamire ihtiyacý vardý. Ve giriyorum köþeden üçüncü dükkanýn içine. 23 yýllýk ayakkabý imalatçýsýnýn maðazasýnýn içi alelade bir tamirci dükkanýymýþ meðer! Zaten topu topu 15 yýldýr kurulan semtin 23 senelik imalatçýsýndan da bu beklenirdi. Ýçeri girer girmez, 13 yýllýk semtin 23 senelik ayakkabýcýsýnýn, birkaç aylýk çýraðý karþýlýyor beni. Komik mi bilmem ama bana þöyle geliyor; annesinden 10 yaþ büyük bir bebek! Ama hemen günahýný almayalým hacý bilmem kimin, belki 10 senesini baþka semtte geçirdi, sonrada 15 senedir de burada. Çýrak, plastik koltuk tipi sandalyeyi göstererek, “abey hoþ geldin buyur” diyerek davet etti. Bu teklife hayýr diyemezdim, çünkü, öyle yorgundum ki kendimi hemen attým. - Camda ayakkabý tamiri yapýldýðý yazýyor. - Doðrudur abey yapýyoruz. - Ustan yok mu? Anlýyor sorunun nedenini ve cevabýný hemen veriyor: - Usta yok ama ben de tamir bilirim. - Sen usta mýsýn, çýrak mý? - Aslýnda iþi öðrendim ama hala çýrak sayýlýyorum. - Yaaa o neden? - Neden olacak usta maaþý daha fazlada ondan. - Konuþ ustanla. - Onun ustaya deðil iþi bilen çýraða ihtiyacý var. - Ya öyle demek, sen nerelisin bakalým? Gülümsüyor, yüzüme bakýyor belli belirsiz. Aslýnda bakmýyor, bir þeyler arýyor, þöyle dostça, tanýdýk bir iz, bakýþ belki de, ya da küçük bir gülümseme. Soruma cevap vermiyor. Anlaþýlan bulamadý aradýðýný yüzümde. Üstünde eski bir gömlek, onun üstünde kazaðýmsý bir þey, altýnda kadife bir pantolon kendine oldukça büyük gelen. Hele elleri… Elleri kesiklerle, yaralarla, çürüklerle dolu… Derinden derine açýlmýþ o yaralarýn kimisi kabuk baðlamýþ, kimisi ise yeni açýlmýþ… On üç, on dört yaþlarýnda bir çocuk bu. Çocuk olmasýna çocuk ama konuþmasý, bakýþý, davranýþý öylesine olgun, temkinli ki… ve pekte zeki. Hayýr, bu çocuk olamaz. Olsa olsa büyümüþ ama bir daha küçülüp yeniden çocuk olamamýþ bir büyük...

Bahar / Yaz ‘08

85


- Sustun abey, çay söyleyeyim mi? - Teþekkürler, kalsýn, senin ellerin acýmýyor mu? - Acýyor ama alýþtým - Acýya mý alýþtýn? - Acýya, diyor ve duruyor, sonra kurþun gibi sýralýyor sözleri: - Alýþtým abey. Acýya ve her þeye insan alýþýyor. Kesik kesik söylüyor bunlarý, belki bana öyle geliyor. Belki de gerçekten maksatlý yapýyor bunu. Sözlerini tek tek soruyor karþýsýndakine, sanki bir önceki sözün karþýsýndakini ne derece sarstýðýný görüp ondan sonra yolluyor sýradakini. Ve hala bir þeyler arýyor yüzümde. Belki bir mimik, bakýþ ya da buna benzer bir þey. Belli etmemeliyim, diyorum içindem, belli edersem hiç iyi olmaz. Ama yürekte dayanmýyor ki böyle bir çocuða karþý… Bir çocuk Elleri harabe bir þehir yeri Yýkýntýnýn acýlarýyla dolu bütün sokaklarý Bir çocuk Elleri yaralar yurdu Ýþgal edilmiþ esir topraklara benziyor Bir çocuk elleri pare pare Yitirmiþ her yeni yarada Biraz daha çocukluðunu Bir çocuk Acýlara alýþmaktan bahsediyor Acýlara ve her þeye Acaba nedir O her þey? - Sen nerelisin abey? Ama kendisi daha nereli olduðunu söylememiþti bu soruyu bana sorarken. Aslýnda biliyorum, eðer bir insan nereli olduðunu saklýyorsa bunun nedeni o þehrin belli bir etiketi taþýmasýndandýr. Örneðin, Dersimliler solcu, devrimci, Diyarbakýrlýlar yurtsever, Yozgatlýlar saðcý, Erzurumlular faþist gibi oturmuþ yargýlar vardýr. Oysa Dersim’den faþist çýktýðý gibi Erzurum’dan da az olmayacak kadar çok devrimci çýkmýþtýr. Belki de bu nedenle ufaklýkta þehrini söylemiyor. Bana öyle geliyor ki uygun zemini arýyor, bulursa söyleyecek. Nereli olduðunu söylemeyenlerin diðer bir sebebi de izini kaybettirmek istemesidir. Onun tanýnmaya deðil unutulmaya ihtiyacý vardýr. Þimdi bu çocuk kendisininkini söylemeden bana soruyor. Çocuk dedim de bu sadece çocuk yaþýnda ama aslýnda kocaman bir adam. - Ben buralý sayýlýrým, diyorum gülümseyerek - Buralýlar gibi düzgün konuþuyorsun, ama - Amasý? - Biraz farklý. - Bozuk mu konuþuyorum, kötü þiveli mi yani? - Hayýr þiven iyi, cümle kuruþun… - Anlýyorum ne demek istediðini. O kadar dikkat

ediyorum ama gene de özne ve yüklem sýralamasý bizim büyüdüðümüz yerde konuþulan dillere göre ters. Çaresizce ona þu yanýtý veriyorum: - Madem konuþmamdan olayý çözdün, iyi o zaman, buralý deðilim. Ama azda olsa buralý sayýlýrým. - Ne kadar buralý sayýlýrsýn, diye soruyor gülerek. - Ýþim bitene kadar. Gözleri parlýyor, cin gibi bir þey bu çocuk. - Ýþin uzun sürer mi abey? Çok mu iþin? - Çok - Nedir ki? - Gemilerde çalýþýyorum. Yük gemilerinde. - Ellerin pek düzgün. - Bütün iþi vinçler, makineler yapýyor. - Peki siz ne iþ yapýyorsunuz? - Gemiyi yüzdürüyoruz ya. - O kendi kendine yüzer bir kere. - Ama nereye gideceðini bilmez. - Anladým, seninki güzel bir iþ, bir orda bir burda. Çok yer gördün mü? - Sayýlýr. - Nereleri? Bu ufaklýk bir iki soru daha sorarsa gemici olmadýðýmý anlayacak. Neyse çaresiz oyunu, yani yalanýmý sürdürüyorum. - Birçok yeri gördüm. - Paris gibi mi? - Onu görmedim, çünkü deniz kenarý deðil. - Ya Moskova? - Orasý da deniz kenarý deðil. Haince sorularýna devam edeceðini biliyorum ve tedbirli cevaplar hazýrlýyorum. - Yani sen bir nevi her yerde oralý sayýlýrsýn. - Hayýr, hep aynýyým. - Nerelisin ki? - Sen nerelisin? Neden saklýyorsun nereli olduðunu? - Ben… Þey… Saklamýyorum ki. - Söyle o zaman, yoksa korkuyor musun? - Ne korkacam abey. Diyarbakýrlýyým. Onu kýzdýrdýðýmý biliyorum, elimde olmadan gülümsüyorum. Gülümsediðimi görünce o da ayný þekilde gülümseyerek yanýt veriyor. Hani bir çocuða bir parça çikolata verirsiniz ya size harika bir gülümsemeyle karþýlýk verir, iþte bu çocukta öyle karþýlýk verdi. Ýlk defa çocuk, çocuk gibi davranýyor, kendini güvende hissederek kocaman bir gülümseyiþle çocuk olduðunu hatýrlýyordu. - Þehrim Diyarbakýr’dýr. Asýl adý Amed’tir. Orada, yani biz de eyaletler var. Amed ayný zamanda eyaletin adýdýr. Burasý gibi deðil. Bu ülke biraz oradan farklý… Ülke meselesine girince konunun yine tehlikeli bir hal alacaðýný düþündüm ve bir soruyla sohbetin yönünü

86

Bahar / Yaz ‘08


deðiþtirdim. - Geleli çok oldu mu? - Ýki yýl kalmazdým ya, hele bir on altý olsun yaþým… - Kaç yaþýndasýn? - 14 abey. Hele on altýsýna geleyim. Sonra susuyor ve ekliyor: - Bana kalsa on beþte olur ama olmaz diyorlar. - Yaa… Konu burada kendiliðinden kapanýyor. Zira artýk ona ne ben bir þey diyebilirim ne de o bana… - Ayakkabýlar tamamdýr. Öyle güzel yapmýþým ki sanki fabrikadan yeni çýkma. Usta burada olsaydý, o tamir olmaz, deyip yenisini satmaya çalýþýrdý. Ama ben onun gibi yapmýyorum. - O nasýl yapýyor? - Nasýl yapacak, tamir için gelen her on müþteriden sekizine yeni ayakkabý satýyor. - Þimdi nerede, imalathanede mi? - Yok abey, ne imalathanesi, ayakkabýlarý her seferinde en ucuz satan yerden alýyor. Her seferinde baþka bir imalathaneden yani… - Ama vitrinde 2 yýl garanti diyor? - O 2 yýl garanti sadece çizmeler için. Zaten o çizmeleri Ruslardan ucuza alýyor ve dört katýna satýyor. Yani daha en baþtan senden 4 kat fazla para alýyor. - Ama vitrinde 23 yýllýk ayakkabý imalatçýsý yazýyor? - Abey, sen, vitrinde yazan her þeye inanma. Bizim hacý þimdi kayfede dedikodu ediyor. Üç sene önce þarkütericiydi, batýnca ayakkabýcý oldu. Sekiz ay önce. - Nereli bu adam? - Valla heç bir yerden saymamak lazým böylesini. - Niye? - Niyesi var mý, üçkaðýtçýda ondan. Ayakkabýlarý giyiyorum. Anlýyorum ki bu çocuk gerçekten iþi öðrenmiþ. Eline saðlýk, diyorum ve ücretini uzatýyorum. Hayýr, diyor. Israr ediyorum, olmaz, diyor. Yine ýsrar ediyorum. Bir dahakine ödersin, diyor, þimdi almam, diyor. Tam ayrýlýrken sesini duyuyorum: - Belki gerçekten gemicisin ama sözlerin bizim oralardan, yüzünde… Türkçeyi iyi konuþuyorsun ama gene de farký anlaþýlýyor. Ama sanýrým bunu herkes anlamaz. Birde bizim oradakiler gibi gülüyorsun. Benim amcam oðlu da senin gibi gemicidir, hem de 3 senedir. Hiç gelmedi daha, belki de gelemeyecek? Sözünü kesiyorum burada. Yoksa ufaklýk yine fazla konuþacak. - Nerelisin demiþtin ya, ben de buralý deðilim, gerisini boþ ver. Anlýyor birden: - Ya gemi? - Gemi var var… Hem de saðlam. - Bizim çaya da gider mi? - Her yere gider heval, hem de her yere... Ýþte þimdi emin oluyor, biliyordum, dercesine yüzüme bakýyor. Aslýnda bende çok gizlememiþtim kendimi, o da bizden biriydi. Arkamdan baðýrýyor ben kapýya yönelince: - Selam söyle abey, herkese selam söyle… Gülümseyerek devam ediyorum yoluma.

Bahar / Yaz ‘08

87

Aclan Uraz


Deneme

Bu bölümünde sonuna geldik insanlık!

Bahar Derin Ýçim sýkýlýyor, yüreðim sýkýþýyor adeta... Evet, bir kedi az önce can çekiþiyordu... Kafasý yavaþça önüne düþtü... Can çekiþiyor, garip sesler çýkarýyordu. Benim içim gitti... Zaten bugün insanoðlunun geldiði nokta itibariyle de kendimi artýk zamanýn çok gerisinde hissediyorum. Bir yanda Myabar’da on binlerce insan yok oldu, bir yanda Çin’de on binlerce insan yok olmakta ve hala yaný baþýmýzda bir savaþ sürüyor. Bunca ölüm yetmezmiþ gibi hala birbirini öldürmeye çalýþan birileri her yanýmýzda. Artýk insanlar ailecek otogarlarda uyuyor. Evsizler, iþsizler, açlar ve simitle yaþýyorlar çocuklarýyla birlikte... Çok acý çekiyorum… Kendimi, yaptýklarýmý yaþananlar karþýsýnda çok yetersiz hissediyorum. Çok mutsuzum, sanki hiç bir þey yapamýyormuþ gibi hissediyorum… Bir kadýnla tanýþtým bugün, onun yaþamýný da düþünüyorum bir yandan... kadýnýn ilk evliliðinden olan çocuklarý memlekette, ikinci kocasýndan da 3.5 yaþýnda bir Emre’si var. Kocasý býrakýp kaçmýþ ve o çocuðunu býrakýp kendini denize atmayý düþünüyor(du) benimle konuþana kadar. Onu vazgeçirdim, ama ben piyano filmindeki gibi kendimi engin denizlerin kollarýna býrakmayý istedim çünkü çok çaresiz hissettim. Kadýn kirada, ev sahibi evden çýkaracak, ne olacak bilmiyorum, düþündükçe kötü hissediyorum. Memur gibi hisssedemiyorum: dergilerimizi sattýk, kiralarý ödedik, þu kadar kiþi katýldýk... Hayýýýýýýýýýýýýýýýýýr ya gözümün önünden kayýp giden yaþamlar, onlarý nasýl durduracaðým. Ama biliyorum Ateþi Çalmak’ta okumuþtum insanlýk kim bilir daha nasýl paramparça edilecek, bir anne bebeði için kendini satmýþtý bu bana çok dokunmuþtu. Ama roman sanmýþtým. Sanki gerçek deðildi okuduðumda. Þimdiyse bana dokunduðunda hissettiðim birer hayalet gibi gerçekler... Bir kadýn, yaralanmýþ, kanlar içinde ve kimse acý çekmiyor. Sýrýtýyor akbabalar. Kanýn kokusu adeta baþlarýný döndürüyor ve diþleyip diþleyip kadýndan parçalar koparýyorlar. Kenara çekilip iþtahla yemeye baþlýyorlar... Ayný Discovery Chanel’daki hayvan belgeselleri gibi... Bana kapitalizm en geliþmiþ, en modern kentleri Afrika’nýn balta girmemiþ ormanlarýndan daha vahþi geliyor... Ayný yink yank gibi olmalýydý. Çinlilerin temel

