Kurtuluş Dergi Say-4

Page 1

yeni te or

ik-pol iti

k sosy alist de rgi

Kurtuluþ Bütün Ülkelerin Ýþçileri ve Ezilen Halklarý Birleþin!

Sayý: 4 Nisan-Mayýs 2006

Erginbay Yayýncýlýk Yeni Kurtuluþ Teorik - Politik Sosyalist Dergi (Yerel Süreli Yayýn) Fiyatý: 3 YTL Erginbay Yayýncýlýk Adýna Sahibi: Hüseyin Bektaþ Sorumlu Yazýiþleri Müdürü: H.Cengiz Gültekin Yönetim Yeri: Þehit Muhtar Mah. Yoðurtçu Faik Sk. No: 14/12 Beyoðlu/Ýstanbul e-posta: kurtulusdergisi@mynet.com Havaleler için: Cengiz Gültekin adýna PTT 5155325 nolu posta çeki hesabý Basýldýðý Yer: Gün Matbaacýlýk (0 212 580 63 80)


Kurtuluþ’tan Merhaba! Yeni bir sayý ile tekrar birlikteyiz. Kurtuluþ dergisi uzun bir aradan sonra tekrar çýkan 3. sayýsý ile büyük bir beðeni topladý. Hazýrladýðýmýz “ulusal sol” dosyasý hem bir ihtiyacýn karþýlýðý olmasý hem de konuyu ele alýþtaki perspektifi ile okurlardan tam not aldý. Dergi basýldýktan çok kýsa bir süre sonra tükendi. Dergimize gösterdikleri bu ilgiden dolayý tüm okurlarýmýza teþekkür ederiz. Bu sayýnýn dosya konusu Militarizm. Dergimizde konuyla ilgili altý yazý bulunuyor. Konu hem kavramýn güncel politikaya deyen yanlarý hem de tarihsel boyutu ile ele alýnýyor. Bu sayýmýzýn dosyasýný da ilgi ile okuyacaðýnýzý düþünüyoruz. Yeni sayýda buluþmak umuduyla.

Ýçindekiler 3 Panorama...........................................................................................

04

3 M. Sayýn Militarizm ve Sosyalizm....................................................

09

3 N. Baykal Militer Ýmparatorluk.........................................................

17

3 Þ. Ýba Milli Güvenlik Devleti ve Militarizm......................................

27

3 XWE M. Ayçiçek ...Türk Militarizminin Kökenleri -1- ....................

37

3 R. Turan Kapitalist Devlet, Militarizm ve Faþizm...........................

47

3 A. Yýldýrým Kadýnlar Militarizme Karþý Olmalýdýr ...........................

54

3 M. Kahya Sosyalist Hareket ve Milliyetçilik -2- .............................

62

3 Þ. Ýba Neo-Liberalizm ve Kültürel Sonuçlarý..................................

78

3 E. Uçan Eðitim Üzerine Bir Deneme...............................................

90


Kurtuluþ

B

ir önceki sayýmýz Þubat ve Mart sayýsý olarak Þubat'ta çýktý. Mart, takvim yapraklarýnda sýralanmýþ ay isimlerinden birisi olmak yanýnda, doða'nýn kendi bünyesi içinde deðiþim geçirmeye baþladýðý, örtüsünü deðiþtirdiði, kýþtan bahara geçiþinde adýdýr. Mart ayýnda, kýþýn karanlýðý ve kasketli havasý yerine, baharýn aydýnlýðý, ýþýðý kapsamaya baþlar heryeri... Sanki ölüme karþý yaþamýn zaferi gibidir doðadaki bu geliþme... Bütün canlýlar hareketlenir. Güneþin ýlýk sýcaklýðý altýnda umuda doðru bir yürüyüþ baþlar adeta... Rengarenk giysilerle kutlanacak bir bayram için doðanýn hazýrlýða baþladýðý aydýr Mart! Toplumsal yaþamda da, sanki yaz mevsiminin kavurucu sýcaklarý bastýrmadan, yapýlacak olan ne varsa bir an evvel yapýlýp bitirilmesi telaþýyla hareketlenme hýzlanýr... Çeliþkili yaþam sürecinin birlikleri yanýnda zýtlýklarýda harekete geçer. Umut üreticilerinin yanýnda umut tüketicileri de iþbaþýndadýr. Ýyiyi temsil edenlerin karþýsýna kötüyü temsil edenler çýkar. Doðadaki deðiþime ayak uydurarak, daha yaþanýlasý bir dünya için yürüyüþ baþlatanlarýn önü, kýþ mevsimi karanlýðýnýn savunucularý tarafýndan kesilmeye çalýþýlýr. Zýtlýklarýn bu çatýþmasý sürer gider... Umudu tüketmek isteyenler, kýþtan çýkýþýn, yani eski olmanýn olanaklarý ve avantajlarýyla donanýmlý olduklarý için, yeni olanýn, güzel olanýn savunucularý karþýsýnda daha üstündürler. Bu üstünlük, kötünün üstünlüðüdür! Deðiþime ayak direyen statükocu kötülük, yenide ve güzellikte ýsrar sürdükçe daha da vahþileþir. Umudun savunucularý direniþlerini arttýrdýkça, umudu doðarken boðmak isteyen eskinin, statükonun temsilcileri, ellerindeki olanaklarý kullanarak, tam bir zulüm makinasýna dönüþürler. Ama tüm vahþiliklere ve zalimliklere karþý umut, direniþini sürdürmeye devam eder. Tüketildiðinin sanýldýðý bir anda, yaþamýn yeþilliði içinde yeniden boy verir! Direniþ umudun baþka bir adýdýr! Karartýlmaya çalýþýlan yaþamýn yeþilliði içinde boy veren umut, yeni bir direniþin müjdecisidir... Doðayla uyumlu bir yaþam dünyasý oluþuncaya kadar, bu böyle sürüp gider. Yaþanýlasý bir dünyanýn oluþturulmasý, umudu daha da büyütmeye ve güçlendirmeye baðlýdýr. Direniþ umudun adý olduðu için, direniþi arttýrmak ve güçlendirmek, umudu güçlendirmek demektir. Bu yýlýn Mart ayý da umut üreticilerinin ve

panorama

4


Kurtuluþ

tüketicilerinin kavgasýyla geçti. Egemen olanlar daha önceki yýllarda uygulamaya koyduklarý katliamlarýna bu yýlýn Mart ayýnda yenilerini eklediler. Zulümlerini daha da boyutlandýrarak, taze bahar çiçeklerini vahþi saldýrýlarýyla yok ettiler. Bu zulüm ve vahþilik karþýsýnda direniþte boyutlandý. Üzerinde yaþadýðýmýz coðrafya parçasýný da egemenler, kan gölüne dönüþtürmek için kararllý görünüyorlar. Savaþý geliþtirme yönündeki tehlikeli týrmanýþý halklarý birbirine kýrdýrtma planlarýyla sürdürüyorlar. Bu planlarý boþa çýkarmak, halklarýn geleceðini karatmak isteyenlerin karanlýk emellerinin önüne geçmek, bu ülkenin aydýnlýk geleceðinin savunucularýnýn gösterecekleri performansa ve üzerlerine düþen sorumluluðu yerine getirmelerine baðlýdýr.

zluklara karþýn bu yýlki 8 Mart "Kadýn Kurtuluþ Hareketi" yönünde atýlacak adýmlarý güçlendiren kazanýmlarla sonuçlandý. Sosyalist Demokrasi Partili kadýnlarýn da içinde olduðu ve örgütleyici öznelerinden biri olarak yer aldýðý, Eylül aylarýnda gerçekleþtirilmesi düþünülen "Savaþa Karþý Dünya Kadýn Barýþ Ýnisiyati", 8 Martýn bu yýlki politik temalarý doðrultusunda gerçekleþtirilecek önemli bir adýmý oluþturmaktadýr. Irak'ýn Ýþgalinin 4. Yýldönümü Irak'ýn ABD ve müttefikleri tarafýndan iþgalinin yýldönümü olan 20 Mart günü, dünyanýn her yerinde ABD Emperyalizmi lanetlendi. Türkiye'de de bir çok þehirde iþgal ve emperyalizm karþýtlarý tarafýndan Irak'ýn iþgali, yürüyüþlerle ve mitinglerle protesto edildi. Ne varki, tüm dünyada gerçekleþtirilen iþgal karþýtý yürüyüþ ve mitinglere katýlým, geçen yýllara göre daha düþüktü. Üstelik ABD emperyalizmi, Irak'dan sonra, geniþletilmiþ Ortadoðu ve Kuzey Afrika projesinin bir gereði olarak, Ýran'a saldýrý planlarýný bu yýl çok daha fazla gündemleþtirmiþ bulunuyor. ABD Emperyalizmi, Irak'ta saplanýp kaldýðý bataklýktan kurtulmak için yeni manevralar yaparken, diðer yandan da iþgalin yýldönümünde, sanki iþgal kutlamasý yapar gibi, Irak þehirlerini savaþ uçaklarýyla yeniden bombaladý. Ýþgale karþý direniþi yokedemeyen ABD, Irak'da etnik bir savaþýn filizlenmeye baþlamasýyla da yüzyüze kalmýþ durumda. Kendi ülkesinde de savaþ karþýtlarýnýn sayýsý giderek artýyor. ABD bu sýkýþmýþlýk içinde "burnundan kýl aldýrtmaz" tavrýndan çark ederek, yaptýðý manevralarla yanýna yeni ortaklar arayýþýný sürdürüyor olsa da, burada ele almayacaðýmýz daha önce bu dergi de yayýnlanan bir çok yazýda irdelenen nedenlerle, bölgede yeni saldýrýlarla varlýðýný sürdürmeye devam edecektir. Bölge, çok daha kanlý geliþmelere, ABD Emperyalizminin iþgal ve saldýrýlarýnýn vahþet dolu görüntülerine sahne olacak gibi görünüyor. Bu nedenle, bölge

8 Mart Dünya Kadýnlar Günü Bu yýl 8 Mart dünya Kadýnlar Günü, "neoliberal saldýrýlara, savaþa ve þiddete karþý mücadele" temasýyla kutlandý. Dünyanýn her yerinde olduðu gibi Türkiye'de de, neo liberalizmin saldýrýlarýndan en çok zarar gören, yoksullaþan kesimin kadýnlar olduðu, savaþlarýn asýl maðdurlarýnýn kadýnlar ve çocuklar olduðu, neo liberalizmin ve savaþýn kadýnlar aleyhine yarattýðý sonuçlar yanýnda erkek egemen toplumun ve ideolojinin, kadýnýn cins olarak ezilmesinin koþullarýný hergün yeniden üreterek devam ettirdiði vurgusuyla yapýlan 8 Mart etkinlikleri ve eylemleri, kadýnlarýn taleplerini dillendirdikleri bir içerikle gerçekleþtirildi. Gecen yýllarda olduðu gibi bu yýlda, eylemlere erkeklerin katýlýp katýlmamasý ve kadýn cinsinin ezilmiþliðine dair yorum farklýlýklarý ayrý ayrý eylemler gerçekleþmesine yol açtý. Bu olumsu-

5


Kurtuluþ

düzeyinde Anti- Amperyalist bir Demokrasi Cephesinin oluþturulmasý, bu sürecin önüne geçilebilmesi için, gereklilikten öte bir zorunluluk haline gelmiþtir. Emekçiler Ayakta "Saðlýkta dönüþüm programý" finansman saðlamak amacýyla hazýrlanan genel saðlýk sigortasý, saðlýkta mevcut haklarý geriye götüren bir içerik taþýyor. Aile hekimliði, hastanelerin iþletmeye dönüþtürülmesi, saðlýk hizmetlerinin "genel saðlýk sigortasý" yoluyla satýn alýnmasýnýn öngörülmesi, saðlýk hizmetinin özelleþtirme yoluyla sermayeye peþkeþ çekilmesinden baþka bir anlam taþýmýyor. Bu yasa ile emeklilik yaþý 68'e çýkarýlmakta, emekli olabilmek için ödenecek prim 9000 iþgünü olarak öngörülmektedir. Esnek, belirli sürelerle, mevsimlik, sözleþmeli çalýþanlar, çalýþtýklarý sürece prim ödemelerine karþýn emeklilik haklarýný elde edemeyeceklerdir. Saðlýk, her yurttaþýn eþit ve adil olarak yararlanmasý gereken temel bir hak olma niteliðinden daha da uzaklaþacaktýr. Sosyal bir hak olmaktan çýkarýlacaktýr. Saðlýk hakký, belirli hizmetlerin karþýlanmasý için kullanýlabilecek, tedavi için gerekli hizmetlere ulaþmak, parasý olanlarýn hakký haline gelecektir. Yasanýn temel yönelimlerinden birisi de özel saðlýk sigortalarýný teþvik etmesidir. Sonuçta, "paran kadar saðlýk" anlayýþý bu yasanýn özünü oluþturmaktadýr. Emek örgütleri bu yasa tasarýsýna karþý eylemlerini sürdürüyorlar. Tüm þehirlerde, sokaklarda açýlan sandýklarda gerçekleþtirilen bir referandum yaptýlar. Yapýlan referandum da, referanduma katýlanlarýn çok büyük çoðunluðu bu yasa tasarýsýna hayýr dedi. Sosyalist Demokrasi Partisi bu yasa tasarýsýna karþý emek örgütlerinin yürüttükleri mücadeleyi desteklemekte ve bu mücadeleyi kendi yürüttüðü mücadelenin de bir parçasý görmektedir.

yukardaki sorunun bir çok çevre tarafýndan da sorulmasýna neden oluyor. CPE, gençleri ilgilendiren bir yasa. 20 ve üstü iþçi çalýþtýran iþyerlerinde 26 yaþýndan küçük iþçiler, iki yýl içinde hiçbir neden gösterilmeksizin iþten çýkarýlabiliyor. Neo-liberalizmin iþçi ve emekçilere yönelik saldýrýsý, emperyalist metropollerde de sonuçlarýný üretmeye baþladý. Fiili olarak yürütülen sermayenin uygulamalarý, bu yasayla devlet tarafýndan da desteklenen bir yasallýða kavuþmuþ olacak. Mücadele 3 büyük öðrenci sendikasýnýn önderliðinde yürütülüyor. Ayrýca bu öðrenci sendikalarýnýn yanýnda liselilerin örgütü UNL de var. Yasaya karþý öðrenci direniþini destekleyen iþçi sýnýfý iki kez genel grev yaptý. Bazen gösterici sayýsý bir günde üç milyona çýkabiliyor. Fransa'da hükümet olan UMP ve Chrach henüz geri adým atmýþ deðil. Ama iþçiler ve öðrenciler direniþi sürdürmede oldukça kararlý görünüyorlar. Hak mücadelesinde taleplerini ortaklaþtýrarak, parçalý mücadelenin sýnýrlýlýðýndan kurtulamayan Türkiye iþçi sýnýfýnýn ve demokrasi güçlerinin, Fransa'daki direniþten, en azýndan bu yönüyle öðreneceði çok þey var. Öncelikle, egemen þovenist ideolojinin etki alanýnda kalýnarak, ezilenlerin taleplerinin ortak bir mücadele kanalýna akýtýlamayacaðý görülmek zorunda.

Fransa, Öðrenciler Ayakta Direniþ Sürüyor Yeni bir 68'mi doðuyor? Fransa'da CPE (Ýlk Ýþ Yasasý) adlý yasaya karþý baþlayan öðrenci direniþi yaygýnlaþarak, iþçi sýnýfýnýn ve sendikalarýnda desteðiyle sürüyor. Bu direniþ,

Newroz Þemdinli'de gizli savaþ örgütünün bir kolunun halk tarafýndan açýða çýkarýlmasýyla birlikte, bir ahtapot gibi kollarýyla ülkenin hertarafýný saran bu gizli savaþ aygýtýnýn merkezinin

6


Kurtuluþ

Ankara'da olduðu daha net görüldü. Sinir merkezi Ankara'da olan bu aygýtýn deðiþik þehirlerdeki kollarýnýn, bir yandan "vatan, millet" hamasetiyle "hassas icraatlarýný" yaparlarken, diðer yandan da gasp, rüþvet ve haraç yoluyla ceplerini doldurduklarý ortaya çýktý. Gizli savaþ örgütünün batýdaki kollarý, Kürt Sorunun Demokratik Siyasal Çözümünü savunan ve bu örgütü teþhir eden kesimlere yöneldi. Sosyalist Demokrasi Partisi bu nedenle hedef haline getirildi. Þemdinli'de suç üzerinde yakalanan Jit elemaný Ali Kaya, nam-ý diðer "Mutkili Ali" bulunduðu cezaevinden, Sosyalist Demokrasi Partisi'ni hedef göstererek, SDP'nin yürüttüðü faaliyetten Gizli Savaþ Örgütünün rahatsýz olduðunu göstermiþ oldu. Kürt halký Newroz etkinliklerine, geçen yýlki bayrak provakasyonu tecrübesiyle yine bir provakasyon tezgahlanabilir kaygýsý içinde hazýrlandý. Van Cumhuriyet Savcýsýnýn iddianamesinde, Kara Kuvvetleri Komutaný Yaþar Büyükanýt gizli savaþ örgütleriyle baðlantýlý olarak yeralýnca, militarizmin mutlaka bir yanýt vereceði, açýða çýkan ve bir bir ortaya dökülen "hünerlerini" kapatmak için harekete geçeceði tecrübe ile sabitti. O nedenle kaygýlar daha da artmýþtý. Bu arada "nötr"cü aydýnlarýmýzda, "Newroz-Nevruz"u kutlayan ve "silah býrakýmý" talepli çaðrýlarý ile harekete geçtiler. Newroz etkinlikleri, bu yýl geçen yýllara göre daha fazla kitlesel katýlýmla ve coþku içinde gerçekleþtirildi. Siyasi içeriði çok daha fazlaydý. Eylemler, adeta Kürt Halkýnýn siyasi taleplerinin deklere edildiði kitlesel demokratik bir manifesto gösterisi oldu. Her yerde siyasi bir referanduma dönüþtürüldü. Kürt Halký, demokratik talepleriyle siyasi iradesini ortaya koydu. Abdullah Öcalan'ýn, Kürt Halkýnýn

siyasi iradesi olduðunu yüksek sesle onayladý. Kürt sorununun çözümü için kimlerin muhattap olduðunun altýný çizdi. Söylemlerle kandýrýlamayacaðýný, sorunun çözümü için adýmlar atýlmasýnýn gerekliliðini yüksek sesle haykýrdý. En asgari taleplerin dahi devlet nezdinde karþýlýk bulmamasýnýn yarattýðý öfkeyi sergiledi. DTP'nin "üç aþamalý barýþ ve çözüm planýnýn" arkasýnda durduðunu gösterdi. Genel Kurmayýn Þemdinli Muhtýrasý ve Geliþen Olaylar Newroz gösterilerinin kitlesel ve siyasi içeriðine Genel Kurmayýn yanýtý gecikmedi. Geçen yýlki Newroz'a, "sözde vatandaþlar" kavramýyla yanýt veren Genel Kurmay, bu yýl Yaþar Büyükanýt'a iliþkin kararýný Newroz'a yanýt olarak bir muhtýraya dönüþtürdü. Genel Kurmay'ýn Þemdinli Muhtýrasý, gizli savaþ örgütünün açýða çýkan kollarýnýn kapatýlmasý ve Þemdinli'nin üstünün örtülmesine yönelik bir giriþimdi. Bu muhtýra sonucu, artýk hiçbir savcýnýn Ordu mensuplarýna yönelik suçlamalarda bulunmasý olanaksýz hale getirildi. Genel Kurmay bununlada kalmadý. Newroz'un arkasýndan Ankara'da, "Teröre karþý mücadele ve Uluslararasý iþbirliði sempozyumu" adýyla bir etkinlik gerçekleþtirdi. Bu sempozyum, ABD'nin Irak'a saldýrý planý sürecinde, pazarlýk masasýnda Türkiye'nin yeni bir hamlesiydi. Sempozyuma katýlan ABD Genel Kurmay Baþkaný Pace ile pazarlýklar sürdürüldü. Ayný gün Kara Kuvvetleri Komutanýyla Baþbakan Tayyip Erdoðan iki saat süren bir görüþme yaptý. Sonra Baþbakan, Ýçiþleri ve Dýþiþleri Bakanlarýyla bir toplantý gerçekleþtirdi. Ayný gün kuvvet komutanlarýda toplandý. Bu toplantýlarýn ne için yapýldýðý sonradan ortaya çýktý. Muþ Bingöl kýrsalýnda 14 gerilla kimyasal silahlarla katledildi. Bu geliþmelerin Kürt Halkýnda yaratacaðý infial önceden görülmüþ ve önlemleri alýnmýþtý. Baþbakanýn, "PKK'nin þehirlerde ayaklanma giriþimi içinde olacaðý bekleniyordu. Biz önceden görevlendirmeleri yapmýþtýk" açýklamasý, olacaklara Kürt halkýnýn meþru tepkisini etkisizleþtirme bahanesinden baþka bir þey deðildi. SDP Parti Meclisi, "Genel Kurmay Baþkanlýðýnýn Van Cumhuriyet Baþsavcýsý tarafýndan hazýrlanan iddianameye karþý yayýn-

7


Kurtuluþ

ladýðý açýklamayla doðan politik gerginlik koþullarýný" deðerlendirerek, "bu gerginlik büyük tehlikelere iþaret ediyor: Militarist çevreler kendi yarattýklarý bulanýk suda balýk avýna hazýrlanýyorlar. Baharla birlikte PKK'ye karþý geniþ çaplý bir askeri harekat ve bölgede serüvenci adýmlar kapýmýzda duruyor. Genel Kurmay Baþkanlýðýnýn mevcut anayasayla bile baðdaþmayan Þemdinli muhtýrasý, Türkiye'de fiili bir askeri darbe gücünün asýl iktidarý elde tuttuðunu gösteriyor.... Genel Kurmayýn Þemdinli muhtýrasý, gizli savaþ örgütünü koruma ve hükümet iradesini felce uðratma amacýna yöneliktir. Ve bu güçlerin inisiyatifi tümüyle ele geçirme yönünde atmýþ olduklarý adýmlardan biridir.... Hükümet bu geliþmeler karþýsýnda tam bir acz içinde. AKP dýþardan sivil ve askeri bürokrasiyle, onlara sýrtýný dayayan CHP ve Kýzýlelmacýlarýn kuþatmasý altýnda." diyerek olasý geliþmelere iþaret etmiþti. Hükümet militarizme teslim olmuþtur. Artýk Baþbakanýn kullandýðý dil militarizmin dilidir. 14 gerillanýn kimyasal silahlarla öldürülmesi üzerine, Kürt Halkýnýn Diyarbakýr ve diðer bölge illerinde gösterdiði tepki, halk kurþunlanarak önlenmeye çalýþýlmýþtýr. Bölgede devrimci bir durum yaþanmaktadýr. Kürt Halký, artýk eskisi gibi yasamak istememektedir. En asgari taleplerinin karþýlýksýz kalmasý öfkeyi daha da arttýrmaktadýr. Diyarbakýr ve diðer Kürt illerindeki serhýldanlar bu gidiþatýn göstergesidir. Olaylarda 4'ü çocuk olmak üzere 17 kiþi, güvenlik güçlerince hedef gözetilerek öldürülmüþtür. Yüzlerce yaralýnýn yanýnda 500'ü

aþkýn kiþi iþkencelerden geçirilerek tutuklanmýþtýr. Baþbakan, "çocuklarýný gösterilere katanlar ya da terör örgütünün kullanmasýna sessiz kalanlar sonuçta boþuna aðlarlar" diyerek cellatlýk gömleðini üzerine giymiþtir. Cellatlýkta Baþbakanla yarýþa giren Deniz Baykal, DTP'yi ve Bölge Belediye Baþkanlarýný "PKK uzantýlarý" diyerek hedef göstermiþtir. "Olaylarýn bir baþkaldýrý olduðunu, hükümetin irade gösteremediðini" söyleyen Deniz Baykal, daha çok kan istemektedir. Kürt Sorunun çözümü için söylemin ötesinde tek bir olumlu adým atmayanlar, geliþen olaylar karþýsýnda "attýklarý adýmýn istismar edildiðini" söyleyerek gerçekleri çarpýtýyorlar. Bu geliþmeler, tehlikeli bir týrmanýþa iþaret ediyor. Dayatmalarda bulunarak diyalogun önünü kapatmak yerine, Hükümetin DTP ile derhal bir diyaloga girmesi gerekiyor. 1 Mayýs'a giderken yaþanýlan bu siyasal süreçte, demokrasi güçlerinin ezilen Kürt Halkýnýn yanýnda olduðunu gösteren bir irade ortaya koymalarý gerekiyor. Sosyalist Demokrasi Partisi, bu bilinçle yürüteceði 1 Mayýs faaliyetlerinin içeriðini çözüme yönelik politik yaklaþýmlarla örüyor. Bugün, "Þemdinli'de Adalet Kürt Sorununda Çözüm ve Bölgede Barýþ" þiarý herzamankinden daha yüksek sesle haykýrýlmasý gerekiyor. Kurtuluþçular, yaþanan bu sürecin taþýdýðý riskleri bilerek ama mücadele kararlýlýðýndan zerre kadar taviz vermeden bu þiarlarýn asýl taþýyýcýlarý olmalýdýrlar. Gelecek Kurtuluþ’ta buluþmak umuduyla...

* * *

8


militarizm

dosya

Kurtuluþ

Militarizm ve Sosyalizm Genel olarak Militarizm oplumsal iliþki ve kurumlarý askerileþtirme ve buna ait bir düþünüþü ifade eden militarizmi kesin çizgilerle birbirinden ayrý olmamakla birlikte iki düzlemde ele almak gerekir. Birincisini mutlak itaatin esas olduðu bir yaþam anlayýþýnýn askerlik gibi tüm toplumda yaygýnlaþtýrýlmasý ve askeriye dýþýndaki kurumlarýn da askeri örneðe göre yapýlandýrýlmasý; ikincisini de politik, sosyal ve hatta ekonomik sorunlarýn da askeri güç kullanýmýyla çözümüne yönelik anlayýþ oluþturur. Bu ikinci þýkký da iç ve dýþ sorunlarýn çözümünde askeri güç kullanmak olarak irdelemek gerekir. "Savaþ politikanýn baþka araçlarla devamýdýr" prensibine uygun olarak dýþ politikanýn gerçekleþtirilmesinde askeri güç kullanýmý askeri hükümetleri gerektirmez. Hatta kendi içinde burjuva çerçevede olabilecek en geniþ demokrasinin bile uygulandýðýna tanýk oluruz. ABD bunun iyi bir örneðini oluþturur. Demokrasiden alýnmýþ görünen güçle saldýrganlýklarýnda diktatörlerden daha pervasýz olma hakkýný bulurlar kendilerinde.

T

Mahir Sayýn 9


Kurtuluþ

Ýç politikanýn yürütülmesinde militarizmin toplumdaki yaygýnlýðýnýn ürünü olan genel itaat duygusunun egemenliðinin ötesinde, özellikle kriz dönemlerinde mutlak itaati istisnasýz gerçekleþtirmek ancak burjuva demokratik haklarýn ortadan kaldýrýlmasýyla mümkün olabilir ve dolaysýyla böyle bir durum ancak askerlerin siyasete doðrudan müdahaleleri, askeri diktatörlüklerle gerçekleþebilir. Milli Güvenlik devleti anlayýþýnýn geliþmesine paralel olarak en açýk uygulamalarýndan birini TC'de gördüðümüz yarý askeri bir rejimle de açýk diktatörlükler aracýlýðýyla ulaþýlan amaçlara yaklaþýlýr.1 Bu mantýðýný temel kurgusunu güvenlik oluþturur. Her tarafýn düþmanlarla dolu olduðuna inandýrýlan insanlar doðal olarak güvenliklerini neyle saðlayacaklarýný düþünmek zorunda olacaklardýr. Ancak onlara böyle bir düþünme fýrsatý verilmeksizin acil tehdide karþý acil tedbirler zaten hazýrdýr. Sosyal yapý güvenliðe uygun düzenlenmeli, siyasi yapý güvenliði esas alan bir þekilde kurulmalý ve ekonomi de güvenliði saðlayacak önceliklere göre þekillenmelidir. Güvenlik prensibine ne kadar sadýk kalýnýrsa toplumun hayatýnýn bir kýþlaya dönüþümü de o kadar tamamlanmýþ olur. Ve güvenlik öylesine kutsal bir kavram düzeyine yükselir ki, vatanseverliðin en temel kavramýný oluþturur. Ortada vataný sevmek sözcüðüyle karþýlanan bir þey yoktur aslýnda. Ýþin esasý vatanýn güvenliðinin saðlanmasýdýr. Güvenlik kavramýnýn ulaþtýðý kutsallýk düzeyi baþka kutsallarý da birlikte büyütür: Vatan, toprak, þehit, bayrak, millet, bölünmez birlik, devlet vs artýk sorgulanamaz kavramlar haline gelirler. Sorgulanmadýkça da sýrtlarýnda taþýdýklarý egemen sýnýfýn çýkarlarýnýn korunmasýný insanlarýn zihinlerine saðlam çivilerle çakarlar. Güvenlik için grevden vazgeçmek, güvenlik için yeni bir haraç ödemek, güvenlik için baþka ülkeleri istila etmek artýk sorgulanamayacak durumlar haline gelirler. Askerliðin en önemli özelliði tektipleþtirme ve itirazsýz boyun eðmeyi/eðdirmeyi saðlamasýdýr.Bu konumu benimseme topluma kabul edilmenin de önþartini oluþturuyor. Boyun eðenler topluluðu boyun eðmeyeni içine almýyor. Boyun eðmiþler topluluðuna kabul ediliþin geçiþ tüneli askerlik oluyor. Askere gidip gelen "adam" oluyor.

Askerde tam travmatik bir kiþilik oluþturulur: Bir yandan askerlikle birlikte adam olunur, diðer yandan da tüm delikanlýlýðýný çavuþun ayaklarýnýn altýna sererek "erkeklikten" olunur. Askerlik bir iktidarsýzlaþtýrma sürecidir. Mutlak itaat insani efendisine sadýk bir köpekten beter eder. Ama ayný askerlik iktidarsýzlaþtýrdýðý ayný insana kadýnlar ve çocuklar üzerinde bir yalancý iktidar alaný da sunar. Böylece köleleþen köle sahibi olarak köleliðinin farkýnda olmadan, yani karþýlýðýný almýþ olarak yaþamaya devam eder. Askerlik bu özelliðiyle sadece boyun eðen deðil ayný zamanda düþük ücretli berbat iþlerde çalýþmaya dayanýklý iþçiyi de üretmiþ olmaktadýr. Kapitalizmde Militarizmin Yeniden Üretim Temelleri Kapitalizmde militarizmin temeli bizzatihi kapitalizmin mantýðýnýn kendisidir. Kapitalizm sürekli geniþlemek zorunda olan bir üretim biçimi olarak sürekli çevresine yayýlmak ister ve bu yayýlmasýna karþý duruþlarýn olduðu noktada da þiddet kullanmayý varoluþunun gereði olarak görür. Bu varoluþ gereði de yayýlmanýn aracý olacak güçlü ordularýn oluþturulmasýný ve bunlarýn kullanýlmasýna izin verilmesini saðlayacak bir ideolojinin egemenliðini gerektirir. Milliyetçilik ve yurtseverlik bu ideolojik zemini saðlar ama bunlardaki askeri deðerlerin de sivriltilmiþ olmasý gerekir. Bu sivriltme militarizmi oluþturur. Saldýrýya uðranýlacaðý abartmasý ve hatta böyle saldýrýlarýn provoke edilmesi askerileþmeye eðilimin yolunu açar. Ýdeoloji olarak militarizm bir kez toplum bünyesinde yaygýnlýk kazandýktan sonra bunun kurumsal ifadeleri de kendisini ortaya koyar. Genel Askerliðin Ortaya Çýkýþý ve Militarizmin Topluma Baþka Deðerler Üzerinden Emdirilmesi Millet olmanýn gereði, öncelikle feodal hegemonyaya karþý özgür birey olmak olarak konulmuþtu. Ancak özgür birey olma durumunun yani millet olmanýn saldýrýlara karþý da korunmasý gerekmekteydi ve bu koruma görevinden her özgür birey sorumlu idi. Onun için bu korunmanýn gerçekleþtirilmesi amacýyla

10


Kurtuluþ

vergi verilecek ve askere gidilecekti. Böylece bütün vatandaþlar ordu kurumu aracýlýðýyla bir kez daha askeri ruhla eðitimden geçirilir olacaktý. Genelleþmiþ mecburi eðitimin kabul edilmesiyle militarizm insanlarýn zihinlerine akacak yeni bir kanal daha buldu. Kapitalizmin geliþmesine, emperyalizm çaðýna girilmesine paralel olarak saldýrganlýðýn da artmasý yýðýnlarý savaþa sürüklemek için daha fazla bir endoktrinasyonu gerektirmekteydi. Demokratik devrimlerin yapýldýðý ülkelerde demokrasi deðerlerine açýk biçimler içinde saldýrmak olanaklý olmasa da Ordu kurumunun yanýnda okullar da milliyetçiliðin ve onun kesintisiz uzantýsý militarizmin yaygýnlaþtýrýlmasýnýn ve yeniden üretimin alanlarý oldular. Bir toplumdaki askerileþmenin boyutunu anlamak için günlük dilde kullanýlan kavramlara bakmak ciddi fikirler verir. Bu anlamda, askerlikle ilgili olmayan alanlara iliþkin kavramlara baktýðýmýzda meramýmýzý rakip futbol takýmýný bozguna uðratmak, ticari görüþmeler yapmak için gidilen ülkeye çýkartma yapmak, barýþ için savaþmak, yoksulluða savaþ açmak vb kavramlarla anlatmakta olduðumuzu görürüz. Bunu bir asker yapýyor olsa yapýlacak olan tespit "mesleki deformasyondur". Ama ayný deformasyon sivillerde de ortaya çýkýyor ise, bundan çýkarýlabilecek tek sonuç da sivillerin de askerleþtiðidir. TC'de bu durum zaten egemen ideolojinin bir parçasý olarak savunulmaktadýr. Biz ezelden beri asker bir milletiz. Aslýnda ezelinde herkes gibi biz de kavimlerden oluþuyorduk çobanlýk yapmakta idik. Hayvanlarýmýza tarla açmak içinde onunla bununla kavga ederken, hayvan yetiþtirmek yerine talan iþinin daha verimli olduðuna karar verip nihayetinde Abbasilerin Bizansa karþý paralý askerleri olduk. Paralý askerlikte övünç varsa övünelim. Yeniçeri de paralý askerliðin kurumundan baþka bir þey deðildir.2 Türk militarizmi askerileþtirmenin en vahþi denilebilecek örneklerinden birini sunar. Avrupa'da bayramlarda askeri tören düzenleyen iki ülkeden biri Türkiye; Diðeri de Fransa. TC bir yýðýn yamukluðu için kendisine Fransa'yý örnek gösterir. Ancak hangi konu örnek gösterilirse onun biraz inceliðine bakýldýðýnda TC'de herþeyin tek yanlý olduðu ortaya çýkar. Bunun en ünlü örneðini üniter

devlet oluþturur. Kelimedeki benzerliðin sanki muhtevalarý da eþitlediði gibi bir anlayýþ hakim TC devlet adam ve kadýnlarýnda. Üniter devlet Fransa'da her milliyetin kendi dilini resmi olarak kullanma özgürlüðü ve hatta adý federasyon olmadan merkezden apayrý yasalarý olan bölgeleri vardýr. Siroz olduðunda Atatürk gibi önemli bir adam olacaðýný sananlar ülkesinde bunun yadýrganacak bir yanýnýn olmamasý gerekir. Türkiye'de okullar Milli savunma bakanlýðýndan daha farklý bir mantýkla örgütlenmemiþ olan Milli Eðitim Bakanlýðý'na baðlýdýr. Karakteristik bir belirleme bu. Yani öðretimden önce gelen eðitim. elli bilgilerin küçük insanlara verilmesinden önce onlara belli bir ruhsal þekillenme veriliyor. Öðretim pek iyi olmasa da eðitimin çok baþarýlý olduðuna toplumsal pratik tanýklýk ediyor. Þiddet "deðerine" baðlý olarak þekillendirilen küçük insanlar kendilerini ezebilecek olanlarýn önünde eðilirken ezebileceklerini akýllarýnda sýraya sokuyorlar. Hatta bu sýrayý çabucak yapabilmeleri için öðretmenleri yol gösterici oluyor. Okullarýmýz askeri birlikleri kendisine örnek almýþ gibi. Öðretmenler subay, öðrenciler de er. Nasýl askerlikte mutlak disiplin aranýyor ise okullarda da benzeri bir eðitim okula baþlanýlan ilk günde baþlatýlýyor. Sözde sýnýf ayýrýmlarýný ortadan kaldýrmak üzere önlük adý verilen kara ya da mavi bir entari giydirilip, hikmeti nedir bilinmez beyaz bir yaka da boyunlarýna dolandýktan sonra okul avlusunda tanýmadýklarý bir öðretmen tarafýndan sýraya sokulup, "hazýrol-rahat" emirlerine uymaya alýþtýrýlýp sýnýflara alýnan minikler artýk o zamana kadar olduklarý çocuk olmaktan çýkýyor ve "varlýðýný Türk varlýðýna armaðan ederek" özel bir duruma girmiþ olduðunu kabul ediyor. Bu çocuðun dünyasýnda nicel bir dönüm noktasý oluþturur. Daha önce de evde sokakta þiddetle tanýþýlmýþtýr ama þimdi örgütlü ve her yandan kuþatan bir þiddet ortamýna gelinmiþtir. Hergün tekrarlanan bu törenler tam tamýna bir þartlý refleks oluþturur. Zil sesine þartlanmýþ Pavlovun köpeklerinin gösterdiði reaksiyonlarýn benzeri bu eðitim sisteminin sonucu olarak karþýmýza çýkar. Ýçine girilen durumun sorgulanamamasý için aptallaþtýrýlma eyleminin bir parçasý olarak tüm insanlýðý kendinden aþaðýda

11


Kurtuluþ

görmeyi dayatan þoven bir milliyetçilik anlayýþý, insanlarý aslýnda dýþta býrakan ve taþa topraða ve o topraðýn altýnda yatan "þehitlere" baðlýlýðý esas alan bir yurtseverlik, "Türk olduðu için, doðru ve çalýþkan olan" ve "varlýðýný Türk varlýðýna emanet etmiþ" insanýn, bütün dünyanýn kendisine düþman olduðu gerçeði karþýsýnda içinde bulunduðu "þartlý refleksi" sorgulayabilmesi hemen hemen imkansýzdýr.

askeriyeyi sermayeyi maddi ve manevi olarak baðlama kaygusunun olmadýðýný sanmamak gerekir) emekli generallere yönetim kurullarýnda yer verme ihtiyacýný duyan bir kapitalizm koþullarýnda yerel pazarla iç içe girmiþ ve uluslar arasý sermaye ile sömürü ortaklýðý gerçekleþtiren bir ordunun halkýn bir parçasý olduðunu iddia ederken sýkýntýya düþmemesi ilginç bir nokta oluþturur. Böyle bir ordunun militarizmi sadece askeriyenin hakimiyetine eksen kýldýðý güvenlik temelinde toplumsal hayat üzerinde etkili olmak için deðil ayný zamanda pazardaki hakimiyetini geliþtirmek ve korumak için de özenle geliþtireceðini kestirmek zor deðildir.

Pazarýn Önemli Öðesi ve Holding Ordu Militarizmin kapitalizmin genel geniþleme karakteriyle doðrudan bir baðlantýsý varken, askeri-sanayi kompleksleri üretimin önemli bir alanýna oluþtururken savaþ/savunma bütçelerinin oluþturduðu muazzam meblaðlara baðlý olarak da ulusal ve uluslararasý düzeyde pazarýn önemli bir bölümünü oluþturur. Bu da toplumda militarizmin yaygýnlaþtýrýlmasýnýn bir baþka zorunluluðunu ortaya koyar. Büyük bir menfaat gurubu bu alandan beslenir ve haliyle çýkarlarýný sürekli kýlmak ve geniþletmek için bu alandaki ticaretin büyümesini ister ve gereklerini de yerine getirirler. Bu ticaret alanýnýn büyümesinin biricik þartý savaþtýr. Savaþýn olmadýðý zamanlarda savaþ tehdidi pazarýn temel dürtükleyicisini oluþturur . Ancak savaþ tehditlerinin eninde sonunda bir savaþa ulaþmasý gerekir ki, biriken stoklar harcanabilsin ve karlýlýk oraný yeniden yükselebilsin. O zaman bu çarký döndürecek ideolojiye yapýlacak yatýrým reklam masraflarý babýndan görülebilir. Herhalde reklam alaný olarak en büyük harcamalarý çeken alan bu alandýr. Türk halkýnýn bir parçasý ve koruyucusu olduðunu iddia eden ordu kapitalist pazarda sahip olduðu çýkarlarla en azýndan çalýþan halkýn karþýsýnda patron konumundadýr. Ordular sadece alýcý olarak pazarýn önemli öðesi deðil ayný zamanda pazarda hem sýnai hem de mali bakýmdan da varolurlar. Türkiye bu açýdan askerini pazarla en sýký biçimde baðlamýþ ülkelerden biridir. Oyak son derece deðiþik iþ alanlarýnda uluslar arasý sermayeylede iþbirliði yapan ülkenin en büyük holdinglerinden biridir. Dünyada bankasý olan sadece iki ordu vardýr ve bunlardan biri Türk ordusudur. Türk devletinin ekonomi üzerindeki büyük etkisinin sonucu olarak (burada

Sosyalizmde Militarizm! Sosyalizmin uzayan savaþlar ve emperyalist kuþatmanýn altýnda kurulmasý ve öyle yaþamaya mecbur olmasý devlet ve toplumsal iliþkiler düzleminde sosyalizmin reddettiði bir çok iliþkinin yeniden üretilmesine olanak saðlamýþtýr. Bürokrasi ve militarizmin geliþmesi bariz bir karakter kazanýp nihayetinde yýkýlýþa giden yolu açmýþtýr. Azýnlýk egemenliklerinin varoluþ biçimi ola iliþkiler sosyalizmin yýkýlma nedeni olmuþtur. Soðuk savaþ dönemi ulus devletler arasý genel rekabetin körüklediði militarizmi dünyayý iki blok haline sokarak en tepe noktasýna taþýdý. Ordu, hele hele militarizm sosyalizm düþüncesinin içine dahil edemeyeceði kavramlardý. Hatta denebilir ki, toplum üzerinde yükselen kurumlarýn baþýnda gelen profesyonel ordu karþýtlýðý eski sistemin eleþtirisinin en keskin öðesini oluþturmaktaydý. Ne var ki, uzun süreli antiemperyalist savaþlar ve iç savaþlar askeri faaliyeti toplum hayatýnýn her noktasýný saracak biçimde öne getirirken onun kurumlaþmasýnýn, sosyalizm düþüncesine eklemlenmesinin de uygun zeminini yaratmýþtý. Önce "sosyalist anavatanýn savunmasý", ardýndan da iki blok arasýndaki çeliþkinin altýndan baþka türlü çýkýlamayacaðýnýn benimsenmiþ olmasýyla, savunma genelleþmiþ bir askerileþmeye dönüþtü. Sosyalizmde askeriyenin toplum hayatýnda belirleyici bir eksen olmasý kavramýn niteliðiyle çeliþen bir durumdur. Özünde sosyalizmde militarizmden söz etmek birbirini dýþlayan iki þeyi sözel düzeyde bir araya getirmekten daha anlamlý olmamasýna karþýn, sosyalizm adýna

12


Kurtuluþ

kýrmýzýya boyayarak çok þey devralýnmýþ ve nihayetinde de nitelik azar azar yeniden bir burjuva sistemin kurulmasýna ilerlemiþtir.3 Ýktidar erkini toplumun üstünde yükselmekten çýkarýp, toplumun içine indiren bir yapýlanmada, toplumun üstünde yükselecek bir kurum olarak profesyonel orduya yer verilmeyecek olmasý kendiliðinden böyle bir kurumun toplum hayatýnda etkin olmasýný da ortadan kaldýrýr. Ordunun olmamasý durumunda savunma iþlevinin nasýl yerine getirileceði sorusuna bilimsel sosyalizmin kurucularý sosyalist düþüncenin kendi zorunluluðundan türeyen bir anlayýþ olarak tüm halkýn silahlý örgütlenmesinin bu iþlevi yerine getireceði yanýtýný vermiþlerdir. Savunma görevinin bir meslek olarak bir guruba devredilmesi tüm tarihler boyunca toplumun üzerinde yükselen bir gücün varolmasý ve bu gücün de bir sýnýfýn diðer sýnýfý baský altýna almak için kullanýldýðý gerçeðinden yola çýkanlar, bu ihtimali ortadan kaldýrmanýn biricik yolunu, o ihtimale olanak saðlayan kurumun ortadan kaldýrýlmasý olarak görmüþlerdi. Böylece askerlik görevinin tüm toplum bireyleri tarafýndan yerine getirilmesi ve öznel çýkarlara yönlendirilemeyecek bir durumun olmasý militarizmi de bilinen anlamýyla devre dýþýnda býrakýr. Bu noktada akla gelebilecek olan tüm toplumun savunma görevini üstlenmesiyle bütün insanlarýn asker haline geldiði ve daha derin bir militarizmin oluþmasýnýn temellerinin atýlmýþ olabileceðidir. Bu noktada gözden kaçýrýlmamasý gereken kendini savunmak için silahlanmýþ olmakla profesyonel bir ordunun bu iþi meslek edinmiþ elemaný olmak arasýndaki farktýr. Profesyonel bir asker o profesyonelliðe uygun bir ideoloji ile de donanmak durumundadýr ve bu pekala militarizm olabilir. Militarizmin olmadýðý durumda da çok masum bir ideoloji olmaz elbette. Ne var ki, savunma iþlevini bir meslek olarak deðil de esas faaliyetini sürdürmenin yanýnda saldýrýya uðradýðýnda yerine getirmesi gereken bir iþlev olarak benimseyen kiþinin militarizmi özel olarak dayatan bir baþka kurumlaþma olmadýðý müddetçe kendiliðinden militarizme eðilim göstermesini beklememek gerekir. Sosyalist ülkelerden verilebilecek militarizm örnekleri bu söylediðimi geçersiz kýlmaz, zira

bu örnekler sosyalizmin benimsediði düzenli ordunun yokluðu koþulunu yerine getirmezler. Ekim devriminin ardýndan iç savaþ gereklerine yanýt verebilmek için (o zaman milis karakteri taþýyan kýzýl muhafýzlar4 karþý devrimcileri durduramýyorlardý.) kurulan kýzýl ordu, kuruluþunda geçici olarak kabul edildi.5 Baþka türlü kabul edilebilmesi zaten olanaklý deðildi: Böyle bir kabul o zaman egemen olan sosyalizm anlayýþý içerisinde Markiszmin apacýk revizyonu, Leninin daha birkaç ay önce yazmýþ olduðu Devlet ve Ýhtilal de anlattýklarýnýn inkarý anlamýna gelirdi. Geçici Kýzýl Ordu savaþ bittikten sonra da daðýtýlmadý. Nihayet sosyalist devletin resmi bir kurumu olarak da tanýndý. Toplumda siyasal tekel kurmanýn doðallýðý proletarya adýna benimsendikten sonra toplum üzerinde yükselen baský aygýtlarýnýn oluþturulmasý ve buna iliþkin bir anlayýþýnda geliþmesi çok zor deðildir. Proletaryaya karþý sorumluluðunu, her an onun rýzasýna baþvurarak denemeden geçirme ihtiyacý duymayan, aldýðý kararlarýn komünist partisi tarafýndan alýnmýþ olmasýnýn proletaryanýn lehine olmalarý için yeterli olduðunu kabul eden bir anlayýþýn, proletarya saflarýndan gelen itirazlarý, proletaryadan gelen deðil burjuvaziden gelen itirazlar olarak kabullenmesi kendiliðinden bir kabul görür. Ancak böylece çeliþkileri daha da keskinlesen bir toplum elde edilir ve bu çeliþkileri denetim altýnda tutabilmek daha güçlü baský aygýtlarýný gerekli kýlar. Proletaryanýn zaten iyice azýnlýkta olduðu ve iç savaþ koþullarýnda köylülükle olan ittifakýn da büyük ölçüde bozulduðu Sovyetlerde RSDIP'nin tüm toplumu temsil ettiðini, toplumun rýzasýný aldýðýný söyleyebilmek olanaklý deðildir. Böyle bir rýzanýn varlýðý ancak bir tek þekilde kanýtlanabilirdi: örgütlenme özgürlüðünün olduðu koþullarda yapýlacak seçimler. Böyle bir seçime gitmek yerine tam tersi bir yol izlendi ve iktidar tekeli kuruldu. Lenin'in bu kuruluþ dönemi üzerine olan tesbitleri bu söylediklerimi tam anlamýyla ortaya koyar. Mealen þunu söyler: Çarlýk bürokrasisini olduðu gibi devraldýk. Ýç savaþta proletarya cephelerde telef oldu ve þimdi aðýrlýklý olarak köyden yeni gelmiþ iþçilerle yüzyüzeyiz. Ýç savaþ esas olarak þehirle kýr arasýnda

13


Kurtuluþ

cereyan etti ve bunun sýnýflar düzlemindeki ifadesi de iþçi köylü ittifakýnýn aðýr darbe yemiþ olmasýdýr. Sovyet iktidarýnýn kitle temelinin pek da saðlam olmadýðýný buradan çýkarmak mümkündür. Bu tehlikeli bir eþikti kuþkusuz. Örgütlenme özgürlüðünün varolduðu koþullarda proletarya saflarýnda bir bölünme ortaya çýkabileceði gibi, karþý devrim de kendisini örtülü biçimler içinde örgütleme olanaðýna kavuþacaktý. Bunun muhtemel sonuçlarýndan biri iktidarýn kaybedilmesi idi. Lenin böyle hýzla geliþebilecek bir ihtimale yer vermeden iþçi köylü ittifakýnýn yeniden kurulabilmesi ve toplumsal çeliþkilerin yumuþatýlmasýna yönelik olarak Yeni Ekonomi Politikayý (NEP) önerdi ve bunun uzun yýllar sürmesi gerektiðini söyledi. Çeliþkilerin yumuþamasýna paralel olarak henüz pekiþmemiþ olan siyasal tekelden vazgeçilebilir ve örgütlenme özgürlüðü tanýnabilirdi. Ne var ki, Leninin ölümünden dört yýl sonra NEP bitirildi ve yeniden kollektifleþtirmelere dönüldü. Bu henüz yumuþamamýþ olan toplumsal çeliþkileri iyice þiddetlendirip iktidarý yeni güvenlik tedbirleri almaya zorlayacak bir durum yarattý. Çeliþkiler sadece toplumda deðil parti içerisinde de en üst noktalara ulaþtý. Gerek toplumda ve gerekse parti içerisindeki çeliþkileri bastýrmanýn en kestirme yolu bilinen bastýrma yöntemleri idi. RSDIP kendi içinde ve toplumda muhalefeti bastýrmak için askeri bürokratik aygýtý en amansýz biçimleri içinde kullanmaya ve bunun da ideolojisini geliþtirmeye baþladý. Proletarya disiplini adýna tüm ülke tam bir kýþlaya döndürüldü. Proletaryanýn devrimciliðinin tek kriteri itirazsýz üretimi planýn koyduðu hedeflerin üzerine çýkarmak idi. Plan hedeflerini bütünde aþýlmasý da partinin komünist çizgisinin partikçe onaylanmasý, bu da Stalin önderliðindeki merkez Komitesinin politikalarýnýn doðruluðunun güvencesi idi. Tüm ülke hemen hemen mutlak itaatin geçerli olduðu tek bir merkez etrafýnda hareket eden bir yapýya dönüþmüþ idi. Bu bir kýþla nizamýnýn, militarizmin ülkede hakimiyetinden baþka bir þey deðildir. Baþka bir sýnýfýn olmamasý, askeri bir cuntanýn ülkeyi yönetmiyor olmasý bu gerçekliði deðiþtirmez. Burada burjuvazinin militarizmi egemen kýlmak için yurtseverlik aldatmacasýna baþvurmasýna benzer bir biçimde, Hitler faþizmine

karþý verilen savaþta komünizme sadakatten ziyade yurtseverliðe dayanan bir retorik egemen hale gelir. Hatta bu yurtseverlik vurgusu Enternasyonalin bir yana konulup Sovyetlere ait yeni bir marþýn benimsenmesine kadar ilerler. Halbuki Stalin 1936 anayasasý ile artýk Sovyetlerde sýnýf farklarýnýn kalmadýðýný, ve buna baðlý olarak da proletarya diktatörlüðünün6 yerini halkýn devletinin aldýðýný ilan eder. Komünist ajitasyonun etkili olamadýðý yerde yurtsever ajitasyon daha etkili olabiliyor ise bu demektir ki, iki durum arasýnda ciddi bir farklýlýk vardýr. Sýnýflarýn yok olduðu iddiasýna karþýlýk yurtsever ajitasyona daha hassas olan bir kesim vardýr ki, buna aðýrlýk verilmektedir. Ya da en azýndan yurtseverlik, yani kendini dünyanýn diðer iþçilerinden ayrý bir kesim olarak görmek enternasyonalist duygulardan kuvvetlidir. Stalinin savaþ nutuklarýnda bu durumun çok bariz ifadeleri bulunmaktadýr. Militarizmin egemen olduðu bir yerde yurtseverlik ajitasyonunun mevcut durumla örtüþeceði bir vakýadýr. Savaþ durumu zaten her þeyin en fazla askerileþtiði konuma tekabül eder ve özgürlük düþüncesini temel alan sosyalizmden de en uzak konumlara gidilmesine yol açar. Ýþte bu uzaklaþma yurtseverlikle ikame edilir. *** Komünistlerin militarizme karþý oluþlarýnda pasifistlerinkinden bir farklýlýk mevcuttur. Hiç bir savaþýn iyi olabileceði söylenemeyecek olsa da, insanýn saldýrýya uðradýðýnda kendisini savunmamasý düþünülemez. Hangi biçimi içinde savunulursa savunulsun saldýrýya karþý savunmayý reddetmek þiddete teslim olmak anlamýna gelir. Pasifizmi savunanýn niyeti bu olmasa da, yürekten þiddete karþý çýkýyor olsa da savunmayý reddetmek sonuç olarak þiddetin egemenliðini savunmak anlamýna gelir. Elbette savunma kavramýnýn kendisi de hiç irdelenmeden kabul edilebilecek bir durumda deðildir. Tarih boyunca egemen sýnýflar da egemenliklerine toplumdan saðladýklarý desteði savunma kavramý üzerine kurmuþlardýr. Guruplar arasýndaki çýkar farklýlýklarýnýn þiddet yoluyla çözülmesi þiddetin kullanýmýný örgütlemeyi ve bu örgütlü gücü savunma kavramý temelinde toplumun bünyesindeki çýkar fark-

14


Kurtuluþ

lýlýklarýnýn da þiddet yoluyla çözülmesine getirmiþtir. Kendini savunmak için verilecek mücadelelere, savunmalara haklý savaþlar diyoruz. Yine bu kavramda baþka amçlar için kullanýlmaya açýktýr. Bugünkü ABD savunma doktrini bunu iyi bir örneðini verir. ABD kendisine saldýrýnýn Ortadoðudan geldiðini iddia ederek kendisini Irak ve Afganistan iþgalleriyle koruduðunu iddia etmektedir. Saldýrýya uðramýþ olduðunun örneðini ise 11 Eylül saldýrýsý oluþturmaktadýr. Dolaysýyla saldýrýnýn ortaya çýkýþ temelleri ve biçimleri, savunmanýn gerçekten neyin savunmasý oludðunun analizi yapýlmadan da savunma savaþlarýna karar vermek olanaklý deðildir. Tüm insanlýðýn çýkarlarý birlikte gözönünde tutulmadan yapýlacak çýkar tesbitleri ve çýkarlarýna karþý saldýrýnýn gerçekleþtirilidði, varoluþunun tehdit altýna sokulduðu gibi iddialara onay vererek savunma temeli kurulmasý olanaklý deðildir. Savunma kavramýnýn sadece Kapitalistler/Emperyalistler tarafýndan istismar

edildiðini söylemek olanaklý deðildir. Kavramýn nasýl tesbit edilidiðine baðlý olarak ayný istismarýn sosyalistler tarafýndan kullanýlmasýda sözkonusudur. Her ikisi de kendisini sosyalist olarak tanýmlayan ve yapýlanmalarýnda özde hiç bir farkýllýk olmayan Çin Halk Cumhuriyeti ve SSCB ikisi arasýndaki sýnýrda nehir içinde yer alan birkaç küçük adacýk için saldýrýya uðradýklarý iddiasý ile birbirlerine kurþun sýkmýþlardýr. Her iki taraf da kendini savunma durumunda oluduðunu iddia etmekten geri kalmamýþtýr. Belki iki tarafýn da kendisini savunduðu doðrudur. Ama mesele zaten tüm insanlýðýn çýkarlarýnýn gözönünde tutulmadan "kendinin savunulmasýnda" yatmaktadýr. Belli bir gurubun konumu ve çýkarlarý mutlak hale geldi mi, artýk baþka deðerler görülmez hale gelir ve masum savunma kavramý, savunmanýn en iyisinin saldýrý olduðu teziyle birlikte rahatlýkla bir saldýrýya dönüþebilir. Ayný mantýk sosyalist örgüt arasýndaki rekabette de ortaya çýkabilir ve çýkmýþtýr.

* * *

1. TC genel kurmayý 28 Þubat giriþimiyle siyaset ilmine önemli bir kavram kazandýrdý: Balans Ayarý. Hükümetlerin yönetme biçimlerini sürekli müdahalede bulunan askeriye, hükümetle askeriye arasýndaki bakýþ açýsýnýn büyümesi durumunda, hükümeti kendi bakýþ açýsýna yaklaþtýrmak üzere lafý açýkça edilmeden darbe tehdidinde bulunarak bu açýyý küçültme yoluna gitmiþtir. Oluþturulmuþ "anayasal" ortak yönetim kurumunda yapýlan yönlendirmelerin yetmediði yerde böyle daha güçlü bir müdahale yöntemi geliþtirmiþlerdir. Meseleler açýklanýrken çok rahatlýkla kullanýlan balans ayarý kavramý elbette resmiyette kabul edilmemektedir. Kabul edildiði durumda bu sözü eden askerin yasalr gereði darbecilikten yargýlanmasý gerekir. Ama askeriye hegemonyasý öylesine aðýr basmaktadýr ki, yargýlamanýn lafý bile edilememektedir. 2. Milliyetçilik böyle bir hastalýk iþte. Ýnsaný kendisinin hiç karýþmamýþ olduðu iþlerle övünmeye ve haliyle yerinmeye de sürüklüyor. Tabi milliyetçilik olmadan yurtseverlik de olamýyor. Milliyetçiliðin olduðu çoðu yerde de devlet ve devletin belirlediði vatan topraðý oluyor. Ýþte kimi insanlar da bu kendilerinin müdahalesi olmadan, kendilerine dayatýlmýþ sýnýrlarýn çevirdiði topraðýn sevdalýsý oluyorlar. Ve bunu milliyetçilikten daha "masum" ve haliyle "daha asaletli" bir tutku olarak kimseye býrakmak istemiyorlar. Hele bizim "vatan" bir alem. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmuþ emperyalist Osmanlýn bir meclisi bize bir sýnýrlar çiziyor ve bizde bunu kutsal olarak benimsiyoruz. Neden misaký milli. Niye Selanik deðil de Musul? 3. Geçmiþte bir karþý devrim olmadan sosyalizmin yerini kapitalizmin almasýnýn imkansýz olduðunu kabul ederdik. Aslýnda bu kabul bugün de yanlýþ deðildir. Bu kabulde yanlýþ olan, sosyalizm diye kurulmaya kalkýlan iþin içerisine daha baþtan burjuva temel kurumlarýnýn dahil edilmiþ olmasýdýr. Toplumun üzerinde yükselen profesyonel bir ordunun varlýðý halk/iþçi sýnýfý iradesinin dýþardan bir azýnlýk tarafýndan belirlenebilmesine olanak saðlamýþtýr.