sembollerinden biri gibi. Siyahýn içinde bir beyaz, beyazýn içinde bir siyah. Ama ben hep siyahlarý görüyorum, hep kötülükler var, hep acýlar görüyorum... Sanki hep keman ve ailesi violenselleri çalýyorlar içimde, yüreðim parçalanýyor. Birgün mis gibi ekmek kokan bir fýrýna girdik. Biz iki ekmek aldýk, o sýra 16 yaþlarýnda bir çocuk girdi ve biz mis gibi ekmek kokan fýrýndan iki ekmeðimizle çýktýk. Yanýmdaki canýmýn içi compenaramýn gözleri dolmuþtu. Öyle kolay kolay aðlayacak biri de deðildi hem yaþý hemde konumu itibarýyle... “Ne oldu?” diye sordum. Bir an acaba yanlýþ bir þey mi yaptým diye düþündüm. Ama hayýr, çocuða üzüldüðünü söyledi. Nasýl, kim, hangi çocuk dedim. Bizden sonra giren çocuk “Bayat ekmek var mý?” demiþ adama “Var” demiþ ve yarým bayat ekmek almýþ. O an benim caným compenaram o çocuða ekmek almak istemiþ. O kýsacýk saniyeler arasýnda ona alacaðý ekmeðin çocuðun onurunu inciteceðini düþünerek vazgeçmiþ ve acýsý gözlerine düþmüþ. Bense tüm bu olanlardan bir haber… Ýþte kim bilir böyle kaç kayan yýldýzýn yanýndan geçtiðimi düþündüm... Ýþte caným compenaram bende görüyorum artýk kayan yýldýzlarý... Hem de bir gece çölde gökyüzüne bakmak gibi görüyorum... Compenara... Görüyorum... Yüreðim her acýyý içine aldýðýnda zorlanýyor, çatýrdýyor ve ve ve daha bir büyüyor. Sanki bir kadýnýn içinden bebeðini söküp alýyorlar... Merhaba Frida! Seni seviyorum... Çocuðunu aldýrmak zorunda kalýr Frida acý çeker ve korkusuzca acýlarýný tualine akýtýr... Biz toprak anayýz çünkü erken kopan, koparýlan her kök acýtýr canýmýzý... Acý çekiyorum... Her þey böyle hýzla çürürken... Ben bilime inanan bir insan olarak bu çürüyen þeylerin topraðýmýza bereket getireceðini biliyorum. Ama omzumdaki bay Dühring hayýr diyor aklýmý çelmeye çalýþýyor. Ölmesinler istiyorum insanlar, acý çekmesinler... Deðiþim bana bir yerlerde uykuya kalmýþ ya da tembellik ediyormuþ gibi geliyor. AMA... Þimdi siyah beyaz... Þimdi ölüm ve yaþam... Þimdi sevda ve ayrýlýk... ÞÝMDÝ SENÝ YENÝNİN MACERALARI BEKLÝYOR ÝNSANLIK!

88

Bahar / Yaz ‘08


BÝR KANAT ÇIRPIÞI* Yolunu þaþýrmýþ, oradan oraya savrulan, kanadýnda umudu taþýyarak uçan bir kýrlangýcým farzet. Yolumun nereye varacaðýný bilmeden uçuyorum. Bu bilinmezlik içinde masmavi gökyüzü öyle kasvetli, ýþýklar içinde parlayan güneþ öyle soluk ki! Kanadýmda taþýdýðým umut her an oradan oraya serpilen zerrecikler olarak düþerken, umutla dolanýrken yeryüzü, korkuyorum… korkuyorum umudu tüketmekten… Yine de bencilce davranýp umudu yüreðime tutsak edemiyorum. Ýþte böyle savrularak yaþayan ben, gökyüzünde parýldayan bir ýþýk kümesinin oluþturduðu bu yolu fark ettim. Bu yol o kadar güzeldi ki; parýltýlar gözlerimi kamaþtýrýyordu. Yüreðimin tellerinden bütün bedenime yayýlan bir ürperti ile irkildim. Bir güç beni bu yola doðru çekiyordu. Ýçimdeki ses ise gitmemem gerektiðini söylüyordu. Çünkü güzelliklere kavuþabilmek öyle kolay olmasa gerek. En ufak bir hedefe kavuþabilmek için bile emeðimizi veriyor, terimizi döküyorken, böylesine güzellikler vadeden bu ýþýk yolu kimbilir ne kadar çetin tuzaklarý içinde barýndýrýyordu. Büyük olasýlýkla terimizi, emeðimizi katmamýz yetmeyecek, bedenimize hapsettiðimiz caný feda ederek, damarlarýmýzdaki kaný akýtarak sulamak gerekecek çorak topraklarý. Sadece bedenimizi feda etmemiz de yetmeyecektir. Tuzaklara karþý tetikte olup bilincimizi de katmalýyýz. Evet, bu kadar zorluklarla karþýlaþacaðýmý hissettiðim halde, o içimdeki güce boyun eðdim. Merakýma yenilerek kanat çýrpmaya baþladým. Her kanat çýrpýþýmla daha da kanatlarýmý açýyor, uzaklara göz dikiyordum. Zaman oldu yok olmak, toz olmak istedim. Zerre olmak istedim. Umut gibi… Þaþýlacak bir þekilde daðýttýðým umut zerrecikleri beni izliyor, gittiðim her yerde filiz veriyorlardý. Cesaretle daha güçlü kanat çýrpýyordum. Hiç dönüp arkama bakmadan yol alýyordum. Sonra sesler duydum; yoldaþlarýmýn sesleri, martý sesleri, karga sesleri, þahin sesleri ve diðerleri. Onlar da beni takip ediyorlardý. Kanat çýrpýþýmýz ahenkli bir ses oluþturu-

Bahar / Yaz ‘08

yordu. Týpký bir neyin içine üflenen nefesin müziðe kavuþmasý gibi çýrpýnýþlarýmýz nefes oluyordu, ilerliyorduk. Engeller azalmýþ, yolun sonu görünüyordu artýk. Ben deðil biz olmuþtuk ve kaçýnýlmaz bahçeler kanat çýrparken, gözlerimizi dikerken uzaklara, en nihayetinde gördük o bahçeleri. Evet, kesinlikle deðmiþti o meþakkatli mesafeler, biz þanslýydýk, þanslý kuþlardýk. Çünkü yolun sonunu görebilen þanslý bir kuþaktýk. ANTAKYA’DAN ÖNSÖZ OKURU HENA *Bu mektup Buca F Tipi Kýrýklar’da tutsak olan Özgür Burç için kaleme alýnmýþtýr.

89

Kardelen Bebeğe Mektup oþ geldin Kardelen bebek! Ýyi ki geldin… Umutlarý tükenmek üzereydi annenle babanýn… Tam zamanýnda geldin… Annen üç kardeþini verdi ya bu zulme… Göðüsleri süt, gözleri yaþ içinde… Ne çare! Üç saniyede her bir anne… Senin gibi bir canýný veriyor… Bu açlýða, yoksulluða, bu zulme… Sen yaþamalýsýn! Sen yaþayabilesin diyedir çekilen bunca zulüm, bunca ölüm… Ýnsan gibi yaþabilesin… Onurunu, bedenini satmak zorunda kalmayasýn diyedir, bunca esaretimiz, tutsaklýðýmýz… Erken yaþta büyüyüp kaldýramayacaðýn yüklerin altýna girmeyesin diyedir… Kýsa oldu kusura bakma þimdi çok iþimiz ve de acelemiz var… Þimdi ‘Kardelenler’ büyümeden deðiþtirmemiz gereken koskoca bir dünya var… Ve olurda yetiþtiremezsek sana devrimi sen yetiþmelisin devrime… Her üç saniyede bir Kardelenler ölmesin diye… Býraktýðýmýz yerden kuþanmalýsýn dünyayý… Deðiþtirebilme bilincinin cesaretini, cüretini… Bu zulüm, bu ölümler, bu açlýk, bu yoksulluk bitsin diye… Hoþ geldin Kardelen bebek… Ýyi ki geldin… SEVGÝLERÝMLE… Gebze F Tipi’nden Serpin Kablan

H


41 yaþýnda genç bir adam. Evli, biri kýz diðeri oðlan iki dünyalar güzeli çocuk babasý. ‘Yasadýþý örgütün amaçlarý doðrultusunda Anayasa’yý deðiþtirmeye çalýþmaktan’ Sekiz yýldýr hapiste. Cezasý ise müebbet… Erol Zavar… 9 yýldýr kanser hastasý. Zembereði boþalmýþ sözcüklerin Akreple yelkovan öpüþüyor on ikide Bütün ziller vaktinde vuruyor, Tembellik edip gitmeyeceðim Kusura bakma ölüm Bugün de gecikeceðim Erol, 99’da kanser teþhisiyle ameliyat edilir. Doktorlar; ameliyat sonrasýnda iyi bir bakým ve sürekli kontrolün þart olduðunu, ilk bir yýl yinelememiþ olmasý nedeni ile de hastalýðýnýn büyük olasýlýkla sorunsuz seyredeceðini söylerler. Saðlýðý konusunda duyarlýdýr Erol ve kontrollerini de ihmal etmez. Ta ki, 2001 Yýlý’nýn ilk günlerinde, gözaltýna alýnana dek… Sessizlik çökmüþ kentin sokaklarýna. Martýlar uykuya dalmýþ. Kar bütün örtülerini örtmeye hazýr. Randevularýmýza sadýðýmdýr, sektirmem saatini. Ama bu sefer tembelliðim tuttu, Ölüm daha çok beklersin beni… 17 Ocak’ta tutuklanýp Eskiþehir Özel Tip Cezaevi’ne konur. Aðrýlarý nedeni ile doktora çýktýðýnda, anlatýr hastalýðýný Erol Zavar, hem de tüm ayrýntýlarý ile… Raporlarýný ve ilk hekiminin önerilerini iletir. Kontrollerinin yapýlmasýný talep eder. ‘Abartýlacak bir durumun olmadýðý’ yanýtýný alýr. O denli tehlikesizdir ki durumu, bir aspirinle geçiþtirilir. Sonraki durak ise F Tipi tecrittir. Þimdi kýþ, Ölümün vaktidir derler Ve tecrübelerimden bilirim Kýþýn ölene söverler. Kusura bakma ölüm Ben arkamdan sövdürmem. Bu randevuya asla gelmem

Onlarca kriz geçirir; bayýlmalar, kanamalar… Sonu dayakla da bitse, doktorlarýn yakasýný býrakmaz hiç. Sýmsýký baðlýdýr yaþama, alabildiðine de inatçý. 2004 Þubat’ýdýr; eþi, arkadaþlarý ve kendi çabalarý sonuç verdiðinde. Bir Üniversite Hastanesi’ne sevk edilir. Yakýndan bildiði ve tanýdýðý belirtiler nedeni ile farkýnda olduðu ve 37 aydýr yetkilileri uyardýðý gibi, Kanser mesaneyi sarmýþtýr. Tam beþ tane ve oldukça da büyük tümör bulunmuþtur. Üç ayda bir hastanededir artýk ve sayýsýz tümör alýnýr vücudundan. Toplam 16 ameliyatta 50’nin üzerinde kanserli tümör. Bu þiirin içinden tren de geçebilir Uçak da, vapur da… Bütün teknolojik ölüm aletleri de… Ama hiçbirine binmeyeceðim. Kusura bakma ölüm, gelmeyeceðim. Vücut direnci ve baðýþýklýk sistemi açýsýndan en uygun koþullarda bulunmasý, ve asla strese maruz kalmamasý gerekirken, bilimsel olarak bu boyutlar için en olumsuz koþullarý oluþturan tecritte tutulmaya devam edilmesinin yaný sýra her sevkte saldýrýya uðramakta, dövülmekte ve taciz edilmektedir. Hatta ameliyatlar sonrasýnda yataðýna zincirlenmektedir. Gelecek öyle uçsuz bucaksýz duruyor ki Ve ben ne olacaðýný merak ederken Hani filmin en güzel sahnesinde Sinemadan çýkar gibi Hayattan çýkýp gidemem. Kusura bakma ölüm Adýn çok soðuk, gelemem. 15 Mart 2007’de artan aðrýlarý üzerine Erol’un safra kesesi alýnýr. Çok ciddi bir hastalýk olan KOAH da eklenmiþtir tabloya. Migrenden minisküse, kalp hastalýðýndan geçirilmiþ tüberküloza; F Tipi’nde bir dizi hastalýk sarmýþtýr zaten bünyesini… Halen akciðerlerinde de çok sayýda nodül bulunmakta. Kansere dönüþme olasýlýðýndan söz edilen nodüller… Bunca mazeretim varken

90

Bahar / Yaz ‘08


Yaþama dair, Ölümü aklýmdan bile geçirmem. Seviyorum seni hayat Tüm kötü sürprizlerini de… Bizler, Erol Zavar’ýn yakýnlarý, yol arkadaþlarý ve devrimci demokrat dostlarý olarak, tecridi tüm tipleri ile birlikte tarihin çöplüðüne atabilmek için þu andaki en doðru halkanýn “Erol’u F Tipi’nden Almak” olduðunu düþünüyoruz. ‘Erol Zavar’a Yaþama Hakký Koordinasyonu’nun giriþimi ile bu ülkenin duyarlý aydýn ve sanatçý potansiyeli ile devrimci demokratik muhalefeti... genç, kadýn ve emekçileri olarak; bugün, yani 31 Mayýs 2008 Günü Ankara’da olmak istedik. Erol’la ayný havayý soluyalým; Sevgili Elif Zavar ve çocuklarýnýn yanýnda olalým istedik. Birazdan, 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutulmakta olan Erol Zavar’ý ziyaret etmek üzere Sincan’a hareket edecek ve “Erol Zavar’a Özgürlük!” talebimizi; O’nu inatla hücrede tutmaya devam eden yetkililere duyurabilmek için, hep birlikte ve tüm gücümüzle bir kez daha haykýracaðýz. Bilinsin istiyor ve açýkça ilan ediyoruz ki, biz Erol’u oradan alacaðýz. Bu geliþme; hasta tutsaklardan baþlayarak tüm insanlarýmýzýn tecritten ‘çýkýþý’ için çok önemli bir aþama olacaktýr. Bugün ziyarete gidiyoruz Erol’u… Yakýnda ise, bir kez daha ve bu coðrafyanýn tüm devrimci demokratik birikim ve vicdaný ile, O’nu ‘almak’ üzere tekrar geleceðiz buraya. Bekle bizi Ankara… Bekle bizi Sincan! Sýk diþini Erol… Hadi, ha gayret! TECRÝT ÖLDÜRÜR, DAYANIÞMA YAÞATIR! DEVRÝMCÝ TUTSAKLAR ONURUMUZDUR! EROL ZAVAR’A ÖZGÜRLÜK! EROL ZAVAR’A YAÞAMA HAKKI KOORDÝNASYONU

Bahar / Yaz ‘08

Merhaba Ayýþýðý … Benim adým Tekin Mihyaz. Ben Ýstanbul Baðcýlar’da oturuyorum. Þu anda ise Sakarya L Tipi Cezaevinde yatmaktayým. Yaklaþýk üç senedir cezaevindeyim. Kalan cezamý da okuyarak, bilgimi ve kültürümü geniþletmek istiyorum. Yatmýþ olduðum süre içerisinde azda olsa birçok kitap okudum. Fakat Ayýþýðý’na ait yayýn dizisi kitaplarýný tercih ediyorum. Bana bir koli halinde gönderebilirseniz sevinirim. Sizlere tekrardan sevgilerimi ve saygýlarýmý ayrý ayrý buradan gönderiyorum. Saygýlarýmla Tekin Mihyaz 4 Mart 2008 Merhabalar, Derginizin varlýðýndan ve çalýþmalarýnýzdan haberim vardý ancak ilk defa son sayýyý okuma imkaným oldu. Daha sayfalarý çevirmeden Herzen’in kapaktaki sözlerine takýldý gözlerim. Edebiyat ile ilgilenen, yazan, okuyan herkesin söyleyecek bir sözü, bir nedeni vardýr aslýnda. Özellikle biz içeride yazan mahpuslarýn biraz daha farklý nedenleri vardýr. Herzen’in bu sözü tüm nedenleri tek bir olguda toplayacak kadar evrensel, gerçekçi ve cesurca olmuþ. Sekiz yýldýr hapisteyim. Sürekli bir þeyler yazýyorum. Bizim durumumuzda mutlaka biliyorsunuzdur yazmanýn tek nedeni edebiyat deðil. Yaþama tutunma, ayakta kalma, mücadele etme çabasý. Tabi bunu sürdürürken yazýlarýmýza edebi bir deðerde katma uðraþýndayýz. Ben yazýlarýmý “Mahsus Mahal”de deðerlendirmeye çalýþýyorum. Dergiyi takip ediyor musunuz bilmiyorum. Önsöz dergisiyle ilgili öncelikli hedefim her sayýsýna ulaþabilmek. Ayýþýðý Sanat Merkezi’nin de çalýþmalarýný daha yakýndan takip etmek istiyorum. Bu sayýnýn dosya konusu oldukça ilgimi çekti. Özenle irdelenmiþ ve kaynak bir eser haline getirilmiþ. Önümüzdeki sayýlarýn dosya konularýnýn da ayný baþarýlý çizgide olacaðýna inanýyorum. Özellikle müzik konusunu çok merak ediyorum. Çok kapsamlý bir konu. Hani ne söylense, ne yazýlsa bir þeyler eksik kalýr ya inanýyorum ki hepimizin aklýndan, gönlünden geçenler canlanacak kýsýtlý sayýdaki sayfalarda. Belki bu sayýdaki güzel söz gibi birkaç cümle anlatacak her þeyi… Sýla Erciyes’in yazýsýndan baþlayarak her konu, her yorum, her haber hakkýnda uzun uzun cümleler kurmak, bunlarý yazýya dökmek geçiyor kalbimden. Ama fazla zamanýnýzý almak istemiyorum. Ne de olsa bizler zaman kavramýný çok önemsemiyoruz ama sizler için zaman deðerli olsa gerek. Tüm düþüncelerimi bir bütün halinde yazmam gerekirse hiç düþünmeden diyebilirim ki, “Bu büyük esere yakýþacak deðerde bir Önsöz hazýrlamýþsýnýz.” Ruhan Mavruk’un yeni kitabýný da en kýsa zamanda okumaya çalýþacaðým. Evden isteteceðim ama kitapevlerinin geneline daðýtýmý yapýldý mý bilemiyorum. Önsöz’e ve eserin tamamýna gönül veren, güç veren, inanan tüm yüreklere sonsuz selamlar, sevgiler, baþarýlý çalýþmalar. Özgürlük, dayanýþma ve mücadele dolu günler dileklerimle. Muzaffer Tansu / L Tipi Cezaevi / Ferizli/Sakarya

91


“Her çağın kendi kahramanları vardır” diyordu büyük usta ve ekliyordu, “Onları bulamazsa yaratır!” Artık öyle bir çağda yaşıyoruz ki, onları bulmasına gerek kalmadan birer birer öne atılır oldular. Bir sıra neferi mütevazılığinde yaşayan bu insanlar bir komutan gibi ölümün üzerine atıldılar. Şimdi en büyük orduları onlar yönetiyorlar. Sanki açık bir kurşun gibi bedenlerini delip geçmemiş gibi, zehir yüklü bir bulut olup bedenSibel Sürücü lerini eritip geçmemiş gibi, sanki ihtiyarlığın en bahtiyarlığını da yasamamışlar gibi ve sanki bu dünyada tatmadıkları mutluluk kalmamış gibi, öyle rahat ve yürekten ölüme atıldılar… Ve daha onlar gibi coşmaya hazır bekleyen onlarca yiğit insan var…

Aysun Bozdoğan

92

Bahar / Yaz ‘08


OKURLARDAN Okyanuslarla Buluştuk nlar sadece insan olmak, insan gibi yaþamak istediler… Kalplerinde binlerce, milyonlarca sevgi taþýyýp milyonlarca sevdiler… Kardeþliði, iyiliði ilke edinip ilkeleriyle yaþadýlar… Onlar önce büyüdüler… Yüreklerinde günden güne büyüyen hiçbir zaman sönmeyecek bir sevgiyle büyüdüler… Büyüdüler, büyüdükçe öðrendiler… Büyüdükçe sevdiler, zenginleþtiler… Önce yýldýz oldular… Aydan aldýklarý ýþýðý yaydýlar… Sonra onlar ýþýk saçmaya baþladýlar… Yýldýzlarýmýz toplandý ay oldular… Yüreklerindeki sevgi büyüdükçe parladý… Parladýkça daha da büyüdü… Ve tanýdýk biz onlarý… Güneþ oldular ýsýttýlar içimizi… Karanlýk gecelerimizden sonra doðdu güneþlerimiz… Ama unutmayalým ki gecede de vardýlar… Yýldýzlarýmýz, aylarýmýz… Onlarýn verdiði ýþýkla aydýnlandýk… Bir zaman sonra onlar olduk… Onlar gibi baktýk… Onlar gibi öðrendik… Onlar gibi yürüdük, koþtuk, yaþadýk… Biz onlar olduk olalý kalbimiz daha bir hýzlý atmaya baþladý… Nefeslerimizi daha bir derinden almaya baþladýk… Damarlarýmýz daha bir hýzla dolaþtýrdý sevgi damlalarýný vücudumuzda… Göller, nehirler, denizler yetmedi bize… Okyanuslarda buluþtuk… Oralarda toplandý nilüferler, yunuslar, denizatlarý… Hepsi de farklý yerlerden geliyorlardý… Önemli deðildi zaten nerden gelindiði… Önemli olan buluþmaktý… Buluþtuk… Herkes de ayný bakýþ vardý… Tanýyorduk biz birbirimizi… Kalplerimiz selamlaþýyordu… Güneþ vuruyordu okyanusun üzerine… Kuþlar yoldaþ oluyordu kardeþliðe… Yaðmur damlalarý düþüyordu okyanusa… Düþen her damlayla daha da büyüyorduk… Büyüdükçe büyüyor, güçleniyorduk… Tanýyorduk birbirimizi… Tanýyorduk kalplerimizi… Güneþimizi de alýp dünyaya yayýlmak istedik… Ýstedik ki kalpler birleþsin… Ayný güneþin altýnda, ayný derecede ýsýnmak istedik… Ýstedik ki herkes bir kuþ olup kanat çýrpsýn özgürlüðe… Ayný þartlarda doðup, ayný þartlarda ölmek istedik… Kayýtsýzca, sorgusuzca düþünmek istedik… Çok gördüler güneþimizi… Çok gördüler birleþen damlalarý… Oysa biz onlar içinde istemiþtik bunlarý… Biz onlarý da sevmiþtik… Onlar ise güneþimizi batýrmak, okyanuslarýmýzý kurutmak istediler… Daðýtmak, savurmak, yok etmek istediler… Yakýldýk, yýkýldýk, vurulduk… Vuruldukça bir damla azaldý okyanustan… Bir yýldýz kaydý gökyüzünden… Ama unuttu onlar… Gece yýldýzsýz olmaz… Güneþ doðmadan asla durmaz… Yaðmur yaðmadan aðaç çiçek açmaz… Büyüyen, kök salan fidan, damarlarýnda su damlalarý dolaþtýkça, güneþ içini ýsýttýkça, büyür, daðýlýr, orman olur… Bizleri yok etmek isteyenler unuttular, ölenle yeniden doðulur… Doðdukça büyülür… Büyüdükçe yayýlýr… Büyüyoruz güneþlerimiz kalbimizde… Binlerce filiz bedenimizde… Bizler kuþlarýn kanadýnda yaþýyoruz… Koþuyoruz, uçuyoruz, büyüyoruz… Büyüdükçe daha da insan oluyoruz… Biz baþarýyoruz insan olmayý… Ýnsan olabilene ne mutlu… Antepten Bir Hemşire

O

Bahar / Yaz ‘08

93


Gülen Yüzlere İşlendi Günlerin Sesi üzgar gittikçe þiddetleniyordu. Kulaklarý saðýr eden bir sessizlik sarmýþtý dört bir yaný. Rüzgarýn sesi aç karýnlardan gelen uðultuyu bastýrýyor, fýrtýnayý haber veriyor gibiydi. Ýnsanlar fýrtýnayý beklerken, gözlerini ufka dikmiþ… Bilinmeyen bir korku yüreklerini sarýyor… Yine de fýrtýnanýn bir kurtuluþ olduðunu biliyorlardý. Beklemek yerine artýk kýpýrdamak, fýrtýnaya eþlik etmek istiyorlardý. Denizler hýrçýn dalgalarýný karaya savuruyorlardý uzaklardan. Rüzgara eþlik eden bir davul sesi duyulmaya baþladý; önce yavaþça, dingin, huzurlu, güzel günleri anýmsatan bir ses… Ýnsanlarýn insanlýðý unutmadýðý, topraklarýn kanla sulanmadýðý, daha fazla güç için silahlarýn konuþmadýðý, filizlerin doyurduðu karýnlarýn vicdanýyla rahat uyuduðu günleri anlatan bir sesti bu. Adý konulmamýþ, resmi çizilmemiþ mutluluðun soyutluktan kurtarýlarak, gülen yüzlere iþlenen sesiydi. Davulun sesi hýzlandý, hýzlandý, hýzlandý… Ýnsanlýðý çaðýrýr gibiydi. Ýnsanlarý o bereketli hayata çaðýrýyordu, paylaþarak bencilliðin duvarlarýný yýkan, üreterek kendisini tanýyan ve yeniden doðan insana çaðýrýyordu: Katliamlara son, ýrkçýlýða son, eþitsizliðe son, açlýða son ve boðazýmýza dayanan býçaktan alýnan cesaretle yýlmadan usanmadan iliðimizi kurutan, kanýmýzý emen kenelere son. Yürekler bu çaðrýyý duyuyor ve kulaklarýna gelen bu sese sonuna kadar açmýþlardý kapýlarýný: Evet son. Bir son olmalý, bir baþlangýcý yaratan… Bir ölüm, doðumu yaratan… Lenin, Che, Fidel… Sonra Deniz, Yusuf, Hüseyin… Geldiler ve gitmeyecekler, taa ki insan, insanlý-

R

SUÇLARI NEYDÝ ?