15


Kurtuluþ

4. Arkokomünist Mahno'nun Ukraynada oluþturduðu milis örgütlenmesi ise alman iþgalcilerini durdurabilmiþ ve karþý devrimle diþe diþ bbir mücadeleyi sürdürmekte idi. 5. Aleksei Brusilov Çarlýk Generali Aleksei Brusilov'un 1920'de Bolþeviklere katýlmasýndan sonra 315'000 çarlýk ordusu subayýnýn Kýzýlorduya askeri danýþman/uzman olarak alýnmasýna karar verildi. Bunca yabancý unsuru dengeleyebilecek ve dönüþtürebilecek ve iktidarýný ona kaptýrmayacak bir proletarya gücü Rusyanýn o günkü koþullarýnda yoktu ve hele iç savaþýn ülkeyi iyice yýkýma uðratmasýnýn ardýndan proletarya daha da cýlýzlamýþtý. 6. Devlet tipi olarak proletarya diktatörlüðünün ortadan kalkmasý Marksizme göre devletin sönmesine tekabül eder. Devletin sönmesinin koþullarý ise kafa ve kol emeði arasýndaki farklýlðýn ortadan kalkýp, emperyalizmin varlýðýna son verilmesiyle olanaklýdýr. Devlet biçimi olarak ise sözü edilmesi gerekinin proletarya demokrasisi olmasý icabederdi. Stalinin ifade ettiði gibi sýnýflarýn ortadan kalkýp herkesin "halk" haline geldiði bir yerde komünist çaðrýlar yerine yurtsever çaðrýlara baþvurulmasý durumun hiç de söylendiði gibi olmadýðýný gösterir. Durumun hiç de öyle olmadýðýnýn bir baþka kanýtý da ölümünün ardýndan kendisinin Kruþçev tarafýndan mahkum edilmesi oluþturur. Aslýnda Stalinin bu kavramlaþtýrmasý Marks ve Lenin'in anlattýðý Proletarya diktatörlüðü kavramlaþtýrmasýný da altüst etmiþtir.

16


militarizm

dosya

Kurtuluþ

Militer Ýmparatorluk

S

ovyetler Birliði'nin çöküþüne ön gelen dönem, sýnýf mücadelesinin kendine özgü biçimleniþlerine tanýklýk etti. Tarihsel geliþmenin de bir ürünü olarak dönem, bir yýðýn yanýlsamayý içinde taþýsa da, Sovyetler ile ABD arasýndaki çeliþkilerin, bir bütün olarak kapitalizmle-sosyalizm arasýndaki kavga olarak yansýmasýný engellemedi. Dolayýsýyla her düzeyde tüm mevzileniþler çok kaba olarak ABD ve Sovyetler' e göre oluyordu. Askeri planda NATO-Varþova Paktý, Ekonomik düzeyde AET- Comecon bu görünümün somut tezahürleriydiler. Yine bunun yanýnda emperyalizme karþý mücadeleler ve bu yönelimlerle ilintili tavýr alýþlar doðrudan bu 'bölünmenin' izlerini taþýyorlardý. Sözgelimi ulusal kurtuluþ mücadeleleri, doðasý gereði emperyalizme karþý olmasý gerekirken, bu bölünmenin ürettiði 'olanaklarla' emperyalizmin desteðine mahzar olabiliyorlardý. Yani emperyalizm halklara karþý tavrýný bile koþullar nedeniyle bir dolayýma kavuþturmak durumunda kalýyordu. Yine sýnýfsal düzeyde mücadele sözgelimi sendikal düzeyde de kendi mihraklarýna kavuþuyordu, yani iþçi sýnýfý düþmanlarý iþçi sýnýfýnýn sendikal örgütlenmesi için, her türlü olanaðý sunuyorlardý. Özellikle 'Sovyetler Birliði'nin çöküþünden sonra, üretilen kavramlar dahil

N. Baykal 17


Kurtuluþ

geliþmeler bir yýðýn deðiþikliðe uðratýldýlar. Gerçekten de deðiþiklikler en geniþ anlamýyla sýnýf mücadelesinin isterlerine uygun bir biçime kavuþturuluyorlardý. Nasýl emperyal geliþmenin ilk evrelerinde bir 'medeniyet taþýmak' söz konusuysa, günümüz kendine özgü biçimlerle bezenmektedir. Gerek 'Büyük Orta-Doðu Projesi', gerekse bunun daha da geniþletilmiþi geçmiþin bir tekrarý gibi algýlanmalýdýr. Ama verili koþullardaki deðiþiklikler ve bunlarýn parametrelerde üreteceði deðiþiklikler unutulmadan. 'Pax Americana' olsun, 'Yeni Dünya Düzeni' olsun, sorun kavramlarla da pekiþtirilen koþullara uygun hegemonya oluþturma çabasýdýr. Bu kavramlarý kullanýp 'Medeniyetler Çatýþmasý' ve 'Ýmparatorluk' söylemini unutmak durumun eksik tasviri olacaktýr. Böyle bir yaklaþým esas olarak bu yönelimin ideologlarýndan Francis Fukuyama' yý görmeden geçebilme hakkýna sahip deðildir. Çünkü döneme iliþkin deðerlendirmelerde O adeta bir koçbaþý gibi davranmýþtýr. Þimdi artýk unutulmaya yüz tutan 'Tarihin Sonu' nu getiren makalesi adeta bir çýðýr açmýþtýr. Diðer projeler bunun bir tür devamlarýdýr. Hepsi de tümüyle emperyalist kapitalist dünyanýn kaçýnýlmaz zaferine iþaret etmek bir yana, dönüþü olmayan bir yola girildiðine de iþaret ediyorlardý. Özellikle Afganistan da yaþanan 'zafer' geleceðe iliþkin umutlarý da pompalayan bir olgu haline dönüþtürülmüþtü. Bugün süren Irak Savaþý' nýn daha önce provasýný Baba Bush yapmýþtý. O giriþim sözünü ettiðimiz yeni koþullarda hem kendi güçlerinin bir sýnanmasý ve hem de kendi dýþlarýndaki dünyanýn tavrýnýn test edilmesi anlamýna geliyordu. Daha dönem yeni deðiþtiði ve geçmiþin izlerinin hala günün üzerine damgasýný vurmaya devam ettiði bir evrede, 'Körfez Savaþý' kýsa sürmüþtü. Aslýnda daha o giriþimin hemen ertesinde bugüne iliþkin bir yýðýn alamet kendini göstermekteydi. Yani NeoCon' lar, Clinton döneminde muhalif bir duruþ sergiliyorlardý. Oysa þaibeli bir seçim sonrasý Ýktidara gelen George W. Bush ayný zamanda göreve býrakýlan yerden devam kararý aldý, Afganistan ve ardýndan Irak iþgalleri böyle geliþti. Zaten kýsa bir süre sonra 'Ýmparatorluðun' telaffuz edilmeye baþlanmasý ama bunun nasýl þekillendirileceði daha çok egemenlerce

gözlerden uzak tutulmaya çalýþýlýyordu. Oysa bugün çýplak bir gözle de görülebileceði gibi bu imparatorluða giden yol baþtan sona 'militer' bir karakter taþýyordu. Gerçekten de Yeni Muhafazakar ekibin daha 3 Haziran 1997' de yayýnladýklarý politik çýkýþ bildirisinde söyledikleri kuþkuya yer býrakmayacak bir açýklýktadýr. Ýmzalayanlarýn içinde Dick Cheney, Donald Rumsfeld, Paul Wolfowitz gibi yakýn danýþmanlarý yanýnda Francis Fukuyama da vardýr. Bildiri baþtan sona ABD' nin stratejik üstünlüðünü muhafaza etmesi gereði üzerinde dururken açýk bir þekilde de 'Amerikan liderliði davasýna tutunma' yollarýný gösterirken þöyle demektedir: "Eðer bugün küresel sorumluluklarýmýzý yerine getireceksek, gelecek için silahlý güçlerimizi modernize etmeliyiz ve savunma harcamalarýný önemli miktarda arttýrmalýyýz." Dünya planýnda hem ekonomik ve hem de askeri en büyük güce sahip ABD' nin nasýl bir hat izlemesi gereði üzerinde duran satýrlar ayný zamanda geçmiþ politikalarýn bir tür devamýndan yanadýr. Çünkü yine bildiriye göre: "Bugün askeri güç politikasý ve ahlaki netlik moda olmayabilir. Ancak geçmiþ yüzyýlýn baþarýlarýný sürdürecek, Birleþik Devletlerin güvenliðini ve büyüklüðünü sonraki yüzyýla taþýyacaksa bu zorunludur." Nitekim daha sonraki geliþmeler bu satýrlarýn bir tür teyidi þeklindeydi. Hem ABD' nin dünya çapýndaki en büyük askeri güç olarak tescili gerçekleþtirilmiþ ve hem de bunun dünya hakimiyeti olarak kullanýlmasýnýn her türlü bahanesi yaratýlmýþtýr. Fakat tüm bunlara karþýn teorik öngörülerle yaþamýn çeliþkisi, yani ABD'nin gelecek için tasavvur ettiklerinin gerçekleþmesinde ortaya çýkan güçlükler, Yeni Muhafazakar ekipte de çözülmelere yol açmýþtýr. Artýk Francis Fukuyama farklý þeyler söylemektedir, O'na göre artýk "Neo-conlarýn gündemlerindeki problem, amaçlarýnda deðil bu amaçlarý gerçekleþtirmek için baþvurduklarý militer araçlarýnda gizli"dir. Amaç araç baðlantýsýný kurmakta güçlükle karþýlaþan Fukuyama, nasýl daha önce tarihi sona erdirirken kestirme yollara baþvurduysa, ayný þekilde amaca yürüyebilmek için kaçýnýlmaz olan araçlar konusunda da kestirme çözümlerden yanadýr. Oysa amaç bir anlamda kendine uygun araçlarý gerektirir ve bu konuda keyfiliðe izin vermez.

18


Kurtuluþ

Üstelik girilen dönülemez bir yolda kestirme çözümler arayýþý, durumun daha da açýklanamaz bir muhtevaya sahip olmasý anlamýna gelir. Ýslamcýlýðýn abartýldýðý saptamasýyla Fukuyama oldukça umutsuz bir tablo çizmektedir: "Þu an, neo-con hareketin ömrünü tamamladýðýnýn anlaþýldýðý bir zaman diliminde, ABD' nin dýþ politika konseptini yeniden tanýmlamasý gerekiyor. Her þeyden önce, 'terörizmle küresel savaþ' olarak adlandýrdýðýmýz þeyi askeri terimlerle ve yöntemlerle sürdürmekten vazgeçmemiz ve daha baþka siyasi enstrümanlar ve yöntemler geliþtirmemiz gerekiyor." Belli ki Fukuyama neo-conlarýn burnundan kýl aldýrmaz vurdumduymazlýðýndan uzaklaþmalarý gereðini, ortaya çýkan pratik sonuçlardan çýkarmýþ görünüyor. Ama daha öncede deðindiðimiz gibi hegemonya amacýna ne türden araçlarla ulaþýlacaðý konusunda açýk bir takým fikirlere sahip deðildir. Sadece O 'ABD'nin dünyayla nasýl iliþkiler kurmasý gerektiði konusunda yeni fikirlerin geliþtirilmesi' gereðine iþaret etmekle yetinmektedir. Çýkýþsýzlýðýn belirgin bir þekilde görülmeye baþlandýðý dönemde artýk o 'ben bir döneðim' demektedir.

ilgileniyorlar." Dönem Clinton dönemidir demokrasi taþýmakta izlenecek yol kadar muhtemel stratejik rakiplerin yollarýnýn kesilmesi de önemlidir. Aslýnda bir tür çýkýþsýzlýðý da anlatan önermeler þöyledir: "Söz konusu ülkelerde demokrasiyi tesis etmenin en güzel yolu bu devletlerde demokrasinin alan bulmasý ve tesis edilmesi için çalýþan gruplarý desteklemektir. Bu nedenle Amerika Birleþik Devletleri Çin' deki özel sektörü desteklemelidir." Oysa daha sonra bir sentezin de ürünü olarak, neo-conlar Amerika' nýn üstün askeri gücünü tehdit edebilecek dinamikler arasýna, Ýran, Irak ve Kuzey Kore'yi de katýyorlardý. Yani ABD dýþ politikasý bir yýðýn komplike fikrin sentezi olarak ortaya çýkýyordu. Fakat fikirlerin komplike olmasý gelinen noktada ABD' nin bir çýkmaz içinde olduðu ve bu nedenle de verili koþullara uygun taktik adýmlar þekillendirmeye çalýþtýðý, gerçeðini unutturmamalýdýr. Bugün dünyanýn en yoðun çatýþmalara þahit olduðu alanlar, adeta Huntington' ýn tezlerini doðrular bir hüviyet arz etmektedirler. Her ne kadar yine görünüm böyle olmakla birlikte gerçeklik bize sýnýf mücadelesinin izlerini hemen her adýmda gösteriyor. Yine biz biliyoruz ki bir bilim adamý titizliðiyle meselelere eðiliyormuþ intibaý veren Huntington, aslýnda baþtan sona sübjektif bir çaba içindedir. Özetle tüm tezi medeniyetler çatýþmasý baðlamýnda dinler arasý bir çatýþmadýr. Çünkü ona göre medeniyet dendiðinde esas olarak din anlaþýlmalýdýr. Ama yine bu çatýþmanýn galibi peþinen belirlenmiþtir. Tam böyle denmiyor ama sonuç ta kabaca söylenmek istenen emperyal dünyaya kayýtsýz þartsýz teslimiyettir. Dün bu denli etkili olabilemeyen bu görüþlerin bugün pervasýzca savunulabiliyor olmalarýnýn ardýnda yatan en önemli faktör, artýk iki kutuplu bur dünya dengesinden uzaklaþýlmýþ olmasýdýr. Ýkinci Paylaþým Savaþý sonrasý ortaya çýkan 'denge' Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliði' nin önderliðinde Sosyalist Doðu Bloku ile bunun karþýsýnda emperyalist Batý Bloku arasýndaydý. Daha öncede sözünü ettiðimiz gibi askeri planda bu denge kendini 'Varþova Paktý' ve 'NATO' ile gösteriyordu. Yeni koþullar artýk kendine özgü yeni 'denge' leri ve yine bunlara baðlý olarak yeni tezleri

Süreç Nasýl Geliþti? Gelinen yeri kavrayabilmek için geçmiþe gözleri çevirmek en tutarlý bir yol olacaktýr. Daha Clinton döneminde bugüne ýþýk tutacak perspektifler ortaya çýkmaya baþlamýþlardýr. Artýk bir bedahet gibi görünen medeniyetler çatýþmasý tezi ve yine bununla birlikte daha sonra BOP' ta ifadesini bulan demokratikleþtirme ameliyesi bir görev gibi algýlanmakta, bu yolda politikalar oluþturulmasý gereði üzerinde durulmaktadýr. Esasýnda sorun hegemonya olmakla birlikte buna uygun bir arka plan oluþturulmasý öncelikli bir görev gibidir. Amerikan dýþ politikasýnda, insan haklarýnýn tuttuðu yer üzerinde, bir takým saptamalar içinde olan Samuel P. Huntington; Jimy Carter döneminde insan haklarý meselesinin günlük politikanýn bir parçasý haline getirildiði, Clinton döneminde ise sistemleþtirildiði saptamalarýyla konuyu þöyle tamamlamaktadýr:"Bizim bugün demokrasiden sorumlu bir vekil dýþiþleri bakanýmýz ve ulusal güvenlik birliðinin bu iþten sorumlu çalýþanlarý var. Bunlar diðer ülkelerde demokrasinin yaygýnlaþtýrýlmasý ile yakýndan

19


Kurtuluþ

gerektiriyordu. Ýþte bu tezlerin öncelikle mevcut koþullarýn tek süper gücü olan ABD kaynaklý olmasýndan daha doðal bir þey de olamazdý. Durumdan emin, ayný zamanda dünyaya tepeden bakan ABD; öncelikle kendi liderliðinde bir 'yeni dünya düzeni' gereði üzerine bir takým giriþimler içinde oldu. Aslýnda bu giriþimler, daha doðrusu saldýrýlar, düzen deðil doðrudan düzensizliði çaðýran bir içeriðe sahiptiler. Hedef aslýnda dünyaya ABD hegemonyasýnda yeni bir þekil vermekti. Ýþte sýk sýk kullanýlan kavramlar tam da bu özleme cevap olma amacýný taþýyorlardý: 'Tarihin Sonu', 'Medeniyetler Çatýþmasý', 'Küreselleþme' gibi. Bir ara moda kavram 'ideolojilerin sonu' þeklindeydi. Ama sýnýflar yerli yerinde durdukça ne ideolojileri ve ne de tarihi bitirebilmek mümkün deðildi. Nitekim amaç zaten tarihin sonunu getirmek deðil, bu tez temelinde modern liberalizmin hegemonyasýydý. Bu bakýþa göre liberalizmle çözülemeyecek hiçbir sorun yoktu, dolayýsýyla aslýnda ne ideolojiye ve ne de tarihe gerek vardý. Gerçekte dün Fukuyama keyfi bir þekilde tarih yazmaktaydý. O imparatorluða soyunan ABD' nin, 'ideolojilerin sona erdiði' bir dönemde, ideologudur ve onun tarih okuyuþu 'batýyý ve liberalizmi esas almakta', bunlar dýþýnda ideolojilerin ancak batýyý taklitle baþarýya ulaþabileceklerini söylemektedir. Son tahlilde bir takým nüanslara karþýn Huntington ile ayný noktada buluþmaktadýr. Huntington týpký Fukuyama gibi bir tür tarihi sona erdiriyor. Bu konuda akli nedenler gösterme gereði duymadan tezini ileri sürüyor. Çünkü o bilimsel olmaktan çok egemen sýnýflarýn çýkarlarýný savunmaktadýr. Zaten bu nedenle de modern dünyayý kendine göre betimliyor ve yine bu betimleme ýþýðýnda kader belirliyor. Böyle bir yaklaþýmýn bilimsellik gibi bir kaygý beslemesi ise durumu izahtan oldukça uzaktýr. Þöyle diyor:"Medeniyetler arasýndaki mücadele, modern dünyadaki mücadelenin evriminde nihai bir safha olacak." Bir yanýyla Huntington' a haksýzlýk ettik, pek anlamlý ve tutarlý olmasa da bazý gerekçeleri var. O'na göre; "1793' de R.R.Paliner' in ileri sürdüðü gibi, 'Krallar arasýndaki savaþlar bitti, milletler arasýndaki savaþlar baþladý.' " Sonra yine ona göre "…milletler mücadelesi yerini önce komünizm, faþizm-nazizm ve liberal demokrasi

arasýnda ve daha sonra da komünizm ve liberal demokrasi arasýnda cereyan eden ideolojiler mücadelesine býraktý." Görüldüðü gibi bir tür tarih anlatýlýyor. Ama oldukça keyfi ve bilimsellikten uzak bir tarih anlatýmý. Zaten bu çok kýsa özet sonucun ne olabileceði yolunda saðlam ipuçlarýna sahip. Alýntýlarýn da gösterdiði gibi belliki artýk dünyada ideolojik ve ekonomik kaynaklý mücadeleler olmayacaktýr, genel olarak bölünme ve mücadelelerin kaynaðý kültürel olacaktýr. Dolayýsýyla da "…global politikalarýn asýl mücadeleleri farklý medeniyetlere mensup grup ve milletler arasýnda meydana gelecek. Medeniyetlerin çatýþmasý global politikaya hakim olacak. Medeniyetler arasýndaki fay hatlarý geleceðin muhabere hatlarýný teþkil edecek." tir. Yukarýda yaptýðýmýz saptamalar, hemen peþinden buna uygun görevlerin belirlenmesiyle devam ediyor. Çünkü Huntington, Batý egemenliðini ve deðerlerini tehdit eden güçleremedeniyetlere karþý stratejik bir hattý, koyuþ tarzýna uygun bir þekilde düþünmektedir. Her ne kadar strateji askercil bir yaklaþýmý sergilese de bu yaklaþýmýn tarihi ve felsefi boyutlarý da göz ardý edilmemek durumundadýr. Mesele bu geniþlikte ele alýndýðýnda zaten "medeniyetler çatýþmasýnýn yeni bir haçlý seferi için silahlara çaðrý, bir savaþ çýðlýðý, bir slogan olarak nitelendirilmesi" de bu nedenle. Bu yaklaþým global bir içeriðe sahip. Fakat bunun yanýnda Huntington'ýn Ýslam medeniyetini deðerlendirmesindeki olumsuzlukla birlikte "Türkiye' yi medeniyetler karþýsýnda en fazla 'bölünmüþ ülke' olarak deðerlendirmesi" konunun özel bir önemle ele alýnmasý gereðini de göstermektedir. Hele hükümetin kendinden menkul 'medeniyetler arasý diyalog' perspektifi ve bu doðrultuda ürettiði politikalar akla getirildiðinde konu daha da önem kazanmaktadýr. Sonuçtan bakýldýðýnda, eðer saðlýklý bir arka plan oluþturulamazsa sanki yaþam bu söylenenleri doðruluyor gibidir. Hele 'neo-con'larýn evanjelik bakýþ açýlarý ve dünyayý kana bulayan politikalarý düþünüldüðünde konu daha da bir ciddiyet arz etmektedir. Artýk buradan öteye sorun, bir takým tezlerin tartýþýlmasý olmaktan çýkmýþ, emperyal emellerin gerçekleþtirilmesinin temellendirilmesi anlamýna gelmektedir. Dolayýsýyla bu stratejik hatta karþý saðlýklý bir hattýn

20


Kurtuluþ

örülmesi her þeyin önüne geçmiþtir. Bu gerçekliðin gözlerden kaçýrýlmasý, saðlýklý bir mücadele hattýnýn da örülememesi anlamýna gelecektir. Her ne kadar buradan öteye mücadeleler kültürel olacak deniyorsa da, Bu 'kültürel mücadelelerin' militer özellik taþýyor olmamalarý anlamýna gelmemektedir. Yaný baþýmýzda vahþice sürdürülen savaþ ayrýca izahý gerektirmeyen bir içeriðe sahip olduðunu, baþlatma gerekçelerinin tümünün yalana dayalý olmasýyla göstermiþtir. Bir kez daha 'savaþýn politikanýn baþka araçlarla sürdürülmesi' olduðu gün gibi ortadadýr. Yani bu noktada artýk þiddetin militer yüzü hakkýnda konuþmakta pek anlam ifade etmeyecektir.

emperyalizmin iç çeliþkilerini göz ardý eden, onu týpký Kautsky gibi bir süper evreye sýçratan yaklaþýmlar da, benzeri yanlýþlýklarýn kapýlarýný aralamaktadýrlar. Gerçekten günü kavrayabilmek geçmiþi ve ciddi, sýnanabilir bir tarzda ele alýnýþýyla, tekrar hatýrlamaktan geçmektedir. Geçmiþle günün baðýný kurabilme yeteneðine sahip yaklaþýmlar ancak bilimsel nitelemesine hak kazanabilirler. Artýk günümüzde imparatorluk, her ne kadar giriþimleriyle bir çýkmaz içinde görünse de, hem emperyalizmin eþitsiz geliþmesine ve hem de yine buna baðlý olarak öne çýkan emperyalist güce, yani Amerika'ya iþaret etmektedir. Bu baðlamda imparatorluk salt bir bütün olarak ezilen ve baðýmlý dünyayý deðil, tam bunun yanýnda emperyalist dünyayý da Amerika güdümüne sokma anlamýnda bir iþlev kazanmaktadýr. Bu nedenle ulus devletlerin bir anlamý olmadýðý yolundaki gerçeði örten saptamalar, emperyal devletin alabildiðine güçlenmesi ve merkezileþmesinin de gözlerden gizlenmesine hizmet etmektedirler. Ayný zamanda bu güçlenme ve merkezileþme sonuçlardan hareketle bakýldýðýnda militer bir özellikle ele alýnmalýdýr, sorunun kavranabilir olmasýnýn tek yolu da budur. Bununla ilgili olarak James Petras' ýn söyledikleri oldukça öðreticidir: "Ulus-devletlerin artýk var olmadýðý bir dünya fikrinin savunucularý ya da küreselleþme teorisyenleri, uluslar arasý finans kuruluþlarýnýn, ulus-devletin ötesinde daha geliþkin ya da yeni bir hükümet biçimi olmayýp, güçlerini emperyal devletlerden alan kuruluþlar olduklarýný bir türlü kavrayamýyorlar." Yukarýda dile getirdiklerimiz, daha geniþ boyutlarýyla imparatorluk baðlamýnda etkili ve çarpýcý görünümleriyle karþýmýzdadýrlar. Önce bunu görmek gerekmektedir. Ama tam burada, koþullarýn kapitalizmin geliþmesinin bir ürünü olduðu, gerçeðiyle yüz yüze olduðumuz da reddedilemez bir olgudur. Çünkü kapitalizm ve savaþ, kapitalizmin en yüksek aþamasý emperyalizm ve savaþ birbirlerinden ayrýlmalarý mümkün olmayan ikilidirler. Dolayýsýyla militarizmi imparatorluktan ve emperyalizmden baðýmsýz ele alabilmek bu evrede anlaþýlabilir bir olay deðildir. Zaten tam da bu nedenle Lenin daha yüzyýlýn baþýnda bu duruma iþaret ederken gerçeði þöyle dile getiriyor: " Sorun þudur: bir

Küreselleþme Bu baþlýða belki bir tarzda imparatorluðu da eklemek muradý açýklama açýsýndan çok daha yararlý olabilecektir. Enternasyonalistler bir bütün olarak dünyanýn kardeþleþmesinden yanadýrlar. Bunun gerçekleþebilmesinin yolunun ise sýnýf mücadelesinden ve emperyalizmden kurtulmaktan geçtiðini bilirler. Böyle bir perspektif 'küreselleþmenin' uluslar arasý bir uyum anlamýna geldiðini düþündürür. Ve bu nedenle de 'küreselleþme' karþýtý olarak nitelendirilemezler. Oysa dünya planýnda 'anti-küresel' eylemler tam da küreselleþmenin bu tarzda ele alýnmasýný yadsýyanlara karþýdýr. Bu anlamda öncelikle bir kavram olarak küreselleþmeyle ne anlatýlmak isteniyor sorusunu cevaplamak gerekir. Bizim arzularýmýz bir þey oysa nesnel durum bir baþka þeyse, yapacaðýmýz ilk iþ gerçekliði kendi temellerinde ele almak olmalýdýr. Bu evrede küreselleþme kavramýyla karþýlaþtýðýmýzda, onun tarihsel köklerinin ve yine bugün ne türden dinamikleri harekete geçirdiðinin bilincinde olarak, meseleyi ele almak durumundayýz. Yani geçmiþi olan bir süreci irdelemek durumundayýz. Küreselleþmeye imparatorluðu ekleme gereði, doðrudan güne iliþkin kendine özgü karakterleri ortaya çýkarma arzusudur. Þüphe yok ki bu konuyla baðlantýlý imparatorluk saptamalarý baðlam kaydýrmasýyla gerçekliðin gözlerden kaçýrýlmasý iþlevi yaratmaktadýr. Özellikle, somut özneler yerine, ele geçirilemeyen bir hasým tanýmýyla aslýnda yenilgiyi peþinen yitirmek eþ anlamlýdýr. Bunun yanýnda

21


Kurtuluþ

yandan, üretici güçlerin geliþmesi ile sermaye birikimi arasýnda; öte yandan, mali sermaye için sömürgelerin ve 'nüfuz bölgelerinin' paylaþýlmasýnda mevcut oransýzlýklarýn ortadan kaldýrýlmasý konusunda, kapitalizmin bulunduðu yerde, savaþtan baþka bir araç varmýdýr?" Bugün dünya özellikle iletiþim ve teknolojik atýlýmlar düþünüldüðünde, geçmiþle yapýlacak bir kýyaslama da, adeta bir köy gibidir. Serbest rekabet ve yine buna baðlý olarak dile getirilen demokrasiden söz edebilmek olanaðý yoktur. Artýk kapitalizm evrensel bir baský ve sömürü sistemidir. Özellikle Amerikanýn hegemonyasý, diðer emperyalist güçlerle birlikte davranýþ sergilemekle birlikte, muhtemel rakiplerinin önünü kesme ameliyesidir de ayný zamanda. Her ne kadar demokrasi taþýyýcýlýðý iddialarýyla bir takým iþgaller gündeme geldiyse de, bugüne kadar ortaya çýkan deneylerin de gösterdiði gibi, biz biliyoruz ki 'emperyalizm, genellikle bir þiddet ve gericilik eðilimidir.' Dolayýsýyla þiddet ve gericilik diðer yüzüyle militarizm olarak okunmalýdýr. Hem dönemi ve hem de geçmiþi anlaþýlýr kýlmanýn en mantýki yolu budur. Yoksa bu evrede, mevcut koþullarý farklý bir þekilde analiz, bugün örnekleri de görüldüðü gibi emperyalizmle iþbirliði sonuçlarýný üretir. Yine eþitsiz ve farklý geliþme ritimleri giderek güçler arasýndaki dengeleri deðiþtirmekte ve bu deðiþikliklere uygun adýmlar, yani ortaya çýkan çeliþkilerin çözüm yollarý, bugün bir dolayým da kazansa, kuvvetlere baðýmlý bir tarzda ortaya çýkmaktadýr. Güçlü olma gereði ise bugün olduðu gibi, dünde 'saðlam' argümanlara sahipti. Bugün öne çýkarýlan tehlikelerin dününde araçlarý olduðu bilinen bir gerçektir. Daha yüzyýlýn baþýnda Lenin'in saptamalarý güne de ýþýk tutmaktadýrlar. Bugün silahlanma ve militer yollara baþvurmanýn üstadý Bush'un öncülleri de benzer gerekçelere sahiptiler. Lenin buna iþaret ediyor: " Geçmiþte emperyalizmi savunmuþ olduðu için partiden atýlmýþ bulunan, bugünse Alman 'sosyal-demokrat' partisinin lideri olmaya layýk Alman oportünisti Gerhard Hildebrand, Afrika zencilerine karþý, 'büyük Ýslam hareketi' ne karþý, 'Çin-Japon koalisyonu' na karþý, 'güçlü bir ordu ve donanma' bulundurmak amacýyla, (Rusya hariç olmak üzere) bir 'Batý Avrupa Birleþik Devletleri' kurulmasýný savunarak, Hobson'un düþüncesini tamamla-

maktadýrlar." Gerçekten dünya tarihi düþünüldüðünde oldukça ilginç ve belki tarihi sona erdirme meraklýlarý zaviyesinden bakýldýðýnda, kritik nitelemesini gerektirir bir dönemden geçiyoruz. Savaþ ve küreselleþme adeta örtüþen iki kavram gibidirler. Bu nedenle sadece ülkede deðil bir bütün olarak dünyada savaþ karþýtý bir tutum içinde olmak oldukça önemlidir. Savaþ bizim yaný baþýmýzda cereyan ediyor. Ayrýca yine savaþýn kývýlcýmlarý çevremizi sarma tehlikesiyle iç içe. Oysa bugün söz gelimi 1912 Bale bildirisini aþan giriþimlere ihtiyaç var. O bildiri yaklaþan felakete iþaret ediyor ve savaþýn engellenebilmesi için yapýlmasý gereken iþlere deðiniyor. Þimdiyse savaþ bütün acýmasýzlýðýyla sürüyor buna karþýn yeterince etkili ve örgütlü bir savaþ karþýtý tutumdan söz edebilmek olanaklarýna sahip deðiliz. Aslýnda durumu analizden çok, somut koþullara uygun örgüt ve eylem planlarýna ihtiyacýmýz var. Halen dünyanýn yüz aký, militan ama aman vermez bir barýþçý Noam Chomsky' nin söylediklerine kulak vermek, konuyu kavratýcý olmanýn ötesinde kavgada nasýl yer tutulmasý gereði üzerine de bir açýlýma olanak sunmaktadýr: "Tarihteki en güçlü devlet yüksek sesle ve açýk biçimde dünyayý güç kullanarak yönetmek istediðini ilan etti ve güç üstün olduðu bir boyuttur. Baskýya standart (dolayýsýyla anlamsýz) bir þekilde eþlik eden soylu niyetleri bir kenara býrakalým. Bu devletin liderleri, düzen içi dýþ politika çevrelerinin önde gelen dergilerinin birinde açýk sözlülükle dile getirildiði gibi, kendilerini 'emperyal hýrslarýnýn' peþinde koþmaya adamýþ durumdalar. Bu kritik ve önemli bir meseledir. Ayný zamanda, bugün ve gelecekte herhangi bir rakibe müsamaha göstermeyeceklerini de ilan ettiler. Açýk ki, ellerindeki þiddet araçlarýnýn yollarýna çýkan herkesi küçümseyerek bir kenara itebilmelerini saðlayacak kadar olaðanüstü olduðuna inanýyorlar. Irak ile savaþýn bir amacý da imparatorluk vurup daðýtmaya karar verdiðinde neler olacaðýna dair dünyaya bir ders vermektir. Buna inanmak için yeterince sebep var. Güç dengesizliði göz önünde bulundurulursa 'savaþ' teriminin pek de uygun bur terim olmadýðý ortada." Artýk buradan öteye militarizm ve bunun sonuçlarýyla ilgili olarak hem genel ve hem de

22


Kurtuluþ

özel bir takým saptamalar yapmak olanaklarýna sahibiz. Fakat bu sorunun bir yanýdýr. Yine bunun kadar önemli bir konuysa bu saptamalarla ilgili olarak öne koyulacak görevler manzumesidir. Her ne kadar dünya, bölge ve ülkede ki geliþmeler birbirinden baðýmsýz olarak ele alýnamayacak olgularsa da, elden geldiðince analitik bir yaklaþýmla meseleleri eðilmek saðlýklý bir yol olacaktýr. Dikkat edildiyse küreselleþme daha çok siyasi ve askeri yönleriyle ele alýnmaya çalýþýldý. Oysa biliyoruz ki bu türden politikalarýn ardýnda bir yýðýn ekonomik çýkar yatmaktadýr. Yine küreselleþme dendiðinde akla öncelikle üç kurum gelmelidir: IMF, Dünya Bankasý ve WTO(Dünya Ticaret Örgütü). Olan biteni anlatacak çarpýcý satýrlar ise bir zamanlar Dünya Bankasý Baþ ekonomisti Joseph E. Stiglitz' den. Ama onlarý okumadan Lenin'e bir kez daha kulak verelim:'Emperyalizmin ayýrýcý özelliði sýnaî sermayede deðil, Ama tümüyle mali-sermayededir.' Aslýnda Stiglitz bir kez daha Lenin'i doðruluyor ve þöyle diyor: "Yýllar önce General Motors' un Yönetim Kurulu Eski Baþkaný ve Savunma Bakaný Charles E. Wilson' ýn 'General Motors için iyi olan, ülke içinde iyidir' þeklindeki ünlü sözü, belirli bir Amerikan kapitalizmi görüþünün sembolü haline geldi. IMF de çoðunlukla benzer bir görüþe sahip görünüyor: 'Finans dünyasýnýn küresel ekonomi için iyi olarak gördüðü þey, küresel ekonomi için iyidir ve yapýlmalýdýr.' "

masýdýr.' Bu nedenle militarizmi sadece asker ve sadece ordu baðlamýyla ele almak hem sorunun daraltýlmasý ve hem de politik bir argüman olarak sorunun küçümsenmesi sonuçlarýný üretir. Her þey bir yana sadece post-modern bir darbe olarak nitelenen '28 Þubat' ýn hazýrlýklarý akla getirildiðinde konu daha bir açýklýkla kavranabilecektir. Þüphe yok ki bize iliþkin bu örnek çok daha zenginlikleriyle arttýrabilinir. Yine bunun yanýnda her ne kadar orduyu ve askerleri hatýrlatan bir kavram olsa da sivil yaþamýn aktörlerinde, askercil dünyanýn isterlerini fazlasýyla aþan, görünümler sergilenebilmektedirler. Dolayýsýyla sorun bir kez daha hegemonya sorunu olarak algýlanmalýdýr. Dünya planýnda Amerika politik stratejiler hazýrlarken, bu doðrultuda sözünü ettiðimiz hegemonyayý oluþtururken, baþtan sona militarizmin hemen tüm karakteristik vasýflarýndan hareketle görüþler þekillendirmektedir. Daha son Irak Savaþý ortaya çýkarýlmadan, üretilen 'tehlike ve tehditler' planýnda sunulan hemen tüm kanýtlarýn gerçekle bir iliþkisi olmadýðý ortaya çýkmýþtýr. Ýlginç olan ayný türden bir yýðýn gerekçenin üretiliyor olmasý deðil, alýcý bulabilmesidir. Zaten bu nedenle sorun tanýmlanýrken askercil bakýþ açýlarýnýn topluma massedilmesinden söz edilmektedir. Tam bu noktada bir kez daha Noam Chomsky' e baþvurmak hem öðretici olacaðý gibi ve hem de gerçeðin nasýl eðilip bükülebileceðini göstermesi açýsýndan yararlý olacaktýr. Chomsky' e göre teknik anlamda daha az küreselleþme fakat doktriner anlamda daha çok küreselleþme geleceðe yön verecektir. Bu nedenle; "Kâinatýn efendilerinin anladýðý anlamda küreselleþme ile savaþ olasýlýðýnýn artmasý arasýnda açýk bir baðlantý, bu noktada ortaya çýkmaktadýr. Askeri planlamacýlar da ayný beklentileri paylaþmakta ve açýk sözlülükle, bu beklentiler nedeniyle askeri gücün arttýrýldýðýný belirtmektedirler. 11Eylül'den önce de askeri harcamalarý tüm müttefiklerinin ve düþmanlarýnýn toplamýndan daha fazlaydý. Terör saldýrýlarý askeri harcamalara ayrýlan fonlarýn hýzla büyütülmesi için sömürüldü-ki bu, özel sektörün önde gelen kuruluþlarýný son derece memnun etti. En uðursuz program uzayýn askerileþtirilmesidir ve bu da 'terörle mücadele'

Militarizm Amerikan imparatorluðuna giden yol, baþtan sona savaþý gerektirir bir tarzda çizilmiþti. Daha önce bu doðrultuda ortaya konan tüm politikalar böyle bir içerikle dile gelmiþlerdi. Bu türden bilgileri ayrýca anlatma gereði pek yoktur, çünkü projeler yaþam bulmuþlardýr. Militarizmin birçok tanýmýnda savaþ ve savaþ hazýrlýðý ön plana çýkmaktadýr. Oysa yine bilindiði gibi militarizmin en çok iþlev kazandýðý dönemler barýþ dönemleridir. Dolayýsýyla bir tür hegemonya aracýdýr. Zaten Tarihçi Michael Howard bu gerçekten de hareketle konuya daha geniþ bir perspektifle yaklaþýlma olanaðý sunan bir taným yapar. O'na göre militarizm 'askeri alt kültüre ait deðerlerin toplumun egemen deðerleri olarak algýlan-

23


Kurtuluþ

bahanesiyle hýzlandýrýldý." Satýrlar küreselleþme ve savaþ baðlamýnda nasýl bir hegemonya kurulduðunu açýk seçik gösteriyorlar. Her ne kadar içine girilen bataðý Donald Rumsfeld gibileri bir baþarý olarak sunmaya ve "Irak' ta her þey yolunda" sakýzýný çiðnemeye devam etseler de neo-con saflar çözülmeye yüz tutmuþturlar. Buna karþýn gerek terörizm ve gerekse de Amerikan hegemonyasýna iliþkin literatür deðiþmemektedir. Sorun militer özelliklerin yani 'önleyici vuruþ gibi ' taktik adýmlarýn yanýnda 'diplomasi' ve 'ittifaklarýnda' öne çýkarýlmasý þeklindedir. Bizatihi bu tutum, bir anlamda dünyaya tek baþýna þekil verme yaklaþýmýndan uzaklaþma, yani bir tür 'geri adým atma' anlamýna gelmektedir. Ýþgalin baþlangýcýndaki burnundan kýl aldýrmaz Amerika görüntüsü kaybolmaya yüz tutmuþtur. Esas olarak, durum ve politikalarýn buna baðlý olarak dönüþmeye yüz tutmasý, neo-con politikalarýnýn Amerika kamuoyunda hýzla irtifa kaybetmesindendir. Sýnýf çýkarlarýndan baðýmsýz, kendi baþýna bir militarizm analizi gerçekler üzerine ayaðýný basmakta güçlük çekecektir. Tarih sýnýf mücadeleleri tarihidir derken, aslýnda nesnel bir saptama yapýyoruz. Oysa bu saptamaya karþýn mücadelenin örgütlenmesi ve biçimleri, verili koþullardan baðýmsýz olmamakla birlikte, öznel çabalarý gerektirir. Bu nedenle militer özellik taþýyan bir örgütlenme zorunluluðun bir ürünü olarak ortaya çýktýðýnda bir þey, bizatihi var oluþ nedeni olarak algýlandýðýnda bir baþka þeydir. Bu baðlamda günümüz dünyasýnýn hegemonik gücü Amerikanýn militer yaklaþýmlarý, salt Amerika'yý deðil, tüm insanlýðý ilgilendirir bir muhtevaya sahiptir. Bugün zaten bu politikalarýn vahim sonuçlarýný hemen her gün izliyoruz. Tarih düþünüldüðünde bu politikalarýn nelere müncer olabileceði, Mussolini'nin þu sözlerinde adeta sýrýtmaktadýr: "Deðiþiyoruz ve savaþçý bir ulus olmak istediðimiz için gittikçe deðiþeceðiz. Militarist bir ulus olacaðýmýzý ekleyeceðim, çünkü sözcüklerden korkmuyoruz. Bu tabloyu tamamlamak için, daha yüksek düzeyde boyun eðme, özveri erdemlerine ve ülke uðruna özünden geçme niteliklerini taþýma anlamýna gelen savaþçý sözcüðünü kullanacaðým." Bu söylenenlerin neyi ima ettiðini dünya yaþayarak öðrendi.

Benzer giriþimlerin sonuçlarýný var olan deneylerden öðrenme yeteneði gösterememek büyük bir aymazlýk olacaktýr. OYAK Bir bütün olarak militarizmden söz edip ülkede bu gerçeðin tezahürlerini ele almamak tek kelimeyle bir eksiklik, tabloyu kavratma da bir eksiklik anlamýna gelecektir. Aslýnda ara baþlýða OYAK derken soruna bir dolayým kazandýrmýþ oluyoruz. Her ne kadar doðrudan orduya baðlanabilecek bir kuruluþsa da, OYAK daha çok ekonomik isterlerin bir sonucudur. Ama gerek kuruluþu, gerekse geliþmesi itibariyle doðrudan egemen çerçeveye oturan bir muhtevaya sahiptir. OYAK' ýn ayný zamanda silah üretiminde de öne çýkýyor olmasý bu gerçeði pek deðiþtirmemektedir. Kuruluþu kýsa bir zaman dilimine otursa da OYAK bugün artýk ülkedeki üç-beþ büyük holdingden biri olmuþtur. Zaten bazý kuruluþlarýyla da ekonomideki en büyük teþebbüsler arasýnda sayýlmaktadýr. Militarizm kurduðu hegemonya itibariyle kendini: tarihin derinliklerinden feyz alan, yurdun korunmasýnda tek iþlevli araç olarak orduyu gören ve bu hegemonya ile sivil dünyanýn hep bir adým önünde yer alan, baðýmsýz bir görünümle sergilemektedir. Oysa gerek OYAK' ýn kuruluþ amaçlarý, gerekse ekonomide tuttuðu yer itibariyle, tekeller dünyasýnýn bir parçasý olduðu su götürmez bir gerçekliktir. Hele içinde bulunduðu ortaklýklar itibariyle uluslar arasý sermayeyle güçlü baðlarý olan bu holdingin, ayný zamanda 'vatan millet' edebiyatýyla kurulan hegemonyasýnýn kýrýlmasý militarizmin geriletilmesiyle eþ anlamlý olacaktýr. Bu konuda zaten ikircime yol açmayacak emareler, piyasalarýn isterlerine uygun bir tarzda hemen her vesileyle sunulmaktadýr. Daha yeni OYAK Genel Müdürü Coþkun Ulusoy bir takým kuþkularý ortadan kaldýrmak üzere; 'ticarette rasyoneliz vatan millet deniyorsa onda yokuz' derken oldukça gerçekçidir. OYAK Milli Savunma Bakanlýðý'na baðlýdýr. Mali idari bakýmdan özerk bir tüzel kiþiliðe sahip olan kuruluþ, özel hukuk hükümlerine tabidir. Zaten olanaklar neyi gerektiriyorsa bu türden karakteristik uygulamalar doðrudan OYAK'ýn lehine yorumlanmýþlardýr. Yani OYAK her durumda kamunun desteðini arkasýnda bula-

24


Kurtuluþ

cak bir yapýlanma içindedir. Oysa kuruluþuyla önüne oldukça mütevazý hedefler koymuþtur. Güvenlik ve Ýktisat Komisyonu Raporlarý'nda OYAK'ýn kuruluþ gerekçesi ve gerekliliði þu þekilde sunulmaktadýr: "...Filhakika, uzun hizmet yýllarý sonunda TC Emekli Sandýðýndan alýnan maaþ ve ikramiye ile ancak mütevazý geçim þartlarý saðlanmakta, küçük bir ev sahibi olmak hususunda müþküllerle karþýlaþýlmaktadýr... Ýktisadi hayatýn gün geçtikçe inkiþaf ettiði memleketimizde ordu mensuplarý herhangi bir sebep tahtýnda vazifeden ayrýldýklarý takdirde, bugünkü mevzuat muvacehesinde kendilerine saðlanan yardýmlarla kendi içtimai seviyelerine uygun bir hayat seviyesi temin edememektedirler... Ordu mensuplarýnýn kendi içlerinde ve kendi mali imkânlarýyla bir dayanýþma suretiyle istikbal endiþesinden kurtularak maddi ve manevi huzura kavuþmalarýný temin maksadýyla Ordu Yardýmlaþma Kurumu Kanun Tasarýsý hazýrlanmýþ bulunmaktadýr..." Oysa ortaya çýkan sonuçlar itibariyle, görünür tevazuyu aþan bir durum söz konusudur. Çünkü OYAK'ýn iþtiraklerinin sayýsý yýllar içinde artmýþ ve 2002 yýlýnda Kurum bünyesinde 26'sý doðrudan iþtirak, 9'u da iþtiraklere baðlý þirketler olmak üzere toplam 35 þirket barýnmaktadýr. OYAK bu þirketlerde Axa, Renault, Goodyear, Elf gibi dünya devi yabancý sermaye gruplarýyla bir takým ortaklýklara sahiptir. Yine bunlar yanýnda Ýslami Kalkýnma Bankasý gibi ilginç kuruluþlar ile diðer yandan da Sabancý, çok yakýn bir zamana kadar Koç, Eti, Yaþar Holding, Gama gibi yerli büyük sermaye ile ve de Halk Bankasý, Ziraat Bankasý, SSK gibi kamu kuruluþlarý ile çeþitli düzeylerde ortaklýk içindedir. Oldukça kýsa sayýlabilecek bir sürede bu denli geliþim saðlayabilmenin ardýnda þüphe yok ki bir yýðýn ayrýcalýk yatmaktadýr. En baþta söylenmesi gereken, yasal ayrýcalýklarýdýr ki bunlar arasýnda en önemlisi vergi muafiyetleridir. 205 sayýlý yasanýn 35. maddesine göre OYAK kurumlar vergisinden, her türlü gelirleri gider vergisinden, üye aidatlarý gelir vergisinden, kuruma yapýlacak baðýþlar ve kurumun üyelerine yapacaðý yardýmlar veraset ve intikal vergisiyle gelir vergisinden, kurumun her türlü muamelesi damga resminden muaftýr. Ayrýca

OYAK'ýn mallarý ile gelir ve alacaklarýnýn Devlet mallarý hak ve rüçhanlýðýna sahip olmasý (m.37) OYAK'ýn dev bir holdinge dönüþmesinde etkisi olan ve yine hukuki ve kurumsal yapýsýnýn ürünü olan bir diðer unsur ise üye aidatlarýdýr. 2001 yýlý itibariyle 193.000 üyesi olan OYAK bu üyelerden düzenli nakit giriþi saðlamakta ve büyük bir fon toplanmaktadýr. Üye aidatlarý kurumun gelirleri arasýnda önemli bir yer tutmakta ve ucuz maliyetli bu kaynak sayesinde kurum nakit kaynak oranýný yüksek tutabilmektedir. Örneðin 1974 yýlýndaki nakit giriþlerin % 52,8'i, 1978 yýlýnda ise % 42.3'ünü üye aidatlarý oluþtururken, 1994 yýlý net kurum karýnýn da %17.48'ini üye aidatlarý oluþturmaktadýr. Böylesine istikrarlý ve maliyetsiz likit kaynaklara sahip olmak özellikle kriz anlarýnda büyük karlar elde etme fýrsatýný doðurmaktadýr. Ve artýk OYAK özelleþtirme ihalelerinin en ciddi katýlýmcýsýdýr. Ayrýca kazandýðý ihaleler sadece onun ne denli büyüdüðünün somut tezahürleridir. Her ne kadar OYAK Genel Müdürü 'vatan millet deniyorsa orda yokuz ' diyorsa da sermayenin 'esasýnýn' ne olduðu yolunda bir halüsinasyona neden olmaktadýr. Zaten hegemonyanýn ardýnda yatan da bu halüsinasyondur. 'Vatan millet' edebiyatý kitleler içindir. Oysa 'ticaret erbabý' na yönelik üslup iþin muhtevasýna uygundur. Saðlanan tüm ayrýcalýklar belli ki doðrudan bu 'vatan millet' 'kavrayýþýnýn' ürünleri daha da doðrusu 'ordu millet' anlayýþýnýn sonuçlarýdýr. Bu sonuçlara bir çýrpýda ulaþýlmadý. Daha Osmanlý da ordunun þekillenmesi, batý tandanslý çeþitli reform giriþimleri, Kurtuluþ Savaþý ve Cumhuriyetten sonra darbe giriþimleri, darbeler hep bu 'vatan millet' propagandasýnýn güçlenmesinin temellerinin, geçmiþten bu yana atýldýðýnýn göstergeleridir. Yine günümüzde ulusalcýlýðýn güçlenmesi doðrudan ýsrarla sürdürülmeye çalýþýlan Kürtlerle ilgili savaþtýr. Ayný zamanda bu durum, saðlanan hegemonyanýn güçlü bir þekilde sürdürülebilmesi için þovenizmin alabildiðine pompalanmasý, anlamýna da gelmektedir. Konuyu ayrýntýlarýyla ele almak yerine somut örnekler vermek, durumun kavranýlabilmesi olanaklarýný arttýracaktýr. Kitabý çok fazla basýlan ve Kürtlerle ilgili savaþta yer alan bir generalden, Osman Pamukoðlu' n dan

25


Kurtuluþ

yapacaðýmýz bir alýntý, hem militarizmin hem de þovenizmin boyutlarý ný, göstereceði gibi, bir bütün olarak konunun aydýnlanmasý olanaklarýný da sunacaktýr. Þöyle diyor: "Ordunun þeref ve disiplininin temeli, yeminli muhafýzlarý subaylardýr. Bu fikrin sahiplerinin baþýnda da süvarileri Sarý denizden Polonya' nýn baþkenti Varþova önüne kadar gelen, bütün dünya tarihçilerinin doðunun yetiþtirdiði en büyük general olarak kabul ettiði Cengiz Han gelmektedir.'Bana subay ve para verin, baþka bir þey istemem' diyen de kendisidir. 150.000 kiþilik süvari ordusunun 70.000' ide Türk'tür" Ayný generalin ki ordunun oldukça tipik bir temsilcisidir, yaptýðýmýz alýntýda da yansýyan militarist ruh hali, ayný zamanda topluma da giydirilmek istenen elbisenin ne olduðunu, göstermektedir. Dolayýsýyla sadece OYAK'a bakýp, sadece Pamukoðlu' na bakýp militarizmi çözümleyebilmek mümkün deðildir. Militarizm bunlarýn bir sentezi olarak, topluma biçim verme felsefesidir. Zaten Atatürk'ten ne anladýðýný anlatan tümce de çok çarpýcýdýr: 'Beyler; Atatürk denilince siz ve birileri ne anlýyor bilmiyorum, ama ben size söyleyeyim; cesaret, tepki, eylem, Türk Milletine ve Türk Vatanýna ölümcül tutkudur.' Aslýnda yaklaþýmý yine yazarýn bir epigraf olarak kullandýðý cümleyle tamamlamak, insaný da nasýl gördüðünü oldukça çarpýcý bir biçimde yansýtacaktýr: "Ýnsan muharebeyi kazanabilecek tek makinedir. Donatým önemlidir fakat asýl anahtar

insandýr. Süper silahlar ve düðmeye basýlarak yapýlan savaþlar hakkýndaki düþünce ve konuþmalar beþ para etmez bir yýðýn zýrvadan ibarettir. Ýnsan, tek ve en üstün savaþ aracýdýr." OYAK ordunun lafta tarafsýzlýðýnýn ne mene bir þey olduðunu gösterir bir olgudur. Sýnýfsal olarak zaten her anlamda bir tekel olan kurumun sorunlara yaklaþýmý tartýþma götürmez bir biçimde egemenlerle aynýdýr. Dolayýsýyla bu gerçeklik, yaratýlan yanýlsamanýn aþýlabilmesi için, bizlere somut ve anlaþýlabilir kanýtlar sunmaktadýr. Halen yaþadýðýmýz koþullarýn, ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel verileriyle, bir bütün olarak karmaþýk sürecin çözümlenme adýmý ne olmalýdýr sorusuna saðlýklý bir cevap, her þeyin önüne geçmiþtir. Cevap yakýn tarihsel döneme karakterini veren 'Kürt Sorunu' n da yatmaktadýr. Militarizm bütün giriþimleriyle, sorunun çözülmesi yollarýnýn týkanmasý çabasý olarak algýlanmalýdýr. Ancak böyle bir algýlama öne konacak görevlerin de saðlam temellere oturtulmasý olanaklarýný bize verecektir. Dolayýsýyla yürünecek hat anti-militarist temele oturtulmak durumundadýr. Her þey bir yana, daha yeni Þemdinli ile ilgili hazýrlanan iddianamede kara kuvvetleri komutanýnýn adýnýn geçmesi nedeniyle toplum üzerinde kurulan militarist hegemonya ve bunun ürettiði sonuçlar durumun çarpýcý bir örneðidir. Bütünsel bir bakýþ; hem dünya, hem Bölge ve hem de ülkede böyle bir hattýn çizilmesi görevini tüm ciddiyetiyle karþýmýza dikmektedir.

* * *

26


militarizm

dosya

Kurtuluþ

Milli Güvenlik Devleti ve Militarizm

"Vatandaþlar arasýndan seçilen, silah eðitimi görmüþ kiþilerden kurulu, düzenli bir milis gücü özgür bir ülkenin en uygun, en doðal ve en emin güvenlik aracýdýr; barýþ zamanýnda sürekli ordular bulundurmak, ülkenin iç özgürlüðü için tehlikeli sayýlmalý ve bundan kaçýnýlmalýdýr; ordu her durumda, sivil gücün emri altýnda bulunmalý ve sivil güç tarafýndan yönetilmelidir." (Virjinya Evrensel Beyannamesi-12 Haziran 1776) 1. Milli Güvenlik Ýdeolojisi ve Kurumsal Yapýlar a)Milli Güvenlik Kavramý Milli güvenlik kavramý ve ideolojik söyleminin günümüzde tanýmlandýðý ve anlaþýldýðý þekilde ilk ortaya çýkýþý ve uluslararasý boyut kazanmasý, II.Dünya Savaþý'ndan sonra olmuþtur. Savaþ sonrasý yenidünya koþullarýnda birçok ülke kendine özgü bir "milli güvenlik siyaseti" oluþturmaya baþlamýþ ve bu amaçla çeþitli anayasal ve yasal düzenlemeler yapmýþtýr. Bu dönemde milli güvenliðin kavramsal içeriði deðiþen dünya ve ülke koþullarýna

Þaban Ýba 27


Kurtuluþ

göre, dar ve geniþ anlamlarda olmak üzere iki þekilde tanýmlanmýþtý. Birincisi, milli güvenliðin sadece askeri sýrlarýn açýklanmasýna indirgenmesi veya bunalým dönemlerinde bir olaðanüstü hal rejimi sonucunda alýnacak önlemleri içermesi; ikincisi de, devlet düzenini korumak amacýyla alýnan her türlü önlemi kapsamasýydý. Bu baðlamda daha genel ve somut bir milli güvenlik tanýmý l953 yýlýnda ABD Baþkaný'nýn "Direktifi" doðrultusunda ABD Adalet Bakanlýðý tarafýndan yapýlmýþtýr. Uluslararasý planda birçok ülke tarafýndan benimsenen bu taným özetle þöyleydi: "ABD'nin askeri, ekonomik ve üretici kuvvetini, devletin iç ve dýþ güvenliðini casusluk, sabotaj, yýkýcý faaliyetler ve devleti zayýf düþürmeye veya yýkmaya yönelik illegal diðer eylemlere karþý, alýnacak önlemleri de içine alacak þekilde, korumak ve muhafaza etmek." II. Dünya Savaþý'ndan sonra ABD'nin emperyalist-kapitalist kampýn liderliðini eline geçirerek dünyanýn jandarmalýðý görevini üstlenmesi, devlet ve toplum hayatýnda yeni düzenlemeleri gündeme getirmiþti. Bunlardan biri ve en önemlisi, 1947 yýlýnda ABD'nin uluslararasý çýkarlarý ve olaðanüstü görevleri doðrultusunda Baþkan'a yürütme görevlerinde yardýmcý olacak yepyeni bir kurum olan Milli Güvenlik Konseyi'nin kurulmasýydý. ABD Baþkaný'nýn bir danýþma kurulu ve yardýmcý kuruluþu gibi çalýþacak olan Milli Güvenlik Konseyi'nin görevi yasada özetle þöyle belirtilmiþti: "ABD'nin milli güvenliðini ilgilendiren yerli, yabancý ve askeri konularda tüm bilgileri toplamak, ayýrýma tabi tutmak ve deðerlendirme yapmak ve daha sonra Baþkan'a milli güvenliðe iliþkin olarak önerilerde bulunmak." ABD Milli Güvenlik Konseyi, birçok ülkede milli güvenlik ve savunma ile ilgili olarak oluþturulan Kurul, Konsey veya Komite olarak adlandýrýlan benzer kuruluþlara model oldu. ABD tarafýndan geliþtirilen milli güvenlik kavramý ve ideolojik söylemi de, uluslararasý planda Amerikan siyaset ve hukuk terminolojileri ile ifade edildi. 1960'lý yýllardan itibaren Güney Amerika devletleri silahlý kuvvetleri tarafýndan geliþtirilen ve giderek ABD'ye baðýmlý ve yarý baðýmlý

bütün ülkelerde geçerli hale gelen "Milli Güvenlik Doktrini" veya "Milli Güvenlik Devleti" kavramlarý daha kapsamlý bir þekilde tanýmlanmýþtý. Bugün hala uluslar arasý planda geçerli olan bu özgün taným þöyleydi: "Milli güvenliði zaafa uðratacak iç ve dýþ tehlikelere karþý ilgili ülkenin daima uyanýk olmasý, özel anlaþmalar veya ikili iliþkiler çerçevesinde ABD ile iþbirliðine yönelmesi; yurt savunmasý için daima hazýrlýklý olmak geleneksel görevi yanýnda, devlet için tehlike içeren devrimci potansiyellere karþý ordunun özel savaþ yöntemleri geliþtirmesi, bu amaçla eðitilmesi, düzenlenmesi; devleti ve toplumu denetleyici bir fonksiyon üstlenmesi." Milli güvenlik ideolojisi ve Milli Güvenlik Siyaseti'nin özgün biçimleri Türkiye için de bir model oluþturdu. 1949 yýlýndan itibaren Türkiye'de Devletin tüm kurum ve kuruluþlarýna adým adým girdi ve süreç içerisinde egemen siyaset tarzý haline geldi. Kuþkusuz bu süreç, ayný zamanda II. Dünya Savaþýndan sonra kapitalist-emperyalist kampýn lideri konumuna yükselen ABD'nin Türkiye üzerinde ideolojik, politik, askeri, kültürel, vb. çok yönlü egemenliðinin pekiþtirilmesi sürecine tekabül etmekteydi. Bu baðlamda, 27 Mayýs askeri müdahalesinden sonra yapýlan anayasaya iki temel hüküm getirildi. Bunlardan biri, ABD Milli Güvenlik Konseyi'nin bir tür eþdeðeri olan Milli Güvenlik Kurulu(MGK); ikincisi de Genelkurmay Baþkanlýðý'nýn Milli Savunma Bakanlýðý'ndan alýnarak Baþbakan'a baðlanmasý ve böylelikle ordunun devlet içinde özerk bir konum kazanmasýydý. 1949 yýlýnda MSYK'nun oluþturulmasýndan baþka, ordunun devlet içindeki konumuyla ilgili temel bir deðiþiklik olarak, Genelkurmay Baþkanlýðý Milli Savunma Bakanlýðý'na baðlanmýþ ve ordu kurum olarak bu bakanlýðýn bir parçasý haline getirilmiþti. 27 Mayýsçýlar "askeri otoritenin sivil otoriteye tabi olmasý" bakýmýndan bu 10 yýllýk demokratik uygulamayý deðiþtirmiþ ve yeniden orduyu devlet içindeki özerk konumuna yükseltmiþlerdi. Böylelikle, ordunun Ýç Hizmet Yasasý'ndaki "Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi"ni kullanarak askeri müdahaleler yapmasýnýn hukuki zeminini yaratmýþlardý.