ðýn savaþýný kazanana kadar… Taa ki savaþlarýn savaþý verilene kadar, ta ki ölüm, yaþamý-sosyalizmi doðurana kadar… Fýrtýna sürüyor ve hep sürecek ve de kasýrga kaçýnýlmaz. Bu sancýlar 9 ay deðil 900 yýl sürse de kapitalizm sosyalizmi doðurana kadar… Deniz, Yusuf, Hüzeyin Anısına Saygıyla

Devrimin Sonsuz Şövalyeleri e acýlar ne sancýlar geçirdi insanlýk. Hep küçük mutluluklar ýsýtýlýp ýsýtýlýp önüne sunuldu. Büyük insanlýk, ulu insanlýk yok oluþunu büyüklüðüyle hazýrladý. Hep daha büyümek, hep daha fazla kazanmak ve daha fazla kan dökmek amaçtý. Kana susamýþ kapitalizm ordusu insanlýðýn beynini iþgal etti. Ne kadar çok, o kadar yenildi insanlýk; çünkü sadece bir kiþinin beyni deðildi iþgal edilen. Bütün insanlýðýndý. Ýþgaller arttýkça açlýk arttý, sýnýflar arasý uçurum arttý, acýlar çoðaldý ve sonunda iþgale karþý savaþ vermeye baþladý insanlýk. “Ben” iken “BÝZ” olmak, iþte sorun burada baþladý. Taksim’de de farklýsý olmadý. Mücadele deyip korkularýna yenik düþenler geri çekildiler. Bir tek devrimin sonsuz þövalyeleri kaldýlar. Artýk daha fazla yansa da canýmýz, isyan ediyor kaybedecek hiçbir þeyi kalmayan insanlar. Yola dökülüyorlar. Tek çare “DEVRÝM” diyor yürekler, yüreðimize kulak verenler çoðalýyor… Umutsuzluða kapýlmak yasak… Tek sorun “BÝZ” olunca oluþacak güce inanmak. Ben inanýyorum ama “BÝZ” olarak… İzmirden Hena

N

uçu neydi bu çocuklarýn? Her gün kim olduklarýný bilmedikleri kiþilerce, elleri kanlý, can alýcý adilerce, hem yönetiliyor hem de öldürülüyorlardý… Her sokaktan yükselen bomba sesleri… Her gece, her gündüz hayata gözlerini yuman fidanlar… Neydi suçlarý bu çocuklarýn? Belki de kimisi öðretmen, kimisi mühendis, kimisi de doktor olacaktý… Ölmek yerine ölüme meydan okuyacaklardý… Kimdi bunlar, ne istiyorlardý? Kendi aileleri, kendi çocuklarý yeþil bahçelerde oyunlar oynarken, her gün gülüþlerine yenilerini eklerken bu çocuklar bombalarla, silahlarla, tüfeklerle oyunlar oynuyorlar, üstüne ölüyorlardý… Neydi bu çocuklarýn günahý? Çocuk olmak mý ya da o toprakta yaþýyor olmalarý mý? Hiçbir þey… Her sabah kalkýyorlar, bir tarafta açlýk bekliyor, diðer tarafta ise ölüm… Kendini bilmezlerin zevki için oluyor bunlar… Para için… Hükmetmek için, kan için… Bu çocuklarýn geleceðini engelleyenlere sesleniyorum: Ne zevkiniz deðerli, ne paranýz, ne hükmünüz, ne kanýnýz, ne de insanlýðýnýz… Ne haklýsýnýz ne de sütten çýkmýþ ak kaþýk… Siz çocuk düþmaný, kan avcýsý… Siz insanlýðýn, geleceðin, yaþamýn düþmanýsýnýz… Ve siz yarattýðýnýz bu kan denizinin içinde boðulacaksýnýz... Tarihin hükmü yakýndýr… Ayýþýðý yoldaþýndan Filistinli çocuklara…

S

94

Bahar / Yaz ‘08


toisie l Cour e a f a R

21 MART DÜNYA ÞÝÝR GÜNÜ ÞÝÝR VE DEVRÝM u yýl dördüncüsü düzenlenen “Uluslararasý Ýzmir Þiir Buluþmasý” Latin Amerikalý þairlerle bizim þairlerimizi ve þiir severleri bir araya getirdi. Biz de Ayýþýðý Sanat Merkezi olarak Ýzmir’de düzenlenen bu “Þiir Festivali”ne katýldýk. Latin Amerikalý þairlerin katýldýðý festivalde þair Ruhan Mavruk da yer aldý. Latinlerin devrimci rüzgarýnýn estiði etkinlik dört gün sürdü. Arjantinli Diana Bellesi, Ekvatorlu Margarita Laso, Kübalý Pablo Armando Fernandez, Meksikalý Maria Baranda, Santa Domingo Rei Berroa, Þilili Badilla Castillo, Uruguaylý Rafael Courtoisie, Venezuellalý Enrilque Hernandez D’Jesus dizeleriyle etkinliðe Latin sýcaklýðýný, Latin devrimciliðini taþýdýlar. “Güney Amerika’da Devrimler ve Þiir” baþlýðý altýnda gerçekleþtirilen I. Oturumda Kemal Özer ve Kübalý Pablo Armando Fernandez, Latin Amerika þiiri üzerine durdular. II. Oturumda “Ulusaldan Evrensele Nazým ve Neruda” baþlýðý altýnda, þair Egemen Berköz, Muzaffer Ýlhan Erdost, Sergio Badilla Castillo konuyu ele aldýlar. III. Oturum, “Þiirde Devrimci Tavýr” olarak belirlenmiþti. Ahmet Telli, Diana Bellesi, Enrique Hernandez D’Jesus konuyu ele aldýlar. “Türkçe’de Güney Amerika Þiiri” baþlýðý altýnda Sennur Sezer, Hüseyin Yurttaþ sunumlarýný yaptýlar. “Toplumcu Þiirimiz” baþlýðý altýnda ise Kemal Özer, Ruhan Mavruk sunumlarýyla toplumcu þiirimizin dünden bugüne geliþimi ele aldýlar. Sanat Merkezi olarak sürekli takip ettiðimiz etkinlik, Latin dostlarýmýzla yaptýðýmýz röportajlar, kurulan sýcak iliþkiler ile coþkulu bir þekilde geçti. Kurduðumuz Ayýþýðý standý, herkesin ilgi noktasý haline geldi. Kübalý, Arjantinli, Uruguaylý, Meksikalý, Dominik Cumhuriyetli, Þilili þairlerin yer aldýðý þiir festivalinin önemli konuklarýndan Kübalý þair Pablo Armando Fernandez, “buradaki festival devrimci bir harekettir”, demiþti. Gerçekten de haklýydý. Latin Amerikalý þairler bir araya gelir de orada devrim rüzgarý esmez mi? Devrimci bir hareket oluþmaz mý? Ýzmir þiir festivali belki de tarihinde ilk kez bu kadar coþkulu, heyecanlý ve devrimci bir atmosfer içinde geçti. 21 Mart denildiðinde hepimizin aklýna ilk gelen þey Newroz bayramýdýr, yükseltilen serhýldan ateþleridir. Öðrendik ki Mart ayýnýn isyancýlýðýna þiir de dizelerini katmýþ. 21 Mart ayný zamanda “Dünya Þiir Günü”ymüþ. 2008 için hazýrlanan “Dünya Þiir Günü” bildirisinde Ahmet Oktay diyor ki; “Küresel kapitalizm imgeler alanýný, yani sanat- Sergio Badilla Castillo sal alaný da sömürgeleþtirmiþ bulunuyor. Ama þiiri hala sömürgeleþtiremedi ve pazar ekonomisine eklemleyemedi. Magazinel edebiyat basýný, þiiri hala manþet yapamýyor ve ayaða düþüremiyor.” Burjuva dünyanýn çürütme politikasýna karþý direniyor þiir. Çok yoðun bir program akýþý nedeniyle, ayrýca röportajlar için çevirmen ayrýlmamýþ olmasýndan dolayý þairlerle yapmayý düþündüðümüz sohbetleri istediðimiz gibi gerçekleþtiremedik. Etkinlik aralarýnda, yemek molalarýnda, fýrsat bulduðumuz her anda sorularýmýzý sorduk. Bu Rei B erroa

B

Bahar / Yaz ‘08

95


konuda bize yardýmcý olan Ýstanbul Üniversitesi Öðretim görevlisi Ebru arkadaþýmýza bir kez de buradan teþekkür ederiz. “Penelopenin gergefinde yer alan iplikleriz hepimiz.” Bembeyaz saçlarý, masmavi gözleriyle, Latinlerin tüm sýcaklýðýný bize taþýyan bir çýnar vardý þairlerin arasýnda. Her yana Küba’nýn insan yüzünü, kararlý, devrimci yüzünü taþýyordu sanki. Kendisiyle ilgili bilgi verirken bir þey dikkatimizi çekti. Eðitimi için Amerika’dayken devrimin gerçekleþmesiyle birlikte Küba’ya dönmeye karar veriyor. Bunun nedenini onu mutlaka sormalýydýk! Bir molada yakaladýðýmýz Kübalý Þair Pablo Armando Fernandez’e sorduk; “1959’da devrimle birlikte Küba’ya dönmüþsünüz. Amerika’dan kalkýp Küba’ya gelme sebebiniz neydi” diye. Aldýðýmýz cevap ise çok basit ve yalýndý: “Özgürlüðe deðil sorumluluða inanýyordum. O nedenle de Küba’ya döndüm.”

Pablo Armando Fernandez’ “Kuzey Amerika’ya çok genç yaþta gittim. Orada kendimi geliþtirdim. Bir þiir yazdým ve bu benim hayatýmý deðiþtirdi ve beni Küba’ya götürdü. O güne kadar tanýdýðým tek Kübalý tarihti. “Þiir beni beþ ayrý kýtaya ziyarete zorladý. Benden daha büyük þairlerle tanýþtým, þu anda olduðu gibi. Bu benim hayatýmýn bir rüyasýdýr. Burada sizinle olmak benim hayalimin gerçekleþmesidir. Buradaki festival devrimci bir harekettir.” diyen þairin görüþlerini kýsaca özetlersek:

“Latin Amerika þiirinin temel özelliði 19. yy. baþlarýndan itibaren sömürgeciliðe ve emperyalizme karþý oluþmuþ bir þiir olmasýdýr. Ayný zamanda Ýspanyol dili açýsýndan modernizmle tanýþmýþtýr. Sentez þiiridir. Yalýn, ayný zamanda modernist öðeler taþýr. Bu nedenle de büyük þairler çýkmýþtýr kýtamýzdan. “Þiir sözün ruhudur, içinde barýndýrdýðý ruhla bizi daha devrimci kýlar. Þiirsel anlamda devrimciyiz. Bu devrimci þiir evrenseldir. Ýnsana özgü duygular bu þiirin içine girer ve þiir bize önderlik eder, yardýmcý olur. Güncel Küba Þiiri, þiir her zaman günceldir aslýnda... Þair olmayý kabul ettiðimde o zaman New York’taydým. Tesadüfi bir baþlangýç deðildi. Penelope nakýþ iþlemeyi sürdürüyordu. Penelopenin gergefinde yer alan iplikleriz hepimiz. Ve þiire ilk baþladýðýmda, her þeyi bilmek için bu kitaplarý okumam mý lazým, diye kendime sordum. Hayýr, yazý yazmak seni þiirin en güzel noktasýna taþýyacaktýr. Sen þiirin en güzel enstrümanýsýn Bazen de silah olmalýsýn Þiirini yazmak için “Kendimi ifade edeceðim alan þiir olmalýydý. Radyoda dinlediðim bir hikayeden çok etkilenmiþtim. Ýngilizceye bundan sonra baþladým. Amerika Birleþik Devletlerine gittim, liseyi orada tamamladým. Üniversite eðitimi aldým. 18 yaþýmda Karson’u tanýdým. Þiir toplantýlarýnda þiir okurduk. Ben o zamanlar düz yazý ile ilgilenirdim. Karson bana duygularýný nasýl ifade ediyorsun, diye sorduðunda ben de þiir demiþtim. Ýlk þiirimi Ýspanyolca yazdým. Anneme, babama, doðup büyüdüðüm yere geri döndüm. “Dilimiz Ýspanyolca, atalarým Afrika’dan. Avrupa’dan gelmiþ. Kristof Clomb geldiðinde Kübalý olan neydi? Orada þiir buldum. Akan dökülen suda Kübalýlarýn ruhu süzülmekte… Ýþte bu þairin þiiri… Ýþte Kübalýyý anlatan þiir... Ve bu da tarihtir. Kübalýnýn kim olduðunu bu tarihte bulabilirsiniz.. “50 yýl önce bizi tamamen yok etmeye çalýþtýklarýnda biz de Küba olarak kendi savaþýmýzý verdik, sözcükler ve dizelerde bizim silahýmýz oldu. 1953’te þiir kitabýmý yayýnladýðýmda Küba’da yayýnevi yoktu. Þu anda ise üniversiteler, yayýnevleri o kadar çok ki. Gene þairlerimiz çok iyi. Bizim için güncel olan daha önceki dönemin etkisiyle yazýlmýþ olandýr. Güncel olan 300 yýllýk tarihimizdir. Küba’nýn bu savaþýmý kendi sesine sahip olma mücadelesidir. Bu mücadele sanatýn her alanýna yansýyor. Ýspanya’nýn bize býraktýðý Ýspanyol dilinin olanaklarýyla yansýtýyoruz. Onlarýn kültürel özellikleri de bizim sanatýmýza yansýyor. Çeþitliliðin savunucusuyuz.” “Nazým Hikmet Küba’ya geldi. Nazým Hikmet Küba’ya geldiðinde, bize bir baba, bir kardeþ geldi. Bize öðretmek için gelmiþti. Nazým Hikmet’in þiirleri