28


Kurtuluþ

b)Milli Güvenlik Kurulu ve Devlet Ýçindeki Konumu 27 Mayýs askeri müdahalesinden sonra anayasaya bir kurum olarak giren MGK'dan önce, aralarýnda kuruluþ ve yetkiler bakýmýndan benzerlik bulunan "Milli Savunma Yüksek Kurulu"(MSYK) vardý. l949 yýlýnda kurulan MSYK, "Devlet iþlerinin en baþýnda gelen topyekun milli savunma görevlerini yerine getirmek üzere" kurulmuþtu. 1961 anayasasýnda MGK, "Kanunun gösterdiði Bakanlar ile Genelkurmay Baþkaný ve Kuvvet Temsilcileri'nden oluþur. MGK'na Cumhurbaþkaný baþkanlýk eder, bulunmadýðý zaman bu görevi Baþbakan yapar. MGK, Milli Güvenlik ile ilgili kararlarýn alýnmasýnda ve koordinasyonun saðlanmasýnda yardýmcýlýk etmek üzere, gerekli temel görüþleri Bakanlar Kurulu'na bildirir." þeklini aldý. 1962 yýlýnda çýkarýlan MGK Genel Sekreterliði Kanunu'nun gerekçesinde, "Tasarýnýn hazýrlanmasýnda 2.Dünya Harbi'nden sonra ileri memleketlerin benzeri teþkilatlarý üzerinde yaptýklarý revizyonlar ve bu konuda MSYK'nun 10 senelik tatbikatýndan elde edilen tecrübeler de dikkate alýnmýþtýr. Bu suretle bu tasarý, devletin maddi ve manevi bütün varlýklarýnýn her türlü tecavüzlere karþý korunmasý ve yüceltilmesi amacýyla takip edilecek politika, prensip ve planlarýn tespiti iþleri ile bu konudaki hazýrlýk ve çalýþmalarý tanzim edecek esaslarý derlemiþ bulunmaktadýr" þeklinde tanýmlandý. 12 Mart 1971'de yapýlan anayasa deðiþikliðiyle "MGK, Milli Güvenlik ile ilgili kararlarýn alýnmasýnda ve koordinasyonun saðlanmasýnda gerekli temel görüþleri Bakanlar Kuruluna tavsiye eder." þeklinde yeniden düzenlendi. Buna göre, eski metinde bulunmayan "Baþbakan" kelimesi eklenmiþ ve eski metindeki "Kuvvet Temsilcileri"nin yerine "Kuvvet Komutanlarý" konuldu. Ayrýca, "yardýmcýlýk etmek üzere" gerekli temel görüþleri Bakanlar Kuruluna "bildirir" þeklinde yer alan ifade deðiþtirilerek "yardýmcýlýk etmek üzere" ibaresi maddeden çýkarýldý, yerine baþka bir ibare konulmadý, fakat "bildirir"' þeklindeki kelime de "tavsiye eder" þeklinde deðiþtirildi. 1982 Anayasasýnýn özüne sindirilen Milli Güvenlik Kavramý ise, MGK'nun görevleri içinde ve geniþletilerek tarif edildi. Buna göre

"MGK, devletin milli güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulamasý, ile ilgili kararlarýn alýnmasý ve gerekli koordinasyonun saðlanmasý konusundaki görüþlerini Bakanlar Kuruluna bildirir. Kurulun devletin varlýðý ve baðýmsýzlýðý, ülkenin bütünlüðü ve bölünmezliði, toplumun huzur ve güvenliðinin korunmasý hususunda alýnmasý zorunlu gördüðü tedbirlere ait kararlar Bakanlar Kurulunca 'öncelikle dikkate alýnýr" þeklini aldý. Bu bakýmdan, 1982 Anayasasý bir tür "Milli Güvenlik Anayasasý" olarak hazýrlandý. Anayasada tanýmlanan "Milli Güvenlik Ýdeolojisi" tüm yasalara ve anayasa ile oluþturulan bütün kurumlara girdi. Anayasada tanýmlanan "devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüðü " diye baþlayan bir söylem, MGK'nun ve dolayýsýyla devletin "resmi ideolojisi ve siyaseti" haline getirildi. Böylelikle MGK'nýn yetkileri, "iç ve dýþ güvenliðin" sýnýrlarýný da aþacak biçimde geniþletildi ve ülkenin her türlü sorunuyla ilgilenebilen bir kurum niteliðine kavuþturuldu. Kararlarý da, "öncelikle uyulmasý zorunlu" hale gelen MGK, ülkenin her sorunuyla ilgilenmeye, kararlar almaya, günlük politikayý günü gününe izlemeye ve ayda bir düzenli toplantýlar yapmaya baþladý. 1983 yýlýnda çýkarýlan MGK Genel Sekreterliði Kanunu ile kuruluþ, görev, yetki, çalýþma esas ve usulleri yeniden düzenlendi. Bu yasa ile "toplantýlarýn gizliliði", "personelin gizliliði", "bilgi ve belgelerin gizliliði", "harcamalarýn gizliliði" ile birlikte uygulama ile ilgili Yönetmeliði de gizli hale getirildi. MGK, devletin gizli örgütlerinden olan MÝT gibi, Genel Sekreterliðin bütün çalýþmalarý devletin gizli örgütleri kapsamýna alýndý. Bu nedenle Genel Sekreterliðin Yönetmeliði gizlilik derecesinden (o güne kadar yürürlükte olan 1962 tarih ve 129 sayýlý yasaya göre hazýrlanmýþ olan eski yönetmeliðin gizlilik derecesi yoktu) dolayý Resmi Gazete'de yayýnlanmadý ve bu "gizliliðin ihlali" de suç sayýldý. AKP hükümetinin "Avrupa Birliði'ne Uyum Programý" çerçevesinde yaptýðý son üç düzenlemeden biri, Baþbakan yardýmcýlarýnýn da dahil edilerek MGK'daki hükümet kanadýndan gelen sivillerin sayýsýnýn artýrýlmasý, ikincisi Genel Sekreterlik görev ve yetkilerinin sýnýrlanmasý,

29


Kurtuluþ

üçüncü olarak da Kurul toplantýlarýnýn iki ayda bir yapýlmasý ve Genel Sekreterin sivil bir kiþi olmasýdýr. Ancak, bir ölçüde ordunun tepkisine de yol açan bu yeni düzenlemelerin hiçbiri MGK'nun asli görev ve sorumluluklarýný ortadan kaldýrmamaktadýr. Gelinen noktada her þeye karþýn ordunun devlet içindeki özerkliðinin yarattýðý geleneksel askeri tutum devlet ve toplum hayatýnda etkisini sürdürmektedir. MGK'daki komuta heyeti, hiyerarþik sistem içerisinde ve bir nöbet deðiþimi þeklinde orduyu kurum olarak düzenli ve sistemli bir þekilde temsil etmektedir. Yani, Genelkurmay Baþkaný ve Kuvvet Komutanlarýndan oluþan ve kurum olarak orduyu temsil eden 5 kiþilik komuta heyeti, MGK kararlarýnýn alýnmasýnda ve uygulanmasýnda belirleyici konumda bulunmaktadýr.

Kuruluna giderek "hükümet görüþü" olarak sunulan, yasa ve yasa hükmündeki kararnameleri onaylamak zorunda olan bir kurum niteliðindedir. Milli güvenliði ilgilendiren ve bu prosedürü izlemeyen hiçbir yasa teklifi parlamentoda görüþülmemekte ve bu konularda teklif dahi yapýlamamaktadýr. MGK'nun üzerinde sadece ordunun ve dolayýsýyla Genelkurmay Baþkanlýðý'nýn etkisi süreklidir. Çünkü Kurulda çalýþan ve etkili görevler üstlenen personelin büyük çoðunluðu, kadrolarý Genelkurmay'da olan askerlerdir. Kurulda her düzeyde askeri hiyerarþi devam etmektedir. Askeri örgütlenmeye uygun tarzda genel sekreterin yardýmcýlarýndan her biri, kuruma baðlý bir birimin baþkanlýðýný yürütmekte ve bu sistem teþkilatýn diðer birimlerinde da tekrarlanmaktadýr. Uzmanlýðýndan yararlanýlan siviller ise, kurum içinde her düzeyde ikinci planda bulunmaktadýrlar. S.Demirel'in "Kuruluþundan beri devletin hafýzasýdýr. Devletin güvenliðini ilgilendiren her þey onun gizli kararlarýnda mevcuttur" dediði Milli Güvenlik Kurulu rejime adeta bir "gizli askeri devlet" ya da "Milli Güvenlik Devleti" veya son yýllarda yaygýn þekilde kullanýlmaya baþlayan " Derin Devlet" niteliði kazandýrmaktadýr. Kurumlaþmasý sürekli olarak geliþtirilen MGK bünyesinde kurulan çok sayýdaki Birimlerden biri, 1993 yýlýnda kurulan Kamu Güvenliði Baþkanlýðý'dýr. Diðeri ise, yeni oluþturulan Kriz Yönetim Birimi'dir. 1997 yýlýnda, ekonomik, siyasal ve toplumsal planda ortaya çýkan temel sorunlarýn çözümü, MGK'nun kendi bünyesinde oluþturulan ve iþleyiþ kurallarý önceden belirlenen Kriz Yönetim Birimi'ne devredilmiþtir. Böylece MGK, Kriz Yönetim Merkezi iþlevini de üstlenmiþtir. Kriz Yönetim Birimi ile MGK, ülkede "sivil yönetim ve otoritenin" temsili görünümünün arkasýnda "gerçek yürütme gücünü" temsil eder gibidir. Çünkü anayasaya göre yürütmeyi temsil eden Hükümet, ülkede ortaya çýkan ve çýkabilecek her türlü kriz durumunun yönetimini ve çözümünü MGK'na devretmiþtir. 3 Mart 1997'den itibaren Kriz Yönetim Merkezi, MGK Genel Sekreterliði binasýnda tahsis edilen bir bölümde faaliyete baþlamýþtýr.

c) MGK Kararlarýnýn Baðlayýcý Niteliði MGK, 12 Eylül'den sonra da devletin en yetkili, en dar, hükümetin ve parlamentonun üzerinde sivil ve askeri kurumlarýn ortaklaþa oluþturduklarý, devletin tüm sorunlarý konusunda uyulmasý zorunlu kararlar alan yetkin bir kurum haline dönüþtürülmüþtür. MGK'nýn kazandýðý bu konum, ayný zamanda oligarþik devletin yetkinleþtirmesi ve milli güvenlik devletine dönüþümünü karakterize etmektedir. Siyasal sorumluluðu hukuken Bakanlar Kurulu'na ait olmakla birlikte, milli güvenlikle ilgili tespitlerin yapýldýðý ve kararlarýn alýndýðý yer esas olarak MGK'dur. Alýnan kararlarýn uygulamasý ise Bakanlar Kurulu tarafýndan yapýlmaktadýr. Bu þekliyle anayasal bir kurum ve bir "üst kabine" niteliðinde olan MGK kararlarýna Bakanlar Kurulu'nun uymamasý ve bunlarý uygulamamasý mümkün deðildir. Toplantýlarý, kararlarý ve tutanaklarý devlet gizliliði statüsünde olan MGK'nun, kuruluþundan günümüze tüm kararlarýnýn oybirliði ile alýnmasý da dahil olmak üzere, aksi bir durum görülmemiþtir. Bakanlar Kurulu acil durumlarda bile, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliði'nin görüþünü almakta ya da Kurulun olaðanüstü toplanmasýna çalýþýlmakta veya Kurulda görüþülmeyen hiçbir konuda karar almamaktadýr. Parlamento ise, MGK'da görüþülüp karar haline gelen ve oradan þeklen Bakanlar

30


Kurtuluþ

Kriz durumlarý, doðrudan ülkenin milli güvenliðini ve devletin Milli Güvenlik Siyaseti'ni ilgilendirdiði için, doðal olarak sorun öncelikle MGK da görüþülüp deðerlendirilecek ve alýnacak tedbirler belirlenecektir. Yani, Kriz Yönetim Birimi, daha baþtan iþin içinde olacak ve MGK'nýn durum tespitinin hemen ardýndan harekete geçecektir. MGK'nun üstlendiði bu yeni görev ve sorumluluk, komutanlara bir askeri müdahale sürecinde daha fazla manevra kabiliyeti kazandýrmaktadýr. Çünkü bu Kriz Yönetimi, kriz durumlarýnýn ortaya çýkaracaðý müdahale biçimlerinin þekillenmesine, müdahale þartlarýnýn hazýrlanmasýna veya konjonktürel geliþmelere göre baþka alternatiflerin yaratýlmasýna kadar uzanan bir siyasal-toplumsal süreçte etkili olabilecek bir siyaset tarzýnýn uygulanmasýna imkan yaratmaktadýr. Özetle, MGK, hükümetin ve parlamentonun üstünde "devletin kaderinde" söz sahibi olan fakat, hiçbir siyasal sorumluluk taþýmayan "bürokratik bir üst kurum" niteliðindedir ve devlet iþleri esas olarak bu Kurul tarafýndan yürütülmektedir.

nedenle Türkiye 1952 yýlýndan beri ulusal güvenlik stratejilerini ABD ve NATO stratejik Konseptleri'ne göre oluþturmaktadýr. NATO'nun Yeni Stratejik Konseptleri ve buna baðlý olarak üye ülkelerin MASK'leri ulusal ve uluslararasý tehditleri ve bu tehditlerin önceliklerini saptamaktadýr. Gerek MASK ve gerekse MGSB, NATO'daki Konsept deðiþikliklerine göre her seferinde yeniden düzenlenmekte, yani güncelleþtirilmektedir. Devletin bir tür "gizli anayasasý" olan MGSB, NATO Konseptlerine baðlý olarak 3 ila 5 yýllýk aralarla hazýrlanmaktadýr. Yenisi hazýrlanana kadar yürürlükte kalan her MGSB yasama, yürütme, yargý baþta olmak üzere devletin tüm kurum ve kuruluþlarý bu belgeye göre faaliyet sürdürmektedirler Bu baðlamda, Temmuz-2001'den beri geçerli olan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) deðiþen dünya, bölge ve Türkiye koþullarýna göre Eylül-2005 tarihi itibariyle yeniden güncelleþtirilmiþtir. Önümüzdeki 5 yýl boyunca devletin gizli anayasasý olarak uygulanacak olan yeni MGSB, tüm hükümet ve kamu kurumlarýnýn uygulamak zorunda olduðu "Ýç Güvenlik Strateji"sini oluþturmaktadýr. Bu yeni MGSB'de "Ýç Tehdit Unsurlarý" önceliklerine göre yeniden düzenlenerek birinci tehdit önceliði eskisinde olduðu gibi gene "Bölücü Faaliyetler", ikincisi "Yýkýcý Faaliyetler", üçüncüsü, "Ýrticai Faaliyetler" olarak belirlenmiþtir. Diðer iç tehdit unsurlarý olarak da, "Azýnlýklar", "Çýkar amaçlý Suç Örgütleri", "Yolsuzluk", "Karapara" "Yasadýþý Göç ve Toplu Sýðýnma", "Cezaevleri" vb. temel baþlýklar altýnda sýralanmýþtýr. Buna göre, iç güvelikle ilgili "Stratejik Hedefler" "iç tehdit" unsurlarýna yönelik olarak alýnmasý gereken genel ve özel tedbirler de, "yasal" ve "idari" tedbirler olarak ayrý ayrý ele alýnmýþ ve maddeler halinde detaylandýrýlmýþtýr. Bu öncelikler sýralamasýndaki deðiþiklik, bugün ve gelecekteki devlet ve hükümet politikalarýný belirlemektedir. Ayrýca, önümüzdeki 5 yýl ayný zamanda AB müzakere sürecinin önemli bir aþamasýný oluþturacak ve 35 maddelik AB müktesebatý için ileri adýmlar atýlmasýný gerektirecektir. MGSB'den anlaþýldýðý gibi Türkiye'nin

d) Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ya da "Gizli Anayasa" Genelkurmay Baþkanlýðý tarafýndan hazýrlanan Milli Askeri Stratejik Konseptler çerçevesinde hazýrlanan ve MGK kararlarý haline gelen Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi, parlamentoyu, hükümeti ve devletin tüm kurullarýný baðlayýcý niteliktedir. Milli Askeri Stratejik Konsept (MASK) ve Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi (MGSB), milli güvenlik devletlerinde ordunun devleti ve toplumu yukarýdan aþaðýya doðru denetleme fonksiyonuyla ilgilidir. Bu tür devletlerde ordu bir siyasal odak/parti gibi davranmakta ve ordu, devlet içindeki özerkliði nedeniyle günlük hayatýn her alanýna müdahale edebilmektedir. Dolayýsýyla ordu gerçek gücü daima elinde bulundurmakta, mecliste grubu bulunan partiler ise askeri vesayetçiliði ve icazetçiliði kendilerine meslek edinmiþ bir tarzda siyaset yapmaktadýr. Türkiye, üyeliðe kabul edildiði günden beri NATO'nun tüm askeri ve politik stratejik, taktik Konseptleri'nin muhatabý ve asli unsurudur. Bu

31


Kurtuluþ

ulusal stratejik hedefleri; a) dünyanýn 10 büyük ekonomisi içine girmeye; b)bölgesel gücünü pekiþtirip küresel güç olmaya, c)Ýç, dýþ ve bölgesel güvenlikte belirleyici olan TSK'yý daha da güçlendirmeye, c)AB müzakere sürecinde ulusal çýkarlarý korumaya vb. yönelik olduðu için bu unsurlar önümüzdeki siyasal ve toplumsal sürecin karakterini belirleyecektir. Hükümetle Genelkurmay arasýndaki bazý anlaþmazlýklar nedeniyle 3 aylýk bir gecikmeyle yürürlüðe giren yeni MGSB doðrultusundaki devlet ve hükümet politikalarý hýzlý bir þekilde uygulamaya konulmuþtur. Terörle Mücadele Yasasý'ndaki deðiþikliklerden, Þemdinli Olaylarý'na(ve bölgedeki pasifikasyon uygulamalarýna) ve ardýndan toplanan "Terör Zirvesi"nde alýnan yeni "baský ve terör" kararlarýna kadar her türlü devlet ve hükümet politikalarý, bu yeni durumun bir göstergesidir

özellikle geçen yüzyýlýn birinci yarýsýndan itibaren ordunun devleti ve toplumu yukarýdan aþaðýya doðru yeniden düzenleme fonksiyonuyla ilgili olarak daha sistemli bir þekilde tanýmlanmýþtýr. Fransýz Devrimi'nin bütün politik kazanýmlarýný birer birer yok eden Napolyon Bonapart'ýn (1762-1821) bazý sözleri Militarizminin genel mantýðý konusunda önemli ipuçlarý vermektedir. Kendisine Sezar'ý model alan Napolyon, "Benim metresim iktidardýr. Onun elimden alýnmasýna, hatta ona yan gözle bakýlmasýna bile gelemem" demiþtir. Napolyon'un militarist kesimler arasýnda bugün hala önemini koruyan þu sözleri de, militarist bir devlette ordu, devlet ve siyaset iliþkilerini özlü bir þekilde tanýmlamaktadýr: "Eninde sonunda devleti yönetmek için asker olmalýdýr. Devlet, yalnýz mahmuzlar ve çizmelerle yönetilir". "Ben kan döktüm, belki daha da dökeceðim, ama öfkelenmeden ve sadece kan almanýn politika hekimliðinde yeri olduðu için". "Bir devleti yönetmek için bir sürü yargýç, bir sürü jandarma, bir sürü asker ve bir hayli de para ister". Devlet ve onun silahlý gücü olarak ordu, toplumun sýnýflara ayrýlmasý ve ekonomik bakýmdan güçlü olan sýnýfýn egemenliðinin bir biçimi olarak ortaya çýkmýþtýr. Ordu bir sýnýfýn egemenlik biçimi olan devletin koruyucu ve kollayýcý gücü olarak þekillenmiþ ve her toplum da kendine özgü bir nitelik kazanmýþtýr. Kapitalizmin emperyalist aþamasýnda silah üretimine pazar açmak için savaþlar çýkarýlmýþ ve sürdürülmüþtür. Savaþ sanayi ile yaratýlan ikame piyasasý, aðýr sanayi mamüllerinin devlet tarafýndan satýn alýnmasý için yaratýlan yeni bir satýn alma gücünü oluþturmuþtur. Bu nedenle silahlanma, büyük kapitalist tekellerin anamallarýný deðerlendirmenin zorunlu bir biçimi haline getirilmiþtir. "Savaþ ekonomisi" de, amaç ve araç olarak iki yanlý bir þekilde kullanýlmýþtýr. Savaþ ekonomisinde, savaþ amaç olarak çýkarýlmýþ, savaþ sanayi dýþýndaki tüketim kýsýtlanarak toplumsal üretimin bütün sektörlerini savaþýn ihtiyaçlarý belirlemiþtir. Bu anlayýþ, II. Dünya Savaþý'nda Nazi Almanya'sýnda "tereyaðý yerine tank sloganý" þeklinde dile getirilmiþtir Militarist devletlerde savaþ sanayine yapýlan

2. Militer ve Bürokratik Devlet a) Militarizmin Kökeni Sözcüðün geniþ anlamýyla ifade etmek gerekirse Militarizm, devlet ve toplum hayatýnda askeriyenin egemen olmasý, ulusal ve sýnýfsal mücadelelerin ezilmesi için ordunun gücünün ve etkisinin artýrýlmasý, devletin bir tür askerileþtirilmesi þeklinde tanýmlanabilir. Militarizm bütün sömürüye dayalý toplumlarda görülmekle birlikte, esas olarak kapitalist toplumda belirgin bir nitelik kazanmýþtýr. Özellikle kapitalizmin emperyalist aþamaya geçmesiyle birlikte ekonomi, politika ve toplumsal yaþamýn bütün sektörleri, askeri sanayi tekelleriyle ordunun emrine verilmiþtir. Militarizm en keskin çizgileriyle I. ve II. dünya savaþlarýnda görülmüþtür. Sonraki yýllarda ve günümüzde ise, baþta ABD olmak üzere emperyalist ülkeler ve onlarýn müttefiki olan ülkelerde görülmektedir. Militarizm sözcüðü siyasal bir kavram olarak ilk defa 1850'li yýllarýnda Fransa'da askeri bir darbe yapan Üçüncü Napolyon'un(Büyük Napolyo'nun yeðeni olan Luis Bonapart) askeri diktatörlüðünü karakterize etmek için kullanýlmýþtýr. "Bonapartizm" olarak da nitelenen bu askeri darbe, Roma Ýmparatorluðu'nda Sezar dönemine göndermeler yapýlarak teorileþtirilmiþtir. Sonraki yýllarda ve

32


Kurtuluþ

yatýrýmlar eðitim ve saðlýk gibi insanlarýn en temel gereksinimleri olan sektörlerden 10 kat daha fazladýr. Bu, söz konusu devletlerin yýllýk bütçelerinde ve resmi verilere göre % 25-35 arasýnda muazzam oranlar tutmaktadýr. I. Dünya Savaþ'ýndan beri "savaþ sanayi", yýllýk cirosu ile dünyanýn birinci sektörüdür. Savaþ ekonomisinin belli bir anlamda kurucusu Ýngiliz ekonomisti Keynes olmuþtur. Keynes, "kapitalist ekonominin durgunluðu, yerini, sürekli bir savaþ ekonomisine býrakmalýdýr" demiþtir. Lenin ise, "Savaþ ekonomisi, kapitalist üretim sisteminin kendi çöküþ evresinde bulduðu temel ikame politikalarýný temsil eder" diyerek, emperyalist dönemin niteliðini göstermiþtir. Lenin daha 1917'de emperyalizmin sadece tekelci kapitalizmle kalamayacaðýný, zamanla tekelci devlet kapitalizmine dönüþeceðini ve bu sürecinde dünyanýn yeniden paylaþýmýna yol açacaðýný yazmýþtýr. II. Dünya Savaþý Lenin'in bu görüþünü doðrulamýþtýr. Savaþla doðrudan baðlantýlý olan çok sayýda sektör vardýr ve bunlar genellikle birbirlerinden kopuk olarak ele alýnmaktadýr. Oysa savaþýn ekonomiyle ve politikayla iliþkisinin daha geniþ bir boyutu vardýr: Sözgelimi, bütün büyük savaþlar devletlerarasýnda çýkmaktadýr. Bütün dinlerde yeniden üretilen Kutsal Savaþ ve cihat kavramlarý aynýdýr. Savaþlarýn doðal seleksiyon olarak görülmesi ve ölümün yüceltilmesi Faþistlerin dünya görüþüdür. Savaþlarýn yol açtýðý çevre tahribatý doðal afetlerden daha fazla ve etkili olmaktadýr. En ileri ve geliþmiþ teknolojiler savaþ sanayinde kullanýlmaktadýr. Bütün savaþlarýn en masum insanlarý kadýnlar ve çocuklardýr. Savaþýn bir erkek iþi haline gelmesi ve toplumda binlerce yýldan beri var olan erkek egemenliðiyle birlikte ele alýnmasýný gerektirmektedir. Jeo-politik ve jeo-stratejik saptamalar ise, her ülkenin coðrafyasý ile ilgilidir. Savaþ tarihine damgasýný vuran Napolyon Bonapart'ýn "Bütün devletlerin politikasý coðrafyalarýndadýr" görüþü geçen yüzyýla damgasýný vurmuþtur. "Coðrafya savaþmak içindir" söylemi ise günümüzde yeniden egemen olmaya baþlamýþtýr. Tarihin tanýdýðý bütün büyük adamlar (Cengiz Han, Timurlenk, Sezar, Napolyon,

Hitler vb.) adlarýný tarihe yaptýklarý kanlý savaþlarla yazdýrmýþlar, takipçileri de onlarý yüceltmiþtir. Oysa bunlarýn hepsinin savaþ stratejileri ayný olmuþtur: Önce düþmaný yaratmak ve sonra da onu en kýsa zamanda ve en etkili bir þekilde yok etmek. Bu konudaki genel mantýðý yine Napolyon'un þu sözü anlatmaktadýr: "Ben Katolik geçinerek Vendee savaþýný kazandým; Müslüman geçinerek Mýsýr'a yerleþtim; Papacý geçinerek Ýtalya'da yürekleri kazandým. Bir Yahudi halkýný yönetecek olsam, Süleyman'ýn tapýnaðýný yeniden kurardým". b) Türk Militarizminin Karakteri Ordunun devlet ve toplum hayatýnda ayrýcalýklý hale getirilmesi, esas olarak militarizmden kaynaklanmýþtýr. Bunun tipik örneklerinden biri de Türk devlet ve toplum yapýsýdýr. Bu baðlamda Türk militarizminin tarihsel kaynaklarýnýn da ifadesi olan bazý tarihsel olgulardan söz etmemiz gereklidir. Doðu'nun tüm despotik devletleri gibi, Osmanlý Ýmparatorluðu da askeri ve bürokratik bir devletti. Bu tür devletlerde siyaset için her þey meþru sayýlýrdý. Siyasette her türlü hile; yani düzen, dolap, oyun, entrika geçerliydi. Bu yüzden son derece geliþmiþ komplocu yöntemler uygulanýrdý. Daima güçlü olan zayýflarý ezer, baský altýna alýr ve yönetirdi. Türkiye tarihinde çok güçlü bir devlet ve devlete kul olma geleneði var. Halen devleti güçlü kýlan, derin devlete kapý aralayan bu kapýkulu geleneðidir. Devletten daha devletçi olan bu askeri ve sivil bürokrasi geleneði, Türkiye'de devletin bürokratik ve militer yapýsýndan kaynaklanmaktadýr. Türkiye'de Batýlýlaþmanýn tarihi hem çok eskilere dayanmamýþ ve hem de sanýldýðý gibi devlet ve toplum hayatýnda radikal bir deðiþim/dönüþüm amacýyla yapýlmamýþtýr. Osmanlý feodal dar görüþlülüðü ve devletin Doðulu gelenekleri Ýmparatorluðun Avrupa'daki gerilemesini sadece askeri baþarýsýzlýklarda aramaya yöneltmiþtir. Bu nedenle III. Selim döneminde baþlayan ve II. Mahmut'la hýzlanan ve daha sonraki dönemlerde devam eden Batýlýlaþma çabalarý, ilk planda Batýnýn askeri üstünlüðüne karþý ordunun yeniden düzenlenmesi þeklinde olmuþ-

33


Kurtuluþ

tur.

ayrýcalýklar kazanmasýnýn yanýnda, OYAK'la baþlayan askeri-sinai kompleksler orduya ayný zamanda ekonomiye (ve dolayýsýyla siyasete) müdahil olma niteliði de kazandýrmýþtýr. Bugün, OYAK, gerek birikmiþ sermayesi ve gerekse bankacýlýktan otomobil üretimine kadar muazzam sinai ve ticari yatýrýmlarýyla Türkiye'nin en güçlü ve ayrýcalýklý bir "askeri holdingi" konumundadýr. Öte yandan bu uzun dönem içinde askeri icazete ve vesayete dayalý olarak siyaset yapan burjuva partilerinin hiçbiri askeri müdahaleleri önleyecek anayasal ve yasal tedbirlere yönelmemiþtir. Partilerin her biri önlerine konulan ve olaðanüstü dönemin standartlarýna göre hazýrlanan anayasa ve yasalarla hükümet olmaya devam etmiþtir. Türkiye'de ordu gerçek gücü elinde bulundurmakta, mecliste grubu bulunan partiler ise askeri vesayetçiliði ve icazetçiliði kendilerine meslek edinmiþ bir tarzda siyaset yapmaktadýr. Bu nedenle ordu-devlet iliþkilerini kökten deðiþtirecek, askeri otoriteyi sivil otoriteye tabi hale getirecek, baþka bir ifade ile Genelkurmay Baþkanlýðý'ný Milli Savunma Bakanlýðý'na baðlayacak bir düzenleme yapýlamamaktadýr. Parlamentodaki bütün partiler, AB standartlarýna göre düþük yoðunluklu bir "demokrasiye" rýza göstermekte ve hiçbiri radikal bir deðiþimden/dönüþümden yana olmamaktadýr. AB ise, Yunanistan, Ýspanya ve Portekiz'e uyguladýðý "demokrasiye geçiþ stratejisini" Türkiye için, uygulamamakta; yani askeri otoritenin sivil otoriteye tabi olmasý evrensel ilkesini Türkiye'ye dayatmamaktadýr. Oysa bu ülkelerin hepsi de NATO üyesiydi ve her üçünde de ordu-siyaset iliþkileri Türkiye ile benzerlik gösteriyordu. Ayrýca bu ülkeler, ordu-siyaset iliþkileri, insan haklarý ve azýnlýk haklarýna karþý ihlalleri bakýmýndan de Türkiye ile benzer olgulara sahipti.

Bu askeri bakýþ tarzý, güçlü ve modern bir orduyla "devletin bekasýnýn" saðlanabileceði tezine dayandýrýlmýþtýr. Ancak bu doðrultuda yapýlan her þey, sonunda devlete militer/askeri bir karakter kazandýrmýþtýr. Giderek "Batýlý olma" ya da "Doðulu kalma" ikilemi, Osmanlý Ýmparatorluðu'nun devlet ve toplum hayatýnda temel bir ayrýþma ve saflaþma yaratmýþtýr. Bu tarihsel olgu, Osmanlý Ýmparatorluðu'nun devamý olan Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiþ sürecinden günümüze kadar devlet ve toplum hayatýný belirlemiþtir: Bu baðlamda, Kemalist dönemin kýlýk kiyafetten, Latin alfabesine kadar birçok konuda baþlattýðý Batýlýlaþma çabalarý, dinden kültüre kadar çok yönlü bir çatýþmayý beraberinde getirmiþtir. Cumhuriyet dönemi boyunca devlet laikliði ile bu laikliðe karþý duruþ ilericilik/gericilik kavgasý þeklinde algýlanmýþtýr. Bu durum, cumhuriyet dönemi boyunca ordunun devlet içinde özerklik kazanmasý ve toplumsal ayrýcalýklarýnýn artarak sürmesiyle de örtüþmüþtür. Cumhuriyet ideolojisinin rafine edilmiþ milli prensiplerini ifade eden Kemalizm, ordunun kollayýcýlýðýna ve koruyuculuðuna dayanarak resmi dokunulmazlýðýný sürdürmüþtür. Bu süreçte ordu da, Kemalist rejim tarafýndan olaðanüstü düzeyde yüceltilmiþ ve halkýn üzerinde bir baský gücü olarak toplumsal ayrýcalýk kazanmýþtýr. Böylelikle sistem, sürekli olarak militarizmi geliþtirmiþ ve güçlendirmiþtir. 1950-1960 dönemi, ordu, devlet ve siyaset iliþkileri bakýmýndan Türkiye'nin en demokratik dönemini oluþturmuþtur. 1960, 1971, 1980 ve son olarak 28 Þubat 1997 askeri müdahaleleriyle devlet, bir tür Milli Güvenlik Devleti haline dönüþtürülmüþtür. 27 Mayýs'la baþlayan ordunun siyasete müdahale amaçlarý, hedefleri ve sonuçlarý bakýmýndan bir gelenek oluþturmuþtur. Bu 46 yýllýk süreçte ordu giderek devlet içinde özerklik kazanarak devleti ve toplumu denetleyici bir fonksiyon üstlenmiþtir. Böylelikle askeri ve bürokratik bakýþ açýsý devletin ve toplumun her kademesinde etkili hale gelmiþtir. 27 Mayýs askeri müdahalesinden sonra, giderek ordunun devlet ve toplum hayatýnda

3. Sonuç Yerine: Militarizme Karþý Mücadele Anlayýþý Geldiðimiz aþamada Türkiye de askerlerin kontrol etmediði hiçbir alan yok. 12 Eylül'den sonra askerlerin temsil edilmediði hiçbir kurum ve kuruluþ kalmadý. Bu durum, 28 Þubat Muhtýrasý'ndan sonra daha da arttý. Genelkurmay Baþkanlýðý, anayasal ve yasal

34


Kurtuluþ

yetkileriyle devletin bütün kurum ve kuruluþlarýyla doðrudan iliþki kurabilecek düzeyde anayasal yetkileri sahiptir. Askerlerin, Genelkurmay veya MGK adýna gözlemci ya da baþka görevlerle her türlü toplantýya katýlarak görüþ açýklama yetkisi bulunmaktadýr. Askeri eðitim ve öðretim kurumlarý sivil kurumlardan daha iyi þartlarda bürokrat asker yetiþtirmektedir. Bu durum giderek bürokratik alanda asker ve siviller arasýnda bir rekabete kadar varabilecek nitelik farklýlýk içermektedir. Türkiye'nin son 46 yýlýný ordu-devlet-siyaset iliþkileri bakýmýndan ele almak gerekirse yaþanýlan sürecin karakterini de belirleyen ve aslýnda herkesin bildiði bir olgudan söz etmemiz gereklidir. Bu süreçte devlet içinde özerk bir kurum haline gelen ordu, "askeri politik merkez" ve bir "siyasal odak" haline gelmiþtir. Baþka bir ifade ile Genelkurmay Baþkanlýðý "silahlý kuvvetler partisi" gibi davranmaktadýr. Türkiye'de askeri ve bürokratik bakýþ açýsý, devlet ve toplum hayatýnda her þeyi belirlemekte ve her alanda "ulusal dar görüþlülük" egemenliðini korumaktadýr. Bu nedenle genel olarak demokrasinin ve insan haklarýnýn evrensel ilkeleri göz ardý edilmekte ve her konuda çifte standartçý tutum ve uygulamalar sürmektedir. Dahasý egemen ulus ve devlet þovenizmi militarizmin en önemli argümaný olarak her aþamada yeniden üretilmektedir. Mevcut anayasa, yasa ve geleneklerden kaynaklanan ordunun devlet ve toplum hayatýndaki ayrýcalýklarý, bu kuruma siyasete her zaman þu ya da bu þekilde müdahale hakký vermektedir. Askeri müdahale dönemlerinde ordu tarafýndan yapýlan "demokrasiye balans ayarlarý" ile sistem kendini yenileme görünümü altýnda saðlamlaþtýrmaktadýr. Bu nedenle, rejimin "geleceði ve istikrarý" adýna, askeri müdahalelerle "demokrasi"nin kesintilere uðratýldýðý ve her seferinde kýsýtlandýðý son 46 yýlda, burjuva demokratik bir kültürün geliþmesi ya da baþka bir ifade ile "toplumun özgürleþmesi ve siyasetin toplumsallaþmasý" engellenmiþtir. Eðer askeri müdahaleler yaþanmamýþ olsaydý, Türkiye'nin bugünkü siyasal ve toplumsal yapýsý çok farklý olacaktý. Her seçimde sistemin çýðýrtkanlýðýný yapan düzen partileri, ordunun icazetiyle varlýklarýný korumuþ ve bir nöbet deðiþimi þeklinde

hükümet olmuþlardýr. Tank paletleriyle biraz daha pekiþtirilmiþ olan siyasal/toplumsal zeminde bir "emanetçi " ve "vesayetçi" gibi siyaset yapmýþlardýr. Merkez saðdan merkez sola kadar bütün düzen partilerinin oluþturduðu politikalar egemen ulusu ve devlet þovenizminden kaynaklanan geleneksel "laik ve milliyetçi" Türk siyaset tarzýnýn sýnýrlarýný aþamamýþtýr. Benzer þekilde sol ve sosyalist partilerin büyük çoðunluðu da bu tarihisel olgudan etkilenerek tutarlý bir anti-þovenist ve anti-militarist mücadele anlayýþýna sahip olamamýþlardýr. Militarizmin devlet ve siyaset sistemindeki etkisi, ülkenin "demokratik geleceði ve yeniden yapýlanmasý"nýn önündeki en büyük engeli oluþturmaktadýr. Bu nedenle militarizme karþý mücadele ayný zamanda devrimci ve demokratik mücadelenin kilit sorunlarýndan biri haline gelmiþtir. Bu baðlamda ve özetle aþaðýdaki talepler dillendirilmelidir: 1- 12 Eylül anayasasý ve yasalarý tüm sonuçlarýyla ortadan kaldýrýlmalý ve 12 Eylül'ün sorumlularý yargýlanmalýdýr. Ayrýca, askeri müdahale dönemlerinin tüm uygulamalarý iptal edilmeli, yargýlamalar geçersiz sayýlmalý, idam edilenlerin itibarlarý iade edilmelidir. 2- Parlamento ve hükümetin üstünde bulunan Milli Güvenlik Kurulu'nun anayasal statüsüne son verilmelidir. Milli güvenlik ideolojisine dayalý tüm kurumsal yapýlar daðýtýlmalý ve ortaöðrenimde okutulan Milli Güvenlik ders kitabý kaldýrýlmalýdýr. 3- Yasama ve yargý denetimi dýþýnda kalan MÝT, Özel Kuvvetler Komutanlýðý, JÝTEM, Özel Tim, Özel Harekat vb. tüm anti terör örgütleri laðvedilmelidir. 4- Devlet görevlilerinin yargýlanmalarýný ayrýcalýklý hale getiren Memurin Muhakemat-ý Kanunu kaldýrýlmalýdýr. 5- Militarist anlayýþýn kaynaðý olan askeri otorite, kayýtsýz þartsýz sivil otoriteye tabi olmalýdýr. Bu baðlamda ordunun bugünkü devlet sistemi içindeki özerkliðine son verilmesi için Genelkurmay Baþkanlýðý Milli Savunma Bakanlýðýna baðlanmalýdýr. 6- Silahlý Kuvvetlerin Kuruluþ ve Teþkilat Yasasý, Ýç Hizmet Yasasý yeniden düzenlen-

35


Kurtuluþ

melidir. Askeri Yargý ve Sýkýyönetim Mahkemeleri kaldýrýlmalý ve Yüksek Askeri Þura kararlarý yargý denetimine tabi olmalýdýr. 7- Askeri harcamalar azaltýlmalý ve asker sayýsý düþürülmelidir. Zorunlu askerlik kaldýrýlmalý ve Vicdaný ret hakký tanýnmalýdýr Orduya iç güvenlikle ilgili herhangi bir görev verilmemelidir. 8- Ordunun devlet ve toplum hayatýndaki etkisinin tüm sonuçlarýyla ortadan kaldýrýlmasýnýn gerekli tedbirleri alýnmalýdýr. Askerlerin ayrýcalýklarý kaldýrýlmalý, yararlandýklarý sosyal tesisler, sosyal konutlar ve alýþ veriþ merkezleri halka açýk olmalýdýr.

* * *

36


militarizm

dosya

Kurtuluþ

Türkiye’de Ulusal Kurtuluþ ve Türk Militarizminin Kökenleri -1Asker mi olsam, öðretmen mi? Hoþ geliþler ola, Mustafa Kemal Paþa, Askerin, milletin, bayraðýnla çok yaþa!

H

ep aklýma takýlýrdý küçükken, öðretmen mi olayým, subay mý diye. Subay olmanýn çok onurlu olduðunu biliyordum, ama öðretmenlere iliþkin pek bir þey yoktu halkýmýzýn kültür daðarcýðýnda. Doðrusu çok istediðim bir meslek olmasýna raðmen, bir iki Yeþilçam filminde gördüðüm idealist-Kemalist öðretmen tipleri de beni bu mesleðe özendirecek bir mesajý hiçbir zaman iletemediler. Arþ ileri, marþ ileri, Dönmez geri, Türkün askeri! Öðretmenler döner miydi geriye, bilmiyorum. Doktor ya da eczacý olmak da pek saygýn bir iþ deðildi doðrusu. Türkülerinde Urfa gýrtlaðýndan çýkan acýlý seslerle, "öldüm, bittim, eridim / Ben yandým amaaan" tiratlarý çeken halkýmýz, belli ki Lokman Hekim'in ölümsüzlük ilacýný insanlýða sunma baþarýsýzlýðýndan sonra, doktor milletine güvenini toptan kaybetmiþ, "el çek tabip yaremden" türü

XWE Metin Ayçiçek 37


Kurtuluþ

reddiyelerle, doktoru kapýdan savmaya baþlamýþtý. Hatta, belki de Lokman Hekim'den kaynaklý hayal kýrýklýðýnýn öcünü almak için halkýmýz, "doktor doktor civaným / Ah neler istiyor caným" þarkýlarýyla bir nevi ti'ye alarak, doktorlarý madara etmeye bile yöneldi, diyebiliriz. Durumu fark edip, "bir ülkeye askerden daha fazla doktor lazým" diyen ve bunu yaþamýyla kanýtlamaya çalýþan doktorlara ne oldu, bilir misiniz? Deðerli yoldaþýmýz Doktor Þakir Derkut gibi, halklarýn özgürlük mücadelesinde sürgünlerde öldüler. Size bir mantýk sorusu: Bir ülkede "darbe" denilince hep aklýmýza "asker" gelir, nedendir? Þimdi, "iki sözcükteki üç harf birbirinin ayný" diyerek mantýksýz bir bað kuracaðýmý sanýyorsanýz, bana karþý önyargýlýsýnýz demektir. Yanýtý söylememi istiyorsanýz eðer, yukarýdaki cümlenin zaten soru olduðuna dikkat etmediniz herhalde derim. Yanýtýný bilsem zaten soru olarak sorar mýydým? O zaman birlikte arayalým yanýtýný.

Üniversite rektörü eðer "gerekirse yüz bin þehit daha verir ve -iþgal altýnda tuttuðumuz o topraklarý- kanýmýzýn sonuna kadar koruruz" diyorsa, iþte orada militarizm olasýlýðý var demektir. Ya da "biz at üstünde doðduk, at üstünde ölürüz" sözü, at yarýþlarýnda iddialý bir jokeyin böbürlenmesi deðil de, babanýn evlada ya da mesleði sütçülük olmasa da bir imamýn cemaatine yaptýðý vaazýn konusuysa, iþte orada militarizm olasýlýðýndan söz etmek mümkündür. Ama elbette bir söze bakarak karar verilemez militarizmin varlýðý hakkýnda. Sadece gözü dönmüþ bir rektörün bu ýrkçý ve iþgalci, savaþ yanlýsý düþünceleri; ya da "es selamünaleyküm" ("barýþ senin üzerine olsun") diye vaaza baþlayan imamýn, öldürme sanatýna övgüler yaðdýrmasý tek baþýna militarizmin varlýðýnýn kanýtý olamaz elbette. Rektörden bilim beklerken ölüm vaadi bulan üniversite gençliði, o rektörü yuhalamak yerine, elleri yýrtýlýncaya kadar alkýþlýyorsa eðer bu çýlgýn konuþmayý; ya da atçý imamýn arkasýnda namaza durarak (adý güya "barýþ" sözcüðünden türeyen bir dinin içinden) günah iþlemeyi göze alabiliyorsa eðer cemaat, iþte o toplumda da militarizm olasýlýðý yüksek demektir. Devlet tanýmý içerisinde ordunun yeri, özellikle Türkiye insanýnýn, içinden yaþayarak yani bazen dayaðýný yiyerek bütün hücrelerine kadar hissettiði, bazen askeri mahkemelerin kararlarý sonucu daraðaçlarýnda asýlarak bedelli olduðu; ama buna raðmen yüreðinde bir sevgi olmaktan da çýkaramadýðý bir öneme sahiptir. Ýlginçtir, yakýn tarihlerde Þemdinli Ýddianamesi tartýþmalarý sýrasýnda "demokratik" bir "cumhuriyet" olduðu iddia edilen Türkiye Cumhuriyeti'nin "Adalet Bakaný" veciz bir sözle, "orduyu ve adaleti yýpratmaya kalkmayýn, çünkü ordunun ve adaletin yerine koyacak baþka bir þey yoktur" demekteydi. Ama Cumhuriyet'in bakaný, Meclis'i de "yýpratýlmamasý gereken kurumlar" arasýnda saymayý unutmuþtu. Eh, o zaman biz de "bir ülkenin yýpratýlmamasý gereken kurumlarý" arasýnda adý geçmeyen bu gereksiz kurum üzerinde durmayalým, ve yeri doldurulamayacak iki kurum üzerinden düþünmeye çalýþalým. Türkiye'de militarizmi inceleyebilmek için,

Paramiliter mi ? Bir arkadaþým "sivil toplum örgütü" sözünü "asker"i olmayan toplumsal örgütler" olarak tanýmladýðýnda çok eðlenmiþtik. Politikayla yeni yeni tanýþan bir genç de, "paramiliter örgütler" sözünü Ülkücü faþistler olarak tanýmladý: "Çünkü onlarý para ile çalýþan militer güçlerdir." Ordunun da "para ile çalýþan" olduðunu söylediðimizde yanýtý benim için ilginçti: "Doðru ama onlar ülke için görev yapýyorlar." Tarihçi Michael Howard, "askeri alt kültüre ait deðerlerin toplumun egemen deðerleri olarak algýlanmasý" olarak tanýmlýyor militarizmi. Böylesi bir konuya girerken, belki de söylenecek ilk þey, militarizmin, ordu ile bire bir özdeþ bir kavram olmadýðý; ordunun, güvenlik tanýmý dýþýnda, "yönetme" ve "sosyal deðer oluþturma" alanlarýndaki egemenliði elinde tutmasý ve bu egemenliði sürdürecek bir tarzda kendisini örgütlemesi ile tanýmlanabileceði hususudur. Yani, bir ülkenin ordusunun varlýðýndan söz etmek o ülkede militarizmin varlýðýný anlatmaz; ama bir ülkede örneðin bir

38


Kurtuluþ

sanýrým Türkiye Cumhuriyeti denilen sömürgeci-militarist devletin oluþum koþullarýný; onun mayasý sayýlabilecek tarihsel zemini kalýn hatlarýyla da olsa gözden geçirmek gerekecektir. Ben de bunu yaparak, bu araþtýrmayý iki bölüm olarak yayýnlamak istiyorum. Birinci bölüm devletin oluþum koþullarýna deðinmelerde bulunacak, ikinci bölümde ise, aklýmýn erdiðince Cumhuriyet dönemi militarist devletini anlatmaya çalýþacaðým.

ve dayanýþma durumlarýný korurlar. "1 Yakut Türkleri USA adý verilen ve ayný atadan gelen ailelerden oluþan birlikler oluþtururlar. Usa'nýn yaþlý üyelerinden birisi baþkan seçilir. (Aga Usa). Diðer yaþlýlar Aga Usa'nýn danýþmaný görevini sürdürürler. Topluluðun sorunlarý, bütün usa üyelerinin katýldýðý toplantýlarda tartýþýlarak çözümlenir. Bu toplantýlarda usa'nýn her üyesinin söz hakký vardýr. Usa'nýn herhangi bir üyesine verilen zarar bütün üyelere verilmiþ olarak kabul edilir. Zarar verenden öç almak zorunluluktur ve bu görev usa'nýn bütün üyelerinin doðal görevidir. Usa'nýn eli silâh tutan bütün erkekleri asker sayýlýr. "Herkes asker olduðundan topluluða hükmedecek bir asker ya da polis gücü aslýnda yoktur."2 Kardeþ usa'lar oymak'larý oluþturur. Oymak'larýn, eþit haklara sahip usa baþkanlarýndan oluþan bir kurultayý bulunur. Oymak sorunlarý bu kurultayda tartýþýlýp çözüme baðlanýr. Oymak'larýn birleþmesiyle de CON denilen büyük birlikler oluþur. "Con baþkaný giderek güçlenir ve bir askerî güç teþkil ederse de, bir hükümdar durumuna gelemez, usa ve oymak'lar üzerinde tam otorite kuramaz. Usa ve oymak'lar, baðýmsýzlýklarýný büyük ölçüde sürdürürler".3 Usa örgütlenmesinin dayanýþmacý özellikleri çok daha geliþkin olan baþka bir benzeri ise Baykal Gölü çevresinde yaþayan Türk boylarýna özgü bir örgütlenme biçimi olan Aul'lardýr. Kazak'larda aul örgütlenmesi 19. yüzyýllara kadar bütün özellikleriyle devam etmiþtir. Eski Türk toplumlarýný, hatta Osmanlý'yý uzun boylu irdelemeden, Cumhuriyete geçiþ yapmak için Osmanlý'nýn sonlarýna gelip duralým:

Hep Böyle Deðildi Tarihte Türkler ! Milât baþlarýnda, Orta Asya halklarý küçük toplumsal birimler halinde yaþamakta ve esas olarak avcýlýk ile yaþamlarýný sürdürmekteydiler. Bir yandan, besin kaynaklarýnýn sýnýrlýlýðý küçük toplumsal birimler halinde yaþamayý zorunlu kýlarken, diðer yandan düþman boylarýn saldýrýlarýna karþý da olabildiðince kalabalýk olmak gerekiyordu. Bu iki gereksinim Türk boy ve obalarýnýn toplumsal þekilleniþlerini doðrudan belirlemiþtir. Bir yandan küçük birimler halinde ekonomik yaþamý sürdürürken diðer yandan savaþ, savunma, sürek avý gibi "nedenlerle biraraya gelebilen iliþkiler yaratabilmiþlerdir. Küçük birimler savaþ gibi nedenlerle biraraya geldiklerinde" bir askerî þef (baþbuð) ya da bir av lideri seçerler. Savaþ bitince, av sona erince, þefin hiçbir rolü ve yetkisi kalmaz. Barýþta her boy ve oba kendi bölgesine çekilir. Bu daðýnýk yaþama dahi, daimi bir askerî þefin ortaya çýkmasýný engeller. "Sýk sýk görülen kýtlýk koþullarýnda bütün erkekler çalýþmak, gün boyunca sürü ve av peþinde koþmak zorundadýr. Bu koþullar aylak bir soylu sýnýfýn çýkýþýna izin vermez. Otlaklar ortaktýr ve ilk zamanlarda sürüler dahi ortaktýr. Baðýmsýz boylarýn, göçleri düzenleyecek ve çýkacak anlaþmazlýklarý çözümleyecek bir baþkanlarý bulunsa bile, baþkanýn topluluðun üstünde bir yetki ve yaptýrým gücü yoktur. Kararlarýn alýnmasýna herkesin katýlma hakký vardýr ve yargýlamalar topluluk önünde yapýlýr. Polis, jandarma vb. yoktur. Ýlkel ve kendiliðinden (spontane) demokrasi egemendir. Ýlk Türk boylarý, avcý ve çoban olarak gözükürler. Avcý boy ve obalar, av bulmanýn güçlükleri ve sýk sýk meydana gelen açlýklar nedeniyle, çok uzun bir süre, ilkel demokrasi

Osmanlýnýn Sonlarý Cumhuriyet'in Baþlarý Osmanlý'nýn sonlarýnda daðýlma sürecine girmiþ olmasý ve hýzla daðýlýp küçülme yaþamasý, Osmanlý aydýnlarýný: "Daðýlmayý engellemek için ne yapmak gerekir?" sorusunun yanýtýnýn arayýþ içine itelemiþti. Neredeyse iki yüz yýldýr devam etmekte olan bu arayýþ genel olarak üç düþünce akýmý içinden yanýtlanmýþtýr: Tanzimat ve Batýcýlýk; Ýttihad-ý Ýslam

39


Kurtuluþ

(Ýslâmcýlýk) ve iki akýmýn da baþarýsýzlýðýnýn kanýtlandýðýna yönelik düþünceler üzerinden geliþtirilen yeni bir düþünce akýmý olarak: Türkçülük akýmý. "Þüphesiz ki, Osmanlý anayasal geliþmeleri, baþka ülkelerde de olduðu gibi, birtakým toplumsal kaynaþma ve tepkilerin sonucunda doðmuþlardýr.... Bu tepkilerin ana hedefinin, mevcut devlet ya da toplum düzeni, belki de‚ düzensizliði' olduðu söylenebilir. Bir baþka deyimle, yeni bir siyasal düzen aranýþý, yüzyýllardýr içinde bulunulan devlet yapý ve sisteminin artýk toplumu yönetemez, toplumun deðiþik kesimlerini de birbiriyle uzlaþtýramaz hale gelmesinden kaynaklanmaktadýr. Bu süreç, en genel deyimiyle, Osmanlý devlet sisteminin çözülmesi' biçiminde adlandýrýlabilir."4 II. Meþrutiyet'in getirdiði özgürlük ortamýyla, dernek kurma özgürlüðünden yararlanmak isteyen toplumsal kesimler hareketlenmiþlerdi. Üniversite gençliði de bu özgürlüðün olanaklarýný somut olarak kullanmaya yöneldi. 1980 Kasým ayýnda Türk Derneði, kuruldu. 14 Aralýk 1908'de Mülkiyeli öðrenciler Müdavimîn-i Mülkiye Cemiyeti'ni kurdular. Mülkiye Cemiyeti, öðrencilerin bilinen akademik-demokratik amaçlarý çerçevesinde bir araya gelmiþti ve çalýþmalarýný genellikle kendi öðrenim alanlarý ile sýnýrlý bir çerçevede sürdürmekteydi. Buna karþýn Türk Derneði ve artýk tarih sahnesinde sýk sýk görebileceðimiz benzerleri, bir çöküþ-yok oluþ süreci yaþamakta olan Osmanlý'yý kurtarmak için çabalayan Türk milliyetçisi aydýn hareketlerinden biri idi. Yaklaþýk üç yýldan az bir süre sonra ise (1911) Türk Yurdu Cemiyeti kurulacaktýr. Kendi yayýn organlarý da olan bu dernekler, aslýnda Türk aydýn hareketinin örgütlenmeleridir ve bu nedenle de sadece tüzüklerin amaç maddelerinde somutlanan düþüncelerin ortaklýðý açýsýndan deðil; kurucular ve olanaklar anlamýnda da birbirinin mirasçýsý (devamý ) niteliðindedirler. Örneðin Türk Yurdu Cemiyeti kapanýrken kendi yayýn organý olan Türk Yurdu Dergisini de Türk Ocaðý'na devretmiþtir. Bu ortaklýðýn aslî nedeni ise, bu oluþumlarý doðuran ideolojik besinin ayný kaynaktan saðlanýyor olmasý idi. Ziya Gökalp, Yusuf Akçura , Aðaoðlu Ahmed gibi düþünür-

ler; Hamdullah Suphi (Tanrýöver), Mehmed Emin (Yurdakul), gibi edebiyatçýlar Türkçülük akýmýný Gfenç Kalemler ve benzeri dergilerden de iþlemeye baþlamýþlardý artýk. Bu akým doðal olarak öncelikle aydýn gençliði etkilemekte idi. Tüm yüksek öðrenim gençliðini temsil yeteneði olan örgütlenmeler ise 1910'lardan itibaren baþlar. "Siyaset tartýþmalarýnýn dýþýnda kalmak" gibi bir tüzük hükmünü resmî olarak kabullenerek de olsa, 14 Ekim 1910'da Darülfünun Talebe Cemiyeti ve 3 Temmuz 1911'de (resmî olarak 22 Mart 1912), Askerî Týbbiye öðrencilerinin kurduðu Türk Ocaðý bu türden kuruluþlar olarak çalýþmalarýna baþlarlar. II. Meþrutiyet yýllarýnda kurulan Türkçü gençlik örgütlenmelerinden olan izci (keþþaflýk) örgütleri Paramiliter karakter ve yapýda idi. Önce birkaç okul bünyesinde kurulan bu dernekler 1913 yýlýnda, Ýttihat ve Terakki çevrelerince kurulan Türk Gücü derneði bünyesinde toplanarak, Türkçülük akýmýnýn gençlik içindeki taþýyýcýsý olma görev üstlenmiþtir. Türk Gücü'nün tüzüðünde oluþumun amacý, ülkenin içinde bulunduðu durumun deðerlendirmesi sonuçlarýna dayandýrýlýr. "Türk örfü bugün kemiyet ve keyfiyetçe korkunç bir uçuruma doðru sürüklenmektedir" saptamasýnýn dayanaklarý örneklerle anlatýlýr. Sonra þu soru sorulur: "Neden böyle oluyor?" Ve yanýt verilir: " Bu ýrk inhitâtýnýn sebeplerinden bir kýsmý siyasî, diðeri içtimaîdir" denilip bunlar sayýldýktan sonra ise amaç belirlenir: "Ýþte, ýrkýmýza, varlýðýmýza kasdeden bu marazlarýn, bu hallerin dehþeti karþýsýnda yürekleri titreyen geçler bu millete taze hayat ve kuvvet vermek için bir terbiye-i bedenniye ve hýfzýsýhha cemiyeti teþkil etmiþtir."5 Artýk ýrk söylemi, ýrkýn ýslahý çalýþmalarý gündeme getirilmeye baþlanmýþtýr. Derneðin amacý þöyle özetlenir: "Türklüðü mahv ve inkýrazdan kurtarmak ve istikbalen ecdadýmýz gibi saðlam ve kalabalýk feyyaz bir nesil, vatanýný, hukukunu, namusunu, mafâhirini korumak için ancak kendi kuvvetine istinad eden bir Türk nesli vücuda getirmek." Temel sloganý "Türkün Gücü Her þeye Yeter !" olan dernek, amacýný "Türklere mahsus bir azim ve

40


Kurtuluþ

sebat ile çalýþarak elde edecektir."6 Köyleri esas çalýþma alanlarý olarak saptayan Türk Gücü, "köylünün vücuduna ve ruhuna nüfuz ederek huyumuzu ve suyumuzu" düzeltmeye katkýlý olacak öðretmenlik mesleðini en kutsal hedef olarak üyelerinin önüne koyar. Irkýn güzelleþtirilmesi çalýþmalarý da teþvik konularý içinde yer alýr: "Güç, terbiye-i bedenniyesine itina eden ve numune-i imtisal olacak surette mükemmel vücut yetiþtirenleri de derecât-ý muhtelifede takdir ve taltif edecektir."7 Derneðin ilk birinci baþkaný (aslî reis-i aslî) Ýstanbul Muhafýzý Miralay Ahmed Cemil Bey'dir. Vilayet, kasaba, köy birimleri biçiminde örgütlenen derneðin çalýþmalarý daha çok kasaba ve köylere yöneltilmiþtir. Türk Gücü Cemiyeti'nin amacý konusunda, güvenilir bir açýklamayý, doðrudan bu Cemiyetin Murahhas-ý Mes'ulü Kuzucuoðlu Tahsin Bey'den dinleyelim: "Büyük Turan'ý özleyen yeni, uyanýk Türk dünyasý, Turan'ýn altýn tacýný taþýyacak saltanat binasýnýn dört direðini dikti: Türk Bilgi Derneði, Türk Yurdu, Türk Ocaðý ve Türk Gücü. Saydýðým bu mukaddes müesseselerin ilk ikisi ilmî fennî müesseseler, üçüncüsü yani Ocak içtimaî ve terbiyevî bir müessese. Dernek (Bilgi Derneði) Türk'e kim olduðunu, benliðini, geçmiþini tanýtacak, dini öðretecek, ecdadýnýn ilim ve fen dünyasýnda neler yaptýðýný bildirecek, Türk'e ilim ve fen dünyasýnda yeniden hizmetler gördürecek; Türk Yurdu, Türk dünyasýnda olan biteni haber verecek, Türk'ün özünden, sözünden, sazýndan bahs edecek, Türk dünyasýndaki tezahürât ve tecelliyâtý etrafa yayacak, Turan halkýna bildirecektir. Ocak da, Türküm diyeni manevi bir çatý altýnda toplayacak, birbirine tanýtacak, Türk'ü siyasi ufuklarýnýn fevkinde parlayan istikbal yýldýzýna doðru sevk edecek. Türk Gücü, ta Karakurum'da fýþkýrýp taþan, coþkun akýnlarýyla bütün dünyayý kaplayan, bükemedik bilek, kýrmadýk kýlýç, vurmadýk kale býrakmayan, fakat bugün düþkün, daðýnýk Türk kuvvetini yeniden var edecek, yaþatacak, Türkün o açýk alnýný yeniden yükseltecek, o yýlmaz keskin gözünü yine parlatacak, o geniþ

göðsünü yeniden kabartacak, Dernek meydancýsý, Ocak'ýn bekçisi, Yurd'un koruyucusu, Turan'ýn akýncýsý olacak! Türk'ün o demir pençesi yine dünyayý kavrayacak, yine dünya o pençenin karþýsýnda tir tir titreyecek. Bu Türk Gücü'nün maksadý."8 O dönemlerde ýrkçý-Turancý düþüncelerin üreticisi ve savunucusu olan Ziya Gökalp'in Türk Gücü Cemiyeti için "Yeni Attila" marþýný yazarak cemiyet üyesi gençliðin motivasyonunu saðlamaya çalýþtý. Tamamen fetih duygularýný diriltmeye yönelen marþýn ilk ve son kýtalarý þöyledir: "Yürü! Yürü!" gökten bir ses Dinlen artýk! Bütün cihan Ey Türk sana baðrýr: Yürü! Yine eski Turan oldu! Kasýrga ol daðlarda es, Padiþah'a dendi Ýlhan, Yýldýrým ol, saldýr yürü! Yeryüzü bir vatan oldu! Kaçýþýyor düþman geri, Durmam, dedi öç duygusu, Yürü! Yürü! Türk askeri! Yürü! Yürü! Türk ordusu!9 Paramiliter baþka dernekler de kurulur. Bu tür derneklerin bütünü doðrudan Ýttihatçýlarýn desteðiyle kurulmakta ve yönetilmektedir. Örneðin, Türk Gücü Cemiyeti'nden hemen sonra, Belçika Ýzciler Birliði baþkaný M. Parfitte Türkiye'ye getirtilerek kendisinden yeni bir izci gençlik derneði örgütlemesi istenmiþ ve bu þahsýn çalýþmalarýyla yarý askerî bir örgütlenme olan Osmanlý Güç Dernekleri kurulmuþtur. Osmanlý Güç derneði doðrudan Harbiye Nezareti'ne baðlýdýr. Örgütlenme biçimi olarak askerî birim örneði temel alýnmýþtýr. Osmanlý Güç Dernekleri Hakkýnda Nizamname'nin beþinci maddesi þöyle der: "Osmanlý Güç Dernekleri'nin hazýrlýk þubesini teþkil eden Ýzcilik Derneklerine oniki yaþýndan onyedi yaþýna kadar olan, asýl Güç Derneklerine onyedi yaþýndan yukarý Osmanlýlar kabul olunur. Bunlarýn talim ve terbiyeleri Harbiye Nezareti'nce tanzim edilen esasâta tevfikan icra olunur."10 Ýlk Büyük

41


Kurtuluþ

Orta'sý (kongre) 9 Nisan 1914'de gerçekleþtirilir ve baþbuðluða Harbiye Nazýrý Enver Paþa getirilmiþtir. Motivasyona yönelik olarak Selim Sýrrý (Tarcan) tarafýndan getirilen Ýsveçli Felix Koring'in marþ türünden Þakýyan Üç Genç Kýz (Tre Trallade Jantor) þarkýsý, Ali Ulvi (Elöve)'ye yeni sözler yazdýrýlarak Osmanlý Güç Derneklerinin resmi marþý olarak kullanýlmýþtýr. Bu marþ, çoðumuzun yakýn tanýdýðý "Dað Baþýný Duman Almýþ" marþýdýr. 1916'ya doðru Güç dernekleri ortadan kalkmaya baþlamýþtýr. Fakat yine ittihatçýlarýn desteði ve doðrudan giriþimi ile bu kez Gürbüz Derneði ve Genç Derneði adlý iki bölümden oluþan Genç Dernekleri kurulmaya baþlanmýþtýr. Genç Dernekleri yasa ile kurulur ve birinci maddesi ile doðrudan Harbiye Nezaretine baðlý olduðu ilan ediler: "Harbiye Nezareti'nin emir ve idaresine tâbi olmak üzere Genç Dernekleri teþkil edilecektir" der. Derneklere üyelik, silah altýnda olmayan bütün Osmanlý gençleri için bir zorunluluktur. 12-17 yaþ grubundaki gençler Gürbüz Derneklerine, 17 ve yukarýsý ise Dinç Derneklerine "hizmet-i fiiliyye-i askerîyesini ifa etmek üzere silâh altýna alýndýðý tarihe kadar" üye olmak zorundadýrlar. Bu derneklerin kuruluþ çalýþmalarýný yürütmek için ise, Almanya'da o dönemde gençlik örgütlenmeleri alanýnda çalýþan ve bu alanda büyük birikim saðlayan Alman von Hoff Türkiye'ye çaðrýlmýþ; kendisine Miralay rütbesi verilerek bu iþe memur edilmiþtir. Bu derneklerin amacý da öncekilerin aynýdýr. Turan, ortak idealdir. Turan ülküsünü gerçekleþtirecek Türkün diriltilmesi, yaratýlmasý, hazýrlanmasý görevi bu derneklere yüklenmiþtir. Bu nedenle dernekler, üyelerinin beden, bilinç ve teknik eðitimlerini birlikte sürdürür. Üyeler halkla bütünleþmek; halka her alanda yardýmcý olmak zorundadýrlar. Bu nedenle dernek üyelerine ilk yardým bilgisinden tarým bilgisine, savaþ bilgisinden kültür tarihine kadar birçok þey öðretilirdi. Türkçülük akýmýnýn kaynaðý ve taþýyýcýsý olmasý amacýyla II. Meþrutiyet döneminde oluþturulan ve daha sonraki yýllarda bütün Anadolu'da köylere varýncaya kadar yaygýnlaþtýrýlmaya çalýþýlan Türk Ocaðý isimli dernek,

kurulduðu tarihten itibaren ýrkçý ve savaþ yanlýsý militarist bir Türkçülük akýmýnýn da üretimini üstlendi. Cumhuriyet döneminde ise esas olarak Mustafa Kemal'in tarih anlayýþý sýnýrlarýnda ve neredeyse emirle yönlendirilen Türk Ocaklarý kongreleri ünlü Türk Tarih Tezi ve Güneþ Dil Tezi'nin ilk çalýþmalarýný üretti. 2328 Nisan 1932 tarihleri arasýnda yapýlan Türk Ocaklarý Kongresi'nde, 16 kiþiden oluþan bir araþtýrma grubu oluþturularak, Türk tarihi üzerine araþtýrmalar yapmasý göreviyle görevlendirildiler. Böylece oluþan Türk Ocaðý Türk Tarihi Tetkik Heyeti, 12 Eylül darbesiyle ortadan kaldýrýlan Türk Tarih Kurumu'nun atasýdýr. 1910 yýlýndan beri çalýþmakta olan Tarih-i Osmanî Encümeni, 1931 yýlýnda Türk Tarihi Tetkik Heyeti adýný alarak çalýþmalarýný sürdürdü. 1935 yýlýndan itibaren de Türk Tarihi Tetkik Heyeti, Türk Tarih Kurumu adýný alarak varlýðýný devam ettirdi. Türkiye'de ulusal toplumun ve ulus devletin yaratýlýþ süreci, geç kalmýþlýðýnýn yaný sýra, batýdaki oluþumlardan bir hayli farklý özellikler içerir. Bu konuda ilk aðýzda söylenecek birkaç önemli nokta þunlar olabilir: A) Sanayi devrimi ve arkasýndan ulusal devletlerin oluþumu Avrupa ülkelerinde, farklý iþleyen süreçlere baðlý olarak, farklý yöntemlerle ve farklý biçimlerde gerçekleþmiþtir. Ýngiltere'de feodal aristokrasi, yeni geliþmiþ burjuva sýnýfý ile adým adým uzlaþarak süreç içinde ulusal devletin yeni kurumlarýný oluþturarak uluslaþma sürecini tamamlarken; Fransa'da bu süreç, tabandan geliþen burjuva önderlikli bir halk hareketiyle, bir politik devrimle tamamlanarak gerçekleþmiþtir. Kapitalistleþme sürecinin bir hayli geç kaldýðý Almanya'da ise, sürece yukarýdan aþaðýya doðru yapýlan bir iradi müdahale ile ulusal birlik saðlanmýþtýr. B) Esas olarak Selanik ve Ýstanbul'da palazlanmýþ, fakat oldukça cýlýz ve Türk olmayan gayrimüslim bir burjuva sýnýfa sahip olan Osmanlý'da, Batýda gerçekleþtirilen demokratik devrimleri kavrayýþtan uzak olarak salt biçimsel anlamda taklit çabalarý, Osmanlý'nýn yapýsal özelliklerinden dolayý hep baþarýsýzlýkla sonuçlanýyordu. Bu sonuç kaçýnýlmazdý. Esas olarak Selanik burjuvazisine dayalý olarak

42


Kurtuluþ

gerçekleþtirilen I. Meþrutiyet hareketi ve Selanik ve Ýstanbul burjuvazisinin birlikte gerçekleþtirdiði ama buna karþýn bir hayli cýlýz kalan II. Meþrutiyet hareketinin baþarýsýzlýklarýnýn ortak nedeni, feodal yapý karþýsýnda kapitalist sýnýfýn zayýf kalmasý idi. C) Son yüzyýlda, Osmanlý aydýnlarý, esas olarak Fransýz Devrimi'nin düþünsel etkisi altýndayken, demokrasi düþüncesini tanýmamýþ olan Osmanlý hanedaný ve bürokratlar, bozulan (çökmekte olan) devlet çarkýný iyileþtirme arayýþlarýnda militarist Prusya modelini Anadolu toplumsal yapýsýnýn gerçekliðine daha uygun bulmaktaydý. Osmanlý'nýn son çeyrek asrýnýn tek iktidarý olan Ýttihat Ve Terakki Fýrkasý, bu arayýþý eyleme de dönüþtüren sonuncu önemli örnektir. Bu dönemlerde Türk milliyetçiliðini geliþtirme hareketi ise, bu hareketin temel dinamiði ve dayanaðý olacak bir Türk burjuva sýnýfýn yokluðundan dolayý zaten baþarýsýzlýkla sonuçlanmak zorundaydý. Nitekim tepeden dayatýlan Türkçülük hareketinin sonuçlarý da toplumsal hareketin yasalarý yönünde oldu. Asker-sivil bürokratlar eliyle geliþtirilmek istenen Türkçülük hareketi bu tabakanýn dýþýnda bir anlam kazanamadý. Toplum geneli üzerinde, ümmet bilinci hâlâ millet bilincinden öncelikli konuma sahipti. D) 1914-18 Alman yenilgisi sonrasý iþgal altýna alýnan Anadolu-Mezopotamya topraklarýnda, emperyalist batý ülkelerinin "açýk iþgaline karþý" direniþ geliþtirilmesi, asker-sivil bürokrat kadrolarýn yönetimi ve güçsüz de olsa milli ticaret burjuvazisinin önderliðinde; topraklarýný kaybetme korkusu içindeki Kürt ve Türk feodal sýnýf ve onlarýn etkisindeki diðer halk sýnýf ve tabakalarýnýn desteðiyle gerçekleþtirilmiþtir. Açýk iþgale karþý olan bütün güçleri bir arada tutabilmek için her organik bileþene Anadolu hareketinin öncü kadrosu tarafýndan "istemlerinin gerçekleþtirileceðine" dair vaatler verilir. Kürtlere, "topraklar gâvurdan kurtarýldýktan sonra, iki halkýn kendi kaderlerini birlikte belirleyebileceði bir gelecek" sözü verilirken, genel olarak Ýslam halkýn desteði, "Ýslam ayaklar altýnda, Ýslam'ýn halifesi gâvur tehdidi altýnda" sloganýyla saðlanmaya çalýþýlýr. Bu düþünce elbette sadece Kürtleri savaþa

katma amacýyla açýklanamaz. Bunun yaný sýra, Ýstanbul Hükümeti'nin Kürtlere vaadettiði "Osmanlý tebaasý olarak federal özerklik" sözünü boþa çýkarma amacý da Kürtleri kazanmaya yönelik bir çabayý zorunlu kýlýyordu. Bu nedenle M. Kemal, Kürtlerle ortak yaþama dayanan bir "kardeþlik" söylemini Lozana kadar sürekli olarak dillendirir. "El-Cezire Cephesi Komutaný Tuðgeneral Nihat Paþa Hazretlerine, 1-Aþamalý olarak, bütün ülkede ve geniþ ölçekte doðrudan doðruya halk gruplarýnýn ilgili ve etkili olduðu bir biçimde yerel yönetimlerin oluþturulmasý iç politikamýzýn gereðidir. Kürtlerle dolu bölgede ise, hem iç politikamýz ve hem de dýþ politikamýz açýsýndan ölçülü yerel bir yönetim kurulmasýný savunmaktayýz. 2-Uluslarýn kendilerini yönetmeleri yetkisi bütün dünyada benimsenmiþ bir ilkedir. Biz de bu ilkeyi benimsiyoruz. Kürtler'in bu döneme kadar yerel yönetime iliþkin örgütlerini kurmuþ ve baþkanlarý ile yetkilerini bu amaç için bizce kazanýlmýþ olmasý ve oyladýklarýnda kendi kaderlerine gerçekten sahip olduklarý BMM (Büyük Millet Meclisi) buyruðunda yaþam istekleri yayýnlanmalýdýr. Kürdistan'daki bütün çalýþmalarýn bu amaca dayalý politikaya yöneltilmesi El-Cezire Cehpesi Komutanlýðý'nýn görevidir. BMM Baþkaný Mustafa Kemal."11 Daha Sivas Kongresi'nde, Misak-ý Milli, Kürtlerin oturduðu bölgeleri de içererek ama adýný da koyarak tanýmlanýr: "1- Yüce Osmanlý devletiyle anlaþýk devletler arasýnda yapýlan antlaþmanýn imzalandýðý 30 Ekim 1918 günündeki sýnýrlarýmýz içinde kalan ve her yerde ezici çoðunluðu Müslüman olan Osmanlý ülkesinin parçalarý (ki, bu parçalar bir sonraki belgede, yani Amasya Protokolü'nün ilk maddesinde -Osmanlý topraðý, Türkler ve Kürtler'in yaþadýðý topraklardýr.- diye açýklanýyor) birbirlerinden ve Osmanlý bütünlüðünden hiçbir nedenle koparýlamaz bir bütün oluþturur. Bu parçalarda yaþayan bütün Müslümanlar; birbirlerine karþý, karþýlýklý saygý ve özveri duygularýyla dolu, etnik ve sosyal haklarýyla, bulunduklarý yöre koþullarýna bütünüyle baðlý öz kardeþtirler..."12

43


Kurtuluþ

Yine, 16 Ocak 1923 günü, M. Kemal'in, Ýzmir'de dönemin ünlü gazetecilerine yaptýðý açýklama, þöyledir: "Kürt sorunu; bizim yani Türklerin çýkarýna da kesinlikle sözkonusu olamaz. Çünkü bildiðiniz gibi bizim milli sýnýrlarýmýz içinde bulunan Kürt unsurlar, öylesine yerleþmiþlerdir ki, pek sýnýrlý yerlerde yoðun durumdadýrlar. Fakat yoðunluklarýný kaybede kaybede ve Türk unsurlarýn içine gire gire, öyle bir sýnýr çizmek istesek, Türklüðü ve Türkiye'yi mahfetmek gerekir. Söz geliþi, Erzurum'a kadar giden, Erzincan'a Sivas'a kadar giden, Harput'a kadar giden bir sýnýr aramak gerekir. Ve hatta Konya çöllerindeki Kürt aþiretlerini de gözden uzak tutmamak gerekir. Dolayýsýyla baþlý baþýna bir Kürtlük düþünmektense, bizim Anayasa gereðince zaten bir tür yerel özerklikler oluþacaktýr. O halde hangi ilin halký Kürt ise onlar kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan baþka Türkiye'nin halký söz konusu olurken, onlarý da (Kürtler'i) birlikte ifade etmek gerekir. Ýfade edilmedikleri zaman, bundan kendilerine ait sorun çýkarmalarý daima beklenir. Þimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Türklerin, hem de Kürtlerin yetkili vekillerinden (milletvekillerinden) oluþur ve bu iki unsur, bütün çýkarlarýný ve geleceklerini birleþtirmiþlerdir. Yani onlar bilirler ki, bu ortak bir þeydir.. Ayrý bir sýnýr çizmeye kalkýþmak doðru olmaz..."13 E) Direniþ önderlerinin, Sovyetler Birliði'ne yaklaþýmdaki sempatik tutum iþçi sýnýfýnýn açýk desteðini kazanýr. Bu sempatik tutumun önemli bir nedeni, Sovyet devriminin, "çöken bir devletin yeniden diriltilmesi" olarak yorumladýklarý baþarýsýndan kaynaklanmakta idi. Devrimin, Osmanlý'yý da kurtarabileceðine iliþkin umut, ittihatçýlarýn bir kýsmýný Sovyet devrimiyle iliþkiye yönlendirmiþti. Devrimini yeni gerçekleþtirmiþ ve henüz iç savaþtan kurtulmuþ olan Lenin'in önderliðindeki Sovyet Sosyalist devlet, Mustafa Kemal'in Anadolu'da baþlattýðý açýk iþgale karþý giriþime maddi ve manevi desteði veren ilk ülke oldu. Birinci Ýzmir Ýktisat Kongresi'nde, yeni devletin ekonomik politikasý, "Batý sermayesine dayalý, Batý kapitalizmi" olarak belirlenip ilân edilene kadar, baþta M. Kemal olmak

üzere Cumhuriyet'in bütün önderleri Sovyetler Birliði'ni övme konusunda adeta bir yarýþ içindeydiler. 1923'de yapýlan Ýzmir Ýktisat Kongresi'nden sonra ise, Batý'nýn güvenini çekebilmek için dýþ politikada bu tutum bütünüyle terkedilir. Elbette bu tutum iç politikada da aynen yansýr. Genç Sovyetler Birliði'nin oturmaya baþlamasý ve Avrupa'nýn, "yýkýlacak" öngörüsünün kýsa zaman içinde boþa çýkmasýnýn sonuçlarý Anadolu-Mezopotamya topraklarýnýn yerli halklarýnýn kafasýna patladý. Sevr'de Osmanlý topraklarýný, halklarýn kendi özgür iradelerine danýþmadan "bölen" emperyalizm, bu kez, Sosyalist Sovyetler Birliði ile kapitalist Avrupa arasýnda, kapitalizm yanlýsý güçlü bir tampon devlet gereksiniminden dolayý, Kemalist devletle anlaþarak, inkar politikalarýna kapý açtý. Lozan, emperyalizmin isteði doðrultusunda halklarýn inkarýný resmileþtirdi. F, Yeni Cumhuriyet, Türkiye toplumunun bileþenlerini yok sayan bir politik ve sosyal yapýlanmayý temel aldý. Sýnýf, ulus, din farklýlýklarý inkâr edildi. Durkheim'den alýnan, "imtiyazsýz, sýnýfsýz, kaynaþmýþ bir toplum" hayali, gerçekliðin kendisi olarak benimsenmeye ve benimsetilmeye çalýþýldý. Anadolu'da yaþayan gayrý müslim halklarýn katliam ya da göçertme gibi yöntemlerle yok edilmesinden sonra sýra, "tek millet, tek devlet" anlayýþýnýn gerçekleþtirilmesi aþamasýna gelmiþti. Bu anlayýþ Kürt toplumu üzerinde açýktan, diðer azýnlýk halklar üzerinde ise daha kapalý olarak sürdürülen katliamlarla özetlenebilecek bir tarihin de yaratýcýsý oldu. G) Yeni Cumhuriyet'in önünde, oluþturulacak resmî ideolojiyi doðrudan etkileyecek olan ve bu nedenle çözümü ivedilik gösteren ciddi sorunlar vardý. Birincisi, ulusal devlete geçiþte bir hayli geç kalýnmýþlýk söz konusu idi. Osmanlý Devleti'nin çokuluslu yapýsýnda millet kavramýna en son ulaþan (ulaþtýrýlan) halk Türkler idi. Kapitalizm sürecini kendi iç dinamiði ile yaþamýþ olan, Fransa baþta olmak üzere bütün Avrupa çoktan ulusal devlete geçmiþti. Daha ötesi, Osmanlý egemenliðinde bulunan Yunanistan, Bulgaristan gibi ülkeler de Osmanlý'ya karþý giriþtikleri zorlu ulusal

44


Kurtuluþ

mücadeleler sonucu baðýmsýzlýklarýný elde etmiþ, uluslaþma süreçlerini de tamamlamýþlardý. Oysa Türkler hâlâ ümmet (Ýslam kardeþliði) bilincini aþamamýþlardý. Bu nedenle bir yanda Türk olmayan azýnlýklarýn tüketilmesi çabalarýna hýz verilirken, diðer yandan uluslaþma sürecini hýzlandýracaðýna inanýlan biçimsel programlar devlet eliyle ve zor yöntemiyle uygulamaya konuldu. Örneðin ulusal kimliðin geliþimini engelleyen ümmetçiliðin reddi laiklik ilkesinin devlet sistemi içine sokulmasýyla, Osmanlýlýk bilincinin bütünüyle silinip atýlmasý düþüncesi ise harf devrimi gibi giriþimlerle ifade buldu. Halife'nin zorla Cumhuriyet topraklarý dýþýna çýkartýlmasý gibi önlemler sert bir biçimde uygulamaya geçirildi. Ýkincisi, yeni Cumhuriyet'in üzerinde Osmanlý'dan devraldýðý sömürge Kürdistan'ýn yükü vardý. Bir halký esaret altýnda tutan bir ulusun özgür olamayacaðý sözü belki de en somut sonuçlarýný yeni Cumhuriyet'te vermiþti. Açýk iþgale karþý mücadelede Kürtlerin büyük desteðini alan yönetim, barýþ anlaþmalarýnýn hemen arkasýndan, Osmanlý dönemleriyle kýyaslanamayacak kadar aðýr yaþam koþullarýný Kürt toplumuna dayattý. Oysa, Osmanlý yönetiminde hiç olmazsa 17. yüzyýla kadar otonom yaþamýþ olan ve buna alýþmýþ olan Kürtler arasýnda ulusal bilinç (aydýnlar düzeyinde kalsa da) uyanmaya ve, toplumsal gerçekliðin zorlamasý nedeniyle Ýslam'la uzlaþarak da olsa ulusal hareketler boy göstermeye baþlamýþtý. Yeni Türk yönetiminin bu hareketlere yanýtý iki yönlü olmuþtur. Bir yandan, bu hareketleri büyük katliamlarla bastýrmak ya da Kürt halkýný topraklarýndan söküp zorla batýya sürmek gibi doðrudan þiddete dayalý bastýrma yöntemlerini uygularken, diðer yandan o güne kadar fazla deney sahibi olmadýklarý asimilasyon politikalarýný geliþtirmeye baþladýlar. Yeni tarih ve dil tezleri üretilerek Türk soyunun asaletinin özendirici etkisi kuvvetlendirilmeye; Kürt varlýðý tarih kitaplarýndan bütünüyle silinerek Kürt kimliði unutturulmaya; Kürt folkloru Türkçeleþtirilip Türkleþtirilerek Kürt ulusal kültür birikiminin kökü kazýnmaya; resmî dil Türkçe yapýlarak Kürt dili yok edilmeye çalýþýldý. "Ne mutlu Türküm diyene" sözü, elbette sýradan bir ajitasyon sözü deðildi.

Baþbakan Saraçoðlu'nun açýklamasý bu sözleri gerçek anlamýna kavuþturur: "Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacaðýz. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduðu kadar ve lâakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir."14 Böylece, toplum içinde mutlu olabilmenin (yani toplumsal ve ekonomik deðerlerden pay elde etmede öncelik hakkýndan, pay büyüklüðüne kadar gerçek hak sahibi olmanýn) kimlik boyutu ilan edilmekteydi. Mutluluðun açýklamasýný Adalet Bakaný Mahmut Esat Bozkurt çok açýk olarak yapmýþtýr: "Türk devleti iþlerinin baþýna öz Türkten baþkasý geçmemelidir... Yeni Türk cumhuriyetinin devlet iþleri baþýnda mutlaka Türkler bulunacaktýr. Türkten baþkasýna inanmayacaðýz."15 Ýttihat ve Terakki'nin genç subaylara dayanan yapýsý, Bab-ý Ali baskýný ile birlikte Cumhuriyet'e de maya olacak bir darbecilik geleneðini yeni devletin kuruluþ karakterleri içerisine taþýmýþtýr. Türkiye insaný, Cumhuriyet döneminde sýkça kesilen Askeri Darbeler'de çýplak yapýsý ile orduyu siyasal erk olarak karþýsýnda görse de, gerçekte militarizm salt askeri darbelerle de açýklanamayacak bir geniþliðe sahiptir ve seksen yýldýr varlýðýný sürdürdüðü açýktýr. Osmanlý'nýn son yüzyýlýnda artýk fiilen 'yönetim' olan asker, yeni Cumhuriyet'in de kurucusu, koruyucusu ve sahibi idi. Asker'in en yakýn müttefiki ve ortaðý ise, Ýstiklal Mahkemeleriyle döllenen Mahmut Esat Bozkurt'lu ýrkçý Kemalist anlayýþla biçimlenen "adalet" kurumu idi. Birinci Meclis'in (23 Nisan 1920 - 1 Nisan 1923) organik yapýsýnýn bileþenleri þöyle idi: 125 Devlet memuru 13 Mahalli Yönetici 53 Asker (10 tanesi paþa.) 53 Din adamý. 5 kürt aþiret reisi. 120 çiftçi, tüccar ve diðer mesleklerden. Meclis'in kuruluþ amacý bugün hâlâ tartýþmalýdýr: "Makam-ý Muallay- Hilâfet ve Saltanat'ý ve Memalik-i Mahrusa-i Þahaneyi" yabancý saldýrýsýndan ve iþgalinden kurtaracak bir meclis. "Ankara'ya gelen Oltu mebuslarýnýn seçim mazbatalarýnda 'Ýstanbul Meclisi Mebusaný Baþkanlýðýna' denmekteydi ve bu TBMM'ince

45


Kurtuluþ

hiç yadýrganmamýþtý"16 Kuvvetler ayrýlýðý ilkesi benimsenmemiþtir. Yasama ve yürütmenin bütün yetkileri Meclis'te toplanmýþtýr. Böylesi bir yapýlanma M. Kemal'in düþüncelerinde de demokratik bir sistem olarak kabul görmemiþti. Nitekim bunu M. Kemal de itiraf eder: "Bizim Hükümetimiz demokratik bir hükümet deðildir, sosyalist bir hükümet deðildir. Bilimsel niteliði yönünden kitaplardaki hükümet þekillerinden hiç birine benzemeyen bir hükümettir. Fakat ulusal egemenliði, ulusal iradeyi gerçekleþtiren tek hükümettir. Bilimsel ve sosyal niteliði bakýmýndan (Halk Hükümeti)dir. Sosyal meslek bakýmýndan düþünürsek biz, hayatýný ve

baðýmsýzlýðýný kurtarmak için çalýþan iþçileriz, zavallý halkýz... Bunun için bizler; bizi yoketmek isteyen emperyalizme karþý ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karþý milletçe mücadeleyi gerekli gören bir mesleði izlemekteyiz. Ýþte bizim hükümetimizin þekli, esasý budur. Fakat ne yapalým ki, demokrasiye benzemiyormuþ, sosyalizme benzemiyormuþ, hiç bir þeye benzemiyormuþ. Biz benzememekle ve benzetmemekle övünmeliyiz. Çünkü biz, bize benzeriz.". M. Kemal.17 (1-12-1921.) (Ýkinci bölüm gelecek sayýda.)

* * *

1. 2. 3. 4.

Avcýoðlu, Doðan. Türklerin Tarihi. 1. Cilt. s. 235, 236 vd. Arsal, Sadri Maksudi. Eski Türklerdeki Soy-Oymak Teþkilâtý. 4. Tarih Kongresi. y.a.g.e.. Bu tür örgütlenme, Yakut Türklerinde, 20. yüzyýl baþlarýnda dahi kendisini koruyabilmiþtir. Tanör, Bülent. Anayasal Düzenlemelere Toplu Bir Bakýþ. Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi. 1. cilt. Ýletiþim Yay. 1985. s. 10 5. Tunaya, Tarýk Zafer. Türkiye'de Siyasal Partiler. Cilt 1. Hürriyet Vakfý Yay. 2. baský.1988. s.461 vd. 6. Tunaya, age. Toprak, Zafer. II. Meþrutiyet Döneminde Paramiliter Gençlik Örgütleri. Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi. Cilt 2. s. 533. 7. Tunaya, age. S. 465 8. Türk Gücü Cemiyeti Murahas-ý Mes'ulü Kuzucuoðlu Tahsin Bey. Aktaran: Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi. Cilt 2. s. 536 9. Gökalp, Ziya. Ziya Gökalp Külliyatý-1. Þiirler ve Halk Masallarý. TTK. Yay. 1952. s. 69-70 10. Tunaya. Age. S. 466. 11. TBMM. Gizli Celse Zabýtlarý, Türkiye Ýþ Bankasý Kültür Yayýnlarý, Ankara, 1985, Cilt: 3, Sayfa: 550. 12. 11 Eylül 1919 günü yayýnlanan Sivas Kongresi Bildirgesi'nin 1. Maddesi. Sivas Kongresi, Vehbi Cem Aþkýn, Ankara, 1963, Sayfa: 158. 13. Ýkibin'e Doðu Dergisi, Ýstanbul, 6 Kasým 1988, Sayý: 46; Türk Tarihi Kurumu Arþivi, 1089 numaralý belge. 14. Saraçoðlu, Þükrü. Baþbakan. 5 Aðustos 1942 tarihindeki Meclis konuþmasýndan. 15. Bozkurt, Mahmut Esat. age. s. 446. 16. Goloðlu. Mahmut. Üçüncü Meþrutiyet. 1920 Ankara 1970 17. Goloðlu, Mahmut. Cumhuriyete Doðru.

46


militarizm

dosya

Kurtuluþ

Kapitalist Devlet, Militarizm ve Faþizm

L

atince kökenli militarizm, etimolojik olarak 'askerlik ve savaþla ilgili' anlamýna gelen militaris'ten türemiþ bir sözcüktür. Politik kullanýmýnda ise, askeriyenin siyasal ve toplumsal hayatta etkin rol almasý anlamýna gelir. Elbette, militarizmin sosyopolitik anlamý askeri garnizonun sýnýrlarýný çoktan aþmýþ toplumsal yaþama, hatta ev içi yaþama kadar sirayet etmiþtir. Yaþanmakta olan sorunlarýn çözümünde þiddet kullanýmýnýn meþru görülmesi, hiyerarþinin yüceltilmesi, toplumda emir demir iliþkisinin egemen olmasý, cins ayrýmcýlýðýnýn giderek boyutlanmasý, cinsel tercihi farklý olanlarýn, azýnlýklarýn ikinci sýnýf insan olarak görülmesi, erkek çocuðun doðuþtan þiddete eðilimli büyütülmesi ve ev içi þiddet gibi günlük yansýlara sahiptir. Militarizme iliþkin yapýlacak analiz, uygun bir koordinata oturmadýðýnda ya da politik baðlamýnda ele alýnmadýðýnda yeterince açýklayýcý olmaz. Militarizm ve milliyetçilik üzerine söylenecek sözler için uygun koordinat ya da baþlangýç noktasý kapitalist devlet olmalýdýr. Gerçek bir sosyopolitik olgu olarak militarizmin ortaya çýkýþý kapitalist devletle mümkün olmuþtur. Komünal toplumlar, korunma ya da avlanma amaçlý silah kullanýmýnýn ayrýcalýk olmadýðý, komünün bu ihtiyaçlarýnýn ortak-

Rýdvan Turan 47


Kurtuluþ

laþa görüldüðü bir toplumsal yapýya sahiptir. Ýlkel toplumlarda tüm halkýn silahlý olmasý (ya da silaha kolay eriþebilir olmasý) silah taþýmanýn bir ayrýcalýk olmasýný engellemiþtir. Böyle toplumlarda silah toplumsal bir hegemonya vasýtasý deðildir. Ancak özel mülkiyetin ve ardýndan da toplumsal sýnýflarýn ortaya çýkýþýyla birlikte, askeri güç, mülkiyet elde etmede ve mülkiyet iliþkilerinin korunmasýnda çok önemli bir vasýta haline dönüþmüþtür. Hatta askeri zor ve savaþlar ilkel devletin kurucu etkenlerinden biri olarak var olmuþtur. Askeri tehtid altýnda, olmak kimi toplumlarda sýnýfsal yapýnýn belirginleþmesinde ve ilkel düzeyde de olsa bir devlet düzenine ulaþmada tetikleyici bir faktör olmuþtur. Ýlkel devlet düzeninin elementer unsurlarýndan biri askeri güçtür. Toplumlar organize oldukça, sýnýflý nitelikleri tahkim oldukça, önceleri toplumsal yapýnýn içinde olan (bir hegemonya vasýtasý olmayan ve ortak toplumsal ihtiyaçlar için kullanýlan) silahlý güç, giderek toplumun üzerinde ve özel bir kurum haline dönüþmüþtür. Toplumun baðrýndan çýkan, fakat toplumdaki uzlaþmaz sýnýfsal çeliþkiler nedeniyle de giderek toplumun deðil, egemen sýnýfýn, ortak ihtiyaçlarýn deðil, egemenlerin ihtiyaçlarýnýn karþýlanmasýna dönük hale gelmiþtir. Üniformasý, rütbeleri, marþlarý, kendine özgü düzeni, kendine has kurallarý ve ritüelleriyle içinden çýktýðý topluma yabancýlaþan kurum, egemenlerin bir iktidar aygýtý ve çoðunluða karþý devletin "meþru zor" kullaným aracý olarak var oldu. Modern devletin ortaya çýkýþý 1600lü yýllarýn sonlarýna dayandýrýlmakta. 1700lü yýllar itibariyle iþçi sýnýfý ve köylülüðü yanýna almýþ olan burjuvazi iktidarý feodallerden zorla alýrken, Fransýz köylüsü, Fransýz vatandaþý haline gelmiþ, burjuvazinin eþitlik özgürlük talepleri genel talepler haline dönüþmüþtü. Yeni egemen olarak örgütlenen burjuvazinin esas gelir kaynaðý ticaretti ve bir tacirin de doðal olarak yapmasý gereken þey kendi pazarýný garanti altýna almak ve diðer tacirlerin tacizlerinden korumaya çalýþmaktý. Bu amaç, ulus devletlerin örgütlenmesinde baþat rol oynadý. Kuþkusuz ki bu yönelimin hem sonucu ve hem de bir açýdan nedeni olarak milliyetçilik kaçýnýlmaz bir olgu olarak kendini gösterdi. Fransýz burjuvazisinin "Fransýzlardan" ibaret kýldýðý

kendi pazarý, Ýngilizlere ya da Almanlara karþý bir Fransýz ulus devlet sýnýrý, Fransýz gümrüðü, Fransýz yasalarý ve askeriyesi tarafýndan garantiye alýnmýþ oldu. Bu hiçbir zaman tam bir kapalýlýk olmadý, yasalarýn izin verdiði ölçüde ve biçimde bir dýþ ticaret her zaman var oldu. Genel oya dayanan seçim sistemi, iþçinin emek gücünü -kime ve hangi koþullarda- satmaktaki özgürlüðü, anayasal yurttaþlýk, sistemli düzenli, önceden belirlenmiþ bir vergilendirme, etkin bir kamu yönetimi ve zorunlu vatandaþ ordularýyla birlikte Modern devlet çýkageldi. Böylece feodalizmin topraða baðlý köylüsü, kapitalizmle topraðýndan baðýmsýzlaþtý, bir kýsmý proleterleþti, þehirlere göç etti. Feodalitenin derebeyine baðlý tebasý, yeni kurulan ulus devletin "eþit haklý" vatandaþý haline dönüþtü. Taþraya daðýlmýþ çok sayýda feodal senyörün hinterlandýnda onun kurallarýyla yaþayan, onun topraðýný iþleyen feodal angaryalarýn en aðýrýný yüklenen köylü kesimleri, köylü olarak kalsýn ya da proleterleþsin merkezi, siyasi bir otorite tarafýndan yönetilmeye baþladý. Merkezi devlet otoritesinin modern anlamda oluþumu ve geliþimi, topluma haklar kadar yükümlülükler de yükledi. Böylece vergilendirme gibi askerlik de vatandaþýn devlete karþý yükümlülüðü sýralamasýnda yerini aldý. Avrupa'da ulus devletlerin kuruluþunda, pazar meselesiyle direk iliþkili bir biçimde savaþlarýn oldukça önemli bir yeri vardý.1 Feodalizmin angarya ile veya bu ya da diðer dünyada ödüller vaat ederek kurulan ordularý, önce paralý ordulara dönüþtü. Bu ordularda savaþan, bazen her iki tarafta da ayný ulustan insanlar oldu. O yýllarda öncelikle Norveçli ve Ýsviçreli paralý askerler en tutulanlarýydý. Egemenler parayla tuttuklarý bu adamlarý savaþtýrýyor ve üzerlerinden servetler kazanýyordý. Milliyetçilik, daha önce baþka ölçütlerle bölünmüþ Avrupa anakarasýný -ulus devletlerleyeni ve farklý bir ölçütle bölerken, bu durum askerlikte de etkisini gösterdi. Dünün paralý askerlerinin yerini, milliyetçilik esasý tarafýndan þekillendirilecek olan "citizen army" yani vatandaþ ordularý almaya baþladý. Kitlesel vatandaþ ordularý, sembolleri, giysileri, hiyerarþisi, törenleri ile sivil toplumu giderek daha fazla etkilemeye baþladý. Bu andan itibaren milliyetçilik

48


Kurtuluþ

kavramý hep askerlikle beraber anýlmaya baþlayacaktýr. Militarizm hep milliyetçilikle birlikte anlamlandýrýlacak ve giderek te milliyetçilik daha militer bir öz taþýmaya baþlayacaktýr. "Militarizm sözcüðü ilk defa 1850'li yýllarýnda Fransa'da askeri bir darbe yapan Üçüncü Napolyon'un (Luis Bonapart, Büyük Napolyo'nun yeðeni) askeri diktatörlüðünü karakterize etmek için kullanýldý. Bonapartizm sonraki yýllarda ordunun devleti ve toplumu yukarýdan aþaðýya doðru yeniden düzenleme fonksiyonuyla ilgili olarak tanýmlandý. Fransýz devriminin bütün politik kazanýmlarýný birer birer yok eden Napolyon Bonapartýn'ýn (17621821) bazý sözleri militarizmin mantýðý konusunda önemli ipuçlarý vermektedir. Napolyon'un militarist kesimler arasýnda bugün hala önemini koruyan þu sözleri önemlidir: "Eninde sonunda devleti yönetmek için asker olmalýdýr. Devlet, yalnýz mahmuzlar ve çizmelerle yönetilir... Ben kan döktüm, belki daha da dökeceðim, ama öfkelenmeden ve sadece kan almanýn politika hekimliðinde yeri olduðu için... Bir devleti yönetmek için bir sürü yargýç, bir sürü jandarma, bir sürü asker ve bir hayli de para ister".2 Militarizmin siyasi lügate geçtiði dönem de bu dönemdir.1.paylaþým savaþýndan sonra ise militarizm gerek bir ulus devletin, gerekse de devletlerarasý iliþkilerin en esaslý unsuru haline dönüþecektir. Ne zaman ki modern devlet var olmuþ, öncelikle ordu toplumun dýþýnda örgütlenen, profesyonel bir kurum haline dönüþmüþ, ardýndan durduðu yerden toplumun geneli hakkýnda söz söylemeye ve yönlendiricilik yapmaya baþlamýþtýr..

devamýndan kasýt özünde kapitalist ekonominin devamýnýn saðlanmasý, borsanýn güven içinde çalýþmasý, artý deðer sömürüsünde herhangi bir aksamanýn olmamasý, uluslar arasý kapitalist sisteme eklemlenme noktasýnda herhangi bir sorunla karþýlaþýlmamasý vb dýr. Elbette bu süreðenliðin saðlanmasý için, siyasal fonksiyonlarýn düzenli iþlemesine ihtiyaç duyulacaktýr. Esasen iktisadýn teminat altýna alýnmasý için devletin öncelikle siyasal görevlerini harfiyen yerine getirmesi gerekmektedir. Bir tarafta devasa bir kamu düzeninin saðlanmasý, diðer bir tarafta devasa boyutlara ulaþmýþ askeri ve sivil bürokrasinin süreðenliði, diðer bir yanda siyasal temsilin saðlanmasý ve bu sayede devletin sýnýf karakterinin gizlenmeye çalýþýlmasý, yeni yasalarýn yapýlmasý, bunlarýn uygulamaya koyulmasý, devasa boyutlarda bir mahkeme ve cezalandýrma-hapishane aðýnýn kurulmasý devletin en önemli siyasal görevlerindendir. Ancak bu fonksiyonun da esasen teminatý devletin ideolojik fonksiyonunda yatmaktadýr. Devlet ve devlet aygýtlarý ürettikleri ve yaydýklarý ideolojik ön kabullerle yurttaþlarýn sistemle çatýþma potansiyellerini en aza indirmek için bir tür ikna metodu geliþtirirler. Bunu yaparken aileden okula, askere kadar hemen birçok kurumu kullanýrlar ve desteklerler. Devlet aygýtý, devlet iktidarýný elinde tutan sýnýf ya da sýnýf fraksiyonunun çýkarlarý doðrultusunda, toplumsal hegemonyayý saðlayabilmek için ideolojik aygýtlarýný (Siyasi partiler, Okul, aile, din kurumlarý, basýn tekelleri vb.) kullanmaktadýr. Milliyetçilik ideolojisinin üretildiði ve yayýldýðý en önemli üs burasýdýr. Bu kurumlar günlük pratiklerinde milliyetçiliði, þovenizmi sürekli olarak üretir, yeniden üretirler. (Ülkede basýn yayýn kuruluþlarýnýn, okullarýn ve kimi siyasal kurumlarýn demokratik Kürt muhalefetine karþý sürekli besledikleri ve geliþtirdikleri þoven saldýrý düþünüldüðünde bu meselenin ne denli kapsamlý olduðu anlaþýlmaktadýr.) Tüm bu aygýtlarýn ve fonksiyonlarýn kullanýlmasý, birincil olarak kapitalist üretim iliþkilerinin yeniden üretimi, ekonominin verimliliði ve kollanmasýna yöneliktir. Ýþte bu sacayak bacaðý üç fonksiyon, kapitalist devlet fonksiyonlarýnýn esasýný oluþturur. Ancak kapitalist devletteki bu üç fonksiyonun her biri birbirinden görece özerk olarak

Kapitalist Devlet Kapitalist devlet Marksizm'in en çok tartýþýlan konularýndan biridir ve çok çeþitli ekoller tarafýndan devletin o ya da bu özelliði öne çýkarýlarak analiz edilmeye çalýþýlmýþtýr. Bizim yapacaðýmýz analiz böyle bir tartýþmada taraf olmaktan çok, kapitalist devletin militarizm ve milliyetçilik meselesi üzerinden nasýl ele alýnacaðýyla ilgilidir. Kapitalist devletin esas amacý kabaca kapitalist sistemin devamýdýr. Sistemin devam edebilmesi için de devamý saðlayacak araçlara sahip olunmasý gerekmektedir. Sistemin

49


Kurtuluþ

örgütlenmiþlerdir, örgütlenmek zorundadýrlar. Örneðin ekonomik fonksiyondaki dalgalanma bir anda siyasal fonksiyona yansýmaz, bu yansýma daha çok dolayýmlý bir yansýmadýr.3 Devletin tüm bu fonksiyonlarý son analizde egemen sýnýfýn çýkarlarýný korumaya ve geliþtirmeye yöneliktir. Fakat devletin bu çýkarlarý savunabilmesi ve geliþtirebilmesi için, sýnýflar üstü tarafsýz bir aygýt imajý yaratmasý gerekmektedir. Devlet aygýtý bunu yaparak iþçi sýnýfý ve diðer ezilen sýnýf, tabaka ve kesimleri tarafsýz, "hakem devlet" olduðuna ikna etmeye çalýþýr. Yasalarýn herkes için ayný yaptýrým gücüne sahip olduðu, devletin zenginin de yoksulun da devleti olduðu her vesileyle anlatýlýr. Bunun için devletin egemen sýnýftan göreli bir özerkliðe ihtiyacý vardýr. Dar anlamýyla devletin yasal þiddet araçlarý (ordu, polis vb) devletin siyasal fonksiyon alaný içinde iþlev görür. Ancak ordu, modern kapitalist devlette ayný zamanda ekonomik ve ideolojik olarak ta görevleri olan özel bir araç haline dönmüþtür. Ordu, milliyetçi ve þoven ideolojiyi üretmekte en önemli diðer bir üstür. Diðer bir deðiþle, kendini iç ve dýþ düþmana göre var eden ve kurgulayan ordu kurumu için milliyetçilik temel besindir. Dünyanýn her neresinde olursa olsun, militarizm milliyetçi ideolojiye hem muhtaçtýr ve hem de onun bizzat üreticisidir. Milliyetçilik ile militarizm arasýndaki iliþki tüm ulus devletler için geçerlidir. Türkiye içinde, Almanya için de, ya da Ýngiltere için de iliþkinin niteliði aþaðý yukarý aynýdýr. Ancak kuþkusuz ki demokrasi geleneði, askerin toplumdaki yerini dolayýsýyla milliyetçilik vb ideolojilerle kurduðu iliþkinin geliþkinliðini de bir ölçüde belirleyecektir.

mekanizmalarý bir tarafa atýlýr. Örneðin faþizm böyledir. Tekelci burjuvaziyi faþizme zorunlu kýlan süreç daima çok özgün bir sýnýf mücadelesi süreci olmuþtur. Süren sýnýf kavgasý öyle bir duruma gelmiþtir ki ne yönetenler eskisi gibi yönetebilmekte ne de yönetilenler eskisi gibi yönetilmek istemektedirler. Ýþçi sýnýfý burjuvaziyi vurup devirecek bir etkinliðe sahip deðildir, (ya da Almanya'da olduðu gibi bu olanaðý kaybetmiþtir) süreðen yýðýn grevleri iþçi sýnýfýný yormuþ, taktik hatalar zafere olan inancý zayýflatmýþtýr. Toplumda ideolojik, politik ve de ekonomik bir bunalým hali geliþmiþtir. Ýþte bu bunalým hali burjuvaziyi kaybolmamak, yok olmamak için elinden gelen en kesin, en güçlü ve ayný zamanda da en barbar saldýrýya mecbur kýlmaktadýr. Ýþte bu saldýrýnýn adý faþizmdir. Bu çok boyutlu bunalým ortamýnda iktidara gelen faþist parti, yeniden burjuva egemenliðini kurmak, daðýlmýþ hegemonyayý burjuvazi lehine yeniden saðlamak için çok boyutlu bir saldýrý planlar. Faþist parti, devletin ideolojik aygýtlarýnýn özerkliðini önemli ölçüde sýnýrlar ya da ortadan kaldýrýr. Olaðan devlette sýnýf diktatörlüðüne demokratik bir görünüm verilebilmesi için gerekli olan muhalif anlayýþlarýn kýsmi örgütlenme özgürlüðü, faþist devlette tamamen ortadan kaldýrýlýr. Muhalif basýn da ortadan kaldýrýlýr; devletin ideolojik aygýtý niteliðindeki basýn ise önemli ölçüde sýnýrlandýrýlýr, kimileri kapatýlýr ve faþizmin ideolojisine tâbi hale getirilir. Bunun nedeni hegemonyanýn yeniden saðlanmasý için ideolojik aygýtlarýn ortak bir merkezden ve gerektiði gibi yönlendirilmesinin saðlanmasýdýr. Ýktidarýn devlet aygýtlarý tarafýndan bölünmüþlüðüne son verilerek, devlet iktidarý tekelci büyük sermayenin direkt olarak denetlediði bir devlet aygýtý tarafýndan denetlenir ki, bu aygýt siyasal polistir. Hukuki olarak da devlette kimi deðiþiklikler yaþanmaya baþlar. Hegemonyanýn yeniden saðlanmasý için atýlmasý gerekli adýmlarýn atýlmasýný engelleyen geçmiþe ait tüm hukuki yapý deðiþtirilir ve yenisi yapýlýr. Olaðan devlette burjuva egemenliðinin üstyapýsal garantisi ve tescili olan hukuk, bunalým döneminde de ayný iþlevi farklý bir yapýlanmayla yerine getirmektedir. Fakat her türlü hukuk kuralýnýn üstünde koþulsuz olarak þefin iradesi vardýr. Siyasal

Faþizm Devletin ve toplumun yeniden örgütlenmeye ihtiyaç duyulduðu durumlarda ise hem milliyetçiliðin niteliði, hem militarizmle kurduðu iliþki tümden deðiþir. Devletin ve toplumun yeniden örgütlenmeye ihtiyaç duyulduðu durum bir tür bunalým dönemidir. Bu dönemlerde devlet, sýnýf diktatörlüðünün -yukarda belirttiðimiz gibi- gizlendiði "kapalý diktatörlük" durumlarýndan, "açýk diktatörlük" durumuna geçer. Yani sýnýf diktatörlüðünü gizlemekte kullanýlan tüm araçlar, toplumsal katýlým ve onay

50


Kurtuluþ

temsil rafa kaldýrýlýr. Bunun nedeni, temsil edilenle olunan arasýndaki baðýn kopmasý nedeniyle, siyasi partilerin, hegemonyayý saðlayacak ideolojiyi kitlelere taþýmasýnýn mümkün olmamasýdýr. Bu ayný zamanda tek partinin nedenlerinden biridir. Seçim ilkesinin rafa kaldýrýlmasýyla birlikte devlet bürokrasisinde ciddi bir geniþleme ortaya çýkar. Faþist partinin iktidarýyla beraber parlamenter devletteki güçler ayrýlýðý ilkesi de bir hikayeye döner; ve yasama, yürütme ve yargý kurumlarý faþist partinin egemenliðine girer. Böylece tekelci büyük sermayenin hegemonyasýnýn yeniden saðlanmasý için bir adým daha atýlmýþ olur. Faþizm, devleti çok genel bir ifadeyle özgül bunalýmýn niteliðine ve derecesine göre bu tarzda yeniden örgütler. Görüldüðü gibi faþist devlet, olaðan devlette var olan her tür demokratik hak ve özgürlüðün reddi olmuþtur. Devleti bu tarzda yeniden örgütleyen faþizmin toplumu yeniden örgütlemesi de oldukça özgündür. Faþist parti, devleti olduðu gibi toplumu örgütlemenin de aracýdýr. Faþist parti, sýnýfsal olarak çok aðýrlýklý bir þekilde küçük burjuvaziye dayanmaktadýr. Faþist partinin kadrolarýný dolduran küçük burjuvazi devlet bürokrasisini de ele geçirir. Temsil kurumlarýyla temsil edilenlerin baðýnýn kopmasý küçük burjuvaziyi derinden sarsmýþtýr. Siyasal partilere ve parlamentoya olan inançlarýnýn kaybolmasý ve küçük burjuvazinin ideolojik karakteri (Devlete olan baðlýlýðý, zenginlere ve iþçi sýnýfýna olan öfkesi) bu sýnýfýn devlete sahip çýkmasýný ve ayný zamanda da küçük burjuvazinin duymak istediklerini söyleyen faþist partiye yönelmelerini saðlar. Parti vasýtasýyla örgütlü toplumsal bir güç haline dönüþen küçük burjuvazi, yine parti vasýtasýyla tekelci büyük sermaye için bir "destek sýnýf" niteliðine kavuþmuþtur. Burada ilginç olan, faþizmin iyice stabilize olduðu dönemde dahil olmak üzere, hiçbir zaman birbirleriyle çok fazla ortak çýkarý olmayan bu iki sýnýfýn, faþizm vasýtasýyla nasýl olup da tarihsel bir ittifak kurabildiðidir. Küçük burjuvazinin bir müttefik olarak kabulü, burjuvazinin matematiksel olarak daha güçlü olmak istemesinden ziyade, isyan halindeki küçük burjuva ideolojisinin tekelci büyük sermayenin ihtiyacý olan emperyalist-yayýlmacý ideolojik siyasal formasyona olan yatkýnlýðýdýr. Ýktidar ve

devlet fetiþizmi, militan milliyetçilik, militarist saldýrganlýk ve fetihçilik, þef tapýnmasý, liberal devlete karþý otoriter devlet yanlýsý olmak vb. konular isyan halindeki küçük burjuva ideolojisinde de yer alan noktalardýr. Böylece tekelci büyük sermaye küçük burjuvaziyi yanýna alarak matematiksel çokluktan, çok daha fazla bir iþ yapar; tabii ki bu faþist parti vasýtasýyla olur. Ancak bu ittifakýn gerçekleþmesi için açýk ödünler verilen küçük burjuvazi, devlet bürokrasisinde önemli yerler tutar ve bir ölçüde yönetici sýnýf olur. Fakat faþizmin stabilizasyon döneminde giderek bu durum gerilemeye baþlar. Faþizm toplumu örgütlerken ilk müdahale ettiði alan emek örgütleridir. Emek örgütlerine yapýlan bu müdahaleyle, ayný zamanda iþçi sýnýfýnýn faþizmin siyasal amaçlarý doðrultusunda organize edilmesi saðlanmýþ olur. Grevsiz, sendikasýz (faþizmde sendikalar vardýr; ama bunlar sýnýfýn ekonomik demokratik mücadelesinin aracý deðil, faþizmin iþçi sýnýfýný zapt-ý rapt altýnda tutmasýnýn aracýdýr) bir ortamda bunalýmdan çýkýþ için gerekli olan emek sömürüsü kolayca yapýlýr; ancak bundan da öte devrimci örgütlerin gücü, iþçi sýnýfýný faþizmin örgütlemesi ile iyiden iyiye zayýflatýlmýþ olur. Faþizm, iþ sürecini örgütlemek konusundaki titizliðini, iþ sonrasýný örgütlemek konusunda da gösterir. Ýþ sonrasý örgütlerin temel amacý, yaþanan bunalým sonucu önemli ölçüde tahrip olan tekelci büyük sermayenin hegemonyasýnýn yeniden kurulabilmesi için kitle içinde propaganda yürütmektir. Örneðin Ýtalya da kurulan Dopolavaro (Ýþ sonrasý) organizasyonlarý böyle amaçlara sahiptir. Faþizm bunlarýn yanýnda özel olarak gençlere, çocuklara, kadýnlara yönelik örgütler de kurmuþtur. Bu kurumlar faþist ideolojinin öðretildiði kurumlardýr. Togliattiye göre, tüm faþist örgütler üç gurupta toplanýyordu. Askeri, Askeri Propaganda ve Sendikal Örgütler. Örneðin Ýtalya'da Balila kuruluþlarý çocuklarý 14 yaþýna kadar, Öncü Kollarý 17 yaþýna kadar, Genç Faþistler 17 yaþýndan partiye katýlýncaya kadar örgütlerdi. Genç faþistler askeri ve propaganda fonksiyonlu örgütlerdi. Birde faþizmin askeri nitelikli kitle örgütü vardýr ki bunlar da milislerdir. Milis, hem yarý siyasi bir polis kurumu olarak çalýþmaktaydý, hem de gelecekteki askeri kadro-

51


Kurtuluþ

larý oluþturmaktaydý. Bu amaçla yalnýz Almanya da yüz bin kiþi eðitilmiþti. Milis, orduya benzer bir yapýya sahipti ve her hücresine kadar tekelci büyük sermayenin çýkarlarýna göre örgütlenmiþ ve militarize olmuþ bir toplumun doðal bir sonucuydu. Bir kapitalist devletin faþistleþme sürecinde en etkin ideoloji her zaman þoven bir milliyetçilik, hatta ýrkçýlýk olmuþtur. Sadece devletin yeniden örgütlenmesinde deðil, ayný zamanda tüm toplumun yeniden örgütlenmesinde, ailede, fabrikalarda, okullarda milliyetçi, ýrkçý, faþist ideoloji hem militarizm tarafýndan beslenmiþ ve hem de militarizm için gerekli olan toplumsal altyapýyý hazýrlamýþtýr. Bu ideoloji kitlelerin politik ilgilerinin bir noktada odaklanmasýný saðlarken ayný zamanda faþizmin ihtiyaç duyduðu yayýlmacý emellere uygun militer bir toplum zeminini de oluþturmuþ olur. Tüm toplum faþist ideoloji ekseninde askeri bir biçimde örgütlenir.

caðýmýz alný açýk tarihini belleyerek baþýný dik yüreðini pek tut. Türk yurdunun, Türk benliðinin düþmanlarýna kýl kadar boyun eðme!..."4 1934 yýlýnda askere daðýtýlmak üzere basýlan askerin ders kitabýnda böyle yazmaktadýr. Bu ifadeler askerlik kurumu içinde þu anda da egemen olan þoven anlayýþýn ilk örneklerinden sayýlabilir. Türkiye geç bir uluslaþma süreci yaþamýþtýr. Daha önce kurulmuþ olan devletlerde milliyetçiliðin iyiden iyiye gericileþtiði bir süreçte Türk uluslaþma süreci belirginleþmiþtir. Bu tarihsel dönem ki en azýndan 1. emperyalist Paylaþým savaþýnýn bütün þiddetiyle devam ettiði ve tüm dünyada da gerici rüzgârlarýn estiði bir dönemdir. Bu tarihsel kesitte iktidarý alan Ýttihat ve Terakki kadrolarýnýn militan ama ayný ölçüde de halktan kopuk, tepeden inmeci iktidar anlayýþý esas itibarýyla bir yandan Türkiye burjuvazisinin ilk kez siyasal arenada boy göstermesi olsa da diðer taraftan da son derece patolojik bir milliyetçilik anlayýþýna da sahiptir. Kemalist kadrolar bu patolojik milliyetçilik anlayýþýný diðer birçok siyasal tarzý devraldýklarý gibi devraldýlar. Dünya konjonktüründe olduðu gibi ülke konjonktüründe de var olan politik durum bu patolojik milliyetçiliði daha da derinleþtirdi. Kuþku yok ki bu meselelerin baþýnda ermeni soy kýrýmý, azýnlýklarýn Türkiye'den tasfiyesi meselesi ve þeyh Sait ayaklanmasý ile Kürt ulusal baþkaldýrýsýnýn tasfiyesi meselesi gelmektedir. Her iki katliam ile Türkiye'de diðer ulusal aidiyetlere karþý ve öteki olana düþman bir milliyetçilik anlayýþý geliþtirildi. Takriri sükûn kanunu, muhalefetin tasfiyesi ve tek parti süreci ile birlikte bu milliyetçiliðin temel karakteristikleri belirginleþti. Osmanlý'nýn sürekli toprak kaybetmesi ve Anadolu topraklarýnda sýkýþýp kalma korkusu, diðer azýnlýklara karþý düþmanlýkla belirlenen Türk milliyetçiliðinin özelliklerini þekillendirmiþtir. Kemalizm açýsýndan Osmanlý, bir bütün olarak kötü ve olumsuz olarak nitelenmekteydi. Çünkü Kemalizm, her ne kadar Osmanlýdan Ýttihat vasýtasýyla birçok esas devralmýþ olsa da kendini izleyen kitle karþýsýnda daha modernist bir söylem tutturarak Osmanlý'nýn geri ve çaðdýþý misyonunu reddetmek zorundaydý. Bu ayný zamanda ümmet esasýna dayanan ve birçok farklý ulustan sömürge sahibi olmuþ olan Osmanlý içinden yeni bir devlet ve millet yaratma çabasýnýn düþünsel temellerini oluþturma

Türkiye'de Milliyetçilik ve Militarizm "Asker sen kimsin? SEN TÜRKSÜN! Yeryüzünün en ulu milletindensin: 'Sana anlatacaðýmýz (tarih) denilen yazýlar ortada yokken senin milletin doðdu; kaný temiz, yüreði yýlmaz, gözü pek yeryüzüne geldi. On binlerce yýl öyle yaþadýn; yine öyle yaþayacaksýn; senin dedelerinin, ninelerinin çok önce kurduðu yurtlar þenlikte yeryüzünün cenneti oldular. Bil ki baþka milletlerin görgüde, yapkýda ilk örneði desteði, öðütçüsü senin milletin BÜYÜK TÜRK MÝLLETÝDÝR. SEN TÜRKSÜN! On ikibin Yýl evvelinde yeryüzünün baþka milletleri maðaralarda, taþ kovuklarýnda yaban adamlarý gibi yaþarken senin dedelerin ORTA ASYA denilen anayurdunun göbeðinde kurduklarý þehirlerde yaþar, altýn baþlý kargýsý, gümüþ bezeli terkisi ile aðýzlar sulandýrýr, gözler kamaþtýrýrdý. Yeryüzüne þenliði, medeniyeti senin atalarýn verdi. Atý daðdan indirip kuzu gibi yapan üstüne binip daðlar aþan ve taþ kovuklarýna sinmiþ baþka milletleri kendisine þaþkýn þaþkýn baktýran senin milletin büyük Türk milletidir. SEN TÜRKSÜN! Yeryüzünün her zaman var ve var olacak en yüce milletinin eðilmez, bükülmez aslan yürekli oðlusun. Senin kolunu bükecek baþýný eðdirecek baþka millet yoktur. Ýlk önce bunu böyle bil ve milletinin anlata52


Kurtuluþ

çabasý olarak ta görülebilir. Elbette bunun için Türk olan, kökü orta asyaya dayanan, orta asyada çok ileri bir devlet kuran, dünyanýn bütün milletlerinin feyz aldýðý bir mitolojiye ihtiyaç vardý. Türk ulusçuluðuna, Mustafa Kemal'in "Güneþ Dil" teorisiyle, Türk Tarih teziyle ideolojik bir kýlýf ta oluþturmuþ oldu. Türk milleti de bu sayede kendini tanýdý ve keþfetti. Bu keþfin içerdiði azýnlýklara ve muhalefete karþý þiddet ve yeni devleti askerin kurmuþ olduðuna olan inanç ve þükran duygusu, militer geliþimin önemli bir dinamiðini oluþturdu. Bu zeminde geliþen militarizm giderek toplumsal yaþamýn en önemli öðesi haline dönüþtü. Aslýnda militarizmin milliyetçilikle kurduðu iliþkinin niteliði açýsýndan Türkiye dünyanýn bir baþka ülkesinden çok farklý deðildir. Dünyanýn hemen her ülkesinde militarizmin ve saldýrganlýðýn yakýtý milliyetçiliktir. Tüm savaþlar milliyetçi söylemlerle meþrulaþtýrýlýr. Ulusun tehlikede olmasý, onun müdafasýný gerekli kýlmýþtýr. Bu sayede örneðin Afganistan'ýn Irak'ýn iþgaline kolayca zemin hazýrlanmýþtýr. Devletler militarizmi güçlendirmek için kolayca dezenformasyon da yapabilirler. Olmayan kimyasal silahlar ya da nükleer tesisler bir olanak olarak kullanýlabilir. Ancak Türkiye'de milliyetçilik sokak diline dönüþmüþtür, yani sokak dili militaristleþmiþtir.