96

Bahar / Yaz ‘08


devrime yardýmcý oldu” diyen þair, onunla ilgili anýlarýna da deðindi. “Onunla yakýndan tanýþma fýrsatým oldu. 15 Kübalý yazar vardý, içlerinden bazýlarý hayatta deðil þu anda. Nazým Hikmet’e de bir sayý ayýrdýk, uzun uzun sohbet etme þansýmýz oldu. Öncü, örnek bir figürdü. Röportajlarýn Türkçeye çevrilmesini çok gerekli buluyorum. Edebiyat dergisi çýkarýrken ayný þekilde televizyonda da bir program yapýyorduk. Pazartesi televizyonunda yayýnlanýyordu. Nazým’ý orada aðýrladýk. Çok önemli bir aktris Nazým’ýn þiirlerini okudu. Ona adanmýþ olan ek yayýný aramaya koyuldum. Bir toplantýda benim için ödülleri vardý; Nazým’la yaptýðým söyleþinin yayýnýydý. Yayýný öptüm ve kalbimin üzerine koydum. Onun ýþýðý bana eþlik ediyor.” “Viva Venezuela” “Viva Chavez” Festival boyunca üzerindeki Che baskýlý tiþörtünü hiç çýkarmayan, her fýrsatta yumruðu havada “Viva Chavez”, “Viva Venezuela” diye slogan atan Enrique Hernandez D’Jesus’a þiir ve þair üzerine sorduðumuz sorularýmýza kestirme cevaplar verip, baþlýyor yaþanan deðiþim rüzgarýnýn yarattýðý Venezuela’yý anlatmaya. “Bizim devrimimiz kültür bazlýdýr. Cervantes’in eseri 10 milyon basýldý ve halka daðýtýldý. Þiir festivali biz de düzenliyoruz. Festivalimiz 80 þairle birlikte yapýlýyor. Bütün þehirleri þairlerle birlikte dolaþýyor, insanlara þiiri ulaþtýrýyoruz. Bizim petrolümüz fakir halklar için deðiþ tokuþ yöntemiyle kullanýlan bir araçtýr. Son yapýlan anayasa oylamasýnda burjuvazi ve Amerikan yönetimi Venezuela için olumsuz propaganda yayýyor. Bunlarýn birçoðu doðru deðil. Referanduma sadece zenginler karþý çýktý. Daha bilinçlenmemiz lazým, daha iyi organize olmamýz lazým. Geçiþ dönemindeyiz. Çoðu insan Chavez ve reformlardan yanaydý. Basýn çarpýtýyor. Yaþayanlara oturduklarý yerlerin topraðýný veriyor. Kooperatifler oluþturuyor. Çalýþsýnlar diye onlara para veriliyor. Temelde fikirlerde deðiþim yaratýldý. Halk parasýný yönetiyor.” Þiir ve devrim iliþkisi üzerine düþüncelerini anlat-

Enrique Hernandez D’Jesus

Bahar / Yaz ‘08

týðý oturumdan notlar: “Söz her zaman devrimdir. Bizi dünyanýn ve yaratýnýn iþbirlikçisine dönüþtüren ruha dokunmanýn ve hayalleri yaþamanýn bir þeklidir. Þair yaþam için gerekli ve faydalý bir varlýktýr. Þairin her ifadesi tutkuyla, acýyla, haberdar ediþle ve sadece þairin keþfettiði gizli ateþi elde etmek ve duyarlý kýlmak için gerekli olan deðiþikliklerle yüklüdür: Iþýk ve gölge, gizem ve güzellik, maske ve þeffaflýk, sessizlik ve hayret... Devrim þiirin ta kendisidir, tam bir özgürlüktür, boþ bir alandýr ve dilin gücüdür. Þair mimarinin yarattýðý, kapýlarý deðiþtiren ve nefreti sona erdiren düþüncelerin bir yaban müzesidir. Dipsiz uçurumlarýn ve belirsizliðin geometrisinde yürür, gökyüzünün dibindeki þarkýyla, kaçak bir sesle çýkarýr üzerindekileri, kaderdir ve hareketlerin karþýlaþmasýdýr, karanlýklarda soluk almaktýr ve her insanýn, doðanýn ve bilinmezlerin sýnýrlarýnda var olma için yaþama arzusudur.” Uruguaylý þair Rafael Courtoisie “Benim için büyük bir mutluluk ve onur, ayný zamanda büyük bir sorumluluk. Þiir ve devrim… Büyük bir sosyal yükümlülük içinde konuþtuðumuz devrim, bu sosyal bir olgudur. Hiçbir dil tek baþýna deðildir. Her dil birbirinden bir þey alarak büyür, geliþir. Dilin bu zenginliði eðer devrimcilik açýsýndan söylersek insanlarýn yaklaþmasý, dilin geliþimini saðlýyor. Tarih boyunca þiircilik bir devrim oldu. Çünkü hayatý deðiþtirdi, dili deðiþtirdi. Güney Amerika’da devrimci þiirin büyük önemi vardýr. Ýspanyol emperyalizmine karþý verilen mücadelede en büyük desteði þiirler verdi.” Þilili Sergio Badilla Castillo “Bir toplumun uyum içinde geliþmesi için kültüre çok deðer verilmelidir. Þili olarak diktatörlüðe karþý savaþ veren bir ulusuz. Þairler olarak daha fazla uyum içinde bir toplum yaratmak için uðraþtýk. Son yedi yýldýr diktatörlük olmasa da koþullar iyileþmiþ deðil. Tüketim toplumu olduðumuz sürece bundan acý çeken yine halk olacaktýr. Bu benim ülkemde süren durumdur. Kültür de ayný zamanda özelleþtirilmektedir, halktan soyutlanmýþtýr. Saðlýk hizmeti özeldir. Tüketim toplumunun sonuçlarý bunlar. Özgürüz ama çoðumuz açýz. Bu yüzden de farklý bir ülkede belediye baþkanýnýn bizi buraya getirmesine çok mutluyum.” “Her ikisi de (Nazým Hikmet ve Pablo Neruda için söylüyor -bn) köklerine ait dilin gerektirdikleriyle evrensel simgelerin estetiðini harmanladýklarý bir zeminde, verimli bir içselleþtirme yoluyla renklendirdikleri eserlerini meydana getirmiþlerdir. Yerel karþýlýklarýyla sýkça kullanýlsalar da kelimeler þiirselliklerini korurlar ya da günlük hayata aittirler, çünkü kirletilmemiþ bir anlayýþýn kývrýmlarýyla baðlantý içindedirler. “Tuhaf olsa da, Hikmet ve Neruda’nýn ulaþmýþ ol-

97


duðu gibi böylesine büyük itibar gören bir þiir türüyle karþýlaþmak son derece zordur. O yüzden her iki þairin eserlerini birbirine baðlayan bazý belirgin unsurlarýn varlýðý göze çarpar. Bunlar içtenliði ve ifade becerisini yansýtan konularýn ve dilin bir arada varoluþu gibi, çaðdaþlýk olgusunu da içermektedir. Tarihin dönüm noktalarý ve yazýn dýþý geleneðin bilinmeyen baðlarý da bunlarda ortaya konmuþtur. Tüm bu unsurlarýn birleþmesi, her iki þairin lirik tarzda ele aldýðý konularýn içsel gerçeklik temeli ile evrenin belirgin ihtiþamý arasýnda hareket etmesine yol açar.” Toplumcu Þiirimiz “Toplumcu Þiirimiz” üzerine yapýlan oturumda Kemal Özer ve Ruhan Mavruk’un yaptýðý konuþmalardan aldýðýmýz notlarý sunacak olursak... Kemal Özer Latin Amerika þiirine dair gözlemlerini sunarak baþladý konuþmasýna. “Latin Amerika þiirine dair ilk gözlem, yaþama iliþkin birçok þeyin taþýyýcýsý olmasý. Bir çok þeyin çözümü þiirle yapýlýyor. Siyasal eylemin içinde yer almýþ ozanlar yetiþtirmiþtir. Dinamizminin tek boyutlu kalmamasý… Yaþamýn her alanýyla ilgilenmeye açýk bir þiir. Arayýþýnýn sýnýrlarý maddi olanýn dýþýna da taþabiliyor. Ateþli bir söylem ve lirizm… Ritmini nabýz atýþýndan alan bir þiir… Ülkemiz þiirinin ana damarý olan yaþamlarý deðil, varolaný deðiþtirmeyi hedefleyen insanlýðýn geçtiði yolu, öðreticiliðiyle bizim þiirimizi de etkilemiþtir. Heyecan öðesi bizim þiirimize de derinlik katmýþtýr.” Latin þiiri üzerine yaptýðý bu kýsa deðerlendirmenin ardýndan kendini ve kendi þiirini anlattý: “Toplumcu þiirin içinde bulunduðumu düþünüyorum. Son yýllarda yazýlan þiirin hayata dair olup olmadýðý. 70’li yýllarda toplumcu þiire yöneltilen eleþtiri “dünyada artýk böyle þiir yazýlmýyor” itirazýdýr. Bir ozan tasarýmýdýr þiirde ve þiirden önce gelir. Her þiirin kendine göre bir tasarýmý var. Kendisine örnek aldýðý tarz, kimlik, kiþilik demek. Bizdeki toplumcu þiirin ozan tasarýmý Yunus Emre’den baþlýyor, Pirsultan’dan geçiyor, Dadaloðlu, Teyfik Fikret ve Nazým Hikmet’te ulaþýyor. Bu gelenek bize Nazým Hikmet’le kazandýrýldý. Nazým bu geleneði bilimsel bir temele oturtmuþtur.” Gereksinim kavramý üzerine duran Kemal Özer; “Nazým’ýn mektuplarýnda, yazýlarýnda var, insanlarýmýz bizleri hayatlarýnýn her aþamasýnda bulabilmeli. Yaþamýn her döneminde insanlarýn gereksinimi olanlarý yazmalý þair. 60’dan sonraki toplumcu þiirin yeni bir aþamaya girdiðini görüyoruz. Ben bu aþamayý þiirin toplumsallaþmasý olarak adlandýrýyorum. Neden toplumsallaþýyor þiir? Toplumun ihtiyaçlarýný karþýlamak için. 70’li yýllarda en önemli fýrsatý yakaladý. Toplumsallaþma olanaðýný yakaladý. Dönem bütün bir þairler kuþaðýný etkisi altýna aldý. Bu toplumsallaþmayý gereksinime

baðlýyorum. 80’li yýllara geldiðimizde ise, sadece siyasal konularý ele almaya dönüþtü. Militan öznenin þiirini yazdýlar. Bireyin ihmal edildiði, sadece siyasal olaylarýn yer aldýðý bu eleþtiriyi gündeme getiriyor. Ona kaynaklýk eden insanlarý da yazmalý. 12 Eylül yeniden siyasal geliþmenin önünü kesmek için, yeniden bir darbeye ihtiyaç duymamak için yapýlmýþtý.” Bu oturumdan bir gün önce þiir okumak için kürsüye çýkan Ruhan Mavruk salonu dolduran yüzlerce insanýn yüreðine seslenerek, “Ben ansýzýn çýkageldim. Yaðmurlar ansýzýn gelir çünkü, ama yalnýz gelmezler. Ben de yalnýz gelmedim. Gürül gürül alanlardan, F Tipi hapishanelerden selam getirdim. Aç çocuklarýný nasýl doyuracaðýný düþünen annelerin, babalarýn çýðlýðýný getirdim. F Tipi zindanlarýndaki tutsaklarla kucaklaþtým, mektuplaþtým. Diyorlar ki, halkýmýza selamýmýz var unutmasýnlar bizi. Ve burada kendi söz hakkýmý gönüllü olarak þu anda F tipi zindanýnda bulunan Serpil Cabadan’a býrakýyorum. Onun yazdýðý þiir tadýndaki “Zindan Türkü Söylüyor”ü paylaþmak istiyorum sizlerle.” Ruhan’ýn yüreði, Serpil’in yüreði, Latin þairlerin yüreði, dinleyenlerin yüreði o anda birleþmiþti tek bir noktada, duvarlarýn ardýndakiler için kucaklaþmýþtý. Pablo Armando Fernandez’in “Hapisteki Genç Bir Özgürlük Savaþçýsýna” adlý þiirinden bir bölümle bu yazýya burada son verelim. Bir daha ki 21 Mart Newroz’da ve “Dünya Þiir Günü”nde buluþmak dileðiyle…

98

Biliyorsun zaten, biliyorsun ne istemediðini. Bakandan, bölge savcýsýndan ve papazdan kendin için özgürlük istemiyorsun bankerlerden, sanayicilerden ve toprak sahiplerinden; Seni gün be gün meclise, generallere, harp akademisine menkul kýymetler borsasýna yaklaþtýracak bir özgürlük istemiyorsun öyle bir güce karnýn tok. Dalkavukluða, pohpohlanmaya boyun eðmeye hevesin yok. Adýnla basýnda resmigeçit yapýlýrken kahraman, haydut, aziz ve deli serüvenci, mürit ve daha baþka birçok kimlikle olmayý istemediðin ve olmadýðýn, biliyorsun gerçekten kendi nedeninle ve kendin için seni kendine neyin getirdiðini ve bu dört duvarýn arasýna þimdi korkusuzca direndiðin Önemli olan da bu.

Bahar / Yaz ‘08


Bu Bizim Öykümüz Allah kahretsin yine mi kız? İşte bu cümleyle açtım gözlerimi “Neden herkes mutsuz Niye ağlıyorsun anne? Ben geldim, bak kızın İstenilmeyen, sevilmeyen beben Sade kadınlığın…” Sen karışma dediler, sonra çok konuşma Kızlar çok gülmemeliydi Dışarı çıkmak, birileriyle konuşmaksa çok tehlikeli Herkesten her şeyden korumalıydık kendimizi Günah, ayıp, yasak düştü ardımıza Sevgiden, aşktan hep korkutulduk Ölümüne sevdiğimizde oldu, uğruna öldüğümüzde Yaşamak istedim, öldüm Hayallerimi yaşamak istedim, öldüm Gün geldi kurşunlandım, gün geldi taşlandım En sevdiklerim elleriyle kıydı bana Yeri geldi çeyiz sandığım oldu tabutum Yeri geldi kendim oldum celladım Oysa ben de isterdim yaşamayı Dilediğimce, istediğimce, sevdiğimle Tarlada çalıştık Fındık, tütün, pamuk topladık Süt sağdık, bebelerimize baktık Analık ettik bazen beşine onuna Bazen analık ettik tüm insanlığa Yaratan ve doğurandık biz Kilimde dokuduk kumaşta Makineler arasında ömrü geçende oldu Fabrikalarda yanarak ölende İş bitti demedik evde de Yemekte yaptık yoksulluğumuzun yanına Katıkta ettik acıyı Her gün yeniden ürettik yaşamı Yeniden yemek Yeniden temizlik Yeniden çocuklar Yeniden yatak Yeniden dayak

Bahar / Yaz ‘08

99

2 Mart’ta İkitellide düzenlenen “Bu Bizim Öykümüz” adlı gecede Slayt Eşliğinde okunan Şiirdir.


Kaldırın Engelleri Özgür Gün Gün doğmadan Derin uykulardan Uyanırken erkenden Kavuşur güne Minik yürekler Yüreklerde bir fırtına Yüreklerde bir heyecan Günlerden 24 Nisan Buluşurlar Gürçeşme’de Gürçeşme’de okulun önünde Gürül gürül akacak bir ırmak Birazdan Konak Alanı’na taşacak Binlerce yürek dolusu Coşku ve umut dolu Sevinç yüklü bulutlar gibi Binerlerken araçlara Duyarsız ve duygusuz Beton ve taştan duvarlar Okulun duvarları bile Yankılanıp ses verirken Bu yaşama sevincine Binlerce kez yabancı Taştan, betondan duyarsız Büyükler, müdürler, öğretmenler Sağır, dilsiz ve kördürler Umudumuz, geleceğimizsiniz dediler Gelecek sizsiziniz dediler Dediler, dediler ve yine dediler Donmuş yürekleri Körelmiş bilinçleriyle Övündüler her 23 Nisan’da Ama dinlenmedi çocuklar, işitilmediler İşitilmediler bir kez bile Okunmadılar gerçekten İzlenmediler yürekten Oysa söylediler onlar

Kendi türkülerinde “Haydi, haydi, haydi Kaldırın engelleri” Dilendirdiler isteklerini Olabildiğince açık ve belirgin Dilekçeleriyle istemlerini Ulaştırmak istediler yetkinlere İmza bile atmasa da Bazı büyükler ve müdürler Ve öğretmenler Kararlıydı minik yürekler Daha fazla vurdular trampetlere Dinlemeseler de onları Gümlettiler güm de güm Küçümseler de onları İstemleriyle büyüktüler Vurdular ve de vurdular Yorulmaksızın minik bilekler Ders verdiler tüm büyüklere Bir 23 Nisan gününde Değişen yoktu onlar için Söyleyenler dışında Aynıydı söylenenler “Büyükleriydi Yarının” Ve yarındı 24 Nisan Ve paralıydı yaşamda her şey Bu paragöz düzende Onlar bilse de bilmese de Umuduydu düzenin onlar Ucuz işgücü pazarında Hem müşteriydiler çocuk bedenleriyle Hem de bu günlerden yarınlara Köleleriydiler Ücretli ya da ücretsiz Köleleriydiler Sömürgenlerin Asalak kapitalistlerin

100

Patron, işveren denilenlerin Sözcülerinden Başbakan Yetmez diyordu yetmez “En az üç çocuk olmalı” Satın alıp satarken geleceği Küresel sermaye için daha daha çok çocuk Daha fazla sömürü Daha ucuz iş gücü İstiyordu canavarların En gerçeği kimin geleceğidir onlar? Tüm işçi ve emekçilerin Geleceğidir onlar Yürürler bugünden yarınlara Sevgi umut yüklü kervan Tomurcuk tomurcuk karanfiller Filizlenir beyinlerinde artık Atık yoğurt kapları Boyunlarında minik davullar Haydi haydi haydi Kaldırın engelleri Ulaşmak istiyoruz Ekine ve sanata İstiyoruz ulaşmak Sanat ve ekine Parasız ulaşım Biz çocukların hakkı Haydi haydi haydi Kaldırın engelleri Yarının büyükleri Ulaşır denize Gemileri izleyip Dinlerler dalgaları Şimdi de sırada oyun zamanı Cıvıl cıvıl Konak Meydanı Kuşlar ve çocuklarıyla Duyumsar yarınları.

Bahar / Yaz ‘08


Dünyayı değiştirmek için yola çıktılar... Yakıldılar, çarmıha gerildiler kurşuna dizildiler... giyotin... elektrikli sandalye... darağacı düştü paylarına... 18 Haziran tarihine kadar sürecek olan sergimize tüm dostlarımızı bekliyoruz... Ayışığı Sanat Merkezi Sergi Salonu-Taksim

28 Haziran Cumartesi günü Gazi Ayışığı Sanat Merkezi’nin Tutsaklarla Dayanışma amacıyla düzenlediği Zindan Türkü Söylüyor etkinliğine tüm dostları bekliyoruz.

Bahar / Yaz ‘08

101


İzmir Ayışığı Sanat Merkezi’nde düzenlenen “Filistin İçin Ben de Birşeyler Söylemek İstiyorum” adlı etkinlikten Ezilen ülkenin güçlü insanlarý, sizin halkýnýz sonuna kadar desteklenecektir. Zalimlere, hainlere, adilere ve hatta þerefsizlere karþý uðrunda ölümde olsa zaferi kazanacaðýz. Ümidiniz hiç bitmesin. “SAVRA SAVRA HATTA NASR!”. BÝZ KAZANACAÐIZ. MURAT Ölümün ölümsüzlük olduðu yer Filistin, savaþarak ölmeyi yüreklerinde yer eden, özgürlük mücadelesini, özgürleþmenin ölümden geçtiðini bilip benimseyen insanlar. Size yüce bir saygýmýz var. Sevgiyle anýyoruz, anýlarýnýzý saygýyla dinliyoruz. MÜCADELENÝZ MÜCADELEMÝZDÝR… SAVRA SAVRA HATTA NASR! Gamze- Harun Bir Arap olarak þu güne deðin faþizmin ancak silah zoruyla yýkýlacaðýný yüreðimde daha da hissettim. Filistin halkýnýn mücadelesi insanlýk için çok büyük bir örnektir. Tüm teknolojiye, politik güce raðmen eðer Filistin halký mücadeleye devam ediyorsa tüm tatlý su balýklarýna lanet olsun. Ulusumun özgürleþtiðini gördüðüm günde, sosyalizmin insanlýðýn kurtuluþunu saðladýðý günlerde yaþamak umuduyla… KAPÝTALÝZM ÖLDÜRÜR KAPÝTALÝZMÝ ÖLDÜRÜN! Bir Leninist

“Diz çökerek yaþamaktansa ayakta ölmek yeðdir” diyen bir halkýn önünde hangi güç olursa olsun tarihin sarý yapraklarýnda yerini almaya mahkumdur… Ne büyük onurdur mücadeleniz. Mücadele eden, tanklara taþ atan, sapanlarla oyun oynamak yerine savaþa giden o küçücük yoldaþlara selam olsun, her sabah kavgaya uyanan deðil geceli gündüzlü her anýný kavgada yaþayan yoldaþlara selam olsun… “Tarihin hükmü yakýndýr” MÜCADELENÝZ MÜCADELEMÝZDÝR SAVRA SAVRA HATTA NASR. Ýzmir’den bir yoldaþ Filistin; önceleri adýný duyduðumuzda içimizin cýz ettiði, biraz daha ilgilendiðimizde üzüldüðümüz, tanýmaya baþladýktan sonra bir þeyler yapmamýz gerekiyor dediðimiz ama tanýdýktan sonra mücadelesini sahiplendiðimiz, adýna türküler yakýlmýþ bir ülkedir. Filistin özgürleþmeden, Kürdistan özgürleþmeden, iþçi ve emekçiler özgürleþmeden dünya özgürleþemez. Ne mutlu ki Filistin çocuklarýna… Onlar o minicik yürekleriyle kocaman bir savaþ yürütürken biz hala bunun gerekliliðini kavrayamýyor kavratamýyoruz. Filistin halkýndan öðreneceðimiz çok þey var. Filistin için hepimizin çok þey söylemesinin deðil de çok þey yapmasýnýn vaktidir. Mücadeleniz ýþýk tutuyor bizlere, iyi ki varsýnýz… SÝZÝNLEYÝZ HER DAÝM. EKA’LI BÝR DEVRÝMCÝ Filistin! Ýlk duyduðumda pek önemsiz bir ülke olduðunu düþünmüþtüm. Çünkü birçok önemsiz ülke var dünyada! Fakat bu ülkenin insanlarý açtý, yoksuldu, gelirleri yoktu. Bu onlara acýma duygusu yarattý ben de. Ama iyice öðrendiðimde bu ülke acýnacak insanlarla dolu deðil! Bu ülke örnek alýnacak insanlarla, onurlu insanlarla dolu. Çünkü bu ülkenin insanlarý boyun eðmiyor emperyalizme. Bu ülkenin insanlarý aç ama “susarsan ekmek veririm” diyene “tamam” demiyor… “Asla” diyerek haykýrýyor. Ýþte bu yüzden onlarýn yanýndayým, yüreðim yettiðince. VELÝ Neydi ölüm? Bedenin toprakta tutsak edilmesi mi? Düþüncelerin, yaþamlarýn ve mutluluklarýn tutsak edildiði yaþam neydi? Filistin’de bu ince çizgi özgürlük intifadasýnda her gün yaþanýyor ve bizler her gün daha fazla özgürleþmek için bedenimizi topraða versek de mücadelemiz yaþamaya ve tutsaklýðý yýkmaya devam ediyor. Resul Bir enternasyonalist olarak kendimi daha çok Filistinli hissediyorum. Böyle hissetmemin yüzlerce nedeni var. Baþta her Filistinli vurulduðunda ben vuruluyorum. Her Siyonizm karþýtý eylemde tekrar yaþama dönüyorum. Þunu da çok iyi biliyorum ki bu

102

Bahar / Yaz ‘08


davada yalnýz deðilim. Ne mutlu enternasyonalist ve Filistinli olduðum için yoldaþ. Tansu Ben Filistin doðumluyum. Ýþgalciler tarafýndan yapýlan bütün zorluklara raðmen Filistinli olduðum için çok mutluyum. Çünkü bu zorluklar ve acýlar insanlara mazlumlarýn yanýnda özgürlüðün ne demek olduðunu öðretti. Biz hiç rahatýn anlamýný bilmiyoruz. Biz iþgalcilerin tanklarýnýn gölgesinde büyüdük. Onlar bizi davamýzdan vazgeçirmek istediler fakat bunu baþaramadýlar ve baþaramayacaklar. FÝLÝSTÝNLÝ BÝR MÜLTECÝ Yaþananlarý görmek için Filistin’i görmek lazým. Filistin’i görmek için savaþmak lazým. Filistin halkýnýn mücadelesi mücadelemizdir. Yalnýz deðilsiniz dostlarým yalnýz deðil. Halklarýn kurtuluþu yakýnda… Kavgamýz devam edecek zafere kadar. Dünyalý Komünist. Ezilen bir halkýn insaný olarak Filistin halkýnýn yanýndayým. Rabia Ezilen, sömürülen ve zulme uðrayan ey halk… Ne denli acý ne denli zor olduðunu kendimden biliyorum. Biz Kürt halký siz Filistin halký gibi ezildik, sömürüldük, zulme uðradýk. Yerimizden, yurdumuzdan etmek istediler ama yýlmadýk, yýkýlmadýk, yýkýlmayacaðýz da… Kanýmýzýn son damlasýna kadar savaþacaðýz ve kazanacaðýz. Siz Filistin halký da öyle… Bizler yalnýz deðiliz olmayacaðýz da. Yüreði devrim ateþiyle yanan tüm devrimciler bizimle… Er geç hakkýmýzý, ulusumuzu alacaðýz. Bütün dünya devrimle sosyalistleþecek. Biz siziz siz bizsiniz. Biz sizin için varýz siz bizim için. Hepimizin yüreði sizinle… Yine görüþürüz dostlarým, yoldaþlarým, yine görüþürüz. Beraber güneþe güler, beraber savaþýrýz. Kürdistan’tan ÇEKDAR Filistin emekçi halkýna selam olsun. Sosyalizm ve devrim mücadelesi Kürt-Türk halklarý, dünya emekçi halklarý her zaman Filistin halkýnýn yanýndadýr. Sosyalizm uðrunda devrim mücadelenizi destekliyoruz. SAVAÞAN HALKLAR KAZANACAK. Cemil Filistin halkýna selamlar; Duyarlý, emekçi, eðitimci olarak aydýnlýklar sizin olsun der, savaþýnýzda baþarýlar diler, mücadelenizde küçük de olsa bu yazýmla büyük kalbimin ezilen halkýn yanýnda olduðunu haykýrýr “ Mücadeleniz Mücadelemizdir” derim. SAVRA SAVRA HATTA NASR Necla Türkiye’den Filistin’e selam… Filistin deyince akla nidal gelir, savaþ gelir. Filistin deyince akla açlýkla yaþadýklarý gelir, susuz yaþadýklarý gelir, zulüm