Ordu ülkede sadece günlük siyasetin her ayrýntýsýna katýlmakla-karýþmakla kalmamýþ, yýllardan beri oluþturulan politik kültürle birlikte kamu yaþamýný, insanal iliþkileri, sosyolojiyi hatta aile içi iliþkileri de derinden etkilemiþtir. "Her Türk asker doðar" söylemi aslýnda Türk milliyetiyle savaþý ve fetihçiliði örtüþtürmekten öte militarizmin topluma nasýl sirayet ettiðinin de açýk bir göstergesidir. Askerin günlük yaþam üzerindeki etkinliði son derece geliþmiþtir. Aslýnda ülkede milliyetçiliðin geliþiminden en fazla güç alan kurum askeriyedir. Milliyetçiliðin geliþimi kaçýnýlmaz bir biçimde ben ve öteki kavramsallaþtýrmasýný günlük hayata sokar ve günlük hayatta bu söylemi örgütler. Ben olan, Türk, güçlü, asil, korkusuz, erkek, heteroseksisttir. Öteki olan ise, Türk olmayan, örneðin Kürt, ermeni, kadýn, gay ya da lezbiyendir. Milliyetçilik yaþamý giderek daha fazla yönetmektedir. Maçlarda en þoven ve erkek egemen tezahüratlarýn gerisinde, sokak kavgasýnda, liselere inen þiddette, kadýna yönelik taciz ve tecavüzde, Kürtlerin demokratik haklarýna karþý polisin takýndýðý saldýrgan tutumda hatta suçüstü yakalanan bir þebekenin "ne yaptýksa vatanýmýz için yaptýk" söyleminde milliyetçiliðin ve militarizmin ta kendisi yatmaktadýr. Ýþte bu ayný zamanda faþizme açýlan kapýdýr…

* * * 1. C. Tilly "Zor, Sermaye Ve Avrupa Devletlerinin Oluþumu" adlý eserinde meseleyi epeyce geniþ olarak ele almýþtýr. 2. Sosyalist Demokrasi 23 Kasým 2004 Sayý: 5 3. Neden olduðu ekonomik buhrana raðmen devletin Kürt sorununda savaþý dayatmasý, ekonomik fonksiyon ile siyasal-ideolojik fonksiyonun arasýnda birebir bir iliþkinin olmadýðýnýn bir göstergesidir. 4. (akt. Þen 1996:66)

53


militarizm

dosya

Kurtuluþ

Kadýnlar Militarizme Karþý Olmalýdýr

K

adýnlar; ya militarizme karþý seslerini yükseltecek ya da büyük bir yanýlsamayla kendi kurtuluþunu erkek egemen ideolojinin sýnýrlarýna hapsedecektir. Bir ses duyulmalý, bir çýðlý belki Þöyle bir bak! Ne kadýnlar yaþadý bu coðrafyada, yaþýyor... Hep bir yanlarý yitik Hep bir yanlarý çýðýlýk... Çoðunun duyulmuyor aðlayýþlarý, yitirdikleri ardýndan feryatlarý ötekileþtirilmiþ Oysa tam içimizde yasaklý dilinde ninni söyleyemeyen Kürt Kadýnlarý.... Birleþmeli artýk yüreklerde özlemler, farklý dillerdeki aðýtlar. Acýlar küllenmeli... Haydi! Hayat ellerinizde. Ulaþmak için özgürlük, barýþ, kardeþlik gibi güzelliklere Uzan uzanabildiðince öteki diye gördüðün ellere Militarizm ve Kadýn "Kadýnlar anti militaristtir", "Kadýnlar doðasý gereði barýþtan yanadýr", "kadýnlar eþitlikçidir" "kadýnlar yumuþaktýr, þiddetten uzaktýr, barýþtan, halklarýn kardeþliðinden yanadýr" gibi bir çok söz peþ peþe sýralan-

A. Yýldýrým 54


Kurtuluþ

abilir. Bunun karþýsýnda da "kadýnlar milliyetçi olmalýdýr", "kadýnlar vatanýný en iyi savunandýr", "vatan için bütün evlatlarýný verir", "Atatürk kadýnlarýn haklarýnýn ilk savunucusu ve vericisi olmuþtur" sözlerini duyabiliriz... Kadýnlar her dilden böylesi farklý tezlerin savunucularý konumundayken, hangi noktalarda, hangi politikalar etrafýnda yan yana gelebilirler/gelmeliler tartýþmak gerekiyor. Oldukça hatalý bir þekilde süren, sonuçsuz tartýþmalarýn da daha bilimsel bir temelde ele alýnmasý savaþýn, militarizmin, Kemalizm'in, milliyetçiliðin ya da yurtseverliðin kadýnlar üzerindeki etkisinin farkýna varmanýn yaþananlar dikkate alýndýðýnda aciliyeti giderek artmaktadýr. Toplumsal cinsiyetin, kadýnlara yönelik þiddetin, kadýn ezilmiþliðinin, günlük hayata deðiþik yansýmalarý olan militarizmle arasýndaki baðlantýsýný kurmak, tüm kadýnlarýn yaþadýðý ezilmiþliði, sömürüyü ve þiddet kuþatmasýný sona erdirmek için çok önemlidir. Yoksa militarizm gece gündüz demeden her gün gördüðümüz bir kabus olmaya devam edecektir. Dünyaya gözümüzü açtýðýmýz andan ölünceye kadar yaþamýmýzýn bir çok alanýna sinsice sirayet etmiþ olmasýna raðmen militarizm denince akla ilk gelen, silahlar, ordular, savaþlar olur. Oysa, hiyerarþik aile düzeni, babaya sonsuz itaat, okullarda tek tip kýyafetler, her gün içtirilen ant'lar, düzenli sýralar halinde baþlayan dersler, okulda eðitim müfredatýndan öðretmene- okul idaresine, iþyerlerinde amirler silsilesine kadar her yerde itaat etmek, otoriteye karþý çýkmadan uymak olarak karþýmýza çýkar militarizm. Kýsacasý evde, okulda, iþyerinde, sokakta, hiç kimse özellikle de sosyalist erkekler kendi erkek egemenliklerini, iktidarlarýný sorgulamaktan kaçýnmasýn toplumsal muhalefet örgütlerinde, siyasi partilerin içinde militarizm iliklerimize kadar iþler. Her erkeðin özellikle de sosyalist erkeklerin kendi erkeklikleriyle yüzleþmesi ve içlerindeki erkekliði öldürmek için sorgulamalarý, kendilerine görevler çýkarmalarý gerekmektedir. Ýçselleþen erkeklikle; dýþlayan, sormak yerine öðreten, eleþtiren, þikayet eden, beðenmeyen, buyuran zihniyeti, kadýnlarýn yüzüne bir kýrbaç gibi inen sözcükler, kullanýlan üslup her zaman eþit olunmadýðýný anlatan tarz milita-

rizmin dilidir. Kadýn ve erkeðin tarihsel eþitsiz geliþimini görmeden yürütülen tartýþmalar, politik dense de hala özelliði korunan özel alanlar, militarizmin erkek egemen ideolojinin devamcýsýdýr. Kadýna politik hayatta ya geri geçilmeyi, nesneleþmeyi ya da erkekleþen bir tarzda ayakta kalmanýn dayatýldýðýnýn hala farkedilmek istenmiyor olmasý, Nato'da olduðu gibi planlanan eylemlerde bu tarihsel eþitsizlik düþünülmeden, kadýnlarýn savaþamayacaðý tezinden sýyrýlamayarak, kadýnlarýn da dahil olabileceði aðýr sopalar haricinde yeni araçlarý üretememek evet altýný çizmek gerekiyor bu zihniyetin ürünleridir. Konuþmaktan, yazmaktan gelen korkularýný aþtýkça kadýnlar yazacak, umalým ki erkeklerde "erkekliklerine helal geleceði" korkularýný aþarak kendi iktidarlarýný terk etmenin adýmlarýný atacaklardýr. Çünkü kadýnlar özgür olmadan erkekler de özgür olamayacaklar ve cinsiyetçi bu militarizm dönüp erkeði de ayný silahla vurmaya devam edecektir. Artýk görmek, kabul etmek gerekiyor. Özü itibariyle cinsiyetçi olan militarizm, erkek egemen ideolojinin bire bir üreticisi, besleyicisidir. Bunun için öncelikle kadýn ve erkeði ayrýþtýrýr, eþitsizleþtirir. Bu yüzden, Militarizmde her zaman bir "öteki", "bir düþman", ve tüm bunlar için gereken bir "güç, iktidar, silahlý kuvvetler" vardýr. "Öteki"; bir birey, ülke, etnik grup olabilir. Ýki grup arasýndaki farklýlýklarý vurgulayarak bir öteki yaratmaya dayalý olan bu teori, militarizmin yaþam kaynaðýdýr. Bu nedenle ötekinin "daha aþaðý"da olduðu savunulur. Bu taným yapýldýktan sonra "öteki" korunmalýdýr ya da yok edilmelidir. Çok iyi bilindiði gibi kadýnlar bir çok yerde açýkça kimi yerlerde üstü kapalý bir þekilde "öteki"dir. Kadýn 'öteki' olunca da kontrol altýnda tutmak için "güç" gerekli hale gelir. Daha doðuþtan itibaren kadýn ve erkek rengi diye yapýlan ayrýþma da, erkeðin eline oyuncak diye silah, "kýz çocuðuna" bebekler tutuþturulurken de, oyuncaklarla birlikte oyunlar bile cinsiyetçileþtirilirken erkek ve kadýnýn farklý olduðuyla birlikte, yerleri de ayrýþtýrýlýr. "uzun eþek"le, "futbol"la, elde silahlarla "savaþçýlýk" oynarken erkekler kadýnlardan ayrýþtýrýlýr ve

55


Kurtuluþ

burada erkeðe iktidar olduðu, kadýnlardan "farklý ve üstün' olduðu içselleþtirilir. "Kýz çocuðunun" eline tutuþturulan bebeklerle, evcilik oyunlarýyla da kadýna iyi bir eþ, iyi bir anne olmasý, itaat etmesi öðretilir. Bununla da kalmaz ayrýmcýlýklar. Erkeklerin bu sistemin bir taþýyýcýsý olarak yetiþtirildikleri askerlik kurumu gelir. Erkekler burada, önce sinmeyi ve itaat etmeyi, itiraz etmemeyi, düþünüp sorgulamamayý daha sonra da ezmeyi, sindirmeyi, þiddeti öðrenerek erkek egemen kültürün birer yaratýcýsý, uygulayýcýsý ve taþýyýcýsý haline gelirler. Askerden eve döndüklerinde öðrendikleri bu sistemli þiddeti anneye, kýz kardeþlere, sevgililere veya eþlere ve bir biçimde iliþkide olduklarý ya da olmadýklarý kadýnlar üzerinde daha sistemli ve daha rahat tatbik etmeye baþlarlar. Çünkü askerlik süresi boyunca da, kadýnlarýn erkeklerin mülkü olduðu, kadýn bedeninin iþgal edilebileceði içselleþtirilmiþtir. Ýþte bu erkek egemen ideolojiyi kadýnlar yaþamlarýnýn her anýnda karþýlarýnda bulurlar. Berdel, töre, her geçen gün artan þiddet, "namus" cinayetleri, evde, sokakta karþýlaþýlan tecavüzler, þiddet hep bu kültürün bir devamcýsýdýr. Bir kadýn tecavüze uðradýðýnda kadýný kimse düþünmez, bu tecavüz, "erkeðinin, erkekliðine" bir saldýrý olarak kabul edilir. Buradan fikir yürütmeye devam edersek, kadýnlar bir etnik grubun ya da ülkenin erkeklerinin onuruna saldýrmak adýna savaþýn da hedefi haline gelir. Bu nedenlerden ötürü, tecavüz, kadýna yönelik cinsel saldýrýnýn diðer biçimleri her zaman savaþýn bir parçasý halini alýr. Kadýnlar saldýrýlabilecek, çalýnabilecek veya leke sürülebilecek mülk olarak varsayýldýklarýnda, düþmaný kadýnlaþtýrmanýn ve küçük düþürmenin de bir aracý haline gelir. Kadýna yönelik þiddetin pek çok türü, dolaylý, dolaysýz yollarla militarizm tarafýndan azdýrýlýr. "Fuhuþ" askeri eylemlerin, devletlerin ordularý için dillendirilmeyen bir askeri politikasý olurken kadýna yönelik tecavüzler sistemli bir þekilde savaþ stratejileri halini alýr. Durum böyle olmasaydý, herhalde "Kadýn ticaret merkezlerinin" askeri üslerin yanýna kadar geniþleyebilmesi de, 250 bin kadýnýn

Ruanda'da, 20 binden fazla kadýnýn Bosna'da, Irak'da onbinlerce kadýnýn tecavüze uðramasý da ... söz konusu olmazdý... Türkiye'de Militarizm Bu genel yaklaþýmlarýn ötesinde Türkiye'ye dönüp Militarizme bir göz atarsak; Anayasal ve yasal dayanaklarla kurumlaþan militarizmin, toplumu ve devleti tüm olarak baðlayan bir devlet ideolojisinin oluþturulmasýnda nasýl belirleyici olduðunu görürüz. 2005'in son aylarýnda MGK'da benimsenen ve militarizmin damgasýný taþýyan yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) devletin izlemesi gereken kurallarý kapsayan ve bütün siyasal iktidarlarý baðlayan bir genelgedir. Yani MGSB'nin ilkeleri resmi bir devlet ideolojisidir. Türkiye'nin 'tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dil' ile katý bir tutumla sýnýrlarý çizilir. "Millet; dil, kültür ve ülkü birliðiyle birbirine baðlý vatandaþlarýn oluþturduðu sosyal bir birliktir" derken, azýnlýklarý dýþlayarak, tek kültürlü homojen bir millet anlayýþý tanýmlanýr. "iç güvenlik tehditlerine karþý ordunun kullanýlmasý, gerekli zamanlarda tehditlerin ortadan kaldýrýlmasý için idareyi ele almasý"na dair eskiden beri çizilen yaklaþým güçlendirilerek korunur Burada militarizme en güçlü dayanaklardan biri, devlet ideolojisi olarak kabul edilen, "Atatürkçülük" de karþýmýza çýkar. Kara Kuvvetleri Komutaný Org. Yaþar Büyükanýt "Türkiye'de kabul edilebilir yegane ortak payda 'Atatürkçü düþünce sistemidir.' Bu ortak payda da birleþmeyen her siyasal hareketin 'ulusun ve vatanýn düþmaný' olduklarý bilinmelidir." demekten geri durmaz. Kendini herþeyin üstünde kabul eden bu militarist zihniyet, bazen de Askeri Darbelerle çýkar karþýmýza, bu darbeler ki, neredeyse her on yýlda bir yaþadýðýmýz, hiçte yabancýsý olmadýðýmýz süreçlerdir bizler için. 12 Eylül 1980'i ele alalým... Genelkurmay Baþkaný Kenan Evren'in Baþkanlýðýnda yürütülen askeri darbe, büyük yýkýmlara neden oldu. Genel olarak tüm muhalifleri, emekten, barýþtan yana olanlarý, sosyalistleri, Kürtleri derinden etkilese de kabul edilmelidir ki, 12 Eylül'ün kadýnlar üzerindeki yýkýmý bir kat daha

56


Kurtuluþ

fazladýr. Ona raðmen, kimi ülkelerden farklý olarak bu askeri darbeye, 1982 Anayasasý'na karþý, ciddi bir tepki ülkemizde oluþmadý ve bir hesaplaþmaya gidilemedi. 12 Eylül döneminin sorumlularý haklarýnda bir yargý merciine baþvurulamayacaðýný güvence altýna alan anayasanýn geçici 15. maddesi kaldýrýlmamýþ ve darbe maðdurlarýnýn hak arama yolu hala kapalýdýr. Þimdi bu dönemden zarar gören, binlercesi katledilen, hapis yatan, sakat kalan, idam edilenler adýna, 78'liler Derneði'nin baþlattýðý bu hesaplaþmada her kesimin birleþmesi nasýl bir önem taþýyorsa, kadýnlarýnda; Kadýna yönelik þiddeti "aile içi þiddete" indirgeyerek þiddetin asýl kaynaðýnýn gizlenmesine kaynaklýk etmek yerine, Devlet kaynaklý þiddete, gözaltýlar da yaþanan tacizlere, tecavüzlere karþý seslerin yükseltilmesi bir o kadar önemlidir. Militarizmin çirkin yüzünü gösterdiði, tecavüze uðrayan kadýnlarýn sesi olup haykýrdýðý, polisin, askerin tecavüzlerine maruz kalmýþ 222 kadýn için konuþtuðu için cezalandýrýlmak istenen Eren Keskin'in, militarizmi sorgulayýp itiraz eden Pýnar Selek'in, Perihan Maðden'in yanýnda militarizme karþý kadýn dayanýþmasýný büyütebilmek gerekiyor. Bu mücadelede kadýnlarýn sesleri yükselmeyip, kadýn dayanýþmasý büyümedikçe, kendi yasalarýný bile hiçe sayarak suç iþleyen silahlý kuvvetlerin mensuplarý yargýlanamazken, kadýnlar deðiþik cezalara çarptýrýlmaya devam edecektir. Bu darbeyi, o dönemi yaþayan kadýnlarla o dönemi kadýnca sorgulayalým ve o dönemin mücadelesinden kadýnlarla yeni kuþaðýn kadýn dayanýþmasýný örerek yeni bir tarih yazalým. Emin olalým ki tarihlerini farklý yazan kadýnlar dünyanýn dört bir yanandý var ve bizlere bir ýþýk tutmaktadýr. Bizde onlardan olabiliriz. 1967'de Yunanistan'da darbe ile iktidara el koyan Albaylar Cuntasý sonrasýnda halkýn ve özellikle de kadýnlarýn verdikleri güçlü mücadeleler üzerine Karamanlis hükümeti, muhalefetin de desteði ile darbeciler hakkýnda kovuþturma baþlatmýþ ve darbeden sorumlu subaylarýn tümü yargýlanarak müebbet hapse mahkum olmuþlardýr. Þili'de de benzer bir süreç yaþandý. Halkýn seçtiði Salvador Allende hükümeti, 1973'te ABD destekli General Pinochet tarafýndan

askeri bir darbe ile devrilmiþ ve Þili'de 17 yýl süren kanlý bir diktatörlük dönemi yaþanmýþtýr. 1990'da artan tepkilerle önce cinayetlerden doðrudan sorumlu polis þefleri ve yardýmcýlarý tutuklandý. Daha sonra darbenin lideri Pinochet. Pinochet rejimine karþý mücadelede ülkenin gömüldüðü sessizliðini ilk yýrtan kadýnlar olmuþtur... Þili'de askeri cuntaya karþý oluþan en önemli direniþ hareketi gözaltýnda yakýnlarýný kaybedilen kadýnlarýn hareketidir. "Aprilleristas" (Kýrpýntý ustalarý) bir yandan diktikleri kýrpýntýlarla geçimlerini saðlamaya çalýþýrlarken bir yandan da yaptýklarý resimlerin, yastýklarýn birer köþelerine yakýnlarýnýn isimlerini, resimlerini kumaþ kýrpýntýlarý ile iþleyerek darbecilerden yakýnlarýnýn akýbetini soruyorlardý. Ve bu harekette, taleplerde bir çok kesimden kadýn birleþerek büyüdü ve bu geliþen kadýn hareketi kendi talepleriyle ve baðýmsýz duruþlarýyla direniþler içinde yerlerini almaya baþardý. Öyle ki bu süreçle ayný zamanda "sol"un içindeki erkek egemenliði de sorgulanýr ve mücadele edilir oldu... Ve bugün; Þili'de Augusto Pinochet darbesi sýrasýnda annesiyle birlikte hapsedilen, iþkence gören Sosyalist Partili Bachelet baþbakandýr. Örnekleri arttýrmak mümkündür. Dünyanýn bir çok yerinde Kadýn Kurtuluþ Mücadelesi içinde, militarizmin, savaþlarýn, özgürlükleri için gerçek bir tehlike olduðunu, kadýnlar arasýnda din, dil, ýrk ayrýmý yapmaksýzýn, militarizme gerekçeler üretmeksizin netçe karþý duran kadýnlar, kadýn örgütleri vardýr. Ýþte Filistin; Bir yandan ulusal kurtuluþ mücadelesi içinde yer alýp, ulusal baðýmsýzlýklarý için mücadele eden Filistinli kadýnlar diðer yandan da halen gerici, feodal, erkek egemen ideolojinin deðiþik yansýmalarýyla sürekli kadýný hapsetme yaklaþýmýna, erkek egemen ideolojiye karþý mücadelelerini devam ettirmektedir. "Ýþgal altýnda bir ülkenin kadýnlarý olarak henüz özgürlükten söz edemeyeceklerine inandýklarý" için, koþullarýn nesnel zorunluluðuyla mücadelelerinin önceliði ister istemez ulusal baðýmsýzlýðý yöneliyor. Kadýn kurtuluþ mücadelesi içinde birçok taleplerini, ihtiyaçlarýný görmezden gelmeseler de aðýrlýk veremiyoruz diyorlar. Yani sözün kýsacasý bizim kimi taleplerimizle özetlersek, "geceleri de istiyoruz" sloganýný kapatýldýklarý dünyadan çýkýþ için

57


Kurtuluþ

Filistinli kadýnlar da benimsiyor olsalar da "onlarýn geceleri" istemeleri sadece erkeklere, erkek egemen sisteme dönük deðil, önce iþgal karþýsýnda silahlarýn susmasýna dönmek zorunda kalýyor ki oldukça anlaþýlýr bir durumdur diye inanýyorum.

kuvvetlere, savaþlara karþý direk bir mücadele içerisinde olmak zorundadýrlar. Belki de iþin en zoru burasý... Filistin'deki kadýnlara bulunduðu yerlerden selam göndermenin ötesinde Filistin'li kadýnlarýn yanýnda somut mücadele veren Ýsrailli Siyahlý Kadýnlar olmaya ihtiyacýmýz var... Kýbrýs Türk ve Rum kesimleri arasýnda kadýnlar tarafýndan kurulan Kadýn Barýþ Giriþimi'nde olduðu gibi, Ýngiliz ve Ýrlandalý kadýnlarca kurulan Kadýn Koalisyonu'nda olduðu gibi bizlerinde yan yana gelmeye ihtiyacýmýz var... Zorlu bir süreçler içerisinde, Ýngiliz ve Ýrlandalý Kadýnlarýn Koalisyonu, baþlangýçta iki kadýnýn öncülüðünde kurulmuþtu. Yýlmadan, inatla direnenler, herkese, kadýnlarýn sesinin yükseldiðinde, barýþýn biraz da kolaylaþtýðýný gösterdiler. Öyleyse, kadýnlarýn kurtuluþu mücadelesinde varým diyen kadýn kurumlarý, feministler, sosyalist kadýnlar, toplumsal muhalefet örgütleri içerisinde var olmaya çalýþan kadýnlarla Ýrlanda da kurulan örnek mücadele birliklerine çok daha yüksek sesle sahip çýkmaya ihtiyacýmýz var... Belçika'da Valonlar, Ýngiltere'de IRA, Ýspanya'da BASK, Finlandiya'da Ýsveç azýnlýðý... baþarabiliyorsa, Bulgaristan'da, Almanya'da yaþayan Türklerin, Ortadoðu'daki Türkmenlerin haklarýný istemek meþru oluyorsa, peki neden Kürtlerin, Kýbrýs Türkü kadar hak istemeleri karþýsýnda tepkiler yükseliyor... Yani uzun lafýn kýsasý, gözlerimizi uzaklara yatýrýp, kendi yaný baþýmýzdakini görmeyen olmaktan çýkmak zorundayýz... Bu coðrafyada Kürtlerin, Kürt Kadýnlarýnýn haklarý ihlal ediliyor, kimlikleri yasaklanýyor, dilleri baðlanýyor.... Öyleyse bu coðrafyada Kürt Kadýnlarý ile buluþmayan bir Kadýn Hareketi kurtuluþa gidemez... Bugünkü savaþa önyargýsýzca bir göz atabilmek, "anayurdun savunulmasý"nýn bir bahane olduðunu ve tarihsel gerçeklere karþýt düþtüðünü görmeye yeter. Uluslarýn ne türden olursa olsun ezilmelerine karþý savaþým vermeksizin, özgürlüðe ulaþamayýz. Daha özgür, daha eþit, korkudan uzak ve bu yüzden daha geniþ ve daha evrensel birliklerin kurulmasýný hazýrlamak için, ezilen uluslarýn, kendi kaderlerini tayin hakkýný tanýmak ve bunu savunmak zorundayýz.

Ýsrail'de Siyahlý Kadýnlar Filistin'in Ýþgaline karþý duruþ gösteren Ýsrailli kadýnlar. Filistin direniþinin baþlamasýndan kýsa bir süre sonra, tereddüt etmeksizin iþgale karþý Filistin'li kadýnlarýn mücadelesini desteklemek amacýyla gösterilerde bulunmaya baþladýlar. Sonuç olarak da farklý gruplardan kadýnlarý birleþtirecek siyasi araçlarý buldular. Ýsrail'den, gittikçe artan sayýda Yahudi ve Filistinli kadýn, protesto ve dayanýþma eylemlerine katýldý. Ocak 1988 yýlýnda, tümüyle siyahlara bürünmüþ kadýnlar, Kudüs'te Filistin halkýyla dayanýþmalarýný duyurmak için þehir merkezinde eylemlerine baþladý. Kendilerine yöneltilen tüm þiddet ve düþmanlýk duygularýna karþýn eylemlerine yýlmadan devam ettiler. Pek çok zaman "Hainler!", "Arafat'ýn fahiþeleri" gibi küfürlere, aþaðýlanmalara, tehditlere maruz kaldýlar. Patlayan canlý bombalar karþýsýnda Ýsrail'de ilk hedef haline de geldiler. Ama Siyahlý Kadýnlar gerçek çözümün barýþtan ve diyalogdan geçtiðini anlatmaktan sayýlarýna bile bakmaksýzýn hiç vazgeçmediler. Ve kendilerine yönelik tüm baskýlara 6000 kadýnla Kudüs"te yapýlan bir barýþ yürüyüþü düzenleyerek cevap verdiler. Ýsrail hükümetinin uluslararasý bir barýþ konferansýný kabul etmesi ve Ýsrail'in yaný sýra bir Filistin devletinin kurulmasý gibi taleplerde bulundular. Baþlangýçta yalnýzca 10 Ýsrailli kadýn vardý... 1990 yýlýndan bu yana, her Cuma, ayný yerlerde ve ayný zamanlarda nöbet tutan 30 kadýn grubu bulunuyor. Türkiye'de ise ne kurumsallaþan militarizme ne de kendimizden farklý "öteki"leþtirilenlere karþý yeterli bir ortaklaþmayý saðlayamayan kadýnlarýn, ve þuan için az sayýda enternasyonal dayanýþmada direnen kadýnlarýn mücadelesinden bahsedilebiliyor ancak... Oysa, Kadýnlar; Militarizme karþý bu somutlukta ortak mücadeleyi yükseltebilmeli, militarizmin yarattýðý korkulardan, saplantýlardan öte enternasyonal bir dayanýþma içerisinde, erkek egemen ideolojinin direk besleyicisi olan silahlý

58


Kurtuluþ

Oysa ki, Türkiye'de en çok konuþulan da doðrusu konuþulurmuþ gibi yapýlan konu Kürt sorununun terörle özdeþleþtirilmesi, hiç konuþulmayan ve konuþturulmayan ise"çözüm"dür. Sorunun asli muhattaplarý konuþturulmuyor. Herkes sorunun asýl sahipleri yerine kendileri konuþuyor aslýnda kendi yöntemlerini dayatýyor... Sorunun esas niteliði nedir? Sorun ne zamandan beri bir sorundur, günümüze kadar neden çözümlenemeden gelmiþtir? Bunlara deðinmeden terörizmin ne olduðunda bile ortak tarif söz konusu deðilken, Kürt sorunu, terör sorunu içerisine hapsedilerek kestirmeci bugüne kadar ki imha ve inkar siyaseti devam ettiriliyor. Bu devlet politikasý bir biçimde tüm kesimlere dolaylý, dolaysýz maalesef yansýyor. Sendikalar, meslek örgütleri, ekonomizme düþerek, demokrasi mücadelesinden koparak sisteme entegre oluyor, Kadýn hareketi, yüzünü Kürt kadýnlarýna dönerek onlarýn taleplerini anlamaya çalýþmak, onlarýn taleplerini de sahiplenmek durumunda olduðunu görmeden kendi mecrasýnda yuvarlanýyor... Kendini feminist diye niteleyen bir çok kadýn, Kürt kadýnlarýnýn yanýnda olduðunu ama bu sorunun bu ülke sýnýrlarý içinde çözülmesi gerektiðini dile getirerek tartýþmaya sýnýrlar koymakta ve farkýnda olmaksýzýn egemen anlayýþýn içerisinden tartýþarak ve buradan çýkmayan / çýkamayacak olan sonuçlarýnda tepkisini yine Kürt kadýnlarýna döndürüyor. Aslýnda farkýnda olmaksýzýn binlerce kadýn, Kürt kadýnlarýný anlamak, taleplerini paylaþmak, sahiplenmek yerine, Kürt kadýnlarýna kendi taleplerini, kendi tarzlarýný dayatarak, Kürt kadýnlarýnýn da sýnýrlarýný çizmeye çalýþýyor... Filistin'deki kadýnýn önceliðinde ülkelerinin baðýmsýzlýk sorununun gelmesini anlayanlar, Kürt kadýnlarýnýn inkar ve imha siyasetleri altýnda ki yakýcý sorunlarýný anlamakta zorlanýyor... Oysa, bunca iþgal ve parçalanmalarýn içerisinde yýllardýr süren savaþ, Kürt halký üzerinde derin yaralar açmýþtýr. Savaþ tüm Kürt halkýný derinden etkilemiþtir. Burada bir ayraç koyarsak, Savaþ Kürt erkeklerini bir vururken, Kürt kadýnlarýný defalarca vurmuþtur. Savaþa Kürt erkekleri bir bedel ödediyse kabul edilmelidir ki Kürt kadýnlarý katlanan bedeller ödemiþ ve ödemeye de devam ediyor. Bunca yaþananlar

içerisinde kendi içine kapanan, çok daha feodal yargýlar altýnda ezilen Kürt kadýnlarý hem ulusal kimliklerinin hem de kendilerini ezen erkek egemen ideoloji ile savaþarak var olmaya çalýþtýlar. Bir yandan kimliklerinin, dillerinin, özgürlüklerinin mücadelesinde yer aldýlar, bir yandan töreye, namusa, berdele, kumaya, geleneksel deðerlere baþkaldýrdýlar... Hem parti içerisinde, hem gerilla içerisinde kendilerini var etmeye çalýþýrken, örgütlendiler. "Upuzun Saçlarýný" (ki gerillalar için özel bir anlamý varmýþ!) keserek, kah 'susarak' sessiz eylemlerle, kah haykýrarak protestolarýný yükseltiler. Kendi örgütlenmelerini inþaa ettiler ve mücadele içerisinde kendilerini, kendi seslerini, taleplerini var ettiler... Þimdi de, dünyanýn dört bir yanýndan kadýnlarla din, dil, ýrk ayrýmý olmaksýzýn dayanýþmayý anlatan Türkiye'li Kadýnlarý bekliyorlar... Kürt Kadýnlarý bizleri bekleye dursun, Kürtçe konuþanlar öldüresiye dövülüyor. Sokaklara, "Türk deðilsen terket!" "Türkçe konuþ, Türkçe Sev, Türkçe Düþün" afiþleri asýlýyor, duvar yazýlamalarý yapýlýyor. "kýz çocuklarýný okutma" adý altýnda (okumaya karþý olmadan iþin arka planýndaki asimilasyona dönük amacý kastediyorum.. ) anadilleri yasaklý genç Kürt kadýnlarýnýn asimilasyon kampanyalarý devam ederken, çocuk yaþta denecek Kürt kadýnlarý, korucularýn, askerlerin tecavüzlerine maruz kalýyor, kaçýrýlýyor, öldürülüyor, sað kalanlar yaþadýklarýndan sonra intihara zorlanýyor. Hala Barýþ Analarý, boðazlarýna düðüm olmuþ acýlarýyla barýþ istediklerini zindanlara gire çýka anlatmaya çalýþýyor... Bu saldýrýlar yalnýzca Kürtlerle mi kalacak? Saldýrýlarý, ezmeyi, imhayý, inkarý bir kez meþru gördünüz mü arkasýnýn gelmesi kaçýnýlmazdýr. Bugün Kürtlere, yarýn sosyalistlere, demokratlara, ardýndan tüm ezilenlere, "ötekileþtirilenlere" ve kadýnlara... Militarizmin, milliyetçiliðin, þovenizmin, Kemalizm'in, ýrkçýlýðýn hedefleri bugün Kürtler olsa da, yalnýzca Kürtlerle sýnýrlý kalmayacak hepimiz olacaðýz. Kadýn hareketinin bir bütün olarak bugüne deðin ýrkçýlýða karþý gereken yeterli tutumu alamamasý, Kürtlere yönelik saldýrýlarýn artmasýndaki önemli etkenlerden biridir. Çünkü ýrkçýlarýn hiç iþine gelmeyen ve kadýn hareketinin en güçlü yanlarýndan birisi,

59


Kurtuluþ

kadýnlarýn ýrkçýlýða karþý tavizsiz tutumu/duruþudur. Kadýnlar tarihsel yaþanmýþlýklar, deneyimlerden iyi bilirler ki, ýrkçý saldýrýlarla cinsiyetçiliðin çok yakýndan ilgisi var. Toplumsal cinsiyet farklýlýklarý, ýrksal farklýlýklarla, milliyetçilikle boydan boya kesiþir. Kadýnlarýn ezilmesi ve cinsiyet ayrýmcýlýðý ile tüm dünyadaki ýrklara karþý yürütülen ayrýmcýlýðýn baðý vardýr. Günümüzde toplumsal cinsiyet hakkýnda söylenen herþey din, dil, ýrk ve kültürel farklýlýklarý hesaba katarak söylenebilir ancak. Dolayýsýyla þovenizm, ýrkçýlýk, militarizm kadýnlarýn temel sorunudur. Kadýnlar, cinsiyet ayrýmcýlýðýna karþý mücadele ederken yaný baþýndaki Kürtlere karþý uygulanan baskýlarý, ayrýmcýlýðý görmezlikten gelmemek, tüm ezilme biçimlerine karþý duyarlý olmak zorundadýr. Yani son günlerdeki ýrkçýlýðýn yükseltilmesine karþý en baþta sosyalist kadýnlar, feministler ya da kendilerini feminist diye tanýmlamasa da kadýnlarýn kurtuluþundan bahseden, cinsiyetçiliðe, ezilmiþliðe karþý tüm kadýnlar direnmelidir.

önceliklerini aile içi þiddete, sýðýnak çalýþmalarýna aðýrlýklarýný daha da arttýranlarla, projeler dünyasýna kapýlanlarla ya da soyut "dil, kültür haklarý tanýnmalý, ... silahlar sussun" anlayýþlarý da gerçekten bir kadýn barýþ inisiyatiflerinin oluþmasýný zorlaþtýrmaktadýr. Bu nedenle güçlü bir kadýn barýþ inisiyatifi gerçekleþtirebilmek için önyargýsýz, bilimsel tartýþma zeminleri yaratmak, en geniþ cepheyi kurmaya çalýþmak, ilk elde katýlým saðlayanlarla yola çýkmak ve yol yürürken birlikteliðimizi büyütmek için çaba sarfetmek gerekiyor. PKK'nin silahlarýný býrakýp teslim olmasýný anlatan ve barýþý buna baðlayanlar, Kürtlere ne türlü güvenceler verebiliyorlar? Gerillalar silahlarýný nereye, kime býrakacaklar? Silah býraktýktan sonraki süreç nasýl geliþecek, gizlice toplum içine mi karýþacaklar? Toplum içine katýlmalarýna, politik alanda çalýþmalarýna kim nasýl izin verecek? Ülkede Kürtlere yönelik ne tür açýlýmlar, kimler tarafýndan ve neye göre yapýlacak, güvencesini kim verebilecek? Bu sorulara hep beraber yanýtlar üretmek gerekiyor... Empati yaparak kendimi bir Kürt kadýnýnýn yerine koyuyorum. Bugüne kadar devlette karþý güvenmemi gerektirecek herhangi bir açýlým olmadý derim hemen. Daha dün Barýþ Anasý olarak barýþ istediðim için Tutuklandým... Uður Kaymazýn annesiyim þimdi. Oðluma tetiði çekenler belli. Oðlumun elinde silah olduðunu söyleseler de ben anasýyým biliyorum yoktu, herþey bir anda oldu, gözlerimin önünde gitti yavrum. Eþimin, oðlumun katilleri serbestçe dolaþýyor, korunuyor ve her duruþmada bir kez daha öldürülüyorlar. Kime güveneyim?.... Ben Bozüyük'te linç giriþiminde yakýlan otobüsün içinden öldü diyerek morga kaldýrýlan anayým. Þimdi bana devlet malýna zarar verdiðim, izinsiz eylem yaptýðým, halký galyana getirmiþim diye dava açtýlar, kime ne diyeyim?... Ben Þýrnak'ta, Silopi'de, Batman'da yüzlerce askerin tecavüzüne uðrayan genç bir Kürt kadýnýyým. Özlemlerim, hayallerim vardý, okula gidecek belki doktor belki öðretmen olacaktým. Yalnýz, çaresiz kaldým, ölümü istemedim inanýn mecbur býrakýldýðým için intihar ettim...

Kim Nasýl Yaklaþýyor? Bu mücadele de, kadýnlarýn bu direniþi içerisinde, ÝP, TKP gibi yurtsever cephe çýðýrtkanlýðý yapan, þovenizme angaje olmuþ siyasal anlayýþlar içerisinden beslenen kadýnlarýn böyle bir milliyetçilik karþýtý inisiyatif içerisinde yer almalarýnýn mümkün olmadýðý, içinde bulunduklarý siyasal angajmadan kurtulamadýklarý sürece de yer alamayacaklarý bir gerçekliktir. Yine mevcut düzen partilerinden, CHP gibi siyasal hareketlerden beslenen, Cumhuriyetçi Kadýnlar adýyla örgütlenen kendilerini her ne kadar "feminist" diye adlandýrsalar da asýl beslendikleri Kemalist ideolojiden sýyrýlamayan kadýnlarda barýþ inisiyatiflerinde yer almayacaklardýr... Öte yandan, çekingen bir edayla Kürt sorunu kabul eden, ama son noktada "amalarla", "silah býraksýnlarla", "elde edilen açýlýmlar var sabýrlý olsunlarla", "Öcalansýz, PKK'siz çözüm önermeler"le, "Öcalan'lý slogan atýyorlar bu kadýn eylemi diye isyan etmelerle" en kritik dönemeçlerde hemen kabuðuna çekilen, ya da en son Diyarbakýr olaylarýnda olduðu gibi sokaklarda, evlerinin balkonlarýnda çocuklarýn öldürüldüðü bir dönemde kadýn hareketinin

60


Kurtuluþ

Daha dün Diyarbakýr'da öldürülen 3, 6, 9, 11 yaþlarýndaki bebelerin anneleriyiz. Baþbakan çocuklarýna sahip çýkmayanlar sonra aðlamasýnlar gereken yapýlacaktýr dedi. Biz anayýz kime seslenelim... Þemdinli daha yeni deðil mi? Þemdinli'de suç üstü yakalandý baþý Ankara'da olan Ahtapotun bir kolu... Oðlum daha 17 yaþýndaydý, polisin açtýðý ateþ sonucu öldü. Savaþ örgütlerinin, silahlý kuvvetlerin Kürt sorununa nasýl bir çözüm düþündüklerinin bir göstergesi deðil mi bu yaþananlar? Sonrasýnda ne oldu? Kimi aydýnlara, deðiþik biçimlerde çaðrý yapanlara ne diye güveneyim? Susurluk için sokaklara dökülenler, çete Þemdinli'de yakalanýnca, ucu Kürtlere deðince sus pus olmadý mý?... Evet, kendimi bir Kürt kadýný yerine koyduðumda kimseye güvenemiyorum. Ama hala Kürt kadýnlarý barýþa duyduklarý özlemin güçlülüðünde olduðu gibi Türkiye'li kadýnlara da özlem duymaya ellerini açýp beklemeye de devam ediyorlar. Bu eller hala açýkken uzatmak gerekmiyor mu? Uzun yýllar sonra belki de en önemli halkaydý Þemdinli'de yakalanan ahtapotun kolu.. Dokunulmazlýk zýrhýna bürünmüþ silahlý kuvvetlerin açýða çýkýþýydý... Ve Kadýnlar yönünden tarihsel olarak militarizmle hesaplaþabilmenin çok önemli bir imkanýydý, halkasýydý... Þemdinli'de emir veren-

ler, dokunulmazlýk zýrhýyla korunanlar, baþta Büyükanýt olmak üzere herkes konuþurken, asýl konuþmasý gerekenler sustu. Ama "susmasý" öðretilmiþ olsa da kadýnlar susmamalý... Kadýnlar, Militarizme, Milliyetçiliðe, Þovenizme Karþý Birleþik Mücadeleye Militarizm kadýnlarý susturmaya çalýþýrken, Kürt kadýnlarý yýllardýr yaþadýklarý acýlarý yüreklerine gömmüþ hala barýþ feryatlarýný yükseltiyorlarsa; bugün bir çok kadýn çevresinin, feminist çevrelerin, sendikalardaki, meslek odalarýndaki, evindeki, sokaðýndaki kadýnlarýn gömüldükleri sessizlik dünyasýndan çýkmalarý gerekiyor... Kadýn Kurtuluþ hareketinin güçlenmesin de, böylesi bütünlüklü bir mücadele birliðinin oluþmasý önemli bir ihtiyaçtýr. Hep beraber kadýn kurtuluþ hareketinin sorunlarýnýn, açmazlarýnýn, ortak çözümlerin tartýþýlabileceði, mücadelemizin Kürt kadýnlarýyla birleþeceði zeminleri yaratmak üzere yola çýkmaya ihtiyaç var. Ýngiltere'den Ýrlanda'dan kadýnlarýn, Ýspanya'dan Bask'dan kadýnlarýn, Ýsrailli Siyahlý Kadýnlarla Filistinli kadýnlarýn mücadele deneyimlerini yaþadýðýmýz topraklara onlarýn kendi aðýzlarýndan taþýyalým, onlardan öðrendiklerimizi Kürt kadýnlarýyla birlikte kendi coðrafyamýzda büyütelim....

* * *

61


Kurtuluþ

Sosyalist Hareket ve Milliyetçilik -270'LÝ Yýllar, Kürt Sorunu, Þovenizme Karþý Mücadele 1 Silahlý direniþinin yenilgisi ardýndan, yeniden toparlanma sürecine giren sosyalist hareket, güçlenip geliþtikçe, parçalanýp bölündü. Sosyalist hareket, bir paradoks gibi görünse de, en etkili ve kitlesel olduðu dönemde, en parçalý ve rekabetçi dönemini yaþadý. Bu durumun oluþmasýnda bir çok faktör rol oynadý. Bu faktörler içinde belirgin olarak öne çýkarak sosyalist harekete rekabetçi bir karakter kazandýran baþlýca unsurlar: sýnýf hareketiyle sosyalist hareketin kopukluðu; dünya sosyalist hareket içindeki çeliþkilerin, birbirine düþmanlýk düzeyinde ortaya çýkardýðý saflaþma ve bloklaþmanýn, Türkiye sosyalist hareketine, daha önceki yýllarda olduðundan çok daha derinlemesine sirayet etmesi; Kürt sorununun daha da güncelleþerek, politik mücadelenin ana unsurlarýndan birisi haline gelmesiyle, sosyalist hareketin sosyal þoven karakterinin yarattýðý olumsuzluklardýr. 71 Silahlý direniþinin yenilgisine raðmen, 70'li yýllarýn ortalarýnda, sol-sosyalist düþüncelere ilgi, özellikle öðrenci gençlik içinde, oldukça fazlaydý. Sosyalizmin prestiji yüksekti. Ýdeolojik hegemonyanýn sonucu, sosyalist düþünce aydýnlar içinde de etkili durumdaydý. 15-16 Haziran iþçi direniþi, Türkiye'de iþçi sýnýfýnýn fiili bir güç olduðu-

7

Mustafa Kahya 62


Kurtuluþ

nun görülmesi bakýmýndan tarihsel önemde bir iþlev gördü. Daha sonraki yýllarda artarak yaygýnlaþan grev ve direniþler, sosyalist hareketin iþçi sýnýfýna dair düþünce ve pratiðinde köklü deðiþikliklere yol açtý. Sýnýf hareketiyle sosyalist hareketin temasý, ayrý kulvarlarda ki bu iki hareket arasýnda, karþýlýklý olarak birbirlerinden etkilenmeyi arttýrdý. 60'lý yýllarda tartýþma konularýndan birisi olan, "iþçi sýnýfýnýn ideolojik önderliði mi, fiili önderliði mi?"sorunu, bu geliþmelerle birlikte yeni bir içerik kazandý. Geliþen sýnýf hareketi ve sol-sosyalist düþüncelerin toplumun her kesiminde yaygýnlaþan etkisi, sosyalistleri, geçmiþe dair derli toplu bir deðerlendirme yapmaksýzýn, hýzla örgütlü politik güçler olarak ortaya çýkmaya zorladý. Sýnýf hareketiyle sosyalist hareketin kopukluðu, sosyalist hareketin militan kesimlerini, "partileþme süreci" olarak tarif ettikleri "hareket tarzý" bir örgütlenmeyle sürece müdahale etmeye yöneltirken, legal örgütlenme ve mücadele anlayýþýnda olanlar, sýnýfýn öncülerine dayanmasa da "sýnýfsal bir perspektifle iþçi sýnýfý partisinin kurulabileceðini" savunarak, yasal partiler kurarak ortaya çýktýlar. TSÝP (Türkiye Sosyalist Ýþçi Partisi), TEP(Türkiye Emekçi Partisi),TÝP(Türkiye Ýþçi Partisi),TÝKP(Türkiye Ýþçi Köylü Partisi), SDP(Sosyalist Devrim Partisi) Vatan Partisi, farklý anlayýþlardaki gruplarýn, kendi gruplarýyla sýnýrlý olarak kurduklarý partilerdi. Her parti kendisini, " iþçi sýnýfýnýn hakiki ve sosyalist partisi" olarak görüyordu. Vatan Partisi, Doktor Hikmet KIVILCIMLI'nýn düþüncelerini savunanlar tarafýndan, Sosyalist Devrim Partisi, "öncü parti anlayýþýna karþýtlýk ve güler yüzlü sosyalizm" tezleriyle, sosyalist hareket içinde "kendine özgü" bir çizgi oluþturan M. Ali AYBAR tarafýndan kuruldular. TEP ve TÝKP, 60'lý yýllarýn MDD (Milli Demokratik Devrim) tezlerinin, birbirlerinden oldukça uzaklaþmýþ iki kanadýnýn, savunucularý Mihri BELLÝ ve Doðu PERÝNÇEK tarafýndan kuruldu. TSÝP, baþlangýçta Doktor Hikmet KIVILCIMLI'nýn tezlerine yakýnken, kuruluþundan kýsa bir süre sonra Sovyet tezlerine uyumlu bir parti haline geldi. TÝP ise, daha önce parti içinde yaþanan ayrýþma ve saflaþmalar sonucu, partiye egemen olan Behice BORAN, Sadun

AREN ve Nihat SARGIN tarafýndan, 60'lý yýllardaki TÝP'in devamý olarak, Sovyet yanlýsý bir çizgi üzerinden yeniden kuruldu. 71 silahlý direniþini gerçekleþtiren THKP-C, THKO ve TÝKKO geleneðinden çok sayýda grup ve örgüt ortaya çýktý. Dünya sosyalist hareketi içindeki parçalanma sonucu ortaya çýkan merkezlere baðlý saflaþmalar ve sol içi rekabet, amaçlar üzerinden olmayan, ideolojik teorik argümanlarý arkadan gelen, araçlar üzerinden yaþanan ayrýlýklarý arttýrarak pekiþtirdi. TÝKKO geleneðinden gelen örgütler, MDD tezlerinin MAO'cu versiyonlarý olarak, "anti emperyalist-anti feodal" devrim anlayýþlarýyla, "ordulu parti" savunuculuðuna dayalý bir stratejinin sürdürücüleri olarak varlýklarýný sürdürdüler. THKO geleneðinden gelen Halkýn Kurtuluþu grubu, daha sonra TDKP (Türkiye Devrimci Komünist Partisi) adýyla partileþti. Bu çevre, THKO geleneðinden çýkan en kitlesel hareketti. Baþlangýçta Çin tezlerine dayalý bir anlayýþla þekillenen bu hareket, Arnavutluk ve Çin ayrýlýðýnýn ortaya çýkmasýyla birlikte, "3 dünya teorisinin karþý devrimci bir teori olduðu" nu söyleyerek, Enver Hoca çizgisinde bir harekete dönüþtü. Halkýn Kurtuluþu'ndan ayrýlanlarýn oluþturduðu TÝKB, devrim tezleri ve mücadele anlayýþý bakýmýndan, benzer tezleri savunuyordu. THKO'nun görüþlerini oluþturan manifesto niteliðindeki "Türkiye Devriminin Yolu" broþürünü temel alanlar ise TDY adýyla ortaya çýktýlar. THKO geleneðinden gelen bir baþka kesim ise Emeðin Birliði çevresiydi. Emeðin Birliði, Sovyet çizgisiyle belirli bir mesafe içinde ama Moskova merkezli hareketlerin çeperinde bir hareket olarak þekillendi. Emeðin Birliði, 70'li yýllarýn sonlarýna doðru TKEP'i (Türkiye Komünist Emek Partisi) kurdu. THKP-C geleneði, ayrýþmanýn en fazla yaþandýðý, içinden çok sayýda grup ve örgüt çýkaran bir gelenek oldu. Bunun böyle olmasýnda, 71 silahlý direniþini gerçekleþtiren örgütler içinde en yaygýn iliþki ve sempatizana sahip örgütün, THKP-C olmasýnýn da rolü vardý. Sosyalist hareketin çok parçalý hale gelmesinin yukarda ifade ettiðimiz ana faktörleri, etkisini haliyle en yaygýn iliþkilere sahip olan bu hareket içinde gösterdi. "THKP-C'nin sürdürücüsü olduklarý" iddiasýyla ortaya çýkan,