Bahar / Yaz ‘08

altýnda yaþadýklarý gelir. 7’den 70’e tüm Filistin ayaktadýr, Ýsrail’i ve düþmaný yýkmak için. Filistinliler Filistin için savaþýyorlar. Tarih nasýl unutursun çocuklarýmýzý, yani Filistin halkýný. Vücudumuzda tek damla kan kalana kadar ruhumuz Filistin halkýnýn yanýnda. Filistin’de zulmün biteceði günlerde gelecek. DENÝZ… Ben bilirim Filistin’deki çocuklarýn neye aðladýðýný, neye güldüðünü. Ben bilirim Filistin gençlerinin neye umut beslediklerini ne için öldüklerini. Ben bilirim Filistin analarýnýn neden öyle baktýklarýný, nasýl ve neye aðýt yaktýklarýný. Ben bilirim Filistin babalarýnýn nasýl da korkmadan, hýnçla elinde hiçbir þey olmadan ve Ýsrail askerinin tam donanýmlý olmasýna raðmen nasýl da yakasýna yapýþtýðýný. Ben bilirim, Filistin çocuklarýnýn aðlamasý ülkesinde olan bitene deðil biraz daha büyüyüp onlarýn karþýsýna çýkamadýðýndandýr. Gülmesi de o küçük ellerine raðmen taþlarýnýn olmasý, taþlardýr onu mutlu eden. Filistin gençlerinin umududur özgürlük, uðrunda öldükleri de odur, bu yüzden daha da ateþlidir yürekleri. Yürekleri çok büyüktür onlarýn çünkü hem umudu hem de özgürlük ateþi vardýr da ondan. Filistin analarýnýn bakýþlarý, yapýlan bu iðrençliklere ve bu iðrençliklerin yüzlerinde býraktýðý izlerdir. Aðýtlarý da lanettir düþmana, sonra özgürlük türküsü olur Filistin halkýnýn dilinde. Filistin babalarý artýk tüketmiþtir bütün korkularýný. Yaþadýklarýnýn acýsýný nefrete dönüþtürüp akýtýr gençliðe. Dur demez oðluna-kýzýna, gitme demez. Çünkü biliyor yoksa onlar gelecek ve geliyorlar da. 7’den 70’e bir bütün bir beden olmuþ bir halk. Ben bilirim bütün bunlarý. Çünkü ben KÜRDÝSTAN’lýyým. Çünkü ben kendi topraklarýmýzda olduðumuz halde üzerinde katledilen, sürülmeye çalýþýlan, açlýða, ucuz iþ gücüne mecbur býrakýlan, sorgusuz sualsiz yok edilen, analarý üst üste yýðýlýp dövülen, zevk için kameralar önünde kolu kýrýlan çocuklar, çocuk, genç yaþlý demeden acýmasýzca imhaya ve inkara uðrayan bir halk kýzýyým. KÜRDÝSTAN’lýyým ben anlýyorum. Ama ben biliyorum ki bunlarý sadece anlamak yetmez. Bu halklarýn bu hale gelmesine acýmasýzca yok edilmesine sebep olan nedenlerin ortadan kalkmasý gerektiðini de biliyorum. Ve nasýl ortadan kalkacaðýný da biliyorum. Bunun için savaþýyorum. Sadece Filistin ve Kürdistan halký için deðil. Ben Afrika’daki, Asya’daki ve tüm bu dünyadaki ezilen, sömürülen insanlarý da biliyorum ve onlarýn acýlarýný da yüreðimde hissediyorum. Bende ki bu yürek, bu bilinç, bu nefretle nasýl adým atacaðýmý da biliyorum. Çünkü ben sadece Kürdistan’lý deðil bir Komünist’im. Ve her zaman özgürlük için halklarýn yanýnda olan ve onlarla birlikte savaþaným. Bir Leninist…

103



“Halkın Denizi Denizleşen Halkla” Denizler İçin Bende Bir şey Söylemek İstiyorum İzmir Ayışığı Sanat Merkezi’nde düzenlenen etkinlikten Onlar devrim yolunda gözlerini bile kýrpmadan, son dakikalarýnda bile tebessümle gittilerse bizim adýmýzýn DENÝZ olmasý da boþuna deðil!!! Deniz Çaðlar (12 Yaşında) Deniz deyince aklýma devrim, güzel bir hayat, eþit bir yaþam geliyor. Ali Onurcan (12 Yaşında) Darağacındaki Fidanlar Ben 45 yaþýnda emekli bir öðretmenim. Yýllarca bu fidanlar hakkýnda okuduk, 1 Mayýs, 6 Mayýsla ilgili mitingler yaptýk. Ama bu yýl mezar baþýnda yapýlan anma kadar hiçbiri beni bu kadar etkilememiþti. Bu yýl mezarlarýný gezmek kýsmet oldu. Þunu anladým ve etkilendim: onlar sadece bedenleriyle yok olmuþlardý. Duygularý, kararlý düþünceleri, þimdiki gençlere örnek olduðunu gördüm ve gururlandým. Hüseyin Ýnan’ýn 80 yaþýndaki babasý, oðlunun mezarýnýn baþýnda dimdik, onurlu ve gururlu duruyordu. Bu da beni duygusal olarak çok etkiledi. Ýnanýyorum ki, gün geçtikçe onlarýn düþüncelerindeki kararlýlýk, yüreklilik þimdiki ve daha sonraki gençlere ýþýk tutacak. Gençlerimize baþarýlar ve sevgilerle… Onlara güveniyor ve inanýyorum. Yasemin ANA Deniz, Yusuf, Hüseyin onlar bize neleri neleri göstermediler ki… Yeri geldi zalimin zulmüne baþkaldýrdýlar, iþçinin emekçinin yanýnda oldular. Bu topraklarý, bu insanlarý, bu aðaçlarý, bu çiçekleri, uðruna ölünecek kadar çok sevdiler. Onlardan bizlere kalan o kadar çok þey var ki… Onlar inanmýþlardý, sevmiþlerdi, istemiþlerdi, direnmiþlerdi. Devrim onlar için o kadar yakýndý ki. Bizlerden istedikleri tek þey olabilir bence: ensesine kadar yaklaþtýklarý, uðru-

Bahar / Yaz ‘08

na katledildikleri hedefi gerçekleþtirmek. Hem de bir an önce… Orçun Ýnsanlar doðar, büyür, ölürmüþ derler. Ne diyeyim ki buna. Bir bitki olmak isteyen insancýklarýn hayatý böyledir herhalde. Ben Deniz’i görmedim. Ama Deniz’in boþa öldüðünü söyleyen, onun iyi biri olduðunu söyleyen pek çok insan vardý. Ýnsanlarýn hayatlarýnda üç yerine beþ ekmek kavgasý olmamalý bence. Gelecekten emin olmalýyýz. Kapitalizm öldürür kapitalizmi öldürün! DÖB’lü Bir Öğrenci Faþizmin ve emperyalizmin altýnda ezilen bir ülke ne kadar demokratik olabilirse Türkiye’de o kadar demokratiktir. Adnan Menderes Türkiye’yi “küçük Amerika yapacaðým” demiþti ve nitekim Kore’ye asker göndererek ve Türkiye’yi hiç alakasý olmayan bir savaþa sokarak, ülkeyi liberalizmin altýnda ezdirmeye ne kadar niyetli olduðunu göstermiþti. Artan öðrenci hareketiyle birlikte Demirel hükümeti de ayný misyonu üstlenince bu ülkenin gerçek sevenleri ortaya çýktý: Deniz, Mahir, Hüseyin, Ulaþ ve daha niceleri… Onlar kahramandý, iþçilerin, köylülerin ve ezilmiþlerin yanýndaydýlar ve asla unutulmayacaklar. ÇÜNKÜ ÝYÝLER Hep Kazanır! Gökhan Deniz, Hüseyin, Yusuf aklýma gelince nasýl onurlu bir yaþam süreceðimiz geliyor. Onlar bu kapitalist sistemde her gün onursuzca ölmektense bir kez onurluca ölmeyi tercih ettiler. Onlar bizlere insan olduðumuzu bir kez daha hatýrlattýlar. Seninleyiz Deniz, Yusuf, Hüseyin. Sizlerin yolundayýz, sizlerin býraktýðý yolu onurluca tamamlayacaðýz. DÖB’lü bir öðrenci

105


Herkesin her þey için çok þey söylediði ama çoðunluðun bir þeyleri yapmaya giriþmediði bir dönemde Deniz, Yusuf, Hüseyin’in adlarýný o kadar çok duyuyoruz ki. Bize düþen, onlarýn gerçek yoldaþlarý olarak, bize býraktýklarý devrim mücadelesini, kavgayý gittiðimiz her yere bilincimizde, yüreðimizde taþýmaktýr. “Deniz olunmalý” þiarýyla yol alýp “Deniz”leþmeli ve onlarýn açtýðý yolda emin adýmlarla mücadeleyi yükseltmeliyiz. Herkesin her þekilde yaþadýðý bir dünyada onlarýn bize gösterdiði asýl þeyi hiçbir þekilde unutmamalýyýz: “biz diz çökerek, aþaðýlýk bir insan olarak mý öleceðiz ya da baþý dik onurluca mý öleceðiz?”. Bizim yapacaðýmýz “nasýl yaþamalý”dan çok nasýl ölmek istediðimiz sorusuna net bir cevap vermektir. “Denizleri Anlamak Denizler Gibi Savaşmaktır.” EKA’lı Bir Devrimci

Denizler için söylemek istediðim þey çok ama nasýl yazýya dökecem onu bilmiyorum. Hani insan doðuþtan itibaren bilerek ya da bilmeyerek çevresinden gördükleriyle bir þeyler öðrenir ya iþte Denizleri de öyle öðrendim. Onlarý küçükken de tanýyordum ve iyi insanlar, yiðit, kahraman, devrimci olduklarýný da biliyordum. Onlarýn neden mücadele ettiklerini, ne için mücadele ettiklerini ve neden idam edildiklerini hiç sorgulamadým. Çünkü biliyordum nedenlerini. Ben babama ilk sorduðumda ya da herhangi biri onlardan bahsettiðinde hep baþta þu sözcük geçerdi: “halkýn savaþçýlarý”. Bu sözcük yetiyordu onlarý neden sevdiðimi ve yaptýklarý þeyleri neden sorgulamadýðýmý. Denizler mücadele ediyorlardý. Çünkü halkýn, iþçi ve emekçilerin, ezilen uluslarýn bu þekilde baský ve sömürü altýnda yaþamalarýný istemiyorlardý. Ne için mücadele ettikleriyse iþçi ve emekçilerin, ezilen uluslarýn özgür, demokratik, sosyalist bir sistemde yaþamalarýný istiyorlardý. Ve bunlarý istemelerinin burjuvazinin sonu olduðundan idam edildiklerini biliyorum. Ve ben hiçbir zaman Denizler için üzülmedim, diðer insanlar gibi. Onlar suçsuzdu neden asýldýlar, diye her gün bas bas baðýran, denizleri asanlar yargýlansýn, diyen insanlar gibi düþünmedim hiç. Burjuva sýnýf durduðu konumdan doðru hareket etti. Denizler burjuvaziye göre suçluydu. Ama bir konuda yanýldý burjuvazi, Denizleri asarak yükselen devrimci hareketi bastýracaðýný zannetti. Denizler idam sehpasýnda cellatlarýn suratlarýna sözlerini haykýrýrken elindeki kýzýl bayraðý geride kalan yoldaþlarý Leninistlere býraktýlar. Ve Leninistler denizlerin býraktýðý proletaryanýn bayraðýný en yükseklerde dalgalandýrmaya devam ediyor. DİK’li Bir İşçi

106

Bahar / Yaz ‘08


14-15 Mayýs 2008’de EGE Üniversitesi Canan Kulaksız Alternatif Şenliği’nde Ayışığı Sanat Merkezi’nin Açtığı Stantta Toplanmıştır. “Ýdam edileceklerini bile bile davalarýndan dönmeyen üç fidan… Sizler bizim daima önderimiz olacaksýnýz. Meþaleyi yakan sizler taþýyacak olan bizleriz.” Demirkeþ “Denizleri; yaþamlarýný hiçbir çýkar gözetmeksizin halklarýn mücadelesine adamýþ, mücadeleci, Marksizm-Leninizm’i benimsemiþ ve idam sehpasýna verdikleri mücadeleden dolayý götürülen yoldaþlarýmýz olarak saygýyla anýyoruz.” Sezer “Ýdealleriniz ideallerimiz, mücadeleniz mücadelemizdir. Görevimiz býraktýðýnýz bayraðý daha ileriye taþýmaktýr” Devrimci bir öðrenci “Devrim ve sosyalizm için, parlak bir geleceðe sahip olmalarýna raðmen bencil düþünmeyip halklarýn mücadele birliði ve devrimci mücadele için canlarýna feda eden yoldaþlara selam olsun. Onlar devrimci olmayý tercih ettiler. Umudun askeri olmayý, devrimin askeri olmayý tercih ettiler. Devrim ve sosyalizmle ancak halklarýn kardeþliðinin ve eþitliðinin saðlanacaðýný gördüler. Selam ji wera þoreþgeran… wana gotýn edi bese, edi bese bona þere, bona zulimana… bona hotýne sosyalizme wana cana xwe da… selam ji wera þoreþgere heja…” Devrimci bir öðrenci “Halkýn denizi denizleþen halkla yürüyor iktidara. Ne mutlu bize ki “Deniz”lerimiz var.” Genç bir yoldaþ “Türk ve Kürt halklarýnýn birlikte mücadelesine inanan, mutlak baðýmsýzlýktan yana, emperyalizmin körelmiþ kurallarýný eleþtiren üç fidana saygýlarla…” Devrimci bir emekçi “Deniz Gezmiþ biz gençler için iyi bir örnek olmuþ ve olacaktýr. Biz de Deniz Gezmiþ ve arkadaþlarýnýn yolunda olmaya çalýþacaðýz. Denizlerin dalgasý olacaðýz.” Hasan “Denizleri anmak; denizler gibi olmak, onlarýn savaþçý ruhlarýný açýða çýkarmak ve onlar gibi savaþmaktýr. Çünkü denizler yalnýz Türkiye ve Kürdistan devrimini deðil ayný zamanda enternasyonalist devrim bakýþ açýsýyla, Marksist-Leninist bir bakýþ açýsýyla iþçi sýnýfýnýn öncülüðünde iktidarý hedef olarak önüne koymuþtur. Onlar ayný zamanda kapitalizmi zor yoluyla yýkmak ve sýnýfsýz sömürüsüz bir dünya yaratmak için yola koyuldular. Onlar daraðacýna giderken “Yaþasýn Marksizmin-Leninizmin yüce ideolojisi” þiarýyla ölümsüzleþtiler. Onun için Denizleri anmak onlar gibi savaþmaktýr.” Deniz…

Bahar / Yaz ‘08

“Ýnsan, insan olduðunun farkýna varýnca düþünmeye baþlar. Bazý kesimler buna en baþtan beri karþý çýkarlar. Ama bilmezler ki düþünceler baskýlarla yükselir. Yýlmamanýn baþarýyý getirdiðini geçmiþten görüyoruz ( Denizler, Ýbrahimler…). Baskýlar asla yýldýramaz. Ýnsan düþündüðü sürece özgür olur ve kim ne derse desin insan olan düþünür ve gericiliðe boyun eðmez. Biz verdiðimiz neferleri ölmüþ saymýyoruz çünkü onlar ölmüþ olsalardý bizler þimdi onlarýn yanýnda ve onlarýn yolunda olmazdýk. Devrim yýlmaz, mücadele bitmez, binlerce nefer ölmez, biz geri dönmeyiz.” Doðan “Denizler, Mahirler, Ýnan’lar, yürüttüðünüz mücadelede verdiðiniz bedellerle arkanýzda büyük deðerler býraktýnýz. Hepimiz bu mücadeleyi býraktýðýnýz yerden özgürleþinceye kadar devam ettireceðiz sözünü veriyoruz. Sizler ölmediniz mücadelemizde yaþýyorsunuz.” Olgun “Daima yolunuzdayýz ve savaþacaðýz.” Sevda “Türkiye devrimci hareketi açýsýndan önemli bir kopuþ noktasý yarattýlar. “Söylediðini yapan, yaptýðýný söyleyen” bir gelenek yarattýlar. Bugün hala izlerinden gidip “kýrýntýlarla yaþamaktansa ayakta ölmek yeðdir!” diyerek kimsenin baþka birini ezmediði bir dünya yaratmak için devrim yoluna çýkanlar var. Örgütlü devrimcilerdi, devrim için öldüler. Yaptýklarýndan ders çýkarýp ýþýk tutmaya devam edeceðiz.” Eylem “Devrime giden yollar daraðaçlarýndan, kurþunlardan ve iþkence odalarýndan geçer. Sen gerekeni yaptýn ve Türkiye devrime bir adým daha yaklaþtý. Suç gerekeni yapmayanlarda… Seni kullananlara izin vermeyeceðiz!!!” Y. Özgür “Wun ü hevalexe jibo me u jibo kürmanca u jibo karkeran we tekoþina devrime dest avetye. Jibo wulo em tev dý riyawida dýbe em herýn. Wun namýrýn. Wun herdem býmerene. Em spassdýkýn jibo we…” Murat- Ferit

107

Güneşi Biz Görüyoruz Deniz yoldaþ seninleyiz / Senin temiz izindeyiz Ýnanýyor yürüyoruz / Güneþi biz de görüyoruz. Aydýnlýklar için vardýn / Aydýnlýklar için varýz Rahat uyu ölmedin sen / Ölümsüzleþenler gibi Ýçimizde bizimlesin / Týpký diðer yoldaþlar gibi Ýnanýyor yürüyoruz / Güneþi biz de görüyoruz Devrimci Bir Ana


Alaca Şafakta Üç Damla Kan Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’a

İşte böyle yüksek ve ormanlı Geleceğe görkem ve onurla yaslanmış Birbirini çoğaltan sıradağdınız.

Üç küçük güneş gibi göründü Kayboldu ve göründü başlarınız Sanki mayısların her gününde Karanlığın tam aydınlığa değdiği Dünya günlerinin evrene Devrildiği noktadaydınız. Sessiz ve tenhalarda olsa da elleriniz Sancılarda gerinse de zaman Hırsız ve korkak bakışlarda Yine silahlı Yine parkalıydınız. Yürüyüp yüzlerinin üstünden Geniş zamanlara akanlardınız.

Zemheri dolarken yüreklerine insanların Ölüm tek ilmekle yürürken İplerin köşe başlarına Beyaz zambaklar gibi Dikey çizgilerde boy vermiş Yeniden yola çıkanlardınız. Dünya günlerinin evrene Tam devrildiği noktada Yine tepeden tırnağa insan Yine tepeden tırnağa sevgi Yine tepeden tırnağa Sissizliğin diliyle konuşan

Deniz, Hüseyin ve Yusuf adıyla başlıyordu Sonra köprüleniyordu nicelerine

Direnç ve kavgaydınız… Güngör Gençay

108

Bahar / Yaz ‘08


Can Kardeşim Deniz Gezmiş Anısına

Ne zaman seninle karşılaşırsak Oynatırdık şehirleri yerlerinden. Gülümsemene kuşlar eşlik ederdi kanatlarını çırpıp ötüşerek. Çekilirdi devriyeler kin kusan sokaklardan. Koklayamazdık bir mayıslarda gülleri. İsyankardı bülbüller. Korkuyla dalarlardı açık pencerelerden içeriye. Silah seslerinden ürkerlerken. Öfkeyle çırpıyorlardı kanatlarını. Can yoldaşım can kardeşimdin sen benim. Gelmezdi uykumuz uzun ince gittiğimiz yollarda. Gece baskınlarına gülüyordu kargalar. Karşı koyulamazdı bedenimizden çıkan öfkenin alevlerine. Sensiz dönemedik özümüze bir daha. Köşe başlarını süsleyen resimlerin Gülümserdi yanından geçen namlulara. Ödenemedi bedelin bir daha. Ama sen benim okyanuslarımın kabaran dalgalarına daldın bir kere. Bakıyordu gözlerin bana. Öperim onları. Bir hatıra olarak saklayacağım uzattığın ellerini bana. Bir kez tutamadık dünyanın çevresini. Bir kelepçe gibi saramadık kollarımızla birbirimize. Tek bir yürek gibi atamadık. Çünkü üşümüştü yakama taktığım son fotoğrafın yalnızlıktan. Çürümesin bedenin mezarının içinde. Üşüme kışları dostum. Ayazlarda tipilerde üşüme. Sana şiirlerimden bir yatak bir yorgan. Birde yastık getirdim. Muharrem Kütükçü

Bahar / Yaz ‘08

109


Merhaba yoldaþlar; öncelikle sitenizi çok beðendim ve de Ýstanbul’da olma imkaným olsa muhakkak sizlerin yanýnda olmak isterdim. Denizlerin mücadelesinin devam edeceðini bir kez daha tüm dünyaya haykýrmak istediðimi bilmelisiniz. Size tüm ruhumla, inancýmla destek verdiðimi bir kez daha hatýrlatarak, sizden birde isteðim olacaktý; ana sayfanýzdaki bu belgesele ulaþma imkaným olabilir mi acaba? Þundan dolayý soruyorum; bizde burda kendi etrafýmýzda bir anma gecesi ve Denizleri Yaþatma günü düzenlemek istiyoruz da; bu þekilde bir belgesel gösterimine yer vermek istiyoruz.... Denizleri Öldürdüler, Denizleri Tüketemediler ama Bakýn milyonlarca Deniz olduk; Onlarý kendi göllerinde boðacaðýz... Ýzmir’den herkese devrimci selamlarýmý iletir, Denizleri bir kez daha özlem, sevgi ve de saygý ile andýðýmý belirtmek isterim… Hoþçakalýn dostlar… Ahmet Ümit

ölmeyen deniz’den 72 mayısının altısında asıldıydık dudaklarımızdaki enfes gülüşle neşeli günlerin haykırmalarıyla, saklı ağıtların perçinli olduğu sayısız yüreğe gömüldüydük

Cizre’den bütün denizlere selam olsun. bedirhan

ağlamadık bağırmadık da

Omuzlar üstünde baþlar dik, gözler çakmak çakmak, yürüyeceðiz… Taksim’de kýzýl bayraklarla sarýlmýþ dört bir yanýmýz… Taksim Taksim olalý görmedi böyle kitle… Bir verir bin üreriz her gün her gün biraz daha, biraz daha çoðalýrýz… Necla Ertem Toprakana

ipimizi çeken celladın yarınlarına nasıl yağdıydık ama! sindi miydi acaba harami sessizliğinin bayram yerine aşk? boynumuzdaki ilmeğin son kertesinde sesi dondurdu muyduk acaba? hey!... Aslan Yusuf! İnan’mış Hüseyin! bir de ben!... Deniz Gezmiş! hadi kalkalım! acıları tuza serelim ola ki erirken hâki giydirilmiş buzda tuz gülen gözlerimize hükmedilmiş acıları alır da gider akan berrak su kanımız kadar temiz Selah Özakın

Nurettin Güleç Denizler İçin Söyledi

110

Bahar / Yaz ‘08


Emeğe Ezgi Denize Ezgi

Marşlarımız Denizler İçin Cürretine Bin Selam Olsun

DENİZ YUSUF HÜSEYİN Köpük köpük dalgasıyım Deniz’im, sancısıyım amansız sevdaların Her şafakta, yosun yeşili sularda maviliğin altında çimenler içinde sevdayla aranızdayım.

Yağlı urganda donup kalan alaca şafak ne son sözleriydi ne de ilk yarına sevdaya atılan ilk tomurcuktular. Yankılanıyor sesi çoğalarak, aşarak Anadolu’yu taşarak sınırların ötesine.

Çiğ gibi büyüyecek, çocuk gülüşleri kan izi taşıyan postala, karanlığa karşı. Haykıracak durmadan, çeşit çeşit diller gönülde yatan bağımsız yurdu. Kızıllaşacak elbet kavgamız, kürek çektikçe yürek, nasırlaşıp azgınlaşan Deniz’in dalgalarıyla. Dermansız darağaçları hangi zamanı bekler, kurtulsun bu utanç ellerden, hangi ağaç istemez marangozun elinde kazma sapı olup

Deniz! Yusuf! Hüseyin! Deniz, Yusuf, Hüseyin bir kişimiydi bin kişi mi bilen var mı? Sahiden öldürülmüşler miydi, o zaman, dağlarda, meydanlarda karanlığa meydan okuyan kim! Deniz! Yusuf! Hüseyin! Nereye kadar!...

kazmak karanlığın ardını. Atila Oğuz

Bahar / Yaz ‘08

111



Meydan ve Deniz Suda denizleri severim Karada meydan Saat çalarsa ki çalacak bir gün Meydan saati çalsın isterim Yıldızı bol Mayıs gecelerinde Gök denizden olsun.

Merhaba Denizlerin devrettiði bayraðý taþýyan genç yoldaþlar, Merhaba Sosyalizmi gerçekleþtirecek Denizleþen Halklar, Kýrk yýldýr en þiddetli haliyle sürmekte kavga. Dün burjuvaziyle, burjuva kapitalist iktidarla olan sýnýf savaþýmýnda alýnan yol, Denizleri mücadelede bir dönüm noktasýna getirmiþti. Ýlk o zaman Denizler THKO’yu kurarak þunu ilan etmiþ oldular: Kürt ve Türk halklarýnýn tek ve ortak kurtuluþu olan sosyalizm, burjuva kulvarlardan, parlamenter yollardan deðil, zora dayalý devrimle gelebilir. Ýþte Denizleri kendi döneminin solcularýndan, sosyalistlerinden ayýran bu gerçeklik, bugün, kölelik ve baský koþullarýnda, açlýk ve büyük bir sefaletle, ölüme sürüklenen halklarýmýzýn bilincinde daha çok yer etmektedir. Ve halklar, emekçi sýnýflar nezdinde bu gerçeklik, bir çaða damgasýný vurmuþtur. Ya kapitalizmi öldüreceðiz ya da kapitalizm dünyamýzla birlikte bizi yokedecek... Bu keskin ve þiddetli evrede güçlü olan halklar ve iþçi sýnýfýdýr. Þimdi Denizlerin o büyük cüret ve cesaretini kapitalizmi devirecek iþçi sýnýfýnýn, halklarýn, bu savaþta bir bütün olarak gösterme zamanýdýr. Denizleþen halklarla özgürlüðümüzü, insanca yaþamayý ve çoktan halklarýn olmasý gereken iktidarý kazanacaðýz! Bu büyük ve haklý mücadelede biz devrimci tutsaklar dün sokaklarda, meydanlarda nasýl tereddütsüzce emekçi halklarýmýzýn düþmanýnýn üzerine yürümüþsek, boyun eðmemiþsek, zindan koþullarýnda da Denizlerden, Muratlardan, Sibel ve Aysunlardan devraldýðýmýz kararlýlýkla yürüyoruz. Denizleþen halklarýmýzla özgürlüðe yürüyoruz. Mutlak bu zulüm ve sömürüye dayalý sistem, zindan duvarlarýyla birlikte yýkýlýp gidecektir. Ve hayat, ve doða, ve emek, biz Denizleþen halklarla yeniden yaratýlacak, ellerimizde canlanacaktýr. Gebze Zindanýndan Leninist Kadýn Tutsaklar

112

Saat çalarsa ki çalacak bir gün Deniz kadar dalgalı Büyük meydanda çalsın. Annem büyük deniz!.. Sen al koynuna beni İstiridye yüreğinin içinde İnci gibi sakla beni!.. İnciler düşen yıldızları sayarmış Yıldızlar inci olurmuş Ak gerdana hasret Ben de yıldızları saymak isterim Denizler meydan, meydanlar deniz olunca! Eşref Yılmaz

Bahar / Yaz ‘08



Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.