63


Kurtuluþ

birbirleriyle farklýlýklarýný izahta kendilerinin dahi güçlük çektiði, bir çok çevre ve grup oluþtu. THKP-C geleneðinden gelen çok sayýda grup ve çevre içinde, Devrimci Yol, Kurtuluþ ve Halkýn Yolu kitlesel hareketler olarak öne çýktý. Halkýn Yolu, "Sovyetler Birliðinin sosyal emperyalist olduðunu" ve "3 dünya teorisi"tezlerinin savunucusu bir hareket olarak geliþti. Daha sonraki yýllarda "Aydýnlýkçýlar" a katýldý. Katýlmayanlar, Devrimci Halkýn Yolu adýyla varlýklarýný sürdürdüler. Devrimci Yol içinde, 1978 yýlý yazýnýnda, yeni bir ayrýþma yaþandý. Devrimci Yoldan ayrýlanlar, "THKP-C tezlerinin gerçek savunucularý olduklarýný" ileri sürerek, Devrimci Sol adýyla yeni bir hareket oluþturdular. TKP (Türkiye Komünist Partisi), dünya sosyalist hareketi içinde yaþanan ayrýlýklar sonucu oluþan bloklaþmada, Sovyetler Birliði tezlerinin dolayýmsýz savunucusu ve Moskova merkezli tutumuyla, "bir dýþ örgüt" olmak konumundaydý. Konjonktürün saðladýðý olanaklarla, daha sonraki yýllarda yaygýn iliþkilere sahip bir "iç örgüt" haline geldi. Sendikalar üzerinden, daha çok da DÝSK'e baðlý bazý sendika yöneticilerinin TKP saflarýna kazanýlmasýyla, özellikle sanayii kentlerinde kitlesel bir hareket oldu. "Ýleri demokratik düzen ve kapitalist olmayan yoldan kalkýnma" tezleri ve bu tezlerin güncel politik mücadeledeki formülasyonu olarak ileri sürdüðü UDC (Ulusal Demokratik Cephe) önermesiyle TKP, MDD'ciliðin Moskova merkezli versiyonu olarak, 1930'lý yýllarýn kadro hareketi ve 1960'lý yýllarýn Yön ve Devrim hareketinin, 70'li yýllardaki komünist etiketli devamcýsý oldu. Kürt sorununun, 60'lý yýllarda yeniden güncelleþmeye baþlamasý ve Türkiye devrimci hareketi içinde yer alan devrimci Kürt gençleri tarafýndan devrim ve demokrasi mücadelesinin gündemlerinden birisi haline getirilmesi,70'li yýllarda daha da ivme kazandý. Sosyalist hareketin kitleselleþerek güçlenmesine paralel bir geliþme, Kürt devrimci hareketinde de yaþanmaya baþladý. Kürt halký içinde etkisini arttýran , sosyalist fikirlerle þekillenmiþ Kürt aydýnlarý ve gençleri, "sömürgecilik ve ulusal sorun" üzerine daha çok yoðunlaþmaya baþladýlar. Bu konulara yoðunlaþtýkça, "Kürt

ulusunun ulusal kurtuluþ mücadelesi" onlar için daha baþat bir görev haline geldi. Bu geliþmeler sonucu, "Kürdistan'ýn sömürge bir ülke olduðu" tespitinden hareketle "ayrý örgütlenme" anlayýþýný savunmaya baþladýlar. Türkiye sosyalist hareketinin ayrýlýk ve bölünme argümanlarý, o kaynaktan beslenen ve o hareketin kanallarýndan akarak þekillenen, Kürt devrimci hareketini de parçalayan ve bölen faktörler oldu. Özgürlük Yolu, DDKD gibi hareketler Sovyet yanlýsý, Kawa Mao'cu, Rýzgari "Orta Yolcu" hareketler olarak ortaya çýktýlar. 70'li yýllarýn ikinci yarýsýnda Özgürlük Yolu ve DDKD, bölgedeki en kitlesel hareketler haline geldiler. Ankara'da ilk çekirdeði oluþturulan ve kendilerini "Kürdistan Ulusal Kurtuluþçularý" olarak adlandýran grup, silahlý mücadele anlayýþýyla hareket ederek, Kürt halký içinde giderek kitleselleþen bir güç haline geldi. Bu grup, 1978'de PKK (Kürdistan Ýþçi Partisi) adýyla partileþti. Sosyalist hareketin 1970'li yýllara dair yukarda ortaya konulan kýsa soy aðacý tablosu, okuyucunun o döneme yönelik bilgi edinmesi içindir. Sosyalist hareket, en kitlesel ve güçlü olduðu, ayný zamanda tarihinde hiç görülmemiþ boyutta bir parçalanma ve bölünme yaþadýðý bir tarihsel dönemde, ele aldýðýmýz konu bakýmýndan, istisnalar dýþýnda, tarihinden devraldýðý sosyal þoven karakteri korumaya devam etti. Kürt sorununun, Kürt halkýnýn sömürgecilikten kurtuluþ iradesini silahlý mücadele yoluyla ortaya koymasý ve sorunun "sorunlarýn sorunu" haline geldiði tarihe kadar, sosyalist hareketin sosyal þoven niteliði, daha çok ideolojik-teorik düzlemin sorunu olarak kaldý. Dönemin baþat güncel mücadele anlayýþýnýn faþist harekete karþý verilen anti faþist mücadele olmasý ve sýnýf indirgemeci kesimler dýþýnda bu mücadelenin militanca yürütülmesi, sosyal þovenizmin politik tezahürleriyle görülmesini bir ölçüde önledi. Sosyalist hareketin militan kesimleri, esas olarak anti faþist nitelikli hareketler olarak þekillendi. Nihai amaçlar ve bu amaçlarýn yön vermesi gereken özellikler, anti faþist mücadelenin gölgesinde kaldý. Sosyalist hareket Kemalizm'le tarihsel ve siyasal bir hesaplaþmaya giremediði ve Kemalizm'den köklü bir kopuþ saðlayamadýðý için, enternasyonalist bir nitelik kazanamadý. Enternasyonalizm,

64


Kurtuluþ

söylemin ötesine geçilerek bu coðrafyada pratikleþtirilemedi. Ýstisna olarak, 1930'larda Dr. Hikmet KIVILCIMLI'nýn attýðý, ama ne hikmetse(!) 1980'lere kadar "sandýkta kilitli kalan", ilk adým, Kurtuluþ hareketi tarafýndan 1970'lerin ortalarýnda geliþtirildi. Kurtuluþ, sosyalist hareket içinde "Yol Ayrýmý" yaratacak bir çýkýþla, Kemalizm'le kopuþ saðlayacak köklü bir hesaplaþmaya girdi. Kemalizm'in prangalarýndan kurtulan Kurtuluþ, Kürdistan gerçeði, sömürgecilik ve ulusal sorun konularýnda, sosyalist hareket içinde o tarihe kadar hiç görülmemiþ olan cesaretli teorik ve politik açýlýmlar yaptý. "Kürdistan'ýn, Kürt halkýnýn iradesi dýþýnda, emperyalistlerin denetiminde, 4 parçaya ayrýlarak Türkiye, Ýran,Irak ve Suriye'nin sömürgesi haline getirildiðini, her parçanýn sömürgeci ülkenin ekonomik ve sosyal geliþmiþlik düzeyine paralel bir geliþme seyri gösterdiðini" ifade eden Kurtuluþ, Türkiye ve Kürdistan iliþkisine ve uluslarýn kaderlerini tayin hakkýna dair þu belirlemeleri yapýyordu: "Türkiye ile Kürdistan arasýndaki iliþkiyi ayný zamanda bir sömürge-sömürgeci iliþkisi olarak da deðerlendirmek gerekir. Kürt ulusu, hammadde kaynaklarý ve ucuz emek gücü ile sömürülen bir toplumdur. Buradan aktarýlan artý deðer emperyalizm ve oligarþi tarafýndan paylaþýlmaktadýr. Emperyalizm ve oligarþi, Kürdistan'ýn geri býraktýrýlmýþlýðýnýn ve Kürt milleti üzerindeki ulusal baskýnýn da sebebidir. Yani Kürt ulusu hem ezilen ve baðýmlý bir ulus, hem de sömürge bir ulustur. Milli ve sömürgeci baský birleþmiþtir. Ýçice geçmiþtir. Bu açýdan Kürt milletinin kaderini tayin hakkýndan söz ederken, bu bir sömürge olarak, Kürdistan'ýn özgürlüðe kavuþmasý anlamýnda da kendi kaderini tayin hakkýný içermektedir." (Kurtuluþ Sosyalist Dergi, Sayý 3, Sayfa 24, 1976) Kurtuluþ'un, Kemalizm'le hesaplaþmasý sonucu ulaþtýðý Kürdistan'ýn sömürge olduðu tespiti ve Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etmesine dair yaptýðý açýlým, Kemalizm'in etkisindeki sosyalist hareketin deðiþik kesimleri tarafýndan þoven yaklaþýmlý eleþtirilere maruz kaldý. Sosyalist hareketin milliyetçilikle içice oluþmuþ geçmiþ tarihi, 70'li yýllarda, Kürt sorunu dolayýmýyla türevlerini yeniden üretmeye devam etti. Sosyalist hareketin durumuna

iliþkin o günlerde yapýlan þu tespit, onca ayrýlýk gerekçelerine ve bölünmüþlüðüne karþýn, milliyetçilikle kurulan rezonansý göstermek bakýmýndan ilginçtir: "Türkiye'de solun bu güne kadar bir bütün olarak göründüðü tek siyasi mesele göstermek gerekse, ulusal sorun demek yanlýþ olmayacaktýr. Aralarýnda derin ideolojik ve politik ayrýlýklar olan örgütlerin bile ulusal sorundaki siyasetlerinin bir yerde buluþtuðunu görüyoruz. Bu yer hakim Türk milliyetçiliði çizgisidir. Farklý akýmlar son tahlilde ortak olan bu noktaya farklý biçimde ulaþsalar bile, sübjektif olarak Türk milliyetçisi olmamakla beraber bir takým kiþiler ve örgütler objektif olarak hakim ulus milliyetçiliðine düþmüþlerdir. Yakýn zamana kadar ayný çeliþik olgu Kemalizm meselesinde de söz konusuydu. Zaten Kemalizm'in tahlili ile ulusal sorundaki siyaset arasýnda yakýn bir iliþki mevcuttur."(Kurtuluþ Sosyalist Dergi, sayý 3, sayfa 17, 1976) Kurtuluþ'un, "Kürdistan'ýn sömürge olduðu" tespiti üzerine, sosyalist hareketin hemen hemen bütün kesimleri, "yarý sömürge bir ülkenin sömürgesi olamaz. Bu tespit sýnýf mücadelesini bölücü bir mahiyet taþýmaktadýr." Eleþtirisini yaptýlar. "Bölücülük" eleþtirisinin, egemen ulus milliyetçiliðinin temel argümanlarýndan birisi olduðunu göz ardý etmeyenler ise, "Kürt'lere þirin görünmek için yapýlmýþ uyduruk bir tespit" belirlemesinde bulundular. Kürt ulusunun ezilen ulus olduðu görüþünde olanlar bile, uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakký ilkesini, sömürgecilik tespitine karþý çýkmak için ürettikleri argümanlarla, egemen ulus milliyetçiliði zemininde tarifleyen bir pozisyona düþüyorlardý. "Ancak; kýsaca þunu belirtmek gerekirki merkezi bir devletin olduðu ve her iki ulusun da bu merkezi devlet içerisinde her ulusun burjuvalarý tarafýndan temsil edildiði ve seçimlerle hükümet yöneticilerinin seçiminin yapýlmasýnda ezilen ulusun da oy hakkýna sahip olduðu ve bununla birlikte faþizmin hakim ulus içinde olduðu gibi; ezilen ulus içinde de, merkezi faþizm için, kitle temeli yaratarak, genç seçmen kitlesini, yanýna çektiði durum; sömürge ulus için geçerli olan bir statüko deðil, ancak; ilhak edilerek, statükosu hakim ulus tarafýndan bozulmuþ olan, ezilen bir ulus için söz konusu olan bir statükodur." (Emeðin Birliðinden aktaran Kurtuluþ Sosyalist Dergi,

65


Kurtuluþ

sayý 23, sayfa 52, 1978) "Merkezi devlet", "Merkezi faþizm" gibi ucube kavramlaþtýrmalar bir yana, yukarýdaki görüþler ezilen ulus gerçeðini kabul etsede uluslarýn kaderlerini tayin hakký ilkesinin reddinden baþka bir anlam taþýmýyordu. TSÝP programýnda Kürt sorunu, uluslarýn kaderlerini tayin hakký ilkesinin savunulmasý olarak deðil, "bölgesel geliþme farklarý" olarak ele alýnýyordu. Uluslarýn kaderlerini tayin hakkýný savunanlar, TSÝP tarafýndan "bölgecilik, bölücülük, emekçiler arasýna ayrýlýk sokmak" la suçlanýyordu. TSÝP içinde Kürt sorunu üzerine yapýlan tartýþmalar, TSÝP merkezine karþý yayýnlanan bir broþürle gün ýþýðýna çýkmýþtý. Soruna iliþkin daha ileri bir adýmý ifade eden broþür, "Kürt halkýnýn uluslaþma süreci içinde olup olmadýðýnýn tartýþýlmasý gerektiðinin" ileri sürerek, attýðý ileri adýmý sonuçlarýna ulaþtýrma da tereddüt gösteriyordu. Milliyetçiliðin zincirleri, broþürü çýkaranlarca koparýlýp atýlamamýþ, ancak biraz gevþetilebilmiþti. TSÝP programýnda: "herkese kendi ana dilini konuþma, kendi dil ve kültürünü özgürce geliþtirme ve kullanma hakký tanýnmalýdýr. Irkçý, þoven baský ve uygulamalara son verilmelidir" denilerek, Kürt sorununa dair politikalar uluslarýn kaderlerini tayin hakký ilkesi dýþýnda bir çerçevede tanýmlanýyordu. TKP, programýnda "TKP, uluslarýn yazgýlarýný kendilerinin çizmesi konusundaki Leninci ilkelere baðlýdýr" dedikten sonra, "Memleketimizde yoðun, kaynaþmýþ yýðýnlar halinde yaþayan uluslara, ulusal azýnlýklara (Kürtlere, Lazlara, vb) tam demokratik, eþit anayasal haklar tanýnmalý, bu uluslara kültürlerini geliþtirme olanaklarý yaratýlmalýdýr." Diyerek, Leninci ilkeden ne anladýðýný göstermiþ oluyordu. Kemalistleri, varolduðunu kabul ettikleri "milli burjuvaziyi" ve "ulusun ordusunu" UDC'nin temel müttefik güçleri olarak gören TKP, bu yaklaþýmý ile zaten egemen ulus þovenizminin etkisi dýþýnda açýlýmlar yapamazdý. Programýnda, "Kiþilere ve kitlelere karþý baský ve þiddet uygulamalarýnýn, ýrkçý þoven politikalarýn sona erdirilmesini" ulusal soruna dair bir yaklaþým olarak koyan TÝP ise, Kürt sorununu "doðu sorunu" olarak ele almaktaydý. "Doðu illerimiz hem kapitalizmin eþitsiz

geliþme yasasý sonucu hem gelmiþ geçmiþ burjuva iktidarlarýnýn ihmali, doðuyu açýkça 'mahrumiyet bölgesi' ilan edecek kadar umursamamasý sonucu, ekonomik ve kültürel açýdan geri kalmýþ (...) doðuda ýrkçý, þoven milliyetçi baskýlar da öteden beri süregelmiþ ve son yýllarda, özellikle son bir yýlda daha da yoðunlaþtýrýlmýþtýr. ...Doðunun bir sömürge olduðu tezi geçersizdir. Sonuç olarak, Türkiye'nin doðu sorununu da kapsayan, iç çeliþkileri bir bütün olarak çözümlenecektir." (Aktaran: Kurtuluþ Sosyalist Dergi, Sayý 32, Sayfa 83 - 84, 1979) TÝP, yukarýdaki alýntýdan da anlaþýlacaðý gibi, Kürdistan ve Kürt ulusu diye bir gerçekliði es geçerek, sorunu etnik bir vaka olarak görmekteydi. Bu yaklaþým, Ecevit'in 1973'lerden bugüne savuna geldiði düþüncelerden bir nebze dahi ileri deðildir. Soruna yaklaþým, egemen ulus milliyetçiliðinin zemininde hareket edenlerin tipik bir yaklaþým biçimidir. TÝP, TSÝP, TKP, PDA (Proleter Devrimci Aydýnlýk) ve burada isimleri geçmeyen daha bir çok parti ve örgüt Kürtleri ulus olarak kabul etmeyerek, sadece bir halk olduðunu ispatlama çabasý içine girmiþlerdi. Bu çabalar, devletin inkarcý politikalarýnýn, sosyalist söylemle, sosyalist hareket içinde nasýl boy verdiðinin göstergesiydi. Egemen ulusun ezdiði bir ulusun varlýðýnýn reddi, objektif olarak, hakim ulusun imtiyazlarýný ve onun lehine eþitsizliði savunmak demektir. Kurtuluþ, Kürt sorununa yönelik yaklaþýmlarýnýn gereði olarak, anti-emperyalist ve antifaþist mücadele ilkeleri yanýnda, anti-þovenist ilkenin de yer almasý gerektiðini savundu. Gerçekleþtirdiði birliklerde ya da birlik görüþmelerinde bu ilkeyi, birlik koþullarýndan birisi olarak ileri sürdü. "Biji Rýzgariye Kurdistan ve Kürdara Azadi" sloganlarýný, uluslarýnýn kaderini tayin hakký ilkesinin ve tam ulusal eþitlik talebinin bir ifadesi olarak, antiþovenist mücadelenin sloganlarý olarak formüle etti. Yaný sýra, "Halklara Özgürlük" sloganýný, þovenizme karþý yürütülen mücadelenin asgari þiarý olarak önerdi. Ne var ki, bu slogan dahi, "iþçi sýnýfýný ve emekçileri böler" gerekçesiyle sosyalist hareketin bir çok kesimi tarafýndan kabul görmedi. Halkýn Kurtuluþu, bu gerekçeyle "Faþizme Ölüm, Halka Hürriyet" sloganýný deðiþtirmeden atmaya devam etti. Devrimci

66


Kurtuluþ

Yol, Kürt sorununa iliþkin bakýþýný ve politikalarýný anlaþýlýr bir açýklýkta formüle etmekten hep kaçýndý. "Kürdistan'ý sömürge olarak görmediðini, Kürtlerin ezilen bir halk olduðunu" soruna dair somut tespitleri içeren yazýlarda deðil, baþka yazýlarýn satýr aralarýnda ifade etti. "Faþizme Ölüm, Halka Hürriyet sloganýný eksik bulduðunu, doðrusunun Halklara Hürriyet olmasý gerektiðini, ama ulusal sorun tali bir sorun olduðundan eylem birliðini bozmamak için bu konuda ýsrarcý olmadýklarý" mealinde açýklamalar yaparak soruna dair diðerlerinden özde farklý olmadýðýný gösteriyordu. Bu yaklaþým, Devrimci Yol tarafýndan antiþovenist mücadelenin ciddiye alýnmadýðýnýn da bir ifadesiydi. TÝKP (ya da diðer adýyla PDA'cýlar) milliyetçiliðin sosyalist hareket içerisindeki en ekstrem versiyonuydu. Pekin merkezli görüþlerin Türkiye þubesi gibi hareket eden TÝKP, milli demokratik devrim tezini "Üç Dünya Teorisi" ýþýðýnda formüle ederek, "iki süper güce karþý" topyekün vatan savunmasý yapýlmasýný öneriyordu. Dünya devriminin temel gücü olarak 3. dünya ülkelerini, yedek gücü olarak 2. dünya ülkelerini, dolaylý yedek gücü olarak iki süper devlet arasýndaki çeliþkiyi görüyordu. Ýki süper devlet arasýndaki çeliþki de, "Geliþen ve daha tehlikeli hale gelen süper güç, Sovyet Sosyal Emperyalizmi"ydi. "ABD emperyalizmi, gerileyen ve zayýflayan bir güç"tü. O nedenle okun sivri ucu Sovyet Sosyal Emperyalizmi'ne yöneltilmeliydi. Tehlikenin büyüklüðü karþýsýnda, TÝKP'e göre oligarþinin "ulusal savaþ sanayii kurulmalýdýr" çaðrýsý desteklenmeliydi. "Dördüncü ordu, doðuya kaydýrýlmalý"ydý. "NATO, Sovyet Sosyal Emperyalizmi'ne karþý caydýrýcý bir savunma gücü olarak" korunmalýydý. TÝKP ve önderi Doðu Perinçek, milliyetçilikten etkilenen bir solculuktan çok, sol ve milliyetçiliðin tarihsel olarak yaþadýðý sembiyotik iliþkinin sonucu olarak ortaya çýkan, siyasal ve ideolojik eklemlenmenin sol milliyetçi bir versiyonuydu. Sol milliyetçi ideoloji, Çin tezleriyle beslenerek sosyalist hareket içinde yarattýðý yarýlmayla, Doðu Perinçek ve partisini, her ne kadar sosyalist söylemi kullansalar da, sosyalist kulvardan milliyetçilik kulvarýna fýrlatýp attý. Kemalizm, Doðu Perinçek çizgisinde sosyal-

izm tülü örtünmüþ temel ideolojik yaklaþýmdýr. Milli mücadele Perinçek'e göre, "ulusal devrimci bir pratikti ve evrenseldi". Yine Perinçek'e göre günümüzde, "milli güçlerin motoru olacaðý bir toplumsal dönüþüm, ancak iki süper güce, güncel tehlike olarak da giderek güçlenen ve büyüyen Sovyet Sosyal Emperyalizmine karþý yürütülecek bir mücadele ile" saðlanabilirdi. "Üçüncü dünyanýn, özelde de Türkiye'nin önünde, geliþmiþ kapitalizmin yolu kapalý olduðundan, tek çýkýþ yolu sosyalizmdi". Sosyalizm burada milliyetçiliðin kamufle edilmesinden baþka bir iþleve sahip deðildi. Yukarýda ifade edilen düþünceyle, býrakýn ezilen uluslarýn ve halklarýn herhangi bir "üçüncü dünya ülkesi"ndeki kurtuluþ mücadelesini, o ülkelerde iþçi sýnýfýnýn sermayeye ve devlete karþý mücadelesini dahi desteklemek mümkün deðildir. Nitekim, 70'li yýllarda, Türkiye iþçi sýnýfý hareketi tarihinin siyasallaþmasýnda sýçrama noktalarýndan birisini oluþturan Tariþ direniþi, PDA'cýlar tarafýndan "yaklaþan Sovyet tehdidi" gerekçe gösterilerek desteklenmedi. Tariþ direniþi, "ulusal hükümeti zayýflatmaya dönük bir eylem olarak görülerek" karþý çýkýldý. Hatta engellenmeye çalýþýldý. Perinçek ve partisi, yayýn organlarý Aydýnlýk gazetesinde, tehlikeli olarak gördükleri sosyalistleri, bu milliyetçi bakýþ açýlarýnýn bir gereði olarak, devlete yardýmcý olmak amacýyla ihbar ediyordu. Aranan devrimciler, adresleri tespit edilerek, Aydýnlýk gazetesinde isim ve adresleriyle yayýnlanýyordu. 70'lerin baþlarýnda, henüz milliyetçilik ile sosyalizm arasýnda gidip gelinen bir dönemde TÝÝKP (Türkiye Ýhtilalci Ýþçi Köylü Partisi) adýyla bu çizgi, "Kurtuluþ savaþý Kürt kitleleri içinde de kendi kaderini tayin hakký ve milli baðýmsýzlýk fikrini yaymýþtý. Türk hakim sýnýflarýnýn Kürt milliyetine karþý tutumu, sadece onun varlýðýný inkar etmekten ibaret deðildir...Ayrý bir milliyet olmalarý nedeniyle Kürtler üzerindeki sömürü ve zulüm katmerlidir...TÝÝKP, Kürt milletinin kendi kaderini ve isterse ayrý bir devlet kurma hakkýný tanýdýðýný açýklar" (TÝÝKP davasý savunmasýnda Milli Mesele Broþürü) derken, 70'lerin sonlarýnda "Sosyal Emperyalist Sovyetler Birliði baþ düþman" olunca, "TC devletinin savunulmasý" temel mücadele anlayýþý haline geldi. Yukarýda

67


Kurtuluþ

alýntýladýðýmýz, ulusal soruna dair kavram kargaþasýyla dolu eklektik söz yýðýný düþüncelerden bile çark edildi. Artýk Kürtlerin mücadelesi "bölücülük" olarak görülüp, gönül rahatlýðýyla "dördüncü ordunun doðuya kaydýrýlmasý" savunulmaya baþlandý. Anti-emperyalizmi söyleminin temel eksenine koyarak, yerelci ve özgücü bir yaklaþýmla oligarþinin ve militarizmin sol görünümlü has evlatlýðýna soyunan Perinçek ve çizgisi, konspiratif ve komplocu tarzýyla, Kemalizmin pragmatist pratiðinin 20. yüzyýlýn sonlarýndaki prototipi haline geldi. Milliyetçi kulvarlarda sürdürdüðü yürüyüþ, bu çizgiyi hýzla, daha sonraki yýllarda görüleceði gibi, ýrkçýlýk bayraðýný sallayarak Kürt, Ermeni ve Rum cellatlýðýna soyunan bir nefer haline getirdi.

sosyalistler, cezaevleri direniþleriyle direniþ geleneðini, tutsaklýk koþullarýnda da olsa geleceðe taþýmanýn cesaretli örneklerini yarattýlar. Cezaevlerinde uygulamaya konulan baský ve þiddet, Diyarbakýr cezaevinde, insan hafsalasýný zorlayan boyutlarýyla, Nazi kamplarýný çaðrýþtýran bir yok etme vahþetine dönüþtürüldü. Askeri Diktatörlük, baský, zulüm ve yoketme yöntemleriyle, sermayenin çýkarlarýna uygun bir toplumsal yapýyý oluþtururken, hiç umulmayan bir zamanda, umulmayan direniþ yöntemleriyle Kürtler sahneye çýktý. Askeri Diktatörlük, toplumu yeniden yapýlandýrýrken, Kürtlerde silahlý mücadeleye baþladýlar. Bu mücadeleyle, yaratýlmak istenen toplum ve insan tipini engelledikleri gibi, devrimci hareketin direniþ geleneðini bir üst boyuta taþýyarak, bu mücadele içinde kürtlerin "kendisi için bir millet" haline gelmesini de saðladýlar. Kürt direniþinin politik özneleri, tersinden bir irade ile, Kürt halkýný 12 Eylül'ün etkileri dýþýnda tutmayý baþardýlar. 12 Eylül yenilgisi ve reel sosyalizmin tarih sahnesinden çekilmesinin yarattýðý olumsuz koþullarda, bilinci bulanýklaþarak irade kaybý yaþayan sosyalist hareket, politik olarak etkisizleþip siyasal düzeyde olabildiðine güçsüzleþen bir hareket haline geldi. Yenilginin þokunu atlatarak, toplumsal bir hareket düzeyine çýkamadý. Kürt hareketinin silahlý kalkýþmasý, yenilgi psikolojisi içinde ya "baþarýlý olmasý imkansýz bir macera" olarak görüldü, yada sosyalist hareketin tarihinin içinden taþýnýp gelen ve 12 Eylül'ün ezikliði ile daha da güçlenen milliyetçi etkilerin sonucu, " sýnýf hareketini bölücü, sosyalist olmayan, kürt milliyetçisi bir hareket" olarak deðerlendirilip, kendi hareket sahasýnda bir rakip olarak görülerek araya mesafe konuldu. Kýsa sürelide olsa denenen "anti-faþist birlik" giriþimi, bu yaklaþýmlar sonucu iþlevli olamayarak daðýldý. Kürt halkýna yönelik uygulamalarýyla, ulusal baský ve sömürgeciliðe karþý, geçmiþ kürt isyanlarýndan nitelik olarak farklý yeni bir Kürt Ýsyanýnýn ebesi olan Askeri Diktatörlük, Kürt Sorununun "sorunlarýn sorunu" haline gelerek, baþka sorunlarýn çözüm olanaklarýný da kendisine kilitleyen bir sorun düzeyine çýkmasýna yol açtý. PKK'nin silahlý mücadeleyi baþlattýðý koþullar, emperyalist-kapitalist kampla sosyalist kampýn arasýnda soðuk savaþýn sürdüðü koþullardý. ABD emperyalizmi Ortadoðu bölgesinde etkinliðini arttýrmak, daha sonraki yýllarda da bölge ülkelerini iþgal ve bölgede yürüteceði savaþlara ileri karakol-

Askeri Diktatörlük, Silahlý Kürt Mücadelesi ve Ulusal Sol Türkiye Ekonomisini emperyalist-kapitalist sistemin yeni iþbölümüne uydurmak için alýnan 24 Ocak Kararlarý, bu dönüþümün sosyal koþullarýnýn yaratýlmasýný zorunlu kýlýyordu. Toplumun, örgütlü davranma kabiliyetini yoketmek ve direniþ kapasitesini çökertmek, ancak 24 Ocak Ekonomik Kararlarýna uygun düþen sosyal koþullarýn yaratýlmasýyla mümkündü. Bu koþullar 12 Eylül 1980 Darbesiyle oluþan Askeri Diktatörlük altýnda gerçekleþti. "Köþe dönme ideolojisiyle" en ilkel bir bireycilik topluma enjekte edildi. Örgütlenme bilincini yoketmek için, bütün sendika, dernek vb. kitle örgütleri kapatýldý. Sermayenin talanýna direniþ göstermeyecek bir toplum yaratmak için, baþta sosyalistler olmak üzere, Askeri Diktatörlüðe muhalif olan herkes en aðýr bir biçimde ezildi. Sosyalist Hareket, Darbeye karþý kalýcý ve örgütlü bir direniþ gösteremedi. Bu nedenle, sosyalistlerin yenilgisi, daha sonraki yýllarda, her düzeyde olumsuz sonuçlar üretti. Politik ve örgütsel daðýnýklýðýn yanýnda, sosyalist hareket deðerler yönünden de büyük bir çöküntü yaþadý. Reel sosyalizmin tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte de ideolojik hegemonyasýný tamamen kaybetti. Askeri Diktatörlük, "Kürt ulusunun inkarý ve imhasý" olarak gelenekselleþen resmi devlet politikasýný, þiddete dayalý bir biçimde daha da geliþtirdi. Kürt kimliðini yok etmeye yönelik baský ve þiddet, vahþete varan boyutlarýyla bir soykýrým uygulamasýna dönüþtü. Sosyalistleri kimliksizleþtirmek ve kiþiliksizleþtirmek için cezaevlerinde uygulamaya konulan baský ve iþkencelere karþý, darbe karþýsýnda örgütlü direniþ göstermiyen 68


Kurtuluþ

lar yaratmak amacýyla 1982 yýlýnda, 12 Eylül darbeci genarelleriyle "CO. Locadet Operation Bases" yani "zincirleme hareket üstleri (COP)" anlaþmasýný imzaladý. Bu anlaþmayla Muþ'da ve Batman'da Nato kýlýflý iki saldýrý üssü kuruldu. Kürt özgürlük hareketinin baþlattýðý silahlý mücadele, ayný zamanda ABD emperyalizmi ve iþbirlikçisi 12 Eylül Cuntasýnýn bölgeye yönelik hesaplarýný bozucu bir mahiyette taþýyordu. Bölgeye yönelik saldýrýlar için Batman ve Muþ'ta kurulan saldýrý üstleri, kürt silahlý direniþiyle birlikte felce uðradý. Kürt Özgürlük Hareketinin sömürgeciliðe ve ulusal baskýya karþý yürüttüðü mücadele, yalnýzca oligarþiye karþý yürütülen bir mücadele olmakla kalmadý, bununla birlikte, bir iç olgu haline gelen emperyalizmi fiili olarak karþýsýna alan bir mücadele olarak da geliþti. 12 Eylül yenilgisiyle dibe vuran, reel sosyalizmin çöküþüylede ideolojik hegemonyasýný kaybeden sosyalist hareket, Kürt Hareketine katkýlý olamadý. Kürt hareketi, kendi yazgýsýyla baþbaþa kaldý. Sosyalist hareket, katkýlý olmak bir yana, enternasyonalist bir hareket olmaktan hýzla uzaklaþarak, tarihi içinde "ayýplý" olmasýna yol açan ve sosyal þoven bir karakter kazanmasýna neden olan egemen ulus milliyetçiliðinin etkilerini, yeni koþullarda kendi bünyesinde çok daha fazla üreten bir hareket haline geldi. Böylesi bir zeminden beslenerek kendine ait söylemlerle ve Galiyef'çi bir yönelimle þekillenen "ulusal solculuk", sosyalist harekette kürt sorunu eksenli bir yarýlma yarattý. Kürt sorunu ve Kürt Silahlý Direniþi'ne karþýtlýk ekseninde, bütün siyasal akýmlar, muhafazakarýndan liberaline, milliyetçi bir zemine sürüklendi. "Ulusal sol"un ekstrem örnekleri, söylemleri ve ileri sürdükleri argümanlarla, toplumsal algýlanýþ yönünden, neredeyse faþist hareketten farksýz hale geldi. En temel argümaný olan emperyalizme karþýtlýk, faþizmin demegojik anti emperyalizmi ile egemen ulus milliyetçiliði zeminde buluþarak, kürt hareketine karþý "devlet ve vatan" savunuculuðunun kalkaný yapýldý. Üstelik bu bazý ulusal solcular tarafýndan Marksizm kýlýfýna sokularak gerçekleþtirildi. "Sorun belkide her zaman birden fazla-en azýndan iki- Marksizm olduðu ve bunlardan biri ya da ötekinin bütün zaman ve durumlarda ben-

imsenecek belli bir ilkeler bütünü olarak anlaþýlmasý gerekliliðidir. Ýlkesizliðin somut sonuçlarý ortadadýr: Marksistler, ulusal sorunda baþlarý sýkýþtýðýnda bir marksizmi ötekine karþý oynamak gibi avantajý kullana gelmiþlerdir. Olumlu çaðrýþýmlarý olan 'anti-emperyalist' nitelemesini bir dizi olumsuz çaðrýþým içeren 'milliyetçi' nitelemesinden ayýran çizgi her zaman muðlak olmuþ ve bu muðlaklýk çoðunlukla 'uluslarýn kendi kaderini tayin hakký'ný ihlal ederek Marksist kalabilmenin bahanesi ve garantisi olmaya hizmet etmiþtir. Nairn, ingiliz sosyalistlerini, burunlarý dibinde Ýrlanda ve Britanya Adalarýnda sürmekte olan anti-emperyalist mücadeleleri milliyetçi ve gerici diye karalayýp .... dünyanýn en ücra köþelerinden birinde gerçekleþecek bir anti-emperyalist devrimi .... bekleyip durduklarý için eleþtirirken (sanki Türkiye'li sosyalistleri eleþtirmektedir)" (Zafer F. Yörük, ýrkçýlýk ve milliyetçilik, sosyalizmin sorunlarý kitap dizisi: 2, say. 117) "Her türlü milliyetçiliðe ve þiddete karþý olduklarýný" söyleyerek, egemenle ezileni, hak gaspedenle haklarý gaspedileni, maðdur edenle maðdur olaný eþitleyerek, hak taleplerini kollektif haklar manzumesinden soyutlayarak bireysel haklar kertesine indirgeyen liberal anlayýþ, sol versiyonunu da üretti. Muhafazakar kökenli liberaller egemen ulus milliyetçiliðiyle örtüsen dil ve kavramlarýyla, Kürt sorunu karþýsýnda daha çok "devletçi" bir tutum sergilerken, liberalizmin sol versiyonu, "dünyadaki yeni geliþmeler ve bu geliþmeler sonucu ulusal sorunlarýn nitelik deðiþtirmesi" gerekçesiyle, "gönüllü yurttaþlýk zemininde bir çözüm" önerdi. Bu önerme egemen olanýn sorunu çözüm yerine çürütme yönünde ürettiði demogojik dilin sýnýrlarý içinde hareket etmenin soldan ifadesiydi. Ezenle ezilenin milliyetçiliði ile þiddetini eþitleyerek, milliyetçilik ve þiddet kavramlarýnýn olumsuzlukla lekeli oluþunu politik bir avantaj haline getirmek isteyen liberalizmin bütün versiyonlarý, takýndýklarý nötr tutumla "milliyetçilik ve þiddet belasý"ndan uzak durduklarý izlenimini yarattýlar. Ezilenin kollektif hak talepleriyle ortaya çýktýðý bir durumda nötr kalmak demek, egemen olanýn, ezenin milliyetçiliðine ve þiddetine rýza göstermek demektir. Nitekim, mücadele sertleþtikce, sað liberaller aslýna rücu ederek, egemen olanýn tek

69


Kurtuluþ

taraflý olarak tariflediði "vatan, millet" kavramlarýna sýðýnýrken; sol liberaller ise, sýnýf indirgemeci ve ekonomist bir bakýþla içini boþalttýklarý enternasyonalizme sýðýnarak "emeðin avrupasýnda" yurttaþlýk zemininde halledilebilecek olan sorunlar için ezilenin "teslimiyetini" istemektedirler. Bunlarýn içinden bazýlarýna göre: "Ülkenin daðlarýnda silahlý dolaþanlara karþý, meþru ve hukiki bir oluþum olan devletin operasyonlar yapmasý kadar doðal bir þey yok"tur. Özünde bu ülkedeki liberallerin bütün versiyonlarý, egemen olanýn "yurt, vatan, millet" tanýmlamalarýný doðal ve meþru görmektedirler. Milliyetçiliðe karþýymýþ gibi görünmelerine karþýn, meþru gördükleri kavramlarýn içini dolduran egemen milliyetçilik, örtükde olsa, bu ülke liberallerinin baþka bir yüzünü oluþturmaktadýr. Sol içinde, Türk milliyetçiliði ile tamamen örtüþerek, anti emperyalist bir söylemle "vatan, yurt, devlet ve millet" kavramlarýný literatürlerinin temel kavramlarý haline getirenler, Kürt sorununda devletin inkarcý ve imhacý yaklaþýmlarýný desteklemekle kalmayýp, Kürt özgürlük hareketini "emperyalizmin vataný ve milleti bölmek için ortaya çýkardýðý bir giriþim" olarak nitelendirerek, devletin yürüttüðü mücadeleyi yetersiz görmektedirler. Yükselen ulusalcý dalga, sosyalist hareket içinde de yarattýðý etki ile, "ulusalcý sol" kulvara her kritik safhada yenilerini dahil etmektedir. Kürt sorunu dolayýmýyla sosyalist-sol hareket içinde yaþanan yarýlma giderek derinleþmekte ve ulusalcý solun tamamen Türk milliyetçisi haline gelen kesimleri, sol söylemler altýnda, faþistlerle ittifaka girmektedirler. Oluþturduklarý "Kýzýl Elma koalisyonu", her ne kadar kendileri Kýzýl Elma kavramlaþtýrmasýný kabul etmeseler de, Türk milliyetçiliðinin anti emperyalist bir söylemle Kürt hareketine karþý, saðýyla soluyla bir araya geliþinin bir ifadesidir. Ulusalcý sol içinde milliyetçi söylemi, Doðu PERÝNÇEK ve ÝP'ten daha ileri noktalara götürerek, alýþýlagelmiþ ýrkçý retorikleri bir besmele haline getiren " Türk Solu" çevresi, Marksist orjinli bir hareket olmamasýna karþýn, Kemalist kadro hareketi ve özelliklede, kendilerinin yaptýklarý göndermeyle, 60'lý yýllarýn "Yön ve Devrim" hareketinin ikibinli yýllardaki ýrkçý versiyonudur. "ýrkçýlýða dayalý bir milliyetçiliði

deðil, kemalist milliyetçiliði savunduklarýný" iddia etselerde, "Kürt yemekleri yememe, Kürt müziði dinlememe" çaðrýlarý yapan, harita üzerinde "Kürt'lerin Türkiye'yi istila planlarýný" açýklayarak "Van'lýlar, Diyarbakýr'lýlar, Muþ'lular vs. hemþehri dayanýþmasý gibi baþlayan örgütlenme, Kürt istilacýlýðýnýn baþlangýcýný oluþturur. Bugün tüm batý kentlerinde, Türk'ün kafasýnda bir kýlýç gibi sallanan Kürt tehdidi iþte budur. Tehtidin çok önemli bir boyutu ise kültüreldir. Kürt'ler, özellikle Doðu ve Güneydoðu'da Türk köylerini kuþatýr ve Kürt'leþtirir. Zayýf Türk köyü dirençsizdir. Bunu bilen Kürt'ler, zor yoluyla Türk köylerini istila ederler" (Gökçe FIRAT, Türk Oðlu Türk Kýzý Türk'lüðünü Koru, Türk Solu Sayý 89) diyen, "Kürt'lerin planlý ve bilinçli olarak çok çocuk yaptýklarýný, nüfus artýþý saðlayarak gelecekte Türkiye'yi ele geçirmek istediklerini" ileri sürebilecek kadar deli saçmasý görüþleri savunan "Türk Solu", faþist hareketin ýrkçý söylemlerini gölgede býrakacak kadar Türk ýrkçýsý bir çevredir. "Türk Solu" dergisinin kapaðýndaki logo üstünde Atatürk resminin yanýnda, devrimci hareketin dünya ölçeðinde tanýnmýþ enternasyonalist simasý Che GUEVERA ve daraðacýnda "yaþasýn Türk ve Kürt halklarýnýn kardeþliði" þiarýný haykýran, Türkiye devrimci hareketinin onuru Deniz GEZMÝÞ yer almaktadýr. Türk Solu çýkarken baþlýklý yazý da çýkýþ gerekçesini: "Türk Solu geleneði ne gençlerle ne de 60'larla sýnýrlýdýr. Bu geleneðin tamamýný dikkate aldýðýnýzda elinizde tuttuðunuz gazetenin anlamýný ve ne tür bir ihtiyaca cevap verdiðini daha doðru anlamýþ olacaksýnýz. Türk Solunu çýkarmaya karar vermeden önce yaklaþýk iki yýldýr Ýleri dergisini yayýnlýyoruz. Bu derginin temel misyonunu Atatürkçü, ilerici, devrimci gençleri, Türkiye'nin aydýn birikimiyle buluþturmak olarak belirlemiþtik............. iþte Türk solu ülkedeki güncel siyasete, siyasal yapýya hýzlý refleksler üretecek, gençlerin ve aydýnlarýn ötesine giderek daha da toplumsallaþacak devrimci adýmlar atmak amacýyla çýkýyor....... sonuçta tek bir iddiasý var Türk solunun. Devrimciliði ile tarih yaratmýþ bir geleneðe dayanmak" olarak tarifleyen "Türk Solu", "devrimciliði ile tarih yaratmýþ bir gelenek" ten ne anladýðýný "manifesto" baþlýklý metinde þöyle açýklýyor: "Türk

70


Kurtuluþ

Solu, kendini Kuvayý Milliye geleneðinin takipçisi olarak görür. Atatürk'ün Anadoluda baðýmsýzlýk savaþýný baþlatmasý ve cumhuriyetin kuruluþu ile devam eden devrimci geleneðin mirasçýsýdýr. Bu devrimci gelenek özellikle Atatürk'ün þahsýnda sembolleþmiþtir." "Türk Solu", kendisini sosyalist olarak da tariflemektedir: "Emperyalizme karþý verilen mücadele, ülke içinde anti kapilatalist bir düzen kurmaya yönelmedikçe yenilgi kaçýnýlmazdýr. Dolayýsýyla tutarlý anti emperyalizm ancak kapitalizm karþýtlýðý ve alternatif sosyalist bir düzenle mümkündür." (Türk Solu, Manifesto) "Türk Solu", sosyalist bir hedefe vurgu yaparken, enternasyonalizme þiddetle karþý çýkmaktadýr. "Ezilen uluslar, emperyalizme karþý ulus olarak mücadele ederler. Ve mücadele de milliyetçi olmak iþin doðasý ve doðrusudur. Ezilen uluslarýn ezen uluslarýn emekçilerinden bir beklentisi olamaz...... emperyalizmin küreselleþme saldýrýsý koþullarýnda bu enternasyonalizm çaðrýsý, ancak böl-yönet politikasýnýn bir uzantýsý olabilir." (Türk Solu, Manifesto) "Türk Solu", kendisini "Türkiye'de devrim yapma kararlýlýðýnýn ideolojisi" olarak görürken, "bu ideolojinin dayanaðý ise elbette emekçi sýnýflardýr. Baþta iþçi sýnýfý olmak üzere tüm emekçiler Türkiye'de devrimin temel dinamiðidir. Ancak Türk Solu, Türk devriminin tarihi geliþiminden dersler çýkartýr..... Kuvayý Milliye'nin, halk ordu-aydýn ittifakýný, gençliðide katarak geliþtirir ve bu ittifaký bölmeye yönelik tüm çabalara þiddetle karþý çýkar. Özellikle de Türkiye'de orduyu düþman olarak gören sözde sol anlayýþla mücadele eder" diyerek, devrimci ideolojiden ve devrimden anladýðýnýn statükoyu savunmak olduðunu ortaya koyuyor. Bu anlayýþ, "Yön ve Devrim" dergileri geleneðinin sosyalizmle kemalizmi sentezleyerek, "üçüncü dünyacýlýk" paradikmasý içinde MDD'ciliðin "Kuvayý Milliye ruhuyla" yeniden üretimidir. Tarihsel süreç içinde, o günkü koþullarýn naif ve romantik bir giriþimi olarak, sol hareketin milliyetçi damarýndan beslenen devrimciliðin, Jakoben çocukluk serüveni olan "Yön ve Devrim" hareketi trajedisi, bu gün "Türk Solu" görünümüyle tam bir komedi halini almýþtýr. "Yön ve Devrim" hareketindeki naiflik ve romantizm Türk Solu'nda yoktur. Doðan

AVCIOÐLU, Kürt sorununa dair resmi ideolojinin tezleriyle arasýna mesafe koyarak, "Kürt sorunun varlýðýný" kabul etmiþti. "Türk solu" ise, býrakýn Kürt sorunun varlýðýný kabul etmeyi, ýrkçý bir yaklaþýmla Kürt düþmanlýðý yapmaktadýr. "Oysa çok basit bir þekilde ifade etmek gerekirse Kürt varsa sorun vardýr, sorunun çözümü ise PKK'nin bitirilmesi deðil, Türk milletinden baðýmsýz bir Kürt kimliðinin bitirilmesidir.... Eðer Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet olarak kalacaksa, Türkiye Cumhuriyeti sýnýrlarý içinde yaþayan herkesin kendisine ben Türk'üm demesini isteyecek, Türkçe konuþmasýný isteyecektir. Bu ayný zamanda tarihsel açýdan da bir gerçekliktir. Çünkü, bugün kendisine Kürdüm diyenlerin çok büyük bölümü Kürt deðil, has be has Türktür. Ama zorla Kürtleþtirilmiþlerdir.... TÜRK SOLU'nun ýsrarla yapmaya çalýþtýðý, Kürtler tarafýndan zorla asimile edilmek istenen Türklerin milli haklarýný korumaktýr... Kimileri kabul etmese bile, ben Kürdüm diyen herkes, potansiyel Bir PKK'lýdýr. O nedenle en iyi Kürt, ben Türküm diyen Kürttür.... Türkün susturulduðu yerde Kürtçülük hortlar, Türkiye'de olanýn özeti budur. Bir, iki,üç; daha fazla Bozüyük...." (Gökçe FIRAT, Kürt Varsa Sorunda Var, Türk Solu Sayý 90) diyen Türk Solu, Türk ýrkçýlýðýnda MHP'ye rahmet okutmaktadýr! Bu durum, tarihsel süreç içinde sol tandanslý kemalizm yorumunun geçirdiði evrimi göstermek bakýmýndan oldukça manidardýr. Daha doðru bir ifadeyle, Kürt sorununun geldiði düzey, kemalizmin sol versiyonunu aslýna geri döndürmüþtür. "Komprador sol sermayeyi Ulusal sol emeði savunur. Komprador sol Atatürk düþmaný, Ulusal sol Atatürk'çüdür. Komprador sol Türk'ü aþaðýlar Ulusal sol Türk'ü savunur. Komprador sol bölücü Ulusal sol Mishak-ý Millicidir. Komprador sol emperyalizmden barýþ dilenir Ulusal sol emperyalizmle savaþýr. Komprador sol gericiliði Ulusal sol Laikliði savunur." Bu cümleler "Türk Solu" çevresinin Komprador ve Ulusal sol üzerine yaptýðý kýyaslamalarýn yer aldýðý bir metnin ana baþlýklarýndan bazýlarýdýr. Ýlk bakýþta, "Komprador sol" tanýmlamasý ile liberal köþe yazarlarýnýn kasteldiði sanýlabilir. Ne varki, bu alt baþlýklarýnýn açýlýmlarýnda kastedilenin, Marksist ve enternasyonalist sol olduðu açýk biçimde görülüyor. "Atatürkçü

71


Kurtuluþ

olmayan, egemen Türk milliyetçiliðini savunmayan, Kürt'lere özgürlük isteyerek Kürt sorununun çözümünü savunan, enternasyonalist olan" herkes, "Türk Soluna" göre komprador sol tasnifi içinde yer alýyor. Ulusal solcular ise, "Türk Solu"na göre "hakiki sol !" Peki hakiki sol nasýl olunuyor? "Türk milliyetçisi, Kürt düþmaný, Atatürkçü, Orducu" olunarak. Böyle bir solun MHP'den farký nedir? Bu soruya, "onlar ýrkçý biz milliyetçiyiz" yanýtýný vererek, farklarýný ortaya koyuyorlar. MHP'nin kusuru bu farkta mý yatmakta dýr? O zaman tariflenen ulusal sol, MHP'den daha kusurludur. Siyasetende olsa MHP, Kürt düþmanlýðýný ulusal sol kadar açýk biçimde dile getiremiyor. Temel farklýlýðýn, "sermayeye karþý emeðin savunulmasý" olduðu ileri sürülebilir. Kullanýlan retorik içinde neredeyse sol denilebilecek tek yaklaþým budur. Bu söylemin, solla alakasýz onca söz içinde eðreti durduðu bir gerçek. Bir yandan ordu savunuculuðu yaparken, diðer yandan emek savunuculuðuna soyunmak, deve kuþu misali bir yaklaþým olsa gerek. OYAK, bu ülkenin en büyük sermaye kuruluþlarýndan birisi. Hemde diðerlerine göre, daha ayrýcalýklý durumda. Sonra, sermayeye karþý hakký savunulucak olan emekçilerin neredeyse yarýsýna yakýnýný Kürt kökenliler oluþturmuyor mu? "Türk Solu", onlarla selamý sabahý kestiðine göre, onlarýn haklarýný nasýl savunacak? Açýk ki, Kürt iþçilerin ulusal hak taleplerini inkar ederek! Daha da ileri giderlerse, "tarihsel devrimci geleneklerinin" yaptýðý gibi "tehcir" politikasý uygulayarak! "Türk Solu", Türk milliyetçisi-daha da ötesi Türk ýrkçýsý-militarist, statüko savunucusu, sol etiketli bir çevredir. "Milli Güvenlik Siyeset Belgesi"nde, "bölücülük, þeriatçýlýk" gibi rejime karþý "öncelikli tehdit" unsurlarý olarak belirlenenler, "Türk Solu" içinde öncelikli tehdidleri oluþturmaktadýr. "Türk Solu", devrimci deðil statükocudur. Sistem karþýtý deðil, sistem savunucusudur. Onun anti emperyalizminin içeriði anti Kürt'çülükle malüldür. Marksist kökenden gelen, MDD tezlerinin ve "üç dünya teorisi"nin kulvarýnda yürümedeki ýsrarýyla, istikrarlý bir "Milliyetçi Sol" profili çizen Doðu PERÝNÇEK çizgisi ve o çizginin örgütü olarak ÝP(Ýþçi Partisi), temel yaklaþýmlarý itibariyle "Türk Solu" çevresinden farklý

deðildir. Eðer bir farktan söz edilecekse bu fark, ÝP'in marksist terminolojiyi kullanmasý deðil, milliyetçi sol yaklaþýmýn Doðu PERÝNÇEK ve ÝP tarafýndan, daha komplike ve rafine biçimde savunuluyor oluþudur. Doðu PERÝNÇEK çizgisinin 60'lý yýllardan baþlayarak geçirdiði evrimi ve 70'li yýllardaki pratiðini bu yazýnýn içinde daha önce irdelemiþtik. Þimdi de 1980 sonrasý dönemine bir göz atalým. Doðu PERÝNÇEK milliyetçiliðinde emperyalizme karþýtlýk temel kavramdýr. Fakat onun anti emperyalizmi daha çok üniter devletçi ve Türkiye'nin "bölge gücü" olma konsepti içinde þekillenir. Emperyalist baþ düþman bu konsepte göre, sýnýf mücadelesi prizmasýndan deðil, tarihin o günkü evresinde bu konsepte uygun düþen pratik yarar gözetilerek saptanýr. Emperyalist baþ düþman (Sovyetler daðýlýncaya kadar Sovyet Sosyal Emperyalizmi, Sovyetler daðýldýktan sonra ise ABD emperyalizmi) bütün kötülüklerin kaynaðýdýr. Dün Sovyet Sosyal emperyalizmi, bu gün ise ABD, Türkiye'yi bölmek istemektedir. Kürt sorunu suni bir sorundur. Emperyalistler tarafýndan Sevr'i hortlatmak ve Türkiye'yi bölmek için "taþeron örgütler" aracýlýðý ile çýkarýlmýþtýr. Bu çizginin 80'li yýllarýn sonlarýnda Kürt hareketine belirli bir sempatiyle yaklaþmasýnýn nedeni, Cumhuriyetin baþlangýç döneminin kurucu mitoslarýnýn güncelleþtirilerek, Lozan Antlaþmasý zemininde yeniden ihsasýyla, "emperyalizmin üniter Türk devletini parçalama giriþimlerinin" önüne geçilmesidir. Kürt hareketinden beklenenler bulunamayýnca, ilkesiz bir pragmatizmle, dost olan hemen "bölücü düþman" olarak ilan edilmiþtir. Türk milliyetçiliðinin kemalist damarýndan beslenen Perinçek milliyetçiliði, 90'lý yýllar itibari ile söylemindeki kemalist vurgularý daha da arttýrmýþtýr. "Bayraðý al Berlin'e, Talat Paþa yürüyüþüne koþ!" þiarýyla, Berlin'de Ermeni militanlar tarafýndan öldürülen Ýttihat ve Terakki'nin liderlerinden Talat Paþa'ya sahip çýkmalarý, kimilerince "güncelleþen Ermeni soykýrýmý tartýþmalarý nedeniyle bir tepki eylemi" olarak görüldü. Bu yaklaþým, Perinçek'çi bakýþýn bölünme paranoyasýnýn doðrusal bir yorumu gibi görünse de, ancak hakikatin bir yüzünü oluþturmaktadýr. Talat Paþa'yý sahiplenmenin ideolojik arka planýnda, modernleþme,

72


Kurtuluþ

laiklik ve devletçilik paradigmasýnýn tarihsel baþlangýcýyla kurulan baðlantý vardýr. Perinçek çizgisine göre: "Altýok, ondukuzuncu yy. Ortalarýnda genç Osmanlýlarla baþlayan Milli Demokratik Devrim pratiði içerisinde oluþtu. Bu açýdan kökleri, Kemalist devrimin öncesindedir. (...) Milli Demokratik Devrimimiz daha tamamlanmadýðý için, altýok hala geçerlidir ve sol bir iktidarýn uygulamak zorunda olduðu programdýr." (Aydýnlýk'tan aktaran Baðýþ ERTEN, Modern Türkiye'de Siyasi Düþünce, Milliyetçilik cilt 4, sayfa 466-467/Ýletiþim Yayýnlarý) Tarihin bu Perinçek'çi deðerlendirmesi ve sosyalizmin yerine Kemalizmin ikame edilmesi, 90'lý yýllardan sonra öylesi bir noktaya geldi ki, 28 Þubat 1997 yýlýnda gerçekleþtirilen "modern darbe" desteklenerek, "tek parti Kemalizminin restorasyonunu talep eden" bir propaganda yürütüldü. "Devrim Kanunlarý uygulansýn. Ýstiklal Mahkemeleri kurulsun. Cumhuriyetin devrimci ordusu var, þimdi cumhuriyete devrimin kanunlarýný uygulayacak hükümet gerekli" denilerek modernleþmenin biçimci Kemalist uygulamalarýna yapýlan göndermeyle, içeriði Türk milliyetçiliði ile oluþturulmuþ antiemperyalizm birleþtirilerek "bölücülüðe ve gericiliðe" karþý statükocu ve þovenist bir dil oluþturuldu. Emperyalist küreselleþme ve globalizm, yarattýðý ulusalcý-milliyetçi tepki ile, hem milliyetçiliðin bütün versiyonlarýna daha geniþ bir hareket imkaný kazandýrdý, hemde oluþan bu zemin üzerinden milliyetçiliðin deðiþik nüanslarýnýn ideolojik donanýmlarýný güçlendirdi. Küreselleþme ve globalizm, sol ve sað milliyetçiliðin birbirlerine yakýnlaþma ve temas olanaklarýný arttýrdý. Doðu PERÝNÇEK milliyetçiliði konjönktürün saðladýðý olanaklarla, "vatan savunmasý" vurgusunu arttýrarak, "vatan parçalanýyor. Vatan savunmasý Kýbrýs'tan baþlar. Kuzey Irak'ta kurdurulan Kürt devleti Türkye'yi parçalama planýnýn bir parçasýdýr vb." söylemlerle, milliyetçiliðin ajitatif dilini, otarþist bir anti-emperyalizme eklemleyerek, milliyetçi kulvardaki yerini saðlamlaþtýrmaya yöneldi. Vatan ve Türkçülük vurgusunu pragmatist politika yapmadaki ustalýðýyla, bulduðu elveriþli ortam üzerinden daha da geliþtiren, konspiratif söylemlerle süslediði komplo retoriklerini

Türkiye'ye yeni yol haritalarý çizmek için kullanan PERÝNÇEK, önerdiði "Avrasya stratejisi"yle oligarþinin "Avrasya'da güç merkezi olma stratejisi"ne ideolojik-politik destek sunarak, Türkiye egemenlerinin bölgede ki macera arayýþlarýna ortak olmaya soyundu. Emperyalizme karþý mücadeleyi, "Türkiye'ye bölgede öncü bir misyon" yükleyerek taçlandýrdý! Bu konsept onu, Türkçülüðün asýl sahipleri olan faþistlerle daha da yakýnlaþtýrdý. Bu durumda, sosyalizm adýna PERÝNÇEK çizgisinde, kala kala içi milliyetçilikle doldurulmuþ boþ bir kabuktan baþka birþey kalmadý. Kürt sorunu dolayýmýyla sosyalist hareket içinden "ulusalcý sol" kulvara, hergeçen gün yeni giriþler oluyor. Türkiye sosyalist hareketinin sosyal þoven karakteri, Kürt Özgürlük hareketinin yaptýðý stratejik deðiþiklikler ve yeni politik yönelimlerle birlikte bahanelerini bularak, farklý kanatlarýyla ulusal solculuk bayraðýný taþýmaya yeni adaylar üretiyor. Her ne kadar kendisinin "ulusalcý deðil, yurtsever olduðunu" ileri sürüyor olsa da TKP, ulusal sol kulvara, üstelik, "sosyalist devrim" anlayýþýyla, giriþ yapanlardan birisidir. TKP yazýnýnda, anti-emperyalizm vurgusunun neden öne çýkarýldýðý ve "yurtseverlik" izah edilirken bu vurgunun, "Kürt sorunu" dolayýmýyla olduðu açýk açýk söyleniyor. TKP'ye göre: "Kürt hareketinin her kanadýnýn emperyalizmle yakýnlaþmasý" anti-emperyalist vurgunun öne çýkarýlmasýný zorunlu kýlýyor. Kürt emekçileri devrime kazanýlmaksýzýn baþarý imkanýnýn olamayacaðýndan hareketle, "TürkKürt ortak yurtseverlik" tanýmý üzerinden Kürt emekçilerinin, "emperyalizmle yakýnlaþan Kürt hareketlerinin etkisinden kurtarýlmasý" öngörülüyor. TKP'nin kendi tarihi içinde yaþadýðý evrim, baþlangýç ve gelinen noktadaki durumunu gösternek bakýmýndan oldukça anlamlýdýr: "1990'lara girerken Gelenek hareketinin ve daha sonra Sosyalist Türkiye Partisi'nin önemli bir deðerlendirmesi Kürt emekçileri ile Türkiye iþçi sýnýfýnýn ana gövdesi arasýnda bir gündem farklýlaþmasýnýn saptanmasýdýr. Türkiye kapitalizminin iki önemli devrimci dinamiði, farklý kanallarda akmaktadýr ve gündemlerini büyük ölçüde ayrýþtýrmýþtýr. 1992-1994 yýllarý arasýnda hareketimizin

73


Kurtuluþ

yaklaþýmý (...) kendisini iþçi sýnýfýnýn öncü partisi olarak tanýmlayan SÝP için Kürt hareketi büyük ölçüde dýþsal bir ittifak formülasyonu içinde anlamlandýrýlmaktadýr. Bunun pratik karþýlýklarýndan birisi, SÝP'in o dönemde almýþ olduðu, Kürt illerinde örgütlenmeme karýdýr. (...) Bu dönemde Kürt dinamiði Türkiye kapitalizmini siyasal ve toplumsal açýdan zorlayan devrimci bir dinamiktir. (...) 1995 yýlý Kürt sorunu baðlamýndaki politik etkinliðimiz açýsýndan bir dönüm noktasýdýr. Söz konusu seçim dönemi (Emek, Barýþ, Özgürlük Bloku olarak girilen 1995 seçimleri) ayný zamanda Kürt hareketi içindeki farklý sýnýfsal eðilimlerin tespit edildiði bir çalýþmaya da olanak saðlamýþtýr. (Mehmet Kuzulugil, Türk ve Kürt emekçilerinin ortak yurtseverliði ve TKP konferansý baþlýklý yazý) Demek ki yeni TKP geleneði, 1990'lý yýllarýn baþýnda Kürt hareketi ile Türkiye iþçi sýnýfý hareketi arasýnda, bir gündem farklýlaþmasý olduðunu saptýyor. Kürt hareketini, hem toplumsal hem de siyasal olarak kapitalist sistemi sarsan, devrimci bir dinamik olarak görüyor. Bu hareketle ittifaký savunuyor. Kürdistan'da örgütlenmiyor. 1995 seçimlerinde oluþturulan, "Emek, Barýþ, Özgürlük Bloku" içinde yer alýyor. Ne hikmetse, bu blok içinde onlar sosyalist bir duruþ sergilerken, bloðun Kürt temsilcileri dýþýndakiler, "etkisiz ve karþýlýksýz bir kuyrukçuluk geliþtiriyor." Seçimler dönemi deðerlendirmesini bir kenara býrakýrsak, Kürt hareketine yaklaþým oldukça pozitif. Seçim çalýþmalarý, Kürt hareketi içinde farklý sýnýfsal eðilimler olduðunu tespit etmelerine de olanak saðlýyor. Ne olduysa seçimlerden sonra oluyor. "Seçimlerden sonra Kürt saðý Kürt hareketine aðýrlýðýný" koyuyor. "Kürt hareketi bugün eþiðine gelinmiþ olan çöküþe" o tarihlerden itibaren "yelken" açýyor. Kürt hareketi ulusal bir hareket deðil midir? Yoksa TKP geleneði Kürtleri ulusal bir topluluk olarak görmemekte midir? Eðer Kürtler bir ulussa bu durumda, ezilen ve ulusal baský altýnda yaþayan bir ulus deðil midir? Kürtlerin verdiði müccadele ulusal kurtuluþ ve özgürlük mücadelesi olarak görülmüyor mu? Görülüyorsa, her ulusal hareket, içinde farklý sýnýfsal eðilimleri barýndýrmaz mý? Bu durumun tespiti için, illa Kürtlerle birlikte bir seçim deneyiminin yaþanmasý mý gerekiyor? Sonra, "eþiðine gelinmiþ olan çöküþ" ne menem bir çöküþtür ki, hala Kürt halký talepleriyle Newroz alanlarýný milyonlarla dolduruyor. Gerilla cenazelerini onbinlerce insan kaldýrýyor. Baþta Diyarbakýr olmak üzere, keþke ayaða kalksa ama

siz "iþçi sýnýfý ayaða kalktý" þiarý atarken, çocuðuyla, yaþlýsýyla, kadýnýyla Kürt halký, üzerlerine sürülen panzerlere ve kurþun yaðmuruna karþý bütün Kürt illerinde ayaða kalkýyor. 1995 yýlýndan sonra TKP'ye göre, "gündem farklýlýðý" ortadan kalkýyor. Çünkü, "emperyalizm ise ortadoðu denkleminde, Türkiye ve Kürt faktörü (faktörleri) dahil, bütün bölgesel öznelerin birbirleriyle mücadelesini kural haline getirmiþtir. Bir tür iþbirlikçilik rekabeti bölgesel özneleri ABD ile uyumlulaþtýrma mekanizmasý oluþturmuþtur. (...) Türkiye egemen güçleri ve Kürt siyaseti 1999 sonrasý dönemi belli bir doðrultu ortaklýðýyla geçirmiþlerdir. (...) Türkiye'deki Kürt hareketinin de emperyalizm ile iliþkiler konusunda baþlarýný dik tutmayý saðlayacak bir performans göstermedikleri açýktýr." (Konferans 2004) Anlaþýlan o ki, TKP'ye göre, Kürt Özgürlük Hareketi emperyalizmle yakýnlaþmýþ, saðcýlaþmýþ ve devrimci bir dinamik olmaktan çýkmýþtýr. Daha da vahimi, "DEHAP yada yeni kurulacak olan parti, adý her ne olursa olsun artýk safýný net olarak belirlemiþtir. Bu kesim artýk yoksul Kürdün temsilciliði baþlýðýnda havlu atmýþ, egemenlerle tam bir iþbirliði anlaþmasý içinde olanlarýn bölge temsilciliðine adaylýklarýný ilan etmiþlerdir." (Necmettin Salaz, Kürt siyasetinde bazý taþlar yerine otururken baþlýklý yazý) Bu durumda ne yapýlýr? Öznelci belirlemelerle hareket eden her ideolojik yaklaþým gibi, yaþam içinde olup bitenlere karþýn, yaþam belirlenen ideolojiye uydurulmaya çalýþýlýr. Uydurulan üzerinden de kendisine bir misyon biçilir. TKP'de böyle yapýyor. Kuþkusuz "Kürt kitleler için betimlenen siyasal ve ideoljik daðýlma hali bir sýnýfsal ayrýþmanýn ürünü olmaktan uzaktýr. Bir baþka ifadeyle, Kürt siyaseti içerisinde burjuva siyasetinden kopma eðilimi içerisinde olan özel ve etkili bir kanal bulunmamaktadýr. Dolayýsýyla, yaþanan daha çok, bir çözülmedir ve bu çözülmenin içinde aþaðý yukarý bütün etkili özneler eldeki birikime burjuva bir sýnýf karakteri kazandýrmaya adaylýklarýný koymuþlardýr. Þu an için gerek Kürt, gerekse Türk siyaseti içerisinde Kürt kimliðini emekçi karakteri içerisinde yeniden tanýmlama hedefi ile hareket eden biricik güç TKP'dir." (Konferans 2004) Kürt hareketi içindeki geliþmeler nedeniyle, "buharlaþma" ihtimali olan "emekçi damarlarýnýn buharlaþmasýný engellemeye" soyunan TKP, Kürt ulusunu ve ulusal taleplerini, bir sihirbaz marifeti ile gözle kaþ arasýnda buharlaþtýrýp uçuruveriyor! Sihirbaz marifetiyle yapýlanlardan sonra artýk TKP, gönül rahatlýðýyla "Kürt emekçileri içinde yürüte74


Kurtuluþ

ceði örgütlenme çalýþmarýnda ulusal hak ve talepler deðil anti-emperyalist ve sýnýfsal eksenlerin belirleyici olacaðýný" dünya aleme ilan ediyor. Onunla da kalmayarak, "Türk ve Kürt emekçilerinin ortak yurtseverliðini oluþturmaya ve toplumsallaþtýrmaya" çaðýrýyor. Bu anlayýþ, tam boy bir ulusal inkarcýlýktýr. Ezilen ve baský altýndaki uluslarýn hak ve taleplerini savunmaktan vazgeçmek, uluslarýn kendi kaderlerini tayin hakkýný tanýmamak ve "tam ulusal eþitlik" talebini ayaklar altýna alarak, "ezen ulus imtiyazlarýnýn sürmesini" savunmaktýr. Zaten TKP'de öyle yapýyor. Liberallerin, "Kürt sorununda adýmlar atýldý, daha da atýlacak. Kültürlerini geliþtirme olanaðý var. Dillerini konuþabiliyorlar. Kürtçe müzik dinleyebiliyorlar" diyerek, kollektif haklarý bireysel haklar derekesine indirgeme yaklaþýmlarý, TKP tarafýndan da paylaþýlýyor: "Kürt zaten kendi dilinden ve kültüründen taviz mi veriyor, tam gün evinde, iþinde, çevresinde kendi ana dilini kullanýp, gece yarýlarýna kadar Roj TV izlemiyor mu? Yoksul Kürdün ulusal sorunu sadece kültürüne dair önüne atýlacak bir iki kýrýntý mý?" (Necmettin SALAZ, Kürt siyasetinde bazý taþlar yerine otururken baþlýklý yazý) Bu laflar, enternasyonalizm ve sosyalizm adýna söyleniyor. Türkiye sosyalist hareketinde sosyal þovenizmin geldiði noktayý görmek bakýmýndan ibretlik olan bu laflar karþýsýnda, burada aktarmaktan imtina ettiðim Lenin'in sosyal þovenler için söylediði sözleri, yazmak bir yana enternasyonalizm adýna baðýrmak gerekiyor. "Ortak yurtseverlik"ten sözedildiðine göre, herhalde bu ortak yurtseverlikten kastedilen Kürdistan Yurtseverliði olmasa gerek? Yurt, üzerinde yaþanýlan toprak parçasý, bir baþka deðiþle vatandýr. Kürtlerin yurtseverliði, kendi yurdunu sevmek olabilir. Ezen ulus milliyetçiliði karþýsýnda ezilen ulus milliyetçiliði nasýl demokratik bir muhteva taþýrsa, ezen ve sömürge ulusun yurtseverliði karþýsýnda ezilen ve sömürülen ulusun yurtseverliði de demokratik bir muhteva taþýr. Son tahlilde ezen ve ezilen milliyetçilikde, yurtseverlikte burjuva karakterlidir. ABD'de "yurtseverlik yasasý" çýkarýyor. Ezen ve sömürgeci konumundaki bir ulusun yurtseverliði, hangi siyasal akým tarafýndan savunulursa

savunulsun, ezme ve sömürgeci olma konumunu, yani egemen olanýn ulusal imtiyazlarýný korumaya hizmet eder. Onbinlerce askerle Kürt Özgürlük Hareketine yönelik operasyonlar sürdürülürken, gizli savaþ örgütleri devlet adýna cinayetler iþlemeye devam ederken, Kürtlerin en asgari talepleri dahi reddedilirken, eþitlik zemininde bir çözüm yerine kürt halkýný imha politikalarý uygulamadayken, ezen ulus sosyalistlerinin "ortak yurtseverlik" çaðrýsý, bu politikalara dolaysýz olmasada, dolaylý ortak olmaktan baþka bir anlam taþýmaz. Ýþçi sýnýfýnýn iktidarda olmadýðý, burjuvazinin egemen sýnýf olarak varlýðýný sürdürdüðü koþullarda, yurtseverlik kavramýnýn kritik süreçlerde, "saðýn milliyetçiliði ile" örtüþtüðü, tarihsel deneylerle görülmüþtür. Ýkinci Enternasyonel partileri, saðýn milliyetçiliðine solun yurtseverliði ile karþýlýk vermiþlerdir. Anca her kritik süreçte milliyetçilik ile örtüþen yurtseverliðin yarattýðý rahatsýzlýk, kavramýn sorgulanmasý gereðini dayatmýþtýr. "Bu rahatsýzlýk, büyük ölçüde iyi ya da kötü milliyetçilik arasýnda teorik bir ayrým yapmanýn zorluðundan kaynaklanýyor. Politik gerçeklikte, saðýn milliyetçiliði ile solun yurtseverliðini birbirinden koparmak ve ideal bir tanýmdan yola çýkarak iyi ya da kötü diye ayýrmak hiç de kolay deðildir. Böylesine mutlak bir ayrým yapmanýn zorluðunu Karl Kautsky daha 1907'de görmüþtü. 'Burjuvazinin ve iþçi sýnýfýnýn yurtseverliði tamamen farklý olmasýna raðmen yine de her ikisinin ortak bir çaba için birleþebilecekleri durumlar düþünülebilir, hatta savaþ bile' (....) SPD'nin 'iyi' yurtseverliði ile saðýn 'kötü' milliyetçiliði arasýnda kesin bir ayrýmýn aldatmaca olduðu görülür." (Irkçýlýk ve Milliyetçilik Stefan Berger, sy. 21, Sosyalizmin Sorunlarý kitap Dizisi: 2) Tarih içinde sol her seferinde bu deneylerden politik ve ahlaksal yaralar alarak çýktý. Þimdi bugüne gelelim. Kritik süreçlerde TKP yurtseverliði ne yapýyor? Örneðin 2005 Newroz'unda yaþanan bayrak provakasyonu sonrasýnda, þovenist histerinin harekete geçirilmesiyle baþlayan linç giriþimleri sonrasýnda ne yaptý? "Bayraðýn hepimizin bayraðý olduðu, bayraða saygýlý olduklarý" yönünde açýklamalar yaptý. Ayný 2. Enternasyonal Partilerinin birçoðunun yurtseverlik deneyinden aldýklarý politik ve

75


Kurtuluþ

ahlaksal yaralar gibi yaralar aldý. Ama ne gam! TKP, milliyetçilik ve ulusalcýlýkla, yurtseverliðin farkýný izah ederken, Kautsky'nin düþtüðü rahatsýlýða düþüyor, ama bu rahatsýzlýk onun Kürt sorunu dolayýmýyla ulusalcýlýkla ve üstü örtülü olarak milliyetçilikle buluþmasýný engellemiyor. Ulusal sol kulvara "yurtsever cephe"siyle giriþ yaparken, sosyalizme ve enternasyonalizme ahlaksal ve politik yaralar aldýrmaya devam ediyor.

devrimci hareketlerinin yürüttüðü antiemperyalist mücadeleyi kendilerine esin kaynaðý olarak gören bizim ulusal solcularýmýz, biçimi öne çýkararak özü göz ardý ediyorlar. Latin Amerika'nýn tüm ülkeleri, ABD emperyalizminin yeni sömürgeleridir. ABD emperyalizmi, kendisine baðýmlý hale getirdiði bütün ülkelerde olduðu gibi, yeni sömürgecilik yöntemleriyle Latin Amerika ülkelerinde de artýk bir iç olgudur. Bu ülkeler adeta "ABD'nin arka bahçeleri" gibidirler. Latin Amerika solu birincisi; ABD emperyalizmine karþý mücadeleyi oligarþilere karþý mücadeleden koparmadan antioligarþik, anti-emperyalist bir mücadele yürütmektedirler. Ýkincisi; Latin Amerika ülkeleri Türkiye gibi sömürgesi olan ülkeler deðildirler. Üçüncüsü; Latin Amerika'da solun her rengi, azýnlýklar ve yerli halklarýn haklarýný, yalnýzca söylemde deðil, pratikte de, savunarak þekillenmiþtir. Dördüncüsü; Latin Amerika solunda milliyetçilik baskýn unsur olmadýðý gibi, demokrasi sola içselleþmiþ kültürel bir olgudur. Ve o nedenle enternasyonalizm, Latin Amerika solunda baþattýr. Öylesine baþattýr ki, bir ülkenin diðer ülkeler üzerinde daha hegomonik konuma yükseltilmesi ve bu anlamda "güçlü ülke" haline gelerek imtiyaz elde etmesi düþüncesi, Latin Amerika solunun oldukça uzak durduðu bir düþüncedir. Tersi, Latin Amerika solu, ilk elde edilebilir ideal olarak Kýtasal Enternasyonalizmi hedefleyen bir mücadele yürütmektedir. "Marksist tahlilin tarihsellik atfettiði muhayyel ulusa tanýnan rolün ve ilerici olarak nitelenen ulusal duygunun tarih içinde varacaðý nokta neresidir? Ulusal duygularý yedeðine almýþ ulusal çýkarlarýn çatýþtýðý bir noktaya" gelindiðinde sosyalizmin idealleri ne olacaktýr? Türkiye Sosyalist Hareketinin ulusal solcu kanadýnýn pratiði sosyalist ideallerin çokdan uðruna mücadele edilen idealler olmaktan çýkýldýðýnýn pratiðidir. "Milliyetçi ideolojiye karþý olmasýna raðmen, Marksizm ezenlerin milliyetçiliði ve ezilenlerin milliyetçiliði arasýnda açýkça bir ayrým yapmak zorundadýr. Sonuç itibariyle, ideolojileri (yahut yöneticilerinin ideolojileri) milliyetçi bile olsa ezilen uluslarýn kurtuluþ için yahut kendi kaderini tayin hakký için verdikleri mücadeleyi desteklemelidir. (.....) Bunun sebebi, yalnýzca, sosyalistlerin bütün baský biçimlerinin

Sonuç olarak; Sosyalist hareketle milliyetçiliðin iliþkisi, iþçi sýnýfýnýn enternasyonal hareketi olarak tarih sahnesine çýkan sosyalizmi, milliyetçilik lekesi ile kirleterek, mecrasýndan saptýrmýþ ve sosyalizmin, milliyetçiliðin yadsýnmasý üzerinden pratikleþtirdiði enternasyonalizmi, milliyetçiliðin kör kuyularýnda iþlevsiz bir söylem haline getirmiþtir. Sömüren ve sömürülenin, ezen ve ezilenin olmadýðý bir dünya mücadelesi ve ideallerinin yerine ikame edilen, "güçlü Türkiyeci", "ulusal çýkarcý", yayýlmacý, egosantrik, otarþist ulusal solculuk, Türkiye Sosyalist Hareketinin sosyal þovenlikle malul tarihini milliyetçilik zemininde derinleþtirerek sosyalizm adýna politik ve ahlaksal olarak utanýlacak bir miras ortaya çýkarmýþtýr. Sosyalist Hareket içerisindeki yarýlma, ulusal solculuðun deðiþik versiyonlarýný üretmeye devam ederken, devlet, militarizm ve sistem karþýsýnda devrimci duruþlarýný muhafaza ederek, egemen Türk Milliyetçiliði ile mesafelerini koruyanlarýn, yarýlmayý derinleþtiren dünya, bölge ve ülke nesnelliði karþýsýnda, ulusalcý sol pradigmanýn kulvarlarýnda kalarak devrimci duruþlarýný muhafazalarý ve milliyetçilikle mesafelerini korumalarý daha ne kadar mümkündür? Dün "enternasyonalizm bayraðýný çok yüksekte tutmak gerektiðini" söyleyenlerin, bugün hergün kürtlere küfredilen ulusalcý televizyon kanallarýnda program yapmalarý, bu programda deðiþik faþist simalarýn faþist hareketi aklamalarýna olanak tanýmalarý ve ulusalcýlýk zemininde faþist demogoglarla birlikte ayný derginin yazar kadrolarýnda yer almalarý, ulusalcý pradigma içinde kalarak bu mesafenin korunmasýnýn ve devrimci duruþunun muhafazasýnýn oldukça zor olduðunu gösteriyor. Latin Amerika'daki solculuðun ulusal motifli

76


Kurtuluþ

(ulusal, ýrksal, cinsel ya da sýnýfsal) karþý olmasý deðildir. Ulusal haklar ve enternasyonalizm arasýnda diyalektik bir iliþkide vardýr. Sosyalist Enternasyonalizm, iþçi hareketi tüm uluslarýn eþit haklara sahip olduðunu kabul etmeden geliþemez".( M. Löwy, Ulusal Sorun, Enternasyanalim ve Küreselleþme, sy. 66-67, Yazýn Yayýncýlýk) Bizim ulusal solcularýmýz ise, milliyetçilikler arasýndaki ayrýmý, kah iki milliyetçilik türünü eþitleyerek, kah ezen ulus milliyetçiliði lehine tutum alarak hareket etmektedirler. Ulusal solun ekstrem versiyonlarýnýn faþist hareketle girdikleri diyalogun ve oluþturduklarý ittifakýn tarihsel kökleri, sosyalist hareketle milliyetçiliðin iliþkisine ve beslendikleri Kemalist milliyetçi damarýn, baþlangýcýndan itibaren faþist ideoloji ile kurduðu rezonansa dayanmaktadýr. "1930'da Türk Ocaklarý Merkez binasý açýlýrken verdiði söylevde Türk Ocaklarý Baþkaný Hamdullah Suphi Tanrýöver'in 'TBMM Reisi, vekiller, mebuslar, bütün süfara (büyükelçiler) ve sefaretler erkaný önünde' Türk devrimi ile faþizmin ne kadar benzeþtiðini uzun uzun anlatmasýnda ..... ya da rejimin önde gelen ideologlarýndan Mahmut Esat Bozkurt, Yunus Nadi gibilerin faþizmi ve Nasyonal Sosyalizmi açýk açýk övüp Kemalist rejimle pek çok ortak

yanlarý bulunduðunu gururla ilan etmelerine .... ya da nihayet, rejimin önemli gazetecilerinden Falih Rýfký, bir heyetle 50. yaþýný kutlamak için Hitler'i resmen ziyaret ettiðinde herhalde iltifat etmek amacýyla, Alman Führeri'nin Mustafa Kemal için 'ilk talebesi Mussolini, ikinci talebesi benim' demiþ olduðunu övünerek aktarmasýna" (Seyfi Öngider, Kuruluþ ve Kurucu, Sy. 283, Aykýrý Yayýnlarý) bakýlýnca, Kemalist damardan beslenen bugünkü ulusal solcularýn faþist hareketle yakýnlaþmasý daha kolay anlaþýlýr. Sosyalist hareketteki yarýlma giderek derinleþmektedir. Bu yarýlmanýn bir tarafýný oluþturan ulusal solcular, sosyalist ideallere politik ve ahlaksal yaralar aldýrarak, sosyalist harekette yarattýklarý tahribatla, bir yandan sosyalizmin toplum nezdinde etkisizleþmesinin zeminini güçlendirirken, diðer yandan faþist hareketle girdikleri iliþki nedeniyle milliyetçiliðin ve ýrkçýlýðýn asli sahiplerine kan taþýmaktadýrlar. Ulusal sol milliyetçiliðe karþý ideolojik mücadele yürütülmeden ve sosyalizmle alakasýz bu sol tandanslý milliyetçilik geriletilmeden, sosyalizmin enternasyonalist seçeneðini bu coðrafyada politik bir güç haline getirmek olanaksýzdýr.

* * *

77


Kurtuluþ

Neo-Liberalizm ve Kültürel Sonuçlarý "Þeytanýn en büyük baþarýsý bizi varolmadýðýna inandýrmasýdýr." (Kayser Soze) 1.Neoliberalizm Nedir? eoliberalizm, içinde bulunduðumuz dönemde uluslararasý mali sermayenin ekonomi politikasýdýr. Bu politika, kriz koþullarýnda kapitalist birikimi ve geniþletilmiþ yeniden üretim sürecini güvence altýna almaya yöneliktir. Yani, neoliberalizm politikalarý mali sermayenin amaç ve ihtiyaçlarý doðrultusunda yürütülmektedir. Ayný zamanda uluslararasý planda hýzla büyüyen sermayenin kullanýlacaðý daha büyük ekonomik alanlar arayýþýnda kendini ifade eden bu durum, tekelci sermayenin sömürü oranýný artýrmak ve iþgücünün deðerini düþürmek için iþçi sýnýfýna karþý büyük bir saldýrý anlamýna gelmektedir. Neoliberal perspektif, ekonomik sorunlarla da sýnýrlý deðildir. Ekonomik olan sorunlar yanýnda sosyal, politik ve kültürel sorunlarý da içine alan kategoriler ve konseptlerle de baðlantýlýdýr. Bu perspektif, bir dönüþüm sürecinin parçasý olarak ekonomik gerçekliði etkilemek için ekonomiye müdahaleden çok, sermayenin ihtiyaçlarýnýn bir

N

Þaban Ýba 78


Kurtuluþ

ifadesi olarak mali sermayenin birikimini ve güçlenmesini güvenceye alma isteðinden kaynaklanmaktadýr. Neoliberal politikalar, üretici faaliyeti ve toplumsal ürünün gerçekleþmesinin koþullarýný ulusal ve uluslararasý ölçekte önemli ölçüde etkileyerek, dünya çapýnda ekonomilerin globalleþmesini derinleþtirmektedir. Globalleþme, mali sermayenin saldýrýlarýnýn bir parçasý olup, sýnai kalkýnma derecesine, sanayideki iþbölümünde oynadýklarý role ve pazarlarýnýn büyüklüðüne göre her bir ülkede özgül özelliklerle ortaya çýkmaktadýr. Globalleþe, ayný zamanda kültürel süreçlerde deðiþiklikleri de içermektedir. Neoliberalizm, üretim alanýnda globalleþmenin koþullarýný yaratan, teþvik eden ve kolaylaþtýran bir faktör haline gelmektedir. Neoliberalizm, iþgücünün fiyatýný ucuzlatma ve kapitalist yatýrýma açýk ekonomik alanlarý geniþletme peþinde koþan bir politikadýr. Bu þekilde, neoliberalizm ve globalleþme, ayný niyetin ve ayný çýkarlarýn bir parçasýný oluþturmaktadýr. Neoliberalizm, tekellere azami kârý elde etmeyi olanaklý kýlan eðilimleri geliþtirmeye çalýþmaktadýr. Neoliberalizm ayný þekilde, çalýþma koþullarýný yeniden düzenleyen ve esnekleþtiren bir politikayý teþvik etmeye devam ediyor. Dünya ölçeðinde çalýþma yasalarýnda iþçilerin; toplusözleþme, grev hakký, sendikal örgütlenme hakký vb. haklarýnýn tasfiye edilmesini öngörüyor. Neoliberalizmi iktisat diliyle ifade etmek gerekirse, pazarýn önemli sosyal ve siyasal deðiþimleri yapma serbestisine kavuþturulmasý, devletin ekonomideki rolünün azaltmasý, tekellere tam bir özgürlük verilmesi, sendikalarýn dizginlenmesi ve sosyal güvenlik haklarýnýn iyice budanmasý vb. þeklindeki düzenlemeler olarak özetlenebilir. Bu baðlamda, burjuva ekonomi politiðinin ana akýmýndan biri olan neoliberalizm, devletin ekonomik, sosyal, kültürel, dinsel vb. süreçlere müdahale etmesine veya bu süreçlerde yön vermesine karþý çýkan bir görüþtür. Serbest piyasada oluþan arz ve talep mekanizmasýnýn iktisadi ve sosyal acýdan en yararlý sonuçlar yaratacaðýn öne süren neoliberalizm, "býrakýnýz yapsýnlar, býrakýnýz geçsinler" þeklinde ifade edilen

Liberalizmin günün koþullarýn göre yeniden uyarlanmasýdýr. Kamu otoritesinin sosyal ve kültürel hayatta en aza indirilmesini savunan bu anlayýþ, "en iyi hükümet, en az hükmeden hükümettir" sloganýyla hareket eder. Böylelikle iktisadi bakýmdan her þeye egemen olan tekelci sermaye, ayný þekilde siyasal alanda da egemen olduðu bir sistemi savunur. Neoliberalizm pratik hayatta, birbirinden ayrýlmamasý gereken iki temel sektörü, ekonomiyle politikayý birbirinden ayýrmaya çalýþýr. Bu nedenle sorunu iyice çarpýtarak, "ekonomik liberalizm" ve "siyasal liberalizm" ayrýmlarý yapar. a)Neoliberalizmin Kýsa Tarihi Neoliberalizmin temel hareket noktasý, serbest pazar mekanizmasýnýn her þeyi belirlemesi gerektiðidir. Buna göre ekonominin kendi iliþki ve iþleyiþ kurallarýnýn toplumsal hayatýn bütün alanlarýnda geçerli olmasý ve böylelikle insanlarýn kaderinin iktisadi kurallara göre belirlenmesidir. Bu anlayýþ, kapitalizmi yeni bunalýmlardan korumak ve kendi vahþi geliþimini sürdürmek için mevcut "toplumun yýkýmýný" göze alan çabalarý da içermektedir. Chicago Üniversitesi'nde ekonomist-felsefeci Friedrich von Hayek'in ve Milton Friedman gibi öðrencilerinin nüvesini oluþturduklarý küçük bir gruptan yola çýkan neoliberaller, geçen yüzyýlýn son çeyreðinde(70'li yýllarýn sonunda) yeni bir atýlým yaptýlar. Görünürde hiçbir etkinliði olmayan bu grubun oluþturduðu dogmatik doktrin, onlarý parasal olarak destekleyenler(vakýflar, enstitüler, araþtýrma merkezleri, yayýnlar, öðretim üyeleri, yazarlar ve halkla iliþkiler aðý vb.) tarafýndan ABD ve Ýngiltere'de geliþtirilerek bütün dünyaya yayýldý. Küresel direniþin sözcülerinden muhalif iktisatçý, "Neoliberalizmin Tarihi" adlý makalesinde ekonomist Susan George bu durumu þöyle açýklamaktadýr: "Bu son derece etkin ideolojik kadroyu oluþturmalarýnýn nedeni, Ýtalyan Marksist düþünür Antonio Gramsci'nin kültürel egemenlik kavramýný geliþtirirken neyi amaçladýðýný çok iyi anlamýþ olmalarýydý. Eðer insanlarýn beyinlerini zaptedebilirseniz, yürekleri ve elleri nasýl olsa arkadan gelecektir"1 Bu yeni süreç, Margaret Thatcher'in iktidara gelip, Ýngiltere'de "Neoliberal devrimi" baþlattýðý 1979 yýlýna denk geliyordu. Friedrich von

79


Kurtuluþ

Hayek'in öðrencisi olmanýn yaný sýra sosyal Darwinist olan Thatcher, tavizsiz tutumuyla bu yeni iktisadi programýný savunurken sýkça tekrarladýðý "Baþka seçenek yok" sloganýyla meþhur olmuþtu. Rekabet, Thatcher'ýn aðzýndan düþürmediði ve ayný zamanda neoliberalizmin merkezindeki ekonomik kavramdý. Thatcher'in aðzýndan uluslar, bölgeler, firmalar ve elbette kiþiler arasýndaki rekabetti. Thatcher bir konuþmasýnda, "Eþitsizliklerle övünmek, yeteneklerin ve becerilerin eþitsiz daðýný görerek verilen firelerin hepimizin çýkarýna olduðunu vurgulamak baþlýca görevimizdir" demiþti. Thatcher'ýn bununla anlatmak istediði, rekabetçi mücadelede saf dýþý kalanlar için üzülmemek gerektiðiydi: Yani programýn uygulanmasý için gerekli olan kayýplar(iflaslar, küçük þirketlerin batmasý, büyüklerin ayakta kalmasý, tekelleþmenin yoðunlaþmasý vb.) ile topluma dayatýlan baskýcý uygulamalar sistemin yaþamasý için gerekliydi. Sistemin yaþamasýndan çýkarý olan herkes, ki bu bir avuç tekel de olsa uygulamalarýn sonuçlarýna rýza göstermeliydi. Nitekim de öyle oldu. "Demir Leydi" olarak siyasal tarihe geçen Thatcher, þimdi unutuldu ama, neoliberalizm, "ruhban sýnýfýna, yasa koyucu kurumlarýna, hatta belki hepsinden de önemlisi, günahkâr kullarý cezalandýracak cehennemi bile olan bir dünya dinine dönüþmüþtü".2 Neoliberalizmin temel deðeri olan rekabetin bir diðer dayatmasý da, kâr yarýþýna katýlýmýn ya da pazar paylaþýmýnýn temel yasalarýna uyum saðlayamadýðý için kamu sektörünün kesin biçimde küçültülmesidir. Bu nedenle özelleþtirme neoliberalizmin baþlýca uygulamalarýndan biri olmuþtur. Bu ekonomik eðilimin temeli Ýngiltere'de atýlmýþ ve dünyaya da buradan yayýlmýþtýr. Kamuya iliþkin her þeyi gözü kapalý "verimsiz" ilan etme alýþkanlýðýnda olan neoliberalizm, neredeyse tüm iktisatçýlarýn "doðal tekel" olarak adlandýrdýklarý hizmetleri kapsayan sektörleri özelleþtirmeyle iþe baþlamýþtý. Bu nedenle, 1980'lerin ortalarýna kadar Avrupa'nýn kapitalist ülkelerinin hemen hemen tümünde izlenen yol; posta, telekomünikasyon, elektrik, gaz, demiryolu, metro, hava taþýmacýlýðý ve su, çöp toplama gibi diðer bazý hizmetlerin özel tekellere teslim edilmesi þeklinde olmuþtur. Özelleþtirmenin temel hareket noktasý,

ekonomik verimlilik saðlamak ve tüketiciye daha iyi hizmet deðildi. Tek amaç, kaynaklarý sosyal eþitsizlikleri ortadan kaldýrmak için kullanabilecek olan birikmiþ olan serveti kamudan alýp özel sektöre aktarmaktý. Ýngiltere'de baþlayan bu uygulama dünyanýn her tarafýnda ayný mekanizmalar eliyle yürütüldü ve bu ideoloji iktisatçýlar eliyle tek çýkýþ gibi yansýtýldý. Margaret Thatcher'ýn her derde deva gördüðü özelleþtirmenin bir yan çýktýsý da, sendikalarýn gücünü kýrmasýna yaramasýydý. Thatcher'ýn en örgütlü alan olduklarý kamu kesimini çökerterek, sendikalarýn belini bükmüþtü. Neoliberalizmin bir diðer yapýsal sonucu da, sermayenin ödüllendirilerek emeðin cezalandýrýlmasý ve servetin toplumun tabanýndan tavanýna aktarýlmasý olmuþtur. Çünkü neoliberal uygulamalardan gelir daðýlýmý tablosunun tepesinde yer alan yüzde yirmi kazançlý çýkmýþ, tabandaki yüzde seksenin içinde yer alanlar yýkýma uðramýþtý. Bu süreçte ABD baþkaný Ronald Reagan'ýn çabalarýný da unutmamak gerek. Reagan'ýn neoliberal doktrininin ve politikalarýnýn 1977 ile 1988 arasýnda Amerikan gelir daðýlýmýný nasýl deðiþtirdiði bilinmektedir. Amerikan politikasýnda hâlâ önemli bir rol oynayan, ABD'nin bu politikalarý, Reagan yönetiminin baþlýca kýlavuzu olan muhafazakar Heritage Vakfý tarafýndan önerilmiþ ve desteklenmiþti. Amerika, eþitsizliðin en fazla olduðu toplumlardan biri olma özelliðini korumakla birlikte, son 20 yýldan bu yana uygulanan neoliberal politikalar sonucu eþitsizlik tüm ülkede ciddi biçimde artmýþtýr. Yani zengin ve yoksullar arasýndaki uçurum olaðanüstü düzeyde açýlmýþtýr. Uluslararasý düzeyde ise neoliberallerin tüm güçlerini sevkettikleri ve yönlendirdikleri belli baþlý alanlar þunlardýr: a)Mal ve hizmetlerin serbest dolaþýmý, b)Sermayenin serbest dolaþýmý, c)Yatýrým serbestisi. Bu yeni iktisadi kurallar küreselleþme adýna bütün kapitalist dünyaya dayatýldýðýnda devreye kapitalist emperyalist sistemin uluslar arasý örgütleri(IMF, DB, DTÖ, MAI) devreye girmiþtir. Bu süreçte IMF inanýlmaz þekilde güçlenmiþtir. Çünkü, "Yapýsal Uyum Programlarý" adý altýnda baðýmlý ülkelere uygu-

80


Kurtuluþ

lanan politikalar, neoliberalizmin makyajlý halinden baþka bir þey deðildir. 1995 Ocak ayýnda Dünya Ticaret Örgütü kurulmuþ ve ardýn da neoliberal kurallarýn uluslararasý alanda kesin hükümranlýðý anlamýna gelen Çok Taraflý Yatýrým Antlaþmasý(MAI) ortaya çýkmýþtýr. Bu emperyal kurumlarýn hepsinin ortak paydasý, kapitalist emperyalist sistemin uluslar arasý çýkarlarýný koruyan "üst kurullar" olmasýna karþýn ilgili ülkelere bir kurtarýcý gibi girmesidir. Þeffaflýktan yoksun ve anti-demokratik kuruluþlar olan bu örgütlerin yönetimine egemen olanlar basta ABD olmak üzere, diðer az sayýdaki emperyalist ülkedir. Neoliberalist uygulamalar otoriter ve merkeziyetçi siyasal sistemleri gerekli kýldýðý için, sýnýrlarý egemenlerin çýkarlarý tarafýndan belirlenmiþ de olsa, genel olarak demokrasiyi ayak baðý olarak görmüþ ve siyasetin temel doðasýný da deðiþtirmiþtir. Bu baðlamda eskiden burjuva demokratik ülkelerde "siyasetin esas ilgi alaný kimin kime hükmettiði ve kimin pastadan ne kadar pay aldýðý iken", bu aþamada siyasetin odaðýndaki soru, artýk "Kimin yaþamaya hakký vardýr, kimin yoktur?"3 haline gelmiþtir.

iþten atýlmasý vb. uygulamalardýr. IMF ve DB'nin hayata geçirmeye çalýþtýðý YUP'lar, ekonomik hayatýn tek yasasý olarak "serbest" pazarýn hükmetmesi, toplumsal ve ekonomik geliþme sürecinde devletin rolünün inkarý, kamu hizmetlerinin daðýtýlmasý ve sosyal güvenliðin kaldýrýlmasý gibi emperyalistlerin isteklerini gerçekleþtiriyor. IMF ve DB'nin uzman bilirkiþileri tarafýndan hazýrlanan ve sýký bir þekilde denetlenerek her aþamasý borç ödeme performans kriterlerine baðlanan YUP'nýn (þu anda Türkiye'deki uygulamalarý da somut olarak hatýrlamakta yarar var) her ülke için yansýmalarý için de özetle þunlara söylenebilir: 1)Devletin ekonomik faaliyete karýþmamasý, hizmetler, ticaret ve üretim faaliyetlerinden sýyrýlmasý; bu amaçla devletin elinde tuttuðu ticari ve sanayi kamu kuruluþlarýnýn, banka ve sigortalarýn özelleþtirilmesi; 2)Kamu sektöründeki su, elektrik, telefon, gaz vb. alanlara yapýlan devlet sübvansiyonlarýnýn kaldýrýlmasý; 3)Üreticiler için belirlenen taban fiyatlarýnýn düþürülmesi, en çok tüketilen ürünlerin fiyatlarýnýn stabilize edilmesi, böylece bu ürünleri üreten kesimlerin yýkýma uðramasý; 4)Kamu ve özel sektörde çalýþan emekçilerin ücretlerinin düþük tutulmasý, sendikal haklarýn ve örgütlenmelerin sýnýrlanmasý vb. Bireyciliði temel alan liberalizmi, özel mülkiyeti ve daha güçlü olaný savunan bir ideolojik perspektife göre gerçekleþtirilmektedir. YUP'ler toplumsal bir sistem olan kapitalizmi savunmak ve sürekliliði için yeni olanaklar yaratma anlamýna gelmektedir. Bu bakýmdan YUP'ler, uluslararasý tekelci sermayenin dünya kapitalist sistemi krizden çýkarmak için kullandýðý araçlardan biri ve en önemlisidir. Uluslararasý büyük finans kuruluþlarý IMF ve DB'ye göre bu programlar borç ödeme balansýný ayarlamayý, bunun için üretici aygýtlarýn iyi bir þekilde kullanýlmasýný ve ekonomik entegrasyonu hedefliyor. YUP dikkatlice incelendiðinde, öncelikli amacýnýn dýþ borçlarýn ödenmesi olduðu anlaþýlacaktýr. "Önlemler listesi", birikmiþ dýþ borçlarýn temizlenmesi için kýsa bir süreyi dayatýyor ve yeni kredi talep etmek için de yeni ve daha aðýr koþullarýn yerine getirilmesini zorunlu kýlýyor. YUP'ler, ilgili ülkede tabandan üstyapýya kadar tüm sektörlerde deðiþim ve dönüþümleri

b)Yapýsal Uyum Programlarý Güney Amerika'dan Uzak Doðu'ya, eski Doðu Avrupa ülkelerinden Türkiye'ye kadar dünyanýn her yerinde "ekonomik yardým ve özel olarak da Yapýsal Uyum Programý(YUP) olarak IMF ve DB tarafýndan dayatýlan neoliberal politikalardýr. Ýlgili ülkelere "borç verme ve borçlarýn geri dönüþümü kriterleri" olarak dayatýlan Yapýsal Uyum Programlarý her ülkenin özgün koþullarýna göre uygulanmakla birlikte, YUP'un amacý her yerde aynýdýr. Uluslar arasý tekelci sermayenin ihtiyaçlarýna göre yapýlan bu uygulamalar iki noktada özetlemek mümkündür: 1)YUP, tekelci burjuvazinin krizden çýkmasýna yardýmcý olmayý, kapitalist ekonomik temeli saðlamlaþtýrmayý, özel sektöre çeþitli yardýmlarý, vahþi özelleþtirmeleri, serbest fiyatlarý vb. öngörüyor. 2)Global talep üzerine etkili olan önlemlerin seçiminde söz konusu olan, krizi emekçilere ödettirmektir; ücretlerin kýsýtlanmasý, kamu sektöründeki iþçi sayýsýnýn düþürülmesi, iþyerlerinin yeniden yapýlandýrýlmasý, emekçilerin 81


Kurtuluþ

zorluyor. Söz konusu olan, ultra-liberal bir toplum yaratmak için gerekli olan ekonomik, politik ve sosyal deðiþiklikleri amaçlýyor. Bu nedenle özelleþtirmeler bu dönüþümün esas motorunu teþkil ediyor. Dolayýsýyla bütün ticari ve sanayi sektöründeki kamu ve yarý-özel þirketler özelleþtirmeye açýlýyor. Ultra-liberallere göre devletin bir rolü varsa o da sadece "özel mülkiyeti korumak" olmalýdýr, anlayýþýný savunuyor. Uzun yýllardan beri Türkiye'de uygulanan yapýsal uyum programlarýný bu baðlamda ele almak gerekir. Ayrýca, Türkiye'deki yapýsal uyum programlarýnýn iki farklý perspektifle ve iki emperyalist blok tarafýndan dayatýldýðý da unutulmamalýdýr. Burada iki tür þablon veya reçete söz konusudur. Bunlardan biri esas olarak ABD'nin ekonomik ve politik stratejilerini uygulayan IMF ve DB'nin reçeteleridir. Ýkincisi de Avrupa Birliði'nin üyelik için dayattýðý Ulusal Uyum Programý'dýr. Bu durumun Türkiye'de yarattýðý ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel vb. çok yönlü etkiler, baþka bir ifadeyle bu dayatmalara göre yapýlan yeniden yapýlanma projelerinin toplumsal deðiþim ve dönüþüme etkisi ayrýca üzerinde durulmaya deðer olgulardýr.

bir olgu olarak incelenmiþtir. Ancak, Marksistlerin emperyalizmi ayný zamanda kültürel bir olgu olarak da görmesi fikri, 1980'lerden sonra herkes tarafýndan kabul edilmeye, yani kültürel bir emperyalizm eksenli tahlillere aðýrlýk verilmiþtir. Hobsbawm'ýn belirttiði gibi "Ýmparatorluk Çaðý yalnýz ekonomik ve siyasal deðil, ayný zaman da kültürel bir görüngü" olarak ele alýnmaya baþlanmýþtýr. Artýk, emperyalizmi açýklarken kültürel ve sosyal öðeleri kullanmamýz gerekmektedir. Kuþkusuz emperyalizmin ayný zamanda kültürel bir öðe olduðunu söylemek, askerî, siyasî ve ekonomik faktörleri göz ardý etmek deðildir. Sokaktan iþgalci bir asker geçerken bunun emperyalizm olduðunu artýk emperyalizme karþý çýksýn veya çýkmasýn herkes söyleyebiliyor. Fakat, günlük hayatýn her aþamasýnda karþý karþýya kalýnan yüzlerce emperyalist kültürel öðe karþýsýnda ayýrt edici bir tutum sahibi olmak belirli bir kültürel bilinci gerekli kýlmaktadýr. Bu baðlamda, anti-emperyalist düþüncenin içine emperyalist kültürün reddi de girmelidir. Emperyalizm, coþturucu sloganlar, savaþ sembolleri, üstün askerî, ekonomik, siyasî veya kültürel güç tarafýndan kurulur ve kendini yeniden üretir. Bu nedenle emperyalizm genellikle farklý kültürlerin çarpýþmasýný ve onlarýn aralarýndaki adaletsiz deðiþimi takip eden bir iliþkiyi anlatmaktadýr. Emperyalizm "ötekinin" baðýmsýz siyasal, hukuksal, ekonomik varoluþ hakkýnýn ortadan kaldýrýlmasýna dayanýr. Sonuçta emperyalist güçler abluka altýna aldýklarý toplumlar üzerinde her türlü tasarruf hakkýný kendi ellerine geçirmiþ olurlar. Hakimiyetlerini sürdürebilmek ve daha uzun süreli kalýcý olabilmek için de, ilgili ülkede kendi prototipini yaratmayý amaçlarlar. Yani, bu ülkeyi kendilerine benzetmek için bütün kendi deðerlerini çeþitli baský, terör ve sömürü mekanizmalarýyla hayata geçirmeye çalýþýrlar. Bu uygulamalar da bize, Ýngiliz, Fransýz, Amerikan vb. emperyalistlerinin aralarýndaki biçimsel farklýlýklarý anlamýmýza yarayacak olan bilgiler sunar. "Küreselleþme sermayenin global serüvenidir ve bu serüvenin iletiþimi ise sermayenin kendi satýþýdýr. Bu satýþ sadece sermayenin deðil

3.Emperyalizm ve Küresel Kültür Hýristiyan Batý kültürünün diðer kültürler üzerinde kurduðu egemenliðin çoðu kez emperyalist iþgal ve sömürüye dayalý dýþsal baskýyla saðlandýðýný kabul etme eðilimi yaygýndýr. Kuþkusuz emperyalizmin baský, terör ve sömürüye dayalý çok yönlü baðýmlýlýk iliþkileri daha kolay anlaþýlabilir olgulardýr. Sözgelimi, caddelerinde iþgalci askerlerin dolaþtýðý bir ülkede insanlar bunun emperyalizm olduðunu bilir ve ona göre tavýr alýr. Ancak, bir emperyalist hakimiyet iliþki ve iþleyiþi, batýlýlaþma süreciyle birlikte ve emperyalizmin devamý olarak ele alýndýðýnda, sorun daha karmaþýk gibi görünür. Burada söz konusu olan emperyalist iliþkinin yarattýðý hakimiyet ve baðýmlýlýk iliþkilerinin dýþsal bir baský olmaksýzýn içsel mekanizmalar aracýðýyla saðlanmasýdýr. Öte yandan emperyalizm sadece Marksistler tarafýndan deðil, birçok siyasal ve sosyal bilimci tarafýndan da uzunca süre ekonomik ve siyasî

82


Kurtuluþ

bütün insanlýðýn çýkarýna ve iyiliðine olduðu görünümündedir. Bu görünümde, globalleþen üretim, daðýtým ve tüketim pazarýyla birlikte insanlar global bir dünyanýn özgürlük ve demokratik katýlma peþindeki mutlu bir üyesi olarak sunulmaktadýr."4 Ancak gerçek durumun hiçte böyle olmadýðý artýk herkes tarafýndan bilinmektedir. Burada þöyle bir soru sorulmalýdýr: emperyalizmin yeni döneminde küresel bazda ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel iliþkiler nasýl sürmekte ve bunlar insanlarýn hayatýný nasýl etkilemektedir? Ayný zamanda küreselleþmenin bir ifadesi olarak da ele alýnabilecek olan bu çok yönlü egemenlik ve baðýmlýlýk iliþkileri, reel bir mantýkla þöyle iþlemektedir: "Bütün dünya bir pazar ve bütün dünya insanlarý da müþteri" gibi düþünülmekte, dahasý müþteri profilleri birbirine benzeþtirilerek bir uluslar arasý standartizasyon oluþturulmaktadýr. Bu amaçla, üretim maliyetleri düþürülerek kar marjlarý olaðanüstü düzeylere çýkarýlmakta; ve böylelikle zengin ülkelerin daha zengin, yoksul ülkelerin daha yoksul olduðu, "yeni bir dünya düzeni" kurulmaya çalýþýlmaktadýr. Bu konuda ortaya konulan bütün göstergeler Türkiye ve benzeri ülkelerde "Batý türü tüketici kültürünün" ve bunun bir yansýmasý olan "Batý tipi yaþam" tarzýnýn egemen kýlýnmasýndan baþka bir þey deðildir. Türkiye'de 1980'li yýllarla birlikte, yediðimiz, içtiðimiz, giydiðimiz, seyrettiðimiz, okuduðumuz vb. her þeyin yerli olmaktan çýkmasý, batý kültürünün ve yaþam tarzýnýn her yerde egemen olmaya baþlamasý bunun somut bir göstergesidir. Bu süreçte toplumsal baðlar gevþemekte, yabancýlaþmayla birlikte birey yalnýzlaþmak ve yeni arayýþlara yönelmektedir. Özellikle sömürülen ve ezilenlerin köktendinci akýmlar aracýlýðýyla yeni bir kimlik arayýþýna yönelmesinde, emperyalistlerin bu yönde teþvik ve telkinleri etkili olmaktadýr. Küreselleþme döneminin "kültür ve savaþ" boyutunu irdeleyen J.Petras, günümüzün büyük sorunun emperyalist savaþ olduðunu vurguladýktan sonra, vahþi egemenliðe dayalý "emperyal militarizm kültürünün" ABD'nin muazzam propaganda makinasý tarafýndan bütün dünyaya yayýldýðýný; bu propagandanýn baský, terör ve soykýrým boyutuyla Nazilerle benzerlik gösterdiðini vurgulamaktadýr. Petras,

bu baðlamda ABD propagandasýnýn asýl amacýnýn emperyalist savaþýn meþrulaþtýrýlmasý, muhaliflerin yansýzlaþtýrýlmasý ve kararsýzlarýn kazanýlmasý yönünde küresel bir çabaya dönüþtüðünü belirtmektedir. Petras'a göre, emperyal güç sömürgeci fethi gerçekleþtirmek için kültürel-ideolojik hegemonyaya ihtiyaç duymaktadýr. Bu nedenle de, "yeni liberal politikalar" emperyalizm yanlýsý politikacý, entelektüel ve ekonomistler grubunun çekirdeðini yaratmýþtýr.5 J.Petras, "Emperyalizm, sadece bir ekonomik ve askeri kontrol sistemi ve sömürü sistemi olarak görülmemelidir. Kültürel hakimiyet, herhangi bir küresel sömürü sisteminin devam ettirilmesinin ayrýlmaz bir unsudur" demektedir. Petras, sömürge ve yarý baðýmlý ülkelerde uygulanan kültür emperyalizmi için de þunlarý söylemektedir: "Kültür emperyalizmi, ezilenlerin deðer, davranýþ yerleþik gelenek ve kimliklerini emperyal sýnýflarýn çýkarlarýný savunacak þekilde yeniden düzenlemek amacýyla, halk sýnýflarýnýn kültürel hayatýna sistematik nüfuz ve hakimiyeti olarak tanýmlanabilir. "6 Petras'a göre, günümüzde kültür emperyalizmi hem geleneksel hem de modern biçimlere bürünmüþtür. Geçen yüzyýlda kilise, eðitim sistemi ve kamu yetkilileri yerli halklara "ilahi veya mutlakiyetçi prensipler adýna boyun eðme ve sadakat düþüncelerini aþýlamakta" büyük rol oynamýþlardý. Ancak þimdi "geleneksel mekanizmalar" hala çalýþmakla birlikte yeni "modern araçlar", emperyal hakimiyette gittikçe merkezi bir önem kazanmaktadýr. Bugün, "kitle iletim araçlarý, halka iliþkiler kampanyalarý, reklam ve laik eðlendiriciler ve entelektüeller" daha fazla rol oynuyor. Bugün artýk çaðdaþ dünyada Hollywood, CNN ve Disneyland, Vatikan'dan, Ýncil'den veya politik önderlerin halkla iliþkiler retoriklerinden daha etkili oluyor. Petras, "Çaðdaþ Kültürel Sömürgecilik" olarak adlandýrdýðý günümüzdeki kültür emperyalizimi uygulamalarýný geçmiþten farklý olarak þu unsurlara baðlýyor: "a)Kitle iletiþim araçlarý, özellikle televizyon, evi iþgal etmiþ ve "dýþarýdan" ve "yukarýdan" olduðu kadar, "içeriden" ve "aþaðýdan" da çalýþmaktadýr. b)Çaðdaþ kültürel sömürgeciliðin kapsamý

83


Kurtuluþ

küresel, etkisi ise tektipleþtiricidir. Evrensellik kisvesine bürünmesi, emperyal iktidarýn sembol, amaç ve çýkarlarýnýn anlaþýlmasýný gizlemeye hizmet etmektedir. c)Denetimsiz sermaye altýnda, barýþ ver refah vaadi ile sefalet ve þiddetin artmasý arasýndaki uçurum nedeniyle kitle iletiþim araçlarýnýn, programlarýnda alternatif perspektifler verme olanaklarý daha da azalmýþtýr. d)Kolektif tepkileri felce uðratmak için kültürel sömürgecilik, ulusal kimlikleri yok etmeye ya da somut sosyo-ekonomik içeriklerini boþaltmaya çalýþýyor. e)Toplumlarýn dayanýþmasýný kýrmak için kültür emperyalizmi, harici sembollere uyum olarak "modernlik" kültünü teþvik ediyor.."(7)

düzene uyumlu bireyler yaratmak için "sahiplik" duygusunu ve "kendileri için" bir dünya fikrini aþýlamak" gerekmektedir. Modern insan, kendine sunulan kültürü sinemadan, radyo-TV gibi kitle iletiþim araçlarýna, kitaplara, giyim kuþamýndan kendi kalesi olan evine kadar her yerde öðrenmektedir ve bu süreçte hep "kendisi için bir düzende" yaþadýðýný düþünmektedir.8 Petras ise, kitle iletiþim araçlarý, iletiþim aðlarýný dünyanýn dört bir yanýna yaydýðý için, ABD sermayesinin zenginlik ve gücünün ana kaynaklarýndan birini oluþturmakta ve bu baðlamda Kuzey Amerikalýlarýn neredeyse beþte biri zenginliklerinin kitle iletiþim araçlarýndan elde etmektedir. "Kültürel kapitalizm" ABD'de bir zenginlik ve nüfus kaynaðý olarak imalat sanayinin yerini aldýðýný vurgulayan Petras; "kitle iletiþim araçlarý sanayi, hem ABD'nin küresel siyasal ve toplumsal kontrol sisteminin ayrýlmaz bir parçasý, hem de büyük bir süper kar kaynaðý haline gelmiþtir", demektedir. 9 Bu konuda Petras'ýn üzerinde durduðu önemli bir konuda kültür emperyalizminin uyguladýðý "dil siyaseti" dir. Petras'a göre, kültür emperyalizminin "sola karþýlýk vermek ve hegemonya kurmak için çifte bir strateji geliþtirmiþtir. Kültür emperyalizmi, "bir taraftan solun siyasal dilini bozmaya çalýþmakta, diðer taraftan ise genel kamuoyunu Batýlý güçlerce iþlenmiþ zalimliklere karþý duyarsýzlaþtýrmaktadýr. 1980'ler boyunca Batýlý kitle iþletiþim araçlarý solun temel fikirlerini sistematik olarak gasp edip içeriklerini boþaltarak gerici mesajlarla doldurmuþtur. Örneðin kitle iletiþim araçlarý, kapitalizmi restore etmeye ve eþitsizlikleri keskinleþtirmeye koyulan politikacýlarý "reformcu" veya "devrimci" olarak betimlerken, onlarýn muhaliflerin "muhafazakar" olarak damgalamýþtýr. Kültür emperyalizmi siyasal dilin anlamýný ters yüz ederek ideolojik karýþýklý ve siyasal zihin bulanýklýðýný pekiþtirmeye çalýþmýþ ve bir çok ilerici kiþi ve gruplar bu ideolojik manipülasyona kapýlmýþtýr. Sonuçta "sað" ve "sol" terimlerin herhangi bir anlam taþýmadýðýný, farklýlýklarýn önemini kaybettiðini, ideolojilerin artýk anlamýnýn kalmadýðýný savunan emperyal ideolojilerin iddialarýna karþý savunmasýz kalýnmýþtýr. Petras, "kültür emperyalizminin ikinci stratejisinin, halký duyarsýzlaþtýrmak; Batýlý devlet-

4. Küreselleþme ve Kitle Ýletiþim Araçlarýnýn Rolü Günümüzde siyasal, sosyal, kültürel vb. tüm alanlarda etkili olan küreselleþmenin izini somut bir biçimde iletiþim araçlarýnda sürebilmek mümkündür. Özellikle reel sosyalizmin yýkýlýþýndan sonra ABD'nin üstlendiði yeni liderlik rolü, Amerikan hegemonyasýnýn tüm alanlarda katlanarak yayýlmasýný saðlamýþtýr. KOÜ öðretim üyesi Nigar Pösteki, "küreselleþme özü itibari ile iletiþim araçlarý olmadan sürekliliði saðlanabilecek bir olgu deðildir. Bu anlamda 1980 sonrasýndaki küresel yayýlmalar bilginin iletiþim araçlarý üzerinden daðýtýmý sayesinde daha da kolaylaþmýþtýr. Özellikle uydu yayýncýlýðýnýn geliþmesi ile frekans ve kablo sýnýrlamalarýndan kurtulan kitle iletiþimi sayesinde dünya McLuhan'ýn o çok ünlü deyiþiyle "Global Köy"e dönüþmüþ ve de bu öngörüyü aþacak ilerlemeler kaydetmiþtir. Teknolojinin geliþmesiyle iletiþim sýnýrlarý aþýp, uluslararasý bir nitelik kazanmýþtýr. Ýletiþim araçlarý, kültürel, siyasal ve ekonomik açýdan Batý'nýn hâkimiyetini saðlama ve sürdürmede etkili bir rol üstlenmektedir. Etkili bir biçimde kullanýldýklarý zaman bu araçlarýn toplumlarý iknada, etkilemede ve harekete geçirmede rakipsiz olduklarý görülmektedir. Küreselleþme ile oluþturulan "yeni dünya kültürü" medya aracýlýðý ile topluma yayýlmaktadýr. Bu baðlamda tüm dünyayý tektipleþtirmeye çalýþan, Batý merkezli bir küreselleþme süreci yaþanmaktadýr. N.Pösteki'ye göre, "varolan sisteme ve

84


Kurtuluþ

alizm ile yeni muhafazakarlýðýn birleþik güçlerinin yükseldiði yerdir. Bu baðlamda, neoliberal ve yeni muhafazakar "reformlarýn" arkasýnda birçok konuda kontrolü kaybetme duygusu yatmaktadýr: "Ekonomik ve kiþisel güvence, çocuklara aktarýlan geleneksel deðerler, öðretiler ve otorite, ve toplum genelinde cins ve sýnýfa baðlý rol daðýlýmý"12 gibi temel sorunlar egemenlerin þimdiki gündemini belirlemektedir. Neoliberallere göre eðitim politikalarý özetle þöyle bir anlayýþa sahip olmalýdýr: "Okullar devletten ve bürokratik kontrolden alýnsýn, özelleþtirme ve piyasalaþma hýzlansýn, öðretmenler ve onlarýn birliklerinin güçleri kýrýlsýn, yeni ve giriþimci deðerlere dayanan bir halk karakteri inþa edilsin."13 Bu nedenle sürekli olarak "kamu kötü, özel sektör iyidir" propagandasý yapýlmakta ve bu politikanýn savunucularý için, "sýnýrlý bir devlet kontrolü" fikri bile "eðitim özgürlüðüne" bir tehdit olarak algýlanmaktadýr. Bu nedenle bir çok ülkede emperyalistler tarafýndan dayatýlan eðitim reformlarýnda yapýlan vurgular, eðitim ile ücretli iþ ve eðitimle piyasa arasýndaki baðlar üzerinden yapýlmaktadýr. Böylelikle reform giriþimleri esas olarak eðitim ve yeni yetiþecek kuþaklar ile "ekonominin isterlerini karþýlamak" olan kapitalist ekonominin ihtiyaçlarýyla ilgili daha geniþ bir projelerden kaynaklanmaktadýr. Öte yandan, hem neoliberallerin ve hem de yeni muhafazakarlarýn yeni eðitimin politikalarýnýn amacý, insanlarýn kendilerini bir ulusun, bir sýnýfýn, bir toplumsal grubun, bir cinsin vb. bireyleri olarak algýlamalarýný deðiþtirmeye yöneliktir. Buradaki ideolojik hedef, mevcut piyasa ekonomisini desteklemek için herkesi sadece bir birey olarak düþünmeye ve "kendi çýkarlarýný ekonomik sistemin kendisine sunduðu seçenekler içinde maksimize etmeye" çok yönlü olarak teþvik etmektir. M. Apple'e göre, neoliberalizm gerek düþünsel ve gerekse pratik uygulamalar bazýnda "tek baþýna" deðildir. Onun hemen ve her zaman yaný baþýnda çýkarlarýný bu yeni ideolojik ve politik akýmla bütünleþtirmiþ olan yeni muhafazakarlar vardýr. Bu sürecin oluþturduðu gündemler ise, "genellikle "kaybolmuþ" gelenekler ve otoriteye saygýyý tekrar saðlamaya yönelik" çabalarý içermektedir. Küreselleþme ile baþlayan eðitim, kültür,

lerin kitlesel kýyýmlarýný kabul edilebilir rutin faaliyetler haline getirmek" olduðunu söylüyor. Irak'taki kitlesel bombalamalarýn video oyunu biçiminde sunulmasýna, terör ve katliamlarýn sýradanlaþtýrýlarak, insanlýk suçlarýna karþý kamuoyunun duyarsýzlaþtýrýlmasýna, kitle iletiþim araçlarýnýn, yeni savaþ tekniklerinin modernliðini vurgularken, Batý'nýn mevcut üstün gücünü-teknolojik savaþ- yüceltmesine dikkat çekiyor.10 Petras'a göre, günümüzde küresel kültür manipülasyonu, siyasal dilin saptýrýlmasýyla ayakta tutuluyor. "Yapýsal deðiþim, dönüþüm, reform, tarým reformu" gibi esasýnda sola ait olan ve toplumsal gelirin yeniden paylaþýmýna yönelik olan bu kavramlarý da, zenginlik, gelir ve gücün Batýlý seçkinlerin veya tekellerin elerinde toplanmasýnýn sembolleri haline getiriliyor. Dahasý, çaðdaþ kültür emperyalizmi "özgürlük dilini" bile yozlaþtýrarak gericilik sembollerine dönüþtürülüyor. Bu baðlamda kitle iletiþim araçlarý -özellikle de ABD'ye ait olanlar - resmi çizgiyi sunarak ve meþrulaþtýrarak ve alternatif eleþtirel sesleri ya da büyük protestolar hakkýndaki haberleri dýþlayarak dünyayý savaþ yanlýsý propagandayla doyuruyorlar. Dünyanýn ABD tarafýndan büyük saldýrýya maruz kaldýðýný söyleyen Petras, ABD'nin bugünkü savaþ stratejilerinin "özellikle Ýsrail devletiyle ittifak içinde olan bazý ABD'li entellektüellerle hýristiyan köktendinciler tarafýndan savunulduðunu; ABD'nin bugünkü "dünyada sürekli savaþ ve içerde baský" siyaseti Üçüncü Reich (Hitler dönemini) imgelerini canlandýrdýðýný; saldýrgan savaþlara ("önleyici savaþ") verdikleri destek ve politik cinayetler, vahþi müdahaleler ve ekonomik þantaja duyduklarý heves Washington'un Küresel Ýmparatorluk istemini sorgulayabilecek tüm ve bütün rejimlerin taciz edilmesi anlamýna geldiðini, vurguluyor.11 5.Küresel Eðitim ve Kültür Neoliberal döneme uygun olarak bugün eðitimde de yeni düzenlemeler yapýlmaktadýr. Tüm diðer alanlarda olduðu gibi eðitim alanýnda da, sürekli olarak "piyasa deðerlerine" neoliberal vurgular yapýlarak "eðitim reformlarý" adý altýnda deðiþim süreçleri yaþanmaktadýr. Neoliberalizmin eðitim düzlemi, neoliber-

85


Kurtuluþ

sanat vb. alanlardaki yeni deðiþim ve dönüþüm projelerine Türkiye'den bir akademisyenin yaklaþýmý da önemli bir argüman niteliðindedir. "Küresel Asimilasyon" baþlýklý makalesinde Milay Göktürk, bu yeni ideolojik ve kültürel yaklaþýmý "devrim" ve "zorunlu deðiþim" vb. olarak sunan neoliberallere karþý þunlarý söylemektedir: "Aslýnda bu projeye devrim deðil, 'devrim görünümlü asimilâsyon' demek daha uygundur. Arkasýnda güç barýndýrma açýsýndan diðer kültür devrimlerine benzeyen; yani faþist bir yapýya dönüþen bu olgu, dinamikleri bakýmýndan onlardan tamamen farklýdýr. Bu projenin dinamikleri küresel kapitalizmin düþünce merkezlerinde yatmaktadýr. Her zorla deðiþtirme fiilinde var olan karþýtlýk, bu sefer küresel kapitalizm ile tüm insanlýk arasýnda yaþanmaktadýr."14 M.Göktürk devamla, "Kapitalizm tüm insanlýðý kendi müþterisi haline getirecek bir projeyi, zaten uzun vadeli olarak uygulamaktaydý; ama bu yeni bin yýlda bu proje fütursuz bir hal aldý. Baþka bir ifadeyle, klasik kapitalizm müþteri aramaktaydý; küresel kapitalizm ise herkesi zorla, hem bilfiil ve hem de zihinsel anlamda müþteri haline getirmeyi hedefledi. "Küresel kapitalizm kendisi açýsýndan olumsuz bir durumu olan bu problemi, tüm insanlýk kültürünü tahrip edip köksüz ve ruhsuz hale getirerek çözmek istemektedir. "11 Eylül'den sonra Ýslâm dünyasýnda ABD stratejisi" baþlýklý raporda, doðrudan iþgal yerine Müslümanlarýn dinini, kültürünü, alýþkanlýklarýný ve hayat tarzýný temelden deðiþtirmeyi amaçlayan ve Müslümanlar içinde yeni bölünmeleri öngören bir projenin uygulamaya konulmasý öneriliyor…" þeklindeki mesaj, bu projenin doðrulanýþýndan baþka bir þey deðildir. Huntington bunun sinyallerini zaten 90'lý yýllarýn baþýnda vermiþti. Küresel kapitalizmin bu projesinde en önemli güç medya olarak ortaya çýkmaktadýr. Olay artýk siyasal egemenlik deðil, insanlýk dünyasýndaki tüm kültürlerin asimile edilerek Amerikanlaþtýrýlmasý biçimine dönüþmüþ ve her kültürün teslim alýnmasý amaçlanmýþtýr."15 Göktürk, "kapitalizmin anavataný olan Batý Avrupa'nýn siyasal, sosyal ve kültürel yaþam uzun yýllar bütün dünyada ön planda bulunurken, þimdi artýk bu Hýristiyan Batý Medeniyeti'nin patolojik bir ürünü olan Amerikan hayat tarzýnýn egemen kýlýndýðýný" belirttikten sonra þöyle devam ediyor: Bu küresel asimilâsyon sürecinde dünyayý doðru okumak, insanlýðýn tarihsel tecrübesine kulak vermek ve küresel kapitalizmin sunduðu yaþama

biçimine alternatif olarak kendi yaþama estetiðimizi oluþturmak önem kazanýyor. Çünkü, klasik kapitalizm dünya çapýnda müþteri aramaktaydý; küresel kapitalizm ise herkesi zorla, hem bilfiil ve hem de zihinsel anlamda müþteri haline getirmeyi hedefliyor.16 Göktürk'e göre, þimdi küresel kapitalizm çaðýnda bireylerin, kendi toplumsal-kültürel ortamlarýnýn bilinçli bir mensubu olmalarý deðil, yýðýnýn bir parçasý olmalarý istenmektedir. Mevcut etki ortamýna göre, sadece sunulan þeyler güzeldir ve hayatý dolduran güzellikler bunlar olmalýdýr; sadece sunulan gayeler tercih edilmeye deðerdir, diðerleri yaþantýya güzellik katan tercihler olamaz. Bu baðlamda moda düþüncelere, moda kitaplara, moda tarzlara tutkun hale gelmiþ bireyin yaþama biçimi, etki merkezleri tarafýndan þekillendiriliyor demektir. Moda olan, insanýn kendine özgülüðünü, onun özgür tasarým dünyasýný tüketir. 17 6.Küreselleþme ve Amerikan Ýdeolojisi Bu noktada Samir Amin'in "Amerikan Ýdeolojisi" üzerine yazdýklarýný hatýrlamamýz önem kazanýyor. "Amerikan Ýdeolojisi" baþlýklý makalesinde "ABD bir demokrasi olduðunu iddia ediyor olabilir, ama dinsel retoriði totaliter hýrslarýný ele vermektedir" diyen S.Amin, "ABD politik kültürünün Avrupa kýtasýnýn tarihsel geliþim sürecinde ortaya çýkmýþ olandan kesinlikle farklý" olduðunu söylüyor. Amin'e göre, ABD'nin bu kültürü, "aþýrý Protestan mezhepler tarafýndan modern Ýngiltere'nin kurulmasý, kýta üzerinde yaþayan yerli halklarýn soykýrýmý, Afrikalýlarýn köleleþtirilmesi ve 19. yüzyýl boyunca art arda gerçekleþen göç dalgalarý neticesinde, etnik ayrýmcýlýða dayalý topluluklarýn ortaya çýkýþý tarafýndan biçimlendirilmiþtir." Amin bu tarihsel olgularý özetle söyle anlatmaktadýr: "Amerikan Devrimi", üstün niteliklerini övmek amacýyla yapýlan genel geçer giriþimlere raðmen, herhangi bir toplumsal boyuttan tamamen yoksun ve sýnýrlý bir baðýmsýzlýk savaþýndan baþka bir þey deðildi. ABD'ye yerleþen göçmenler, Ýngiliz monarþisine karþý gerçekleþtirdikleri ayaklanma boyunca hiçbir zaman ekonomik ve toplumsal iliþkileri dönüþtürmeye çalýþmadýlar. Tüm yaptýklarý, karlarýný Anavatan'ýn egemen sýnýfýyla paylaþmayý reddetmekten ibaretti. Birbirini izleyen göç dalgalarý, ayný zamanda, ABD ideolojisinin güçlenmesine de katkýda bulunmuþtur. Göç, anavatandaki koþullarý deðiþtirmek için sürdürülen ortak mücadeleden vazgeçmek 86


Kurtuluþ

demekti Göç, ayný zamanda, ABD toplumunun "etnik yapýsýnýn güçlenmesine" de katkýda bulunmaktadýr. Bugün ABD'de bir iþçi partisi yoktur, hiçbir zaman da olmamýþtýr. Etkili olan iþçi sendikalarý kelimenin tam anlamýyla apolitiktir(siyasete ilgi duymamaktadýr). Sorunlarýný paylaþýp dile getirebilecek bir partiyle iliþkileri olmadýðý gibi, açýkça ifade edebildikleri kendilerine ait herhangi bir sosyalist görüþe de sahip deðildirler. "Avrupa'ya ait" ideolojilerle "ABD ideolojisi" arasýndaki farlýlýklarýn en çok görmezlikten gelinen yönlerinden biri, geliþmeleri üzerinde Aydýnlanma'nýn yapmýþ olduðu etkidir. Bilindiði gibi, modern Avrupa kültürleri ve ideolojilerinin yaratýlmasýnda sonucu belirleyen (nihai) unsur "Aydýnlanma felsefesi" olmuþtur. Bu durum ABD ile kýyaslandýðýnda, Aydýnlanma'nýn neredeyse hiç etkili olamadýðý ve yalnýzca "aristokrat" ve kölecilik yanlýsý olan küçük bir azýnlýðýn ilgisini çektiði görülür. Aydýnlanma'nýn bu reddediliþinin meyveleri, erginlik çaðýna girmiþ Yanki burjuvazi olarak karþýmýza çýkmýþtýr. Ýngiltere dýþýnda, "Bilim"in (yani fizik gibi zor bilimlerin) toplumun alýnyazýsýný belirlemesi gerektiðine inanan, sýradan ve yanlýþ bir düþünce ortaya çýktý ve bu fikir ABD'de yüz yýldan daha fazla bir süre için sadece egemen sýnýflar tarafýndan deðil genel olarak tüm insanlarca kabul edildi. Bilimin dinin yerine bu þekilde ikame edilmesi, ABD ideolojisinin çarpýcý ve ayýrdedici niteliklerinin bir kýsmýný anlamamýzý saðlamaktadýr. Bu ise felsefenin neden bu kadar önemsiz olduðunu göstermektedir; çünkü ampirizmin(deneyimciliðin) en yoksullaþtýrýlmýþ(basitleþtirilmiþ) haline indirgenmektedir. Bu ayný zamanda sosyal bilimleri "teorik" (yani, "zor" ) bilimlere indirgeme çýlgýnlýðýnýn nasýl bir þey olduðunu da açýklamaktadýr: Böylece kuramsal iktisat bilimi politik iktisadýn yerini almakta ve "genetik" bilimi ise antropoloji ve sosyolojinin yerine geçmektedir. Bu sonuncu zavallý yanýlgý çaðdaþ Amerikan ideolojisi ile Nazi ideolojisi arasýnda bir baþka can alýcý yakýnlýk saðlamaktadýr. Bu ideolojinin, tüm ABD tarihi boyunca devam eden þiddetli ýrkçýlýk tarafýndan beslenerek oluþturulduðuna þüphe yoktur. ABD toplumunun tarihsel oluþumunu þekil-

lendiren bu iki faktör -yani Ýncil'e dayanan egemen bir ideoloji ve bir iþçi partisinin olmayýþýtümüyle alýþýlmýþýn dýþýnda bir durum ortaya çýkardý : Gerçekte (de fakto) bir tek parti (yani sermaye partisi) tarafýndan iþletilen bir sistem. Bu (tek) partiyi oluþturan iki parçanýn her ikisi de liberalizmin ayný temel formunu paylaþmaktadýr. Her ikisi de, bu türden budanmýþ ve iktidarsýz bir demokrasiye katýlým gösteren azýnlýk kesime (seçmen kitlesinin %40'ý kadarýna) hitabetmektedir. Bugün ABD demokrasisi, benim "düþük yoðunluklu demokrasi" diye adlandýrdýðým þeyin geliþmiþ bir örneðini(model) teþkil etmektedir. Bu demokrasinin iþleyiþi, -seçim sistemine dayalý demokrasi yoluyla- politik yaþamýn yönetimi, ve -sermaye birikimi yasalarý uyarýnca iþleyen- ekonomik yaþamýn yönetiminin birbirinden tam anlamýyla ayrýþtýrýlmasýna dayanmaktadýr… Bu bakýmdan, Demokratlara ya da Cumhuriyetçilere oy vermenin sonuç itibarýyla hiç bir anlamý yoktur. Egemen dinsel pratik ve bunun aþýrý tutucu söylem yoluyla sömürüsü ile ezilen sýnýflar içindeki politik bilinç eksikliðinin bileþimi, ABD politik sistemine eþsiz bir manevra yeteneði kazandýrmaktadýr.… Tüm kararlarý veren ve yalnýzca kendisi istediði zaman, ABD ideolojisini, kendi amacý doðrultusunda seferber eden güç, sadece ve sadece sermayedir. Bu rejim, ihtiyaç hasýl olur olmaz, þiddete (en aþýrý þekline bile) baþvurmaktan dolayý çok mutludur. ABD'li tüm radikal eylemciler bunu çok iyi bilmektedirler; ilkelerine ihanet etmek ya da günün birinde öldürülmekten baþka seçenekleri yoktur. ABD toplumu resmi tanýmý (buyruklar) gereði iyi olduðu için, her zaman bir yabancý olan ve yok edilmesi için mümkün olan tüm araçlarýn seferber edilmesini haklý gösterecek bir düþman (þer ekseni, terörist devlet vb.) seçilir. Geçmiþte bu düþman komünizmdi… Bugün ise bu düþman "terörizm"dir ve egemen sýnýfýn asýl projesine -yani gezegenin askeri kontrolünü ele geçirme amacýna- hizmet etmek üzere uydurulmuþ bir bahaneden baþka bir þey deðildir. ABD'nin en sonuncu hegemonik stratejisinin açýkça ilân edilmiþ olan hedefi, Washington'un buyruklarýna karþý direnç gösterebilecek herhangi bir baþka gücün ortaya

87


Kurtuluþ

çýkmasýna engel olmaktýr… Son üç baþkanýn da (baba Bush, Clinton ve oðul Bush) hemfikir olduðu üzere, sadece tek bir ülke "büyük" olma hakkýna sahiptir ve bu ülke ABD'dir.18

olmaktan çýkarmýyor. Öte yandan, bu ayný küreselleþme, enternasyonalizmin, yani iþçi sýnýfý mücadelesinin küreselleþmesinin de önünü açan dinamiklerini yaratmaktadýr. "Sýnýrlarý yýkarak, emeði burjuvaziden gelecek saldýrýlara karþý dünya çapýnda birleþmeye zorlayarak, üstelik bu birleþmenin ve örgütlü tepkinin geliþtirilmesinin teknik olanaklarýný da yaratarak kendi karþýtýný doðurmaktadýr."20 Özetlemek gerekirse, içinde bulunduðumuz koþullarda uluslar arasý tekelci sermayenin yeni liberal saldýrýlarý çok yönlü olarak devam etmektedir. Sermayenin uluslararasý birikim sürecinin deðiþim ve dönüþüm programlarýna göre uyguladýðý politikalar, kamu mallarýnýn yaðmasýna, iþsizliðin artmasýna, emekçilerin sendikasýzlaþtýrýlmasýna yol açýyor. Küreselleþme süreci hýzlandýkça kamunun iktisadi alandaki varlýðýna yönelik saldýrýlar artýyor. Eðitim, Saðlýk ve Sosyal Güvenlik gibi emekçiler için hayati önemi olan alanlar hýzla özelleþtiriliyor. Kamu iktisadi kuruluþlarý sermayeye yok pahasýna satýlarak kamu iþletmeleri yaðmalanýyor. Böylece emeðin kamusal alandaki kazanýmlarý elinden alýnýyor. Dahasý demokratik hak ve özgürlükler sýnýrlanýyor. Uluslararasý tekeller ile yerli tekelci sermaye ekseninde yürütülen yeniden yapýlanma giriþimlerinin bir parçasý olan bu politikalar, ayný zamanda iþçi ve sendikal hareketin yedeklenmesini de içeriyor. Bu tarihsel süreç, devletten ve sermayeden baðýmsýz bir mücadele hattýnýn yaratýlmasý, emeðin toplumsal ve sýnýfsal çýkarlarý etrafýnda yeniden yapýlandýrýlmasýnýn önemini artýrýyor. Sermayenin neoliberal saldýrýlarýna karþý kitlesel ve tutarlý bir mücadelenin yürütülmesi, devrimci ve demokratik toplumsal muhalefetin temel dayanaðý olarak emeðin özsavunma hattýnýn oluþturulmasýný devrimci bir görev haline getiriyor. Bu görev, anti-emperyalist anti-kapitalist, anti-militarist ve anti þovenist mücadele perspektifiyle iþçilerin, emekçilerin ve tüm ezilenlerin ortak bir mücadele hattý etrafýnda toplanmasýný zorunlu hale getiriyor.

7-Sonuç Yerine Uluslar arasý sermayenin dünyayý bütünleþtirme ve ulusal sýnýrlarý aþma eðiliminin bir ifadesi olarak ortaya çýkan emperyalizmin bugün ulaþtýðý düzey üzerine þunlar özetle þunlar söylenebilir: "Ýþbölümünün uluslararasýlaþma düzeyi; üretici güçlerdeki muazzam geliþme; sermayenin akýþ hýzýndaki sýçramalý artýþ; tekelleþmenin ulaþtýðý düzey; ulusötesi þirketlerin bütçelerinin pek çok orta düzeyli ülkeyle kýyaslanacak büyüklüklere ulaþmasý, dünya ticaret ve yatýrýmlarýnda tuttuklarý pay, sayýlarýnda ve hacimlerindeki artýþ: bütün bunlar emperyalizmin bugün ulaþtýðý düzeyin göstergeleridir. Kapitalist üretim, giremediði sýnýrlarý birer birer yýkarak kelimenin tam anlamýyla bir dünya sistemi haline gelmiþtir ve bu baðlamda "küreselleþme" bir gerçekliðe iþaret etmektedir. Bununla birlikte "küreselleþme" eðilimi burjuvazinin iddia ettiði gibi yepyeni bir olgu olmayýp, esas olarak kapitalizmin emperyalist aþamaya sýçramasýyla ortaya çýkmýþtýr ve emperyalizmden baðýmsýz, onu geride býrakan farklý bir aþama deðildir. Yeni deðildir, çünkü bu geliþmeler birden ortaya çýkmamýþ, 20. yüzyýlýn baþlarýndan beri geliþerek bugünkü durumuna ulaþmýþtýr. Emperyalizm aþýlmamýþtýr, çünkü yaþanan geliþmeler Lenin'in tahlillerinin bugün çok daha canlý bir þekilde ifade bulduðunu gösterir."19 Küreselleþme kavramýnýn, "hem bir gerçekliði, hem de ortaya atanlarýn ona yükledikleri anlam itibariyle bir ideolojiyi" barýndýrmasý ve bu yeni ideolojik perspektife göre, uluslar arasý tekelci sermaye emperyalizmi sanki yeni bir þeymiþ gibi "küreselleþme" adý altýnda pazarlamaya çalýþmasý "emperyalizm açlýðýn, sefaletin, krizlerin, iþsizliðin, iþçi sýnýfýna yönelik saldýrýlarýn, baskýnýn, çürümenin, kültürsüzlüðün bizzat kültür diye sunulmasýnýn, insanýn insan olmaktan çýkarýlýþýnýn küreselleþmesi"

* * * 88


Kurtuluþ

Yararlanýlan Kaynaklar: 1-Neolibealizmin Tarihi, Susan George, çeviri-www.Sendika Org. 2- age. 3- age. 4- Küreselleþmenin Ekonomik Boyutu, Mustafa Erdoðan 5- Petras, Kültür ve Çaðdaþ Dünyanýn Saldýrýlarý, çeviri- www.Sendika Org. 6- Küreselleþme ve Direniþ, s.85, J.Petras, Kozmopolitik Kitaplýðý, 2002 7- age, s.86. 8- Küreselleþme ve Sinema, Nigar Pösteki, KOÜ Ýletiþim Fakültesi 9- Küreselleþme ve Direniþ, s.87, J.Petras, Kozmopolitik Kitaplýðý, 2002 10- Kültür ve Çaðdaþ Dünyanýn Saldýrýlarý-J.Petras, 2003, Sendikal Org 11- Küreselleþme ve Direniþ, s.88, J.Petras, Kozmopolitik Kitaplýðý, 2002 12- Michael Apple, Eðitimde Neoliberalizm ve Yeni Muhafazakarlýk, çeviri- www.Sendika.Org. 13- age. 14- Küresel Asimilasyon, Milay Göktürk, Pamukkale Üniversitesi Öðretim Üyesi, 15- age. 16- age. 17- age. 18- Amerikan Ýdeolojisi, Samir Amin, Al-Ahram Weekly'den çeviri- www.Sendika.Org. 19- Marks'ýn Öngürüsü, Zeynep Güneþ www. Sendika Org. 20- age.

89


Kurtuluþ

Eðitim Üzerine Bir Deneme Çocuða kendiliðinden bir þey yapmak özgürlüðünü vermemekle onu korkak bir köle haline sokuyoruz. 1

1

.Bugün eðitim, toplum içerisinde bulunan insanlarý kutuplaþtýrýyor, sýnýf farklýlaþmalarýný kýþkýrtýyor; okullar vasýtasýyla verilen eðitim ayrýca dünya milletleri arasýndaki farklýlaþmayý da kýþkýrtarak halklar arasýnda düþmanlýk tohumlarýnýn atýlmasýna yol açýyor.Toplumun zenginler ve yoksular þeklinde bölündüðü bir toplumda herkes kendi zenginliði ölçüsünde eðitim olanaklarýndan yararlanabilecektir. En son teknolojiye ait eðitim materyalleri ile donatýlmýþ bir özel okul ile, tebeþir dahi bulmakta zorluk çeken bir köy/varoþ okulun vermiþ olduðu eðitim tabii olarak farklýlýk arz etmektedir. Bu yönüyle günümüz kapitalizm koþullarýnda eðitim, eðitim alma þartlarý ve okullar, mevcut sýnýf farklýlýklarýný yansýtmaktadýr. Toplum adeta yoksullarýn ve zenginlerin okullarý þeklinde bölünmüþ durumdadýr. Egemen yapýlar eðitim yolu ile toplumu da bir düzen içerisine almayý amaçlamýþlar, amaçlamaya da devam etmektedirler. Burada, aslolarak, sistemin ihtiyaçlarýnýn bir

Ertan Uçan 90


Kurtuluþ

gereði olarak eðitim uygulamalarýnýn yapýldýðýný belirtmekte fayda vardýr. Eðitimle ancak verili sistemin ihtiyaçlarýna yanýtlar aranabilir. Fakat, eðitim yolu ile hiçbir topluluk yeni bir sisteme kavuþamaz. Bu yönü ile eðitimin dönüþtürücü iþlevinden bahsederken, sistemdeki deðiþiklik öncelikle görülmek ve bu deðiþikliðe paralel olarak da eðitim sistemindeki deðiþim dönüþümü düþünmek gerekmektedir. Çünkü eðitim sistemi de temel belirleyen olan genel ekonomik-politik düzen tarafýndan belirlenmektedir. Bu yönüyle eðitim sistemleri üst yapýnýn bir parçasý durumundadýr. Türkiye'deki ilköðretim programlarýndaki deðiþikliði de ayný þekilde dünya konjonktüründeki geliþmelerin Türkiye'ye bir yansýmasý ve Türkiye'deki yansýmalarýn da eðitim sistemine aktarýlmasý þeklinde düþünmek gerekmektedir. Toplumu bir düzen içerisine alma faaliyeti Avrupa Birliði Standartlarý ile ilintili olarak sürdürülmekte, bunun için de eðitime büyük görevler düþmektedir. Yine, bu denememizde de sýk sýk irdelemeye çalýþacaðýmýz Sovyetler Birliði de bilim ve teknolojideki geliþmelere paralel olarak eðitimde "devrim" yoluna gitmiþti.2 Türkiye açýsýndan bakacak olursak, toplumu bir düzen içerisine alma faaliyeti, ayný zamanda tek tipleþtirme amaçlý olup, farklýlýklarý yok sayan bir perspektife de sahiptir. Her ne kadar yeni ilköðretim müfredatý (2005 yýlýnda yürürlüðe giren) bireysel farklýlýklara saygýyý esas aldýðýný da söylese, Türkiye'nin toplumsal farklýlýklarýnýn es geçildiði de bir gerçektir. Hala okullarda andýmýz adý altýnda "Türküm, doðruyum, çalýþkaným,…" nutuklarý ile farklýlýklara ne kadar saygý duyulduðu da gözlemlenmektedir. Bu yönüyle yeni ilköðretim müfredatýný, Türkiye'nin toplumsal gerçekliði ile uyuþmayan, Avrupa Birliði'ne girme sürecinde Türkiye'nin yerine getirmesi gereken bir "ödev" olarak da düþünmek gerekmektedir. Ödevi, tanýmsal düzeyde, dýþ belirleyenlerin yönlendirmesi sonucunda yapýlmasý gereken zorunluluklar olarak görmek gerekmektedir. Bu zorunluluklar, çoðu durumlarda gönüllülük temeline dayanmamaktadýr. Bu yönüyle de uygulamalar, formaliteden ileriye gidememektedir. Kýsacasý, günümüz Türkiye'sinde farklý toplumsal ve etnik kesimlerin farklýlýðýný yansýtmayan, öðrenciyi farklý bir "cisim" olarak kabul

eden bir anlayýþ hüküm sürmektedir. Eðitim günümüz devletli toplumlarýnda milli bir karakter taþýmakta ve bu milli karakter, deðiþik ülke insanlarý arasýnda da bir kutuplaþmaya yol açmaktadýr. Çünkü biz Türkler ve Kurtuluþ Savaþýnda yendiðimiz düþmanlar3 noktasýndan bakýþ biz ve onlar kutuplaþmasýný doðurmaktadýr. Bir perspektif olarak biz insanlar bakýþ açýsý, insancýl bir bakýþ açýsý olacaktýr ve gereksiz yüceltmeler bir yana koyularak tarih, bilimsel bir temelde irdelenecektir. Buradan geçmiþ sosyalist deneyimlere de vurgu yapmakta son derece fayda vardýr; geçmiþ deneyimler göstermiþtir ki, Sovyetler Birliði'nde de eðitim öðrencilere sosyalist anayurdu savunma, "ülkemizin düþmanlarýna karþý uzlaþmaz bir düþmanlýk beslemelerini saðlamak"4 þeklinde biz ve ötekiler kutuplaþmasýný bir baþka ölçekte yeniden üretmiþ bulunmaktaydý. Çünkü dünya ölçeðinde bir soðuk savaþ hüküm sürmekte idi ve zamanýn sosyalist devleti, eðitimi bir tür vatandaþlýk aktarým aracý5 olarak görmüþ ve bireyleri kapitalist kampa karþý mevzilendirmiþti. Böylelikle eðitim ordusunun militanlarý yaratýlmýþ; fakat gerçek anlamda kendi öz gücüne dayanarak kararlar alabilen bireyler hiçbir zaman için yetiþtirilememiþti.6 Çünkü eðitim kumandasýný eline alanlar bugünün kapitalist devletlerinin tek tipleþtirdiði insanlarý farklý bir kampta yaratmýþtý.7 Bu konuda Makarenko'nun eðitim uygulamalarýný incelemekte son derece yarar bulunmaktadýr. Makarenko, öðrencilerini tam bir askeri düzen içerisinde yetiþtirmekte, aralarýnda emir komuta kademesine uygun hiyerarþiler yaratmakta, ast üste adeta itaat etmektedir.8 Fakat sonuçlar gerçekten acý oldu ve yetiþtirilen bu nesille ancak 75 yýl gidilebilmiþti. Bu durum çok sonralarý görülebildi ve eðitimin içeriðinde, yöntemlerinde ve biçimlerindeki deðiþiklikler, reel sosyalizmin çöküþ yýllarýna yakýn zamanlarda, 1980'li yýllarda gerçekleþtirilebildi. Fakat artýk çok geç kalýnmýþtý. Týka basa doldur onu! Çocuk kafalarý boþtur. Týka basa doldur onu! Hem bilginin yoktur sonu. 9 2.Zorunlu okul sistemi bir yanýlsamayý da

91


Kurtuluþ

üretmektedir. Ýnsanlarýn boþ ve içi doldurulmasý gereken kaplar olarak görüldüðü bir anlayýþla, insanlarýn edindikleri bilgilerin ancak okulda öðrenilebileceði anlayýþý hakim kýlýnmýþ durumdadýr. Hatta okula gitmemiþ insanlara cahil gözü ile bakýlmasý yaygýn bir eðilim olarak görülmektedir. Onun için de çocuklar ve gençlerin beyinleri boþ ve içi doldurulmasý gereken bir kap olarak düþünülmekte ve okul eðitimi yolu ile de doldurulmaktadýr. Fakat insan beyni "mekanik olarak doldurulabilecek bir kap deðildir. Beyin canlýdýr ve beslenmesi gerekir. Besin ise organlarca isteklice alýnýrsa iyi sindirilir. Eðer mideye karþý, sanki o bir bakraçmýþ gibi davranýr da yiyecekleri içine zorla týkarsak, büyük bir olasýlýkla yiyecekleri kusma nöbeti içinde atacaktýr. Beynin de yapacaðý budur"10 Ýnsanlar edindikleri bilgileri çoðunlukla, kendi beyinlerine fikir enjekte edenler vasýtasýyla deðil, kendi ilgi ve yeteneklerinden yola çýkarak, kendi kendilerinin motivasyon kaynaklarýný kendileri keþfederek, kendi kendilerine edinirler ve bunu da genellikle okula baðlý olma zorunluluðunu duymadan gerçekleþtirirler. Günümüzde üniversite bitirmiþ gençlerin bir çoðunun kendi mezun olduklarý alanýn dýþýnda bir iþte çalýþtýklarý düþünülürse, insanlarýn günümüz okul sisteminin ne ölçüde öðrencilerin ilgi ve yeteneklerine yönelik olduðunu görebiliriz. Ýnsanlar yeteneklerine uygun olan alanlarýna yönelme eðilimindedirler. Ýster yeteneklerine uygun alanlarý keþfetmiþ olsunlar, isterse de kendi ilgilerinin dýþýnda baþka bir iþte çalýþýyor olsunlar, bu arayýþ her zaman için vardýr ve günlük yaþam deneyimleri içerisinde ilgi ve yetenekleri bir anda ortaya çýkabilir. Fakat bu becerilerin okul vasýtasýyla saðlanmýþ olduðu garanti deðildir. Hatta okul çoðu durumda bireylerin bireysel yeteneklerinin geliþtirildiði yerler olmaktan çok, onlarýn bu yeteneklerini bastýrýldýðý mekanlar olmaktadýr. Zorunlu okul sistemi ile birlikte, 1000 kiþilik bir okulun bütün öðrencileri derste iþlemiþ olduklarýna bakýlmaksýzýn ayný anda derse baþlayýp ayný anda teneffüse çýkmaktadýrlar. Yine bütün öðrenciler sýnýf içerisinde bulunmak ve etkinliklerini bu ortamda yürütmek durumundalar. Hoþlansa da hoþlanmasa da her öðrenci matematik, Türkçe, Fen Bilgisi….derslerine ayný anda girmek ve dersten geçebilmek için o dersi

öðrenmek durumundalar. Bu boyutuyla okul sistemi içerisinde öðrencilerin ilgi, enerji ve zamanlarý üzerinde baþkalarý kontrol sahibidirler ve öðrenciler bu ortam içerisinde üzerinde hak iddia edilen nesnelerden ibarettir. Bir öðretmenin ders iþlenirken bir anda bütün öðrencilerle birlikte okul dýþýna çýkýp iþlenen konu ile ilgili bir etkinlik gerçekleþtirmesi zil çalma saatinin dýþýna çýkýldýðý için yadýrganabilir. Sýnýrlý sayýdaki gezi ve gözlem etkinliklerini bir kenara býrakýyoruz; ki bu etkinlikleri gerçekleþtirmek için bile bir sürü bürokratik iþlem gerçekleþtirmek, gerekli yerlerden izin ve onay almak gerekmektedir. Okul bu boyutuyla, her bir iþlemin zorunlu olarak yapýlýyor olmasýndan dolayý, öðrenci için bir çekim merkezi olmaktan uzaktýr. Öðrenciler en iyi öðretmenler tarafýndan da veriliyor olsa, dersleri dýþarýda yapmýþ olduklarý etkinliklere tercih etmezler ve ders zilinin çalýnmasý ile birlikte bir an önce dýþarýya çýkýp özgürlüklerine kavuþmayý arzu ederler. Çünkü, çocuklar dýþarýda baþkalarýnýn zorunlu yönlendirmesine maruz kalmamakta, kendi kendilerini yönlendirenler pozisyonuna yükselmektedirler ve yaptýklarý iþ kendi eserleri olduðundan dolayý, yaptýklarý iþe doyasýya sarýlmaktadýrlar. Okul bu yönü ile öðrencilerin içlerindeki coþkuyu sönümlendiren bir araç durumundadýr. Bu coþkunun yeniden diriltilmesi, okula dair bütün zorunluluklarýn ortadan kaldýrýlmasý ve öðrencilerin ilgi ve isteklerine dönük olarak özgürce faaliyeti ile mümkün olabilir. Öðrencilerin ilgi ve zeka alanlarýna yönlendiriliyor olmasý durumunda bireylerden saðlanan toplumsal fayda da en maksimum düzeye eriþecektir. Okul ile öðrencilerin ilgi ve yetenekleri de düþünülüyor, öðrenci merkezli bir ilköðretim programýmýz var artýk denilebilir; fakat, okul zorunlu bir kurumdur. Okulun zorunlu bir kurum olmasý bile tek baþýna bireylerin yeteneklerini özgürce geliþtirmelerine engel bir durumdur. Çünkü okulda öðretmenler ve öðrenciler zorunlu olarak durmaktadýrlar ve bu zorunluluk onlarýn yapmayý istemedikleri iþleri de gerçekleþtirmelerine yol açmaktadýr. 3.Yeteneklerin öðrenilmesi, bunun için gerekli süreci gerektirir. Bu süreçte birey, kendisi ile ortak ilgi ve yetenekteki arkadaþlarýyla

92


Kurtuluþ

dan kabul görmüþ, duyuþsal anlamda üst düzeyde ve bireyin kiþisel geliþimine de uygundur. Bunun için toplumsal düzenin insanlarýn yararýna olacak þekilde yapýlandýrýlmasý ve bu dönüþümün de bireylerin eðitiminde hizmet görmesi gerekmektedir. Açýklamýþ olduðumuz bu bilgileri, geleneksel, yenilikçi ve fonksiyonel okul pencerelerinden de gözlemlemekte fayda vardýr: "Geleneksel akým eðitimde kopuþlarýn gerekliliðinde ýsrar eder. Sonuçta eðitim, çocuðu, genci veya yetiþkini, onu ele almýþ olduðu durumdakinden farklý bir evreye götürür, nitel bir sýçrayýþ gerçekleþtirir. Yenilikçi ve fonksiyonel akým ise her eðitici ilerlemenin ondan önce gelen þeyin geliþmesi olduðunu belirterek süreklilik üzerinde ýsrar eder. Geleneksel okul, onun tecrübeleriyle ve çýkarlarýyla ilgilenmeden çocuðu zorlar, onun kendisine sormadýðý ve ona ait olmayan meseleler için ona çözümler dayatýr. Sýnýftaki her giriþimin bir suç, her iþbirliðinin bir oyunbozanlýk olarak görüleceði derecede onun özgür faaliyetini engeller. Sonuç iyi öðrencilerle yapýþtýrýlmýþ bir bilgi ve iki yüzlü deðerler, diðerlerine gelince, dikkatsizlikleri, disiplinsizlikleri, tembellikleri öðretimin zararlýlýðýna tanýklýk eder."12 Yeniden yapýlandýrýcý eðitim anlayýþýný benimsediðini belirten yeni ilköðretim müfredatý (2005) neler içeriyor peki? 1968 programý gibi, öðrenci adýna hedef ve davranýþlarý benimsemiyor; fakat bir terim deðiþikliðine giderek, yine öðrenci adýna kazanýmlar belirleme yoluna gidebiliyor ve bu yönüyle de davranýþçý anlayýþtan kurtulamýyor.

birlikte olabilir, bu yeteneðini böylelikle daha da geliþtirilebilir; bir anlamda bu yeteneðini bir uzman düzeyine yükseltebilir. Benzer ilgi alanlarýna sahip eþler, benzer sorularý kafalarýnda oluþturacaklar, oluþturduklarý bu sorunlarý paylaþma imkaný bulacaklar ve üst düzeyde zihinsel üretimi gerçekleþtirebileceklerdir. Fakat, zorunlu okul sistemi bireyin yeteneklerini paylaþma ve benzer ilgi alanlarýna sahip bireyleri ortak bir sürece yöneltme açýsýndan sýnýrlýlýklara sahip olduðu için istenilen düzeyde üretim gerçekleþmemektedir. Zorunlu okul sistemi, bireylere belli baþlý davranýþlarý kazandýrma yolunu seçtiði için; ayný yaþ grubundaki bütün bireylere ilgi ve yetenekleri göz ardý edilerek ayný müfredatý aktarma yolunu seçtiði için öðrenci merkezli deðil öðretmen ve devlet merkezlidir. Her devletin vatandaþlarýna aþýlamayý amaçladýðý belli baþlý kazanýmlar var olduðu müddetçe öðrenci merkezli bir eðitimden bahsedilemeyecektir; doðruluðu önceden kabul görmüþ önermeler üzerine kurulu okul sistemi bu nedenle öðrenci merkezli olamaz. Oysaki, öðrencinin ilgi ve yeteneklerine göre ayarlanmýþ çevresel düzenlemeler, öðrenci merkezlidir ve daha insancýldýr. Konularýn ve temalarýn baþkalarý tarafýndan belirlenmiþ öðretmen merkezli uygulamalar ise öðrenci dünyasýna yabancýdýr. Bireyler yeteneklerini en iyi þekilde iþ ortamýnda sergileyebilirler. Eðitim uygulamalarý, pratik süreçle baðlantýlý olarak yeniden kurgulanmak durumundadýr. Pratik süreç, sýnýrlarý okul duvarlarýný çok çok aþan bir muhtevaya sahiptir. Okullar ise formalitelerin yerine getirildiði, pratik uygulamalarýn çok sýnýrlý olduðu binalardýr. Marx da küçük çocuklarýn eðitimine karþý, onlarýn iþ ortamýnda yetiþtirilmesini öneriyordu. Geleceðin komünist toplumunda eðitim þöyle betimliyordu: "Fabrika sistemi, önümüzdeki çaðýn tohumlarýný atmýþtýr…. Bu eðitim, belli bir yaþýn altýndaki tüm çocuklar için üretime yönelik çalýþma ile eðitim ve jimnastiði bir araya getirecektir. Bunu yalnýzca toplumsal üretimi artýrma yöntemi olarak deðil, fakat her yanýyla geliþmiþ insanlar yetiþtirmenin de tek ve biricik yöntemi olarak yapacaktýr."11 Ýþ faaliyetinden uzak bir eðitim içi boþ ve yaþamdan uzak bir muhtevaya sahiptir. Oysaki, yaþamýn içerisinde, canlý bir süreçte edinilen kazanýmlar daha kalýcý, bireyler tarafýn-

4.Okullar toplum mitinin de yeniden üretildiði mekanlardýr. Okul sistemi vasýtasýyla toplumun geçmiþi, bugünü ve yarýný semboller vasýtasýyla yeniden üretilmekte ve bu yolla sisteme devamlýlýk saðlanmaktadýr. Okuma parçalarýnda, Sosyal Bilgiler derslerinde, haftanýn ilk ve son ders günlerindeki törenlerde ve günlük antlarda vb.. bu süreklilik saðlanmakta ve bireyler toplu okul sistemi vasýtasýyla bireysel, etnik ve kiþisel kimliklerinden sýyrýlarak bizleþtirilmektedirler. Bu anlamýyla ideolojik aktarým yapýldýðý yerler olarak yegane gerçek-

93


Kurtuluþ

lerin aktarýldýðý yerler olma özelliðine sahiptirler. Oysaki, bir toplum benzerlikleri ve farklýlýklarý ile birlikte bir topluluk olma özelliði gösterir. Bireysel bakýþ açýlarýnýn yok sayýldýðý okul sistemi, üretmiþ olduðu ritüellerle birlikte bireysel kimlikleri toplumsallaþtýrma adýna yok etme eðilimindedir. Oysaki, saðlýklý toplumsallaþmýþ bir birey toplum içerisinde kendi kimliðini gerektiðinde var ederek, savunarak, kendi kimliðini toplumsal baskýnlýkla uyuþturarak ve hatta toplum çoðunluðunun kabul ettiði bir kimliði reddederek de var olabilir. Oysaki okullar üretmiþ olduðu mekanizmalarla sürekli olarak sahte bizlik duygularýný üretip birey olgusunu yok saymaktadýrlar. Sovyetler Birliðindeki durum ne idi? Orada da sosyalist toplumun insanýný yaratma adýna, çoðunluðun görüþüne karþý çýkmayan, kolektifin kendi isteðinden önde tutan, kolektife karþý çýkmayan bireyler yetiþtirme amaçlý bir eðitim veriliyordu.13

güçlerin) kültürünü aþýlama çerçevesinde bakýlmýþtýr. Bu anlayýþ ister antik döneme, ister feodal döneme, isterse kapitalist ya da reel sosyalist deneyimlere iliþkin olsun, toplumdaki bireyler hep içleri doldurulmasý gereken kaplar olarak görülmüþtür. Halbuki bireyler, kendi kiþilik ve kimliklerini toplumsal alana yansýtarak var olmalýdýrlar. Baþkalarý tarafýndan bireylere biçilen nitelikler ise, kýsmi ölçeklerde birey nesnelliði ile uyumlu olabilir. Sosyalizmin eðitim sistemine bakýþý, birey nesnelliði ile uyuþan bir düzlemde yeniden tarif edilmek durumundadýr. Bireylere kültür ve fikir aþýlama fikrinden artýk vazgeçip, onlarýn kendi kiþilik ve kimliklerini kendi yaþantý ve etkileþimleri yoluyla kendilerinin oluþturabilecekleri kabul edilmelidir. Böylelikle birey, toplumla daha saðlýklý bir bütünleþme gerçekleþtirebilecek, kendi gerçekliði ile uyuþanlarý alacak, uyuþmayanlarý eleþtirebilecek, yeni sentezlere ulaþabilecek ve böylece toplumsal ilerlemeye de katkýsý da en üst düzeyde olacaktýr. Bütün bu olup bitenlerin gerçekleþebilmesi içinse, toplumsal anlamda bir özgürleþmenin saðlanabilmesi ve bunun eðitime yansýmasý gerekmektedir.

5.Zorunlu olarak okula gelen bir birey, bir süre sonra bu zorunluluðun kendi isteminden ayrý bir olgu olduðunu algýlar; sürekli olarak birilerinin beklentilerini karþýlamasý gerektiðini fark eder ve bir süre sonra da kendi iç motivasyonunu kaybederek tamamen dýþa baðýmlý bir durumda bulur kendisini. Birey bu süreçte bir cahildir, doldurulmasý gereken bir kaptýr, eksiktir; bunu her öðrenci kendisinde bir olgu olarak hisseder ve bu durum onu öðretmenine karþý sahte bir baðlýlýða yöneltir. Öðrencinin aþaðýlýk duygularýna sahip olmalarýnýn sebebi, süreci kendi iç dinamikleriyle yaþamamalarýndan kaynaklanmaktadýr. Oysa birey bu süreçte kendi istem ve ilgilerine yönelik bir faaliyet içerisine sokulsa, süreci iç motivasyonunu saðlayarak aþmasý daha da kolaylaþacaktýr. Bunun için toplumsal bir alt üst oluþun, eðitim düzenin bireylerin özelliklerine uygun hale getirilmesinin ve okul sisteminin zorunluluk olmaktan çýkarýlmasýnýn gerekliliði söz konusudur. Burada geçmiþ deneylerden bir uygulama tarzýný da belirtmeden geçmemek gerekir. O da reel sosyalist deneyimlere iliþkin eðitim uygulamalarýnýn eleþtirisini içerecektir. Sovyetler Birliðindeki uygulamalar da günümüzün tek tipçi okul sistemlerinden pek farklý deðildir. Genel olarak eðitime toplumun (aslýnda egemen

Çýkarsamalar Geçmiþten günümüze eðitim faaliyetleri, belirli kalýplara göre insan yetiþtirme amaçlý olarak yürütülmüþtür. Oysa "eðitmek bir modele göre yetiþkinler üretmek deðildir, her insanda kendi olmasýný engelleyen þeyi açýða çýkarmak, ona kendi tekil "deha"sýna göre var olma olanaðý tanýmaktýr."14 Eðitimin zorunluluktan gönüllü istekliliðe doðru evrimleþmesi gerektiðini, böylesi bir evrimleþmenin hem birey hem de toplum için faydalý olduðunu düþünmekteyim. Eðitim zorunluluktan gönüllülüðe nasýl evrilecek peki? Bunun için gerekli düzenlemeler neler olacak? Geçmiþten bugüne bütün eðitim uygulamalarý egemen güçlere hizmetçiler yetiþtirmeyi amaç edinmiþtir. Bunun kapitalizm ya da sosyalizm adýna yapýlmasý temel açýlardan bir farka yol açmamýþtýr. Çünkü, bütün bu uygulamalar öðretmen vasýtasýyla dar bir müfredat çevresini içeren programlar vasýtasýyla yürütülmüþ, bireylerin kendi ilgilerinin dýþýnda konularý onlar adýna kullanma yetkisini eline

94


Kurtuluþ

almýþtýr. Bu tür uygulamalar direkt olarak birey özgünlüðü ile uyuþmayan, onu bir nesneye dönüþtüren uygulamalardýr. Bireyin yaþantýlarýný özgürce sergileyebileceði, hem eðlenme, hem de öðrenmeyi içeren yapýlanmalarýn toplum sistemi içerisine yerleþtirilmesi gerekmektedir. Bunun köklü yolu ise, toplumsal devrim koþullarýnýn hýzlandýrýlmasý ve sistemin bireylerin ilgi ve ihtiyaçlarýna uygun hale getirilmesi, kýsacasý insanca bir yaþamýn kurulmasýdýr. Bunun için gerekli kurumsal yapýlar da oluþturulmalýdýr. Ýnsanlar ilgi ve yeteneklerine uygun olan bu yapýlanmalarý tercih etmekte/etmemekte özgür olmalýdýrlar. Ýnsanca bir dünya (sosyalizm) ve bu dünyaya ait eðitimin gerçekleþtirilmesi için adým atýlmalýdýr. Geleceðe dönük adým, geleceðe iliþkin bir perspektif þimdiden oluþturulmalýdýr.

Oysa bugün durum çok daha farklýdýr. Gelecek nesiller topluluk tarafýndan adeta dýþlanmýþ durumdadýr. Onlarý kendi yeterlilikleri ölçüsünde, üretim süreci içerisine katmak önemli bir görev olacaktýr. Bütün insanlar, özel olarak da çocuklar ve gençler, yetiþkinlerden kendilerini kabul etmelerini ve kendilerine deðer verilmesini bekliyor. Onlara gereken deðer verilse idi, onlar da her bir insanýn yapabileceði çaptaki iþleri kendi yeterlilikleri ölçüsünde yapabilmiþ olsalardý, üretim sürecinin birer üyeleri olabilselerdi, yetiþkinlerle aralarýnda böylesi bir açý farký olmayacaktý. Ýþte, eðitim amaçlarýnýn gerçekleþtirilebilmesi için hazýrlanacak olan kaynak ve materyaller ile her öðrenci ayný zamanda toplumun üretici bir üyesi olacaktýr. Temel bir bakýþ açýsýna sahip olduktan sonra, aslýnda, yapýlacak diðer iþler "teknik" ayrýntý kýsmý ile ilgili olacaktýr. Bahsedeceðimiz bu baþlýklarý, ortaya konulan temel görüþün uzantýlarý olarak düþünebiliriz. Öðrencilerin geliþimini maksimum duruma çýkarabilmek için, öncelikle onlarýn yeteneklerinin ve ilgilerinin ortaya çýkarýlmasý gerekmektedir. Bu mesele uzmanlýk gerektirecek bir meseledir. Profesyonel eðitimcilerin yapacaðý gözlem ve geliþtirecekleri birey tanýma testleri ile bu sorun çözümlenecektir. Böylelikle de birey, kendi ilgi ve yeteneðine dönük olarak en uygun alana yönlendirilecektir. Açýlacak olan yetenek merkezleri ile birlikte, öðrenciler maksimum geliþme gösterecektir. Bu yetenek merkezleri günümüzün zorunlu okul sisteminden apayrý kurumlardýr. Kiþi, kendi yeteneðini geliþtirmek için burada bulunacaktýr. Onun kendi yeteneðine uygun nitelik ve Yönlendirilmiþ olduðu alandaki profesyonel öðreticiler tarafýndan geliþmelerinin önü açýlmýþ olacaktýr. Günümüzün okul sisteminde ise birey istese de istemese de okulda bulunmak, hiç istemediði bir etkinliði gerçekleþtirmek ve 40 dakikalýk ders süresi içerisinde o mekanda bulunmak zorundadýr. Kiþi, yeteneði doðrultusunda bir geliþim süreci içerisine girdikten sonra, kendi belirleyeceði partnerlerle birlikte çalýþabilmesinin de önünü açmýþ olacaktýr. Çünkü insanlar geliþimlerini, öðrendiklerini diðer akranlarý ile birlikte hayat içerisinde uygulayarak en iyi þekilde gerçekleþtirirler. Ýnsanlarý baþkalarý ile birlikte olma yönünde teþvik etmek, onlarýn saðlýklý sosyalleþmelerinin de önünü açmak anlamýna gelir. Atölyelerdeki, satranç salonlarýndaki, spor alanlarýndaki, bilgisayar salonlarýndaki, laboratuarlardaki, doðanýn yeþilliði içerisindeki uyumlu partnerler hem bireysel, hem de toplumsal geliþmenin maksimum düzeye ulaþmasýný saðlayacaktýr.

Ýlk Adým Ýlk adým ne olmalýdýr peki? Hiç kuþkusuz ilk adýmý atma noktasýndaki çýkýþ noktamýz bireyin ihtiyaç, ilgi ve yeteneklerine dönük bir çalýþma olmalýdýr. Kiþinin ne öðrenmesi gerektiðini soran ve tanýmlayan öðretmen/devlet merkezli uygulamalar yerine "hangi seviye ve ilgideki bireyler öðrenme eylemi için bir iliþkiye girmek istemektedirler, onlar neyi öðrenmek istemektedirler?" sorusunu soran öðrenci merkezli bakýþ açýsý öncelikle tercih edilmelidir. Bu yaklaþým, belirli hedef-davranýþ ya da kazanýmlarý bireyler adýna belirleme yetkisine sahip katý davranýþçý yaklaþýmlardan çok farklý ve öðrenecek olan kiþinin dünyasýna hitap eden bir yaklaþýmdýr. Eðitim amaçlarýnýn gerçekleþebilmesi için kaynaklar hazýrlanmalýdýr. Bu kaynaklarý materyaller baþlýðý altýna da alabiliriz. Eðitim sürecinin iþletilebilmesi için hazýr hale getirilmiþ laboratuarlar, uygulama fabrikalarý, müzeler, tiyatrolar, bahçeler, tamirhane ve atölyeler, oyun alanlarý, inþaat alanlarý, marketler, çiftlikler, taþýtlar ve aklýmýza gelebilecek bir çok þey… bütün saydýklarýmýz ve saymamýz gereken baþka bir çok þey uygun araç gereçlerle donatýlmalý ve bilgi edinmek isteyenlerin hizmetine sunulmalýdýr. Bu yaklaþým bireye dönük köklü bir yaklaþýmý sunmakta olup, onu nesne düzeyinden özne düzeyine yükseltmeyi amaçlamaktadýr. Böylelikle küçükler de toplumun birer üyesi olarak kabul edilmiþ, onlara hak ettikleri deðer verilmiþ ve hem toplumsal hem de bireysel haz duygularý saðlanmýþ olur. Toplumun birer üyesi olan öðrenciler de diðerleri gibi üretim süreci içerisinde bulunacaklar, böylelikle toplum içerisinde olduklarýnýn farkýna varmýþ olacaklardýr. 95


Kurtuluþ

1. Montaigne, Denemeler, s.40, Cem yayýnevi,1970. 2. Bakýnýz, V.Turçenko, Bilimsel Teknik Devrim ve Eðitimde Devrim, Konuk yayýnlarý, Ýstanbul, 1979. 3. Bu gerçeði görmek için 2005-2006 Eðitim-Öðretim yýlýnda basýlan Türkçe ders kitaplarýndaki Atatürk temasý ile ilgili okuma parçalarý incelenebilir. 4. Bkz. V.Suhomlinski, Eðitim Üzerine, s.192, Sorun yayýnlarý, Ýstanbul, 1986. 5. Vatandaþlýk aktarýmý öðretmen merkezli bir öðrenme-öðretme sürecine dayalýdýr ve klasik felsefi anlayýþý yansýtýr.bu programýn amacý kültürün temel deðer ve inanýþlarýný genç kuþaða aktarmaktýr. Bu yaklaþýmýn temel sayýtlýsý, gençlerin ne tür bilgi, deðer ve tutumlarla donatýlacaðýný yetiþkinlerin daha iyi bildiði anlayýþýdýr. Böylece programýn içeriði yetiþkinlerce belirlenen onlarca doðru ve gerekli olduðu sanýlan bilgi, ilke ve deðer-tutumlardan oluþur. Geçmiþi öðrenme, geçmiþ ve geleneklerle grur duyma , sorumluluk alma, uygun davranýþlar sergileme ve otoriteye baðlýlýk vatandaþlýk aktarýmý programýnýn en önemli içeriðidir. Öðrencilerin bu içeriði sorgulamadan benimsemesi istenir. B.k.z, Hayat Bilgisi ve Sosyal Bilgiler Öðretimi, Ahmet Doðanay, (Sosyal Bilgiler Öðretimi), Pegem-A yayýncýlýk, s.20, Ankara, 2002. 6. Geçiþ döneminin gerekliliklerinden doðan, gençliðe proletarya felsefesini "aþýlama" gerekliliði her dönemde eðitimin bir amacý olmuþ ve aslýnda Sovyetler birliði bu yönüyle de geçiþ döneminin psikolojisinden hiçbir zaman kurtulamamýþtýr. 7. 11 ve daha yukarý yaþtaki çocuklara açýk olan Genç Öncülerin Türkiye okullarýnda her gün okutulan Türküm, doðruyum, çalýþkaným…þeklinde devam eden anttan hiç de farklý olmayan bir antlarý vardýr. Bunu tarihsel bir belge olarak yayýnlamakta ve "acaba sosyalizmin insaný bireylerin zihinsel iþlevlerine ket vurarak, böylesi þartlandýrmalar ile mi yetiþtirilmelidir?" þeklinde de sormakta fayda vardýr. Ant þöyledir: a.Öncü, emekçi sýnýfýn davasýna ve Lenin'in sözüne içten baðlýdýr. b.Öncü, Komsomolun ve ve Komünistin küçük kardeþi ve yardýmcýsýdýr. c.Öncü, öncülerin, dünya iþçi ve köylü çocuklarýn yoldaþýdýr. d.Öncü çevre çocuklarýný örgütler, onlarla çevrenin hayatýna katýlýr. Öncü tüm çocuklara örnektir. e.Öncü bilgi için uðraþýr. Bilgi ve beceri, iþçilerin davasý uðruna verilen savaþta bir güçtür. Bütün bu bilgiler için bakýnýz, Bertrand Russell, Eðitim ve Toplum Düzeni, s.128, Varlýk yayýnlarý, Ankara, 1976. 8. Makarenko, Ailede ve Okulda Çocuk Eðitimi, Ser yayýnlarý, Ankara, 1979. 9. Lester Smith, Çaðdaþ Eðitim, A.Huxley'den alýntý, s.22, Varlýk Yayýnlarý, Ýstanbul, 1967. 10. Lester Smith, Çaðdaþ Eðitim, A.Huxley'den alýntý, s.21, Varlýk Yayýnlarý, Ýstanbul, 1967. 11. Karl Marx, Kapital, c.1, s.162'den alýntýlýyan Turçenko V.,Bilimsel-Teknik Devrim ve Eðitimde Devrim, Sayfa 143, Konuk Yayýnlarý, Ýstanbul 1979 12. Oliver Reboul, Eðitim Felsefesi, Ýletiþim yay, s.70, Ýstanbul, 1991 ) 13. Bu konuda Genç Öncü Hareketi ile ilgili bilgi için bakýnýz, N. Kurupskaya, Eðitim Üzerine, Ser yay, s.123, 1979, Ankara. Doðru olaný, kolektifin isteðiyle kendi isteðini uyuþturabilen, sentezleyebilen bir algýlayýþtýr. Bireyin istem ve ihtiyaçlarý, uyuþmazlýk durumunda niçin kolektife feda edilsin ki? Bu durum, birey aleyhine bir durum deðil midir? Birey kendi lehine olmayan, hatta aleyhine olan bir duruma niçin katlanmak zorunda kalsýn? Kolektivizm ruhu, bütün taraflarýn haklarýný gözeten bir anlayýþla yeniden kurgulanmak durumundadýr. 14. Olivier, Reboul, Eðitim Felsefesi, Ýletiþi Kaynakça: 1. Doðanay, Ahmet, Hayat Bilgisi ve Sosyal Bilgiler Öðretimi, (Sosyal Bilgiler Öðretimi), Pegem-A yayýncýlýk, Ankara, 2002. 2. Russell, Bertrand, Eðitim ve Toplum Düzeni, Varlýk yayýnlarý, Ankara, 1976. 3. Ýlich, Ývan, Okulsuz Toplum, Þule yayýnlarý, Ýstanbul, 2005. 4. Krupskaya, Nadezhde, Eðitim Üzerine, Ser yayýnlarý, Ankara, 1979. 5. Makarenko, Ailede ve Okulda Çocuk Eðitimi, Ser yayýnlarý, Ankara, 1979. 6. Montaigne, Denemeler, Cem yayýnevi, 1970. 7. Reboul, Olvier, Eðitim Felsefesi, Ýletiþim yayýnlarý, Ýstanbul, 1991. 8. Smith, Lester, Çaðdaþ Eðitim, Varlýk yayýnlarý, Ýstanbul, 1967. 9. Suhomlinski V. Eðitim Üzerine, Sorun yayýnlarý, Ýstanbul, 1986. 10. Turçenko, V., Bilimsel-Teknik Devrim ve Eðitimde Devrim, Konuk yayýnlarý, Ýstanbul, 1979.

96


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.